AT A GLANCE TO LİFE AND WORKS OF EKREM PAMUKÇU EKREM PAMUKÇU'NUN HAYATI VE ESERLERİNE KISA BİR BAKIŞ Yrd. Doç. Dr. Ahmet ALTUNGÖK - Öznur AYDIN Özet Ekrem Pamukçu kısa süren yaşamı boyunca ailevi yaşantısı, siyasi kişiliği, akademik duruşu, ortaya koyduğu eserleri ve çevresindeki insanlara yaklaşım tarzıyla örnek bir bilim insanı olmuştur. Kendisi, Kerkük doğumlu olan önemli Türkmen aydınlarımızdan bir tanesidir. Ekrem Pamukçu'nun, Irak Türkmenlerinin ellerinden alınan haklarının geri kazanılması noktasında büyük gayretleri olmuştur. Ayrıca Irak Türkmenlerine karşı yürütülen baskılara bütün dünyanın dikkatini çekmek için yoğun çalışmalar içerisine girmiştir. Kendisi Türkmenlerin haklı davasını her yerde duyurmaya ve onların sesi olmaya gayret göstermiştir. Ekrem Pamukçu Türkmenlerin haklarını savunurken diğer etnik grupların da haklarını savunmayı ihmal etmemiştir. Irak toprakları üzerinde yaşayan etnik toplulukların eşit haklara sahip olmaları gerektiğini savunmuş ve bu topraklar üzerinde yaşayan bütün toplulukların Iraklı olma bilinciyle hareket etmeleri gerektiğini savunmuştur. Anahtar kelimeler: Ekrem Pamukçu, Irak, Türk, Türkmen, Kerkük. Abstract Ekrem Pamuçku was one of the good example of a scientist because of his family life, political identity, academic stance, Works which he created and his approach to the people arround him during his life which lasted short. He was one of the our importand literate who was born in Kerkük. Ekrem Pamukçu had a great effort at the point that taking Iraqin Turkmen rights back which was taken away from them. Besides, he efforted in intensive Works to point out the world’s attention to pressure which was carried out against Iraqin Türkmen. He strived to Yrd.Doç.Dr., Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. ahmet.altungok@bilecik.edu.tr Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans öğrencisi. 23 anounce the case of Turkmen and strived to be their voice. While Ekrem Pamukçu, was offending Turkmen’s rights, he didn’t neglect other ethnic groups’s rights as well. He defended that the ethnic groupswhich live at the Iraq lands should have the equal rights and he defended that all socities which live at these lands should act by awaring of being Iraqin as well. Key word: Ekrem Pamukçu, Iraq, Turkish, Türkmen, Kerkük Giriş Günümüzde Irak topraklarında Araplar ve Kürtlerden sonra üçüncü büyük topluluk olarak Türkmen1ler yaşamaktadırlar. Irak2 Türkleri sürekli olarak Araplar ve Kürtler arasında yaşanan demografik mücadelelerin dışında kalmışlardır. Kürtlerin aksine Irak Türklerinin özerklik, federasyon, konfederasyon veya Irak'tan ayrılarak bağımsız devlet kurma gibi bir çalışmaları olmamıştır. Irak Türkleri, "Türkmen Davası" adını vermiş oldukları, siyasi ve kültürel çalışmalar sonucunda Irak toprakları üzerinde var olma mücadelesi vermişlerdir. Türkmen davası adı altında mücadele veren Türkmen aydınları, Irak Türklerinin üzerinde birlikte yaşamış oldukları topraklarda diğer etnik gruplarla eşit şartlar altında yaşama kültürünü ayakta tutmak için çaba göstermişlerdir. Sadece diğer topluluklarla aynı haklara sahip olma adına çaba gösteren Türkmen aydınları Irak topraklarına hakim olan güçler tarafından büyük baskılara maruz kalmışlardır. Özellikle Irak'a uzun bir dönem hakim olan Baas partisi Türkmen aydınlarına yönelik baskı, işkence, sürgün ve suikast yöntemlerine başvurarak çok sayıda Türkmen aydınına işkence yapmış ve birçoğunu da şehit etmiştir. Türkmen kavramının kökenleri hakkında farklı bilgiler bulunmaktadır. Bunlar içerisinde üç tane önemli görüş ön plana çıkmıştır. Birincisi; İranlıların, kendileri ile birlikte yaşayan topluluklara, onların Türklere olan benzerliklerinden dolayı Türk'e benzer anlamında Türk manend dedikleri ve bunun da zamanla Türkmen'e dönüştüğüdür. İkincisi ise MS. 9. yüzyıldan itibaren İslam dinini benimsemeye başlayan Oğuzları gayrı Müslim Oğuzlardan ayırmak için İranlıların ve Arapların kendilerine Türk iman adını verdikleri ve bu tabirin zamanla Türkmen'e dönüştüğüdür. Üçüncü görüş ise İranlılar ve Araplarla birlikte yaşayan Türk topluluklarının göçebe yaşam tarzlarından dolayı sürekli olarak yerlerini ve yurtlarını terk ettikleri için kendilerine tarku man adını verdikleri ve sonradan bunun Türkmen'e dönüştüğü yolundadır. Bkz. Ahmet Altungök, "Ortadoğu'da Türkmen Varlığının Tarihi Kökenleri", Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Uluslararası Tarihte ve Günümüzde Ortadoğu'da Türkmenler (Irak, İran, Suriye) Sempozyumu, 8-10 Mayıs 2014. 2 Orta ve güney Mezopotamya topraklarında Fırat ve Dicle havzasından Suriye ve Ürdün'e doğru uzanan coğrafyaya verilen isimdir. Adını mitolojik dönem İran kahramanlarından olan İrek'ten alır. Efsaneye göre Afridun adındaki bir hükümdar Fırat ve Ceyhun arasındaki toprakları üç oğlundan birisi olan İrek'e, Ceyhun nehrinden sonraki toprakları diğer oğlu Tur'a ve Anadolu ile Balkanları üçüncü oğlu Silm'e verir. Mezopotamya toprakları üzerinde yaşayan İrek kendi ismini bu topraklara vermiştir. Bkz. Bakır ve Altungök 2011, s. 390, 391, 392; Altungök 2014, s. 452. 1 24 Irak Türkmenlerinin var olma mücadelesinin önemli simalarından bir tanesi de Ekrem Pamukçu hocadır. Merhum Ekrem Pamukçu, Irak Türklerinin ellerinden alınan haklarının geri kazanılması ve diğer topluluklarla eşit şartlar altında yaşamaları için gerekli olan temel unsurun bilinçlendirme politikası olduğunu düşünmekteydi. Kendisi Türkmen toplumunun bilinçlendirilmesi suretiyle onların, ellerinden alınmış haklarına ulaşılabileceğine inanmaktaydı. Aksi takdirde Türkmen toplumu Irak toprakları üzerinde en temel haklarından mahrum olarak yaşayacak, çeşitli baskı ve sürgün politikalarıyla diğer topluluklar arasında eriyip gidecekti. Bundan dolayı Irak toprakları üzerinde en az Kürtler ve Araplar kadar onların sahip olduğu bütün siyasi, sosyal ve kültürel haklara sahip olmaları gerekmekteydi. Bu bilinçlendirme politikası çerçevesinde gerçekleştirmiş olduğu faaliyetler eserlerine aynı ölçüde yansımıştır. Bununla beraber Ekrem hocanın Türkmen davası için sarf etmiş olduğu yoğun mesai onu eser yazma noktasında engellemiştir. Bundan dolayı hocanın basılı olan kitap ve makalelerinin sayısı oldukça sınırlıdır. Yine de Ekrem hocanın yaptığı çabaların yüksek frekansını onun çalışmalarında görmek mümkündür. Ekrem hocaya göre, Türkmen halklarının doğuştan sahip oldukları en temel ve en sürdürülebilir olması gereken haklarına karşı onlarda büyük bir farkındalık yaratmak düşüncesi ancak eğitimle mümkündü. Kendisi de diğer Türkmen aydınlarının karşı karşıya olduğu problemlerden dolayı Irak topraklarını terk ederek Anadolu'ya gelmek zorunda kalmıştır. Ekrem Pamukçu bu arada gelmiş olduğu anavatanda öğrenimini tamamlama fırsatı bulmuş ve Türkmen davasına hizmet edebilmek için daha büyük olanaklar elde etmiştir. Irak Türklerinin haklı davasına desteğini toplumsal bir boyuta taşımak için saha faaliyetleri yürütmeye başlamıştır. Bu zaman zarfı içerisinde Irak Türk Kültür ve Yardımlaşma Derneği3’nin uzun yıllar başkanlığını yürütmüştür. 12 yıl boyunca siyasi ve kültürel içerikli yayınlar yapan Kerkük Dergisi’nin genel koordinatörlüğünü ve yazı işleri müdürlüğünü yapmıştır. Bir dönem Irak Türkmen Meclisi4 şura üyeliğine seçilmiştir. Ekrem hoca Irak Türklerinin sorunlarına çözüm Irak Türk Kültür ve Yardımlaşma Derneği (ITKYD): Enver Yakupoğlu, Hasan Nevzat Karagil, İzzeddin Kerkük, Ali Haydar Yeşilkurt, Remzi Doğuelli, Mehmet Erbil ve Esat Ketene tarafından Ekim 1959 yılında kurulmuştur. ITKYD Irak Türklerinin ilk sosyal ve kültürel kuruluşudur. Ankara, Konya ve İzmir’de şubeleri bulunan derneğin amaçlarının başında Türkiye ile Irak arasında kültürel münasebetlerin gelişmesini sağlamak ve Türkiye’de ikamet eden Irak Türklerini bir arada tutmak gelmektedir. 4 Irak Türkmenlerinin siyasi hayatındaki dağınıklığın önüne geçmek, tek çatı altında birleşmelerini sağlamak amacıyla 1995’de kurulan Irak Türkmen Cephesi (ITC) Irak Milli Türkmen Partisi, Türkmen Birlik Partisi (daha sonraki adı ile Türkmeneli Partisi), Türkmen Bağımsızlık Hareketi, Türkmen Kardeşlik Ocağı Erbil şubesini, Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı ile Irak Kültür ve Yardımlaşma Derneğini bünyesinde barındırmaktadır. 