Forum Index Forum Regel s - Forum K urall arı * Radi o * Hel pZ oeken Gebrui kers K al ender Welkom Gast ( Inloggen | Registreer gratis ) TurkseStudent.be > Algemeen > Religie, Cultuur & Geschiedenis Atatürke İftiralar Esek GozLu opties 28 May 2005, 14:01 Bericht #1 ANNESİNE YÖNELİK İFTİRALARA YANITLAR İFTİRA : Atatürk’ün Annesi Genelev Kadınıymış ve Annesinin Genelevden Çıkarıldığına Dair Mahkeme Kararı Varmış (!) Güzellik fukarasi ne göz beğenir ne kaş YANITLAR o Giriş o Evli Bir Kadın Babalık Davası Açabilir mi? Groep: Leden o Mustafa Kemal Askeri Okula Girebilir miydi? Berichten: 1099 o Devletle Alay Ediyorlar ! Sinds: 30-April 05 Van: Eşeğin üstünde :p o Osmanlıda Genelev Var mıydı ? Gebruiker Nr.: 738 GİRİŞ Türk'e Atatürk'ü veren, en büyük Türk anası hakkında böyle bir konu açıyor olmaktan üzüntü duyuyoruz. Bizi bağışlamasını diliyoruz. Türkiye'de hurafelere dayalı düzen kurmak isteyenler, kendilerine taban oluşturabilmek için din, Atatürk ve tarih ögelerini çarpıtarak kullanırlar. Kişiyi; din ögesiyle "Ben Müslüman’sam laik olamam"; Atatürk ögesiyle "Soyu sopu belli olmayan, bunca kötü özellikler taşıyan birinin yaptıkları iyi olamaz"; tarih ögesiyle de "Ben Türk ulusundan değil, İslam ümmetindenim." anlayışına getirmeye çalışırlar. Atatürk’e ilişkin bütün olumlu duygu ve düşünceleri tersine çevirebilmek için işe Atatürk’ün annesinden başlarlar. O yüce kadına, kötü kadın olduğu, genelevde çalıştığı iftirasını atarlar. Bu iftiralarını da 1990 yılında, sahte bir mahkeme kararıyla gerçekmiş gibi göstermek isterler. Bu sahte mahkeme kararına göre; Zübeyde Hanım birlikte yaşadığı kişi ölünce, ondan olan oğlu için babalık davası açmış, ölenin yakınları itiraz etmiş, karısı olmadığını, genelevden odalık aldığını ve odalık aldığında Zübeyde Hanım'ın 2 yaşında çocuk sahibi olduğunu bildirmişler. Mahkeme de sözde geneleve sormuş, gelen yanıtta da Zübeyde Hanım'ın 19 Haziran 1881'de oğluyla birlikte geneleve girdiği, 11 Nisan 1882'de ölen kişi tarafından genelevden çıkarıldığı belirtilmiş. Böyle olunca mahkeme davanın reddine karar vermiş. Bu iğrenç iftiracılara göre, bu karar dolayısıyla artık her şey o kadar açık ki, hem de mahkeme kararıyla kanıtlı ki, Mustafa Kemal'in babası belli değildir, annesi de kötü kadındır. Dünya dillerindeki hiçbir sıfatla anlatılamayacak bu iğrenç iftiranın yanıtlarına geçmeden, Türkiye'nin geldiği durumu görelim. Bu sahte belge, 1990'da, Almanya'dan, Siirt'ten, Bitlis'ten çeşitli adreslere postalanıyor. En acısı da, Milli Eğitim Bakanlığı'nda çoğaltılıyor (Personel Genel Müdürlüğünün bir şefi tarafından) ve Meclis'te milletvekillerinin posta kutularına dahi atılabiliyor (23 Şubat 1994)(1). Hürriyet Gazetesi (21 Ocak 1990) Türk basını o günlerde bu iftiraya tepki göstererek düzmece belgeyi inceledi. Basının vardığı sonuç: • Kağıdın rengi bozulmamış, yazılar hasar görmemiş, 110 yıllık belgede bu olanaklı değildir. • O dönemin kararlarında pul yoktur. Bu düzmece kağıtlarda pul var. • Kararda, imzası bulunan yargıçların adlarının ve kıdemlerinin yazılı olması gerekir. Yok. • Ayrıca kararda hukuksal mantık olarak da büyük bir yazım ve görüş hatası vardır. (2) • Zübeyde Hanım, Ali Rıza Efendi’yle ne zaman evlendi, düzmece kararın yılı olan 1882'ye dek kaç çocuğu oldu, M. Kemal'den önceki üç çocuğu için neden babalık davası söz konusu değil, mahkeme sırasında Ali Rıza Efendi'nin durumu ne, sağ mı, ölümü, Zübeyde Hanım’ın kocası mı, değil mi? Sağsa ve Zübeyde Hanım’ın kocasıysa bu durumda evli bir kadın nasıl babalık davası açabiliyor? • Annesi genelevde çalışmış olan ve üstelik bu durumu mahkeme kararıyla belgelenmiş birisini, Osmanlı ordusunda askeri okullarla alıyorlar mıydı? • Osmanlının o yıllarında resmi genelev var mıydı? Varsa çalışanları kimlerdi? Yoksa, bu konu nereden çıktı? • Annesinin ikinci evliliğine bile, küçük yaşına rağmen, katlanamayan bir Mustafa Kemal, annesinin böyle bir durumu olsa onu reddetmez miydi? Böyle bir anneye ölümüne dek bakar mıydı? • Ayrıca sözü edilen tarihte Zübeyde Hanım 24 yaşında ve babasıyla iki erkek kardeşi var. Bu koşullarda ve o günkü Türk aile yapısında böyle bir durum olabilir mi? • Böyle bir durum olsaydı, Mustafa Kemal'in muhalifleri, o yıllarda ve sonrasında, M. Kemal'i öldürme girişimleri yerine, bu durumu kullanmazlar mıydı? • Böyle bir durum olsaydı, Padişah Vahidettin, M. Kemal'e kızıyla evlenmesini önerir miydi? • Karşı taraftan "Bu durum o zamanlar bilinmiyordu." sesleri geliyor. Bu olanaklı mı? Selanik gibi herkesin birbirini tanıdığı, özellikle