MURAT ARIK ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI ARKEOLOJİ BİLİM DALI T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ TÜRK MÜZECİLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ MURAT ARIK AĞUSTOS 2015 ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI ARKEOLOJİ BİLİM DALI AĞUSTOS 2015 TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ MURAT ARIK YÜKSEK LĠSANS TEZĠ ARKEOLOJĠ ANABĠLĠM DALI ARKEOLOJĠ BĠLĠM DALI GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ AĞUSTOS 2015 iv TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ (Yüksek Lisans) Murat ARIK GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ Ağustos 2015 ÖZET Dünya‘da ve Osmanlı Ġmparatorluğu dönemi de dâhil olmak üzere Ülkemizde Müzecilik kronolojisi ile ilgili süreci yazarları tarafından hazırlanmıĢ birinci elden elde ettiğimiz kaynaklarından aktardığımız bu tezin amacına uygun olarak Türkiye‘de bulunan tüm arkeoloji, sanat tarihi, güzel sanatlar akademileri, turizm ve seyahat iĢletmeciliği bölümlerinde okutulan Müzecilik derslerine kaynak oluĢturmasını istediğimizi belirtmek isterim. Ayrıca bu tezin Türkiye‘de Müzeciliğin üç evresinden birincisi olan toplama, (depolama), ikincisi olan saklama (vitrin düzeyinde) ve üçüncüsü olan yorumlama evrelerinin ilk ikisinden çalıĢanlarının üstün gayreti ve fedakâr hizmetleri ile geçtiğini, ancak üçüncüsü olan (yorumlama) evresinde bir miktar geç kalınmıĢ olduğunu görmemizi sağladığını düĢünmekteyim. Bu nedenle bu tezin amacına uygun olarak yazılmıĢ ilk yazılı kaynak olduğunu ifade etmek isterim. Ayrıca Müzecilik tarihimizde Müzelerimizde özverili çalıĢmaların belgesel nitelikli kısa bir anlatımı olarak gördüğüm bu yüksek lisans tezi ile Müzelere ve Müzeciliğe dikkat çekilerek, taĢınır kültür varlıklarının ebed ikametgâhı olması itibariyle müzelerimizin sadece toplayıcı ve saklayıcı görevlerinin olmadığını bundan sonra elde edilen eserlerimizin rasyonel bir tarihsel düĢünce sistemi ile yorumlanması gerektiğine de dikkat çekmek istedik. Yukarıda da ifade ettiğim üzere bu özellikleri bakımından Müzecilik tarihinin önemli aĢamalarını kronolojik bir düzlemde anlatan tezimizin alanında ilk tez olduğu görülecektir. Bilim Kodu Anahtar Kelimeler : 1117 :Müzecilik, Müze, Eski Eser, Koleksiyon, Kolleksiyoner, Sayfa Adedi Tez DanıĢmanı Kültür Varlıkları : 233 :Prof.Dr.S.Yücel ġENYURT v HĠSTRORĠCAL PROGRESS OF TURKĠSH MUSEOLOGY (M.Sc. Thesis) Murat ARIK GAZĠ UNIVERSITY GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES August 2015 ABSTRACT I want to tell one more time that this thesis could be source for the mouseum studies lessons in the archeology and art history departmants of faculties, fine arts academies and tourism and travel management departmants. In this thesis we mentioned the process of museology in the world and in our country including Ottoman Empire period, according to the first hand sources. Moreover I think this thesis provided us to see that museology in Turkey passed first two of its three process of collection, storage and interpretation because of its own effort and much effort and altruistic services of its workers but in the last process it was a bit late. So this thesis is the first source written appropiate to its aim. Moreover with this master thesis –that I see a brief narration of altruistic Works of our museology history- we want to pay attention to fact that our museums not only have duties of collection and storage but also our haritage must be interpreted with a true historical method. So as I said before our thesis which tells important processes of Museology history is the first in its field. Science Code : 1117 Key Words :Museology, Museum, Antiquarianism, Collection, Collector, Cultural Heritage : 233 :Prof.Dr. S.Yücel ġENYURT Page Number Supervisor vi TEġEKKÜR ―Türk Müzeciliğinin Tarihsel GeliĢimi‖ adlı yüksek lisans tezimin hazırlanıĢı sırasında yardımlarından dolayı EĢim Dr. Rukiye ARIK, Anne-Babam ve Ağbim‘e, ayrıca T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı çalıĢanlarına, özellikle DÖSĠMM personeli ve mesai arkadaĢlarıma, ilgisini ve desteğini esirgemeyen danıĢmanım Sayın Prof.Dr. S.Yücel ġENYURT‘a teĢekkür ederim. vii ĠÇĠNDEKĠLER Sayfa ÖZET ...................................................................................................................... iv ABSTRACT .............................................................................................................v TEġEKKÜR ............................................................................................................ vi ĠÇĠNDEKĠLER ........................................................................................................ vii KISALTMALAR ....................................................................................................... ix 1.GĠRĠġ ................................................................................................................ 1 2.MÜZECĠLĠĞĠN ORTAYA ÇIKIġI, OSMANLI ĠMPARATORLUĞU‘NDA TARĠH VE ARKEOLOJĠ .................................... 3 2.1.Müze Tanımları .......................................................................................... 14 2.2.Osmanlı Arkeolojisi..................................................................................... 22 2.3.Anadolu‘da Tarih ve Arkeoloji ..................................................................... 36 3.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNDE ―OSMANLI ĠMPARATORLUĞU DEVRĠ‖ ........................................................................................................... 41 3.1.Tanzimat‘ın Ġlanından Önceki Dönem ........................................................ 42 3.2.Anadolu‘da Yürütülen ÇalıĢmalar ............................................................... 44 3.3.Anadolu DıĢında Yürütülen ÇalıĢmalar ...................................................... 47 3.4.KuruluĢ ve Fethi Ahmet PaĢa Dönemi (1839-1869) ................................... 57 3.4.1.Anadolu‘da Yürütülen ÇalıĢmalar ........................................................ 63 3. .................................................................................................................. 65 4.2.Anadolu DıĢında Yürütülen ÇalıĢmalar .................................................. 65 3.5.Müze-I Hümayun‘un Kurulmasi (1869-1872) .............................................. 70 3.6.Dethiher Dönemi (1872–1881) ................................................................... 72 3.6.1.Kazılar ................................................................................................. 73 3.6.2.ÇalıĢmalar ........................................................................................... 73 4.OSMAN HAMDĠ BEY DÖNEMĠ VE SONRASI ...................................... 75 viii Sayfa 5.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNDE ―CUMHURĠYET DEVRĠ‖ ............................... 85 5.1.Yeniden Yapılanma ve Yasal Düzenlemeler .............................................. 87 5.2.Atatürk, Tarih ve Arkeoloji .......................................................................... 92 5.3.Atatürk, Müze ve Müzecilik ......................................................................... 96 5.4.Cumhuriyetin Ilanindan Günümüze ―Türk Müzeciliği‖ ............................... 110 6.MÜZELER .................................................................................................... 183 6.1.T.C.CumhurbaĢkanlığı‘na Bağlı Müzeler: ................................................. 183 6.2.Türkiye Büyük Millet Meclis‘ine (T.B.M.M.) Bağlı Müzeler: ....................... 186 6.3. T.C. BaĢbakanlığı‘na Bağlı Müzeler ........................................................ 188 6.4.T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı‘na Bağlı Müzeler .................................... 190 6.5.Üniversite Müzeleri ................................................................................... 192 6.6. Kamu Kurumlarına Bağlı Diğer Müzeler .................................................. 195 6.7.Özel ve Kültür-Sanat Vakıflarına Bağlı Müzeler ....................................... 216 7.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠ‘NĠN KURULUġUNDAN BUGÜNE MÜZECĠLER VE MEVZUATLAR ........................................................... 219 7.1. Müzeciler ................................................................................................. 219 7.2.Mevzuatlar ................................................................................................ 220 8.SONUÇ ......................................................................................................... 223 KAYNAKÇA ........................................................................................................ 225 EKLER................................................................................................................ 229 EK-1. Haritalar ................................................................................................ 230 EK-2. Resimler ............................................................................................... 231 ÖZGEÇMĠġ ........................................................................................................ 233 ix KISALTMALAR Bu çalıĢmada kullanılmıĢ bazı kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aĢağıda verilmiĢtir. Kısaltmalar Açıklama A.A. Archıvum Anatolicum AKDTY Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu C Cilt CAH Cambridge Ancient History GAJ Central Asiatie Journal Cm Santimetre Çev. Çeviren DTCF Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Ed. Edebiyat Fak. Fakülte G.Ü.S.B.E. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü G.Ü. FEF. SB Gazi Üni. Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi HÜ. SBE Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ġ.Ü.E.F.D. Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Km Kilometre M. Miladi H. Hicri Nu. Numara Prof.Dr. Profesör Doktor S. Sayı s. Sayfa SKD Silahlı Kuvvetler Dergisi x Kısaltmalar Açıklama T.C. Türkiye Cumhuriyeti TDK Türk Dil Kurumu TTK Türk Tarih Kurumu TED Tarih Enstitüsü Dergisi TSTAĠ Türk Sanatı Tarihi AraĢtırma ve Ġncelemeleri Ü Üniversite Vb. Ve baĢkası ve baĢkaları ve benzeri ve benzerleri Vs. Vesaire Yay. Yayını, yayınları Yy. Yüzyıl 1 1.GĠRĠġ Tarih boyunca toplumların geleceğe aktardıkları belgesel ürünler; çağının ekonomik ve sosyal yapısını, topluma egemen olan sınıfların kültür, inanç ve politikasını yansıtmıĢ, sosyal ve kültürel değerlerinin tarihi süreç içinde devamlılığını sağlamıĢtır. Özellikle toprak üstünde ve/ya altında kalmıĢ anıtsal yapılar ile taĢınır kültür varlıkları, çağdaĢ toplumların geçmiĢe dair meraklarını her zaman canlı tutan unsurlar olmuĢtur1. Ġnsanoğlunun yerleĢik hayata geçmesi günümüzden yaklaĢık on bin yıl kadar öncesine dayanmaktadır. Göçebe toplulukların, verimli ovaları keĢfetmeleri ile yerleĢik düzende yaĢam; tarım-hayvancılık ve toplayıcılık gibi üç ana unsur etrafında geliĢim göstermiĢtir. Bu bakımdan insanoğlu dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun aĢağı-yukarı aynı evrelerden geçerek (zamansal farklılıkları olsada!) kendi coğrafyasında yerleĢik düzenin en lüks ortamını oluĢturmakta geç kalmamıĢtır. Tespit edilmiĢ haliyle Anadolu ve çevreside ―Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve Mezopotamya‖ On bin yıldır Ġnsanoğlunun yoğunluklu yerleĢim alanlarıdır. Bu süreçte insanoğlu günlük yaĢantısı için ihtiyaç duyduğu tüm çanak-çömlek, alet ve diğer gereksinimlerini üretmekte ve bunları kullanarak hayatını idame ettirmekte en az günümüzdeki kadar baĢarılı olmuĢtur2. BelirtmiĢ olduğumuz kültür coğrafyalarının bağlantı noktalarından biri olan ―Anadolu‖, bölgesel önemini binlerce yıl önce yerkürenin oluĢumuyla ortaya çıkan bir jeolojik yapıyla almıĢtır. Bu açıdan bakıldığında ve değerlendirildiğinde günümüzde dahi bu jeolojik bağlılığın, insanoğlunun yaĢamında ne kadar etkili olduğu gözlemlenmektedir. Anadolu‘nun aidiyeti açısından mensubu olduğu bu karasal alana ―BeĢ Deniz Ülkesi‖ denilmektedir. Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz ve Basra Körfezi ile Hazar Denizi arasında kalan bu büyük kara parçasının insanlık tarihine olan tüm katkısını anlamlandırmadan, bu zorlu alanın değerlerini tam manasıyla sahiplenerek, koruyabilmenin yanı sıra yönetmekte mümkün bulunmamaktadır3. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıĢ, binlerce yıllık insanlık tarihinin her dönemini dolu dolu yaĢamıĢ Anadolu‘da, arkeolojik kazılarla ortaya çıkan kültür 1 Arık, 2008: 01 Arık, 2007: 98 3 Arık, 2009: 01 2 2 varlıkları her çağda insanların ilgisini çekmiĢ ve ―Anadolu‖ daima bir ilgi odağı olmuĢtur4. Bu nedenle Dünya‘da ve Anadolu‘da eski eser toplayıcılığının tarihsel süreçte hangi yıllarda baĢladığı tam olarak bilinmemekle beraber antik çağlardan itibaren mezar ve anıtsal yapıların soyulduğu ve burada bulunan taĢınır kültür varlıklarının el değiĢtirdiği, yazılı metinlerden öğrendiğimiz bir gerçektir. TaĢınabilir kültür varlıklarına duyulan bu yüksek merak ilk önce insanların bu malzemeyi kendi yaĢamlarını kolaylaĢtırıcı bir malzeme olarak kullanma ihtiyacından kaynaklandığı düĢünülmektedir. Sonraki yıllarda bu malzemelerin yeni ve seri bir Ģekilde üretilmeye baĢlanmasından sonra önceki örneklerinin bulunması zor birer eĢya olarak kalması ve geçmiĢe duyulan ilgi ve merakla bütünleĢmesiyle birlikte bu eserlerin saklanmasına, zengin kiĢilerce toplanmasına ve koleksiyon olarak sistematik bir düzen içerisinde değerlendirilmesine geçildiği gözlemlenmektedir. Bireysel koleksiyonculuğun, eski eser toplama ve saklama yöntemi olarak dünyada tam manasıyla bir çözüm olmadığının anlaĢılmasıyla birlikte devletler, kültür mirası kavramının olgunlaĢması ile kendi geçmiĢlerine olan sahiplenme içgüdüsünü de birleĢtirerek ―müzecilik‖ kavramını ortaya çıkartmıĢtır. 4 Arık, 2007: 04 3 2.MÜZECĠLĠĞĠN ORTAYA ÇIKIġI, OSMANLI ĠMPARATORLUĞU’NDA TARĠH VE ARKEOLOJĠ Ġlk çağlardan itibaren insanoğlunun elinden çıkmıĢ ve/ya doğada yer alan tüm malzemenin devam eden insan hayatının içinde kullanım gereksinimleri ve az bulunur olmalarından olsa gerek bir saklama ve sahiplenme kültürünün oluĢtuğu düĢünülmektedir. Bu düĢünceyi destekleyen çeĢitli bulguların yapılan kazı çalıĢmalarıyla gün yüzüne çıkartılmıĢ olmasıda, toplayıcılık ve avcılık kültüründen yerleĢik düzene geçilen yıllarda bile insanoğlunun bilinçsizde olsa bir baĢlangıca etken olduğu Ģüphesizdir. Müzeciliğin temelinde insanı, insanın çevresini anlatan, kültürel, sanatsal ya da bilimsel açıdan önemli nesnelerin önce toplanması, koleksiyonlarının yapılması, sonra da bu koleksiyonların korunması ve de sergilenmesi yatar. Müze, halka açık olan, bilginin halkla paylaĢıldığı bir alandır. Farklı objeleri ya da bilgiyi toplama, biriktirme ve koruma çabası elbette insanlık açısından önemli bir seviyedir 5. Sonraki dönemde eskiçağlarda yerleĢik düzenin kentleĢme sürecini tamamladığı yıllarda eskiçağlarda insanoğlu gerek mitolojik öykünmelerde gerekse kendini yöneten ―seçkin sınıf?‖ antropomorfik unvan taĢıyan kiĢilere itafen -daha çok grek kültüründe gözlemlendiği gibi -kutsal mekânlarda saklanan ilk eserlerin, kendi tanrılarına ve tanrıçalarına itafen- sanatın koruyucusu olan Musa‘lara adanmıĢ eĢya ve yazıtlardan ibaretti- bu eĢyaları bir düzen içerisinde saklamakta ve onlara kutsallık atfetmekteydiler. Kutsal sayılan alanlarda, sanat yapıtları kısmen hazine bölümlerinde ―thesauros‘larda‖ korunmaktaydılar. Yazılı belgelerden anlaĢıldığı üzere, müze fikrine hizmet eden ilk kurum güzel sanatlara ayrılmıĢtır. M.S. II. yy‘da yaĢamıĢ yunanlı yazar pausanias‘ın naklettiğine göre; Atina akropolündeki büyük tören kapısı propylon‘un sol kanadına bitiĢik bir binanın bulunduğu, burada, resim koleksiyonlarının sergilendiği Pinakothek adı verilen bir resim galerisinin yer aldığı ve buranın halka da açık olduğu kaydedilmektedir6. Bilgiyi ve sanatı halka ulaĢtırma anlayıĢı, antik çağda kendini gösterirken, batı dünyasında, ortaçağda ise böyle bir yaklaĢım görülmemektedir. Ortaçağda batıda gerçek anlamda bir müzeden bahsedilemez. O dönemde kilise ve manastırlarda zengin eĢya koleksiyonları vardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi 5 6 Çalıkoğlu, 2009: 68 Gerçek, 1999: 01 4 eski tapınakların hazineleri, prenslerin ve derebeylerinin kalelerinde, dıĢa kapalı dini grupların manastırlarında gözlerden uzak olarak toplanıp, keĢfedilecekleri günü beklemiĢlerdir. Batı‘da Rönesans‘a kadar sanat, tarih ve bilim kaynakları dıĢa kapalı bir koleksiyonculuk anlayıĢıyla toplanmaya devam etmiĢtir. Halk için ise sanat eserleri sadece kiliseyi ziyaret ettiklerinde görebilecekleri bir olguydu. Uzun dönem müze tanımının bir parçası olarak görülen kütüphanelere ve kitaplara ulaĢmaları ise nerdeyse mümkün değildi7. Devam eden tarihsel süreç içerisinde Ġskender‘den sonra Mısır‘da hüküm süren Ptolemaios‘lardan, Ptolemaios I. Soter Philadelpos M.