T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI HAYDARPAŞA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI KLİNİĞİ KLİNİK ŞEFİ: Doç. Dr. Ömer CERAN SACCHAROMYCES BOULARDİİ’NİN ÇOCUKLUK ÇAĞI AKUT DİYARESİNDE ETKİNLİĞİ (Uzmanlık Tezi) Dr. Yakup PAÇAL (İstanbul 2009) ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR İhtisasım süresince hastanemizde başhekimlik görevlerinde bulunan Sn. Prof. Dr. Suphi Acar’a, Sn. Doç. Dr. Mücahit Görgeç’e, Sn. Prof. Dr. Yusuf Özertürk’e ve Sn. Doç. Dr. Mehmet Sökmen’e, Uzmanlık eğitimim süresince üzerimizden emeği hiç eksik olmayan, birlikte çalışmaktan onur duyduğum, kendisinden mesleki ve bilimsel açıdan çok şeyler öğrendiğim hocam Sn. Doç. Dr. Ömer Ceran’a içten teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım. Tezimin hazırlanmasında yardımlarını esirgemeyen Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Başasistanı Sn. Uzm. Dr. Çağatay Nuhoğlu'na ve diğer tüm uzmanlarıma, Rotasyon yaptığım kliniklerdeki şef, şef yardımcısı, başasistan ve uzmanlara, Kendileriyle paylaştığım beş sene içerisinde ilgi, sevgi ve desteklerini her zaman yanımda hissettiğim, bundan sonraki hayatımda özlemlerini duyacağım tüm asistan arkadaşlarıma, Kliniğimizin birbirinden kıymetli ve çalışkan tüm hemşirelerine; çalışma ortamımızı rahat, temiz ve güvenli kılarak fiziki şartları titizlikle hazırlayan tüm personelimize ve güvenlik elemanlarımıza, Tüm eğitim hayatım boyunca bana gösterdikleri destek, ilgi ve güven sayesinde bu günlere gelmemi sağlayan değerli aileme teşekkürlerimi sunarım. Dr. Yakup Paçal 1 İÇİNDEKİLER GİRİŞ ………………………………………………………….... 3 GENEL BİLGİLER ………………………………………………………….... 4 GEREÇ VE YÖNTEM ………………………………………………………….... 53 BULGULAR ………………………………………………………….... 55 TARTIŞMA ………………………………………………………….... SONUÇ VE ÖZET ………………………………………………………….... 66 KAYNAKLAR ………………………………………………………….... 67 63 2 GİRİŞ Dünyada her yıl 4 milyon diyare atağı oluşmakta ve tüm ölümlerin %5’ine neden olmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde çocukluk çağı ölümlerinde ilk sırayı diyare almaktadır. Bireysel düzeyde akut diyare makro ve mikro besinlerin intestinal emilimini engellemekte, malnutrisyona ve büyümede duraklamaya neden olmaktadır. Akut diyarenin önlenmesi önemli bir halk sağlığı sorunudur. Probiyotikler belirli miktarlarda alındığında konağın sağlığında olumlu etkilere neden olan canlı mikroorganizmalardır. S.boulardii, enteropatojenlere karşı etkin olduğu düşünülen bir nonpatojen probiyotikdir. S.boulardii’nin antibiyotikle ilişkili diyarenin önlenmesindeki etkinliği konusunda pek çok çalışma mevcuttur. Çocukluk çağı akut diyaresindeki etkileri konusunda yapılan çalışmalar sayıca azdır. Bu çalışmada çocukluk çağı akut diyaresinde S.boulardii’nin etkinliği araştırılarak literatüre katkıda bulunulması amaçlanmıştır 3 GENEL BİLGİLER NORMAL BAĞIRSAK FLORASI Sağlıklı bireylerde mikroorganizmaların belirli bir bölgede hastalığa neden olmaksızın bulunmaları kolonizasyon olarak tanımlanır. Fetüsün gastrointestinal sistemi sterildir. Doğum sırasında doğum kanalından, perianal bölgeden ve hemen sonrasında çevreden ve temas ettiği insanlardan aldığı mikroorganizmalarla bağırsağı kolonize olmaya başlar. Mikroorganizmaların kolonize olabilmesi için önce duvarındaki adhezyon sağlayan yapılar aracılığıyla mikrovillus membranındaki glikokonjugatlara (reseptör görevi gören lipid yada glikoprotein yapılar) tutunmalıdır. Mikroorganizma bir kez tutununca kolonize olmak için çoğalmaya başlar. Konakçı hücre reseptörlerine tutunan mikroorganizmalar konakçı immün sistemini harekete geçirmemek için konakçı antijenlerine benzer olmalıdır. Bağırsakların kolonizasyonu mukozal savunma sistemlerinin gelişmesi için çok önemlidir. İleri yaşlarda oluşacak kolonizasyon mukozal immün yanıtı tam olarak uyaramaz. Kolonizasyonun yetersiz çeşitlilikte mikroorganizmalarla olması da lamina propriadaki immün hücrelerin sayı ve aktivasyonunun yetersiz olmasına yol açar. Bağırsağın başlangıçta patojen olmayan bakterilerle kolonizasyonu yenidoğan mukozal savunmasının önemli bir parçasıdır. İlk kolonize olan bakteriler, konakçı epitel hücrelerinde gen ekspresyonunu uyararak sonradan gelen bakterilerin kolonize olmasını engelleyebilir (1,2). Normalde yenidoğan, doğum sırasında ve sonrasında annesinin intestinal florası ile kolonize olur. Anne sütündeki sekretuvar (s) IgA kendi bağırsağından gelir ve bu nedenle annenin şimdiki ve önceki bağırsak mikroflorasına karşı yapılmıştır. Böylece erken dönemde anne sütü ile beslenme yenidoğanın intestinal mukozasının mikroplarla erken dönemde temasını düzenler ve mukozadan mikrop translokasyonunu önler. Bu anne sütü ile beslenmenin yenidoğanı enfeksiyonlara karşı korumasının önemli bir nedenidir. Yenidoğanın kendisinin sentezlediği sIgA ise ancak 4 hafta sonra dışkısında saptanır (3). Doğumdan sonraki birkaç saat içinde yenidoğanın dışkısında bakteri çıkmaya başlar. Sağlıklı bireylerde flora durağan değildir. Yaşlanma, ilaçlar, hastalıklar, diyet ve strese bağlı olarak flora değişebilir. Yaşlandıkça bifidobakteriler azalırken C.perfringens, laktobasiller, streptokoklar ve enterobakteriler artar. Erişkin bir kişinin üzerinde taşıdığı mikroorganizma sayısı vücudundaki hücre sayısından 10 kat fazladır. Gastrointestinal sistem, kolonizasyonun en fazla olduğu bölgedir. İntestinal florada 400-500 tür bakteri olduğu düşünülmektedir. 4 İntestinal sistemde mikroflora yukarıdan aşağıya inildikçe ve lümenden mukozaya doğru gidildikçe değişir. Anaerob/aerob oranı mukozal yüzeyde lümene ve feçese oranla daha düşüktür. İntestial sistemde yukarıdan aşağıya inildikçe bakteri sayısı da artar. Kalın bağırsak hem çeşit hem de sayı olarak en fazla mikroorganizmayı içeren bölgedir. En büyük değişiklik ileo-çekal bölgede olur. İleal bölgede bakteri sayısı 108 bakteri/gr iken rektumda bu sayı 1013 bakteri/gr ile en yüksek düzeye çıkar Anaerob mikroorganizmalar aeroblardan 100-1000 kat daha fazladır. Candida da normal bağırsak florasının bir üyesidir ve insanların %80’inden fazlasında bulunur. Yenidoğanda bağırsaktaki bakteri sayısı çocuğun yaşı ile ilişkilidir. İlk hafta sonunda 109 bakteri/gr sayıya ulaşır. Anne sütü düşük miktarda nonpatojen bakteriler (Streptococcus, Micrococcus, Staphylococcus, Bifidobacterium, Diphteroids, Lactobacillus) içermektedir (4). Bağırsak florasında bulunan bakteriler 3 gruba ayrılır: 1- Anaerobik bakteriler: Bacteroidaceae, Eubacterium,Peptococcaceae, Veillonella Clostridium ve Treponema 2- Aerob bakteriler: Enterobacteriaceae, Staphylococcus, Bacillus, Corynebacterium Pseudomonas ve mantarlar 3- Laktik asit bakterileri: Bifidobacterium, Lactobacillus ve Streptococcus Kolondaki bakteriler için birincil besin kaynağı sindirilmeden kolona ulaşan karbonhidratlardır. Ayrıca aminoasitler, lizis ürünleri, dökülen epitelyum hücreleri ve müsin de besin olarak kullanılır. Bu besinlerin metabolizması sonucu kısa zincirli yağ asitleri, laktik asit, pirüvik asit,etanol, hidrojen ve süksinik asit oluşur. Bu maddeler redoks dengesini korumak için üretilir (5,6). Bağırsak florasının faydalı etkilerini sıralayacak olursak: 1- Kolona ulaşan karbonhidrat ve proteinlerin fermentasyonu ile enerji elde edilmesi. 2- Başta vitamin K ve B grubu vitaminler olmak üzere vitamin sentezi. 3- Kısa zincirli yağ asitlerinin üretimi ile intestinal lümende pH’ı düşürerek antipatojenik rol oynar ve su emilimini artırır. 4- Antimikrobiyal maddelerin üretimi 5- Patojen mikroorganizmalar ile besinler için ve reseptörlere bağlanmak için yarışmak 6-Konakçı immünitesini uyarmak (7) 5 Bağırsak florasının zararlı etkileri: Protein metabolizması sonucu toksik son ürünlerin( amonyak,aminler, fenol bileşikleri) ortaya çıkması ve karsinojenik ürünlerin üretilmesi. Antibiyotik alımı, şok gibi durumlarda aşırı çoğalma ve özellikle immün sistem yetmezliği olanlarda bağırsak mukozasını geçerek mezenter lenf nodlarına ve vücuda yayılarak fırsatçı enfeksiyonlara neden olmak sayılabilir. Yenidoğanda kolonizasyonu ve kolonize olan bakteri türlerini belirleyen çok sayıda faktör vardır. Doğum şekli (sezeryan/vajinal), beslenme şekli ( anne sütü, mama, biberon), hastenede yatması, yenidoğan ünitesinde kullanılan antibiyotikler, annenin diyeti, probiyotik kullanıp kullanmadığı, gebelik yaşı, bebeğin immünolojik yaşı ve yaşanılan bölgenin mikroflorası. Bağırsak florasının 3 ana işlevi 1- Koruyucu etki: Patojenlere karşı bariyer etkisi 2- Metabolik etki: Sindirilemeyen artıkların fermentasyonu, vitamin K sentezi, iyonların emilimi, kısa zincirli yağ asidi sentezi. 3- Trofik etki: İmmün sistemin gelişmesi, epitelyum hücrelerinin çoğalması ve farklılaşmasının kontrolü (8) Süt çocukluğu döneminde bağırsakta kolonize olan bakteri cins ve türleri (9) Zorunlu anaerob bakteriler Fakültatif anaerob bakteriler Bifidobacterium Escherichia B. longum E.coli B.bifidum B.breve Staphylococcus B.infantis S.aureus S.epidermidis Bacterioides Enterobacter B. fragilis E.cloacae B.uniformis B.ovatus Streptococcus 6 B.distasonis S.faecalis B.vulgatus S.faecium B.thetaiotaomicron Klebsiella Clostridium K.pneumoniae C.difficile C.perfringens Pseudomonas C.paraputrificum P.aeruginosa C.tertium C.butyricum Proteus P.mirabilis Lactobacillus L.acidophilus Citrobacter L.salivarious C.freundii L.brevis L.fermentum L.plantarum Eubacterium E.aerofaciens E.lentum E.rectale Peptostreptococcus P.productus P.anaerobius Peptococcus P.saccharolyticus Veillonellae V.parvula 7 DOĞUM ŞEKLİNİN İNTESTİNAL FLORAYA ETKİSİ: Bebek ilk olarak doğum kanalı, perineal bölge ve yakın çevre ile temas eder ve ilk kolonizasyonu bunlar belirler. Vajinal doğumlarda daha doğum anında kolonizasyon annenin doğum kanalı, vajinal kanal ve intestinal florasından başlarken, sezeryan ile doğumlarda daha geç başlar. Sezeryan ile doğan bebekler intestinal flora ile geç karşılaştıklarından ve intestinal floraları geç oluştuğundan ileride immünolojik olarak bir takım sorunlar olabileceği ileri sürülmüştür. Ancak vajinal flora bağırsak florasının oluşumunda sanıldığı kadar etkin değildir. On gün sonra yapılan dışkı incelemesinde bebeğin florasının annenin dışkı florası ile uyumlu olarak enterobakteri, laktobasiller ve bifidobakterilerden oluştuğu görülmüştür (10). Sezeryan ile doğan bebeklerde ise kolonizasyon çevreden olur ve 7. günde kolonizasyon çevreye benzer. Bu durumda çevre ve personel önemli rol oynar. Anaerobik kolonizasyon gecikirken, Bifidobacterium kazanımı ve E.coli varlığı açısından vajinal doğanlarla arasında fark yoktur. Sezeryan ile doğan bebeklerde Bifidobakteri ve Lactobacillus benzeri bakterilerle kolonizasyon karşılaştırıldığında 10 gün ve 1 ay sonra vajinal doğan bebeklere benzer olduğu görülmüştür (10). BESLENMENİN ETKİSİ: Anne sütü alan ve mama alan yenidoğan bebeklerin intestinal floraları farklıdır. Anne sütü alanlarda ilk bir hafta içinde özel bir flora oluşur ve 1 ay içinde en üst düzeye ulaşır. Anne sütündeki prebiyotik faktörlerden dolayı ilk bir ay içinde egemen bakteriler Lactobacilli ve Bifidobacteriadır. Bu bebeklerde asit bir ortam yaratan laktik asit üretimi oligosakkaridlerin varlığı ve sütteki özel bazı faktörler (bifidus faktör, kazein, laktoferrin nükleotidler,sIgA , hormonlar,büyüme faktörleri, lipidler) patolojik olmayan bir floranın gelişmesine yardımcı olurlar (11,12,13). Kazeinin prebiyotik, laktoferrinin antienflamatuvar, omega-3 yağ asitlerinin de nekrotizan enterokolitteki enflamasyonun önlenmesinde ve tedavisinde etkili olduğu anlaşılmıştır. Anne sütü alan bebeklerde nerotizan enterokolitten sorumlu olabilen C.difficile ve C.paraputrificum izole edilemez. Anaerob/aerob oranı anne sütü alanlarda katı gıdalara geçinceye kadar daha yüksektir (14). Mama ile beslenen bebeklerde intestinal sistemin daha alkali olması ve prebiyotik faktörlerin olmayışı nedeniyle enterobakter, bakterioidesler ve gram(-) mikroorganizmalardan zengin bir flora gelişir. Bifidobakterilerin kolonizasyonu daha sonra başlar. Anne sütü alan bebeklerde mama alanlara göre çeşitlilik daha azdır fakat 2 yıl içersinde her iki grupta da erişkinlere benzer bir mikroflora oluşur. Anne sütü alan bebekler 8 katı gıdalara geçince Enterobakteriler hızla çoğalır, Bakteroides ve Clostridialar ile kolonizasyon oluşur. Ayrıca anne sütü alan bebeklerde devamlı deri teması sonucu stafilokokkal kolonizasyon yüksektir (15). PREBİYOTİK VE PROBİYOTİKLERİN ETKİSİ Prematür bebeklerde istenen flora; laktobasil ve bifidobakteri sayısında artma, aerobik/anaerobik oranında azalma, gram(+)/ gram (-) oranında artma şeklindedir. Probiyotik desteği ile bu durum sağlanabilir ancak uzun süreli verildiğinde, ileriki günlerde probiyotik bakterilerin dışkıdaki sayısı azalır. Farklı probiyotiklerin kolonizasyon ve immün sistemde farklı etkileri vardır, bu nedenle dikkatli olunmalıdır. Probiyotikler bağırsakta uzun süre kalabilir ve bazı yan etkilere yol açabilir. 1-Sistemik enfeksiyon 2-Zaralı metabolik aktivite 3-Gen transferi riski (antibiyotik direnci) gibi (16,17) Mamaların galakto ve fruktooligosakkaridlerle desteklenmesi Bifidobakteriler ve Laktobasillerin çoğalmasını uyarır. Bifidobakteri sayısı prebiyotik dozu ile orantılı olarak artarken laktobasillerde bu etki görülmez. Prebiyotik desteği dışkılama sayısını artırır, dışkıyı yumuşatır ve dışkı pH’ını düşürür. Hastaneye yatan bebeklerde de bağırsak kolonizasyonu etkilenir. Bu bebeklerde Klebsiella, Pseudomonas, E.coli ve Proteus kolonizasyonu fazladır ve antibiyotiklere dirençli vakalar artar. Bağırsak flora içeriğini etkileyen faktörler arasında yaş, cinsiyet, sindirim enzimleri, mide asit düzeyi, safra, mukus, konakçı immünitesi ve emosyonel stres gibi faktörler sayılabilir. Kısaca, herkes kendine özgü bir floraya sahiptir ve bazı durumlarda (diyet değişikliği antibiyotik kullanımı, ishal) flora değişim gösterse de uzun sürede genellikle sabittir (18). 9 PROBİYOTİKLER Yunancada ‘for life’ (yaşam için) anlamına gelen probiyotikler; besinlerle alınan ve belirli miktarlarda alındığında bağırsak florasını dengeleyip konakçının sağlığını olumlu yönde etkileyen canlı mikroorganizmalar olarak tanımlanabilir. Probiyotiklere verilen bir başka ad da ‘biogenics’ dir (19). Probiyotikler, canlı ilaçlar olarak da nitelenmektedir. Probiyotik uygulamalara bakteriyal replasman tedavisi diyen otörler de bulunmaktadır (20). Probiyotikler için literatürde verilen tanımlar: -Yeterli miktarda verildiğinde konakçının sağlığını olumlu yönde etkileyen canlı mikroorganizmalar. -Bağırsaklarda mikroorganizma ve beslenme dengesini, sistemik ve mukozal immüniteyi düzenleyerek konakçı fizyolojisini olumlu yönde etkileyen ve besinlere eklenen mikroorganizmalardır. -Konakçının vücut kompartmanlarının birinde mikroflorayı değiştirerek sağlığı üzerinde olumlu etkilerde bulunan, canlı ve iyi tanımlanmış mikroorganizmaları yeterli sayıda içeren preparat veya ürün. -İnsan ve hayvanlara verilen ve verildiği konakçıda mikroorganizma flora özelliklerini düzenleyerek olumlu etkilerde bulunan mono veya mikst mikroorganizma kültürleridir. -Konakçı canlıda intestinal mikroorganizma dengesini düzenleyerek olumlu etkilerde bulunan canlı besin katkısı. -Basit besleyici özellikleri dışında yeterli miktarlarda alındığında konakçının sağlığına olumlu etkilerde bulunan canlı mikroorganizmalardır. -İntestinal mikroorganizma dengesine katkıda bulunan organizma ve maddeler. Probiyotikler yüzyılı aşkın bir süredir vaginal ve gastrointestinal enfeksiyonların tedavisinde kullanılmış, antibiyotiklerin geliştirilmesi ile geri plana atılmıştır. Antibiyotiklere direnç giderek arttıkça ve probiyotiklerin etkinliği gösterildikçe eskiden yaygın bir şekilde kullanılan probiyotiklere günümüzde geri dönüş olmaktadır (21,22,23,24). 10 Probiyotik Mikroorganizma Özellikleri: Probiyotiklerin etkinliği için bazı özelliklerin olması gerekir. Alındığı anda yeterli sayıda canlı mikroorganizma içermelidir. Yeterli sayıda canlı mikroorganizma da kalın bağırsaklara ulaşabilmeli, patojenik ve toksik etkileri olmamalıdır. Doğal olarak varolan mikroorganizmaları uzaklaştırmadan sağlıklı bir flora oluşturabilmelidir. Bağırsak epiteline tutunabilmeli ve antimikrobiyal maddeler üretebilmelidir. İdeal bir probiyotik sağlığı olumlu etkileyecek şekilde mukozal immün sistemi ve mümkünse sistemik immün yanıtı uyarabilmelidir. Probiyotik Mikroorganizmalarda aranan özellikler: -Canlı olmalı. -Mukoza yüzeyine tutunabilmeli: Bu özelliğin immün sistemin düzenlenmesi, patojenlerin yarışma yoluyla uzaklaştırılması, patojenlerin tutunmasının önlenmesi ve geçici kolonizasyon sağlanması için gerekli olduğu düşünülmektedir. Tutunma özelliği zayıf fakat işlevsel probiyotikler de vardır. -Gastrointestinal sistemde geçici olarak kolonize olabilmeli. -Doğal floraya adapte olabilmeli. -Antimikrobiyal maddeler üretebilmeli (bakteriosinler,hidrjen peroksit,asit). -Klinik etkinliği ortaya konmuş olmalı -Mikroorganizmanın sonradan eliminasyonu düşünüldüğünde elimine edebilecek, yan etkileri az olan antibiyotiklere duyarlı olmalı. -Mikroflora içinde kolay tanımlanabilir olmalı. -Uzun süre etkili olabilmesi için konakçı dokularına yerleşebilmeli. -Konakçıda sistemik toksisite ve immünolojik duyarlılığa neden olmamalı, dirençli mikroorganizmaların gelişmesine neden olmamalıdır. -İyi teknik özelliklere sahip olmalı: Stabil bir suş olmalı,ürün içinde canlı kalabilmeli,büyük miktarlarda kültürle elde edilebilmeli, oksijene dirençli olmalı, liyofize preparat haline getirilebilmeli, damak tadına olumsuz etkisi olmamalı. -Konakçı için nonpatojen, noninvazif ve nonkarsinojenik olmalı. -Normal mikroflorayı bozmadan patojen bakterileri etkilemeli. -Asit pH ve safra tuzlarına dirençli olmalı (19,22,25). 11 Probiyotikler için bazı özelliklerin vurgulanması gerekir Probiyotikler canlı olmalıdır. Bağırsaklardan geçerken canlı kalıp kalmamalarına bakılmaksızın verildikleri anda canlı olan mikroorganizmalara probiyotik denilmektedir. Örnek olarak S. Thermophilus bağırsaklardan geçerken canlılığını kaybetmesine rağmen probiyotik olarak nitelenmektedir. Probiyotikler dışarıdan alınmalıdır. Doğal florada bulunan yaralı mikroorganizmalarla probiyotikler eş anlamlıymış gibi kullanılmaktadır. Doğal floradaki yaralı mikroorganizmalar izole edilebilir, saflaştırılabilir, karakterize edilerek gerekli testlerden geçirildikten sonra probiyotik amaçlı kullanılabilir, buna rağmen doğal halleri ile probiyotik değildirler. Probiyotiklerin gösterilebilir bir sağlık etkisinin olması gerekir. Örneğin kolestrol düşürücü etki gibi. Probiyotikler mutlaka besinler yoluyla ağızdan alınır gibi düşünülmemelidir. Bir farmasötik ajan gibi veya topikal olarak da kullanılabilir (26,27). 