Türk'lerin birbirlerini yakından tanıdıkları bir kentte böyle bir durum gizli kalabilir mi? M. Kemal'in çocukluk arkadaşları var, okul arkadaşları var, sonrasında Selanik'te görev yapan asker arkadaşları var. Bunların içinde sonradan muhalifi olanlar var. Bunlar, böyle bir şey olsa duymazlar mıydı? Duyanlardan, en azından biri, en azından Atatürk öldükten sonra, dile getirmez miydi? Karşı taraftan "Rıza Nur dile getirdi." sesi geliyor. Rıza Nur'un kim ve nasıl biri olduğunu anlattık. (Rıza Nur kimdir ve nasıl biridir ?) Bu irdelemeyi daha çoğaltabiliriz. Ama irdelemedeki bu kadar soru bile bizi bir noktaya getiriyor. Desteksiz atıyorlar, alçaklığın en büyüğünü yapıyorlar. Bu iğrençliğin düpedüz iftira olduğunu anlamak hiç de güç değil. EVLİ BİR KADIN BABALIK DAVASI AÇABİLİR Mİ? Zübeyde Hanım, Ali Rıza Efendi’yle 1870 yılında, 14 yaşındayken evlenir ve 1882'ye (düzmece mahkeme kararına) dek, sırasıyla Fatma, Ahmet, Ömer ve Mustafa adlı 4 çocuğu olur.(3) Ali Rıza Efendi sağdır ve Zübeyde Hanım’ın kocasıdır. Dört çocuklu ve kocalı bir kadının, dördüncü çocuğu için bir başka erkeğe yönelik kocalık davası açması mantıksal değildir. Açması demek en basitinden kocasından ayrılmış ya da ayrılmayı göze almış olması demektir. Oysa böyle bir durum yok. Ali Rıza Efendinin öldüğü yıl olan 1893 yılına dek evlilikleri sürer, Makbule ve Necmiye adlı iki çocukları daha olur. Ayrıca bir koca, böyle bir davayı öğrendiğinde üç kez "Boş ol." deyip evliliği bitirir. Evlilik sürdüğüne göre böyle bir durum yoktur, dava olmadığına göre karar da yoktur. Evli, dört çocuklu ve kocasının geliri olan bir kadın genelevde çalışmaz. Özellikle o günün ahlak anlayışında bu hiç olanaklı değildir. Bazı kafalardan geçen soruyu yanıtlayalım. Ali Rıza Efendi belki toleranslı davranmıştır. Olmaz ama varsayalım ki öyle. Ancak Zübeyde Hanım yalnız değil. Kocasının dışında babası ve erkek kardeşleri var. O günün ve bugünün de Türk aile yapısında, bu koşullarda ki bir kadın, değil geneleve girmek, başka şekilde yanlış bir adım atsa, iş namus meselesi olur ve kanla temizlenir. Kendisine "Zübeyde Molla" denilen bu yüce kadın üzerinde, bu yakışıksız konuların hiç konuşulmaması gerekirdi. MUSTAFA KEMAL ASKERİ OKULA GİREBİLİR MİYDİ? Şimdi de askeri okullara giriş koşullarına bakalım. 1845 yılında orta dereceli askeri okullar açılırken, öğrenci alımı esasları da belirlenir ve şöyle denir : “Açılacak (askeri okullara) yalnızca hanedan ve asker çocukları alınmayacak; aslı ve nesli belli halkın çocuklarından da okullara kayıt yapılacak; toplum içinde kötü tavır ve durumda olduğu bilinenlerin çocuklarının kayıtları yapılmayacaktır.”(4) M. Kemal Selanik Askeri Rüştiyesi’ne (ortaokul) 1894 yılında bu koşullar uygulanırken kayıt olur. Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi, 1882 yılında, bir çocuğun babasının belli olmadığına ve annesinin kötü kadın olduğuna karar verecek ve 12 yıl sonra bu çocuk aynı yerdeki askeri okula, yukarıdaki koşullara karşın kayıt yaptıracak. Bu olacak iş değildir. DEVLETLE ALAY EDİYORLAR. Yalnızca devletle alay etmiyorlar, o dönemin üç padişahını da aşağılıyorlar. Mustafa Kemal, Abdülhamit döneminde askeri okula girer, onun döneminde askeri liseyi, Harp Okulu'nu, Harp Akademisi'ni bitirir ve kurmay subay olur. Sultan Reşat döneminde paşalığa yükseltilir. Vahdettin de Mustafa Kemal’i kendine fahri yaver olarak seçer. Bunlar nasıl padişahlık yapmışlar? Diyelim ki Abdülhamit yönetimi durumun farkına varmadı. Ama Sultan Reşat yönetimi için aynı şeyi söyleyemeyiz; çünkü kişi paşa yapılacak. Diyelim ki o yönetim de atladı. Artık Vahdettin’den kaçmaması gerekir. Nedenine gelince; Vahdettin M. Kemal'i çok yakından tanır. Birlikte uzun bir Almanya gezisi yaparlar. Padişah olduktan sonra da en fazla görüştüğü paşalardan biridir. Fahri yaveri yapar. Kızı Sabiha Sultanla evlenmesini ister.