Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Türk - Japon İlişkileri ( 1876 - 1908 ) Bu bölüm hazırlanırken, F. Şayan Ulusan Şahin tarafından hazırlanan ve T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan "Türk - Japon İlişkileri ( 1876 - 1908 )" adlı kitaptan faydalanılmıştır. Türklerle Japonların İlk Karşılaşmaları Japonlar ilk Türk’ü XIII. yüzyılda görmüştür diyebiliriz. Çünkü, ordusunda Türklerin de bulunduğu Cengiz’in oğlu Kubilay Han, XIII. yüzyılda Japonya’ya da saldırıda bulunmuştur ve Kubilay Han’ın ordusu bugün Ertuğrul Anıtı’nın da bulunduğu Oşima Adası ile birlikte bütün Japon sahillerini vurmuş, ancak ülkeyi istila etmemiştir. Kubilay Han hakan olmasıyla devlet merkezini Hanbalık (bugünkü Pekin)’a nakletmiş, çok geçmeden Kore’yi de hâkimiyeti altına almıştı. Ancak Japonya’ya yaptığı seferlerde bir netice elde edememişti. Yerine geçen oğlu Timur ise, saray vezirleri tarafından bu ülkeye karşı savaşmaktan vazgeçilmesi hususunda ikna edilmiştir. Batı dünyası Japonya’ya ait bir ilk bilgileri Marco Polo’dan (1254-1323) öğrenmiştir. Kendisi Doğu’ya yaptığı seyahatini yazarken Japonya’dan da ayrıntılı bir biçimde söz etmişti. Marco Polo, “II Milione” adlı kitabında o günün Avrupası’nda kesinlikle bilinmeyen “Uzak Zipangu”dan yani bugünkü Japonya’dan söz eder. Kendisinin buraya gitmediğini, duyduklarına dayanarak Zipangu hakkında bilgi verdiğini belirtmektedir. Kendi ifadesiyle, “ada zaten Ulu Hakan’ın ülkesinden değil”dir. İlk Japon haritası bir Japon tarafından XIV. yüzyılda çizilmiştir. Japonya’nın dünya haritasında yer alması ise XV. yüzyılda olmuştur. Bir plân biçiminde ve yanlışlarla dolu da olsa ilk Japon haritasının XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından çizildiği bir gerçektir. Kaşgarlı Mahmud dîvânında şöyle demektedir: “Rum ülkesinden Maçin’e dek Türk ellerinin hepsinin boyu beşbin, eni üç bin fersahtır. Tamamı sekiz bin fersah eder. İyice bilinmek için bunların hepsi, yeryüzü biçiminde olan daire şeklinde gösterilir”. Buna göre, Japonya’yı haritanın doğusunda bir ada olarak göstermiş ve “Çaparka=Japonyalıların ülkelerinin uzak olması, araya büyük denizlerin girmiş bulunması yüzünden dilleri bizce bilinemiyor” diyerek denizin onların dillerinin öğrenilmesine imkân vermediğine işaret etmiştir. Katip Çelebi de Cihannüma’sında Japonya’dan bahsetmektedir. Haritalarda “Yaponya”yı göstermiş, ülkenin idari yapısı, dinî dili, ticareti, sanatı, ahlâkı, geleneği, göreneği hakkında bilgi vermiştir. Şemseddin Sami ise, Kamus-ul Alâm’da Japonya’yı şöyle tarif ediyor; “Çaponya yahud Çapon (Japon): Asya kıtasının münteha-yı şarkında ve Çin’in sevahil-i şarkiyyesi karşısında bir devlet olup, birkaç büyük ve birçok küçük adadan mürekkeptir”. Türk - Japon İlişkileri ( 1876 - 1908 ) XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Doğu’daki Siyasî Durumu Osmanlı Devleti 1299’da kuruluşundan 1579 yılına kadar sınırlarını devamlı olarak genişlettiği için, bu devreye “Yükselme Devri” denilmektedir. Sınırların genişlemesi 1579’da durmuş ve bu tarihten 1699’a kadar bir “Duraklama Devri”ne girilmiştir. 1699 Karlofça Antlaşması’ndan 1815’e kadar ise Osmanlı Devleti yaptığı savaşlarda devamlı toprak kaybederek sınırları gerilemeye başlamıştır. Burada söz konusu olan Avrupa’daki sınırlarının daralması yani gerilemesidir. Bu sebepten bu devreye de İmparatorluğun “Gerileme Devri” denilmektedir. XIX. yüzyıl ise İmparatorluğun “Yıkılma Devri”dir. Özellikle milliyetçilik akımının bir sonucu olarak, Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan yabancı milletler birer birer bağımsızlıklarını alarak İmparatorluktan kopmuşlardır. Mesela, 1829’da Yunanistan, 1878’de Sırbistan, Romanya ve Karadağ, 1908’de Bulgaristan ve 1912’de de Arnavutluk bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir. Bu durum karşısında Osmanlı Devleti, dışarıdan kendisine yönelen tehdit ve tehlikelere karşı, yanına büyük bir devleti almak suretiyle bir denge meydana getirerek varlığını korumaya, dağılma ve yıkılmasını önlemeye çalışmıştır. Buna da “Denge Politikası” denilmektedir. XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’da her zaman karşısına çıkan devletler İngiltere ve Fransa olmuştur. İki devletin de önem verdiği Hindistan idi ve Hindistan’a giden yol üzerinde bulunan Mısır’ı ele geçirmek için de birbirleriyle mücadele hâlindeydiler. Fransa 1798’de Napoleon Bonabart’ın Mısır’ı işgâl etmesiyle burayı ele geçirmek istediğini göstermişti. Ancak İngiltere ve Rusya bundan endişeye kapılarak, Osmanlı Devleti’yle birer ittifak yaparak Fransa’yı Mısır’dan çıkarmışlardır. Çünkü Mısır, İngiltere’nin Hindistan sömürgesine giden İmparatorluk Yolu (Mısır, Akdeniz ve Cebelüttarık Boğazı)’ndaydı ve Fransa Mısır’ı işgâl ederek İngiltere’nin Hindistan ile bağlantısını kesiyordu. Rusya’da Fransa’nın Mısır’dan sonra Suriye’yi de işgâl Sayfa 1 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) ederek kuzeye doğru çıkıp Osmanlı Devleti’ni yıkmasından korkmuştu. Çünkü kendisi için güçlü bir Fransa yerine zayıf bir Osmanlı Devleti her zaman daha iyiydi. XIX. yüzyılda İslâm’ın son kalesi olarak Osmanlı İmparatorluğu, İran ve Fas kalmıştı. Artık İslâm âlemi gücünü tekrar kazanabilmek için toplanmalıydı. Bunun sonucunda pan-İslâmizm ortaya çıkmıştır ve II. Abdülhamid İmparatorluğun devamını sağlayabilmek için, Avrupalı devletlerle ilişkilerinde denge politikasını, İslâm âleminde de Halife sıfatıyla pan-İslâmizm politikasını uygulamıştır. Sultan Abdülhamid’in Japonya ile XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren münasebetlerde bulunmaya başlamasının sebebi bu açıdan bakıldığında açıkça ortaya çıkmaktadır. Osmanlı Devleti’nin Japonya ile veya Japonya’nın Osmanlı Devleti ile daha önce neden herhangi bir münasebette bulunmadığı konusunda ise şunlar söylenebilir; yüzyıllardır Avrupa ile uluslararası ilişkilerde bulunan Osmanlı Devleti, tarihinin büyük bir bölümünde Japon adaları ile uluslararası bir münasebette bulunmamıştır. Bunun sebebi, 1600-1868 yılları arasında hüküm süren Tokugawa Shogunları’nın dış siyasetlerinde uyguladıkları, isolationist/kendi memleketlerinin diğerlerinden ayrı hareket etmesi siyaseti ile geleneksel Japonya’nın uluslararası siyasetten uzak durmasıdır. Meiji ile başlayan modern Japonya ise, 1868’den sonra hızlı bir modernleşme programını uygulamaya koyarak XIX. yüzyılda büyük dünya güçleri arasındaki uluslararası rekabete katılmıştır. Türk - Japon İlişkileri ( 1876 - 1908 ) XIX. Yüzyılda Japon İmparatorluğu’nun Uzak Doğu’daki Siyasî Durumu Japonya ve Çin, XVII. yüzyılda itibaren kapılarını Batı’ya kapatmıştır. Bunun sebebi, Avrupa devletlerinin Çin’de ve Japonya’da Hristiyanlığı yaymak için yaptıkları propaganda ve çalışmalardır. Hristiyan papazlara (misyonerlere) karşı duyulan bu tepkinin sonucunda bu iki devlet XVII. yüzyılın sonlarında Avrupa ile her alandaki münasebetlerini en asgari seviyeye indirmeye çalışmıştır. 1850’lere doğru ise, Japonya’nın Tokugawa Shogunluğu (1603’den 1868’e kadar devam eden feodal hükûmet) çözülmeye ve iktidar yeni güçlerin eline geçmeye başlamıştı. XIX. yüzyılın ilk yarısında İngiltere, iktisadî açıdan Hindistan’da hâkimdi. Yavaş yavaş Çin’de de etkinlik kazanmak için uğraşıyordu. Rusya ile Fransa ise Japonya’ya yaklaşıyorlardı. Ancak Avrupa’nın siyasî meseleleri bu devletlerin Uzakdoğu emellerini engellemiştir. Bu sırada A.B.D., Çin piyasasını ele geçirmeye kalkışmış, Japonya’dan Çin’e geçiş alanı ve balina avı için kullanabileceği bir liman verilmesini istemiştir. A.B.D. 1846’da iki harp gemisini Japonya’ya göndermişti. Amiral Biddle, Tokyo körfezine gelerek bir ticaret anlaşması için müzakerelerde bulunmak istemişse de başarılı olamamıştı. Bu kez 1853’de Amiral Perry, dört harp gemisi ile Tokyo’ya gönderilmiştir. Perry, bir yıl sonra tekrar gelmiş ve iki limanın açılmasını (Hakodate ve Şimoda) ve ticarete müsaade edilmesini sağlamıştır. Bu anlaşma ile birlikte diğer devletler de artık Japonya ile dostluk ve ticaret anlaşmaları imzalamışlardır. Böylece Japonya dış dünyaya kapalı olan kapılarını bu anlaşmalarla açmış oluyordu. Bu yıllara kadar Japonya hakkındaki bilgiler pek sağlıklı değildi. Artık bu ülke hakkında daha doğru bilgiler edinilmeye başlanıyordu. 1868’de ise Japonya’da artık Meiji dönemi başlıyordu. Prens Mutsohitso’nun 1868’de tahta çıkmasıyla “yenilenme” dönemi başlamıştır. Onun 45 sene süren saltanatını Japonlar Meiji yani yenilenme devri olarak adlandırılmaktadırlar. Bu modernleşme devri, “Revere the emperor, expel the barbarians”, “İmparatora eski yerini verin (restore) ve barbarları kovun, sonno joi” sloganı ile başlamaktaydı. Bu dönemin amacı, Japonya’yı dış dünyanın etkisi altında kalarak bozulmaktan korumak ve imparatorla shogunun çift idaresinin hâkim olduğu devirden on asır önceki altın çağa dönme çarelerini aramaktı. Bunun için 1869’da shogun idaresinin dayandığı ileri gelen ailelerden oluşan Daimyo tabakasına ait mal ve topraklar devralınmış, kabine sistemi kurularak parlamenter monarşi başlatılmıştır. Japon gençleri İngiltere, Almanya, Fransa ve A.B.D. gibi ülkelere Batı teknolojisini ve yöntemlerini öğrenmek için gönderilmiştir. Meiji döneminin ünlü başbakanlarından Prens İto, yaptığı incelemelerde, batıyla savaşanlar da, hiç savaşmadan teslim olan ülkeler de gittikçe sömürgeleştiğinden, kendinî savunabilmek ve varlığını devam ettirebilmek için Japonya’nın hızla endüstrileşmesi gerektiği kanısına varmıştı. Zaten Meiji döneminin politikası ve ideolojisi de “çağdaşlaşmak” idi. Japon tarihinde biri 1868 yılında, diğeri 1945 yılında olmak üzere iki büyük değişme olmuştur. Asırlar boyunca tayfunlar, depremler ve volkanik patlamalar arasında, Japonya’nın arazisi ve çehresi değişmeden kalmış, halk kendisini değişikliklere ve değişmekte olanlara uydurmuş, geleneklerini, nizamı ve gayesini korumuştur. XIX. yüzyıl Japonya için Batı’yla doğrudan karşılaşma ve hesaplaşma dönemi Sayfa 2 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) olmuştur. Genç Japon aydınları “kullanılabilir bir geçmiş”in peşine düştüler. Bir yandan “barbar” Batı’dan bilim ve teknoloji almak, bir yandan da onların karşısında dayanak olacak bir “millî kimlik” inşa etmek zorundaydılar. Geçmiş kullanılabilir muazzam bir malzeme ile doluydu ve halk için bu çok önemliydi. Geçmişte nasıl Çin medeniyeti üstün tutulup, Çinliler (veya Çinli yönetim tabakaları) barbar sayılmışsa, şimdi de Batı medeniyeti yüceltilip, Batılılar barbar bir kavim sayılıyordu. Japonların esasta (ruhen) batılılardan üstün olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktu, ama Batı teknolojisinin üstünlüğünü de herkes kabul ediyordu. Bu teknoloji Japon ruhunun emrine verilmeliydi. Bugün de Japonya bu ruhun izlerini taşımaktadır. Ancak bugünün Japonyası’nı tanımak ve anlamak için, Meiji Japonyası’nı (1868-1912) tanımak gerekir. Bu dönemde Japon birey ve toplumunun yaşadığı değişimi ve onlarda değişmeden kalanı kavramadıkça, Japon mucizesini anlamak da mümkün değildir. Japonya’nın Osmanlı İmparatorluğu İle Münasebet Kurması Yakınlaşmanın Sebebi ve İlk Temaslar Osmanlı – Japon münasebetleri, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlamıştır. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nu Sultan II. Abdülhamid, Japonya’yı da İmparator Meiji yönetmektedir. Japonya, kendisini yarı sömürge hâline sokan kapitülasyonların kaldırılması için Avrupalı devletleri razı edememişti. Oysa bunlardan kesinlikle kurtulmak istiyordu. Askerî gücünde çoğu zaman meseleleri çözmede yetersiz kaldığını bildiği içinde müttefik bulmak yolunu tercih etmiş olmalıdır. Osmanlı Devleti için de Japonya’nın dostluğu önemliydi. Kuzeyindeki ezeli rakibi Rusya’yı, Uzakdoğu’dan tehdid edecek bir müttefik Osmanlı Devleti’nin mücadele gücünü arttıracaktı. Nitekim, II. Abdülhamid, 1904-1905 Rus-Japon harbinde, Japonya’nın galibiyetine sevinmiş, Rusya’nın kuvvetlerinin çoğunu Uzakdoğu’ya nakletmesinin Karadeniz’deki taarruz kuvvetini azaltacağına dikkat çekmişti. Gerçi Ruslar, Doğu cephesi meselesini hâlledince yine tehlike baş gösterecekti. Baltık’ı Rus denizi hâline getiremeyince önlerinde tek seçenek olarak Karadeniz kalacaktı. Bunu gören Padişah, eğer Japonya ile müttefik olursa Rusya için Doğu’da devamlı var olan bir tehlike yaratmış olacaktı. İki ülke arasındaki münasebetlerin başlaması 1867 tarihine rastlamaktadır. Bu tarihte, Kafkasya’ya bazı Japonların geldiği, Yalta civarında çay yetiştirmek istedikleri, bazılarının da İstanbul’a gelerek, Türkiye’de çay yetiştirmenin mümkün olup olamayacağını anlamak için Ziraat Nezareti ile gayri resmî temaslarda bulundukları, ancak bu girişimi sonuçlandıramadan İstanbul’dan ayrıldıkları rivayet olunmaktadır. Abdülhamid’in şehzade iken de Japonya ile ilgilendiği görülmektedir. 1872’de İstanbul’da çıkan “Hakikat” isimli gazetenin 11 Ocak tarihli nüshasında, Japonya’nın Yokohama şehrinden yazılan bir mektupta Japonya hakkında bilgi veriliyordu. Hadika gazetesi de yukarıda adı geçen gazetenin haberini verdikten sonra Japonları tanımaya, gelişmelerini öğrenmeye başladığımızı, böyle giderse dünyada bizden başka cahil bir kavmin kalmayacağını belirtiyordu. Bu sırada şehzade olan Hamit Efendi, bu yazıyı okuduktan sonra özel doktoru olan Mavroyani Bey’den Japonlar ve Japonya inkılâbına ait bilgi toplamasını istemiştir. Artık Japonların Türklerin ilgisini çekmeye başladıkları görülmektedir. Japonya’nın Osmanlı İmparatorluğu İle Münasebet Kurması Münasebetlerin Gelişimi Bundan sonraki gelişmelere bakıldığında münasebetlerin geliştirilmesi açısından Japonların Türklerden daha aktif olduğu görülmektedir. Japonlar, Meiji ile başlayan Batı’ya açılma döneminde, Osmanlı İmparatorluğu’na da elçiler göndererek, Avrupalı devletlerden ayrı olarak Hristiyan olmayan ve onların çekindiği bir güç olan bu devleti de yakından tanımak ve onlara karşı bu bölgede kendine bir müttefik edinmek istemiştir. Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki ilk resmî temas 1871 tarihinde olmuştur. Japonya tarafından Avrupa’ya gönderilen Büyükelçi İwakura’nın başkanlığındaki heyete dahil olan Japon Dış İşleri Bakanlığı katibi Fukuchi Genichiro, Japon devletinin temsilcisi olarak İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’da çeşitli temaslarda bulunan Fukuchi, hazırladığı resmî raporunda “Avrupa Milletlerarası Fuarı”ndan bahsederken burada sergilenen Türk mallarının çokluğundan söz etmektedir. Japonya’nın, Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Hollanda ile anlaşmalar imzaladığı ve böylece Batı’ya açıldığı yukarıda ifade edilmişti. Bunun üzerine beş Japon asilzadesinin Avrupa’ya geldiği ve dönerken içlerinden Marki İto’nun İstanbul’a uğradığından bahsedilmektedir. Sayfa 3 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) 1875’te Dış İşleri Bakanı Terashima Munenori, Başbakan Sanjo Sanetomi’ye; “... Türkler gayri Hristiyan batı milleti olarak Avrupalılar ile diplomatik ilişkilerde bulunuyorlar, bu bakımdan Japonlara benziyorlar. Biz de onlardan çok şey öğrenebiliriz. Dolayısıyla onlar ile diplomatik ilişkileri açarsak bizim için faydalı olacak...” şeklinde görüşünü belirtmiştir. Bunun üzerine Terashima’dan Japonya’nın Londra sefiri Ueno’ya oradaki Türk sefiri ile bir ön görüşmenin yapılması hakkında talimat gönderilmiştir. Bundan sonra Japonya, Osmanlı siyasîlerinin gündemine 1876’da İngilizlerin teklifi ile girmiştir. Sadrazam Mithat Paşa’ya, kendisini destekleyen İngiliz politikacılarından aldığı mektupların birisinde, Japonya ile sıkı münasebetler kurması tavsiye ediliyordu. Ancak, Mithat Paşa bu dönemde tüm dikkatini Kanunu Esasi üzerinde topladığı için bu konuyla ilgilenememiştir. Fukuchi’nin ziyaretinden 7 yıl sonra yani 1878’de bir Japon harp gemisi İstanbul’a gelmiştir. “Seiki” adlı bu Japon harp gemisinin kaptanı Yarbay İnoue’ye, Abdülhamid, “Ben de ülkenize harp gemimizi gönderip kaptanım ve zabitanım vasıtasıyla imparatorunuza selâmımı iletmek istiyorum. Lütfen sevgimi Japon İmparatoru’na söyleyiniz” demiş ve bu geminin subaylarına nişan vermiştir. 1880’de Prens Hebi’nin başkanlığında bir heyet Avrupa’nın kanunlarını incelemeye gelmiş ve İstanbul’a uğramayı da ihmal etmemiştir. Heyet, iki ülke arasında bir ticarî ve siyasî münasebet kurulmasını teklif etmiştir. Ancak bu teklif Said Paşa tarafından diplomatik bir dille geçiştirilmiştir. Çünkü Japonlarla aktif bir ilişkiye girilerek Rusya’yı kuşkulandırmak istenilmiyordu. Said Paşa İstanbul’a gelen bu heyetin başkanı ile yaptığı görüşmede, Japonların yenilikçi bir hareket içinde olduklarını gördüğünü ve böyle devam ederlerse güçlü bir devlet olacaklarını hatıralarında yazmaktadır. 1881 yılı ise ilişkiler açısından yoğun geçmiştir. İlk olarak Prens Kato Hito başkanlığında resmî olmayan bir heyet İstanbul’a gelmiştir. Bu heyetin asıl amacı, yine Avrupayı incelemek, Japon ilerleyişinin temellerini kuvvetlendirmekti. Aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin de durumunu inceleyerek, iki ülke arasında iyi ilişkiler kurulması için temas ve tekliflerde bulunacaklardı. Heyetin teklifi yine Rusya’ya karşı biraz ihtiyatlı olmak şartıyla uygun karşılanmıştır. Heyet Padişah tarafından gayet iyi karşılanmıştır. Pera Palas Oteli’nde kalmışlar, protokol memurları Galip Bey ve Ahmed Ali Paşa tarafından karşılanmışlar, Ahmed Ali Paşa kendilerine mihmandar tayin edilmiş ve heyet mensuplarına nişan verilmiştir. Japonya’nın Osmanlı İmparatorluğu İle Münasebet Kurması Ticaret Anlaşması Projesi Bütün bu gelişmeler iki ülke arasında bir ticaret anlaşmasının yapılabilmesine zemin hazırlıyordu. Nitekim, 1881 Şubat’ında Dış İşleri Bakanlığı Komiseri Yoshida Masahura başkanlığındaki bir heyet İstanbul’a gönderilmiştir. Bu heyet, Osmanlı Devleti’nin siyasî, ekonomik durumlarını incelemiş ve hazırladığı raporu Petersburg’daki Japon ortaelçisi Yanagihara Yoshimitsu’ya göndermiştir. Yanagihara’da bu raporu oradaki Türk sefiri Şakir Paşa’nın hazırladığı Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut durumuna ait bir rapor ile beraber Dış İşleri Bakanlığına sunmuştur. Yanagihara ve Yoshida, Osmanlı Devleti ile yapılacak olan bir anlaşmanın önemini ve gerekliliğini belirtmişlerdir. Bunun üzerine Japon hükûmetinin talimatıyla Petersburg’daki Japon ortaelçisi Yanagihara oradaki Türk sefiri Şakir Paşa’ya hükûmetinin hazırladığı bir ticaret anlaşması müsveddesini sunmuştur. Şakir Paşa bu layihayı Babıâli’ye göndermiştir. Layiha 13 maddeden oluşuyordu. Önemli maddeleri arasında; - Her iki ülkede konsolosluk veya ticaret vekilliklerinin kurulması, - Her iki tarafın vatandaşının, diğerinin ülkesinde başka milletlerden olanlarla ticaret yapabilmesi, açık limanlarda gemilere izin verilmesi, arazi, mağaza işletilmesi, her çeşit eşya ticareti yapılabilmesi. Ayrıca bunlara müsaade edilen devletlerin vatandaşları ve gemilerine nasıl muamele ediliyorsa, her iki devletin vatandaşları ve gemileri için aynı uygulamanın yapılması, - İki devlet arasında ithalat ve ihracatın serbest olması, diğer devletlerden alınan vergilerden başka bir verginin alınmaması, - Harp gemilerinin karşılıklı girişlerinin serbest olması, - Her iki memlekette bulunan vatandaşların hukukî meselelerine kendi konsoloslukları ya da tüccar vekilliklerinin bakması, ayrıca iki ülke vatandaşlarının bulundukları memlekette yaralanma, cinayet gibi olaylarla karşılaşırsa, bu hadiselerin bulundukları ülke kanunlarına göre çözümlenmesi gibi maddeler bulunuyordu. Said Paşa bu konuda şunları söylemektedir; “Mütâlaasından ma’lûm olacağı üzere Japon lâyihası en ziyade mazhar-ı imtiyâz olan devlet muâmelesi esası üzerine mübtenî idi. Ticaret ve seyr ü sefâin muâmelatında bu esas mütekâbil kabul olunur ise de adliyece en ziyade nail-i müsâade olan millet muâmelesinde bizim için faide mefkuddur. Çünkü Japonya’da Sayfa 4 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) tebâ-yı ecnebiyye kavânin ve muhâkem-i mahâlliyeye ve Memâlik-i Osmâniyye’de ise kâdim-i muâhedatın ahkâmından ziyade müsamehâtımızdan tahsil eden sui teâmülât asârı olarak konsoloshane mahkemelerine tâbi’ olduklarından en imtiyazlı millet muâmelesini kabulde tebâ-yı Osmâniyye için Japonya’da menâfi’ mevcud değilse de Japonların burada istifadeleri bedîhîdir. Binâenaleyh teklif-i metükâbilimiz Japonya’nın Memâlik-i Osmâniyye’de seyahat ve ikâmet edecek olan tebâsına hukuk-ı milel kaidesi üzere muâmele olunması esasına bina olunmuştu”. Görüldüğü üzere, Japonların imtiyaz istemeleri bu anlaşmanın imzalanmasını engellemiştir. Ayrıca, başta Rusya olmak üzere Batılı devletlerin düşmanlığını çekmemek anlaşmanın imzalanmamasında etkili olmuştur. Padişah bu konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir; “Her ne kadar aramızda daimi bir diplomatik münasebet dahi mevcut değil ise de böyle bir anlaşma her iki tarafa da faydalı olabilir. Fakat Rusya ile üzücü bir vaziyete düşmemek için Türk-Japon ticarî ittifaklarında çok temkinli hareket etmemiz icap eder. Etrafımızdaki dostlarımızla ve de düşmanlarımızla iyi geçinebilmek için aradaki münasebetleri münasip bir seviyede tutabilmek; birisiyle dost olabilmek için diğerinin düşmanlığını celbetmemek, dikkat edilmesi zaruri olan hususlardır”. Neticede Abdülhamid’in Japonlar hakkındaki siyasî düşüncesi şu noktada toplanıyordu; Mikado ile güçlü bir dostluk kurmak, Rusya’yı da kuşkulandırmamak için Japonya ile siyasî bir ilişkiye girmemek, bununla birlikte bu dostluğu bir ittifak hâline getirmekti. Bu anlaşmanın imzalanmaması iki ülke arasındaki münasebetleri pek fazla etkilememiştir. Ancak Japonya’nın bu dönemde her zaman Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha girişimci olduğunu tekrar belirtmek gerekir. Nitekim 1883’te Japonya, Osmanlı Sadrazamı’na, Osmanlı Devleti’nin Petersburg Sefiri’ne ve padişahın yaverlerinden Hakkı Bey’e nişanlar göndermiştir. Osmanlı hükûmetide, Japon İmparatoru’na murassa’ Osmanlı nişanı verilmesinin düşünüldüğünü ve Petersburg Sefareti’nin bu konudaki fikirlerini bildirmesini istemiştir. Sefaret bunun üzerine, iki imparatorluk arasındaki münasebetlerin geliştirilmesi ve devamının sağlanması açısından Japon İmparatoru’na adı geçen nişanın verilmesinin münasip olacağını, 1 Nisan 1883 tarihli ve 84 numaralı telgrafla Bab-ı âli’ye bildirmiştir. Yine 1884’de Japonya Başbakanı Sanjo Sanetomi, kendisine verilen birinci rütbeden Mecidî nişanı için, Petersburg’daki Japonya sefiri aracılığıyla teşekkür etmiştir. Japonya Başbakanı’na Ertuğrul faciasından sonra Tahlisiye madalyası da verilmiştir. Bunun sebebi ise, Japonya Başbakanı’nın Ertuğrul Fırkatteyni’nin Japonya’da batmasından sonra gerek mürettebat gerekse şehit ve yaralılar için gösterdiği alâka ve yaptığı yardımlardır. 1886 yılında Japon İmparatoru’nun özel müşaviri olan Kont Koruda, heyeti ile birlikte Avrupa’nın durumunu inceleyerek İstanbul’a gelmiştir. Koruda İstanbul’a gelmeden önce de Rus İmparator ve İmparatoriçesi tarafından kabul olunmuştur. Bu Rusya ziyaretinin amacı Sibirya’nın mülki idaresini ve askeriyesini incelemek olarak açıklanmıştır. Koruda ve heyeti İstanbul’a Hocabey yoluyla gelmiştir. Petersburg sefirinin işaret ettiği üzere, kont ve heyetinin gelişi sırasında gümrüklerde kolaylık gösterilmesi istenmiştir. Daha önce gelmiş olan bazı Japon memurlarının eşyalarının gümrük vergisinden muaf tutulmaları göz önüne alınarak bu uygulamanın Koruda ve heyetine de uygulanılması istenmiş ve bu kolaylık kendilerine sağlanmıştır. Sadrazam Kamil Paşa, Kont Koruda ve heyetinin, Hariciye Nezareti’ne gelerek bu seyahat ve dönüş yolculuğu hakkında bilgi verdiğini ifade etmektedir. Buna göre heyet, Atina, Roma, Viyana, Berlin, Paris ve Londra’dan geçerek Amerika’ya ve buradan da Japonya’ya dönecektir. Bu heyete de nişanlar verildiğini görmekteyiz. Koruda’ya birinci, özel katibi ve tercümanına üçüncü rütbeden Mecidî, heyetteki askerî erkana da dördüncü rütbeden Osmanî nişanları verilmiştir. Koruda ülkesine döndükten bir yıl sonra (1887), Padişah’a tüfek ve hartûclar göndermiştir. Padişah’ın, Koruda’nın bu hareketine karşılık, kendisine bir şey verilmesinin gerekip gerekmediğini sorması üzerine, Hariciye Nezareti tarafından Kont Koruda’ya bir yıl evvel İstanbul’a geldiğinde birinci rütbeden Mecidî nişanı verildiği, bu sebeple tekrar bir nişanın verilmesine gerek olmadığı bildirilmiştir. 1886 Ekim’inde gelen Koruda ve heyetinden sonra, aynı yılın Aralık ayında Japonya hükûmeti Ticaret ve Ziraat Nazırı General Vikont Tani’nin iki subayla (özel katibi ve topçu yüzbaşısı) beraber İstanbul’a geleceği, Viyana sefaretinden bildirilmiştir. Osmanlı elçisi, Japonya’nın Viyana maslahatgüzarının, Vikont Tani’yi kendisine takdim ettiğini, İstanbul’da bir Japonya elçiliği bulunmadığından dolayı kendileri için Osmanlı hükûmetine hitaben bir tavsiye mektubu istediğini belirtmektedir. Bu heyetin, İstanbul’un gezmeye değer yerlerini görmek ve Padişah’ın huzuruna çıkmak arzusunda oldukları Sayfa 5 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) ifade ediliyor ve iyi karşılanmaları isteniyordu. Japonya’nın Osmanlı İmparatorluğu İle Münasebet Kurması Prens Komatsu’nun İstanbul Ziyareti 1881 yılındaki Yoshida’nın ticarî ve dostane münasebetler kurma girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının Japonlar üzerinde olumsuz bir etki bırakmadığı Koruda ve Tani başkanlığında Osmanlı Devleti’ne gelen Japon heyetlerinden anlaşılmaktadır. Japonya aradaki münasebeti kesmek istememiş ve bu ziyaretlerle dostluğu sıcak tutmuştur. Bundan sonra münasebetlerin daha da güçlendiği görülmektedir. 1887 yılının Eylül ayında, Japonya İmparatoru’nun amcası olan Prens Komatsu’nun eşiyle birlikte İstanbul’a yaptığı ziyaret, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde etkili olmuştur. 10 Eylül 1887 tarihli Paris sefaretinin Hariciye Nezareti’ne gönderdiği telgrafta, Avrupa başkentlerini gezmekte olan Prens Komatsu’nun, Eylül sonlarına doğru İstanbul’a gelmek istediği ve bu isteğinin kabul edilip edilemeyeceğini öğrenmek istediği belirtilmiştir. Bunun kabul edilmesiyle Komatsu ve on kişilik heyeti 25 Eylül 1887’de Paris’ten İstanbul’a hareket etmişlerdir. Heyet Göksu Kasrı’nda kalmış, Yıldız Sarayı’nda Padişah, Sadrazam ve ilgili bazı bakanlarla görüşmüştür. Prens Komatsu, resmî olmayan bu ziyaretinde karşılaştığı büyük ilgi ve yakınlıktan son derece memnun kalmıştır. Hatta dönüş yolculukları için kendilerine, İdare-i Mahsusa’dan Sakarya Vapuru tahsis edilmiştir. Bu vapur onları İskenderiye’ye ve Port Sait’e götürmüştür. Prens Komatsu’nun bu ziyareti iki ülke arasındaki münasebetleri geliştirme gayretlerini daha da arttırmıştır. Heyete, çeşitli rütbelerden Osmanî, Mecidî ve Şefkat nişanları verilmiştir. Yine Japonya Harbiye Nazırı’na ve bir miralaya da Mecidî nişanı verilmiştir. Komatsu da ülkesine döndükten sonra başta Sadrazam Kamil Paşa olmak üzere pek çok ilgili memurlara Sulilövan nişanı göndermiştir. Şimdiye kadar incelenen kaynaklarda Komatsu’nun ziyaretinde, Japon İmparatoru’nun, II. Abdülhamid’e gönderdiği Krizantem Nişanı’nı takdim ettiği belirtilmektedir. Oysa asıl olan, Komatsu’nun ülkesine döndükten sonra, Osmanlı Devleti’nde kaldığı süre içerisinde gördüğü yakın ilgiden dolayı Padişah’a teşekkür etmek amacıyla bu nişanın gönderildiğidir. Şöyleki; “... Prens ve Prenses Komatsu’nun Dersaadet’e ikametlerinde mazhar buyruldukları nevazeş ve iltifat ve alel-husus Japonya hakkında izhar buyrulan müesser-i celile ve devam-ı muhaselattan dolayı cenab-ı seniyyeyi el-cevanib hazret-i tacidari mücerred bir eser-i muhaddemet ve şükran olmak üzere Japonya İmparatoru hazretlerinin en memduh ve en muteber olan Krizantem Nişanı’nı ihda etmek arzusunda ve devleteyn beyninde münasebat-ı dostane tesisi teminatında bulunduğundan...” şeklinde Japonya’nın görüşlerini açıklayan saray nazırı, aynı zamanda da imparatorlarına da bir nişanın verilip verilemeyeceğini sormuştur. Japonlar, II. Abdülhamid’e İmparatorları tarafından ve posta ile gönderilen nişan, mektup ve hediyelerin içinde bulunduğu sandığın, ulaşıp ulaşmadığını Osmanlı Hariciyesi’nden sormuşlar, Hariciye Nazırı da bu durumu Sadaret’e bildirmiştir. Sadrazam Kamil Paşa da, nişanın ve hediyelerin ulaştığını, bunlara karşılık Osmanlı Devleti’nin Japon İmparatoru’na İmtiyaz Nişanı’nın verilmesini kararlaştırdığını ve nişanın hazırlandığını 7 Nisan 1889 tarihli tezkereyle bildirilmiştir. Sadaret tarafından Japonya’nın saray nazırına da, Japon İmparatoru’na İmtiyaz Nişanı’nın verileceği bildirilmiştir. Bu nişanın imal ettirilmesi için de Maliye Nezareti’ne emir gönderilmiştir. Daha sonra da, İmparator’a gönderilecek olan nişanın yaptırılarak Sadaret yaverlerinden Mehmed Bey ile Mabeyn’e gönderildiği, Sadrazam Kamil Paşa’nın 8 Nisan 1889 tarihli tezkeresiyle bildirilmiştir. 1883 yılında da Japon İmparatoru’na bir nişan verme girişiminin olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Japonya 1883’te Osmanlı Devleti’nin Sadrazamı’na, Petersburg Sefiri’ne ve yaverlerden Hakkı Bey’e nişanlar göndermişti. Bunun sebebi, iki ülke arasında 1881’de yapılan ticaret müzakereleri olmalıdır. Çünkü bu yılda iki ülkenin Petersburg sefirleri bu görüşmelerde aktif rol oynamışlardı. Görüşmeler neticelenmemişse de, Japonya bu işi nişanlarla tamamlamak istemiştir. Japonya’nın bu hareketi üzerine Osmanlı Devleti de Japon İmparatoru’na nişan vermek istemiştir. Bunun için de Petersburg sefirinin görüşünü istemiştir. Murassa’ Osmanlı nişanı üzerinde bir karara varıldıysa da bu neticelenmemiştir. Osmanlı Devleti’nin bu isteği, II. Abdülhamid’e Krizantem Nişanı’nın verilmesi ve Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’ya gönderilmesi kararından sonra gerçekleşebilmiştir. Bu arada Rusya Prens Komatsu’nun ziyaretinden rahatsız olmuştur. Çünkü kısa bir müddet sonra Çar, amcalarından Grandük Serj ile Grandük Paul’ü İstanbul’a göndermiştir. Ayrıca bunların refakatinde Grandüşes Serj’de bulunuyordu. Abdülhamid, Japon prensine gösterdiği ihtimamı, bu misafirlere de göstermiştir. Böylece Padişah aradaki dengeyi sağlayarak kuşkuları yoketmek istemiş olmalıdır. Sayfa 6 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Osmanlı ve Japon İmparatorlukları Arasında Münasebetlerin Başlaması (1867-1889) Osmanlı İmparatorluğu’ndan Japonya’ya Seyahatler Seyyah Kâmi’nin Japonya Seyahati Seyyah Kâmi arkadaşı Baba Fevzi ile birlikte Rusya ve Uzakdoğu’yu gezmek amacıyla 18 Mayıs 1887’de İstanbul’dan hareket emişlerdir. Kâmi, böyle bir seyahati, özellikle de Japonya’yı görmeyi çocukluğundan beri istediğini söylemektedir. Nitekim, Rusya’da pek çok yeri gezdikten sonra, Vladivostok’dan bir vapurla Japonya’nın Nagasaki limanına gitmişlerdir. Kâmi, bu yolculuğunu anlatan mektuplarını “Ümran” adlı dergiye göndermiştir. Japonya’ya kadar olan seyahati “Asya-yı Şarkiye Seyahat”, Japonya ile ilgili seyahati de “Maşrık-ı Aksa’da Seyahat” adı altında Ümran’da yayınlanmıştır. Japonya ile ilgili ilk mektubu 7 Ağustos 1303/19 Ağustos 1887 – Nagasaki tarihlidir. Mektuplarında gördüklerini, duyduklarını anlatmaktadır. Mesela, Japonya’dan gönderdiği mektubunda Avrupalıların bu ülkeyi çok gezdiklerini yazmaktadır. Avrupalı seyyahlar tarafından, Japonlar hakkında bilgiler verildiğini, kendisinin de bu konuda elinden geleni yapacağını ifade etmektedir. Kâmi Yokohama’da iken, Japonya’da yayınlanan “Japonya Sedası” ve “Japon Postası” adında Fransızca iki gazeteden bahsetmektedir. Bunlardan birinin yazarlarından birisiyle görüştüğünü, bu zatın, bir Türk’ün Japonya seyahatine kalkışmasına şaşırdığını ve hayran kaldığını söylediğini belirtmektedir. Kâmi, Osmanlı milletinden ve kendisi gibi bir Türk seyyahın Japonya’ya nasıl geldiğinden bahseden bir makale yazarak bu zata vermiştir ve makalesi adı geçen gazetelerden birisinde yayınlanmıştır. Kami’nin Ümran’a Japonya’dan gönderdiği dördüncü mektubu 4 Eylül 1887 tarihlidir. Buna dayanarak diyebiliriz ki, Kâmi ve arkadaşı Japonya’da iken Prens Komatsu da İstanbul’daydı. Yukarıda bahsedildiği gibi Komatsu, 1887 Eylül sonlarına doğru İstanbul’a gelmiştir. Seyyah Kâmi ve arkadaşı Baba Fevzi’nin Japonya yolculuğunun bundan sonraki gelişmeleri ve nasıl sonuçlandığına dair bir bilgiye ulaşılamamıştır. Mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla, bu seyahate kendi istekleriyle çıkmışlardır. Özel amaçlı olarak gönderildiklerine dair herhangi bir kayıt bulunamamıştır. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Yolculuğu Hazırlık Yolculuğun Sebebi II. Abdülhamid, Japonya ile ilişkilerde somut bir gelişme sağlamak için harekete geçerek öncelikle İmparator’un gönderdiği nişana, Osmanlı Devleti’nin en büyük nişanı ile karşılık vermek istemiştir. Ancak, bunun pek fazla duyulmaması için başka bir ad altında yapılması gerekiyordu. Görünürdeki sebep de Deniz Harp Okulu öğrencilerinin, okulda teorik olarak gördükleri ve aldıkları bilgileri denizde uygulamalarıydı. 1854’ten sonra, dış ülkelerle ticarî ilişkiler kurmaya başlayan Japonya, 1880 yılında İstanbul’a ticarî amaçlı bir heyet göndermişti. II. Abdülhamid buna karşılık bir heyet göndermek istiyordu. Ancak Rusları da kuşkulandırmak istemiyordu. Bu sebeple gidecek olan heyete resmî bir hüviyet vermek istiyordu. Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’ya 1863 yılında Hüdavendigar Okul Gemisi’nin Trablus ve Tunus’a, 1873 yılında Muhbir-i Sürur Fırkateyni’nin Basra’ya yaptığı seyahatler göz önüne alınarak, Ertuğrul Fırkateyni’nin de okul gemisi olarak Japonya’ya gönderilmesini emretmiştir. Abdülhamid’in tahta çıktığı günlerde, 1878 yılında, “Seiki” adlı Japon harp gemisi Avrupa gezisi sırasında iken İstanbul’a uğramıştı. Abdülhamid bu geminin kaptanı Yarbay İnoue’ye ve yine 1881’de İstanbul’a gelen Yoshida Masaharu’ya da Avrupalılar ile aralarında durum düzelince mutlaka Japonya’ya bir harp gemisi göndereceğini söylemiştir. “Yoshida:... harp geminizin ülkemize gönderilmesini ve devletinizin dev bayrağının Doğu’da parlatılmasını istiyoruz. Padişah: Ben de uzun zamandır bunu düşünmekte olmama rağmen biliyorsunuz son zamanlarda Avrupa ülkeleriyle meşgul olduğumdan isteğimi yerine getiremiyorum. Umarım ileride sakin günler gelirse mutlaka harp gemimizi göndermekle İmparator hazretlerinizin keyfini sorduracağım”. Ertuğrul Fırkateyni, Japonya yolunda iken, Alman İmparatoru II. Wilhelm, 2 Kasım 1889’da İstanbul’a gelmiş ve 6 Kasım’da da ülkesine dönmüştü. 8 Kasım tarihli “Times” gazetesi, bu ziyaret sonucunda Almanya ve Osmanlı Devleti arasında kesin bir anlaşma olmadığını, ancak Alman İmparatoru’nun elde ettiği maddî ve manevî semerelerin ileride Almanya’nın Osmanlı Devleti’nde etkili olacağını gösterdiğini yazıyordu. Bu ziyaretten önce 26 Ağustos 1889’da iki ülke arasında yeniden bir ticaret anlaşması imzalanmıştı. 1890’dan itibaren Abdülhamid, Almanya ile bir uyuşma dönemine adım atmış oluyordu. Başka bir ifadeyle Almanya’yı İngiltere’ye karşı Sayfa 7 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) bir tedbir olarak düşünüyordu. Alman İmparatoru’nun 1889’daki İstanbul’u ziyareti, İngiltere tarafından memnunlukla karşılanmıştır. Son yıllardaki Osmanlı-Rus yakınlaşmasına karşı dikkatli olan İngilizler, bu ziyaretten çok hoşlanmışlardı. Çünkü bu durum her Çar’ı rahatsız edecekti, hem de Padişah Alman-Rus muhalefetinin Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını sürdürmesi için faydalı olduğunu görecekti. Alman İmparatoru’nun ziyaretinden sonra daha da gelişen Türk-Alman yakınlaşmasının asıl amacı İngiltere’ye yönelikti. Ancak böyle bir hareket, Türklerin Alman-İngiliz taraftarı olmasını istemeyen Rusya’yı, aksi yönde kışkırtabilirdi. Rusya tehlikesini yumuşatmaya uğraşan Padişah’ın, bu devlete, Osmanlı Devleti’nin İngiltere ile bir ittifaka girişmeyeceğini göstermesi gerekiyordu. Ayrıca İngiltere ile Osmanlı Devleti’ni karşı karşıya getiren bir mesele daha vardı ki o da hilafet idi. 1877’de, Hindistan’da imparatorluk kuran, 1882’de Mısır’ı işgâl eden, Arabistan’ı da işgâl etmek isteyen İngiltere için, İslâm siyaseti büyük önem taşıyordu. Sadece unvan olarak kalmış gibi görünse de Osmanlı Padişahı’nın bütün Müslümanların emiri yani halife olması İngiltere için tehlikeliydi. Bu sebeple İngilizler “Arap hilafeti” konusu üzerinde çalışmaya başlamışlardı. 19 Ekim 1876’da Londra’da yayına başlayan “Mir’at-al-Ahwal” gazetesi Osmanlı hilafetini kabul etmeyen Arapların sözcüsü durumundaydı. İngilizler bu gazeteye para yardımında bulunuyorlardı. İngiliz basınının önde gelenlerinden “Times” hilafetin Osmanlılara kanuna uygun olarak geçmediğini, zorla alındığını yazıyordu. Böylece İslâm dünyasını; Türkler ile Arapları bölmek istiyorlardı. Abdülhamid de İngilizlerin bu hareketlerine karşı birtakım tedbirler düşünmüştür. Ertuğrul’un resmî amacını Japonya’ya iade-yi ziyaret ve Deniz Harp Okulu öğrencilerinin tatbikatı olarak göstermiş, pan-İslâmizme karşı endişeli olan Avrupalı diplomatlara ve basına bu işe karışma fırsatını vermemiştir. Süveyş, Aden, Bombay, Kolombo, Singapur, Saygon, Hong Kong gibi pan-İslâmizm propagandası bakımından uygun yerleri de seyahat programı içerisinde tutmuştur. Ertuğrul’un bu seyahati hakkında çıkan yazıların büyük bir çoğunluğunda, Türk-Japon dostluğunun gelişmesini istemeyen Rusları kışkırtmamak için “talim gemisi” ifadesinin özellikle kullanıldığı belirtiliyordu. Ancak bu görüş, 1904-1905 yıllarındaki Rus-Japon harbinden sonra ortaya çıkmıştır. O zamanki Rusya ise daha çok, Türk-Alman yakınlaşmasından endişeleniyordu. Türk-Japon ilişkileri Rusya için fazla bir önem taşımıyordu. Zamanın Rus Sefiri A. I. Nelidov, Dış İşleri Bakanı Giers’e gönderilen raporda şöyle diyordu: “Bu kere gönderilecek olan Ertuğrul Fırkateyni’nin asıl amacı, Kızıldeniz ve Arabistan sularında, Osmanlı bayrağının dalgalandırılması, bir de çok sayıda Müslümanların bulunduğu Hindistan’da da aynı gösterilerin yapılması üzerindeki sultanın emelidir... Ertuğrul Fırkateyni, Hindistan’ın bazı limanlarında, yerli Müslümanların (İngilizler ise onların Sultan’a olan manevî itaatlerini kırmak için durmadan çalışmaktadır) manevî güçlerini ve Sultan’a olan bağlılıklarını artırmak için duracaktır...” Ertuğrul’un Japonya’da kaldığı sürede buradaki Ruslar, gemi mürettabatına çok iyi davranmışlardır. Kazadan sonra ise Alman kruvazörü Wolf’un olay yerine gidip kurtarma çalışmalarına girişmesi üzerine Japonya’daki Rus sefiri, Japon hükûmetine, kazazedelerin Rusya aracılığıyla Türkiye’ye gönderilmesi teklifinde bulunmuştur. Netice olarak diyebiliriz ki Ertuğrul’un Japonya’ya gönderilmesi, Rusları rahatsız etmemiştir. Öyleyse Ertuğrul’un gönderilmesinin tek amacı İngiltere’ye karşı bir tedbirdir. Bunda iki fayda vardır: Birincisi, o zamanki uluslararası ilişkilerde, İngiliz-Rus dengesinin bozulmaması; ikincisi de İngilizlerin Osmanlı Devleti aleyhindeki hilafet kampanyasına karşılık verilmesiydi. Yukarıda belirttiğimiz gibi Ertuğrul’un Japonya’ya gittiği 1889-1890 yılı Avrupa açısından dünya sömürgecilik haritasının çizildiği bir dönemdi. Almanya bu sömürgecilikten pay almak istiyordu. II. Abdülhamid, İngiltere-Rusya ilişkisine karşı denge politikası izlemeye çalışıyordu. Bu yüzden 1870’li yıllarda Avrupa’ya açılmaya çalışan Japonya ile ilişki kurmayı, bu denge politikası çerçevesinde değerlendirmiş olabilirdi. Ertuğrul’un Japonya’ya ulaşmasının on bir ay sürmesi, bu ziyaretin amacının yalnız, Prens Komatsu’nun İstanbul ziyaretini iade etmek değil, ayrıca başka sebeplere de bağlı olduğu tartışmasına yol açmıştır. II. Abdülhamid, Ertuğrul’un seyahatiyle iade-yi ziyarette bulunduğunu belirtirken, Osmanlı sancağını, Kızıldeniz, Hint Okyanusu ve Japonya sularında sallandırarak Müslüman halkların Osmanlı Devleti’ne olan sempatisini Batı’ya göstermek istemiştir. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Yolculuğu Hazırlık Sayfa 8 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Geminin Seçimi Bir harp gemisinin Japonya seferi için hazırlanması haberinin duyulması üzerine, bu geminin hangisi olacağı hakkında, çeşitli söylentiler ortaya atılmıştır. Mesela “Asar-ı Tevfik” in bu sefer için hazırlandığı haberleri alınıyordu. Bu görev için bir ara “Hamidiye” ve “Avnullah”tan da söz edilmiştir. Bu gemiler içinde “Asar-ı Tevfik”, yenilik, sağlamlık ve makine kuvveti yönüyle Ertuğrul’dan üstündü. Bahriye Nazırı da bunun farkındaydı. Ancak, Paşa’nın sefere, Ertuğrul’un gitmesini zorunlu kılan endişeleri vardı: Girit ve Sisam adaları karışıktı. Arnavutluk tarafında ayaklanmalar oluyordu. Ermeniler de özellikle şark vilayetlerinde isyan çıkarıyorlardı. Kürt aşiretlerinden Hamidiye alayları teşkil edilmişti. Bu alayın zabitan ve ümerası da kendi içlerinden seçilmişti. Yemen, Arabistan işleri de iyi değildi. Özellikle adalarda çıkabilecek bir isyan anında donanmanın harekete geçirilmesi için Bahriye nazırına tebligatta bulunulmuştu. Eldeki gemilerin durumları da pek iyi değildi. Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa her ihtimale karşı elde birkaç işe yarar gemi bulundurmak istiyordu. Asar-ı Tevfik’i göndermemesinin sebebi de buydu. Neticede Ertuğrul Fırkateyni’nin gönderilmesi artık kesinlik kazanıyordu. Basında da bu konuyla ilgili haberler çıkıyordu. Japonya’ya gidecek olan bir “heyet-i mahsusa”dan ve bu heyetin Ertuğrul Fırkateyni ile gideceğinden bahsediliyordu. Bahriye Mektebi’ni bitiren öğrencilerin denizde daha iyi yetiştirilmeleri için, donanmadan uygun bir talim gemisi ile Hind-i Çin ve Japon denizlerine gönderilmek istenmesi üzerine bu iş için ahşap Ertuğrul Fırkateyni’nin elverişli olduğu ve Mart sonunda yola çıkarılmasının uygun olacağı 8 Şubat 304/21 Şubat 1888 tarihli tezkere ile bildirilmiştir. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Yolculuğu Hazırlık Yazışmalar Meselenin aslı şu idi; Mikado’nun amcası, 1887 senesinde İstanbul’a gelmişti. Padişah bu ziyarete karşılık vermek istiyordu. Padişah’ın Mikado’ya hediyelerini götürecek olan bir harp gemisi ile o yıl Mekteb-i Bahriye’den mezun olanların bilgi ve becerilerini artırmaları uygun görülmüştü. Bunun devletin idare kademesince de onaylandığını Sadrazam Kamil Paşa’nın 2 Şubat 1304/14 Şubat 1889 tarihli tezkeresinden öğreniyoruz. Kamil Paşa, Bahriye Nezareti’nden eldeki harp gemilerinden hangisinin eğitim gemisi olarak seçileceği ve hangi mevsimde yola çıkarılmasının uygun olacağı hakkında bilgi istemiştir. Bunun üzerine Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa tarafından yazılan 13 Şubat 304/25 Şubat 1889 tarihli tezkerede Ertuğrul Fırkateyni’nin bu işe uygun olduğu, gerekli tamiratın yapıldığı, mevsim olarak da Mart ayı sonunda yola çıkarılabileceği bildirilmiştir. Kamil Paşa’nın 14 Şubat 304/26 Şubat 1889 tarihli Sadaret tezkeresinden öğrendiğimize göre, Bahriye Nezareti cevap olarak, daha önce de, Mekteb-i Bahriye’den mezun olan talebenin öğrendiklerini uygulayabilmeleri için Mehmet Selim Fırkateyn-i Hümayunu’nun eğitim gemisi olarak kullanıldığını ve Bahr-i Sefid’de bulunduğunu örnek olarak göstermiş ve bahriye talebelerinin bu kez Hind, Çin ve Japonya taraflarına gönderilmesi için ahşap Ertuğrul Fırkateyni’nin seçildiğini, yola çıkış tarihinin de Mart sonu olarak belirlendiğini bildirmiştir. Ayrıca daha önceleri de 1863’te Hüdavendigar Okul Gemisi’nin Trablus ve Tunus’a, 1873’te de Muhbir-i Sürur Fırkateyni’nin Basra’ya gittiği göz önüne alınmalıydı. Buna karşılık Sadaret makamından gönderilen 20 Mart 305/1 Nisan 1889 tarihli tezkerede, belirtilen geminin ve mevsimin uygun olduğu, Padişah tarafından Japonya İmparatoru’na gönderilecek olan hediyeler ve İmtiyaz Nişanı’nın fırkateyn komutanı ile ulaştırılacağından komutanın dil bilmesi gerektiği belirtiliyordu. Bunun üzerine Bahriye Nezareti, 25 Mart 305/6 Nisan 1889 tarihli tezkeresinde; - Padişah’ın gönderdiği nişanı takdim etmek görevine ve gemi komutanlığına birkaç dil bilen ve denizcilikte yetenekli olan Osman Bey’in atanmasına, - Yolculuk sırasındaki masraflar ve subayların ailelerinin geçimini sağlamak için 12.000 kuruşun tahsisine, - Yirmi kişiden oluşan mızıka bandosunun bulundurulmasına, - Komutana kendisinin ve subayların davranışlarına ve yolculuğa dair (nerelere uğranılacağı vs. gibi) talimat gönderildiği bildiriliyordu. Bu talimat Bahriye Nezareti tarafından Ertuğrul Fırkateyni komutanına hitaben yazılmıştı ve on bir maddeden oluşuyordu. Geminin uğrayacağı yerler ile mürettebatın yapması gerekenler belirtiliyordu. Talimatın birinci maddesinde Ertuğrul’un yol güzergahı şöyledir: “Mezkûr fırkateyn-i hümâyûn Dersaâdet’ten hareketle Marmaris’e uğrayarak oradan Port Sait’e gidecek ve kanaldan ba’del-mürûr icâb eder ise Bahr-i Ahmer’e Cidde veya Kameron limanlarına dahi uğrayarak Aden’e Sayfa 9 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) mûvasalatla oradan Bombay veya doğruca Serendib Adası’nda Kolombo’ya, Gale ve Trinkomali limanlarına gidecektir. Mahall-i mezkûre Hindistan’ın meşhur iskelelerinden olmak hasebiyle burada görülmeye şâyân olan mevâki ve mümkün olduğu hâlde istihkâmât şâkirdâna gösterildikten ve icâbı kadar arâm edildikten sonra hareketle mevsim rüzgârları gözetilerek Hindistan’ı taraf-ı şarkîsinde bulunan Madras, Pondişeri ve icâbında Kalküta limanlarına dahi uğranılarak şâyân-ı temâşâ olan mahâller şâkirdâna gezdirilerek ve lüzûmu kadar arâm olunarak buradan dahi kıyâm edildikten sonra Akyab nâm limana teveccüh edilecek ve mahal-i mezkûre mavasalatta dahi lüzûmu görüldüğü kadar oturulduktan sonra kıyâm ile Malaka Boğazı’na müteveccihen seyr ü hareket ve boğaz-ı mezkûrda Penan ve Malaka ve Singapur limanları gibi meşhur limanlar görüldükten sonra cihet-i şimâle teveccüh ile Saygon limanı dahi görülerek Çin’in meşhur iskelesi olan Hongkong limanına azimet olunacaktır. Burası Çin ikliminin en meşhur memleketi olmak hasebiyle mevâki’-i mu’tenâ ve müstahkem görülüp icâbı kadar arâm edildikten sonra kıyâm birle lüzûmu görüldüğü ve heyet-i sefinece tensip kılındığı hâlde Svatov ve Amoy ve Şanghay limanlarına uğranılarak Çapon’da vaki’ (Nagasaki) limanına teveccüh edilecek ve oradan da Çapon Devleti’nin makarr-ı hükûmeti iskelesi olan Yokohama limanına azimet olunacak ve bi-mennihi teâlâ şehr-i Teşrîn-i evvel’de Dersaadet’e avdet edilecektir. Mezkûr limanlardan başka isimleri ta’dâd olunmayan sair bir mahalle gidilmek ve bu limanlarda ne müddet durulmak veyahud hîn-i hâcette esbâb-ı mâni’a-i bahriyye haylûletiyle zikr olunan mersâların bazısı terk olunmak ve yahud havaların müddet-i medîde muhâlif gitmesi hasebiyle limanlarda mu’tâddan ziyade durmak gibi hususat kumandan olan zatın heyet-i sefine ile bil-istişâre vuku’ bulacak karar ve tedbir-i makûle menût olup ancak bu gibi halâtın esbâb-ı mûcibe ve kavîyesi sefine jurnaline derc ve tezbîr edilerek Dersaadet’e hîn-i muvasalatta Bahriye Nezâret-i Celîlesine izâhen arz ve beyân edilecektir”. 