4-Proteinler

advertisement
Prof. Dr. Mehmet Demirci
Gıda Kimyası
Proteinler, tüm hayati olayların gerçek temeli olarak çok
büyük fizyolojik öneme sahip olan gıda bileşenleridir. Protein
kelimesi birinci derecede önemli, ilk önce gelen, üstün
anlamındaki proteios kelimesinden kaynaklanmıştır. Latince
karşılığı yaşayan varlıklar için elzem azotlu öğedir. Proteinler,
karbonhidrat ve yağlardan farklı olarak karbon, oksijen,
hidrojenin yanında azot, bazen kükürt ve fosfor da içerirler. Azot
içerdiklerinden dolayı proteinler literatürde genelde azotlu
maddeler olarak da ifade edilirler. Gıda maddesi içerisinde azot
içeren bileşikler, genelde protein olarak bilinmektedir. Proteinler
temelde ortalama üzerinden %45-55 karbon, %6-8 hidrojen, %2025 oksijen, %15-17 azot, %0-3 kükürt ve %0-0,8 fosfor, bazı
durumlarda demir, bakır gibi elementleri içerebilirler.
Bitkiler, proteinleri havadan ve topraktan aldıkları
karbondioksit, su ve nitratlardan, kükürtlü ve fosforlu anorganik
bileşiklerden köklerinde veya fotosentez yolu ile ışık etkisinde
yapraklarında sentezlerler. Bitkilerin yaprak, sap, kök ve
yumrularında az miktarda protein bulunmasına karşın
tohumlarında protein içeriği yüksektir. İnsan ve hayvan
organizmaları anorganik azot kaynaklarını kullanamadıkları gibi
vücut maddelerini sentez edebilmek için amino asit kaynağına
bağlıdırlar. Dolayısıyla bitkiler tabiatın protein üreticileridir.
İnsan ve hayvan organizmaları proteinleri bitkilerden ve/veya
bitki ile beslenen diğer hayvanlardan aldıkları proteinlerin
sindirim ürünleri ile vücut proteinlerini genlerinin kontrolünde
sentezlerler. Her canlı kendine özgü proteinleri içerir,
karbonhidrat ve lipidlerden en önemli farklılıkları da budur.
Proteinler biyopolimerlerin en büyüklerindendir. Çeşitli
sayıda ve değişik amino asitlerin birleşmesiyle oluşan, molekül
ağırlıkları büyük, uzun zincirli, amfoter karakterli bileşiklerdir.
Proteinler nişasta, selüloz ve glikojen gibi kolloidler sınıfına
konulur. Proteinlerin her birinin üç boyutlu yapıları ve yine
özgün biyolojik nitelikleri vardır. Bu yapı ve nitelikleri ise
polimer zincirini meydana getiren monomer birimlerinin yani
amino asitlerinin türleriyle, sayılarıyla ve diziliş sıralarıyla
sağlanmıştır. Proteinlerin büyüklüğü yanında bir de biçimi
(konformasyonu) vardır. Proteinlerin özellikleri bakımından çok
önemli farklılıklar şu örneklerle daha iyi anlaşılabilir; yumurta
akı proteini ısı ile denatürasyona uğrar, kolaylıkla reaksiyona
girer. Keratin ise erimez, kimyasal reaksiyon kabiliyeti olmayan
dayanıklı bir proteindir.
Proteinlerin hayvansal ve bitkisel bütün canlı hücrelerin
yapı taşı olmaları, birçok hormonun ve enzimin protein yapısında
olması, metabolizma olaylarının düzenlenmesi, proteinlerin
kanda birçok maddenin taşınmasını sağlaması, metabolizma
olaylarında diğer bazı bileşiklerin sentezinde kullanılmaları vb.
çok sayıda hayati olaylar proteinsiz bir yaşamın olamayacağının
kanıtıdır. Proteinler genetik bilgilerin ifadelendiği moleküler
araçlardır. Sudan sonra insan vücudunun toplam ağırlığının en
büyük kısmını proteinler oluşturmaktadır. İnsan vücudunda en az
5000 farklı protein sentezinin yapıldığı tahmin edilmektedir.
Gıda maddelerinde çeşit, miktar, kimyasal yapı ve kalite
açısından oldukça farklılıklar gösteren proteinler bulunmaktadır.
Biyolojik değeri yüksek proteinler beslenmede tercih edilir.
4.1.Gıdalarda Proteinlerin Varlığı
Tüm canlı organizmalar ve ürünleri protein içermektedir.
Bunun sonucu olarak proteinler az veya çok miktarlarda tüm
hayvansal ve bitkisel gıdalarda bulunurlar (Çizelge 4.1). Fakat
hazırlanması ve işlenmesi sırasında proteinlerin ayrıldığı çay,
rafine şeker, bitkisel rafine yağlar gibi bazı gıdalar istisna teşkil
ederler.
Çizelge 4.1’de görüldüğü gibi protein oranları gıdalara göre
farklılık göstermektedir.
Protein içeriğine uygun olarak gıdalar iki gruba ayrılabilir;
-Protein içeriği bakımından zengin gıdalar (fındık, peynir, et, soya
fasulyesi vb.)
-Protein içeriği bakımından fakir gıdalar (meyve, sebze vb.)
Çizelge 4.1. Proteince Zengin Bazı Gıdaların Protein Oranları ve Biyolojik
Değerleri 4
Gıda
Hayvansal Kaynaklı
Yumurta
Süt
Sığır Eti
Sakatat (sığır)
Tavuk Eti
Balık
Bitkisel Kaynaklı
Patates
Soya
Bezelye
Buğday
Mercimek
Su(%)
Protein (%)
Biyolojik Değerlik
74,0
87,3
61,0
74,0
66,0
74,0
12,4
3,5
17,7
16,0
20,0
18,8
93,7
84,5
74,3
74,3
76,0
78,0
8,0
11,0
12,0
11,4
2,0
38,0
22,5
12,2
24,2
66,7
72,8
63,7
64,7
44,6
4.2. Amino Asitlerin Kimyasal Yapısı
Proteinler, nisbi olarak çok yüksek molekül ağırlığına
sahip organik maddelerdir. Çok karışık ve değişik özelliklerde
olmalarına rağmen, birer basit bileşik olan birçok amino asitin
peptid (amid) bağları ile bağlanmalarından oluşurlar. Dolayısıyla
tüm proteinlerin yapı taşları amino asitlerdir. Bazı proteinler
ayrıca protein olmayan bileşikleri de içerirler. Bunlar prostetik
grup olarak ifade edilir. Böyle proteinler literatürde proteidler
olarak tanınmışlardır. Sadece amino asitlerden oluşmuş olanlar
protein olarak ifade edilmişlerdir. Protein kelimesi yumurta akı
maddelerinin toplam grubu için sinonim olarak kullanılmaktadır.
Proteinlerin özelliklerini anlayabilmek için amino asitlerin
özelliklerinin iyi bilinmesi gereklidir.
Amino asitler, monokarboksilli organik asitlerin karbon
zincirindeki metil grubu hidrojenlerinden birinin yerine amin (NH2)
grubunun gelmesiyle meydana gelmiş organik bileşiklerdir. Tabiatta
meydana gelen amino asitlerde amino grubu daima karboksil
grubunun bitişiğinde bulunan α-karbon atomuna bağlandığından αamino asit ismini alırlar. Α-amino asitler karboksil ve amino grubu
aynı karbon atomuna bağlı amino asitlerdir. Proteinlerde yapısında
sadece bu amino asitler bulunur. Tabiatta az sayıda diğer amino asitler
bulunur. Bazı peptitlerde β-amino asitler bulunmuştur (örneğin βalanin).
Α-amino asitler birbirlerinden farklı R grupları (amino
asitlerdeki değişken grup) ile ayrılırlar. R grubu hidrojen, uzun ya da
kısa, düz ya da dallanmış zincirli alifatik grup, aromatik, heterosiklik
ya da pirolidon halka olabilir. NH2 grubu baz ve COOH grubu ise asit
özelliği gösterir. Bunun sonucu olarak amino asitler amfoterdir. Başka
bir ifade ile hem asit hem de bazlarla reaksiyon verirler. Bir amino asit
genel olarak şöyle gösterilebilir;
R: Kalıntı
H
R
C
COOH
NH2
Glisin (glikokol) amino asiti en basit yapıya sahiptir. R grubu
sadece H içerir.