(5) Bir padişah düşünün ki, kızıyla evlendirmek istediği kişinin soyunu sopunu araştırmayacak. Olur mu böyle şey? Mutlaka incelemiştir, ondan sonra bu öneriyi yapmıştır. Demek ki bunların bulup çıkardığı mahkeme kararını Vahdettin bile bulduramamış! OSMANLIDA GENELEV VAR MIYDI? Osmanlı'da fuhuş yasaktır. İslam hukukuna göre zina kabul edilir ve ağır cezası vardır. Fuhuşu önlemek için padişahlar sık sık ferman çıkarırlar. Esir ticaretinin kaldırıldığı 1858 yılına kadar, çok yoksullar dışında erkekler bir fuhuş ortamına ihtiyaç duymazlar. Dört kadınla evlenebilmekte ve ayrıca esir pazarından "yataklık" kadın alınabilmektedir. Esir ticaretinin kaldırılmasından sonra, büyük kentlerde, fuhuş üzerindeki baskıda bir gevşeme olur. Gizli randevuevleri ortaya çıkar. Devlet değil, kent yöneticileri görmezlikten gelir, rüşvet karşılığında çalışmalarına göz yumulur. Rüşvetle göz yumulur ama, onun da koşulu vardır: Sermaye olarak Müslüman kadın çalıştırılmayacaktır. Ve bunun denetimi yapılır. Müslüman sermaye çalıştıran yere göz yumma biter ve yakalanan kadına çok ağır ceza verilir. İstanbul'da bu şekilde yakalanan bir Müslüman kadının, ceza olarak, cinsel organının kesilmesi olayı ünlüdür. Sonuç : Osmanlı'da devletten izinli, ruhsatlı, meşru genelev yoktur. Dolayısıyla Selanik mahkemesinin yazışacağı, karşısında muhatap yoktur. Muhatap olmayınca yazışma yoktur, yazışma olmayınca belirtilen adi yanıtta yoktur. NOT: Bu konuda ayrıntılı bilgi ve belge için, Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Mumcu’ya başvurulabilir. -------------------- Eşeğe bakacaksın, eşek ne yöne gidiyorsa, onun tersine gideceksin. Mevlana Celaleddin-i Rumi cCc_BerkaY_cCc 28 May 2005, 14:18 Bericht #2 Ulu Onder Atatürk Cok Buyuk Bir Insandi !!! Istiyen istedigini desin , memlekette kani bozuk cok insan var malesef ! nur icinde yat ulu onder -------------------Forum Nerd ... Ezan Dinmez , Sehit Ölmez , Vatan Bölünmez ... Malazgirt Ve Canakkale Bizi Gordu Hep Elele , Dusun Kardas Dusun Hele, Bu Groep: Leden Memleket Bizim Bizim !Adim Adim , Karis Karis , Bu Memleket Bizim Bizim !!! Berichten: 211 Sinds: 15-April 05 Van: /Limburg/ Gebruiker Nr.: 698 Karadeniz 2 Jun 2005, 16:44 Bericht #3 AHH AHHHH Yatdigi yerde bile rahat birakmiyorlar Atatürk'ü. Birileri iftira atar durur, birileri arkasina gizlenip siyaset yapar. Forum Nerd -------------------Groep: Leden . . . . ...D8 YENI BIR DUNYA... . . . . Berichten: 400 Sinds: 4-April 04 Van: Limburg Gebruiker Nr.: 159 Esek GozLu 2 Jun 2005, 19:12 Bericht #4 BU İFTİRALARIN KAYNAĞI VE RIZA NUR (1) Bu şerefsizliği ilk yapan Rıza Nur'dur. "Hayatım ve Hatıralarım" adlı 2005 Güzellik fukarasi ne göz beğenir ne kaş Groep: Leden sayfalık baştan sona iftira ve uydurma ile dolu kitabında, "İhtiyar Teselyaların rivayeti şudur." diye başlar ve Mustafa Kemal'in annesinin genelevde çalıştığına ilişkin iğrenç iftirayı atar. Rıza Nur tipindekiler de, yani Berichten: 1099 yeni Rıza Nurlar, bu iftiraya sarılırlar. Sinds: 30-April 05 Bu iftiranın ortaya çıkış nedenini anlayabilmek için Rıza Nur'u biraz Van: Eşeğin üstünde :p Gebruiker Nr.: 738 tanıtmamız gerekecek. Ayrıca uydurma ve iftiraların %90'nın kaynağı da bu kişidir, belirttiğimiz kitabıdır. Saldırganların pek çok kaynak dediği de bu kitaptır. Rıza Nur, tıp doktorudur. Birinci ve İkinci Meclis'lerde iki dönem milletvekilliği yapmış, iki kez hükümette görev almış, Lozan Konferansı'na İsmet İnönü'nün maiyetinde katılmış bir kişidir. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra 14 ciltlik Türk Tarihi adlı bir eser yazarak burada Kurtuluş Savaşı'nı överek anlatır. Eylül 1926'da Türkiye'den ayrılarak ve Fransa'ya yerleşir. Buna karşın milletvekilliği maaşının ödenmesi sürdürülür. Gidişi de kendisinden, hastalığından kaynaklanır. 1927 yılında Atatürk, Nutuk'u okur ve yayımlar. Nutuk'ta bu kişinin Balkan Savaşı sırasında yurda ihanet etmiş olduğu, herkes yurdu kurtarma çabası içindeyken bunun Arnavutları isyan ettirme çalışmalarında bulunduğu açıklanır. Rıza Nur 1928 yılında, Nutku okur ve "Hayatım ve Hatıralarım" isimli anılarını yazmaya başlar. Yazarken kullandığı kaynak Nutuk'tur. Nutuk'u ters yüz ederek ve hiçbir belge kullanmadan yazar. Yazdıkça da kalemi iyice kayganlaşır, hayallerini, kafasından geçenleri, fütursuzca kağıda döker. Böylece hainliğinin ortaya dökülmesinin karşılığını verir. Anılarını, 1935 yılında, Biritsh Museum'a "1960 yılına kadar okuyuculara sunulmamak" koşuluyla gönderir. Yani olay tanıklarının ölmesini bekler. Anılar, 1967/1968 yılında 4 cilt olarak Türkiye'de yayımlanır. (Bu iftiraların yayımlanmasına göz yumanlar da ayrıca değerlendirilmesi gereken bir hainliktir.) İşte bundan sonra Atatürk düşmanları, Türk ve Türkiye düşmanları, kendilerince bir kaynağa kavuşurlar. Atatürk dönemi tarihini belgelere, gerçeklere dayalı değil, Rıza Nur'a dayalı işlemeye başlarlar. Rıza Nur’un anılara göre Atatürk, her türlü kötü özelliğe sahip bir kimsedir. Kurtuluş Savaşı Rıza Nur sayesinde zafere ulaşmıştır. Lozan'ı yapan, saltanat'ı kaldıran, Cumhuriyet'i kuran, halifeliği kaldıran devrimlerin düşünce babası sözde hep Rıza Nur'dur. Peki bu Rıza Nur nasıl bir kişidir? Anılarında kendini tanıtıcı çok bilgi