12 PROBİYOTİK MİKROORGANİZMALAR Bir grup probiyotik bakterinin belirlenmiş sağlık etkileri vardır. Bunlar türe özgü olduğundan elde edilen etkinin diğer türlere genellenmesi doğru değildir. Probiyotik olarak kullanılan mikroorganizmaların çoğu laktik asit bakterileri grubundan olmakla beraber diğer türlerden mikroorganizmalar da probiyotik olarak kullanılmaktadır (23,28). Ağız yoluyla alınan probiyotik örnekleri Lactobacillus: Bifidobacterium: Enterococcus: Diğer: L.acidophilus B.longum E.faecium Saccharomyces boulardii L.cerevisiae B.lactis E.faecalis Oxalobacter formigenes L.johnsonii B.bifidum Escherichia coli L.casei B.infantis Propionibacterium L.paracasei B .breve Bacillus cereus L.fermentum B.adolescentis Bacillus subtilis L.plantarum Bacillus coagulans L.rhamnosus Streptococcus thermophilus L.reuteri L.salivarius L.gasseri Probiyotiklerin olası etki mekanizmaları: -Enfeksiyonlara karşı mukoza direncinin devamlılığını sağlamak. -Epitel hücreleri için enerji kaynağı olan maddeler üretmek. -Bağırsak mukozasına trofik etkide bulunmak. -IgA stimülasyonu. -Epitel yüzeyinde asit Ph devamlılığının sağlanması. -İmmün sistemi uyarıcı etkisi. -Patojen bakteriler ve mantarlar için antagonistik özelliği olan hidrojen peroksit üretmek. -Mikrobiyal toksinlerin etkisinin inhibisyonu. -Tutunma bölgeleri ve besinler için patojen mikroorganizmalar ile yarışmacı rekabet. -Karsinojen ve mutajen üretiminin azaltılması. (29,30,31) 13 Probiyotik Mikroorganizmaların Etki Mekanizmaları: Probiyotiklerin olumlu etkilerini gerçekleştirdiği çeşitli mekanizmalar olduğu düşünülmektedir. Bağırsak ve vajen florası dengesini sağlayıp, patojen mikroorganizma çoğalmasına olanak tanımaz. Zaralı mikroorganizmaların bağırsak duvarına tutunmasını önleme, yerel IgA salınımını arttırma da aranılan probiyotik özelliklerdendir (6). Probiyotikler patojen mikroorganizmaları inhibe eden veya ortadan kaldıran maddeler üretirler. Laktik asit aracılığı ile bağırsak pH’ını düşürüp yararlı mikroorganizmaların çoğalmasına elverişli bir ortam yaratırlar. Laktobasillerin bağırsak duvarına tutunarak bakteriosin, hidrojen peroksit ve biyosurfaktan üretmesi oldukça yararlı sonuçları olan mekanizmalardır (33). Probiyotikler reseptörlere tutunur ve elverişli besinler için patojen bakteriler ile yarışırlar. Probiyotik mikroorganizmalar ile çocukların bağırsaklarında IgA yapımında artış tanımlanmıştır (34). B.bifidum ve S.thermophilus içeren probiyotikler rotavirus ishali olan çocuklara verildiğinde hızlı bir IgA ve IgM serokonversiyonu görülmüştür. Bazı pobiyotikler müsin salınımını arttırma yeteneğine sahiptir. Müsin patojen mikroorganizmaların bağırsak mukozasını etkilemelerine karşı bir bariyer görevi görür. Bazı laktobasiller karbonhidrat aracılığı ile tutunurlar. E.coli, Enterobakter, Klebsiella Salmonella, Shigella, Pseudomonas ve Vibrio cholera gibi patojen mikroorganizmalar da aynı reseptörleri gastrointestinal sisteme tutunmak için kullanırlar. Laktobasiller bu reseptörlere bağlanmada G(-) mikroorganizmalarla yarışarak enfeksiyonu önlerler (35). Diğer bir koruyucu mekanizma da müsin oluşturmaktır. Müsin goblet hücrelerinden salınır. Mukoza hücreleri L. Plantarum ile inkübe edildiğinde mRNA ekspresyonunun arttığı gösterilmiştir. Böylece patojen mikroorganizmaların bağırsak hücrelerine tutunması engellenmektedir. Tutunmayı önleyici bir başka mekanizma olarak da bakteriosin gibi sitokin benzeri maddelerin üretiminin etkili olduğu ileri sürülmüştür Laktobasillerin değişik toksinleri önemli ölçüde azalttığı veya tamamen uzaklaştırdığı çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Bazı bifidobakteriler ve Laktobasiller aflotoksin B ve E.coli endotoksini gibi toksinleri bağlayıp uzaklaştırabilmektedir (25,36). Canlı veya ölü bakterilerin ya da bakteri hücre duvarı bileşenlerinin makrofajların işlevlerini ve bir araya gelmelerini uyardığı deneysel olarak saptanmıştır. L. acidophilus ve Bifidobacterium longum’un yüksüz partiküllerin ve canlı Salmonella’nın fagositozunu artırdığı saptanmıştır. Probiyotiklerin olumlu etkilerini gerçekleştirdiği çeşitli mekanizmalar olduğu düşünülmektedir (37). 14 Probiyotiklerin İşlevleri: Probiyotiklerin etkinliği daha çok gastrointestinal sistemde gösterilmektedir. Çalışmalarda en çok kullanılan mikroorganizma Lactobacillus GG’dir. Lactobacillus GG, patojenlere karşı immün sistemi güçlendirir, çocuklarda hipersensitivite reaksiyonlarını azaltır (38). Probiyotik bakterilerin ürettikleri bütirikasit enterosit çevrimini düzenler, yüksek proteinli diyetle beslenenlerde bağırsak bakterilerince üretilen ve bir karsinojen olan nitrozaminleri nötralize ederler. Mekanizması bilinmemekle birlikte Lactobacillus GG’nin ince bağırsaklarda geçirgenliği azalttığı ve kalın bağırsaklarda zararlı bileşiklerin üretimini azalttığı gösterilmiştir. İyi seçilmiş probiyotik suşları rotavirus ishal süresini kısaltmakta, laktoz sindirimi ile ilgili sorunları kontrol altına almakta ve immün sistemi düzenleyici etkiler yapmaktadır. Probiyotiklerin çocukları diğer enfeksiyonlardan koruduğu gösterilmiştir. Bu etkinin interferon ve sIgA yoluyla olduğu düşünülmektedir (34,36,39). Probiyotiklerin işlevlerini özetlersek: -Mukoza beslenmesi ve dolaşımının sağlanması ile mukozal bütünlüğün devam ettirilmesi. -Tutunma ve patojenlerin kolonizasyonunun önlenmesi. -Kolesterol düzeylerini düşürme. -İmmün sistemi uyarma. -Bağırsak motilitesini düzenleme ve konstipasyonun hafifletilmesi. -Vitamin üretimi, vitamin ve minarelerin biyoyararlanımını arttırma, sindirim yönünden önemli birtakım enzimlerin üretimi. -Bozulmuş bariyer fonksiyonlarını yeniden kazandırma (40,41,42). 15 GASTROİNTESTİNAL SİSTEM PROBİYOTİK UYGULAMALARI Probiyotikler başlıca gastrointestinal sistem hastalıklarının önlenmesi ve tedavisi ile gastrointestinal sistemin sağlığını koruma ve geliştirmede kullanılmaktadır. Bu amaçla Laktobasiller ve Bifidobakteriler yaygın olarak kullanılmaktadır. Nonpatojen bir maya olan saccharomyces boulardii erişkinlerde antibiyotik ilişkili ishalin önlenme ve tedavisinde kullanılmıştır (43). Probiyotikler ve Çocuk İshalleri: Probiyotiklerin enfeksiyöz ishallerin önlenmesi ve tedavisindeki etkinliği önemli bir gelişmedir. Probiyotiklerin rotavirus, seyahat edenlerin ishalleri ve Clostridium difficile’ye bağlı ishallerin önlenmesi ve tedavisindeki etkinliği değişik çalışmalarda gösterilmiştir. Özellikle viral ishallerde probiyotikler yaygın olarak denenmiştir. Yapılan çalışmalarda ishal şiddetinin azaldığı ve süresinin de kısaldığı gösterilmiştir (44). Son yapılan bir meta-analizde 18 çalışma değerlendirilmiş ve probiyotiklerin ishal süresini 1 gün kısalttığı sonucuna varılmıştır. Yapılan bir çalışmada iki gruba ayrılan 140 çocuktan bir gruba ORS+plasebo verilirken diğer gruba ORS+Lactobacillus verilmiş. İshal bulguları Lactobacillus verilen grupta 58,3 +/- 27,6 saat sürerken plasebo grubunda 71,9 +/35,8 saat olarak saptanmıştır (44). Endüstrileşmiş ülkelerde ishalin en önemli nedeni rotavirustur. Çeşitli çalışmalarda L.rhamnosus GG, L.reuteri ve L. Casei’nin rotavirus ishallerinde ishal süresini 1 gün kısalttığı saptanmıştır. Bu etkide rol oynayan faktörler, rotavirus’a spesifik IgA yapımının artması, floranın normale döndürülmesi ve bağırsak geçirgenliğinin azaltılmasıdır. Denenen bazı diğer probiyotik türleri ile benzer etkiler elde edilememiştir. Bu sonuç, elde edilen etkilerden bazılarının türe özgü olduğu fikrini desteklemektedir (45). Çocukların iki yaşına kadar izlendiği bir çalışmada bir gruba probiyotikli mama (B.bifidum ve S.thermophilus) verilirken diğer gruba probiyotik içermeyen mama verilmiştir. Sonuşta sadece ishal sıklığı azalmakla kalmamamış (%7-%31) rotavirus sıklığı da (%10’a karşı %39) azalmış olarak saptanmış. Probiyotik bakterilerin bir viral ajana bağlı ishaldeki etkinliği, doğrudan değil indirekt olarak immün aracılıklı bir mekanizmanın olduğuna işaret etmektedir (46). 16 İshalli çocukların ORS + L. GG alan ve ORS + plasebo alan iki gruba ayrıldığı bir çalışmada rotavirus ishallerine bağlı hastanede kalma süresinin L. GG alan grupta önemli ölçüde kısaldığı saptanmıştır. 6-24 ay arasındaki 204 çocuğun 15 ay süreyle izlendiği bir çalışmada Laktobasil (L. GG) alan grupta ishal sıklığının azaldığı gösterilmiş (laktobasil alan grupta 5,21 plasebo grubunda ise 6,02 atak/çocuk/yıl olarak saptanmış, L. Rhamnosus’un hafif derecede etkili olduğu bulunmuştur. Bu etki daha çok anne sütü ile beslenmeyen çocuk grubunda gözlenmiştir. Anne sütü alan çocuklarda hemen hiç etkisinin bulunmayışı, probiyotiklerin anne sütünün enfeksiyonlardan koruyucu etkisine benzer bir etki yaptığı olasılığını düşündürmektedir (45). Benzer bir çalışmada da L. GG alan grupta rotaviruslara karşı IgA üreten hüre sayısının belirgin olarak artmış olduğu saptanmıştır. Yapılan çalışmalarda farklı laktobasil suşlarının etkinliğinin aynı türden olsa bile farklı olarak saptanması her probiyotiğin her hastalık durumunda etkili olmadığına işaret etmektedir. Örneğin L. Rhamnosus ORS ile birlikte ishal süresini kısaltırken L. GG C.difficile ishallerinde relapsı önlemede etkindir. Bu bilgilerin ışığında Laktobasiller’in basit, ucuz, etkin, yan etkisi olmayan, ishal önleme ve tedavisinde kullanılabilecek ajanlar olduğunu söyleyebiliriz (47). Antibiyotik İlişkili İshal: İshal, geniş spektrumlu antibiyotik kullanan çocukların yaklaşık %40’ında görülen bir yan etkidir. Hastanede kalma süresini uzatmakta, hastane masraflarını önemli ölçüde arttırmakta ve başka enfeksiyonlara yatkınlığı arttırmaktadır. Her yıl çok sayıda çocukta antibiyotik kullanıldığı göz önüne alındığında geniş spektrumlu antibiyotik kullanan çocuklarda ishalin kontrol altına alınması önemlidir Tam mekanizması anlaşılamamıştır ancak temeldeki nedenin bağırsak flora dengesinin bozulması olduğu düşünülmektedir. Floranın bozulması ile fırsatçı mikroorganizmalar baskınlık kazanır ve ishal meydana gelir. Vakaların çoğunda C.difficile’nin aşırı çoğalması başlıca nedendir. Kısa zincirli yağ asit üretimi azalır ve bu durum da ishalin ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Kısa zincirli yağ asitleri enterositlerin sıvı-elektrolit emilimi için ve enterosit beslenmesi için gereklidir. Karbonhidratları parçalayan yararlı mikroorganizmalar yok olduğundan tabloya osmotik ishal de eklenir (48). Antibiyotik nedenli ishallerde probiyotikler uzun zamandır denenmektedir. S.boulardii bu konuda etkinliği gösterilmiş bir probiyotikdir. Etkisini C. Difficile toksinini bağlayarak gösterdiği düşünülmektedir. L. rhamnosus GG, B.longum, L.acidophilus, L. Bulgaricus ile de iyi sonuçlar alınmıştır (49). 17 188 çocukla yapılan bir çalışmada L. GG almakta olan çocuklarda antibiyotik ilişkili ishal sıklığı %8 iken plasebo grubunda %26 olarak bulunmuştur (50). Geniş spektrumlu antibiyotik kullanan 202 çocukla yapılan bi başka çalışmada plasebo alan grupta 25, probiyotik alan grupta 7 çocukta ishal görülmüştür. Plasebo alan grupta ishal süresi 5,88 gün iken probiyotik alan grupta 4,7 gün saptanmıştır (49). Beta laktam Antibiyotik kullanan 388 hastada yapılan bir çalışmada S.boulardii kullananlarda plasebo grubuna göre daha az ishal görülmüştür (Plasebo grubunda %17,5 S. Boulardii grubunda %4,5) (51). İki ayrı çalışmada da S. Boulardii ile hastanede yatan hastalarda antibiyotik ilişkili ishallerde %57 ve %51’lik azalmalar saptanmıştır (49). Neden ne olursa olsun probiyotik mikroorganizmalar verilerek bağırsaklardaki mikrobiyal aktivite normale döndürülmeye çalışılır. Antibiyotik ilişkili ishaller kendi kendine geçmekte ve dehidratasyona yol açmamakta ise de normal floranın korunmasının önemi dikkate alınmalıdır. Ayrıca ishal süresi kısaltılarak da antibiyotik tedavisi yarıda kesilmemiş olur (52). Clostridium difficile İlişkili İshal: Bakteriyal ishallerin yaklaşık dörtte birinden sorumlu olan C.difficile aynı zamanda psödomembranöz enterekolitten de sorumlu patojendir. Ave B toksinleri salgılayan, spor oluşturan, G(-) bir basildir. Çoğu zaman antibiyotik kullanımı sonrasında normal floranın baskılanması ile ortaya çıkar. Oluşturduğu klinik tablo hafif ve kendini sınırlayan bir ishalden, kramplar, hematokezya psödomembran oluşumu ve perforasyona kadar giden ciddi kolit tablosuna kadar değişebilir. Metranidazol ve vankomisin gibi antibiyotiklere iyi yanıt alınsa da tedavisi güçtür ve relapslarla seyredebilir. Genellikle antibiyotik kullanımı ile başlayan bir durum için doktorlar yeniden antibiyotik kullanmak durumunda kalabilir. C. difficile kolon florasında yerleşik olduğundan probiyotikler kullanılarak kolon mikrobiyal dengesinin kurulması ve C. Difficile’nin çoğalmasının engellenmesi hedeflenmiştir (53). C. difficile saptanan dört çocukta L. GG denenmiş, ikisinde 2 ay içersinde relaps gözlenmiş, tedavi tekrarlanmış ve enfeksiyon kontrol altına alınmış. 11 aylık izlem süresinde yeni bir relaps gözlenmemiş (54). Antibiyotik ilişkili ishalde L. GG etkili bulunmuştur. Yapılan bir çalışmada, üst solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle antibiyotik kullanan 119 çocuktan L. GG verilen grupta ishal sıklığı azalmıştır ( %5’ e karşılık %16 ). 118 çocukla yapılan bir başka çalışmada da benzer sonuçlar elde edilmiştir. (%48’e karşı %17) (55). 18 C.difficile tedavisinde antibiyotik yanı sıra S. Boulardii kullanıldığında tekrarlama riskinin azaldığı gösterilmiştir. S. boulardii toksin salınımını kontrol altına almış ancak kolonizasyonu azaltmamıştır (56). Seyahat Edenlerin İshalleri: Hijyen koşulları iyi olmayan ülkelere yapılan seyahatlerde görülen akut ishal sık karşılaşılan bir sorundur. Direnç oluşumuna katkıda bulunacağı için önleyici antibiyotik kullanımı önerilmemektedir. Probiyotiklerin seyahat edenlerde görülen ishalleri önlediği yönünde çelişkili olmakla birlikte veriler bulunmaktadır. Probiyotiklerin etkinliği kullanılan suşlar, seyahat edilen ülkelerdeki ishal etkenleri gibi faktörlere göre değişkenlik göstermektedir. Probiyotiklerin etkin olduğu konusunda yorum yapılabilmesi için daha çok kontrollü çalışmalara gereksinim vardır (57). Seyahat edenlerin ishallerinin önlenmesinde L. GG ve S. Boulardii kullanılmıştır. 225 Amerika’lıyı içeren bir çalışmada günlük ishal hızı L. rhamnosus alan grupta %3,9 plasebo grubunda ise %7,4 bulunmuştur. Avusturya’dan seyahat edenlerde S. Boulardii ile yapılan bir çalışmada ise ishal sıklığı %28,7 iken plasebo grubunda %39,1 olarak saptanmıştır. Finlandiya’dan Türkiye’nin iki farklı bölgesine seyahat eden 756 kişide L. rhamnosus GG denenmiştir. Sadece bir grupta plasebo alanlara göre ishal sıklığında azalma (%39,5’a karşılık %23,9 ) saptanmış. Enfeksiyoz ishallerden elde edilen sonuçlarla probiyotiklerin viral kökenli seyahat ishallerinin önlenmesinde bakteriyal kökenlilere göre daha etkin olduğu söylenebilir. S. boulardii daha çok bakteriyal, L. GG ise viral ve idiyopatik ishaller üzerinde etkili olmaktadır. Bu farklılık maya kökenli ve bakteri kökenli probiyotiklerin farklı etki mekanizmaları olduğuna işaret etmektedir (58,59). Enflamatuar Bağırsak Hastalıklarında probiyotik kullanımı: Enflamatuar bağırsak hastalıklarının başlıcaları crohn ve ülseratif kolittir. Enflamasyonu başlatan neden henüz anlaşılamamıştır ancak intestinal flora ile ilişkili olduğuna işaret eden veriler vardır. İntestinal flora üzerinde etkili antibiyotiklere alınan yanıtlar enflamatuar bağırsak hastalığı ile flora arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. (Crohn hastalığında kullanılan siprofloksasin ve metranidazol, ülseratif kolitte kullanılan tobramisin gibi). Enflamatuar bağırsak hastalıklarında Laktobasiller ve Bifidobakterilerin azalmış olması dikkat çekici bir bulgudur. Atağın başlamasında flora değişikliğinin rolü olduğu düşünülmektedir (60). 19 Probiyotiklerin enflamatuar bağırsak hastalıklarında tedavi edici özelliği bulunmamakta ancak remisyon süresini uzatarak yaşam kalitesini arttırmaktadır. E.coli, L. rhamnosos GG ve L. salivarius remisyon sağlamada etkili bulunmuştur. Ülseratif kolitte remisyonun sağlanması ve sürdürülmesinde nonpatojen E.coli’nin mesalazin kadar etkili olduğu saptanmıştır. Crohn hastalığında oral olarak L.GG verildiğinde IgA salgılayan hücre sayısı artmakta olup, bunun antijenik uyarıyı baskıladığı sanılmaktadır (61). Turbo probiyotikler, genetik mühendisliği sayesinde geliştirilmiş, belirli bileşikleri üreten probiyotiklerdir. Bu şekilde üretilen L. lactis suşu ( IL-10 salgılayarak) crohn hastalığının tedavisinde etkili bulunmuştur (62). Helicobacter Pylori Enfeksiyonu: Probiyotik bakteriler H. Pylori’ye karşı antagonistik etki yapabilir. L.salivarius’un farelerde H. Pylori kolonizasyonunu engellediği gösterilmiş. Proton pompa inhibitörü ve ikili antibiyotik (Klaritromisin ve Amoksisilin) alan hastaların bir grubuna L.acidophilus verilip diğer gruba verilmediğinde probiyotik alan grupta eradikasyonun daha iyi olduğu saptanmış. (%87-%70) (63,64). Laktoz İntoleransı: Primer ve erişkin tip olmak üzere iki tip laktoz sindirim bozukluğu vardır. Doğumda yüksek olan laktaz aktivitesi çocuklukta ve adölesan döneme doğru azalır. Sekonder laktaz eksikliği ise, rezeksiyonlar sonrası ve ishal sonrası mukoza kayıpları sonucu görülür. Laktoz sindirim bozukluğuna, bağırsak hareketlerinde artma, ishal, karın ağrısı ve gaz yakınması eşlik ediyorsa bu durumda laktoz intoleransından bahsedilir. Laktobasil türü probiyotiklerin laktoz intoleransında yararlı olduğu bulunmuştur. Laktoz intoleransı olan kişilerin, az miktarda yoğurt gibi fermente süt ürünlerini tolere ettiği bilinmektedir. Yoğurtta bulunan bakteriyel beta-galaktozidazın ince bağırsaklarda safra tuzları tarafından serbestleştirilmesi laktoz sindirimine yardımcı olmaktadır (65). Kabızlık: Kabızlık yakınması olan kişilerin bağırsak florasında değişiklikler (Bacteroides, Clostridia ve Bifidobacteriler azalmıştır) olduğu saptanmıştır. Literatür verileri çelişkili olmakla birlikte probiyotiklerin kabızlığı düzelttiğine inanılmaktadır. Probiyotikler intestinal motiliteyi düzenleyerek kabızlık üzerinde etkili olmaktadır. 