Ö. III. yy‘ın ortalarında, grek devrin önemli kültür merkezlerinden biri olan Ġskenderiye‘deki sarayında bir müze kurmuĢtur. Museion-Musa‘lar mabedi adı verilen sarayın bu bölümünde, çağın en ünlü filozof ve bilginleri toplanmıĢ, adeta bir üniversite binası, bir bilimler tapınağı meydana getirilmiĢ, bilimsel aletlerle birlikte, sanat eserlerinin de korunduğu ve sergilendiği salonlar, kütüphaneler, bilimsel ve sistematik bir anlayıĢla düzenlenmiĢtir8. Aslında toplumların, kentleĢme ve devletleĢme süreçlerinde kendi ellerinden çıkan veya kullanım gereksinimleri gereği doğa da yer alan tüm malvarlıklarını bir arada tutma ihtiyaçları kendiliğinden geliĢen doğal bir süreçtir. Romalılarda, koleksiyon yapma ve kopya alma merakı kültürlerinin bir gereği idi. Bu nedenle, Bergama kralları da klasik çağ, bilhassa grek çağı heykeltıraĢlık eserlerini ve tabloları toplamaya özen göstermiĢler, bunun yanında, sanatçıların önerileri doğrultusunda bu tip eserlerin kopyalarını da yaptırarak koleksiyonlarını zenginleĢtirmiĢlerdir. Bergama kralları ve zamanın önde gelen makam sahipleri, daha öncede örnekleri görüldüğü gibi birer Pinakothek9‘e sahip olmak istiyorlardı10. Hızla değiĢen ve geliĢen toplum bilinci ilk önce kullanım gereksinimlerini ve az bulunurluğun getirmiĢ olduğu bir mecburiyetle sahiplenme olgusunu tetikliyorken sonraları bu mecburiyet bir geçmiĢ oluĢturma olgusunun geliĢmesine ve bu kavram üzerinde malvarlıklarını koruma ve kendi geçmiĢine sahip çıkma olgusuna dönüĢmesine neden olmuĢtur. 7 Çalıkoğlu, 2009: 68 Gerçek, 1999: 01 9 Yunanca Resim koleksiyonu anlamındaki bir kelimeden alınmıştır. Resim Müzesi anlamına gelmektedir. 10 Gerçek, 1999: 01 8 5 Ġnsanlar, insanlık tarihi boyunca, unutmaya ve unutulmaya karĢı sürekli bir direniĢ ve savaĢ içerisindedir. BuluĢlar, her türlü geliĢme ve ilerleme insanlar içindir. Ġnsan devamlı bir geliĢim içerisindedir. Toplumları ve uygarlıkları meydana getiren insandır. Ġnsan eğer sadece konuĢtuklarıyla kalsa ve konuĢulanları hatırlasaydı, geçmiĢin bilinmesi de hatırlanması olanaksız hale gelirdi. Ġnsanlar, her türlü belge, bilgi ve objeyi kendinden sonra gelen kuĢaklara iletebilme yeteneğine ve özelliğine sahiptir. Ġnsanoğlu yaratılıĢından itibaren, doğası gereği yarını ve yarınları sürekli olarak düĢünmüĢ ve önlemlerini almıĢtır11. Zaten müzelerin ortaya çıkıĢ nedenlerinden biri de, insanoğlunun değerli ve nadir objeleri toplamak, biriktirmek ve saklamak gayret ve tutkusudur. Yani insanlar, kendi yaratıcı güçlerini ortaya koyan ve kanıtlayan eserleri korumaya çalıĢmıĢlardır. Ortaya konan bu eserler, insanın hem doğaya karĢı üstünlüğünü ve mücadelesini, hemde bilinmeyen güç(ler) karĢısındaki korkusunu ve saygısını daha önce de bahsedildiği gibi yönetici sınıfa atfedilen tanrısallık (antropomorfik) özellik- ortaya koyuyordu. Tapınaklara ve dinsel törenlerle ilgili kutsal yerlere hediye edilen ve adak olarak bırakılan çeĢitli objeler ve eĢyalar, daha sonra koleksiyonların ve müzelerin kökenini oluĢturmuĢtur12. Bu yaygın uygulamanın örneklerini eski çağlardan itibaren Anadolu, Mısır ve bugünkü Yunanistan‘da görmek mümkündür. Roma‘da Cumhuriyet döneminde Romalı generallerin ve askerlerin yunanistandan ve anadoludan yağma ettikleri heykeller, heykelcikler, değerli madeni eĢyalar ve öteki sanat eserleri koleksiyoncuların evlerini süslemeye baĢlamıĢtır. Roma cumhuriyet devrinde, Gracchus‘lar zamanından itibaren Ġtalya‘da zengin tabakalar arasında büyük bir lüks hüküm sürmekteydi. Her senatörün roma içindeki konağından baĢka dıĢarıda da konakları vardı. Özellikle Campania‘dakiler itina ile döĢenmiĢlerdi. Caesar ve Pompeius tarafından özellikle roma ‗da yaptırılan resmi binalarla Ģehir güzelleĢtirilmiĢtir; sanat eserlerinden oluĢan özel ve genel koleksiyonlar sanat çevrelerinin beğenisine sunulmuĢtur13. Daha sonraki devirlerde eskiçağlarda olduğu gibi kutsal alanlara yüklenen misyonun bir benzerini ortaçağ‘da görmekteyiz. 11 Gerçek, 1999: 02 Gerçek, 1999: 03 13 Gerçek, 1999: 03 12 6 Ortaçağda, önemli kiliseler ve katedraller zengin koleksiyonlarıyla adeta birer müze haline gelmiĢtir. Bu binalarda dini olayların tasvir edildiği ikonalar, azizlere ait kutsal eĢyalar, eĢyalar, kabartmalar, lahit mezarlar ve benzeri dini eĢya ile sanat eserleri korunmakta idi. Brandenburg‘lu Kardinal Albrecht Almanya‘daki Halle Katedrali‘nde çok zengin ve kıymetli bir koleksiyon meydana getirmiĢtir. Aynı Ģekilde Venedik‘teki San Marco Katedrali de zenginliğiyle ün yapmıĢtır14. M.S. 14.yy‘a kadar kutsal eĢyaların diğer eĢyalara oranla daha fazla korunduğu ve sahiplenildiği gözlerden kaçmamaktadır. Bu nedenledir ki koleksiyonculuk tarihinin ilk malzemeleri büyük çoğunlukla dini eĢyalardan oluĢmaktaydı ve bunlar kutsal mekânlarda saklanmaktaydı. Sanat koleksiyonları oluĢturmak, özel kabineler ve galeriler meydana getirmek 14.yy‘da Avrupa‘daki prenslikler arasında yaygınlaĢmaya baĢlamıĢtır. Bu dönemde Roma‘da imparatorluk sarayında, Papanın sarayında ve Kapitolde antik koleksiyonların oluĢturulduğu görülmektedir. Koleksiyonculuk merakı din adamları papalar ve kardinaller arasında da yaygın bir alıĢkanlıktır. En ünlüleri Papa 2.Pius ve 4.Sixtus‘tur. Roma‘daki Kapitol, koleksiyonunu 1471 yılında Capitolino Müzesi haline getirmiĢtir. Önde gelen din adamlarının yanı sıra zengin aileler de koleksiyon yapan ve bunları zaman zaman teĢhir eden sınıfa mensupturlar. Bu aileler arasında Mantua‘lı Gonzaga, Urbino Dükü ve daha sonra da Gubbio Dükü olan Fedirigo Montefeltro, Ferraralı Este ve Floransalı Medici hanedanlığı bulunmaktadır15. Devam eden süreç içerisinde özel koleksiyonlar artık istiap hadlerini doldurmaya baĢladıktan, yani kiĢilerin, Ģahısların ya da ailelerin kiĢisel mekânlarından taĢmaya baĢladıkları zaman, onları baĢka bir takım mekânlara kavuĢturma ihtiyacı doğmaya baĢlar16. 17.yy‘da gündeme gelen bu durum bir kurumsallaĢma sürecinin de baĢlangıcını oluĢturmaktadır. Artık sanat eserlerinin korunduğu ve sergilendiği müze ve galeriler kurulmaya baĢlamıĢtır. Bunların en tanınmıĢı Floransa‘daki Uffizi Sarayının üst katında 1581 yılında yaptırılan Uffizi Galerisidir17. 14 Gerçek, 1999: 04 Gerçek, 1999: 04 16 Çalıkoğlu, 2009: 70 17 Gerçek, 1999: 04 15 7 Uffizi dediğimiz yer bir nevi hükmet konağı, yönetim merkezidir. Floransalı Medici ailesi yüzyıllar boyunca Floransa da etkin olup yönetime geçtikten sonra koleksiyonlarının bir bölümünü oraya getirmeye baĢlıyorlar ve bir galeri düzenlemesi yapıyorlar18. Aslında Mediciler aristokrat, soylu değiller. TaĢralılar. Apenin dağları eteğindeki Mugello Vadisinden geliyorlar. Buna rağmen zamanla sadece Floransa‘da ve Toskana topraklarında değil, bütün Ġtalya ve Avrupa üzerinde etkili olacak bir saltanat kuruyorlar. Bu saltanat Gombrich‘e göre sanat sayesinde kuruluyor. Mediciler soylu olmamalarının açığını, modern müzeler ve koleksiyonlar çığırını açan giriĢimleriyle kapatıyorlar19. Daha sonra, zaten gerek Medici‘nin koleksiyonları, gerekse yüzyıllar içerisinde sayısı artan koleksiyonlar, diğer bölümlerini de ele alıyor. Uffizi‘nin özel koleksiyonları kamusal alana açma çabasının öncülüğüne rağmen, ilk müze olarak anılmaması ilginçtir20. Ancak kurumsallaĢma sürecine giren müzeciliğin en önemli kurumlarının baĢlangıç noktasında yine bu hanedandan gelme iki isim görülmektedir. Bütün Avrupa saraylarında sonradan görme olarak horlanmalarına rağmen, Ġspanya, Almanya, Avusturya saraylarına nüfuz ediyorlar ve aile kendi içinden iki Fransız kraliçesi çıkarıyor. Bu Fransız kraliçelerinden ilki Louvre‘un müzeye dönüĢtürülmesinde, ikincisi de dünyada ki ilk çağdaĢ sanat müzesi olan Musée de Luxemburg‘un kuruluĢunda rol oynamaktadır21. Fransız Kralı 4.Henrie (1553–1610) de Paris‘teki Louvre Sarayında antik eserlerden oluĢan bir salon düzenlettirmiĢtir22. Mediciler etkili mevkilere geldikleri Avrupa saraylarında, koleksiyon hevesinin ve modernliği hazırlayan Rönesans kültürünün yayılmasını sağlıyorlar. Medici hanedanlığı iki kraliçe yanında iki de papa çıkartıyor. Dolayısıyla kilise dünyasını ve Vatikan‘ı denetimleri altına alıyorlar. Floransa da Medici egemenliğini baĢlatan büyük Cosimo‘nun 1440‘larda inĢa ettiği sarayı Palazzo Medici, ilk modern Avrupa müzesi sayılır. 15.yy. Ġtalyan ve Flemenk sanatının en büyük koleksiyonu Palazzo Medici‘de kurulur. Tarihçiler Palazzo Medici‘yi ―Rönesans uygarlığının evi‖ olarak anarlar. 16.yy‘da Medici koleksiyonlarını daha önce de 18 Çalıkoğlu, 2009: 70 Çalıkoğlu, 2009: 20 20 Çalıkoğlu, 2009: 70 21 Çalıkoğlu, 2009: 20 22 Gerçek,1999: 05 19 8 ifade ettiğimiz gibi Uffizi‘ye taĢınır. Müzeler, galeri tarzı teĢhir düzenine Uffizi‘de kavuĢur. Ġlkin bir yönetim yapısı olarak tasarlanan ve bu nedenle ―ofisler‖ anlamına gelen Uffizi‘nin mimarı Vasari‘dir. Vasari, Medicilerin yükseliĢinde kilit bir figürdür. Ġlk sanat tarihi kitabı sayılan ―Cimabue‘den zamanımıza en mükemmel Ġtalyan mimarlarının, ressamlarının ve heykeltıraĢlarının yaĢamı‖ adındaki eserin yazarı olması dolayısıyla sanat tarihinin babası olarak kabul edilir. Ve Medici himayesindeki sanatçıları, Michelangelo‘yu, Rafael‘i, Leonardo‘yu bu tarihin zirvesine yerleĢtiren odur. Kitabı sayesinde kurduğu batı estetik kanonu hala önemli ölçüde ayaktadır. Medici koleksiyonlarının küratörü veya yeni tabirle ―sanat yönetmen‖idir. Sanat eğitiminde lonca düzeninden akademiye geçiĢin baĢını çeken de Vasari‘dir23. Bu yönüyle Vasari kurumsallaĢma sürecinde müzeciliğe büyük katkılarda bulunmuĢtur. 17 ve 18.yy‘larda eski sanat eserlerini toplama merakı ve koleksiyonculuk çok geliĢtirmiĢ ve önemli bir uğraĢ dalı haline gelmiĢtir. Büyük saraylarda bulunan koleksiyonların konularına göre sistematik olarak gruplandırılması daha bilinçli olarak devam etmiĢtir. Bavyera Dukası V.Albert‘in hizmetinde çalıĢan Samuel Van Quicheberg 1665 yılında müzelerin ve koleksiyonların tasnifi ve öteki konularla ilgili olarak ―inscriptiones‖ adlı eserini yayınlanmıĢtır. Bunu, müzecilik alanında ilk el kitabı olan ve 1727 yılında C.F.Neicklius‘un yayınladığı ―museographia‖ isimli kitap takip etmiĢtir24. Rönesans dönemi düĢünürleri roma dönemi eserlerini, antik yapı kalıntılarını, elyazmalarını ortaya çıkartmaya baĢlamıĢ, böylelikle antikçağ bilginlerinin eserlerine yeniden ulaĢmıĢlardır. Ayrıca antik eserlere ve küçük antik objelere olan ilginin arttığı Rönesans döneminde, zamanın üst sınıflarında antik malzemeleri toplama merakını uyandırmıĢtır. BaĢlangıçta küçük antik objelere duyulan merak daha sonra yerini sanatsal objelere ve mimari malzemeye bırakmıĢtır. Böylece zamanın üst sınıfları arasında bir hobi gibi baĢlayan koleksiyonculuk gelecekte müzeciliğin nüvesini ve nirengi noktasını oluĢturmuĢtur. 14.yüzyılda batı Avrupa‘da baĢlayan koleksiyonculuk mantığı, 18.yüzyılda bugünkü anlamada bilim ve kültür tarihi olarak müzecilik anlayıĢına dönüĢmüĢtür. 23 24 Çalıkoğlu, 2009: 20 Gerçek, 1999: 05 9 Ancak, bunun daha öncesinde Çin ve antik Roma‘da özel koleksiyonların olduğu gözden kaçmamalıdır. Resmi anlamda, ―ilk müze‖ olarak adlandırdığımız kurumsallaĢma Ġngiltere‘de bulunuyor. Neden ilk müze diye adlandırıyoruz? Çünkü halka açık ilk müze mekânıdır.―Ashmolean Museum‖, Ġngiltere‘de Oxford Üniversitesi‘nin içindedir. 1660‘larda Elias Ashmole isimli bir koleksiyonerin, koleksiyonunu okumuĢ olduğu Oxford‘a vermesi ve kullanıma açılmasını istemesiyle bu yapı oluĢmuĢtur. Kullanıma açılmasını istemesinin nedeni de koleksiyonunun, çok miktarda bilimsel olarak incelenebilecek parçası olmasıdır. Özellikle jeolojiyle, nümizmatikle ve doğa koleksiyonlarıyla, hayvanlar ve bitkilerle ilgili parçalarından dolayı Oxford Üniversitesi (1679-1683) Ashmolean Museum‘u açıyor ve daha sonra koleksiyonunu geliĢtiriyor. Baba-oğul John Tradescant‘lar müzenin baĢına geçiyor. Bu müze günümüzde hala gezilebilir durumdadır25. KiĢisel koleksiyon tutkusunun ilk önce kutsal eĢyalar, lahitler, kabartmalar, heykeller, sanat eserleri ile baĢlayan ve Ġmparatorların kralların, hükümdar ve kralların yanı sıra soylu kiĢilerin saray malikâne köĢklerinde topladıkları ve koruma altına aldıkları bu eĢyalar kiĢilerin servet ve saygınlıklarının dıĢarıda aksettirilmesi anlamına da geliyordu. Devam eden tarihsel süreç içerisinde sanat ve kültürün geliĢmesiyle insanoğlunun geçmiĢe olan merak ve sahiplenme kaygısıyla koleksiyonu yapılan eĢyalardaki çeĢitlilik gittikçe artarak, kiĢisel sahiplenme ve koruma düzeyinin yetersiz kalmasıyla birlikte müzeciliğin kurumsallaĢması resmi anlamda kiĢilerin koleksiyonlarını çeĢitli kurumlara devretmesi ve koleksiyonların gezilebilir–görülebilir anlamda halka açık hale getirilmesiyle olmuĢtur. Ancak burada gözlerden kaçmaması gereken en önemli ayrıntı ise resmi müzecilik tarihinin baĢlangıcında, daha önce bahsedilen ve baĢta çoğu dini gerekçe ve hâkimiyet göstergesi olarak algılanan malzemelerden (heykel, lahit, kutsal eĢya, ikonalar, kabartmalar) oluĢan koleksiyonlardan değil, kütüphane, doğa tarihine iliĢkin malzeme, bilimsel olarak incelenebilecek malzeme, jeolojiyle, nümizmatikle, hayvan ve bitkilerle ilgili parçalardan oluĢan koleksiyonlarla resmi anlamda müzeciliğin kurumsallaĢmasında önceliklidir. Ġngiltere‘de kurulan British Musem‘un kurulması da bu tespitimizin doğruluğunu kanıtlar niteliktedir. 25 Çalıkoğlu, 2009: 71 10 Ġngiltere parlamentosu kraliyet doktoru (Ġngiliz hekimi ve tabiat bilimci) Sir Hans Sloane‘un oldukça geniĢ kütüphanesi ve doğa tarihine iliĢkin koleksiyonunu satın alıyor ve bunun için bir müze yapmaya baĢlıyor 26. Önce bitkilerle ilgili olan koleksiyonuna kitaplar, resimler, madalyalar, paralar ve çeĢitli aletleri de ekleyince objelerin sayısı yetmiĢ bine ulaĢır. 1753 yılında ölen Sir Sloane‘den kalan bu çok çeĢitli koleksiyon sayesinde günümüzdeki en büyük ve en kapsamlı müzelerden birinin temeli atılmıĢ olur. Londra‘daki British Museum 1759 yılında ziyarete açılmıĢtır. Müzenin Londra Bloomsbury‘deki 7.11 hektarlık ana binası 1823 yılında inĢa edilmiĢtir27. Avrupa da müzelerin yaygınlaĢma serüveni hızla devam ederken eski eser ticareti ve kaçakçılığı da talebin ve piyasanın oluĢmasıyla hız kazanmıĢ baĢka bir unsurdur. Bu konuya ilerleyen bölümlerde ele alacağız. Avrupa da orta Ġtalya‘da 1739 yılında Medici‘nin koleksiyonu Toskana Devlet mülkiyetine geçmiĢtir. 1769 yılında Papa XIV.Klemans, Vatikan koleksiyonlarını Kilise Devlet‘in malı olduğu açıklandı ve Vatikan Müzeleri adı altında halkın ziyaretine açtı. Papa VI. Pius (1775–1799)‘un yönetimi sırasında Vatikan Müzeleri geniĢletildi. Napoli‘deki Farnaze koleksiyonu Herculaneum ve Pompei buluntuları sayesinde kat kat zenginleĢmiĢtir. Almanya‘nın Kassel Kentinde 1769–1776 yıllarında Ġlk Müze yapılarından biri olan Museum Friedericianum inĢa edildi. Amerika BirleĢik Devletleri‘nde ise ―ilk halk müzesi‖, bağımsızlığın ilanından üç yıl önce 1773 yılında güney Carolina‘daki Charleston‘da Charleston Müzesi ismiyle açıldı. Halkın ziyaretine açılan ―ilk saray‖ Ġngiltere‘nin Salisbury Kentinde, Pembroke Düküne ait Wilton House adlı saraydır. Bunu örnek alan Leicester Dükü bir yıl sonra Norfolk‘daki Halkham Hall adlı sarayını ziyarete açmıĢtır. 