4-7 Ekim 1997’de ITC’nin tüzüğünün yazıldığı Birinci Türkmen Kurultayı’nda Türkmen Şurası üyelerinin de seçildiği 3 25 bulabilmek amacıyla çok sayıda siyasi ve ilmi çalışmalara katılmış, konuşmalar yapmıştır. Bu çerçevede bazı ilmi ve siyasi dergilerde çalışmaları yayınlanan Ekrem hoca; Irak, Türkiye, Lefkoşa, Bakü, Londra, Berlin’de Irak Türkmenlerinin sorunları ile ilgili ilmi ve siyasi tebliğler sunmuştur. Türkmen davası için aktif bir mücadele veren Ekrem hoca yayınlamayı düşündüğü iki kitabını yayınlama fırsatını elde edememiştir. Buna rağmen bir takım yazılarını bilimsel dergilerde yayınlama fırsatı bulmuştur. Ekrem Pamukçu'nun Hayatı5 Ekrem Pamukçu, 21.04.1947 yılında Kerkük6’ün Kale mahallesinde dünyaya gelmiştir. Kendisi dokuz çocuklu bir ailenin ikinci ferdidir. Ailenin en büyük çocuğu Sefa'dır. Ekrem Pamukçu'nun diğer kardeşleri ise İhsan, Mehmet, Mofak (Muvaffak), Eyet (Ayad), Aysel, Gürsel ve Sahire’dir. Aile fertleri günümüzde halen Kerkük’te ikamet etmektedirler. Annesi Şükriye Hanım ev hanımı, babası Cuma Bey ise emekli polis memurudur. Ekrem Pamukçu ilk, orta ve lise öğrenimini Kerkük’te tamamlamıştır. Kerkük Lisesini bitirdikten sonra 1969 yılında yüksek tahsilini yapmak üzere Türkiye’ye gelmiştir. Aynı yıl ziraat fakültesinde eğitime başlamıştır. Ziraat Fakültesinde zirai tarım ilaçlarının kullanılmasından dolayı kronik bronşite bağlı olarak astım hastası olan Ekrem Pamukçu’nun nefes darlığı çekmesine neden olmuştur. Bu nedenle ziraat fakültesindeki eğitimini tamamlayamadan fakülteden ayrılmıştır. Bu deneyiminin ardından 1971 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne giriş yapmıştır. Ekrem Hoca 1975 yılına kadar hukuk fakültesindeki öğrenimine devam etmiştir. Fakat bu dönemde üniversiteleri de etkisi altına alan siyasi çekişmeler nedeniyle hukuk fakültesindeki eğitimini de tamamlayamamıştır. Hukuk eğitimi sırasında anayasanın 66. maddesinde belirtilen; “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” maddesi kafasını kurcalayan olguların başında gelmiştir. Ekrem Pamukçu bu tabire şiddetli bir şekilde karşı çıkmıştır. Çünkü “Temel İlkeler Deklerasyonu” ilan edilmiştir. 12-25 Eylül 2003’de Üçüncü Türkmen Kurultayı ile Türkmen Şurası’nın ismi Türkmen Meclisi’ne dönüştürülmüş ve 30 kişi olan üye sayısı 71’e çıkarılmıştır. Irak Türkmen Meclisi, giderek Türkmen politikasına yön verir duruma getirilmeye çalışılmıştır. Bkz. Duman 2012, s. 54, 56, 58. 5 Ekrem Pamukçu’nun hayat hikayesi, ailesiyle yapılmış olan röportaj esas alınarak oluşturulmuştur. 6 Kerkük: Zağros dağlarının eteklerinde kurulmuş bir şehirdir. Musul şehrine yüz kırk Bağdat'a ise iki yüz kırk sekiz kilometre mesafededir. Şehir Asur hükümdarı Sartnabal tarafından Madaylarla savaşma amacıyla bir üs olarak kurulmuştur. Bu şehir tarih boyunca Kerhsuluh, Arrapkha, Kermakan, Beyt Kermay, el-Kerh şeklinde farklı isimlerle anılmıştır. En son Timur'un bu şehri ele geçirmesinin ardından Ali Yezdi tarihinde Kerkük olarak geçmektedir. Bkz. Gündüz 2002a, s. 290, 291. 26 bu anayasa maddesine göre Türkiye sınırları dışında yaşayan hiç bir Türk, Türk olarak kabul edilmemektedir. Dolayısıyla Irak’ta yaşayan bir Türkmen'in de Türk olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında yaşayan bir Türk, devletine vatandaşlık bağıyla bağlı değildir. Bu yaklaşım Türkiye dışında yaşayan Türkleri yok saydığı için onları içinde yaşadıkları ülkelerin siyasi yönetimlerinin insafına terk etmekteydi. Dolayısıyla Irak'a hakim olan siyasi irade Türkmenleri Arap olarak kabul eden bir tutum içerisindeydi. Bu anayasa maddesinin dış Türklerin ve Türkmenlerin sahipsiz kalmalarına, baskı görmelerine, asimile edilmelerine yol açacağı inancındaydı. Ekrem Pamukçu’nun bu düşüncesi okuduğu fakültede büyük bir tartışma ortamının meydana gelmesine neden olmuştur. Bu düşüncesinden dolayı bazı hocaları tarafından faşist ve kafatasçı olmakla itham edilmiştir. Bu şekilde suçlanması, faşizmin kavramının ileride kaleme aldığı her yazısında titizlikle kaçındığı bir olgu haline gelmesine vesile olmuştur. Ekrem Hoca, vatan ve millet sevgisi ile belirli bir ırkın üstünlüğüne dayanan faşizm zihniyeti arasındaki kalın çizgileri net bir şekilde ortaya koymaya çalışmıştır. Ekrem Hoca hukuk fakültesi öğrenimi macerasının ardından bu bölümden ayrılmış ve 1976 yılında Fikriye Hanım ile evlenmiştir. Bu evliliğin ardında Volkan7, Gürkan adlarında iki çocuğu olmuştur. 1979-1984 yılları arasında ise aynı üniversitenin İlahiyat Fakültesi Felsefe bölümünde öğrenim gördükten sonra 1984 yılında mezun olmuştur. Aynı fakültede 6 yıl okutman ve öğretim görevlisi olarak görev yapmıştır. 1986 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nde, doktoraya başlamıştır. Akabinde 1991 yılında Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yardımcı doçent olarak göreve başlamıştır. 1994 yılında, Abbasilerin İlk Dönemlerinde Siyasi Askeri ve Kültürel Alanlarda Türkler adlı doktora tezini gözden geçirerek Bağdat’ta İlk Türkler adıyla yayınlamıştır. Bundan bir sene sonra aynı fakültede doçent unvanı almıştır. 1999 yılında Gazi Üniversitesi Atatürk Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü ile Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanlığı’na atanmıştır. 2004 yılında profesörlük unvanı kazanmıştır. Ekrem hoca, çalışma hayatı boyunca paralel olarak sürdürdüğü Türkmen davasının kalbinde oluşturduğu duygu yükünü şiirle yansıtmayı seçmiştir. Aradan geçen zaman zarfında Volkan Kadir Pamukçu,1976 yılında Ankara’da doğmuştur. Doğu Ekrem adında bir oğlu olan Volkan Pamukçu, İzmir Çeşme’de Hakim olarak görev yapmaktadır. 7 27 Irak Türkmenlerinin uğramış olduğu sıkıntılar Ekrem hocanın duygusal bir insana bürünmesine sebep olmuştur. Gençlik yıllarından beri içinde var olan şiir yazma sevgisi bu hassasiyetinden ileri gelmektedir. Irak Türkmenlerinin aşklarını, sıkıntılarını ve arzularını anlatan şiirler yazmaya başlamıştır. Oğlu Volkan Pamukçu bu konuda şöyle diyor: Babam bol bol şiir yazardı. Doğrudan bir bağlantıya geçtiği zaman genelde ağlardı. Ağlamamak için genelde yazıyı kullanırdı. Aşkla ilgili yazdığı şiirlerin önemli bir kısmını imha ederdi. Niye yırttın diye sorduğum zaman da etkileniyorum derdi. Yazdığı şiirleri ikinci kez okumazdı. Dolayısıyla bu şiirlerin çoğundan geriye bir şey kalmadı. Ekrem hoca çocuklarına karşı duygusal bir baba, ufuk açıcı bir hoca ve iyi bir arkadaştır. Türk aile tipinde anne ile evlat arasında çok fazla hissedilen duygusal bağ, Ekrem hoca ile çocukları arasında da belirgin bir şekilde kendisini göstermiştir. Kendisi çocukları ile arasındaki resmiyet duvarını yıkmıştır. Çocuklarına, kendisiyle her türlü problemlerini konuşabilecekleri bir arkadaş edasıyla yaklaşmıştır. Volkan Bey babasının bu yönünü şu sözlerle ifade etmektedir: Benim babam, babadan önce bir hocam ve arkadaşımdı. Yanlışlarıyla, doğrularıyla her zaman örnekti. Ben şu an en yakın arkadaşımla konuşabildiğim konuların tamamını konuşabilirdim kendisiyle. Sıkıntılarımı, problemlerimi, özel hayatımı, her şeyimi konuşurdum. O da aynı samimiyetle cevap verirdi. Ekrem Pamukçu’nun duygusal kişiliğinin yanında kendisini farklı kılan diğer bir özelliği de giyim kuşama verdiği önemdir. Kendisi giyim kuşam noktasında çok titiz bir yapıya sahiptir. Günümüzde çoğu insanın sahip olduğu moda algısının dışında, kendi modasını kendisi oluşturan belirgin bir giyinme tarzına sahiptir. Ekrem hoca temiz ve şık giyinme hususunda farklı bir çığır açmıştır. İnsanın şık olmasının sebebinin kendisini güzel göstermesinden ziyade karşısındaki kişilere duyduğu saygıdan ileri gelmesi gerektiğini savunmuştur. Bu nedenle karşısındaki insana duyduğu saygıyı göstermek için çok özenli bir şekilde giyinmeye dikkat etmiştir. Oğlu Volkan Bey, bu konu ile ilgili başından geçen bir olayı şöyle anlatıyor: Geçen ay başıma gelen bir olayı anlatayım. Duruşmadan çıktım odama girdim. Bir tane avukat geldi odama -hakim bey ceketiniz ne kadar güzel dedi. – Teşekkür ederim dedim. – Nereden aldınız? dedi. Ben almadım rahmetli babamındı dedim. Aradan geçmiş kaç yıl, o ceket hala hiç solmadan benim üzerimde duruyor. Ben bunu ceketin maddi açıdan kıymetli olmasından 28 dolayı anlatmıyorum. En baştan beri taşıdığı o intizamı, nizamı koruduğu için anlatıyorum. O ipek mendiller tek tek ütülenir, ceketler yerleştirilir, çoraplara kadar ütülenirdi. Bir gömleği iki kere arka arkaya giymezdi. Kendi ütüsünü de kendi yapardı. Bir gömleği gardıroba astığı zaman, ikinci gömleği yanına astığında kesinlikle iki gömleğin birbirine değmemesi gerekiyordu. Ekrem hoca kıyafetler için gösterdiği titizliğin aynısını kitaplar için de gösterirdi. Evinde