20 Nekrotizan Enterokolit: Normal bağırsak ve vajen florası, doğumda alınan mikroorganizmalar ve besinlerle alınan mikroorganizmalarla gelişir. Laktobasiller ve bifidobakteriler vajen florasından alınırken anne sütü alımı ile çoğalırlar. Sezeryan ile doğan 1500 gr altındaki bebeklerin florası yapılan işlemler, entübasyon ve yoğun bakım servisi florasından etkilenir. Bu bebeklerin %30’unda nekrotizan enterokolit gelişir. Yapılan deneylerde probiyotiklerin tümor necrosis factor alfa gibi sitokinleri azaltarak ve enflamasyonu baskılayarak etki gösterdiği anlaşılmıştır (66). L.acidophilus ve Bifidobacteria infantis kullanımının, yenidoğan ünitelerinde nekrotizan enterokolit sıklığını azaltmada etkili olduğu bulunmuştur. Kolombiya’da 1237 yenidoğan bebek ile yapılan bir çalışmada ilk hafta içinde bebeklere taburcu olana kadar L.acidophilus ve Bifidobacterium infantis karışımı verilmiş. Elde edilen verilerde nekrotizan enterokolit sıklığının önceki yıllara göre üçte bir oranında azaldığı saptanırken, probiyotiklerle ilişkili bir yan etkiye de rastlanmamıştır. Ayrıca probiyotik verilen bebeklerde diaper dermatidin daha az görüldüğü saptanmış (67). Kolorektal Kanser ve Probiyotikler: Bağırsak florası ve immün sistem kanser oluşumunda rol oynar. Et ve yağlardan zengin, liften fakir diyet de florada değişime neden olmaktadır. Bacteroides ve Clostridium türleri artarken Bifidobacteri suşları azalmaktadır. Bu flora değişikliği bazı enzimlerin aktiviteleri üzerinde de değişikliğe yol açar. Probiyotik bakterilerin flora dengesini koruyarak kanser gelişimini önlediği düşünülmektedir (68). Bu konudaki bilgilerin netleşmesi için daha başka çalışmalara da gereksinim vardır. Kanser önleme mekanizmaları: 1-İntestinal florada kalitatif ve/veya kantitatif değişiklikler yaparak flora metabolik aktivitesini değiştirme. 2-Hücreyi karsinojen ajanların etkisinden koruyan enzimlerin ve mekanizmaların aktivasyonu (glutatyon transferaz) 3-Konakçının immün sisteminin güçlendirilmesi 4-Potansiyel karsinojenlerin (aflotoksin B1, heterosiklik aminler, benzopren) etkisiz hale getirilmesi ve parçalanması (amonyak, alfa glukozidaz, beta glukronidaz, nitrat redüktaz) 5- Kolonun fizikokimyasal koşullarını değiştirme: biyoaktif maddeler, fermentasyon ürünleri, mukus üretimi, mukus profilinde değişiklikler ve bağırsak geçiş süresinin kısaltılması. (68) 21 AKUT GASTROENTERİT TEDAVİSİ VE ÖNLENMESİNDE PROBİYOTİKLER Gastrointestinal sistem (GIS) yaklaşık 200 m2 olan yüzey alanında 500’ün üzerinde bakteri türü ile kolonize, karmaşık bir floraya sahiptir. Doğumda steril olan GIS doğumdan hemen sonra çevredeki mikroorganizmalarla kolonize olur. Kolonizasyonu doğum şekli, hijyenik koşullar, antibiyotik kullanımı ve bebeğin anne sütü alıp almaması gibi koşullar etkilemektedir. Kolonizasyon gerçekleştikten sonra ömür boyu göreceli olarak stabil kalır (10,12). Florada çoğu yararlı veya zararsız olmakla beraber potansiyel patojen olan mikroorganizmalar da yer almaktadır. Sağlıklı kişilerde yararlı veya zararsız bakterilerle potansiyel patojen bakteriler arasında denge bulunmaktadır. Dengenin bozulması enfeksiyon hastalıkları ve otoimmün hastalıklara zemin hazırlamaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalar probiyotik desteğinin GIS’de dengeyi düzenleyerek sağlığın daha da iyileştirilebileceğini göstermiştir. Klinik çalışmalar göstermiştir ki bazı probiyotikler akut viral gastroenteritlerin ve antibiyotiğe bağlı ishallerin tedavisinde ve önlenmesinde etkili olmuştur. Bu etkilerini nasıl gerçekleştirdikleri tam olarak kesinlik kazanmasa da probiyotiklerin anti-enfektif etkilerini bağırsağın non-immünolojik savunma sistemini güçlendirerek ve ayrıca sistemik ve mukozal immüniteyi stimüle ederek kontrol ettiği düşünülmektedir (9). Mukus Bariyerini Arttırır: Bağırsak epiteli glikoprotein yapısında bir musin tabakasıyla kaplıdır.Bağırsaktaki goblet hücrelerinin yaptığı musin sekresyonu enteropatojenlere karşı epitelyum hücrelerinin üzerini örterek fiziksel bir bariyer sağlar ve patojenlerin adezyon ve invazyonlarını önler. Son yıllarda yapılan çalışmalar bazı probiyotiklerin koruyucu ve antienfektif özelliklerini musin gen ekspresyon regülasyonunu düzenleyerek, mukus içerik ve salınımını arttırarak gösterdiğini ortaya koymuştur. Adezyon İçin Yarışma Yapar: Probiyotik olarak kullanılan laktik asit bakterilerinin, patojen mikroorganizmaların adezyon ve invazyonunu önlediği gösterilmiştir. İn vitro yapılan bir çalışmada bifidobakterilerin doza bağlı olarak enterotoksijenik ve enteropatojenik E.coli ve S.typyhimurium adezyonunu inhibe ettiği gösterilmiştir. Yine laktobasillerin, enteropatojenik 22 E.coli, S.typyhimurium ve Yersinia paratuberculosis’in bağırsak epiteline adezyon ve invazyonunu önlediği bildirilmiştir. Antimikrobiyal Maddeler Üretir: Bazı probiyotikler hidrojen peroksit, karbondioksit, laktik asit ve asetik asit gibi antimikrobiyal maddeler üretir. Ayrıca probiyotiklerin bakteriyosin ve bakteriyosin benzeri moleküller ürettikleri de bildirilmiştir (30,39). Non-immünolojik Savunmayı Güçlendirir: Mide asiditesi, normal bağırsak florası, lizozim, bağırsak sekresyonları, bağırsak motilitesi, pankreatik enzimlerin antimikrobiyal aktivitesi gibi faktörlerin tümü bağırsağın patojen mikroorganizmalara karşı non-immünolojik savunma mekanizmasını oluşturur. Bu mekanizmadaki bozukluk enfeksiyonlara eğilimi arttırır. Probiyotiklerin antimikrobiyal maddeler üreterek, adezyon reseptörlerine bağlanıp yarışmaya girerek, müsin yapımını arttırarak, bağırsak motilitesini düzenleyerek ve bağırsak mukoza yapısını stabilize ederek non-immünolojik savunma mekanizmalarını güçlendirdiği düşünülmektedir. Ayrıca toksinleri ve bunların bağlandığı reseptörleri modifiye eder (29). Bağırsak Geçirgenliğini Düzenler: Enfeksiyonlar, toksinler ve gıdalarla alınan bazı maddeler, bağırsak geçirgenliğini bozarak antijenik yapıların bağırsağı geçmesine ve enflamasyona neden olur. Probiyotikler bağırsak epitelinin permeabilitesini stabilize ederek bariyer fonksiyonunu güçlendirir. Etki mekanizmaları kesin olarak bilinmemekle birlikte bu etkilerini sekretuar IgA oluşumunu uyararak ve proinflamatuar yanıtı azaltarak gerçekleştirdikleri sanılmaktadır. Bağırsak Motilitesini Düzenler: Bağırsak motilitesi, mide asit bariyerinden kaçan mikroorganizmaların atılmasını sağlar ve durgun ortamda patojen bakterilerin üremesini önler. Bağırsak motilitesinin azalması bağırsağın ekolojik yapısını bozar. Doğal anaerob floranın azalmasına yol açtığı gibi ince bağırsakta da bakterilerin aşırı çoğalmasına (overgrowth) neden olur. Dışkılama sıklığı üzerindeki olumlu etkileri ve bağırsaktan geçiş zamanını kısaltmaktaki etkileri dikkate alındığında, probiyotiklerin motiliteyi düzenleyici etkilerinin olduğu söylenebilir. 23 Gastrointestinal İmmüniteyi Güçlendirir: Probiyotikler patojenlere karşı spesifik ve nonspesifik immüniteyi uyarır. Deneysel çalışmalarda probiyotiklerin lenfosit proliferasyonunu uyardığını, dolaşımdaki lenfosit sayısını arttırdığını, makrofajların ve polimorfonükleer lökositlerin fagositik kapasitelerini arttırdığını doğal öldürücü hücre (NK) aktivasyonunu ve patojen mikroorganizmalara karşı antikor yanıtını da arttırdığını göstermektedir. Rotavirus aşısına karşı oluşan spesifik antikor yanıtı ile birlikte interferon gama başta olmak üzere sitokin yapımını uyardığı gösterilmiştir. Probiyotiklerle yapılan çalışmalarda en çok kullanılan ajan L. rhamnosus’un bir suşu olan Lactobacillus GG’dir. Bu suş, mide ve safra asitlerine dayanıklı olmakla birlikte bağırsak epitel hücrelerine bağlanabilmekte ve insan bağırsağında etkili bir kolonizasyon oluşturabilmektedir. Bu güne kadar yapılan çalışmalarda L.GG’nin sağlıklı kişilerde zararlı etkilerine rastlanmamıştır. Hayvan deneylerinde bifidobakterilerin rotavirus ve E.coli’ye bağlı ishalleri hem önlediği hem de tedavi ettiği gösterilmiştir. L.GG ve L.acidophilus suşları G(+) ve G(- ) patojenleri inhibe eden antimikrobiyal maddeler sentezler, patojenlerin kullandıkları besinler için ve mukozal reseptörler için yarışmaya girer, bakteri ve virusların adezyon yaparak çoğalmalarını önler. Ayrıca bu probiyotiklerin bağırsaktaki enflamasyonu azaltan immünomodülatör etkileri bulunmaktadır. Bazı laktobasillerin (L.rhamnosus GG, L.plantarum) E.coli suşlarının bağırsak epitel hücrelerine yapışmasını önlediğini ve bu önlemenin doza bağımlı olduğunu gösteren deneysel çalışmalar da bulunmaktadır. Adezyonun önlenmesi de bağırsakta müsin yapımının ve sekresyonunun arttırılması ile gerçekleşmektedir (34,36,38). Çocukluk Çağı İshallerinin Tedavisinde Probiyotiklerin Rolü Probiyotiklerin ishal tedavisi ve önlenmesinde kullanılmasının yaraları hakkında çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Çeşitli nedenlerden dolayı bu çalışmalar kesin yargıya varmayı güçleştirmektedir. Kullanılan probiyotiklerin çeşitliliği, kullanılan dozlar, tedavi süreleri, çalışmaya dahil edilen hastaların yaşları ve ishale yol açan nedenlerin farklılığı gibi faktörler probiyotiklere alınan yanıtlar üzerinde etkili olmaktadır. Çocukluk çağındaki ishallerin tedavisinde probiyotik kullanımı ile ilgili çalışmalar incelendiğinde üç meta-analiz olduğu görülmektedir. Birinci meta-analizde, hastanede yatmakta olan çocuklar üzerinde (1-48 aylık) L.acidophilus, L. bulgaricus, L.GG, L. reuteri, L.acidophilus LB, S. Boulardii, S. Thermophilus lactis kullanılarak yapılan randomize, çift kör ve plasebo kontrollü 10 çalışma değerlendirilmiştir. L.GG, L. reuteri ve S.Boulardii ile yapılan çalışmalarda probiyotik 24 kullanılan hastalarda plaseboya göre üç günden uzun süren ishal görülme riskinin azaldığı gösterilmiş ancak bu etkinin sadece L.GG ile yapılan çalışmalarda tutarlılık gösterdiği saptanmıştır. L.GG’nin en büyük etkisinin rotavirus ishallerinde olduğu gösterilirken invaziv bakteriyel ishalli hastalarda hiçbir etkinliğinin olmadığı görülmüştür. Meta-analize alınan çalışmaların hiç birinde probiyotikle ilişkili yan etki bildirilmemiştir (69). İkinci meta-analizde L. bulgaricus, L.GG, L. reuteri ve L.acidophilus kullanılan plasebo kontrollü dokuz çalışma değerlendirilmiş. Tedavinin ikinci gününde dışkılama frekansının 1,6 kez/gün azaldığı, ishal süresinin de 16,8 saat kısaldığı gösterilmiştir. Bu meta analizde doz bağımlı bir etkinin olduğu da (verilen günlük laktobasil dozunun artması ile ishal süresinin daha çok kısaldığı ) gösterilmiş (70). Üçüncü meta-analizde sadece yatan hastaların değil, ishal yakınması ile polikliniğe başvuran hastalarında değerlendirmeye alındığı, 1-60 ay arası, çift kör ve kör olmayan 26 çalışma incelenmiştir. Çalışmalarda viral ve nedeni belli olmayan ishaller ağırlıkta iken, dört çalışmada bakteriyel ishaller de yer almıştır. Rotavirus sıklığı da %10-100 arasında değişmektedir. Çalışmalarda L.acidophilus, L. bulgaricus, L. reuteri, L.GG (çalışmaların yarısında kullanılan probiyotik) L. rhamnosus, L.delbruckii, S.thermophilus, S.boulardii, B.infantis B.bifidum, B.subtilis ve Enterococcus kullanılırken, probiyotik dozları 10 milyon10 milyar CFU arasında değişmekteydi. Kullanım süreleri 2-5 gün, dozları ise günde 1-3 kez arasında değişmekteydi. Bu meta-analizde, standart ORS tedavisi ile birlikte probiyotik tedavisi alan çocuklarda plasebo verilenlere göre ishal süresinde ortalama bir gün kısalma olduğu gösterilmiştir. L.GG verilen çalışmalarda ishal süresindeki bu azalmanın daha uzun (ortalama 1,2gün) L.GG verilmeyen çalışmalarda ise daha kısa (ortalama 0,6 gün) olduğu gösterilmiştir (71). Danimarka’da 6-36 aylık akut ishal nedeniyle hastanede yatmakta olan ve %46’sı orta derecede dehidrate olan vakalarla (%67’sinde rotavirus +) yapılan çift kör plasebo kontrollü bir çalışmada L.rhamnosus ve L.reuteri’nin iki yeni suşu birlikte kullanılmış. Günde iki kez ve beş gün süreyle uygulanmış. Probiyotik verilen grupta ishal süresinin plasebo grubuna göre belirgin bir şekilde azaldığı (80 saate karşılık 130 saat) ve hastanede kalış sürelerinin de %48 oranında kısaldığı (1,7 güne karşılık 3,5 gün) gösterilmiştir. Ayrıca bu çalışmada probiyotiklerin yaralı etkilerinin hastalığın ilk 60 saati içerisinde verilmesi durumunda görüldüğü bildirilmiştir (72). Aynı araştırmacılar tarafından yapılan bir başka randomize, çift kör plasebo kontrollü çalışmada ise akut gastroenteriti olan kreş çocuklarına (%63’ü rotavirus +) aynı probiyotik karışımı verilmiş ve ishal süresinin kısalmasında etkili olduğu (76 saate karşı 116 saat) gösterilmiştir. Bu çalışmada ayrıca probiyotik başlanmasından 120 saat sonra sulu dışkılama 25 riskinin azaldığı da (probiyotik alan grupta %5, plasebo alan grupta %46 oranında 120 saatden sonra sulu dışkılama devam etmiştir) gösterilmiştir (73). Bu çalışmalardan çıkan sonuçları özetlersek 1-Probiyotikler hastalığın erken döneminde başlanırsa daha etkili olmaktadır. 2-Probiyotiklerin (L.GG başta olmak üzere) bebek ve küçük çocuk ishallerinin tedavisinde istatiksel olarak belirgin yararlı etkileri olduğu ve ishal süresini ortalama bir gün kısalttıkları gösterilmiştir. 3-Yararlı etkileri orta derecede olup, kullanılan suşa ve doza bağlı olduğu görülmektedir. 4-Probiyotikler akut invaziv bakteriyel ishallere karşı etkisiz görünmektedir 5- Probiyotiklerin bu yararlı etkileri özellikle rotavirus başta olmak üzere viral nedenlerle oluşan akut ishallerde daha belirgin olmaktadır. Antibiyotiğe Bağlı İshallerin Önlenmesinde Probiyotiklerin Rolü: Antibiyotiğe bağlı ishallerde ishalin gerçek sebebi belirlenemez ve sıklıkla bir patojen etken saptanamaz. Çocuklarda antibiyotiğe bağlı ishal prevalansı %8-30 arasında değişmektedir. Bütün antibiyotikler ishal ve pseudomembranöz enterokolite yol açabilmekle beraber en sık ampisilin, sefalosporinler, amoksisilin-klavulonat ve klindamisin kullanımına bağlı olarak ishal görülmektedir. Antibiyotik kullanımına bağlı ishalin patogenezi tam olarak bilinmemektedir, ancak antibiyotik kullanımının bağırsaktaki normal mikrofloranın değişmesine ve Clostridium difficile dahil antibiyotik rezistan patojen bakterilerin kolonizasyonuna bağlanmaktadır (53). Sadece çocukların yer aldığı dört çalışma sonuçları değerlendirildiğinde L. acidophillus ve L. bulgaricus tedavisi verilen 38 vakalık küçük bir çalışmada probiyotik tedavisinin antibiyotiğe bağlı ishalin önlenmesinde etkisi olmadığı görülmektedir (74). Başka bir çalışmada solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle ayaktan kısa süreli (7-10 gün) antibiyotik tedavisi verilen çocuklara L.GG verilmiş. Antibiyotik tedavisinin başlamasından iki gün sonra başlamak üzere ve günde 2’den fazla sulu dışkılama dikkate alınarak yapılan karşılaştırmada L.GG verilen 93 vakadaki ishal prevalansının plasebo alan 95 vakaya göre daha az olduğu (%8-%26) ishal süresinin de daha kısa olduğu (4,7 gün - 5,9 gün) gösterilmiştir (50). 119 çocukla yapılan diğer bir çalışmada (58’i kontrol, 62’si tedavi grubu) ishal tanımı iki gün yada daha uzun süren, günde üçten fazla dışkılama olarak yapılmış ve L.GG’nin ishal riskini %16’dan %5’e düşürdüğü gösterilmiş, ancak bu sonuç istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Aynı çalışmada probiyotik tedavisinin ishal şiddeti ve süresi üzerinde etkisi 26 olmadığı gösterilmiştir. L.GG ile yapılan bu iki çalışmanın sonuçları birlikte değerlendirildiğinde, probiyotik alınması plaseboya göre ayaktan kısa süreli antibiyotik (7-10 gün) uygulamasına bağlı ishal görülme riskini azaltmaktadır (%6-%22). L.GG’nin bağırsak immünitesi üzerindeki olumlu etkileri • Yerel interferon salınımını uyarır. • Bağırsak mukozasında sekretuvar IgA ve diğer immünglobülinleri salgılayan hücrelerin sayısını arttırır. • E.coli, C. Difficile, Salmonella, Streptokok ve B.fragilis gibi bakterilerin üremesini önleyen antimikrobiyal maddeler salgılar. • Lenfoid dokuya antijen taşınmasını kolaylaştırır. Sonuç olarak L.GG verilmesi çocuklarda antibiyotiğe bağlı hafif ishallerin önlenmesinde orta derecede yararlı bir etkiye sahiptir. Bu konuda diğer probiyotiklerle yapılmış çalışmalar yetersizdir (75). Seyahat İshallerinin Önlenmesinde Probiyotiklerin Rolü Probiyotiklerin çocuk yaş grubunda görülen seyahat ishallerinin önlenmesi üzerindeki etkileri üzerinde yapılmış plasebo kontrollü randomize bir çalışma yoktur. Probiyotikler seyahat ishallerinin önlenmesi amacıyla erişkinlerde kullanılmış ve çelişkili sonuçlar elde edilmiştir. 3000 Avusturya’lı turisti içeren plasebo kontrollü çift kör bir çalışmada S.boulardii iki farklı dozda verilmiş (250 mg ve 1000 mg). İshalden koruyucu etkinin en çok Kuzey Afrika ve Türkiye’ye seyahat edenlerde ve 1000 mg dozla tedavi edilenlerde görüldüğü bildirilmiştir. Bu çalışmada S. Boulardii ile koruyucu etkinin doza bağımlı olduğu ve bölgesel farklılık gösterdiği saptanmıştır (76). Bir başka çalışmada gelişmekte olan ülkelere seyahat edenlere (245 turist) Lactobacillus GG verilmiş ve ishal olma riskinin probiyotik alanlarda %3,9, kontrol grubunda ise %7,4 olduğu saptanmıştır (77). Toplumdan Kazanılmış İshallerin Önlenmesinde Probiyotiklerin Rolü: Finlandiya’da yapılan randomize kontrollü bir çalışmada kreşe giden 1-6 yaş arasındaki 571 çocuğa L.GG içeren probiyotikli süt (günde iki kez 2x108 CFU) verilmiş. Yedi aylık çalışma sonunda ishale yakalanmayan çocuk oranı ile ishal semptomlarının olduğu gün 27 sayısı plasebo grubuyla benzer bulunmuştur. Aynı çalışmada ishalin probiyotik verilen grupta enfeksiyonun daha hafif seyrettiğini düşündürecek şekilde kreşe devamsızlık gün sayısının plasebo grubuna göre %16 oranında daha azaldığı (4,9 gün’e karşı 5,8 gün) gösterilmiştir (78). Peru’da malnutrisyonu da bulunan 204 çocukla yapılan plasebo kontrollü randomize çalışmada L.GG verilen çocuklardaki ishal atak sayısının plasebo grubuna göre daha az olduğu gösterilmiştir. (5,2/atak/çocuk/yıla karşı 6,2 atak/çocuk/yıl) Anne sütü almayan 18-29 aylık çocuklarda bu etkinin daha belirgin olduğu da gösterilmiştir (79). Bu çalışmaların sonucuna göre, gelişmekte olan ülkelerde L.GG’nin toplumdan kazanılmış ishallerin önlenmesinde orta düzeyde bir etkisi vardır, ancak bu etkinin gelişmiş ülkelerde görülemediği söylenebilir (80). Bütün bu çalışmaların sonuçları dikkate alınarak akut gastroenteritlerin tedavisi ve önlenmesi konusunda probiyotiklerin etkileri özetlenecek olursa: • Akut gastroenteritlerin tedavisinde probiyotiklerin yararlı etkileri, hastalığın erken döneminde verilmeye başlanması durumunda artmaktadır. • İnvaziv bakterilerle gelişen akut gastroenteritlerin tedavisinde probiyotiklerin hiçbir etkinliği gösterilememiştir. • Antibiyotiğe bağlı ishallerin önlenmesinde probiyotikler antibiyotiklerle beraber kullanılmaları halinde antibiyotiğe bağlı ishal riskini azaltmaktadırlar. Özellikle iki probiyotiğin L.GG ve Saccharomyces boulardii’nin antibiyotiğe bağlı ishal riskinin azaltılmasında etkili olduğu gösterilmiştir. Bununla birlikte birkaç çalışma dışında çoğu erişkinlerle yapılmış bu çalışmaların sonuçları çocuklar için genelleştirilemez. • Rotavirusa bağlı akut gastroenteritlerin seyrinde doz ve kullanılan suşa bağımlı olmak üzere probiyotik kullanılmasının orta derecede yararlı etkisi olduğu gösterilmiştir. • Probiyotiklerin diğer viral etkenlerle oluşan gastroenteritlerin tedavisinde de daha az etkili olmakla beraber yararlı olduğu gösterilmiştir. • Toplumdan kazanılmış ishallerin önlenmesinde L.GG’nin gelişmekte olan ülkelerde etkin olduğu gösterilmekle birlikte benzer etkiler gelişmiş ülkelerde yapılmış çalışmalarda doğrulanamamıştır. • Seyahat ishallerinin önlenmesi konusunda probiyotiklerin etkileri kanıtlanmamıştır ve bu konuda çocuklar üzerinde yapılan çalışmalar yetersizdir. • Yukarıda bahsedilen etkiler kullanılan probiyotik suşlarına özgü olup diğer probiyotik suşları için genelleştirilemez (81,82). 