1789 yılındaki Fransız ihtilalinden sonra, halkın malı kabul edilen zengin kraliyet koleksiyonları ve özel koleksiyonlar yer yer dağılarak ülke dıĢına, özellikle Ġngiltere‘ye kaçırılmaya baĢladı. Bu kaçakçılığın önlenmesi için eski Louvre Sarayı‘nın büyük galerisinde 10 Ağustos1793 tarihinde bir müze kuruldu. Napolyon tarafından Avrupa‘nın birçok ülkesinden elde edilen paha biçilmez hazineler ve savaĢ ganimetleri Louvre‘da teĢhir edilmeye baĢladı ve adı da Napolyon Müzesi oldu. Yine Paris‘te 1794 yılında ilk ―Bilim Müzesi‖ açılmıĢtır28. 26 Çalıkoğlu, 2009: 71 Gerçek, 1999: 06 28 Gerçek, 1999: 06 27 11 Hızla devam eden müzecilik çalıĢmalarına iliĢkin farklı malzeme ve materyallerin yanı sıra dünyada hâkimiyeti olan devletlerin ilgi alanları süregelen bu kurumsallaĢma içerisinde sadece eski eserlerle sınırlı kalmamıĢtır. Bu dünya devletleri kendi coğrafyalarının dıĢında kalan diğer ikinci ve üçüncü dünya devletlerine ait etnoğrafik eserlerinde bir sahiplenme olgusuyla toplanmasına baĢlanmıĢtır. 1785 yılında Philadelphia‘da American Museum, 1790 yılında New York‘ta Tammany Sociaty Museum kurulmuĢtur. Yine Avrupa baĢkentlerinde; 1802 yılında BudapeĢte‘de, 1809 yılında Madrit‘te, 1818 yılında Prag‘da, 1830 yılında Berlinde, 1836 yılında Münih‘te müzeler kurulmuĢtur. Madrid‘deki Prado Müzesi 1819 yılında ziyarete açılmıĢtır. Berlin‘deki Altes Museum 1877‘ten sonra, Bergama Sunağı‘na sahip olmasıyla birlikte uluslararası üne kavuĢmuĢtur29. Koleksiyonculuk ve müzeciliğin ilk adımlarıyla birlikte, bu konularda artan ilgi ve merakla paralel olarak tarih, arkeoloji, sanat tarihi ve kültürel alanlardaki araĢtırma ve incelemelerde baĢlamıĢ oldu. 14.yüzyılda Ġtalya‘da baĢlayan, 15 ve 16.yüzyıllarda bütün Avrupa‘ya yayılan Rönesans devrinde, Avrupa‘da Grek ve Roma sanatının bilimsel olarak ele alınmasına yol açtı. Ġtalya‘da çeĢitli yerlerde bulunan ve bazen de rastlantı sonucu ele geçen antik çağa ait sanat eserleri estetik açıdan değerlendirilmeye ve büyük alaka toplamaya baĢladı. Bu görüĢ ve anlayıĢla birlikte konuyla ilgili araĢtırmalar ve kazılar da baĢladı. Önceleri Ġtalya‘da Herculaneum ve Pompei‘de sonraları tüm Ġtalya‘da ve daha sonra Yunanistan‘da, (Osmanlı Ġmparatorluğu) Anadolu‘da, Rusya‘nın güneyinde, Afrika‘nın kuzeyinde ve Ġspanya‘da kazılar yapılmaya baĢladı. ÇeĢitli ve değerli sanat eserleri gün ıĢığına çıkarıldı. AraĢtırma ve kazılarda ortaya konulan birikimler sanat tarihi ve arkeolojinin doğmasına yol açtı. Daha 18. yüzyılın ortalarında arkeoloji ve sanat tarihi konularında önemli mesafeler kaydedilmiĢtir. Söz konusu yüzyılın ortalarında Avrupa‘da ilk ciddi ve kapsamlı araĢtırmalar yapan değerli bilim adamları yetiĢmiĢtir30. Dünya‘da arkeoloji ve sanat tarihi açısından yapılan çalıĢmalarda öne çıkan ve müzeciliğin kurumsallaĢmasına yaptıkları olumlu katkılarda üç bilim Ġnsanı‘nın adı öne çıkmaktadır. 29 30 Gerçek, 1999: 07 Gerçek, 1999: 07 12 Bunlardan ilki Fransız Arkeolog, Koleksiyoncu, Gravürcü ve Yazar Caylus (1692–1765) 1714 tarihinde Ġtalya‘da daha sonra 1716–1717 yıllarında Ġstanbul‘da ve Anadolu topraklarından, Yunanistan‘a Hollanda ve Ġngiltere‘ye giderek araĢtırmalar yapmıĢ ve ―Recueil d‘Antiquites egyptiennes, grecques, e!trusques, romaines et gauloises‖ yani (Eski Mısır, Yunan, Etrüsk, Roma ve Galya Eski Eserleri Derlemesi) adlı yedi büyük ciltlik önemli bir eser yayınlamıĢtır (1752– 1757). Bir de ―Voyage de Constantinople‖ (Ġstanbul Seyahatnamesi) adındaki el yazması defterinde Ġstanbul‘un baĢlıca anıtlarını anlatmaktadır. Caylus Ġstanbul‘a elçi De Bonas ile birlikte gelmiĢtir31. Ġkinci bilim insanı Alman Sanat Tarihçisi ve arkeologu Johann Joachim Winckelmann (1717-1768)'dır. Alman sanat tarihçi, yunan sanatının savunuculuğunu yapmıĢtır. Daha 1764 yılında ―Geschichte der Kunst des Altertums‖ (Eskiçağ Sanat Tarihi) adlı eserini yayınlamıĢtır32. Üçüncü bilimi insanı ise bir italyandır. Arkeolog G.A. B. Visconti‘nin oğlu Arkeolog E.Q.Visconti (1751–1818) ortaya çıkmıĢtır. Visconti, Capitolino Müzesi‘nin müdürlüğünü de yapmıĢtır. Babası Winckelmann‘ın dostu idi. Visconti ―Grek ikonografisi‖ ve ―roma ikonografisi‖ kitaplarını yazmıĢtır33. AraĢtırmalar ve bilimsel çalıĢmaların hız kesmeden devam ettiği bu yıllarda artık müze kavramı kurumsallaĢma sürecinde çağın nihai hedefine ulaĢmak üzereydi. Müzecilik ile ilgili çalıĢmalar artık sadece Avrupa da değil diğer devletlerde de devam etmekteydi. Bu çalıĢmalara Rusya‘da kayıtsız kalamadı ve nüfus açısından Moskova'dan sonra ikinci büyük Ģehri olan St. Petersburg (Leningrad)‘da Ermitaj Müzesini (Hermitage) kurmuĢtur. Bugün dünyanın en büyük ve en zengin müzelerinden biri olan Ermitaj Müzesi‘nin kurucusu II. Katherina‘dır. Ġlk müze binası 1764 yılında Fransız mimar Vallin De La Moyhe‘a yaptırılmıĢtır. I. Nikolay tarafından geniĢletilen ve kıĢlık sarayın bir bölümü olan Ermitaj 1852 yılında özel davetiye ile gezilebilmek üzere belli bir sınıf halka açılmıĢtır. 1917 yılından sonra kıĢlık saray, artık geniĢlemiĢ olan müzenin bir bölümü haline gelmiĢtir. I ve II. dünya savaĢlarında müzenin değerli eserleri Moskova‘ya taĢımıĢtır. II. dünya savaĢı sırasında St. Petersburg Ģehri, 2,5 yıl boyunca Hitlerin orduları tarafından 31 Gerçek, 1999: 07 Gerçek, 1999: 08 33 Gerçek, 1999: 08 32 13 kuĢatılmıĢ, bombalanmıĢ ve yağmalanmıĢtır. Müze eserleri Moskova‘ya kaçırıldığı için pek fazla zarar görmemiĢtir. Götürülemeyen eserlerde sarayın mahzenlerinde kuma gömülerek korunmuĢtur. Ermitaj Müzesi‘nin yüz ölçümü 75 bin m2 ve müzede 322 salon bulunmaktadır. Bu tarihten sonra müzeler ve koleksiyonlar, o zamanki diğer belli baĢlı ülkelerle birlikte, Ġngiliz dilinin konuĢulduğu Güney Afrika‘ya ve Avustralya‘ya kadar olan birçok ülkelerde sürekli olarak geliĢti. 1865 yılında Viyana‘da Avusturya müzesi, 1866-1889 yıllarında Atina‘da Milli Müze, 1878 yılında Akropolis Müzesi, 1866 yılında Palermo Müzesi, 1870 yılında Boston‘da Museum of Arts,1879 yılında Syrakuza Müzesi, yine 1879 yılında Kopenhag‘da Glyptothek, 1880-1906 yıllarında New York‘ta Metropolitan Müzesi kuruldu. Yine Amerika BirleĢik Devletleri‘nin New York kentindeki Amerikan Tabiat Tarihi Müzesi (American Museum of Natural History) 1873 yılında kuruldu. Dünyanın en büyük müzesi kabul edilen bu müze 90 bin m 2 lik bir alanda, birbiriyle bağlantılı 19 binadan oluĢmaktaydı. 20. yüzyılda ise müzecilik ―altın çağını‖ yaĢamıĢtır. Daha önceki yüz yıllar içinde verdiğimiz önemli müze örneklerini, 20 inci yüzyıl içinde vermeye gerek yoktur. Ancak çarpıcı bir örnekle yetinmek gerekirse bu yüzyılın baĢlarında, 1900-1920 yılları arasında, sadece Almanya‘da 179 müze kurulmuĢtur34. Ardından 1926 yılında Uluslararası Müzeler Dairesi; 1947 yılında da Uluslararası Müzeler Konseyi (Ġcom) kurulmuĢtur. Kültür varlıklarına sahip çıkılması, koruma ve gelecek kuĢaklara aktarılması bilincinin yaygınlaĢması, ilerleyen yıllarda çok çeĢitli dallarda daha yüzlerce ve binlerce müzenin kurulmasına zemin hazırlamıĢtır35. Hızla ilerleyen müzecilik kendi içselinde de zaman içerisinde tematik müzeler oluĢturmakta geç kalmamıĢtır. Böylelikle kuruluĢundan günümüze birçok branĢta müzecilik türleri kurumsal bir yapıya kavuĢmuĢtur. Bu geliĢmelerle birlikte günümüze değin ortaya çıkan müze türlerini Ģu Ģekilde sınıflara ayırmak mümkün görünmektedir. Arkeoloji Müzeleri; arkeologların yaptıkları kazılar sonucunda ortaya çıkartılan buluntuların sergilendiği müzelerdir. Etnoğrafik Eserler Müzeleri; GeçmiĢ uygarlıklara ait gelenek, görenek, giysi ve gündelik hayat ile ilgili çeĢitli eserlerin sergilendiği müzelerdir. 34 35 Gerçek, 1999: 09 Gerçek, 1999: 10 14 Tarih Müzeleri; bir ülkenin, bir toplumun ya da bir kiĢinin tarihsel geliĢimini, sistemli bir biçimde inceleyen ve açıklayan müzelerdir. Tarih müzeleri, yazılı ve görsel belgeleri bir araya getirerek hem ziyaretçilerin hem de araĢtırmacıların hizmetine sunmaktadır. Güzel Sanatlar Müzeleri; resim, müzik ve heykel gibi güzel sanat dallarında ortaya konulan yapıtların sergilendiği müzelerdir. Açık Hava Müzeleri; tiyatro, arena, agora gibi kapalı bir mekânda sergilenmesi mümkün olmayan yapıtlardır, açık hava müzelerinde sergilenmektedir. Bilim ve Teknoloji Müzeleri; bilim ve teknolojinin tarih boyunca geçirdiği değiĢim, bilim müzelerinde sergilenmektedir. Askeri Müzeler; çeĢitli dönemlere ait askeri malzeme ve silahların sergilendiği müzelerdir. Özel Müzeler; kiĢi veya kuruluĢlar tarafından, çeĢitli konularda bir araya getirilmiĢ eserlerin yer aldığı müzelerdir. Yukarıda belirtilen müzelerin dıĢından Sanayi Müzeleri, Doğal ve Tabiat Tarihi Müzeleri, Antropoloji Müzeleri, Denizcilik Müzeleri, Çocuk Müzeleri, Nümizmatik Müzeleri ve son yılların en önemli müzecilik çalıĢması olan Sanal Müzeler, müzecilik tarihinde dünya da ve ülkemizde örneklerine rastlanılan baĢlıca tematik müzeler olarak karĢımıza çıkmaktadır. 2.1.Müze Tanımları Bugün dilimizde de kullanılan ―müze‖ sözcüğü grekçe ―mouseion‖ kelimesinden türemiĢ olup, yunan mitolojisinde Musa‘lar (ilham perileri) adı verilen tanrıçalara adanan tapınak ve Atina‘da Musa‘lara ayrılan tepe anlamına gelmektedir. Aynı kelime ―Museum‖ Ģeklinde Latinceye ve diğer batı ve dünya uluslarının dillerine geçmiĢtir. Ġngilizcede Museum, Fransızcada Musée, Almancada Museum, Türkçede Müze olarak kullanılmaktadır36. Terim ilk olarak ileri öğrenme kurumlarını ifade etmek için kullanılmıĢtır. Ġtalya‘da ilk büyük sanat koleksiyonları oluĢturulduğu zamana hatta Rönesans‘a kadar Ģu anki manasını kazanmamıĢtır. Rönesans‘ın etkisiyle 17 ve 18. yüzyıllarda, sanat müzeleri bütün Avrupa‘da yaygınlaĢmıĢtır. 36 Gerçek, 1999: 10 15 Bu dönem den sonra ―müze‖ hem kurumsallaĢma sürecinde hemde yaygınlaĢtığı farklı coğraflayalarda kuruluĢundan itibaren farklı Ģekillerde tanımlanmaktadır. BirleĢik Krallık Müzeler Birliği‘nin tanımına göre, ―Müzeler; halka ilham verir, öğrenme ve eğlence amaçlı olarak koleksiyonları keĢfetmesini sağlar. Toplum için güvenlikte tuttukları sanat yapıtları ve numunelerini toplayan, güvenliğini alan ve halka ulaĢımını sağlayan kurumlardır‖37. Müze-i Hümayun ya da Müzehane-i Hümayun denilen Osmanlı Ġmparatorluk Müzesi‘nin Osman Hamdi Bey‘den sonraki Müdürü Halil Edhem Bey ise müzeyi Ģu Ģekilde tarif eder: ―Ġlim, Fen ve Sanatların her Ģubesine mahsus eserler ve eĢyadan oluĢan koleksiyonların teĢhir ve muhafaza edildiği binalara müze denir‖ Ģeklinde tanımlar. Cumhuriyetin ilk Müzeler Müdürü, Ġlk Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü Hamit Zübeyr KoĢay‘ın da kısaca Müze tanımı Ģöyledir. ―çağımızda müze, sanat ilmi ve kültür eserlerini bir araya toplayıp sergileyen ve umumun ziyaret ve istifadesine sunan bir kurumdur‖ Ģeklinde tanımlar. Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM)‘nin 1958 yılında yaptığı bir seminerde müze; kültürel değer taĢıyan öğelerden kurulu bir bütünü korumak, değerlendirmek: halkın, özellikle gençliğin eğitimi, öğretimi, eğlenmesi, dünya görüĢünün yenilenmesi, yapıcı ve yaratıcı yeteneklerin iĢlenmesi, özgeci ve insancıl duyguların beslenip güçlenmesi için çeĢitli belgelerle daimi sergileme yapan ve çoğunluğun yararına yönetilen kuruluĢlara müze adı verilir‖ Ģeklinde tanımlanmaktadır. Yine ICOM‘ca yapılan bir tanımda, ―müze, insanların zevki ve eğitimi için çeĢitli obje koleksiyonlarını, tarih, bilim ve teknik bakımlarından ve türlü araçlarla muhafaza etmek, incelemek, değerlendirmek ve esas olarak bunları sergilemek amacıyla kurulmuĢ devamlı bir kurumdur‖ Ģeklinde ifade edilmektedir. Ülkemizde ise mülga Kültür Bakanlığı‘nca 1976 yılında yürürlüğe konulan ―Müzeler Ġç Hizmet Yönetmeliği‖nde: ―kültürel değer taĢıyan unsurlardan kurulu bir bütünü korumak, incelemek, değerlendirmek, özellikle halkın eğitimi, öğretimi, dünya görüĢünün yenilenmesi için sürekli sergileme yapan ve çoğunluğun yararına yönetilen daimi kuruluĢlara müze adı verilir‖ Ģeklinde, 1989 tarihli yönetmelikte ise müze: ―kültür varlıklarını tespit eden, bilimsel metotlarla açığa çıkaran, inceleyen, değerlendiren, koruyan, tanıtan, sürekli ve geçici olarak sergileyen, halkın 37 Arık ve Arapoğlu, 2008: 01 16 eğitimini, bedii zevkini yükselten, dünya görüĢünü geliĢtirmede etkin olan daimi kuruluĢlar‖ olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde ise geniĢ anlamda müze: ―insan elinden çıksın çıkmasın, insanlarca değerli ve gerekli bulunup toplanmıĢ, biriktirilip koleksiyonlar Ģeklinde oluĢturulmuĢ, bilimsel, eğitici ve tanıtıcı nitelikte ve korunması gerekli olan doğadaki ve hatta uzaydan getirilmiĢ tüm varlıkların ve yapıtların korunduğu, sergilendiği ve araĢtırıldığı, açık ve kapalı mekânlarda halkın yararlanmasına sunulduğu yer ve kurumlar‖ olarak tanımlanmaktadır. En basit anlamıyla, çeĢitli eĢya koleksiyonlarını toplayıp koruyan, etüd eden, sergileyen müzeler, zaman ve mekânda dağınık olan objeleri bir çatı altında toplar, koleksiyonlarını ziyaretçilerin anlayabileceği ve zevk alabileceği Ģekilde sergiler, doğadaki üç boyutluluğu daha iyi tanımamızı sağlar, insanlık tarihini canlandırır, insanların vaktiyle yaĢadığı çevreyi, aile hayatını ve toplumsal yaĢantısını, insanların geçmiĢteki acı ve tatlı günlerini inançlarını, sanatlarını, tekniklerini, kültür ve uygarlığın hangi evrelerden geçerek geliĢtiğini gözler önüne seren kurumlardır. Bir müze, ―eğitim, araĢtırma ve eğlence amaçlı olarak, insanlığın ve onun çevresinin somut ya da soyut miraslarını edinen, koruyan, araĢtıran, anlatan ve sergileyen, kamuya açık, toplumun ve onun geliĢiminin hizmetinde olan kalıcı bir kurumdur38. Ģeklinde de tanımlanmaktadır. Ayrıca Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) tarafından son olarak kabul edilmiĢ olan müze tanımı ise ICOM‘un tüzüğünde yer almıĢtır. 5 Eylül 1989 tarihinde (Hollanda-Lahey/Den Haag) yapılan ICOM Genel Toplantısında kabul edilen ve 7 Temmuz 1995 tarihinde (Norveç-Stavanger) 18. ICOM Genel Toplantısında düzeltme yapılmıĢ olan ICOM tüzüğünün 2. Maddesi Ģöyledir. Madde–2 Tanımlar: 1-Müze, halka açık, çalıĢma, eğitim ve eğlendirme amacıyla koruyan, araĢtıran, bildiren ve sunan, kar amacı gütmeyen, halkın ve halkın geliĢiminin hizmetinde olan sürekli bir kurumdur. a) Yukarıdaki müze tanımı yönetici teĢkilatın mahiyetinden, ülke topraklarına ait olma karakterinden, iĢlevsel yapıdan veya ilgili kurumun koleksiyonlarının oryantasyonundan doğan sınırlamalar olmaksızın uygulanır. 38 http://icom.museum/statutes.html#2,erişim tarihi: 2008-04-05. 17 b) Müze olarak adlandırılan kurumlara ek olarak aĢağıdakiler de bu tanımı güçlendirmek amacıyla müze olarak nitelendirilmiĢlerdir. I- Bir müzenin, insan ve çevresinin maddi delil olma unsuruna sahip, koruyan ve bildiren doğal, arkeolojik, Etnoğrafik anıtlar ve siteler, tarihi anıtlar ve siteler, II- Hayvan ve bitkilerin canlı çeĢitlerinin sergilendiği botanik bahçeleri, zooloji bahçeleri (hayvanat bahçeleri), akvaryumlar gibi yerler ve bunların koleksiyonlarını ellerinde bulunduran kuruluĢlar. III- Bilim merkezleri ve Planetaryumlar (gökevi, gözlemevi, rasathane) IV-Kütüphane ve arĢiv merkezlerince devamlı olarak desteklenen sergi, galeri ve koruma kuruluĢları, V- Doğal rezervler, VI-Bu madde tanımı altındaki uluslararası, milli, bölgesel veya yerel müze örgütleri, bakanlıklar, müzelerden sorumlu kamu acenteleri, ilgili bölümler, VII-Müze ve müzolojiyle ilgili araĢtırma yapan, eğitim veren, arĢivi olan, müzeyle ilgili diğer faaliyetlerde yapan kar amacı gütmeyen kuruluĢlar veya örgütler, VIII- DanıĢman komitesinin tavsiyelerinden sonra, yürütme meclisi gibi, bir müzenin bazı ya da bütün özelliklerine sahip olan veya müzeleri ve uzman müze çalıĢanlarını araĢtırmalarında, eğitimlerinde veya çalıĢmalarında destekleyen diğer kuruluĢlar. ġeklinde resmi olarak tanımlanmaktadır. Milletlerarası Müzeler Konseyi (ĠCOM) Türkiye Milli Komitesi‘nin Resmi Gazete‘de 11.12.1970 tarih ve 13691 sayısı ile yürürlüğe giren yönetmeliğinde bölüm II- tanımlar kısmında; Madde4-Kültür eserlerini koruyan ve bu eserleri etüd, eğitim ve bedii zevki yükseltme amacıyla toplu halde teĢhir eden kamu yararına çalıĢan, sanata, ilme sağlığa, teknolojiye ait koleksiyonları bulunan müesseselere müze adı verilir. Ve Madde5-Daimi teĢhir bölümleri bulunan kütüphaneler ve arĢiv merkezleri, resmi Ģekilde halkın ziyaretine açık bulunan tarihi anıtlar, tarihi anıtlara ait binaların kısım veya müĢtemilatı tarihi, arkeolojik tabii önemi haiz mevkiler ve parklar, nebatat ve hayvanat bahçeleri, akvaryumlar ve benzeri teĢekküller bu tarife girer39. 