CH2
NH2
Glisin
COOH
Bugüne kadar proteinlerin yapısında yaklaşık 20 amino
asit belirlenmiştir. Proteinlerin işlevlerinin çok olması 20 amino
asitin
farklı
sayıda
ve
düzende
sıralanmasından
kaynaklanmaktadır. Fakat hiçbir protein yapısında 20 amino
asitin hepsini içermez. Proteinlerin yapısına hiç girmeyen, ancak
tabiatta doğal olarak bulunan veya bazı reaksiyonların ara
ürünleri olarak meydana gelen yaklaşık 150 amino asit veya
amino asit benzeri bileşiğin varlığı belirlenmiştir.
Amino asitlerin çoğu bir amino grubu ile bir karboksil grubu taşır
ve genellikle nötral amino asitler adını alırlar. Bazıları ise
molekülde ikinci bir amino grubu taşır ve bazik özellik
gösterirler. İkinci bir karboksil grubu taşıyanlar asidik
karakterdedir. Bazılarında amino grubu yerine imino grubu
bulunur. Bunlar gerçekte imino asit (prolin ve hidroksi prolin)
olmalarına karşın amino asit veya türevleri olarak kabul görürler.
Amino asitler R kalıntısı 1. alifatik kalıntı veya 2. aromatik veya
heterosiklik kalıntı olarak gruplandırılabilirler.
4.2.1. Alifatik amino asitler:
R kalıntısı düz veya dallı bir karbon zinciri olan amino
asitlerdir. Bu zincir ya homojen ya da ek grupludur. Dolayısıyla iki
gruba ayrılabilirler. Homojen olanlar bir karboksil grup ve bir
amino grup, iki karboksil grup, iki amino grup içerenler olarak alt
gruplara ayrılırlar. Ek gruplular ise kükürtlü, hidroksi gruplu ve
guanido gruplu amino asitleri kapsamaktadır.
A) Homojen olan alifatik amino asitler
a) Bir karboksil grup ve bir amino grup içerenler (monoaminomonokarboksilli amino asitler)
Bu gruba örnek olarak glisin (glikokol), alanin (αaminopropiyonik asit), valin (α-aminoizovalerik asit), lösin (αamino-γ-metilvalerik asit) ve izolösin (α-amino-β-metilvalerik
asit) verilebilir. Bunların içerisinden valin amino asitinin
kimyasal yapısı aşağıda gösterilmiştir. Çözeltideki reaksiyon
özellikleri bakımından nötr amino asitlerdir.
CH3
CH
CH
CH3
NH2
Valin
COOH
b) Bir amino grup ve iki karboksil grup içerenler (monoaminodikarboksilli amino asitler)
Bu grup içerisinde aspartik asit (α-aminosüksinik asit) ve glutamik
asit (α-amino glutarik asit) bulunur. Çözeltideki reaksiyon
özellikleri bakımından asidik amino asitlerdir.
HOOC
CH2
CH2
CH
NH2
Glutamik asit
COOH
c) İki amino grup ve bir karboksil grup içerenler (diaminomonokarboksilli amino asitler)
Bu grup içerisinde lisin (α-ε-diamino kaproikasit) ve hidroksilisin
bulunur. Çözeltideki reaksiyon özellikleri bakımından bazik
amino asitlerdir.
CH2
CH2
CH2
CH2
CH
NH2
NH2
Lisin
COOH
B) Ek gruplu olan alifatik amino asitler
a) Hidroksi amino asitler
Hidroksil grubu (OH) içeren amino asitlerdir. Bunlar serin (αamino-β-hidroksipropionik asit) ve treonin (α-amino-βhidroksibütirik asit) amino asitlerdir. Çözeltideki reaksiyon
özellikleri bakımından nötral amino asitlerdir.
CH3
CH
CH
OH
NH2
Treonin
COOH
b) Kükürtlü amino asitler
Kükürt grubu (SH) içeren amino asitlerdir. Sistein (α-amino-βmerkaptopropionik asit), sistin ve metionin (α-amino-γmetiltiobütirik asit) bu gruba dahildir.
CH2
CH
SH
NH2
Sistein
COOH
c) Guanido gruplu amino asitler
Bu grupta arginin (α-amino-δ-guanidino pentanoik asit) amino
asiti yer alır. Çözeltideki reaksiyon özellikleri bakımından bazik
amino asittir.
CH2
CH2
CH2
NH2
NH
C
CH
NH2
NH2
Arginin
COOH
3.2.2. Aromatik veya heterosiklik amino asitleri:
Bu gruptaki amino asitlerin R kalıntısı halka formunda (bunlar
benzen, pirolidon, imidazol, indol halkalı) amino asitlerdir.
a) Aromatik amino asitler
Yapılarında benzol (benzen) halkası bulunan amino asitlerdir. Bu
gruba fenilalanin (α-amino-β-fenilpropionik asit) ve tirozin (αamino-β-(ρ-hidroksifenol)propionik asit) dâhildir.
CH2
CH
COOH
NH2
Fenilalanin
CH2
HO
CH
NH2
Tirozin
COOH
b)Hetorosiklik amino asitler
Yapılarında değişik atomlardan kurulmuş halka yapısı (heterosiklik
halka) bulunan amino asitlerdir. Bu grupta indol halkalı triptofan (α–
amino-β-(3-indolil)-propionik asit), imidazol halkalı histidin (α-aminoβ-imidazolpropionik), pirolidon halkalılar prolin (2-pirolidin
karboksilik asit) ve hidroksiprolin (4-hidroksi-2-pirolidin karboksilik
asit) yer alır.
Amino asitler; molekül kalıntısının
(R) kimyasal karakterine göre, aynı
şekilde ortaya çıkan fonksiyonel
grupların cins ve sayılarına göre
ayırt edilirler. R kalıntısında polar
–SH veya –OH gruplarını da
taşıyanlar bulunur. Amino asitler
karbon
iskeleti
bakımından
zincirde 6 karbon atomundan fazla
bulunmaz.
CH2
CH
NH2
N
H
Triptofan
COOH
4.2.3. Amino Asitlerin D- ve L- Serisine Mensup Olmaları
Glisin (glikokol) amino asiti dışında hepsi asimetrik karbon
atomu taşımaktadır. Bu yüzden düzlemsel polarize ışığı sağa veya
sola çevirirler, yani optikçe etkindirler. Amino asitlerin α-karbon
atomu asimetrik merkez olarak tanımlanır. Molekülde iki veya
daha çok asimetrik karbon atomu bulunursa, karbonhidratlarda
biçimlenme koordinasyonu en yüksek rakamlı asimetrik karbon
atomunun biçimlenmesine göre yapılırken, amino asitlerde ilke
olarak α-amino grubuna göre olur. Bunun için amino asit
karboksil grubu yukarıya ve R grubu aşağıya gelecek şekilde
yazılır. Bir amino asit ikinci bir asimetrik karbon atomuna sahipse
D- ve L-konfigürasyonlarının tekrar iki ayrı izomeri ortaya
çıkmaktadır. İzolösin ve treoninde iki asimetrik karbon atomu ve
her birinin dört izomeri bulunur
COOH
H2N
C
H
R
L--aminoasit
COOH
H
C
NH2
R
D--aminoasit
Bitkilerin, hayvanların ve mikroorganizmaların hemen
hemen tüm karbonhidratları D-konfigürasyonuna sahip oldukları
halde, proteinler L-konfigürasyonuna sahiptirler ve bazı istisnalar
olmakla birlikte vücut sadece L-izomeri kullanır. D-amino asitler
doğal olmayan (atipik) amino asitler olarak bilinir. D-amino
asitler bakterilerin hücre duvarlarında ve mikroorganizmaların
metabolizma ürünlerinde (bazı peptit antibiyotiklerde) bulunur.
Bütün canlıların enzim sistemleri L- ve D-aminoasitler üzerine
farklı etkiler gösterir. Proteinler alkali hidrolizle parçalandığında
amino asitlerin D- ve L- izomerlerinin karışımı (rasemat) elde
edilir. Dolayısıyla asit hidroliz tercih edilir.
Çeşitli amino asitlerin sembolleri, molekül ağırlıkları,
kimyasal isimleri ve formülleri Çizelge 4.2’de verilmiştir. Amino
asitlerin
sembolleri,
proteinlerdeki
amino
asitlerin
kompozisyonunu ve sırasını göstermek için stenografi olarak
kullanılır. Amino asitler üç harfli kısaltmalar ve tek harfli
sembollerle gösterilebilir. Örneğin insulin adlı protein molekülü
(pankreatik bir hormon) 2 farklı zincir halinde 51 amino asitten
oluşmuş olup sıralamaları aşağıda verilmiştir.