28 İSHAL Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ishali, 24 saat içinde üçten fazla sulu dışkılama veya sadece anne sütü alan bebeklerde her zamankinden daha sık ve sulu dışkılama olarak tanımlamaktadır. Dünyada her yıl beş yaş altındaki çocuklarda yaklaşık bir milyar ishal vakası görülmekte iken 2,2 milyon çocuk hayatını kaybetmektedir. Ölümlerin büyük çoğunluğu (%80) iki yaş altında görülmekte ve akut dehidratasyon en sık ölüm nedeni olmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde çocuklar yılda ortalama üç defa ishal olmaktadır. İshal gelişmiş ülkeler için de bir sorun olmaya devam etmektedir. WHO ishalli hastalıkları klinik olarak ayrılabilen ve tedavi şekilleri farklılık gösteren üç gruba ayırmaktadır: Akut başlayan ve 14 günden kısa süren ishal akut ishal olarak tanımlanır. Ölüm bu vakalarda dehidratasyon nedeniyle gerçekleşmektedir. Akut ishal sulu, kanlı, mukuslu olabilir. 14 günden uzun süren ishal persistan ishal olarak tanımlanmaktadır. Bir aydan daha uzun süren ishal ise kronik ishal olarak tanımlanır ve çoğunlukla altta yatan bir hastalık bulunmaktadır (83,84). Dizanteri, kanlı dışkılama olarak tanımlanır ki bağırsakta mukozal hasar ve bakteriyel invazyon vardır. Belirtiler asemptomatik hastalıktan sulu, kanlı, kronik diyareye ve enfeksiyonun GİS dışı bulgularına kadar değişebilir. Epidemiyolojik verilerden, klinik belirtilerden, fizik muayeneden, patojen ajanın patofizyolojik mekanizmasından etyolojik ajan hakkında fikir edinilebilir. Çoğunlukla kendi kendini sınırlayan bir hastalık olmasından dolayı etyolojik ajanın laboratuar tanı gereksinimi genellikle hissedilmez. Sadece ishal olan olgular enterit olarak isimlendirilirken kusmanın eşlik ettiği ishalli olgular gastroenterit olarak isimlendirilir (85). İshalli Hastaların Klinik Sınıflaması A-Akut ishal 1-Sulu İshal -Enterotoksine bağlı -Enteroadhezif -Sitotoksine bağlı -Viral nedenler: rotavirus,adenovirus, norwalk virus -Parazite bağlı: kriptosporidium -Bilinmeyen mekanizmalar: anaerob bakteriler, giardia 29 2-Dizanteri -İnvazif bakteriler -Parazit: E.histoliytica 3-Mukoid ishal 4-Turist ishali 5-Antibiyotiğe bağlı ishal B-Persistan ishal C-Kronik ishal 1-Malabsorbsiyon sendromları -Primer malabsorbsiyon sendromları: tropical sprue - Sekonder malabsorbsiyon nedenleri: mukozal faktörler, luminal faktörler, vasküler ve lenfatik taşıma problemleri -Pankreatik ve biliyereksiklikler 2-İnflamatuvar bağırsak hastalıkları 3-İrritabl kolon sendromu 4-İmmün süprese hastalar EPİDEMİYOLOJİ: İshallerin temel geçiş mekanizması fekal oral yolla ve kontamine gıdalar ile olmaktadır. Yapılan çalışmalarda anne sütü almayan bebeklerin ishale yakalanma riski anne sütü alanlara göre 14 kat daha fazla bulunmuştur. Biberon ve emzik kullanan çocuklar çabuk kontaminasyon nedeniyle daha sık ishale yakalanırlar. Pişmiş yiyeceklerin oda ısısında bekletilmesi, içme sularının temiz olmaması, tuvalet sonrası el yıkama alışkanlığının kazanılmaması, kanalizasyon sisteminin bulunmaması gibi nedenler ishal riskini artırmaktadır. Malnutrisyonlu ve immun yetmezlikli (primer veya sekonder) hastalarda ishal daha uzun sürer. İshalli hastalıklar en sık 6-11 aylar arasında görülür ve neden olarak ek gıdalara geçilmesi, anneden geçen antikorların azalması ve immun sistemdeki immaturite nedeniyle yeterli yanıtın oluşamaması gibi etkenler rol oynar. Bakteriyel ishaller daha çok yaz aylarında, viral ishaller tüm yılda ve özellikle kış aylarında daha sık görülür (86). 30 GASTROİNTESTİNAL SİSTEMDE SEKRESYON-ABSORBSİYON FİZYOLOJİSİ İnce ve kalın bağırsaklarda günde 9 litre su emilimi gerçekleşir. Bunun yaklaşık 2 litresi ağız yoluyla dışarıdan alınır. Yedi litrelik kısmı ise GİS’in çeşitli bölgelerinden, örneğin tükrük bezleri, mide, pankreas, safra yolları, ince bağırsak ve kalın bağırsaklardan salgılanır. Emilimin 4,5 litresi jejunumda, 3,5 litresi ileumda ve 1 litresi de kolonda gerçekleşir. Dışkı ile atılan miktar ise günde ortalama 100-200 ml kadardır. Bu dengenin bozulması sonucunda; emilim kapasitesinin üzerinde sıvı salgılanması ya da emilim kapasitesinin azalması halinde, dışkı ve içerdiği su miktarı artacak, bu da ishal tablosuna yol açacaktır. Suyun GİS’deki dolaşımı epitel zarın iki tarafı arasındaki osmotik farka bağlı olarak gelişen pasif bir dolaşımdır ve zarın bütünlüğüne, yüzey alanına ve geçirgenliğine bağlıdır. Sıvı içindeki elektrolitler ile diğer çözünmüş moleküllerin aktif ya da pasif dolaşımlarına su molekülleri de pasif olarak eşlik eder. Örneğin lümendeki sodyum, epitel hücresi içine villöz yüzeydeki özel kanallardan elektriksel güç yoluyla ve glikoz, aminosit gibi moleküller eşliğinde girer. İyonik dengenin gereği olarak klor iyonları da önce hücre içine, sonra da intertisyel aralığa geçer. Lümendeki sodyum konsantrasyonunun hücre içindekinin 10 katı kadar fazla olması da bu geçişi kolaylaştırır. Hücre membranındaki Na+-K+ ATPaz pompası da sodyumu bazal ve yan kenarlardan intertisyel aralığa pompalayarak bu gradiyentin kapanmasına izin vermez. Sodyum aynı zamanda sodyum klorür (NaCl), sodyum fosfat ve sodyum sülfat gibi nötral moleküllerle de taşınır. Nötral taşıma sisteminde ya sodyum hücre içindeki H+ iyonu ile, ya da lümendeki klor hücre içindeki HCO3 - ile yer değiştirir. Farklı özelliklerdeki hücre içi mediatörler, nörotransmitterler ve hormonlar bağırsağın absorbsiyon ve sekresyon fonksiyonlarını etkileyebilir. Başlıca hücre içi mediatörler Ca++, cAMP, cGMP, kalmodulin, G proteini ve fosfotidil inositol metabolitleridir. Genellikle iyonlara özgül ince ve kalın bağırsak enterosit kanallarının açılmasına ve diğer maddelerle birlikte sodyum emilimi gerçekleştiren birlikte taşıyıcıların (ko-transporter) inhibisyonuna neden olarak kontrol mekanizması oluştururlar. Artışları, nötral NaCl taşıma mekanizmalarını inhibe eder, bu inhibitör faktörler de ishal patogenezinde rol oynarlar (87,88). PATOGENEZ: Gastrointestinal sistemin sindirim, emilim ve sekresyon görevleri vardır. Emilim villus hücreleri, sekresyon ise kript hücreleri tarafından gerçekleştirilir. Mikroorganizmaların hastalık oluşturmaları adherens yetenekleri, kolonizasyon, toksin üretimi, invazyon yeteneği ve patojen mikroorganizma sayısı gibi faktörlere bağlıdır. İnce bağırsak hastalıklarında kolona normalden 2 ile 3 kat kadar fazla sıvı geçerse, kolon emilim yeteneğini arttırarak 31 kompansasyon sağlar. Kolona gelen sıvı miktarının daha da artması veya kolon hastalıklarında bu kompansasyon gerçekleşemez ve ishal meydana gelir (89). İshalde intestinal solüt transportu bozulmuştur. İntestinal membranlar boyunca suyun hareketi pasiftir ve özellikle sodyum, glukoz ve klorun aktif ve pasif geçişine bağlıdır. Normal şartlarda suyun çok önemli bir kısmı ince bağırsaklarda absorbe edildiğinden ince bağırsak hastalıklarında dışkı daha çok suludur. Bağırsak duvarında hasar yapan etmenler, bağırsak duvarında kan dolaşımı yolu ile veya bağırsak lümenine ulaşan toksinler ishale yol açabilirler. Bağırsak mukozasında hasar olduğu zaman absorbsiyon yüzeyi azalır ve hücre fonksiyonları bozulur. Vibrio cholerae ,E.coli ve vazoaktif intestinal peptid üreten tümörler cAMP seviyesini arttırırlar. İntestinal cAMP artışı, serbest mukozal NaCl absorbsiyonunu inhibe ederken mukozal Cl sekresyonunu ise stimule ederek sekretuar ishale neden olmaktadır. E.coli’nin ısıya dayanıklı toksini cGMP stimulasyonu yoluyla aynı etkiyi göstermektedir. Bazı intraluminal yağ asitleri ve safra tuzları kolon mukozasında sekresyona yol açmaktadır. Steatore ve distal ileum rezeksiyonu sonucu görülen ishal de bu mekanizma ile olmaktadır (90). İshalin patofizyolojisi 5 mekanizmayla açıklanabilir: Bu mekanizmalar tek başlarına olabildiği gibi aynı anda birden fazla mekanizma da olabilir. a) Sekretuar: Azalmış emilim, artmış sekresyon. Örnek: Serbest safra asitleri, bakteri toksinleri (V. cholera, toksijenik E.coli, S.aureus ve C.perfringens) hormon (VIP, prostaglandin ve serotonin) salgılayan tümörler (karsinoidler, gastrinoma, villöz adenom, nöroblastoma), Clostridium difficile Cryptosporidiosis (AİDS), konjenital klor ishali, inflamatuar ve otoimmun hastalıklar, mukozal hastalıklar (Glutene duyarlı enteropati), ilaçlar (teofilin, furosemid, kinidin v.b.). Dışkı sodyumu 90mMol/lt’den fazladır ve dışkı osmolalitesi ile serum osmolalitesi arasındaki fark 50mMol/lt’den azdır. İshal bol suludur ve genellikle lökosit içermez. Açlıkta ishal düzelmez. b) Osmotik: Emilim bozukluğu, transport defektleri (aşırı beslenme, absorbe edilemeyen maddeler laktuloze, sorbitol, MgSO4,suda çözülebilen maddelerin malabsorbsiyonu, disakkaridaz eksikliği, glukoz-galaktoz malabsorbsiyonu, laktoz intoleransı, bağırsak lümeninde bakteri aşırı çoğalması, laksatif kullanımı). Dışkı osmolalitesi ile serum osmolalitesi arasınadaki fark 100mMol/lt’den fazladır. Dışkıda lökosit görülmez. Açlık durumunda ishal düzelir (91). 32 c) Motilite değişiklikleri: İntestinal staz (bakteriyel aşırı çoğalma) veya hipomotiliteye bağlı (örn: malnütrisyon, skleroderma, kronik idiyopatik intestinal obstruksiyon). Hipermotiliteye bağlı: İrritabl bağırsak sendromu, tirotoksikoz, postvagotomi ve dumping sendromu. d) Azalmış yüzey alanı: Emilim yüzeyinin azalmasıyla suyun enterosistemik dönüşümü azalır. Azalmış fonsiyonel kapasite mevcuttur (örn: kısa bağırsak sendromu, çölyak hastalığı rotavirüs enteriti). e) Mukozal invazyon: İnflamasyon, azalmış kolon reabsorbsiyonuve artmış motiliteye yol açar (örn: salmonella, shigella, amebiasis, yersinia, campylobacter). Dışkıda mukus, eritrosit ve lökosit bulunur. İshallerin sıklığı ve nedenleri toplumun sağlık koşullarına göre farklılık gösterir. Çocukta malnutrisyonun ya da bir immun yetersizliğin bulunması ishale yatkınlığı arttırdığı gibi, hastalığın daha ağır seyretmesine de zemin hazırlamaktadır. Konağın yaşı, genotipi kişisel hijyen, gastrik asidite, intestinal mikroflora, müsin salgısı, spesifik immun sistem beslenme biçimi ve intestinal reseptörler gibi değişkenler ishalin ortaya çıkmasında rol oynayabilirler. Ülkemizde enfeksiyonlar ishale yol açan nedenlerin başında gelmektedir (92,93). Çeşitli bakteriyel virulans faktörlerleri, diyarenin patogenezini belirleyen en önemli faktörlerdir. Örneğin Escherichia coli’nin (E.Coli) değişik tipleri değişik mekanizmalarla ishale neden olabilmektedir. Virulans faktörlerin plazmidler ya da fajlarla kodlanmasına bağlı olarak E.Coli üç enterotoksin ailesinden birini üretebilir (LT, Sta, STb). İnvazyon yapabilir (EIEC), hemorajik kolit (EHEC) yapabilir ya da adherens özelliklerinden birini gösterebilir. Her bir özellik ayrı bir mekanizma ile absorbsiyon fonksiyonunu bozarak ishale yol açabilmektedir (94). Toksinler: Birçok enterik patojenin hastalık oluşturma yeteneği, toksik yapılarına ya da ürünlerine bağlıdır. Toksinojenik mikroorganizmaların kültür filtratları, mikroorganizma içermemesine karşın, gastrointestinal yapı ya da fonksiyonları etkileyebilmektedirler. Toksin üretebilen enterik patojenlerin toksinleri üç gruba ayrılabilir (95). 33 Nörotoksin grubu Sitotoksin grubu Gerçek enterotoksin grubu C.botulinum Shigella Vibria cholerae (cAMP) S.aureus (enterotoksin B) S.aureus Noncholerae vibriolar B.cereus (emetik toksin) C.difficile Salmonella Vibrio parahaemolyticus Klebsiella C.perfringens (A) Shigella dysenteriae E.coli (O grup 26,39,128,157) B.cereus C.perfringens (A) E.coli-LT (cAMP) E:coli-Sta (cGMP) E.coli-STb 1. Nörotoksinler: Staphylococcus aureus (S. aureus), Bacillus cereus (B.cereus) ve Clostridium botulinum (C.botulinum)’a ait toksinler bu grup içinde yer alır. Stafilokoksik enterotoksinin şiddetli üst gastrointestinal semptomların gelişimine yol açması, otonom sinir sistemini etkilemesine bağlı olarak meydana gelmektedir. Bazı B.cereus besin zehirlenmelerinden izole edilen ısıya dayanıklı toksin de stafilokoksik enterotoksine benzer etkiye sahiptir. C.botulinum toksini ise öncelikle nöromusküler kavşakta asetilkolin salınımını engelleyen bir toksindir. 2. Enterotoksinler: Gerçek enterotoksinler direkt olarak mukozaya etki ederek sıvı sekresyonunu uyaran toksinlerdir. Kolera toksini, doku adenilat siklaz aktivasyonu ile intestinal cAMP konsantrasyonunu arttırarak sıvı sekresyonuna yol açan bir toksindir. Diğer bazı Vibrio toksinleri ve bazı E.coli toksinleri de bu grupta yer alır. Ayrıca Clostridium perfringens (C.perfringens) tip A, Shigella dysenteria (S.dysenteriae) ve B.cereus toksinleri de enterotoksik etkilere sahiptirler. 3. Sitotoksinler: Birçok enterik patojenin sitotoksik ürünleri, mukozal harabiyete ve inflamatuar kolite yol açarlar. En iyi örnek S.dysenteriae tip-1’in (Shiga basili) oluşturduğu basilli dizanteridir. C.perfringens’in enterotoksini de sitotoksisiteye yol açabilen bir toksindir. Vibrio parahaemolyticus ise hem enterotoksin hem de sitotoksik etkilere sahip toksin üreten bir ajan olarak kabul edilmektedir. Diğer ajanlar arasında S.aureus, C.difficile ve bazı E.coli’ler sayılabilir. 34 Yapışma (Attachment): Birçok enterik patojenin hastalık yapabilme kabiliyeti, yalnızca mukozayı penetre edebilme ya da toksin üretebilme yeteneklerine bağlı değildir. Bu mikroorganizmaların mukozaya yapışma ve kolonize olma yetenekleri de aynı oranda önemlidir. Bu yapışma, yani adherans kapasitesi E.coli’de oldukça iyi anlaşılmıştır. ETEC hastalık oluşturabilmek için yalnızca enterotoksin üretmek zorunda değildir. Aynı zamanda üst intestinal mukozaya bağlanarak kolonize olmak zorundadır. Aynı özellik EPEC için de geçerlidir. İnvazyon: Shigella ve bazı invaziv E.coli türleri epitel dokuya invazyon yapıp harabiyete yol açarak inflamasyon ve ishale yol açar (94,95,96,97). ÇOCUKLARDA AKUT İSHAL NEDENLERİ Akut ishal nedenleri içerisinde çevresel, konakçıya ait ve enfeksiyöz nedenler rol oynayabilir. Çevresel faktörler arasında şunlar söylenebilir 1- Evlerin hijyenik koşullardan yoksun olması ve annelerin kişisel hijyen bilgilerinin olmaması. 2- Dengesiz beslenme: Karbonhidrattan zengin diyet alımı sonucunda protein enerji malnutrisyonu ve bağırsak fermentasyonu artması ile sulu dışkılama görülür. 3- İlk 4-6 ayda sadece anne sütü ile beslenmeme. 4- Biberon ve emzik kullanımı (çabuk kontamine olmaları nedeniyle). 5- Mevsimsel özellikler (yaz aylarında bakteriyal ishaller, tüm yıl ve özellikle kış aylarında rotavirüs). 6- Sosyoekonomik düzeyin kötü olması ve alt yapı yetersizliği. 7- Annede eğitim eksikliği. 8- Kreşe devam etme durumu. 9- Salgın hastalık bölgesine seyahat. 35 Konakçıya ait faktörler: 1- Genetik faktörler ve yaş (6-11 ay): Her ikisi de enterik patojenlerin kolonizasyonu gastroenterit patogenezi, gastrointestinal mukus sekresyonu, hücre yüzey faktörleri, mikrobiyal flora ve mukozal immünite gibi faktörler üzerinde büyük etkiye sahiptir. 2- Kişisel hijyen: Hemen bütün gastroenterit etkenleri oral yolla alınırlar. Çoğunlukla da bir başka memeliden fekal oral yolla geçiş söz konusudur. Gıda ve içeceklerin kontaminasyonu ile kişisel hijyen bu bakımdan büyük öneme sahiptir. 3- Malnutrisyon 4- İmmünsüpresyon 5- Kızamık (84,86) Enfeksiyöz nedenler: 1- Virüslar: İntestinal mikrovillus harabiyeti yaparak villusların kısalmasına yol açar. Villus epitel kaybı ve bu alanların immatur kript benzeri hücrelerle doldurulması intestinal sistemde uygunsuz su ve elektrolit sekresyonuna neden olur. Klor sekresyonu artar, glukoz ve sodyum emilimi azalır. Villus hasarına bağlı geçici disakkaridaz eksikliği gelişir (Rotavirus, norwalk-like virus, adenovirüs). 2- Bakteriler: a) Mukozal adezyon (EPEC, enteroadheran E.coli, ETEC ve V.cholerae O1pili ve fimbrialarla mukozaya tutunur). b) Sekresyona neden olan toksinler aracılığıyla ishale neden olurlar (ETEC, V. cholerae 01 toksinleri hücre membranındaki adenilat siklazı aktive ederek cAMP’yi arttırır, bu da sodyum emilimini azaltıp klor sekresyonunu arttırır. Shigella ekzotoksini enterotoksiktir ve sekretuar ishale yol açar) c) Mukozal invazyon yaparak ishale neden olurlar (Shigella,salmonella, C,jejuni Y.enterocolitica ve EİEC jejunum ileum ve kolonda invazyon yaparak kanlı ishale yol açar). İnvazyon sonucu mikro apseler ve ülserler gelişir, gaitada lökositler ve eritrositler görülür 3- Parazitler: Mukozal adhezyon ve invazyona neden olurlar (G.lamblia, Cryptosporidium intestinal hasara, E.histolitica kolonda ülserlere yol açar). 36 4- Helmintler: Ascariasis, enterobiasis. 5- Mikozlar: Candida albicans. Diğer nedenler: 1- Metabolik bozukluklar: Çölyak hastalığı, ailesel klor ishali, disakkaridaz eksikliği. 2- Nutrisyonel nedenler: Hiperosmolar süt formülleri, inek sütü proteinine karşı intolerans. 3- Antibiyotik kullanımı. 