39 http://www.kulturturizm.gov.tr/bakanlık/mevzuat/ Milletlerarası Müzeler Konseyi (İCOM) Türkiye Milli Komitesi Yönetmeliği. 18 T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın, Bakanlık Makamı‘nın 30.04.1990 tarih ve 1578 sayılı onayıyla yürürlüğe giren Müzeler Ġç Hizmetler Yönetmeliği, Ġkinci Bölüm - Genel Hükümler kısmında Müzenin Tanımı baĢlığında: ―Madde 4- Müze: Kültür varlıklarını tespit eden, ilmi metotlarla açığa çıkaran, inceleyen, değerlendiren, koruyan, tanıtan, sürekli ve geçici olarak sergileyen, halkın kültür ve tabiat varlıkları konusundaki eğitimini, bedii zevkini yükselten, dünya görüĢünü geliĢtirmede tesirli olan daimi kuruluĢtur40.‖Ģeklinde tanımlanmaktadır. Yukarıda dünya da ve ülkemizde çeĢitli baĢlıklar ve içerikler ile tanımı yapılan ―müze‖ kavramı genel olarak, tarih öncesi ve tarih devirlerine ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili yer üstünde, yeraltında ve su altındaki tüm taĢınır ve taĢınmaz belgeler olarak nitelenen kültür varlıklarını saptayan, bilimsel metotlarla açığa çıkaran, inceleyen ve akademik düzeyde değerlendiren, bir laboratuar gibi dikkatli ve hassas çalıĢan, kültür varlıklarını koruyan, tanıtan, sürekli ve geçici olarak sergileyen, çalıĢmaların bilimsel sonuçlarını yayınlayan, halkımızın kültür ve tabiat varlıkları konusundaki ilgisini ve sanat zevkini yükselten, çok hızlı bir Ģekilde geliĢen teknoloji karĢısında kaybolmaya yüz tutan geleneksel kültürümüzü yabancı kültür Ģoklarından korumada ve dünya görüĢünü geliĢtirmede her yaĢtan insana ömür boyu etken ve yardımcı olan, faaliyeti sürekli bir kültür, bilim ve eğitim kurumudur. ġeklinde tanımlamak mümkündür. Müzeler, çeĢitli kaynaklarca, çeĢitli kiĢi ve kuruluĢlarca değiĢik Ģekillerde gruplandırılmıĢ ya da sınıflandırılmıĢtır. Ġlk Müzeler Müdürü ve Eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü‘nün ilk Genel Müdürü Dr. Hamit Zübeyr KoĢay, müzeleri 1973 yılında içindeki malzeme ve amaçları bakımından aĢağıdaki uzmanlık bölümlerine ayırmıĢtır. 1. Resim ve Heykel Galerileri gibi Sanat Tarihi Müzeleri, 2. Arkeoloji ve Tarih Müzeleri, 3. Etnoloji ve Milli Etnografya Müzeleri, 4. Açık Hava Müzeleri, 5. Ziraat Müzeleri, 6. Süsleme Sanatları Müzeleri, 7. Bilim ve Teknik Müzeleri, 8. Nakil Araçları ve Posta Tarihini de içine alan HaberleĢme Müzeleri, 40 http://www.kulturturizm.gov.tr/bakanlık/mevzuat/ Müzeler İç Hizmetler Yönetmeliği. 19 9. Havacılık Müzeleri, 10. Denizcilik Müzeleri, 11. Askeri Müzeler, 12. Sağlık Müzeleri, 13. Pedagoji Müzeleri, 14. Devrim Müzeleri vb. Hamit Zübeyr KoĢay, kuruluĢ tarzı ve yönetimleri itibariyle müzeleri Ģu sınıflandırmaya tabi tutmuĢtur. 1. Devlet Müzeleri ve Milli Müzeler, 2. Üniversite Müzeleri, 3. Vakıf Müzeleri, 4. ġehir Tarihi Müzeleri, 5. Büyük Ģahısların doğduğu, yaĢadığı veya hatırasını bıraktığı malikhane ve Kurumlar, 6. Arkeoloji siteleri ve yerleĢme yerleri vb. Hamit Z. KoĢay, Türkiye‘deki müzeleri o tarihlerde üç ana gruba ayırmıĢtır. 1. Devlet Müzeleri, 2. Özel Ġdarelerden yardım gören Mahalli Müzeler, 3. Eski Eser Toplama Yerleri (Depolar). Yine bir Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü, Mehmet Önder, 1966 yılında Müzeleri Ģu ana gruplara ayırmıĢtır. 1. Arkeoloji Müzeleri, 2. Tarih ve Sanat Müzeleri, 3. Müze Anıtlar, 4. Etnografya Müzeleri, 5. Devrim Müzeleri, 6. Askeri Müzeler, 7. Özel Müzeler (PTT Müzesi, Sağlık Müzesi, Belediye ve ġehir Müzeleri gibi) Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlerinden Hikmet Gürçay, 1968 yılında müzeleri genel olarak dokuz grup altında toplamıĢtır. Bu gruplama, UNESCO‘nun gruplamasının aynısıdır. 1. Sanat Müzeleri, 2. Modern Sanat Müzeleri, 20 3. Arkeoloji ve Tarih Müzeleri, 4. Etnografya ve Folklor Müzeleri, 5. Tabii Ġlim Müzeleri, 6. Ġlim ve Fen Müzeleri, 7. Bölge Müzeleri, 8. Ġhtisas Müzeleri, 9. Üniversite Müzeleri, H.Gürçay, Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlı müzeleri yedi gruba ayırmıĢtır. 1. Arkeoloji Müzeleri, 2. Etnografya Müzeleri, 3. Devrim Müzeleri, 4. Anıt Müzeler (Anıtkabir, Mevlana Müzesi gibi), 5. Müze Anıtlar (Ayasofya, Kariye gibi) 6. Tarih ve Sanat Müzeleri (Topkapı Sarayı Müzesi gibi) 7. Müze Evler, Hikmet Gürçay, Milli Eğitim Bakanlığı dıĢındaki müzeler sınıflamasını da Ģöyle yapmıĢtır. 1) Askeri Müze, 2) Deniz Müzesi, 3) Belediye Müzeleri, 4) Tabiat Tarihi Müzesi, 5) Açıkhava Müzeleri, 6) Ġlim ve Fen Müzeleri, 7) Eğitim ve Pedagoji Müzeleri, 8) Ziraat Müzeleri, 9) Spor ve Gençlik Müzeleri, 10) Çocuk Müzeleri. Müzelerin sınıflandırılması ansiklopedilerde de baĢka baĢka yapılmıĢtır. Der Kunst Brockhaus isimli ansiklopedi müzeleri üç ana gruba ayırır: 1. Doğa Bilimleri ve Teknik Müzeler, 2. Tarih ve Kültür Tarihi Müzeleri, 3. Sanat ve Uygulamalı Sanat Müzeleri, Aynı kaynakta yer alan ve değiĢik konulara göre kurulmuĢ müzelere ait uzunca bir sınıflandırma listesi de aĢağıdaki gibidir. 21 1) Tabiat Tarihi Müzeleri, 2) Sağlık Müzeleri, 3) Teknik Müzeler, 4) Zanaat Müzeleri, 5) Sanayi Müzeleri, 6) Ordu (Askeri) Müzeleri, 7) Donanma (Deniz) Müzeleri, 8) Etnoloji ve Folklor Müzeleri, 9) Prehistorya ve Protohistorya Müzeleri, 10) Açık Hava Müzeleri, 11) Yurd Müzeleri, 12) Anı Müzeleri ve Anısı Olan Yerler, 13) Sanatçı Müzeleri, 14) Belirli Yerler ve Ülkelerin Tarihini konu alan Tarih Müzeleri, 15) Edebiyat Müzeleri, 16) Müzik Müzeleri, 17) Tiyatro Müzeleri, 18) Mimarlık Müzeleri, Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) ‗nin 17–25 Haziren 1962 tarihleri arasında Meuchatel‘de düzenlediği ―Hızlı DeğiĢim Ġçerisinde, Ülkelerde ki Müzelerin Sorunları‖ sempozyumunda, müze çeĢitleri konusu da görüĢülmüĢtür. ICOM tarafından 1964 yılında kabul edilen ve halen de geçerli olan müze çeĢitleri yedi grupta toplanmaktadır. 1. Sanat Müzeleri, 2. Arkeoloji ve Tarih Müzeleri, 3. Etnografya Müzeleri, 4. Tabiat Tarihi Müzeleri, 5. Bilim ve Teknoloji Müzeleri, 6. Bölge Müzeleri, 7. Özel Amaçlı Müzeler. 22 Ancak Ģunu da söylemek zorundayız ki, günümüzdeki ve gelecekteki kuĢakların zevki ve ilgisi için toplanıp korunması gerekli olan ne kadar obje varsa, o kadar da müze kategorisi vardır41. 2.2.Osmanlı Arkeolojisi Osmanlı Ġmparatorluğu‘nda tarih fazlaca ihmal edilen bilim dallarından biriydi: ―vakanüvis‖ adı verilen Osmanlı tarihçileri, neden-sonuç iliĢkisine dayalı objektif tarih anlayıĢından oldukça uzaktı. Vakanüvisler, daha çok Ġslam tarihi ve Osmanlı tarihinin bazı önemli dönemleriyle ilgilenirlerdi. Ġslam Öncesi Türk tarihi onlar için hiçbir anlam ifade etmezdi: hem bu dönemlere ait bilgi ve belge eksikliği, hem tarihin Allah‘ın emriyle yönlendirildiği Ģeklindeki klasik Ġslami görüĢ, hem de Osmanlı siyasi otoritesinin korkusu, vakanüvislerin Ġslam Öncesi Türk Tarihinden uzak durmalarının belli baĢlı nedenleriydi. Putperestliğin yaygın olduğu Ġslam öncesi dönemler ―günahkârlık‖ ve ―dinsizlikle‖ özdeĢleĢtirildiği için Osmanlıda tarih yazının bulunuĢuyla değil, Ġslamiyet‘in doğuĢuyla baĢlardı, Ġnsanlar Ġslam öncesi dönemleri düĢünmek bile istemezdi. Aslında bu tutum sadece Osmanlı tarih yazımının bir özelliği değildi. Din taassubu altındaki Avrupa‘da da aydınlanma döneminden önce Hıristiyanlık öncesi çok tanrılı ―pagan‖ kültür adeta yok sayılır, Avrupa tarihi Hıristiyanlığın doğuĢuyla baĢlatılırdı42. ―Osmanlıcılık‖ ve ―Ümmetçilik‖ imparatorluk içinde yaĢayan çeĢitli halkların bir arada tutan tek kaynak noktasını oluĢturuyordu. Ġlk kez 8.yy‘da, Orhun Anıtları‘nda geçen Türklük bilinci, Osmanlı‘da ancak 15.yy. ortalarına doğru Sultan II. Murat‘la (1424-1451) yeniden hatırlanmıĢtır. Sultan Murat, eski Türk unvanlarından ―han‖ unvanını kullanarak Ġslam Öncesi köklerini hatırlamıĢtı. O dönemde Osmanlıların ataları olarak kabul ettikleri Oğuzların Kayı aĢiretinin damgası paralara konuldu. Osmanlı tarihçileri ve ozanları Osmanlı hükümdarlarını ilk kez ―Türk Eskiçağına‖ bağladılar ve hanedanın resmi açıklaması haline gelen ―Oğuz Efsanesini‖ iĢlediler43. Sultan II. Murat döneminde Türk Eskiçağı, Osmanlı tarih yazımında ve edebiyatında yükselen değer haline gelmiĢti. Köprülü‘ye göre, Osmanlıda Orta Asya Türk Dili ve Edebiyatı bir süre iĢlendi ve 15.yy sonlarına 41 Gerçek, 1999: 345 Bu nedenle Osmanlılar diğer İslam toplumları gibi uzun süre Hz.Muhammedi’in Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç kabul eden Hicri Takvim’i kullanırken, Batılı toplumlar da Hz. İsa’nın doğumunu başlangıç kabul eden Miladi Takvim’i kullanmışlardır. 43 Wittek, 1993: 9 42 23 doğru bir edebi okul, Türk edebi dilinin bir parçası haline gelmiĢ bulunan Farsça ve Arapça kelime ve deyimleri fazla kullanmaksızın arı ve sade Türkçeyle yazma çabasına girdi44. 15.yy. sonlarına doğru Osmanlı kent soylularının köklerinin eski Türk tarihine dayandırıldığı görülmektedir. ÂĢık PaĢazade‘nin ifadeleriyle; ―Sultan Mehmet Han, Gazi Han oğludur. Elhasıl Gökalp neslidir ki, Oğuz Han oğludur45.‖ Lütfi PaĢa ise meĢhur Tarih‘inde (1488-1563) Osman Gazi‘nin Oğuz beyleri tarafından hakanlığa seçilmesini Ģöyle anlatmaktadır46. ―Siz Kayı neslindensiniz. Bu Oğuz Han‘dan sonra Oğuz beylerinin oğulları ve hanları idi. Gün Han vasiyeti, Oğuz töresi gereğince Oğuz neslinden kimse olmayınca, hanlık ve padiĢahlık Kayı soyu var iken Özge boy soyuna düĢmez47.‖ Bu tarihten bir yüzyıl sonra her Ģey altüst olacak; Türk töresi ve Türk Kültürü unutulmaya yüz tutacaktır. Artık Türklüğün yerini Osmanlılık almak üzereydi. Koçi Bey, devletin içine düĢtüğü buhranın nedenlerini sıralarken devĢirmelerin devlet kademelerine yerleĢtirilmelerine, asli unsur Türklerin ise yavaĢ yavaĢ gözden düĢmelerine dikkat çekerek IV. Murat‘a bu durumun bir an önce düzeltilmesi önerisinde bulunuyordu. Fakat ne acıdır ki; ―bundan sonra Osmanlı Hükümdarları, koca imparatorluk içinde esasında her Ģeyden önce Türklerin padiĢah olduklarını ve 19.yy‘a kadar Türkleri hiç hatırlamayacaklardı 48. Osmanlı Ġmparatorluğu‘nda uzun yıllar boyunca unutulan Türklük Ģuuru ancak 19.yy‘ın ikinci yarısında hatırlanacaktı. Bu konuda ilk önemli çalıĢmaları yapan Yeni Osmanlı aydınlarıydı49. Yeni Osmanlılardan Ali Suavi, Türklerin tarihi, politik, askeri ve kültürel rollerine göre en yüksek ve en eski ırk olduğunu savunmuĢ ve Türk dilinin dünyanın en zengin dili olduğunu açıklamıĢtır50. Ali Suavi, yazılarında sıkça Türk sözcüğünü kullanmıĢ ve özellikle Orta Asya‘ya dikkat çekmiĢtir; fakat yine de ona ―Ġlk Türkçü‖ demek doğru değildir 51. Ali Suavi‘nin Orta Asya‘yla ilgilenmesinin nedeni o sıralar Orta Asya‘da önemli olayların meydana gelmesidir. Öncelikle Orta Asya Hanları Rusya‘ya karĢı yardım talebinde bulunuyorlardı; ayrıca Rusya‘nın Orta Asya politikası Avrupa‘da da tartıĢılıyordu. Suavi, Orta Asya‘da sıkıntı çeken halkın Türk olduğu noktasından hareket ederek en azından 44 Köprülü, 1928: 9 Atsız, 1970: 156 46 Meydan, 2007: 61 47 L.Paşa, 1978: 11 48 Akdağ, 1974: C.II-28 49 Meydan, 2007: 62 50 Mardin, 1996: 411 51 Mardin, 1996: 411 45 24 tarihsel nedenlerle Osmanlı‘nın Orta Asya‘yla ilgilenmesi gerektiğini ileri sürüyordu52. Suavi ayrıca Osmanlı okullarında Türkçenin yegâne eğitim dili olması yönündeki görüĢü destekliyordu53. 19.yy‘da Yeni Osmanlı Aydınlarıyla yeniden ete ve kemiğe bürünen Türklük Ģuuru, vatan, hürriyet ve ulus kavramları arasında gittikçe belirginleĢmiĢtir. Nihayet 1876 Anayasası‘nda ümmetçilikten çok ulusçuluğa yakın düĢünceler ilk kez netleĢmiĢtir. Böylece Osmanlı tarihinde ilk kez 1876 Kanuni Esasi‘si devletin resmi dilinin Türkçe olacağı ifade ediyordu. Anayasanın, Türklük Ģuurunun yeniden hatırlandığı gösteren maddeleri Ģu Ģekildeydi: ―Madde 18:Devlet tarafından iĢe alınacak olan Osmanlı vatandaĢlarının devletin resmi dili olan Türkçeyi bilmesi Ģarttır‖ ―Madde 57: Parlamentoda yapılacak olan konuĢmaların Türkçe olmasını, Madde 68‘de gelecekteki üyelerin Türkçe konuĢmasını ve mümkün olduğu kadar Türkçe yazmalarını Ģart koĢuyordu.‖ Anayasada ileri sürülen bu görüĢler geniĢ çapta öğretim alanına aktarıldı. 1894 yılında yayımlanan resmi bir emir, imparatorluk içindeki mahalle ve yabancı okullarda dâhil olmak üzere bütün okullarda Türkçe eğitim yapılmasını mecbur tutuyordu54.‖ Osmanlıda Türklük Ģuurunun yeniden canlanmasında Fransız Devrimi‘nin rolüde vardır. 19.yy‘ın ortalarından itibaren milliyetçilik rüzgârları gecikmelide olsa Osmanlı aydınlarını hatta Osmanlı sultanlarını bile etkilemeye baĢlamıĢtı. Örneğin Sultan II. Abdülhamit, ünlü Türkolog Wembrey‘i saraya davet edip onunla dostluk kurmuĢtu. Yine 1877-1878 Osmanlı Rus SavaĢı sırasında Rusya‘dan kaçıp Türkiye‘ye gelen Türkçülüğün ilk temsilcilerinden Gaspıralı Ġsmail Bey‘de 1899 hac dönüĢü Sultan Abdülhamit tarafından kabul edilmiĢti. Gaspıralı Ġsmail Bey bu buluĢma hakkında sonradan Ģunları söylemiĢtir: ―Sultan Hamit beni dinlerken gözleri yaĢlı idi. Irkının düçar olduğu akıbetin onu derinden elemlendirdiği aĢikârdı. Rus iĢgali altındaki Buhara, Hive Hanlıkları, idil Ural Türklüğü üzerine bilgi edindi. Doğu Türkistan hakkında ve Yakup Han için düĢündüklerini sordu. Kırım‘daki Moskov mezalimini anlatırken benimle ağladı. Fakat Ģu sözleri onda gözyaĢlarından daha derin bir tesir yaptı: ―Ben sarayımda hassa askeri olarak Söğüt yaylalarından ve Karacabey dağları yamaçlarından getirdiğimiz Türkmen aĢiretlerinin cesur fertlerini kullanırım. Onlar ceddim, Ertuğrul Gazi ile beraber 52 Meydan, 2007: 63 Mardin, 1996: 411 54 Türkdoğan, 1995: 76 53 25 gelmiĢ Kayı Türkleridir. Fakat görüyorsunuz ki, bu kadarı kâfi değil, Ģimdi ceddimin yanlıĢ bir siyaset takip etmediklerini düĢünüyorum. Fertler hatalarını daha kolay tashih edebiliyorlardı; fakat devletler ve milletler için kolay olmuyor55.‖ Sultan Abdülhamit‘de beliren bu Türklük Ģuuru, dönemin edebi akımları ile kültür ve düĢünce hayatına da yansımıĢtı. Daha sonra Jön Türkler ve Ġttihatçılar bu Türkçülük Ģuurunu sistematikleĢtiripresmileĢtirdiler. Bu konuda Ġttihat Terakki Partisi‘nin genel kâtibi Ziya Gökalp‘in büyük rolü olmuĢtur. 1900‘lerden sonra kurulan ilk Türkçü teĢkilat Türk Ocakları‘dır. 1912‘de Balkan SavaĢı‘nın baĢlamasından sadece altı ay önce kurulan Türk Ocakları aslında aĢırı milliyetçi hareketlere karĢı bir tepki olarak ortaya çıkmıĢtır. Türk Ocakları, Türk milliyetçiliğinin odak noktasını oluĢturması bakımından son derece önemlidir. Atatürk 1925‘te Ankara Türk Ocağı‘nda yaptığı konuĢmada, Ocağın felsefesini Ģöyle açıklamıĢtır56: ―Bu gibi sosyal ocaklar hep Batı memleketlerinde toplanmıĢtır. ġimdi Doğu, bu boĢluğun cezasını çekmektedir. Türk Cumhuriyeti‘nin inkılâbı ocaklara dayanmaktadır. Doğu‘daki harekât (ġey Sait Ġsyanı‘na karĢı) çok mutlu bir sonuçla bitmiĢti(bastırılmıĢtır). ġu seferki uğraĢma, bir ülkü savaĢı olarak bilinecektir57. 19.yy‘da Batı‘da, Türk tarihinin Ġslam öncesine uzanan Köklerinden söz eden eserlerin sayısında artıĢ görüldü. Klaproth (1834), Hammer (1832), Scot(1836), Castren(1856), Vambery(1885), Oberhummer(1912), gibi tarihçiler Çin kaynaklarına dayanarak yazdıkaları eserlerde Altay Dağları‘nı Türklerin ana yurdu olarak kabul ediyorlardı58. Osmanlıda Türkçülüğün geliĢmesinde tarih ve edebiyat alanındaki çalıĢmaların rolü vardır. Modern Türkçenin gramerinin hazırlanması amacıyla 1851‘de Encümen-i DaniĢ kurulmuĢtur. Buna paralel olarak ġinasi 1860‘da yayınlanmaya baĢlayan Tercüman-ı Ahval gazetesinin mukaddimesinde herkes tarafından anlaĢılabilecek sade bir dille yazmak prensibini kabul ettiğini ifade etmiĢtir59. 