bine yakın kitabının bulunduğu bir kütüphanesi vardır. Bu kütüphaneyi estetik kaygılardan uzak bir şekilde dizmeye özen gösterirmiş. Kitapların dizimi estetik görünüşüne göre değil genel olarak konularına göre ayrılmaktadır. Bu kitapları temizlemek Ekrem hocanın en sevdiği faaliyetlerden biriymiş. Oğlu Volkan Bey ile beraber kitapları büyük bir titizlikle temizlerlermiş. Önce kitapları sırayla balkondan çırparlar, hafif nemli bir bezle kaplarını sildikten sonra konularına göre tek tek dizerlermiş. Volkan Bey, babasının yaptığı bu işin bir gereklilikten ziyade, güzel vakit geçirmek için gerçekleştirdiği bir hobi olduğunu söylemektedir. Ekrem hocanın vefatından sonra ailesi bu kitaplardan bir çoğunu kendisinin anısına hediye etmişlerdir. Ekrem Pamukçu’nun bir özelliği de hitap gücünün, sesinin ve mizah yeteneğinin güzel olmasıdır. Dolayısıyla kendisini yazmaktan daha çok konuşmaya vermiştir. Aynı zamanda güzel bir sese de sahiptir. Volkan Bey bu hususta şöyle demektedir: Babamın çok güzel bir sesi vardı. Bir örnek vereyim; misal bir Kur’an-ı Kerim okurdu benim tüylerim diken diken olurdu. Bir gün bir taziyeye gittik. Yeni ergen çocuklara köylerde Kur’an okuturlar ya dört beş tane imam var aynı şekilde. Kulağıma eğildi: “ Volkan bak sana bir şey diyeyim; en yakın zamanda bir kaset dolduruyoruz. Ben Kur’an okuyacağım” dedi. “Niye baba?” dedim. “Ben öldüğüm zaman sakın arkamdan bunları dinletmeyin, ben kendi Kuran’ımı kendim okurum” dedi. Ona nail olamadık ama söylediği çoğu şeyi yaptık. .. Ayrıca 3 tane Kürtçe türkü söylerdi. Keşke bunları kayda alsaydım. Ekrem Pamukçu’nun belki de en önemli özelliğini de bu satırlardan anlaşılmaktadır. Pamukçu’nun Türkmenler dışındaki etnik kökenlere karşı yaklaşımı düşmanca değildir. Bazı insanların yaptıkları yanlışları tüm topluma mal etmeyi doğru bulmazdı. Onun amacı bütün etnik toplumların eşit şartlarda, aynı haklara sahip bir şekilde bir arada yaşaması için mücadele etmekti. Bundan dolayı Türkçe hoyratların yanında Kürtçe türkü söylemekte bir sakınca 29 görmemekteydi. Ekrem Pamukçu'nun Eserleri Ekrem Hoca'nın, Gazi Üniversitesi'nde yardımcı doçent olarak göreve başladığı 1993 yılında Kerkük ve Dergah dergilerinde 3 makalesi yayınlanmıştır. Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin de başkanlığını yaptığı bu dönemde gazete ve dergi yazılarının hemen hepsi Irak Türkmenlerin sesini dünyaya duyurabilmek amacıyla yazılmıştır. 1993 yılının Temmuz ayında Kerkük dergisinde yayınlanan Türklerin Kuzey Irak'a Yerleşmeleri ve Buradaki Faaliyetleri yazısında Kerkük ve çevresine Türk yerleşmelerinin ilk dönemi anlatılmıştır. Ekrem Pamukçu, Irak topraklarına gerçekleşen ilk Türk göçlerini Emeviler dönemine kadar götürmektedir. Gerçi bu tarihten öncede de Türklerin Mezopotamya topraklarına akınları bilinmektedir8. Bu akınlar genel olarak İslam öncesi dönemde iki büyük dalga halinde gerçekleştirilmiştir. Yazar daha çok Emeviler döneminden sonra gerçekleşen kalıcı Türk göçleri üzerinde durmuştur. Yazının devamında "Salur Salgur'lara Mensup Kara Beli ve Buna Bağlı Türkler" başlığı altında Kara Beli döneminde Türklerin Kerkük bölgesindeki nüfusuna dikkat çekmiştir. Ekrem Pamukçu bu yazısını genel olarak İbnü'l Esir9, İbnü'l Cevzî10 ve Ebu Şame11'yi kaynak alarak oluşturmuştur. Adı geçen bilim adamlarından İbnü'l-Esir ve İbnü'l-Cevzî bu bölgede doğup büyüdükleri için özellikle bölgeyle ilgili kıymetli bilgiler vermektedirler. Bu alimlerin rivayet etmiş oldukları bilgiler ışığında Şehrizor12 bölgesindeki Tükmenlerin düzenli bir Türklerin Mezopotamya topraklarına ilk akınları MÖ. 7. yüzyılda Sakalar tarafından gerçekleştirilmiştir. İkinci büyük akın ise MS. 4. yüzyılın ikinci yarısından sonuna kadar Kafkas üzerinden kitleler halinde gelen Hun toplulukları tarafından gerçekleştirilmiştir. Bkz. Ahmet Altungök, "Ortadoğu'da Türkmen Varlığının Tarihi Kökenleri", Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Uluslararası Tarihte ve Günümüzde Ortadoğu'da Türkmenler (Irak, İran, Suriye) Sempozyumu, 8-10 Mayıs 2014. 9 İbnü'l-Esir: MS. 1160 yılında Musul yakınlarında Cezirey-i ibnü'l-Ömer (Cizre) adı verilen yerde dünyaya gelmiştir. Künyesi Ebu'l-Hasan İzzeddin Ali bin Ebu'l-Kerem Muhammed el-Cezeri şeklindedir. Dünyanın en iyi kronikleri arasında gösterilen el-Kâmil fi't-Tarih adlı eseri kendisine büyük bir ün getirmiştir. Bkz. Günaltay 2000, s. 26,27. 10 İbnü'l-Cevzî: MS. 1116 yılında Bağdat'ta dünyaya gelmiştir. Künyesi Ebu'l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahman bin Ali bin Muhammed şeklindedir. Hanbeli mezhebine mensup ulemadan olduğu için Abbasi hükümdarı NasırLidinillah'ın veziri İbnü'l Kassâb tarafından sürgün edilmiştir. el-Muntazam adlı tarih eseri önemli bir yere sahiptir. Bkz. Yavuz ve Avcı, 1999, s. 543vd. 11 Ebû Şame: MS. 1203 yılında Dimaşk'ta dünyaya gelmiştir. Künyesi Ebü'l-Kasım Şihâbuddîn Abdurrahman bin İsmail bin İbrahim el-Makdisî şeklindedir. Kendisi Şafiî mezhebine mensup bir kıraat alimidir. İbnü'l-Asakir'in Tarihu Dimaşk kitabını biri beş diğeri on beş cilt şeklinde iki defa ihtisar etmiştir. Bkz. Altıkulaç 1994, s. 233vd. 12 Şehrizor: Kuzey Irak'ın Cibal bölgesinde verimli bir ovadır. Bağdat-Tebriz yolu üzerinde bulunması buranın önemini arttırmıştır. Şehrizor üzerindeki ilk yerleşim yeri Asurlular dönemine kadar uzanmaktadır. Sâsânîler 8 30 birlik kurmaksızın beylerin idaresindeki faaliyetlerinin dışında, Kıpçak13 beyliğinin bölgeye hakim olmasıyla kurulan ilk siyasi oluşumdan bahsetmiştir. Bu oluşum etrafında dağınık halde bulunan Türkmen topluluklarını birleştirmeyi başarmıştır. Ayrıca Türkmenleri tek çatı altında birleştirmeye çalışan Kıpçak beyliği döneminin kısa sürmesinden de üzüntüyle bahsetmektedir. Musul Atabeyi İmamüddin Zengi’nin Kıpçak idaresine son vermesi bölgede Selahaddin Eyyübi ile Musul Atabeği arasında hakimiyet mücadelesini başlatmıştır. Selahaddin Eyyübi uzun uğraşlar sonucunda ele geçirdiği Şehrizor’u, halkla uyum içinde olacaklarını düşündüğü Türk valilerle yönetmiştir. Bu hakimiyet kurma mücadelesi sırasında Zengi14lerin bölgeye nasıl hakim olduklarını anlatmaktadır. Kendisi bu çalışmasının dışında Kıpçakoğullarıyla ilgili daha ayrıntılı bilgilere 1994’de yayınlanan bir başka makalesinde yer vermiştir (Pamukçu 1994, s. 12, 16). Bu çalışmasında Kıpçakların kökenleri üzerine fikir yoran Ekrem Pamukçu; Kıpçakların Oğuzlarla aralarındaki kan bağını sorgulayarak onların Oğuzlara dayandığını ifade etmeye çalışmıştır. Kendisi, Oğuz15ların hangi boyundan oldukları net olarak bilinmeyen Kıpçaklara farklı bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Kıpçak beyliğinin kuruluş dönemi, beyliği yöneten hükümdarları ve Kıpçak beyliğinin yok oluşuna kadar geçen süreyi okuruyla paylaşmıştır. 1993 yılı Dergah dergisinde yayınlanan Irak Türklerine Uygulanan Katliamlar adlı makale yazısında Türkler için zulüm devri olarak nitelendirdiği Kral Faysal16 döneminden 1993 yılına kadar yaşanan Türkmen katliamlarını anlatmıştır. İngiliz güdümlü Irak’ın bu yeni kralı Ermeni ve İngiliz karışımı Leve adı altında bir birlik teşkil ettirip Kerkük’e sevk etmiştir. 1924 döneminde önemli bir yere sahip olan Şehrizor, Hz. Ömer (ra) döneminde Utbe bin Ferkad tarafından ele geçirilmiştir. Bkz. Gündüz 2009b, s. 473. 13 Kıpçaklar: İrtiş boylarında yaşayan Kimeklerin bir kolu olarak kabul edilmektedirler. Kıpçaklar genel olarak boylar şeklinde yaşamışlar ve herhangi bir devlet kuramamışlardır. Bizans kaynakları Kıpçaklardan Kuman şeklinde bahsederler. Bunlar genelde Sarı saçlı, mavi gözlü Türkler olarak bilinirler. Bkz. Yücel, 2002, s. 420. 14 Zengiler: MS. 1127 yılında İmâmüddin Zengi tarafından Musul'da teşkil edilen hanedanın adıdır. el-Cezire, Doğu Anadolu, Suriye topraklarında hüküm sürmüşler ve MS. 1144 yılında Urfa'daki Haçlı Kontluğuna son vermişlerdir. MS. 1146 yılında İmâmüddin Zengi'nin öldürülmesinin ardından toprakları çocukları arasında bölüşülmüştür. Bkz. Bezer 2013, s. 268vd. 15 Oğuzlar: Türkiye, İran, Irak, Suriye, Türkmenistan ve Azerbaycan Türklerinin köken olarak dayandıkları Türk boylarına verilen genel addır. Siyasi teşekküller halinde bulunan Türk boyları ok ile ifade edildiği için sonlarına gelen çoğul eki -z ile beraber okuz şeklinde telaffuz edilmiştir. Bu kavram zamanla Oğuz'a dönüşmüştür. Bkz. Kafesoğlu 1984, s. 216; Sümer 2007, s. 325. 16 Kral Faysal: Osmanlı Devletine karşı isyan eden Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in torunudur. 