4- Neoplastik hastalıklar: Ganglionöroma, lenfoma. 5- Psikolojik stres (85,88,90). VİRAL GASTROENTERİTLER Beş yaş altındaki her çocuğun ortalama yılda iki kez ishale yakalandığı düşünülürse hastalığın yaygınlığı ve sıklığı anlaşılabilir. Her yıl dünyada 5-10 milyon arasında çocuk ishal nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Bu ölümlerin büyük kısmı da viral ajanlara bağlıdır. İshale yol açan viruslar genellikle fekal- oral yolla bulaşmaktadır. Hastaların çoğu akut dönem boyunca ve iyileşmeden sonraki 48-72 saat süresinde gaita yoluyla bol miktarda virus atarlar. Enterik adenoviruslar ise daha uzun süre gaitada bulunur. İmmün yetmezlikli hastalarda adenovirusun aylarca dışkıyla yayılabildiği gösterilmiştir. Rotavirus ve Norwalk-like virusların havayolu ile de bulaşabildiği düşünülmektedir. Direk zoonotik bulaş ise bildirilmemiştir (98,99). Viral gastroenteritlerin kuluçka süresi kısadır. Rotavirus ve Norwalk-like viruslarda bu süre 24- 48 saat, salisivirusda 24- 96 saattir. Enterik adenovirusda ise kuluçka süresi 7-8 gün kadar uzun olabilmektedir. Kansız ishal, kusma, karın ağrısı ve ateş viral gastroenteritlerde sık karşılaşılan semptomlardır. Kusma hastalığın tek semptomu olabilir. Semptomlar genellikle 2-5 günde düzelir, ancak adenovirus ishali 7-10 gün sürebilir (100). Çocukluk çağı ishallerinin en sık nedeni Rotavirus olup, gelişmekte olan ülkelerde ve gelişmiş ülkelerde hemen hemen aynı sıklıkta görüldüğü için “demokratik virus” olarak 37 adlandırılır. Özellikle ocak ve şubat aylarında olmak üzere kış aylarında viral gastroenteritler sık görülür. Anneden geçen özgül IgG’nin 5 ay civarında azalarak kaybolması ve ek gıdalara geçiş dönemi nedeniyle 6-24 aylık çocuklarda viral gastroenterit sık görülür. Anne sütü almayan bebeklerde de sık görülür. Norwalk ve salisivirus enfeksiyonları her mevsimde görülebilir. Büyük çocuklarda ve erişkinlerde daha sık görülür. Uzamış viral gastroenteritte etken genellikle enterik adenovirüstür (101,102). ROTAVİRÜS Akut enfeksiyöz ishallerin çocuklardaki en sık rastlanan etkenidir.1973 yılında tanımlanmış olup roevirus ailesinden zarfsız, 70 nm boyunda, çift zincirli RNA taşıyan bir virüstür. Altı farklı serotipi gösterilmiş olup bunlardan dördü insanlarda gastroenterite neden olur. Tüm dünyada yılda 140 milyon rotavirüs gastroenteriti vakası olduğu ve özellikle süt çocukluğu döneminde yılda yaklaşık 1 milyon çocuğun bu nedenle kaybedildiği bildirilmektedir. Rotavirus ishalleri açısından gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında bir fark yoktur. Rotavirüs ishalleri tropikal ülkeler dışında daha çok kış aylarında görülür. Ilıman iklim kuşağında yer alan bölgelerde sonbahar sonu ile ilkbahar ortaları arasında çıkar. En sık görüldüğü aylar aralık ve ocaktır. Bu aylardaki çocuk ishallerinde %60 oranında rotavirus gösterilirken, yaz aylarında insidansı oldukça düşüktür. Hemen hemen bütün çocuklar 2-3 yaşına kadar bu virusla enfekte olurlar. Ortalama olarak bütün dünyada çocuk ishallerinin %10-20’si rotavirusa bağlıdır. Rotavirus çoğunlukla dehidratasyonla seyreden ağır diyare ve kusmaya neden olur. Dolayısıyla ishale bağlı hastaneye yatış vakalarında etken olarak ilk sırada yer alır (98,103,104). Rotavirüsler fekal-oral yolla bulaşırlar ve aile içi küçük epidemilere ve nazokomiyal ishallere neden olabilirler. Solunum sistemi ile bulaşma olasılığı da düşünülmektedir. Kuluçka dönemi 2-3 gün kadardır. Özellikle 6-24 ay arasındaki yaş grubu için ishal nedeniyle hastaneye yatışların en önemli nedenidir. Anneden geçen antikorlar 3-6 ay kadar rotavirüs ishallerine karşı koruma sağlar. Bazen asemptomatik ya da sıklıkla hafif seyirli bir gidiş göstermekle birlikte süt çocuklarında ateş kusma ve ishal sonucunda dehidratasyona yol açabilir. İshal genellikle 5-7 gün sürer ve suludur, sıklıkla kan ve mukus içermez, ilk 1-3 gün tabloya kusma eşlik edebilir. Bazen bu sindirim sistemi belirtilerine solunum yolu enfeksiyonu bulguları da eşlik edebilir. Rotavirus gastroenteritinde villüslarda emilimden sorumlu tepe enterositlerinin virüsle invazyonu ve dökülmesi ile bu yetenekleri kısıtlı olan kripta hücrelerinin onların yerine geçmesi, bunun sonucunda glikoza bağlı Na emiliminin bozulduğu ve Na-K ATPaz aktivitesinin azaldığı, böylelikle sulu dışkıların oluştuğu 38 bildirilmektedir. Hiperplaziye uğrayan kript hücrelerinden klor salınımı da daha fazla olmaktadır. Lamina propriada mononükleer hücre infiltrasyonu görülür. Mukoza invazyonu nedeniyle 2-4 hafta kadar süren laktoz intoleransı sıktır. Hastalık normal konakta kendi kendine geçer, bununla birlikte dehidratasyon bulguları olan küçük çocuklarda sıvı-elektrolit replasmanı gerekebilir (99,105). Tanı rotavirüs antijeninin gösterilmesi ile konur. Rotazyme gibi ticari ELİSA kitlerinin %95 özgüllüğü ve duyarlılığı olduğu bildirilmektedir. Korunmada anne sütünün rolü olduğu bilinmektedir. Ellerin iyi yıkanması ve bebeklerin bezlerinin değiştirilirken hijyene dikkat edilmesi alınabilecek belli başlı önlemlerdir. Ayrıca rotavirüs’a karşı etkinlikleri değişik derecelerde olan aşılar geliştirilmiştir ve bu konuda yoğun çalışmalar vardır (106). ENTERİK ADENOVİRÜSLAR İsimlerini lenfoid dokuya olan ilgilerinden alırlar. Uzun süreli enfeksiyonlar yapabilirler ve solunum yolu hastalıkları veya keratokonjonktivit epidemilerine neden olabilirler. İshale neden olan adenovirusların F subgenusu içersinde yer alan 40 ve 41. serotipler olduğu gösterilmiştir. Enterik adenoviruslar, diğer adenoviruslardan farklı olarak konvansiyonel hücre kültürlerinde üretilemezler. Yapılan çalışmalarda enterositlerin virus ile enfekte olduğu ve inranükleer inklüzyon cisimciklerinin geliştiği görülmüştür. Bu enterositler dejenere olur ve lümene dökülür, villuslar kısalır, kriptalarda hipertrofi ortaya çıkar, lamina propriada mononükleer hücre infiltrasyonu görülür. F grubu dışındaki adenoviruslar nadiren ishale yol açarlar. Bu durumda ateş bütün hastalarda görülür ve kural olarak solunum yolu semptomları vardır. Adenovirus 40 ve 41 ishallerinde ise 7-8 günlük inkübasyon süresinden sonra kusma ve ishal ortaya çıkar. Ateş ve solunum yolu enfeksiyon bulguları diğer adenoviruslara göre daha az görülür. İshalin süresi daha uzundur (8-12 gün). İshal yıl boyunca görülebilir, rotavirus gibi mevsimsel dağılım göstermez. Dışkıda ELISA ile tip 40 ve 41’e spesifik monoklonal antikorların saptanması aracılığıyla tanınabilir (101). ASTROVİRÜSLAR İlk kez 1975 yılında tanımlanan 28 nm boyunda bir RNA virusudur. Asit ve alkole dirençlidir. Astrovirüs gastroenteritlerine oldukça sık rastlanır. Beş değişik antijenik tipi vardır. Hastalığa en çok neden olanlar serotip 1 astroviruslardır. Okul çağındaki çocuklarda astrovirüslar %64-87 oranında seropozitivite göstermektedir. Neden olduğu semptomlar ve hastaların yaş grubu rotavirüs gastroenteritine benzemekle birlikte, dehidratasyona daha az neden olurlar. Astrovirüslara bağlı ishaller tüm yıl boyunca görülebilirse de, kış ve ilkbahar 39 aylarında hastalık daha sıktır. Klinik tabloda ishal yanında sistemik semptom ve bulgular da vardır. Üç-dört günlük bir kuluçka döneminden sonra 2-3 gün boyunca sulu ishal, kusma ateş, baş ve karın ağrısı şeklinde semptomlar görülür. İshal genellikle 2-3 gün sürer ancak 7-14 gün süren vakalar da vardır (107). NORWALK VE NORWALK BENZERİ VİRÜSLAR Bu tür virüsler, ilk kez ABD’de Norwalk kasabasında bir ilkokulda kusma ve ishalle giden bir salgın sırasında etken olarak saptanmıştır. Küçük ve yuvarlak yapılı olan bu ve benzeri virüsler içme sularından, yüzme havuzlarından ve kabuklu deniz ürünlerinden bulaşmaktadır. Yaz kamplarında, ilkokullarda ve kreşlerde ishal salgınlarına neden olabilirler. Rotavirüs 2 yaşından küçüklerde hastalık yaparken, bu tür virüslar daha çok 4 yaşından büyük çocuklarda ve erişkinlerde ishale yol açarlar. Bir- iki günlük kuluçka döneminden sonra kusmanın ön planda olduğu ve ishalin de eşlik ettiği gastrointestinal belirtiler 2 gün kadar sürer. Bazı epidemilerde düzelmeden 2-7 gün sonra ikinci bir gastroenterit atağı gözlenmiştir. Hastalığın daha çok epidemik gastroenterit şeklinde seyrettiği anlaşılmıştır. Norwalk ajanı dışında pek çok epidemide morfolojik olarak bu virusa benzeyen, ancak serolojik olarak farklı viruslar gösterilmiş ve bunlara ‘Norwalk-like’ ajanlar denmiştir. Norwalk-like ajanlar’ın neden olduğu gastroenteritler genellikle çiğ kabuklu deniz ürünlerinin yenmesi sonucu ortaya çıkar (98,104). CALİCİVİRÜSLAR Bunlar, 35-39 nm boyunda, tek zincirli RNA virüslarıdır ve daha çok süt çocuklarında ve küçük çocuklarda ishale neden olurlar. Okullarda, bakımevlerinde ve kreşlerde salgınlara neden olabilirlerse de nadiren hastaneye yatmayı gerektirirler. Caliciviruslar çocukluk çağı viral gastroenteritlerinin %5’inden sorumludurlar. Kusma, ishal ve bazen ateşle birlikte üst solunum yolu semptomları ile giden, 48-72 saatlik bir inkübasyon döneminden sonra 1-11 gün kadar süren hastalık yaparlar (107). CORONAVİRÜSLAR Bunlar 180-200 nm çapında virüslardir. Hayvanlarda ishale ve insanlarda soğuk algınlığına yol açarlar. Bununla birlikte bazı ishalli çocukların dışkılarında da izole edilmişlerdir. Çocuklarda akut ishallerin etiyolojisinde diğer virüsların rolleri azdır. Özetle söylemek gerekirse klinik bulgulara bakarak viral ishallerde etiyolojiye yönelik bir tahmin yapmak güçtür. Rotavirüs ishallerinin daha çok kış aylarında ve 6-24 aylık çocuklarda olması önemli bir epidemiyolojik özelliktir. Viral ishallerde dışkı genellikle bol suludur, kan ve 40 mukus içermez. Dehidratasyona yol açmalarının yanı sıra başka bir komplikasyonları yoktur ve iyileşme tamdır. Rotavirüs ve adenovirüsların dışkıda saptanmaları için çeşitli tanısal testler mevcuttur (98,101). BAKTERİYEL GASTROENTERİTLER 1-E.coli 2-Vibrio cholerae 3-Salmonella 4-Shigella 5-Campylobacter jejuni 6-Yersinia enterocolitica 7-Clostridium difficile ESHERİCHİA COLİ E.Coli normal bağırsak florasında bulunan gram negatif bir basildir. Hareketli, laktoza etkili ve indol (+) olmasıyla tanınır. Endo besiyerinde metalik parlaklık veren koloniler oluşturur. O, H ve K antijenleri bulunur. Yapısal özellikleri ve virulans özellikleri oldukça zengin ve çeşitlidir. Kapsül yapısı fagositozu önler. K1 antijeni B grubu meningokok’un kapsül antijeni ile idantiktir. K1 antijeni ile yenidoğan menenjitleri arasında ilişki vardır. Çok sayıda fimbria bulunur. Tip-I (mannoz sensitif) fimbriaların patojenitede rolü belirgin değildir. Tip-II (mannoz rezistan) fimbrialar ise farklı yapıdadır. S-fimbria bakteriyemiden, P-fimbria ve X-faktör üropatojeniteden sorumlu bulunmuştur. Bağırsak florasında bulunan E.Coli’den farklı olarak enterite neden olan E.coliler yaptıkları enterotoksin ile ya da bağırsak duvarına invaze olarak enterite neden olurlar. Bu E.coli suşları etki mekanizmalarına göre enteropatojenik (EPEC), enterotoksijenik (ETEC), enteroinvazif (EİEC), enterohemorajik (EHEC), enteroagregative (EAEC) ve diffuz aggregative (DAEC) olarak 6 gruba ayrılırlar (108,109). 41 E.coli İshallerinden Sorumlu Patojenik Mekanizmalar: ETKEN MEKANİZMA Enterotosijenik E.coli (ETEC) LT E.coli (LTEC) Adenilat siklaz benzeri koleratoksin STa E.coli (StaEC) Guanilat siklaz STb E.coli (StbEC) Nonsiklik nükleotide bağlı bikarbonat sekresyonu Enterohemorajik E.coli (EHEC) Verotosin 1 veya 2’nin protein sentez inhibisyonu Enteroinvaziv E.coli (EİEC) Lokal mukozal invazyon Enteropatojenik E.coli (EPEC) Class-I EPEC Epitelin fırçamsı kenarına yapışarak yapıyı bozması Class-II EPEC Epitelin fırçamsı kenarına yapışarak yapıyı bozması Enteroadheran E.coli (EAEC) Sitotoksik etki Enterotoksijenik E.coli (ETEC): ETEC suşları, plasmidleri aracılığıyla ısıya dirençli (ST) ve ısıya dirençsiz (LT) toksinleri üretirler ve bunların ince bağırsağın üst kısmında uygun reseptörlere bağlanmasıyla LT’in adenilat siklazı ve ST’nin de guanilat siklazı aktive etmeleriyle lümenden klora bağlı sodyum emilimi engellenirken lümene klor salgılanması da uyarılır. Glikoza bağlı sodyum emilimi ise normal kalır. Sonuçta bağırsak duvarında bir değişiklik olmaksızın bol, sulu, kan ve mukus içermeyen bir ishal ortaya çıkar. Gelişmekte olan ülkelerde çocuk ishallerinin en önemli nedenidir. Su kaynaklı salgınlar oluşturabilir. Turist ishalinin en önemli nedenlerinden biridir. Diğer turist ishallerinin nedenleri: EAEC, Campylobacter, Shigella, Salmonella, Giardia, Rotavirus, Norwalk ajanı ve Entemoeba histolitikadır. İnce bağırsakta etkilidir. ETEC kolonizasyon faktör antijeni (CFA) ile bağlanarak bağırsakta tutunur ve toksin oluşturarak hastalığa neden olur. ETEC kökenleri üreyen bakterinin serogruplamasıyla tanınabilir. Ayrıca LT ELİSA yöntemiyle, LT ve ST genetik olarak araştırılabilir. Sulu diyare, bulantı, kusma, kramp tarzında karın ağrısı ve hafif ateş yapar. Hastalık kendiliğinden 3-4 günde iyileşir. 42 Enteroinvazif E.coli (EIEC): Besin kaynaklı yayılma olabilir. İnvazyon proteinlerini kodlayan plazmid taşırlar. Plazmid aracılı invazyon ve kolon epitel hücrelerinin destrüksiyonu ile kalın bağırsakta etki gösterir. Shigella benzeri tablo oluştururlar. İnvazyon hücre kültürlerinde ya da Sereny testi (tavşan göz ön kamerasına uygulanarak keratokonjuktivit oluşumu varlığı) ile tanımlanabilir. Ateş, kramp tarzında karın ağrısı, tenesmus, sulu, bol lökosit ve eritrosit içeren diyareye yol açar. Enteropatojenik E.coli (EPEC): İnce bağırsak mukozasına tutunarak etkili olur. Mukozada mikrovilluslarda bozulma oluşturarak etkili olur. Normal villus yapısının destrüksiyonu sonucu malabsorbsiyon ve diyareye neden olur. İnflamatuar yanıt oluşturabilir. Gelişmekte olan ülkelerde, infantlarda etkenin alınmasından 2-3 hafta sonra görülen sulu, mukuslu ishale neden olabilmektedir. Ateş, bulantı, kusma ve kansız dışkılama görülebilir. Enteroagregatif E:coli (EAEC): Bağırsak mukozasında yaygın tutulum ve bakterilerin kümeler halinde agregasyon oluşturmaları ile karakterizedir. Mikrovilluslarda küntleşme mononükleer infiltrasyon ve hemoraji görülür. Sıvı absorbsiyonunda azalmaya neden olur. İnvazyon yapmaz ve toksin salgılamaz. Kusma ile birlikte persistan sulu diyare ile dehidratasyon ve hafif ateşe neden olabilir. Gelişmekte olan ülkelerde kronik, persistan çocuk ishallerinin etkenidir (110,111). Enterohemorajik E:coli (EHEC): Verotoksin (Shiga-like toksin) ve hemorajik toksin oluşturur. Sitotoksik etkilidir. Toksin üretimi lizojenik faj kontrolündedir. Besinler ve süt ile yayılabilir. İyi pişmemiş etlerle (hamburger) ve pastorize edilmeyen süt ve süt ürünleriyle oluşan olgular ve salgınlar sıktır. Kanlı ve sulu ishal oluşturur. Asıl önemli nokta bu toksin’nin etkisiyle hemolitik-üremik sendrom, trombotik trombositopenik purpura (TTP) oluşabilmesidir. En iyi bilinen O157:H7 serotipidir. Fakat başka serotipler de hemorajik ishal oluşturabilirler. Laboratuarda, hücre kültürlerine toksik etki, serolojik tanımlama ya da sorbitolü fermente edememeleriyle (tüm E.coliler sorbitol pozitif iken E. Coli O157:H7 sorbitol negatifdir ) belirlenebilirler. Sulu diyareyi takip eden, gross kanlı diyareye eşlik eden ciddi abdominal krampların bulunduğu hemorajik kolit görülür. Ateş subfebril veya olmayabilir. Hemolitik üremik sendroma (HÜS) ilerleyebilir. (Hemorajik kolit geçiren hastaların %7-25’inde ortaya çıkan önemli bir komplikasyondur) Diğer E.coli serotiplerinin enfeksiyon oluşturması için 108-1010 bakteri gerekli iken EHEC için bu sayı 103 veya daha azdır (112). 43 SALMONELLA Salmonella’lar gram negatif, hareketli, laktoza etki etmeyen, hidrojen sülfür oluşturan, üreaz enzimleri olmayan basillerdir. Safra tuzları ile üremeleri inhibe olmaz.(Taşıyıcılıkta en önemli organ safra kesesidir). S.typhi, S.enteritidis (serotip paratyphi ve serotip typhimurium) ve S.choleraesuis türleri ve pek çok serotipi vardır. Salmonella’lar insanda tifo, septisemi, asemptomatik enfeksiyon ve taşıyıcılığın yanısıra sıklıkla akut gastroenterite yol açarlar. Salmonella enfeksiyonlarında dört klinik tablo görülür. 1-Akut gastroenterit veya gıda zehirlenmesi, 2-Enterik ateş (tifoid fever), 3-Lokalize enfeksiyon veya enfeksiyon lokalize olmadan septisemi 4-Gizli enfeksiyon ve taşıyıcılık. Salmonella’ların üç farklı antijeni vardır. -O somatik antijenleri: Lipopolisakkarit yapısındadır. O somatik antijenlerine karşı insanda oluşan antikorlar IgM yapısında olup erken-aktif dönemde yükselir -H antijenleri: Protein yapısında ve ısıya duyarlıdır. Oluşan antikorlar IgG yapısındadır ve genellikle geçirilmiş hastalığı gösterir. -Vi antijeni: Glikolipid yapısında kapsül antijenidir. Vi antijenine karşı oluşan antikorlar vücutta canlı bakteri bulunduğunda yüksektir. Bu nedenle portör belirlenmesinde yararı vardır (108). Enteritler: Salmonella enfeksiyonlarının en sık görülen şeklidir ve herhangi bir serotiple oluşabilir. Hastalık genellikle kontamine su ve yiyeceklerin ağız yoluyla alınmasıyla veya çocuklar arasında direkt olarak fekal-oral yolla bulaşır. İnsanda hastalık oluşturması için 106108 bakterinin alınması gerekir. Salmonella bağırsak mukoza hücresine yapışır ve bağırsak lümeni içinde çoğalır. Tipik olarak ileum ve distal kolonun proksimal bölümünü tutar. En sık yaşamın ilk bir yılı içinde görülür. İnkübasyon periyodu (6-72 saat) sonrası bulantı, kusma, kramp tarzında karın ağrısı, ateş ve sulu ishal görülebilir. S.typhi diğer türlerin aksine sadece insana özgü bir patojendir. Salmonella’lar etkilerini bağırsak duvarını invaze ederek ve bakteriyemiye neden olarak gösterirler. Salmonella gastroenteritleri daha çok besin zehirlenmeleri tipindedir. Yumurta, tavuk, süt ve kabuklu deniz ürünleri bulaşmada rol oynayan başlıca besinlerdir. Ev hayvanlarından insanlara bulaşma olabilir. Salmonella enteriti sıklıkla 12-27 saatlik bir kuluçka döneminden sonra karın ağrısı, kusma ve ishalle başlar. Dışkı kan ve mukus içerebilir ve shigelloza benzer. Genelde birkaç günde (hastalık genellikle 2-7 günde kendiliğinden geçer) semptomlar geriler. Bununla birlikte bazen özellikle küçük çocuklarda dehidratasyon gelişebilir ya da olguların %5’inden azında septisemi ortaya 44 çıkabilir. Bu durumda ateş yüksektir, bradikardi, splenomegali, peteşiyal döküntü ve menengismus görülebilir. Gastroenterit formunda lökositoz, septisemik formda ise lökopeni olabilirse de, her iki formda da lökosit sayısı normal de olabilir. Kan kültürü sistemik enfeksiyonda pozitif olarak bulunabilir. Dışkı kültürü uzun süre pozitif kalabilir (113). Basit gastroenteritlerde antibiyotik uygulanması gereksizdir, hatta taşıyıcılık oranını arttırdığı için zararlı da olabilir. Hastaneye yatırılmayı gerektiren ağır olgularda, diyare ve ateşin beş günden fazla sürdüğü, orak hücreli anemisi olan hastalarda, yenidoğan ve 3 ayın altındaki bebeklerde, immun yetmezlikte, malignitelerde, immunsüpresif tedavi ve steroid alanlarda kollojen doku hastalığı, inflamatuar bağırsak hastalığı olanlarda, malnütrisyonda, aklorhidri ve antiasit kullanımlarında salmonella enfeksiyonlarından sonra bakteriyemi riski artmıştır ve antibiyotik kullanma endikasyonu vardır (90). ŞİGELLA TÜRLERİ Enterobacteriaceae’nın genel özelliklerini taşırlar. Tümü hareketsiz, laktoz(-), üreaz(-) kapsülsüz, gram(-) basillerdir. O antijeni temel alınarak dört gruba ayrılırlar. A grubu S. dysenteriae B grubu S. flexneri C grubu S. boydii D grubu S. sonnei S. sonnei daha çok gelişmiş ülkelerde S. Flexneri ise gelişmekte olan ülkelerde enfeksiyonlara yol açar. Başlıca bulaş yolu bakterilerin ağız yolu ile alınmasıdır. Shigella enfeksiyonlarının oluşabilmesi için çok daha az basilin alınması (102) yeterlidir. Diğer enterit yapan bakterilerden farklı olarak su ve yiyeceklerden çok, insandan insana kontamine eller ile bulaşma daha önemlidir. En önemli virulans faktörlerden biri invazyon yeteneğidir. Memeli hücrelerine penetre olma hücre içinde yaşama ve çoğalma yeteneğine sahiptirler. EİEC’de olduğu gibi Sereny test ile belirlenebilirler. İkinci önemli virulans faktör ise ekzotoksindir. S. dysenteriae’nın salgıladığı shiga toksini sitotoksik ve nörotoksik etkili bir ekzotoksindir. Toksin, protein sentezini peptid uzaması aşamasında bloke ederek etki gösterir. Toksinin nörotoksik özelliğinin olması nedeniyle çocuklarda konvülziyonlar sıkça görülür. Shigella’lar mide asiditesine daha dayanıklıdır. Shigelloz kalın bağırsakları tutar. Kolon epitelini invaze ederler ve hücre içinde çoğalırlar. Mukozayı aşmaz ve kana karışmazlar. Kolon epitelyumunda harabiyet, dökülme ve ülserler meydana gelir (114). 