30 Mart 305/11 Nisan 1889 tarihli tezkerede Sadrazam Kamil Paşa, yukarıdaki konulara ilişkin Padişah iradesinin çıktığını, ayrıca fırkateynin eksiklerinin olup olmadığının tespitini, eğer varsa giderilmesini ve bir aksilik çıkmazsa Ramazan Bayramı’nın beşinci günü (4 Haziran 1889) hareket edileceğini, hareket gününe kadar da eksikliklerinin tamamlanıp hazırlanmasını emrediyordu. Bahriye Nezareti, bu konuda Sadaret’e bir cevap vermemiştir. 1 Nisan 305/13 Nisan 1889’da Mabeyn Başkitabeti’ne bir maruzat göndermiştir. Bu maruzatta, Mekteb-i Fünun-u Bahriye’den mezun olan öğrencilerin Ertuğrul Fırkateyni ile Hind, Çin ve Japonya sularına gönderilmesi, hükûmetin emri olduğu için bu fırkateyne bilgili ve yetenekli bir komutan bir muavin (ikinci komutan) gerekli olduğu, bu görevlere Tekfurdağlı (Tekirdağlı) Ali ve Cemil Efendi kaptanların atanmasının uygun görüldüğü, rütbelerinin kaymakamlığa (yarbaylığa) yükseltilerek, Ali Efendi Kaptan’ın komutanlığa, Cemil Efendi Kaptan’ın ikinci komutanlığa atanmalarının uygun görüldüğü bildiriliyordu. Mabeyn Başkitabeti’nin bu teklifi kabul ettiği 2 Nisan 305/14 Nisan 1889 tarihli cevabından anlaşılmaktadır. Ertuğrul’un gönderilmesi konusunda Padişah iradesinin geç çıkmasının sebebi, geminin bu kadar uzun bir seyahate çıkmaya elverişli olmadığı görüşünün yaygın olmasıdır. Japonya’dan gelen bir mektup sözü edilen nişanın ne zaman gönderileceğini soruyordu. 24 Nisan’da Hariciye Nazırı bu mektuba nasıl cevap verileceğini Sadaret’e sorduğunda, Kamil Paşa konuyu Padişah’a bildirmiş, 30 Nisan’da buna cevap olarak yazılan iradede; “... zikrolunan Nişan-ı Ali’nin vapur-ı mahsûs ile gönderilmesi mukarrer bulunmasından neş’et eylediği...” şeklinde karşılık verilmiştir. Buna dayanarak, Ertuğrul’un gönderilmesinden bir ara vazgeçilmiştir diyebiliriz. Ayrıca, 3 Nisan 1889 tarihli “Times” gazetesindeki”... Osmanlı Deniz Kuvvetlerinden bir savaş gemisinin Japonya’ya gönderilmesi düşünülmekteydi. Ama vazgeçmişler...” şeklindeki haberden anlaşıldığı kadarıyle, Ertuğrul’un Japonya seferi hakkında ortalıkta birtakım söylentiler de dolaşıyordu. Sadaret tezkeresi ile emredilen Ertuğrul’un incelenmesi tamamlanarak, “... Fırkateyn-i Hümayun-u mezkurun Japonya sularına kadar azimet ve avdete ve şan-ı celil-âzamet-i delil-i saltanat-ı seniyye-yi i’lâ için râyet-i zaferâyet-i Osmânî’nin müntehâ-yı şark sularında kemâl-i muvaffakiyetle temevvücüne vâsıta olabilecek bir hâli haiz bulunduğu kemâl-i şükrân ve memnûniyetle görülmüş...” şeklinde bir rapor, 9 Mayıs 1889’da hazırlanmış ve Bahriye Nezaretine sunulmuştur. Raporun altındaki imzalar arasında Ertuğrul’un başçarkçısı olan Harty’nin imzası dikkat çekmektedir. Çünkü Harty’nin daha sonra bu raporu nakzeden bir başka rapor sunduğu bilinmektedir. Ertuğrul’un durumu ile ilgili olarak üç rapor verilmiştir. Bunlardan birincisi yukarıda bahsi edilen inceleme heyetinin hazırladığı rapordur. Diğer ikisi de İmalat Komisyonu ve Fabrikalar Komisyonu’na aittir. İmalat ve Fabrikalar Komisyonu’nun hazırladığı raporlarda, Ertuğrul’un her Sayfa 10 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) yönden bu yolculuğu tamamlayabilecek güçte olduğu belirtiliyordu. Her iki komisyon da raporlarını, 27 Mayıs 1889’da Bahriye Nezareti’ne sunmuşlardır. Bahriye Nezareti bu raporları, Sadaret’e 28 Mayıs 1889’da takdim etmiş ve geminin mükemmel bir hâlde olduğunun anlaşıldığından, hareket zamanının da yaklaştığından görevinin icrasına; ayrıca on bin liranın tahsisine emir ve müsaadesini istemişti. Ardından Maliye Nezaretince gemi komutanlığına maaş, ta’yinât ve kanal risûmuna ait olmak üzere on bin adet Osmanlı altınının gönderildiği ve hazineden 14 Temmuz 1889 tarihiyle Bahriye Dairesinin 1889 senesi tahsisâtına geçirildiğini öğrenmekteyiz. Bu raporların 28 Mayıs’ta Sadrazam’a takdim edilmesi bazı şüpheleri de ortaya çıkarmaktadır. Çünkü Ertuğrul’un hareket tarihi 5 Şevval 306/4 Haziran 1889 olarak belirlenmişti. İnceleme sonucunun bu tarihe yetişmesi gerektiği hâlde, raporlar ancak 28 Mayıs’ta verilebilmişti. Bu gecikmenin sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte Ertuğrul’dan vazgeçme düşüncesi olabilir. Çünkü Japonya yolculuğu için seçilen Ertuğrul’un bu seyahati tamamlayabileceği üzerinde şüpheler vardı. Hatta Ertuğrul’un bu yolculuk için uygun olmadığını belirten Harty bile daha önce Japonya’ya Ertuğrul’un gitmesinde bir sakınca görmeyen raporun altına imza atmıştı. Komisyonların hazırladıkları raporlar da gecikince, hareket tarihi 4 Haziran olarak belirlenen Ertuğrul, ancak 14 Temmuz’da Japonya’ya doğru yola çıkabilmiştir. Ertuğrul’un başçarkçısı olan İngiliz Harty, bir rapor hazırlamış ve raporunda geminin kazanının hiç değiştirilmemiş olduğunu, kazan yerinden oynatılmadığı için de kazan altının gözden geçirilmemiş ve onarım görmemiş olması sebebiyle makinadaki haraplığın, o koca tekneyi 8-9 milden fazla götüremeyeceğini, hava ne kadar elverişli olursa olsun, yelkenle, bu büyük yolculuğu hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğini söylemişti. Harty, bu raporu yüzünden görevinden alınarak, adalar arasında çalışan vapurlardan birine çarkçıbaşı olarak atanmıştır. Ancak Harty’nin raporu bir şekilde saraya ulaşmış olmalı ki, Başkatip Süreyya Paşa imzasıyla, 22 Mayıs 305/3 Haziran 1889 tarihli resmî yazıda, Ertuğrul’un yolda kalmasının pek ayıp ve çirkin olacağı, bu takdirde, başka uygun bir geminin bu yolculuk için hazırlanmasını ya da Ertuğrul’un mükemmel bir şekilde tamir edilmesini emreden iradenin çıktığını görmekteyiz. Bu iradenin aslı bulanamamıştır. Ancak, 25 Mayıs 305/6 Haziran 1889 tarihli ve Sadrazam Kamil Paşa’ya hitaben yazılan ve Ertuğrul’un Japonya’ya gidip gelecek kadar mükemmel olmadığının duyulduğu, bu sebeple ya Ertuğrul’un iyi bir şekilde tamiri, ya da yeni bir geminin hazırlanmasının istendiğine dair üç gün sonra yazılan bir iradeye ulaşabildik. Harty’nin görevden alınmasına karşılık Bahriye Nezareti, fırkateynin eski çarkçısı Harty Bey’in ne sözlü ne de yazılı bir müracaatı olmadığını, kendisinin gemiden çıkarılmasının sadece Ertuğrul’un bünyesinde yabancı işçi bulundurulmasının uygun olmadığından ve Adalar Vapuru’na tayinin ise Londra’dan yeni gelmiş olan bu vapurun yeni sistem makinasını tanıyıp kullanabilecek bir eleman olmasından kaynaklandığını açıklamıştır. Harty’nin yerine de Miralay İbrahim Bey, başçarkçı olarak atanmıştır. Harty yeni görevine gitmeden önce nezarete bir dilekçe takdim ederek, bu dilekçede Girit seferinde Gamsız Hasan Bey’in yanında çarkçıbaşı olduğunu, Arkadi Vapuru’nun yakalanmasında büyük bir hizmeti olduğunu, nişanla ödüllendirildiğini, miralaylığa kadar yükseldiğini belirterek, samimi olarak bildiklerini söylediğinden dolayı, küçük bir geminin çarkçıbaşılığına getirildiğini, ancak, Çin veya Hind denizlerinde bile bile ölmektense, bu vazifede kalmanın kendisine bir lütuf olduğunu ifade etmiştir. Bahriye subayları arasında da Ertuğrul’un bu seferi tamamlayıp tamamlayamayacağı hakkında tartışmalar sürüp gidiyordu. Japon Denizi’nde çok büyük tayfunların olduğu, Ertuğrul’un bu tayfunlara dayanamayıp, bir Karamürsel kayığı gibi kalacağı ve ayrıca bu yolculuğa yeni mezunların gitmesinin de bu seferi gerçekleştirmenin zorluğunu daha da arttıracağı söyleniyordu. Ancak buna rağmen, Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın bu seferi gerçekleştirmekte ısrarlı olduğu iddia ediliyordu. Yine Şura-yı Bahriye azasından olan ve İstanbul Vapuru komutanı Şükrü Paşa da II. Abdülhamid’e dört rapor takdim etmiştir. Paşa raporlarından birisinde Bahriye Nezaretinin mazbatasını niçin imzalamadığını açıkladıktan sonra, Ertuğrul’un tekne ve kazanlarıyla diğer bölümlerinin açık denizlere dayanamayacağını bildirmiş ve bu geminin Japonya’ya gönderilmesinden vazgeçilmesini istemiştir. Ayrıca Bahriye Erkân-ı Harb dairesinde ferik rütbeli İngiliz Amirali Vodz da Padişah’a takdim ettiği arîzada; “Ben, bu memleketin ekmeğini yemiş bir memurunuzum. Doğruyu söylemek ve bu memleketin hayır ve menfaatine çalışmak vazifemdir. Zat-ı şahanelerine hakikati olduğu gibi arz etmezsem, vazifeme, Sayfa 11 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) vicdanımın emrine ihanet ve küfrân-ı nimet etmiş olurum. Ertuğrul gemisi, gerek makinaları, gerek bünyesi itibariyle açık denizlere tahammül edecek metâneti haiz değildir. Japonya’ya gidip gelebilecek kudret ve kuvvette olduğu hakkındaki bütün iddialar ve mazbatalar yalan ve yanlıştır. Bu hususta zat-ı şahaneleri iğfal ediyorsunuz. Bu hakikati huzur-u şahanelerinde ve bütün bahriye mütehassıslarının muvacehesinde izah ve isbata muktedirim. Bu geminin Japonya’ya gönderilmesinden vazgeçilmesini istirham ederim” diyordu. Bu gibi görüşler sadece Ertuğrul’un yolculuğu ile ilgili değildir. Japonya yolculuğu hakkında da söylenenler dikkati çekmektedir. Mesela Japonya seferinin Bahr-i Sefid seferleri ile asla kıyaslanamayacağı söyleniyordu. Bahr-i Sefid yolculuklarında bir limana iltica etmek mümkündü. Halbuki Aksâ-yı Şark seferinde bu o kadar da kolay değildi. Bu sebeple bu yolculuk sırasında uğranılacak limanlar, geçilecek denizler ve özellikle geminin karşılaşacağı mevsim rüzgârları hakkında bilgiler veriliyordu. 19 Haziran 305/ 1 Temmuz 1889 Pazartesi günü, Bahriye Nazırı, Sadrazam tarafından çağrılmıştır. Bunun sebebi de Padişah’ın Ertuğrul’un yetersizliği üzerine çıkan dedikodular hakkında geminin Japon seferini yapıp yapamayacağı konusunda kesin karara varmak istemesiydi. Bunun için de 23 Haziran /5 Temmuz’da Cuma selâmlığında Ertuğrul mürettebatı Padişah tarafından teftiş edilecekti. Neticede Padişah mürettebatı beğenmiş ve geminin 2 Temmuz/ 14 Temmuz 1889 Pazar günü Japonya’ya hareketini emretmişti. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Yolculuğu Hazırlık Ertuğrul Fırkateyn-i Hümayûnu Ertuğrul Fırkateyni Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılmıştır ve 19 Ekim 1863 Pazartesi günü Padişah huzurunda denize indirilmiştir. Sultan Abdülaziz, 25 Haziran 1861’de tahta geçmiştir. Bu dönem dünya gemiciliğinde mühim yeniliklerin başlangıç yıllarıdır. Gemilerde yelkenlilerden buharlılara, ahşap teknelerden sac teknelere geçilmekte ve gemiler zırhla kaplanmaktadır. Bundan sonraki otuz yılda meydana gelen gelişmeler, büyük bir hıza ulaştı. Bilimdeki ilerlemeler, gemilere tatbik edildi. Dretnot icat edildi. Denizaltı, mayın, infilaklı mermiler ve diğer deniz araç ve silâhları bu dönemde bulunmuştur. Osmanlı Devleti denizciliğinde de ilk kıpırdanışlar Sultan Abdülaziz döneminde görülmektedir. Abdülaziz 29-30 Mayıs 1876’da tahttan indirilmiştir. Arkasında 25 zırhlı, yüzden fazla ahşap gemiden kurulu, sayıca dünyanın ikinci büyük donanmasını, top fabrikalarıyla birlikte modern bir tersane ve batı ayarında birkaç askerî fabrika bırakmıştır. II. Abdülhamid ise tahta geçtikten sonra, donanmayı Haliç’e demirletmiştir. Bunun sebepleri şöyle sıralanabilir: 1. Donanmanın kendisini de amcası Abdülaziz gibi tahttan indireceği korkusu. 2. Donanmayı yenilemek ve yaşatmak borçlanmak demektir. Osmanlı Devleti’nin eski borçlarını temizlemek, yeniden borçlanmamak arzusu. 3. Ruslara taviz vermek. 4. İngilizlerle dost geçinmek. Bunların hepsi doğru olabilir. Ancak en geçerli sebep borçlanarak kurulan donanmanın Osmanlı-Rus harbinde (93 Harbi) hiçbir varlık gösterememiş olmasıdır. Bu dönemde, saraydaki Paşalar da donanmaya yabancı olunca, donanma kaçınılmaz olarak Haliç’e demirlenmiştir. II. Abdülhamid bu konuyla ilgili şunları söylemektedir: “İstanbul Konferansı göstermişti ki, Abdülaziz Han’ın orduyu ve donanmayı güçlendirme yoluna girmesi, büyük devletleri telâşlandırmış ve bu teşebbüs hayatına mal olmuştu. Daha sonra kopan Rus muharebesi ordunun güçlendiğini ortaya koymuştur. Eğer hanedana baş kaldıran subaylar ve hanedana bağlı subaylar meselesi olmasaydı Rus ordularını durdurabilecek ve zaferi kazanabilecektik. Demek orduya verilen emekler boşa gitmemişti. Buna karşılık bu muharebe, donanmanın sayı üstünlüğüne rağmen bir iş göremediğini de ayrıca ortaya koymuştur. Çünkü bizim gemilerimizin hemen hepsinde İngiliz çarkçıbaşıları vardı. Bu, donanma İngilizlerin elindeydi demektir. Bu çarkçıbaşıların bazılarını muharebenin başında değiştirmek istediğimiz zaman, İngiltere elçisi saraya koşmuş ve bu teşebbüsün İngiltere’ye itimadımız olmadığı biçiminde yorumlanacağını açıkça söylemekten çekinmemişti. Öyleyse, bir donanmamız yok demekti. Çünkü bu donanma, hem Fransızlarla İngilizleri bize düşman ediyor, hem savaşta bir işe yaramıyordu. Faydası olmayan, fakat mazarratı olan bir şeyi muhafaza etmek aklın icabı dışındadır. Donanmayı Haliç’e çektirdim ve böylece Fransız ve İngilizlere, Akdeniz’de kendileri ile boy ölçüşmeye niyetimiz olmadığını anlatmış oldum. Gerçekten bu tedbir uzun süre İngilizleri ve Fransızları bizimle uğraşmaktan uzak tutmuştur”. Ertuğrul daha önce de belirtildiği gibi 1863 yılında İstanbul-Kasımpaşa Sayfa 12 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Tersanesi’nde inşa edilmiştir. Makine ve kazanları 1864’te İngiltere’de monte edilmiştir. 1865’te Kosova ve Hüdavendigar gemileriyle birlikte İngiltere’den yurda dönerken Cherburg, Toulon ve bazı İspanyol limanlarına uğramış, İstanbul’a gelişinde de Beşiktaş Sahil Saray-ı Hümayunu (Dolmabahçe Sarayı) önünde demirli kalmış, bir süre sonra da Haliç’e kapatılmıştır. Ertuğrul’un ölçüleri ise şöyledir: Boyu :250 kadem Genişlik : 50 kadem Umk (Derinlik) : 25,6 Çektiğu Su : 20.6 kadem Tonu : 2344 Makinası : 600 beygir gücünde, adi konderserli, ufkî çift silindirli Kömürlükler : 450 ton kömür alır Sürati : 10 mil Silâhları : 8 adet 15 santimlik Krupp topu, 5 adet 150 librelik Armstrong topu, 2 adet 4, 2 adet 3 fontluk Krupp, 2 adet 5 namlulu Hockins, 2 adet 5, 4 adet namlulu Nordenfeld, 1 adet 12 ve 1 adet 6 librelik roket kovanı, 1 torpido atış kovanı, 2 torpido, 100 Martin Henry tüfeği, 100 Wenchester tüfeği ve 40 adet tabanca. Yani Ertuğrul 79 metre boyunda, 15,5 metre genişliğinde idi ve 8 metreye yakın su çekiyordu. 60 ton su alıyor, aldığı kömürle de 10 mil süratle 9 saat seyredebiliyordu. Gemi zamanına göre modern araçlarla donatılmış, elektrikle aydınlatılmıştı. Bunlar göz önüne alınarak teknenin çürüklüğünden başka kusuru yoktu denilebilir. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Yolculuğu Hazırlık Mürettebat Ertuğrul’a komutan olarak Miralay Osman Bey’in tayin edildiği daha önce ifade edilmişti. Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa, daha önce Ertuğrul’a komutan olarak Osman Bey’in büyük kardeşi Albay Mehmet Raşit’i seçmişti. Ancak kendisi geminin durumunun berbat olduğunu söyleyerek bu görevi kabul etmemişti. Nitekim Albay Osman Bey Süveyş’ten kardeşi Albay Mehmet Raşit’e yazdığı mektupta; “Ertuğrul’un komutanlık vazifesini kabul etmemekte çok haklısın, Japonya’ya gitmek şöyle dursun bu gemi ile şuradan şuraya gidelemez... Ben de bunu kabul etmeyecektim ama! Hem kayınbabamın sözünden çıkmak istemedim hem de bir türlü geçinemediğim karımdan kurtulmak istedim. Ölürsem de gam yemeyeceğim” diyordu. Ertuğrul’un mürettebat sayısı kaynaklarda farklı olarak karşımıza çıkmaktadır. Süleyman Nutku, subayların ismini ve sayısını ayrıntılı olarak verirken erlerin sadece sayısını vermekle yetinmiştir. 54 subay ve 553 er olmak üzere toplam 607 kişiden bahseder. Bazı çalışmalarda da Ertuğrul’un mevcudu toplam 609, 61 subay ve memur, 548 er ve erbaş olmak üzere toplam 609 kişi; 56 subay 537 er toplam 593; 62 subay 547 er ve erbaş, toplam 609; 61 subay ve memur 548 er toplam 609; 56 subay 537 er ve erbaş, 6 sivil personel olmak üzere toplam 599; toplam 607; 56 subay, 591 er ve bazı sivil teknisyenler olmak üzere toplam 655; 44 subay, 14 mühendis (yüzbaşı), 591 er, 5 sivil ve 1 şair olmak üzere toplam 655 olarak verilmektedir. Bu arada başkatip Süreyya Paşa’nın 14 Temmuz 1889 tarihli resmî yazısında Ertuğrul Fırkateyni mürettebatına Osmanî ve Mecidî nişanlarının verildiği belirtilmektedir. Şöyleki; Güverte Sınıfı Osmanî Mecidî Süvari kaymakam Ali Bey 3 Süvari muavini kaymakam Cemil Bey 3 Süvari-yi sani binbaşı Nuri Bey 4 Kol-ı evvel Mehmed Kaptan 4 Kol-ı sani Reşad Kaptan 4 Kol-ı sani Tahsin Kaptan Sayfa 13 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) 4 Kol-ı sani Tevfik Kaptan 4 Kalyon katibi Cemal Efendi 4 Fırkateyn katibi Mustafa Efendi 4 Topçu muallimi yüzbaşı Celal 4 Yüzbaşı Hamdi Efendi 4 Yüzbaşı Hulusi Efendi 4 Yüzbaşı Nuri Efendi 4 Yüzbaşı Ömer Lütfi Efendi 4 Yüzbaşı İzzet Ağa 4 Mülazım Necib Efendi 5 Mülazım Saffet Efendi 5 Mülazım Şemseddin Efendi 5 Mülazım Mehmed Efendi 5 Mülazım İbrahim Şevki Efendi 5 Mülazım Basri Efendi 5 Mülazım Tahsin Efendi 5 Üçüncü sınıf imam Ali Efendi 4 Kol-ı evvel Ömer Kaptan 4 Silâhendaz mülazım Ferdi Ağa 4 Mızıka mülazımı İsmail Ağa 4 İnşaiye sınıfından mülazım Ali Efendi 5 Miralay tabib Hüseyin Hüsnü Bey 3 Kol-ı sani tabib Yasef Efendi Sayfa 14 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) 4 Cerrah Şevket Efendi 5 Çarkçı Sınıfı Miralay İbrahim Bey 3 Binbaşı Ahmed Bey 4 Kol-ı evvel Arif Efendi 4 Kol-ı sani Şevki Efendi 4 Yüzbaşı Cemal Efendi 4 Yüzbaşı Mehmet Ali Efendi 4 Yüzbaşı Said Efendi 4 Yüzbaşı Arif Efendi 4 Mülazım Sadık Efendi 5 Mülazım Ali Efendi 5 Mülazım Kadri Efendi 5 Mülazım Kemal Efendi 5 Mühendisler Agah Efendi 5 Rıza Efendi 5 Asaf Efendi 5 İzzet Efendi 5 Mehmed Efendi 5 Haşim Efendi 5 Ali Efendi 5 Ahmed Efendi 5 Mehmed Tevfik Efendi 5 Sayfa 15 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Haydar Efendi 5 Ali Efendi 5 Şemi Efendi 4 Mehmed Ziya Efendi 5 Ahmed Ziya Efendi 5 Salih Efendi 5 Burada kazanhane işçilerinden Sürmeneli Osman bin Mehmed Usta’nın 750 kuruş aylıkla Ertuğrul’un kazancılığına Fabrikalar Komisyonu tarafından atandığını belirtmekte gerekir. Japonya yolculuğu sırasında nerelere uğranılacağı hakkında bir talimat Ertuğrul’un komutanına verilmişti. Bu kez ise gemi personelinin uyması gereken kuralları açıklayan bir talimat daha açıklanmıştır. 13 maddeden oluşan bu talimat mürettebatın düzen ve asayişinin sağlanması içindi. Personelin limanlarda çok güzel ve tek tip kıyafetlerle görülebilmesi için yeni kıyafetler ısmarlanmıştı. Tüm personele ikişer tane fes, ikişer takım kışlık, dörder takım yazlık elbise ve üçer çift ayakkabı verilmesi emredildi. Ancak bunların bir bölümü satın alınabildi. Feslerin kalıplanabilmesi içinde top ambarlarında mangal kömürü ile çalışan bir kalıphane yaptırıldı, gemiye de bir fes ustası tayin edilmişti. Japonya Seferi Yolculuğun Başlaması (İstanbul) Ertuğrul’un hareket tarihi daha önce de belirtildiği gibi Ramazan Bayramı’nın beşinci günü (5 Şevval 306/4 Haziran 1889) olarak belirlenmişti. Ancak fırkateyn 14 Temmuz 1889’da yola çıkabilmiştir. Bunun sebebi daha önce belirtildiği gibi, inceleme raporlarının Sadrazam’a geç ulaşması ve Ertuğrul hakkında ortaya çıkan şayialardı. Gemi hareketinden sonra Ahırkapı önlerine gelince yelken açmıştı. Bahriye Liman Komutanı Hasan Paşa, tekneyi Yeşilköy’e kadar uğurlamış ve buradan bir istimbotla geri dönmüştü. Hasan Ali Yücel, anılarında annesinin ağzından büyük babası kumandan Ali Bey, Ertuğrul ve yolculuk hakkında bilgiler vermektedir. Ertuğrul’un İstanbul’dan ayrılışını da annesinden şöyle aktarmaktadır; “Sultanselim’den Haliç tabak gibi görünürdü. Ertuğrul da Kasımpaşa’da Dîvanhane önünde duruyordu. Hasta, loğusa döşeğinde yatan annemden başka bütün ev halkı, pencerelerde gemiyi seyrediyorduk. Öğle üzeri bir de baktık, gemi hareket etti. Bütün askerler güvertede, mızıkalar ey gazileri çalıyor. Yelkenleri açılmamış gemi, çarkını işleterek yürüyordu. Bayraklarla donatılmıştı. Zannettik ki Beşiktaş önünde duracak. Halbuki Sarayburnu önünde kıvrılınca işi anladık. Hepimizde bir ağlama... Böyle gittiler. O zaman halk köprüye, deniz kenarlarına toplanmış, sesler, bağrışmalar bizim konağa kadar geliyordu: Besmeleyle Ertuğrul’um demir aldı Hep ahali sahillerde bakakaldı Çoluğun çocuğun feryadı arşa vardı Hak selâmet versin şanlı Ertuğrul’a. Üç direkli fırkateyndir gemimiz Kimimiz bekârız, evlidir kimimiz Gayret edin çocuklar Capanyadır yolunuz Hak selâmet versin şanlı Ertuğrul’a”. Japonya Seferi Süveyş İstanbul’dan yola çıkan Ertuğrul, Marmaris limanına, oradan Süveyş’e gelmiş, Port-Sait’te bir gece kalmıştır. Port-Sait’ten ayrıldıktan sonra kanalda iki kez kazaya uğrayan Ertuğrul (27-28 Temmuz 1889), burada havuza alınmıştır. Bu kaza üzerine Bahriye Nezareti, Osman Bey’in yanına bir iki subay alarak posta vapuruyla Japonya’ya gitmesini ve İmparator’a takdim edilecek nişan ve hediyeleri teslim etmesini kararlaştırmıştı. Ancak bu karardan, Osman Bey’den Sayfa 16 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) gelen telgraftan, geminin havuza girdiği takdirde onarımının birkaç gün içinde tamamlanacağının öğrenilmesiyle vazgeçilmiştir ve Ertuğrul’un 27 Ağustos’a kadar hazırlanması için gerekenin yapılması istenmiştir. Ancak Ertuğrul 30 Ağustos’ta havuza girmiştir. Onarımı 10-12 gün içinde tamamlanarak Ağustos’un sonuna doğru yola devam edeceği gemi komutanından Bahriye Nezareti’ne bildirilmiştir. Ayrıca Ertuğrul Süveyş’te iken Rus vapuru ile 3 subay, 3 er ve 20.000 okka eşya navlunu ve kamara ücreti olarak 3387 kuruş gönderilmiştir. Süveyş’ten hareket tarihinin belli olması üzerine, Almanya bahriye rasathanesi müdürü profesör Neumar tarafından Ertuğrul’un Süveyş-Japonya güzergahı hakkında bir muhtıra yazılmıştır. Profesör burada, uğranılacak yerlerin iklimi, geminin gücüne göre nasıl hareket edebileceği v.s. hakkında bilgi vermektedir. Ertuğrul 23 Eylül 1889’da Süveyş’ten ayrılmıştır. Ertuğrul’un süvarisi Ali Bey eşine gönderdiği mektupta, geminin güzelce tamir olduğunu, hatta İstanbul’da yapılmayanları dahi yaptıklarını, sadece kazanların biraz aktığını yazmaktadır. Japonya Seferi Cidde-Aden-Bombay-Kolombo Süveyş’ten ayrılan Ertuğrul, Cidde’ye uğrayarak 7 Ekim 1889’da Aden’e varmıştır. Bu arada, Bahriye Nezareti’nden Ertuğrul gemisi komutanlığına Aden’den kömür almasının uygun olacağı bildirilmiştir. Yolculuğun yapıldığı tarihlerde Kızıldeniz’in doğu kıyıları Osmanlı İmparatorluğu’na aitti. Bahriye Nezareti emrinde olmak üzere Cidde ve Kameron’da bir askerî liman, Konfide’de bir üs, Hüdeyde’de bir komodorluk bulunuyordu. Gemi komutanı Osman Bey’den gelen 7 Ekim 1889 tarihli telgrafta, Aden’e gelindiği, 10 Ekim tarihli diğer telgrafta da Kolombo’ya doğru hareket edildiği, 21 Ekim tarihli telgrafta Bombay’a uğranıldığı ve 27 Ekim tarihli telgrafta da Singapur’a doğru Bombay’dan hareket edildiği bildirilmiştir. Buna göre fırkateyn, Kolombo’dan geçip Singapur’a gidecektir. Buna göre 20 Ekim’de Bombay’a uğranılmıştır ve burada halk Ertuğrul’a ve mürettebatına büyük ilgi göstermiştir. Bombay’da yayınlanan iki gazete Ertuğrul hakkında makaleler yayınlamışlardır. Bunlardan “Gücerat dilinden” Kasıdı Bombay, 28 Ekim 1889 tarihli nüshasında gemiye karşı olan büyük ilgiden genişçe söz etmektedir. Mürettebatın Cuma günü camilerde namaz kılması, kıyafetleri ahlâklarının güzelliği halk üzerinde büyük etki bırakmıştır. Gazete özellikle de mürettebatın ahlâken İngilizlerden çok daha iyi olduğunu yazıyordu. Gazete, Hindistan Müslümanlarının sultana olan yakınlık ve sevgilerinin bu gemiyi ziyaret için yaptıkları hücumlardan anlaşıldığını belirtiyordu. Diğer gazete de İngilizce olarak yayınlanan Avocat of India’dır ve 29 Ekim 1889 tarihli nüshasında Ertuğrul ve mürettebatına geniş yer vermiştir. Ertuğrul Fırkateyni’nin Hobart Paşa’nın komutasında 1877-1878 Osmanlı-Rus harbine katıldığı belirtilmiştir. Bu makalede özellikle dikkatimizi çeken, İngiliz subaylarının Türk subaylarına verdikleri yemektir. İngilizler (buradaki Glocster Alayı ve subayları) Ertuğrul’un subayları ile Bombay’daki Osmanlı başkonsolosu Kadri Bey’i yemeğe davet etmiştir. İngilizler’in, Osmanlı Devleti’nin gemisini sıcak karşılamasının sebebi, halk üzerinde iyi bir izlenim bırakmak içindir. Çünkü gemiye sadece Müslümanlar değil, ateşperestler, putperestler de akın ediyorlardı. Buradaki Müslümanları kendi aleyhlerine çevirmemek isabetli olacaktı. Bombay’dan ayrılan Ertuğrul, 1 Kasım’da Kolombo’ya gelmiş ve burada bir hafta kadar kalarak Singapur’a doğru yola çıkmıştır. Burada da halkın yakın ilgisini görmekteyiz. Mesela gemi subaylarından birisi (adı verilmiş) Ceride-i Bahriye’ye gönderdiği bir mektupta Kolombo hakkında bilgi vermektedir. Halkın özellikle de Müslümanların giyinişleri, İslâm’ı yaşayışları, yemekleri, evleri vs. hakkında tafsilatlı bilgi bulabilmekteyiz. Bu subay burada da, yoğun ilgiyle karşılaştıklarını, gemiye yapılan ziyaretlerde izdiham oluştuğunu anlatmaktadır. Gemiye bir günde gelen kişi sayısının yirmi bin civarında olduğunu, geminin çevresinin kayıklarla dolu olduğunu da bildirmektedir. Bunun yanında Serendib ya da Seylan adasında, Hazret-i Adem’in gökyüzünden indiği yer vardır ve Hazret-i Adem buradan yürüyerek Hindistan’a gitmiştir. Bu sebeple burası kutsal sayılmaktadır. Bombay’da olduğu gibi Kolombo’da da sultanın adı hutbelerde okunuyordu. Gemi Bombay’dan yola çıktığında bir kaza daha geçirmişti. Ancak Kolombo’da tamir edilmedi. Çünkü burada havuz ve gerekli tamir malzemesi yoktu. Bu sebeple Singapur’a varmak için acele edilmeliydi. Ertuğrul Singapur’a varınca da “geri dönün” denilemeyecekti. Zaten İstanbul’a dönecek güce sahip olan gemi daha yakın mesafede olan Japonya’ya gidebilirdi. Japonya Seferi Singapur 15 Kasım 1889’da Singapur’a ulaşıldı. Albay Osman Bey, gemiyi salimen Singapur’a getirmeyi başardığı için, terfi ettirilerek mirlivalığa (tuğgeneral) Sayfa 17 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) getirilmiştir. Ayrıca fırkateynin sağkol ağası Ömer Kaptan da binbaşılığa terfi ettirilmiştir. Ancak Ömer Kaptan’ın neden dolayı binbaşılığa getirildiğine dair herhangi bir bilgi elde edilememiştir. 21 Kasım 1889 tarihli mazbatada, Bahriye Nezareti tarafından Ertuğrul’un ya Japonya’ya gitmesi (bunun için de Haziran’a kadar Singapur’da, dönüş için de Ekim’e kadar Japonya’da kalması gerekiyordu), ya da Osman Bey’in gemiyi Singapur’da bırakıp yanına birkaç subay alarak o sulara ait posta vapurları ile Japonya’ya gitmesi, nişan ve hediyeleri İmparator’a sunması, bir ay içinde Singapur’a ve oradan da İstanbul’a dönülmesi şeklinde öneride bulunulmuş ve Şura-yı Bahriye’den bu bahiste kesin bir cevap istenmişti. Şura-yı Bahriye’de Bâbıâli’ye bildirdiği kararda eğer fırkateynin Japonya’ya gitmesi istenirse mevsim rüzgârlarının esmesine kadar Singapur’da, sonra da Japonya’da kalmak ve dönüş masrafı için de 40.000 lira kadar miktarın tahsis edilmesi ya da Osman Bey’in posta vapurları ile Japonya’ya gidip görevini yerine getirmesi, bu arada fırkateynin Singapur’un civarındaki Cava adası ve diğer Müslüman halkı fazla olan yerlere uğrayıp Osmanlı’nın şanını dalgalandırıp azametini yükseltmesi ifade ediliyordu. Mektuplarından Ertuğrul’un yolculuğunu takip edebildiğimiz kumandan Ali Bey, bu kez 15 Kasım 1889 tarihli mektubunda “... buraların gemileri acayip, yani denizlerine göre yapılmış. Bizim geminin iki veya üç misli cesametinde olup, bizim mahut ise ekmekçi sepeti gibi gıcırdıyor. Bakalım gemimiz tahammül ederse ileri, olmazsa geri hareket olunacak zannederim” diye yazarak buradaki belirsizliği o da ifade ediyordu. Şura-yı Bahriye’nin kararı hakkında saraydan bir cevap çıkmamış, yaklaşık bir ay kadar sonra da Bahriye Nezaretinden Osman Paşa’ya 30 Aralık’ta bir emir gönderilmiştir. Burada bu konuya ilişkin herhangi bir iradenin çıkmadığı dikkate alınırsa, geminin Japonya’ya kadar gitmesinin düşünüldüğü anlaşılabilir. Bu arada Osman Paşa’nın mürettebat için istediği elbiseler de İdare-i Mahsusa vapuru ile Port Sait kömür memuruna, buradan da, posta vapurlarından biriyle gemiye ulaştırılmıştır. Ayrıca Bahriye Nezareti tarafından, Ertuğrul’un Singapur’dan hareket zamanının yaklaşması üzerine, 5.000 liranın gönderilmesinin de Bâbiâli tarafından Maliye Nezareti’ne emredildiği, Ertuğrul kumandanlığına bildirilmiştir. Şöyleki; “... Singapur’da bulunmuş olan Ertuğrul Fırkateyn-i Hümayunu’nun oradan hareketi zamanı hulul eylediğinden kumandanı canibinden vuku’ bulunan iş’ara nazaran hüzûmu acil görünmesiyle beş bin aded İngiliz lirasının Bank-ı Osmanî marifetiyle veya vesait-i saire ile şimdiden mezkur fırkateyn kumandan-ı mümaileyhe ifasıyla...” Ayrıca Osman Paşa, mürettebatın yemek masrafı için ayrılan paranın yetmediğini de merkeze bildirmiştir. Bunun üzerine Bahriye Nazırı 15 Mart 1890’da bu durumu arzetmiş ve Bahriye Şurası tarafından da fırkateynin subaylarının yemek masrafları için ayrılan tahsisatın 2.000 kuruş arttırılmasının kararlaştırıldığı bildirilmiştir. Osmanlı Devleti bir devlet olarak vatandaşı Banker Ohannes Efendi’den Ertuğrul’a gönderilecek olan paranın gemiye ulaştırılmasını istemiştir; “Banker Ohannes Aşiyan Efendi’ye Japonya’ya doğru İstanbul’dan hareket eden Ertuğrul Fırkateyni’ne ödenmesi gereken 2.000 adet İngiliz lirasının Bahriye Şurasınca kararlaştırıldığı gibi, Londra’da bulunan şubeniz aracılığıyla Singapur’da bulunan, adı geçen fırkateyn komutanına teslimi rica olunur. Paranın orada teslim günü, borsa piyasasına göre yapılmış olan masraflar her ne İngiliz lirası tutarsa tutsun Osmanlı lirasına çevrilmek suretiyle ödenecektir. Bu miktar Osman Paşa’ya gönderilecek telyazı üzerine Bahriye bütçesinden ayrılmıştır. Yukarıda belirtilen hususlar çerçevesinde gerekli olan paranın hemen gönderilmesi işleminin tarafınızdan yürütülmesi hakkındaki yazı, Bahriye Şurasınca hazırlanmış olup, keyfiyyet Osman Paşa’ya bildirilmiştir”. Geminin Japonya’ya nasıl gideceği hakkında görüş alışverişleri böyle devam ederken, Ertuğrul ve mürettebatı, Singapur’da bulunulduğu süre içerisinde, halk tarafından son derece samimi karşılanmıştır. 29 Ekim 1889’da Singapur’dan İstanbul’a çekilen telgrafta, Bombay ve Kolombo’da 30.000’den fazla Müslümanın gemiyi ziyarete geldiği, Singapur’a gelindiğinden itibaren de Malaga, Sumatra ve Cava’dan Müslümanların, prenslerin ve ileri gelenlerinin ziyaret akınlarıyla karşılaştıkları bildiriliyordu. Mürettebat hergün ziyafetlere davet ediliyordu. Hatta Sumatra, Cava ve Siyam Müslümanları, Felemenklilerin yaptığı mezalimi dile getiren iki adet yazıyı Osman Paşa’ya vermişler ve Osmanlı Devleti’nden yardım istemişlerdir. Bunun üzerine bölge Müslümanlarına mümkün olan yardımın yapılması gerektiği, bu konuda da Avrupa devletlerinden bazılarına, özellikle de İngiltere’ye müracaat edilmesinin uygun olacağı ve bu ahali için ne gibi Sayfa 18 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) teşebbüslerde bulunulmasını kararlaştırmak üzere konunun Meclis-i Vükela’da görüşülmesinin kararlaştırıldığı bildirilmiştir. Bunun yanında halk Ertuğrul’u kutsal bir yer olarak görüyor hatta şükranlarını sunmak için gemide secdeye varıp dua ediyordu. Singapur sularındaki gemilere de Osmanlı sancağı çekiliyordu. Ertuğrul, Singapur’da yolculuğa çıkmak için uygun havayı beklerken, dört aydan fazla bir süre burada demirlemek zorunda kalmıştı. Bu bekleyiş, sadece masraf bakımından değil, başka hususlar açısından da sakıncalar ortaya çıkarıyordu. Mesela, “Times” gazetesi, 5 Aralık 1889 tarihli nüshasında, “... Türk fırkateyninin gene arıza sebebiyle Singapur’da yola devam edemeyerek durduğu, taşınan nişan vesairenin ise posta vapuruyla gönderileceği...” yazıyordu. Bunun üzerine Hariciye Nezareti, Bahriye Nezaretinden bu konuyla ilgili olarak açıklama istemiştir. Bahriye Nezareti de bu makalenin asılsız olduğunu açıklamıştır. Yine Kolombo konsolosluğundan Londra elçiliğine oradan da İstanbul’a gönderilen gazete haberinde, Ertuğrul Fırkateyni’nin Singapur’da beklemesinin sebebinin kömürü ve onu alacak parasının olmamasından, liman vergisini de verememesinden dolayı olduğunu yazıyordu. Adı geçen gazete, Kolombo’da yayınlanan “Ceylon Observer” adlı gazeteydi ve bu gazetede çıkan makale “Novosti” adlı gazetede yayınlanmış, buradan da Krunştadski ve Stanik ile Journal de St. Petersburg gazetelerine naklen alınmıştır. Bu konu ile ilgili olarak Osman Paşa ile Singapur valisi arasında görüşme olmuş ve vali gerçeğe uygun olarak davranılacağı cevabını vermiştir. Bahriye Nezareti de Hariciye Nezaretine Ertuğrul’un Singapur’da durmasının sebebinin gerekli olan levazımatı sağlamak ve yelken kullanmak için uygun havanın beklenilmesinden kaynaklandığını, bu nedenle Ceylon Observer gazetesinde yayınlanan makalenin taraflarınca tekzip ettirildiğini bildirmektedir. Singapur’da yayınlanan “Free Press” gazetesi ise Ertuğrul Fırkateyni’nin arıza sebebiyle yola devam edemeyeceğini, bunun için de nişanın posta ile gönderildiğini yazıyordu. Bu gazeteye de yazısı tekzip ettirilmiştir. Bu kez de “Free Press” gazetesinin, Ertuğrul’un mürettebatı hakkında müsbet fikirler taşıyan bir makalesini görmekteyiz. “Singapur’da Filika Yarışı” adlı bu makalede Ertuğrul’un mürettebatından övgüyle söz eden gazete, geminin bandosunun kraliçe hazretlerinin marşını çalmaya başlayınca hazır bulunanların şaşırdığını ve ardın da Osmanlı Sultanı ve İslâm Halifesi Abdülhamid Han hazretlerinin ömür ve saltanatının devamı için dua okunduğunu ifade etmektedir. Japonya Seferi Saygon-Hongkong Ertuğrul 22 Mart 1890’da Singapur’dan hareket etmiş, ancak rüzgârın şiddetinden ve Singapur’dan alınan kömürün yetmemesinden dolayı Fransız sömürgesi olan Saygon’a uğrayarak kömür tedarik edilmiştir. 3 Nisan’da buradan hareket edilmişse de, aksi rüzgârdan dolayı geri dönüp 20 Nisan’a kadar beklenilmiştir. Burada Fransız subayları tarafından gemi mürettebatına ziyafetler verilmiştir. Hongkong’a 26 Nisan’da varan Ertuğrul, buradan kömür almıştır. Burası da İngiliz sömürgesidir. Japonya Seferi Nagasaki-Kobe-Yokohama 5 Mayıs’ta Nagasaki’ye doğru yola çıkmış ve yine kötü hava yüzünden Foçu’da beklemek zorunda kalmış ve burada yine kömür alarak 18 Mayıs’a kadar beklemiştir. 22 Mayıs’ta Nagasaki’ye dört gün sonra da Kobe’ye gelmiştir. Ertuğrul, 7 Haziran 1890’da son durağı olan Yokohama limanına ulaşmıştır. Ertuğrul limana yaklaşırken, burada beklemekte olan Japon, İngiliz ve Fransız donanmalarına ait gemiler tarafından karşılanmıştır. Osman Paşa, 13 Haziran 1890’da İmparator’a Padişah’ın mektubunu, nişanı ve diğer hediyeleri takdim etmiştir. İmparator Meiji de, o gece verilen yemekte, Osmanlı nişanını takmıştır. Ayrıca Osman Paşa’ya “Sulilövan” nişanının büyük kordonu ve yanındaki subaylara da aynı nişanın üçüncü ve daha sonraki rütbeleri hediye edilmiştir. Türk heyeti ayrıca İmparatoriçe’ye de taç ile murassa’ gerdanlığı sunmuştur. Heyet burada bulunduğu süre içinde karşılaştıkları muameleden son derece memnun kalmıştır. Türk heyeti, orada kaldıkları süreyi gerektiği gibi kullanmıştır. Mesela Japonların ve İngilizlerin de katıldığı filika yarışına iştirak etmişler ve Türk heyetinin bu yarışlardaki olumlu tutumu gazetelere yansımıştır. Osman Paşa da Tokyo’da yabancı devlet elçileriyle resmî temaslarda bulunmuştur. Bunlardan Rusya elçisi ile yaptığı görüşmede, elçi kendisini, görevini başarıyla tamamladığından dolayı tebrik etmiş, pederi Osman Paşa’nın namını bir kat daha yücelttiğini, böyle bir aile evlâdı olan kendisiyle görüşmesini de bahtiyarlık saydığını söylemiştir. Osman Paşa ise kendisinin Sinop’ta vatanına aynı hizmeti gören Amiral Osman Paşa’nın torunu olduğunu söyleyerek, tebriki için teşekkür etmiştir. Rus elçisi bu kez, büyük yanlışlık yapmadığını, bu şerefle de gerçek Sayfa 19 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) dedesini saygı ile anarak Osman Paşa’yı tebrik ettiğini söylemiştir. Osman Paşa Rus elçisinin aralarında olan bu konuşmayı her yerde anlattığını söylemektedir. Burada yine Banker Aşiyan Efendi tarafından Londra’dan Ertuğrul kumandanlığına 27673 dolar gönderilmiştir. Aşiyan Efendi 7 Ağustos 1890 tarihli istidasında da, bu paranın 549390 kuruşa karşılık geldiğini, alacağı komisyonu ve diğer masraflarıda belirtmiştir. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Yolculuğu Yokohama-İstanbul Dönüş İçin Hazırlık Osman Paşa, Bahriye Nezareti’ne gönderdiği yazıda, Ertuğrul’un Japonya’daki görevini yerine getirdiğini ancak dönüşte güney rüzgârına rastlayacağını ayrıca Ekim’e kadar olan zamanın da tayfun mevsimi olduğundan, değil Aden’e, Singapur’a kadar bile gitmesinin zor ve tehlikeli olacağını belirtiyordu. Bu sebeple, Japonya’nın Uraga, Hyogo ve Nagasaki ve hatta Çin’in Şangay gibi limanlarına uğranarak, buralarda birer ay beklemenin ve bu zamanın bu şekilde geçirilmesinin, o zaman esmeye başlayacak rüzgârlarla dönmenin uygun olacağını ifade ediyordu. Nezaret, Mabeyn’e gönderdiği tezkerede, Osman Paşa’nın birer ay bekleme önerisinin, geminin Singapur’da uzun süre kalmasından dolayı çıkan asılsız söylentileri önlemek için olduğunu ve ayrıca kalabalık bir Müslüman ahalisi bulunan Kalküta’ya da uğramalarının münasip olacağını bildirmiştir. 15 Haziran’da Osman Paşa’ya bildirilen talimatta, belirlenen limanlara uğranılıp buralarda belirlenen sürelerden fazla kalınmaması, uygun rüzgârlardan yararlanarak, kömürden tasarruf ederek bir an evvel İstanbul’a varılması, dönüş masrafı için de beşbin lira gönderileceği ve bundan başka para istenmemesi bildiriliyordu. Bahriye Nazırı bu kez geminin hareket ettiği takdirde Uraga ve Nagasaki’den sonra, hava müsait olursa güneye yönelerek Batavya’ya gitmesi, burada Osmanlı Konsolosu ile görüşmesi ve Felemenk limanlarına uğraması hâlinde bu durumun önceki güzergahına nisbeten dört yüz milden fazla yol gitmesini gerektireceğini, bunda bir mahsur yoksa da siyasî olarak bir sakıncasının olup olmadığını 23 Temmuz’da Hariciye Nezareti’nden sormaktadır. Bunun üzerine Kamil Paşa iki gün sonra, Ertuğrul’un buralarda dolaşmasının siyasî bir sakıncasının olmadığını, aksine Müslüman halkı memnun edeceğini bildirmiştir. Dönüş yolculuğunda Ertuğrul’un Felemenk limanlarına uğraması gerektiğini, Osmanlı Devleti’nin Lahey Sefareti de belirtiyordu. Lahey Sefiri Karaca Paşa, geminin Japonya’ya giderken, Hint Denizi’nden geçtiği sırada Sunda adalarındaki Müslüman ahali arasında, Hollandalıların Hindistan’daki limanlarından bazılarında Osmanlı sancağının dolaşacağı haberinin duyulması ile, hilafete bağlı olan yerli halkın Osmanlı sancağını görmeyi ümit ettiğini, ancak geminin uğramaması üzerine, bütün hayallerinin boşa çıktığını yazmaktadır. Müslüman ahali, Ertuğrul’un limanlarına uğrayacağı haberine kendilerini o kadar kaptırmıştı ki Hindistan’daki Hollanda Deniz Kuvvetlerinin amirali Ertuğrul’u karşılamak için büyük bir özenle hazırlanmıştı. Ertuğrul’un buralara uğramaması, halk üzerinde hayal kırıklığına sebep olmuş, Hollandalıların ise bu durumdan memnun olmalarına yol açmıştır. Hollandalılar bunu Osmanlı Devleti’nin aleyhine kullanmışlar ve aleyhte pek çok yazılar yayınlamışlardı. Lahey’deki Osmanlı Sefiri Karaca Paşa, bu yayınlara karşılık başkonsolos Rıfkı Bey’in ilişkilerinin iyi olduğu gazetelerle cevap verildiyse de pek başarılı olamadıklarını, bu sebeple dönüşte geminin buralara uğramasının iyi olacağını da ifade etmektedir. Karaca Paşa, geminin Sunda Adası’nı ziyaret etmesini savunurken, Açe’ye uğramasını istememektedir ve bu fikirden vazgeçilmesini önermektedir. Çünkü Açe’nin yerli hükümdarı, Hollanda idaresinde olmayı kabul etmediğinden, Hollandalılarla muharebe ve İslâm Halifesine bağlılığı ifade etmektedir. Bu sebeple, Osmanlı sancağının burada görünmesi, Açe hükümdarına destek vermek gibi anlaşılabilirdi. Bu da devlete zarar verebilirdi. Yani Hollanda ile ilişkilerimizi bozabilirdi. Ayrıca, Hollandalılar gemiyi iyi karşılayarak, Müslüman halk üzerinde, “... Sultan, Hollandalıların Müslümanları, daire-i itaate almasına manen yardım ediyor...” diye halifenin manevî desteğinin kendilerinden yana olduğu şeklinde propaganda yapabileceklerini, bu yüzden Ertuğrul’un Açe’ye uğramamasının daha iyi olacağını söylemektedir. Geminin Açe’ye gelmesi Osmanlı Devleti ile Hollanda arasındaki ilişkileri bozabilirdi. Ancak, Hollanda’nın bu bölgedeki hâkimiyeti zaten Almanlarca tehdid ediliyordu. Hollanda’nın bir savaşa girmesi mümkün değildi. Ayrıca Hollanda ile Osmanlı Devleti’nin sınırı da yoktu. Halife de savaş istemediğine göre, mesele bir iki diplomatik protesto notasından ileri gitmeyecektir. Diğer taraftan daha Abdülmecid ve Abdülaziz devirlerinde kendilerini Hollanda esareti yerine dinî reis ve hamileri Osmanlı Devleti’ne ve İslâm Halifesi’ne bağlamak isteyen ve bunun için müracaat eden bu insanlar lehine küçük bir manevî destek, askerî yardımdan daha etkili olacaktı ve Hollanda’nın bir iki protestosu da pek bir şey Sayfa 20 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) ifade etmeyecekti. Osmanlı Hariciyesi’ndeki bu tutum, ancak meselenin mahiyetini idrak edememe, basiretsizlik ve kendine güvenin olmayışı ile izah edilebilir. Zira Osmanlı Devleti bu bölgede hâkimiyet için diğerinin açığını kollayan Almanya ve Fransa’yı devreye sokabilirdi. Böyle bir ortamda da burada manevî hâkimiyet kurmak mümkün olabilirdi. Bu da askerî bir başarıdan daha etkili olurdu. Ancak II. Abdülhamid ve devlet erkanının prensibi buna mani olmuştur. Bu da başta İngiltere olmak üzere sömürgeci devletlerle problem çıkarmama prensibidir. Dönüş için yol güzergahı bu şekilde hazırlanırken, Ertuğrul’u bir şanssızlık daha yakaladı. Burada kolera salgınına yakalandılar. Nagaura’da Ertuğrul ile birlikte mürettebat da karantinaya alınmıştır. Mürettebattan otuz altı kişi hastalanmış, on iki kişi vefat etmiştir. Bu rakam Ceride-i Bahriye’de hastalanan otuz beş, vefat eden on bir kişi olarak verilmektedir. Karantinadan dolayı hareket tarihi yine ertelenmiştir. Ertuğrul, Eylül’de hâlâ Yokohama’da bulunuyordu. Burada bir ay kalınması plânlandığı hâlde üç ay olmuştu. Bütün bu gelişmelerin neticesinde Ertuğrul, 15 Eylül 1890’da Yokohama’dan İstanbul’a hareket etmiştir. Facia 14 Temmuz 1889’da İstanbul’dan ayrılan Ertuğrul altı ayda gitmesi plânlanan yolu on bir ayda tamamlayabilmiş ve yukarıda belirtildiği gibi 15 Eylül 1890’da dönüş yolculuğuna başlamıştı. Ancak Yokohama’dan Kobe’ye giderken Kashinozaki fenerini geçtiği sırada kayalıklara çarparak batmıştır. Bu bilgiyi Ceride-i Bahriye’den alan Süleyman Nutku kaza tarihi olarak 18 Eylül akşamını vermektedir. Japonya İmparatoru’nun saray nazırı tarafından ve Japonya Hariciye Nezaretinden Osmanlı Hariciye Nezaretine gönderilen telgraflarda 16 Eylül tarihi verilmektedir. 23 Eylül 1890 tarihli Sadaret tezkeresinde de, Japonya Bahriye Nezaretinden alınan telgrafa dayanılarak, Ertuğrul’un batış tarihi 19 Eylül gecesi olarak verilmektedir. Japonya Bahriye Nezaretinden Osmanlı Bahriye Nezaretine gönderilen telgrafta ise 16 Eylül verilmektedir. Kazanın kesin tarihi 16 Eylül 1890 olmalıdır. Çünkü bu tarihten sonra kaza ile ilgili telgraflar gönderilmiştir. Aradaki bir iki günlük fark, facia haberinin ulaştırılması sırasında geçen zamandan kaynaklanmaktadır. Kaza İstanbul’da duyulunca bunun halka nasıl açıklanacağı düşünülmüş ve Ceride-i Bahriye’de ilân edilmesine karar verilmiştir. Dergide çıkan yazıda Ertuğrul’un her gittiği yerde yerli Müslüman ahali tarafından coşkunlukla karşılandığı, Osmanlı sancağını dalgalandırdığı yazılmış ve övülmüştür. Kaza hakkında da biraz bilgi verilmiş ve kazadan hiç kimsenin sorumlu olmadığı anlatılmaya çalışılmıştır. Kaza hakkında Japon gazetelerinde de pek çok yazı çıkmıştır. Bu yazılarda geminin kazanının patlamasının sebebi olarak Japon kömürü gösteriliyordu. Yokohama’da iken çarkçıların Japonya kömürünün kullanılamayacağını söylemelerine dikkat çekiliyordu. Bunun yanında geminin karaya çok yakın seyretmesinin kazaya sebep olduğunu söyleyenler de vardı. Asıl tehlike buydu ve geminin kazanı patlamasa bile zaten bu sebeple kayalıklara çarpacaktı. Deniz Müzesi’nin kurucusu, Ceride-i Bahriye ve Mecmua-i Fünûn-ı Bahriye dergilerinin naşiri Süleyman Nutku, “bu sefer için tedbirde kusur eden nazır suçludur” demektedir. Yapılan uyarılara rağmen işi takdire bırakmak büyük bir hatadır. “Nazır Paşa kızının hatırı için damadını ölüme gönderdi” diyenlere karşı da, “Altı yüz güzide bahriyelinin ne kabahati vardı?” demektedir. Nutku, II. Abdülhamid’e de gemiyi gönderme konusunda çok yükleniyorsa da, bu konuda Padişah’tan çok Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın raporları yanıltıcı olmuştur. II. Abdülhamid, geminin arızaları hakkında duyum aldığını ve onarımın gerekli olduğunu belirtmiş olmasına rağmen Bahriye Nazırı bunların dedikodu olduğunu öne sürerek sarayı yanıltmıştır. Kaza ile ilgili haberler sadece Türk ve Japon basınında yer almıyordu. “Times”ın 20 Eylül 1890 tarihli nüshasında bu kazaya yer verilmiştir. Bu makalede Ertuğrul ve mürettebat övülmüştür. Hatta İngiliz gemilerinden bu şekilde batanlar da örnek olarak verilmiştir. Yine Londra’da neşredilen “Standart” gazetesi bu olaya yer vermiştir. Bu makalelerde bir Japon posta vapurunun battığı ve bir kişinin de öldüğü yazıyordu. Hyogo’daki Lloyd Acentası da gönderdiği telgrafta kazadan bahsetmiş ve tarihten benzer olayları örnek vermiştir. Bu olayı Osmanlı Devleti’nin aleyhine kullanmak isteyenler de vardı. Bunlardan biri Paris’te çıkmakta olan “Tan” gazetesiydi. Bahriye Nezareti, bu gazetenin yurda sokulmamasını istemiştir. Şehitler ve Kurtulanlar Geminin mürettebat sayısı hakkında, daha önce de belirtildiği gibi, verilen rakamlar farklıdır. Bu kez şehit olanların sayısı da karşımıza farklı Sayfa 21 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) çıkmaktadır. Ertuğrul’un mürettebat sayısının 685 olduğu, kazada ise 586 kişinin öldüğü, 99 kişinin de kurtulduğu Japonya Bahriye Nezaretinden bildirilmiştir. Kurtulanlara ait sayının abartılı olduğu açıktır. Çünkü elimizdeki belgeler kurtulanların sayısını daima 69 olarak vermişlerdir. Kaynaklar şehitlerin sayısını 587, 580, 581, 540 olarak vermekle birlikte, kurtulanların sayısının 69 olduğu hususunda hemfikirdirler. Şehitlerden 56, kurtulanlardan da 6 subayın isimleri mevcuttur. Bunlardan başka şehitlerin isimleri toplu olarak hazırlanmıştır. Deniz Arşivinden alınan bu listede 531 şehitin adı zikredilmektedir. Kurtulan 6 subayın adı da bilinmektedir. Sadece faciadan kurtulan erlerin isimlerine ulaşılamamıştır. Şehitler arasında Şehremaneti Mektubi Kalemî (Belediye Yazı İşleri)nden Padişah emriyle, seyahat hakkında not tutmakla görevlendirilen Ali Ruhi Bey vardı. Ali Ruhi Bey, Padişah’a takdim olunmak üzere bir seyahatname yazacaktı. 