1935 yılında Bağdat'ta doğmuş olup babasının 1939 yılında ölmesi üzerine dört yaşında iken tahta çıkarılmıştır. 1958 yılında Abdulkerim Kasım ihtilalı sırasında öldürülmüştür. Bkz. Bilge 1995, s. 265. 31 yılında Lozan Antlaşması imzalanmadan önce Kerkük'te yaşayan Türklere yönelik katliamlar gerçekleştirilmiştir. Bunu Gavurbağı Katliamı izlemiştir. 14 Temmuz 1959’da Kasım ihtilalının birinci yıldönümü sırasında Belediye Başkanı Maruf Berzenci’nin verdiği ateş emri ile belediye binasından açılan ilk ateşten sonra birçok saldırgan, Türklerin üzerine yürümüştür. Ekrem hoca, dönemin Türkiye Cumhuriyeti hükümetini bu katliama karşı sessiz kalmakla suçlamaktadır. 1968 yılında Baas Partisi de Irak Türklerine yönelik asimilasyon politikasına başlamıştır. Kerkük'te bulunan “Türkmen Kardeşlik Ocağı” ve “Kardeşlik Dergisi” Türkmenlerin elinden alınarak Baas partisi mensuplarına devredilmiştir. Necdet Koçak, Albay Abdullah Abdurrahman ve işadamı Adil Şerif Baas rejimi tarafından Türk casusu olmakla suçlanarak 17 Ocak 1980 tarihinde idam edilmişlerdir. Ekrem Pamukçu’nun "Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanlığı" yaptığı sıralarda Kerkük dergisinde yayınlanan yazılarından biri de Kifri17’dir. Kifri’yi Türk kimliğini yitirmeyen Türkmen yerleşim yerlerinden biri olarak betimlemektedir. İlk olarak coğrafyası ve adının nereden geldiğine değinen Pamukçu, Kifri hakkında kaynak bilgilerinin yok denecek kadar az olmasına karşın Kifri kasabası civarındaki Kızlar kalesi, Yedi Mağaralar vb. nice kalıntı ve eserlerin köklü geçmişlerine kanıt olduğuna dikkat çekmektedir. Dergâh dergisinin 63. Sayısında (Pamukçu 1993, s. 8,10.) değindiği 1958 ihtilalı sonrasında asimilasyon politikalarının18 ve bazı etnik grupların silahlı Peşmergeler tarafından göçe zorlanan Türkmenlerin Kifri’deki durumlarına değinmiştir. Türkmenler önceleri birer ikişer daha sonraları kitleler halinde topraklarını terk etmişlerdir. 35. paralelin altında olmasına rağmen güvenlik bölgesi muamelesine tabi tutularak Irak ordusundan tecrit edilen Kifri, Peşmergelerin insafına terk edilmiştir. Ekrem Pamukçu bu yazısında da Türkiye’den yardım eli beklediklerinin altını çizmektedir. Hocanın doktora çalışmasının 1994 yılında Bağdat19'ta İlk Türkler adıyla yayınlandığını Kifri: Kerkük vilayetine bağlı bir yerleşim yeridir. Toplamda 318 tane köyü bulunmaktadır. Bkz. Gündüz 2002a, s. 292. 18 Türkmen adının dayatılması da bir asimilasyon politikasıdır. Öyle ki 14 Temmuz 1958’de Irak’ta krallık yıkılarak Cumhuriyet ilan edildiği zaman Kasım, Irak Türklerinin Türkiye ile bağını koparmak için “siz Türkmensiniz” dayatmasında bulunmuştur. Irak’ta, resmi belgelerde Türkmen adının kullanılması bu şekilde başlamıştır. Bkz. Saatçi 1999, s. 17. 19 VIII. yüzyılda Abbasi halifesi Ebu Cafer el Mansur tarafından kurulmuştur. Kuruluşundan Abbasi Devleti’nin yıkılışına kadar hilafet merkezi olarak kalan Bağdat, 1921’de Irak’ın başkenti olmuştur. Yaygın görüşe göre Bağdat ismi; “Tanrı’nın ihsanı ve armağanı” anlamına gelmektedir. Halife Mansur, inşa ettiği bu şehre Kur’ân-ı Kerim’de 17 32 az önce ifade etmiştik. Eser; Türk tarihini, Türk-İslam tarihi çerçevesinde değerlendirerek, Abbasi20ler devleti döneminin sadece askeri alanda değil; kültürel ve ilmi alanlarda da Türklerin başarılarıyla dolu olduğunu göstermektedir. Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Ekrem hoca, kitabının birinci bölümünde; Türklerin Abbasi devletine askeri açıdan etkilerini anlatırken, kitabın ikinci bölümünü Türklerin ilim ve kültür faaliyetlerine ayırmıştır. Konuya giriş, Emevi21 Devleti’nin Türklere karşı tutumunu anlatarak başlamaktadır. Bu kısımda Emevilerin Arap olmayan toplumlara karşı ırkçı yaklaşım tarzlarından bahsetmiştir. Türklerin büyük kitleler halinde Müslüman olmalarına açıklık getirmek amacıyla yazar Barthold’dan yaptığı alıntıları yeterli bulmuştur. Emeviler döneminde görev almış Türklerin isim ve görevleri hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamasının sebebini; müelliflerin bilgi eksikliğinden ziyade, Emevilerin yükselmesini istemedikleri Türkler hakkında bilgi vermekten kaçınmalarına bağlamaktadır. Türklerin hak ettikleri yerlere gelmemeleri de ancak Emevilerin ırkçı politikalarıyla açıklanabilir. Irkçılık politikası sosyal anlamda öyle bir hal almıştır ki; bazı kesimler Arap olmayan Müslümanlarla aynı yolda birlikte yürümemişlerdir (Özkes 2013, s. 294.). Bu politikanın bir neticesi olarak Arap olmayan Müslümanlardan cizye22 ve haraç23 vergisi alınması Emevi aleyhtarlığının en büyük nedenlerinden biri olmuştur (Hawting 2013, s. 247). Türkler gördükleri kötü muamele sonucu nefretlerini İslam’a yönlendirmek yerine bunu Emevi aleyhtarlığına dönüştürmüşlerdir. Ekrem hoca, Emevi ırkçılığının anılan dönemde Şu'ubiyye tarikatını ortaya çıkardığını ifade etmektedir. İslam dininin getirmiş olduğu sosyal eşitlik prensiplerine rağmen; Arapların, Türk ve İranlıların arkasında namaz kılmamaları, mevaliye köle muamelesi yapmaları gibi nedenlerin çeşitli muhalif hareketlerin ortaya çıkmasına sebep olduğunu anlatmaktadır. Bu hareketlerin Emevilerin yıkılmasında rol oynadığını, Abbasiler “cennet” manasında kullanılan “Darüsselam” kelimesinden ilham alarak resmi belgeler, sikkeler ve ağırlık ölçülerinde kullanılacak olan “Medinetüsselam” ismini vermiştir. Bkz. Dûrî, 1991, s. 425, 426. 20 Abbasiler Devleti, (H. 132-656 / M. 750-1258) aralarında tüccar ve zanaat erbabı kimselerin, ordugah şehirlere sürülen mevalinin ve sosyal iktisadi bağlamda memnuniyetsiz olan imtiyazsız şehirli halkın Emevilere karşı isyan etmeleri sonucu kurulmuştur. Bkz. Yazıcı 1992, s.5. 21 Hulefa-i Raşidin döneminin ardından iktidara gelen 14 hükümdar tarafından yönetilmiş olan bu devlet 89 sene hüküm sürmüş bir Arap devletidir. Emevi devletinin kurucu, yaşamı boyunca merkezi bir idare tesisine gayret eden Muaviye bin Ebû Süfyân (MS. 661- MS. 680)’dır. Bkz. Yazıcı 1992, s. 2. 22 Cizye: Sâsânîler dönemi İran'ından, İslam dünyasına geçmiş bir vergi türüdür. İranlıların gezit şeklinde adlandırdıkları bu vergi türü Müslümanlar tarafından cizye olarak isimlendirilmiştir. Bu vergi türü bir vatandaşlık vergisiydi, Müslümanlar ise sadece Gayr-ı Müslimlerden cizye vergisini almışlardır. Bkz. Altungök 2014, s. 456. 23 Haraç: Sâsânîler döneminde toprak ürünlerinden alınan ve horak adı verilen bir vergidir. İslam sonrası dönemde bu vergi harac şeklinde adlandırılmış ve Müslümanlar tarafından da kullanılmaya devam etmiştir. Bkz. Altungök 2014, s. 454. 33 döneminde daha da güçlendiğini belirtmektedir. Ekrem hoca Şu'ubiye'nin Abbasi hükümdarı Mansur (136-159/753-775) zamanında; Arapların, İran ve Suriyelilerle mukayese edildiğinde daha ilkel olduklarını kanıtlamaya çalışan bir fırkaya dönüştüğünü ifade etmektedir. Ayrıca Arap olmayan unsurların zamanla kendi örf ve adetlerini Araplara karşı koruduğu muhalif hareketler haline geldiğini anlatmaktadır (Cihan 1986, s.55). Ekrem hoca, Abbasi ihtilalının belirgin özelliklerini ortaya koyarken, bu ihtilalı tek bir zümreye indirgeyen düşünceleri eleştirmektedir24. Tarihçilerin farklı ırktan ve mezheplerden oluşlarının ne yazık ki konunun doğru değerlendirilmesine engel teşkil ettiğini ifade etmektedir. Taberi’nin bazı rivayetleri seçerek aktarmasının veya hiç aktarmadığını itiraf etmesinin bu yargıyı doğrular nitelikte olduğu aşikârdır. Ekrem hoca, bunları da göz önünde bulundurarak Abbasi ihtilalının karakteristik özelliklerini, İslam tarihinin temel kaynaklarının bakış açılarını ele alarak değerlendirmektedir. Ekrem hoca aynı zamanda, Taberi’nin bazı rivayetleri seçerek anlatmasını eleştirirken, ihtilalın şekillenmesi noktasında verilen haberlerle ilgili olarak Taberi’nin yine de en önemli kaynaklardan biri olduğunu vurgulamıştır. Taberi olayları ayrıntılı ele almasına karşın yorumlayıp sonuç çıkarma işlemini okuyucuya bırakmıştır. Kendisi bunu objektif bir değerlendirme olarak kabul etmemektedir. Tarih ilminin gerçek özgürlüğüne Abbasiler döneminde kavuşabildiğine işaret eden yazar, ilim adamlarını yazmaya teşvik eden etkenleri 5 madde halinde sıralamaktadır. Bunlardan birincisinin Arapların nesebe verdikleri önem olduğunu ve tarihin sınırlarını çizmede bu yaklaşımın önemli olduğunu ifade eder. İkinci olarak Arapların geçmişlerini öğrenme arzularının tarih yazıcılığında önemli bir faktör olduğunu anlatmaktadır. Üçüncü olarak Müslümanların Hz. Muhammed (SAV)’in kişiliğini ve olaylara