45 Hafif olgularda az sayıda sulu dışkılama ve hafif semptomlarla seyrederken, ağır olgularda dizanteri için tipik olan kramp şeklinde karın ağrısı, tenesmus, yüksek ateş, kanlımukuslu dışkılama şeklinde belirtiler ve kusma ortaya çıkar. Rektal prolapsus olabilir. Bazen konvülzyon ya da bilinç bozuklukları, menengimus gibi nörolojik bozukluklar da görülebilir. Akut dönem bir hafta kadar sürdükten sonra bazen haftalarca uzayan bir nekahat dönemi vardır. Dışkıda makroskopik olarak kan ve mukus mikroskop altında da bol lökosit saptanır. Kültürde etkenin üretilmesi ile tanı konur. Komplikasyonları arasında sık dışkılama nenediyle rektal prolapsus, küçük çocuklarda görülen hemolitik üremik sendrom, artrit ve reiter sendromu sayılabilir (90). CAMPYLOBACTER Campylobacter cinsi içinde kıvrık, martı kanadı görünümünde, oksidaz ve katalaz (+) polar flagellası ile hareketli, üremek için mikroaerofilik ortama( %5-7 O2 ve %5-10 CO2) ihtiyaç duyan gram negatif basiller bulunur. C. jejuni ve C. Coli enfeksiyonları hemen daima bağırsakta lokalize kalır ve normal sağlıklı kişilerde gastroenteritlere neden olurlar. C.fetus ise altta yatan başka bir hastalığı bulunan kişilerde bakteriyemi, artrit, septik abortus, septik tromboflebit ve menenjit gibi sistemik enfeksiyonlardan sorumludur. En sık oluşturdukları enfeksiyon gastroenteritlerdir. Campylobacter türleri arasında en fazla C.jejuni ishal etkeni olarak saptanır. Reservuar ev ve yaban hayvanlarıdır. Kontamine besin yenmesi ya da su ve sütün içilmesi ile bulaşma olur. Gelişmekte olan ülkelerde az pişmiş kümes hayvanı etleri Campylobacter enfeksiyonlarının yarısından sorumludur. Safralı ortamları sevdikleri için bağırsak duvarını invazyona uğratarak jejunum, ileum ve kolonda invazif ve eksüdatif enterokolit yapar. Campylobacter 1-7 günlük bir kuluçka döneminden sonra sulu yada kanlı ishale neden olabileceği gibi, seyrek olarak asemptomatik bir enfeksiyona da yol açabilir. İshalin yanı sıra karın ağrısı ve ateş gibi yakınmalar vardır. Bazen miyalji ve baş ağrısı olabilir veya akut batın düşündürecek bulgular gelişebilir. Enfeksiyon genellikle kendi kendini sınırlar, sadece %10-20 hastada hastalık bir haftadan uzun sürebilir. HLA-B27 antijenine sahip bireylerde reaktif artrite neden olabilir. Dışkı, shigellozu anımsatacak şekilde kan, mukus ve fekal lökositler içerir. Tedavi edilmeyen hastalar 2-3 hafta süreyle basil saçarlar (90,108). 46 YERSİNİA ENTEROCOLİTİCA Enterobacteriaceae’nın genel özelliklerini taşırlar. Bipolar kutupsal boyanma özelliği olan gram(-) küçük basillerdir. En önemli özellikleri 37 0C’de hareketsiz, 22 0C’de hareketli olması ve soğuk ısılarda da üreyebilmesidir. Yersinia enterocolitica’nın 50’den fazla serotipi vardır. İnsan enfeksiyonları ile ilgili serotipler Avrupa’da O3 ve O9, Amerika’da O3 ve O8’dir. Bir zoonoz olan Yersinia enterocolitica enfeksiyonları için doğal kaynak kemiriciler, domuz, koyun, sığır, kedi ve köpeklerdir. İnsana bulaşmada en önemli kaynaklar evcil köpeklerdir. Kuzey Avrupa ülkelerinde sık karşılaşılan ishal etkenidir. Yersinia enterocolitica nonhemolitik, aerobik ve gram negatif bir çomaktır. Her yaş grubunda infeksiyona neden olabilir. Daha çok ev içi bulaşmalar olur. Etken besinlerle ya da hayvanlardan da bulaşabilir. Bakım evlerinde ve kreşlerde yaşayanlarda daha sık olarak ishale neden olur. Enfeksiyonun oluşabilmesi için 108-9 bakterinin ağız yoluyla alınması gereklidir. Patogenezi Salmonellaya benzer ve bağırsak mukazasını invazyona uğratır (terminel ileumu tutar), daha sonra lamina propriaya, oradan da lenfoid dokuya geçer. En sık olarak yaşamın ilk 3 yılında görülür. 7-10 günlük bir kuluçka döneminden sonra ishale yol açar. Şiddetli karın ağrısı, ateş, kusma ve batın duyarlılığı, ishalin çok belirgin olmadığı durumlarda akut apandisiti düşündürür. Büyük çocuklarda terminal ileitis ve mezenterik lenfadenitis tablosu kliniğe egemen olabilir. Kolonoskopide crohn hastalığını düşündüren ülserler görülür. Bazen ishaller aylarca uzayabilir. Diğer gastroenteritlerden en önemli farkı, ishal tablosunun uzun olması, sağlıklı kişilerde bile 1-2 hafta sürmesidir. Sepsis bulguları, artrit ve eritema nodosum Yersinia enterocolitica gastroenteritine eşlik edebilir. Klinik olarak Yersinia’dan kuşkulanıldığında laboratuar çalışanları uyarılarak özel kültür ortamları (soğukta zenginleştirme, CIN agar) kullanımalıdır (90,109). Yersinia enterocolitica enfeksiyonları ve önemli özellikleri: Gastroenterit: Enfeksiyon uzun sürer, 5 yaş altı çocuklarda ve soğuk mevsimde sık görülür, akut apandisiti taklit eder. Mezenterik adenit, Terminal ileit: Adölesan ve erişkinlerde sık görülür. Ankilozan spondilit,reaktif poliartrit, reiter sendromu: HLA-B27 pozitiflerde görülür. Sepsis: Altta yatan hastalığı olanlarda nadiren görülür. Eritema nodozum: %30 sıklıktadır, kadınlarda iki kat fazla görülür. Metastatik enfeksiyonlar: Sepsis sonrası karaciğer,dalak abseleri, menenjit ve osteomiyelit (111). 47 CLOSTRİDİUM DİFFİCİLE Gram (+), sporlu, anaerob basillerdir. C. difficile A ( enterotoksin) ve B (sitotoksin) olmak üzere iki toksin oluşturur. Toksin A diyare ve kolitten sorumludur. Toksin B ise konak hücrelerde lizise neden olur ve aktivite gösterebilmesi için Toksin A gerekir. Bakteri bağırsaklara invaze olmaz. C. difficile yenidoğan döneminde %60-70, ileri yaşlarda ise %3-10 oranında normal bağırsak florasında bulunabilir. C. difficile antibiyotiklerle ilişkili olarak basit bir gastroenteritten, ağır ve öldürücü pseudomembranöz enterokolite kadar değişebilen hastalıkların etkenidir. Antibiyotiklerle ilişkili ishallerin %15-25’inden, nazokomiyal ishallerin %25-45’inden ve pseudomembranöz enterokolitlerin %99’undan C. difficile sorumludur. Hastalarda altı hafta öncesine kadar giden antibiyotik kullanım öyküsü olabilir. Genellikle antibiyotik kullanımından 4-9 gün sonra çok sulu veya mukoid, bazen kanlı, yeşil renkli ve kötü kokulu ishal ortaya çıkar. Kramp tarzında karın ağrıları görülür, yüksek ateş, lökositoz da saptanır. Hastalık ilerleyerek pseudomembranöz enterokolit ortaya çıkabilir (92). Pseudomembranöz enterokolite neden olabilen antibiyotikler Sık görülenler: Amoksisilin, Klindamisin, Ampisilin, Sefalosporinler. Seyrek görülenler: Eritromisin, Kloramfenikol, Kinolonlar, Tetrasiklinler, Sülfonamidler. Nadir görülenler: Vankomisin, Metranidazol, Aminoglikozidler, Basitrasin. Tanı için esas bulgu, dışkıdan üretilen C. difficile suşlarının toksin salgıladıklarının ortaya konmasıdır. Bu amaçla toksin B’nin hücre kültürlerindeki sitotoksik etkisinin gösterilmesi tanıda en değerli bulgudur. Ayrıca ELİSA gibi yöntemlerle dışkıda toksin aranabilir. Endoskopide kalın bağırsaklarda inflamasyon ve pseudomembranlar görülür (115). VİBRİO CHOLERAE Gram (-), virgül şeklinde kıvrık, polar flagellası ile çok hareketli, alkali ortamda üreyebilen asidik ortamda üreyemeyen, aerob ve fakültatif anaerob basillerdir. H ve O antijenleri vardır. H antijeni kirpik antijenidir, protein yapısındadır ve tüm vibrio’larda aynı yapıya sahiptir. H antijenlerine karşı oluşan antikorların koruyucu etkileri yoktur. O antijeni lipopolisakkarit yapısında ve ısıya dirençlidir. Vibrio türlerinde farklılık gösterir. Patojen olan türlerin hemen hepsi O1 grubu içinde yer alırlar. O1 grubu hemoliz yapma ve hemaglütinasyon özelliklerine göre iki biyotipe ayrılır (90). 48 Serovar Inaba (AB) Vibrio cholerae biyotip eltor O1 grubu Vibrio’lar Serovar Ogawa (AC) V.cholerae biyotip cholerae Serovar Hikojima (ABC) NonO1 grubu Vibrio’lar O2, O3, O4, O5, O6 ve NAG İnsanlarda klasik kolera şeklinde olmayan enfeksiyon oluştururlar, epidemilere yol açmazlar V.Cholerae, kromozomal DNA’sı tarafından kodlanan ısıya dirençsiz bir ekzotoksin üretir. Toksinin A ve B olmak üzere iki parçası vardır. B parçası, bağırsak hücrelerinde bulunan kolera için spesifik GM1 gangliosid reseptörlerine bağlanma görevi yapar. A parçası ise hücre içine girer, adenilat siklazı aktive ederek çok miktarda cAMP sentezlenmesine neden olur. Bol miktarda su, sodyum ve potasyum bağırsak lümenine salgılanır (111). En önemli rezervuar insanlar ve kontamine deniz kabuklularıdır. Hastalık genellikle taşıyıcıların, bazen hastaların ve deniz kabuklularının kontamine ettiği su ve gıdaların alınması ile bulaşır, salgınlar oluşturarak seyreder. Hastalık oluşması için gerekli bakteri sayısı yüksektir. (108-1010) Çünkü bakteriler aside çok duyarlıdır ve mide asiditesi nedeniyle çoğu ölür. Hastada aklorhidri veya hipoklorhidri varsa bu sayı 103-105’e düşer. Kuluçka süresi 2-3 gündür. Hastada ağrısız, kokusuz, pirinç suyu görünümünde ishal ortaya çıkar. Dışkı, plazma ile izoozmotiktir. Ateş yoktur, bilinç tamamen açıktır. Hastalığın ağır şekilleri sağlıklı bir kişide bir saat içinde hipotansiyona yol açar ve tedavi edilmezse 2-3 saatte aşırı sıvıelektrolit kaybına bağlı hipovolemik şok, metabolik asidoz ve tubuler nekroza bağlı üremi ile ölüme neden olabilir. Pirinç suyu görünümündeki dışkıdan hazırlanan preparatlarda lökosit ve eritrosit görülmez ancak çok hareketli bakteriler görülür. Spesifik antikolera antiserumu ile yapılan preparatlarda kolera basillerinin hareketi durur. (immobilizasyon testi) Kültürleri TCBS besiyerinde sarı renkli koloniler oluşturur (116). 49 PARAZİTER GASTROENTERİTLER GİARDİA LAMBLİA Giardia direkt temasla ya da kontamine sularla bulaşabilen ve çok az sayıda parazitin bile enfeksiyona neden olabildiği bir protozoondur. Türkiye’de çok sık rastlanır. Çocuk bakım evlerinde epidemilere yol açabilir. G.lamblia duedonum safra yollarına yerleşir. G.lamblia ince bağırsakta çoğalarak seyrek olarak invazyona neden olur. Akut ishalden çok, sıklıkla persistan ishale neden olur. Süt çocuklarında ve immün yetmezliği bulunanlarda, özellikle de izole Ig A eksikliklerinde giardiazise bağlı kronik ishaller görülebilir. Yağlı, sarı renkli, köpüklü ishale neden olur. Dışkı sayısı az, ama bol miktarda ve kötü kokuludur. Karın ağrısı, iştahsızlık bulantı ve abdominal distansiyon giardiazisi düşündüren yakınmalar olabilir. Kilo kaybı, ve malabsorbsiyon gelişebilir. Dışkıda genellikle kan ve lökosit bulunmaz. Tanı dışkıda kistlerin ya da ince bağırsakta trofozitlerin görülmesi ile konur. Giardia’dan kuşkulanıldığında en az üç dışkı örneği incelenmelidir. ELİSA ile dışkıda antijen araştırılabilir (91). ENTEMOEBA HİSTOLYTİCA E.histolitica insanda enteropatojen olan tek amiptir. Türkiye’de özellikle Güneydoğu bölgesinde sık görülen ve amipli dizanteriye neden olan bu parazit sıklıkla kontamine sulardan bulaşmakla birlikte, kişiden kişiye de bulaşma olabilir. Çoğu kez asemptomatik ya da hafif bir enfeksiyona yol açarsa da, bazen kanlı ishal ve ateşle seyreden dizanteri tablosu ortaya çıkabilir. Kolon invazyonuna ve amip apselerine neden olur. Bağırsak dışı organ tutulumları da vardır. İnkübasyon periyodu 1-4 haftadır. Akut amipli dizanteri ani başlayan karın ağrısı, sık ve çok miktarda sulu veya yarı sulu dışkılamayla başlar. Kolit gelişirse dışkıda bol kan ve mukus bulunur. Dışkıda trofozoitlerin görülmesi ya da serolojik testlerle tanı konalabilir (116). CRYPTOSPORİDİUM Cryptosporidium 4-6 μm çapında, mutlak hücre içi paraziti olan bir protozoadır. Cryptosporidium’un neden olduğu enfeksiyonun uzun yıllar bir zoonotik hastalık olduğu kabul edilmiş, ancak daha sonra yapılan çalışmalarla bu enfeksiyona neden olan mikroorganizmanın gıdalar ve içme suları aracılığıyla insanlara bulaştığı saptanmıştır. 50 Cryptosporidium insanlarda bağırsak enfeksiyonu (intestinal cryptosporidiosis) ve akciğer enfeksiyonu olmak üzere iki farklı tip enfeksiyona neden olmaktadır. İntestinal cryptosporidiosis, bu enfeksiyon tipine neden olan patojen protozoanın enfekte gıdalar ve içme suları aracılığıyla (ağız yoluyla) vücuda alınması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu mikroorganizmanın enfeksiyona neden olan formu (ookistler) normalde oldukça kalın bir dış duvara sahiptir, ancak konakçı hücrenin sindirim sisteminde ookistlerin bu kalın dış yapısı yumuşar ve sonuçta ookistler patlayarak ince bağırsakta sporozoitler serbest kalır. Enfeksiyonun bu ilk aşamasından sonra sporozoitler kısa sürede hızla çoğalır. Gıda yada su ile beraber alınan ookistlerin enfektif dozu 30-132 arasında olmasına rağmen, immun sistemi baskı altında olan kişilerle yapılan çalışmalarda, minimum enfektif dozun 1 ookiste kadar düşebildiği bildirilmiştir. Cryptosporidium, enfekte insan ve hayvan dışkısından çevreye yayılmakta, insandan insana yada hayvandan insana bulaşabilmektedir. Doğal siklus içinde direkt yada indirekt yollarla gıda maddeleri veya yeraltı suları bu mikroorganizma ile kontamine olabilmektedir. İntestinal cryptosporidiosis bazı kişilerde ağır seyreden ve vücudun elektrolit dengesini önemli derecede bozan ishal şeklinde kendini gösterirken, bazı hastalarda ise asemptomatik seyretmektedir. Gıdalar ve içme-kullanma suları dışında bu güne kadar gübrelenmiş, taze olarak tüketilen yeşil yapraklı sebzelerden kaynaklanan bazı enfeksiyon vakaları da bildirilmiştir. Cryptosporidium’un en önemli özelliği içme ve kullanma sularına uygulanan klorlama işlemine karşı dirençli bir parazit olmasıdır. Bu durumda klorlama işlemi cryptosporidiosis açısından bir güvenirlilik sağlamamakta, dolayısıyla su arıtma tesislerinde uygun gözenek çapına sahip (2-3 μm) filtre kullanımı ile mikroorganizmanın fiziksel yöntemle sudan uzaklaştırılması önerilmektedir. Ayrıca Cryptosporidium ozon uygulaması ya da UV ışınların kullanımı durumunda da inaktive edilebilmektedir. Mikroorganizmanın kontaminasyonunda diğer bir potansiyel kaynak kesimhanelerdir. Ookistler hayvanların postunda ve bağırsaklarında bulunabilmekte, kesim ve derinin yüzülmesi işlemleri sırasında bulaşabilmektedir. Yine hayvansal orijinli gıdalar; pastörize edilmemiş süt ve süt ürünleri bu parazitin insanlara taşınmasında rol oynarlar. Gıdalara uygulanan pişirme, kaynatma ve pastörizasyon gibi ısısal işlemler Cryptosporidium’un ookistlerini inaktive etmektedir. Ancak ookistlerin gıda işletmelerinde uygulanan temizlik ve dezenfeksiyon uygulamalarında kullanılan kimyasal dezenfektanlara ve klora karşı direnç göstermesi, mikroorganizmanın gıda üretim ortamlarında sürekli olarak bir tehlike oluşturma olasılığını arttırmaktadır. Literatürde gıdalar ve içme suları dışında kontamine deniz, göl ve nehir gibi doğal sularda ve 51 yüzme havuzlarında, yüzme sırasında su yutulmasına bağlı olduğu bildirilen bazı enfeksiyon vakalarına da rastlanmaktadır (93,108,109). İNCE BAĞIRSAK İSHALLERİ KALIN BAĞIRSAK İSHALLERİ -Sıklıkla viral etkenlerle oluşur -Sıklıkla -Gayta bol sulu ve fazla miktardadır -Gayta az miktarda ,az suludur -Dışkılama sayısı azdır -Gayta sayısı daha fazladır -Gaytada mukus yoktur -Gaitada mukus bulunur -Gaytada lökosit yoktur -Gaitada lökosit vardır -Gaytada kan yoktur -Gaitada kan vardır -Tenesmus yoktur -Tenesmus eşlik eder -Kusma sıktır -Kusma az veya yoktur -Ateş genellikle yoktur veya subfebrildir -Ateş genellikle vardır -Karın ağrısı daha azdır ve kramp şeklindedir -Karın ağrısı daha belirgindir ve alt genellikle periumblikal bölgede lokalizedir bakteriyel etkenlerle oluşur abdomende veya rektumda lokalizedir 52 GEREÇ VE YÖNTEM Uygulanan yaklaşım ve yöntemler: Çalışmanın 50 hasta ile yapılması planlanmıştır. Çalışmaya Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Poliklinikleri ve Acil Polikliniğine 16.06.2008 11.11.2008 tarihleri arasında sulu, mukuslu veya kanlı ishal şikayeti ile başvuran 1 -14 yaş arası hastalar dahil edilmiştir. Akut diyare tanımı, her zamanki dışkılama sıklığından 2 kat fazla, sulu, mukuslu veya kanlı dışkılama olarak belirlendi. Başvuru tarihi tek günler olan hastalar S. Boulardii ile tedavi grubuna (grup1) çift günlerde başvuran hastalar ise kontrol grubuna (grup 2) alınmak üzere randomize edildi. Çalışmaya sadece aileleri tarafından onay verilen hastalar dahil edildi. Başvuru sırasında tüm hastalar bir çocuk hekimi tarafından değerlendirildi, semptomları ve hidrasyon durumları kaydedildi. Her hastanın gelişinde ve takipte 1-3-7-14. günlerde günlük dışkılama sayısı, dışkı özelliği, kusma sayısı, ateş varlığı, iştah ve yan etkileri sorgulandı. Bir kısım hastaya ilk başvuru sırasında gaita mikroskobisi, gaitada parazit bakısı ve gaita kültürü (lökosit/eritrosit saptanması halinde) incelemeleri yapıldı. Tedavi grubuna alınan hastalara (grup1) 250 mg/gün Saccharomyces boulardii’nin saşe formu su veya meyve suyu ile sulandırılarak 5 gün boyunca verildi. Kontrol grubuna (grup 2) ise S. Boulardii verilmedi. Her iki gruba da gerekli görüldüğü durumlarda uygun şekilde ORS (oral rehidratasyon sıvısı), İV sıvı tedavisi, antibiyotik uygulandı. Çalışmanın yapıldığı yer: Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği Poliklinikleri ve Acil Polikliniği. Hastaların niteliği: HNEAH Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Poliklinikleri ve Acil polikliniği’ne 16.06.2008-11.11.2008 tarihleri arasında başvuran ve akut diyare tanısı alan, kliniğe yatışı yapılan veya ayaktan takip-tedavi planlanan, 1-14 yaş arası hastalar. Araştırmaya dahil olma ve dahil olmama kriterleri: Bu çalışmada her zamanki dışkılama sıklığından 2 kat fazla, sulu, mukuslu veya kanlı ishal şikayeti ile başvuran 1 -14 yaş arası hastalar değerlendirildi. 