A zinciri; Gly, Ile, Val, Glu, Gln, Cys, Cys, Thr, Ser, Ile, Cys, Ser,
……… şeklinde devam eder ve 21 amino asitten oluşmuştur.
B zinciri; Val, Asn, Glu, His, Leu, Cys, Gly, Ser, His, Leu, Val,
Glü, ……. şeklinde devam eder ve 30 amino asitten oluşmuştur.
Bu arada insuline göre zıt etki gösteren ve yine pankreatik bir
hormon olan glukagon protein molekülü 29 amino asit kalıntısı
içerir. Omurgalı kas yapısında bulunan ve tek polipeptid zincirli
olan titin protein molekülü yaklaşık 27 000 amino asit kalıntısı
içerir.
4.2.4. Amino Asitlerin Fizyolojik Olarak Sınıflandırılması
Başka bir ifade ile insan organizması açısından önemlerine
göre de amino asitler sınıflandırılabilir. İnsan organizması αamino asitlerden bir kısmını kendisi sentez edebilir. Fakat bazı αamino asitler vücutta sentezlenemez. Bunların günlük olarak gıda
ile mutlaka alınması gereklidir. Dolayısıyla amino asitler biyolojik
bakımdan esansiyel amino asitler (eksojen, vücutta sentez
edilemeyenler) ve esansiyel olmayan amino asitler (endojen,
vücutta sentez edilebilenler) olarak ayrılırlar. Protein
molekülündeki esansiyel amino asit oranına uygun olarak
proteinlerin biyolojik değerliklerinden söz edilir.
Proteinlerin biyolojik değerleri amino asitlerinin analizi veya
hayvanlar üzerinde yapılan deneylerle belirlenebilir. Esansiyel
amino asitleri çok olan proteinler biyolojik değeri yüksek
proteinlerdir, kazein ve birçok hayvansal proteinler böyledir.
Esansiyel amino asitleri az olanlar ise biyolojik değeri düşük
proteinlerdir, bitkisel proteinler gibi. Fakat bu bitkisel ağırlıklı bir
beslenme ile protein ihtiyacı karşılanamaz demek değildir. Değişik
kombinasyonlar ile hazırlanmış bir öğünde vejetaryenler esansiyel
amino asitlerin çoğunluğunu alabilir. Fakat en uygunu hayvansal
proteinlerle bitkisel proteinleri birlikte alarak proteinlerin
biyolojik değerlerini daha da arttırmaktır. Örneğin patates ve
yumurta karışımının biyolojik değeri yumurta proteininden daha
yüksektir.
Esansiyel ve esansiyel olmayan terimi, amino asitlerin
metabolizmadaki önemini göstermez. Vücutta yapıldığından,
esansiyel olmayan amino asitlerin azot dengesi ve büyümedeki
görevlerini tamamlamak üzere esansiyel amino asitlerin dışarıdan
alınması gerektiğini gösterir. Gerçekten de esansiyel
olmayanlardan biri, örneğin alanin, trozin veya aspartik asit gibi
amino asitler vücutta yapılmasa, insan metabolizmasında çok ciddi
bozukluklar
olur.
Amino
asitlerin
fizyolojik
olarak
sınıflandırılmaları Çizelge 4.3’te verilmiştir.
Çizelge 4.3. Amino Asitlerin Fizyolojik Olarak Sınıflandırılması 12
Esansiyel aminoasitler
Valin
Lösin
İzolösin
Lisin
Metionin
Treonin
Fenilalanin
Triptofan
Arginin*
Histidin*
* Büyüme çağında esansiyeldir.
Esansiyel olmayan aminoasitler
Glisin (glikokol)
Alanin
Norlösin
Serin
Sistein
Aspartik asit
Glutamatik asit
Hidroksi glutamik asit
Trozin
Prolin
4.2.5. Amino Asitlerde İzoelektrik Nokta
Amino asitler yapılarında hem amino grubu (NH2) hem de
karboksil grubu (-COOH) içerdiklerinden sulu çözeltilerinde
çözeltinin pH değerine (H+ iyonu konsantrasyonuna) bağlı olarak
asit veya baz özelliği (amfoter özellik) gösterirler. Amino asit
molekülü alkali ortamda karboksil grubundan bir proton (H+
iyonu formunda) verir ve anyonlaşır (bazik özellik gösterir).
-
H
R
C
+
O
C
O
NH
2
Asit ortamda
amino asit molekülündeki
amino grubu bir proton alır (H+ iyonu
formunda) ve katyonlaşır (asit özellik
gösterir).
H
R
C
+
NH3
COOH
Asidik ve bazik niteliklerinin yaklaşık olarak eşit olması
nedeniyle, nötral amino asitler sulu çözeltilerinde nötral reaksiyon
verirler. Burada amino asit aynı anda negatif (anyon) ve pozitif
(katyon) yüklüdür. Dipolar iyon (iç tuz) oluşur ve buna dipolar
iyonlaşma denir. Dipol (iç tuz) halinde amino asidin asit özelliği
NH3+ grubuna, baz özelliği bir COO- grubuna dayanır. Her
aminoasit kendine özgü bir pH noktasında eşit sayıda negatif ve
pozitif yüke sahiptir. Amino asitlerin yüksüz formda bulundukları
bu pH değerlerine izoelektrik nokta adı verilir. Bu durumda
maksimum dipolar iyon meydana gelir. İzoelektrik nokta pH
değerleri ile ölçülür ve her amino asit için farklı bir pH değerinde
bulunmaktadır. İzoelektrik nokta PI olarak gösterilir. Örneğin,
alaninde pH 6, lisinde pH 9,7 değerlerinde, nötral amino asitlerde
4,8–6,3 arasında, asidik amino asitlerde 2,7–3,2 arasında, bazik
amino asitlerde 7,6–10,8 arasında bulunur.
H
R
C
COO -
NH+
3
Dipol (İç tuz)
Proteinler ve amino asitler izoelektrik noktada en az çözünürlük
gösterirler. Bu nokta dışında, üstünde veya altında daha çok
çözünürler. Hidrojen iyonları konsantrasyonunun değişmesi ile
iyon sayıları yükselmektedir ve böylece amino asitlerin
çözünürlüğü de artmaktadır. Bu durum proteinlerin özellikleri
için çok büyük öneme sahiptir.
Saf proteinlerin tanımlanması izoelektrik nokta ile yapılır.
Proteinlerin erime noktası ve kaynama noktası gibi sabitleri
bulunmaz, bu yüzden belirlenmelerinde yararlanılamaz. Bunun
yanı sıra izoelektrik nokta, proteinlerin yapısal özelliklerinin ve
gıdalardaki çeşitli interaksiyonlarının belirlenmesi açısından
önem taşımaktadır. Örneğin sütteki kazein gibi bazı proteinler,
çözelti pH değerinin bu proteinin izoelektrik noktasına
getirilmesi ile çökeltilir. Bu özellikten süt endüstrisinde
fermente süt ürünleri üretiminde yararlanılır. Protein kimyası
bakımından pH değişiminin etkisi çok önemlidir. Çünkü pH
değerindeki küçük bir değişiklikte dahi molekülün yükü değişir.
Sonuç olarak protein molekülünün çevre ile etkileşimi
dolayısıyla davranışı etkilenir.
Amino asitlerde iyonlaşabilen gruplar amino (NH2) ve karboksil (COOH) grublarda bulunmasına karşın bazı aminoasitlerde
(arginin, lisin, tirozin gibi) R uçlarında da iyonlaşabilecek gruplar
bulunur. Bu nedenlerle proteinler polielektrolitler olarak kabul
edilir. Bazı proteinlerin izoelektrik noktaları Çizelge 4.4’te
verilmiştir.
Çizelge 4.4. Bazı Proteinlerin İzoelektrik Noktaları 4
Protein çeşidi
Yumurta albumini
Serum albumini (sığır)
Jelatin (dana)
α-Kazein (İnek sütü)
β-Kazein (İnek sütü)
Globin (insan)
İzoelektrik nokta Protein çeşidi
4,8-4,9
4,3-4,9
4,8
4
4,5
7,5
Albumin (tahıl)
Gliadin (buğday)
Edestin (kenevir)
İnsülin (sığır)
Tripsin (sığır)
İzoelektrik nokta
5,8
6,5
5,5-6,0
5,3
5,0-8,0
4.3. Proteinlerin Kimyasal Yapısı
Amino asitler, α karbonlarındaki amino (H2N-) ve karboksil (COOH) grupları ile reaksiyona girerek peptid bağlarını (amid
bağları, -CO-NH-) oluştururlar. Peptid oluşumunda bir amino
asidin karboksil grubundan –OH, diğer amino asidin amino
grubundan H ayrılır (H2O şeklinde). Peptid bağı kovalent bir
bağdır. Oluşan zincire peptid zinciri ve bu amino asit
bileşiklerine de peptidler denilir. Peptidler, serbest karboksil
grubu taşıyan amino asitlerin türevleri olarak adlandırılır.