verir ve kendi kendine hekim olarak koyduğu tanı "Kuşkusuz ki ben nevrastenik idim". Evet hasta bir kişidir. Turgut Özakman, bu kişinin kişilik yapısını "Dr. Rıza Nur Dosyası (Bilgi Yayınevi)" adlı yapıtında ayrıntılarıyla ortaya koyar. Ve bir doktordan, yazdıklarının incelenmesiyle bir tanıya ulaşmasını ister. Ruh ve Sinir hastalıkları uzmanı Dr. Hasan Behçet Tokol'un, Rıza Nur'a ilişkin tanısı şöyledir: "Bu kişide bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık var. Teşhisim; psikopatik bir zemin üzerinde paranoit reaksiyon, yani çok ağır bir ruhsal bozukluk tablosu. Bu tür hastalar, zeka fakülteleri tamamen bozulmadığından kısa süreli de olsa olumlu işler yapabilirler. Anılarını; son duygu, düşünce ve yargılarına göre değiştirerek, geriye dönüp yeniden kurgulayarak, sanki gerçekmiş gibi aktarmış ki, bu tutum, bu tür hastalara özgü bir telafi ve tatmin yoludur. Böyle bir hastanın anılarını ve tanıklığını ciddiye almak tıbben olanaklı değildir. "Doktorun, Rıza Nur'da belirlediği hastalık adları da şöyle: İzolasyon (kendini çevreden soyutlama), depresyon (ruhsal yavaşlama, içe kapanma, çöküntü), homoseksüel eğilimli, Obsesif- kompülsiv sendrom (toz, mikrop korkusu), depersonelizasyon (aşağılık duygusu), agresif ve hostil (saldırgan ve kızgın), psikopat (kişilik bozukluğu), mitomani (yalan söyleme), fabulasyon (masal uydurma, hayali hikayeci), fanteziler (hayal ettiği olayları gerçek sanma), megalomani (büyüklük fikirleri), narsisizm (kendine hayran olma), paranoid reaksiyon (takip edildiğini sanma duygusu, öldürülme korkusu), egosantirizm (kıskançlık, herkesi karalama, güvensizlik, devamlı övünme, sahte gurur). Gerçekten bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalığa sahipmiş. İşte yeni Rıza Nurların peşinden gittiği, hep kaynak gösterdikleri kişi bu. Turgut Özakman'ın eserinden Rıza Nur'u biraz daha tanıtalım : Rıza Nur, bir uçtan bir uca sürekli gidip gelen bir kişidir. Balkan Savaşı'nda Arnavutları ayaklandırır, Kurtuluş Savaşı'nda milliyetçidir, anılarını yazarken ırkçıdır. Anılarında hem sultanlık ile halifeliği kaldırmış olmakla övünür; hem de hazırladığı parti programında halifeliği yeniden kurmak ister. "Türk Tarihi" adlı kitabında Mustafa Kemal'in hakkını teslim eder, onsuz zaferin olamayacağını belirtir. Anılarındaysa Mustafa Kemal'e olmadık iftiralar atar. Rıza Nur cinsel yönden de sağlıklı değildir. Kendi anlatımıyla gençliğinde bir kez cinsel tacize, bir kez de tecavüze uğramıştır. Sonrasında bir Harbiyeliye aşık olur. Kadın olmak ister. Husyelerini aldırtmayı düşünür. Rıza Nur'un "Hayatım ve Hatıralarım" adlı kitabının bazı cümlelerini aynen şöyledir : "Karımdan şu mektubu aldım: 'Ben burada kendime bir hayat arkadaşı buldum. Bunu başkasından duyarak üzülmene imkan bırakmıyorum.' Namussuz karı! Sonunda bana boynuz da taktı (s.1785). Galiba bu işte (M. Kemal'in) ve İsmet'in (İnönü) de parmağı var (s.1786)." "(Karımın) ahlakı da bozuldu. Evdeki kızları benden gizli çırılçıplak soyuyor, dans ettiriyor (s.1346)" "Bir Rus doktor, zampara mı zampara. Karının sözüne göre de bizim karıya da sataşmış (1410)." "Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki donum kesilmiş. Artık uyuyamadım (s.78)." "Yaşlı adam tabancasını çekti ve bana, 'Çöz! Yoksa öldürürüm!' dedi... Boğuşma başladı... Nihayet bayılıp kalmışım... Gözümü açtığım vakit yanımda kimse yoktu (s.84)." "Bu çocuğu (Harbiyeli) herkesten ziyade sevmeye başladım... Görmesem aklımdan hiç çıkmıyor, görsem yüzüne bakamıyor, içimde heyecan duyuyordum... Anladım ki bu çocuğa aşık olmuştum... Böyle bir aşkın sonu livata (sapık cinsel ilişki) demektir. (s.22)" "Kadın, erkekten aşağı bir mahluktur. (s.1530)" "Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanlar, iğrendiğim şeylerdir. (s.1531)". "Arnavutları isyana teşvik ettiğimi ben kendi elimle yazdım. Bu kusur değil, iftiharım sebebidir (s.378). Bugün de bununla iftihar ederim. Bana büyük şereftir. (s.1305)". "Ahlak ve temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek ben terke mecbur oldum. Yalanda söyledim (s.105)." Rıza Nur'un hazırladığı bir parti programından saçmalıklar : • İdare sistemi laik ve sosyaldir. Fakat devletin resmi dini vardır. • Eski yazıya dönülecek ve Latin harfi ile ikisi beraber yürüyecek. • M. Kemal'in Nutuk'u toplattırılıp, imha edilecek . • Partiye mistik bir şekil verilip, üyeleri Türkçülük hususunda tarikat ve dervişlik gibi ilahi bir ideal ve gayrete sahip olacaktır. • Halveti tarikatına müsaade etmeli. • Hilafetin yeniden tesisi hayati bir