53 Araştırmaya dahil olma kriterleri: 1-) İshal yakınması olan 2-) 1-14 yaş arasında 3-) İshal yakınması 12 saatten fazla 7 günden kısa süren 4-)Ağızdan preparat alacak durumda olan tüm hastalar dehidratasyon derecesine bakılmaksızın çalışmaya dahil edildi. 5-) Aileleri tarafından onay verilen hastalar. Araştırmaya dahil olmama kriterleri: 1-) Kronik hastalığı olan 2-) Malnutrisyonu bulunan 3-) Son bir hafta içersinde antibiyotik, antidiyareik veya bağırsak motilitesini etkileyecek ilaç kullanan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. 4-) Aileleri tarafından onay verilmeyen hastalar. Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için NCSS 2007&PASS 2008 Statistical Software (Utah, USA) programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma, Frekans) yanı sıra normal dağılım gösteren niceliksel verilerin karşılaştırılmasında Student t test; normal dağılım göstermeyen niteliksel verilerin dağılımında ise Mann Whitney U test kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi kullanıldı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi. 54 BULGULAR Çalışma 23.07.2008 -11.11.2008 tarihleri arasında toplam 55 çocuk üzerinde yapılmıştır. Çocukların ortalama kronolojik yaşları 13 ay ile 13 yaş arasında değişmekte olup ortalama 5,56±2,93’tür. Çocuklar “S. boulardii” (n=29) ve “Kontrol” (n=26) olmak üzere iki grup altında incelenmiştir. Tablo 1: Çocuklara İlişkin Demografik Özelliklerin Dağılımı (n=130) Minumum Maximum Ort±SD 1,08 13,08 5,56±2,93 Ateş 36 39,3 37,24±0,97 Kusma sayısı 0 16 2,96±3,21 Kronolojik yaş (yıl) Çocukların ateş ölçümleri 36 ile 39,3 derece arasında değişmekte olup; ortalama ateş 37.24±0.97 derecedir. Çocukların kusma sayıları 0 ile 16 kez arasında değişmekte olup; ortalama kusma sayısı 2.96±3.21 dir. Tablo 2:Cinsiyetlerin dağılımı (n=130) Kız Cinsiyet Erkek n % n % 28 50,9 27 49,1 Çocukların 28’i (%50,9) kız ve 27’si (%49.1) erkektir. 55 Cinsiyet Erkek 49,1% Kız 50,9% Şekil 1: Olguların cinsiyetlere göre dağılımı Tablo 3: Dehidratasyon dağılımı (n=55) Dehidratasyon Mikroskopi n % Yok 9 16,4 Hafif 27 49,1 Orta 13 23,6 Ağır 6 10,9 Normal 27 49,1 Anormal 28 50,9 Çocukların dehidratasyon durumlarına bakıldığında %16,4’ünde dehidratasyon görülmezken; %49,1’inde hafif düzeyde; % 23,6’sında orta düzeyde ve % 10,9’unda ağır düzeyde dehidratasyon vardır. 56 Dehidratasyon Ağır 10,9% Yok 16,4% Orta 23,6% Hafif 49,1% Şekil 2: Dehidratasyon dağılımı Gaita mikroskopisi normal olan % 49,1 çocuk; herhangi bir anormallik bulunan ise %50,9 çocuk vardır. Mikroskopi Normal 49% Anormal 51% Şekil 3: Gaita Mikroskopi sonuçlarının dağılımı 57 Tablo 4: Grupların yaş ve cinsiyetlere göre değerlendirilmesi Gruplar S. boulardii Gr Ort±SD Medyan Ort Medyan 6,24±3,09 5 4,80±2,58 4 0,045* n (%) n (%) †p Kız 13 44,8 15 57,7 Erkek 16 55,2 11 42,3 Yaş (yıl) Cinsiyet yp Kontrol Gr 0,341 y : Mann Whitney U test †: Ki kare test *p<0,05 S. boulardii kullanan çocukların yaş ortalamaları 6,24±3,09 yıl; Kontrol grubundan 4,80±2,58 yıl istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0,05). Cinsiyet dağılımlarına bakıldığında ise; S. boulardii grubunun 13 kız 16 erkek; Kontrol grubunun 15 kız 11 erkek olgudan oluştuğu ve gruplar arasında anlamlı farklılık olmadığı görülmektedir (p>0,05). Yaş (ay) Dağılımı ort+S 120 100 80 60 40 20 0 S. Boulardii Gr Kontrol Gr Şekil 4: Grupların yaş dağılımları 58 Tablo 5: Ateş, kusma sayısı, dehidratasyon ve mikroskopi durumunun gruplara göre değerlendirilmesi Gruplar S. boulardii yp Kontrol Ort±SD Medyan Ort Medyan Ateş 37,45±0,99 36,8 37,01±0,91 36,75 Kusma Sayısı 3,37±4,02 2,0 2,50±1,94 3,0 0,850 n (%) n (%) †p Yok-hafif 15 51,7 21 80,8 Orta-Ağır 14 48,3 5 19,2 Normal 15 57,7 12 46,2 Anormal 14 48,3 14 53,8 Dehidratasyon Mikroskopi yy0,09 9 0,024* 0,680 y : Mann Whitney U test yy : Student t test †: Ki kare test *p<0,05 S. boulardii kullanan çocukların ateş derecesi ortalaması 37,45±0,99; Kontrol grubunda 37,01±0,91 olarak saptanmış olup aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemiştir (p>0,05). S. boulardii kullanan çocukların kusma sayıları ortalaması 3,37±4,02; Kontrol grubunda 2,5±1,94 olarak saptanmış olup aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemiştir (p>0,05). Dehidratasyon dağılımlarını değerlendirirken dehidratasyon görülmeyen ve ağır dehidratasyon grubundaki olgu sayılarının azlığından yok ile hafif grubu ve orta ile ağır grubu birleştirerek değerlendirmeye alındı. Dehidratasyonu yok ve hafif düzeyde görülen olgular % 80,8 oranında kontrol grubunda; orta ve ağır düzeyde görülen olgular ise % 48,3 oranında S. boulardii grubunda anlamlı düzeyde yüksek oranda saptanmıştır (p<0,05). 59 oran 90 80 70 60 50 Reflor Gr. Kontrol Gr. 40 30 20 10 0 Yok-hafif Orta-Ağır Dehidrasyon Şekil 5: Grupların dehidratasyon dağılımları Gaita mikroskopi dağılımlarına bakıldığında ise; S. boulardii grubunun % 48,3’ü anormal; Kontrol grubunun ise % 53,8’i anormal olarak saptandığı olgulardan oluştuğu ve gruplar arasında anlamlı farklılık olmadığı görülmektedir (p>0,05). Tablo 6: Dışkı sayısına göre grupların değerlendirilmesi Dışkı Sayısı S. boulardii yp Kontrol Ort±SD Medyan Ort±SD Medyan Gelişinde 7,48±3,53 7,0 4,96±1,73 5,0 0,004** 1.gün 4,20±3,00 3,0 3,57±2,10 3,5 0,621 3.gün 2,58±3,12 3,0 2,69±1,54 3,0 0,379 7.gün 0,68±1,22 0,0 0,27±0,77 0,0 0,134 y : Mann Whitney U test **p<0,01 60 S. boulardii kullanan çocukların gelişindeki dışkı ortalaması 7,48±3,53; Kontrol grubunda 4,96±1,73 olarak saptanmış olup aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmektedir (p<0,01). S. boulardii kullanan çocukların 1.gün dışkı ortalaması 4,20±3,0 düşmüş; Kontrol grubunda 3,57±2,10 olarak saptanmış olup aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemektedir (p>0,05). S. boulardii kullanan çocukların 3.gün dışkı ortalaması 2,58±3,12; Kontrol grubunda 2,69±1,54 olarak saptanmış olup aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemektedir (p>0,05). S. boulardii kullanan çocukların 7.gün dışkı ortalaması 0,68±1,22 düşmüş; Kontrol grubunda 0,278±0,77 olarak saptanmış olup aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemektedir (p>0,05). Dışkılama Sayısı ortalama 8 7 6 5 Reflor Gr. Kontrol Gr. 4 3 2 1 0 Gelişinde 1.gün 3.gün 7.gün Şekil 6: Grupların dışkılama sayılarının dağılımları 61 Tablo 7: Dışkı sayısı farklarına göre grupların değerlendirilmesi Dışkı Sayısı S. boulardii yp Kontrol Ort±SD Medyan Ort±SD Medyan Gelişinde -1.gün 3,27±2,77 4,00 1,38±1,69 2,00 0,001** Gelişinde -3.gün 4,89±4,78 4,00 2,27±1,68 2,00 0,001** Gelişinde -7.gün 6,79±3,48 7,00 4,69±1,64 4,00 0,006** y : Mann Whitney U test **p<0,01 S. boulardii grubunda; gelişteki dışkı sayısına göre 1.günde azalış miktarı medyan değeri 4.0; Kontrol grubunda ise gelişe göre 1.günde azalış miktarı 2,0 olarak saptanmıştır. S. boulardii grubunda dışkılama sayısında görülen farkın kontrol grubundan anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,01). S. boulardii grubu olgularında dışkılama sayısındaki düşüş çok daha yüksek bulunmuştur. S. boulardii grubunda; gelişteki dışkı sayısına göre 3.günde azalış miktarı medyan değeri 4.0; Kontrol grubunda ise gelişe göre 3.günde azalış miktarı 2,0 olarak saptanmıştır. S. boulardii grubunda dışkılama sayısında görülen farkın kontrol grubundan anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,01). S. boulardii grubu olgularında dışkılama sayısındaki düşüş çok daha yüksek bulunmuştur. S. boulardii grubunda; gelişteki dışkı sayısına göre 7.günde azalış miktarı medyan değeri 7.0; Kontrol grubunda ise gelişe göre 7.günde azalış miktarı 4,0 olarak saptanmıştır. S. boulardii grubunda dışkılama sayısında görülen farkın kontrol grubundan anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,01). S. boulardii grubu olgularında dışkılama sayısındaki düşüş çok daha yüksek bulunmuştur. 62 TARTIŞMA Probiyotikler yüzyılı aşkın bir süredir genital ve gastrointestinal enfeksiyonların tedavisinde kullanılmış, antibiyotiklerin geliştirilmesi ile geri plana atılmıştır. Antibiyotiklere direnç giderek arttıkça ve probiyotiklerin etkinliği gösterildikçe eskiden yaygın bir şekilde kullanılan probiyotiklere günümüzde geri dönüş olmaktadır (21,22,23,24). Çocukluk çağı akut diyaresinde S. boulardii’nin etkinliğini ortaya koymaya yönelik olarak sürdürdüğümüz araştırma, bu eğilime uygun olarak yürütülmüştür. Tıbbi kaynakların taranması sonucunda probiyotiklerle ilgili çalışmalar dökümante edilmiş, kliniğimizde gerçekleştirilen araştırmayla benzer ve aykırı yönleri irdelenmiştir. Kurugöl’ün 2005 yılında 3 ay – 7 yaş arasında, yedi günden kısa süren sulu ve öncekinden fazla dışkı çıkışı olan 200 çocuk olgu üzerinde gerçekleştirdiği araştırmasında, S. boulardii kullanılan ve plasebo verilen vakalarda, ilk günde her iki grupta dışkı miktarında anlamlı bir fark bulunmamış, ancak 2. günde çalışma grubunda plaseboya göre dışkı miktarında anlamlı bir azalma görülmüştür. Plasebo grubuna göre S. Boulardii alanlarda ishal süresinin anlamlı oranda daha kısa sürdüğü tespit edilmiş. Ateş süresi ve kusma sürelerinde anlamlı bir değişiklik görülmemiştir. Probiyotik kullanılan grupta önemli bir yan etki gözlenmemiştir (117). Kliniğimizde 55 olgu ile gerçekleştirilen araştırmamızda yaş grubu 13 ay – 13 yaş arasında değişmektedir. Kurugöl’ün çalışma grubuna göre daha büyük yaş grubundaki çocuklar da araştırmaya dahil edilmiştir. Kurugöl’ün sonuçlarını destekler biçimde S. boulardii kullanılan grupta 1. 3. ve 7. günlerde dışkılama sayısında kontrol grubuna göre anlamlı olarak hızlı bir düşüş görülmüştür. Bizim olgularımızda daha büyük yaş grubu çocuklarda ilk gelişte daha fazla sayıda dışkılama olmasına karşılık düşüş istatsitiksel olarak anlamlı ölçüde belirgin bulunmuştur. Her iki çalışmanın sonuçları S. boulardii’nin akut ishal vakalarında etkinliğini göstermesi bakımından benzerdir. Stefano Guandalini’nin çocukluk çağı ishallerinde probiyotiklerin kullanımına ilişkin derlemesinde 23 klinik çalışmanın meta analizinde 1449 olgu 18 ayın altında, 352 yetişkin hastanın sonuçları değerlendirilmiş, birçok probiyotik ajan kullanımış, farlı ajanlar ve farklı süre ve dozlarda araştırılmıştır. Tüm farklılıklara rağmen genel olarak ishal süresinin kısalmasında probiyotik kullanımın anlamlı derecede faydalı olduğu gözlenmiştir (118). Guandalini’nin sonuçlarına paralel olarak bizim araştırmamızda da hem süt çocukları hem de büyük çocuklarda akut diyarede S. boulardii’nin ishalin hem süresinin hem de sayısının, kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde azalmasında etkili olduğu gösterilmiştir. 63 Sazawal ve Arkadaşlarının gerçekleştirdikleri bir meta analizde probiyotik kullanımıyla akut ishallerin önlenmesine ilişkin toplam 34 klinik çalışma değerlendirilmiş, probiyotik kullanımın akut ishallerin önlenmesinde faydalı olduğuna ilişikin sonuçlar tatmin edici bulunmuştur. 12 araştırma 18 yaş altı çocukları kapsamaktadır. Çocuklarda ve özellikle antibiyotik kaynaklı ishallerde probiyotiklerin etkinliği maksimum düzeydedir. Kullanılan ajanlar konusunda ise anlamlı bir fark bulunmamıştır. Kullanılan major probiyotik ajanlar S. boulardii, L. Rhamnosus, L. Acidophilus, L. Bulgaricus olarak belirtilmiştir (119). Bizim çalışmamız akut ishallerin tedavisine ilişkin olmakla birlikte diyarenin önlenmesindeki etkinliğine dikkat çekilen S. boulardii’nin çocukluk çağı akut ishallerinde önleme işlevi yanı sıra tedavide de etkili olabileceğine işaret etmektedir. Billoo ve Arkadaşlarının randomize kontrollü araştırmasında 2 ay ile 12 yaş arasındaki çocuklar ele alınmış, akut sulu sihal vakarlının klinik gidişatı ebeveynlerden hikaye alınarak kontrol edilmiştir. Hastaneye yatacak kadar dehidrate olan, antibiyotik tedavisi gerektiren ciddi ishali olan, ateşi 38.5 ve üzeri olan hastalar araştırmadan çıkarılmış. Olgular iki gruba ayrılarak, bir gruba plasebo, diğer gruba 250 mg/gün S. boulardii tek doz olarak verilmiştir. Tüm çocuklar 0. 3. 6. günlerde ve tedavi sonrasında 2 ay boyunca ayda bir defa muayene edilmiş. Muayenelerinde ishalin başlangıç sayısı, dışkı miktarı, dışkı sayısı, çocukların tartıları, kusma, vücut sıcaklığı, dehidratasyon bulguları değerlendirilmiş. 3. gün yapılan muayenede çalışma grubunda dışkı miktarı ve sıklığında önemli oranda düşme gözlenmiştir. Ortalama ishal sayısı S. boulardii alan grupta 3,5 gün, kontrol grubunda 4,8 gün saptanmıştır. Aylık kontrollerde ishal tekrar oranı çalışma grubunda 0,32 ve plasebo grubunda 0,56 bulunmuştur. Bu çalışmada S. boulardii kullanılan grupta %50 oranda ishal sayısında azalma gözlenmiştir (120). Bizim çalışmamızda benzer yaş grubu çocuk olgular araştırmaya dahil edilmiş, başvuru sırasında vücut sıcaklığı ortalaması 37,24 C bulunmuştur. Billoo ve Arkadaşları ateşi olan olguları çalışmaya dahil etmemiştirler. Bu yönüyle iki araştırma farklılık göstermektedir. Her iki çalışmanın sonuçları arasındaki önemli bir farklılık da dışkı sayısı ile ilişiklidir. Bizim çalışmamızda S. boulardii kullanılan olgular görece daha büyük yaş grubudur ve başlangıçta daha fazla sayıda dışkılamaları söz konusudur. 3. ve 7. günlerde çalışma ve kontrol gruplarında dışkı sayısı benzer olmakla birlikte başlangıç dışkı sayısına göre düşüş S. boulardii kullanan olgularda dramatik olarak hızlıdır. Bunun bir nedeni olasılıkla büyük yaş grubu olup ishali belirgin olan çocukların annelerinin çalışmaya katılma konusunda daha fazla istekli olmalarıdır. Sonuç olarak dışkı sayısındaki azalma sayısı başlangıç değere göre S. boulardii kullanılan çocuklarda çok belirgindir ve bu yönüyle önceki çalışmalarla paralellik göstermektedir. Bizim çalışmamızda randomizasyon yapılırken, dışkı sayıları ve yaş grupları çalışmaya dahil olmak isteyen hastalar açısından benzer dağılım 64 göstermediğinden, vaka sayısının daha fazla olduğu geniş serilerde yapılacak araştırmalara ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır. Szajewska ve Arkadaşlarının S. boulardii’nin çocuklardaki akut infeksiyöz diyaredeki etkinliğini inceledikleri meta analizlerinde 5 klinik araştırma değerlendirilmiş, bunların üçünde S. boulardii plasebo ile karşılaştırılmış, ikisinde kontrol grubu ile görüşme yapılamamıştır. Çalışmaya dahil edilen olgular 2 ay 12 yaş arasında değişmektedir. Günlük doz 250-750 mg arasında değişmiş, tedavi 5-6 gün sürdürülmüş, iki araştırma çift kör olup, bir araştırma tek kör olarak gerçekleştirilmiştir. Plaseboya göre S. boulardii kullanılan 473 katılımcıda ishal şikayetinin daha kısa olduğu tespit edilmiştir. İshal varlığı açısından S. boulardii grubunda plaseboya göre 3. 6. ve 7. günlerde anlamlı bir azalma görülmüştür. S. boulardii grubunda kontrol grubuna göre kusma açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır. Dört araştırmada S. boulardii alan grupta önemli oranda dışkı sıklığında azalma görülmüştür. S. boulardii kullanımına bağlı yan etki ise hiçbir araştırmada görülmemiştir (121). Kliniğimizde yürütülmüş olan araştırmada çalışmaya dahil edilen olguların yaş aralığı metanalizde dökümante edilen yaş aralığı ile, kullanılan probiyotik dozları ve kullanım süresi benzerdir. Bizim çalışmamızda, sözü edilen çalışmalara benzer şekilde, - farklı günler esas alınmış da olsa - dışkı sayısındaki azalma miktarının belirgin olarak daha hızlı olduğu görülmüştür. Kliniğimizde yürütülen araştırmada ilk gün kusma verileri kayda geçirilmiş, ancak takibi sürdürülemediğinden bu yönüyle herhangi bir değerlendirme yapılamamıştır. S. boulardii’nin akut ishaldeki etkinliğine ilişkin olumlu sonuçlar, çocuk olgularda erişkinlere göre daha belirgindir. Ancak bugüne kadar yapılmış çalışmaların sayı ve içerikleri değerlendirildiğinde küresel bir tedavi şeması olarak önerilmesi için kanıtlar yeterli değildir. Bu nedenle çok merkezli, çift kör plasebo kontrollü geniş serileri içeren ileri araştırmaların yapılmasına gereksinim vardır. 65 ÖZET Dünyada her yıl 4 milyon diyare atağı oluşmakta ve tüm ölümlerin %5’ine neden olmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde çocukluk çağı ölümlerinde ilk sırayı diyare almaktadır. Probiyotikler belirli miktarlarda alındığında konağın sağlığında olumlu etkilere neden olan canlı mikroorganizmalardır. S. boulardii, enteropatojenlere karşı etkin olduğu düşünülen bir nonpatojen probiyotikdir. S. boulardii’nin antibiyotikle ilişkili diyarenin önlenmesindeki etkinliği konusunda pek çok çalışma mevcuttur. Çocukluk çağı akut diyaresindeki etkileri konusunda yapılan çalışmalar sayıca azdır. Bu çalışmada, çocukluk çağı akut diyaresinde S.boulardii’nin etkinliği araştırılarak literatüre katkıda bulunulması amaçlanmıştır. Kliniğimize akut diyare belirtileriyle getirilen 13 ay – 13 yaş arasındaki 55 olgunun (5,56 ± 2,93 yaş), rastlantısal olarak 29 ‘una S. boulardii günde tek doz olarak 250 mg saşe verildi. 26 olgu ise herhangi bir probiyotik preparatı verilmeksizin izleme alındı. 