13 Temmuz 1889 tarihli tezkerede, Ali Ruhi Bey’in bu iş için görevlendirildiğinin belirtilmesinin yanında ayrıca, aldığı maaşın, Japonya’dan dönünceye kadar Ertuğrul Fırkateyn-i hümayunu sandığına aktarılması ve kendisine buradan her ay maaşının verilmesi gemi komutanlığına bildirilmiştir. Kendisinin Singapur’da hastalanarak burada öldüğü veya geminin batması esnasında boğulduğu söylenmektedir. Osmanlı Devleti’nin Japonlara Teşekkürü Osmanlı Devleti, şehitlerin denizden çıkarılması ve yaralıların da tedavi edilmeleri konusunda Japonların gösterdikleri ihtimama karşılık vermek istemişti. Kazazedelere yardım eden köylülere üç bin yen gönderilmiştir. Japonya’dan yardım edenlerin isimleri tek tek istenmiş ve bunlara çeşitli rütbelerden nişan ve madalyalar verilmiştir. Ertuğrul’un Eşyası Ertuğrul’a ait eşyayı çıkarmak için Japonya Hariciye Nazırı, Osmanlı Devleti’nden izin istemiştir. İzin verilmesiyle yapılan çalışmalar tamamlanmış ve gemi mürettebatının ruhları için de bir ayin düzenlenmiştir. Geminin enkazı arasından çıkarılan eşyalar, Yokahama’ya, oradan da Mesajeri Kumpanyası vapurlarından biriyle İstanbul’a getirilmiştir. Bu kumpanya memurlarına da hizmetlerinden dolayı nişan verilmiştir. Ertuğrul’a ait toplar ise elde fazla top bulunmaması sebebiyle Osmaniye Fırkateynine konulmuştur. Bu çalışmalara katılanlara da çeşitli rütbelerden nişanlar ve madalyalar verilmiştir. Japonya Salib-i Ahmer (Kızılhaç) Cemiyeti’nin Başkanı Prens Komaço’ya da tahlisiye madalyası gönderilmiştir. Bu madalyanın yerine ulaştığını, daha sonra kazazedeleri İstanbul’a getirecek olan Japon gemilerinden Hiyei’nin komutanı Tanaka İstanbul’a bildirmiştir. Osmanlı Devleti, Ertuğrul’un batmasından sonra Ertuğrul’un mürettebatının, eşyalarının denizden çıkarılması ve sonrasında, Japonların gösterdikleri yakın alâka karşısında daima memnuniyetini ifade etmiştir. Bu ifade şekli para yardımı, genellikle de yararlılıkları olan Japonların isimlerinin tek tek öğrenilmesi ve onlara nişanlar verilmesi şeklinde kendini göstermiştir. Başta Japon İmparatoru’nun saray nazırı (başbakan) Nagasaki ve Japon İmparatoriçesi olmak üzere Japonya devlet erkanı (harbiye, bahriye, hariciye nazırları gibi) ve diğer memurlara çeşitli rütbelerden nişanlar gönderilerek, Osmanlı Devleti’nin bu konudaki hassasiyeti ortaya konulmuştur. Bunlara karşılık Japonya da, bu münasebetlerde yararlılıkları görülen Osmanlı devlet erkanı ve bazı memurlara nişanlar göndermiştir. Japonya da gönderilen nişanları, derecelerini ve kimlere verildiğini ayrıntılı olarak Osmanlı Devleti’ne bildirmiştir. Kurtulanların İstanbul’a Getirilmesi Kazazedelerin İstanbul’a getirilmeleri işini Ruslar ve Japonlar üstlenmek istemiştir. Ancak her iki devletin de teklifi Osmanlı Devleti tarafından reddedilmiştir. Japonların gemisinin harp gemisi oluşu, Ruslar açısından da mevsimin uygun olmaması redde sebep teşkil etmiştir. Netice olarak kazazedelerin İstanbul’a posta vapuruyla getirilmelerine karar verilmiştir. Ancak daha sonra Japonya’nın ısrarı üzerine, Japon harp gemileri ile getirilmeleri uygun görülmüştür. Osmanlı Devleti, Japonların, kazazedeleri İstanbul’a getirme hususundaki isteklerini kabul etmiş olmakla birlikte, gemilerin Çanakkale Boğazı’ndan geçmesine müsaade etmeme kararı almıştır. Hiyei (komutanı Tanaka) ve Kongo (komutanı Hideka) adlı bu iki Japon harp gemisi kazazedeleri alarak yola çıkmıştır. Türk hükûmeti, kazazedeleri alarak, İstanbul’a getirmesi için İngilizce bilen İzzeddin Vapuru Komutanı Rıza Bey’i Port Sait’e göndermişti. Rıza Bey, Japonlara kazazedeleri İstanbul’a kendilerinin götürmek istediklerini söylemiş, ancak Japonlar imparatorlarından kendilerinin götürmeleri konusunda emir aldıklarını ifade etmişlerdir. Birlikte Beşike’ye gelmişlerdir. Gemilerin Çanakkale Boğazı’ndan geçiş izni yoktu. Bu izin çıkıncaya kadar Beşike’den İzmir’e gelmişlerdi ve İzmir’de beklemişler, Sayfa 22 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) izin çıkınca da kendilerini karşılayan Talia ve İzzeddin Vapurları ile birlikte İstanbul’a hareket etmişlerdir. Japon subayları ve erlerinin karaya çıktıklarında Rum, Ermeni ve İtalyan serserileri tarafından rahatsız edilmemeleri için de bahriyeden subaylar ve erler görevlendirilmiştir. Bunlar İngilizce bilenler arasından seçilmiştir. Japonların kentteki gezileri sırasında, tercümanlar, dellallar ve tüccarlar tarafından rahatsız edilmemeleri ve uygunsuz kişileri yanlarına yaklaştırmamaları için, özellikle Ertuğrul’dan kurtulmuş olanlar arasından yardımcılar da görevlendirilmiştir. Öyle sıkı önlemler alınmıştı ki, sadece bir kez Yahudi bir sarrafın para değiştirirken hile yaptığı şikâyetinin alınması üzerine bu işi kapatmakla hahambaşı görevlendirilmiştir. Yine bir defasında da Fındıklı’da şeker satın alan Japon erleri bunları ceplerine sığdıramayınca artanı sebilin üstüne bırakıp gitmişlerdi. Bunun üzerine derhal karakola haber verilmiş ve şekerlerin başına bir zaptiye neferi yerleştirilmiştir. Japonlar akşama döndüklerinde, şekerlerini bıraktıkları gibi bulup almışlardır. Bu iki Japon gemisi mürettebatına çeşitli rütbelerden Osmanî ve Mecidî nişanları, tahlisiye, iftihar ve zayi madalyaları verilmiştir. Madalya verilen Japon subaylarının isimleri ilgili belgelerde kayıtlıdır. Japon gemilerinin kumandanlarına ayrıca Padişah tuğralı, elmas işlemeli, altın sigara kutusu hediye edilmiştir. Japon İmparatoru’na verilmek üzere de II. Abdülhamid’in teşekkürlerini ihtiva eden bir mektup da hazırlanmıştır. Hiyei ve Kongo’nun İstanbul’u ziyareti Türk kamuoyunu etkilemiştir. Buna örnek olarak Tercüman-ı Hakikat gazetesinde “Japonya Medeniyeti” başlığıyla yayınlanan Mustafa Refik’in makalesindeki şu bölüm verilebilir: “Bugünkü Avrupa uygarlığını kabülde bir sürat-ı fevkalâde ile hareket eden milletlerin en birincisi Japonlardır. ‘Münteha-yı Şark (Uzakdoğu) Fransızları olan Japonlar, Fransızlar kadar nazik, dostluğu ve misafirperverliği sever bir kavimdir. Cihanın dikkat-ı nazarını ve teveccühünü artık tamamıyla çekmeye başlamış olan işbu ‘Doğu Fransızları’ ile biz de yeni bir şekilde iyi ilişkiler kurmakta bulunduğumuzdan dolayı ne kadar iftihar etsek yine azdır”. “Kaya Alp” müstearı ile “Genç Kalemler”de bir Japon’dan tercüme ettiği, Japonya ile ilgili bir makalesi yayınlanan Ziya Gökalp de, iki Japon gemisinin ziyareti ve Japonlar hakkında oluşan Türk kamuoyu ile ilgili şunları yazmaktadır: “Rüşdiye mektebinde coğrafya okurken Japonya’yı da diğer memleketler gibi öğrenmiştim. Bu sırada idi ki Japon sularında gark olan Ertuğrul gemisinin bahtiyar bir tesadüfle kurtulan mürettebatını hamil iki Japon gemisi İstanbul’a gelmişti. Coğrafya kitabındaki o kelimeler, Japon kelimeleri, bu iki gemi ile canlanmıştı. O bize hiçbir mana ifade etmeyen satırlar gözümüzün önündeki iki gemi ile bariz bir şekil almıştı. Herkes onları, dünyanın öbür ucundan gelen ve avam lisanındaki (Yecüc Mecüc) ifadesine canlı birer kahraman teşkil eden küçük boylu, sarı benizli adamları görmeye, gemilerini gezmeye gidiyordu. Gemileri görmeye gidenler o küçük adamların misafirperverlik eseriyle dönüyorlardı:Tütün içenlere ince, sarı bir tütün, yahud ince kâğıtlar hediye ediyorlardı. Bir gün birkaç Japon zabiti, bulunduğum mektebe gelmişti. Bütün arkadaşlarım gibi bende o zabitlere hayretle, hayretten ziyade onlarda bize benzemeyen bir şeyler aramak, görmek gayretiyle bakıyordum. Fakat hayrete, taaccüb-ü şayan bir şey görememiştim. Bunlar küçük, bellerindeki kılıçlarda bir bıçak kadar ufak idi. O zaman Japon ismi küçüklüğe, inceliğe delalet eden bir sanat olmuştu. İşte ilk hatıralar bundan ibaret idi. Japonya’yı yeniden meydana çıkaran Çin harbi oldu. Japon-in harbi, herkesi yeniden Japonya’ya göz attırdı. Pek az zaman içinde Çin’in payitahtına kadar muzafferen yürümeleri herkesin dikkat-i gözlerini kendilerine çevirecek mühim bir hadise idi. Bundan sonra Japonya’yı ve Japonları bu kadar iğtişaşında, daha sonra Rus-Japon harbinde görüyorduk. O küçücük adamlar buralarda büyümüş, pek büyümüştü. İlk tanıdığımız zaman nasıl küçük, ince, zayıf görüyor ve insanlardan, bizden başka bir mahluk gibi telakki ediyor idiysek sonra da büyük, pek büyük, kavi, korkunç ve yine de insanlardan, bizden pek başka bir mahluk olmak üzere tanıyorduk. Hâlâ bu büyük Japonya’nın terakkiyatını hayretle, fakat ibretle görmeliyiz. Garbın en müterakki, en mütemeddin milletlerini kıskandıracak derecede ileri giden, en kuvvetli, en müthiş hükûmetleriyle boy ölçüşen bu aksa-yı şark İngilizlerinin nasıl ilerlediklerini öğrenmeliyiz”. Görüldüğü üzere artık Japonya, kimine göre “Münteha-yı Şark Fransızları”, kimine göre de “Aksa-yı Şark İngilizleri” idiler. İki Japon gemisi yirmi gün kadar İstanbul’da kalmış, 10 Şubat’ta buradan ayrılmış, Yunanistan’ın Pire limanına da uğrayarak 10 Mayıs 1891’de Shinagawa Sayfa 23 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) koyuna varmışlardır. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Yolculuğu Şehit Aileleri İçin Yapılan Yardımlar Japonya’dan Gelen Yardım Japonya’nın ünlü gazetelerinden “Yiji Şimbun”un topladığı 18907 frank, 1890’da gazetenin muharrirlerinden Şotara Noda tarafından İstanbul’a getirilmiştir. Bu gazetenin sahibine üçüncü rütbeden Mecidî nişanı verilmiştir. Daha sonra da Yakın Doğu Ticaret Komitesi Şefi Torajiro Yamada, Tokyo zenginlerinden toplanan parayı 1891’de İstanbul’a getirmiştir. Bu iki kişi Abdülhamid’in isteği üzerine, Türk subaylarına Japonca öğretmek için kalmışlardır. Kendileri de Türkçe öğrenmişlerdir. Ayrıca İmparatoriçe ve Japon prensesleri ile diğer kişilerin verdikleri hediyeler de şehit ailelerine verilmek üzere İstanbul’a gönderilmiştir. Yine Hebyo, Şadinci Şimpo gazetelerinin topladığı 13862 kuruş da yardım komisyonuna verilmiştir. Abdülhamid, 1891’de yaverlerinden yüzbaşı Mehmet Bey’i teşekkür için Japonya’ya göndermiş ve Meiji’ye bir Arap atı hediye etmiştir. Hüsrev Gerede, saklavi cinsinden olan bu atın, bugünkü imparatorun askerî törenlerde bindiği güzel kır atın ceddi olduğunu da Tokyo’da iken duyduğunu ifade etmektedir. Osmanlı Devleti’nde Toplanan Yardım Padişah’ın isteği üzerine İstanbul’da bir “Askerî İane Komisyonu” kurulmuş ve yapılan bütün yardımlar bu komisyon bünyesinde toplanmıştır. Mesela, Girit’te toplanan yardım, yukarıda bahsedilen Japonların gönderdikleri yardımlar, hep bu komisyona verilmiştir. Komisyon da tespit ettiği şehit ailelerine bu miktardan dağıtmıştır. Bu konuyla ilgili, şehitlerden sağkolağası çarkçı Mehmed Arif Efendi’nin oğlu Rasim Efendi’nin ayağından ameliyat olması sebebiyle çalışamadığından, babasının vefatından dolayı tahsis edilen yüz yetmiş dört buçuk kuruş maaşın kendisine verilmesi hususuna dair Bahriye Nazırı’nın tezkeresi örnek olarak verilebilir. Yapılan yardımlara bakıldığında, her kesimden kişilerin güçleri nisbetinde bu komisyona katkıda bulundukları görülmektedir. Ertuğrul’un yabancı sularda batması halk üzerinde çok etkili olmuş, şehit ailelerine yardımı millî bir görev addederek ellerinden geleni yapmışlardır. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Yolculuğu Ertuğrul Şehitliği Şehitler için üç anıt dikilmişti. Birincisi Oshima halkı tarafından yapılmıştır. Buraya taştan bir kitabe dikilmiştir. Wakayama valisine, burada bir kabristan yapılmasındaki çalışmalarından dolayı ikinci rütbeden Osmanî Nişanı verilmiştir. 1900 yılında da şehitlere ve şehitliğe ait fotoğrafları Yamada getirmiştir. Anıt ikinci kez ise, 1929 yılında Türk-Nippon Ticaret Derneğinin yardımıyla düzeltilmiştir. Ertuğrul Anıtı’nın üçüncü kez düzenlenmesi de 3 Haziran 1937’de olmuştur. Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya Yolculuğu Yolculuğun Etkileri Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’ya giderken yol güzergahındaki Müslüman ülkelerinin limanlarına uğrayacak olması, Halife bayrağını taşıyan bir elçi durumuna sahip olması demekti. Nitekim yol boyunca uğradığı İslâm ülkelerindeki yerli Müslüman halk tarafından büyük ilgi ve sevgiyle karşılanmıştır. İlk defa bir Türk gemisinin buralara gelmesi ve Türk bayrağının dalgalanması, askerlerin Cuma günleri halk ile beraber namaz kılmaları, halk tarafından coşkuyla karşılanıyordu. Halk, Ertuğrul’a “bağımsız Müslüman toprağı” diye namaz kılmaya geliyor, bandonun verdiği konserleri dinlemek için ağaçların tepelerine kadar tırmanıyorlardı. En önemlisi de Cuma günleri hutbelerde halifenin adının okunmasıydı. Bu coşku sömürge yöneticilerini de etkilemişti ki, Türk subay ve erlerine büyük saygı göstermişlerdir. Bazı Avrupa çevreleri tarafından Abdülhamid’in Japonya ile ilişki kurma teşebbüsü Japonları İslâma davet şeklinde yorumlanmıştır. Bunun sebebi halkın gösterdiği coşkulu davranışlardır. Avrupalılar bir pan-İslâm hareketinden korkuyorlardı. Yine halktaki bu coşkunun sebebinin ne Abdülhamid’in ne de Türk subaylarının rolü olmadığını, içlerinden gelen bir davranış olduğunu görüyorlardı. Onları asıl korkutan da buydu. Ertuğrul yolculuğunu tamamlayabilseydi bu anlamda yaratacağı etki daha büyük olacaktı. Yolculuk boyunca yerli halk Müslüman oldukları için Türk askerlerine gösterdikleri yakın ilgiyi, onlara yardım ediyorlar diye Japonlara da gösteriyorlardı. Japonya’daki Fransızlar ve Ruslar, Ertuğrul’un bu ziyaretini samimi karşılamışlardı. Memnun olmayan ise İngilizlerdi. Çünkü yol güzergâhındaki Müslüman limanlarını ziyaretleri İngilizlerin Asya siyasetine ters düşüyordu. Onlar bu ziyaretleri Aden, Hindistan ve Güney Asya’da Osmanlı Devleti’nin Sayfa 24 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) propagandası olarak mütalaa ediyorlardı. Bu sebepledir ki İngilizler, İngiltere’nin Asya’daki nüfusunun kırılacağı düşüncesiyle Ertuğrul’un faaliyetlerini yakından izlemişlerdir. Onları endişelendiren pan-İslâmizmin buralarda yayılmasıydı. Hollanda ise geminin yolculuğu sırasında duruma göre hareket etmiştir. Gemi Japonya’ya giderken, Osmanlı hariciyesinin Hollandalı sömürgecileri fazla rahatsız etmemesi için Sunda Adası’na uğramamasını istemesiyle buraya uğranılmamıştı. Bunun üzerine burada hemen Osmanlı Devleti aleyhine yazılar yayınlanmıştır. Halbuki başta, geminin uğrayacağını zanneden yöneticiler, halkı kontrol edebilmek için, Hollanda’nın Hind denizinde idaresi altında bulunan limanlara, Türk temsilcilerine gereken saygının gösterilmesi için emirler göndermişti. Nitekim, Osmanlı Devleti’nin, Lahey Sefareti Maslahatgüzarı’ndan Hariciye Nezaretine gönderilen 18 Mayıs 1899 tarihli ve 44 numaralı ve “Felemenk müstemlekatında bulunan Avrupalıların haiz bulundukları imtiyazatı Japonyalılara da bahş ve ita eden kanun lahiyasının bu kere meclis-i mebusan tarafından kabul ve tasdik edilmiş olduğu...” şeklindeki telgraftan Hollanda’nın daha sonraki yıllarda Japonya ile ilişkilerine daha fazla önem vermeye başladığını söyleyebiliriz. Rusya için ise, Ertuğrul’un Japonya’ya gitmesi Türk-Japon ilişkileri açısından çok önemli görünmüyordu. Bu konu ile ilgili olan yazıların çoğunda “talim gemisi” ifadesinin Türk-Japon dostluğunun gelişmesini istemeyen Rusları kışkırtmamak için bir bahane olduğu söyleniyordu. Oysa daha önce de belirtildiği gibi Ruslar, bu geziden zararlı çıkacak tarafın İngiltere olacağını düşünüyorlardı. Ertuğrul’un Japonya’da kaldığı zaman içinde buradaki Rusların Ertuğrul’un mürettebatına çok iyi davrandığı Osman Paşa’nın mektubundan anlaşılmaktadır. Kazadan sonra ise Rusya, Almanya’nın yardım ettiğini görünce, yardım etmek bir yarışmış gibi bu yarışa katılmıştır. Almanlar kazazedelerin taşınması için “Wolf” adlı harp gemisini göndermişlerdi. Ruslar bunun üzerine harekete geçmişler, Japonya’daki Rus sefiri kazazedeleri İstanbul’a götürmeyi Japon hükûmetine teklif etmiştir. Japonlar bunu Osmanlı hükûmetine bildirmişlerdir. Osmanlı hükûmeti tarafından bu sakıncalı bulunmuştur. Daha sonra Japonların ısrarı üzerine, Japon İmparatoru’nun kazazedelerin Japon gemileriyle götürülmesi teklifi kabul edilmiştir. Rus sefirine bu teklifinden dolayı da Osmanlı Devleti tarafından madalya verilmiştir. Fransa’nın da Ertuğrul’un denizden çıkarılan eşyasının İstanbul’a getirilmesi konusunda bir girişimde bulunduğu görülmektedir. Mesajeri Kampanyası’nın İstanbul temsilcisi Martin de Palyer, Hariciye Nezaretine gelerek, eşyanın kumpanyaları aracılığıyla İstanbul’a getirilmesini teklif etmiştir. Görüldüğü üzere Ertuğrul’un Japonya yolculuğu Rusları pek de fazla rahatsız etmemiştir. Ancak yine de Abdülhamid, Rusları kuşkulandırmak istememiştir. Mesela, kazazedeleri İstanbul’a getirmekte olan iki Japon harp gemisini, Çar’ı kuşkulandırmamak için ilk önce İzmir’e göndermiştir. Bununla birlikte, bu yolculuk en çok İngiltere için tehlike arzediyordu. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu bu yolculuk sayesinde İngilizlerin Osmanlı Devleti aleyhindeki hilafet kampanyasına karşılık veriyordu. Bir anlamda Avrupalı devletlerin, özellikle İngiltere’nin sömürgesi altındaki Müslüman ülkeleri ziyaret ederek, halkın bu Türk gemisine karşı olan coşkusunu ve ilgisini göstererek onları uyarıyordu. Bir diğer yandan da Uzakdoğu’da emelleri olan Rusya’ya karşı kendine bir müttefik arıyordu. Ertuğrul Faciası’dan Sonraki Türk-Japon Münasebetleri Noda ve Yamada’nın Faaliyetleri Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya yolculuğundan dönerken batması üzerine Japonya’da şehitlerin aileleri için yardımlar toplanmıştı. Bunlardan, Japon basınının topladığı yardım gazeteci Şotara Noda, zenginlerden toplanan yardım da Yakındoğu Ticaret Komitesi Şefi Torajiro Yamada tarafından İstanbul’a getirilmişti. Noda ve Yamada İstanbul’da kalarak Türk subaylarına Japonca öğretmişler, kendileri de Türkçe öğrenerek Müslüman olmuşlardır. Noda hakkındaki bu bilgiler doğruysa da, Yamada hakkındaki bilgiler kesinlik kazanmamıştır. Noda kendi isteğiyle İstanbul’da kalmak ve Türkçe öğrenmek istemiştir. Padişah’ın buna izin vermesi üzerine de hem Türkçe öğrenmiş hem de yedi subaya Japonca öğretmiştir. Noda, İslâmiyeti seçerek Abdülhalim adını da almıştır. İstanbul’da yayınlanan “Tercüman-ı Hakikat” gazetesinin 2 Haziran 1891 tarihli nüshasında, Osotora Noda’nın 29 Mayıs 1891 Cuma günü İstanbul Pangalaltı’daki Harp Okulunda ihtida ederek sünnet edildiği belirtilerek şunlara yer verilmektedir; “Japonyalı Noda Efendi’nin Din-i Mübin-i İslâm’ı bil-kabul bir iki gün evvelki sünnet-i seniyye ile dahi mübeccel olduğunu ve ismi Abdülhalim Sayfa 25 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) tesmiye edildiğini, karşı gazetelerinden naklen refiklerimiz yazmışlar idi. Bu babda icra ettiğimiz tahkikata nazaran, Abdülhalim Efendi, Diyanet-i İslâmiye’yi bir mücâhede ve mübâhase-i akliye neticesi olarak kabul eylemiştir. Mümaileyh ile münazar-ı diniyeye girişmiş olan zat ise, Liverpool’daki karındaşlarımızın reisi olan Abdullah William (Gulliam) Efendi’dir. Abdullah Efendi, ahiran Dersaadet’te bulunduğu sırada, Abdülhalim Efendi ile görüşerek, din-i Mübin-i İslâm’ın muktezayat-ı tabiiyeye ve akliyat ve mantıkiyata derece-i tevafukunu müsbit olmak üzere İngilizce bir mübahaseye girişip serd eylediği berahin, mümaileyh Abdülhalim Efendi’ce makul görülerek hidayet-i Rabbaniye ile salik-i Sırat-ı Müstakim olmuştur”. Yamada’nın ise Müslüman olup olmadığı hakkındaki bilgilerde tereddüdler vardır. Japon Müslüman Cemiyeti eski başkanlarından Ebubekir Morimoto bu konu hakkında şunları anlatmaktadır; “Yamada Osmanlı Devleti’nde 18 yıl kalmıştır. Kaldığı müddet zarfınca hükûmet yetkilileri ve halkla yakın temaslar kurar. İslâmı öğrenir. Bu husus Japon Millî Diet (Parlamento) Kütüphanesi Müdürü Yoshinobu Nakada tarafından, Meiji dönemine ait gazete makalelerini incelediği esnada ortaya çıkarılmıştır. Torajiro Yamada’nın Osmanlı Devleti’ne ilk yolculuğu Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya sularında batmasından sonra gerçekleşmiştir. Yamada başlattığı kampanya ile şehit aileleri için yardım toplamıştır. Bu yardımların şehit ailelerine ulaştırılmasını Dış İşleri Bakanı’ndan istemiştir. Bakan da bu işi kendisinin yapmasının uygun ve ayrıca milletlerarası ilişkiler açısından da daha iyi olacağını söylemesi üzerinde Yamada, toplanan yardımı İstanbul’da Donanma’ya teslim etmiştir. Abdülhamid kendisini görmek istemiş ve tebrik etmiştir. Kendisinden 2 yıl burada kalmasını ve 7 subaya Japonca öğretmesini istemiştir. Bu subaylar arasında daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Paşa da vardı. Bunu Yamada’nın 1931’de Türkiye’yi tekrar ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı tarafından kabulünde M. Kemal kendisi açıklamıştır. Yamada, bu teklifi kabul etmiştir. Kendisi Japonca öğretmenliği yaparken, bir yandan da Türkçeyi ve İslâm’ı öğreniyordu. Ailesi kendilerine yazdığı mektuplarında Müslüman adını da koyduğunu belirtiyorlardı. Yamada Japonya’ya döndüğünde bile “hilal” anlamında “shingetsu” adını kullanmıştır. İki yıl aradan sonra Japonya’ya dönmüş, bir yıl sonra ise tekrar gelmiş ve iki ülke arasında ticarete başlamıştır. I. Dünya savaşı sırasında Japonya’ya geri dönmüştür. 1978’de Japon Millî Diet Kütüphanesi Müdürü Yoshinobu Nakada, 1893’te basılan bir yayında, “Bir Japon Türkiye’de İslâm’ı Öğreniyor” başlıklı bir makaleyi ortaya çıkardı. Bu makale Maainichi Shinbun’un 4 Ağustos 1893’de yayınlanan makalesi idi ve bir Avrupa gazetesindeki “İslâm Japonya’ya Giriyor” başlıklı bir makalenin özetiydi. Makalede, 1891’de yüksek sınıfa mensup bir gencin İstanbul’a gittiği, Sultan tarafından ilgiyle karşılandığı belirtiliyordu. Bu Japon’a Abdülhalil adının verildiği ifade edilmektedir. Makalede Abdülhalil’in Japon adı verilmemiştir. Yamada, 1892 başlarında İstanbul’a gittiğine, makale 1893’de yayınlandığına, makalede bahsedilen genç ile Yamada’nın yolculukları aynı tarihlere rastladığına göre bu gencin Yamada olması muhtemeldir. İkincisi, ‘yüksek sınıfa mensup bir Japon Türkiye’ye gitti’ cümlesi de bir ipucudur. 26 yaşındaki Yamada’nın asil bir aileye mensup olduğu bilinmektedir. Hatta, Türkiye’de Sultan’la ve elit tabaka ile bile yakın temasları olmuştur. Bu da onun sıradan bir yolcu olmadığını gösterir. Üçüncüsü Türkiye’den iken çekilmiş fotoğraflarına bakıldığında, Türk insanının giyindiği gibi İslâmî bir kıyafet içinde olduğu görülmektedir. Yamada ile ayni zamanda Türkiye’de yaşayan bir Japon’un bulunduğunu gösterir herhangi bir belge de yoktur. Ayrıca Yamada’nın oğlu Soi Yamada da babasının hac ibadeti için Mekke’ye gittiğini doğrulamaktadır”. Burada üzerinde önemle durulması gereken husus, 1891’de İstanbul’a gelen Yamada’nın iki yıl İstanbul’da kaldıktan sonra Japonya’ya döndüğü ve 1893’te tekrar gelip 18 yıl Türkiye’de tüccar sıfatıyla yaşadığıdır. Yamada’nın iki ülke arasındaki ticarî münasebetleri geliştirmek için tekrar İstanbul’a geleceği, daha önce Ertuğrul faciası kazazedelerini İstanbul’a getiren Japon gemilerinden Hiyei’nin komutanı Tanaka tarafından Hariciye Nezaretine bildirilmiştir. Yamada’dan sonra İstanbul’da tüccar olarak Nakamura adlı bir Japon daha gelmiştir. Nakamura, pek çok Japon malını da İstanbul’a getirmiştir. İstanbul’da ilk Japon mağazasını da Nakamura açmıştır. Yamada ve Nakamura birlikte çalışmışlar, Yamada Japonya’ya giderek mal getirmiştir. Bunların Japonya’dan getirdikleri, kahve ve çay fincanları, tepsiler, yelpazeler, vazolar, oyuncaklar, kimonolar, kumaşlar vb. gibi mallardı. Japonya’ya götürdükleri ise, İstanbul ve İzmir’den aldıkları afyon, tütün, incir ve üzümdü. Sayfa 26 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Yamada ayrıca Sultan’a, Abdülhalim Noda Efendi vasıtasıyla zırh, kılıç ve resimler hediye etmiştir. Bunlar hâlen Topkapı Sarayı Müzesi Silâh Seksiyonu’nda sergilenmektedir. Yamada’ya Ertuğrul faciasından sonra, Türk-Japon ilişkilerini geliştirmede pay sahibi olduğu için madalya ve nişanlar verilmiştir. Noda da yaptığı hizmetlerden dolayı üçüncü rütbeden nişan ile taltif edilmiştir. II. Abdülhamid tüm bunlara karşılık, Japon İmparatoru’na kendisinin ve Türk milletinin teşekkürlerini sunmak üzere, 1891’de yaverlerinden yüzbaşı Mehmed Bey’i Japonya’ya göndermiş ve İmparator’a bir at hediye etmiştir. Ertuğrul Faciası’dan Sonraki Türk-Japon Münasebetleri Ticaret Müzakereleri 1890’da Horkeş adında bir Japon tüccarı İstanbul’a gelmiştir. Horkeş, iki ülke arasında bir ticaret münasebeti tesis etmek amacıyla gelmişti ve bu sebeple Osmanlı Devletinde üretilen mallar hakkında bilgi edinmek istiyordu. Bu sebeple Hariciye Nezaretine başvurmuş, buradan Ticaret ve Nafıa Nezaretine gönderilmiştir. Padişah’ın izin vermesiyle, Horkeş bu bilgileri Ticaret Umum Müdürü’nden almıştır. Ortaya çıkan rakamlara göre, 1888’de Japonya’nın 65 milyon yen tutan ithalatında Osmanlı Devleti’nin payı 101.000 yendi. Aynı yıldaki 65 milyon yenlik ihracatında da sadece 600 yeni Osmanlı ülkesine gidiyordu. Sabah gazetesinin başyazarı bu rakamlardan İngiltere ile yapılan ticaret düzeyine çıkmasının beklenmediğini, yine de büyük oranda arttırabileceğini, işin her iki tarafın tüccarlarının himmetine kaldığını yazmaktaydı. Horkeş, Ticaret Odasından da gerekli bilgileri topladıktan sonra, Londra’ya hareket etmiştir. Bu arada İstanbul ticaret erbabları bu son gelişmeler sayesinde Japonya hakkında özellikle de ticareti hakkında epeyce bilgi sahibi olmuşlardı. Bunun üzerine Japonya’ya üzüm, incir vb. gibi ürünleri göndermek üzere bir “ticaret şirketi” kurmak istemişlerdir. Japonya’da daimi bir “ticaret vekili” tayin edilmesinin de kararlaştırıldığı haberi üzerine de, böyle bir teşebbüsün son derece faydalı olacağı belirtiliyordu. İstanbul ticaret erbabının bu teşebbüsü Padişah tarafından da onaylanmıştır. İstanbul’da kurulmakta olan bu şirket, nasıl bir ticaret yapılacağı ve programlarını düzenlemek için, İstanbul tüccarlarıyla görüşmüştür. Bunun yanında İzmir ticaret erbabı ile de müzakerelerde bulunulduğunu haber aldıklarını ve bunun üzerine İzmir tüccarlarından bazılarına bu konuda bir bilgilerinin olup olmadığını sorduklarını yazan Hizmet gazetesi, İzmir tüccarlarının böyle bir girişimden haberleri olmadığını yazmaktadır. Bunun üzerine İzmir Ticaret Odası bu konuyu görüşmek üzere toplanır. Eğer kendilerinden böyle bir talep olursa, Osmanlı Devleti ve Japonya arasındaki ticarî münasebetlerin arttırılmasının, her iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da güçlendirilmesinde önemli rol oynayacağı göz önüne alınarak, bu konuda ellerinden geleni yapacakları bir mazbata ile İstanbul Ticaret Odasına bildirilmiştir. Ayrıca böyle bir talebin tüccarlarından bir ikisine değil, doğrudan İzmir Ticaret Odasına yapılması istenmiştir. Bu girişimi, ileride iki ülke arasında yapılması muhtemel olan bir ticaret anlaşması için zemin hazırlamak olarak değerlendirebiliriz. Bilindiği gibi, 1881 yılında da bir ticaret anlaşması projesi hazırlanmış ancak imzalanamamıştı. Her iki ülke de bir ticarî münasebeti istiyor, ancak bunu gerçekleştirmek için uygun zamanı bir türlü bulamıyordu. Mayıs 1893’te Japonya’nın Berlin sefiri Kont Aoki İstanbul’a gelerek bir ticaret anlaşması hususunda görüşmeler yapmıştır. Bundan da bir netice çıkmamıştır. Ticarî ilişkilerin kurulabilmesi için bu gibi teşebbüslerde bulunulurken, diğer temaslar da ihmal edilmiyordu. 1892’de Japonya meclis ayanı ve eski emniyet müdürü Kiyova (Kiyora?) İstanbul’a gelmiştir. Kendisine üçüncü rütbeden Osmanî ve tercümanına beşinci rütbeden Mecidî nişanları verilmiştir. Hakkında çıkan haberlerde kendisinin pek zeki, nazik ve hoş sohbet bir zat olarak bahsedilmiştir. 1894’te Japon İmparatoru’nun amcasının oğlu olan Prens Yorihito Komatsu’nun babasının Padişah’a gönderdiği hediyeleri takdim etmek için Petersburg’dan Hocabey yoluyla İstanbul’a Mart ortalarına doğru yola çıkacağı ve yanında sadece miralay rütbeli bir subay bulanacağı İstanbul’a bildirilmiştir. Japon Prensi ve yanındakiler için Beyoğlu’ndaki Mesiri Oteli tahsis, Ahmet Ali Paşa’da mihmandar tayin edilmiştir. İstanbul’a gelen Prens ve refakatindekilere her zaman olduğu gibi çeşitli rütbelerden nişanlar verilmiştir. Prens Belgrad’a geçtiğinde buradaki Osmanlı Devleti’nin Belgrad sefiri Tevfik Bey tarafından karşılanmış ve kendisine her türlü yardım yapılmıştır. Belgrad’da bir Japon memuru olmadığı için, bir Japon elçisinin yapabileceği her türlü işlemi Tevfik Bey yapmıştır. Bu sebeple Prens, kendisinden gerek İstanbul’da gerekse Belgrad’da gördüğü bu yakın ilgiden dolayı Padişah’a teşekkürlerini sunmasını istemiştir. Ertuğrul Faciası’dan Sonraki Türk-Japon Münasebetleri Sayfa 27 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Çin-Japon Harbi Dış görünüş itibarıyla Çin-Japon savaşına Kore sebep olmuştu. Japonlar Kore’deki Çin etkisini ortadan kaldırmak istiyorlardı. Ancak hükûmetin amacı ise bundan çok farklıydı. 1895’te Tokyo’ya diplomat olarak giden Ernest Satow, iki yıl sonra Lord Salisbury’e şunları yazmıştır; “Açıklanan sebepten başka, gerçek bir sebebin bulunduğu şüphesizdir. Japonların asıl amacı, Transsiberiyen demiryolu ile Rusya’nın Büyük Okyanus’a açılmasını önlemektir”. Bu savaş, bölge üzerinde çıkarları olan Avrupalı devletleri ve Amerika’yı yakından ilgilendirmiştir. Amerika, İngiltere’nin Çin’i, Rusya’nın da Japonya’yı az çok desteklediklerini, kendisinin ise tarafsız kalacağını açıklamıştır. Nitekim İngiltere’nin bir nakliye vapuru Japon krüvazörü tarafından batırılmıştır. Rusya bu savaşta İngiltere’nin karşısında yer alıyordu. Daha sonra ise İngiltere’nin, İtalya’nın tarafsız kalacağı, Almanya’nın da bu meselenin Avrupa devletleri arasında herhangi bir anlaşmazlığa sebep olmayacağı kanaatinde olduğu Berlin sefaretinden bildirilmiştir. Görüldüğü üzere bu savaş ve devletlerin tutumları, buralardaki Osmanlı elçileri tarafından yakından izlenmiştir. Londra, Petersburg, Wasinghton, Berlin sefaretleri bulundukları ülkenin tavrını, basınında çıkan haberleri ve yorumları takip ederek İstanbul’a bildirmişlerdir. Çin meselesinde İngiltere ile Japonya daha sonra bir ittifak imzalamışlardır. İngiltere, İspanya-Amerika savaşı üzerine de Uzakdoğu’daki mevkisini korumak amacıyla da bu savaşa hiçbir şekilde müdahale etmeyeceğini açıklamıştır. Çünkü bu savaşta İngiltere’nin Amerika’nın yanında olacağı düşünülüyordu. Çin-Japon savaşının (1894-1895) Japonya’nın galibiyeti ile neticelenmesi, Çin’in, Uzakdoğu’daki egemenliğini Japonya’ya terk etmesine yol açmıştır. Dolayısıyla da İngiltere Uzakdoğu’da Rusya’ya karşı daha güçlü bir duruma gelmiş oluyordu. İngiltere, Rusya’nın Mançurya’ya girerek buradan güneye Yang-tze nehri vadisine sarkması ihtimalinden korktuğu için Japonya’nın Çin’e saldırmasına ses çıkarmamıştır. Çünkü, kendisi bu vadiye yerleşmeye çalışıyor ve Japonya’yı Rusya’ya karşı bir denge unsuru olarak görüyordu. Osmanlı sefaretleri bu savaşı yakından takip ediyorlardı. Basında da savaş hakkında hergün makaleler yayınlanıyordu. Japon gazetelerinden “Japon Times” gazetesinden bu konu ile ilgili makaleleri yayınlıyor, Çin ve Japonya hakkında bilgi veriyorlardı. Rus basınında da makalelere yer veriliyordu. Bunlardan birisinde, “Moğolların bu gidişine dikkat etmeliyiz. Pan-moğolizm yani terakki-yi Moğol efkârı bizim şu tarafta olan havaliyi ve Sibirya’yı havf ve harase düşüreceği gibi tarih-i Rus’un revişine de mani olacak kadar bir kuvve-i cedide zuhur eyledi” fıkrasının yazıldığı belirtiliyordu. Şimdiye kadar Japonya’nın nerede olduğunun bile bilinmediğine dikkat çekilerek, bu savaşın her iki ülkeyi de dünyaya tanıttığı ve “Tercüman refikimizin dediği gibi bugün cümlenin ağzında Japonya ile Japonlar deveran etmekte bulunduğu” ifade ediliyordu. 1910 yılında Çin’de bulunan Abdürreşid İbrahim, Çinliler ile Japonlar arasındaki ilişkiyi değerlendirerek, bu iki milletin birleşmesi hakkında şunları yazmıştır; “Evvela Çinliler ile Japonlar arasında birleşmenin meydana gelmesi, Japonlardan çok Çinlilerin menfaatini temin eder. Zira Çinlilerin bugün her yönden bir dayanağa ihtiyaçları vardır. Eğer Çinliler şu kendi ihtiyaçlarını hissederlerse, nitekim etmişler, hiç şüphesiz medenî milletlerden biriyle birleşmeye mecbur olacaklardır. Bu mecburiyet gayet tabiî ve siyaset adamlarınca da doğrulanmaktadır. Bununla beraber böyle bir birleşmenin sonucu Çinlilerin faydasına uygun olup olmayacağı gözden uzak tutulamaz. Bunları Çinliler düşünmüyorlar değil, düşünüyorlardı. Şu hâlde ne olursa gaflet üzere kabul etmeyip, istikbalde icabında bu gibi bir birliğin feshini de şimdiden düşünmeleri lâzım olacağından, tam etrafıyla her yönünü inceden inceye tetkik ettikleri gibi hiç şüphesiz Japonlarla birleşmenin daha ehven olacağına kanaat ederlerdi. Fakat Çinliler Japonlarla birleştikleri zaman Çin’de Avrupalıların iktisadî çıkarlarını sekteye uğratır, belki de bütün batı siyasetine büyük bir darbe olurdu. Ve bilhassa Rusya hükûmetinin yeri hepsinden daha çok sarsıntıya uğrardı. Bunları Çinlilerle Japonlardan daha ziyade, Avrupalılar düşünmekte idi. Şu sebepten Japonya’nın böyle bir birlik akdine izin vermediklerinden ortaya bir de Japonlara rekabet olmak üzere Amerika-Çin birliği meselesini çıkarmışlardır. Elbette Amerika ile Çin arasında bir birlik meydana gelecek olursa, Avrupalıların çıkarına daha ziyade elverişli olacağı açıktır. Belki o zaman bütün batılıların iktisadî siyasetleri de teminat altına alınmış olacaktır. Bu meselede Amerikalılar da çok çalıştılar. Amerika’nın Çin saray sefaretine memur olarak ne olduğunu bilmez servet sahibi bir elçi tayin olunması da bu meselenin Amerikalılar menfaatine çözülmesi içindir. Çin sarayını rüşvetle falan birleşmeye ikna edeceklerdi. Fakat Çinliler de onların düşündükleri gibi Sayfa 28 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) çıkmadı. O alçaklığı kabul etmediler. Bu suretle Amerika-Çin ittifakı netice vermedi. Avrupalılar burada yani Amerika-Çin birliği meselesinde âdeta siyasete mağlub oldularsa da, geçici olarak Çin-Japon birliğine de mani olabilirdiler. Japonlar içinde bu mesele âdeta hayat meselesidir. Eğer Çin-Japon birliği meydana gelirse o zaman değil yalnız Uzak Doğu için belki bütün şarklıların siyasî hayatı için büyük bir diplomatik başarı olacaktır. Zira bunun neticesi şark birliği meselesini vücuda getirecektir. Çin diplomatlarının bu meselede ekseriyeti Japon birliğine temayül ediyordu”. Ertuğrul Faciası’dan Sonraki Türk-Japon Münasebetleri Savaş Sonrası ve Ticaret Anlaşması (1896-1897) Çin-Japon harbi yüzünden Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki münasebetler kesintiye uğramıştı. Japonya’nın bu savaştan galip çıkmasıyla Japonya tekrar harekete geçmiştir. 1896’da Japonya piyade miralaylarından Yazumaza Fukuşima, Japonya hükûmeti tarafından Avrupa ve Asya askeriyesini incelemekle görevlendirilmiş ve İstanbul’a da gelmiştir. Fukuşima, İstanbul’a geldiğinde Hariciye Nezaretine gelerek askerî okulları ziyaret etmek istediğini ve İstanbul’da iki hafta kadar kalacağını ifade etmiştir. Burada Mekteb-i Fünun-ı Harbiye-yi Şahane’yi ve kışlalardan birisini ziyaret etmek istemiştir. Bu kabul edilerek kışlalardan en muntazam olan Taşkışla’yı ziyaret etmesi uygun görülmüştür. Bunun için de ikinci fırka kumandanlığı görevlendirilmiştir. Aynı yılda bir Japon heyeti İstanbul’a gelmiştir. Bu heyet Çar II. Nikola’nın taç giyme merasimi için Rusya’da bulunmuş, daha sonra Peşte’de yapılan Posta ve Telgraf Kongresi’ne katılmıştır. Buradan da İstanbul’a gelmiştir. Bu heyet Japonya Posta ve Telgraf Nazırı M. Den, Telgraf Nezareti Hukuk Müşaviri M. T. Matsunga ve Turuk ve Maâbir Nezaret Katibi M. Tanaka’dan oluşuyordu. İstanbul’da bulundukları sırada da kendilerine nişan verilmiştir. 1896 yılı Osmanlı ve Japon hükûmet temsilcilerinin Berlin’de iki devlet arasında bir dostluk ve ticaret anlaşmasının akdi için bir araya gelmeleri açısından ayrıca bir önem taşır. Berlin’deki Japonya sefiri Kont Aoki, hükûmetinden aldığı emir üzerine buradaki Osmanlı elçisi Galip Bey’e gelerek bir ticaret anlaşması için teklifte bulunmuştur. Kont Aoki, daha önce de İstanbul’a gelmişti ve iki ülke arasında bir ticaret anlaşması için görüşmelerde bulunmuştu. Osmanlı hükûmeti böyle bir anlaşmanın yararlı olacağı kanaatindeydi. Ancak Japonlar batı ülkelerine tanınan imtiyazların kendilerine de verilmesini istiyorlardı. Osmanlı hükûmeti için teklif bu sebeple kabul edilemez bir hâldeydi (13 Eylül 1896). Ancak böyle bir anlaşmanın yapılması her iki tarafında çıkarları açısından yani Rusya tehdidine karşılık istediği bir münasebetti. Bu sebeple Osmanlı hükûmeti Japonya’ya istediği imtiyazlardan vazgeçmesi şartıyla konsoloslukların açılması yönünde bir anlaşmanın yapılabileceğini bildirmiştir. Böylece 1897’de karşılıklı olarak başşehirlere ve gerekli görülen yerlere konsolos tayini ile siyasî ve ticarî ilişkileri geliştirmek kararı alınmıştır. Bu karar üzerine her iki ülkenin basınında da yazıların yayınlandığı görülmektedir. Türk basını, diğer ülke gazetelerinin makalelerine de yer verirken kendi yorumlarında da iki ülke arasında ithalat ve ihracatın serbest olmasıyla, Osmanlı tüccarlarına yeni bir ticaret kapısının açıldığını ifade ediyordu. Osmanlı hükûmetinin Newyork konsolosu da, Tokyo’da yayınlanan ve yarı resmî olan The Japan Daily Herald Mail Summary gazetesinde, Japonya’nın Osmanlı Devleti’nde bir sefaret açmak fikrinde olduğunu yazan bir makaleyi İstanbul’a göndermiştir. Konsolos Japonya ile olan bu münasebetin Rusya’yı rahatsız etmekte olduğuna dikkat çekmektedir. Abdülhamid hatıralarında bu konuyla ilgili olarak şunları yazmaktadır: “Mikado, Yıldız parkımız için, memleketinde bulunan pek çok çeşit kıymetli kuşlardan göndermek nezaketinde bulundu. Japonlarla aramızda gelişmekte olan bu yaklaşma hareketlerini, dehşetli bir uzak görüş kabiliyetine sahip olan Rus sefiri, tabiî hemen farketti. Şarkın ‘Güneş memleketinin hükümdarı’ bize bu hediyeyi gönderirken maksatlı hareket etmiş olabilir. Nitekim Japonlarla ticaret anlaşması yapıldığı sırada Kont Aoki, iki imparatorluk arasındaki ittifakların çok faydalı olabileceğini ima etmişti. Türk-Japon yaklaşma arzusu hiç de yeni bir proje değildir. Fakat Uzak Şarka gönderdiğimiz güzel gemimizin orada kayıp oluşundan sonra, bu fikrin tatbik mevkiine konulmasıyla kimse meşgul olmamıştır. Rusya asırlardan beri her iki devletin de müşterek düşmanı olduğuna göre, Japonya ile aktedeceğimiz ittifakların temin edeceği faydaları ciddî olarak mütalaa etmek icab eder. Her ne kadar aramızda daimi bir diplomatik münasebet dahi mevcut değil ise de böyle bir anlaşma her iki tarafa da faydalı olabilir. Fakat Rusya ile üzücü bir Sayfa 29 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) vaziyete düşmemek için Türk-Japon ticarî ittifaklarında çok temkinli hareket etmemiz icab eder. Ben şahsen uzak dostumuz Japonya’dan fazla bir fayda ümit etmemekteyim; ancak karara varmadan önce temin edebileceğimiz menfaati tam olarak bilmek yerinde olur. Etrafımızdaki dostlarımızla ve düşmanlarımızla iyi geçinebilmek için aradaki münasebetleri münasib bir seviyede tutabilmek, birisiyle dost olabilmek için diğerinin düşmanlığını celbetmemek, dikkat edilmesi zaruri olan hususlardır”. 1897’de alınan bu kararı ve Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki ticarî ilişkilerin nasıl olabileceğini incelemek üzere on beş kişilik bir Japon heyeti 1902’de İstanbul’a gelmiştir ve Beyoğlu’ndaki Japon malları mağazası müdürü Yamada’nın, bu mağazasını “Japonya Ticaret Müzesi” haline getirmesi, müdürünün ise yine kendisinin olması kararlaştırılmıştır. Bu müze Japon ürünlerini sergileyerek her iki ülke ticaretinin gelişmesi için çalışacaktı. Yukarıda bahsedildiği üzere, 1897’deki konsoloslukların açılması ve karşılıklı ticaretin yapılması hakkındaki karar imzalanmamıştır. 27 Eylül 1897’de Padişah’ın iradesi çıktığı hâlde, bu Japonya’nın Berlin sefaretine bildirilmemişti. 1903 sonlarına doğru Sofya’da Bulgarca yayınlanan bir gazetede bu konuyla ilgili bir haberin çıkması üzerine, Osmanlı Devleti’nin Viyana sefiri İstanbul’a bir telgraf göndermiştir. Sefir Mahmut Nedim Bey, buradaki Japonya sefirinin imza işiyle ilgileneceğini ve Japonların Osmanlı hükûmetinin teklifini kabul ediyorlarsa buna cevap verilmesini istediğini bildirmiştir. Ancak Japon hükûmeti buna bir cevap vermemiştir. Ayrıca Yamada, bu konuyla ilgili olarak Japon hükûmetine bir iki defa müracaat ettiyse de başlamakta olan savaşın bitmesinden sonra icabı hakkında düşünüleceği şeklinde bir cevap verilerek geçiştirilmiştir. Görüldüğü üzere Japonların tekliflerinin üzerinden yedi yıl geçmiş ancak Türk-Yunan ve Rus-Japon harpleri yüzünden bu müzakerelerin neticesi gerçekleşememiştir. Nitekim, Hilal-i Ahmer İdaresine Japonya Salib-i Ahmer Cemiyeti tarafından, Cenevre Salib-i Ahmer Cemiyeti vasıtasıyla yaralı askerler için bin frank gönderildiği 11 Eylül 1897 tarihli tezkere ile bildirilmiştir. Yaralı askerlerin nerede yaralandıkları hakkında bir bilgi verilmemiştir. Ancak tarih, Türk-Yunan harbinin olduğu yıl olması sebebiyle bu savaşta yaralanan Türk askerleri için bu paranın gönderildiğini söyleyebiliriz. Çünkü bu savaşta Osmanlı Devleti’nin galip olması ahalisi Müslüman olan yerlerde büyük sevinçle karşılanmıştı. Açe’deki halk Hollandalılarla sık sık çatışıyordu. Singapur’daki Çinliler de mahallî idare aleyhinde davranıyorlardı. Burada 400.000 Çinli, 40.000 kadar da Müslüman vardı. Sadece Müslümanlar değil, Çinliler de buradaki İngiliz idaresinden bıkmışlardı. 29 Kasım 1897 tarihli tezkeresiyle bu durumu İstanbul’a bildiren Batavya konsolosu, ahalinin Osmanlı Devleti’nin himayesini talep ettiklerini ifade ediyordu. Bernard Lewis, II. Abdülhamid’in uyguladığı pan-İslâmizm politikasının bir süre göze çarpacak kadar başarılı olduğunu, Sultan’ın ajanlarının Mısır, Cezayir, Hindistan ve hatta Japonya’da faaliyete geçtiklerini, Osmanlı saltanatına yeni destekler kazandıklarını, bunun neticesinde de başarılarının ölçüsünün, 1897 Türk-Yunan savaşının bütün İslâm dünyasında uyandırdığı yaygın ilgide görülebileceğini belirtmektedir. 1897’nin dikkate değer bir diğer hadisesi de Japonya’nın Roma ateşesi Kaymakam Şimamora’nın İstanbul’a gelmesidir. Şimamora’nın Osmanlı ordularının mevkilerini gezmek istediği, 20 Temmuz 1897 tarihli seraskerliğin arîzasında belirtilmiş ve kendisine bu konuda kolaylığın gösterilmesi Müşir Ethem Paşa’ya bildirilmiştir. Bu arada 27 Ekim 1897 tarihli Japonya Hariciye Nazırı’nın Hariciye Nezaretine gönderdiği mektupta, bir Japon generalden bahsedilmektedir. Bu mektuba göre, General Terauçi’ye, memalik-i şahanedeki vazifesini yerine getirirken Yüzbaşı Nazmi Efendi’nin kendisine yardımcı olduğu, bu sebeple İmparator tarafından Nazmi Efendi’ye beşinci dereceden Sulilövan nişanının verilmesinin kararlaştırıldığı ve bu nişanın Mesajeri Kumpanyası vapurlarından biriyle gönderildiği belirtiliyordu. Adı geçen generalin ne amaçla geldiği hakkında bir kayıt bulunamamıştır. Yukarıda bahsedilen Şimamora ile birliktemi geldiği konusu da aydınlatılamamıştır. Ancak 1897’de Japon subaylarının, Osmanlı Devleti’ni ziyaret etmesinin sebebinin Türk-Yunan harbindeki Türk galibiyetinin olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz kanaatindeyiz. Ertuğrul Faciası’dan Sonraki Türk-Japon Münasebetleri 1899-1904 Yılları İlk olarak 1899 yılına ait bir durumdan bahsetmek gerekmektedir. Ağustos 1899 tarihli bir Dahiliye Nezareti tezkeresinden, 1891-1892’de, ikibinyediyüz kuruş maaş ile iki hoca efendinin Japonya’ya gitmek üzere görevlendirildiklerini Sayfa 30 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) öğrenmekteyiz. Bunlara ayrılan bu para, mahlûl olduğundan 1899’da başka bir memuriyete aktarılmıştır. Bu iki hocanın neden gönderilmek istendiği ve sonradan neden vazgeçildiği tespit edilememiştir. 1899’da Mehmet Ali Efendi adında birinin Japonya’ya gitmesi ise hayli karışık bir meseledir. Fransızlar bu kişinin Japonya’ya halife tarafından gönderildiğini söylemektedirler. Fatih Beş Kurşunlu Medresesi talebesinden olan Mehmet Ali Efendi’nin 21 Aralık 1899 tarihli bir dilekçesi, durumu biraz da olsa açıklamaktadır. Hacı Mehmet Ali, Japonya’nın Yokohama bölgesine ticaret için giden Müslüman ahalinin çok kalabalık olduğunu, bu sebeple burada, cami ve kabristan yapılması için mahallî idareden ücretsiz yer istenmesi ricasını Hariciye Nezaretine iletmişti. Hariciye Nezaretinden Meclis-i Vükelâ’ya intikal eden müracaatın karşılığı ilginçtir. Meclis-i Vükelâ, böyle hâli ve amacı bilinmeyen kişilerin müracaatı üzerine hareket etmenin uygun olmayacağını belirtmiş, öncelikle de Hacı Mehmed Ali’nin kimliğinin ve ifadesinin doğruluğunu kontrol edilmesini istemişti. Ayrıca Yokohoma’da ne kadar Müslüman olduğunun, cami ve kabristan için yer bulunduğunda inşa masrafının oradaki tüccarlar tarafından karşılanıp karşılanmayacağının, ayrıntılı bir şekilde incelenmesi istenmiştir. Hacı Mehmet Ali’nin halife tarafından Japonya’ya gönderildiği henüz vesikalandırılamamıştır. Fransız belgeleri esas alınsa da sadrazamın bu konu hakkında herhangi bir bilgisinin olmaması dikkat çekicidir. Bu meseleyi değerlendirirken, o yıllardaki İslâm dünyasının genel havasını da göz önünde tutmak gerekmektedir. Japonlar Hristiyanlığın temel kaidelerini inanmıyorlardı. Osmanlı Devleti ile yakın temas kurmuşlardı. Bu, siyasî ve askerî gücünün yarattığı beğeniyle birleşince, Müslüman fikir adamları, Japonların Müslüman olabileceklerini ortaya atmışlar ve 1900’den sonra da bu çabalar yoğunlaşmıştır. Japonların mükemmel bir din aradıkları ve bu konuyla ilgili olarak İslâm’ı inceledikleri duyulunca, idealist Müslümanlar, Japonya’ya giderek bir şeyler yapmaya çalışmışlardır. Hacı Mehmet Ali’nin de bu girişimini, bu hareketin bir tezahürü olarak görmek mümkündür. 