Böylece iki α-amino asit birleşirse reaksiyon ürünü dipeptid
adını alır. Aşağıda görüldüğü üzere, peptid zincirine amino
asitlerin sadece α-karbonları, taşıdığı karboksil ve amino grupları
ile girerler. α-karbona bağlı olan R kalıntı kısmı ise zincirin
dışında kalan yan çıkıntılar oluşturur.
R1 O
R2
H2N-C-C-OH + H-N-C-COOH
H
HH
Aminoasit +
Aminoasit
R1 O
R2
H2N C C N C
H
H
Dipeptid
COOH + H2O
H
+
Su
Amino asitlerin oluşturduğu peptid bağları, biüret reaksiyonu ile
ispatlanabilir. Peptid bağları bazik bir ortamda CuSO4 (bakır
sülfat) ile reaksiyona girdiğinde mavi-menekşe renk verir. Bu
renk, farklı peptid bağlarında bulunan dört N atomunun Cu++ ile
yaptığı kompleks sonucu oluşur. Tüm proteinler bu reaksiyonu
gösterir.
Bir peptid zincirinin zıt uçlarında serbest bir amino grubu ve yine
serbest karboksil grubu bulunduğundan üçüncü bir α-amino asitle
peptidleşerek tripeptidi oluşturabilir. Bu prensibin ilerletilmesiyle
tetrapeptid,
pentapeptid
ve
devamında
oligopeptitler,
polipeptitler, makropeptitler (peptonlar) meydana gelir (Çizelge
4.5). 5-10 amino asitli peptidlere genel bir terimle oligopeptidler,
daha çok sayıda amino asit içerenlere ise polipeptidler denilir.
Yaklaşık olarak 100’ün üzerinde amino asitten oluşan peptidlere
ise makropeptidler (peptonlar) veya proteinler denilir. Bunlar
amino asitlerin polimerleridir.
Çizelge 4.5. Proteinlerin Yapısı 1
Proteinlerin Yapı Dereceleri Amino Asit Molekül Sayısı
Dipeptidler
Tripeptidler
Tetrapeptidler
Oligopeptidler
Polipeptidler
Makropeptidler (peptonlar)
2
3
4
5–10
11–100
>100
Peptid zincirlerini tek bağlar oluşturur. Fakat iki amino asit arasındaki
peptid bağında birbirine bağlanmış C-N atomları, tek bağ ile bağlı
olmalarına rağmen, bağ etrafında bağımsız rotasyon yapamazlar. Çünkü
karbonun çift bağlı oksijeni, C-N arası tek bağa da çift bağ karakteri
kazandırır. Tek bağ ile birbirine bağlı atomlar, bağları etrafında bağımsız
rotasyon yapabilir. Fakat çift bağ içerenlerde ise bu şekilde rotasyonlar
yapılamaz. Bu durumda tüm peptid bağları tek düzlemde durur. Böylece,
C-N atomlarının H ve O atomları da aynı düzlemde, ancak ters yönde yer
almış olurlar. Başka bir ifade ile bağı oluşturan amino grubunun hidrojeni
ile karboksil grubunun oksijeni trans pozisyondadır. Cis konfigürasyon
mümkün olsa da tabiatta bulunan peptidler ve proteinler daha ziyade
trans konfigürasyondadır.
O H
O
C
N
Peptid bağı
(İmkansız konum)
C
N
H
Peptid bağı
(Gerçek konum)
Polipeptid zincirleri protein molekülünün bel kemiğini teşkil eder. Hem
moleküle giren amino asit sayısının, hem de moleküldeki diziliş
şekillerinin değişmesi bir protein molekülü için sınırsız dizilim imkanı
sağlar. Bu şekilde birbirinden çok farklı peptidlerin ve proteinlerin
oluşumu gerçekleşir. Fakat tabiatta meydana gelen protein
moleküllerinin gelişi güzel olduğu düşünülmemelidir. Aksine her
organizmaya özgü, belirli kurallar çerçevesinde, çeşitli diziliş biçimleri
vardır. Eğer polipeptidin yapısında n tane farklı amino asit varsa, n tane
diziliş ve dolayısıyla da izomer mümkün olmaktadır. Örneğin, glisin ve
alaninden oluşmuş bir dipeptidin glisil-alanin ve alanil-glisin olarak iki
izomeri olur. Üç tane farklı amino asit 6 şekilde birleşebilir. 12 farklı
amino asidi ve bunların dizilişinden 288 amino asit kalıntısı olan bir
proteinin 1030 izomeri bulunur. Polipeptidlerdeki amino asitlerin
dizilişlerinin bilinmesi önemlidir, fakat belirlenmesi oldukça zahmetli bir
iştir. Bu yüzden de az sayıda ve oranda düşük molekül ağırlıklı bazı
proteinler ile bazı önemli polipeptidler incelenebilmiştir. Birçok
proteinin kendine özgü amino asit dizilimi son yıllarda
aydınlatılabilmiştir.
Peptidler serbest amino grubu içeren amino asit kalıntısının
sonundaki –in eki yerine –il eki yazılarak ve diğer amino asidin adı aynı
olacak şekilde isimlendirilir. Örneğin, glisin (birinci amino asit) ve
alaninden (ikinci amino asit) oluşmuş bir dipeptidin adı glisil-alanindir.
Alanin, serin ve glisin amino asitlerinden oluşmuş ise verilen sıra ile
alanil-seril-glisin isimlendirmesi kullanılır. En sondaki amino asidin adı
aynen yazılır. Protein n sayıda amino asitten oluşmuş ise (n-1) adet
peptid bağı içerir.
Her bir amino asidin kimyasal yapısı sebebiyle, polipeptid
zincirinin bir yönü vardır. İfade edildiği üzere, polipeptid zincirde bir
amino ve bir karboksil olarak iki farklı serbest uç vardır. Serbest amino
grubu olan uç amino ucu (N ucu, N terminali) olarak adlandırılır ve bir
polipeptid zincirinin başlangıcı olarak ele alınır. Amino asitlerin sırası bu
amino uç biriminden başlayarak yazılır. Polipeptid zincirinin serbest bir
karboksil grubuna sahip olan ucu ise karboksil uç (C ucu, C terminali)
olarak adlandırılır.
Proteinler, bir polipeptit zincirinden oluştuğu gibi çok sayıda
polipeptid zincirinden de oluşabilir. Örneğin myoglobin tek bir
polipeptid zincirinden oluşurken hemoglobin (dört polipeptid zincirli)
gibi bazıları da birbirinin aynı veya farklı olan iki veya daha fazla
polipeptidlerden oluşabilir.
Amino asit molekülünün kalıntıları, aşağıda görüldüğü gibi yan
zincirleri oluştururlar. Başka bir ifade ile peptidlerde ve proteinlerde
temel yapıyı oluşturan NH2………COOH sıralanışında bazı yan
zincirler bulunabilmektedir. Yan zincirler proteinlerin kimyasal,
fiziksel ve biyolojik özelliklerini önemli ölçüde belirler.
H
O
R2
H
O
N
C
CH
N
C
CH
N
C
CH
R1
H
O
R3
4.4. Proteinlerin Sınıflandırılması
Proteinler diğer gıda bileşenlerine benzer olarak bitkisel
proteinler ve hayvansal proteinler olarak sınıflandırılabilir.
Proteinler konfigürasyonlarına göre de fibröz ve globüler
proteinler olarak ikiye ayrılabilirler. Fibröz proteinler suda
çözünmezler ve çubuk şeklindeki proteinlerdir. Makroskobik lifler
oluştururlar, polipeptid zincirleri lifler doğrultusunda paraleldirler.