ihtiyaçtır. • Başbakanlığa bağlı bir ırk müdürlüğü kurulacak, Türk olmayanlar memurluktan çıkarılacak. • Kadını erkekle eşit saymak, ona memuriyet vermekten büyük hata olamaz. Kadın çocuk makinesidir. Dans yasaklanacak. Kalıtsal hastalığı olanlar kısırlaştırılacak. Yeni Rıza Nur'lar, iğrenç yollarında yürüyebilmek için, Rıza Nur'un dışında kaynak, belge, bilgi sıkıntısı çekiyorlar. Çözüm olarak yine Rıza Nur'u kullanıyorlar. Kendileriyle aynı ağzı kullanan bir yabancı gazete de aynı şerefsizliği yapmaktadır. Türk Ulusu Atatürk’e saldıran şerefsizlerin kimlerle işbirliği içinde olduğunu görmelidir. kaynak -------------------- Eşeğe bakacaksın, eşek ne yöne gidiyorsa, onun tersine gideceksin. Mevlana Celaleddin-i Rumi Esek GozLu 2 Jun 2005, 19:21 Bericht #5 ATATÜRK'ÜN KENDİSİNİ TANIMLAMASI: "Benim hayatta yegane fahrim (onurum), servetim, Türklükten başka bir şey değildir."(1) "Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek fevkaladelik, Türk olarak dünyaya gelmemdir."(2) Güzellik fukarasi ne göz beğenir ne kaş Bir İngiliz'in "siz hangi asil ailedensiniz?" sorusuna verdiği yanıt: "Anasının ve babasının asilliğiyle iftihar eden Teodoz, İtalya Yarımadasına inmek isteyen Türk Atilla'ya barış görüşmesinden önce sormuş: 'Siz hangi asil Groep: Leden Berichten: 1099 Sinds: 30-April 05 ailedensiniz?' Atilla'da ona cevap vermiş: 'Ben asil bir milletin evladıyım!' işte benim cevabımda size budur!"(3) Van: Eşeğin üstünde :p Gebruiker Nr.: 738 Sanki yeni Rıza Nurlara cevap vermiş. " Türk, Türk olduğu için asildir... çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz."(4) "... Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım (dır)"(5) "Millî mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı...'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!' diyelim"(6) " Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır..."(7) Atatürk kendisini böyle tanımlıyor. Ben bir Türk'üm diyor ve bundan gurur duyuyorum diyor. Kişi, hissettiği milletten olduğuna göre bu sözler üzerine daha denecek bir şey yoktur. M. Kemal, bir Türk'tür ve koca bir Türk'tür, Türk'ün Atası'dır. Türk milletine, unuttuğu milli kimliğini tekrar kazandıran, ümmetten Türk milletine dönmesini sağlayan bir Türk'tür. Yeni Rıza Nurlara bunlar da yetmeyecektir. Hiç gerek olmadığı halde, konuya tam açıklık getirmek için, ana ve baba soyunu da irdeleyeceğiz. Kimdir, kimlerdendir ona bakacağız. MUSTAFA KEMAL'İN ANNESİ TÜRK'TÜR: Zübeyde Hanım'ın soyu Yörük'tür. Fatih döneminde Karamanoğlu Beyliği'nin yıkılmasından sonra (1466), Balkanlar'da fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi için göç ettirilen ailelerdendir. Konya bölgesinden geldikleri için bunlar, "Konyarlar" ismi ile resmi kayıtlara geçmiş ve böyle anılmıştır.( Aile, Vodina sancağının Sarıgöl nahiyesine yerleştirilir. Zübeyde'nin babası Sofizade Seyfullah Ağa, Selanik yakınlarındaki Lankaza'ya göçer ve bir çiftlik sahibi olur. Ve Zübeyde Hanım 1857'de burada doğar. Annesi, babasının üçüncü eşi Ayşe Hanım'dır.(9) Zübeyde Hanım'ın soyunu birde anlatılanlardan görelim. M. Kemal'in kız kardeşi Makbule Hanım (1885-1956): "Annemden sık sık şunları dinlemişimdir. Bizim esas soyumuz Yörük'tür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz" diyor ve atalarından bazılarının da sonradan tekrar Konya'ya geri döndüğünü de şöyle açıklıyor: "Dedem Feyzullah Efendi'nin büyük amcası Konya'ya gitmiş, Mevlevi dergahına girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak."(10) Makbule Hanım Yörüklük için şunları söylüyor: "...Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk'e "Yörük nedir?" diye sordum. Ağabeyim de bana 'Yürüyen Türkler' dedi."(11) Yörük ile Türkmen eş anlamlıdır. Atatürk, soyunu açıklarken bunu da vurgular: ".... Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenler'dendir."(12) Zübeyde Hanım'ın babasını, kocası Ali Rıza Efendi'yi ve Ali Rıza'nın babası Kızıl Hafız Ahmet Bey'i de tanıyan Selanik doğumlu Aydın Milletvekili Hasan Tahsin San (1865-1951)(13) şu bilgileri verir: " Atatürk'ün validesi, Zübeyde Hanım, Sofu-zade ailesinden Fethullah Ağa'nın kızıdır. Selanik'te doğmuştur. Bu aile bundan 130 sene evvel (1800'lü yılların başı oluyor.) Sarıgöl'den Selanik'e gelmişlerdir. Vodina sancağının batısında Sarıgöl nahiyesinde onaltı köyden ibaret olan bu nahiye ailesi, Makedonya ve Teselya'nın fethinden sonra Konya civarı ahalisinden Osmanlı hükümetinin sevk ve iskan ettirdiği Türkmenlerdendir. Son zamanlara kadar beş asır müddet içinde hayat tarzlarını, kılık-kıyafetlerini değiştirmemişlerdi."