1, 3, 7, 14. günlerde dışkı sayısı kaydedildi. Dışkı sayısındaki azalma miktarı ilk güne göre S. boulardii kullanılan grupta 1. günde azalma sayısı 3,27 ± 2,77, 3. günde 4,89 ± 4,78, 7. günde 6,79 ± 3,48 bulundu. Kontrol grubunda 1. günde ilk güne göre azalma 1,38 ± 1,69, 3. günde 2,27 ± 1,68, 7. günde 4,69 ± 1,64 tespit edildi. Her iki grup karşılaştırıldığında dışkı sayısındaki azalma hızı açısından S. boulardii grubunda belirgin fark saptandı (sırasıyla p=0,001, p=0,001, p=0,006). S. boulardii’nin akut ishaldeki etkinliğine ilişkin olumlu sonuçlar, çocuk olgularda erişkinlere göre daha belirgindir. Ancak bugüne kadar yapılmış çalışmaların sayı ve içerikleri değerlendirildiğinde küresel bir tedavi şeması olarak önerilmesi için kanıtlar yeterli değildir. Bu nedenle çok merkezli, çift kör plasebo kontrollü geniş serileri içeren ileri araştırmaların yapılmasına gereksinim vardır. 66 KAYNAKLAR 1. Aureli P, Franciosa G. Interactions between novel micro-organisms and intestinal flora. Digest Liver Dis 2002;34(Suppl 2):29-33. 2. Bezirtoglu E. The intestinal microflora during the first weeks of life. Anaerobe1997;3:173-177. 3. Goldman AS. The immune system of human milk: Antimicrobial, anti-inflammatory and immunomodulatıng properties. Pediatr Infect Dis J 1993:12:664-671 4. Mountzouris KC, Gibson GR. Colonization of the gastrointestinal tract. Annales Nestle 2003; 61:43-54. 5. Heller F, Duchmann R. Intestinal flora and mucosal immune responses. Int J Med Microbiol 2003;293:77-86 6. Torun MM, Bahar H, Gür E, Taştan Y, Alikaifoğlu M, Arvas A. Anaerobic fecal flora in healthy breast-fed Turkish babies born by different methods. Anaerobe 2002;8:6367. 7. Insoft RM, Sanderson IR, Walker WA. Development of immune function in the intestine and its role in neonatal diseases. Pediatr Clin North Am 1996; 43:551-571 8. Guarner F, Malagelada JR. Gut flora in health and disease. Lancet 2003;361:512-519. 9. MitsuokaT. Intestinal flora and aging. NutrRev 1992:50:438-446 10. Minna-Maija G, Olli-Pekka L, Erkki E, Pentti K. Fecal microflora in healthy infants born by different methods of delivery: permanent changes in intestinal flora after cesarean delivery. J Pediatr Gastroenterol Nutr 1999;28:19-25. 11. Hanson LA, Korotkova M. The role of breastfeeding in prevention of neonatal infection. Semin Nenatol 2002:7:275-281. 12. Martin R, Langa S, Reviriego C. Human milk is asource of lactic acid bacteria for the infant gut. J Pediatr 2003:143:754-758 13. Bernt KM, Walker WA. Human milk as a carrier of biochemical messages. Acta Paediatr Scand 1999;88:27-41. 14. Akisu M, Baka M, Çöker I. Effect of dietary n-3 fatty acids on hypoxia-induced necrotizing enterocolitis in young mice. Biol Neonate 1998; 74:31-38 15. Balmer SE. Wharton BA. Diet and fecal flora of newborn: breast milk and infant formula Arch Dis Child 1989; 64:1672-1677. 16. Marini A, Negretti F. Boehm G, et all Pro- and prebiotics administration in preterm infants: colonization and influence of faecal flora. Acta Paediatr Suppl 2003;441:8O81 67 17. Moro GE, Mosca F, Miniello V, et al. Effects of a new mixture of prebiotics on faecal flora and stools in term infants. Acta Paediatr Suppl 2003;441:77-79. 18. Moro G, Minoli I, Mosca M. Dosage-related bifidogenic effects of galacto- and fructo oligosaccharides in formula-fed infants. J Pediatr Gastroenterol Nutr 2002;34:291295. 19. Holzapfel WH, Schillinger U. Introduction to pre- and probiotics. Food Res Int 2002; 35: 109-11 20. Elmer GW. Probiotics: "living drugs". Am J Health Syst Pharm 2001; 58: 1101-1109. 21. Amital H, Gilburd B. Shoenfeld Y. Intelligent nutrition: health-promoting mechanisms of probiotics. Isr Med Assoc J 2003; 5: 812-813 22. Bengmark S. Pre-, pro- and synbiotics. Curr Opin Clin Nutr Metab Care 2001; 4: 571579 23. Berg RD. Probiotics, prebiotics or 'conbiotics’ Trends Microbiol 1998; 6: 89-92. 24. Gill HS, Probiotics to enhance anti-infective defences in the gastrointestinal tract. Best Pract Res Clin Gastroenterol 2003; 17: 755-773. 25. Fioramonti J, Theodorou V. Bueno L. Probiotics: what are they? What are their effects on gut physiology? Best Pract Res Clin Gastroenterol 2003; 17: 711-724. 26. Ahmed FE. Genetically modified probiotics in foods. Trends Biotechnol 2003; 21: 491-497 27. Kaur İP, Chopra K, Saini A. Probiotics: potential pharmaceutical applications. Eur J Pharm Sci 2002; 15: 1-9. 28. Isolauri E, Ribeiro Hda C, Gibson G, et all. Functional foods and probiotics: Working Group Report of the First World Congress of Pediatric Gastroenterology, Hepatology, and Nutrition. J Pediatr Gastroenterol Nutr 2002; 35 Suppl 2: SI06-109 29. Guigoz Y, Rochat F, Perruisseau-Carrier G, Rochat I, Schiffrin EJ. Effects of oligosaccharide on the faecal flora and non-specific immune system in elderly people. Nutrition Research 2002; 22: 13-25. 30. Medici M, Vinderola CG, Perdigon G. Gut mucosal immunomodulation by probiotic fresh cheese. Int Dairy J 2004: in pres 31. Bornet FR, Brouns F. İmmune stimulating and gut health-promoting properties of chain fructooligosaccharides. Nutr Rev 2002; 60: 326-334 32. Biancone L, Monteleone I, Del Vecchio Blanco G, Vavassori P, Pallone F. Resident bacterial flora and immune system. Digest Liver Dis 2002; 34 suppl 21: S37-43 33. Mountzouris KC, Gibson GR. Colonization of the gastrointestinal tract. Annales Nestle 2003; 61:43-54 68 34. Fukushima Y, Kawata Y, Hara H, Terada A, Mitsuoka T. Effect of a probiotic formula on intestinal immunoglobulin A production in healthy children . İnt J Food Microbiol 1998; 42:39-44. 35. Reid G. The role of cranberry and probiotics in intestinal and urogenital tract health. Crit Rev Food Sci Nutr 2002; 42(3 Suppl): 293-300. 36. Cross ML. Immunoregulation by probiotic lactobacilli pro-Th1 signals and their relevance to human health, Clin Appl Immunol Reviews 2002; 3: 115-125. 37. Hidemura A, Saito H, Fukatsu K et al. Oral administration of Bifidobacterium longum culture condensate in a diet restricted murine peritonitis model enhances polymorphonuclear neutrophil recruitment into the local inflammatory site. Nulrition 2003:19: 270-274 38. Vaarala O. Immunological effects of probiotics with special reference to lactobacilli. Clin Exp Allegy 2003; 33: 1634-1640 39. Chapman MH, Sanderson IR. Intestinal flora and the mucosal immune system. Annales Nestle 2003; 61: 55-65 40. Dugas B. Mercenier A, Lenoir-Wijnkoop I, Arnoud C, Dugas N, Postaire E. Immunity and probiotics. Immunol Today 1999; 20: 387-390. 41. Lidestri M, Agosti M, Marini A, Boehnı G. Oligosaccharides might stimulate calcium absorption in formula-fed preterm infants. Acta Paediatr Suppl 2003; 91: 91-92 42. Markowitz JE, Bengmark S. Probiotics in health and disease in the pediatric patient. Pediatr Clin North Am 2002; 49: 127-141. 43. Kopp-Hoolihan L. Prophylactic and therapeutic uses of probiotics: a review. J Am Diet Assoc 2001: 101:229-238 44. Guarner F, Malagelada JR. Gut flora in health and disease. Lancet 2003; 361: 512-519 45. Roller M, Rechkemmer O. Watzl B. Prebiotic inulin enriched with oligofructose in combination with the probiotics Lactobacillus rhamnosus and Bifidobacterium lactis modulates intestinal immune functions in rats. J Nutr 2004; 134: 153-156 46. Ouwehand A, Isolauri E, Salminen S. The role of the intestinal microflora for the development of the immune system in early childhood. Eur J Nutr 2002; 41 Suppl 1:132-37 47. Vaarala O, Immunological effects of probiotics with special reference to lactobacilli. Clin Exp Allergy 2003; 33; S 634-1640. 48. Young RJ, Huffman S. Probiotic use in children. J Pediatr Health Care 2003; 17:277283. 69 49. Surawicz CM. Probiotics, antibiotic-associated diarrhoea and Clostridium difficile diarrhoea in humans. Best Pract Res Clin Gastroenterol 2003; 17: 775-783. 50. Tankanow RM, Ross MB, Ertel IJ, Dickinson DG, McCormick LS, Garfinkel JF. A double-blind, placebo-controlled study of the efficacy of Lactinex in the prophylaxis of amoxicillin-induced diarrhea. DICP Ann Pharmacother 1990; 24:382-384 51. McFarland LV, Surawicz CM, Greenberg RN, et al. A randomized placebo-controlled trial of Saccharomyces boulardii in combination with Standard antibiotics for Clostridium difficile disease. JAMA 1994:271:1913-1918. 52. Moro GE, Mosca F, Miniello V, et al. Effects of a new mixture of probiotics on faecal flora and stools in term infants. Acta Paediatr Suppl 2003; 91: 77-79 53. Bartlett JG. Antibiotic-associated diarrhea. N Engl J Med 2002; 346: 334-339. 54. Silva M, Jacobus NV, Deneke C, Gorbach SL. Antimicrobial substance from a human Lacto-bacillus strain. Antimicrob Agents Chemother 1987;31:1231-1233 55. Guandalini S, Pensabene L, Zikri MA, et al. Lactobacillus GG administered in oral rehydration solution to children with acute diarrhea: a multicenter European trial, J Pediatr Gastroenterol Nutr 2000; 30:54-60 56. Castagliuolo I, Riegler MF, Valenick L, LaMont JT, Pothoulakis C. Sacoharomyces boulardii protease inhibits Clostridium difficile toxin A effects in the rat ileum. Infect Im-mun 1996;64:5225-5232 57. Tuohy KM, Probert HM, Smejkal CW, Gibson GR. Using probiotics and prebiotics to improve gut health. Drug Discov Today 2003; 8: 692-700 58. Goossens D, Jonkers D, Stobberingh E, van den Bogaard A, Russel M, Stockbrugger R. Probiotics in gastroenterology: indications and future perspectives. Scand J Gastroenterol 2003; 239 (Suppl): 15-23. 59. Reid G, Friendship R. Alternatives to antibiotics use: probiotics for the gut. Anim Biotechnol 2002; 13:97-112 60. Jonkers D, Stockbrugger R. Probiotics and inflammatory bovvel disease. J R Soc Med 2003; 96: 167-171. 61. Tamboli CP, Caucheteux C, Cortot A, Colombel JF,Desreumaux P. Probiotics in inflammatory bowel disease: a critical review. Best Pract Res Clin G astroenterol 2003;17: 805-820 62. Steidler L. Genetically engineered probiotics. Best Pract Res Clin Gastroenterol 2003; 17: 861-876. 63. Felley C,Michetti P.Probiotics and Helicobacter pylori. Best Pract Res Clin Gastroenterol 2003; 17:785-791. 70 64. Hamilton-Miller JMT.The role of probiotics in the treatment and prevention of Helicobacter pylori infection. Int J Antimicrobial Agents 2003; 22: 360-366. 65. Vanderhoof JA, Young RJ. Probiotics in pediatrics. Pediatrics 2002; 109: 956-958. 66. Fanaro S, Chierici R, Guerrini P, Vigi V. lntestinal microflora in early infancy: composition and development. Acta Paediatr Suppl 2003; 91: 48-55. 67. Zubillaga M, Weill R, Postaire E, Goldman C, Caro R, Boccio J. Effect of probiotics abd functional foods and their use in different diseases. Nutr Res 2001;21:569-579 68. Rafter J. Probiotics and colon cancer. Best Pract Res Clin Gastroenterol 2003; 17: 849-859 69. Saavedra JM, Bauman NA, Oung I, Pennan JA, Yolken RH. Feeding of Bifidobacterium bifidum and Streptecoccus thermophilus to infants in hospital for prevention of diarrhea and shedding of rotavirus. Lancet 1994;344:1046-1049 70. Isolauri E, Juntunen M, Rautanen T, Sillanaukee P, Koivula T. A human Lactobacillus strain (Lactobacillus casei sp strain GG) promotes recovery from acute diarrhea in children. Pediatrics. 1991; 88:90-97. 71. Van Niel CW, Feudtner C. Garison MM, Christakis DA. Lactobacillus therapy for acute infectious diarrhea in children: a meta-analysis. Pediatrics 2002; 109: 678-684 72. Shornikova AV, Casas IA, Isolauri E, Mykkanen H, Vesikari T. Lactobacillus reuteri as a therapeutic agent in acute diarrhea in young children. Pediatr Gastroenterol Nutr 1997; 24:399-404. 73. Shornikova AV, Casas IA, Mykkanen H, Salo E, Vesikari T. Bacteriotherapy with Lactobacillus reuteri in rotavirus gastroenteritis. Pediatr Infect Dis J 1997; 16:11031107 74. D'Souza AL, Rajkumar C, Cooke J, Bulpitt CJ. Probiotics in prevention of antibiotic associated diarrhoea: meta-analysis.BrMed J 2002; 324: 1361-1364 75. Arvola T, Laiho K, Torkkeli S, et al. Prophylactic Lactobacillus GG reduces antibiotic-associated diarrhea in children with respiratory infections: a randomized study. Pediatrics 1999; 104:1121-1122 76. Kollaritsch H, Holst H, Grobara P, Wiedermann G. Prevention of treveler's diarrhea with Saccharomyces boulardii, Results of a placebo-controlled double-blind study (translated from German) Fortschr Med 1993:111:152-156 77. Oksanen PJ, Salminen S, Saxelin M, et al. Prevention of travellers' diarrhoea by Lactobacillus GG. Ann Med 1990: 22: 53-56 71 78. Hatakka K, Savilahti E, Ponka A, et al. Effect of long term consumption of probiotic milk on infections in children attending day care centres: double blind, randomised trial. Br Med J2001;322:l-5 79. Oberhelman RA, Gilman RH, Sheen P, et al. A placebo-controlled trial of Lactobacillus GG to prevent diarrhea in undernourished Peruvian children. J Pediatr 1999; 134:15- 20. 80. Goldin BR, Gorbach SL. Saxelin M, Barakat S, Gualtieri L, Salminen S. Survival of Lactobacillus species (strain GG) in human gastrointestinal tract. Dig Dis Sci. 1992; 37:121-128. 81. Saavedra JM Tschernia A. Human studies with probiotics and prebiotics: clinical implications. Br J Nutr 2002; 87(SuppI 2):241-246 82. Ahmad A, Widjala L, Firmansyah A, et al. Effect of combined probiotic, prebiotic and micronutrient supplementation in reducing duration of acute infantil diarrhoea. J Pediatr Gastroenterol Nutr 2000;31:984-986 83. WHO Readings on diarrhoea: student manual. Geneva 1992 84. Mathan VI. Diarrhoeal diseases. Br Med Bull 1998; 54:407-419 85. Hotez PJ Strickland AD. Diarhea. in Feigin RD, Cherry JD(eds) Textbook of Pediatric İnfectious Disease. 4th Ed. Philadelphia WB Saunders Company 1998 pp 2389-2397 86. Molbak K, Jensen H, Ingholt L, Aaby P. Risk factors for diarrheal disease incidence in early chilldhood: A community cohort study fromuinea bissau. Am J Epidemiol 1997;146:273-282 87. Gary M. Acute diarhea. Scientific Medicine Diseases of Gastroenterology 1992;21:116 88. Roy CC, Silverman A, Alagille D. Diarrheal disorders. Pediatric Clinical Gastroenterology 4th ed. St Louis Mosby pp 216-227 89. Higgens JA. Code CF Orvis AL. The influence of motility on the rate of absorbtion of water and sodium from the small intestine of healty persons. Gastroenterology 1956;31:708 90. Klinik Pediatri 2004;3:12-18 Özkasap S, Yıldırım A, Yüksel S. 91. Gracey M. Recent advances in childhood diarrheal diseases. Acta Paediatr Jpn 1991; 33: 280-321 92. Sprinz H. Pathogenesis of intestinal infections.Arch Pathol 1969;87:556 93. Northrup RS, Flanigan TP. Gastroenteritis. Ped Review 1994; 15: 461-472 94. Bishop WP, Ulshan M. Bacterial Gastroenteritis. Pediatric Gastroenterologyl Pediatr Clin North Am. 1988;35:69-87 72 95. Guerrant RL.Principles and Syndromes of Enteric İnfection.İn Mandel GL, Douglas RG, Bennet JE (eds).Principles and Practice of İnfections Diseases 3rd ed Churchill Livingstone INC.New York,1990:837-851 96. Formal SB, Abrams GD, Schneider H. Experimental shigella infections. J Bacteriol 1963; 85:119 97. Cleary TG, Fickering LK. Acute gastroenteritis. İn Krugman S, Katz S, Grshon AA Wilfert CM (eds) Infectious diseases of children 9 th Ed. St. Louis, Mosby 1992; 105126 98. Eliott EJ. Viral diarrheas in childhood. BMJ 1992; 305: 1111-1112 99. Hamilton JR. The pathophysiological basis for viral diarrhea: A progress report. J Pediatr Gastroent Nutr 1990; 11: 150-154 100. Denis F, Barriere E, Venot C, Ranger Rogez S, Durepaire N, Martin C, Ploy MC. Virus and gastroeintestinal infections. Ann Biol Clin 1997;55:275-287 101. Kapikian Az. Overview of viral gastroenteritis. Arch Virol 1996;12:7-19 102. Hale A. Foodborne viral infections. BMJ 1999;318:1433-1434 103. Wilde J, Yolken R, Willoughby R, et al. Improved detection of rotavirus shedding by polymerase chain reaction. Lancet1991; 337: 323-6 104. Blacklow NR, Greenberg HB. Viral gastroenteritis. N Eng J Med 1991; 325: 252264 105. Barnes GL, Bishop RF. Rotavirus infection and prevention. Curr Opin Pediatr 1997;9:19-23 106. Pickering LK.Approach to diagnosis and management of gastrointestinal tract infections. In: Long S, Pickering LK, Probor CG (eds) Principles and practice of pediatric infectious diseases 1th. Ed. New York, Churchill Livingstone 1997; 410418 107. Caul EO. Viral gastroenteritis: small round structured viruses, caliciviruses and astroviruses. J Clin Pathol 1996;49.959–964 108. Guerrant RL, Babak DA: Bacterial and Protozoal Gastroenteritis N. Eng. J. Med.1991; 40: 325-327 109. Krejs JG. Diarrhea. Wyngaarden BJ, Smith H, Bennett CJ (eds) Cecil Textbook of Medicine. 19th ed. W.B. Saunders Company. 1992; 680–687 110. Hart CA, Batt RM, Saunders JR. Diarrhoea Caused by E.coli. Ann Trop Pediatr 1993;13.121–131 111. Keusch GT. Recognition mechanisms in infectious disease. Hosp Pract 1979;14:3340 73 112. Van de Kar NC, Roelofs HG, Muytjens HL, et all Verocytotoxin-producing E.coli infection in hemolytic uremic syndrome in part of western Europe. Eur J. Pediatr 1996;155:592-595 113. Ashkenazi S, Cleary TG. Salmonella infections. İn Behrman RE, Kliegman RM, Arvin AM(eds) Nelson Tetbook of pediatrics(15 th) Philadelphia: WB Saunders Co 1996:784-790 114. Gomez HF, Cleary TG. Shigella in: Behrman RE, Kliegman RM, Arvin M. (eds) Nelson Tetbook of pediatrics(15 th) Philadelphia: WB Saunders Co 1996:798-800 115. Cleary RK. Clostridium difficile-associated diarrhea and colitis: clinical manifestationes, diagnosis and treatment. Dis. Colon Rectum 1998;49:1435-1449 116. Rivera-Matos IR, Cleary TG. Gastroenteritis: Etiologic agents and related clinical features. In: Aronff SC, Hughes WT, Kohh S (eds) Advances in pediatric infectious diseases. Baltimore, Mosby 1996; 11: 110-134 117. Kurugöl Z, Koturoğlu G. Effcets of Saccharomyces boulardii in children with acute diarrhoea. Acta Pediatr 2005; 94(1): 44-7. 118. Guandalini S. Probiotics for chilren use in diarrhea. J Clin Gastroenterol 2006; 40(3): 244-8. 119. Sazawal S, Hiremath G, Dhingra U, Malik P, Deb S, Black RE. Efficiacy of probiotics in prevention of acute diarrhoea: a meta-analysis opf masked, randomized, placebo controlled trials. Lancet Infect Dis 2006; 6(6): 374-82. 120. Billoo AG, Memon MA, Khaskheli SA, Murtaza G, Iqbal K, Saeed Shekhani M, Siddiki AQ. Role of probiotic (Saccharomyces boulardii) in management and prevention of diarrhoea. World J Gastroenterol 2006; 12(28): 2557-60. 121. Szajewska H, Skorka A, Dilag M. Meta-analysis: Saccharomyces boulardii for treating acute diarrehoea in children. Aliment Pharmacol Ther 2007; 25(3): 257-64. 74