Genel yapısı globüler proteinlerden daha basittir. Fibröz
proteinlere kemiklerde bulunan kollajen, saç, tüy, deri, boynuz,
tırnakta bulunan kreatin, bağ dokuda bulunan elastin ve ipek
fibrini örnek olarak verilebilir. Globüler proteinler hemen hemen
yuvarlak yapıdadırlar. Peptid zincirlerinde ya kısmi ya da tamamen
bir helezonlaşma sözkonusudur. Antikorlar, enzimler, hemoglobin,
hormonlar vb. globüler proteinlerdir.
bakımından
ise
basit
proteinler
(homoproteinler) ve bileşik proteinler (heteroproteinler) olarak iki gruba
ayrılabilirler. Basit proteinler sadece esas yapı taşları olan amino
asitlerinden oluşmaktadır. Basit proteinler; albuminler, globulinler,
prolaminler (gliadinler), glutelinler, skleroproteinler, histonlar,
protaminler şeklinde gruplara ayrılırlar. Basit proteinler çözünürlük
bakımından çözünen basit proteinler (globüler proteinler) ve
çözünmeyen basit proteinler (fibröz proteinler, skleroproteinler) olarak
iki alt gruba ayrılırlar.
Bileşik proteinler için konjuge protein terimi de kullanılmakta
olup amino asitlerin yanında başka organik veya inorganik yapı taşlarını
(prostetik grup) içerirler. Prostetik grup olarak inorganik asitler,
karbonhidratlar, renk maddeleri vb. yer alabilir. Prostetik grubun
kimyasal yapısı temel alınarak bileşik proteinler (proteidler)
fosfoproteidler, nükleoproteidler, glikoproteidler, kromoproteidler,
lipoproteidler vb. şeklinde sınıflandırılabilir. Bu bileşik proteinlerin
içerdikleri prostetik gruplar fosforik asit, fosfolipid, nötral yağ, kolesterol,
RNA, galaktoz, mannoz, pigmentler ve Fe vb. elementler olabilir.
Kimyasal
yapıları
Proteinlerin bazı fonksiyonel ve teknolojik özellikleri
emülsiyon stabilitesi ve kapasitesi, su ve yağ bağlama kapasitesi,
köpük oluşturma, jel kuvveti, çözünürlük vb. kriterlerin
belirlenmesi ile ortaya konulur.
Proteinler biyolojik işlevlerde çok fazla çeşitlilik
gösterirler. Proteinler biyolojik işlevsel (fonksiyonel) özelliklerine
göre şöyle sınıflandırılabilirler; katalitik proteinler (enzimler),
yapısal proteinler (kollojen, kreatin, elastin), düzenleyici
proteinler (hormonlar), taşıyıcı proteinler (hemoglobin,
myoglobin, transferrin), antikorlar, depo proteinleri (ovalbumin,
kazein, gliadin, zein), koruyucu proteinler (toksinler, alerjenler),
kontraktil (kasılma, hareket) proteinler (myosin, aktin).
Proteinlerin sınıflandırılması Şekil 4.2’de özet olarak
verilmiştir.
Proteinler, makromoleküllerden meydana geldiği için nisbi olarak
yüksek molekül ağırlığına sahiptirler (Çizelge 4.8). Proteinlerin molekül
ağırlıkları çeşidine göre değişmektedir. Proteinler molekül ağırlığı 12 000 dalton
olan büyük polipeptitlerdir. Moleküler yapının büyüklüğü sebebiyle proteinler
kolloidal özellik gösterirler.
Çizelge 4.8. Bazı Proteinlerin Molekül Ağırlıkları 4
Proteinler
Molekül
Ağırlıkları,
dalton
Proteinler
İnsulin
Laktoalbumin
Tripsin
Pepsin
Ribonükleaz
6 000
17 400
24 000
35 500
12 700
Yumurta albümini
Serum
albümini
(sığır)
44 000
β-laktoglobulin
(sığır)
Hemoglobin (insan)
Katalaz
Üreaz
Miyosin
Glutamat
dehidrojenaz
68 900
Titin
Molekül
Ağırlıkları,
dalton
35 400
64 000
250 000
480 000
620 000
1 000 000
3 000 000
4.5. Protein Molekülerinin Konformasyonu
Proteinlerin peptid zincirleri yapısında oldukları anlaşıldıktan
sonra polipeptid zincirlerinin bir arada nasıl durdukları ve uzaydaki
dizilişlerinin nasıl olduğu soruları çok sayıda araştırmacının çabaları
sonucunda cevaplandırılmıştır.
Her protein molekülünün karakteristik üç boyutlu doğal bir
yapısı
bulunmaktadır.
Atomların
ve
atom
gruplarının
konfigürasyonlarının (konfigürasyon, bir kimyasal bileşiğin gruplarının
üç boyutlu boşluk içerisindeki yerleşim düzenlerini belirtmektedir)
ortaya getirdiği biçimlenmelerin toplamı, molekülün üç boyutlu
biçiminin oluşmasını sağlar. Buna protein molekülünün konformasyonu
(biçimlenme) denilir. Proteinlerin konformasyonları, kovalent bağları
kırılmaksızın üç boyutlu boşluk içerisinde çok değişik pozisyonlarda
bükülme, kıvrılma ve böylece farklı pozisyonlar alma ile oluşan bir
yapısal durumdur. Proteinlerin çeşitli fizikokimyasal özelliklerini
göstermesi ve biyolojik fonksiyonlarını yerine getirebilmesi ancak üç
boyutlu konformasyonel yapılarını kazanmaları ile mümkündür.
Bir proteinin kovalent iskeleti yüzlerce tek bağdan oluşmaktadır.
C-N arası tek bağların çift bağ karakteri kazandığını ve bağlı
atomların bağları etrafında bağımsız rotasyon yapamadıkları daha
önce belirtmişti. Fakat iki peptid bağı arasındaki α-karbonunu
peptid bağlarına bitiştiren iki tek bağın etrafında bağımsız
rotasyon olabilir. Bu bağların etrafında bağımsız rotasyon
mümkün olduğu için proteinin sınırsız sayıda konformasyonda
bulunduğu düşünülebilir. Hâlbuki proteinlerde ancak bazı
konformasyonlara rastlanmaktadır. Proteinlerin karakteristik üç
boyutlu doğal yapılarının oluşumundan primer (birincil),
sekonder (ikincil), tersiyer (üçüncül) ve kuarterner (dördüncül)
olarak tanımlanan dört farklı yapı sorumludur (şekil 4.3). Tabiatta
bulunan bütün proteinler, genelde sekonder ve tersiyer
konformasyonel yapıda bulunur. Molekül ağırlığı 100000’ün
üzerinde bulunan bir protein kuartener yapı prensibine sahip
bulunur.
A) Primer Yapı
Primer (birincil) yapı, protein molekülünün en basit yapısı olup
protein molekülünün omurgasını oluşturur ve söz konusu proteine
özgüdür. Primer yapı, her proteinde yer almakta olup polipeptid
zinciri üzerindeki amino asitlerin sayısı, çeşidi ve zincir üzerindeki
sıralanışını belirler. Başka bir ifade ile belirli çeşitte, belirli sayıda
ve belirli bir diziliş sırasında amino asitlerin peptit bağlarıyla
polipeptid zincirlerini meydana getirmeleridir. Bu yapı protein
molekülünün bir veya daha fazla sayıda polipeptid zincirinden
oluşup oluşmadığı hakkında bilgi veren yapıdır.
B) Sekonder Yapı
Sekonder (ikincil) yapı terimi, polipeptidlerin belirli kısımlarının
yerel konformasyonlarını ifade eder. Bu yapı zincir içi ve/veya
zincirler arası bağların oluşması ile ortaya çıkar. Bu bağların
oluşması ile primer yapıda ekseni boyunca kıvrımlar meydana
gelir ve protein zinciri bir silindir etrafında sarılmış gibi bir
pozisyon alır. Başka bir ifade ile polipeptit veya protein
zincirinin bükülüp kıvrılarak heliks (yay) şeklinde bir yapı
kazanmalarıdır (Şekil 4.3).
Sekonder yapının özellikle birkaç tipi kararlıdır ve protein
yapısında yaygın olarak bulunur. En yaygın olarak bulunanlar αheliks ve β-plakalı konformasyonlarıdır. α-heliks yapılarda amino
asit kalıntısı imino grubu (–NH) komşu helezon kıvrımındaki
dördüncü amino asit kalıntısının karbonil grubu (C=O) ile
hidrojen köprüsü kurar ve noktalı çizgi ile gösterilir (-N-H …
O=C-). Hidrojen köprüleri birçok kısımda molekül boyunca
meydana gelir. Peptid omurgası kıvrımları sağdan sola olan bir
vida biçiminde bükülmüştür. β-plakalı yapılarda peptid
omurgasının bütün peptid bağlarının birbirleriyle hidrojen
köprüleri ile bağlanması söz konusudur. Yapıdaki polipeptid
zinciri α-heliks yapıdaki gibi sarmal şekilde değil, yayılmış
durumda ve tabaka halindedir. β harfi, α-heliks yapıdan sonra bu
yapı modeli ileri sürüldüğü için kullanılmıştır.