1899’da Japonya tarafından Bekeşaga (?) adında bir kişi İzmir’e gönderilmiştir. Bir gazeteciyle Ekim ayında yaptığı görüşmede, gazetecinin, İzmir’e geliş ve afyon ziraatine dair olan incelemelerinin sebeplerinin ne olduğunu sorması üzerine şu cevabı vermiştir; “Geliş sebebim pek sadedir. Japonya’nın Formoza adasından afyon ithalatı çok yapılmaktadır. Bir kısmını da İran’dan alıyoruz. Hükûmetin afyonun daha başka nerelerden temin edilebileceğini öğrenmek istemiştir. Bunun için afyon ticaretinin merkezi bulunan yerlerde gezip ve lâzım olan tetkikatı yaparak raporlar düzenlemek için beni görevlendirdi. Geçen Mayıs’ta Tokyo’dan hareket ederek Hindistan’da Bombay ve İran’da Ebuşehit limanlarını dolaştım ve Tahran’dan Batum’a geldim ve Batum’dan İstanbul’a geldim. Bütün seyahatim kırk gün sürmüştür. Bu seyahatimde pek çok güçlüklerle karşılaştım. Birkaç gün sonra Afyonkarahisar’a gideceğim. Oradan Konya’ya ve Kayseri’ye, Sivas, Malatya, Diyarbakır, Bağdat şehirlerine gidip oralardaki afyon ticaretine dair incelemelerde bulunacağım. Bu fırsattan istifade Babil ve İlyapolis harabelerini gezeceğim. Oradan dahi Hindistan’a geçip Kalküta yoluyla memleketime döneceğim”. Bu şahsî ve resmî ziyaretlerden birisi de Japon prenslerinden Kotohito’nun İstanbul ziyaretidir. Kotohito’nun refakatindekilerle birlikte (yanında prens Iwakura da bulunuyordu) 21 Mayıs 1900’de İstanbul’a geleceği Japonya’nın Paris sefaretinden bildirilmiştir. Ünlü İngiliz ajanı Yahudi Armanius Vambery, İngiliz hükûmetine gönderdiği 9 Haziran 1900 tarihli raporunda bu konuyla ilgili olarak şöyle diyordu; “Sayın Bayım, İstanbul’dan dün döndüm ve hemen Padişah’ın davetinin amacını, payitahtta kaldığım sürece onunla yaptığım mülakatları bilginize sunmak istiyorum. Her şeyden önce size bu ziyaretimde gördüğüm olağanüstü kabul ve sıcak karşılamadan söz etmeme izin veriniz. Varışımdan yarım saat sonra, beni özel odasına kabul ederek, bu sıcak mevsimde uzun bir yolculuğa kalkıştığım için bana içtenlikle teşekkür etti. Beni derhâl o akşam Japon prensleri Kotohito ve Iwakura şerefine verilen gala yemeğine davet etti. Yemekten sonra Osmanlı Hükümdarı ile Japon İmparatoru’nun akrabaları arasındaki genellikle donanma ve askerî konulardan ibaret konuşmayı büyük bir ilgiyle izledim. Çin’deki buhrandan söz açılınca, Padişah bu ülkeye duyduğu sempatiyi gizleyememişti. Padişah’ın siyasal düşüncelerini ve eğilimini derhâl kavrayan zeki Japonlar, Avrupa meselelerine dahi değinmekten kaçınmışlardı. Ural-Altay kavimleri olan Türklerle Japonlar arasındaki ırksal yakınlığa dikkatlerini çekince hava yumuşamış ve bu açıklamalar gerek Padişah’ı ve gerek konuklarını çok memnun etmişti. Konuşmaların genel akışı önemsiz olduğu için ertesi akşam yeniden uğramak üzere huzurdan ayrıldım”. Sayfa 31 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Japon İmparatoru, Prensin İstanbul’dayken gördüğü ilgiden son derece memnun olmuştur. Bu sebeple, “şevketlü, kudretlü, süretlü dost ve muhibbimiz ve ikmalimiz Padişah-ı Osmanî Sultan Abdülhamid Han Hazretleri memalik-i mahruse-i şahanelerine azimet eden teb’amızın daima mazhar-ı hüsn-i kabul olmakta bulunduklarına...” şeklinde memnuniyetini ifade eden bir mektup göndermiş ve Padişah’a takdim edilen Krizantem nişanının kabul edilmesini istemiştir. Yine Prensin mihmandarlarından Padişah’ın yaverlerinden Ethem Paşa ile Ahmet Ali Paşa’ya ve Yaver Ali Rıza Bey’e Sulilövan nişanının çeşitli rütbelerinden verilmiştir. Bu arada Japonya Hariciye Nezaretinin, Osmanlı Hariciye Nezaretine gönderdiği 21 Ağustos 1900 tarihli tahrirattan, Japonya Zâdegân Mektebi Müdürü Prens Konaye ile Topçu Miralaylarından İçişi’nin memalik-i şahanede kaldıkları süre içerisinde kendilerine yardım ve yakın ilgi gösteren Kaymakam Selim Muzaffer ve Süvari Mülazımı Mehmet Talat Beyler’e Terezorsakre ve Sulilövan nişanlarının verildiği anlaşılmaktadır. 1899 ve 1900 yılları, Osmanlı Devleti ile Japonya’nın diğer devletlerle ilişkileri açısından, önemli bazı olayların ortaya çıkması sebebiyle ayrıca dikkate değer yıllardır. Mesela, Lahey sefaretinden Hariciye Nezaretine gönderilen 4 Mart 1899 tarihli ve 17 numaralı tahriratta, “Bahr-i Muhit-i Hindî’deki müstemlekât nizamnamesinin yüzdokuzuncu maddesini tadilen kaleme alınan ve Japonyalıların Avrupalılarla eşit tutulmasını mutazammın olan kanun layihası şehr-i hâlin birinci günü Meclis-i Mebusan tarafından tasdik edilmiştir. 1896 senesinde Felemenk ile Japonya hükûmetleri beyninde akd edilen ticaret muahedesine dayanılarak, gördüğü pek kuvvetli bir muhalefete rağmen Japonyalıların Avrupalılar hakkında icra olunan muameleye mazhariyet hakkını tasdik etmiştir” deniliyordu. 26 Ekim 1899 tarihli Hariciye Nezaretinin Sadaret’e gönderdiği tezkerede ise Japonya hükûmeti tarafından Osmanlı Devleti’nde bulunan Japonyalıların himayelerinin İngiltere sefaretine bırakıldığı bildiriliyordu. İngiltere sefareti baştercümanı, Hariciye Nezaretine gelerek nazıra, Lord Salisubury’nin sefarete gelerek, Japonya hükûmetinden bir telgraf aldığını, Memalik-i Şahane’de bulunan Japonyalıların himayelerinin İngiltere sefaretine verildiğini belirtmiştir. Nazır, bunun sebebinin, tercümana, Osmanlı Devleti ile Japonya arasında bir anlaşma olmamasından kaynaklandığını ifade etmiştir. Hariciye Nezaretinin 16 Temmuz 1900 tarihli tezkeresinde bu konuyla ilgili olarak şu açıklamayı görmekteyiz; “Devlet-i Aliyye ile Japonya hükûmeti arasında hiçbir muahedename mevcut olmadığı cihetle Memalik-i Şahane’deki Japonyalıların uhud-u atîke imtiyazatından müstefid olamayıp beyan olunan himayenin bunlar hakkında yalnız hukuk-u beyne’l-milel kavaid-i umumiyesine tevfîkan muamele icra edilmek şartiyle kabul edilebileceği edilen mülâkatta İngiltere sefirine ifade olundukta müşarünileyh buna muvafakat eylemiş” şeklinde bu konuya açıklık getirilmişti. Görüldüğü üzere Japonya Osmanlı Devleti’nden elde edemediği imtiyazlara karşılık, Osmanlı ülkesindeki halkının himayesini, aralarında bir anlaşma olan İngiltere’ye vermektedir. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti ile Japonya arasında 1896-1897 yıllarında bir ticaret anlaşması için müzakereler yapılmış, Japonya’nın istediği imtiyazlar verilmemiş, sadece elçilikler açılması konusunda bir karara varılmıştı. Ancak bu karar da imzalanmamıştı. Japonya buna karşılık olarak böyle bir harekette bulunmuş olabilir. 1903 sonlarında da Osmanlı Devleti tarafından Japonya’ya bu anlaşmanın imzalanmasını istiyorsa, harekete geçmesi gerektiği hatırlatılmış, ancak Japonya, bir savaşın eşiğinde olmasını sebep göstererek bunu geçiştirmişti. Eylül 1901 tarihli bir belgede de, Rusya’nın Japonya elçiliği başkatibinin kızkardeşi Prenses Fodeşef’e Osmanlı Devleti tarafından ikinci rütbeden Şefkat nişanının verildiğini öğrenmekteyiz. Bu nişanın neden verildiği tespit edilememişse de, Osmanlı Devleti-Japonya-Rusya münasebetlerine bir katkı olması düşünülmüş olabilir. 1901 yılında ayrıca, Japon İmparatoru tarafından Sultan II. Abdülhamid’e 25. saltanat yılını kutlamak amacıyla bir saray maketi hediye edilmiştir. 1902 yılına ait bir belgeden, Miralay Nagaoka adlı bir Japon’un İstanbul’a geldiği anlaşılmaktadır. Japonya Hariciye Nezaretinden gönderilen 19 Aralık 1902 tarihli yazıda, İstanbul’dayken gördüğü yakınlıktan dolayı Serasker Rıza Paşa’ya ve erkan-ı harbiye binbaşılarından Bilal (?) Bey’e nişan verildiği belirtilmektedir. 1904 yılında ise Mimar Dr. İto İstanbul’a gelmiştir. İto, İstanbul’daki camileri gezmiş, İslâm mimarisini incelemiştir. Buralarda fotoğraflar çekmiş, bazılarının da kara kalem resmini yapmıştır. Müze-i Hümayûn’da da çeşitli fotoğraflar çekmiş, oymaların üzerine ise kâğıt yapıştırarak Çin mürekkebi ile resimlerini almıştır. Ankara, Konya, Aksaray, Kayseri, Sivas, Malatya, Harput, Diyarbakır, Sayfa 32 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Nusaybin, Musul, Bağdat, Telafer, Dımaşk, Şam, Beyrut, Yafa, Kudüs ve İzmir gibi Osmanlı şehirlerini ziyaret ederek incelemelerde bulunmuştur. Dr. İto’nun bu şehirleri ziyareti esnasında kendisine kolaylık gösterilmesi için buralara beyannameler gönderilmiştir. Rus - Japon Harbi (1904-1905) Sebebi - Sonucu Rusya, Uzakdoğu’da, Ortadoğu’da olduğu gibi XIX. yüzyılın ortasından itibaren bir genişleme siyaseti uygulamıştır. Bu durumdan en çok zarar gören Çin olmuştur. 1858 ile 1860 arasında Rusya, Çin’i Amur ve Ussuri bölgelerini vermeye razı etmiş, böylece Doğu Sibirya askerî valisi de, bu bölgeleri Rus kontrolü altına sokup Kuzeybatı Pasifik’teki İngiliz emellerine engel olmayı düşünüyordu.1875’te Ruslar, Japonların ellerinde bulunan Sahalin adası üzerinde hak iddia etti. Rusya şimdi ise bu elde ettiği toprakları çevreleyecek bir liman bulmak fikriyle Kore’de bir deniz üssü kurmak istemiştir. Ruslar böyle bir limanı Rus İmparatorluğu’nun bir parçası sayıyorlardı. Fakat Rusya’nın 1891’den sonra Uzakdoğu politikası değişti. Bunun sebebi, Uzakdoğu eyaletlerini Batı Rusya ile birleştirmek ve Sibirya demiryolunu yapmak kararını almasıydı. Böylece Uzakdoğu eyaletleri savunma ve kalkınma bakımından yardım görecekti. İşin en ilginç tarafı ise Rusya’nın bu demiryolunu Rus toprağı içinde olan Amur dirseğinin kenarından geçireceği yerde, Çin tarafından Mançurya üzerinden döşemeyi plânlamasıydı. Bazı Rus ileri gelenleri demiryolunu sadece Mançurya’nın Kuzey ucuna kadar uzatmayı düşünmüşler ve Çin’in bu toprakları bırakacağı zannedilmişti. Rus Maliye Bakanı Witte ise Sibirya demiryolunu Mançurya’nın kalbinden, Çin hükûmetinin de onayını alarak geçirmeyi plânlıyor ve böylece Mançurya, Kore ve Çin’in diğer kısımlarını da içine alacak şekilde bir ticarî ve ekonomik politikayı tasarlıyordu. Witte bu düşüncesiyle Rus hududu boyunca, Çin’den toprak kazanmak isteyenlerin aksine, Çin ile yakın münasebetler kurup kredi yardımı yaparak ve gerektiğinde diğer devletlere karşı da onu koruyarak demiryolu ile ticarî ve ekonomik imtiyazlar sağlamak istemiştir. Böylece Kuzey Çin’i tamamıyla bir Rus hakimiyeti altına sokmayı ve Çin’in diğer bölgelerinde de, başka devletlerle aynı nüfuza sahip olmayı tasarlamaktaydı. Japonya ise güvenliği açısından Asya kıtasının kendi adalarına bakan kıyılarına sahip olmak istiyordu. Çin ile olan savaşını da (1894-1895) galibiyetle bitirmiş, bundan sonra da tüm dikkatini Asya kıtası üzerinde toplamıştır. Rusların da Kore, Mançurya üzerindeki emelleri biliniyordu. Rusya, Mançurya’ya yerleşirse kısa bir zaman sonra Kore de onların eline düşecekti. Rus emellerini önlemek isteyen Japonlar Kore’yi himayelerine almak ve Rusları Mançurya sınırlarının dışına atmak istiyorlardı. Japonlar Mançurya’nın eskisi gibi Çin’e tabi olmasını uygun görüyorlardı. Çünkü Rusya, Mançurya’da olduğu müddetçe, kendileri Kore’ye yerleşseler bile vaziyeti ilerisi için tehlikeli görüyorlardı. Bu sebeple Rusların Mançurya’dan çıkması gerekiyordu. Yani, XIX. yüzyılda Batı’ya açılan Çin, Avrupa devletleri tarafından sömürge olarak görülmüş ve İngiltere Yang-tze nehri vadisini kendine sömürge alanı olarak seçmiştir. Böylece İngiltere, Çin’e doğu-batı doğrultusunda girmiştir. Rusya ise Çin’in Mançurya topraklarına göz dikmişti ve oradan kuzey Çin’e girmek istiyordu. Yani Rusya da Çin’e kuzey-güney doğrultusunda girmek istiyordu. Bu sebeple, İngiltere bu bölgede Rusya’nın karşısına çıkmasını istemiyordu. Bu sırada Uzakdoğu’da sivrilen Japonya da Çin’i sömürmek için Avrupalı devletlerin arasına girdi. Japonya’nın da kendisine seçtiği yer Mançurya idi. Böylece Mançurya üzerinde Rus-Japon mücadelesi ortaya çıktı. İngiltere, Rusya’nın güneye sarkmasını istemediğinden, Japonya ile 1902’de bir ittifak yaparak Japonya’yı Rusya’nın üstüne saldırtmıştır. Japonya Rus ilerleyişini durdurmak için bir yandan harp hazırlıklarına hız vermiş, diğer taraftan da İngiltere ile 1902’de bir anlaşma imzalamıştır. Japonya ve İngiltere arasındaki bu ittifak, Rusya’yı harekete geçirmiş, Rusya ve Fransa sefaretleri tarafından Almanya, Avusturya, Belçika, Çin, İspanya, Amerika, İngiltere, İtalya, Japonya ve Hollanda hükûmetlerine, 30 Ocak 1902 tarihinde İngiltere ve Japonya arasında bir anlaşma imzalandığına ve bu ittifakın hangi amaçla yapıldığına dair beyannameler gönderilmiştir. Bunun üzerine Rusya ve Fransa da bir anlaşma imzalamış ve bu konuyu Delcasse, Fransız meclisinde, “...Çin’in tamamiyet-i mülkiyesi esasını taht-ı temine almak ve muhtelif teşebbüsat-ı sanayi ve maliye beyninde serbesti-i rekabeti temin için ‘açık kapı’ usülünü muhafaza eylemekten ibaret olduğunu...” açıklamıştır. Paris sefaretinden Hariciye Nezaretine gönderilen 23 Mart 1902 tarihli tahriratta, İngiltere ve Japonya arasında yapılan bu ittifakın Rusya ve dolayısıyla bir takım demiryolları inşa ederek Çin’in güneyine sokulmakta olan Fransa’ya karşı yapıldığı, buna karşılık da Rusya, Fransa ve Almanya’nın birlikte hareket ettikleri bildiriliyordu. Ayrıca İngiltere-Japonya ittifakının, Kuzey’den Rusya’ya Güney’den de Fransa’nın Hindi Çini’ne karşı tehdit oluşturduğu Sayfa 33 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) sebebiyle, bu ülkelerin başka bir ittifak oluşturdukları da ifade edilmekteydi. Ayrıca İngiltere’nin, Japonya’nın Rusya hakkındaki tavrında etkili olduğu da belirtilmekteydi. Neticede Japonya filosunun, 9 Şubat 1904 gecesi Port-Arthur istihkamı dışındaki limanda demirli olan Rus donanmasına taarruzda bulunmasıyla, Rus Çar’ı tarafından bu konuyla ilgili olarak bir beyanname yayınlanmış, bunun askerî bir hareket olduğuna dikkat çekilmiş ve savaş başlamıştır. Bu arada, Osmanlı Devleti’nin Paris sefaretinden Hariciye Nezaretine gönderilen 23 Aralık 1903 tarihli tahriratta İngiltere ile Fransa’nın, Rusya ve Japonya arasında bir savaş çıkarsa tarafsız kalacaklarına dair gizli bir anlaşma yaptıklarının haber alındığı, İngiltere’nin Japonya ile Fransa’nın da Rusya ile ittifak yaptığı düşünülürse bu durumun şaşırtıcı olduğu bildirilmektedir. Padişah’ın bu konuya açıklık getirilmesini istemesi üzerine, sefaret gönderdiği 9 Ocak 1904 tarihli başka bir tahriratında, İngiltere-Japonya ittifakına karşılık Rusya-Fransa ittifakının yapıldığı ve bunun öncekinin eksiklerini tamamlamak amacıyla imzalanmış olacağının addedilebileceği cevabını vermiştir. Nitekim İngiliz gazeteleri, İngiltere’nin bu savaşta tarafsız kalacağına dair beyannamenin kral tarafından imzalandığını yazıyorlardı. Bu beyanname “London Gazet” te yayınlanmış ve bir nüshası Londra sefaretinden Hariciye Nezaretine gönderilmiştir. Beyannameye göre, İngiltere, ülkesi ve müstemlekatındaki liman ve iskeleleriyle, kara sularında tarafsızlığını koruyacaktı. Fransa’da ise bu konu tam açıklığa kavuşmamıştı. Hükûmet üyeleri arasında fikir birliği yoktu. Savaşın Japonya lehinde sonuçlanması veya Çin’de herhangi bir karışıklığın çıkması hâlinde Fransa’nın nasıl davranacağı merak ediliyordu. Özellikle de Rus-Japon harbine İngiltere’nin veya Amerika’nın müdahalesi söz konusu olursa Fransa ne yapacaktı? Yapılan müzakerelerde Delcasse, ülkenin menfaati için bu sorulara verilecek cevapların bir süre daha ertelenmesini isteyerek bu konuyu geçiştirmiştir. Almanya, bu savaşta tamamen tarafsız kalacağını açıklamakla birlikte, İmparator Mart ayında Bahr-i Sefid’de yapacağı gezisini Uzakdoğu’daki durumdan dolayı ileri bir tarihe ertelemiştir. Avusturya-Macaristan ve İtalya da tarafsız kalacaklarını bildirmişlerdir. İsveç ve Norveç hükûmeti ise bu savaşta tarafsız kalacaklarını bildirmiştir. Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nin Stockholme sefaretinden gönderilen 15 Şubat 1904 tarihli tahriratta, İsveç ve Norveç Hariciye Nazırı’nın Rus-Japon harbinde Rusya’ya olan temayülatına karşılık halkın, Rusya’nın yenilmesini istediğini, Rus ordularının aldığı mağlubiyetler duyuldukça kesin yenilgi haberini duymak temennilerinde bulunduğu ifade edilmektedir. Ayrıca bu savaştaki subayları incelemek üzere Norveç subaylarından iki kişi Japonya’ya gönderilmiştir. Sefaretin 25 Şubat 1904 tarihli tahriratında İsveç ve Norveç hükûmetinin savaş karşısında nasıl davranacağına dair şu bilgiler mevcuttur: Savaşın nasıl sonuçlanacağı şimdiden bilinemiyordu. Bununla beraber, Fransa’nın tarafsız kalacağını açıklamasına karşılık, olabilecek herhangi bir hareketi İngiltere’nin müdahalesine sebep olacaktı. Bu yüzden İsveç ve Norveç hükûmeti, her ihtimali göz önüne alarak, bütün donanmasını seferber etmiş, bir kısmını da Baltık Denizi’nin önemli bir mevkiine yerleştirmiştir. İsveç’in Baltık Denizi’ndeki coğrafî mevkii sebebiyle İsveç ve Norveç hükûmetinin aksa-yı şark hadisesinde kayıtsız kalmasına izin vermemektir. Yine Osmanlı Devleti’nin Batavya Başkonsolosluğu’ndan Rusya Baltık filosunun Sunda adalarından kömür almasına ve adalardan birine çıkarılarak beş on gün dinlenmelerine Felemenk hükûmeti tarafından izin verildiği bildiriliyordu. Böylece Hollanda da bu savaşta hangi tarafta olduğunu ortaya koymuş oluyordu. Görüldüğü üzere Osmanlı Devleti’nin sefaretleri, bulundukları ülkelerin, bu savaş karşısında nasıl davranacakları hakkında ayrıntılı bilgiler vermişlerdir. Bu bilgiler daha çok Rus-Japon harbi ile doğrudan alâkalı olan devletlere aittir. Savaş hakkında ayrıntılı bilgiler de İstanbul’a gönderiliyordu. Savaşın Rusya’nın aleyhine biteceğinin anlaşılmasıyla da yeni yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Bunlardan biri, Fransa’da yayınlanan “Humanity” gazetesinde çıkan iki makaledir. Bu makaleler, Fransa Sosyalist Fırkası Reisi ve meclisin eski başkanvekili Joresi’ye aittir. Joresi, adı geçen gazetede yayınlanan makalelerinde, Rusya’nın mağlubiyetinin artık kesinleştiğini, bundan da Rusya’yı destekleyen Fransa’nın zararlı çıkacağını yazmaktadır. Çünkü Fransa bu savaşta Rusya’ya büyük ölçüde borç vermiştir. Osmanlı sefaretleri bulundukları ülkelerin basınında çıkan haberleri yakından takip etmişler, yukarıda bahsedildiği gibi ilgili gazetenin nüshalarını İstanbul’a göndermişlerdir. Bunlardan biri de, Paris sefaretinin “Echo de Parie” gazetesinde yayınlanan bir rapordur. Bu rapor Japonya’nın Formoza adasının eski valisi ve Japonya erkan-ı harbiye reisi tarafından yazılmıştır. Sefaretin bildirdiğine göre bu rapor, Fransa basınında büyük yankılar uyandırmıştır. Çünkü Sayfa 34 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) burada Japonya’nın Fransız sömürgelerinde gözü olduğu belirtiliyordu. Paris’teki Japonya sefiri, bunun üzerine adı geçen raporun sahte ve eski olduğunu, Japonya’nın Fransa’nın sömürgelerinde asla gözü olmadığını belirtmiştir. Bunun üzerine Hindi Çini valiliğinde bulunduğu sırada Dumer’in 22 Mart 1897 tarihli raporu gazetelerde yayınlanmıştır. Bu raporda Japonların tek amacının “Asya’yı Asyalılara vermek” olduğuna dikkat çekiliyordu. Osmanlı sefiri bu konuda kendisinin de Echo de Parie’de yayınlanan raporun sahte olduğuna inandığını, bunun hayalperest bir Fransız gazetecisinin Japonya’yı Avrupa’nın gözünden düşürmek isteyen bazı Rus memurları tarafından sevk edildiğini ifade etmektedir. Neticede Rus-Japon harbi Japonların galibiyetiyle sonuçlanmış ve 23 Ağustos/5 Eylül 1905’te Portsmouth Barışı imzalanmıştır. Japonya’nın Ruslara karşı kazandığı zafer dünyanın büyük devletleri arasına girdiğini ortaya koymuştur. Japonya daha önce de Çin ile olan savaşında da, mahdut sahada büyük bir devlet olduğunu göstermişti. Ayrıca Japonya için 1900 yılındaki Çin’de Boxer’lere karşı yapılan harekat, Asyalı olmayan devletler ile ittifakının kıymetini de ortaya koymuştu. Rusya’nın Japonya önündeki yenilgisi, İngiliz-Rus münasebetlerinde büyük bir değişiklik yapmıştır. Rusya, Japonya’yı üzerine saldırtanın İngiltere olduğunu ve bu çatışmaların kendisine bir şey kazandırmadığını görmüştür. Halbuki kendisinin geleneksel faaliyet alanı Balkanlar ve Boğazlardı. Buraları daha önemliydi ve buralar ihmal edlimiş, üstelik Uzakdoğu’da ağır bir yenilgiye uğranılmıştı. Bununla birlikte, Rusya’nın Balkanlar ve Boğazlar’da faaliyette bulunabilmesi için İngiltere ile olan ilişkilerine bir şekil vermesi ve yumuşatması gerekiyordu. İşte bu sebepler 1907 İngiliz-Rus anlaşmasının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Rus-Japon harbinden kazançlı çıkan ülke İngiltere olmuştur. Rusya, Uzakdoğu’da ve Asya’da, İngiltere ile çatışamayacağını görmüştür. Güçlü bir devlet olan Rusya’yı yenerek, Japonya da dünyanın büyük güçleri arasına girmiştir. Rusya, 1907’de İngiltere ile bir anlaşma yaparak, İngiltere ile aynı tarafa geçmişti. Bu da Rusya’nın Boğazlar üzerindeki emellerini gerçekleştirmesini kolaylaştıracaktı. Bu açıdan Japonya’nın Rusya’yı yenmesi, Osmanlı Devleti’nin aleyhine olmuştur. 1904-1905 Rus-Japon harbini hazırlayan dış güç İngiltere’ydi. İngiltere-Japonya ittifakı, II. Abdülhamid’in 1890 yılındaki Japonya ile ittifak kurma düşüncesinin doğruluğunu göstermektedir. Eğer bu gerçekleştirilebilseydi, çok önemli bir “stratejik güç fırsatı” elde edilebilirdi. Nitekim, Sadrazam Kamil Paşa, Padişah’a gönderdiği 30 Mayıs 1321 (1905) tarihli arizasında, Rusya’nın Japonya’ya yenilmesiyle Avrupa siyasetini değiştireceğini, bu durumdan istifade edilerek İngiltere ile anlaşma yollarının aranmasını istemiştir. Rus - Japon Harbi (1904-1905) Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Tesirleri Osmanlı İmparatorluğu’nun Savaşı Takip Etmesi Rus-Japon harbi, Osmanlı Devleti tarafından büyük bir ilgiyle takip ediliyordu. Bu savaş sırasında Vladivostok’taki Rus donanmasının Japonya tarafından tahrip edilmesi üzerine Rusya, Karadeniz donanmasını Boğazlar’dan geçirmek istemiştir. Ancak, İngiltere, buna izin vermek istememiş, bunu da hem Rusya’ya hem de Osmanlı Devleti’ne bildirmiştir. Bu durum Osmanlı Devleti’nde de siyasî bir problem yaratmıştır. II. Abdülhamid, adı geçen savaşta tarafsız davranmak istediğinden, Rus donanmasının Boğazlar’dan geçmesine izin vermemiştir. Sadece torpidoların geceleri teker teker geçmesine müsaade etmiştir. Böylece Padişah, filoyu toplu bir şekilde Boğazlar’dan geçirmemekle Japonları, torpidoları teker teker geçirerek de Rusları memnun etmiş oluyordu. Yine Mısır fevkalâde komiseri Ahmet Muhtar Paşa tarafından Bâbıâli’ye gönderilen, 25 Şubat 1904 tarihli telgrafta, Süveyş Kanalı’ndan geçen gemilerin, bu kanaldan geçmelerine savaş sebebiyle izin verilmemesinin söz konusu olmadığı, ancak bir geminin kanalda 24 saatten fazla kalmasına ve iskelelere askerî mühimmat ve benzerilerin çıkarılmasına izin verilmeyeceği bildirilmiştir. Bu arada Osmanlı ordusunu ıslah etmek için Türk hizmetinde bulunmuş olan Von der Goltz Paşa’nın tavsiyesiyle, Miralay Pertev Bey (Demirhan), Osmanlı ataşemiliteri ve askerî murahhası olarak Rus-Japon harbini izlemek üzere Mançurya’ya gönderilmiştir. Burada bir sene kadar III. Japon ordusu ile birlikte olmuş, Port-Arthur muhasarasıyla Mukden meydan muharebesinde bulunmuştur. Osmanlı Devleti, bu savaşta Mançurya’daki Japon ordusuna gönderdiği bir subay gibi, Mançurya’daki Rus ordusuna da gözlemci olarak bir subay göndermek istemiştir. Ancak Rus hükûmetinden herhangi bir cevap alınamamıştır. Pertev Bey, kendisinin bir ara, Rus hükûmetinin cevap vermemesi üzerine Padişah’ın Rusları kızdırmamak için kendisini göndermekten vazgeçebileceğini düşündüğünü Sayfa 35 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) söylemektedir. Pertev Bey, General Nogi’nin karargahında kalmış ve İstanbul’a savaş hakkında düzenli olarak bilgi vermiştir. Pertev Bey, Japonların bu başarısının sebebi olarak, Japonya’nın maddî açıdan fevkalâde hazırlıkları ile beraber, Japon milletindeki maneviyatın, özellikle azim ve meram, şehamet-i kalb gibi meziyetler sayesinde olduğunu söylemektedir. Bir muharebeyi izlerken, Pertev Bey’in bacağına kurşun isabet etmiştir. Bu durumu ve Pertev Bey’in ciddî bir şeyi olmadığını İstanbul’a Mareşal Yamagata, bir telgrafla bildirmiştir. Pertev Bey Japonya’dan dönüşünde Padişah’a Japonların genel hayatı üzerinde bir rapor sunmuştur. Ayrıca savaş sonunda yapılan Rus-Japon sulh konferansına da Osmanlı sultanının katılması teklif edilmiştir. Bu savaşı izlemek üzere Mançurya’ya giden Pertev Bey’in yanı sıra, Japonların Port-Arthur zaferinin sebebi olarak gösterilen toplarla yapılacak manevraları izlemek için de erkan-ı harbiye mirlivalarından Rıza Paşa ile topçu kaymakamlarından Emin Bey, Almanya’ya gitmişlerdir. Rıza Paşa ile Emin Bey’in Almanya’ya gitmelerinin sebebi ise, Port-Arthur’da kullanılan toplar ile yapılacak manevralar ve atış talimlerinin bu ülkedeki tatbik edilmesiydi. Savaş sırasında Bulgaristan’ın Rusya’yı desteklediği görülmektedir. Bulgaristan komiserliği Türkçe Başkitabet Muavinliği’nden alınan 12 Şubat 1904 tarihli tahriatta, Rus-Japon harbinde Rusya’nın galibiyeti için Sofya kilisesinde bir ayin yapıldığı bildirilmektedir. Bu ayinde Rus konsolosluğu memurlarının da hazır bulunduğu ve hatta Prens Ferdinand’ın bir Rus üniformasıyla bu ayine katıldığı belirtilmektedir. Bulgar kiliselerinde yapılan bu ayinler, Bulgarlar tarafından Rusya konsolosluğuna bildirilmiştir ve bu savaşta Rusya ordusuna gönüllü olarak katılmak istediklerini belirtmişlerdir. Ancak konsolosluk bunlara Rus ordusunun ecnebi yardımına ihtiyacı olmadığını, bununla birlikte böyle bir harekette bulunmalarının da memnuniyet ile karşılandığını cevap olarak bildirmiştir. Bulgarlar Osmanlı Devleti’nin bu savaşı bahane ederek kendilerine taarruzda bulunacağını iddia ediyorlardı. Hatta Bulgar çeteleri hazırlıklar bile yapıyorlardı. Bunun üzerine Avusturya hükûmeti Rus-Japon harbinin Balkanlar’da aksi bir tesir göstermeyeceğini, Rusya-Avusturya ihtilafının devam edeceğini, Osmanlı Devleti’nin saldıracağı hakkındaki haberlerin asılsız olduğunu ve Bulgarların akıllı ve mantıklı hareket etmeleri gerektiğini açıklamıştır. Bununla birlikte Balkanlarda meydana gelen karışıklıklar üzerine Avusturya-Macaristan hükûmeti yine devreye girmiştir. Rumeli Vilayat-ı Selase-yi Şahane’de, savaş ile birlikte karışıklıklar meydana gelmeye başlamıştır. Avusturyalı bir şahıs bu konu hakkında “Türkler ile muhtariyet taraftarı olan Hristiyanlar arasında çete muhaberatının devamına mani olunacaktır. Şurası muhakkaktır ki Rusya ile Japonya arasında zuhur eden muharebe üzerine vilayat-ı selasede ikâ-yı şûrişe hakkındaki efkâr ve temayülat hayli tenakus etmiştir. Avrupa ahval-i siyasiyesinin şekl-i hazırına nazaran düvel-i muazzama lanikati’ tahrik edilen ahali-i İslâmiyenin tadiyat-ı muhtemelesinden dolayı müdahaleye meyyal değildir. Avusturya ve Macaristan zaruret-i millîce ve ahval-i mecbure olmadıkça bir hareket-i asakiriye icrasına teşebbüs etmeyecektir” şeklinde hükûmetinin tavrını ortaya koymuştur. Bu savaşın taraflarından biri olan Rus ordusunda Kafkas Müslümanlarının bulunması da ileriki yıllarda Japonya’ya giden Abdürreşid İbrahim’in, Prens İto ile yaptığı bir konuşmada söz konusu olmuştur. Prens İto, Kafkas Müslümanlarının bu muharebeye gönüllü olarak niçin katıldıklarını merak ediyordu. Çünkü Volga Müslümanları muvazzaf asker oldukları hâlde istemeyerek katılmışlardı. Abdürreşid İbrahim, Prens İto’nun bu konudaki sorularını cevaplamakta güçlük çeker. Ona göre, zaten Rus-Japon savaşına Kafkas Müslümanlarının gönüllü gitmesi bütün dünya Müslümanları için bir yüz karasıdır. Prens İto’nun sorularına ise, “ben de hiç anlayamadım. Cehaletten başka bir sebep de göremiyorum” şeklinde cevap verir. Prens İto bunun üzerine: “Rica ederim, hatırınıza bir şey gelmesin. Benim maksadım bunun sebebini öğrenmekti. Zira biliyorum, Rusya’da Müslümanlar mağdur bir millettir. Mağdur oldukları hâlde, Ruslara gönüllü kayıt olunarak muharebeye girmek için ya büyük bir mecburiyet ister yahut büyük bir menfaat olacak. Asıl benim hatırıma gelmişti: İhtimal ki Kafkas Müslümanları fırsattan istifade ettiler. Malumunuz ya, öyle bir zamanda hükûmetlerden her şeyi istemek mümkün. Mesela deseler ki, biz gönüllü muharebeye gideceğiz, fakat bize şu, şu, şu imtiyazları verirseniz, biz muharebeye gönüllü gideriz. Şu sayede birçok imtiyazları elde ederler, sonra muharebede bulunabilirler. Doğrusu, eğer bu kabilden bir şey yapılmış ise, biz aferin diyeceğiz. Herkes kendi menfaatini gözetir. Milleti uğrunda her fırsattan istifade ederse, güzel karşılamalı, Sayfa 36 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) aferin demeli.” Abdürreşid İbrahim, Prens İto’nun bu sözlerini, konu hakkında bir şey bilmediğini söyleyerek cevaplandırır. Burada diyebiliriz ki Rus-Japon harbi, sadece iki ülke arasında meydana gelen bir savaş olmamıştır. Ordularında bulunan askerlerin ırkı, savaşta kullanılan araç gereçler, stratejilerden, bölge üzerinde çıkarları olan devletlerin tutumuna ve dolayısıyla bu devletlerle de doğrudan alâkalı olan diğer devletlerin tavırlarına kadar etkili olmuştur. Özellikle de Japonya’nın bu savaşta galip olması Rusya gibi büyük devletlerin yenilebileceğini göstermiştir. Rus - Japon Harbi (1904-1905) Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Tesirleri Basındaki Tesirleri Rus-Japon harbinin Türk basınında büyük yankıları olmuştur. Savaşın başlaması ve bitişine kadar her türlü ayrıntı verilmiştir. Gazeteler kendi haberleri ve yorumlarını verdikleri kadar yerli ve yabancı basının haber ve yorumlarını da yayınlamışlardır. Mesela Japonya’nın Çin’i yenmesi ve Rusya’nın bundan rahatsız olması üzerine, Rusya’nın Almanya ve Fransa ile bir ittifak imzaladığı, bunun da Rusya ve Japonya’yı karşı karşıya getirdiği yayınlanan ilk haberlerdendir. Bu devletlerin Uzakdoğu ile neden bu kadar ilgilendikleri, sömürgeleri, ticarî ilişkileri hakkında açıklamalar yapılmaktadır. Türk basınının savaş ile ilgili haber ve yorumlarının yabancı kaynakları hakkında şunlar örnek olarak verilebilir: Daily Telgraph, Newyork Herald, Standart, Lokal Anzeiger (Berlin), Morning Lyder, Novosti, Novie Vremya, Novie Fraye Presse vb. Rus-Japon harbi Osmanlı Devleti nezdinde büyük bir merakla takip ediliyordu. Dolayısıyla herkes bu savaşta, Japonya’nın galip gelmesini istiyordu. Nitekim Japonların galibiyet haberleri, Müslüman halk arasında büyük bir sevinç uyandırmıştı. Ancak basına konan sansür ve Rusya’yı kızdırmak endişesinden dolayı, bu konu İstanbul gazetelerinde pek belli edilmemiş, basın mümkün olduğu kadar Avrupa kaynaklı haberleri nakletmekle yetinmiştir. 1905 Mayıs ortalarında, Rus donanmasının Coşima’da Japon donanması tarafından tamamen yok edilmesi ile ilgili ayrıntılı haberler, gazetelerde yayınlanmış ve Rusya’nın tam bir yenilgiye uğradığı da açıkça anlatılmıştı. Mançurya’daki Rus yenilgileri hakkında da yine Avrupa kaynaklı bilgiler verilmekteydi. Yani, Rusya’yı tenkit veya küçültücü herhangi bir yazı yazılmaktan çekinilmiştir. Rus - Japon Harbi (1904-1905) Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Tesirleri Rusyanın Yenilebilir Olduğunun Anlaşılması “1905 senesi Mayısı’nın on sekizinci günü Rusya filosunun Coşima Boğazı’nda Amiral “Togo” nun kumanda ettiği Japonya filosu tarafından kamilen tahrip edilmesi keyfiyeti yalnız Japonya ve Rusya tarihleri için değil, hiç şüphesiz tarih-i umumi-yi cihan için şayan-ı kayd bir vak’a-yı mühimme teşkil eder. İşte o gün Japonların arzularının husul bulduğu bir gündür. O günden itibaren düvel-i muazzama fihristine Japonya’nın da ismi ilave edilmiştir”. Japonya’nın Ruslar karşısında aldığı galibiyet Türkler arasında sevinçle karşılanmıştır. Hasan Ali Yücel, anılarının ‘Çocukluğumun Geceleri’ bölümünde bu konuyla ilgili şunları söylemektedir; “Kahveler içildikten sonra, günün mühim havadisleri söylenir. Bunlar içinde büyük tayinler, filân beyefendi, filân makama getirilmiş yahut filân rütbeye yükselmiş gibileri olduğu gibi filân ölmüş, filân evlenmiş gibileri de geçer. Mutlaka alış veriş konusu olan şeylerden konuşulur. Fakat paraya temas edilmez. Para lâfı ayıptır. Rus-Japon muharebesi esnasında, her Japon yenmesi ballandırıla ballandırıla anlatılır. Çünkü Rusya’dan fenalık görmeyen veya kendini böyle hissetmeyen Türk ailesi yok gibidir”. Japonların karada ve denizde Rusları yenmeleri, memlekette Osmanlı Devleti’nin zaferi kadar bir sevinç uyandırmıştır. Allah, 93 felâketinin intikamını bir şark milletine mağlup ettirmek suretiyle Ruslardan almayı irade etmiştir, “Elhamdülillah” deniyordu. Nitekim Halide Edib’in hatıralarından anlaşıldığı kadarıyla, onun ikinci oğlunun adında bu savaşın etkisi görülmektedir; “Birincinin adını garip bir rüyamın etkisiyle koymuştum. İkinci doğduğu zaman Rus-Japon savaşında Amiral Togo’nun zaferi memleketimizde bütün muhayyileleri o kadar harekete geçirmişti ki, mahallemizde doğan öbür erkek çocukları gibi o da Togo diye çağırıldı durdu”. Bu savaştaki Japon galibiyetinden sonra, Türklerin doğan erkek çocuklarına ünlü Japon askerî liderlerinin isimlerini koymaya başladıkları görülmüştür. Bunlardan Togo ve Nogi en revaçta olanlarıydı. Ayrıca, savaştan sonra pek çok Türk Japonya’ya ziyarete gitmeye ve Japonlar hakkında çalışmalar yapmaya başlamıştır. Profösör Masao Mori’de, Rus-Japon harbinden sonra doğan Türk çocuklarına Togo Sayfa 37 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) isminin verildiğini belirtmektedir. Hatta, kendisi yakın bir tarihte İstanbul’a geldiğinde “Togo” isminde bir butik gördüğünü, ancak daha sonra tekrar geldiğinde ise butiğin isminin “Mikado” olarak değiştirildiğini ifade etmektedir. Rus-Japon harbi, Japonlar gibi küçük bir kavmin ne büyük bir anasır olduğunu dünyaya ispat etmiştir. Üstelik kendi istediği gibi bir sulh yaptırması Uzakdoğu’da emelleri olan büyük denizci devletleri endişeye düşürmüştür. Rusya’nın Büyük Okyanus’a çıkmak için verdiği mücadele, belki bir zaman için sekteye uğramış oluyordu. Ayrıca Japon Denizi içine bakan Vladivostok da artık doğunun hakimi olmaktan çıkıyordu. Bu iç denizden okyanusa açılmak için bu küçücük pencere yeterli değildi. Rusya’nın kuzey sınırlarını tabiat şartları zaten kapatmıştı. O hâlde Rusya için şimdi, yine batıya dönmek, ırk ve din birliğini ileri sürerek, Deli Petro’nun çizdiği yola girmekten başka bir şey kalmıyordu. Avrupa devletleri doğuya dönmüş olan ejderin tekrar batıya döndüğünü endişeyle görüyorlardı. 1904-1905 savaşında Japonya Rusya’yı yenince, bütün Asyalı ve Müslüman toplumlar, bunu kendi zaferleri ve kurtuluşları olarak görmüşler ve sevinmişlerdir. Japonların galibiyetini Allah’ın Asyalılara bir inayeti olarak telakki etmişlerdir. Bu galibiyet ile Avrupa yayılmacılığı nihayet durdurulabilmişti. Japon zaferinden alınacak ders, İslâm dünyasında din açısından bakanlar ve laik yaklaşımlı diyebileceğimiz iki grup tarafından ayrı ayrı belirlenmiştir. Bu grupları ayıracak kesin kriterler yoktu. Ancak dinsiz diye tanınan Abdullah Cevdet, birincide, Halife II. Abdülhamid ise ikincide görünür. İkinci gruptakiler, Japonya’nın çağdaş uygarlığa erişmedeki hızını dikkate alarak bu başarının yollarını incelemiş ve bunun kendi toplumlarında nasıl uygulanabileceği üzerinde durmuşlardır. Daha çok da toplumların yapısal özellikleri üzerinde duruyorlardı. Böylece Japonların Ruslar karşısındaki zaferinin sonucu olarak, İslâm dünyasında Japonları, Avrupalı gözlüğü ile değil, kendi yargıları ile değerlendirme dönemi başlamış ve biri manevî diğeri de maddî açıdan konuyu ele alan iki grup ortaya çıkmıştır. Abdülhamid düşmanı olan Abdullah Cevdet’in Padişah ile aynı safta olmayacağı açıktır. Bu savaş sırasında Abdullah Cevdet, II. Abdülhamid’i her vesileyle eleştirmiştir. Rus-Japon harbinde ölen Japonlar için şehit denilmesi gerektiği üzerinde durarak, Padişah hakkındaki düşüncelerini bir kez daha ortaya koymuştur; “Japonya zabitan ve neferatı için şehit dedik. Bazı kaba Müslümanların, ‘Ne demek Müslümandan gayrı milletin maktulü şehit olur mu?’ demeleri pek muhtemel bir şeydir. O Müslümanlar iyi bilsinler ki şehâdet, hak yolunda ölmek demektir. Japonlar, vatanlarının, milletlerinin, ırzlarının, namuslarının tahlisi, cabbar Rusya’nın kanlı pençesinden tahlisi için çalışıyorlar. Bunların ölenleri şehit, kalanları gazidirler. Bunlar şehit olmazsa kim şehit olacak? Zalim Abdülhamid zulmünden bıkıp usanarak isyan eden Yemen Müslümanlarını şehit eden bizim asakir-i İslâmiyyenin gaziliğe ne hakkı vardır? Böyle cabbar ve hain bir Padişah’ın keyfine körü körüne alet olarak harp ederken ölen bir Müslümanın şehâdete ne hakkı vardır?”. Japon galibiyetini manevî açıdan değerlendirenlere Pertev Demirhan örnek olarak verilebilir. II. Abdülhamid’in savaş sırasında, Alman generali Von der Goltz’un tavsiyesiyle Japon ordusuna gözlemci olarak gönderdiği Pertev Paşa, Japonların zaferini manevî değerlere bağlamaktadır. Alman düşünürü Fichte’nin kitabından, “muzafferiyetler orduların azametiyle, silâhların kudretiyle değil; kalp ve ruhun kuvvetiyle kazanılır” sözlerini aktarıp, Japonların zaferinin bu sözlere bakarak bir hakikat olduğu sonucuna varmaktadır. Demirhan, Japon galibiyetini manevî yönden ele alırken, maddî yönden de değerlendirmiştir. Japonların bu savaşta yeni silâhları ve teknikleri kullandıklarını, bunun da galibiyetlerinde etkili olduğunu belirtmektedir. Mesela, makineli tüfek, el bombası, tahtadan yapılmış toplar, haki rengindeki torba ve çuvallar teknik olarak Japonların zaferinde etkili olmuştur. Makineli tüfekleri Ruslar da kullanmıştır. Ancak, tahtadan yapılmış toplar ve haki rengindeki torba ve çuvallar ilk defa Japonlar tarafından bu savaşta kullanılmıştır. Torba ve çuvallar, bataryaların, taburların üzerinin örtülerek düşmandan saklanmasını sağlamıştır. Bunlara rağmen yine de Japonların galibiyetinin asıl temelini manevî değerlere bağlamaktadır. Bir makalesinde de, Japonların bu savaştaki başarısını maneviyatlarının kuvvetli olmasına bağlamaktadır. Japon ordusundaki ve donanmasındaki en alt askerle en üst askerde asla mevkii hırsı olmadığı ve tek vücut olarak birbirlerine saygılı olarak çalıştıklarını belirtmektedir. Bu sebeple Japon ordusu, maneviyat noktasından bakıldığında, nümune olarak görülmelidir. Millette ve orduda terakkinin yalnız ittihat sayesinde mümkün olabileceğini, bunu Osmanlıların hiçbir zaman unutmaması gerektiğini ifade etmektedir. Sayfa 38 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Rusya’nın Japon mağlubiyeti karşısında II. Abdülhamid’in Rusya hakkındaki görüş ve güvenini değiştirdiği anlaşılmaktadır. Bu mağlubiyet Rusya’nın zannedildiği kadar kuvvetli olmadığını ortaya koymuştu. ‘Rusya’ya dayanmak’ siyasetinin takip edilemeyeceği de anlaşılmıştı. Boğazlar ve Türkiye üzerindeki Rus tehlikesinin de hiç olmazsa bir müddet için tavsayacağı muhakkaktı. Sultan ve Bâbıâli ricali de bu bakımdan rahat bir nefes almak imkânına kavuşmuş oluyorlardı. Nitekim Abdülhamid’in, “Japonya’nın muvaffakiyeti bizi memnun eder, onların Rusya’ya karşı kazandıkları zafer bizim için de zafer sayılır. Rusya’nın, kuvvetinin çoğunun Uzak Şark’a nakletmesi, Karadeniz’deki taaruz kuvvetini azaltması demektir” şeklindeki ifadesi bunu doğrulamaktadır. Sultan Hamid, Rusları, Osmanlı İmparatorluğu ile barış içinde yaşamaya zorlayabilmek için Japonya ile anlaşmayı düşünüyordu. Rusların hem Ortadoğu hem de Uzakdoğu’da yayılma siyasetleri olduğuna değinen Padişah, Japonya’nın da Osmanlı İmparatorluğu gibi Petrograd’ın emperyalizminin kurbanı olduğuna ve bu iki mazlum ülke arasında yakınlaşmayı sağlayabilmek için de duygusal bir zeminin varlığına dikkatleri çekmişti. Japonya’nın zaferine memnun olması ve Rusya’nın Uzakdoğu cephesinde ellerinin bağlanmasının Türkiye üzerine hücum ihtimalini azalttığını söylemesi, bu suretle Osmanlı Devleti’nin rahat bir nefes alma imkânının bulacağını savunduğunu da göstermektedir. İstanbul’da bir büro açarak on sekiz yıl ticaretle uğraşan Japon tüccarTorajiro Yamada da Japonya’ya döndükten sonra yazdığı kitabında, İstanbul halkının Japonya’nın zaferine ne kadar sevindiğini ifade etmektedir. Japon yenilgisi Rusları zayıflatacak ve Osmanlı Devleti üzerindeki emellerinden uzak tutacaktı. Bununla birlikte Rus-Japon harbinin Türklerin aleyhine sonuçlandığı da söylenmektedir. Buna göre, Rus-Japon harbinden sonra, Rusya, cephe değiştirerek, Asya ve Uzakdoğu’dan tekrar Avrupa ve Boğazlar’a dönmüştür. Kırım yenilgisinden sonra, faaliyetlerini Asya ve Uzakdoğu’ya aktaran Rusya, Asya’nın her tarafında İngiltere’nin karşısına çıktığını görmüştür. İran’da, Afganistan’da, Tibet’te İngiltere ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Mançurya üzerindeki mücadelede de, Japonya, ile karşı karşıya gelmiş ve Japonya’nın arkasında yine İngiltere yer almıştır. 1902 yılında Japon-İngiliz ittifak anlaşması imzalanmıştı. Eğer İngiltere, Japonya’yı desteklememiş olsaydı, Japonya, Rusya ile bir savaşı göze alamazdı. Bunun içindir ki Japon yenilgisinden hemen sonra Rusya, İngiltere ile olan anlaşmazlıklarını sona erdirmek için 1907’de İngiltere ile bir anlaşma yaparak Üçlü İtilaf’ın üçüncü halkasını oluşturmuştur. Bu da Rusya’nın Boğazlar üzerindeki emellerinin gerçekleşmesini kolaylaştıracaktı. Bundan dolayıdır ki Rusya’nın ağırlığı 1907’den sonra Osmanlı Devleti üzerine çökecektir. Başka bir deyişle Rus-Japon harbinde Japonya’nın Rusya’yı yenmesi Osmanlı Devleti’nin aleyhine bir durum ortaya çıkarıyordu. Japon galibiyeti İslâm dünyasında benzeri görülmemiş bir etki yaratmıştır. Müslümanlar Japonya’nın zaferinde şarklı bir halkın garba muzaffer olabileceği örneğini gördükten başka, putperest Japonların, İslâmiyete girebileceğini de hayal etmeye başlamışlardı. Aslında Japonya’yı bilen yoktu. Ancak bu bilgisizlik Japonya’yı sevmeye ve ona hayran olmaya engel olmamıştır. Dinî bütünlere göre, Japonların Rusları yenmeleri ancak İslâm kuralları ve İslâm ahlâkı ile olabilirdi. Mahalle kahvehanelerinde ya da kadınların aralarında konuştukları konuların başında Japon İmparatoru’nun gizli bir din taşıdığı ve İmparator’un çoktan beri Müslüman olduğu rivayetleri geliyordu. Bunlara göre İmparator yakın bir zamanda bunu açıklayacaktı. Devrin aydın Müslümanları da Japonların Batı âdetlerini almadan teknikte ilerlemelerini ve sonunda Rusları yenmelerini hem kendi görüşlerine bir delil addediyorlar, hem de Japonya’yı taklit edilecek bir örnek gibi görüyorlardı. Japon zaferi Avrupa ve Asya’da derin tesir bırakmıştır. Avrupa için kuvvetler muvazenesinin muhafazası oyununa yeni bir oyuncu katılmıştır. Asya devletleri için ise bu zaferin önemi tamamen başkaydı. Onlara göre bir Asya devleti olan ve kısa bir süre önce sömürge hâline gelmek tehlikesiyle karşı karşıya kalan Japonya, Avrupa devletleri kadar güçlü olduğunu ispat etmişti. Bu durum bütün Asya devletlerinde millî hareketlere, ümit ve manevî kuvvet kaynağı olmuştur. Çünkü, Rus-Japon harbine kadar doğu milleti batının tecavüz ve istilası karşısında çok aciz kalıyordu. C.F.Andrews’in, The Renaissance in İndia (Londra, 1911) adlı eserinin dördüncü sayfasında şunlar yazılıdır; “Şimali Hindistan üzerinden bir heyecan ve hareket rüzgârı geçti. İhtiyar hintlilerden biri bana dedi ki: Büyük Hindistan ihtilalinden sonra bu derece azim bir vaka daha olmamıştır. Garbi Asya’da uzun tecrübeler geçirmiş bir Osmanlı konsolosu da diyor ki: Dahili Hindistan’da en cahil köylüler bile bu muzaffariyet haberleriyle bir şevk ve harekettir, bütün Asya kıtası baştan başa dalgalanıyor ve asırlardan beri uzanıp gelen uyku nihayet uyanıklığa müncerr oldu. Bu zaman artık gözlerimizi açmak için en münasip zamandır; çünkü âlemin tarihinde Sayfa 39 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) büsbütün bir yeni bab açılıp yazılmakta bulunmuştur...”. Rusya’nın yenilgisinin özellikle Rusya’daki Türk ve Müslüman halk üzerinde oldukça fazla tesiri olmuştur. Japonların Rusları yenmesi Türk ve Müslüman toplumlar üzerinde müsbet bir etki yaratarak büyük bir silkinişin ilk işareti gibi görülmüştür. Ardından çarlık rejimine karşı halkın ayaklanması, Kazan’da ve diğer şehirlerde, grevler, nümayişler yapılması, istibdat rejiminin sonuna gelindiğini ve “hürriyet”in yaklaştığını gösteriyordu. Bu sebeple Japon harbindeki her bir Rus mağlubiyeti, Kazan Türkleri için sevinç vesilesi teşkil etmekteydi. Rusya’nın yenilmesiyle, rejimde değişiklik olacağı bekleniyordu. Çünkü bu yenilginin en önemli neticesi, Rusya’nın içinde kendini gösterdi. “İlk ihtilalin” patlak vermesini sağlamış oluyordu. Rusya’nın bu savaş sonucunda kaybettiği prestij, 1905 İhtilali’nin temel sebebi olmuştur. Bir doğulu devletin ilk kez, batılı bir devlet karşısında zafer kazandığı savaş olan Rus-Japon harbi bu açıdan da büyük önem taşımaktadır. Rus-Japon harbinden sonra, Asyalı devletlerle ittifak (İttihad-ı Şark Teorisi) kurulması yolunda, çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bu savaştan sonra Asyalıların kendilerine güvenlerinin yerine geldiği, daha önceleri Avrupalılar tarafından küçük görüldükleri, bu sebeple Asyalıların, kendilerini böyle görmek zorunda kaldıkları, ama Japonya’nın Rusya galibiyetinden sonra doğuda bir hayatın olduğu ve bu hayatın bundan sonra da devam edeceğine herkes tarafından inanıldığı belirtiliyordu. ‘Asırlardan beri bükülmüş kafalarını kaldırdılar; ve Avrupalılara dediler ki: Esas medeniyet bizimdir; medeniyet Asya’nın malıdır, Avrupalılar ise bizim şakirtlerimizdir’ deniyordu. Asya birliği taraftarı olanlara göre artık, Avrupalı devletlere karşı bir ittifak kurulabilirdi. Rusya, İngiltere, Fransa hatta Amerika bile bunlara katılsa, Japonya bu devletlere karşı koyma gücüne sahipti. Özellikle de Rusya ve İngiltere tehlikesine karşı bir ittifak kurulmalıydı. Buna, Çin, Osmanlı İmparatorluğu, Afganistan, Acemistan, Hindistan, Hindi Çini, Siyam, Cava, Türkistan, Japonya’nın dahil olması gerekiyordu. Bilhassa Osmanlı İmparatorluğu ile Japonya arasında daha önce yapılmak istenen ticaret anlaşması zamanında yapılabilseydi daha güçlü olunabilirdi. Bunun gerçekleşmemesinin sebebi Japonya’ydı. Çünkü Japonya, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kapitülasyonlar istemişti. Oysa bu istenmeseydi, Osmanlı ve Japonya devletleri, Rusları Avrupa’da, İngilizleri de Bahr-i Sefid’de etkisiz hâle getirebilirdi. Yine Türklerle Japonlar arasındaki birlik hakkında Mısır’da yayınlanan Türk gazetesinin 26.5.1904 tarihli sayısındaki “Düşündüm ki” başlıklı ve “Oğuz” imzalı yazı örnek olarak verilebilir. “Fransa’da bir Japon gazetecisi ile konuşmuştum. Japon dedi ki: ‘Türkler birkaç yüzyıldan beri Avrupalı iseler de aslen Asyalıdır. Aynı ırktan değil isek de eski komşuyuz. Eski dostuz. İkimizi birbirimizden bir ortak düşman ayırıyor. Siz ay, biz güneş. Biz Doğu’dan siz Batı’dan yürüyeceğiz. Ural Dağları’nda kucaklaşıp öpüşeceğiz.’ O zaman ben bunu bir tatlı hülya diye dinlemiştim. Bugün görüyorum ki dünkü hayal bugün kısmen gerçek olmaya başlıyor. O koca küçükler, Mançurya’dan Rusları sürüp çıkarıyorlar. Tuttukları yol da tam Ural yolu. Kimbilir? Dünya bu? Belki de Moskof’un eceli bu yüzdendir. Belki de Kitab-ı Mukaddes’in haber verdiği Yecüc-Mecüc taifesi bu Japonlardır. Bir hamle ederse soluğu Baykal Gölü’nde alabilir. Düşünülecek önemli bir nokta var. Eğer bir gün olur da Japonya ordusu Ural Dağları’na varırsa acaba kucaklaşıp öpüşmek üzere önlerinde Türkleri bulabilecekler mi?”