1832 yılında Arthur L. David, ―A Gramerof The Turkish Lahguage‖ adlı eserini yayınlamıĢtır. Bu esere ilk kez Ali Suavi 1860 sonlarında Ulum gazetesinde temas etmiĢtir. David, kitabının giriĢ bölümünde Türk tarihi, Türklehçeleri ve dilleri hakkında bir araĢtırma ve Türklerin medeniyetteki rollerini 55 Kutay, 1981: 2 Meydan, 2007: 65 57 Türkdoğan, 1974: 2 58 Türkdoğan, 1974: 117 59 Kushner, 1979: 89 56 26 saygıyla anmıĢtır. Bunu baĢka çalıĢmalar izlemiĢtir. Hepsi de Türkçenin müstakil dil olduğunu ortaya koyan çalıĢmalardır60. Osmanlıda Türk tarihi ve Türk dilinin kaynaklarına inilmesini sağlayan ikinci yol ise Kushner‘in ileri sürdüğü gibi Çağatay Edebiyatı‘yla kurulan temastır. Bu temasa Ahmet Vefik PaĢa‘nın, Ebulgazi Bahadır Han‘dan yaptığı tarih tercümesi örnek gösterilebilir. Ahmet Vefik PaĢa 1877‘deSultan II. Abdülhamit devrinin baĢlarında ―Lehçe-i Osmanî‖ adlı bir Türkçe sözlük yayınlamıĢ ve Osmanlıcanın Türk Lehçelerinin bir kolu olduğunu ileri sürmüĢtür. Necip Asım ise 1895‘te Ural-Altay dilleri hakkında yaptığı bir araĢtırmayı yayınlamıĢtır61. Osmanlıda modern tarih alanındaki ilk çalıĢmalar, yenilikçi Osmanlı sultanı II. Mahmut döneminde biraz da Ģans eseri baĢlamıĢtır. Sir Arthur Lumbley Davids adında bir Ġngiliz tarihçisi tarafından Ġngilizce olarak yazılan sonra da Fransızcaya çevrilerek Sultan II. Mahmut‘a sunulan bir eserde Türk tarihi ve Türk kültürü Ġslam Öncesi kökleriyle birlikte ele alınıyordu. Eser, ―Kitab-ı Ġlmü‘n Nafi‖ adıyla Türkçeye çevrildi. Lumbley eserinde Türkçenin çeĢitli lehçelerden, Türk etnografyasından ve Türk uygarlığından bahsediyordu. Lumbley, kendinden önceki oryantalistlerin aksine Orta Asya haklarının Türk olduklarını ileri sürüyordu62. 18.yy‘ın ortalarından itibaren Batı‘da Genel Türk Tarihi hakkında pek çok eser yayınlandı. Bunlar arasında ilk defa Asya‘daki Türk yazıtlarından söz eden Johann Von Strahlenberrg‘in 1730‘da yayınlanan eseri, David Leon Cahun‘un 1896‘da yayınlanan ―Asya Tarihi‘ne GiriĢ ve Türkler ve Moğollar‖ adlı eseri ve yine Cahun‘un ―Mavi Sancak‖ adlı tarihi romanı, yarattıkları etkiler bakımında bilim çevrelerince aranan eserler arasına girdi63. Necip Asım, Leon Cahun‘un Türk tarihini konu alan ―Mavi Sancak‖ adlı tarihi romanını 1912‘de ―Gök Sancak‖ adıyla Türkçeye çevirmiĢti. Gök Sancak, tıpkı Namık Kemal ve Ziya Gökalp‘in eserleri gibi Osmanlıda Türkçülüğü bir ideoloji haline getirmeye çalıĢanları derinden etkileyecekti64. Bir taraftan Batı merkezli tarihin esiri olan bazı Batılı tarihçiler Türkleri barbar ve ikinci sınıf olarak görürken, diğer taraftan Osmanlıları, kökleri bir hayli eski zamanlara giden bir Türk varlığından haberdar eden Batılı ―tarafsız‖ bilim 60 Meydan, 2007: 65 Türkdoğan, 1974: 82 62 Meydan, 2007: 66 63 Türkdoğan, 1974: 117 64 Türkdoğan, 1974: 117 61 27 insanları ortaya çıkmaya baĢlamıĢtı. Bunun da temelinde 19.yy‘da geliĢen Turqueri ve Türkoloji hareketlerinin önemli rolü vardı65. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Osmanlıda ortaya çıkmasından önce Avrupa‘da Türklüğe dair iki hareketin bulunduğunu hatırlatır. Bunlardan ilki Fransızca Turquerie denilen Türk Hayranlığıdır. Türkiye‘de yapılan ipekli yün dokumalar, halılar, kilimler, çiniler, ahĢap ürünler, cilt ve tezhip iĢleri, tespihler mangallar, Ģamdanlar, çanaklar, çömlekler ve daha birçok eĢyayı büyük paralarla satın almaktan kaçınmayan bir Avrupa burjuvazisi ortaya çıkmıĢtır. O günlerde Batı‘da zengin evlerinde bir Türk odası ya da bir Türk köĢesine rastlamak neredeyse sıradanlaĢmıĢtır. ―Avrupalı ressamların Türk hayatına dair yaptıkları tablolar ile Ģairlerin ve filozofların Türk ahlakını tavsif yolunda yazdıkları kitaplar da Turqueri‘nin içine girerdi.‖ Lamartin‘in Agust Comte‘un, Pierre Loti‘nin, Ali PaĢa‘nın özel kitabı olan Mismer‘in Türkler hakkındaki dostane yazıları bu akımın yansımalarındandır66. Gökalp, Avrupa‘da Türkoloji hareketinin geliĢimi ise Ģöyle anlatmaktadır: ―Avrupa‘da meydana gelen ikinci hareket de Türkiyat (Türkoloji) adı verilir. Rusya‘da, Almanya‘da Macaristan‘da, Danimarka‘da, Ġngiltere‘de birçok ilim adamlar eski Türklere, Hunlara ve Moğollara dair tarih ve arkeolojik araĢtırmalar yapmaya baĢladılar. Türklerin bir millet olduğunu, gayet geniĢ bir sahada yayılmıĢ bulunduğunu ve muhtelif zamanlarda cihangir hane devletler ve yüksek medeniyetler vücuda getirdiğini meydana koydular. Gerçi bu sonuncu incelemelerin konusu Türkiye değil, eski Doğu Türkleri idi. Fakat birinci hareket gibi bu ikinci hareket ülkemizdeki bazı fikir adamlarımızın ruhuna tesirsiz kalmıyordu. Bilhassa Fransız tarihlerinden Degguignes‘in Türklere, Hunlara ve Moğollara dair yazmıĢ olduğu büyük tarihte, Ġngiliz bilginlerinden Sir Davids Laumbey‘in Üçüncü Selim‘e ithaf ettiği Kitabı Ġlmin Nufi adındaki umumi Türk grameri fikir adamlarımızın ruhunda büyük tesirler yaptı67. ġeklinde ifade etmiĢtir. Osmanlı Ġmparatorluğunda tarih yazımında öne çıkan Türkçülük ve dil kökenlerinin netlik kazanmasına yönelik çalıĢmaların ağırlıkta olduğu görülmektedir. Osmanlı Ġmparatorluğunda, Türk tarih yazımındaki kırılma noktası 19.yy'ın sonlarına Yenisey ve Orhun Yazıtları‘nın bulunmasıyla oldu. Önceleri bu yazıtları 65 Meydan, 2007: 67 Meydan, 2007: 67 67 Gökalp, 1976: 6 66 28 dünya bilim çevrelerinden gizlemeye çalıĢan Ruslar, sonra bu yazıtlara sahip çıkmaya çalıĢtılarsa da baĢarılı olamadılar. Her Ģeyi alt üst eden Danimarkalı dil bilgini Wilhelm Tomsen‘di. Thomsen, yazıtları okuduğunda Göktürk Devleti‘nin siyasal ve kültürel tarihi ortaya çıkıyordu. Orhun Yazıtları‘nın Türklere ait olduğunun anlaĢılması Batılı bilim çevrelerinde derin yankılar uyandırdı. Orhun Yazıtları, Türk kültürünün zannedildiğinin aksine çok eski ve köklü bir kültür olduğunu ortaya koyuyordu. Bu gerçeğin keĢfi, namuslu ve objektif bilim insanlarını mutlu ederken, Batı merkezli subjektif taraflı tarih anlayıĢına sıkı sıkıya bağlı, siyasetin bir parçası olmuĢ bilim insanlarını da o kadar çok üzecekti68. O yıllarda Batı merkezli tarih tezinin güdümlü tarihçilerini üzen, sadece Orhun Yazıtları‘nın Türklere ait olduğunun anlaĢılması değildi; onlar asıl derinden yaralayan geliĢme, Anadolu‘da ve Mezopotamya‘da yapılan arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan ilk çağ uygarlıklarının Türk Kökenli olduklarının iddia edilmesiydi. 19.yy‘ın sonlarında Mezopotamya‘da Sümerler ve Anadolu‘da Hititler ilk ortaya çıkarıldıklarında Conder, Sayce, Clark, Taylor, Lenonmont, Hommel gibi bazı objektif Batılı bilim insanları bu uygarlıkların Orta Asya‘dan gelen Türkler tarafından kurulduğunu hiç çekinmeden ifade etmiĢlerdi69. Osmanlı Ġmparatorluğunun yıkılıp yeni Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurulmasının ardından da devam eden bu çalıĢmalara ―Irkların Tarihi‖ adlı eseriyle ünlenen Batılı Türkolog, Sayos Pittard, yaĢlılığına aldırıĢ etmeksizin 1936‘da Ġsviçre‘den Ġstanbul‘a gelip II. Türk Tarih Kurultayı‘na katılarak, ―Hititler ve Sümerlerin Türklüğü‖ tezini hararetle savunmuĢtu70. 19.yy‘da, Batı‘dan sızan fikirlerle beslenen Osmanlı aydınları, Avrupa‘da geliĢmeye baĢlayan neden-sonuç iliĢkisine dayalı bilimsel tarih anlayıĢından etkilenmeye baĢlamıĢtı. Örneğin ġinasi, ―Tarihin Allah‘ın emriyle yönlendirildiği‖ Ģeklindeki klasik Ġslami görüĢe karĢılık, Sami ve Suphi PaĢa tarafından antik tarih üzerine yazılan ve tarihi olayları bir nedensellik zincirinin halkası olarak ele alındığı seri yazılar yayımladı71. Osmanlı aydınlarının bu tür çabalarından sonunda Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun son dönemlerinde az da olsa bilimsel tarih anlayıĢına sahip tarihçiler ortaya çıkmıĢtır. AkĢam Gazetesi‘nde Ahmet Vefik PaĢa‘nın tarih metodolojisi üzerine yazdığı yazılarla; tarih, Türkiye‘de ilk kez ―ilim‖ olarak 68 Meydan, 2007: 68 Türkdoğan, 1974: 118 70 Meydan, 2007: 68 71 Mardin, 1996: 291 69 29 algılanıyordu; ama bu yazıların çoğu yine Osmanlı Tarihiyle ilgiliydi. Yazılardan sadece biri, ―Türklerin Orta Asya‘daki Ģanlı olaylarını hatırlatma yönünde bir teĢebbüstü72.‖ Osmanlı Ġmparatorluğu‘nda, Türklerin çok eski tarihlerden beri uygarlığa katkısı olduğundan ilk defa söz eden kiĢi ise, Abdülaziz döneminde askeri okullar nazırı olan Süleyman PaĢa‘ydı. Yakın tarihimize ġıpka Kahramanı olarak geçen Süleyman PaĢa‘nın (1839-1892) askeri okullarda okutulması için hazırladığı ―Tarih-i Âlem‖ adlı kitap, Türklerin Orta Asya Tarihi‘nden baĢlıyordu. Süleyman PaĢa ―Tarih-i Âlem‖ yazma çabasını Ģöyle açıklıyordu: ―Askeri mekteplerin nezaretine geçince, bu mekteplere lazım olan kitapların tercümelerini mütehassıslara (uzmanlara) havale ettim; fakat sıra tarihe gelince bunun tercüme tarikiyle (yoluyla)yazdırılamayacağını düĢündüm. Avrupa‘da yazılan bütün tarih kitapları, ya dinimize yahut milliyetimize ait iftiralarla doludur. Bu kitaplardan hiçbirisi tercüme edilip de memleketimizde okutturulamaz. Bu sebebe binaen mekteplerimizde okutulacak tarih kitabının te‘lifini (yazımını) üzerime aldım. Vücuda getirdiğim bu kitapta hakikate mugayir (aykırı) hiçbir söze tesadüf olunamayacağı gibi, dinimize ve milletimize muhalif hiçbir söze de rast gelmek imkânı yoktur73.‖ Süleyman PaĢa‘nın bu düĢüncelerini nakleden Ziya Gökalp, PaĢa hakkında Ģu ek bilgiyi vermekteydi: ―Avrupa tarihlerindeki Hunların, Çin tarihindeki Hiyong-Nu‘lar olduğunu ve bunların Türklerin ilk dedeleri olduğunu ve Oğuz Han‘ın Hiyong-Nu Devleti‘nin müessisi (kurucusu) Mete olması lazım geldiğini bize ilk defa öğreten Süleyman PaĢa‘dır74.‖ 1877 yılında Süleyman PaĢa‘nın ―Genel Tarih‖ adlı çalıĢması ve yine aynı yıl yayımlanan Ahmet Mithat‘ın ― Mufassal Tarihi Kurum-ı Cedide‖ adlı çalıĢmaları ilk defa açıkça Osmanlıların Türk Soyundan geldiğini açıklıyordu75. Ahmet Mithat Efendi ise 1878‘de Tercüman-ı Hakikat‘te çıkan bir makalesinde Osmanlılarla Orta Asya arasındaki iliĢkiyi Ģöyle açıklıyordu: ―Dünya biliyor ki Osmanlıların aslı Orta Asya‘dır. Ancak, Osmanlılar henüz Orta Asya‘yı bilmezler. Fransızların ‗Mere Patrie‘ yani ana vatan dedikleri asli vatan, bizim için Orta Asya olduğu halde Ģimdi elimizde bulunan Osmanlı ülkesi bir bakıma Orta 72 Mardin, 1996: 291 Meydan, 2004: 539/540 74 Gökalp, 1976: 8 75 Kushner, 1979: 95 73 30 Asya‘nın manevi sömürgesi ve müstemleke sayılması yerinde olur 76.‖ Ģeklinde olmuĢtur. Ancak O dönemde Süleyman PaĢa, Namık Kemal ya da herhangi biri Eski Türk Tarihinden söz edecekse mutlaka belli baĢlı birkaç yabancı tarihçiden alıntı yapardı: gerek Namık Kemal‘in, gerekse Süleyman PaĢa‘nın fikirleri, sonradan Mustafa Celaleddin PaĢa adını alan bir Polonyalı mültecinin, ―Eski ve Modern Türkler‖ (Les Turcs Anciens et Moderns) adıyla 1869‘da Ġstanbul‘da bastırdığı bir kitaba dayanıyordu. Onunda kaynağı,‖Irkların EĢitsizliği‖ kitabının yazarı A. De Gobineau‘ydu77. Görüldüğü gibi Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde özellikle Osmanlının son dönemlerinde soy-köken ve dil üzerine yoğunlaĢan tarih yazıcılığı kaynağını hem batı hem de doğu kökenli araĢtırmalardan almaktadır. Bunların yanı sıra özgün çalıĢmalarında varlığı bilinmektedir. Çok geniĢ bir coğrafyada uzun yıllar hükümranlık kuran Osmanlı tebaası, Batı‘nın kendi topraklarında arkeolojik çalıĢmalar ile kendi kökenini arama faaliyetlerine ve taĢınabilir kültür varlıklarını düzenli bir biçimde toplama, saklama ve yorumlama iĢine giriĢtiği yıllarda Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun kendi coğrafyasında bu çalıĢmalardan en azından Osmanlı aydın kesiminin geri kalmadığı aĢikârdır. Bu nedenledir ki Osmanlı imparatorluğunda meydana gelen müzecilik ve arkeoloji çalıĢmalarını BatılılaĢma çabalarına bağlamak çok yersiz ve anlamsız bir tanımlama olarak değerlendirmek mümkündür. Daha sonra ki yıllarda Cumhuriyet‘in ilanı ile kıt‘alar arasında hız kazanacak olan bu kültür savaĢı; devletlerin egemen olmak istedikleri (özellikle batı‘lı devletler) coğrafyalarda arî ırkın kendileri olduğunu ispat etme çabası ile hız kazanacaktır. Kendi köklerini yüzyıllar boyunca aĢağıladıkları ve barbar olarak niteledikleri Doğu kültürlerinin merkezinde arama çalıĢma ve gayreti içinde bulunan Batı‘lı devletlerin içinde bulundukları ironiye, en sade anlatımıyla sömürge ırklar ve ülkeler oluĢturma çabası olarak görmek mümkündür. Osmanlı‘da "tarih bilimi‖ gibi ―arkeoloji bilim‖de çok fazla geliĢmiĢtir; fakat yine de Batı‘yı tanıyan Osmanlı aydınları arasında arkeolojiye ilgi duyanlar olmuĢtur. 1878‘de Osmanlı Devlet adamı Ahmet Vefik PaĢa, Rus ilerlemesine karĢılık Ġngilizlerin Gelibolu‘ya konuĢlanma isteğini tartıĢırken ĢaĢırtıcı bir biçimde, Troya SavaĢı‘na göndermede bulunmuĢtur. ―demek ki, Troya SavaĢı ve on yıl 76 77 Türkdoğan, 2005: 81 Mardin, 1995: 95 31 süren muharebeleri Ģimdi yeniden tekrarlanacak.‖ diyerek, PaĢa arkeoloji ve mitolojiye beslenmiĢ tarih bilgisiyle yaĢadığı çağı görebildiğini ortaya koymuĢtur. Ahmet Vefik PaĢa‘nın antik tarihe gönderme yaparak bu günü, geçmiĢin yinelenmesi ve uzantısı olarak yorumlaması, o dönemde Osmanlı aydınları arasında arkeolojiye duyulan ilginin doğal bir sonucudur: Antik kalıntılar üzerinde mülkiyet haklarını tanımlayan yasal düzenlemelerin yapılması, Ġstanbul‘da Arkeoloji Müzesi‘nin kurulması, bu müzenin desteği ile Osman Hamdi Bey öncülüğünde ilk Osmanlı kazılarının gerçekleĢtirilmesi, Osmanlıda antik kültüre ve doğal olarak arkeolojiye ilgi duyulduğunu gösteren birkaç örnektir78. Hiç kuĢkusuz, arkeolojinin tarihe göre çok daha yeni bir bilim dalı olarak Osmanlı Devleti‘nin siyasal, kültürel ve toplumsal yapısı dikkate alınacak olursa bu durumun bir hayli ĢaĢırtıcı olduğu söylenebilir79.Osmanlıda, tıpkı tarih bilimi gibi arkeoloji bilimi de son dönemlerde Osmanlı tebaasının görevlendirmesi ile görevlendirilen kiĢilerin bireysel gayretlerinin sonucu geliĢme göstermiĢtir. Osman Hamdi Bey, batının tekelindeki alanlardan biri olan arkeolojide Batılı arkeologların yöntemini kullanarak söz sahibi olmayı baĢaran ilk Türk, daha doğrusu Doğulu Aydın‘dır. Öyle ki Osman Hamdi Bey, emperyalist amaçlarını gerçekleĢtirmek için arkeolojiyi bir silah olarak kullanan Batı‘nın yoluna-üstelik farkında olarak- ufak da olsa bir ―taĢ‖ koymayı baĢarmıĢtır80. Osman Hamdi Bey, dünyanın çok çabuk değiĢtiği bir dönemde, bu değiĢime pek de fazla ayak uyduramayan eski bir imparatorluğun çok yönlü bir aydındı. Eğitimini, Paris‘te tamamladığı için akılcı Batı düĢüncesini, çağının kültür ve sanat değerlerini çok iyi özümsemiĢti. Asıl eğitimini mühendislik alanında almıĢtı, fakat doğuĢtan gelen bir yeteneği zamanla mühendisliğinin gölgede kalmasına neden olacaktı. Sonradan Osman Hamdi Bey adının ölümsüzleĢmesini sağlayacak olan bu yetenek, resimdi. Osman Hamdi Bey, Osmanlıda Batılı anlamda resim yapan ilk Osmanlılardan biriydi. Resimlerinde zamanının doğusalcı (oryantalist) resim biçimini ustalıkla yansıtırdı. Osman Hamdi Bey, iyi bir gözlemciydi. Resme olan yeteneğini keĢfetmesinde gözlem yeteneğinin çok önemli bir yeri vardı. Fransa‘da okuduğu günlerde o sırada Avrupa‘da resim dıĢında bir baĢka alanda da önemli adımlar atıldığını gözlemlemiĢti. Osman Hamdi 78 Özveren, 1989: 89/90 Meydan, 2007: 71 80 Meydan, 2007: 71 79 32 Beyi derinden etkileyen, onun merak duygusunu kamçılayan bu alan ise arkeolojiydi81. Osmanlı Ġmparatorluğunda, devlet adına tarihi araĢtırmaların arkeoloji alanında kurumsallaĢmaya baĢlamasını Osman Hamdi Bey‘in gayret ve çalıĢmalarına bağlamak yanlıĢ olmaz. Osman Hamdi Bey, 1881 yılında Ġstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü oldu. Duyarlılığı ve kararlılığı sayesinde 1884 yılında ―eski eserler hukukunu düzenleyen yasaların‖ çıkmasını sağladı. 1885‘den baĢlayarak, arkeoloji müzesinin zenginleĢtirilmesi ve arkeolojik kazıların yapılması için bütçeden düzenli olarak kaynak ayrılmasını sağladı. Osman Hamdi Bey‘in arkeoloji konusundaki bu duyarlılıkları, o zamana kadar Osmanlı toprakları üzerinde dilediği gibi rahat hareket eden Batılı arkeologları ve onları finanse eden Batılı hükümetleri rahatsız etmeye yetmiĢtir. Osman Hamdi Bey‘in çalıĢmalarından rahatsız olan Almanya, 1884 ġubatında Pera‘da Alman elçisi Von Radowitz aracılığıyla o sırada Anadolu‘da kazılar yapan Schlimann‘ı Osman Hamdi Bey‘in çalıĢmaları konusunda uyarma ihtiyacı hissetmiĢti. Radowitz, Schlimann‘a, Osman Hamdi Bey‘in yaptığı düzenlemelerden sonra artık Troya kazılarına devam etmenin mümkün olmadığından yakınmıĢ ve ―iyi ki Troya‘nın yerini tespit edip, çıkan tarihi eserleri ülkemize götürmüĢüz.