Sekonder yapıda polipeptid zincirlerinde sadece
hidrojen bağları ile değil disülfit bağları (S-S) ile de elektrostatik
ve hidrofobik etkileşimlerle bir arada tutulan kıvrımlar
oluşabilir. Örneğin insülin yapısında disülfit bağları
bulunmaktadır.
α-heliks ve β-plakalı peptid konformasyonel yapı
birimleri hem globüler hem de fibröz konformasyonel yapıya
sahip proteinlerin yapısında bulunur. Fakat bunların her
proteindeki oranları farklılık göstermektedir. Örneğin myglobin
genelde α-heliks birimleri içerirken, proteinaz α-kimotripsin
genelde β-plakalı birimleri içermektedir. Ancak pek çok protein
yüksek oranlarda her iki yapıyı da içermektedir.
C) Tersiyer Yapı
Tersiyer yapı (üçüncül), polipeptit zincirinin çok daha
ileri derecede bükülmesi, kıvrılması, yumaklaşması ve böylece
kompleks ve sağlam bir yapı oluşturmasını ifade eder (Şekil 4.3).
Bu yapı, polipeptid zincirlerinde hidrojen bağları, iyonik bağlar
ve hidrofobik bağlar gibi kovalent olmayan bağlar ile van der
Waals bağlar, polar bağlar, disülfit bağları gibi kovalent bağlar
sonucu ortaya çıkar. Polipeptid zincirde meydana gelen
katlanmalar sonucu yüzeyler arası mesafeler kısalır, primer
yapıda birbirine uzakta olan bazı amino asitler karşı karşıya
gelerek birbirlerine yaklaşır ve yoğunlaşmış protein molekülü
meydana gelir. Bu yapı çoğunlukla globüler proteinlerde görülür.
Myoglobin ve hemoglobinde tersiyer yapı gösterilmiştir.
D) Kuarterner Yapı
Kuarterner (dördüncül) yapı değişik protein birimlerinin birbirleri
ile olan tutunmalarını ve bir arada bulunmalarını ifade eder. Bu
yapı protein birden fazla polipeptid zinciri içerdiğinde uzaysal
protein düzenlemesini tanımlar. Bu yapıda proteinin birkaç
polipeptid zinciri birbirleriyle bağlanıp oligomerleşir. Bunlara
oligomer proteinler de denilir. Biyolojik bakımdan önemli birçok
protein dimer, trimer, tetramer vb. yapılarda bulunur. Örneğin
fosforilaz b enzimi birbirinin aynı iki alt birimin (her bir alt birim
için monomer ifadesi kullanılır) bir arada olup bir dimer
oluşturması ile meydana gelmiştir. Fosforilasyon sonucu enzim
tetramer formuna dönüşür (fosforilaz a). Bu birimler ayrı ayrı iken
aktivite gösteremez. Birbirinin aynı olan birimlerden oluşan yapı
homojen kuarterner yapı olarak adlandırılır. Yapı birbirine
benzemeyen birimlerden oluşmuş ise bu yapı heterojen kuarterner
yapıdır. Tütün virüs proteininin yapısı buna örnektir.
4.6. Proteinlerin Bazı Özellikleri
4.6.1. Proteinlerin Hidrolizi
Proteinler, karbonhidrat ve yağlar gibi hidrolitik (hidroliz) yolla
parçalanabilirler. Proteinlerin parçalanması enzimatik olarak
meydana gelmektedir. Bazı proteinler, örneğin skleroproteinler
sıcaklık etkisi altında asit hidrolizi ile de parçalanabilirler (jelatinin
kemik ve kıkırdaktan elde edilmesi gibi). Basit proteinler belirli ara
basamaklar üzerinden amino asitlerine kadar parçalanırlar. Bunun
yanında birleşik proteinler amino asitlerine ve prostetik gruplara
indirgenirler. Prostetik gruplar protein parçalayan enzimler
(proteaz) ile daha fazla parçalanamazlar.
4.6.2. Proteinlerin Çözünürlükleri
Proteinlerin çözünürlük özelliklerine göre sınıflandırma
şekli, gıda bilimi ve teknolojisi açısından önemli olup çeşitli
gıdaların kalite kontrolünde de kullanılır. Örneğin toplam protein
miktarının belirlenmesi haricinde proteinlerin su, alkol veya tuzlu
su içerisinde çözünebilme durumları dikkate alınarak bazı kalite
kontrol analizleri yapılmaktadır.
Proteinler çeşitli çözücülerde çözünürler (Çizelge 4.9).
Farklı molekül yapılarından dolayı proteinler suya karşı ortak
reaksiyon göstermezler. Bu farklılıktan belirli proteinlerin
ayrılması ve ekstraksiyonunda yararlanılır. Çözünürlük, protein
molekülündeki polar ve apolar gruplara bağlı olarak
değişmektedir. Protein molekülleri amino asitlerine benzer
amfoter özellik göstermektedir. Çünkü protein molekülerinde de
serbest karboksil ve amino grupları mevcuttur. Dolayısıyla protein
molekülleri iyon olarak ortaya çıkabilirler.
Bazı proteinler (örneğin albuminler) suda kolloidal olarak
çözünür. Buna karşılık diğerleri hiç çözünmezler (kollogen, keratinler
gibi skleroproteinler). Molekül büyüklüğü nedeniyle proteinlerde hakiki
çözelti meydana gelmez. Kolloidal bir protein çözeltisindeki protein
molekülleri, su molekülleri tarafından kuşatılır. Hidratasyon olarak da
ifade edilen bu olay katılan moleküllerin elektrostatik çekim
kuvvetleriyle meydana gelmektedir.
Su molekülünün dipol karakterinden dolayı (yük ağırlık noktası)
protein moleküllerine su moleküllerinin (hidratasyon suyu) depolanması
söz konusudur ve bununla hidratasyon meydana gelir. Tutulan suda
diğer maddeler de çözünebilirler. Böylece protein molekülü tarafından
absorbe edilirler ve proteinlerin hareketiyle taşınabilirler. Bu olay kanda
gıda maddesi transportunun fizyolojik temelini oluşturmaktadır.
Protein molekülünün büyüklüğü geçirgen bir membran içinde
difüzyonu da düşürür. Bunun için sindirim sırasında protein
molekülünün parçalanması zorunludur. Dolayısıyla proteinler
aminoasitlere parçalandıktan sonra ince bağırsakta emilebilir (Şekil 4.4).
(1)Protein molekülü
(2)Su molekülleri
(hidratasyon suyu)
(3) Yarı geçirgen membran
(4) Difüzyon yönü
Şekil
4.4.
Çözünmüş
Molekülünün
Gösterilişi 1
Kolloidal
Protein
Şematik
Proteinlerin su bağlama kabiliyeti et işlemede ve hamur
işleri yapımında çok büyük öneme sahiptir. Sosis yapımı için
kesim sıcaklığındaki et uygundur. Çünkü uygun pH değerinden
dolayı protein molekülü geniş ölçüde kendi orijinal formunda
bulunur ve bununla yeterli miktarda su molekülü hidratasyon
suyu olarak bağlanır. Bu da iyi bir işleme imkânı sağlar. Un
proteinlerinin su alması ve bununla hamur randımanının
yükselmesi hamur yapımında önemlidir.
Proteinlerin suda çözünürlüğü, ilgili izoelektrik noktası
tarafından belirlenir. İzoelektrik nokta genişliğinde proteinler
suda çözünmezler. Bir protein çözeltisinin pH’sı izoelektrik
noktasına ulaştığı anda protein topaklaşır, çökelir. Proteinler
kuvvetli asitler, ağır metallerin tuzları, nötral tuzlar ve organik
çözücüler (etanol, alkol) ilavesinde çökelir. Sulu bir protein
çözeltisi 70oC’nin üzerine ısıtılır ise proteinler çökelir veya
denatüre olur.
Çözünürlük özelliği göstermeyen bazı proteinler örneğin jelatin iyi ve
kolay şişme kabiliyetindedir. Bunlar protein molekülünün tersiyer strüktürü
içinde su moleküllerini depolar. Böylece hacimleri büyür ve jel oluşur. Suda
çözünmeyen proteinler kısmen seyreltik asitler, bazlar, tuz çözeltileri ve
alkolde çözünürler.