. Japonya’nın Rusya galibiyetinin, doğu milletleri ve İslâm dünyasında meydana getirdiği ‘şarklı bir milletin garblı bir milleti yenebileceği’ düşüncesinin artık iyice kabul edilmesinden sonra bu kezde, Japonya’nın bu galibiyetinden sonra başarılarının sarhoşluğuna kapılmayıp daha çok çalıştıkları ve düşmanlarına karşı her türlü tedbiri almak için ellerinden geleni yaptıkları Türk basınında sık sık karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birisinde yayınlanan bir makalede, “Novie Vremya gazetesinin Vladivostok muhabiri, gelecek bin dokuz yüz on senesinde Rusya ile Japonya arasında yine bir muharebe vuku’ istib’âd olunamayacağını ve Japonların böyle bir ihtimale karşı hazırlanmakta olduklarını yazıyor. Demek Japonya hükûmeti, aleyhine müstakbelde oynanacak bir rolün bütün yollarını kapatmaya şiddetle çalışıyor. Biz ise şimdiden aleyhimize çalışan devletlere mukavemet etmek için ne gibi tedarikanede bulunuyoruz?” şeklinde bir ifade ile, Japonya’nın galibiyetlerinden sonra da ilerlemesine devam ettiğine dikkat çekilmiş ve Türklerin Japonya’nın bu tutumunu da göz önüne alıp, gerek komşuları, gerekse diğer devletlerin kendileri hakkındaki faaliyetlerine karşı tedbirler alması tavsiye edilmiştir. Böylece Japonya sadece Ruslar karşısında aldığı galibiyet ile değil, sonraki faaliyetleri ile de örnek alınmıştır. Sayfa 40 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Rus - Japon Harbi (1904-1905) Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Tesirleri İttihat ve Terakki Üzerindeki Etkisi Japonya’nın Rus-Japon harbini kazanmış olması ve çağdaşlaşma faaliyetlerini hızlandırması, Osmanlı Devleti’nde millîyetçilik ve çağdaşlaşma fikirlerinin önem kazanmasına sebep olmuştur. Rusya’nın doğulu yepyeni bir ülke olan Japonya tarafından yenilmesi Osmanlı yenilik taraftarlarına umut vermiştir. Japonya’nın Avrupa teknolojisini alırken gelenek ve göreneklerine bağlı kalarak gerçekleştirdiği çağdaşlaşma hareketi, Osmanlı Devleti’ndeki çağdaşlaşma hareketine yol göstermiştir. Asya’nın kendi kendini kalkındırabileceği ilk defa ciddî bir ihtimal olarak Şura-yı Ümmet’te ele alınıyordu. Mecmuada ifade edildiği üzere; “Yukarıda beyan ettiğimiz vukuat-ı harbiyenin cihana ve bugün cihan içinde en fena idare olunan vatanımıza karşı tesiratı azimdir. Zira Asyalılar ilk defa olarak, Avrupa’yı tarik-i hırs ve istilasında tevkif ediyor. Tesiri azimdir. Zira nüfusta, kuvvette, iktidar-ı müdafaada hiçbir şeyden madud olmayan Asya bugün mevcut oldu. Şimdi bir Asya var ki Avrupa ona karşı, medenî ve insanî muameleye mecbur olacak”. Pertev Demirhan, “Rus-Japon harbinin Japonlar tarafından kazanılması benim fikrimce İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinden bugüne kadar hüküm süren Karnı Ahire nihayet verip yeni bir karn açmıştır. O zamanki Japon muzafferiyetlerinin Çin’deki uyanıklığa; İran, Hindistan ve Mısır’daki heyecanlara fevkâlade tesiri olduğu gibi dolayısıyla Osmanlı Devleti’ndeki meşrutiyet ve hürriyetin doğmasına da tesiri olmuştur” demekte ve hatta savaşı izlemek üzere Japonya’ya giderken uğradığı Mısır’da piramitleri gezdiği bir sırada karşılaştığı Arapların tavırlarında bu savaşın etkilerini gördüğünü ifade etmektedir. Onların Japonlara karşı sempati duyduklarını ve Rusların yenilmesini istediklerini söylemektedir. Halbuki, Ortodoks olan Ruslar Ehli Kitab’dan idiler ve üstelik Japonlar da Mecusi ve dinsizdiler. Yani puta tapıyorlardı. Ziya Gökalp’a göre ise, “Japonlar Avrupai bir millet sayıldıkları hâlde, biz hâlâ Asyaî bir millet addolunmaktayız. Bunun sebebi de Avrupa medeniyetine tam bir suretle giremeyişimizden başka ne olabilir? Japonlar dinlerini ve milliyetlerini muhafaza etmek şartıyla garp medeniyetine girdiler. Bu sayede her hususta Avrupalılara yetiştiler. Japonlar böyle yapmakla dinlerinden, millî harslarından hiçbir şey kaybettiler mi? Asla! O hâlde, biz niçin tereddüt ediyoruz? Biz de Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı muhafaza etmek şartıyla garp medeniyetine kati’ olarak giremez miyiz?”. Yani Osmanlı Devleti’ndeki çağdaşlaşma hareketlerinde, Japon çağdaşlaşması örnek olarak alınmıştır. Japonların geleneklerinden taviz vermeden bu hareketi başarması, Türklerde millî kimliklerini kaybetmeden Avrupa medeniyetini alabilecekleri fikrini ortaya çıkarmış ve çağdaşlaşma konusunda Türk umutlarını alevlendirmiştir. Bu sebepledir ki Jön-Türkler kendilerini Ortadoğu’nun Japonyası olarak görüyorlardı ve çağdaşlaşma meselesinde yardımcı olmak üzere Avrupalı uzmanlar yerine, Japon uzmanlar getirtmeyi de düşünmüşlerdi. Osmanlı Devleti’ndeki yenilikçi hareketin içinde olanlar Japonya’nın zaferi üzerine, bazı tekliflerde de bulunmuşlardır. Bunlardan Jön-Türklerin batıcı kanadı –başta Abdullah Cevdet- Japon İmparatoru’nu ‘Halife’ olarak önerirken, diğer taraftan İslâmcı kanat ise Japonya’nın İslâm dinine girmesiyle, teknik üstünlüğü ele geçirecek olacak İslâm dünyasının ‘kurtuluşa’ ereceğini düşünmekteydi. Meşveret ise Spencer’in Japon devlet adamı Baron Kaneko’ya gönderdiği ve Avrupalılar’dan mümkün olduğu kadar uzak kalmayı salık veren bir mektubunu yayınlamıştır. Yani Ahmet Rıza Bey, geleneğe değer veriyordu diyebiliriz. Japonya’nın da Jön-Türk hareketine karşı ilgisiz olmadığı görülmektedir. Japon tarihçisi Urabe Motaro, 1908 ve 1909 tarihli iki makalesinde Jön-Türk hareketlerinin meşrutiyete geçilmesine sebep teşkil ettiğini ve bunların Osmanlı Devleti’ne etkilerinin ne olacağının da bundan sonraki gelişmelerde ortaya çıkacağını ifade etmiştir. Rus - Japon Harbi (1904-1905) Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Tesirleri Kitaplar Rus-Japon harbinden sonra, Japonya’yı tanıtan birçok kitap ve makale yayınlanmıştır. Örnek verilebilecek ilk metin Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ındaki Japonlar ile ilgili kısmıdır; “Sorunuz, şimdi, Japonlar da nasıl millettir? Onu tasvîre zafer-yâb olamam, hayrettir! Şu kadar söyliyeyim: Dîn-i mübînin orada, Sayfa 41 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Rûh-i feyyâzı yayılmış, yalınız şekli Buda. Siz gidin, safvet-i İslâm-ı Japonlar’da görün! O küçük boylu, büyük milletin efrâdı bugün, Müslümanlık’taki erkânı siyânette ferîd; Müslüman denmek için eksiği ancak tevhîd. Doğruluk, ahde vefâ, va’de sadâkat, şefkat; Acizin hakkını i’lâya samîmî gayret; En ufak şeyle kanâ’at, çoğa kudret varken; Yine ifrât ile vermek, veren eller darken; Kimsenin ırzına, nâmûsuna yan bakmıyarak, Yedi kat ellerin evlâdını kardeş tanımak; “Öleceksin!” denilen noktada merdâne sebat; Yeri gelsin, gülerek, oynıyarak terk-i hayat; İhtirâsât-ı husûsiyyeyi söyletmiyerek, Nef’-i şahsîyi umûmun kine kurbân etmek; Daha bunlar gibi çok nâdire gördüm orada... Adem’in en temiz ahfâdına mâlik bir ada. Medeniyyet girebilmiş yalınız fenniyle... O da sahiplerinin lâhik olan izniyle. Dikilip sâhile binlerce bâsiret, im’ân; Ne kadar maskaralık varsa kovulmuş kapıdan! Garb’ın eşyası, eğer kıymeti hâizse yürür; Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür! Gece gündüz, açık evler, kapılar mandalsız; Herkesin sandığı meydanda, bilinmez hırsız. Ya o mahviyyeti insan göremez bir yerde... “Togo” nun umduğunuz tavrı mı vardır? Nerde! “Gidelim!” der, götürür; sonra gelip tâ yanıma; Çay boşaltırdı ben içtikçe hemen fincanıma. Müslümanlık, sanırım parlayacaktır arada; Sâde Osmanlıların gayreti lâzım orada. Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler, Ulemâ vahy-i İlâhîyi mi bilmem, bekler?”. Avanzade Mehmet Süleyman’ın, Japonya ve Japonyalılar (İstanbul, 1320/1904); Namık Ekrem’in, Japonlar (İstanbul, 1322/1906); Musavver Rusya-Japonya Vakayi’-i Harbiyesi, (çıkaran: Mehmed Arif, İstanbul, 1322/1906); İticikava’nın (Almancadan çeviren Mübahat), Japonya Tarih-i Siyasîsi (İstanbul, 1330/1914); Fazlı Necib’in, Andrebalsor’dan tercümesi, Japonya Seyahatnamesi (Asır gazetesinin 1015 numaralı, 5 Teşrîn-i evvel 1905 tarihli ve 1078 numaralı, 21 Mayıs 1906 tarihli nüshaları arasında tefrika hâlinde yayınlanmıştır); Yusuf Ziya’nın Almancadan çevirisi, 1904-1905 Rus-Japon Seferinden Port-Arthur (İstanbul, 1323/1907); Naci Bey’in Almancadan çevirisi, Japonların Suret-i Taarruzları (İstanbul, 1908); Celal Bey’in, Rus-Japon Seferinde Piyade Muharebesi (İstanbul, tarihsiz); yine Ahmet Refik’in Almancadan çevirisi, Alman Piyade Talimnamesi (İstanbul, tarihsiz); Ahmed Necmi’nin tercüme ettiği, Japon Muharebesi ve Vukuat-ı Tarihiyyesi (İstanbul, tarihsiz); F.F. Potsikoviç’den Tatarcaya çeviren Fatih Kerimi’nin, Japonlar (Orenburg, 1905) gibi eserlerinin yanında, A. Fuat- O. Senai’nin, Musavver 1904-1905 Rus-Japon Seferi (C.I-V, İstanbul, 1321/1905); Fatma Ünsiye, Japon Çocukları (İstanbul, 1328/1912), (Fatma Ünsiye’nin Rusçadan tercüme ettiği bu eseri ayrıca İctihad’da da bir yıl önce (nr. 30, 1 Eylül 327; nr. 32, 1 Teşrîn-i evvel 327; nr.33, 15 Teşrîn-i evvel 327 ve nr. 37, 15 Kanûn-ı evvel 327 yayınlanmıştır); Abdürreşid İbrahim’in, Alem-i İslâm ve Japonya’da İntişar-ı İslâmiyet (İstanbul, 1913-1916); ve Japonya Kuvva-yı Bahriyesi (İstanbul, 1333/1917) adında eserler de kaleme alınmıştır. Hariciye Nezaretinin Sadaret’e gönderdiği 31 Ağustos 1904 tarihli tezkeresinde, Japonya’da yayınlanan “Niş Niş” gazetesi muhabiri Taromato’nun İstanbul’da bulunduğu ve ‘Rus ve Japon Muharebesi’ adında iki ciltlik bir kitabı takdim ettiği bildirilmektedir. Rus-Japon harbinden sonra, savaşı anlatan pek çok resimler yayınlanmıştır. Rusya ve Japonya Muharebesine Müteallik Panorama, Panorama de la Guerre Russo-Japonaise (İstanbul, 1320, Musavver Servet-i Fünun gazetesince tertip ve tanzim edilmiştir.); Rusya ve Japonya Muharebesine Ait Musavver Resim Mecmuası: Album de la Guerre Russo-Japonaise (İstanbul, 1322, Mihran Matbaası) gibi. Daha önce Pertev Bey’in de Padişah’a savaş ile ilgili bir albüm sunduğunu da belirtmiştik. Sati El-Hüsri, Faik Sabri ile birlikte, Büyük Milletlerden Japonlar, Almanlar (İstanbul, 1329/1913)’ı hazırlamıştır. Bir Osmanlı aydını olan Sati el-Hüsri (1880-1968) batı tarzı yenilikçi ve Fransız kültürüyle dolu olarak Mustafa Reşit Sayfa 42 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Paşa ve arkadaşları tarafından 1840’lardan beri gerçekleştirilen yenilikleri savunuyordu. Bununla beraber kendi liberalizm anlayışı, onu, daha mutlakiyetçi bir tarzda tatbik edilen Japon modernizmine hayran olmasını kesinlikle engellememiştir. Rus - Japon Harbi’nden Sonraki Gelişmeler (1906-1913) 1906 - 1907 Yılları Hüdavendigar Vilayeti valisinin 11 Temmuz 1906 tarihli Mabeyn Başkitabeti’ne gönderdiği resmi yazısında, Bursa’ya gönderilmiş olan “Şerife Hatice Hidayet” adlı bir kadından bahsetmektedir. Bu kadının aslı Fransızdır ve babasının seyahata çıkmasıyla kendisi de bu seyahatlerde bulunmuş, pek çok yer görmüştür. Hindistan’da iken Müslüman olup bu adı almıştır. Yirmi yedi seneden beri, Amerika, Afrika, Asya ve Avrupa’nın pek çok yerlerini gezmiştir. Osmanlı Devleti’ni de gezmek ve incelemelerde bulunmak istemiştir. Bu isteği Müslüman olduğu ve Osmanlı Tabiyyetine girdiği bildirildikten sonra kabul edilmiştir. Dokuz ay kadar Osmanlı Devleti’nde kaldıktan sonra Afganistan’a, buradan da Çin ve Japonya’ya gitmiştir. Buradan Trablusgarp ve Fas’a geçmiş ve yine pek çok yere uğrayarak Atina, İzmir, Bursa’ya gelmiştir. Valinin verdiği bu bilgilerde önemli olan bu kadının Japonya’ya gitmiş olması ve gittiği yerlerde Müslümanların durumunu incelemiş olmasıdır. Japonya’da bulunduğu sırada yaptıklarına dair bir bilgi verilmemiş ise de, Osmanlı ülkesinde bulunduğu süre içersindeki seyahatine ait ve Padişah’a takdim edilmek üzere bir eser kaleme aldığı belirtilmiştir. Seraskerliğin 3 Şubat 1907 tarihli tezkeresinden ise, Japonya Erkan-ı Harp yüzbaşılarından Hiroyama ile refikinin Basra’ya geldikleri, bu seyahatlerinin amacının geçtikleri yerlerde bulunan ahalinin Japonlar hakkındaki düşüncelerini anlamak ve Irak’ın ticarî önemini incelemek olduğu bildirilmiştir. Bu kişilerin Bağdat’ta bulundukları sürede yabancılarla yalnız olarak görüşmelerine fırsat verilmediği de VI. Ordu Kumandanlığından gönderilen telgrafnamede ifade edilmiştir. Seraskerlik, adı geçen kumandanlığa, Hiroyama ile arkadaşının hareketlerinin kendisine sezdirilmeden izlenmesini bildirmiş ve bu konuyla ilgili olarak da Babıâli’ye bilgi vermiştir. Rus - Japon Harbi’nden Sonraki Gelişmeler (1906-1913) Abdürreşid İbrahim’in Japonya Seyahati Abdürreşid İbrahim (1857-1944), Rusya Türklerinin ilk siyasî temsilcilerinden olması yanında, İslâm’ın ve Müslümanların müdafii/bayraktarı, ayni zamanda da Türklüğün çok önemli bir aksiyon adamıydı. Abdürreşid İbrahim, Ömer Efendi isimli Buhara kökenli bir baba ile, vaktini kız çocuklarına okuma-yazma öğretmekle değerlendiren Başkurt Türklerinden Afife Hanım’ın oğlu olarak 23 Nisan 1857’de Sibirya’da, Tobolsk vilayetinin Tara kazasında doğmuştur. 25 Ekim 1913 tarihli irade ile de, ailesi ile birlikte Osmanlı tabiyyetine girmiştir. Burada önemli olan Abdürreşid İbrahim’in seyahatleridir. Nisan 1897’de İstanbul’dan başlayan ve üç yıl süren bir seyahate çıkmıştır. Mısır, Hicaz, Filistin, İtalya, Avusturya, Fransa, Bulgaristan, Sırbistan, Batı Rusya üzerinden Çin Türkistan’ına oradan da Sibirya üzerinden Tara’ya dönmüştür (1900). 1907 sonlarında ikinci büyük seyahatine çıkmıştır. Batı Türkistan, Buhara, Semerkant, Yedisu ve civarını kapsayan bir yıllık bir geziden sonra tekrar Tara’ya gelerek ailesini almış ve Kazan’a yerleştirmiştir. 1908’in Eylül ayında da buradan hareket ederek Sibirya, Moğolistan, Mançurya, Japonya, Kore, Çin, Hindistan, Hicaz ve Ortadoğu üzerinden İstanbul’da son bulan seyahatini 1910’da tamamlamıştır. Abdürreşid İbrahim’in 1900’de Tara’da bir müddet kaldıktan sonra Japonya’ya gittiği ve burada bazı temaslarda bulunduktan sonra Petersburg’a geldiği de belirtilmektedir. Ancak bu seyahatin sebebi ve Abdürreşid İbrahim’in Japonya’daki faaliyetleri hakkında herhangi bir bilgi de yoktur. Ayrıca 1902-1903 yılları arasında tekrar Japonya’ya giderek anti Rusya propagandasına katılmıştır. Rus elçiliğinin Japon hükûmetinden ricası üzerine de Japonya’dan ayrılması istenmiştir. Abdürreşid İbrahim 1901 ve 1903 yılları arasındaki Japonya seyahatleri hakkında herhangi bir şey yazmamıştır. Üstelik Alem-i İslâm adlı eserinde 1908 yılında Japonya’ya yaptığı seyahatini ilk Japonya seyahati olarak belirtmiştir. Bunun sebebi 1901’de Japonya’da kurulan “Kara Ejderler Örgütü” ile ilişkisi olması ve bunun duyulmasını istememesidir. Abdürreşid İbrahim’in Japonya seyahati 17 Kasım 1908-19 Haziran 1909 tarihleri arasındadır. Japonya’da yedi ay kalmıştır. Abdürreşid İbrahim’in Japonya gezisi, dönemin radikal milliyetçi gizli bir örgütü olan “Kara Ejderler” tarafından ayarlanmıştır. Abdürreşid İbrahim, Kara Ejderler örgütünün üyeleri ile birlikte “Asya-Gı-Kay” (Asya Savunma Gücü) adında bir örgütün kurulmasını sağlamıştır. Sayfa 43 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Prof. Salih Mehdi Samarai ile yapılan görüşmede, Abdürreşid İbrahim’den sonra Japonya’ya üç Türk gencinin ilim tahsili için gittiği anlaşılmaktadır. Bunlardan biri Abdürreşid İbrahim’in oğlu Münir, diğeri de Ahmet Fehmi’dir. Üçüncüsünün adını hatırlayamamıştır. Abdürreşid İbrahim, Kara Ejderler’le devam eden ilişkileri sayesinde 1933’de Japonya’ya tekrar gelmiş, İslâm’ı öğretme ve yayma faaliyetleri ile uğraşmıştır. Tokyo camiinin inşasında önayak olmuş ve bu caminin imamlığını da yapmıştır (1937). Japonya’da İslâm dininin resmen tanınmasını sağlamıştır (1939). 17 Ağustos 1944’te Tokyo’da vefat etmiştir. Abdürreşid İbrahim’in vefatı Japon radyosundan ilân edilmiş, cenazeye katılmak isteyenler için dört gün beklenilmiş ve Tokyo’da toprağa verilmiştir. Abdürreşid İbrahim, Tokyo’ya üç saatlik mesafede bulunan mezarlıkta Müslüman mezarlığı ile Japon mezarlığının arasında ebedî istirahatgahında yatmaktadır. Abdürreşid İbrahim’in hikâyesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun, Japonya’nın ve belki bir ölçüde Almanya’nın ondokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın ilk yarısındaki siyasî tarihiyle sanki örtüşmüş gibidir. Özellikle II. Abdülhamid’in, Osmanlı İmparatorluğu’nu, güneye inmek isteyen Rusya’dan, İmparatorluğun yaşama şansının kalmadığına inanan Fransa ve özellikle de İngiltere’den korumak amacıyla, dahilde ve Ortaasya, Afrika, Hindistan gibi Avrupalı sömürgecilerin zulmü altında bulunan Müslümanları hilafet makamı altında toplamak girişiminin önde gelen uygulamacılarından biri de Abdürreşid İbrahim olmuştur. Aynı dönemde Uzakdoğu’da Japonya’nın Rusya ve batılı sömürgecilerle mücadelesi, İttihad-ı İslâm ve İttihad-ı Şark siyasetinin uygulanması işini de Abdürreşid İbrahim’e yüklemiştir. Müsbet anlamdaki Japon imajının Türkiye’de oluşmasının da baş mimarı Abdürreşid İbrahim olmuştur. Rus - Japon Harbi’nden Sonraki Gelişmeler (1906-1913) 1908 - 1909 Yılları Abdürreşid İbrahim’in 1908-1909 yıllarındaki Japonya seyahatinden başka bu tarihlerde Japonya’nın ismi, Japonyalı bir seyyah ile karşımıza çıkmaktadır. 1909’un başlarında seyahate çıkan bu Japon, seyahatini yürüyerek yapmıştır. Tokyo’dan yola çıkarak Kore, Çin, Vietnam, Birmanya, Siyam, Malaka’ya, buradan bir vapurla Hint Denizi adalarından bazılarını dolaşmış. Kalküta, Hindistan, Bombay’a gelmiştir. Bombay’da bir Müslüman tarafından kendisine bir bisiklet verilmiş ve bundan sonra yolculuklarını bisikletle devam ettirmiştir. Daha sonra Basra, Bağdat, Musul, Halep, Şam, Beyrut’a gelerek buradan Port-Sait’e ve Mısır’a geçmiştir. Port-Sait’ten bir rus vapuruyla İstanbul’a gelir. Bundan sonraki plânı ise Köstence’den Avrupa’ya geçmek, Amerika ve Avustralya’yı dolaşmak, eğer başarılı olursa beş yıl sonra Japonya’ya geri dönmek ve bütün öğrendiklerini köy köy dolaşarak milletine anlatmaktır. Japon seyyahın Osmanlı Devleti’nde bulunduğu sürede neler yaptığına dair bir bilgi yoktur. Sadece adı geçen Japonun yol güzergahı belirtildiği için faaliyetleri hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir. Kendisinin de ifade ettiği gibi, beş yılda tamamlayacağı bu seyahati sırasındaki gözlemlerini ülkesine döndükten sonra milletine anlatacaktır. Daha sonra Japonya’nın adı, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının açılısında geçmektedir. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının açılışı, Japonya Meclis-i Mebusan’ı tarafından bir telgrafla kutlanmaktadır. Sabah gazetesi diğer ülkelerden de tebrik geldiğini belirterek, Japonya’ya bu hareketinden dolayı teşekkür etmek amacıyla gönderilen telgrafı (12 Aralık) yayınlamıştır. Mısır ordusunda yüzbaşı iken sağlığı sebebiyle emekli olup Japonya’ya giden Ahmet Fazlı Efendi, II. Meşrutiyet’in ilân edildiği günlerde İstanbul’a gelerek, Sabah gazetesi matbaasını ziyaret etmiştir. Bir Japon kadınla evlenen ve bu kadının da Müslüman olmasını sağlayan Ahmet Fazlı Efendi’ye bu ziyaret sırasında yöneltilen Japonya ile ilgili sorulardan birisi “Osmanlı Devleti’nin meşrutiyeti ilân etmesini Japonların nasıl karşıladığı” şeklindedir. Ahmet Fazlı Efendi Japonların, Osmanlıların bu terakkisini alkışladıklarını bununla birlikte Japonya’da kanun-ı esasinin yirmi bir yıldan beri olduğunu, bu süre zarfında, Meclis-i Mebusan’ın Japonya’da çalıştığını ve bu tecrübeyle de terakkilerinde önemli mevkiler kazandıklarını belirtmiştir. Buna karşılık Osmanlı meclisi henüz yenidir. Yine Osmanlı ve Japon parlamentolarının karşılaştırılması kendisinden istendiğinde ilk dikkati çeken hususun Japonya’da, İngiltere’de olduğu gibi, siyasî fırkalar mevcut iken, Osmanlı parlamentosunda henüz fırkaların olmamasının olduğunu söylemiştir. Ahmet Fazıl Efendi Japonların, Padişah’ın kanun-ı esasiyi kendi isteğiyle getirdiğini zannettiklerini ve bu sebeple Padişah hakkında, hüsn-i zanda bulunduklarını da ifade etmektedir. Kendisi 22 Nisan’da (Abdülhamid’in hal’inden sonra) Tokyo’da yayınlanan “Japan Times” gazetesinde yayınlanan bir makalesinde hürriyetin Osmanlı milletinin ve ordusunun sayesinde olduğunu, Padişah’ın ise Sayfa 44 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) bunu istemediğini anlatmıştır. Bu makale Çin’in önde gelen gazetelerinde ve Hong Kong’da çıkan bir gazetede de yayınlanmıştır. A. Fazlı Efendi’ye göre artık Japonların, Padişah’ın kanun-ı esasiyi ilânından dolayı, kendisine gösterdikleri hüsn-i zannı değiştirdiklerini belirtmektedir. Ahmet Fazıl Efendi, meşrutiyetin ilânından dolayı duyduğu memnuniyet üzerine İstanbul’a gelmiştir ve Meclis-i Mebusan reisi Ahmet Rıza Bey’i de daha önceden tanımaktadır. A. Fazlı Efendi, Mısır’da Japon eşi ile aralarında akd edilen nikâhlarında bulunan Ahmet Rıza Bey hakkında “sulh hâlinde kuzu ve harp hâlinde aslan olmak vaciptir” Japon atasözünü uygun bulmaktadır. II. Abdülhamid son yıllarda Musul ve Bağdat’ta, İngiliz ve Almanların petrol aramalarına karşılık Japonya’dan uzman bir grup istemiştir. İngilizler Musul ve Bağdat’ta tarihî eser bulmak amacıyla kazı yapmak istemişler ve Padişah’tan izin almışlardır. Padişah buradaki heyetlerin yüzey çalışmalarını bırakıp kuyular kuyular açtıklarını öğrenince onların Musul ve Bağdat’taki kuyularını kapattırmıştır. Daha sonra Almanlar bu yörede kazı yapmak istemişlerdi. II. Abdülhamid İngilizlerin, petrolün peşinde olduklarını bildiğinden, Almanların buradaki çalışmalarını kontrol altında tutmuştur. Almanların da burada kuyu açtıklarını öğrenmiştir. Padişah bu konuda şunları söylemektedir: “Bu samimiyetsizliğe üzüldüğümü itiraf ederim, çünkü Alman İmparatoru petrol aramak teklifiyle gelseydi, ben ona bazı şartlarla bu arama ruhsatını verecektim. Çünkü böyle bir araştırma, benim ülkem için de önemliydi. Ama casus göndermek, eski eser aramak bahanesiyle petrol aramak, Almanların Osmanlılara nasıl baktığını açıkça gösteriyordu. Tahsin Paşa bunu İmparator’a duyurmak teklifinde bulundu. Reddettim. ‘Bırakalım arasnılar’ dedim, ‘Bulurlarsa petrolü ceplerinde götürmeyecekler ya ... Buldukları kırık çanakları kendilerine veririz, petrol müsaadesi almamış oldukları için petrolü de biz kullanırız! Yaverim Selahattin Efendi, bu işlerden anlar bir adamdı. Kendisini çağırıp Amerika’ya gönderdim. Çünkü Amerika o yıllarda bu işlerde çok ileri idi. Hem bu devletle yakından ilişki kurmamıza yardım edecek, hem de topraklarımızda petrol olup olmadığını anlayacaktı. Maalesef bu teşebbüsüm bir netice vermedi. Selahattin Efendi’nin Amerika’da temas ettiği şirketler, ilgi göstermediler, bir yıl sonra da yaverim eli boş geri döndü. Selahattin Efendi’nin dönüşte bana, Amerikalıların dünya ihtiyacına yeter ölçüde petrol çıktığına inandıklarını ve yeni kuyulara, petrol fiyatlarını düşüreceği düşüncesiyle yanaşmadıklarını söyledi. Fakat İngilizler ve Almanlar’dan sonra biz de petrol kokusunu almıştık. Japonya’dan bir mütehassıs grubu istedim. Göndermeyi kabul ettiler. Gerisinin ne olduğunu bilmiyorum. Çünkü az sonra tahttan uzaklaştım”. 1909 yılı iki ülke arasında yarım kalan bir anlaşmanın tamamlanması açısından önemli bir yıl olmuştur. Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti ve Japonya arasında ticarî bir anlaşma yapılmak istenmiş ancak Japonya’nın kapitülasyonlar istemesi yüzünden bu neticelendirilememişti. Sadece karşılıklı sefaretlerin açılması üzerinde bir karara varılmıştı. Ancak bu karar da araya giren Rus-Japon harbinden dolayı imzalanamamıştı. İşte 1909 yılı, bu sefaretlerin açılması için Japonya’nın tekrar girişimde bulunması açısından önemlidir. Prens Koni ve heyeti bu konuyla ilgili olarak 1909’da İstanbul’a gelmiştir. Ancak Koni’den önce 1909’da Japonya subaylarından General Bevaredeç ile Miralay Şong Don, Köstence yoluyla Paris’ten İstanbul’a gelmiş ve Pera Palas Oteli’ne yerleşmişlerdir. Hariciye Nazır Vekili Gabriel Efendi ile görüşmüşler, daha sonra Hariciye Nezareti tercümanı Saadeddin Bey’in refakatinde Harbiye Nazırı’na takdim edilmişlerdir. Adı geçen Japonların İstanbul’a geliş amaçları ise, askerî tesisleri incelemek, bir fikir edinmek olduğu belirtilmiştir. Bu Japon subaylarının İstanbul’u ziyaretleri, Prens Koni ve heyetinin İstanbul’a geliş tarihlerine çok yakındır. Japon subayları muhtemelen 1909 Mart ayının ilk haftasında İstanbul’a gelmiştir. Subayların isimleri Koni’nin heyeti içinde yoktur. Ayrıca İstanbul’a geliş amaçları, askerî tesisleri incelemek olarak açıklanmıştır. Koni’nin ziyaret amacının ise, iki ülke arasında sefaretlerin açılması olduğu ifade ediliyordu. Prens Koni ve heyeti ise, 8 Mart 1909’da Plevne civarını gezmiş, buradan 9 Mart’ta Edirne’ye geçmiş ve burada da bir gün kaldıktan sonra İstanbul’a gelmiştir. 11 Mart’ta ise Koni ve heyeti, mihmandarları miralay Mehmet Ali Bey ile beraber Tophane, Dolmabahçe ve Nişantaşı civarını gezmişlerdir. Bunlar da Pera Palas Oteli’nde kalmışlardır. Prens Koni ve heyeti12 Mart’ta Padişah’ın huzuruna çıkarak Padişah ile görüşmüştür. Kendileri Yıldız’da resmî geçit ile karşılanmışlar, İstanbul’da bulundukları süre içerisinde ziyafetlere davet edilmişler ve hazine-i hümayunu gezmişlerdir. Prens Koni ve heyetine her zaman olduğu gibi, Osmanî, Mecidî nişanlarının çeşitli rütbelerinden ve liyakat madalyası verilmiştir. Ayrıca Sayfa 45 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Prens Koni’nin heyetinde bulunan kaymakam Mori Oka’nın, Japonya hükûmeti tarafından Türkçe öğrenmek için İstanbul’a gönderildiği belirtilmektedir. Kendisine mihmandar olarak yine Ali Bey tayin edilmiştir. Demek ki Mori Oka, hem sefaretler hakkında görüşmeler yapmak için İstanbul’a gelen heyetin içindedir, hem de ayrıca Türkçe öğrenmesi için görevlendirilmiştir. Yukarıda bahsedildiği gibi Japonya bu kez, Osmanlı Devleti’nden istediği kapitülasyonlardan vazgeçerek, İstanbul’da bir sefaret açılmasına karar vermiştir. Japonya sefiri İstanbul’a gelir gelmez Osmanlı hükûmeti de Tokyo’ya bir sefir gönderecektir. Ayrıca Japonya’nın dört önemli şehrinde de konsolosluklar açılacaktır. Bu sebepledir ki İstanbul’da bulunmakta olan Japon hanedanlığından olan Prens Koni’nin bu ziyareti bu maksada atf edilmektedir. Bu konu yabancı basın tarafından da takip edilmiştir. La Turqui’nin bu konu ile ilgili yazısı “Türkiye’de Japonlar” başlığı altında Tanin’de yayınlanmıştır. “Times” gazetesinin İstanbul muhabiri de bu hadiseyi gazetesine bildirmektedir. Muhabir, Babıali ile Japon Prensi Koni arasında İstanbul’da bir Japon sefareti tesisi için görüşmelerin sürdüğü ve neticede bunu iki tarafın da kabul ettiğini bildirmiştir. Muhabir ayrıca, daha öncede iki devlet arasında bir anlaşma yapılmak istendiğini, Japonya’nın kapitülasyon istemesi üzerine bunun gerçekleşmediğini ve Osmanlı Devleti’nin de, Japonya’ya kapitülasyon vermek şöyle dursun, mevcut kapitülasyonları kaldırmak istediğini, bunun da başlıca amaçlarından olduğunu belirttiğini de eklemektedir. “Novie Vremya” da yayınlanan “Japonlar ve Türkler” adlı makalede de, Japonya hükûmetinin İslâm’ın halifesi olan Türk Sultanı ile münasebet kurmak için büyük gayret gösterdiği, bunun için daha önce de İstanbul’da bir sefaret açmaya çalıştığı, ancak kapitülasyonlar yüzünden gerçekleşemediği, şimdi ise Prens Koni’nin bu işi bitirmek için İstanbul’a geldiği belirtilmiştir. Ancak, Prens Koni’nin girişimleri de sonuçlanmamıştır. İki ülke arasında karşılıklı elçiliklerin açılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve Lozan Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonra olmuştur. 1923 yılında Türkiye’ye gelen Profesör Kemoyama da, 1925 yılında Tokyo ve İstanbul’da elçiliklerin kurulacağını, Türkiye’de Cumhuriyetin ilânından ve Lozan Antlaşması’ndan sonra iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da artacağını ifade etmiştir. Hatta 1923’te İstanbul’da iki Japon öğrencinin bulunduğunu, bu dönemden sonra Türkiye’ye gelen Japon öğrenci ve tüccarların sayısında artış olacağını, Japon vapurlarının İzmir ve İstanbul’da, iki ülke arasında bir posta hattı oluşturacak kadar sık gelip gideceklerini söylemektedir. Türkiye 1925’te Tokyo’ya bir ortaelçi göndermiştir. Bu ortaelçilik, 1929’da büyükelçiliğe çevrilmiştir. Japonya’da 1925’te İstanbul’da daimi bir maslahatgüzar tayin etmiş ve sonradan büyükelçilik kurulmuştur. Japon büyükelçiliği de 1937’de İstanbul’dan Ankara’ya nakledilmiştir. İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya, Rusya dışındaki Avrupa devletleri ve A.B.D. ile Osmanlı Devleti’nin ilişkisi, kapitülasyonlar çerçevesindeki ticaret ilişkilerinden oluşuyordu. Önce kapitülasyonları temel alarak Osmanlı Devleti’yle bağlantı kurmak öylesine doğal bir hâle gelmişti ki, Rusya’yı yendiği için İslâm dünyasında Doğu’nun kurtarıcısı gibi karşılanan Japonya bile önce bu halkları istemiş, bu yüzden karşılıklı elçilik kurulması hayli gecikmiştir. II. Abdülhamid’in tahttan uzaklaştırılmasından sonra, Japonya ile Osmanlı Devleti arasında yapılamayan ticaret anlaşması hakkında bazı yazılar yayınlanmıştır. Bunlardan birisinde II. Abdülhamid eleştirilmektedir. Padişah devletin başındayken Japonya ile bir anlaşma yapmaktan çekinmemeliydi. Bunun için de İngiltere ile birlik olmalıydı. Çünkü Japonya, İngiltere ittifak hâlindeydi. Hatta-daha önce belirtildiği gibi –Osmanlı ülkesindeki Japonyalıların himayesini İngiltere konsoloslukları üstlenmiştir. Buna dayanılarak II. Abdülhamid’in Japonya’ya karşı pasif ve çekingen davrandığı belirtilmektedir. Rus - Japon Harbi’nden Sonraki Gelişmeler (1906-1913) 1910 - 1913 Yılları 1910 tarihli mizah gazetesi olan “Hayal” de bir Türk’ün Japonya’ya gittiğine dair bir haber vardır. Bu şahıs, bir seyyah olan Hacı Mehmed Said Efendi’dir. Seyyahımız bir gün Japonya’ya gider. Burada gezerken “Umuma Mahsus Hamam” levhalı bir hamama girer. Japonya’da kadınlar ile erkekler birlikte yıkanabildikleri için, kadınlar bu iri cüsseli, kocaman kavuklu adamı görünce korkup bağırırlar. Bunun üzerine seyyahımız hem kadınlardan hem de erkeklerden bir güzel dayak yer. Üstelik para cezasına da çarptırılır. Burada bu hadise mizahı bir dille “Japonya Köteği” başlığında anlatılmıştır. Bununla birlikte bu olayın diğer ciddî gazetelerde de yayınlandığı belirtilerek, haberin doğruluğu teyid edilmek istenmektedir. Burada önemli olan ise, Hacı Mehmet Said Efendi’nin Japonya seyahatidir. Ancak gazetede sadece dayak meselesi anlatıldığı için, bu Sayfa 46 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) seyyahın gezisi hakkında herhangi bir bilgi verilmemiştir. Japonya’ya tahsil için giden üç öğrenciden birisi (Ahmet Münir, Hasan Fehmi, Mehmet Tevfik) babasına gönderdiği 1911 tarihli mektupda, Japonların Türkler ile birlikte çalışmak istediklerini yazmıştır. Yosin Kaysin Şirket-i Muazzama-yı Bahriyyesi müdürü Yosin, Mareşal Arisa’ya, bir Türk bahriye şirketi ile birlikte çalışarak, büyük bir Bahr-i Sefid seyr ü sefain şirketi kurmak istediğini söylemiştir. Arisa, İmparator donanmasının fahri reisidir. Müdür, gelecek sene için kendi filosuna ait vapurlardan hangisini Türkiye isterse, icar veya bayi’ olarak vermeye, ayrıca Türkiye tarafından öne sürülecek olan şartları da ne olursa olsun kabul etmeye hazır olduğunu Arisa’ya bildirmiştir. 1912 yılında ise Osmanlı ülkesindeki Japonya tebaasının temettü vergisiyle mükellef tutulup tutulmayacağı meselesi ortaya çıkmıştır. Maliye Nezaretinin bu konuyu Sadaret’e sorması üzerine Sadaret 18 Aralık 1912 tarihli tezkeresinde, Japonya ve Osmanlı Devleti arasında bir ticarî ve siyasî bir münasebet kurulması için 1894’den beri müzakerelerin devam ettiği, bu müzakerelere Berlin, Viyana, Washington ve sonra da Londra ve Roma’da devam edildiğini belirtmiştir Sadaret’in hazırladığı bu tezkerede, ayrıca Japonya’nın daha sonra ticarî münasebetten vazgeçtiği, siyasî münasebetlerde bulunmak istediği, bunun içinde sefaretlerin açılmasını teklif ettiği ifade edilerek Japonya’nın Osmanlı ülkesindeki tebaasının hakkında bir belirsizlik olduğunu belirtmesi ve Osmanlı Devleti’nin Japon tebaasına imtiyazlar verilemeyeceğini söylemesi üzerine müzakerelerin tekrar kesildiği belirtilmiştir. Ancak daha sonra Japonya tarafından sadece diplomatik ilişkiler kurulmasını teklif eden iki maddelik bir beyannamenin Londra sefaretine verildiği Sadaretin 29 Eylül 1909 tarihli tezkeresyile bildirilmişti. Bu tezkere üzerine de 3 Kasım 1909 tarihli tezkere de şunlar ifade edilmiştir; “Hükümet-i seniyyece hiçbir mecburiyet yok iken bu yolda beyanname teatisiyle bir gailenin hudvesine mahal bırakılması asla tecviz olunamaz. Binaenaleyh münasebet-i siyasiye tesisinden akdem ve muvakkat bir suret-i itlafiye bedel tarafeyn konsolos ve tebalarının tabi olacakları usulü tafsilen ve izahen tayin zimninde Avrupa hukuk-u umumiye-i düveli esasına müstenid bir konsolosluk mukavelenamesi akd olunması lâzım gelir itikatındayız. Muvakkat bir itilafname mahiyeti icabınca muhtasır ve nakıs olacaktır. Halbuki bu gibi mesailin bi’l-etraf düşünülerek birden tasrih ve tesviyesi muvafık-ı maslahattır”. Bütün bu bilgiler bahsedildiği gibi 18 Aralık 1912 tarihli tezkere de verildikten sonra, kesin bir netice elde edilemediğinden dolayı Japonya tebaasından temettü vergisinin alınmasının icab ettiği ve bununda Sadaret vasıtasıyla Maliye Nezaretine bildirilmesi gerektiği Bab-ı âli Hukuk Müşavirliğinden belirtilmiştir. Abdürreşid İbrahim’in oğlu Ahmet Münir ise, Tokyo’dan Sebilürreşad’a gönderdiği mektuplarından birisinde 1912 yılına ait Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki ithalat-ihracat hakkında şu istatistiği vermiştir; Osmanlı Devleti’nden Japonya’ya 138665 yenlik, Japonya’dan da Osmanlı Devleti’ne 162575 yenlik mal ihraç olunmuştur. İki ülke arasındaki on senelik ihracat da şöyledir: Osmanlı Devleti’nin Japonya’ya İhracatı (yen) Japonya’dan İthalatı (yen) 1902 senesinden 1.189 41.860 1903 senesinden 2.040 105.909 1904 senesinden 20.422 68.960 1905 senesinden 342.389 50.632 1906 senesinden 517.246 70.691 1907 senesinden 130.394 70.598 1908 senesinden 17.446 34.549 1909 senesinden Sayfa 47 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) 53.456 59.311 1910 senesinden 944.824 81.166 1911 senesinden 313.984 141.914 1912 senesinden 138.665 162.675 (Bir yen oniki buçuk kuruş olarak hesap edilmektedir). Görüldüğü üzere Osmanlı Devleti’nin Japonya’ya ihracatı, Japonya’nın Osmanlı Devleti’ne olan ihracatından fazladır. Bunun sebebi de Japonya’nın Memalik-i Şahane’nin ürünlerinden daha çok faydalanmak istemesidir. Yukarıda verilen istatistikte ise ne çeşit malların ihracat ve ithalata dahil olduğu açıklanmamıştır. Bununla birlikte bu miktarları veren Ahmet Münir, iki ülke arasındaki bu ihracat ve ithalatın ne kadarının Müslümanlar tarafından yapıldığı hakkında bir bilginin mevcut olmadığını da belirtmektedir. Japonya’da Pan-İslâmizm Girişimleri ve İslamiyet’in Yayılması Japonya’da İslâmiyetin Gelişmesi Japonya’nın İslâm Diniyle Tanışması İslâmiyet’in Japonya’ya ilk olarak ne zaman, nasıl ve kim tarafından tanıtıldığı hususunda kesin bir tarihî kayda rastlanılmamıştır. Bununla birlikte dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi ticaret için bu bölgeye gelen Müslüman tacirlerle başladığı tahmin edilmektedir. Bu tacirlerin şahsî faaliyetleri dışında, ilk dönemlere ait herhangi bir İslâm ülkesinin desteği altında bir tebliğ faaliyetinin yapıldığına dair herhangi bir belge ve bilgi de yoktur. Meiji 1868’de İmparator olduktan sonra, Japonya, batının bilgi ve tekniğini hızla almaya başlamıştır. Misyonerlerin de yoğun faaliyetleri sonucunda Hristiyanlık, Japon halkını kültürel olarak etkileyen tek din olmuştur. Japonya’ya Hristiyanlığın gelişi, XVI. yüzyılda 1549 yılında misyoner Francis Xavier’in Hindistan’daki Goa adasında kurulmuş misyondan Japonya’nın güney batısında bulunan Kyuchu adasının Satsuma beyliğine ayak basmasıyla başlamıştır. Hristiyanlığın Japonya’da hızla yayılmaya başlaması üzerine, Hideyoshi 1587 yılında Hristiyanlığı yasaklayan bir ferman çıkarır ve daha sonra da ülkeden Hristiyanları temizlemek için katliam başlar. Bu sebeble, Katolik kilisesinin din şehitleri listesinde, Japon Hristiyanları ilk sırayı almışlardır. Hristiyanlığın Japonya’da tekrar serbest olması Meiji ile olmuştur. 1869’da Tokugawa Yasak Fermanları kaldırılarak Hristiyanlık yeniden Japonların hayatına girmiş, ayrıca da eski gizli kalmış Hristiyanların ortaya çıkmasını sağlamıştır. İslâm dini ise Japonya’da 1877’de duyulmaya başlamıştır. Bunun sebebi de Hristiyanların İslâmiyete karşı olan muhalefetleriydi. Bu sırada İslâm peygamberi Hz. Muhammed’in hayatı, Japoncaya tercüme edilmiştir. Böylece İslâm Japonlarca tanınmıştır. Ancak Japonların zihnine entelektüel bir imaj olarak ve sadece kuru bir bilgiden ibaret olarak girmiştir. Diğer temas da 1890’da Osmanlı Devleti’nin Japonya’ya bir donanma gemisi ile (Ertuğrul) bir heyet göndermesiyle gerçekleşmiştir. Bu ziyaret iki ülke arasında yeni bir devir açarken, diğer yandan da Müslüman bir halk ile Japon halkını tanıştırıyordu. İslâm dini somut bir şekilde bu ülkeye ilk damgasını 1909’da vurmuştur. Mitsutaro Yamaoka adlı bir Japon, Müslüman olarak aynı yıl Ömer Yamaoka adıyla hacca gitmiştir. Aynı zamanlarda diğer bir Japon, Buppachiro Ariga ticarî amaçlarla Hindistan’a gitmiş, burada Müslümanlarla tanışarak İslâm’ı kabul etmiş ve Ahmet Ariga adını almıştı. Ömer Yamaoka ve Ahmet Ariga Japonya’ya döndükten sonra İslâm’ı anlatmaya başlamışlardır. Japonya’da Müslümanların cemaat olarak yaşamaya başlamaları ise, Rus ihtilali (1917) sonrasında Rusya ve Ortaasya’dan Japonya’ya iltica eden Türkmen, Özbek, Tacik, Kırgız, Kazan ve Tatar Müslümanlarının gelmesiyle olmuştur. Bunlar 1920’li yıllarda Japonya’nın Tokyo, Kobe, Nagoya şehirlerine yerleştirilmişlerdir. Buralarda cemaatler oluşturarak dini yaşayışlarını da sürdürmüşlerdir. Bu Müslümanlarla tanışan yerli Japon halktan bazılarının Müslüman olmasıyla Japon menşe’li Müslümanların da sayısı artmaya başlamıştır. Japonya’da İslâmiyetin Tanıtılmaya Çalışılması Daha önce de belirtildiği gibi Noda ve Yamada 1890 ve 1891’de İstanbul’a geldiklerinde Müslüman olmuşlardır. Özellikle Yamada’nın İstanbul’da kalarak ticaret ile uğraşması, ülkesine gidip gelmesi, bir Müslüman Japon olarak etkili olmuştur. Yine 1891-1892’de iki hocanın Japonya’ya gitmek için görevlendirildiği Sayfa 48 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) ve bundan daha sonra vazgeçildiği, 1899’da da Hacı Mehmed Ali Efendi’nin Japonya’ya gittiği ifade edilmişti. Bu girişimler Japonya’nın dünyanın büyük devletleri arasına girmeye ve diğer dinleri incelemeye başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Çünkü bu dönemde Japonya’nın İslâm dinini kabul edebileceği düşünülmeye başlanmıştı. Özellikle de 1904-1905 zaferi üzerine alevlenen Japonları Müslüman etme akımının daha öncesi bulunduğu iddiaları da vardır. Ancak bunların bireysel, başarısız girişimler olduğunu en İslâmcı görüşler bile kabul etmektedir. Ertuğrul faciasından sonra, yani 1890’lı yıllarda Japonya’ya giden ilk Türk Bombaylı Hacı Mustafa’dır. Babası Hicaz’a gitmiş, oradan Hindistan’a geçerek Bombay’a yerleşmiş olduğundan bu lakâbı taşımaktadır. Hacı Mustafa Hicaz’a giderek Hacı unvanını kazandıktan sonra Singapur’a giderek burada İslâm’ı anlatmaya çalışmıştır. Ancak cahilliği yüzünden başarısız olmuştur. Hacı Mustafa’dan sonra Mısır ulemasından bir zat daha Japonya’ya gelmiş, Hacı Mustafa’nın bıraktığı olumsuz imaj yüzünden bu şahıs da bir şey yapamamıştır. Üçüncü olarak da Hint alimlerinden bir kişi Japonya’ya giderek aynı işi yapmaya çalışmış, ama başarılı olamamıştır. Dördüncü olarak da Mısır ordusu zabitlerinden Ahmet Fazlı Bey bu ülkeyi ziyaret etmiş, Tokyo civarında Yenpuri ismindeki bir köye yerleşmiş ve bir Japon’la evlenmiştir. Eşi de İslâmiyeti seçen Ahmet Fazıl Bey, İngilizce de biliyordu. Bu sebeple diğerlerine kıyasıyla Japonya’da daha etkili olmuştur. Bu yıllarda Japonya’nın Hristiyanlığı resmî din olarak kabul edeceğine dair gazetelerde haberler yayınlanmıştır. Mesela Mizan’da “Roma’dan haber verildiğine inanılırsa Japonya hükûmeti resmen Katolik mezhebini kabul edeceğini papalık makamına bildirmiş olduğundan bu hususu müzakere etmek üzere papanın taht-ı riyasetinde büyük bir meclis teşkil edecek imiş” ve Ahenk’te “Japonya’dan Avrupa’ya avdet etmiş olan bir misyonerin beyanına göre Japonya ahalisi Avrupa medeniyetini kabul etmekte olduğu gibi yakında bütün Japonya’da Hristiyanlık dahi tevsi’ edecek imiş” şeklinde haberler yayınlanmıştır. Hristiyanlığın Katolik mezhebinin kabul edileceğine dair haberin 1889 ve Hristiyanlığın da bütün Japonya’da kabul edileceği haberinin 1898 tarihli olması dikkat çekicidir. Çünkü bu yıllarda Japonya’da İslâm dini daha yakından tanınmaya başlanmış ve Müslümanlar bu ülkeye daha fazla ilgi gösterir olmuşlardı. Hristiyan âlemi bundan ciddî bir şekilde rahatsız olmaya başlamıştır. Avrupalıların bu gelişme karşısında takındıkları tavır ve faaliyetleri ileride görüleceği üzere, onların bu gelişmeden ne derece rahatsız olduklarını ve çekindiklerini göstermektedir. Özellikle 1900’lü yıllarda Japonya’nın İslâm’a ilgisinin daha da arttığı dikkat çekmektedir. Nitekim, II. Abdülhamid 1901’de Enver Paşa başkanlığında bir heyeti Çin’e göndermiştir. Enver Paşa buradaki Müslümanlarla temas kurup durumlarını inceledikten sonra geri dönmüştür. Fransız hariciye arşivlerinden elde edilen Şangay/12 Haziran 1901 tarihli belgede, Çin’de çıkan isyan üzerine Müslüman Çinlilerin bu ayaklanmaya katılmamaları ve onları sakin olmaya davet etmek için Sultan’ın bizzat Alman İmparatoru Guillaum’un teşvikiyle Enver Paşa’yı Çin’e gönderdiği anlaşılmaktadır. 1898’de Çin’de gittikçe artan yabancı baskılarına karşı Boxer ayaklanması olarak bilinen halk hareketi meydana gelmişti. Çin’de çıkarları tehlikeye giren Avrupalı devletler, Almanya’nın öncülüğünde bu ayaklanmayı bastırmaya karar vermeleri, Almanya’nın da bu ayaklanmada pek çok sayıda Çinli Müslümanın bulunduğunu düşünmesi ve Müslümanların üzerinde Osmanlı Padişahı’nın halife sıfatıyla etkisi olacağını düşünmesi neticesinde, bir heyetin Çin’e gönderilmesine karar verilmişti. Enver Paşa’nın başkanlığındaki bu heyet 18 Nisan 1901’de İstanbul’dan hareket etmiştir. Heyet Çin’e vardığında Boxer ayaklanması sona erdiğinden Alman temsilcileri heyeti soğuk karşılamışlardır. Türk heyeti de bunun üzerine Çin’deki Avrupalı devletlerin temsilcileri ve Çin Müslümanları ile bazı temaslarda bulunmuştur. Çin’de yirmi bir gün kalmış ve 6 Haziran 1901’de Çin’den ayrılmıştır. Türk heyeti daha sonra Japonya’nın Nagasaki şehrine uğramış ve burada 4 gün kalmıştır. 11 Haziran 1901’de Nagasaki’den ayrılarak 5 Ağustos’ta Rusya üzerinden İstanbul’a dönmüştür. Enver Paşa Çin hakkında fazla bilgiye sahip değildi. Bu yüzden çok az yer gezip çok az Müslümanla birlikte olabilmişti. Bu sebeple kendisi de buradaki temaslarını durdurma kararı alıp Çin’den ayrılmıştır. Sayıları o zamanlar yetmiş milyonu aşan Çin Müslümanları II. Abdülhamid’in hilafetini tanımışlar ve onun adına Pekin Hamidiyye Üniversitesini kurmuşlardır. Abdülhamid’in Çin’e gösterdiği bu ilginin sebebi olarak burada özellikle sünni mezhebini yaygınlaştırmayı amaçlamış olması söylenebilir. Çünkü sünnîleri Osmanlı hilafetine bağlamak daha kolaydır. Mesela Yemenliler Zeydi mezhebine Sayfa 49 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) bağlı oldukları için Abdülhamid’i halife olarak tanımayıp isyan etmişlerdir. Abdülhamid bir sene sonra yani 1902’de yine iç ve dış problemlere karşı Anadolu dışındaki Müslümanlardan da faydalanmak ve onların yardımını almak özellikle de gayr-ı müslim idaresinde olan Müslümanlarla temasa geçip, onları halifeye bağlamak gayesiyle Muhammet Ali adında bir kişiyi Çin’e göndermiştir. Muhammet Ali, Çin’de bir imamın misafiri olmuş ve faaliyetlerini buradan yürütmüştür. O tarihlerde Çin’de bulunan Fransa elçisi, bu konuda şunları yazmaktadır; “İstanbul’lu olan Muhammet Ali, İstanbul mollalarının elbisesini giymekte ve kendisine Uzakdoğu’daki dindaşlarını ziyaret etmek için tatile çıkmış bir ‘turist hoca’ süsü vermektedir. O bundan dört sene evvel de muhtemelen aynı görevle buralara kadar gelmiş ve Malezya ,Siyam, Koşinsin ve Japonya’yı ziyaret etmiştir. O şimdi, İstanbul’dan itibaren Bombay, Singapur, Batavia, Bangkok, Saigon ve Şangay’a uğradıktan sonra gittiği Japonya’dan geliyor... Muhammet Ali’nin Japonya’da Yokohama limanında bir cami inşası için Japon devlet adamları ve Yokohama’daki Müslüman tüccarlarla görüşmeler yapmış olması lâzım. Sayıları otuz kadar olan bu tüccarlar, Hintli, Arap ve İranlılardan müteşekkil olup, mezheplerinin farklılığına rağmen ‘kafirlerin’ içinde yalnız kaldıklarından İslâm, onları birlik hâlinde tutmaktadır... Muhammet Ali fevkalâde Arapça konuşmakta ve bu onun buradaki, Kur’an okuyabilmek için Arapça öğrenmiş olan Müslüman liderleriyle kolayca anlaşmasını sağlıyor. Muhammet Ali, biraz da İngilizce bilmektedir ki, bu lisanı, yaptığı seyahatlerle öğrendiğini söylüyor”. Buradan da anlaşılabileceği gibi Muhammet Ali Japonya’ya gitmiştir. Burada Yokohama limanına bir cami inşası için Japon devlet adamları ve Yokohama’daki Müslüman tüccarlarla görüşmeler yapmıştır. Kendisine göre bu görüşmelere önayak olan kişi Japon parlamentosunda üye olan Takada adında biridir. Bu şahıs Japonya’nın en büyük ihracat-ithalat müesseselerinden birinin sahibiydi. Muhammet Ali Yokohama’daki cami meselesini halletmek için 12 Haziran 1902’de Pekin’den ayrılmıştır. Japon İmparatoru’nun Osmanlı Padişahı’ndan İslâm Âlimlerini Talep Etmesi 1904 yılına kadar Türk-Japon ilişkileri bireysel ziyaretlerle devam etmiştir. Bu ziyaretler Avrupalılar tarafından dikkatle izlenmiş ve pan-İslâmist hareketler olarak değerlendirilmiştir. Yukarıda bahsedilen Japonya’ya bir cami inşası için giden Muhammet Ali’yi, Fransızlar, Abdülhamid’in yolladığını iddia etmişlerdir. Yine 1904’te Osmanlı Devleti’ne gelen pek çok şehirleri gezip İslâm mimarisini ve özellikle de camileri inceleyen İto adındaki mimarın çalışmaları da hep pan-İslâmist faaliyet olarak değerlendirilmiştir. Japonlar mı Müslüman oluyor, yoksa Türkler mi onları Müslüman ediyor sorusu, hep Avrupalıların kafasını meşgul etmiştir. Osmanlı-Japon münasebetlerinin gelişmesini başta Rusya olmak üzere Asya’da gözü olan emperyalist devletler endişe ile izliyorlardı. Sömürgeleri altındaki Müslüman milletlerin yaşadığı Asya’da bu sömürge idarelerine karşı, padişah-halife’nin başlatabileceği istiklâl hareketlerine İslâmiyet bağıyla Japonya da katılırsa ne olurdu? Ayrıca Kont Aoki, 1904’te Mimar Doktor İto’nun Osmanlı Devleti’ni ziyaretleri ve ardından Miralay Pertev’in gözlemci olarak 1905’te katıldığı Japon-Rus harbi ve Japonya’nın zaferinin Türkiye’deki akisleri batıyı XX. yüzyılın başında hayli telâşlandırmıştır. Pertev Bey daha Japonya’dan dönmeden, İmparator Türk Padişahı’na Japonya’ya İslâm alimlerinin yollanması ricasının iletilmesini istemiştir. II. Abdülhamid bu hadiseyi Selanik’te sürgün olarak yaşadığı 1909’da muhafızı olan Cumhuriyet devri başbakanlarından Ali Fethi Okyar’a şöyle anlatmıştı: “Tarihini sarih olarak söyleyemeyeceğim, fakat Ruslara karşı kazandıkları zaferin arefesinde idi. Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens beni ziyarete geldi. İmparatoru’ndan hususî bir mektup getiriyordu. Benden, İslâm dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, felsefesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dini-ilmi heyet istiyordu. Bunun sebebi vardı. Orada İslâmiyeti yaymayı mukaddes vazife sayan Abdürreşid İbrahim isimli, aslı Kazanlı olan bir Müslüman âliminden mektup almış, Japonya’daki İslâm’ı tamim hareketine yardımcı olmam istenmişti. Japon İmparatoru’ndan, ailesinden bir Prensin ziyaretiyle böyle bir mektup da alınca, mevzuun ehemmiyeti hadise olarak önümdeydi”. Padişah neticede şuna karar vermiştir; “Düşündüm ki, Japon İmparatoru’nun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim, Japonlardan evvel kendi milletimin ve halife, yani peygamberimizin vekili olarak İslâm âleminin istifadesini temin ederdim... Şöhret yapmış ilmiyye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmete şayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler. Fakat ilmi kudretleri olduğu kadar cihanı telakki tarzları, bu kadar büyük ve İslâmiyetin mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi”. Sayfa 50 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Padişah Japonların bu talebini kadro eksikliği yüzünden ve Ruslardan endişe etmesi sebebiyle uzun süre vaatlerle idare etmiştir. Karşı tarafın samimi olduğuna şüphe olmayan isteğine de zaman kazandıran oyalayıcı bir cevap verilmiş ve dinî kitaplar gönderilmiştir. Japonların Rusya karşısındaki zaferi üzerine Japonları Müslüman yapma fikrini ilk ortaya atan Mısır’ın ünlü İslâm dergisi Al-Manar olmuştur. Dergi Kasım 1905 nüshasında, sekiz sayfalık ‘Davat al-Yaban ilal-İslâm’ (Japonları İslâm’a Davet) başlıklı bir yazı yayınlanmıştır. Burada Japonların yeni bir din arayışı içinde oldukları, bu amaçla daha önce Sultan Abdülhamid’e başvurdukları, ama bir netice elde edemedikleri belirtiliyordu. İslâm’da hilafetin güç sahibi olanda bulunmasının kabul edildiğini, ancak ‘kişisel mutlak yönetim’ yerine ‘sınırlı-yetkili bir hükûmet’ uygulamasının şart olduğu da ekleniyordu. Böylece Abdülhamid’in hilafetine karşı olduğunu belirtmiş oluyordu. Dergi, İslâm’ın Japonlara nasıl anlatılması konusunda da bilgiler veriyor ve başta El-Ezherliler olmak üzere Mısır ulemasının bununla görevlendirilmesini istiyordu. Bunda kuşkusuz İslâm’a katkı vardı, ama Arap hilafeti tezini güçlendirmek amacının da olduğu açıktı. Al-Manar daha sonraki sayılarında da Çin’de ve Japonya’da İslâm’ın yayılması konularında, haberler yayınlamıştır. Al-Manar’ın tamamen kendi düşüncesi ve girişimiyle hareket edip etmediği bilinmemektedir. Ancak şurası bir gerçektir ki Japon zaferi üzerine İslâm dünyasında yaşanan büyük coşku bir yandan Avrupa’daki plan-İslâm korkusunu kabartmış, diğer yandan da Müslüman toplumlarda Avrupa sultasından sıyrılma eğilimini arttırmıştır. Al-Manar dergisinin bu girişiminden önce de konunun gündeme gelmiş olduğu görülmektedir. İkdam gazetesine göre iki yıl önce yani 1904’te Safiraz Hüseyin Han adında bir Hintli bu amaçla Japonya’ya yerleşmiş, ardından Müslüman olarak Abdurrahman adını alan Sir Thomas adında bir İngiliz de buraya gelmişti. 1905 İlkbaharında da (yani Al-Manar’ın yayınından beş altı ay önce) Lotida adında bir Japon, Lahor şehrinde üç yüz kişilik bir Müslüman grubuna Japonya’nın büyüklüğü ve gücünün sebepleri konulu bir konferans vermiştir. Konuşmacıya göre bunlar Müslümanların da meziyetlerinden olan çalışkanlık, dayanışma ve itaatkârlıktır. Lotida İslâm’ın dinler içinde en mükemmeli ve insanlığa en büyük mutluluk sağlayacak tek din olduğunu belirtmiştir. Bu şahısın kim ve amacının ne olduğunu belli değildir. Üstelik konuşmasında Japonların Müslüman olmayı düşündüklerine dair hiçbir bilgi yoktur. Ama sözlerinin hem Avrupalıları telâşa düşürmeye hem de herkesi İslâm etmek isteyen İslâmcıları harekete geçirmeye yeterli olduğu göz ardı edilemez. Japonya’da Pan-İslâmizm Girişimleri ve İslamiyet’in Yayılması Japonya’da 1906 Yılında Yapılan Kongre Teşebbüsü (Taharrî-İ Edyân Kongresi/Dinleri İnceleme Kongresi) Japon İmparatoru Rusya’yı yendikten sonra, batılı Hristiyan âlemine karşı kendi menfaatini koruyabilmek için, İslâm dünyası ile özellikle de Osmanlı Devleti ile daha iyi münasebetler kurmak istiyordu. Japonya, Rus-Japon savaşından sonra, Kore, Mançurya ve Kuzeydoğu Çin’deki bölgelerde söz sahibi olmuştu ve Çin pazarı üzerinde daha etkili bir kontrol kurabilmek için Kuzeydoğu Çin bölgesinde önemli rol oynayan Müslümanları kendi lehinde siyasî bir alet olarak kullanmak istiyordu. Böylece batılı devletlere ve özellikle de Rusya’nın ‘güneye inme politikası’na karşı her türlü mücadeleyi göze alan iki şark devleti; Osmanlı Devleti ve Japonya, ana siyasetleri olan ‘İttihat-ı Şark’ ve ‘pan-İslâmizm’ politikaları arasında ortak bir nokta bulmuş oluyorlardı. 1905-1906 yıllarında Japonya’da İslâmiyete karşı yürütülen bu olumlu tutumdan İslâm âlemi çok etkilenmiş, bunu Japon halkının İslâmiyeti kabul etmeye hazır olduğuna bir işaret şeklinde algılayıp, Japonya’da İslâmî propaganda faaliyetlerini başlatmak için harekete geçmiştir. Mesela bu sıralarda İstanbul basınında yer alan haberlere göre Hindistan ulemasından Mevlevi Rahim el-Din, İslâm hakkındaki bir kitabı İngilizce olarak hazırlayıp yayınlamış, daha sonra da Japonya’ya göndermiştir. Burada İslâmiyetin yayılması için de Hindistan Müslümanlarına yardım çağrısında bulunmuştur. Hindistan âlimlerinden Dr. Abdülhakim Han adında bir kişi İslâmiyetin faziletlerini anlatan bir eseri İngilizceye tercüme etmiştir. Bu esere daha çok önem verilmiş ve zamanın ulemasından Şems el-Ulema Mevlana Şibî, Mevlevi Abdülhak Delhi ve Mevlevi Eşref Ali Han tarafından tekrar incelenmiş ve Japonya’ya gönderilmiştir. Bazı Hintli Müslüman âlimleri de, İslâm tahsili gören çocuklarını Japonca öğrenmeleri için Japonya’ya göndermeye karar vermişlerdir. Ayrıca Japonya’da İslâm dinini yaymak için hizmetlerde bulunanlara kolaylık göstereceklerine dair beyanda da bulunmuşlardır. Yine Hint Müslümanlarından Hüseyin Efendi, Japonya’da İslâmiyetin yayılması Sayfa 51 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) amacıyla Nagasaki şehrine gitmiş ve burada bir konuşma yapmıştır. Japon gazetecileri Hüseyin Efendi ile İslâm hakkında bir görüşme yapmışlar ve bunları gazetelerinde yayınlamışlardır. 1906’da Japonya’ya gelmiş olan Muallim Hüseyin Efendi, Japoncayı da öğrenmek için buraya gelmişti. Ayrıca Japonya’da yirmi beş cami inşa etmek için toplanan yardımı da buraya getirmiştir. Hüseyin Efendi, Tokyo’da da İslâm dinini anlatan nutuklar vermiş, Japonya dahiliye nazırı ile de mülakatta bulunmuştur. Ayrıca Hint ulemalarından yetmiş kişi de Kobe şehrinde dinî eserleri Japoncaya tercüme ediyorlardı. Bununla birlikte elli üç talebe de tahsil için Japonya’ya gelmişti. Japonlar, Müslüman Hintlilerin bu ilgisi karşısında onların Japonya’ya gelişlerini kolaylaştırmak amacıyla Tokyo ile Kalküta arasında vapur işletmeye başlamışlardı. Mikado’nun emriyle semavî dinleri incelemek üzere “Hakiki Dinleri İnceleme” adında bir komisyon kurulmuş ve bu komisyon Japonya’da bir kongre düzenleme kararı almıştır. Bu komisyon Japonya’nın önde gelen bilginleri ve üst düzey liderlerinden oluşuyordu. Kongreye ileri gelen din ve mezhep âlimleri davet edilmişti. “Taharrî-i Hakayık-ı Mezhebiyye Cemiyyeti” nin daveti üzerine Katolik ve Protestan birçok misyonerler, Japonya’ya yakın olan ülkelerdeki İslâm ulemaları Japonya’ya gelmişlerdir. Abdullah Cevdet de İctihad’da, Rusya’nın Bakü şehrinde çıkan Hayat gazetesinde yayınlanan bir makaleden bahisle, Japonların İslâm’ı tetkike başladıklarını, bunun için de, ilmî heyetler, cemiyetler kurduklarını bildirmektedir. Çin Müslümanlarından Hasan Tiyoşen isminde bir zatında Japonya’da İslâmiyeti yaymak için uğraştığını ve hatta bu konuda bir kitap yayınladığını da eklemektedir. “Deutsche Orient Correspondenz” adlı bir Alman gazetesinden iktibas olarak bir makaleyi neşreden Ahenk bu konuyla ilgili olarak şu haberi vermektedir; “Haziran-ı efrencinin birinci günü komisyonun şimdiye kadar cem’ edebildiği vesaiki tetkik etmek ve Japonya için gayet mühim olan bu meseleyi bir netice-yi katiyyeye iktiran ettirmek için bir kongre teşkil edecektir. Bu sebepten dolayı birçok misyonerlerle edyan-ı saireyi muhtelife uleması kendi ahkam-ı diniyyelerini tevzih ve teşrih etmek üzere Japonya’ya gitmekte oldukları gibi iş bu mübahesat-ı diniyyede hazır bulunmak üzere birçok ulema-yı din-i İslâm dahi Japonya’ya müteveccihen yola çıkmış ve bazıları da vasıl olmuşlardır. Cava müftüsü Seyyid Osman Efendi dahi din-i mübin-i Ahmedi hakkında bir eser kaleme almış olup bu eserin İngilizce suret-i tercümesi din kongresine takdim olunacaktır. Çin’deki milyonlarca ahali-yi müslime dahi Japonların din-i mübin-i İslâm’ı kabul etmelerini pek ziyade iltizam eylemekte ve bunun için vuku’ bulan icraatı tervic yolla teşebbüsatta bulunmaktadırlar”. Seyyid Osman Efendi’nin yazdığı eser, Abdurrahman Thomson Efendi tarafından İngilizceye çevrilecekti. Bu şahıs Yeni Zelandalı ve beş-altı sene önce New Castle’de Müslüman olmuş ve Abdurrahman adını almış olan Sir A. B. Thomson’dur. Thomson daha önceleri de Japonya’ya gelmişti. Bu kez de komisyonun daveti üzerine kongreye katılmak için Japonya’ya gelmişti. Kongreye katılmak için A. B. Thomson ve Cava müftüsü Seyyid Osman’ın yanı sıra Mısır’dan gazeteci yazar Ali Ahmet Carcavi ve İstanbul’dan bir heyet de Japonya’ya gelmiştir. Tokyo’da yayınlanan Çecuban gazetesinin 3 Nisan 1906 tarihli nüshasında bu gazetenin yazarı ve inceleme komisyonunun üçüncü katibi olan Samuraki tarafından Ortaasya İslâm ahalisinin önde gelenlerinden bir şahsa mektup gönderilmiştir. Bu mektupta İslâm dinini daha yakından tanımak istedikleri, bu yüzden de İslâm’ın hakikatlerini kendilerine anlatacak bir İslâm âliminin Japonya’ya gönderilmesi isteniyordu. Ayrıca ilgililere verilmek üzere de bir ilân sureti gönderilmiştir. Şöyle ki: “Hakayık-ı din-i İslâmı beyan için ulema-yı islâmiyyeden bir iki zatın hakikat-ı diniyye heyetine iştirak etmesi arzu olunur. Kongreye iştirak gelirine muntazır bulunduğumuz bu zatların ulum-ı diniyyeyi, edebiyat-ı Arabiyyeyi, felsefe-i kadime ve cedideyi, Hristiyan ve Buda ulemasının müzakeratına iştirak etmek ve onların müddiyatını red edebilmek için Fransızca veya İngilizceyi ve bundan başka daha sair malumat-ı fenniyeyi ikmal etmiş bulunmaları lâzımdır”. II. Abdülhamid bu kongreye kütüphanesinin en seçkin eserleri arasından dinî kitaplar ile birlikte bir Kur’an-ı Kerim’i de göndermişti. Ayrıca Uzakdoğu’daki Osmanlı temsilcilerinin Japonya’daki bu girişim ile yakından ilgilenmelerini istemişti. 1 Haziran’da çalışmalarına başlayan bu kongre ile birlikte Japonya’nın islâmiyeti’i seçeceği kesinmiş gibi görünmüştür. Gazeteler bu konu ile ilgili yayınlanan diğer gazetelerdeki makaleleri de yayınlayarak Japonya’nın İslâmiyeti seçeceği görüşünü desteklemek istemişlerdir. Mesela Ahenk, bir Alman gazetesinden aldığını söylediği bir makalede, Japonya’nın İslâm dinini seçeceğine delalet edildiğini, on beş seneden beri Japonya’nın özel memurlarının İslâm’ın hakikatlerini, özelliklerini öğrenmek için İslâm âleminde dolaştıklarını ve bu memurların Japonya’nın İslâmiyeti kabul etmesi için zemin Sayfa 52 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) hazırladıklarını belirtmektedir. Yine Tokyo’dan Rapel gazetesine bildirildiğine göre, kongreye katılan murahhaslar Japonya’nın İslâmiyeti kabul edeceğini, Mikado’nun arzusunun da bu olduğunu ifade ediyorlardı. “Siyekal” gazetesinde yayınlanan “Japonya’da İslâmiyet” adlı makaleyi “Asır” gazetesi neşretmiştir. Makalede Vambery’nin Rus-Japon harbi sırasında, savaşı Japonya’nın kazanacağını söylediğine dikkat çekilerek, Vambery’nin Uzakdoğu meselelerine vakıf olduğu belirtilmiştir. Bu kez de Japonya’daki dinler üzerinde yapılan incelemeler neticesinde Japonların İslâmiyeti tercih ve ergeç de kabul edecekleri tahmininde bulunduğu yazılmaktadır. Ayrıca İslâm dininde olan sadelik, temizlik, teslimiyet, evlilik ve aile yaşantısı gibi konuların, Japon âdetlerinde de bulunduğu, bu sebeple Japonların Müslüman olmalarıyla ekonomik ve sosyal hayatlarında bir değişiklik olmayacağı, bununla birlikte misyonerlerin uzun yıllardır büyük paralar harcayarak çalışmalarına rağmen buralarda başarılı olamadıkları ifade ediliyordu. Japonya’nın İslâmiyeti kabul etmesiyle elde edeceği kazançlarda anlatılıyordu. Mesela, Bakü’de yayınlanan İrşad gazetesi, “Japonya, şimdi İslâmın siyasal açıdan öneminin bilincine varmış bulunuyor. Doğan Güneş İmparatorluğu, Çin, Hint, İran ve Türkiye’deki çok sayıdaki müminin moral gücünün desteğine sahip olabilecektir” diyordu. Mısır’ın Al Moayyad gazetesi ise, hilafetin Mikado’ya verilmesini öneriyordu. Mikado Emirü’l-müminin, Tokyo’da Darülhilafe olmalıydı. Buna gerekçe olarak da, Rus-İngiliz-Fransız işbirliğine Türkiye’nin dayanamayacağıydı. Ama Müslüman bir Japonya’nın katkısıyla dengeler değişirdi. Bir Hintli şeyh de ayni fikirdeydi; “Çeşitli İslâm ülkelerindeki ulema, Japonya’yı meziyetlerinin kökünü oluşturan gizli kaynağın hâlâ bilincinde olmayan bir İslâm kavmi telakki ediyorlar. Gerekli olan tek adım, ihtida fikrini gündeme getirmekten ibarettir. Böylelikle İslâmın bu bilinçsiz intikamcısı, dünyadaki dinlerin en mükemmelinin yeryüzündeki egemenliğini sağlayacak olan zaferi yönetmek üzere dinin sadık ve korkular lideri olacaktır”. İşin ilginç yanı da, bu önerinin Abdullah Cevdet gibi adı ‘dinsize’ çıkmış olanlar tarafından bile benimsenmiş olmasıdır. İçtihad dergisinin 12. sayısındaki (Haziran 1906) yazısında şöyle demektedir; “... Azametli ve muhterem Mikado’nun Müslüman dinini kabul etmeye hazır olduğu ve uyruklarının da onu izleyeceği yolunda bir söylenti çıkartıldı. Bu akımın siyasî ve sosyal önemi, özellikle islâm dininin başka hiçbir dinde hatta Buda dininde dahi olmayan, mensuplarını kardeş edici kudrete sahip olmasından dolayı son derece önemlidir. Dinimiz İslâmın bu özelliği gereğince, Mikado hatırı sayılır bir kudret kazanabilirdi. Daha ileri gideceğim ve Mikado’nun sırf bu hadise ile meşru yoldan bütün imtiyazlarıyla ‘Müminlerin Reisi’ sıfatını elde edeceğini söylemeye cesaret edeceğim. Şunu da işaret etmek yerinde olur ki, Abdülhamid, İslâm uleması nazarında bu sıfatı taşımayı hiçbir surette lâyık değildir...”. Japonya’daki Tedkik-i Edyan Kongresi resmî bir kongre değildi ve vereceği karar ile hükûmetin hemen teşebbüse geçmeyeceği belliydi. Ancak üyelerinin Japonya’nın önde gelenlerinden oluştuğu düşünülürse, onların aldıkları kararın, gelecekte uygulanacak olan bir harekette etkili olacağı da inkâr edilemezdi. Bu konudaki bütün faaliyetler Avrupalılar tarafından endişe ile izleniyordu. ‘Japonya’da İslâmiyetin kabul edileceği’ haberinin duyulması, bu bölgelerde çıkarları olan Avrupalı sömürgecileri bazı önlemler almaya sevketmiştir. Misyonerler bu kongrenin kapatılması için ellerinden gelen her türlü fitne ve fesadı araya sokmuşlardır. “Muhammed” adında bir kitabı Japonca olarak bastırarak Japon köylerine varıncaya kadar ücretsiz dağıtmışlardır. Misyonerler, bu kongreye İslâm âlimi gibi görünen kendi adamlarını da dahil etmek suretiyle, İslâmı gözden düşürmeye çalışmışlardır. Bu şahıslar kaba, cahil görünüşlü ve bilgisiz gibi davranarak İslâmiyeti aşağılayacaklardı. Avrupalılar misyonerlerin, Hristiyanlığın yayılması için herşeyi yapmalarına rağmen, İslâmiyetin Japonya’da hızla yayılmasından, Türk-Japon yakınlaşmasından doğabilecek Japonya tehlikesi yani ‘Yeni Sarı Tehlike’den ve sömürgeleri altında bulunan Müslümanlar arasında pan-İslâmizm havası doğması ve bundan dolayı hilafete bağlanmalarından korktukları için bu kongreyi etkisiz hâle getirmek istemişlerdir. Bu sebeple de her türlü ayrıntıyı kaçırmak istememişlerdir. Mesela, Alman gazetesi olan ‘Deutsche Orient Correspondenz’de yayınlanan Japonların İslâmiyeti kabul ettiğine dair haber araştırılmış ve ardında Berlin’deki Jön-Türklerin bulunduğu sonucuna varılmıştır. Bu kongreyi Avrupalılar tarafından beklenmedik bir tepkiyle karşılanması üzerine bazı Japon aydınları kongreyi eleştirmişlerdir. Japonya’nın Nichi Nichi Shimbun gazetesinin 17 Haziran 1906 tarihli nüshasında “Avrupa’da yayılan bir çeşit yetersiz suçlamalar olsa olsa bazı politik entrikaların bir bölümüdür. Eğer Japonya İslâm’ı devlet dini olarak kabul eder ve bütün Asya’daki Müslümanların lideri pozisyonuna geçerse bu durum (Yeni Sarı Tehlike) olarak adlandırılacaktır(...). Böyle bir teori ileri sürülmesi Japon halkını köklü bir Sayfa 53 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) yanlış anlamadan kaynaklanıyor ve son derece yersizdir. İslâm’ı devlet dini yaparak Müslümanlarla ittifak yapılacağı iddiası da öyledir. Millî bir dini prensip olarak reddediyor ve bütün dinlere serbestlik tanıyoruz” demektedir. Yazı Avrupa’nın her yanındaki din çatışmaları yüzünden çekilen sıkıntılardan örnekler verdikten sonra şöyle devam ediyor: “Oysa Japonya sağladığı din özgürlüğü ile bu sorunu hâlletmiştir. Bu durumda Japonya’nın yeni bir dini devlete mal etmeye kalkışacağı sağduyu sahibi halkın hayalinden bile geçmez. Bunun bir karmaşayı başlatmasından başka, Japonya’nın Türkiye ve İran gibi zayıflayan ülkelerle aynı dini benimseyeceği insafsız bir suçlama değil midir?”. Yazı ‘Japon + İslâm dünyası = Yeni Sarı Tehlike’ teorisinin Japonya’nın yükselmesi karşısındaki Avrupa tepkisinin, aynı Musevilere karşı o sıralarda Avrupadaki akıma benzer bir tepki yaratmak amacı güttüğü yargısıyla son buluyordu. Neticede kongre bir karara varamadan sona ermiştir. Osmanlı Padişahı’nın bu konuyla yakından ilgilenmesine rağmen, aktif olarak harekete geçmediğini belirtmekte fayda vardır. Zira Japonya’daki Osmanlı sevgisi daha etkili bir propaganda hareketiyle daha başarılı bir sonucu sağlayabilirdi. Ancak Osmanlı Devleti bu fırsatı değerlendirememiştir, daha doğrusu değerlendirmeye yanaşmamıştır. Abdülhamid bu arada Japonlara karşı sempatik tavrını değiştirmemiş görünmekte, onların Basra Körfezi sahillerinde askerî araştırmalarına izin vermekteydi. Japonlar da hemen her yıl Ertuğrul’un anısını şehitlerin defnedildiği köyde törenlerle yaşatıyorlar ve bundan da Osmanlı hariciyesini haberdar ediyorlardı. Abdullah Cevdet, bu kongreye İstanbul’dan bir temsilci gönderilmediği için II. Abdülhamid’i eleştirmiştir. Gaspıralı İsmail’in Japonya’daki kongreye temsilci gönderilmemesine dair Tercüman’da yazdığı yazı üzerine Abdullah Cevdet, İsmail Bey’e, “Bizim gazi-yi bi-medani, Japonya’nın İslâmiyeti kabul edeceği şayiasından son derece muzdariptir. Şayet Tokyo’daki kongreye bir adam gönderecek olursa, o mebusun vazifesi İslâmiyeti müdafaa ve uluvviyatını şerh etmek olmayacak, bilakis Müslümanlardan ve Müslümanlıktan hazurunu tenfir etmek olacaktır. Rusya’da meclis-i mebusan açıldığı vakit bizim gazi-yi bi-medani hiddetinden bir hafta hasta yattı” şeklinde görüşlerini bildirmiştir. İsmail Bey bunun üzerine Abdullah Cevdet’e cevap olarak Tercüman’da, Japonya’daki kongreye İstanbul’dan bir temsilci gönderilmemesi karşısında hayrete düştüğünü, ancak bu hayretinin herhangi bir han, sultan ya da emire yönelik olmadığını, sadece böyle bir hadisenin daha iyi değerlendirilebileceğini düşündüğünü, buna karşılık bu konuyla ilgili yazdıklarının hislerini yeterli derecede anlatamamış olduğunu gördüğünü ifade etmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi Ahmet Fazıl Efendi, Sabah gazetesinin kendisine yönelttiği Japonlar ve Japonya ile ilgili soruları cevaplandırmıştı. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine rastlayan bu mülakatta Fazlı Efendi’ye yöneltilen sorulardan birisi de, “Hakan-ı sabık devrinde Japonyalıların din-i İslâmı kabul edecekleri hakkında Dersaadet’te birtakım havadis çıkarılmıştı. Japonyaca böyle bir tasavvurdan bahsedildi mi/” şeklinde idi. Fazlı Efendi bu soruya, “Her memlekette mesail-i diniyye ve felsefiyye ile iştigal eden bir zümre bulunuyor. Onlar böyle meselelerle iştigal ederler. Halbuki milletçe öyle bir tasavvur yoktur” şeklinde cevap vermiştir. Japonya’da Pan-İslâmizm Girişimleri ve İslamiyet’in Yayılması Japonya’da 1909’dan Sonra İslâmiyet İslâmiyet’e Hizmet İçin Çalışanlar Fazlı Efendi, II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Japonya’dan İstanbul’a gelmiş ve Japonlar ve İslâmiyet hakkında pek çok açıklamalarda bulunmuştur. Bunlardan biri de Sırat-ı Müstakim’e yaptığı açıklamadır. Dergi bu görüşmeyi “Japonya’da Din-i İslâm İntişara Başlıyor” başlığı ile yayınlamıştır. Fazlı Efendi, Japonya’da İslâmiyet’in çok yakından ve merakla incelendiğini, Japonlar arasında Müslüman olanların sayısının her geçen gün arttığını, İslâmiyet’teki pek çok uygulamanın Japon âdetlerine uyduğu için de diğer dinlere –özellikle Hristiyanlara karşıİslâmiyeti daha akılcı bulduklarını ifade etmiştir. Japonya’da “Genç Hristiyanlar Cemiyeti”nin Hristiyanlığı yaymak için her şeyi yaptıklarını ancak başarılı olamadıklarını, bunun sebebinin de “teslis” inancı olduğunu belirtmektedir. Fazlı Efendi Japonya’da bir mescit inşa edilmesi için girişimde bulunduklarını ve daha sonra Bereketullah Efendi’den aldığı bir mektupta buna izin verildiğini öğrendiğini de söylemiştir. Fazlı Efendi, Muhammet Bereketullah Efendi’nin beş sene için Japonya’ya giden Hint ulemasından bir kişi olduğunu ve Japonya lisan mektebinde Urdu lisanı muallimliği yaptığını, kendisinin İslâmiyet hakkında pek faydalı olduğunu da belirtmektedir. Japonya’da Müslüman olanların büyük bir sevinç ve ümitle karşılandığı görülmektedir. Mesela bir Japon’un ihtida ettiği ve İslâmiyeti öğrenmek için İstanbul’a geleceği haberi Türk basınında “Japonların fevc fevc mazhar-ı hidayet Sayfa 54 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) olmalarını temenni” eden yaklaşımlarla karşılanmıştır. Çin’de bulunan Ali Rıza Efendi, Sırat-ı Müstakim’e gönderdiği Pekin/ 25 Eylül 1910 tarihli mektubunda, Çin’de ticaret ile uğraşan iki Japonyalı’nın Müslüman olduğunu bildirmektedir. Abdürreşid İbrahim Efendi’nin oğlu Ahmet Münir Efendi’nin Tokyo’dan gönderdiği mektupta ise Muhammet Bereketullah Efendi’nin hanesinde bulunanlardan üç Japon’un Müslüman olduğu bildirilmektedir. Bunlardan Hatano’ya Mürşit, kayınpederine Ali ve Hatano’nun hanımına Fatma ismi verilmiştir. Hasan Fehmi’de bu hadiseyi bildirmiştir. Hasan Fehmi’nin eniştesine yazdığı bir mektubunu “İkdam”dan aynen “Ahenk” nakletmektedir. Burada Hasan Fehmi’de, Ahmet Münir’in verdiği isimleri belirtmektedir. Sadece Hatano’ya Hasan isminin de verildiğini ifade etmektedir. Bu yıllarda İslâmiyeti kabul eden Japonların sayısının –çok olmamakla birlikte- arttığı görülmektedir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nden Japonya’ya öğrenci de gönderilmiştir. Adının açıklanmasını istemeyen bir zengin, Japonya’ya tahsil amacıyla üç öğrenci göndermiştir. Sırat-ı Müstakim, Avrupa’ya gönderilen talebelerin sayısına dikkat çekerek Japonya ile aramızdaki münasebetlerin daha yakın olduğu böyle bir dönemde, bu hareketin isabetli olduğunu ifade etmektedir. Tokyo’da İngilizce olarak yayınlanan “Uhuvvet-i İslâmiye” dergisi, İstanbul’da yayınlanan “El-Arab” gazetesinin âlem-i İslâm için öneminden ve üstlendiği görevlerden övgüyle söz etmekte ve yeryüzünde darmadağınık bulunan milyonlarca İslâm kavimlerinin birbirleriyle tanışmasını ve birleşmesini sağlayacak bu gibi İslâm yayınlarının çoğalmasını arzu etmektedir. Japonya’ya giden Fransız seyyahlarından Madam Bratije de, Japonya’nın hemen her yerini görmüş olduğundan bu ülkede İslâmiyetin hızla yayıldığını söylemektedir. Madam Bratije, misyonerlerin büyük miktarlarda paralar harcayarak pek çok okullar, hastaneler açmalarına rağmen, birkaç Müslümanın paraları olmadığı hâlde yaptıklarını yapamadıklarını, bunun sebebinin de Müslümanların halk ile çok iyi kaynaşması olduğunu ifade etmektedir. “El-İslâm” gazetesinin bir başmakalesinde de ifade edildiği gibi, 1909 tarihinden itibaren Japonya’da İslâmiyet hakkıyla yayılmaya başlamış, yüzlerce kişi Müslüman olmuştu. Pek çok kişi de olmaya hazırdı. Bunun için de İslâmiyeti daha iyi anlamak ve tanımak amacıyla, Tokyo’daki “Cemiyet-i İslâmiye”ye müracaat ediyorlardı. Müslüman olanlar arasında, Japonya ayan ve eşrafından da birçok kişi bulunuyordu. Çin Müslümanları da, Japon Müslümanları ile birleşmek istiyorlardı ve bunun için Japonya’daki Müslüman cemiyeti gibi bir cemiyet kurmuşlardı. Bu cemiyetin Tunkin, Şanghay gibi şehirlerde şubeleri açılmıştı. Japon Müslümanlarının da Müslüman cemiyetleri vardı. Tokyo’daki Müslüman okullarının idarecisi olan Hasan Mürşid Efendi, Tunkin’deki Baş Müslüman Şurası’na bir layiha gönderip Japonya Müslümanlarının durumuna dair bilgi vermiştir. Tunkin Müslüman Cemiyeti ayrıca, Rusya Müslümanlarına da müracaat ederek imam ve muallim göndermelerini istemiştir. Japonya’ya gidenlerden ve burada İslâm adına hizmet edenlerden birisi de, daha önce de ifade edildiği gibi Muhammet Bereketullah Efendi’dir. Bereketullah Efendi ziyaret amacıyla İstanbul’a gideceği sıra, Asya-Gı-Kay cemiyetinden Ohara, kendisine, “Japonlar, nail-i amal olmaları için âlem-i İslâm’dan nakden bir muavenetten ziyade, dinen bir hizmet bekliyorlar... Ecnebi lisanlarına vakıf, muktedir hocalar istiyorlar” diyerek Bereketullah Efendi’nin dikkatini bu konuya çekmiştir. Bereketullah Efendi ünlü Japon yazarlarından biri olan F. Nogoşido Umori’nin “Hayat-ı Muhammet” adıyla bir eser kaleme alan ilk Japon âlimi olduğunu, isteği üzerine de basılacak olan bu kitabın başına Arapça olarak “Bismillah, Lailaheillallah ve Muhammeden Resulüllah” ibarelerini yazdığını ifade etmektedir. Pekin’de bulunan Ali Rıza Efendi ile Seyyid Tahir el-Hüseyni, 21 Mart 1911’de Tokyo’ya gelerek, Ahmet Fazlı ve Muhammet Bereketullah Efendiler ile daha sonra da Japonya’ya tahsil için gelen Tevfik, Fehmi ve Münir Efendiler ile görüşmüşler, Japonya’da İslâmiyet hakkında bilgilerini artırmışlardır. Japonya’ya tahsil için giden Tevfik, Hasan Fehmi ve Ahmet Münir Efendiler, İstanbul’a gönderdikleri mektuplarda, Japonya hakkında elde ettikleri bütün bilgileri vermeye çalışmışlardır. Mektuplarında gerek Japonya’da İslâmiyetin durumu, gerekse Japonya’nın sosyo-ekonomik durumuna ait bilgiler vermişlerdir. Bunların yanında ise bazen de gurbette Allah adına çalışan kişiler olarak içinde bulundukları ruh hâllerini yansıtmışlardır. Buna bir örnek olarak Hasan Fehmi’nin Sırat-ı Müstakim’e gönderdiği “Japonya’da Ramazan-ı Şerif” başlıklı mektubu verilebilir. Japonya’da Hintliler de bulunmaktaydı. 1902’de Japonya’da iki-üç Hintli talebe varken 1907’de sayıları otuz kadardı ve kendilerine ait haneleri bile mevcuttu. Ancak bunların hepsi Mecusi idi. 1912’de ise elli-altmış kadar Hintli talebeden Sayfa 55 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) yirmi kadarı Müslümandı ve toplum hayatında Müslümanlar diğer talebelere rehberlik etmekteydi. Ayrıca Tokyo’da “Altın Hint Cemiyeti” adında Hintli Müslüman talebelerin çoğunluğunu oluşturduğu siyasî bir cemiyet de kurulmuştu. Hintli Müslümanlar Japonya’da ticarete de aktif olarak katılmaktaydı. Bunun yanında Tokyo’da bulunan “Yabancı Diller Okulu (Elsine-i Ecnebiyye Mektebi)”nda on altı dil eğitim yapılmaktaydı ve okulun iki Müslüman öğretmeni vardı. Bunlardan birisi Urdu dili öğretmeni Muhammet Bereketullah Efendi diğeri Malaya dili öğretmeni Ahmet Bin Embe Efendi’dir. Öğretilen diller Çince, Moğolca, Tibetçe, Siyamca, Urduca, Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Rusça vs. Okulun idaresi 1914 baharından itibaren de Türkçe şubesini açmak fikrinde olduğunu söylemiştir. Bu şubenin açılmasıyla Osmanlı Devleti ve Japonya arasındaki ticaretin gelişmesine büyük yardımı olacağı ümit edilmiştir. Edebiyatçı Samizade Süreyya Beyefendi ise, Hindistan yoluyla kırk beş gün kadar süren uzun bir yolculuktan sonra 20 Temmuz 1913’te Tokyo’ya ulaşmıştır. Samizade Süreyya Bey, buradaki okullardan birine girerek, ilim tahsilinde bulunmak arzusundadır. Görüldüğü üzere 1906 yılındaki kongre girişiminin başarısızlığa uğraması, Japonya’da İslâmiyetin yayılmasını isteyenleri pek de geri plâna atmamıştır. II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra da Japonya’ya olan ilgi devam etmiş, şahsî de olsa Japonya’da yapılan çalışmalardan rahatsızlık duyanlar olmuştur. Özellikle Mısırlı Ahmet Fazlı ile Hintli Muhammet Bereketullah Efendilerin Tokyo’da yayınladıkları El-İslâm gazetesinden İngilizler rahatsız oluyorlardı. Çünkü gazete sadece Tokyo’da yayınlanmakla kalmıyor, İstanbul, Pekin gibi yerlere de ulaştırılıyordu. Nitekim, Balkan savaşı sırasında gazete İngilizlerin baskısı neticesinde kapatılmıştır. Balkan Savaşı’nın Etkileri Osmanlı Devleti’nin 1912-1913 yıllarında Balkan Devletleri ile yaptığı savaş Japonya’da yakından takip edilmiştir. Balkan savaşında Osmanlı Devleti’ni destekleyen Japonya’da çeşitli mitingler düzenlenmiştir. “Japonya Amele-yi İslâmiye”si tarafından düzenlenen bir mitingde Osmanlı-İtalya savaşına dair çeşitli nutuklar söylenmiş, İtalyanların Afrika-i Osmanî (Mısır ve Libya)’de yaptıkları zulüm nefretle kınanmış ve insaniyet adına Mikado’nun müdahalesi istenmiştir. Cemiyet, İslâm mücahitlerine verilmek üzere yardım toplanması için de teşebbüsde bulunmuştur. Ayrıca savaşta yaralananların tedavileri için bir Hilal-i Ahmer heyetinin gönderilmesine karar verilmiştir. Tokyo Zadegan Mektebinde de verilen nutukların konusunu Balkan savaşları oluşturuyordu. İtalyanlardan nefretle bahsedilen bu nutuklardan birisinde Avrupa vahşeti üzerinde geniş olarak durulduktan sonra “Beyaz Bela”ya karşı, Japonların ve Müslümanların vazifelerinden ve yakın bir süre sonra da hilal ile güneşin birleşeceğinden bahsedilmekteydi. Abdürreşid İbrahim’in oğlu Ahmet Münir ise genç Japonyalı arkadaşlarının kendisi vasıtasıyla Balkan savaşını takip ettiklerini ve bir Osmanlı gibi harp haberlerini merakla okuduklarını hatta şehit olanlar için bile büyük üzüntü duyduklarını söylemektedir. Ahmet Münir bunun üzerine arkadaşlarını harbe gönüllü olarak gitmeye davet etmiştir. Genç Japonlar bu daveti kabul etmiş, ancak sulh yapılacağı haberleri üzerine bu teşebbüsten vazgeçilmiştir. Ahmet Münir, talebeler arasında kurdukları ve yüzbir üyesi olan “Yüzbinler Cemiyeti”ne, Japonların bir dilekçe vererek Osmanlı Darü’l-fünunu’nun vatanlarını korumak amacıyla gazaya atılmalarını tebrik ve şehitleri taziye için bir miting yapmak, bunu da İstanbul Darü’l-fünunu’na tebliğ etmek istediklerini belirtmişlerdir. Yapılan mitinglerde Balkan savaşında Osmanlı Devleti’nin yanında olduklarını ifade etmişlerdir. Ahmet Münir, Japonya Waseda Darü’l-fünunu’nun, Yüzbirler Cemiyeti vasıtasıyla, kendisine gönderdiği ve İstanbul’a iletilmesini istediği mektubu Sebilürreşad’a göndermiştir. Mektup şöyledir: “Aziz İstanbul Darü’l-fünunu arkadaşlarımız! 1912 senesi dahi 1911 senesinin müntehası gibi Devlet-i Aliyye için yine muharebe ile nihayet buluyor. Vatanınızın toprağı yine dolu gibi kurşunlar, sel gibi kanlarla sulanıyor. Müttefik Balkan ordularının zulmü âlem-i medeniyeti inletiyor. Taraftarlıkla meş’un bazı telgraf idarelerinin getirdiği haberlerin ne maksatla neşr olunduğunu biz anladık. Çünkü hakikat mestur kalmaz. Asırlardan beri dilaverane muharebe eden siz Osmanlıların yalnız bugün mağlubiyete düçar olacaklarına ve hususen aralarında darülfünunlu arkadaşlarımız gibi ali bir milletin tabakat manevrasına ait efradın bulunduğu bir ordunun inhizama uğrayacağına bizi kimse ikna edemez. Havadis-i sıhhiyeden olarak vatandaşlarınızdan Waseda Darü’lfünunu rahlelerinde bizimle beraber bulunan Ahmet Münir İbrahim Efendi’den aldığımız haberlerden darülfünununuzun vatanınızı himaye yolunda kanını feda eden Osmanlılar için Sayfa 56 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) hastahaneye ifrağ olunduğunu, sizin ise meydan-ı harbe koştuğunuzu anlamıştık. Bu fedakârane harekatınız sizin “mukaddes-i vatan” kelimesini ne kadar amik manaları ile derk ettiğinizi bize isbat etti, toprağı kanla yoğrulmuş vatanımız “Yamato”nun oğulları olan bizler dahi sizin vatanperverliklerinize âşığız; kahraman Osmanlı ordusunun kahraman oğulları, her nev tebriğe şayansınız. Ma-teessüf bu son günlerde gelen bazı haberler, Osmanlı Darü’lfünun talebesinden meydan-ı harbe gidenlerden bir kısmının orada şehit düştüğünü iş’ar ediyordu. Cenab-ı Hak onların ruhunu şad etsin. Mamafih bundan sizin müteessir olmayacağınıza eminiz, zira siz vatan-ı mukaddisenizi himaye için her adımda yüzlerce şühedayı esirgemez bir milletin oğullarısınız. Zira asabenizdeki asil kan yine o Plevne kahramanı Asyalı Osman Paşa kanıdır! Ey darülfünun ordusu, vatan-ı ceride himaye, sulhde nur-ı irfan ile tenvir etmek gibi iki büyük şerefe haizsiniz. Size muhabbetimize samimi ihtiramımızı izhar ile, sizi cihadınızda tebrik ile iftihar eyleriz. Cihat ediniz! Cihat ediniz! Çünkü sayenizde büyük bir millet mesut olacak; dağları, taşları takdir olunamaz güzel vatanınız mesut olacak! Siz de kesb-i hürriyet edeceksiniz. Esaret başkalarına yakışır! Cihat ediniz! Cihat ediniz! Namınızı serhatlerinizde altınlarla yazıp düşmana karşı koysunlar. Cümlemiz kalben sizinle beraberiz. Mücahitlerin hamisi Cenab-ı Hak’tır, cihat ediniz! Samimi muhabbet ve ihtiramlarımızı takdim ederiz kardeşler! Waseda Darü’lfünunu namına ‘Yüzbirler’”. Japonya’da Türk dostu öğrenciler tarafından kurulan Yüzbirler Cemiyeti’nin düzenlediği bu mitinglerde Japonlar başlarına fesler geçirerek, kutsal bir amaç için savaşan ve bu uğurda şehitler veren Türk öğrencileriyle dayanışma içinde olduklarını göstermişlerdir. Beş yıl için Japonya’ya gelen Muhammet Bereketullah Efendi de İtalya’nın Trablusgarb’a saldırması üzerine, Japonya’ya bu konuya ait bilgilerin yanlış aktarıldığını, kendisinin bu yanlışlığı düzeltmek işini üstlendiğini, bunun için de el-İslâm’ı siyasî bir tarzda yayınlamaya ve Müslümanların hukukunu korumaya teşebbüs ettiğini ifade etmektedir. Böylece hem Osmanlılar hem de makam-ı hilafet Japonlar nezdinde saygın tutulmuş olacaktı. Ancak İngilizler bu yayınlardan rahatsız olmuş, Reuter Ajans bu girişimi kendi propagandalarına mani telakki ederek aleyhte propaganda yapmıştır. Hatta Avam kamarası üyelerinin bu konu üzerinde ısrarla durmaları, Kamil Paşa kabinesini korkutmaya yetmiştir. Japonya’nın İngiltere sefiri de Japon hükûmetinden El-İslâm’ın kapatılmasını istemiştir. Gerekçe olarak da, “Japonya’da intişar eden ‘El-İslâm’ ve ondan evvel ‘Uhuvvet-i İslâm’mecelleleri Hindistan âlem-i İslâmiyesinde pek büyük, pek müthiş bir İngiliz aleyhtarlığı saçmıştır. İngiltere’nin müttefiki olan bir memlekette böyle asarın intişarına müsaade etmek ise ittifakın mütekabil tesirlerini kaybetmemeye sebep olabilirmiş...” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Japon hükîmetinin El-İslâm’ın muharrirlerinden olan Bereketullah Efendi’den ya profesörlükten resmen istifa ya da gazeteyi yayınlamamayı tavsiye etmesi üzerine El-İslâm kapatılmış, yerine “Ziya-yı İslâm” adında sadece dinî bir mecmua çıkarılmıştır. Abdürreşid İbrahim ise, çıkarmakta olduğu “İslâm Dünyası” adlı dergide, bu vatan topraklarının elden çıkmaması için bütün dünya Müslümanlarını Osmanlı Devleti’ne yardım etmeye çağırmıştır. Japonya, Çin, Hindistan, Singapur, Cava ve Malezya’daki dostlarına mektuplar yazarak onları cihada davet etmiştir. Gelen cevaplarda, yardım toplanmaya başlanıldığı ve gönüllülerin İstanbul’a gelmek üzere hazırlıklara başladığı yazıyordu. 14-15 Mart 1912 tarihlerinde Tokyo’da çıkan bazı gazeteler Edirne’nin işgâlini siyah çerçeveler içinde halka duyurmuşlardı. Edirne’nin işgâlinin siyah çerçeveler içinde ilân edilmesi, Abdürreşid İbrahim’in Japonya’da Türkiye lehine oluşturduğu kamuoyunun büyüklüğünü göstermesi açısından önemlidir. Abdürreşid İbrahim Edirne’nin 10 Temmuz 1913’de Bulgar işgâlinden kurtulması üzerine 10 Temmuz tarihînin Edirne bayramı olarak kutlanmasını teklif etmiştir. Yine İslâm Dünyası adlı dergi, Tokyo’da çıkan “İslâm Mecmuası”nda yayınlanan bir yazıda, Çin ve Japonya Müslümanlarının istiklâllerini ve askerî kuvvetlerini korumuş olan Türkiye ve Afganistan’a nasıl yardım etmek istediklerinin yazıldığını ifade etmektedir. İslâm Mecmuası’na göre bütün Asya, Müslümanların idaresine geçmeliydi. Japonya’da Bir Kongre Tertibi ve Amerika’da Kongre Teşebbüsü 1906’da gerçekleştirilen Dinleri İnceleme Kongresi’nden sonra bu kez 1912 yılında Japonya’da yeni bir kongre düzenlenmiştir. Japon hükûmetinin dahiliye nezareti müsteşarının başkanlığında açılan bir kongre Hristiyanlığın resmî din olarak kabul edilmesi amacıyla tertip edilmiştir. Hristiyanlığın resmî din olarak kabul edilmesi için bir kongrenin düzenlendiği duyulunca, dünya basını bununla yakından ilgilenmiştir. Bazısı dahiliye Sayfa 57 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) müsteşarının şahsî fikri olduğunu bazısı da yeni kabinenin Hristiyanlık taraftarı olduğu için böyle bir işe izin verdiğini yazıyordu. Amerika basını bunun Avrupa medeniyetinin tesirinden hasıl olduğunu iddia ederken, Rus basını da Japonya’da bundan sonra Hristiyanlığın çok fazla ilerleyeceğini belirtmekteydi. Japon basını ise bu mesele üzerinde durulması için henüz çok erken olduğunu yazmaktaydı. Bütün bunlara karşı da İslâm âlemi sükût etmekle yetiniyordu. Ahmet Münir, bunun üzerine adını vermediği ileri gelen Japon siyaset adamlarından birisiyle görüşmüş, kendisine “Japonya’da Hristiyanlığın resmî din olarak kabul edileceğine ve Hristiyanlığı öğretmek için Japon hükûmetinin bir meblağ tayin edeceğine dair bir şayia dolaşıyor, bu haberin aslı var mıdır?” şeklinde bir soru yöneltmiştir. İsmi verilmeyen Japon siyaset adamının bu soruya verdiği cevap, bu kongreyi açmaktaki amaçlarının Hristiyanlığı takdir veya kabul için olmadığı, Japon ahalisi arasındaki dinlerin uleması ile müzakere edip vatan ahalisi arasında birliği sağlamak olduğu şeklindedir. Hristiyanlığın himayesi için ise Japon hükûmeti, Hristiyan talebeye de Hristiyanlığı öğretmek amacıyla birer öğretmen bulundurmak kararı almıştır. Bu diğer dinler için de böyledir. Japonya okullarında İslâm çocukları olsaydı, onlara da İslâmiyeti öğretmek için öğretmenler tayin eder ve onları kongreye de davet ederek onlarla eğitim öğretim metodları hakkında müzakerelerde bulunurduk diyen Japon yetkili, ayrıca bir okulda bir dinin okutulmasının, masrafının hükûmet tarafından karşılanmasının orada o dinin resmî din olarak kabul edildiği anlamına gelmediği kanaatindedir. Aynı yetkili kongrenin amacını, Japonya’daki mevcut dinleri daha iyi tanıyarak bu dinlere dahil olan Japonlar arasında ayrılık oluşmasını engellemek olarak ifade eder. Kongreye İslâm dinini temsil amacıyla sadece Hasan Mürşit Efendi Hatano katılmıştır. Kendisi İslâmiyet hakkında itikadının tam olduğunu ancak yeni Müslüman olduğu için kendi fikri olarak bir şey deme yetkisini kendisinde görmediğini söylemiştir. Görüldüğü üzere Japonya’daki bu kongreye, Hristiyanlığın resmî din olarak kabulünü değil, Japonya’daki Hristiyan öğrencilerin eğitiminde Hristiyan öğretmenlerin de bulunmasını ve bunun masrafının Japon hükûmeti tarafından karşılanmasını sağlamıştır. 1913 yılında Amerika’da da bir din kongresi teşebbüsü olmuştur. Bu kongrenin öncüsü Amerikalı Dr. Sanderland’dır. “Genç Hristiyanlar Cemiyeti” adlı misyoner teşkilatının bir üyesi olan Dr. Sanderland, Japonya’da felsefi konferanslar vermekteydi. Amerika ve Avrupa’da şubeleri bulunan bu cemiyetin ileri gelenlerinden olan Dr. Sanderland’ın düşüncesi, Japonya, Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere, Balkanlar ve Trakya’yı gezmek daha sonra, İstanbul’da İslâm ulemasıyla görüşerek onların, tertibi muhtemel olan bu kongreye iştirak hakkındaki fikirlerini almak, Hindistan, Çin ve Moğolistan gibi yerleri de ziyaret ederek Japonya’ya gelip bu seyahati hakkında konferanslar vermektedir. Sonra da Amerika’ya gidecek ve orada kongrenin akdi için hazırlıkta bulunacaktır. Amerika’da toplanacak olan bu din kongresinin amacı, dünyada kabul gören dinlerin felsefesi hakkında gerçek bilgiyi elde etmek ve arada bir yakınlaşma aramaktan ibaretti. Japonya’da bulunan Müslümanlar arasında bu kongre önemli görülmüş olmalı ki Bereketullah Efendi’nin girişimiyle Dr. Sanderland’a bir yemek verilmiştir. Bu yemeğe farklı din ve ırkların ileri gelen isimleri katılmış ve doktorun yapacağı seyahatten dolayı kendisini tebrik etmişlerdir. Hatta Japonya’daki Müslümanlar bu kongreyi desteklediklerini açıkça söylediklerinden ve kongreyi düzenleyenlere karşı son derece yakın davrandıklarından dolayı buradaki Müslümanların sayısında artış olmasını sağlamışlardır. 1914 yılında ise Amerikalı George Sherwoor Eddie, The Neid Era in Asia (Asya’da Devr-i Cedide) adında bir eser hazırlamıştır. Bu şahıs Genç Hristiyanlar Cemiyeti adındaki misyoner teşkilatının önde gelen üyelerinden ve Asya işleri şubesinin umumî katibidir. Kendisi 1913 yılında da ünlü bir hatip olan John Moant ile birlikte Asya’yı dolaşarak konferanslar vermişlerdi. Yazmış olduğu kitabı da Asya’da yaptığı seyahatler neticesindeki izlenimlerini ihtiva etmektedir. Kitabında Asya’nın siyasî, iktisadî, sosyal açılardan ilerlemesi incelenmekte ve sebepleri üzerinde durulmaktadır. Asya’nın bu ilerleyişinin Hristiyan misyonerlerinin gayret ve teşviki ile olduğunu, Avrupa medeniyetinin Asya’ya girmesinde Avrupalı tüccarlar, öğretmenler, konsoloslar gibi siyasî memurlar vasıtasıyla olduğunu söylemektedir. Asya’ya medeniyetin Hristiyan misyonerler tarafından getirildiğini ana konu olarak işleyen bu kitaba ve bu fikre Ahmet Münir Efendi şiddetle karşı çıkmıştır. Misyonerlerin medeniyet götürmek için değil, mensup oldukları Sayfa 58 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) ülkelerin siyasî nüfuzlarını arttırmak için Asya’da çalıştıklarını söylemektedir. Misyonerlerin genç Asya anasırını ahlâken alçaltmak ve fikren ilerlemesini engellemek için büyük paralar harcayarak kurdukları cemiyetlere bir karşılık amacıyla, Japon ileri gelenlerinden birkaç kişinin himayesinde Tokyo okulları öğrencileri arasından “Asyalı Terakkiperver talebe Cemiyeti” kurulmuştur. Başkanlığına Ahmet Münir, katipliğine de Japonyalı Haruo Kubota getirilmiştir. Asıl amaçları Asyalı öğrencilerin ahlâken, fikren, bedenen, ilmen ve iktisaden ilerlemesine yardım etmekti. Cemiyetin üyeleri arasında Osmanlı, Çinli, Japonyalı, Hintli, Koreli ve Siyamlılar da vardı. Cemiyetin Asya’nın her tarafında şubelerini açmak için de girişimde bulunulmuştu. Müracaat etmek isteyen öğrenciler için de Sebilürreşad’da şu adres yayınlanmıştır; Japan Tokyo, Waseda University, The Secretary of Asiatic Student Progressive Society, Mr. Haruo Kubota, (Political Report). Görüldüğü üzere Japonya’da İslâmiyet bu döneme kadar bireysel faaliyetlerle bir gelişme sağlamıştır. II. Abdülhamid’in Japonya ile kurmak istediği münasebet hep pan-İslâmizm olarak değerlendirilmiş, Abdülhamid’in Rusya’yı ürkütmemek için Japonya ile olan ilişkilerde dengeli davranması ile de, Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki münasebetler çoğunlukla bireysel kalmıştır. Sultan Abdülhamid’ten sonraki dönemde de Osmanlı Devleti’nin Japonya ile ilişkisini kesmediği, ancak yine de etkili bir faaliyette bulunmadığı görülmektedir. Misyonerlerin bu ülkedeki çalışmaları yakından takip edilmiş, onların faaliyetleri Japonya’daki Müslümanlar tarafından engellemeye çalışılmıştır. Belirtildiği gibi Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki münasebetler pan-İslâmizm olarak değerlendirilmiş, Japonlar mı Müslüman oluyor yoksa Türkler mi onları Müslüman ediyor sorusu hep Avrupalı’nın zihnini meşgul etmiştir. 1904’te yine Avrupa’nın etkisiyle, Türk basınında Yafes’e bağlanan Türk-Japon kardeşliğinin, ırk kökenlerinin araştırılması sonucu Turan ırkında bulunduğunun ortaya konması yer almıştı. Örneğin ünlü Türkolog Vambery, II. Abdülhamid’in İstanbul’u ziyaret eden Japon prenslerine verdiği yemekte bu konuyu ortaya atarak tarafların tepkisini görmeye çalışmıştı. 1917’deki Rus ihtilalinden sonra, 1920’de Kazan Türkleri başta olmak üzere, Türkmen, Tacik, Özbek, Kırgız boylarından oluşan Muhammet Abdülhay Kurban Ali başkanlığında altı yüz civarında bir grup göçmen Kore üzerinden Japonya’ya gitmiş ve böylece Japonya’da ilk Müslüman Türk toplumu oluşturulmuştur. Küçük bir grup da Newyork’a gitmiştir. Bunlar, gittikleri yerlerde ticaretle uğraşmaya devam etmişlerdir. Kurban Ali liderliğindeki bu Türkler, Japonya’da pek çok kitap neşretmişlerdir. Ayrıca Japonya’da ilk defa Kur’an’ın Arapça baskısını gerçekleştirmişlerdir. “Yani Yapon Muhbiri” adlı aylık mecmuayı çıkartmışlardır. 1935’te Kobe Camii, 1938’de de Tokyo Camii’nin ibadete açılmasını sağlamışlardır. Ayrıca 1977’de de Osaka’da bir cami yapılmıştır. Bugün Japonya’da iki yüz binden fazla Müslüman bulunduğu, elli binden fazla da Japon’un Müslüman olduğunu ve Japonların İslâm’a karşı sıcak olduğunu, Japonya’daki İslâm Merkezinin başkanı Salih M. Samarrai, Pakistan’ın başkenti İslâmabad’da Dünya İslâm Birliği tarafından düzenlenen ‘Gelecek Yüzyılda Müslüman Ümmeti’ konulu konferansta söylemiştir. Japonya’da Pan-İslâmizm Girişimleri ve İslamiyet’in Yayılması Abdürreşid İbrahim’in Japonya’daki Faaliyetleri Rusya’da doğan ve Tatar Türklerinden olan Abdürreşid İbrahim, Türkistan, Sibirya, Moğolistan ve Mançurya’yı dolaştıktan sonra, Rusya’nın Vladivostok limanından kalkan bir vapurla Japonya’ya gitmiştir. Japonya’da “Rusyalı Tatarlardan Müslüman bir seyyah” olarak tanınmıştır. 