‖ diyerek avunmuĢtur82. Ġlk Osmanlı Arkeoloji kazısı Osman Hamdi Bey öncülüğünde bir ekip tarafından 1883 baharında Nemrut Dağı‘nda gerçekleĢtirildi. Osman Hamdi Bey‘in Nemrutla ilgilenmesinin nedeni, 1882 yılında Alman araĢtırmacıların yörede bazı incelemeler yapmalarıydı. Havalar izin verir vermez yanına yontucu Osman Efendiyi de alarak Nemrut‘a gitmiĢtir. Deneyimli Alman arkeologlarından Karl Human ve Otta Pushstein‘ın da aralarında bulunduğu yabancı arkeologlar kazı çalıĢmalarına baĢlamıĢlardı bile. Zamana karĢı amansız bir yarıĢ veren Osman Hamdi Bey, deneyimli, yabancı arkeologları geride bırakarak Zincirli kalıntılarını ortaya çıkarmayı baĢardı. Osman Hamdi Bey, bölgede kazı yapan yabancı arkeologlarla rekabet halindeyken aynı zamanda onlarla iyi bir çalıĢma arkadaĢlığı da kurmuĢtur83. Osman Hamdi Bey, Nemrut kazılarında 100 kadar iĢçiye önderlik etmiĢti ve tıpkı Batılı arkeologlar gibi bir kazı tutanağı hazırlamıĢtı. Fransızca kaleme alınmıĢ 81 Meydan, 2007: 72 Meydan, 2007: 72 83 Meydan, 2007: 73 82 33 bu kazı tutanağı Osmanlıda alanında ilk‘tir. Osman Hamdi Bey ve ekibi bir mayıs günü kazı yerinden ayrılıp Nemrut Dağı‘nı geride bırakırken yüklerini, taĢıyabilecekleri birkaç yazıtı ve en önemlisi Osman Hamdi Bey‘in ifadesiyle: ―devasa kalıntıların ortasında böylesi ilginç bir konaklamanın hiçbir zaman unutulmayacak türden anılarını.‖ Yanlarına almıĢlardı. Bir de fotoğraf makinelerini ve çektikleri fotoğrafları…84 Bir Osmanlı aydını ve sanatçısı olarak Osman Hamdi Bey‘in, çok daha tecrübeli Alman arkeologları geride bırakarak çok baĢarılı bir arkeolojik kazı gerçekleĢtirmesi, bir kazı tutanağı hazırlaması, kazıyı ve kazıda çıkan buluntuları fotoğraflarla belgelenmesi, Avrupalı meslektaĢlarının davranıĢlarını nerdeyse tüm ayrıntılarıyla özümsediğini göstermektedir. Osman Hamdi Bey sadece Avrupalı meslektaĢlarının arkeolojiyi nasıl emperyalist bir araç olarak kullandıklarını da fark etmiĢti. O, Kendisini ―uygarlıkla‖, Doğuyu ―barbarlıkla‖ özdeĢleĢtiren Batı‘nın bu ―suni özdeĢliği‖ arkeoloji sayesinde daha da güçlendirmek istediğini çok iyi görebiliyordu. Batı‘nın ―arkeoloji oyununun‖ farkında olan Osman Hamdi Bey, bir kez dosta düĢmana kendini tanıttıktan sonra Batı‘nın bu oyununu bozabileceğini, en azından bu konuda elinden geleni yapabileceğini düĢünüyordu85. Osman Hamdi Bey, rakiplerini artık barbarlık-uygarlık karĢıtlığına dayalı söylemin çerçevesi içinde dize getirilebilecek yetkinliğe eriĢmiĢti. Osman Hamdi Bey‘in uzun süredir beklediği fırsat, Büyük Ġskender‘e ait olduğu sanılan lahitlerin Lübnan‘daki Sidon kenti yakınlarında bulunuĢu sırasında karĢısına çıkacaktı. Bay Eddy adlı bir yabancı, lahitlerin yerini bulmuĢ, Henry Jessup adlı yerleĢik bir yabancı da olayı Londra‘daki Dr. William Wright‘e aktarınca, bu kiĢi saygın London Times gazetesine bir yazı göndererek British Museum‘un bir an önce harekete geçerek bu hazineleri ―Vandal Türk‖ eline düĢmeden koleksiyonuna eklemesini istemiĢti. Jessup, Beyrut güncesinde Osman Hamdi Bey‘i kaynak göstererek olayın devamını anlatmaktaydı. Buna göre, yazıyı gören Osman Hamdi Bey, kendi kendine; ―Ģimdi onlara Vandal Türkün neler yapabileceğini‖ göstereceğini söylemiĢti. Osman Hamdi Bey, ilk iĢ olarak Sidon‘daki en yüksek Osmanlı yetkilisine lahdi polis çemberine almasını ve kendisi gelinceye kadar kimsenin yaklaĢmasına izin vermemesini bildiren bir telgraf çekmiĢti. 29 Nisan günü de kendisi gelip, Bay Eddy ve Bay Ford‘u görüp, sonra da antik Yunan ve Fenike 84 85 İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bulunmaktadır. Meydan, 2007: 73 34 yontu sanatının bu eĢsiz değerdeki yapıtlarını taĢımak için gerekli hazırlıklara koyulmuĢtu. Gerçek bir denizci gibi gömlek ve iĢ ayakkabıları giymiĢ olarak iĢin baĢına geçmiĢ ve derhal portakal bahçelerinden baĢlayıp kayalara oyulmuĢ gömü odalarına kadar uzanan bir tünelin yapılmasını sağlamıĢtı. Tünel biter bitmez bu kez bir tramvay yaptırıp dev boyutlu, ağır lahitleri portakal bahçesine kadar getirmiĢtir. Ġkinci aĢamada, tramvay hattını uzatarak lahitleri Ġstanbul‘dan getirttiği biryanı açık özel bir buharlı gemiye kadar sallarla yüzdürmüĢ ve böylece yükletmiĢti. Lahitler Ġstanbul‘da Arkeoloji Müzesi‘nde sergilenip dünyanın her yanından gelen, anlayan anlamayan yüzlerce kiĢinin hayranlığını kazanmıĢtı. Osman Hamdi Bey, amacına ulaĢmıĢtı. Sidon‘dan getirdiği lahitler yeni sayılabilecek müzedeki diğer yapıtların hepsini gölgede bırakacaktı86. Osman Hamdi Bey‘in çalıĢmaları, usta ve iĢini çok seven bir arkeolog olduğunu göstermektedir. Mütevazı bir Osmanlı aydını olarak Osman Hamdi Bey, o dönemde Batı‘ya özgü bir alanda (arkeoloji), Batı‘ya karĢı baĢarıyla mücadele etmiĢti. Batılı arkeologların antik kalıntılarla dolu Anadolu‘yu köstebek yuvasına çevirip, ele geçirdikleri bulguları gizli-açık yollardan ülkelerine kaçırmaları ve en önemlisi belirledikleri eski uygarlıkları ―kendi ataları olarak görüp‖ sahiplenmelerinin önünde artık bir engel vardı: bu engel, son dönemlerinde bu alanlarda Batı‘nın her dediğini yapan bir Ġmparatorluğun Batı‘ya baĢkaldıran tek arkeologu Osman Hamdi Bey‘dir87. ―Osman Hamdi Bey, Batı‘nın değerlerini benimseyerek yaĢama geçiren, böylece Batılıların karĢısına onların anlayacağı bir dil ve donanımla çıkan o zamanki yerel aydın tipinin en önemli örneğidir. Hem kendini tanıtmıĢ, hem de arkeoloji çevrelerince kabul görmüĢtür. Böylece, o güne kadar yerlileri devre dıĢı bırakan bir kısır döngüyü ilk kıran o olmuĢtur88.‖ Osmanlı Ġmparatorluğu‘nda tarihin ve arkeolojinin sömürgeci bir araç olarak kullanıldığını ilk fark eden Osman Hamdi Bey, kısıtlı imkânlarla tek baĢına Batılı arkeologlarla mücadele etmeye çalıĢmıĢtır. Yıllar sonra baĢka bir doğulu Mustafa Kemal Atatürk ise Batı merkezli tarih tezine karĢı Türk Tarih Tezi‘yle baĢkaldıracak ve bu topraklardan sökülüp kaçırılan o paha biçilmez tarihi eserleri yaratan bu 86 Özveren, 2000: 91/92 Meydan, 2007: 75 88 Özveren, 2000: 92 87 35 toprağın geçmiĢine sahip çıkacaktı. Bu bakımdan Osman Hamdi Bey ve Atatürk arasında bir devamlılık ve benzerlik vardır89. Bilindiği gibi Osmanlı Ġmparatorluğu 13. yüzyıldan 20. yüzyılın baĢlarında yıkılıĢına kadar dünyanın en büyük imparatorluklarından biridir90. Sınırları baĢta iç Avrupa olmak üzere Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika‘ya kadar uzanan bir imparatorluğun arkeolojisini yok saymak gibi bir yanılgının ortadan kalkması için son 20 yıldır yeni nesil arkeologların Osmanlı Arkeolojisine katkıda bulunduğu görülmektedir. Ancak burada kavram kargaĢasına ve yanılgıya neden olmamak için Ģu iki tanımın birbirinden farklı olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Birincisi Osmanlı Dönemi Arkeolojisidir ki; bu Osmanlı Ġmparatorluğunun var olduğu dönemde hükümdarlık sürdüğü tüm kara ve deniz coğrafyasında yaĢamıĢ tüm halkların bıraktığı maddi kültür varlıklarının üzerinde yapılan arkeolojik çalıĢmayı tanımlar. Osmanlı Devletinin toprakları, bugünkü Ġran sınırından Cezayir‘e, Viyana‘dan Basra Körfezine, Kırım‘dan Kafkaslara, Polonya‘dan Sudan ve Çad‘a kadar geniĢ bir alana yayılmaktadır. Bu topraklar günümüze birçok mirası kalan, ilk uygarlıkların ortaya çıktığı ve geliĢtiği yerlerdir.. Ortaçağdan itibaren insanlar bu kalıntılara karĢı ilgi duymuĢtur. Kimi hazine bulmak, kimi taĢ çıkartmak, kimi baĢka sebeplerden dolayı bu alanlarda kazı yapmıĢtır91. Ġkincisi ise Osmanlı Arkeolojisidir ki; bizim daha çok tanımlamak istediğimiz ve üzerinde durulması gerektiğine inandığımız asıl çalıĢma budur. Bu çalıĢmanın alanı ise sadece Ġmparatorluğun, Osmanlı tebaasına ve ona ait Türk kültür varlıklarının ortaya çıkartılarak yapılan çalıĢma bütünüdür. Bu çalıĢma da Ģüphesiz ki Osmanlı Ġmparatorluğunun hükmettiği tüm kara ve deniz coğrafyasını kapsar. Ġmparatorluğun mirasçısı Anadolu ile sınırlı kalmaz. Yani Osmanlı Dönemi Arkeolojisi ile Osmanlı Arkeolojisi birbirinden farklı iki çalıĢma disiplinini ifade eder. Tarihsel Arkeoloji her ne kadar Kuzey Amerika‘da Avrupa etkilerinin ve Kolomb sonrası yerleĢmelerin araĢtırılmasıyla baĢlamıĢsa da, sayıları giderek artan tarihsel arkeologların, dünyanın her yerindeki halklarla ilgili modern dünyanın maddi belgelerini baĢarıyla izledikleri görülmektedir. Osmanlı Dönemi Arkeolojisi genel olarak küresel tarihsel arkeolojinin mantıklı bir uzantısı olmuĢtur. Ancak tarihsel arkeoloji gerçekte hiçbir zaman tarihöncesini karĢılayacak Ģekilde onunla 89 Meydan, 2007: 75 Baram ve Carroll, 2004: 15 91 Özkan, 2009: 01 90 36 yan yana değildi. Ne de olsa ―tarih‖ Ortadoğu‘da 5 bin yıl önce baĢlar. Daha önemlisi, Osmanlı Ġmparatorluğu, küresel tarihsel arkeolojideki tartıĢmalara egemen olmaya baĢlayan Batı Avrupa kolonilerinden biri değil, bağımsız bir Devlettir92. Bu nedenle Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde maddi kültür ve belgesel kaynaklar arasındaki iliĢkiyi açıklamaya küresel tarihsel arkeolojinin yeterli olmayacağı düĢüncesindeyiz. Bugüne kadarki tarih yazımlarında bilerek ya da bilmeden göz ardı edilmiĢ veya önemsiz görülmüĢ imparatorluk dönemi Osmanlı tebaasının bıraktığı maddi kültür varlıkları üzerinde yapılacak arkeolojik çalıĢmaların önemini ortaya koyacağına inandığımız Osmanlı Arkeolojisini hak ettiği yere gelmesi için çalıĢmaların daha da artarak yapılmakta olduğunu görmekteyiz. 2.3.Anadolu’da Tarih ve Arkeoloji Anadolu, tarihöncesi dönemden yakın çağlara kadar her dönemde uygarlık tarihinin önemli bir merkezi olmuĢ, çok sayıda kültürü barındırmıĢtır 93. Uygarlıklar yüzyılları ve binyılları kapsayan bir süreç içinde bize kadar ulaĢmıĢtır. Uygarlıklardan bize kalan en güvenilir tanıklar eserlerdir. Onlar, insanların sanatlarının, zevklerinin, düĢüncelerinin, inançlarının, davranıĢlarının, geliĢmelerinin vb. geçmiĢten gelen serveti ya da mirasıdır. O eserler yaĢlı dünyamızın mal varlığıdır94. Anadolu insanlık tarihinin ilk izlerinden günümüze kadar barındırdığı tüm kültür varlıkları ile Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde de batılı gezginler, sanatçılar, diplomatlar, Hıristiyan hacılar, din adamları, tacirler, vb. kiĢilerin bireysel veya devletlerince görevlendirilmeleri suretiyle Anadolu tarihine ve arkeolojisine ilgi duymuĢlardır. XV. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti‘nin topraklarına gelmeye baĢlamıĢlar. Haçlı Seferleri sırasında Doğu, (Anadolu baĢta olmak üzere) bir Avrupalı için gizemli, zengin ve bir o kadar da barbar insanların ülkesi idi.16.yüzyıldan itibaren zenginleĢen Batılılar için Doğu ülkelerinin insanları, yani Müslümanlar pis, vahĢi ve ilkel, hatta dinsiz olarak görülmektedir. Ama buna rağmen Avrupalı gezginler, Doğu‘ya seyahat etmekten çekinmemiĢlerdir. Bu gezginlerin amacı sadece bu topraklarda yaĢayan Ġslam kültürünü değil, aynı 92 Baram ve Carroll, 2004: 09 Özdoğan, 2007: 09 94 Gerçek, 1999: IX 93 37 zamanda eski haberleri de incelemek, onlara göre Batı kültürünün temelini oluĢturan Yunan kültürünün kalıntılarını görmek ve eserlerini toplamaktır95. Avrupalılar, aynı zamanda bu gezilere iliĢkin izlenimlerini, çoğu kez güzel gravürlerle dolu bir kitap olarak da yayınlamıĢlardır96. Bu türden söz konusu kitapların 5000 kadar olduğu sanılmaktadır. Latince, Ġtalyanca, Yunanca, Fransızca, Almanca baĢta olmak üzere çeĢitli Avrupa dillerinde yazılan basılı kitapların dıĢında el yazma veya makale olanları da vardır. Son yıllarda gezi kitaplarının Türkçe çevrilip basıldığını görmekteyiz. Ama kimi kitapların aslına sadık kalmadığı, kısaltıldığı, resimlerinin basılmadığı veya boyutunun küçültüldüğünü görülmektedir97. GeniĢleme Dönemi‘nde, Avrupa kadar büyük bir ülkeye sahip olan Osmanlı Türklerinin, elleri altında bulunan topraklardaki her türlü olaydan haberdar olmaları beklenemez. Bugün eski eser olarak kabul ettiğimiz, ister Osmanlı ister daha eskiye ait her türlü kültür varlığının, o gün için yabancılara satılması kimsenin dikkatini bile çekmemektedir. Eski sikke ve madalyonların alım satımı, eğer altından değilse, olağan bir iĢlemdir. Arkeolojik ve Etnoğrafik eserlerin Osmanlı yöneticilerinin gözünde değer kazanması, ancak Avrupa‘da bu eserlerin kazandığı değerin fark edilmesinden sonradır. Bu çok geç bir zamanda, 19. yüzyılda gerçekleĢmiĢtir. Eski eser alımı, kazı yapılması, çalıĢmaları sayesinde gerçekleĢmiĢtir. Bu da ancak bu iĢe gönül vermiĢ bir avuç kiĢinin özverili çalıĢmaları sayesinde gerçekleĢmiĢtir. Eski eser alımı, kazı yapılması, müzelerin kurulması, müzecilerin yetiĢtirilmesi yöneticilerin gözünde para verilmesi gerekilmeyen iĢlerdendir. Oysaki Avrupa‘lıların eser toplama ve ilk bilimsel incelemeleri, XII. yüzyıldan itibaren baĢlamıĢtır. Eski eser koleksiyonculuğu açısından bakıldığında ilk kez Romalı asiller ve askerler tarafından eski eser toplandığı görülüyor 98. Romalı asiller, Anadolu baĢta olmak üzere sefer yaptıkları ülkelerden ele geçirdikleri veya satın aldıkları eserleri evlerinde sergiliyorlardı. Haçlı Seferleri sırasında yağmalanan Doğu Ülkeleri‘nin malları tüm Avrupa‘ya yayılmıĢtır. Koleksiyonculuk, savaĢ ganimetleri ile 95 Özkan, 2009: 01 Madran, 1981:227 97 Özkan, 2009: 02 98 Gerçek, 1999: 03 96 38 zenginleĢmiĢ Avrupa‘da önce soylular daha sonra zengin burjuva aileler arasında artarak devam etmiĢtir99. Avrupa‘da özellikle 16. yüzyılda Ġtalya‘da soylular arasında gerçek hüviyetine kavuĢmuĢtur100. Ġtalya‘da eski Etrüsk, Yunan ve Romları eserlerini toplama merakı vardı. Zenginler topladıkları sanat eserlerini halka göstermek için evlerinde yerler ayarlamaya baĢlamıĢlardır. Museo veya Galeri adı verilen bu yerlerin en ünlülerinden Uffizi Galerisi 1581‘de Floransa‘da kurulmuĢtur. Daha sonra eser toplama 17.yüzyılda Avrupalıların denizaĢırı sömürgeler sayesinde geliĢmesi sonucunda Ġngiltere, Fransa ve Felemenk ülkelerinde de yaygınlaĢmıĢtır101. Avrupa toplumunun zengin kesiminde sadece sanat eseri değil fosil, mineral, doldurulmuĢ hayvan, bitki ve böcek örnekleri gibi çeĢitli türden kalıntı veya eĢya toplama merakı da baĢlamıĢtır. Öyle ki 17.yy‘ın sonlarında Fransa‘da, soyluların dıĢında 1000 kadar kentli zengin de koleksiyon yapmaktadır. Daha sonra bu merak Almanya ve Rusya‘ya yayılmıĢ ve buralarda da değerli koleksiyonlar oluĢturulmuĢtur. Bu durum koleksiyonlarına yeni eserler katmak isteyen Avrupalıları, bizzat seyahat çıkmaya da zorlamıĢtır. Bugüne kadar yapılan incelemeler sonucunda, Doğu‘dan eski eser getiren ilk kiĢi Navarralı Haham Benjamin de Tudele‘dir. Haham Tudele, 1160‘larda Mezopotamya‘ya uzanan uzun bir dizi gezi yapmıĢtır. Kuzey Mezopotamya‘da Musul ve çevresini ziyaret eden ünlü Ninive harabesini keĢfetmiĢ, bu gezi sırasında bulduğu bazı çivi yazılı eserleri beraberinde Ġspanya‘ya götürmüĢtür. Ankonalı Ciriaco di Pizzicolli de topladığı eserleri Ġtalyan zenginlere satan ünlü bir antikacıdır. Yunanca da bilen bu kiĢi 1434-35, 1444 ve 1447-48 yıllarında Yunanistan‘ı üç kez gezerek eser toplamıĢ, ayrıca kitabeleri de kopya etmiĢtir. Bunun dıĢında ġam, Beyrut, Kıbrıs, Midilli‘ye de gitmiĢtir102. 1547 yılında Ġstanbul‘a Fransız elçisi olarak atanan Gabriel di Aramon, yanında dönemin ünlü bilginlerini de getirmiĢtir. Ona siyasi iliĢkileri yürütme görevinin yanında, Doğu‘da bilimsel araĢtırma görevi de verilmiĢtir. Nitekim Sultanahmet‘te At Meydanı‘nda Bizans arkeolojine iliĢkin ilk kazılar onun giriĢimleriyle yapılmıĢtır103. 99 Özkan, 2009: 02 Koza, 1997: 1034 101 Özkan, 2009: 03 102 Özkan, 2009: 03 103 Arıkan, 1983: 68 - Özkan, 2009: 03 100 39 Yabancı misyon temsilcileri Anadolu topraklarında daha çok kıyı bölgelerindeki antik Yunan ġehirleri‘ nin harabelerini gezmiĢlerdir. Bunlardan bazıları iç bölgelere girdiler ve oralarda o güne kadar tarih ilminin bile duymadıkları yeni uygarlıkların izlerini keĢfettiler. 1672-73 yıllarında Ġstanbul‘da Fransa büyükelçisinin kâtibi olarak çalıĢan Antoine Galland, Anadolu‘da bilinen bazı antik kentlerden ve ele geçen eserlerden, harabelerden anılarında bahsetmektedir. Ġzmir‘de tiyatro ve Janus Tapınağı olup Tunç Küçük büst ve baĢların bulunduğunu söylemektedir. Troya‘yı gemiyle ziyarete giderken, nerede inileceğini bile belirtmektedir. Gallant, ülkede çıkan sikke ve madalyonlardan bahsetmekte ve bunların bazılarının muhtemelen Sakız‘da yapılan taklitlerden olduğunu söylemektedir. O sıralarda Ġzmir‘de eski yapıların yıkılmasıyla çok sayıda heykeltıraĢlık eseri bulunmaktadır104. 1736‘da ticari amaçlarla Ġran‘a giderken Konya Ereğli‘den geçen Jean Opter Geç Hitit Çağı‘nın en görkemli kaya kabartması olan Ġrlis Kabartması‘nı görerek, dönüĢünde yazdığı anlarında anıtı, bilim âlemine tanıtmıĢtır105. Troya ġehri‘ni bulma umuduyla Çanakkale‘ye gelen birçok kiĢi umduğuna eriĢememiĢ ise de bölge yoğun bir araĢtırmaya maruz kalmıĢtır. Gelen kiĢiler, gelen kiĢiler, yöredeki eski yerleĢme ve Tümülüsleri önce tespit etmiĢler. Hangi devre ait olduğunu belirlemiĢ, bazılarında kısa süreli kazılar yapmıĢlardır. Örneğin 1789 yılında Fransa büyükelçisi Choiseul-Gouffier, Çanakkale‘de Sigeon yakınlarındaki Akhilleus tümülüsünü kazdırmıĢtır106. 