4.6.3. Protein Denatürasyonu
Denatüre olma sözcüğünden protein molekülünün strüktür (yapı)
değişmesi anlaşılır. Sekonder, tersiyer ve kuarterner yapı olarak
ifade edilen protein molekülünün doğal durumu yani üç boyutlu
yapısı bozulur. Denatüre olma; protein molekülünün sekonder,
tersiyer ve kuarterner yapılardaki bağların parçalanması anlamına
gelir. Polipeptit zincirler gerilir, tesadüfî ve düzensiz bir yapı
oluşur. Primer yapıda denatürasyon sırasında bir değişiklik olmaz.
Proteinlerin kırılgan konfigürasyonu özellikle tersiyer yapıdan
kaynaklanmaktadır. Denatürasyonun en belirgin göstergesi;
proteinin sudaki çözünürlüklerinin azalması ve belirli biyolojik
aktivitelerini yitirmelerdir. Doğal proteinlerin yüksek organize
olmuş yapıları, denatürasyon olayından sonra organize olmayan ve
kesinlikle rastlantısal bir yapı oluşturacak şekilde meydana gelir.
Proteinlerin denatürasyonu çeşitli faktörlerin etkisiyle (sıcaklık,
pH değerinin değişmesi, ışın, konsantre tuz çözeltisi vb.)
hidrojen köprülerinin ve disülfit bağlarının çözülmesiyle, peptid
zincirlerinin katlarının açılması ile meydana gelir. Çoğunlukla
geri dönüşümsüzdür (tersinmez, irreversible), protein
molekülünün doğal yapısı tekrar eski haline dönmez. Yalnız çok
az istisna ile denatürasyon olayı tersinir yani dönüşümlüdür
(örneğin et olgunlaşması olayı). Kesimden sonra pH değerinin
7,0-7,2’den (canlı kaslarda) 5,4-5,8’e (kesilmiş durumlarda)
düşmesi görülmektedir ki, bununla etin protein molekülü
denatüre olmaktadır. Canlılığın kaybolmasından sonra
soğumayı takiben pH’nın yaklaşık 6,3 civarında bulunduğu
sırada et olgunlaşması başlamaktadır. Kas proteini ve bağ doku
enzimatik olaylarla arzu edilen şekilde gevşer.
Denatürasyonun sonucu olarak, proteinin bazı fizikokimyasal
özelliklerinin değişmesi ortaya çıkmaktadır. Böylece denatüre olmuş
proteinler enzimatik olarak en iyi şekilde parçalanabilirler. Genel olarak,
bugünkü anlamda denatüre protein ürünü, pıhtılaşmış, topaklaşmış veya
koagüle olmuş protein olarak ifade edilir. Bunlar denatürasyonun sinonimi
olarak kabul edilirler. Proteinlerin çökmesi her zaman bir denatürasyon
değildir. Molekülün tersiyer yapısı korunarak da proteinler çöktürülebilir.
Denatürasyon,
proteinin
hidrolizi
ile
karıştırılmamalıdır.
Denatürasyonda protein molekülü yalnız strüktür değişmesine uğramasına
karşılık, hidroliz sonucunda protein parçalanma ürünleri ortaya çıkar. Bu
fark özellikle proteinlerin sindirimi sırasında birbirinden ayırt edilmesi
bakımından önemlidir. Gıda üretiminde denatürasyon gıdalarda arzu edilen
durum değişikliği olarak çeşitli metotlar ve teknolojilerin temelini teşkil
eder. Denatüre protein en uygun yapıya sahip olduğu için kolay
sindirilebilmekte ve en iyi şekilde işlenebilmektedir. Örneğin baklagillerdeki
tripsin inhibitörleri ısıl işlem ile denatüre olmakta ve baklagil proteinlerinin
sindirilebilirliği ve biyolojik değeri önemli düzeyde artmaktadır.
Gıdalarda hem ısıtma hem de dondurma sırasında protein denatürasyonu söz
konusudur. Dondurulduktan sonra balığın elastikiyetini yitirmesinin nedeni
denatürasyondur. Süt kazein miselleri ısıtmaya dayanıklı iken dondurma
sonucunda denatüre olur ve çökelirler. Isıtma genellikle proteinin tersiyer
yapısını etkiler ve çoğu protein 55–75°C aralığında denatüre olur (süt kazeini ve
jelatin bir istisnadır). Bazı proteinlerin koagülasyon sıcaklıkları Çizelge 4.10’da
verilmiştir. Süt kazeininin termal kararlılığının nedeni sistein ve sistin
içeriğinin yüksek olmasından ileri gelmektedir.
Çizelge 4.10. Bazı Proteinlerin Termal Denatürasyon Sıcaklıkları 44
Protein
Denatürasyon
Sıcaklığı (°C)
Protein
Denatürasyon
Sıcaklığı (°C)
Yumurta albümini
56
Miyosin
47-56
Laktoalbumin
72
β-Laktoglobulin
70-75
Sığır serum albümini
67
Kazein
160-200
Proteinlerin denatüre olması fiziksel ve kimyasal faktörler
etkisiyle mümkündür (Çizelge 4.11).
Çizelge 4.11. Proteinlerin Denatüre Olması Üzerine Etki
Eden Faktörler
Fiziksel faktörler
Kimyasal faktörler
Sıcaklık
UV ışınları
Ultrases (ultrason)
Mekanik işlemler (çalkalama,
karıştırma, parçalama)
Hidrostatik basınç
Asitler
Alkaliler
Alkoller
Metaller
Organik çözücüler
Deterjanlar
Sıcaklık ile pıhtılaşma 60oC’den itibaren başlar. Ön işleme
sırasında yüksek sıcaklığa maruz kalan gıdalardaki proteinler
denatüre olurlar. Bu konu ile ilgili olarak aşağıda bazı örnekler
verilmiştir;
Yumurta yemekleri ve yumurtalı gıdaların hazırlanması:
Proteinlerin pıhtılaşması mutfak pratiğinde kesilme olarak ifade
edilir. Tavuk yumurtasında proteinin pıhtılaşma sıcaklığı 60oC’de
başladığı için yumurta ve yumurta bileşenlerinin kullanıldığı
bazı işlerde ilave sırasında doğru sıcaklığın seçilmesi gerekir.
Örneğin bir çorba koyulaştırmak isteniyorsa yumurta sarısı ve
kremadan meydana gelen karışım çorba piştikten sonra ilave
edilebilir.
Et, tavuk ve balık yemeklerinin yapılışı: Proteinler
pıhtılaşır, (kas) gözenekler kapanır, hücre özsuyu muhafaza edilir,
gıda kızarır ve bununla yenebilir hale gelir. Kızartma (pişirme)
sıcaklığı 180oC-250oC arasında bulunur.
Hamur işleri ve ekmeğin pişmesi: Unda bulunan gluten
proteini (gliadin ve gluteninden meydana gelir) 72oC’de pıhtılaşır.
Bu, fırın ürünlerinin yapısını oluşturur.
Pastörizasyon ve sterilizasyon: Gıdaların konserve edilmesi
metotlarından pastörizasyon ve sterilizasyon, proteinden meydana
gelmiş olan mikroorganizmaların yapısında bulunan proteinlerin
denatüre olması ve dolayısıyla uygun konserve sıcaklıklarında
ölmeleri özelliğine dayanmaktadır.
Sütün kaynatılması: Sütün kaynatılmasında da pıhtılaşma
olayı meydana gelir. Görülen işaret sütün üst yüzeyinde ve pişirme
kabının tabanında koagüle olmuş protein tabakasıdır (serum
proteinleri). Pıhtılaşan protein miktarı azdır. Çünkü süt
proteininin asıl önemli kısmi ısıtma sırasında denatüre olmayan
kazeinden meydana gelmektedir.
Asitlerle pıhtılaşma: Çözünür formda bulunan proteinlerin
birçoğu asitlerin etkisi ile pıhtılaşır. Bu olay proteinin amfoter
özelliğinden kaynaklanmaktadır. Protein molekülleri kendilerinin
fonksiyonel gruplarından (-NH2-COOH) dolayı, amino asitler gibi
katyon ve anyonlarına ayrışırlar (disosiyasyon). Bunun sonucu
olarak tüm proteinler için ayrı bir izoelektrik nokta vardır. Asit
etkisiyle proteinin izoelektrik noktasına erişilir ve burada
pıhtılaşma meydana gelir. Asitle pıhtılaşma, fermente süt ürünleri
(yoğurt, kefir), kuark ve starter kültür yapımının temelini
oluşturur (Şekil 4.5).