bakış açısını ayrıntılı öğrenme isteklerinin onları Hz. Peygamber'in hayatını araştırıp ortaya Nahide Bozkurt Abbasi ihtilalı sonrasında yaşanan bir olayı şöyle nakletmiştir: "İbrahim b. Muhammed, Ebu Müslim’i Horasan’a gönderirken şu nasihatte bulunmuştur: “Sen bizim ehl-i beytimizden bir kişisin. Vasiyetimi yerine getir. Yemen’in şu kabilesine iyi bak, onlara bağlan ve aralarında otur. Zira, Allah bu işi onlarla tamamlayacaktır. Rebia’nın durumlarına güvenme. Mudar’a gelince, bunlar yurtları sana yakın olan düşmandır. Onlardan şüphelendiğin kimseleri öldür. Horasan’da gücün yeterse Arapça konuşan kimseleri bırakmamaya çalış. Beş karış boyuna gelmiş olan oğlanlardan suçlu bulduğunu öldür. Şu ihtiyara, yani Süleyman b. Kesir’e karşı gelip, isyan etme. Herhangi bir işinde güçlüğe düşersen benden onu kendine yeterli bil.” Ancak bu rivayet, Arapların çoğunlukta bulunduğu bir bölgede Arapça konuşulmasının yasaklanmasının güç olacağından düşündürücüdür. Zira İbrahim b. Muhammed, Ebu Müslim’e Horasan'a yerleşerek oradaki Yemen kökenli Araplara iyi bakmasını nasihat ederek ardından Araplara karşı yasaklamalar getirmesini istemesi rivayeti çelişkili kılmaktadır. Bunun gibi bir başka rivayet te İbrahim b. Muhammed’in Ebu Müslim’e Arapça konuşan Arapların katledilmesi gerektiğini öngören mektubudur ki bu direktifler muhaliflerin eline geçerek abartılmış olup tahrif edilmişlerdir." Bkz. Bozkurt, 1999, s.68. 24 34 koymaları noktasında önemli bir etken olduğunu ifade etmektedir. Dördüncü olarak Müslümanların eskiden yapılan hatalardan ders çıkarma arzularının kendilerini Müslümanların tarihini incelemeye mecbur bıraktığını ve sonuncu olarak da kavimler ve fırkalar arasında meydana gelen çekişmeleri ortaya koymak adına göstermiş oldukları çabaların tarih yazıcılığında önemli bir faktör olduğunu anlatmaktadır. Ekrem Pamukçu, fen ilimlerindeki ilerlemenin Abbasiler döneminde hızlandığını kaydetmektedir. Kendisi, Emeviler döneminde bilimsel çalışmaların gayri Müslimler tarafından sürdürülmesini ilginç bulmaktadır. Ekrem hoca, Abbasilerin ilk dönemlerinde de bilimsel faaliyetlerin gayri Müslimler tarafından sürdürüldüğünü ifade ederek, son dönemlere doğru bilimsel çalışmalarda Müslümanların ön plana çıkmaya başladığını ve bilimsel çalışmaların Müslümanlar tarafından büyük ilerlemeler kaydettiğini ifade etmektedir. Bu Müslüman bilim adamlarından biri olan Türk asıllı İbn Sina’nın ünü tüm dünyaya yayılmış, eserleri dünya dillerine çevrilmiştir. Ekrem Pamukçu, sosyal, fen ve dini ilimlerde yapılan çalışmalara yönelik değerlendirmelerini yaptıktan sonra İlim ve Kültür Alanında Türkler başlığı altında Arap olmayan Müslüman bilim adamlarını ve yaptıkları güzel işleri ayrıntılı bir şekilde vermiştir. Bu çalışmasında Türklerin ve İranlıların İslam kültür ve medeniyetinin asıl mimarları olduklarını ortaya koymaya çalışmıştır. Kitabın son bölümünde dönemin önemli on bir Türk âliminin kişiliklerini, neseplerini, eserlerini ve hayatlarını ayrıntılı bir şekilde sunmuştur. Aynı yıl Alperen Dergisi’nin Ekim ayında yayınlanan sayısında Irak Türkmen Tarihçi Şakir Sabir Zabit adlı yazısı yayınlanmıştır. Daima milli şuurdan hareket ederek ilhamını bundan alan; Irak Türkmenlerinin diline, tarihine, sosyal hayatına, sanat ve folkloruna derin bir ilgiyle bağlı olan Şakir Sabir Zabit, halkının bilgi ve görgüsünü artırmak için çalışmıştır. Bu yönüyle Ekrem Pamukçu’yla ortak amaç güttüklerini söylemek yanlış olmaz. Zira kitap okumak, Pamukçu’nun hayatının en önemli noktalarını teşkil ederken Şakir Sabir Zabit için de öyledir. Irak ve Irak Türkmenlerinin tarihini kendisine çalışma sahası olarak seçen Şakir Sabir Zabit’in yayınlanmış eserlerinden maddeler halinde bahsettikten sonra Irak Türkmenlerinin Tarihi” adlı eserini tenkit etmiştir. Pamukçu objektif bir değerlendirmede bulunarak müellifi iyi bir tarihçi olarak kabul etse de yazarın bu eserinde sadece dipnotlarındaki eksik bilgiler nedeniyle ayrıntılara yer vermemesini eleştirmiştir. 1997 yılında Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi’nin 2. 35 sayısında Bağdat’ta İlk Türkler adlı kitabından da yararlanarak hazırladığı İlk İslam Devletlerinde İlim ve Kültür Alanında Mevali’nin Yeri adlı makalesi yayınlanmıştır. Bu çalışmasında İslam ilimlerine gereken önemi gösterenlerin genellikle Arap olmayan Müslümanlar olduklarını anlatmıştır. Arap olmayan Müslümanlardan bahsederken Mevali, Memlük, Gulam, Horasanlı kavramlarını ayrı bir başlık altında incelemiştir. Birçok Arapça ve Farsça kaynağa dayandırarak verdiği bilgilerde Horasanlılar tabiri ile Türklerin kastedildiğini dile getirmiştir. Batılı tarihçilerin genel olarak konu ile ilgili değerlendirmelerinde doğudan gelen askerleri İran kökenli kabul etmelerini eleştiren Ekrem hoca bunun iki sebebi üzerinde durmaktadır. Birincisi Mu’tasım sonrası kuşakta Türklerin İslam dinine girmesi ile beraber kültürlerini değiştirerek İranlılarla yan yana yaşamalarından dolayı kendileri İranlı zannedilmiştir. İkinci olarak da genel anlamda Ortaçağlarda Türk adının Seyhun25 ötesindeki bozkırlarda yaşayan göçebelere verilmesinin buna neden olduğunu düşünmektedir. Bilim Alanında Mevali’nin Yeri başlığı altında mevalinin ilim konusundaki hassasiyetini göstermek için Ebu Hureyre26’den rivayet edilen bazı hadisleri delil olarak göstermiştir. Mevalinin ilim konusundaki üstünlüklerinin sebebini toplum içinde saygın bir yere sahip olmak istemeleriyle bağdaştırmaktadır. Mevalinin hadise verdiği önemden dolayı sahabe ve mevali arasındaki kültür alışverişinin de bu süreci hızlandırdığını ifade etmiştir. Arapların bedevi yaşam tarzlarının sanat ehli olamamaları noktasında önemli bir etken olduğunu vurgulamaktadır. İbn Haldun’un sanat için medeni hayata ihtiyaç olduğu düşüncesine tamamen katılmaktadır. İlim ve Kültür Alanında Türklerin Yeri başlığı altında XX. yüzyılın ikinci yarısından günümüze kadar gelen süreçte bazı yazarların İslam kültür ve medeniyetini Arap zekasının bir ürünü olarak göstermelerine şiddetli bir şekilde karşı çıkarak bu konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışmıştır. Özellikle Abdurrahman el Bezzaz, Abdullah Sahib, Nesla İzzeddin, Ömer Faruh gibi yazarların kendi eserleri ve tercümelerin İslam kültür ve medeniyeti içerisinde Arap kültürünü ön plana çıkarmalarını eleştirmektedir. Ekrem Pamukçu, İslam medeniyeti içerisindeki Arap tesirinin yoğunluğuna karşı çıkarak pozitif ve dini ilimlerde İslam dünyasına hizmet etmiş Türk bilim adamlarını örnek vererek, İslam kültür ve medeniyetine Arapların çok Seyhun: Eski Türkler nehrin adını boğa anlamına gelen Ogüz şeklinde isimlendirmişlerdir. Romalılar bu kavramdan yola çıkarak nehirden Oxus şeklinde bahsetmişlerdir. Nehir genel olarak soğuk deniz anlamında Siriderya şeklinde isimlendirilmiş ve Araplar tarafından ise Seyhun olarak tanımlanmıştır. Bkz. Muhammedcanov 2009, s. 272. 26 Ebu Hureyre: Yemen kökenli Benî Ezd kabilesine mensuptur. Hayber savaşından sonra Medine'ye gelen bir heyetle beraber Müslüman olmuştur. İki defa Bahreyn'e vali olarak atanmış daha sonra Hz. Ömer (ra) tarafından azledilmiştir. En çok hadis rivayet eden raviler arasında gelmektedir. Bkz. Altungök 2015, s. 136; Kandemir 1994, s, 160vd. 25 36 kısıtlı bir şekilde hizmet ettiklerini ortaya koymuştur. Bu kanaatini İbn Haldun’un Mukaddime adlı eserinden ve Katip Çelebi’nin Keşfüz Zünun adlı eserinden örneklerle desteklemiştir. Ekrem Pamukçu makale çalışmasının asıl konusu olarak İbn Mubarek’i gösterdiği halde İbn Mübarek’in ilk cihat kitabı yazarı olması dışında diğer ilmi yönleri hakkında geniş çaplı yer vermemiştir. Makalesini sonlandırırken, mevalinin kendi kültürünü İslamiyet ile değiştirdiğine değinmiştir. Pamukçu, bunun olumsuz bir sonucu olarak milliyetlerini ikinci plana attıklarını göstermektedir. Arap müelliflerinin mevaliden bahsederken mensup oldukları milletleri betimlememelerinin sebebini buna bağlamaktadır. 