(14) Bir yabancı yazar da Atatürk'ün annesi hakkında edindiği bilgileri şöyle aktarıyor: "Mustafa'nın babası Ali Rıza Efendi, anası da Zübeyde Hanım'dı. Zübeyde Hanım... sarışındı; düzgün, beyaz bir teni, derin ama berrak, açık mavi gözleri vardı. Ailesi Selanik'in batısında Arnavutluk'a doğru, sert ve çıplak dağların geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölgesinden geliyordu. Burası, Türklerin Makedonya'yı ve Teselya'yı almalarından sonra Anadolu'nun göbeğinden gelen köylülerin yerleştikleri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hala Toros Dağlarında özgür yaşamlarını sürdüren sarışın Yörükler'in kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı. Mustafa da annesine çekmişti; saçları onun gibi sarı, gözleri onun gibi maviydi."(15) Zübeyde Hanım'ın kendi ifadesi; oğlunun, kızının, kendisini tanıyanların ve de konu üzerinde çalışanların ortak ifadesi; Zübeyde Hanım'ın Yörük-Türkmen olduğudur. Yani Zübeyde Türk'tür. MUSTAFA KEMAL'İN BABASI TÜRK'TÜR: Mustafa Kemal'in baba soyu, Aydın/ Söke'den gelerek Manastır vilayetine yerleştirilen, "Kocacık Yörükleri (Koca Hamza Yörükleri)"ndendir. Ali Rıza Efendi, Manastır'ın Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelmiştir(1839). Aile sonradan Selanik'e göçmüştür. Babası İlkokul öğretmeni Kızıl Hafız Ahmet Efendi'dir. Amcası, Kızıl Hafız Mehmet Efendi'dir. Taşıdıkları "Kızıl" lakabı ve yerleştikleri yere "Kocacık" denmesi; Ali Rıza Efendi'nin soyunun, Anadolu'nun da Türkleşmesinde katkısı olan " Kızıl-Oğuz" yahut "Kocacık YörükleriTürkmenleri"nden geldiğini göstermektedir.(16) Anne soyunda olduğu gibi baba soyunda da en sağlam bilgiler önce Atatürk'ün, annesinin, kardeşinin anlattıkları; sonra çevrelerinin aktardıklarıdır. Makbule Hanım; "Babam Ali Rıza Efendi, Selanik'lidir. Kendileri Yörük sülalesindendir."(17) Atatürk: "... Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenler'dendir."(1 M. Kemal'in Selanik'te mahalle ve okul arkadaşı, Kütahya Milletvekillerinden Mehmet Somer (1882-1950)19) "Atatürk'ün ataları hakkında benim bildiğim şunlar: Atatürk'ün ataları Anadolu'dan gelerek Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık nahiyesine yerleşmişlerdir. Bunları ben Selanik'in ihtiyarlarından duymuştum. Kocacık'lıların hepsi öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı adamlardır. Bunların hepsi Yörük'tür... Bunların kıyafetleri Anadolu Türklerine benzer. Yaşayışları, hatta lehçeleri de aynıdır."(20) 10 Kasım 1993'te Milliyet gazetesi "Ata'nın Soy Kütüğü" isimli bir yazı yayımlar. Gazeteci Altan Araslı, Kocacık köyüne giderek bir araştırma yapar ve köylülerle konuşur. Kocacıklı Numan Kartal'ın aktardıkları: "Ali Rıza Efendi, Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelir. Kocacık'ın nüfusu tamamen Türk'tür. Hepsi de Yörük Türkmenleri. Anadolu'dan geldiler. Bizler, Müslüman Oğuzların Türkmen boyundanız." "Ata'nın soy kütüğü", 10 Kasım 1993, Milliyet Kocacık köyü ile ilgili ikinci bir yazı, 5 Eylül 1999'da Star gazetesinde yayımlanır. Yazının başlığı "Ata'nın Köyü"dür. "Ata'nın Köyü", Star cay tiryakisi 2 Jun 2005, 21:34 Bericht #6 Bu ermeniler ve ingilizler bizi hiç rahat birakmayacak anlasilan. Bir Ankarali olarak Atatürk le çok gurur duyuyorum. sagol koca Mustafa Kemal Pasa. Toegevoegde thumbnail(s) Forum lid Groep: Leden Berichten: 38 Sinds: 3-May 04 Gebruiker Nr.: 203 -------------------- kivilcim var o ürperten sönüsten, kivilcimda mesajlar var dönüsten... Esek GozLu 4 Jun 2005, 21:17 Bericht #7 Atatürk’e düşman olanlar onun yapıtlarını yıkmaya çalışırlar. Bu nedenle de Atatürk’ümüzü ve yaptıklarını her fırsatta kötülerler. Çarpıtılarak saptırılmış yorumlarla yıpratmaya çalışırlar. İftiralar uydururlar. Çünkü Atatürk’ü kötüleyerek O’nu gözden düşürmeye çalışarak O’nun yapıtlarını yıkabileceklerini düşünürler. Dolayısıyla da kendi çıkarlarına yararlar umup dururlar. Güzellik fukarasi ne göz beğenir ne kaş Atatürk İslam’a ve Müslümanlara zarar vermemiş tersine çok büyük hizmetler yapmıştır. Atatürk gerçek İslam’a değil, İslam adına uydurulan hurafe ve sapkınlıklara zarar vermiştir. Atatürk, gerçek Müslüman’a değil, Groep: Leden İslam’ı kişisel ve grupsal çıkarlarına alet edip araç yapanlara zarar vermiş, Berichten: 1099 onları bu çıkarlarından yoksun bırakmıştır. Dolayısıyla da bunlar Atatürk’e Sinds: 30-April 05 Van: Eşeğin üstünde :p Gebruiker Nr.: 738 düşman olmuşlardır. Kendilerine, çıkarlarına, sapkın düşüncelerine ve de hurafelerine verilen zararları, Atatürk