1834-1839 yıllarında Anadolu‘yu baĢtanbaĢa gezen Fransız Charles FelixMarie Texier (1802-1871) ilk kez Hitit kavminin izini buldu. Romalı tarihçilerin sözünü ettiği Taviun Kenti‘ni ararken, Boğazköy ve Yazılıkaya kalıntılarını tespit etti. Bu izlenimlerini üç ciltlik bir eserde topladı. Kitabından dolayı sultan ikinci Mahmut ona Assos‘taki Zeus Tapınağı‘nın bazı kabartmalarını hediye etmiĢtir. R.Rochette tarafından 1838 yılında yapılan kazıda bulunan kabartmalı metoplar ve frizler, bugün Louvre Müzesi‘ndedir. Rochette, kabartmaların tamamını bulamamıĢtır. Bu kabartmalarda at adamlar, Sfenksler bulunmaktadır. Bundan dolayı da sultan II. Mahmut‘un adı müzenin içinde konulan ―Louve‘u sevenler‖ listesine yazılmıĢtır. Teksier, kendisi de Magnesia am Meandrum kentinde 1842 104 Özkan, 2009: 30 Lloyd, 1955:11 106 Özkan, 2009: 30 105 40 yılının Eylül‘ünden 1834 yılının Nisan‘a kadar kazı yapmıĢ, eser de toplamıĢtır. Teksier‘den sonra Lord Elgi‘nin sekreteri olan William J.Hamilton (1777-1859) da Anadolu topraklarında gezinti yaparak izlenimlerini yazmıĢtır. Oda imdi Hititlerin baĢkenti olduğunu bildiğimiz, Boğazköy (HattuĢaĢ) harabelerini incelemiĢ ve Alacahöyük örenlerini de bilim âlemine tanıĢmıĢtır107. 1827‘de Fransız Asya AraĢtırma cemiyet adına Anadolu ve Ġran‘ı araĢtırmaya gelen Alman arkeolog Friedrich Edward Schulz, Van kalesi ve civarında ilk araĢtırmaları yapmıĢ, bugün Urartu devleti olarak bildiğimiz krallığa ait 42 yazıtı kopya etmiĢtir. 1828‘de bu çalıĢmalarını Fransa‘ya yollamıĢtır. Ama çalıĢmalarını tamamlayamadan 1829‘da Hakkâri‘de haydutlarca öldürülmüĢtür. Onun çalıĢmaları ölümünden sonra yayınlanmıĢtır108. Bu arada Suriye‘de Hama‘da coğrafya, Arkeoloji ve Doğu filolojisi üzerinde çalıĢan J.L.Buck Hartd (1784-1817) Luvi Hiyeroglifi olarak Tanımlanan yazıtlardan bulmuĢtur (1811)109. Üç blok halindeki bu yazıtlar Hama‘da bir caminin duvarında örülü olarak bulunmuĢ olup geç Hitit dönemine ait Suriye‘de ilk buluntulardır 110. Fransız konsolos Gillet, 1836 yılında Tarsus Dönük taĢ Anıtında, dinamit kullanarak, tahribata yol açan bir araĢtırma yapmıĢtır111.Bu sıralarda, 1828 yılında Rusların, Yunanlılara destek amacıyla Trakya‘ya kadar yaptıkları askeri bir sefer sırasında, Kırklareli civarındaki bazı Tümülüsleri kazdıkları görülmüĢtür. Rusların büyük Petro‘nun emriyle 18. Yüzyılda baĢlatılan eski eser avına devam ettikleri görülmektedir. Alman yüzbaĢı (daha sonra MareĢal) Th. von. Moltke, 1837-38 yıllarında Osmanlıların Kavalılara karĢı yaptıkları askeri bir sefer sırasında gördüğü kalıntılar, yazıtlar ve Ģehirlerden de mektuplarında bahsetmedir. Nitekim Malatya, Kömürhan yakınlarındaki Urartu çivi yazı kaya kitabesini görmüĢ ve arkadaĢı YüzbaĢı Vonmülback‘ta bu çivili yazıtı kopya etmiĢtir112. Görüldüğü gibi Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde Anadolu da tarih ve arkeoloji izinli/izinsin birçok talanın muhatabı olmuĢtur. 107 Özkan, 2009: 30-31 Sekmen, 1990:IV – Özkan, 2009: 31 109 Ceram, 1979: 19 110 Özkan, 2009: 32 111 Baydur, 1988:10 112 Özkan, 2009: 32-33 108 41 3.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNDE “OSMANLI ĠMPARATORLUĞU DEVRĠ” Müze ve müzecilikle tarihi iliĢkileri yakın bir geçmiĢe dayanan Türkiye‘de ―Osmanlı Ġmparatorluğu döneminden itibaren‖ müzeler, öncelikle zengin tarihimizi ve beĢ deniz ülkesinin kültür tarihine ait kültürel emanetleri korumayı hedefleyen, 17, 18 ve 19.yy‘da Batının, Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun tüm topraklarında sürdürdüğü kültür soygununa karĢı koymak amacıyla 18. yy‘ın baĢlarında kurumsallaĢma sürecine giren ve ancak 19.yy‘ın baĢlarında kurumsal kimliğine kavuĢan çağdaĢ bir kurum olarak ortaya çıktığı kanaati yüksektir. Müzenin kurumsallaĢmasına iliĢkin bu tespit aynı zamanda Türkiye‘de müzecilik uygulamalarının biçimlenmesini de doğrudan etkileyen iki önemli kavramı vurgulamaktadır. Bunlardan biri tarihi ve kültürel mirasın ―korunması‖ diğeri de toplumun kültür ve eğitim seviyesini yükseltmeyi hedefleyen ―çağdaĢ bir kurum ―oluĢturma kaygısıdır. Bugün anladığımız anlamda Osmanlı imparatorluğu döneminde müzecilik kavramı, batılı örneklerine tam benzemese de üstün gayret ve çabalarla Tanzimat öncesinden itibaren bir kurumsallaĢma süreci içinde olduğu bilinmektedir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi kurumsallaĢmaya baĢlamasıyla, kurumsal kimliğini kazanması arasındaki yüzyıllık fark gözlerden kaçarak Osmanlı Müzeciliğinin baĢlangıcını genel olarak Osman Hamdi Bey‘in yaptığı çalıĢmalarla eĢdeğerde tutmak gibi bir yanılsama mevcuttur. Batı toplumlarında daha ortaçağda var olan asillerin değerli eĢya toplama merakı ilk önce koleksiyonculuğu geliĢtirmiĢtir. Rönesans‘ta yaĢanan geliĢmeler daha çok toplama merakını perçinleme ve toplanılan nesnelerin çeĢidini değiĢtirmeye yaramıĢtır. YaĢanan sosyal değiĢiklikler sonucunda koleksiyonculuk sadece asil sınıfın değil zengin burjuvanın da hobisi haline gelmiĢtir. Batıda bazı güçlü ailelerde yüzyıllar boyunca farklı nesillerin elinde çoğalan koleksiyonlar söz konusudur. Fransız ihtilali sonrası devletin, asillerin mallarına el koyma ve Louvre sarayı örneğindeki gibi bunları halka açma çabasından dolayı, bu koleksiyonlar halk müzelerinde sergilenmiĢtir. Bütün bu geliĢim sürecinde devletin rolü, ulusal devlet anlayıĢının görüldüğü Fransız Ġhtilali dönemi ve sonrası hariç çok değildir. Dünyadaki müzecilik geliĢiminden direk etkilendiğini bildiğimiz Osmanlı Ġmparatorluğunda kuruluĢ felsefesinden de kaynaklanan bir tavırla eski eserler üzerinde ki tüm tasarruf batılı örneklerinin aksine imparatorluk yönetimine aitti. 42 Osmanlı Ġmparatorluğunda batı ülkelerindeki gibi bir asil sınıftan söz edilemez. Osmanlı‘da üst sınıfa bağlı aileler çok sıklıkla değiĢmiĢtir. Dönemin politik olaylarına göre yönetici sınıf üst sınıf ailelere müdahale etmiĢ bunları değiĢtirmiĢtir. Bu durumda batıda görülen türde koleksiyonların üst sınıf aileler tarafından oluĢturulması da mümkün değildir. Daha da önemlisi Osmanlı‘da üst sınıf sayılabilecek tabakanın hiçbir zaman batıdaki kadar ayrıcalıklı ve baskın olmamıĢ olmasıdır. Osmanlı toplumunda batıdaki gibi yüksek sınıf farklılıkları bulunmaz. Osmanlı topraklarında ve mirasçısı konumunda olan Türkiye Cumhuriyetinde de müzecilik sade vatandaĢın ve/ya burjuvanın değerli eĢya toplama merakıyla değil, Osmanlı tebaasının (yönetici sınıfın) en baĢta kendi ecdadına ve topraklarında kendinden önce yaĢamıĢ diğer toplumların kültürel birikimine sahip çıkma, koruma ve onu gelecek nesillere aktarmak amaçlı bir olgun düĢünce ile olmuĢtur. 3.1.Tanzimat’ın Ġlanından Önceki Dönem Bu dönemde Osmanlı Hükümeti‘nin eski eserler hususunda bir bilgi ve ilgiye sahip olmadığını görüyoruz113. Osmanlı yöneticileri antik Ģehirleri, daima yapı malzemesi sağlanan bir taĢ ocağı olarak görmektedirler. Daha Selçuklular devrinde baĢlayan bu durum Osmanlı Devleti döneminde de nitekim inĢaat çalıĢmaları için çok uzak yerlerden Ġstanbul‘a yapı malzemesi getirtilmiĢtir. Örneğin, Baalbek ve Mısır‘dan getirtilen sütunlar Süleymaniye Camisi‘nde, Girit SavaĢı‘ndan elde edilen iki sütun Yeni Cami‘de, Bergama‘daki bir kilise harabesinden sökülen sütunlar Nuruosmaniye Cami‘nin yapımında kullanılmıĢtır. Bu örnekleri çoğaltmak için sadece kaynaklar bakmak gerekmez. Ülkemizdeki çoğu ev, dini yapı veya kaleler gibi kimi yapıların duvarlarında eski yapıların süslemeli ve yazıtlı parçalarına rast gelinmektedir. Bunlardan ilginç bir örnek BeyĢehir‘de Ġçeri ġehir‘de bulunan bir evin duvarında üçüncü kez kullanılan Osmanlı Dönemi sütun baĢlığının, Yunanca yazıtlı bir mermer kitabeden iĢlendiğini görmekteyiz114. 113 114 Madran, 1985: 503 Özkan, 2009: 09 43 Bu tarz eski taĢların tekrar kullanımı aslında çok eskilere dayanmaktadır. Kayseri Ekrer‘te bulunan üzerine haçlar kazınmıĢ ve bir Hıristiyan‘a ait olan mezar taĢı, ön yüzündeki tek sıra hiyeroglif yazısından da anlaĢıldığı gibi geç Hitit Dönemi‘ne ait bir stelden yapılmıĢtır. Nitekim Hitit Ġmparatorluk dönemine ait KuĢak Steli, köyün mezarlığında mezar taĢı olarak kullanıldığı gibi kimi Urartu stellerinde Ermenilerce üzerine haç kazınarak kullanıldığı görülmektedir. Eski harabelerin enkazından yararlanma yoluna giden yalnızca Osmanlılar değildir. 1402 yılında St. Jean Ģövalyeleri, Bodrum (St. Peter) kalesini inĢa etmek için, antik dünyanın Yedi Harikasından biri olan Mausoleum‘u yıkmaktan kaçınmamıĢlardır. Yinede mezar anıtını süsleyen ve Yunanlılarla amazonların savaĢını gösteren Yunan klasik çağına ait ünlü kabartmalarını, kalenin dıĢ duvarlarına yerleĢtirmiĢler, Geriye kalanları da kireç yapmak üzere yakmıĢlardır115. Bugün yurtdıĢında bulunan, Geç üslupta iĢlenmiĢ bir silindir mührün alt kısmına Selçuklu Sultanı olan ―Keyhüsrev oğlu Keykubat‖ adı kazınmıĢtır 116. Söz konusu eserin bizzat sultan tarafından kullanılıp kullanılmadığı belli değildir. Selçukluların eski eserlere karĢı önyargılın olmadıkları, Konya surlarında bulunan bir çıplak adam heykelinin varlığının onları rahatsız etmediği bilinmektedir. Nitekim bugün Ankara‘nın iç kalesi de birçok kabartma, heykel ve yazıt kullanılarak yapıldığı görülmektedir. Bu haliyle kale surları, gezenler için bir açık hava müzesidir117. Osmanlı Dönemi‘nde eserlere karĢı olan tutumunu gösteren bir olayda sadrazam Ġbrahim PaĢa‘nın 1526 yılındaki Budin Zaferi‘nden getirdiği bir tunç heykelin At Meydanı‘na (Sultan Ahmet Meydanı) konulmasıdır118. Heykel Macar Kralı Mathias Carvino‘ya ait olup Herakles, Afrodit ve Apollon‘un tasviri vardır. PaĢa bu heykeli, kendi sarayının (bugünkü Türk ve Ġslam Eserler Müzesi) karĢısına, eski hipodromun ortasındaki dikili taĢların bulunduğu yere, bir kaide üzerine yerleĢtirmiĢtir. Tarihçi Solak Zade‘nin bahsettiği ve Ģair Figani‘nin hicvettiği eser, çıplak figürlerden oluĢması nedeniyle çok tepki almıĢtır. Nitekim sadrazamın idam edilmesi üzerine heykel 1536 yılında kaldırılmıĢtır. Tunç heykelin ne olduğu bilinmemekte ise de parçalanıp eritilmiĢ olması kuvvetle mümkündür119. 115 Özkan, 2009: 10 Lambert, 1979: 68 117 Özkan, 2009: 10 118 Mülayim, 2002:419- Özkan, 2009: 11 119 Özkan, 2009: 11 116 44 Osmanlı Sarayı‘nda korunan Kutsal emanetler ile evvelki padiĢahlara ait eĢyaların saklanmasında müzecilik anlayıĢı yoktur. Bu eĢyalar Ġslam dinine ve atalara karĢı duyulan saygı ve sevgiden dolayı muhafaza edilmiĢtir. Oysaki XVII. yüzyılın sonlarından itibaren ülkeye gelen yabancılar tarafından eski ve yeni her türlü eseri toplama çalıĢmaları baĢlamıĢtır. Toplanan eserler arasında el yazma kitaplar ve sikkeler büyük yer tutmaktadır. Ayrıca Yunanca ve Latince kitabelerde dikkatlice kopya edilmektedir120. Osmanlılarda müze denilebilinecek yerlerin tekke ve türbeler olduğu söylenebilir. Türbelerde gömülü kiĢilerin silah, miğfer, zırh, elbise, kavuk gibi öze eĢyaları ile buraya hediye edilmiĢ ġam‘dan, halı, seccade, kumaĢ, yazı levhaları sergilenmekte ve Kuran-ı Kerimler bulundurulmaktadır. Ayrıca devrin yazı ve bezeme özelliklerini gösteren, Berat, Ferman gibi belgelerde türbedar tarafından saklanmaktadır. Aynı Ģekilde tekkelerde de tarikatı kuran kiĢinin elbiseleri yazı ve kitapları ile tarikatın âlem, bayrak, müzik aletleri, silahlar ve azı levhaları gibi eĢitli eserleri sergilenmektedir. Bu yerlerde ayrıca tarihi belgelerde bulunmaktadır 121. 3.2.Anadolu’da Yürütülen ÇalıĢmalar Anadolu‘da gezginler daha çok kıyı bölgelerindeki antik Yunan ġehirleri‘ nin harabelerini gezmiĢlerdir. Bunlardan bazıları iç bölgelere girdiler ve oralarda o güne kadar tarih ilminin bile duymadıkları yeni uygarlıkların izlerini keĢfettiler. 1672–73 yıllarında Ġstanbul‘da Fransa büyükelçisinin kâtibi olarak çalıĢan Antoine Galland, Anadolu‘da bilinen bazı antik kentlerden ve ele geçen eserlerden, harabelerden anılarında bahsetmektedir. Ġzmir‘de tiyatro ve Janus Tapınağı olup Tunç Küçükbüst ve baĢların bulunduğunu söylemektedir122. Troya‘yı gemiyle ziyarete giderken, nerede inileceğini bile belirtmektedir. Gallant, ülkede çıkan sikke ve madalyonlardan bahsetmekte ve bunların bazılarının muhtemelen Sakız‘da yapılan taklitlerden olduğunu söylemektedir. O sıralarda Ġzmir‘de eski yapıların yıkılmasıyla çok sayıda heykeltıraĢlık eseri bulunmaktadır123. 120 Özkan, 2009: 11 Özkan, 2009: 11 122 Galland, 1998:150 123 Özkan, 2009: 30 121 45 1736‘da ticari amaçlarla Ġran‘a giderken Konya Ereğli‘den geçen Jean Opter Geç Hitit Çağı‘nın en görkemli kaya kabartması olan Ġrlis Kabartması‘nı görerek, dönüĢünde yazdığı anlarında anıtı, bilim âlemine tanıtmıĢtır124. Troya ġehri‘ni bulma umuduyla Çanakkale‘ye gelen birçok kiĢi umduğuna eriĢememiĢ ise de bölge yoğun bir araĢtırmaya maruz kalmıĢtır. Gelen kiĢiler, yöredeki eski yerleĢme ve tümülüsleri önce tespit etmiĢler. Hangi devre ait olduğunu belirlemiĢ, bazılarında kısa süreli kazılar yapmıĢlardır 125. Örneğin 1789 yılında Fransa büyükelçisi Choiseul-Gouffier, Çanakkale‘de Sigeon yakınlarındaki Akhilleus tümülüsünü kazdırmıĢtır126. 1834–1839 yıllarında Anadolu‘yu baĢtanbaĢa gezen Fransız Charles FelixMarie Texier (1802–1871) ilk kez Hitit kavminin izini buldu. Romalı tarihçilerin sözünü ettiği Taviun Kenti‘ni ararken, Boğazköy ve Yazılıkaya kalıntılarını tespit etti. Bu izlenimlerini üç ciltlik bir eserde topladı127. Kitabından dolayı sultan ikinci Mahmut ona Assos‘taki Zeus Tapınağı‘nın bazı kabartmalarını hediye etmiĢtir. R.Rochette tarafından 1838 yılında yapılan kazıda bulunan kabartmalı metoplar ve frizler, bugün Louvre Müzesi‘ndedir. Rochette, kabartmaların tamamını bulamamıĢtır. Bu kabartmalarda at adamlar, Sfenksler bulunmaktadır. Bundan dolayı da sultan II. Mahmut‘un adı müzenin içinde konulan ―Louvre‘u sevenler‖ listesine yazılmıĢtır. Teksier, kendisi de Magnesia am Meandrum kentinde 1842 yılının Eylül‘ünden 1834 yılının Nisan‘a kadar kazı yapmıĢ, eser de toplamıĢtır128. Teksier‘den sonra Lord Elgi‘nin sekreteri olan William J.Hamilton (1777– 1859) da Anadolu topraklarında gezinti yaparak izlenimlerini yazmıĢtır 129. Oda imdi Hititlerin baĢkenti olduğunu bildiğimi, Boğazköy (HattuĢaĢ) harabelerini incelemiĢ ve Alacahöyük örenlerini e bilim âlemine tanıĢmıĢtır. 1827‘da Fransız Asya AraĢtırma cemiyet adına Anadolu ve Ġran‘ı araĢtırmaya gelen Alman arkeolog Friedrich Edward Schulz, Van kalesi ve civarında ilk araĢtırmaları yapmıĢ, bugün Urartu devleti olarak bildiğimiz krallığa ait 42 yazıtı kopya etmiĢtir. 1828‘de bu çalıĢmalarını Fransa‘ya yollamıĢtır. Ama 124 Lloyd, 1995: 11 Arık, 1953: 18 126 Özkan, 2009: 30 127 Özkan, 2009: 10-Description de I’ Asie Mineure, Paris 1839. 128 Özkan, 2009: 30 129 Özkan, 2009: 30-Resaerches in Asia Minor, Pontus and Armania, London 1842. 