2001 yılında Kastamonu Eğitim Dergisi’nde yayınlanan Irak’ta Türk Eğitim Tarihi adlı makalesinde Irak Türklerinin milli kimliklerini korumakta çektikleri zorluklara değinmiştir. Irak’taki Türklerin eğitim sürecine ışık tutan Pamukçu, Osmanlı’dan yakın tarihe kadar olan süreç içerisinde Irak’taki Türklerin eğitimini kronolojik olarak anlatmıştır. Bir toplumun ve o toplumu oluşturan bireylerin en önemli etkileşim aracının dil olduğunu savunmuştur. Bu yüzden de kültür emperyalizminin en hassas unsurunun dil olduğunu anlatmış ve gelişmekte olan ülkelerin dillerinin yavaş yavaş yok olmaya mahkum bırakıldığını vurgulamıştır. Pamukçu dilin millet için önemini: “Zihninde milletinin dili ile düşünemeyen bir bireyin milletine ne şekilde faydası olabilir ki!” şeklinde ifade etmiştir. Irak'taki Türklerin ana dillerini öğrenmekte zorluk çekmelerinin temel nedeninin ise bölgedeki Arap ve Kürt hakimiyetinden dolayı insanların genelde bu iki dille konuşmak zorunda kalmaları olduğunu ifade etmektedir. Osmanlı devleti döneminde Türkler eski Türk alfabesi ile eğitim görüyorlardı. Ekrem hoca, İngiliz manda döneminde bile Irak Türkmenlerinin Osmanlı alfabesi ile eğitim gördüğünü ifade etmektedir. Ancak sonrasında Irak Türklerinin birçok engelle karşılaştığını anlatmaktadır. Dönemin Türk hükümetinin konu ile ilgili aldığı kararların çok olumlu olduğundan bahsederek yine de bunların hepsinin kâğıt üzerinde kaldığını belirtmektedir. Ekrem Pamukçu bu makalesinde Irak’ta 1960 yılında düzenlenen ilk eğitim kongresinin maddelerinden ve tavsiye kararlarından bahsetmiştir. Ayrıca 1970 yılında İhtilal Komuta Konseyi’nin eğitimle ilgili maddelerine de yer vermiştir. Pamukçu, kaynak olarak Türkmen yazarlardan faydalandığı makalesi sonucunda, Türkler için en önemli sorunun, eğitimlerinde Latin alfabesi mi yoksa Arap alfabesi mi kullanılacağı olduğuna işaret etmiştir. Sonuç olarak her ne olursa olsun ana dilde eğitim almanın bir toplum açısından en temel hak olduğunun da altını çizerek makalesini sonlandırmıştır. 37 Ey Türkmen Kadını adlı eser, geçmişten günümüze Türkmen kadınlarının ne denli önemli işler yaptığını göstermek ve Türkmen davasına yönelik kadınları yüreklendirmek için yazılmış bir kitaptır. Ekrem Pamukçu, eserini Türkmen davası uğruna şehit düşen tüm Türkmen kadınlarına ithaf ederek hem onlara duyduğu saygıyı göstermek hem de tüm Türkmen kadınlarının ne kadar kutsal değerlere sahip olduklarını anlatmak istemiştir. Bu çalışmada İbn Fadlan’ın seyahatnamesinden alıntılar yaparak, Oğuz erkeklerinin kadınlarına olan sevgi ve saygılarına işaret etmiştir. Geçmişten beri Türklerin sosyal ve siyasal statüleri bakımından kadına verdikleri önemi, eski Türk devletlerinde hakandan sonra katun (hatun)'un üst düzey bir unvan olarak kullanılmasında görüyoruz. Bilge Kağan ve Kültigin yazıtlarında geçen “(Tanrı), Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İlteriş Kagan’ı ve annem İl Bilge Katun’u halk içerisinden çekip yükseltmiştir.” sözü de kadının konumunu göstermektedir (Gökçe 2008, s. 232.). Emirnamelerde dahi sadece hakanın imzası yeterli olmamakta, devlet yönetimi boyunca her zaman yanında olan katunun imzası da gerekmektedir (Ersoy 2012, s.66). Kadının erkeğin bir adım önünde olduğu zamanlara da tarih şahitlik etmiştir. Nitekim Ekrem Pamukçu’nun verdiği bir örnekte Buhara ve çevresinin hükümdarı bir kadındır. Kabac (Kınık) Hatun, Türkmen kadınlarının ne kadar önemli yerlere gelebildiğini göstermek adına iyi bir örnektir. Kendisinin, Ubeydullah b. Ziyad’ın Buhara’yı kuşattığı zamana rastlayan iktidarlık döneminde, 4000 Buharalı Türk gencinin Ubeydullah b. Ziyad’a verilmesi karşılığında antlaşma yapması, Türklerin ilk kez güneyden Irak’a girmelerini sağlamıştır27. Ubeydullah b. Ziyad tarafından Basra’ya yerleştirilen bu Türk gençler, Emevi ordularında istihdam edilen ilk Türklerdir. Buna vesile olan bir hükümdarın Türkmen kadını olması dikkat çekicidir. İslamiyet’in kabulünden sonra, kadının birçok alanda ikinci plana itildiğine dair görüşler mevcuttur. İslamiyet kadını değersizleştiren bir din değildir. Kur’an-ı Kerim kadın ile erkek arasında ayrım yapmamakta, ikisine de aynı hak ve yükümlülükleri vermektedir. Ne yazık ki kadın yanlış yorumlamalarla bazı kesimler tarafından önemsizleştirilmiştir. Türkmen toplumu, Emevi mantığının etkisiyle ortaya çıkan kadının geri plana itildiği yaşam tarzını benimsememiş ve kadının statüsünü korumayı bilmiştir. Türkmen kadınları sadece Müslüman olmamışlar, Allah katında hayırlı işler yapmak için adeta yarışa girmiş, pek çok cami, medrese, hastane yaptırmışlardır. Ekrem Pamukçu, 27 Bu rakam bazı kaynaklarda 2000 olarak geçmektedir. Bkz: Akyürek 2013, s. 89. 38 bu Türkmen kadınlarına örnek olarak, Halife Nasr’ın annesi Zümrüt Hatun’u, Veli Ahmet Paşa’nın kızı Ayşe Hatun’u, Hacı Fatma Hatun’u, Musul’da ise eski valilerden İsmail Celilî’nin kız kardeşi Rabia Hatun’u, Sit Zeynep abide mezarını (1246), Semerkant civarındaki medreselerin tüm masraflarını karşılayan Bibi Hatun’u göstermektedir. Abbasiler döneminde (750-1258) otuz yedi Abbasi hükümdarından pek çoğu Türk Hatunlarla evlenmiş ve birçoğu Türk bir anadan dünyaya gelmişlerdir. Nüfuzu geniş Türk asıllı halife eşlerine en güzel örnek Şağab Hatun’dur. Oğlu el-Muktedir döneminde siyasi gücünü artıran Şağab Hatun, Abbasi devleti üzerinde yirmi beş yıl nüfuzunu sürdürebilmiştir. Otuz yedi Abbasi hükümdarından yalnız beş tanesinin yirmi beş yılı aşkın saltanatta kalabildiğini düşünürsek Şağab Hatun’un siyasi başarısı, üzerinde durulması gereken önemli bir durumdur (Kitapçı 1994, s. 247). Türk hatunlarının güzellikleri, kıvrak zekâları ve savaşçı özelikleri Abbasi hükümdarlarının, kendilerini eş olarak seçmelerindeki en önemli etkenlerdendir. Ekrem hocaya göre Abbasi hükümdarlarının böyle bir nesle sahip olmak istemeleri pek tabiidir. Siyasi, sosyal, kültürel ve askeri açıdan ileri bir toplum yapısına sahip olan Türklerin, savaşçılılık yeteneklerine istinaden de İslam coğrafyasının dış etkenlere karşı savunulmasına büyük katkıları olmuştur. İslam’ın yayılması noktasında sarf edilen katkıların yanında Abbasi hükümdarlarını Büveyhilere karşı kendi safına çekerek, nüfuzlarını artırmak ve Araplarla iyi geçinebilmek için Türkler de siyasi evliliklerde bulunmuşlardır (Kitapçı 1994, s. 247). Bunun yanında Türk-Arap ilişkilerinin Abbasiler dönemi İslam kültürünün zenginliğini artırdığı da su götürmez bir gerçektir. Abbasiler döneminde Türkler ve Araplar arasındaki evlilik olayı tek taraflı gerçekleşen bir olay değildir. Türk Sultanları Hz. Peygamber ile akraba olduklarına inandıkları Abbasi hanedanı sayesinde Hz. Peygamber ile akraba olabilmek adına bu hanedana mensup kadınlarla evlenme yoluna gitmişlerdir. Öyle ki, Selçuklu Devleti’nin İmparatorluk devrine geçmesinde büyük rol oynayan Tuğrul Bey’in sevgili eşi Altun Can Hatun28, ölmeden önce eşine Abbasi Eşi, Harzemşah’ın ölümünden sonra Tuğrul Bey’le evlenmiştir. Abul Farac’a göre Selçuklu Sarayına geldikten sonra saltanatın bütün işlerini idare eden Altun Can Hatun, Tuğrul Bey’in güvendiği en gözde hanımlarından biridir. At kullanabilme, kılıç kuşanma ve gerektiğinde Türkmen ordularını idare edebilecek kadar yiğit olan bu Hatun’un Tuğrul Bey üzerinde hatırı sayılır bir nüfuzu vardı. Tuğrul Bey’in İbrahim Yınal’ın isyanını bastırmak için Hemedan’a doğru yola çıkmadan önce Bağdat’ta bıraktığı Altun Can Hatun, Sultanın yerine geçirilmeye çalışılan öz oğlu Enûşirevân’ı zincirletip, ordu toplayarak eşine yardıma gidebilecek kadar yürekli bir hanımdır. Bkz. Kitapçı 1994, s. 63. 28 39 hükümdarının kızı Seyyide Fatıma ile evlenmesi için tavsiyede bulunmuştur. Tuğrul Bey’in Seyyide Fatıma ile evliliği hilafet ile Selçuklu hanedanlığını evlilik bağıyla birleştirme amacını gerçekleştiremese de kendisinden sonraki sultanların Abbasi hükümdarları ile akrabalık kurmak istemelerini gelenek haline getirmiştir (Özdemir 2008, s. 355). Ekrem Pamukçu, Türkmen Hatunları arasında Salgurlu Atabeyliğinden Bibi Terken Hatun29, Abiş Hatun ve Selçuklu sarayının adı geçtiğinde saygıdan devlet erkânının derlenip toparlandığı hanım sultanlarından Türkan Hatun’u örnek göstererek, Türk İslam devletlerinde kadının yönetimde dahi ön planda olduğunu ifade etmiştir. Anadolu Türkmen kadınlarından Fatma Bacı’nın kurduğu Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) teşkilatı30, sosyal ve kültürel dayanışma açısından ilk sivil kadın örgütüdür. Türkmenlerin Irak’taki nüfusunun az gösterilerek kimliklerinin yok edilmeye çalışıldığına işaret eden Pamukçu, Türkmen davası adına Türkmen kadınlarını böyle bir teşkilat kurmaya çağırmaktadır. Bacıyan-ı Rum teşkilatının sosyal, kültürel, siyasi alanlardaki başarıları; Anadolu'nun İslamlaşmasına katkıları ve Türk misafirperverliğini Anadolu'ya yayma girişimleri, kadınların birlik olduklarında neler yapabileceklerinin en büyük kanıtıdır. Hayvan derilerinden topladıkları yünleri bir araya gelerek dokuyan ve böylece güçlü bir topluluk haline gelen Anadolu Bacıları, günümüz Türkmen kadınlarına da örnek teşkil etmelidir. Aynı şekilde bu teşkilat mensubu Türkmen kadınları 1243 yılında Kayseri’yi kuşatma altına alan Moğollara karşı Kayseri müdafaasına aktif bir şekilde katılmışlardır (Duran 2004, s. 32). 