İslam’a ve Müslümanlara zarar verdi biçiminde çarpıtarak iğrenç iftiralara dönüştürmüşlerdir. Atatürk’ün İslam’a hizmetleri öylesine çok ve de büyüktür ki bunları bir tek yazıyla anlatmak olanaklı değildir Biz bu yazımızda şimdilik Atatürk’ün dinimize ve Müslümanlara hizmetlerinden ana başlıklar olarak söz edeceğiz. İşte kanıtlar : KANIT 1: KURTULUŞ SAVAŞI: Atatürk, Kurtuluş Savaşı’mızın ve zaferlerimizin başkomutanıdır. İşgale uğrayan ülkemizi ve dinimizi Atatürk’ün önderliğinde, O’nun komutasında yıllar süren savaşla, ulusça savaşarak kurtardık. Yeniden altını çizelim : Düşman işgaline uğrayan ülkemiz, Atatürk’ün öncülüğünde, önderliğinde ve O’nun komutasında kurtulmuştur. Tutsak yaşamaktan kurtulmamızı öncelikle Atatürk’e borçluyuz. O olmasaydı olmazdı. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşımıza öncülük ve başkomutanlık yaparak ülkemiz ile ulusumuzu kurtarması, dolayısıyla İslam’a ve Müslümanlara hizmetleri her türlü takdirin üzerindedir. Bunu anlayabilmek için, bir an onun yokluğunu bağımsızlığımızı kazanamayacağımızı düşünmemiz yeterli olacaktır. KANIT 2: CUMHURİYET YÖNETİMİ İSLAM'IN ÖZÜNDE VARDIR: Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında Cumhuriyet yönetimini kurarak bizi İslam’ın özünde yer alan yönetim anlayışına yükseltmiştir. Çünkü, Peygamber -imiz bütün dünya işlerini danışarak yapardı. Dört halifenin hiçbiri birbirinin oğlu ya da kardeşi değildi. Dört halifeden sonra gelen Muaviye, Cumhuriyeti kaldırdı. Yerine sultanlığı getirdi. Kendinden sonra yerine oğlunu sultan yaptı. Ve bu durum yüzyıllarca sürüp gitti. İşte, Atatürk Cumhuriyeti ilan ederek, İslam’ın dört halife dönemindeki cumhur-halk, yönetimini getirip aile saltanatına son verdi. Atatürk’ün bu başarısı İslam’a ve Müslümanlara çok büyük bir hizmet olmuştur. Öbür kimi Müslüman ülkelerde de örnek oluşturmuştur. KANIT 3: BU DÜNYA İÇİN DE ÇALIŞMAK: Atatürk’ten önceki, egemen anlayışa göre, kişi ötedünya için çalışmalıydı, bu dünya tümüyle önemsizdi. Üstelik, bu dünya için çalışmak büyük günah, Tanrı’dan uzaklaşma sayılırdı. Bu yanlış anlama yüzünden de, biz Müslümanlar geri kalmış; yoksul düşmüştük. İşte, Atatürk ile O’nun uyguladığı devrimler bu yanlış beyin yapısını değiştirdi. Bu dünya için de çalışmak, kalkınmak, anlayışı yerleşti. Sonuçta, belli bir kalkınma düzeyine ulaştık. Bu anlayış değişikliği olmasaydı biz bugün şimdikinden yüz kat daha kötü durumda olacaktık. KANIT 4: KUR’AN-I KERİM’İN TÜRKÇEYE ÇEVRİLEREK TOPLUMA ÜCRETSİZ OLARAK DAĞITILMASI: Biz Türkler bin yılı aşkın bir zamandan beri Müslüman olmamıza karşın dinimizin kutsal kitabından hiçbir şey anlamazdık. Yalnızca imamların bir bölümü, o da Arapça bilenleri anlardı. Türk ulusu Arapçasını dinleyip okurdu ama Kur’an-ı Kerim’den hiçbir şey anlamazdı. Atatürk, Türk ulusu İslam’ı öğrensin diye kendi cebinden parasını vererek, Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an-ı Kerim’in Türkçe çeviri ve açıklamasını 9 cilt olarak yaptırdı. Hazırlanan yapıtın Diyanet İşleri Başkanlığı’nca basılmasını isteyerek topluma ücretsiz olarak dağıtılmasını sağladı. KANIT 5: HADİSLERİN TÜRKÇEYE ÇEVRİLEREK TOPLUMA ÜCRETSİZ OLARAK DAĞITILMASI: Atatürk, yine ulusumuz dinini anlayıp öğrensin diye Peygamberimizin hadislerini Türkçe’ye çevirtti. Peygamberimizinmiş gibi gösterilen ama Kur’an-ı Kerim’le çelişen uydurma sözler ayıklandı. Bu çalışmaların sonucu ortaya çıkan yapıtlar yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nca basılarak, Atatürk’ün isteği üzerine, topluma ücretsiz olarak dağıtıldı. O güne dek böyle bir hadis çevirisi yapılmamıştı. KANIT 6: HUTBELERİN TÜRKÇELEŞTİRİLMESİ: Bugün camilerimizde, cuma günleri okunan hutbeler, Atatürk’ten önce Arapça‘ydı. Türkçe konuşan ve Arapça bilmeyen Türk ulusuna Arapça hutbe okunup öğüt veriliyordu. Hiç kimse de hiçbir şey anlamıyordu. İşte, Atatürk bu saçmalığa da bir son vererek hutbelerin öğüt kısmının Türkçe olmasını sağladı. Bugün ulusumuz camilerde Türkçe hutbe dinleyerek, dinini öğrenip öğüt almaktadır. KANIT 7: DİNLE SİYASETİN BİRBİRİNDEN AYIRILMASI: Atatürk, laiklik ilkesiyle din ile siyaseti birbirinden ayırdı. Böylece dini, bir siyaset ve çıkar sağlama aracı olmaktan kurtardı. Bugün biz dini siyasete araç yaparak, kendi gibi düşünmeyenleri kafir sayanları gördükçe, Atatürk’ün ne denli doğru yaptığını daha iyi anlayabiliyoruz. Dinle siyaset birbirinden ayrılmasaydı, dünyadaki örnekleri gibi, topluluklar birbirleriyle cihat yaparlardı. KANIT 8: İLAHİYAT FAKÜLTESİNİN AÇILMASI: Türk ulusunun dinsel gereksinimlerini