Sütün pıhtılaşması aşağıdaki şekilde gösterildiği gibi
genelleştirilmiş kompleks biyokimyasal olaylar içinde meydana
gelir. Laktik asit bakterileri (starter kültür) laktaz enziminin
yardımıyla süt şekerini laktik aside parçalar. Laktik asit, süt
albuminine (laktoalbumin) etki etmezken süt globulinini
(laktoglobulin) koagüle etmektedir ve bundan dolayı
laktoalbumin peynir suyunda kalmaktadır. Sütün ana proteini
kazeindir ve sütte kalsiyum kazeinat olarak bulunur. Suda
çözünmeyen kazein, asit etkisiyle çöktüğü sırada, laktik asit
kalsiyum ile birlikte kalsiyum laktat meydana getirir.
Kazein
Kalsiyum kazeinat
Globulin
Albumin
a
Laktoz
Süt asidi bakterileri
Süt asidi
Kalsiyum laktat
b
a) Asitlik için gerekli bileşenlerin şematik
olarak gösterilişi
b) Sütün pıhtılaşması
Şekil 4.5. Sütün Kesilmesi 1
Enzimlerle pıhtılaşma: Peynir mayasının ilavesiyle (buzağı
şirden enzimi) süt pıhtılaşır (peynir yapımı).
Havanın
oksijeni
ile
pıhtılaşma:
Hava oksijeninin
katılmasıyla kanın protein bileşenleri koagüle olmaktadır (kan
pıhtılaşması).
Ağır metal tuzlarıyla denatürasyon: Ağır metal tuzları,
protein ile birlikte çözünmeyen bileşikler oluştururlar (örneğin bazı
metal zehirlenmelerinde hastaya derhal süt, yoğurt ve yumurta
verilmesi).
Alkolle denatürasyon: Konsantrasyonu çok yüksek etil alkol
kan serum proteinini çökeltir, fazla miktarda alkol alınması kan
pıhtılaşması sonucu ölüme yol açabilir.
4.6.4. Gıdaların Hazırlanması Sırasında Proteinlerin Uğradığı Diğer
Bazı Değişiklikler
Gıdaların depolanması ve işlenmesi sırasında gıdanın bileşimi ve
proses şartlarına (pH, sıcaklık, nem, kurutma, kimyasal maddelerle
muamele, fermentasyon, oksijen vb.) bağlı olarak bazı protein ve
amino asit moleküllerinde kimyasal değişimler gerçekleşebilir. Bu
reaksiyonlar sonucu; esansiyel aminoasitlerin parçalanması,
esansiyel aminoasitlerin metabolize olmayan türevlere dönüşmesi
ve/veya sindirilebilirliğin azalması gerçekleşir. Netice olarak çeşitli
toksik bileşikler meydana geldiği gibi proteinin biyolojik değeri de
düşme göstermektedir. Söz konusu reaksiyonlara bağlı olarak bazı
amin içerikli ve toksikolojik, kanserojenik vb. özelliklere sahip
bileşikler; heterosiklik aminler, nitrozaminler, biyojenaminler vb.
Kanserojenik bileşiklerden olan nitrozaminler sekonder aminlerle
nitritlerin reaksiyonu sonucu oluşur.
Enzimatik olmayan esmerleşme reaksiyonu olarak
tanımlanan Maillard reaksiyonu meydana gelebilir. Maillard
reaksiyonu ürünlerinin tamamen yararlı veya zararlı olduğunu
düşünenlerin sayısı oldukça azdır. Risk ve fayda birlikte
bulunmaktadır. Maillard reaksiyonları esnasında akrilamid,
polisiklik aromatik hidrokarbonlar, heterosiklik aminler gibi
toksijenik, mutajenik ve kanserojenik bileşikler meydana
gelmektedir.
Hidrojen peroksit, benzol peroksit gibi çeşitli maddeler
gıda sanayiinde bakterisidal, hububat unlarında ağartıcı vb.
amaçlarla kullanılabilmektedir. Bu oksitleyici maddeler
oksidasyona duyarlı amino asitler üzerinde olumsuz etkilere ve
proteinlerin polimerizasyonuna sebep olabilmektedir.
Gıdalardaki proteinler alkali pH değerinde ısıl işleme maruz
bırakıldıklarında L-amino asitler D-amino aside çevrilir.
Rasemizasyon denilen bu olay sonucu proteinlerin besleyici
özellikleri kayba uğramaktadır. Çünkü D-amino asitlerin
sindirim sisteminde emilmesi çok zor olduğu gibi bu amino
asitler vücut proteinlerinde de kullanılamaz.
Gıdalar yüksek ısıl işleme (200-250oC) maruz kaldıklarında
proteinlerde prolize uğrarlar, mutajenik ve kanserojenik
maddeler oluşur.
Proses sırasında bazı etkilerle çeşitli enzimlerin inaktive olması
gıda maddesinde renk, tat ve koku değişimlerine neden olabilir.
Yukarıda bahsedilen reaksiyonlardan Maillard reaksiyonu ile
ilgili bazı bilgiler Karbonhidratlar Bölümünde verilmiş olup
burada bazı ek bilgiler yer almaktadır.
4.6.5. Maillard Reaksiyonu (enzimatik olmayan esmerleşme
reaksiyonu)
İndirgen şekerlerin aldehit ve keto grupları, aminoasitler,
peptidler ve proteinler ile reaksiyona girerek melanoidinler (esmer
renkli azotlu doymamış polimerler) diye adlandırılan kahverengi
pigmentler meydana geldiği ve bu reaksiyonların gıda kimyası ve
teknolojisi açısından çok önem taşıdığını karbonhidratlar
bölümünde ifade edilmişti. Gıdaların işlenmesi sırasında
gerçekleşen kimyasal reaksiyonlar içerisinde en önemlisi Maillard
Reaksiyonudur. Reaksiyon sonucu besin maddesinin rengi
koyulaşır. Bu durum ekmek gibi bazı gıdalarda istenirken sütte
istenmez. İndirgen şeker varlığında proteinler serbest NH2 grupları
üzerinden aşağıdaki reaksiyon uyarınca glikosil aminleri verirler.
Protein molekülünde N-terminal dışında serbest NH2 grubu
lisin artıklarında (yan zincirde) bulunur. Dolayısıyla Maillard
reaksiyonundan en fazla esansiyel bir amino asit olan lisin zarar
görmektedir. Bu reaksiyonlar sonucu lisin bloke edildiğinden
metabolizmada değerlendirilemez ve proteinin biyolojik değeri
düşer. Maillard reaksiyonu lisin kaybı yanında gıdalarda
istenmeyen renklenmelere ve kuru depolama veya ısıl işlemler
(pastörizasyon, sterilizasyon veya koruma) sonucu aromada
bozulmalara neden olur.
Şekil 4.6. Maillard Reaksiyonunun Oluşumu 44
Maillard reaksiyonunu etkileyen parametreler
Sıcaklık: Tüm kimyasal reaksiyonlar gibi Maillard reaksiyonu
da sıcaklığın her 10C yükselmesi ile 2–3 kat hızlanır. Fakat
fruktoz içeren gıdalarda bu 5–10 kat artar. Yüksek sıcaklıkta
oluşan pigmentler daha koyulaşabilir.
pH: pH alkali bölgeye kaydıkça Maillard reaksiyonu etkilidir.
Yüksek pH'larda amino grubunun protonlaşmış olması yani
serbest olmayışı önemli bir faktördür.
R-NH2 + H+
R-NH3
Nem: Çok yüksek nem durumlarında Maillard reaksiyonu
egemen değildir.
Şekerin yapısı: Çözeltide açık zincir yapısında bulunan
indirgen şekerler daha reaktiftir. Reaktivite sırası; pentozlar,
heksozlar ve indirgen disakkaritler şeklindedir.
Maillard reaksiyonunun önlenmesi
Sıcaklık ve pH'nın olabildiğince düşürülmesi, su aktivitesinin
kritik bölge dışında tutulması ve indirgen şekerler yerine
indirgen olmayan şekerlerin kullanılmasıyla önemli ölçüde
önlenir. Ancak kesin önlem inhibitör kullanımıdır. En etkin
inhibitör ise kükürt dioksit (SO2)’dir. Bilindiği gibi aldehitler,
bisülfit ile katılma reaksiyonu verirler ve bloke olurlar. Kükürt
dioksitin Maillard reaksiyonu inhibitörü oluşu indirgen
şekerlerle verdiği katılma ürününden çok amino şekerler ile
reaksiyonu sonucu bunların melanoidinlere dönüşümünün
engellenmesi esasına dayanır. Ürün formülasyonlarının
ayarlanması ve farklı amino asitlerin ilavesi ile de bu reaksiyon
önlenebilir.
Download