14 Temmuz 1959 Kerkük katliamı şehitlerini, 28 Mart 1991 Altunköprü şehitlerini31, Tuzhurmatı ve Kerkük şehitleri ile Fars bölgesindeki Salgurlu devletini vezirleri Nizamüddin Ebubekir’in ve Şemsüddin’in yardımıyla 2 yıl 7 ay yönetmiştir. Bkz. Üçok 1993, s. 140. 30 Ahi teşkilatının kadın kolu olup kurucusu Fatma Bacı, Ahi Evran’ın eşidir. Moğol istilası sonrası mensuplarının göçleri, XIV. yüzyılda teşkilatın dağılmasına neden olmuştur. Bu nedenle dönemin tarihçileri bunları münferit hadiseler olarak değerlendirip bunun teşkilat içerisinde olduğundan bahsetmemiştir. Bkz. Erdem ve Yiğit 2010, s. 30. 31 Birinci Körfez krizi sonrası yaşanan otorite boşluğu Altunköprü’yü derinden etkilemiştir. ABD’nin Irak’a yaptığı saldırılar sonucu Saddam ordusu Bağdat’a çekilmiştir. Kuzeyde Kürt, Güneyde Şii ayaklanmaları neticesinde Saddam rejimi devrilme tehlikesine karşı bütün dikkatini başkente çevirmişti. Askerden arınmış olan Kerkük, Peşmergeler tarafından işgal edilmiştir. Üzerlerindeki baskı hafifleyince Irak ordu birlikleri de Tazehurmatu ve Tuzhurmatu istikametinden Kerkük’e ateş yağdırmaya başlayınca Peşmergeler Türkiye sınırına kaçmış, olan yine yerleşim yerindeki Türklere olmuştur. Baas güçleri tarafından yüze yakın Türkmen isyana kalkıştığı gerekçesiyle sorgusuz kurşuna dizilmiştir. Bkz. Arpacık 2005, s. 77,78. Irak Ordusu ve Cumhuriyet Muhafız Güçleri 27 Mart 1991’de Kerkük’ün kuzey batısına ve Altunköprü’ye girerek buldukları bütün erkekleri toplamışlar ve bunlardan bir daha haber alınamamıştır. Bkz. Hürmüzlü 2003, s.68. 29 40 Irak Baas32 partisi mensupları tarafından şehit edilen Türkmenleri hatırlatarak bu dava için güçlenmelerini, birleşmelerini ve seslerini duyurabilmelerini istemektedir. Ekrem hoca, Orta Asya’dan göçen Türkmenleri iskan ederek onlara yurt temin edecek ve onları barındıracak kadar sağlam bir teşkilata sahip olan Bacıyan-ı Rum teşkilatının Türkmen kadınları tarafından örnek alınabilecek en önemli sivil toplum örgütü olduğunu örneklerle anlatmaktadır. 16 Ekim 1995’te Baas partisi tarafından Kerkük’ten çıkarılmaya zorlanan bir ailenin genç kızı Zehra’nın akıllarda iz bırakan protestosuna değinerek; Zehra’nın yanan yüzünü Kerkük’e, kollarını Musul’a ve bedenini Telafer’e benzetmiştir. “Bütün Dünya bilmeli, ben bu toprağın, Kerkük’ün kızıyım, buradan asla göç etmeyeceğim. Bu uygulamaları protesto etmek ve yüce Türkmen milletinin bağımsızlık yolunda bir meşale olmak için kendimi yakacağım. Kerkük sonsuza dek Türkmenlerin yurdu kalacaktır.”. Zehra’nın kendini ateşe vermeden önceki bu haykırışları, aslında aynı duyguları paylaşan tüm Türkmenleri temsil etmektedir. Şehit Sacide Hişam Tevfik, Şükriye Semin Hasan, Bedriye Halit, Fethiye Şamil Altunköprü Katliamında kurşunlanarak şehit edilmişlerdir. Musul ve Telafer’de şehit edilen kadınlarımız ile beraber Zeynep Tisinli, Aynur Hamit Mustafa, Nahide Kanber Çayırlı, Belkıs Hamit Abdullah, Suriye Muhammed gibi daha birçokları bu uğurda canlarından olmuşlardır. Türkmen davasının verdiği acı kayıpları anlatmak için bu örnekler yeterli değildir. Ekrem hoca, bu çalışmasında sinsi düşmana karşı birlik ve beraberlik içerisinde; planlı ve programlı hareket etmenin mantığı üzerinde durmaktadır. Irak Türkmenlerinin, üzerinde yaşamış oldukları topraklar üzerindeki varlıklarını yok saymaya çalışanların hilelerine karşı dikkatli olmaları gerektiğini vurgulayan Pamukçu, son olarak söylemek istediklerini bir ayetle özetlemiştir. “Andolsun, biz sizi bi”raz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele (Bakara-155).” Ekrem Pamukçu Türkmen kadınlarına verdiği değeri Irak Türk Kadınının Sembolü olarak nitelendirdiği Nesrin Erbil’in şiirlerinden oluşturduğu derleme ile ortaya koymaya çalışmıştır. Baas, Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan siyasal nitelikli bir akımdır. Arap Diriliş Partisi ve Arap Sosyalist Partisi’nin birleşmesinden doğan bir isimdir. Amaçları Birleşik Arap Cumhuriyetleri’ni kurmak ve Suriye ile Irak'ı birleştirmekti. 32 41 Pamukçu, Irak Türk edebiyatına orijinal bir üslup getiren Nesrin Erbil’i, Türk milletine tanıtmaya çalışmıştır. Nesrin Erbil, 1939 yılında Erbil’de doğmuştur. Babası ve ağabeyleri dönemin ünlü şairleri arasındadır. Nesrin Erbil, ilkokulda yakalandığı bir hastalık sebebiyle okulunu bırakmak zorunda kalsa da adından söz ettirecek bir şair ve ressam olarak kendini yetiştirmeyi başarmıştır. Pamukçu, bu kanıyı Bekir Sıtkı Erdoğan’ın, halk arasında Hancı diye bilinen Binbirinci Gece adlı şiirine Nesrin Erbil’in nazire olarak yazdığı Hancı ile Hasb-i Hâl şiiriyle doğrulamaktadır. Sana öz yurdumdan kopup koşmuşum Sil gözyaşlarını ben de coşmuşum Doldurma kadehi zaten sarhoşum Ben hicran meyini içmişim hancı Ekrem Pamukçu, Nesrin Erbil’i; kendisini milletine adamış bir şair olarak nitelendirmektedir. Ona göre, Nesrin Erbil’in şiirlerinde şahsi kinini, öfkesini, aşklarını, üzüntülerini görmek pek mümkün değildir. Ekrem Pamukçu, Nesrin Erbil'in yetmiş beş tane şiirine yer verdiği derlemesinde, aşk ve özleme dair duygularının yoğun olduğu birkaç şiire de yer vermeyi ihmal etmemiştir. Şairin Ekrem Pamukçu’yu en çok etkileyen yönü Nesrin Erbil'in Türkmenlere olan sonsuz sevgisidir. Sonuç Türkmenler, Irak’ın Araplar ve Kürtlerden sonra üçüncü büyük unsurunu oluşturmaktadır. Ancak Irak Devleti’nin Türkmenlere karşı politikası zaman içerisinde sürekli değişiklik göstermiştir. İngiliz mandasından çıkarak bağımsız bir devlet olduklarında Milletler Cemiyeti’ne sundukları beyanname ile Irak Türkmenlerinin haklarının korunacağı, varlıklarının tanınacağı, kendi dillerinde eğitim verileceği ve bölgede Türk kökenli memurların hizmet sunacağı güvencesi verilmiştir. 1925 yılında çıkan ilk anayasa Arapça, Kürtçe ve Türkçe basılmıştır. Fakat krallık rejiminin yıkılması ile hazırlanan 1958 Anayasası’nda Irak, Kürtlerin ve Arapların Devleti olarak gösterilmiştir. Bu yönüyle Irak’ın önemli bir parçası oldukları halde, bölgede yok sayılmışlardır. Özellikle Saddam yönetimi ile beraber Irak’ın siyasi hedeflerinin 42 dışında tutulmuşlardır. Irak Türkmenlerinin birçok siyasi, sosyal ve kültürel hakları ellerinden alınmıştır. Saddam öncülüğündeki Baas yönetimi Irak Türkmenlerini Arap unsurlardan sayarak onları asimile etme yoluna gitmiştir. Irak Türkmenlerinin siyasi ve sosyal haklarını elde etme çabaları bu dönemde çok sayıda katliama uğramalarına sebep olmuştur. Türkmenlerin haklarını savunan birçok aydın ya vatan haini suçlaması ile yargılanarak idam edilmiş veya faili meçhul suikastlarla ortadan kaldırılmıştır. Irak yönetimi Türkmenleri sindirmek amacıyla onları çeşitli baskılara ve toplu sürgünlere maruz bırakmıştır. Bunun yanında Türkmenlerin yoğun olduğu bölgelerde Arap nüfusla beslenerek demografik dengenin değişmesi için çalışılmıştır. Hak arayışlarını silahlanmaksızın birlik ve beraberlikten yana olarak sürdüren Türkmenler yok sayılmayı hak etmemektedirler. Kaldı ki maruz kaldıkları katliamlar yok sayılmanın ötesindedir. Bu katliamlardan ilki 1924’de İngiliz ordusuna bağlı Levi denilen askeri birliğe bağlı Asuriler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kerkük çarşısında birkaç Asuri askerinin alışverişi sırasında kavga çıkması sonucu, Asuri birlikleri Kerkük kalesinden halka ateş açmış ve 100’den fazla Türkmen öldürülmüştür. 1946’da ise daha iyi çalışma şartları için grev yapan petrol işçilerine karşı 16 kişinin hayatını kaybettiği Gavurbağı Katliamı uygulanmıştır. 1959’da yüzlerce Türkmen’in katledildiği Kerkük Katliamı zuhur etmiştir. 