sağlıklı biçimde karşılayabilmesi amacıyla bu fakülteyi açan Atatürk’tür. Atatürk döneminde öğrenci alım sayısının ülkenin nitelikli din adamı gereksinimini karşılayacak sayıda tutulduğunu görüyoruz. Özetle, bütün bunlar Atatürk’ün İslam’a ve Müslümanlara yapmış olduğu hizmetlerin yalnızca konu başlıklarıdır. Atatürk, İslam’a kesinlikle düşman değildir. Atatürk hurafecilikle savaşmıştır. O’nu İslam düşmanıymış gibi göstermeye çalışanlar da bunu bilir. Ama ülkemizde hurafecilik sürdükçe bu iğrenç iftiralar da sürecektir. Hurafecilik, en başta, yüce dinimize en büyük zararları vermektedir. Atatürk’ümüz ve şehitlerimiz için dualarımızı eksik etmeyelim. Yüce Tanrı, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün şehitlerimize çokça rahmet eylesin; bizlere de akıl-fikir versin. kaynak -------------------- Eşeğe bakacaksın, eşek ne yöne gidiyorsa, onun tersine gideceksin. Mevlana Celaleddin-i Rumi Derya83 22 Jul 2005, 00:04 Bericht #8 QUOTE(cCc_BerkaY_cCc @ 28 May 2005, 16:18) Ulu Onder Atatürk Cok Buyuk Bir Insandi !!! Istiyen istedigini desin , memlekette kani bozuk cok insan var malesef ! nur icinde yat ulu onder I Can Only Be Myself, Sorry That's Hell For You!! Groep: Leden Berichten: 942 Sinds: 14-April 05 Van: Nevsehir/Denizli Gebruiker Nr.: 695 Hay agzini ne yapayim ben? yiyimmi? yok yemeyim Tek kelime ile; Helal olsun!! Yarım yuzyılı askın bir suredir bazı ideolojik cevreler tarafından Turk halkına son derece carpık bir mantık asılanmaya calısıliyor, buna gore, Turkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Ataturk, dine karsı, materyalist dusunceyi savunan bir kisi olarak goruluyor. Dahası, dindar olmakla Ataturkcu olmak adeta zıt kavramlardı. Kendileri din karsıtı olup, bunu haksız yere Ataturk'e ma lederek, carpık fikir ve dusuncelerini mesrulastırmaya calısan kisiler ve cevrelerin basvurdugu klasik bir yontemdir. Oysa, Ataturk'un hayatı ve dusunceleri arastırılıp incelendiginde, hakkinda soylenenlerin yalan olmadigini fark edeceksiniz. Koyu bir Turk milliyetcisi ve samimi bir Musluman olan Ataturk, milli mucadelenin her safhasında komunizm ve materyalizm gibi safsataların karsısında yer almıstır. Ataturk, cagdas ve medeni bir kisilige sahip, aynı zamanda da milli kulturune sıkı sıkıya baglı, sade ve samimi bir dindar, ozunden hicbir zaman taviz vermeyen, gercek bir Osmanlı beyefendisiydi. Ve ayrica Ataturk herzaman Peygamber efendimiz s.a.v.'e olan hayranligini cogu kez dile getirirdi Mekani Cennet olsun.... Dit bericht is bewerkt door Derya83: 22 Jul 2005, 00:18 -------------------- Ulu Tanrim sen Türk'ü Türk yurtlarini koru ! TÜRK'ü yigitlikte daim et ! TÜRK'ü erlik davasiyla yasat ! TÜRK'ü gerçekçi yap ! Esek GozLu 22 Jul 2005, 01:09 Bericht #9 İşaretli notlu mimlemeli ATATÜRK'ün 3997 kitap okuduğunu diğerlerinide eklediğimizde bu sayının Onbini geçtiğini biliyormusunuz. Bazıları Redkit okur bazıları nü resim çizer bazıları milletin canına okur bazılarıda hiç okumaz boş konuşur. İşte ATATÜRK'ün neden büyük bir devlet adamı olduğunun göstergesi. Okumalıyız. Güzellik fukarasi ne göz cumhuriyet beğenir ne kaş fikren ilmen bedenen kuvvetli karekterler ister... Groep: Leden Mustafa Kemal Atatürk Berichten: 1099 Sinds: 30-April 05 Van: Eşeğin üstünde :p Gebruiker Nr.: 738 Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlıkla mücadele kapısını açtığı için, hakiki dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler ilerlemenin ve yükselmenin düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış şark kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.” Mustafa Kemal Atatürk “Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme, mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.” Mustafa Kemal Atatürk -------------------- Eşeğe bakacaksın, eşek ne yöne gidiyorsa, onun tersine gideceksin. Mevlana Celaleddin-i Rumi 23 Jul 2005, 00:35 Karadeniz Bericht #10 Atatürk'ün Annesinde bile basörtü vardi. Simdi ise Basörtülü üniversiteye bile almiyorlar . Yazik Yazik. Atatürk hakkinda iftiralar. Forum Nerd Atatürkü kendi siyasi cikar ugrunda kullananlar Groep: Leden Ahh Mustafa Kemal bey. Sen olsaydin böylemi olurdu acaba? Berichten: 400 Sinds: 4-April 04 Van: Limburg Gebruiker Nr.: 159 -------------------. . . . ...D8 YENI BIR DUNYA... . . . . « Vorige · Religie, Cultuur & Geschiedenis · Volgende » Trefw oorden Doorzoek onderw erp 3 Gebruiker(s) lezen dit onderwerp (3 Gasten en 0 Anonieme gebruikers) 0 Gebruikers: Ga Print Versie Gratis teller Actuele tijd: 10th November 2005 - 18:00