1908 senesinin sonlarına doğru (ikinci kez) Japonya’ya giden Abdürreşid İbrahim burada yedi ay kalmıştır. (17 Kasım 1908 – 19 Haziran 1909) Abdürreşid İbrahim’in Japonya’da yaptığı en önemli faaliyet Müslümanlarla Japonlar arasında hem “İttihad-ı Şark” hem de “İttihad-ı İslâm” propagandası çerçevesinde yakınlaşmayı ve işbirliğini sağlamak için gayret sarfetmesidir. Resmî bir sıfatı olmayan Abdürreşid İbrahim’in Japonya ziyareti, Japonların İslâmiyeti, Osmanlıların da Japonları tanıması yolunda çok önemli bir adım olmuştur. Abdürreşid İbrahim’e Japonya’da büyük ilgi gösterilmiştir. Kontlar, prensler ile görüşmüş, okullara, cemiyetlere davet edilmiştir. Bunlardan Japon politikacısı dışişleri eski bakanı Kont Okoma ile yaptığı görüşmede, Kont, Abdürreşid İbrahim’den önce Japonya’da üç Müslüman gördüğünü, birisinin İstanbul’dan geldiğini ve birden fazla evliliği teklif ettiğini, kendisinin Japonların böyle bir evliliğe itibar etmeyeceğini ve eğer İslâmiyet birden fazla evlenmekten ibaretse, Japonların böyle bir dine ihtiyaçlarının olmadığını söylediğini ifade etmiştir. Yine eski bakan, Mısır’dan bir adam geldiğini ve Mikado’ya İslâmiyeti Sayfa 59 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) arzetmek niyetinde olduğunu ancak başaramadığını, ardında bir Hintli’nin geldiğini, onun da çok kalmadığını söylemiştir. Abdürreşid İbrahim, bu sözler üzerine, “-Siz bana kendi dinini neşretmek için gelmiş bir adam gözüyle bakmayınız. Zira bizim dinimiz aynı hakikattir. Hakikati aramak her insana lâzımdır. Biz onu kimseye teklif etmeyiz. Arayan kendisi bulur” cevabını vermiştir. Abdürreşid İbrahim Efendi, Japonya’da kaldığı süre içerisinde her kesimden insanla temas kurarak, Japon toplumunu bir sosyolog gibi incelemiştir. Üst mertebedeki Japonlarla görüşürken de siyasî yaklaşımlarını anlamanın yanında, dinî açıdan nabız yoklamaktan da geri durmamıştır. Abdürreşid İbrahim’in üzerinde durduğu diğer bir husus da, Hristiyanların misyonerlik faaliyetleri olmuştur. Bu faaliyetlerin Japon ahlâkını bozucu nitelikte ve zararlı, ayrıca bunlardan kurtulmanın en kısa yolunun da İslâmiyet olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca Abdürreşid İbrahim, hareketlerinde temkinli olmuştur. Eğer kendini sevdirmeden ve kabul ettirmeden, İslâmiyeti tebliği amacıyla geldiğini belirtseydi, bütün çabaları boşa çıkabilirdi. Çünkü batılı misyonerler buralarda “İslâm çökmekte olan ülkelerin dinidir” görüşünü yaymışlardı. Böyle bir ortamda, böyle bir tebliğ karşısında Japonlar, “İlk önce siz gidin kendinizi kurtarın” diyeceklerdi. Halbuki Abdürreşid İbrahim, Japonlarla bir psikolog gibi temas kuruyordu. Kendisine Rusya’da bulunan Müslümanların durumu ve hilafet hakkında sorular soran Kont Maçora’ya, bu konular hakkında detaylı bilgiler vermiştir. Yine kendisine Japonya’ya geliş amacını soran Prens İto’ya da şu cevabı vermiştir; “Ben Rusyalı bir Tatar’ım. Dinim İslâmiyet’tir. Vaktiyle basın dünyasında da bulundum. Bizim Tatarların mağdur bir millet olduğunu tarife hacet görmüyorum. Hastanın arayacağı bir şey varsa devadır. Hastalığı gizlemek, ölümü seçmek demektir. İşte benim de bu kadar uzun ve meşakkatli bir yolculuğu kabul etmekteki maksadım budur”. Abdürreşid İbrahim ayrıca, “Japonya’ya İslâmiyet girmemiş fakat İslâm terbiyesi Japonlara tabiat olmuş, İslâmiyette ne varsa, hep Japonlar’da da vardır. Japonlar’da âdet olmuş, bizde ise dindir” diyerek Prens üzerinde etkili olmuştur. Abdürreşid İbrahim’in bu tutumu, Japonlar’da İslâmiyet’e karşı daha çok ilginin oluşmasını sağlamıştır. Buna güzel bir örnek, Abdürreşid İbrahim’in özel bir Japon kız okulunun mezuniyet törenine davet edilmesidir. Bu okulun özelliği, Japon kızlarını “güzel ahlâk üzere yetiştirme” dir. Törende Abdürreşid İbrahim’den bir konuşma yapması istenir. Çünkü okul müdürü, İslâm’ın güzel ahlâk üzerindeki hususiyetlerini ve İslâm eğitiminin ahlâkla ilgisini merak etmektedir. Abdürreşid İbrahim de Kutuga Kuku adlı bu Japon kız okulunda bir konuşma yapar ve İslâm’ın temelinde ahlâk temizliğinin ve İslâmî eğitimin güzel ahlâktan ibaret olduğunu, Hazret-i Muhammed’in güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini söylemiştir. Abdürreşid İbrahim’in Japonya gezisi Osmanlı-Japonya münasebetlerinin İslâm açısından en verimli dönemi olmuştur denebilir. Abdürreşid İbrahim, Japonya’daki faaliyetlerini, Sırat-ı Müstakim’e gönderdiği mektuplarında anlatmıştır. Dergide bunlar, “Japonya Mektupları” başlığı altında ve “Sibiryalı Abdürreşid İbrahim/Tokyo” imzasıyla yayınlanmıştır. Abdürreşid İbrahim mektuplarında dah çok Japonya’daki İslâmiyet üzerinde durmuştur. Bunu kendisi şöyle ifade etmektedir: “Sırat-ı Müstakim, mecelle-yi diniyye olduğundan, burada birinci defa olarak biz de mesele-yi diniyyeden söz açmayı tercih ettik. Japonya’da din meselesi her ne kadar mühim bir mesele değilse de, bizim için bu meselenin ehemmiyeti olacağı şüphesizdir”. Abdürreşid İbrahim Japonya’ya ilk geldiğinde Hristiyan misyonerlerinin nasıl büyük miktarlarda paralar harcayarak çalıştıklarını, İslâmiyet için ise sadece Mısırlı Ahmet Fazlı Bey’in Japonya’da bir şeyler yapmaya çalıştığını yazmaktadır. Fazlı Bey, Japonya’da İslâmiyet’in yayılmasına katkıda bulunurken, Japonların bilim ve teknik tecrübelerinin, Mısır’a ve İslâm ülkelerine naklinde de öncülük etmiştir. Bu amaçla, İstanbul’a da birçok defalar gitmiştir. Fazlı Bey, Japonya’da iken Abdürreşid İbrahim ile büyük dostluk ilişkisi içinde olmuştur ve Abdürreşid İbrahim onun bazı dinî yazılarını Japoncaya tercüme ederek yayınlamıştır. Abdürreşid İbrahim, misyonerlerin daha önce yayınladıkları iki yüz sayfa kadar “Muhammed” adlı kitabın Japonya’da İslâmiyetin aleyhine olduğunu, buna karşılık Japon ileri gelenlerinden bazılarının, İslâm’ın esaslarını anlatan İngilizce bir kitabın hazırlanmasının iyi olacağını söylediklerini belirtmektedir. Böyle bir kitabı Japoncayada çevirerek herkesin yararlanmasnıı sağlayabileceklerini ifade etmişlerdir. Abdürreşid İbrahim’e göre, böyle bir eserin İngilizcesi bile Japonya’da yararlı olabilecektir. Çünkü hemen her Japon İngilizce biliyordu. Abdürreşid İbrahim’in Sırat-ı Müstakim’e bu durumu bildirmesi üzerine dergi idaresi, İslâm ulemasından Muhammet Ferit Vecdi Efendi’nin, daha önce Japonya’daki Tetkik-i Edyan Kongresi’ne sunduğu ve kendilerinin tercüme edip yayınladıkları dinî muhtıranın bu amaç için uygun olduğunu belirtmiştir. Sayfa 60 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Abdürreşid İbrahim, Japonların Tokyo’da bir mescit inşa edilmesi için kendisine müracaat ile buranın Tokyo’da İslâm dini için bir merkez olmasını teklif ettiklerini ve eğer Abdürreşid İbrahim ve diğer Müslümanların binayı yapacak olurlarsa, Japonların da mescit, medrese için gereken yeri vereceklerini söylemişlerdir. Abdürreşid İbrahim, bunun üzerine, “Biz de böyle bir şey zaten aramakta idik, asıl seyahatten maksadımız da böyle bir kapı açmak idi” demektedir. Abdürreşid İbrahim, mescidin inşası için yardımda bulunmak isteyenlerin yardımlarını Yokohama’da ticaretle uğraşan Türab Alizade Hacı Veli Mehmet Efendi’ye gönderebileceklerini belirtmiştir. Mescit ve medrese binasının tamamlanmasından sonra, yardımda bulunanların istedikleri takdirde isimleri ile birlikte, yardım miktarlarının bir kitap şeklinde basılacağını ve bütün yardımda bulunanlara da birer nüshasının gönderileceğini ifade etmiştir. Bu konuyla ilgili olarak Kazan’da yayınlanan Beyanü’l-Hak gazetesi ile Türkiye’de Sırat-ı Müstakim risalesinde ayrıntılı makaleler yayınlanacaktır. Abdürreşid İbrahim’in Japonya’daki Faaliyetleri Asya-Gı-Kay Cemiyeti (Asya Savunma Gücü)’nin Kurulması Ayrıca Japonya’da İslâmiyetin yayılması için çalışacak bir cemiyetin Tokyo’da kurulmasına karar verilmişti. Ancak cemiyetin amacının İslâmiyetin yayılması olduğu söylenirse, pek çok hücumlara maruz kalınabilirdi. Hiç olmazsa kısa bir süre için de olsa, bu durumun saklanması gerekiyordu. Bu sebeple cemiyetin adına “Asya Kuvve-i Müdafaası (Asya Savunma Gücü)” manasını ifade eden Asya Gı Kay adı uygun görülmüştü. Cemiyetin programı “Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz” hadis-i şerifinin manasını esas alıyordu. Cemiyetin devamını sağlamak için de, cemiyete katılanların, “Ahdi yerine getirin. Doğrusu verilen ahidde ulviyet vardır. (İsra Sûresi, 34)” mealindeki âyet-i celileyi aynen vicdanına rehber etmesi şart olunmuştu. Böylece 18 Cemaziyelevvel 1327/7 Haziran 1909’da Asya Gı Kay Cemiyeti kurulmuştur. Başkanlığına ünlü Japon diplomatlarından olan ve Müslümanlığı seçen Ohara (Ebubekir) getirilmiştir. Üyeleri arasında Mevlevi Bereketullah Sahip, Hacı Veli Türab Alizade, Abdülgafur Mülkcizade Tîb Ali, Kakaci Vâlâ ve Japonya’nın önde gelen bazı büyük adamları da bulunuyordu. Cemiyetin üyelerinden Hacı Veli Türab Alizade’ye, Abdürreşid İbrahim, Ohara’nın kendisine mescit için hazırlanan arsanın senedini vermiştir. Çünkü Hacı Veli Türab Alizade tanınmış tüccarlardandı ve Japonya’da daima bulunacaktı. Ayrıca bu kişi mescit yapımı işlerine de seçilmişti. Cemiyet kuruluş amacını şöyle açıklamıştır: “Asyalılar birbirlerine emniyet edemiyor veya muvakkat bir asayiş için yahut tükenmek bilmeyen harslarından dolayı bir aileye mümasıl olan cemiyetleri için de birbirlerini öldürüyorlar. Ve binnetice istilacı garplıların şarka yürümelerine meydan açıyorlar. Bu meseleyi nazar-ı itibara almazlarsa Asya’nın istikbalinden korkmalıdırlar. Hakikaten Asyalılar tabian ahlâk-ı hissineye adat-ı müstahsineye ve fikir ve ahlâk-ı müşterekiye maliktirler. Binaenaleyh, Asya’nın tenmiye ve ıslahına sarf-ı gayret etmelidirler. Bu keyfiyete kani olduğumuzdandır ki Asya Gı Kay cemiyetini tesis ettik”. Cemiyetin yayın organı olarak “Daito/Maşrık-ı Azam” isimli bir dergi Tokyo’da yayınlanmaya başlamıştır. İlk nüshası Sırat-ı Müstakim’e gönderilmiştir. Sırat-ı Müstakim’in verdiği bilgiye göre, Daito’nun ilgili nüshası elli sekiz sayfadan oluşmaktadır. Sadece iki sayfası Fransızca diğer sayfalar ise Japoncadır. Cemiyetin nizamnamesi ve talimatnamesi ilk nüshada yayınlanmıştır. Talimatnamesi şöyledir; 1. Cemiyet Asya’da bulunan hükûmetlerin mevcut durumlarını muhafaza etmek ve ilerlemesini sağlamak için çalışacaktır. Özellikle şunlar üzerinde duracaktır: Ziraat, maarif, iktisat, coğrafya, uluslararası ilişkiler, politika ve askerî meseleler. 2. Cemiyetin incelemeleri ve düşünceleri kendi dergisinde yayınlanacaktır. 3. Cemiyet, Çin, Siyam, Hindistan, İran, Afganistan ve Türkiye’de ve Asya’nın önemli noktalarında şubeler kuracaktır. 4. Cemiyet Asya kıtasındaki çeşitli ülkelerin durumlarını yakından bilmek için seçeceği üyeler vasıtasıyla tahkikatta bulunacaktır. Japonya’ya tahsil için giden Ahmet Münir, Hasan Fehmi ve Mehmet Tevfik Efendiler bu cemiyet tarafından karşılanarak ağırlanmışlardır. Hatta, The Hochi Shimbun gazetesinde, İsamura Hanım’ın yazdığı ve Türk talebeler hakkındaki makale yayınlanmıştır. “Türk Misafirlerimizin Japonya Hayatı ve Japonlar Hakkındaki Mülahazaları” başlığındaki bu makalede yazar, Türk talebeleriyle ilk karşılaşmasını ve talebelerle kendisinin ilk izlenimlerini anlatmaktadır. Asya Gı Kay Cemiyetinin Japonya’da kurulması Osmanlı Devleti’nde memnunlukla karşılanmıştır. Cemiyetin İslâmiyeti Japonlar arasında yaymak amacıyla kurulduğu basında yer almış ve adı “Japon Cemiyet-i İslâmiyesi” şeklinde de yayınlanmıştır. Hristiyanlığın Japonya’da çok çaba gösterilmesine rağmen etkili Sayfa 61 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) olmadığı, Japonlara İslâm gibi bir dinin gerekli ve uygun olduğu, bu sebeple Japonya’ya bir ilmî heyetin gönderilmesi lüzumu yayınlanan makalelerde belirtiliyordu. Hatta bu iş için genç âlimlerden Hoca Şevket Efendi, Hoca Fatih Efendi gibileri de önerilmekteydi. Japonya’daki bu cemiyetin kurucularından olan Abdürreşid İbrahim Efendi’nin de bu heyetin refakatine tayin edilmesinin uygun olacağı ifade edilmekteydi. Abdürreşid İbrahim’in Japonya’daki Faaliyetleri Japonyalı Hacı Ömer (Yamaoka) Efendi ile Münasebetleri Ömer Yamaoka, 1909 yılında Abdürreşid İbrahim ile birlikte hacca giderek ilk Japon hacısı olmuştur. Ömer Yamaoka hac ziyaretinden sonra yine Abdürreşid İbrahim ile İstanbul’a gelmiş, çeşitli konferanslar vermiştir. Yamaoka konuşmalarını Rusça yapıyordu. Kendisi için pek çok ziyafetler verilmiş (mesela İttihad ve Teâvün Kulübü tarafından), bu davetlerde Japonya hakkında verdiği bilgiler ve kendisinin bir Müslüman-Japon olarak verdiği izlenim, Japonya lehinde bir propagandaya katkıda bulunmuştur. 6 Nisan 1910’da İstanbul’dan Japonya’ya gitmek üzere ayrılan Ömer Yamaoka, ayrılmadan önceki Sırat-ı Müstakim idaresini ziyaretinde, Japonya’da İslâmiyetin yayılması için bütün gayretiyle çalışacağını söylemiştir. Nitekim Japonya’ya döndükten sonra, hem şeyhülislamlığa, hem de Türk gazetecilerine mektuplar gönderip, iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesinin ve Japonya’da İslâmın yayılmasına destek verilmesini ısrarla tekrarlamıştır. Bir yıl sonra Temmuz 1911’de Yamaoka’nın Port Arthur’daki komutanı Nogi, İstanbul’a gelmiş, Sultan, veliaht ve Harbiye Nazırı tarafından ağırlanmıştır. Diğer yandan Çin’e yerleşen iki Japon Müslümanın da (Ahmet Naci ve Muhammed Fevzi) medrese kurmak, hayır işlerine bol para dağıtmakla, Japon Müslümanlığının propagandasını yaptıkları da bilinmektedir. Abdürreşid İbrahim’in Japonya’daki Faaliyetleri Konferansları Abdürreşid İbrahim İstanbul’da verdiği konferanslarında yaptığı seyahatlarden ayrıntılı olarak bahsetmiştir. Özellikle Japonya hakkında epeyce bilgi vermiştir. Çin, Singapur, Mekke’ye ait izlenimlerini bile anlatırken Japonya’ya atıfta bulunmadan geçememiştir. Verdiği konferanslarda Ömer Yamaoka’da bulunmuş, Yamaoka’yı, “1909’da şeref-i İslâm ile müşerref olmuş Japonya mutebaranından bir zattır, darulfününda Çin muallimidir” şeklinde takdim etmiştir. Abdürreşid İbrahim konuşmalarında Japonya’yı her yönüyle övmektedir. Japonların gelişmelerini, batıyı tamamen taklit etmemiş olmalarına bağlamaktadır. Bunlardan birisi dillerine sahip çıkmalarıdır. Batı’dan öğrendikleri ve aldıkları kelimeleri aynen kullanmak yerine, bunlara kendileri isim vermiştir. Mesela, “gazete” yerine, “şimbun (Shimbun)”u kullanmışlardır. Japonlar için “onlarda Avrupa da tahsil etti. Fakat bizim gibi memleketlerine elbise getirmediler. İlim ve marifet getirdiler” diyerek Japonlara karşı sempatinin artmasını sağlarken, İslâmiyet propagandası yapmayı da ihmal etmemiştir. Japonların ahlâk ve faziletlerinin İslâm ile büyük bir uyuşma içinde olduğunu, bu sebeple de yıllardan beri Japonya’da çalışan misyonerlerin çok az sayıda Japon’u Hristiyan yapmalarına karşılık, İslâmiyetle yeni tanışan Japonların İslâmiyete çok daha fazla ilgi gösterdiklerini ifade etmiştir. Konferanslarında Rus-Japon Harbi’ne değinen Abdürreşid İbrahim, bu savaştaki Japon zaferinin sebebini milli ahlâka bağlamaktadır. Japonların, “biz ahlâk-ı milliyemiz sayesinde galebe ettik” sözlerini hatırlatarak bunun için “Ahlâk-ı Milliye Muhafazası Cemiyeti” adıyla bir cemiyet kurduklarını, Türklerin de buna ihtiyaçları olduğunu söylemiştir. Abdürreşid İbrahim’in, İttihad ve Terakki’nin Bursa şubesinde ve ayrıca Şehzade Kulübü’nde verdiği konferanslar, âlem-i İslâm’ın durumu ve doğunun istikbali hakkında olmuştur. Abdürreşid İbrahim’in anlattıklarını teyit etmek amacıyla bazen söz isteyenlerde olmuştur. Bütün konferanslarının ana fikri Japonya’nın milli ahlâkına sahip çıkarak maddî gücünü arttırması olmuştur. “Evvela ahlâk olmalı, sonrada kuvve-i maddiye bulunmalı. İkisi beraber giderse, Japonlar gibi olursa o vakit az zaman içinde Avrupa’yı titretiriz. Japonların terakki etmesinin sebebi, onlar maddiyat ile maneviyatı nazar-ı itibara almışlar, onun için ilerlemişler; eğer böyle olmazsa terakki mümkün değildir”. Abdürreşid İbrahim Japonya’da kaldığı yedi aylık süre içersinde yaptığı yoğun faaliyetlere rağmen istediği asıl siyasî amacına ulaşamamıştır. Amacı Japonları hilafete bağlamaktı. Ancak II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, Rus-Japon harbinden sonra Rus-İngiliz yakınlaşması ve Japon-İngiliz ittifak anlaşması gibi bazı hadiselerden dolayı bu başarılamamış, böylece Osmanlı-Japon yakınlaşması da engellenmiştir. Buna rağmen Abdürreşid İbrahim’in Japonya’da yaptığı faaliyetler sayesinde Japonya’da İslâmiyet’in temeli atılmış ve Abdürreşid İbrahim Sayfa 62 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) İslâmiyet’in Japonya’da resmî dinler arasında yer almasında büyük rol oynamıştır. Abdürreşid İbrahim’in Japonya’ya II. Abdülhamid tarafından gönderildiği kanısı yaygındır. Bunun sebebi de Padişah’ın Abdürreşid İbrahim’den haberdar olmasıdır. Sultan Abdülhamid, Fethi Okyar’a, Abdürreşid İbrahim’den Japonya’da iken bir mektup aldığını, Japonya’daki halkın manevî yönden tatmin olmadığını, İslâmiyet’in bu ülkede tanıtılması için de ilmî kudreti yerinde şahsiyetlere ihtiyaç olduğunu yazdığını ifade etmiştir. Yani kendisinin herhangi bir desteğinin olduğuna dair bir kayıt yoktur. Ayrıca, Abdürreşid İbrahim’in Japon Müslümanlarının Osmanlı temsilcilerinden şikâyet etmeleri ve bütün bu olumsuz durumların II. Abdülhamid yüzünden olduğunu ve ondan sonra artık işlerin düzeleceğini ifade etmesini göz önüne aldığımızda bir işbirliğinden sözetmek zorlaşacaktır. Netice olarak diyebiliriz ki, Japonya’nın yaklaşımı ticari gayeler ve Rusya ile meselesinde bir siyasî destek bulmak, II. Abdülhamid’in de çizdiği devletlerin genel amaçları çerçevesi dışına çıkmadığı görülmektedir. İlişkilerde, İslâmiyet’in çekici bir lokomotif görevi gördüğü açıktır. Gerçekten de o yıllarda Japonya’nın Rusya’yı yendikten sonra İslâmiyete gireceği genel bir kanı olmuş ve bütün Müslüman basınında manşetlerden inmemiştir. Abdürreşid İbrahim daha sonra Japonya’ya tekrar gitmiştir. Doğu Türkistan bölgesinde bulunduğu sırada buradan Japonya’ya geçerek çeşitli faaliyetlerde bulunduğu ve onun Türkistan bölgesine gitmeden önce Atatürk ile görüşerek, Atatürk’e bu bölgedeki faaliyetleri hakkında bilgi vermek için söz verdiği ve ayrıca bu bölgeden Japonya’ya gittikten sonra Japonya’nın durumu ile ilgili bilgileri de yine Atatürk’e gönderdiği, 1924’te kızı Fevziye Hanım’a gönderdiği mektuptan anlaşılmaktadır. Abdürreşid İbrahim mektubunda, 1924’te Japonya’da her tarafta radyoda sabah saatlerinde, saat yedide, haftada üç defa yarım saat İslâmiyete dair yayın yapıldığı ve batılı misyonerlerin büyük miktarda paralar harcayarak Hristiyanlık propagandası yaptıklarını belirtmiştir. 1925’in sonlarında Abdürreşid İbrahim yeniden Türkiye’ye dönmüştür. 1933’te Türkiye’nin Japonya büyükelçisi Ahmet Hulusi Bey’in gayretiyle tekrar Japonya’ya giden Abdürreşid İbrahim, 1944’teki vefatına kadar on yıl Japonya’da İslâmiyet için çalışmıştır. 1909’da Tokyo Camii projesine teşebbüs etmiş iken otuz sene sonra yine kendi gayretiyle bu işi gerçekleştirmiş oldu. 1938’de açılan Tokyo Camii’nin ilk imamı olmuş ve vefatına kadar da bu görevde kalmıştır. İslâmiyetin Japonya’da resmî din olarak kabul edilmesini Abdürreşid İbrahim sağlamıştır. O yıllarda Japon kanunları din olarak Japon dinleriyle sadece Hristiyanlık ve Yahudiliği tanımıştı. Girişimler neticesinde, 1939 yılında Japon parlamentosu, Hristiyan Japonların ve Hristiyan olan İmparator’un kardeşinin karşı çıkmasına rağmen İslâm dini Japonya’da resmî din olarak tanınmış ve Japonya’nın her tarafında teşkilat kurmasına izin verilmiştir. Japonya’da İslâmiyetin yerleşmesine ve Japonlarla Müslümanlar arasında işbirliği hususuna büyük gayretler sarf eden Abdürreşid İbrahim 31 Ağustos 1944’te 87 yaşındayken vefat etmiştir ve Japonya’da defnedilmiştir. Osmanlı - Japon İmparatorlukları’nın Karşılaştırılması Coğrafî Konum Japonya ve Osmanlı Devleti jeopolitik konumları itibariyle farklılık arzetmektedir. Japonya bir ada devleti olduğu için büyük ölçüde yabancı etkilerin dışında kalabilmiştir. Deniz, Japonya için doğal bir savunma hattı olmuştur. Böylece Japonlar başka milletler tarafından herhangi bir istilaya maruz kalmamış, hatta o milletlerin kültür ve medeniyetlerinden de istediklerini almışlardır. Japon insanı dünyadan izole edilmiştir, bu manada yalnızdır. Tabiatla baş başadır, çok zor hayat şartları içinde yaşar. Bir tarafta uçsuz bucaksız denizde ve sonsuzluk içindedir, diğer tarafta adaların belli sınırları ve imkânları içinden çıkamamanın psikolojik tesiri altındadır. Şinto dini Japon insanını epey yumuşatmış, Konfüçyüs ahlâk anlayışı ise belli kalıplara sokmuştur. Disiplinli, birlik ve beraberliğe bağlıdırlar. Türklerin ise, millet olarak yapısının oluşumunda iki önemli unsur rol oynamıştır. Bozkır veya göçebe ruhu ile İslâm prensipleri. Bozkır insanı da adalı insan gibi yalnızdır, hayat şartları zordur. Türkler daha sonra göçebe hayatlarını bırakırken, teşkilatçılık, hareket kabiliyeti, lider bulma ve yetiştirme gücüne sahip olmuşlardır. Hem Türk, hem de Japon insanı (bozkır ve adalı), başka kültürlerle karşılaşmışlardır. Bozkırlılar daha çok başka kültürlerin ayağına gitmiş, adalıların ise çoğunlukla kültür ayaklarına gelmiştir. İki ülke coğrafî konum olarak da farklıdır. Japonlar batıdan uzaktılar. Hem Avrupa hem de Amerika ile temas kurmaları çok zordu. Ayrıca Japonya 1603’ten itibaren de Hristiyanlığın Japonlar arasında yayılmasını engellemek için kapılarını bütün yabancılara kapatmıştı. 250 yıllık bu kapanış 1853’de Tokyo Sayfa 63 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Körfezi’nde üç siyah gemi görününceye kadar devam etti. Osmanlı Devleti’nin toprakları ise önemli merkezlerdeydi. Bir kısmı Avrupa topraklarını kapsıyordu. Bu sebeple Avrupa ile devamlı temas hâlindeydiler ve Hristiyanlıkla da iç içe bulunuyorlardı. Japonya ise kendileriyle temas eden yabancı kültürleri de içlerinde eritebilmiştir. Tarihi boyunca küçük bir adanın sunduğu dar olanaklar ile kalabalık bir nüfusu besleyebilmek sorununu yaşayan Japonya’da, zaman zaman karşılaşılan deprem ve tayfun gibi afetler de bu sorunun derinleşmesine yol açmıştır. Çok basit bir biçimde ifade edilecek olursa, Japon kültürü bu sorun üzerine inşa edilmiştir. Osmanlı - Japon İmparatorlukları’nın Karşılaştırılması Yabancı Nüfuzu Her iki ülkenin coğrafî konumları sebebiyle, biri Asya’nın doğusunda diğeri batısında olması sebebiyle, askerî, politik ve ekonomik alanda doğrudan pek fazla münasebetleri olmamıştır. Ancak Rusya’nın batıda boğazları ele geçirerek Akdeniz’e inmek, Doğu Avrupa ve Balkanlarda birer slav birliği kurmak amacı ile Osmanlı Devleti ile devamlı bir çekişme, hatta savaş hâlinde olması, doğu Japon denizine hakim olmak ve Uzakdoğu’daki amaçlarını elde etmek gayretleri yüzünden de Japonlarla politik sürtüşme ve hatta askerî çatışma da bulunması, çok uzak bölgelerde olmasına karşın, bu ortak düşman nedeniyle Osmanlı Devleti ile Japonya’yı, politik, ekonomik ve jeostratejik alanda birbirlerine destek olmaya ve işbirliğine zorlamıştır. Bu durum İngiltere’ye karşı da geçerliydi. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu Akdeniz’e, Basra Körfezi ve hatta Ortadoğu’ya hakim olan jeopolitik konumu, dünyanın herhangi bir yerinde çıkacak savaşları doğrudan veya dolaylı olarak etkileyecek durumdadır. Nitekim 1904-1905 Rus-Japon harbinde Rus donanması boğazları geçip, Akdeniz’e çıkamamış, bu sebeple de Ruslar Uzakdoğu’da Japonlar karşısında yenilgiye uğramışlardır. Sultan Abdülhamid ise iki ülke arasında şöyle bir karşılaştırma yapmaktadır; “Japonya’yı Osmanlı ülkesine benzetmek ve bunun Padişahı’ndan onun İmparator’u gibi başarı beklemek ne kadar uygun olur bilmem! Japonya Atlas Okyanusu’nun bir tarafına çekilmiş, adalara yerleşmiş, tek din, tek millet olarak millî birliğini sağlamış büyük bir cemiyet, dünyada hiç benzemediği bir kıta varsa, o da bizim biçare memleketimiz. Kürtle Ermeni’yi, Rumla Türk’ü, Arapla Bulgar’ı nasıl birleştirirdim?...” Sultan, Mikado’nun Japonya’da kendisinin Osmanlı Devleti’nde karşılaştığı engellerle karşılaşmadığını söylemektedir ve şöyle devam etmektedir; “Ben, mesela Doğu Anadolu’da küçük bir yol yaptırsaydım, Rusya kıyamet koparırdı. Bununla beraber yavaş yavaş çalıştım. Oralarda okul gibi, yol gibi imar işlerinin büyük bir bölümü, benim zamanımda ortaya konmuştur. Bu konuda benden önce gelen padişahların hepsinden daha mutluyum. Mikado’nun çevresinde toplanan devlet büyüklerini ben bulamadım. Gerek olanlarda ve gerekse benim yetiştirdiklerimde daima bir şey vardı ki, her ilerleme hevesini nefessiz bırakıyordu”. Sultan Abdülhamid Osmanlı Devleti’nin en büyük problemi olarak şunları söylemektedir; “Bizi her şeyden fazla felâkete iten, büyük devletlerin entrikalarıdır. Bu devletler, tabiiyetimizdeki milletleri, arka arkaya isyana teşviketmek suretiyle, bizi her sene daha fazla sıkıntıya düşürmektedirler. Her sene, bu uğurda hiç faydasız sarfettiğimiz milyonlarla ne kadar lüzumlu şeyler yapılabilirdi. Fakat büyük devletler, geniş teşkilatlı İmparatorluğumuzu inşa edecek ne zaman bıraktılar ne de sükûnet! Gene büyük devletlerin sebebiyle halkımızı ilerletmeye imkân bulamadık. Bütün bunlar bizim zayıf kalmamızın sebebi oldu. Bize de hiç olmazsa on senelik bir sulh tanınsa Japonların o kadar methedilen terakkilerini, biz de yapabilirdik. Onlar Avrupalıların pençelerinden uzak olduklarından, bize nazaran bahtiyardırlar, emniyet içinde yaşamaktadırlar. Maalesef biz, tam Avrupalı sırtlanların geçiş yerine çadırımızı kurmuşuz”. Yani Osmanlı İmparatorluğu her çeşit dış baskıya açıktır. Bu göz önüne alındığında savunma harcamalarının maliyetinin de yüksek olacağı doğaldır. Ancak, Japonya’nın böyle bir zorunluluğu pek de olmamıştır. Japonya’nın bugünkü zenginliği düşünüldüğünde, savunma maliyetinin az olması ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte dış ticaret, Japonya için önemlidir ve iç ticaret ne kadar iyi olursa olsun bunun mutlaka dış ticarete de aktarılması gerekir. Waseda Üniversitesi Ticaret Şubesi öğretmeni Amano, 1914’te Ahmet Münir ile yaptığı görüşmede Türklere de bunu önermektedir. Ayrıca Osmanlı Sultanı Müslüman toplumların sömürgeleşmesi arttıkça adından daha çok bahsedilen Hilafet makamının da sahibidir. İslâm dininin yöneticisi olmasının yanında, Hristiyanlığın Ortodoks kanadının da bir bakıma kontrolü elindedir. Üstelik üç semavi dinde kutsal sayılan Kudüs’te Sultan’ın topraklarındadır. Yani din, siyasal ve sosyal en ağırlıklı ögedir. Japonya’da ise ne bireyler, ne de devlet için bir din sorunu yoktur. İsteyen inancında serbesttir. Dolayısıyla Japon toplumunda ne Haçlı seferi, ne de cihad gibi Sayfa 64 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) kavramlar vardır. Denilebilir ki yabancı nüfuzu, Japonya’yı Osmanlı Devleti gibi kolay kolay deviremiyecek ve Osmanlı Devleti’nde başarılı oldukları gibi başarılı olamayacaklardır. Çünkü Japonya’nın coğrafî konumu kendisi için oldukça elverişlidir. Ayrıca Avrupalılar, Japonya’nın gelişmesini daha önceden farkına varabilseler ve bu gelişmede de başarılı olacaklarını görebilselerdi, şüphesiz Japonya’yı da Türkiye gibi ezerlerdi. Ancak Avrupa bunu farkedip çözüm buluncaya kadar “şems-i şark” tulu’ etmiştir. Osmanlı - Japon İmparatorlukları’nın Karşılaştırılması Eğitim - Öğretim Japonya’da tek ulus ve tek dil öğesi, büyük ölçüde çok erken çözülmüştür. Osmanlı Devleti’nde ise millet, mezhep ve dil farklılıkları vardır ve bunları bağdaştırmak zorundadır. Japonların XIX. yüzyıl sonlarında yüzde kırkının okuma-yazma bildiği hesaplanırken, bu Osmanlı Devleti’nde ancak yüzde beştir. 1910’larda okul çağındaki 6.8 milyon çocuktan 6.6 milyonunun yani yüzde 97’si mecburi eğitime tabi’ tutulmuştur. Osmanlı Devleti on milyon kilometre kareden daha geniş bir alana yayılmıştır ve kilometre kareye düşen kişi sayısı üçtür. Bazı yerleri bomboş, bazı yerleri ise çok yoğundur. Bu sebeple XIX. yüzyıl koşulları göz önüne alındığında, iletişim ve ulaşımın çözümlenmesi çok güç bir yapıdadır. Japonya’da ise XIX. yüzyılın ikinci yarısında kilometre kareye 90 kişi düşmektedir. Bu sayının İngiltere için 70, Fransa için 65 olmasıda dikkatten uzak tutulmamalıdır. Japonya’nın gelişmesinin temelinde yatan en önemli etkenlerden birisi, “hizmet/iş ahlâkı” olarak gösterilmektedir. Buna örnek olarak Abdürreşid İbrahim’in seyahatine dair kaleme aldığı kitabından alıntılar yapan Sırat-ı Müstakim’in yayınladığı “Japonlar Adam yetiştirmek için Nasıl Çalışıyorlar!...” başlıklı yazı verilebilir. Burada bir Japon mareşalinden söz edilmektedir. Rus-Japon harbinde galibiyetler kazanan mareşal Oyama, bir okulun müdürlüğünü üstlenmiştir ve haftada bir gün ailesini görüp, diğer günlerini okulda öğrencileri yetiştirmekle geçirmektedir. Kendisine sebebi sorulduğunda, birkaç yılda kendisi gibi binlerce Oyama yetiştirmek istediği cevabını vermiştir. Japonların millî ahlâklarına dair verilen bu örneğin dışında, Japonya’da 1868’de İmparator olan Meiji’nin yayınladığı bir beyanname de verilmektedir. Beyanname de Japonların millî saadetlerinin, israftan kaçınmakta ve saadelikte olduğu, bunun doğrultusunda eğitim ve öğretime büyük önem verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Adliye Nezareti’nin Paris’e gönderdiği öğrencilerden olan Yusuf Kemal (Tengirşek) Bey, Türk sefaretinin aracılığıyla, Japonya’nın Paris sefaretinden öğrenci yetiştirme hakkında bilgi edinmek istemiştir. Müsteşar M. Adaşi ile yaptığı görüşmede, Adaşi kendisine Japonya’nın daha önce İngiltere ve Amerika’ya öğrenci yolladığını, 1870 harbinden sonra Avrupa’da büyük bir millet olan Almanya’ya gönderdiklerini söylemiştir. Fransa’da ise bir-iki tane öğrencilerinin olduğunu, bunları da sadece tiyatroculuk öğrendiklerini ifade etmiştir. Yusuf Kemal Bey bunların ışığında, Osmanlı Hükûmeti’ne, bu görüşmeyi ve bundan sonra Osmanlı Devleti’nin de öğrencilerini sadece Fransa’ya değil, başka ülkelere de göndermesini, ayrıca Fransa’da da sadece Paris’e değil, Paris dışındaki Fransız üniversitelerine de gönderilmesi lüzumunu yazmıştır. Osmanlı - Japon İmparatorlukları’nın Karşılaştırılması Batılılaşma Ziya Gökalp, bu konuda şunları söylemektedir; “Bir millet, tekamülünün yüksek merhalelerine çıktıkça, medeniyetini de değiştirmek mecburiyetinde kalır. Mesela, Japonlar son asırda aksa-yı şark medeniyetini terk ederek garp medeniyetine girdiler. Bu hususta en bariz misali Türklerde görürüz. Çünkü, Türkler içtimaî tekâmüllerinin üç ayrı merhalesinde biri birine benzemeyen üç muhtelif medeniyet zümresine girmek mecburiyetinde kaldılar. Türkler, kavmi devlet hayatı yaşarken, aksak-yı şark medeniyetine mensuptular. Sultani devlet devrine geçince, şark medeniyetine girmeye mecbur kaldılar. Bugün millî devlet devrine geçtikleri sırada da, içlerinde garp medeniyetine dahil olmağa azmeden kuvvetli bir cereyan vücuda geldiğini görüyoruz”. Dickinison’a göre (Lowes Dickinison, An Essay on the Civilizations of India, China, and Japan, London, 1914), medeniyet umumidir. Bu sebeple bir milletin medeniyetten sadece istediği şeyleri alabileceği görüşünde biraz şüphelidir. Doğu, “batının sadece tekniğini, ilmini alacağız, onun baş döndürücü telâşını, karışıklığını, çirkinliklerini almayacağız” dese de bunun mümkün olmadığı görüşündedir ve şunu eklemektedir; “Şark istese de istemese de, bütün bu fenalıklarda bizi takip edecek, biz daha yüksek bir safha-yı medeniyete vusul için nelerin arasından geçmiş isek, bütün bunların arasından geçecektir”. Sayfa 65 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Buna karşılık Japonya, batının üstünlüğünü farketmekle birlikte, ondan en sağlıklı bir şekilde yarar sağlamayı başarabilmiştir. İki ülkenin Avrupa’daki gelişmelere yaklaşımındaki fark, doğrudan doğruya bugünkü seviye farkına tesir etmiştir. Türkiye, “batılılaşmak” amacıyla, millete, millî kültür ve dinamiklere dayanan çeşitli üst yapı (görüntü) değişiklikleriyle meşgul olagelmiş, Japonya ise “kalkınmak” amacıyla Avrupa’nın ilim ve tekniğini alıp, bunları Japon milletinin iç dinamikleriyle birleştirerek, kendine özgü bir model ortaya koymuştur. Japonya batı medeniyetinin getirdiği bütün imkânları son derece iyi kullanmış, dört elle sarılmış ancak Hristiyan olmamıştır. Japonlar millî seciyyelerini ve ahlâklarını korumuşlardır. Japonya’nın kültürüne sahip çıktığı, Çin’in Batı medeniyetinden nasıl etkilendiği ile de izah edilebilir. Port-Sait’te Çinli gençlerle yapılan bir sohbette gençler şunları söylemişlerdir; “Bir kısmımız Fransa’ya, bir kısmımız İngiltere’ye tahsile gidiyoruz. Çin şimdi Japonya gibi değişiyor. Çin’de tamamen Avrupalılaşmış ailelerde vardır. Uzun saçlar kesiliyor, millî serpuşlar kalkıyor, şapka giymekte taassub gösterilmiyor, kızlarımız, kadınlarımız da tıpkı Avrupalılar gibi giyinmeye, yaşamaya alışıyor. Tiyatrolar açılıyor, Avrupa’nın bütün ulum ve fünunu iktibas ediliyor, yeni tarzda mektebler, fabrikalar, müessesat-ı medeniyye küşad olunuyor. Asya’da uyanmakta olan en geç kalan biz Çinlileriz. Japonlar garplılaşmak sayesinde mevcudiyet-i millîye ve siyasiyelerini kurtardılar. Biz Asyalılar Asyalı kaldıkça milletimiz, istiklâlimiz tehlikededir”. Yani Çin ile Japonya arasında da “batılışma” nın farklı algılandığı görülmektedir. Japonya batı medeniyetini alırken, millî ahlâkını korumaya çalışmış ve bunu başarmıştır. Çin ise, batının teknik ve kültürünü birlikte almakta bir sakınca görmemiştir. Japonya’da İslâmiyetin yayılması için çalışan Abdürreşid İbrahim’de, Türk ve İslâm dünyasını sömüren batı emperyalizmi ile şiddetle mücadele edilmelidir düşüncesindedir. Kendisi batılılaşma taraftarı olmakla birlikte batının amansız düşmanıdır. Çünkü ona göre Türk ve İslâm dünyasının geri kalmışlığının sebebi cehalet ve batı emperyalizmidir. Bu sebeple batıdan sadece ilim ve teknik alınmalı, örf ve âdetlerimiz korunmalıdır. Türk ve İslâm dünyası güçlü olabilirse batı emperyalizmi ile başa çıkabilir. Abdürreşid İbrahim batılılaşma ve batı emperyalizmi ile mücadelede Türk ve İslâm dünyasına yardımcı olabilecek tek ülkenin Japonya olduğu fikrini savunmaktadır. Ona göre Japonya doğuda parlayan bir yıldızdır ve bu yıldız Türk ve İslâm dünyasına yardımcı olacak tek ülkedir. Japonların ilim ve teknolojide ilerlemesine büyük sempati duymaktadır. Ayni modelin Türk ve İslâm dünyasını da başarıya ulaştıracağına inanmaktadır. Bugün batılılaşma isteklerimize ikinci bir alternatif olarak düşünülen Japon modeli dikkate alındığında, Abdürreşid İbrahim’in hiç de haksız olmadığı ortaya çıkmaktadır. 1920-1938 yıllarında, iki ülke arasındaki karşılaştırmalarda da şu sonuçlara varılabilmektedir; 1. Batının kültür ve metodunu alan Türkiye, daima batının bir üyesi olmak istemiştir. Oysa Japonya batı kültür ve metodunu örnek alırken, batı kültür ve medeniyetinin bir üyesi olmayı asla istememiştir. Bu durum Japonya’nın kendi kültür ve geleneğine olan bağlılığı ile batıya duyduğu antipatiden kaynaklanmaktadır. 2. Türkiye’de yapılan her reform İmparatorluk’la ve ona bağlı kurumlarla bağını koparmak amacını gütmüştür. Japonya’da ise çoğu gelenekler korunmuştur. (Örneğin yazı, kıyafet, imparatorluğun dinsel mevkii kaldırılırken hanedanlığa dokunulmaması gibi...) 3. Gerek ırk, gerekse kültür ve geleneklerine olan bağlılıkları, Japonya’nın kapılarını batıya tamamen açmasını engellemiştir. 4. Türkiye’de hanedanlık ve onunla ilgili kurumlar kaldırıldığı hâlde, ayni şeyler Japonya’da korunmaktadır. 5. Japonlar teknik alanda büyük gelişmeler göstermişler, okuma-yazma meselesini de hâlletmişlerdir. Türkiye’de hâlledilememiştir. 6. Japonya’nın teknik alandaki gelişmesi gözönüne alınmazsa, Türkiye 1920 ile 1938 arasındaki reformları ile Asya devletlerinin başında gelmektedir denilebilir. Burada son olarak, “Osmanlılığın Atisi” nin sahibi Cami Bey’in sorusunu belirtmeden geçemeyeceğiz. Osmanlı ordusunu yeniden örgütlemekle görevli olan Von der Goltz Paşa, günlerini Boğaziçi’nin keşif haritalarını yapmakla geçirirken, ayni amaçla Japonya’ya gönderilen Alman generali Von Meckel kısa zamanda görevini tamamlayarak Almanya’ya dönmüştür. Cami Bey’in bu durum karşısında sorusu şudur; Alman generalleri her iki ülkede de benzer görevleri yapmaya çalışıyor. Neden Tükiye’deki yapamıyor?. Buna Ahmet Münir Bey’in Tokyo’da katıldığı bir sergide, göl kenarında düşündükleri ile bir ölçüde cevap verilebilir: “Göl sahilindeki Sayfa 66 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) uzun umumî sandalyelerden birine oturup ‘biz ne için bunları yapamıyoruz, bize kim hâil oluyor? Ne gibi mevâni’ bizi böyle terakkiyattan men ediyor!’ diye düşünüyordum. Hatırıma devr-i sabıkın tarihi, kapitülasyonlar, Avrupa’nın rekabeti gibi mütenevvi’ sebepler geldi. Her birini bir bir tetkik ettim, hiçbirisinin esaslı bir mani olabileceğine hükm edemedim. Demek ki yalnız bir sebep kalıyordu. O da bizde ki vatanperverlik kelimesinin anlaşılamamış olması idi...”. Türk - Japon İlişkileri ( 1876 - 1908 ) Sonuç Türk-Japon ilişkilerinin başlangıç tarihi olarak şimdiye kadar kesin bir tarih verilememişse de, günümüzden yüz yıl kadar önce başladığı bilinmektedir. Türk-Japon ilişkilerinin kurucusu II. Abdülhamid’dir ve O’nun döneminde Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’ya yaptığı seyahat, iki ülke münasebetlerinde temel olarak alınmaktadır. Münasebetlerin geç başlamasının sebebi, aradaki coğrafî uzaklıktır ve belki de XIX. yüzyıla kadar Japonya’nın kendini dış dünyaya kapatması ve dünya siyasî ilişkilerine katılmamış olmasıdır. XIX. yüzyılın ikinci yarısına doğru artık Japonya batılı devletlerin çıkar bölgeleri arasına girmiştir. XIX. yüzyılda Avrupa ve Amerika gibi dünyanın güçlü devletlerinin yayılması, Osmanlı ve Japon İmparatorlukları’nı birbirlerine yaklaştırmıştır. Çünkü iki İmparatorluk da bu güçlü devletlerin nüfuz sahalarında bulunuyordu. Bu devletlerin kendi nüfuz bölgelerindeki siyasî, ekonomik ve kültürel faaliyetleri iki ülke ilişkilerinin geri plana atılmasına sebeb olmuştur. Osmanlı ve Japon İmparatorlukları arasındaki münasebetlerin başlatılması ve geliştirilmesi, Osmanlı Padişah’ı II. Abdülhamid (1876-1909) ve Japon Mikadosu Meiji (Mutsohitso/1868-1912) dönemlerinde olmuştur. Münasebetlerin gelişmesinde de başlıca iki hadise önemli rol oynamıştır: Bunlardan birincisi, Türk gemisi Ertuğrul’un Japonya’yı ziyareti, ikincisi Rus-Japon harbinde Japonya’nın kazandığı zaferdir. Ertuğrul’un Japonya ziyareti, Japon halkında Türkiye ve Türklere karşı bir sempati uyandırmış, geminin ziyareti, dönüşünde batması; şehitlere, yaralılara gösterilen ilgi, kazazedelerin İstanbul’a getirilmesi gibi hadiseler de ilişkiler de bir istikrar sağlamıştır. Rus-Japon harbi ise, Japonya’nın Rusya gibi güçlü bir devleti yenmesi açısından Osmanlı Devleti’ni etkilemiştir. Bu olumlu etki Osmanlı hükûmeti ve halk efkârı üzerinde olmuştur. Japonya doğulu bir devlet olarak batılı bir devleti yendiği ve ardından batının sadece tekniğini alıp kendi kültürünü bozmadığı için örnek alınmıştır. Bu da iki devlet arasındaki münasebetlerin gelişmesinde önemli bir etken olmuştur. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki ilişkiler, iki devletin ayrı ayrı taraflarda yer almaları yüzünden bozulmuştur. Bu durumda iki ülke ister istemez karşı karşıya gelmiştir. Osmanlı Devleti savaşa Almanya yanında girerken, Japonya Almanya’ya savaş ilân etmişti. Savaşın sonunda “Sevr Anlaşması” ile Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları İtilaf Devletleri tarafından paylaşılmıştır. Japonya da İtilaf Devletlerinin bir üyesi olduğundan bu anlaşmayı imzalamıştır. Ancak Japonya, bu savaşta sadece Almanya’nın pasifikteki sömürgeleri ile ilgilenmiştir. Almanya’ya da bu sebeple savaş açmıştır. Savaşın sonunda Almanya ile yapılan Versailles Antlaşması (28 Haziran 1919) ile Japonya, Almanya’dan Marianne, Marshall ve Caroline Adalarını ve Çin’den de Kiaochow’u almıştır. Japonya için savaş bundan ibarettir. Nitekim 18 Ocak 1919’da toplanan Paris Konferansı’nda da pasif davranmıştır. Çünkü Avrupa ile ilgilenmiyordu. Sevr’den önce 30 Ekim 1918’de imzalanmış olan Mondros Mütarekesi’nin 1.maddesi gereğince, İtilaf Devletleri filoları ile birlikte Japon filosu da İstanbul’a gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından ve Lozan Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonra, Türk-Japon ilişkileri tekrar başlamıştır. Hatta Lozan konferansı sırasında büyükelçi Baron Hayashi, insaflı davranışlarıyla Türkiye Cumhuriyeti temsilcilerini memnun etmiştir. 1925’te karşılıklı elçilikler kurulmuştur. Diplomatik ilişkiler ardından ticarî ilişkileri de getirmiştir ve bu işi organize edecek bir cemiyet kurulmuştur. 1930’da Türk-Japon Ticaret ve Seyrisefain antlaşması imzalanmıştır. 1931’de Japonya İmparatoru’nun kardeşi Prens Takamatsu Türkiye’yi ziyaret ederek, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüştür. Bundan önce de 1926’da bir Japon filosu İstanbul’a gelmiş ve filonun kumandanı Amiral Yamamoto Ankara’ya geçerek Gazi Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüştür. II. Dünya savaşı sonlarına doğru ise, yine Türk-Japon ilişkileri kesintiye uğramıştır. Bu kesintinin sebebi, I. Dünya savaşında olduğu gibi aradaki herhangi bir anlaşmazlık değil, uluslararası dengeler ve bu dengelerde Türkiye ve Japonya’nın aldığı yerdir. Türkiye 23 Nisan 1945’te Japonya’ya savaş ilân etmiş, kesilen ilişkiler ancak 1952’de başlayabilmiştir. Türkiye II. Dünya Sayfa 67 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) savaşından sonra Tokyo’daki büyükelçiliğini kapatmış (6 Ocak 1945), 8 Eylül 1951’de San Francisco’da Japonya ile barış anlaşması imzalandıktan sonra 13 Eylül 1951’de başkonsolosluk açmıştır. Büyükelçilik ise 6 Haziran 1952’de açılmıştır. Japonya’nın Ankara’daki büyükelçiliği ise 14 Mart 1953’de açılmıştır. XX. yüzyılın sonlarında artık Türk-Japon ilişkileri daha sağlam temellere oturmuş gözükmektedir. Kültürel faaliyetler, haftalar, sergiler, konserler vb. gibi alanlarda devam etmektedir. Kalkınmakta olan Türkiye ile kalkınmış olan Japonya arasındaki ekonomik ilişkiler de artmaktadır ve artması beklenmektedir. Türkiye’deki otomobil ve elektronik eşya pazarında Japon mallarının çokluğu ve Japon şirketleri ile Türk şirketlerinin ortaklığı bunu doğrular niteliktedir. Belgeler Türk - Japon İlişkileri Kronolojik Tarihi 1887- Japon İmparatoru Meiji’nin yeğenlerinden Prens Komatsu’nun İstanbul’u ziyareti ve İmparator’un yazılı dostluk mesajını Sultan Abdülhamid’e sunması. 1890- Padişah’ın özel temsilcisi, Amiral Osman Paşa’nın Ertuğrul Fırkateyni ile Japonya’ya gelişi. 16 Eylül günü Ertuğrul’un tayfuna yakalanarak Kushımoto sahillerinde batışı, Osman Paşa dahil 587 denizcimizin şehit oluşu. 1891- Kurtarılan 69 denizcimizin Japon kruvazörleri Kongo ve Hiyei ile İstanbul’a dönüşleri. Kushımoto’da Ertuğrul Anıtı’nın yapılışı. 1892-99- İki ülke arasında resmî diplomatik ilişkiler kurulmasına ilişkin muhtelif temas ve müzakereler. 1904- Rus-Japon savaşını gözlemlemek üzere Osmanlı subaylarının Mançurya’ya gidişi. 1905- Japon galibiyetinin Türkiye’de büyük sevinç yaratması. 1908- Osmanlı İmparatorluğu’ndaki “Genç Türk” hareketinin Japonya’daki Meiji reformlarını model olarak benimsemesi. 1923- I. Dünya Savaşı sonrasında, Japonya’nın Lozan Anlaşması’nı imzalaması. 1925- Tokyo’da Japon-Türk Derneğinin kuruluşu. Türkiye ile Japonya arasında resmî diplomatik ilişkilerin kuruluşu. 1929- İki ülke arasında ilk ticaret anlaşmasının akdi. 1930- İki ülke arasında bir ticaret ve seyr ü sefain anlaşması akdi. 1931- Japon-Türk Derneği Şeref Başkanı Prens Takamatsu’nun Türkiye’yi ziyareti ve Atatürk tarafından kabul olunuşu. 1934- Rusya’nın Kazan bölgesinden hicret eden Tatar Türkleri’nin Kobe’deki ilk genel kurul toplantılarını yapışları, Kobe’de bir cami inşasının kararlaştırılması. (1935’de açılmıştır.) 1936- Japonya’nın Montreux Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalaması. 1937- İki ülke arasında bir ticaret anlaşması akdi. 1938- Tokyo Camii’nin açılışı. (1985’de gördüğü hasarlar nedeniyle yıkılmıştır.) 1950- II. Dünya Savaşı sonrasında, BM Kore harekatına katılan Türk Birliği’nin ilk olarak Tokyo’da konuşlanması. 1952- İki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması. 1954- Tokyo’daki Türkiye Büyükelçiliğinin bugün bulunduğu mahale taşınması. 1955- İki ülke arasında yeni bir ticaret ve ödemeler anlaşması akdi. 1956- Türk Dış İşleri Bakanı Sayın Fatin Rüştü Zorlu başkanlığında bir parlemento heyetinin Japonya’yı ziyareti. 1957- İki ülke arasında vize muafiyet anlaşması akdi. 1958- Başbakan Sayın Adnan Menderes’in Japonya’yı ziyareti. 1959- Milli Savunma Bakanı Sayın Etem Menderes’in Japonya’yı ziyareti. 1960- Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın Türkiye’yi ziyareti. 1962- TBMM’nde Türk-Japon Parlamento Dostluk Ligi kurulması. (Başkan: Senato Başkanı Sayın Suat Hayri Ürgüplü) 1963- Hâlen Japon-Türk Derneğinin şeref başkanı olan Prens Mikasa’nın Türkiye’yi ziyareti. 1966- Japonya’nın BM 29. Genel Kurul Toplantıları’nda, Kıbrıs konusunda tarafsız kalması. 1967- Japonya’nın Aksu Kâğıt Fabrikaları için 15.7 milyon dolarlık kredi vermesi. (İlk Japon kredisi.) 1968- Japon Dış İşleri Bakanlığından bir heyetin Türkiye’yi ziyareti. Dıet’te (Japon Parlamentosu) Japon-Türk Parlamento Dostluk Ligi kurulması ve üyelerinin ülkemizi ziyareti. 1969- Dış İşleri Bakanı Sayın İhsan Sabri Çağlayangil’in Japonya’yı ziyareti. 1970- Japon Ekonomik Kuruluşlar Federasyonu (KEIDANREN) Heyetinin Türkiye’yi ziyareti.Devlet Bakanı Sayın Refet Sezgin’in Japonya’yı ziyareti. Bir grup Japon parlamenterin Türkiye’yi ziyareti. DPT Müsteşarı Sayın Turgut Özal’ın Japonya’yı ziyareti. Japonya’nın, içlerinde Ayvacık (Hasan Uğurlu) Barajı ve Hidroelektrik Santralide yer alan beş proje için 50 milyon dolar tutarında kredi vermesi. Sayfa 68 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) 1973- Bazı Japon bakanlarının Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’na 10 milyon dolar tutarında kredi açmaları. 1975- Dış İşleri Bakan Yardımcısı Tadafumi Hatano’nun Türkiye’yi ziyareti ve Başbakan Sayın Süleyman Demirel’e Japonya Başbakanı Mıkı’nin yazılı mesajını tevdi etmesi. 1976- Japon Ekonomik Kuruluşlar Federasyonu (KEIDANREN) Heyeti’nin Türkiye’yi ziyareti.Kangal dahil bazı termik santraller için 160 milyon dolarlık kredi açılması. 1977- Tokyo’daki yeni Türkiye Büyükelçiliği binasının tamamlanması. (Mimarı: Kenzo Tange) 1978- Bir grup Japon parlamenterin Türkiye’yi ve KKTC’ni ziyareti. OECF (Overseas Economic Cooperation Fund) tarafından Hasan Uğurlu Barajı için yeni bir kredi açılması. 1979- Dış İşleri Bakanı Sayın Gündüz Ökçün’ün Japonya’yı ziyareti. 1980- Japonya’nın Türkiye’ye özel yardım olarak OECD çerçevesinde 100 milyon dolar tahsis etmesi. 1981- Başbakan yardımcısı Sayın Turgut Özal başkanlığında bir Türk Ekonomik Heyetinin Japonya’yı ziyareti. 1983- Dış İşleri Bakanı Abe’nin Türkiye’yi ziyareti. 1984- Japon-Türk Parlamento Dostluk Ligi’nin ihyası ve üyelerinin Türkiye’yi ziyareti. 1985- Türkiye’den ve Japonya’dan ekonomik heyetlerin karşılıklı ziyaretleri. THY’na ait iki uçağın İran’da mahsur kalan 200 Japon vatandaşını tahliye etmesi.Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Japonya’yı ziyareti. İkinci Boğaz Köprüsü ihalesinin bir Türk-Japon konsorsiyumu tarafından kazanılması. 1986- Liberal Demokrat Parti (LDP) Genel Sekreteri Kanemaru’nun Türkiye’yi ziyareti. Hâlen Japon-Türk Derneği’nin şeref başkanı olan Prens Mikasa’nın Türkiye’yi ziyareti. Türk parlamenterlerden oluşan iki grubun Japonya’yı ziyareti. Tokyo Bank’ın İstanbul’da şube açması. 1987- Dış İşleri Bakanı Sayın Vahit Halefoğlu’nun Japonya’yı ziyareti. Türk-Japon İş Konseyi’nin ilk toplantısı. (Türkiye’de) Bayındırlık ve İskan Bakanı Sayın Safa Giray’ın Japonya’yı ziyareti. Kyoto’da Japon-Türk Kültür Derneği’nin kuruluşu. Tokyo’da sema gösterisi. 1988- Türk-Japon İş Konseyi’nin ikinci toplantısı. (Japonya’da) İki ülke parlamento heyetleri arasında karşılıklı ziyaretler. İkinci Boğaz Köprüsü’nün açılış törenine Japon parlamenterlerin katılması. İki ülke arasında bir ortak yatırım projesi olan Altınkaya Baraj ve Hidroelektrik Santrali’nin tamamlanması. Japon Exımbank’ın 400 milyon dolar tutarında kredi açması. İki ülke arasında Sivil Havacılık Anlaşması akdi. 1989- Başbakan Sayın Turgut Özal’ın İmparator Showa’nın cenaze törenine katılması. Türk-Japon İş Konseyi’nin üçüncü toplantısı. (Türkiye’de) GAP Master Planı’nın bir Japon firması (Nippon Koeı) tarafından hazırlanması. İki ülke arasında Hava Taşımacılık Anlaşması akdi ve THY’nin Japonya’ya ilk uçuşu. T.C.Ziraat Bankasının Tokyo’da temsilcilik açması. Dış İşleri Bakanı Sayın Mesut Yılmaz’ın Japonya’yı ziyareti. Çeşitli kredi anlaşmaları akdi. 1990- T.C. Merkez Bankasının Tokyo’da temsilcilik açması. TRT ile Japon Ulusal Televizyonu NHK arasında işbirliği anlaşması akdi.Dış İşleri Bakan Yardımcısı Owada başkanlığında bir heyet ile Ankara’da ilk siyasî danışmanların gerçekleştirilmesi. Türkiye’nin Osaka Dünya Fuarı’na katılması. Türk-Japon dostluğunun yüzüncü yılını kutlama programı çerçevesinde muhtelif görkemli faaliyetlerin gerçekleştirilmesi. Türk-Japon İş Konseyi’nin dördüncü toplantısı. (Japonya’da) Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Sayın Orhan Karabulut’un Japonya’yı ziyareti. Turgut Reis Fırkateyni’nin Japonya’yı ziyareti. Japon-Türk Parlamento Dostluk Ligi’nin Türkiye’yi ziyareti. Dış İşleri Bakanı Sayın Nakayama’nın Türkiye’yi ziyareti. Başbakan Kaıfu’nun Türkiye’yi ziyareti. Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın İmparator’un tahta çıkma törenine katılmak üzere Japonya’yı ziyareti. 1991- Dış İşleri Bakan Yardımcısı Suzuki’nin Türkiye’yi ziyareti. Çeşitli kredi anlaşmaları akdi. THY’nin İstanbul ile Tokyo arasında düzenli seferlere başlaması. Japon-Türk Parlamento Dostluk Ligi’nin Türkiye’yi ziyareti. Yüzüncü yıl kutlama programının bir uzantısı olarak Japonya’da düzenlenen Türk kültür ayı çerçevesinde muhtelif görkemli faaliyetlerin gerçekleştirilmesi. Türk-Japon İş Konseyi’nin beşinci toplantısı. (Türkiye’de) 1992- Türkiye Kalkınma Bankasının, Ankara Büyükşehir Belediye ve Hazine’nin Japon piyasasında muhtelif tahvil ihraçları. Japon Exımbank’ın Türk kuruluşlarına açtığı muhtelif krediler. Kardeş şehirler olan Kushımoto (Mersin), Sagae (Giresun), Shimonoseki (İstanbul) ve Tonami (Yalova) ile dostluk dernekleri bulunan Hiroshima ve Kyoto’da çeşitli kültürel faaliyetler gerçekleştirilmesi, Sagae’de “Türk Evi”, Tonomi’de “Türk Çeşmesi” açılması. Bir TRT ekibinin Japonya’yı ziyaret etmesi. TOYOTA-SA’nın Sayfa 69 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) temel atma töreni. Bayındırlık ve İskan Bakanı Sayın Onur Kumbaracıbaşı’nın Japonya’yı ziyareti. Japonya Sağlık Bakanı Yukuo Yamashıta’nın ülkemizi ziyareti. Dış İşleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Sayın Özdem Sanberk başkanlığındaki heyetimizin siyasi danışmalarda bulunmak üzere Japonya’yı ziyareti. Türk-Japon İş Konseyi’nin altıncı toplantısı. (Japonya’da) Başbakan Sayın Süleyman Demirel’in Japonya’yı ziyareti. 1993- Türkiye ile Japonya arasında sosyal, kültürel, teknik, ekonomik ve benzeri alanlarda dostluk ve işbirliğini geliştirmek üzere Prof. Dr. Cafer Tayyar Sadıklar başkanlığında, 1993 yılında, Türk-Japon Vakfı kurulmuştur. Genelkurmay Başkanı Sayın Doğan Güreş ile Milli Savunma Bakanı Sayın Nevzat Ayaz’ın Japonya’yı ziyaretleri.Yalova’nın kardeş şehri Tonami Belediye Başkanı ve bir çocuk grubunun 23 Nisan Çocuk Şenlikleri’ne katılmak üzere ülkemizi ziyareti. Prens Mikasa’nın ülkemizi ziyareti.Japon Eximbank’ın Türk Eximbank’a kredi tahsisi. OECF’ın İstanbul su temini projesi (Büyük Melen) için uygun koşullu kredi tahsisi.THY’nin Tokyo-İstanbul-Tokyo hattında doğrudan (Non-Stop) uçuşlara başlaması. Uluslararası Zeytinyağ Konseyi’nin İstanbul’da düzenlediği konferansa Japon basın-yayın mensuplarının katılımı.Türk-İş Genel Başkanı ve beraberindeki heyetin Japonya’yı ziyareti. HDTM’nın Japon Samuraı tahvil piyasasına müteaddit defalar tahvil ihracı. HDTM müsteşarının Japonya’yı ziyareti. Türk-Japon İş Konseyi’nin yedinci toplantısı. (Türkiye’de) Zülfü-Livaneli’nin, Yer Demir Gök Bakır isimli filminin Japonya’da gösterime girişi vesilesiyle Japonya’yı ziyareti. 1994- Çalışma Bakanlığı Müsteşarı, Türk-İş ve Tisk genel sekreterlerinin Japonya’yı ziyaretleri. Asya-Afrika Hukuk Danışma Komitesi 33. dönem toplantıları vesilesiyle Adalet bakanı Sayın Seyfi Oktay’ın Japonya’yı ziyareti. Kültür Bakanlığı Yayınlar Genel Müdürlüğünün Tokyo Uluslararası Kitap Fuarı’na iştiraki. Piyanist Gülsün Onay’ın konserler vermek üzere Japonya’yı ziyareti.Dış İşleri Bakan Yardımcısı Fukuda’nın Türkiye-Japonya Siyasi Danışma Toplantıları’na katılmak üzere ülkemizi ziyareti. Ebru sanatçılarımızdan Ahmet Çoktan’ın iki hafta süre ile Tokyo’da açılan ebru sergisi vesilesiyle Japonya’yı ziyareti. Devlet Bakanı Sayın Türkan Akyol’un Sosyalist Enternasyonel’in Kadın Kolları Toplantısı’na katılmak üzere Japonya’yı ziyareti. İstanbul’da düzenlenen Japon Festivali vesilesiyle eski başbakanlardan Toshıkı Kaıfu liderliğindeki Japon parlamenterlerin ülkemizi ziyareti. Parlamentolararası birlik sürdürülebilir bölgesel kalkınma için Bilim ve Teknoloji Asya-Pasifik Konferansı’na katılmak üzere Sayın Yıldırım Avcı, Sayın İmren Aykut, Sayın Turhan Aykut, Sayın Turhan Tayan ve Sayın Haydar Özkon’dan oluşan parlamento heyetinin Japonya’yı ziyareti. Hazine Müsteşarı Sayın Osman Birsen’in Tokyo’yu ziyareti. Ankara Milletvekili Sayın Vehbi Dinçerler’in Kuzey Atlantik Asamblesi’nin düzenlediği toplantıya katılmak üzere Japonya’yı ziyareti. Wakayama kentinde düzenlenen World Resort Exhibition’nın açılış töreni vesilesiyle 80 kişiden oluşan Mehter Bölüğünün Japonya’da bir hafta süre ile gösteriler yapması. Türk ve Japon kaligrafi sanatçılarının Topkapı Sarayı Müzesi’nde açtıkları ortak sergi. Türk-Japon İş Konseyinin sekizinci toplantısı (Kyoto). Bu vesileyle Osaka, Nagoya ve Tokyo’da Türk ekonomisi hakkında düzenlenen seminerler. Dış İşleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Yaşar Yakış’ın OECD toplantılarına katılmak üzere Tokyo’yu ziyareti. Turizm Bakanımızın “World Tourism Fair”e katılmak üzere Japonya’yı ziyareti.Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının Tokyo ve Saitama’da verdiği konserler.Türkiye ile Japonya arasında gelir üzerinden alınan vergilerde çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmasının onay belgelerinin teati edilmesi. 1995- Başbakan Sayın Prof. Dr. Tansu Çiller’in Japonya’yı resmî ziyareti. Seramik ustası Sıtkı Olçar’ın (Sıtkı usta) Tokyo’da seramik sergisi.Tonami’de lale festivali. Piyanist İdil Biret’in konserleri. Barış Manço konserleri. Ertuğrul’u anma törenlerinin 105. yılı nedeniyle Deniz Kuvvetleri Komutanlığından gelen bir heyetinde katıldığı Kushimoto anma törenleri. Sagae kiraz festivali. THY’nin Osaka seferlerinin başlaması. Türkiye’de Jıca Ofisi açılmasına ilişkin TBMM’nde Bakanlar Kurulu kararının alınması.Japonya Ana Muhalefet Partisi Shinshinto’nun Genel Sekreteri Ozawa’nın İstanbul’a yaptığı özel ziyaret.Japonya Dış İşleri Bakanlığı Dış Politika Bürosu Genel Müdürü Kawashima’nın Ankara ziyareti ve Dış İşleri Bakanlığında Görüşmeler. Soprano Yelda Kodallı’nın Tokyo’da verdiği konser. Kashiwazaki Türk Kültür Köyü’nün temelinin atılışı.Japon eğitim sistemi hakkında incelemelerde bulunmak üzere eğitimcilerden oluşan bir heyetin Japonya’yı ziyareti.Milletvekili Deniz Baykal’ın Dış İşleri Bakanlığının davetlisi olarak Japonya’yı ziyareti. Türk-Japon Vakfı tarafından Japonya’da düzenlenen Türk-Japon öğrenci konferansına, 20 kişilik bir öğrenci grubunun katılımı. Tokyo’da “Topkapı Sarayı’nın Hazineleri-Sultanların Sevdiği Seramikler” adı altında düzenlenen sergi. Sayfa 70 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) 1996- Japonya Dış İşleri Bakanı İkeda’nın Türkiye’ye resmî ziyareti. Türkiye-Japonya siyasî istişareler toplantılarının beşincisi. (Tokyo) Kashiwazaki Türk Kültür Köyü’nün açılışı ve bu vesileyle Kültür Bakanı İsmail Kahraman’ın Japonya’yı ziyareti. Türkiye-Japonya Karma Ekonomik Komitesi (İş Konseyi) 10. toplantısı (Tokyo). Mersin’in kardeş şehri Kushimoto’daki Ohshima Ortaokuluna bağışlanan çinilerin açılış merasimi. Flüt sanatçısı Şefika Kutluer’in konseri. Sadberk Hanım Müzesi’nden gelen bazı eserlerle “Türk Sanatı ve Anadolu Kültürü” adlı bir serginin Kashiwazaki Türk Kültür Köyü’nde açılması. 1997- TBMM Başkanı Mustafa Kalemli’nin Japon Yukarı Meclis Başkanlığının davetlisi olarak Tokyo’yu ziyareti. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın Japonya’yı resmî ziyareti ve bu vesileyle Kushimoto şehrindeki Ertuğrul Müzesi açılış törenine katılması.Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hikmet Köksal’ın Kore’yi takiben Japonya’yı ziyareti.Hazine Müsteşarı Mehmet Kaytaz’ın Asya Kalkınma Bankası Toplantıları vesilesiyle Tokyo’yu ziyaretleri. Türkiye-Japonya Siyasi İstişareler Toplantılarının Altıncısı (Ankara). Japonya Dış İşleri Bakanlığı Ekonomik İşbirliği Bölümü Genel Müdürü Hatanake’nin Ankara’yı ziyareti.Türkiye Dış İşleri Bakanlığı Kuzey Amerika Dairesi Genel Müdürü Büyükelçi Ergun Pelit’in Jıca’nın davetlisi olarak Japonya’yı ziyareti. Japonya Dış İşleri Bakanlığı Siyaset Plânlama Genel Müdürü Kodera’nın Ankara’yı ziyareti. Çevre Bakanı İmren Aykut’un Kyoto’da yapılan İklim değişiklikleri Çerçeve Sözleşmesi III. Taraflar Konferansı vesilesiyle Japonya’yı ziyareti. 19 kişilik bir öğrenci grubunun dördüncü Türk-Japon Vakfı tarafından düzenlenen Türk-Japon Öğrenci Konferansı Toplantılarına katılmak üzere Japonya’yı ziyareti. 1998- Japonya Milli Emlaktan Sorumlu Devlet Bakanı Hisaoki Kamei’nin Türkiye’yi ziyareti. DPT Müsteşarı Prof. Dr. Orhan Güvenen’in Tokyo ziyareti. Prens Mikasa’nın oğlu Tomohito Mikasa’nın Ortadoğu Kültür Merkezi’nin “Anadolu Arkeoloji Enstitüsü” adı altında açılışı vesilesiyle Türkiye’yi ziyareti. Denizcilikten Sorumlu Devlet Bakanı Burhan Kara’nın Japonya’yı ziyareti. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner’in Japonya ziyareti. Ertuğrul Fırkateyni Şehitlerinin ve Kurtulanlarının Listesi Şehit Subaylar Kafile Komutanı Mirliva Cibalili Osman Ahmed Paşa Çarkçıbaşı Makine Miralayı Hemşinli İbrahim Mehmed Bey Baş Tabib Miralay Eyüblü Hüseyin Hüsnü Hüseyin Bey Gemi Süvarisi Güverte Kaymakam Tekirdağlı Ali Mehmed Bey Süvari Muavini Güverte Kaymakam Tekirdağlı Ahmed Cemil Alâattin Bey İkinci Kaptan Güverte Binbaşı Yeniçeşmeli Nuri Hüseyin Bey Üçüncü Kaptan Güverte Binbaşı Fenerli Mehmed Yakup Bey Dördüncü Kaptan Güverte Binbaşı Tekirdağlı Ömer Mehmed Bey İkinci Çarkçı Makine Binbaşı Kasımpaşalı Hacı Ahmed Hasan Bey Tabib Sağkolağası Beyoğlulu Yasef Jak Efendi Seyir Subayı Güverte Solkolağası Beşiktaşlı Hafız Tahsin Mehmed Kaptan Torpido Muallimi Güverte Solkolağası Kadıköylü Reşat Emin Kaptan Beşinci Kaptan Güverte Solkolağası Asitaneli Tevfik Mehmed Kaptan Dördüncü Çarkçı Makine Solkolağası Eyüplü Şevki Bekir Efendi Baş Katip Kalyon Katibi Kasımpaşalı Cemal Ethem Efendi Topçu Subayı Güverte Yüzbaşı Yanyalı Celâl Fevzi Efendi 1. Bölük Subayı Güverte Yüzbaşı Kasımpaşalı Hamdi Mehmed Efendi 2. Bölük Subayı Güverte Yüzbaşı Davudpaşalı Hulusi Nuri Efendi 3. Bölük Subayı Güverte Sayfa 71 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Yüzbaşı Yeniçeşmeli Mehmed Nuri Ali Efendi 4. Bölük Subayı Güverte Yüzbaşı Asitaneli Ömer Lütfi Bekir Efendi 5. Bölük Subayı Güverte Yüzbaşı Kasımpaşalı Mehmed Ömer İzzet Efendi Makine Vardiya Subayı Çarkçı Yüzbaşı Asitaneli Mehmed Cemal Salih Efendi Makine Vardiya Subayı Çarkçı Yüzbaşı Tophaneli Mehmet Sait Abdullah Efendi Makine Vardiya Subayı Çarkçı Yüzbaşı Eyüplü Arif Salih Efendi Seyir Subay Muavini Mülazım-ı Evvel Beykozlu Necip, Mehmet Râsim Efendi Stajyer Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Kocamustafapaşalı Agâh Rıza Efendi Stajyer Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Beşiktaşlı Rıza, Ahmet Hamdi Efendi Stajyer Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Kasımpaşalı Âsaf, Şükrü Efendi Stajyer Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Kasımpaşalı Mehmet, İsmail Efendi Stajyer Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Beykozlu İzzet, Şerif İsmail Efendi Stajyer Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Kasımpaşalı Ali Rıza, Ziya Efendi Stajyer Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Küçükpazarlı Hâşim, Süleyman Efendi Stajyer Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Tophaneli Mehmed, Tevfik Halim Efendi Stajyer Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Hasköylü Ahmed, Eyüp Efendi Seyir Subayı Muavini ve 1. Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Sütlüceli Şemsettin Hurşit Efendi Seyir Subayı Muavini ve 2. Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Kasımpaşalı Basri Şükrü Efendi Seyir Subayı Muavini ve 3. Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Kapandakikli İbrahim Şevki, İbrahim Efendi Topçu Komutan Muavini ve 4. Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Kasımpaşalı Saffet Rıfat Efendi Seyir Subay Muavini ve 5. Bölük Subayı Güverte Mülazım-ı Evvel Kasımpaşalı Hasan Tahsin İsmail Efendi Stajyer Bölük Subayı Çarkçı Mülazım-ı Evvel Asitaneli Sadık Eyüp Efendi Stajyer Bölük Subayı Çarkçı Mülazım-ı Evvel İstinyeli Ali Rıza Şevki Efendi Stajyer Bölük Subayı Çarkçı Mülazım-ı Evvel Küçükmustafapaşalı Kadri Hasan Ahmed Efendi Torpido Memuru Stajyer Bölük Subayı Çarkçı Mülazım-ı Evvel Kasımpaşalı H. Kemal Hasan Efendi İnşaiye Subayı İnşaiye Mülazım-ı Evvel Sultanselimli Ali Mehmed Efendi Stajyer Güverte Mülazım-ı Sâni Kulaksızlı Ali, Ârif Efendi Stajyer Güverte Mülazım-ı Sâni Kasımpaşalı Şem'i, Mustafa Efendi Stajyer Güverte Mülazım-ı Sâni Kasımpaşalı Ahmet Ziya, İbrahim Efendi Stajyer Güverte Mülazım-ı Sâni Kasımpaşalı Mehmed Ziya, Emin Efendi Stajyer Güverte Mülazım-ı Sâni Balatlı Salih, Ahmed Emin Efendi Silâhendaz Mülazım-ı Sâni Çeşmeli Ferdi Mustafa Ahmed Efendi Ertuğrul Fırkateyni Şehitlerinin ve Kurtulanlarının Listesi Mâiyet Erleri ve Bölük Eratları Mâiyet Erleri: Bölükten Sürmeneli Yakup oğlu Ahmet Sayfa 72 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Çavuş 1884/1936 Bölükten Bölük Emini Gümüşhaneli Tufan oğlu Arif Çavuş 1885/1601 Sibyan'dan Geçme 1. Bölükten Lomlu Yahya oğlu Ruşen Er 1883/2047 Bölük Eratı: Urlalı Abdullahoğlu Hüseyin Çavuş 1885/4405 Rizeli Kumaşoğullarından Hüseyin oğlu Salih Onbaşı 1884/887 Yumralı Köroğullarından Bayram oğlu Mehmed Onbaşı 1884/1107 Çarşambalı Bastiloğullarından Halil oğlu Hamid Onbaşı 1884/2102 Tirebolulu Velioğullarından İsmail oğlu Hasan Onbaşı 1885/610 Giresunlu Kirazoğullarından Mehmet oğlu Şükrü Onbaşı 1885/1024 Keşaplı Sakallıoğullarından Mehmet oğlu Hasan Onbaşı 1885/3541 Akçaabadlı Süleymanoğullarından Osmanoğlu Nuri Onbaşı 1885/3841 Ordulu Karavelioğullarından Hüseyin oğlu Ahmed Onbaşı 1885/4095 Yumralı Kalaycıoğullarından Ömer oğlu Mehmed Onbaşı 1885/6073 Milolu (Antalya) Mustafa oğlu Mustafa Onbaşı 1885/6880 Tonyalı Kuzuluğullarından Mehmed oğlu Abdullah Onbaşı 1885/3612 Tophaneli Sadık oğlu Mehmed Sibyandan Geçme Er 1879/4066 Asitaneli Yunus oğlu Kadri Sibyandan Geçme Er 1882/1315 Göreleli Ahmedoğullarından İbrahim oğlu Hasan Er 1884/160 Keşaplı Veysioğullarından Halil oğlu Halil Er 1884/647 Mapavrili Balyasoğullarından Osman oğlu Salih Er 1884/1720 Oflu Deliömeroğullarından Mustafa oğlu Mehmed Er 1885/41 Rizeli Haliloğullarından Memiş oğlu Mehmed Er 1885/225 Divrikli Şeyoğullarından Mehmed oğlu Hasan Er 1885/309 Samsunlu Öksüzoğullarından Mehmet oğlu Abdullah Er 1885/886 Samsunlu İmanoğullarından Ali oğlu Halil Er 1885/892 Giresunlu Yusufoğullarından Hasan oğlu İlyas Er 1885/1016 Akçaabatlı Ahmedoğullarından Yusuf oğlu Ahmet Hamdi Er 1885/1376 Pirazizli Alibaşoğullarından Mehmet oğlu Mehmet Er 1885/2504 İnebolulu Zingaroğullarından Ali oğlu Mustafa Er 1885/2713 Ordulu Halil oğlu Ahmet Er 1885/4715 Ordulu Müftüoğullarından Hüseyin oğlu Ali Er 1885/4184 Ordulu Tiryakioğullarından Süleyman oğlu Mahmut Er 1885/4190 Oflu Hacıhasanoğullarından Mehmed oğlu İsmail Er 1885/4675 Ordulu Sakaoğullarından Mehmed oğlu Mustafa Sayfa 73 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Er 1885/7360 Keşdereli (Fatsa) Armağanoğullarından Hasan oğlu Hüseyin Er 1886/217 İzmirli Bulanlımehmedoğullarından Mustafa oğlu Osman Er 1886/1294 Hoşalaylı (Fatsa) Eyüboğullarından Hüseyin oğlu Ali Er 1886/1943 Samsunlu Uzunoğullarından Ali oğlu Mehmet Er 1886/2860 Bafralı Aşçıoğullarından Mehmet oğlu Recep Er 1886/3005 Alaçamlı Köleoğullarından Veli oğlu Hüseyin Er 1886/3066 Kale-i Sultaniyeli Ali oğlu Mehmed Er 1887/187 Gemlikli Sertabdullahoğullarından Mustafa oğlu Osman Er 1887/525 Amasralı Yazıcıoğullarından Ali Osman oğlu İbrahim Er 1887/636 Ayvacıklı Karahasanoğullarından Ali oğlu Şevket Er 1887/717 Ayvacıklı Bozoğullarından Ahmet oğlu Mustafa Er 1887/725 Amasralı Yeniçerioğullarından Osman oğlu Mustafa Er 1887/876 Kuruçaylı (Erzincan) Sarıoğullarından Halil oğlu Mustafa Er 1887/947 Bartınlı Şeyhoğullarından Süleyman oğlu Şaban Er 1887/1323 Çamaşlı (Ordu) Dumanoğullarından Mehmet oğlu Osman Er 1887/1782 Balıkesirli Topaloğullarından Ahmet oğlu Ali Osman Er 1887/1797 Vakfıkebirli Naipoğullarından Arif oğlu Mustafa Er 1887/2022 Akçaabatlı (Trabzon) Alemdaroğullarından Hasan oğlu Ömer Er 1887/2405 Hamidiyeli (Şebinkarahisar) İkizoğullarından Ömer oğlu Şakir Er 1887/2860 Koçhisarlı Saraçoğullarından Ali oğlu Arif Er 1887/2923 İzmirli Abdülbari oğlu Kemalettin Er 1887/3058 Kaşlı (Antalya) Kocavelioğullarından Molla Veli oğlu Ömer Er 1887/3410 Kaşlı (Antalya) Mollaisaoğullarından Musa oğlu Mustafa Er 1887/3407 Lapsekili Servi Muhacirlerinden Mustafa oğlu İsmail Er 1887/3460 Lapsekili Kaşıkçıoğullarından Mustafa oğlu Mehmet Er 1887/3450 Lapsekili Ahmetçavuşoğullarından Ahmet oğlu Mehmed Er 1887/3461 Kale-i Sultaniyeli Çakıroğullarından Musa oğlu Mustafa Er 1887/3588 Şileli Değirmencioğullarından Halil oğlu Mustafa Er 1887/5647 Şileli Mollamehmetoğullarından İbrahim oğlu Mehmet Er 1887/5669 Gebzeli Akviranlı-Torunu Lâtif oğlu İzzet Er 1887/5775 İstefanlı (Ayancık) Sepetçioğullarından Yusuf oğlu Fevzi Er 1887/5865 Ezineli Karaahmetoğullarından İbrahim oğlu Ahmet İzzet Er 1887/6207 Kavaklı (Samsun) Müezzinoğullarından Ahmet oğlu Şerif Er 1888/975 Kavaklı (Samsun) Molla Mustafa yeğeni Sadık oğlu Lütfullah Er 1888/985 Sayfa 74 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) İzmirli Saraçoğullarından Halil oğlu Ahmet Er 1888/1619 Atinalı (Pazar) Hüsrevoğullarından Ali oğlu Şaban Er 1888/1845 Hemşinli Velioğullarından Mustafa oğlu İlyas Er 1888/1906 Giresunlu Erzurumluoğullarından Resul oğlu Hasan Er 1888/1953 Karaburunlu (İzmir) Manastırlı Hüseyin Torunu Halil oğlu Hüseyin Er 1888/2857 Karaburunlu (İzmir) Hüseyin oğlu Hasan Er 1888/2859 Karaburunlu (İzmir) Mustafa oğlu Mehmed Er 1888/2861 Urlalı Beyoğlu Hasan Torunu Ali oğlu Ahmet Er 1888/2913 Bursalı Sadettin oğlu Mustafa Er Bölük Eratı: Rizeli Mustafa oğlu Zekeriya Çavuş 1880/787 Kasımpaşalı Ali oğlu Salih Agâh Çavuş, Bölük Emini 1881/7979 Göreleli Eyiceoğullarından Süleyman oğlu Mehmet Çavuş 1884/161 Minolu (Antalya) Osmanoğullarından Ali oğlu Ömer Çavuş 1885/6875 Giresunlu Çamcalıoğullarından Mehmet oğlu Osman Onbaşı 1883/3105 Çarşambalı Hatipoğullarından Selim oğlu Mehmet Onbaşı 1884/1747 Mapavrili (Rize) Bağdatlıoğullarından Ali oğlu Ömer Onbaşı 1885/217 Şarlı (Trabzon) Kemancıoğullarından Mustafa oğlu Yakup Onbaşı 1885/684 Bulamanlı (Ünye) İshakoğullarından Ömer oğlu Ali Onbaşı 1885/711 Ulubeyli (Ordu) Kahyaoğullarından Hüseyin oğlu Ali Onbaşı 1885/756 Mecitözlü Kavakçıoğullarından Ali oğlu Hüseyin Onbaşı 1885/3607 İzmirli Mustafa oğlu Mehmet Onbaşı 1886/1157 Eskizağralı Kamil oğlu Hasan Tahsin Sübyandan Geçme Er 1880/2224 Meğrili (Fethiye) Avıoğullarından Hüseyin oğlu Ömer Er 1883/2994 Topkapılı Salih oğlu Selahaddin Subyandan Geçme Er 1884/3125 Tirebolulu Çilahmetoğullarından Süleyman oğlu Hüseyin Er 1885/326 Samsunlu Tolukoğullarından Hüseyin oğlu Hasan Er 1885/883 Samsunlu İmamoğullarından Ali Oğlu Musa Er 1885/889 Gümüşhaneli Sandıkoğullarından Hasan oğlu Mehmed Er 1885/1536 Karaburunlu İbrahimoğullarından Mehmet oğlu Mustafa Er 1885/2062 Çarşambalı Avcıoğullarından Mehmet oğlu Ali Er 1885/2599 Ordulu Kocaoğullarından Süleyman oğlu İbrahim Er 1885/4173 Ordulu Varilcioğullarından Mehmet oğlu Mustafa Er 1885/4192 Gebzeli Seyit Mehmet oğlu Osman Şerif Er 1886/2768 Sayfa 75 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Samsunlu Softaoğullarından Mehmet oğlu Selim Er 1886/2869 Bafralı Kargaoğlu Yeğeni Hasan oğlu Arif Er 1886/3007 Bafralı Abti oğlu Yusuf Er 1886/3011 Rizeli Topaloğullarından Recep oğlu Temel Er 1887/245 İzmirli Çırpanoğullarından Mehmet oğlu Osman Er 1887/305 İzmirli Ahmet oğlu Necip Er 1887/313 Gemlikli Mustafa oğlu İbrahim Er 1887/524 Maçkalı (Trabzon) İncehasanoğullarından Hasan oğlu Osman Er 1887/680 Maçkalı (Trabzon) oğlu Mustafa Er 1887/688 Ayvacıklı Hacıtalipoğullarından Mehmet oğlu Mustafa Er 1887/735 Ayvacıklı Mahmutoğullarından Arif oğlu İsmail Er 1887/762 Cideli Lazoğullarından Mehmet oğlu Hasan Er 1887/1439 Abanalı (İnebolu) Kalafatoğullarından Ali oğlu Ali Er 1887/1552 Balıkesirli Tırnavalıoğullarından Osman oğlu Abdurrahman Er 1887/1801 Akçaabatlı Köroğullarından Mehmet oğlu Kamil Er 1887/2360 Akçaabatlı Haliloğullarından Mehmet oğlu Osman Er 1887/2361 Akçaabatlı Mısırlıoğullarından Mehmet oğlu İbrahim Er 1887/2370 Akçaabatlı Turalıoğullarından Mustafa oğlu Ali Er 1887/2425 Akçaabatlı Mollaoğullarından İsmail oğlu Emin Er 1887/2434 Hamidiye (Bolu) Nasuhoğullarından Hasan oğlu Hüseyin Er 1887/2716 Hamidiye (Şibinkarahisar) Fettahoğullarından İbrahim oğlu Mustafa Er 1887/2884 Lapsekili Topalmahmutoğullarından Mehmet oğlu Hüseyin Er 1887/3459 Kemahlı Köseoğullarından Mehmet oğlu Hasan Er 1887/3666 Lapsekili Demirciismailoğullarından İsmail oğlu Hasan Er 1887/3474 Bayburtlu Ahmet oğlu Veli Şükrü Er 1887/4684 İstefanlı (Ayancık) Bafralıoğullarından Salih oğlu Şaban Er 1887/5577 Şileli Manavoğullarından İdris oğlu İsmail Er 1887/5663 Şileli Kuzuoğullarından İbrahim oğlu Mehmet Er 1887/5675 Edremitli Mustafa oğlu İbrahim Er 1887/5702 Edremitli Peynircioğullarından Mustafa oğlu Ali Er 1887/5707 Edremitli Kundakçıoğullarından Mehmet oğlu Hasan Er 1887/5712 Gebzeli Mahmut oğlu Mustafa Er 1887/5793 Gölpazarlı Ağzıyukarıoğullarından Ahmet oğlu Mustafa Er 1887/5999 Yaykıllı (G Erze) Tiryakioğullarından Mehmet oğlu Ahmet Er 1887/6025 Sayfa 76 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Ezineli Dağlıoğullarından Hüseyin oğlu Mehmet Er 1887/6213 Ezineli Hacınizamoğullarından Hüseyin oğlu Ali Er 1887/6215 Çarşambalı Çakıroğullarından Mehmet oğlu Kadir Er 1888/2 Sürmeneli Süleymanoğullarından Mustafa oğlu Miktad Er 1888/705 Sürmeneli Sakaoğullarından Ömer oğlu Hüseyin Er 1888/712 Kavaklı (Samsun) Atlıoğullarından Mustafa oğlu Ahmet Er 1888/948 Kavaklı (Samsun) Haliloğlu Torunu Mehmet oğlu Ahmet Er 1888/949 Kavaklı (Samsun) Marizoğullarından İbrahim oğlu Mustafa Er 1888/958 Kavaklı (Samsun) Azimoğullarından Salih oğlu Hamit Er 1888/962 Kavaklı (Samsun) Kozanoğullarından Ahmet oğlu Mehmet Er 1888/968 Kavaklı (Samsun) Çürükhaliloğullarından Osman oğlu Hüseyin Er 1888/970 Kavaklı (Samsun) Topaloğullarından Şerif Oğlu Emrullah Er 1888/973 Kavaklı (Samsun) Mustafaoğullarından Ali oğlu Arif Er 1888/978 Kavaklı (Samsun) Karabaloğullarından Recep oğlu Emin Er 1888/982 Burunabatlı (İzmir) Bölükoğullarından Süleyman oğlu Mehmet Er 1888/1549 Karaburunlu (İzmir) Mehmet oğlu Mustafa Er 1888/2861 Urlalı Musaoğullarından Ömer oğlu Mehmet Er 1888/2918 Bölük Eratı: Mapavrili (Rize) Alcıkoğullarından Mustafa oğlu Kerim Çavuş 1884/2542 Çevreğili (Ünye) Kerimoğullarından Sadık oğlu İshak Çavuş, Bölük Emini 1885/3422 Bigalı Tuzlalıoğullarından Ali oğlu Halil Çavuş 1885/6130 Ordulu İmamoğullarından Mustafa oğlu Mustafa Çavuş, Bölük Emini 1885/7359 Üsküdarlı Emin oğlu İsmail Sübyandan Geçme Onbaşı 1881/8008 Sivrihisarlı Mehmet Oğlu Mahmut Onbaşı 1883/4161 Elmalı Karahaliloğullarından Mahmut oğlu Ali Onbaşı 1883/4878 Oflu Karıncaoğullarından Mustafa oğlu Mehmet Onbaşı 1885/46 Maçkalı Kalenderoğullarından Süleyman oğlu Ali Onbaşı 1885/259 Sürmeneli Alakahoğullarından Mehmet oğlu Ömer Onbaşı 1885/3514 Ordulu İmamoğullarından Mahmut oğlu Hüseyin Onbaşı 1887/4215 Somalı Mustafaoğullarından İsa oğlu Mahmut Er 1881/6821 Hasköylü Mehmet oğlu Apti Sübyandan Geçme Er 1881/8148 İnebolulu Mollahasanoğullarından Hasan oğlu Salih Er 1884/1631 Maçkalı (Trabzon) Mollamehmetoğullarından Halil oğlu Ahmet Er 1884/2321 Maçkalı (Trabzon) Murtazaoğullarından Ali oğlu Halil Arif Er 1885/287 Sayfa 77 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Tirebolulu Karahüseyinoğullarından Hasan oğlu Halil Er 1885/512 Arhavili (Rize) Hotinoğullarından Şaban oğlu Süleyman Er 1885/661 Samsunlu Memişoğullarından Hasan oğlu Şerif Er 1885/912 Ordulu Karahasanoğullarından Murteza oğlu Mehmet Er 1885/2296 Pazarsulu (Giresun) Çırakoğullarından Hasan oğlu Hüseyin Er 1885/3199 Akköylü (Giresun) Kürtoğullarından Hasan oğlu İbrahim Er 1885/3210 Abanalı (İnebolu) Tiryakioğullarından Mehmet oğlu Mehmet Er 1885/3730 Ordulu Abazoğlu Torunu Mustafa oğlu Osman Er 1885/4183 Ordulu Kocahasanoğullarından Osman oğlu Hüseyin Er 1885/4200 Ordulu Mehmetağaoğullarından Mahmut oğlu Ömer Er 1885/4206 Oflu Sarıalioğullarından İbrahim oğlu Recep Er 1885/4676 Vakfıkebirli Kuruoğullarından Ali oğlu İzzet Er 1885/6357 Ordulu Toymazoğullarından Ahmet oğlu İbrahim Er 1885/7353 İzmirli Arnavutoğullarından İsmail oğlu Cemil Er 1886/1296 Hoşalaylı (Cide) Dedemehmetoğullarından Ömer oğlu Mustafa Er 1886/1816 Şileli Tombuloğullarından Mehmet oğlu Recep Er 1886/2128 Cideli Bilaloğullarından Memiş oğlu Bilal Er 1886/2544 Çarşambalı Abbasoğullarından Abdullah oğlu Hasan Er 1886/2587 Bafralı Çolakoğullarından Hüseyin oğlu Ömer Er 1886/3001 Akköylü (Giresun) Sarıoğullarından Aziz oğlu Hasan Er 1886/3748 Kurayısebalı (Trabzon) Ekşioğullarından Davut oğlu İsmail Er 1887/342 Gemlikli Arıkoğullarından Rüstem oğlu Mehmet Er 1887/523 Gemlikli Eskizaroğullarından Mehmet oğlu Selim Er 1887/527 Gemlikli Kürtoğullarından Osman oğlu Mehmet Er 1887/531 Ayvalıklı İmamoğullarından Hüseyin oğlu Şerif İbrahim Er 1887/727 Lapsekili Hasan oğlu Hasan Er 1887/765 Ayvacıklı Tepeköylüoğullarından Ali oğlu Mustafa Er 1887/766 Sürmeneli Alioğullarından Osman oğlu Hasan Er 1887/784 Hemşinli Panbukçuoğullarından Cumaali oğlu Hüseyin Er 1887/2654 Hamidiyeli (Bolu) Köseoğullarından Veli oğlu Recep Er 1887/2713 Bayburtlu İbrahim oğlu Şerif Er 1887/3086 Ökseli (Çarşamba) Mollaömeroğullarından Ömer oğlu İbrahim Er 1887/3196 Kalafatlı Alihocaoğullarından Ömer oğlu Ali Er 1887/3413 Lapsekili Tatarpazalığı Muhacirlerinden Mehmet oğlu Osman Er 1887/3463 Lapsekili Kaptanoğullarından Yusuf oğlu Mustafa Sayfa 78 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Er 1887/3466 Sivaslı Delibekiroğullarından Bekir oğlu Mehmet Er 1887/3531 Karadenizli (Rize) Kalpakoğullarından Hüseyin oğlu Ali Er 1887/3673 Bayburtlu Mehmet oğlu Ali Er 1887/4701 Mudanyalı Mustafa oğlu Kara Salim Er 1887/5074 İstefanlı (Ayancık) Kesercioğullarından Arif oğlu İbrahim Er 1887/5561 İstefanlı (Ayancık) Salimbeşoğullarından Ahmet oğlu Mehmet Er 1887/5564 Şileli Kadirbeyoğullarından Mehmet oğlu Halil Er 1887/5649 Şileli Bostanoğullarından Süleyman oğlu Emin Er 1887/5678 Kavaklı Kadıoğlu Yeğeni Ahmet oğlu Hakkı Er 1888/977 Yumralı Aliyazıcıoğullarından Osman oğlu Numan Er 1888/1138 Tirebolulu Balioğullarından Mehmet oğlu Dursun Er 1888/2113 Karaburunlu (İzmir) Amcahaliloğullarından Halil oğlu Hasan Er 1888/2849 Karaburunlu (İzmir) Silistirelilerden Hasan oğlu Hasan Er 1888/2859 Karaburunlu (İzmir) Manastırlıhamzaoğullarından Mehmet oğlu Mustafa Er 1888/2860 Çeşmeli Ali oğlu Esat Er 1888/2882 Çeşmeli Kocasüleyman Torunu Mehmet Ali oğlu İsmail Er 1888/2883 Urfalı Beyoğluhasan torunu Ali oğlu Ahmet Er 1888/2913 Karadereli (Rize) Tüfekçioğullarından Ahmet oğlu Mustafa Er 1888/2964 Bölük Eratı: Akçaabatlı Velioğullarından Salihoğlu Mustafa Çavuş 1884/3047 Tekirdağlı Emin oğlu Mehmet Çavuş, Bölük Emini 1885/1125 Yafalı Mehmet oğlu Eyüp Çavuş 1885/6300 Seydişehirli Hasanoğullarından Hüseyin oğlu Hüseyin Onbaşı 1884/1389 Giresunlu Bıyıkoğullarından Ahmet oğlu Hasan Onbaşı 1885/1048 Akçaabatlı (Trabzon) Osman oğlu Mehmet Bilâl Onbaşı 1885/1375 Sürmeneli Hamzavelioğullarından Ahmet oğlu Hasan Onbaşı 1885/6552 Antalyalı Abdurrahman oğlu Bekir Onbaşı 1885/6923 Tophaneli İbrahim oğlu Mehmet Er 1881/8197 Termeli (Samsun) İbrahimoğullarından Hüseyin oğlu Hasan Er 1883/3795 Maçkalı Köleoğlu Yeğeni Ali oğlu Emin Er 1885/267 Şarlılı Veysioğullarından İbrahim oğlu Abdullah Er 1885/438 Fatsalı Zoroğullarından Mustafa oğlu Süleyman Er 1885/722 Akçaabatlı (Trabzon) Murtazaoğullarından Ali oğlu İzzet Er 1885/1371 Kelkitli (Gümüşhane) Topaloğullarından Osman oğlu Osman Sayfa 79 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Er 1885/2914 Oflu Sarıalioğullarından Süleyman oğlu Yusuf Er 1885/4677 Giresunlu Mehmet oğlu Bilal Er 1885/4795 Koyulhisarlı (Şibinkarahisar) Abdülazizoğullarından Mehmet oğlu Aziz Er 1885/6173 Yumralı (Trabzon) Alioğullarından Mehmet oğlu Halil Er 1885/6600 Sürmeneli Köçekoğullarından Ahmet oğlu Emin Er 1885/6769 İstanozlu (Antalya) Ali oğlu Mehmet Er 1885/6935 Ordulu Kulakoğlu torunu Yusuf oğlu Mehmet Er 1885/7355 Gelibolulu Kırimî Salih oğlu Süleyman Er 1886/476 İzmirli Rençberoğullarından İbrahim oğlu İbrahim Er 1886/598 İzmirli Molla İbrahim oğlu Hüseyin Er 1886/1085 İzmirli Mahmut Mamak oğlu Ahmet Er 1886/1163 Ünyeli Aşcıoğullarından Mehmet oğlu Mustafa Er 1886/1179 Kurayı Sebalı (Trabzon) Hafızaoğullarından Osman oğlu Mustafa Er 1886/1391 Hoşalaylı (Cide) Karakadıoğullarından Bilal oğlu İbrahim Er 1886/1790 Büyük Limanlı Alemdaroğullarından Osman oğlu Mehmet Er 1886/1796 Maçkalı (Trabzon) İbişoğullarından Ali oğlu Temel Er 1886/2033 Fenarisli (Ünye) Balcıimamoğullarından Raşit oğlu Mehmet Er 1886/2779 Fenarisli (Ünye) Abazaoğullarından Ali oğlu Emin Er 1886/2783 Fabralı Keleşoğullarından Hasan oğlu Hasan Er 1886/3010 Gerzeli Hızıroğullarından Mehmet oğlu İbrahim Er 1886/3114 Serkeşli (Fatsa) Tonbaloğullarından İsmail oğlu Hasan Er 1886/3454 Trabzonlu Musaoğullarından Kamil oğlu Mehmet Er 1887/13 İzmirli Filibelioğullarından Ahmet oğlu Hasan Er 1887/200 İzmirli Mehmet oğlu İsmail Er 1887/205 İzmirli Mehmet oğlu Hüseyin Er 1887/291 Sürmeneli İpekçioğullarından Mehmet oğlu Ali Er 1887/787 Sürmeneli Kahramanoğullarından Mehmet oğlu İsmail Er 1887/800 Ayvacıklı Çakıroğlu Karındaşı Hasan oğlu İbrahim Er 1887/819 Şarlılı İmamecioğullarından Ali oğlu Mehmet Er 1887/892 Akçaabatlı (Trabzon) Osmanoğlu Mehmet Er 1887/2347 Akçaabatlı (Trabzon) Seyidoğullarından Hasan oğlu Salim Er 1887/2426 İzmitli Ali Osman oğlu Şerif Ali Er 1887/3053 Lapsekili Karaçobanoğullarından Hüseyin oğlu Hüseyin Er 1887/3476 Kalei Sultaniyeli İbrahim oğlu Hasan Er 1887/3580 Sayfa 80 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Serkeşli (Fatsa) Velimehmetoğullarından Hasan oğlu Osman Er 1887/3724 İstefanlı (Ayvacık) Tophanelioğullarından İsmail oğlu Mustafa Er 1887/5568 İstefanlı (Ayvacık) Battaloğullarından Hasan oğlu Mehmet Er 1887/5581 Şileli İbrahimoğullarından Mehmet oğlu Rıza Er 1887/5650 Şileli Hacıhasanoğullarından İbrahim oğlu Mustafa Er 1887/5677 Şileli Karahüseyinoğullarından Ahmet oğlu İbrahim Er 1887/5680 Şileli Şehirlioğullarından Hüseyin oğlu İbrahim Er 1887/5683 Meğrili (Fethiye) Mehmet oğlu Süleyman Er 1887/5903 Boyalı (Araç) Fevzullahoğullarından İsmail oğlu Hasan Er 1887/6111 Sürmeneli Yakupoğullarından Şaban oğlu Ali Er 1888/707 Serkeşli (Fatsa) Doğmaoğullarından Osman oğlu İbrahim Er 1888/2737 Karaburunlu (İzmir) Ahmet oğlu İsmail Er 1888/2850 Karaburunlu (İzmir) Delihüseyinoğullarından Hasan oğlu Mustafa Er 1888/2854 Karaburunlu (İzmir) Manastırlı Hasan torunu Halil oğlu Hüseyin Er 1888/2857 Urlalı Mustafa oğlu Ali Er 1888/2917 Bölük Eratı: Kurayı Sebalı (Trabzon) Yusuf oğlu İlyas Çavuş, Bölük Emini 1885/603 Ayvacıklı Yusuf oğlu Halil İbrahim Çavuş 1885/4774 Gümüşhaneli Salih oğlu Temel Onbaşı 1882/2025 Maçkalı Cinalioğullarından Hasan oğlu Emrullah Onbaşı 1885/253 İnebolulu Tavukluoğullarından Mustafa oğlu Ahmet Onbaşı 1885/1076 Ordulu Basaloğullarından Hüseyin oğlu Durmuş Onbaşı 1885/4199 Samsunlu Kavaklıhasanoğullarından Mehmet oğlu Salih Onbaşı 1886/2868 Eyüplü Arif oğlu İsmail, Sübyandan Geçme Er 1882/3168 Giresunlu Gülcüoğullarından Musa oğlu İbrahim Er 1884/64 Karadereli (Rize) Yetimoğullarından Temel oğlu Hamza Er 1885/327 Tirebolulu Murtazaoğullarından Mehmet oğlu Halil Er 1885/486 Tirebolulu Delialioğullarından Hüseyin oğlu Ali Er 1885/771 Amasralı Meyrilioğullarından Ali oğlu Mehmet Er 1885/948 Giresunlu Bekir oğlu Ali Er 1885/1029 Çarşambalı (Bafra) Sıvacıoğullarından Mükellef oğlu Naşit Er 1885/2629 Akköylü (Giresun) Sepiçoğullarından İbrahim oğlu Temel Er 1885/3119 Keşaplı (Trabzon) Velioğullarından İsmail oğlu Osman Er 1885/3540 Pazarköylü Haliloğullarından Hamza oğlu Hüseyin Er 1885/3685 Sayfa 81 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Mecitözlü Hasan oğlu Zeynel Er 1885/3793 Hapishaneli (Ordu) Cüceoğullarından Mehmet oğlu Ali Er 1885/3807 Koyulhisarlı (Şibinkarahisar) Abdullah oğlu Yusuf Er 1885/6285 Yumralı Bağcıoğullarından Hüseyin oğlu Mustafa Er 1885/6601 Abanalı (İnebolu) Yusufoğlu torunu Mustafa oğlu Hasan Er 1886/1183 Abanalı (İnebolu) Kara Hasan oğullarından Mustafa oğlu Hüseyin Er 1886/1498 Hoşalaylı Sakaoğullarından İbrahim oğlu Ahmet Er 1886/1797 Göreleli Çobanoğullarından Ahmet oğlu Mustafa Er 1886/2314 Çarşambalı İbrahimoğullarından Yakupoğlu Mahmut Er 1886/2593 Tekirdağlı Mehmet oğlu İsmail Er 1886/2986 Bafralı Yamanoğullarından Hüseyin oğlu Ali Er 1886/3006 Alaçamlı (Bafra) Bekiroğullarından Mahmut oğlu Osman Er 1886/3068 Oflu Fettahoğullarından Yakup Kara oğlu Firuz Er 1887/156 İzmirli Cerramoğullarından Mehmet oğlu Hasan Er 1887/284 İzmirli İsmail oğlu Ahmet Er 1887/294 İzmirli Bedikoğullarından Bedik oğlu Mustafa Er 1887/307 Sürmeneli Sarı Mehmet oğullarından Mehmet oğlu Hasan Er 1887/788 Amasralı Kara Ahmetoğullarından Mehmet oğlu Hasan Er 1887/909 Mapavrili (Rize) Sarıahmetoğullarından Mustafa oğlu Recep Er 1887/1059 Bartınlı Molla Hüseyinoğullarından Ali oğlu Şaban Er 1887/1331 İzmirli Abdullah oğlu Ali Er 1887/1400 Ünyeli Kocamanoğullarından Mustafa oğlu İsmail Er 1887/1724 Balıkesirli Hamzaoğullarından Zekeriya oğlu Ömer Er 1887/1805 Akçaabatlı (Trabzon) Memişoğullarından Hasan oğlu Mustafa Er 1887/2367 İzmitli Hüseyin oğlu İsmail Er 1887/3059 Çarşambalı Alicikoğullarından Hüseyin oğlu Mehmet Er 1887/3153 Lapsekili Danişmentoğullarından Ali oğlu Halil Er 1887/3478 Akşehir Abatlı İsmail oğlu Kasım Er 1887/4050 İstefanlı (Ayvacık) Macaroğullarından Ahmet oğlu Ahmet Tevfik Er 1887/5560 Şileli Palabıyıkoğullarından Ahmet oğlu Fevzi Er 1887/5640 Şileli Ekşioğlu torunu İbrahim oğlu Ali Er 1887/5645 Şileli Yabancıoğullarından Öm Er oğlu Hüseyin Er 1887/5653 Şileli İstefanlıoğullarından Halil oğlu Mehmet Er 1887/5660 Edremitli Çavuşoğullarından Halil oğlu Mehmet Er 1887/5730 Sayfa 82 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) İstefanlı (Ayvacık) Hacıalioğullarından Hacı Ahmet oğlu . Er 1887/5839 İstefanlı (Ayvacık) İmamoğullarından Hüseyin oğlu Hüseyin Er 1887/5846 Yaykıllı (Gerze) Keklikoğullarından Halil oğlu İbrahim Er 1887/6030 Ezineli Mağripoğullarından Nuri oğlu Mustafa Er 1887/6209 Ezineli Keleşoğullarından Hasan oğlu Halil Er 1887/6210 Kavaklı (Samsun) Medetoğullarından Mehmet oğlu Recep Er 1888/955 Kavaklı (Samsun) Kabahasanoğullarından Mustafa oğlu Recep Er 1888/964 Rizeli Kendilioğullarından Salih oğlu Dural Er 1888/1046 Samsunlu Ahmet oğlu Hüseyin Er 1888/1385 Perşembeli (Ordu) Velireisoğullarından İbrahim oğlu Ali Er 1888/2669 Karaburunlu (İzmir) Turgutluoğullarından İbrahim oğlu Ali Er 1888/2851 Karaburunlu (İzmir) Topaloğullarından Hüseyin oğlu Ali Er 1888/2862 Urlalı Karabıyıkoğullarından Halil oğlu Mehmet Er 1888/2914 Urlalı Hasan torunu Osman oğlu Ali Kamil Er 1888/2916 Makine Eratı (Ateşliler): Asitaneli Hamdi oğlu Emir Er 1879/4056 İzmirli Hüseyin oğlu Hüseyin Er 1879/4456 Ayvacıklı Salih oğlu Mehmet Er 1879/6304 Yıldızelli (Sivas) Şaircioğullarından Hüseyin oğlu Ömer Er 1883/947 Ordulu Haliloğullarından Ali oğlu Mehmet Er 1883/1110 Hafikli Suluoğullarından Ali oğlu Mehmet Hamdi Er 1883/1554 Taşovalı (Taşabat) Taşömeroğullarından Mehmet oğlu Mehmet Er 1883/1757 Mihaliçli (Bursa) Tahtalıoğullarından Mehmet oğlu İsmail Er 1883/1806 Ayvacıklı Halilşeyhoğullarından Salih oğlu Veli Er 1883/3240 Çerkeşli Köroğullarından Mehmet oğlu Osman Er 1883/3774 Efrazlı (Fatsa) Tongaroğullarından Hüseyin oğlu İbrahim Er 1883/4066 Bartınlı Bağcıoğullarından Hasan oğlu İbrahim Er 1884/1754 Göreleli Karahasanoğullarından Ali oğlu Ali Er 1885/96 Tirebolulu Güncüoğullarından Mehmet oğlu Osman Er 1885/484 Ordulu Hüseyin oğlu Abdullah Er 1885/824 Karakuşlu (Niksar) Köleoğullarından Hasan oğlu Ali Er 1885/1823 Ünyeli Uzunvelioğullarından Veli oğlu Mehmet Er 1885/2102 Çarşambalı Kıyarahmetoğullarından Hasan oğlu Recep Er 1885/2610 Hapishaneli (Ordu) Kahyaoğullarından Ali oğlu Mustafa Er 1885/3817 Sayfa 83 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Bigalı Curamakoğullarından Mehmet oğlu İsmail Er 1885/6129 Bucaklı Nizamoğullarından Ali oğlu İbrahim Er 1885/6800 Makine Eratı (Kömürcüler): Sultanahmetli Mehmet Şükrü oğlu Nuri, Sübyandan Geçme Er 1880/1983 Akçaabatlı (Trabzon) Mustafa oğlu Osman Er 1881/1201 Edirnekapılı Raşit oğlu Rasim, Sübyandan Geçme Er 1881/8281 İslimyeli Mustafa oğlu Osman, Sübyandan Geçme Er 1882/3129 Vakfıkebirli Allahverdioğullarından Temel oğlu Derviş Er 1884/562 Ordulu Ceferoğlu torunu Ahmet oğlu Abdullah Er 1884/598 Ordulu Hekimoğulları torunu Süleyman oğlu Mahmut Er 1884/1530 Tophaneli Abdullah oğlu Bilal Er 1884/3183 Oflu Çayıroğullarından Pehlivan oğlu Yunus Er 1885/14 Oflu İbrahimoğullarından Hüseyin oğlu Hüseyin Er 1885/16 Oflu Velioğullarından Hüseyin oğlu Süleyman Er 1885/18 Göreleli Hüseyin oğullarından Halil oğlu Temel Er 1885/103 Giresunlu Osmanoğullarından Yusuf oğlu İsmail Er 1885/1005 Ebülhayırlı (Ordu) Alibaşlıoğullarından Hüseyin oğlu Ahmet Er 1885/2298 Pirazizli (Giresun) Mollaoğullarından Salim oğlu Mustafa Er 1885/2491 Pazarsulu (Giresun) Falcıoğullarından Halil oğlu Halil Er 1885/3192 Ordulu Şeyoğullarından Ömer oğlu İbrahim Er 1885/4202 Ordulu Haliloğullarından Mahraman oğlu Mehmet Er 1885/4208 Oflu Ulyaoğullarından Ali oğlu Şaban Er 1885/4674 Plançalı (Ereğli) Topaloğullarından Mehmet oğlu İsmail Er 1885/6057 Yafalı Hüseyin Arabi oğlu Ali Er 1885/6234 Saydalı Ali oğlu Mustafa Er 1885/6235 Yafalı Rabit oğlu Mehmet Salih Er 1885/6240 Yafalı İbrahim oğlu Hüseyin Er 1885/6245 Remleli (Yafa) Şeyh Ahmet oğlu Şahin Er 1885/6276 Milolu (Antalya) Mehmet oğlu Mehmet Er 1885/6869 Trabzonlu Vanlıoğullarından İbrahim oğlu Asım Er 1886/118 Turollu (Gümüşhane) Cincioğullarından İbrahim oğlu Hüseyin Er 1886/564 Saydalı Ali oğlu Mehmet Er 1886/809 Viçeli (Rize) Bekiroğullarından Hasan oğlu Ali Er 1886/2101 Göreleli Yakupoğullarından Hasan oğlu Ömer Er 1886/2205 Sayfa 84 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Çarşambalı Alioğullarından Hasan oğlu Mehmet Er 1886/2588 Samsunlu Tahmazoğullarından Mehmet oğlu Hasan Er 1886/2863 Bafralı Körhüseyinoğullarından İbrahim oğlu Raşit Er 1886/3002 Saydalı Abdürrahim Basat oğlu Mehmet Er 1887/653 Kasımpaşalı Yakup oğlu Tevfik Er 1887/1139 Beyrutlu Misrîoğullarından Mustafa oğlu Ali Er 1887/2787 İnşaiyeci Eratı: Ulubeyli (Ordu) Sünnetçioğullarından Süleyman oğlu İsmail Onbaşı 1883/3647 Yumralı (Trabzon) Selim oğullarından Mehmet oğlu İsmail Onbaşı 1884/1106 Akçaabatlı (Trabzon) Ali oğlu Zühtü Onbaşı 1885/1370 Foçalı Alikocaoğullarından Mustafa oğlu İsmail Onbaşı 1885/1627 Cideli Mollaömeroğullarından Ahmet oğlu Ömer Onbaşı 1885/1675 Serikli (Antalya) Ali oğlu Mehmet Onbaşı 1885/6805 Kırımlı Ali oğlu İslâm, Sübyandan Geçme Er 1881/8072 Göreleli Osman oğlu Ali Er 1885/97 Akçeşehirli Hacıkavrukoğullarından Ahmet oğlu Bekir Er 1885/6089 Tirebolulu Batmanoğullarından Mustafa oğlu İsmail Er 1886/786 Dalgıç Eratı: Tirebolulu Rizelioğullarından Salim oğlu Mustafa Çavuş 1884/433 Yumralı (Trabzon) Genç Ali oğlu Mehmet Onbaşı 1885/6076 Ordulu Mehmet oğlu Mehmet Er 1885/547 Lapsekili Abdullahoğullarından Yusuf oğlu İsmail Er 1885/4570 Bahriye Taburu (Silahendaz) Eratı: Seydişehirli Süleyman oğlu Necip Onbaşı 1884/1318 Sancaklı Akbaşoğullarından Hasan oğlu Hüseyin Onbaşı 1884/1407 Eğribozlu Mehmet oğlu Ali Onbaşı 1884/2127 Şarlı (Trabzon) Tütüncüoğullarından Ahmet oğlu Osman Onbaşı 1885/440 Perşembeli (Trabzon) Hızır oğullarından Ramazan oğlu Eyüb Er 1883/3456 Çaylı (Bolvadin) Tığcıoğullarından Hamdi oğlu Ali Er 1884/1914 Erhulu (Rize) Kocaoğullarından Osman oğlu Ali Er 1884/3031 İzmirli Palamutçumustafaoğullarından Mustafa Oğlu Muharrem Er 1885/638 Beykozlu Muytapoğullarından Mustafa oğlu Salih Er 1885/2542 Çankırılı Oğuzoğullarından Ahmet oğlu Hasan Er 1885/4068 Sayfa 85 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Koyul Hisarlı (Şebinkarahisar) Küçükoğullarından Hasan oğlu Mustafa Er 1885/6175 Su Şehrili Aluçralıoğullarından Molla Osman oğlu Mehmet Er 1885/6590 Keşdereli (Fatsa) Kılıçoğullarından Ali oğlu Mehmet Er 1886/274 Tirebolulu Beyoğullarından Osman oğlu Ruşen Er 1886/732 Tirebolulu Kovacıoğullarından Mustafa oğlu Dursun Er 1886/855 Kelkitli (Gümüşhane) Halefoğullarından Hüseyin oğlu Emin Er 1886/963 Kelkitli (Gümüşhane) Hatipoğullarından Yusuf oğlu Tevhit Er 1886/1012 Koyul Hisarlı (Şibinkarahisar) Hocaoğullarından İbrahim oğlu Mehmet Er 1886/1348 Aziziyeli (Kırşehir) Kösemehmetoğullarından Murat oğlu Veli Er 1886/1685 Göreleli Karahaliloğullarından Halil oğlu Hüseyin Er 1886/2192 Cideli Tınkıçoğullarından Ali oğlu İsmail Er 1886/2505 Efrazlı (Ünye) Atikoğullarından Yusuf oğlu Mehmet Er 1886/2660 Bafralı İbrahim oğlu İsmail Er 1886/3108 Bando Mızıka Eratı: Macaristanlı Abdullah oğlu Raşit Ser Çavuş 1886/4707 Balatlı Hasan oğlu Ahmet Çavuş 1884/3144 Zileli Ömer oğlu Mustafa Onbaşı 1882/3755 Karakuşlu Dedeoğullarından Mustafa oğlu Hasan Onbaşı 1883/4620 Ladikli (Amasya) Kökoğlanoğullarından İsmail oğlu Mecit Onbaşı 1883/4682 Fevzioğullarından Ahmet oğlu Mustafa Onbaşı 1884/33 Karadereli (Rize) Sandıkçıoğullarından Arif oğlu İsmail Onbaşı 1884/883 Tirebolulu Uluçoğullarından İbrahim oğlu Yusuf Onbaşı 1884/1079 Keşaplı Kürecioğullarından Ali oğlu Dursun Onbaşı 1884/3703 Gümüşhaneli Zeyneloğullarından Mustafaoğlu Musa Onbaşı Trampetçi 1884/1522 Cideli İnceoğullarından Ahmet oğlu Hüseyin Onbaşı Trampetçi 1885/2539 Tırnovalı Mustafa oğlu Halil, Sübyandan Geçme Er 1880/2225 Mimaliçli (Bursa) Hamzaoğullarından Emin oğlu Mehmet Er 1881/2369 Kurayı Sebalı (Trabzon) Elvanoğullarından Ali Hüseyin oğlu Mehmet Er 1884/363 Fenarisli (Ünye) Müftüoğullarından İbrahim oğlu Hüseyin Er 1884/733 Akçaabatlı (Trabzon) Deliahmetoğullarından İbrahim oğlu İsmail Er 1885/802 Gemlikli Feyzullahoğullarından İbrahim oğlu Mehmet Er 1885/1945 Perşembeli (Trabzon) Mollaosmanoğullarından Hasan oğlu İbrahim Er 1885/2660 Köprülü (Selanik) Salih oğlu Abdullah Er 1886/3905 Kocamustafapaşalı Abdullahoğlu Çerkez Mesrur Sübyandan Geçme Er 1886/4431 Sayfa 86 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Sudanlı Zenci Ebubekiroğlu Ali, Sübyandan Geçme Er 1886/4381 Hırkai Şerifli Hamdi oğlu Mehmet Nazmi, Sübyandan Geçme Er 1886/4581 Sinoplu Yusufoğullarından Hüseyin oğlu Mehmet Er 1887/3834 Sinoplu Karaömeroğullarından Hasan oğlu Osman Er 1887/3840 Yıldızelli (Sivas) Hatipoğullarından Süleyman oğlu Kadir Er Trampetçi 1886/4057 < Önceki Ertuğrul Fırkateyni Şehitlerinin ve Kurtulanlarının Listesi Sofracı Eratı Fatsalı Paşalıoğullarından Mahmut oğlu Osman Onbaşı 1885/733 İzmirli Hacı Ali oğlu Hilmi Onbaşı 1886/589 İnebolulu Çörekçioğullarından Hüseyin oğlu Mustafa Er 1885/2728 Turgutlulu Şemlanoğullarından Ali oğlu Ali Er 1887/3963 Ertuğrul Fırkateyni Şehitlerinin ve Kurtulanlarının Listesi Askeri Sanatkarlar Cerrah Kasımpaşalı Şevket Mehmet Efendi Kazancı Sürmeneli Osman Mehmet Usta Kazancı Davudpaşalı Hüsnü Usta Marangoz Ereğlili Hüseyin Ahmet Kalfa Yorgancı Bitlisli Süleyman Mehmet Kalfa Kalafatçı Asitaneli Emrullah Bekir Kalfa Şair Ali Ruhi Bey Ertuğrul Fırkateyni Şehitlerinin ve Kurtulanlarının Listesi Şehit Olan Subayların İsimleri Mirliva Osman Paşa,Kumandan Miralay İbrahim Bey, Serçarkçı Miralay Hüsnü Bey, Sertabib Kaymakam Ali Bey, Süvari Kaymakam Cemil Bey, Süvari Muavini Binbaşı Yeniçeşmeli Nuri Bey, Süvari-yi Sani Binbaşı Asitaneli Mehmet Bey, Üçüncü Kaptan Binbaşı Tekfurdağlı Ömer Bey, Dördüncü Kaptan Binbaşı Kasımpaşalı Hacı Ahmet Bey, Çarkçı-yı Sani Sağkolağası Yasef Efendi, Tabib-i Sani Solkolağası Beşiktaşlı Hasan Tahsin Kaptan, Seyr ü Sefain Memuru Solkolağası Kadıköylü Reşad Kaptan, Torpido Muallimi Solkolağası Asitaneli Tevfik Kaptan, Beşinci Kaptan Solkolağası Eyüplü Şevki Efendi, Dördüncü Çarkçı Kalyon Katibi Kasımpaşalı Cemal Efendi, Serkatip Yüzbaşı Yanyalı Celal Efendi, Topçu Zabiti Yüzbaşı Kasımpaşalı Hamdi Efendi, Bölük Zabiti Yüzbaşı Davud Paşalı Hulusi Efendi, Bölük Zabiti Yüzbaşı Yeniçeşmeli Nuri Efendi, Bölük Zabiti Yüzbaşı Asitaneli Ömer Lütfi Efendi, Bölük Zabiti Yüzbaşı Kasımpaşalı Mehmet Ömer Efendi, Bölük Zabiti Yüzbaşı Asitaneli Mehmet Cemal Efendi, Çarkçı Yüzbaşı Tophaneli Said Efendi, Çarkçı Yüzbaşı Eyüplü Arif Efendi, Çarkçı Mülazım-ı evvel Beykozlu Necib Efendi, Seyr ü Sefain Memuru Muavini Mülazım-ı evvel Cibalili Agah Efendi Mühendisin Mülazım-ı evvel Beşiktaşlı Rıza Efendi Mülazım-ı evvel Kasımpaşalı Asaf Efendi Mülazım-ı evvel Kasımpaşalı Mehmet İsmail Efendi Mülazım-ı evvel Beykozlu İzzet Efendi Mülazım-ı evvel Kasımpaşalı Ali Efendi Mülazım-ı evvel Küçükpazarlı Haşim Efendi Mülazım-ı evvel Tophaneli Mehmet Tevfik Efendi Sayfa 87 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. F. Şayan Ulusan Şahin Türk-Japon İlişkileri (1876-1908) Mülazım-ı evvel Hasköylü Ahmet Eyüp Efendi Mülazım-ı evvel Sütlüceli Şemseddin Efendi Mülazım-ı evvel Kasımpaşalı Basri Efendi Mülazım-ı evvel Kapandakikli İbrahim Şevki Efendi Mülazım-ı evvel Kasımpaşalı Safvet Efendi (Topçu Kaptanı Muavini) Mülazım-ı evvel Kasımpaşalı Hasan Tahsin Efendi Mühendisin Mülazım-ı evvel Asitaneli Sadık Efendi Çarkçı Mülazım-ı evvel İstinyeli Ali Rıza Efendi Çarkçı Mülazım-ı evvel Küçük Mustafapaşalı Fevzi Efendi Çarkçı Mülazım-ı evvel Kasımpaşalı Kemal Efendi Çarkçı Mülazım-ı evvel Sultanselimli Ali Efendi Çarkçı Mülazım-ı sani Kulaksızlı Ali Arif Efendi Mühendisin Mülazım-ı sani Kasımpaşalı Şemi Efendi Mühendisin Mülazım-ı sani Kasımpaşalı Ahmet Ziya Efendi Mühendisin Mülazım-ı sani Kasımpaşalı Mehmet Ziya Efendi Mühendisin Mülazım-ı sani Balatlı Salih Efendi Mühendisin Mülazım-ı sani Çeşmeli Mustafa Ferdi Efendi Silâhendaz Kasımpaşalı Şevket Efendi, Cerrah Sürmeneli Osman Usta, Kazancı Davudpaşalı Hüsnü Usta, Kazancı Ereğlili Hüseyin Ahmet Kalfa, Marangoz Bitlisli Süleyman Kalfa, Burgucu Asitaneli Emrullah Kalfa, Kalafat Ertuğrul Fırkateyni Şehitlerinin ve Kurtulanlarının Listesi Kurtulanlar Sağkolağası Kasımpaşalı Mehmet Arif Efendi, Çarkçı-yı salis Fırkateyn Katibi Oflu Mustafa Efendi, Katib-i sani İmam-ı sınıf-ı salis Şileli Hafız Ali Efendi, İmam Yüzbaşı Asitaneli Mehmet Ali Bey, Çarkçı Mülazım-ı evvel Edirnekapılı İsmail Efendi, Musika Zabiti Mülazım-ı sani Beşiktaşlı Haydar Efendi, Fotoğraf Memuru Belgeler Japon Denizlerinde Batan Türk Harp Gemisi Ertuğrul'un Hatırasına Bir Şarkı Sözler : Daikichi IZUMI Beste : Naisi UCHIGAKI Güneş hüzünle battı. Uzakta bir yıldız parlıyor, Deniz çok azgın. Beyaz anıtın gölgesi karanlığa düşüyor. Sonsuz teessürle dua ediyoruz, Ruhların huzuru için; O cesur gemicilere ve şanlı Ertuğrul’a. O çılgın fırtınada, Kaybolan harp gemisini yutan dalgalar, O geceki gibi yüksek. Ne acı, biz artık gemiyi göremiyoruz. Kumano bölgesinde Koshino sahillerinde Facianın balıkçılar yerini gösterirler. Ve o gecenin korkunç amansız Fırtınasını hep anlatılar. Acısını kalbimizde duyacağız her zaman Seneler geçse bile. Ertuğrul’u biz asla unutamayacağız, Çocuklarımıza her an anlatacağız onları. Sayfa 88