16 Ocak 1980’de gizli bir yargılamadan sonra Saddam Hüseyin’in talimatı ile Kerkük’ün önde gelen isimleri, Türkmenlere gözdağı vermek amacıyla, toplu halde idam edilmişlerdir. İdamları Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürtlerin ayaklanması sonucu bölgeye gönderilen Baas birliklerinin, yolları üzerindeki kasabalarda yaşayan sivil halka uyguladıkları Tuzhurmatu ve Altunköprü katliamı izlemiştir. Türkmenlerin ellerinden alınan haklarını savunan ve seslerini duyurmaya çalışan çok sayıda Türkmen aydını bulunmaktadır. Bu aydınların bir kısmı Irak topraklarında yaşarken bir kısmı da siyasi sebeplerden dolayı Irak dışında yaşamaktadır. Bu aydınlardan bir tanesi de 2005 yılında yaşama veda eden Ekrem Pamukçu hocadır. Ekrem Pamukçu, hayatını Irak Türkmenlerinin haklı davasına adamış önemli bir şahsiyettir. Baas rejiminin baskıcı tutumu; Türkiye’ye yerleşen Ekrem Pamukçu’nun Kerkük’teki ailesini rahat bırakmamıştır. Ekrem Hocanın babası Cuma Bey sık sık Baas karargahında sorguya alınarak, Ekrem Hoca’nın Irak’a geri dönmesi için baskı altına alınmıştır. Aile önceden Ekrem Pamukçu ile planladıkları telefon görüşmesini Baas ajanlarının yanında gerçekleştirerek, Ekrem Pamukçu’nun ailesiyle görüşmek istemediği imajı verilmiştir. Böylece ailenin üzerindeki baskı kalkmıştır. Ancak bunun sonucunda 43 Ekrem hocanın ve ailesinin görüşmesi oldukça zorlanmıştır. Babasının vefatını dahi, aile çok sonradan öğrenmiştir33. Okumaya olan büyük tutkusu henüz gençlik yıllarında tahsil için geldiği Türkiye’de birçok fakültede eğitim almasıyla sonuçlanmıştır. Türkmen davasına yönelik saha içinde aktif rol alması; akademik anlamda bilgi birikimi yüksek bir tarihçi olmasına rağmen yazdığı eserlerinin sınırlı kalmasına neden olmuştur. Bu durum bir bakıma, Ekrem Pamukçu’nun şahsi çıkarlarını ön planda tutmadan Türkmenlerin haklarının savunuculuğunu yaptığını ortaya koymaktadır. Türkmen davası için koşuşturması kendisinin İslamiyet’in İlk Dönemlerinde Türkler ile İlk Müslüman Türk Alimlerinden Abdullah b. Mubarek adlı kitap çalışmalarını yayınlayamamasına sebep olmuştur. Bunun yanında yayınlamayı düşündüğü bazı makalelerini de yayınlama fırsatı bulamamıştır. Yaşamı boyunca gerek eserleri, gerek dergi ve gazete yazılarında insanlara aşılamak istediği husus Irak’lı olma şuurudur. Irak Türklerinin eşit şartlar altında yaşaması için gerekli olan temel unsurun bilinçlendirme politikası olduğu taraftarıydı. Bu bilinçlendirme politikası, eserlerine aynı ölçüde yansımıştır. Pamukçu, tüm yazılarını Irak Türkmenlerine seslenmek amacıyla yazmıştır. Ey Türkmen Kadını’ndaki seslenişi, geçmişten günümüze Türk kadınına verilen değeri göstererek yüreklendirmek adınadır. Kitabını Irak Türklerine uygulanan katliamlarda şehit düşen Türk kadınlarına ithaf etmiştir. Irak Türkmenleri Şairlerinden Nesrin Erbil ise hislerini şiirle yansıtan Pamukçu’nun içindeki memleket özlemine ışık tutan ve Irak Türk edebiyatına farklı bir üslup getiren Nesrin Erbil’i hatırlatmak adınadır. Bayatlar ve Irak Bayatları, Kerkük Tarihi, Irak Türklerinin Siyasi Kaderi hep içinde hasretini yaşadığı memleketi Kerkük’e ve mensubu Türkmenlere yönelik makaleleridir. Ekrem Pamukçu hoca Irak Türkmenlerinin Türkiye'ye bağlanması gibi yayılmacı bir düşünceyi savunan fikri yapıya kesinlikle sahip değildir. Kendisi Irak Türkmenlerinin Irak'ta yaşayan diğer toplumlar gibi eşit haklara sahip bir Irak vatandaşı olarak yaşamalarını arzu etmekteydi. Irak’ın sadık vatandaşları olarak kalmanın, mezhep ve bölge farklılıklarına karşı koymanın, toplumun sorunlarının devlet eliyle barışçıl yollarla çözülmesini istemenin sadece Türkmenlerin değil Irak Devleti’ne mensup tüm bireylerin ortak çabası olması gerektiğini Ekrem Pamukçu’nun oğlu Gürkan Pamukçu ile 29.04.2015 tarihli röportaj. Kendisi Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde araştırma görevlisi. 33 44 savunmuştur. Bundan dolayı Irak toprakları üzerinde yaşayan Arap, Türkmen ve Kürtlerin eşit haklara sahip olarak; Iraklı olma bilinciyle birlik ve beraberlik içerisinde yaşamaları gerektiğini ifade etmiştir. Kaynakça AKYÜREK, Yunus,“Emeviler Dönemi Fetih Politikası ve Maveraünnehir’in Fethi” Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt. 22, S.1, Bursa, 2013, ss. 85-115. ALTIKULAÇ, Tayyar, "Ebû Şame", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 10, İstanbul, 1994, ss. 233-235. ALTUNGÖK, Ahmet, "Ortadoğu'da Türkmen Varlığının Tarihi Kökenleri", Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Uluslararası Tarihte ve Günümüzde Ortadoğu'da Türkmenler (Irak, İran, Suriye) Sempozyumu, 8-10 Mayıs 2014 (Basılmamış Sempozyum Bildirisi). ALTUNGÖK, Ahmet, “Sâsânî Kültür Medeniyetinin, İslam Kültür ve Medeniyetine Etkileri”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, İzmir, Aralık, 2014, ss. 445-487. ALTUNGÖK, Ahmet, Sâsânîler Dönemi Arap-İran İlişkileri, Mutlu Basım Yayın, İstanbul, 2015. ARPACIK, Yusuf Ziya, Yolbaşı, İlteriş Yayınları, İstanbul, 2005. BAKIR, Abdulhalik, Ahmet ALTUNGÖK, “Klasik ve Çağdaş Kaynaklar Işığında Turan-İran Kavramı ve Tarihsel Coğrafyası”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, İzmir, 2011, ss. 361-422. BEZER, Gülay Öğün, "Zengiler", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 44, İstanbul, 2013, ss. 268-272. BİLGE, Mustafa L., "II. Faysal", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 12. İstanbul, 1995, ss. 265-265. BOZKURT, Nahide, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, Bizim Büro Basımevi, Ankara, 1999. 45 DUMAN, Bilgay, “17. Yılında Irak Türkmen Cephesi ve Irak Siyasetinde Türkmenler” Ortadoğu Analiz, ORSAM, C. 4, S. 41, Ankara, 2012, ss. 53-64. DURAN, Hamiye, “Burla Hatundan Terken Hatun’a”, Hacı Bektaşi Veli Dergisi, S. 32, Ankara, 2004. ED-DÛRÎ, Abdulaziz, “Bağdat”, İslam Ansiklopedisi, Türkiye diyanet Vakfı Yayınları, C. 4, İstanbul, 1991, ss. 425-433. ERDEM, Yasemin Tümer, Halime Yiğit, Bacıyân-ı Rûm’dan Günümüze Türk Kadınının İktisadi Hayatta Yeri, İTO Altınoluk Yayınları, İstanbul, 2010. ERSOY, Habibe Yazıcı, “Başkurt Türkçesinde Kadın ile İlgili Söz Varlığı”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya, 2012, ss. 55-82. GÖKÇE, Mustafa, “Seyyahlar Göre 19. yy Türkmenistan’ında Kadın”, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volume 1/4, Summers, 2008, ss. 230-241. GÜNALTAY, Şemseddin, İslam Tarihinin Kaynakları, Endülüs Yayınları, İstanbul, 1991. GÜNDÜZ, Ahmet, "Kerkük", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 25, Ankara, 2002a, ss. 290-292. GÜNDÜZ, Ahmet, "Şehrizor", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 38, İstanbul, 2009b, ss. 473-475. HAWTİNG, Gerald R., “Emevi Halifeliği’nin Yıkılışı”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, (Çev: Hüseyin Doğan) Cilt:13, S. 2, 2013, ss. 243-258. HÜRMÜZLÜ, Erşad, Türkmenler ve Irak, Kerkük Vakfı Yayınları, İstanbul, 2003. KANDEMİR, M. Yaşar, "Ebû Hureyre", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 10, İstanbul, 1994, ss. 160-167. KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1984. KİTAPÇI, Zekeriya, Mukaddes Çevreler ve Eski Hilafet Ülkelerinde Türk Hatunları 1, Damla Ofset Matbaacılık: Konya, 1996. 46 KİTAPÇI, Zekeriya, Abbasi Hilafetinde Selçuklu Hatunları ve Türk Sultanları, Selçuk Üniversitesi Yayınları No: 117, Konya, 1994. MUHAMMEDCANOV, Abdullah, "Siriderya", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 37, İstanbul, 2009, ss. 272-272. ÖZAYDIN, Abdulkerim, "İbnü'l-Esir", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 21, İstanbul, 2000, ss. 26-27. ÖZDEMİR, Mehmet Nadir, “Abbasi Halifeleri ile Büyük Selçuklu Sultanları Arasındaki Münasebetler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya, 2008, ss. 315- 367. ÖZKES, İlhan, “Emevi Siyaseti Dinin Saltanata Dönüşmesi”, Tekin Yayınevi, İstanbul, 2013. PAMUKÇU, Ekrem, “Irak Türklerine Uygulanan Katliamlar”, Dergah Dergisi, S. 63, 1993, ss. 8-10. PAMUKÇU, Ekrem, “Türklerin Kuzey Irak'a Yerleşmeleri ve Buradaki Faaliyetleri", Kerkük Dergisi, S. 4, 1994, ss. 2-4. SAATÇİ, Suphi, Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk Varlığı, İstanbul, 1999. SADIK, Cihan, “Şuubiye Hareketi ve Uydurma Hadislerle Münasebeti”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.6, Erzurum Üniversitesi Basımevi, 1986, ss. 53-62. SÜMER, Faruk, "Oğuzlar", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 33, İstanbul, 2007, ss. 325-330. ÜÇOK, Bahriye, İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993. YAVUZ, Yusuf Şevki; Casim Avcı, "İbnü'l-Cevzî", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 20, İstanbul, 1999, ss. 543-549. YAZICI, Nesimi, İlk Türk İslam Devletleri Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları No:192, Ankara, 1992. YILMAZ, İlhan, "Geçmişten Günümüze Irak’ta Türkmen Politikası", ÇTTAD, C. 5, S.12, Bahar, 2006, ss. 127-147. 47 YÜCEL, Mualla Uydu, "Kıpçaklar", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 25, Ankara, 2002, ss. 420-421. Volkan PAMUKÇU ile 27.12.2014 tarihinde gerçekleştirmiş olduğumuz röportaj. Gürkan PAMUKÇU ile 29.04.2015 tarihinde gerçekleştirmiş olduğumuz röportaj 48