125 46 çalıĢmalarını tamamlayamadan 1829‘da Hakkâri‘de haydutlarca öldürülmüĢtür. Onun çalıĢmaları ölümünden sonra yayınlanmıĢtır130. Bu arada Suriye‘de Hama‘da coğrafya, Arkeoloji ve Doğu filolojisi üzerinde çalıĢan J.L.Buckhartd (1784–1817), Luvi Hiyeroglifi olarak tanımlanan yazıtlardan bulmuĢtur (1811)131. Üç blok halindeki bu yazıtlar Hama‘da bir caminin duvarında örülü olarak bulunmuĢ olup geç Hitit dönemine ait Suriye‘de ilk buluntulardır132. Fransız konsolos Gillet, 1836 yılında Tarsus Dönük taĢ Anıtında, dinamit kullanarak, tahribata yol açan bir araĢtırma yapmıĢtır133. Bu sıralarda, 1828 yılında Rusların, Yunanlılara destek amacıyla Trakya‘ya kadar yaptıkları askeri bir sefer sırasında, Kırklareli civarındaki bazı Tümülüsleri kazdıkları görülmüĢtür134. Rusların büyük Petro‘nun emriyle 18. Yüzyılda baĢlatılan eski eser avına devam ettikleri görülmektedir. Alman yüzbaĢı (daha sonra MareĢal) Th. Von. Moltke, 1837-38 yıllarında Osmanlıların Kavalalılara karĢı yaptıkları askeri bir sefer sırasında gördüğü kalıntılar, yazıtlar ve Ģehirlerden de mektuplarında bahsetmedir. Nitekim Malatya, Kömürhan yakınlarındaki Urartu çivi yazı kaya kitabesini görmüĢ ve arkadaĢı YüzbaĢı Vonmülback‘ta bu çivili yazıtı kopya etmiĢtir135. Adalardaki eserler ve kalıntılar hakkında bilgi veren kiĢilerden biri de Antoine Galland‘dır. Gallant anılarında birçok değerli bilgiler yanında eski eserlerden söz etmeyi de ihmal etmemiĢtir. Midilli, Sakız, Delos, Naksos, Paros, Antiparos, Kos, Rodos ve Kıbrıs Adaları‘ndaki kalıntılardan bahseder. Hatta büyükelçi Markiz Olier de Nointel, Delos Adasından bir kitabe alarak evine götürmüĢtür. Galland, Apollon Tapınağı‘nın bulunduğu Delos Adası‘ndaki harabelerden uzunca bahseder136. Naksos Adası‘ndaki eserlerden bahsederken, Ġngilizlerin Arundell için eserler almalarına karĢın, hala güzel olduğunu da eklemektedir. Kos Adası‘nın bahsinde sarf ettiği Ģu sözler, yabancıların eski eser ve Türkler hakkındaki düĢüncelerini özetlemektedir‖: ve bir Türkün bahçesinde bulunan kitabeyi ele 130 Sekmen, 1990: IV Ceram, 1979: 19 132 Özkan, 2009: 32 133 Baydur, 1998:10 134 Mansel, 1943:1,3-8 135 Özkan, 2009: 33 136 Özkan, 2009: 33 131 47 geçirmeye gayret etmelidir‖137. Arkasından, ―Türkler Rodos ġehir ve Adası‘nın o kadar kıskanç bir Ģekilde muhafaza etmeseler de orada değerli eserler bulmak mümkün olurdu‖ diye eski eser elde etmek için ne kadar hırslı olduğunu ortaya koymaktadır. Melos Adası‘nda görülen Diana (Artemis) heykelinden söz etmekte ise de bunun Milo Venüs‘ü denilen heykel olduğu anlaĢılmaktadır. Nitekim belki Galland‘ın verdiği bilgiye dayanarak, 1811‘de Maralius Vikontu, Milo Venüs‘ü denilen eseri satın aldı e evinde tuttu. 1816-20 yıllarında Ġstanbul‘da Fransa büyükelçisi olan Markuize de Riviere (Ch. fr. Derittardeau 1763-1828)‘in talimatıyla, 190 yılında Louvre Müzesi‘ne götürdü138. Sonuç olarak önce Mısır, daha sonra kıta Yunanistan ve Adalar yağmalanmaya baĢlanmıĢtır. Yabancılar bir gün eser elde etmek için yapıları tahrip etmektedirler. Ġlgi zamanla Anadolu‘nun iç bölgelerine ve Mezopotamya‘ya doğru kaymaktadır. Siyasi olaylar ne yazık ki Osmanlı Devleti‘nin baĢını ağrıtmakta, sonuç olarak askeri zafer kazanılsa da Batılı Devletler karĢısında daima boyunu eğme zorunda kalmaktır. Büyükelçiler Osmanlı nezdinde ima baskı unsuru olarak karĢınıza çıkmaktadır. Batılı devletlerle iyi geçinmeyi amaç edinen Türkiye, batılıların en basit isteklerini bile bazen aĢırıya giderek yerine getirmektedir139. 3.3.Anadolu DıĢında Yürütülen ÇalıĢmalar Bu dönemde yapıla kazıları yönetenler, asiller, büyük elçiler ve para sahibi kiĢilerdir. Yapılan kazıların bilimsel yönü olmayıp tamamen eski eser elde etme amacını güdüyordu. Bunun için siyasi nüfuzlarını da kullanan elçiler, padiĢahtan aldıkları fermanlar sayesinde çok sayıdaki eseri yut dıĢına çıkarmaya muvaffak olmuĢlardır. Bölge açısından bakıldığında, doğal olarak Yunanistan ve Ege adaları baĢta gelmektedir. Mısır zaten daha evvelde soyulmaya baĢlanmıĢtır. Avrupalılar ilk kez bu dönemde, Anadolu‘nun iç kısımlarına keĢif gezileri düzenlediler140. Yunanistan Bölgesinde eski yunan eserlerine gösterilen büyük ilgi, batılı elçilerin, o zamanlar Osmanlı toprağı olan Yunanistan‘daki harikaları elde etme yarıĢına itmiĢtir. Politik nüfuzlarını kullanan elçiler ve konsoloslar, ferman almak 137 Galland, 1998: II-146 Galland, 1998: II-148 139 Özkan, 2009: 34 140 Özkan, 2009: 12 138 48 veya yerel otorite ile iliĢki kurarak küçük eserleri toplayabiliyorlardı. Fakat bu döneme gelindiğinde batılıların gözü daha büyük eserlerdeydi ve bunun için gerekli donanımlara da sahiptiler. Hem para hem de eleman açısından yeterli olanakları olup yanlarında ressam ve mimarda bulunduruyorlardı. Avrupa‘da 17. yüzyıldan itibaren koleksiyonculukta büyük bir artıĢ olmuĢ ve çok sayıda antikacı ortaya çıkmıĢtır. Eser toplamak hem bir zevk hemde bilimsel bir dürtünün sonucuydu. Ama bazı kiĢiler. Eser toplamıyor adeta yağmalıyorlardı 141. Yunanistan‘da en dikkate değer eselerden biri de Parthenon tapınağı idi. M.Ö. 477–438 yıllarında yapılan tapınağın alınlıkları, metopları ve iç sütun sırasındaki frizlerinin kabartmaları, Klasik Dönem yunan sanatının e n güzel örnekleridir. Atina Ģehri Osmanlıların eline geçtikten sonra, Akropolis kısmı askerlerin bulunduğu bir kale olarak kullanılmaktadır. Nitekim 1687 yılında Atina‘yı kuĢatan Venedik dükası Morosini, Ģehri ve Akropolis toplarıyla dövmüĢ, bu arada Osmanlı cephaneliği havaya uçunca binalar zarar görmüĢtür. Düka, zafer ganimeti olarak Parthenon alınlığından söktürdüğü eserleri götürmek isterken düĢürüp kırılmalarına sebep olmuĢtur142. Kaçakçıların gözdesi olan bu yapılarda 1687‘de götürülen bu parçalardan sonra Palermo, Padoka, Paris, Würzburg ve Kalrsruhe‘de kabartmalara ait parçalar 18. Yüzyılda kaçırılmıĢtır. Vatikan Müzesi‘ndeki üç parça da 1744 yılında gelmiĢtir. Oysaki 1675‘te Atina‘ya gelen Jacob Spon ve Ġngiliz Botanikçi Georges Wheler, eserleri sağlam olarak görmüĢlerdi. Çünkü Osmanlılarda heykellere dokunmak yasak olduğundan iyi korunmuĢlardı143. 1799–1803 yıllarında Ġngiltere elçisi olarak Ġstanbul‘da bulunan VII. Elgin Kontu Thomas Bruce (1766–1841), Mimar Thomas Harrison ile birlikte Parthenon‘un birkaç kabartmalı metopunu Ġngiltere‘ye götürmek için Sultan II. Mahmut‘tan izin almıĢtır. Ama büyükelçi, verilen bu izni kötüye kullanmıĢ ve sadece metopları değil daha fazla kabartmayı ve aynı zamanda Yunanistan‘da topraklarına da Londra‘ya götürmüĢtür144. Kont, daha sonra topladığı bu heykel, seramik, sikke ve yüzük taĢlarını British Museum‘a kendi açısından zararına(!) satmıĢtır(1816). Onun kazanç temin etmek için yapılara zarar vermesi batılı bilim adamlarınca da hoĢ karĢılanmamıĢtır. Bu 141 Etienne, 2003: 35- Özkan, 2009: 12 Özkan, 2009: 13 143 Etienne, 2003: 35-40-41 144 Daniel, 1950: 82-83 142 49 nedenle daha sonraları, eser elde etme uğruna bulunduğu yapıya zarar vermeye Elginizm denilmiĢtir145. 1751–1753 yıllarında Dillettanti Cemiyeti mensuplarından Ġngiliz ressam James Stuart ve mimar Nicolas Revett, Atina‘da bezeme örnekleri toplamak amacıyla gezmiĢler ve çalıĢmalarını da yayınlamıĢlardır. Dillettanti Cemiyeti, 1732 yılında Sandwich kontu tarafından, güzel sanatları destelemek amacıyla kurulmuĢtur. Bu cemiyete mensup kiĢiler zaman zaman grup halinde, Osmanlı topraklarına gezi ve kazılar yapmaktadırlar146. 1811‘de Ġngiliz, Alman ve Danimarkalılardan oluĢan bir grup 147, Aegina‘daki Zeus-Aphaia ve Bassae‘deki Apollon tapınaklarını kazmıĢlardır. Zeus-Aphaia tapınağının M.Ö. 490–480 yıllarında tarihlenen kabartmalarında Troya savaĢından sahneler bulunmaktadır. Bassae-Apollon tapınağı M.Ö. 420–400 yıllarında inĢa edilmiĢ olup iç tarafta 31 metre uzunluğunda bir friz dolanmaktadır. Hafirler, bu bulunan kabartmaları, yerlerinden alarak götürmüĢler ve Bavyera kralı I. Ludwig ile British Museum‘a satmıĢlardır. Bavyera kralına satılanlar bugün Münih‘teki Glyptotek‘te sergilenmektedir148. British Museum‘a 1759‘da, Louvre Müzesi 1793‘te halka açılmıĢtır. Sanatsever halk, yeni eserler görmek için müzelere koĢuyordu. Bu arada müzeler arasında daha çok eser elde etmek için kıyasıya bir mücadele baĢlamıĢtı. Görüldüğü gibi bu yarıĢtan bazıları para da kazanıyordu. Bu çalıĢmalar sırasında Osmanlı Devleti‘nin yerel yöneticilerin de ihmalleri olduğu ve zaman zaman rüĢvet alarak kazılara göz yumdukları da bilinmektedir149. Fransızlar da bu yarıĢa katılmıĢlardır. Atina‘da bulunan Fransa konsolosu, ressam ve antikacı L.Fr. S.Fauvel de Parthenon‘un bir metopunu Louvre‗a kazandırdı (1803). Fransa‘nın Atina konsolosu olan Choiseul-Gouffier kontu Marie Gabriel August (1752–1812), Türk hükümeti ile kurduğu iyi iliĢkiler sayesinde Yunanistan ve adalardan Topladığı birçok eseri Fransa‘ya götürmüĢtür (1776– 1780). Kontu daha sonra 1784–1793 yıllarında Ġstanbul‘da büyük elçi olarak görmekteyiz. Fauvel, 1798‘de Mısırın Napolyon tarafından iĢgal edilmesi üzerine 145 Arseven, 1998: 519- Eyice, 1982: 660 Özkan, 2009: 14 147 Özkan, 2009: 14-Grup, İngiliz mimar ve arkeolog Ch.Robert Cockerell, İngiliz mimar John Foster, Danimarkalı mimar Baron Haller von Hallerstein, İsviçreli ressam Jacob Linkh’den oluşuyordu. 148 Etienne, 2003: 64-65 149 Özkan, 2009: 15 146 50 Atina‘da tutuklandı. dağılmıĢtır 150 Sonra serbest bırakıldıysa da el konulan eserleri, . Bu sıralarda Osmanlı Devleti‘nin tarihi eserleri sahiplenmek için bir çabası yoktu. Louvre ve British Museum arasındaki eski eser arasındaki eski eser elde etme yarıĢını öylece izlemiĢtir. Çünkü bu yıllarda Yunanistan‘da karıĢıklık vardı ve Rumlar bağımsızlık elde etmek amacıyla, Batılıların da desteğiyle isyan etmiĢlerdi (1827)151. Osmanlılar, Yunanlılarla yapılan savaĢtan galip çıkmalarına karĢın batılı devletlerin ve Rusya imparatorluğunun baskısıyla, Yunanistan, Mora Yarımadası, Attika, Kyklatlar ve Skyros adaları olmak üzere 1830 ‗da bağımsızlığını kazandı. Böylece ileride kurulacak olan Türk müzelerine bu bölgeden eser gelmesi olanağı hemen hemen ortadan kalktı. Fakat Girit, Rodos, Midilli gibi birçok ada hala Osmanlıların elinde olmasına rağmen, buralardan ancak daha sonraki yıllarda, Türk yöneticilerin göndermesiyle veya yapılan kazı ve araĢtırmalar yoluyla müzeye eser gelmiĢtir. Bunların da çok sayıda oldukları söylenemez. Yabancıların Mısır‘a olan ilgileri ise hiyeroglifler ile piramitler baĢta olmak üzere muazzam harabeleri, heykelleri, mumyaları yüzünden baĢlamıĢtır. Harabe ve mezarlardan kolayca ele geçen binlerce buluntuda bu ilgiyi attırmıĢtır. Mezarlardan ele geçen değerli taĢ altınların bir kısmı tekrar mücevherat yapımında kullanılıyor iken Müslümanlar için bir Ģey ifade etmeyen kabartma ve heykellerde bunlara ilgi duyan yabancılara satılıp para kazanılıyordu. Bunun dıĢında Eski Mısır‘ın yazıları, kiĢilerin ilgisini çekmekte olup hiyeroglif yazısını çözmeye uğraĢmaya daha M.S.3. yüzyılda baĢlanmıĢtı. Yabancı gezginler, koptca el yazma kitaplar ve eski Mısır eserlerini almak üzere Mısır‘a gelmeye baĢladılar152. 1652 yılında Fransız Jean de Thévenot, Suriye ve Ġran‘dan sonra Mısır‘ı da ziyaret eder ve Gize‘de Keops piramidinin ölçülerini çıkarır. Memfiste bir mezar açtırır ve bir lahit satın alır. Sakkara‘da da içinde çok sayıda mumya bulunan bir kuyu açtırmıĢtır. Buradan da altı adet mumya alarak Fransa‘ya döner153. Ayrıca Dominikan papazı Johann Michael von wansleben 1672‘de, Fransız bakan Jean Babtiste Colbert‘le, eski yazılar ve sikkeler satın almak üzere, orta Mısır‘a kadar uzandılar. ÇeĢitli manastırları ve antinoe kentini gezerler.1699 ve 150 Etienne, 2003: 68 Özkan, 2009: 16 152 Özkan, 2009: 17 153 Vercoutter, 2003: 31 151 51 1717 yıllarında serüvenci Paul Lukas, Luksor kentine kadar gitmiĢtir. 1717–20 yıllarında Fransız pederler Jesuit ile Claude Sicard, Mısır‘ın ilk haritasını yaparlar ve çalıĢmalarını bir kitapta toplarlar154. 1735 yılından önce Fransız baĢkonsolosu Benoit De Maillet, kont de Pontchantrain‘e, Yunanistan‘da kazı yapan kont de Caylus‘a gönderilenlerin büyük kısmı Paris‘te Bibliotheque Nationaldadır. 1759 yılında Ġtalyan Doktor Donati, Ġtalya prensleri adına Karnak‘ta kazı yapmıĢtır. XVIII. Yüzyılın ortalarında Ġngiliz rahip Richard Pococke ve Friedrich Ludwig Worgen ziyaret etmiĢlerdir. 1810 yılından 18228 yılına kadar, 13 tapınağın taĢları sökülerek ya fabrika inĢaatında kullanılmıĢ veya kireç ocakların da yakılmıĢtır. 1821 yılında Ġngiliz Mısır bilimci Wilkinson, Theb kentinde kazı yapmıĢtır155. Krokodilopolis‘i 1812‘de keĢfeden Marsilyalı heykeltıraĢ Jean Jacques Rifaud, burayı 1823 yılında kazarak 6 tapınak, 66 heykel ve 200‘dn fazla yazıt buldu. Rifaud, Drovett adına eser biriktirmektedir. Eserler Fransa kralına satılmak istenmiĢse de fiyatta anlaĢılmayınca, Pimonte satılmıĢ ve eserler torino mısır müzesine gelmiĢtir. Bugün torinodaki museo egizio adlı müze Avrupa‘nın en zengin mısır eserlerine sahiptir. Mısır eseri giren ilk Avrupa müzesi budur. Biriktirilen ikinci kısım mısır eserleri, Champollionun önerisiyle Fransa kralı tarafından Louvre müzesi için satın alınır. Üçüncü birikim de 1836 yılında mısır bilimci Lepsius‘un tavsiyesiyle Prusya kralı tarafından satın alınmıĢtır. Karl Richard Lepsius (1810–1884), 1842–1846 yıllarında Prusya kralı adına tüm mısır ve nubia anıtlarını kopya etmiĢtir. Ayrıca Cebel Barka‘daki amun mabedinden büyük bir heykeli baĢkent Berlin‘e götürmüĢtür156. Mısır‘ın soyunması bu ülkede görevli batılı diplomatlar yoluyla baĢlamıĢtır. Bunlar ülkelerine binlerce mısır eseri götürmüĢtür. Firavunların mezarları, mezar soyguncuların büyük ilgisini çekmekte, kaçak kazılarla bulunan eserler yok pahasına yabancılara satılmıĢtır. Napoleon Bonoparte‘ın 1798-99‘da Ġngilizlere yenilerek baĢarısızlıkla sonuçlanan mısır seferi sırasında Fransız ordusunda bulunan bilim adamları eski mısır eserlerini topladılar ve üzerlerindeki yazıları özenle kopya ettiler. Bilim 154 Özkan, 2009: 18 Özkan, 2009: 18 156 Özkan, 2009: 18 155 52 adamlarının baĢında D.Vivant Denon vardı. Fransızların yenilmesi sonucunda, bütün derlenen antikalar, 1803 yılında Ġngilizlere teslim edildi. Bu eserlerde British Museum‘a verilmiĢ, ama yazıtların ve eserlerin kopyaları Paris‘e götürülmüĢtür. Mısırdan toplanan eserler ve kopyalar üzerinde yapılan çalıĢmalar yapmak amacıyla Paris‘te Fransız mısır enstitüsü kurulmuĢtur. Enstitü Merkezi‘ni daha sonra Kahire‘ye taĢımıĢtır. Böylece ‖Egyptology‖ bir bilim dalı olarak geliĢmeye baĢladı. Mısır seferine katılan Jean François Chanpollion (1790–1832), YunancaHiyeratik ve hiyeroglif olarak kaleme alınmıĢ olan reĢit/rozet taĢının yazarını, kopt dilini bilmesi sayesinde, 1822‘de çözerek mısır hiyeroglif yazısını okuyup anlamayı baĢarmıĢtır157. Avrupa‘da mısır eseri ama arzusu arttıkça hem araĢtırmalar hem de antika satıcılığı artmıĢtır. Böylece yerliler yanında yabancı eski eser satıcıları da vardı. Kendilerini teknisyen olarak da gösterilen bu kiĢiler arasında Ġsveç ve Norveç adına çalıĢan Giovanni anastasi, Fransa adına çalıĢan Bernardino Drovetti, Sabatier ve Mineut ile Ġngilizler adına çalıĢan Henry Salt vardır. Bunlar aldıkları fermanla, Avrupalı definecileri tutarak kazı yapmakta veya satın alarak topladıkları binlerce eseri Avrupa‘ya götürmüĢlerdir. Böylece Londra, Paris, Torino, Viyana, Berlin ve Leiden‘de büyük koleksiyonlar oluĢmuĢtur. Bu çalıĢmalara güdeleyen diğer bir olgu da halkın, Ġncil‘de geçen bazı olayları tasdik edecek sonuçları görme arzusuydu. H.Salt, biriktirdiği eserleri British Museum‘a satmak istemiĢse de parayı alamadığından, bunları Soane‘a sattı. 4014 eserlik ikinci grubu Louvre‘a sattı. Üçüncü grup ise, onun ölümünden sonra British Museum‘a satılmıĢtır. Burada 1083 parça eser vardır158. Yabancılar mısırın hazinelerinden daha çok nasiplenmek için arkeolojik kazı yapmayı düĢünmüĢlerdir. Ama ilk teĢebbüste bulunan kiĢi, Mısır Hidivi‘nin gözünü su pompasıyla boyamıĢ olan Ġtalyan bir akrobat idi. Mısır‘da kazı yapan ilk Avrupalı olan ve arkeoloji ile ilgisi olmayan Giovanni Battista belzoni (1778–1823), 1816‘da Mısır‘a gelmiĢtir159. Bu adam, yaptığı iĢlerden dolayı bir mezar soyguncusu olarak görülmektedir. 1816 yılı kasım ayında ikinci Ramses‘in muazzam heykelinin baĢının uzun uğraĢlarla Ġngiltere‘ye gitmesini sağlamıĢtır. Gize‘de, firavun Kefren‘in Piramidi‘ni açmıĢtır. Ġçinde firavun I. Ramses‘in ve I. Seti‘nin mezarının da bulunduğu, Theb‘deki mezarlıkta kazılar 157 Özkan, 2009: 18 Özkan, 2009: 20 159 Fagon, 1973: 48-Ceram, 1982: 104 158 53 yapmıĢtır. Belzoni, Ġngilizler adına çalıĢmıĢ, bulduğu eserleri gemi ile British Museum‘a yollamıĢtır160. Fransız natüralist Frédérich Cailliaut, 1816–1822 yıllarında mısırda dolaĢarak resimler yapmıĢtır. 1828–29 yıllarında Fransa-Toskana keĢif heyetine katılan Rosellini-Cihampollion, yüzlerce mezarda çalıĢtı ve önemli eserler keĢfetti. Aynı zamanda bunlarla ilgili 1400‘den fazla çizim yapmıĢtır. 1829‘da Fransız Prisse d‘Avennes, Mısır‘a gelir. Mühendis ve hidrograf olan bu kiĢi Mehmet Ali PaĢa‘nın yanında çalıĢmaya baĢlar. Aynı zamanda arkeolojiye de meraklıdır. Nitekim kaynakta ki amun mabedindeki üçüncü Tutmosis‘in Atalar Salonu‘nu söküp Louvre Müzesine hediye eder. 1828 yılında Mısır‘a tekrar gelen Chanpollion, I.Seti‘nin mezarının kapı pervazı ile Luksor mabedindeki bir obeliskin taĢınmasına nezaret etti. Diğer pervazı da Roselli‘ni, Fransa‘ya götürmüĢtür. Luksor‘dan sökülen dikili taĢ, Nisan 1833‘te gemiyle Fransa‘ya yola çıkar ve Tulon limanına getirilir. Uzun çabalardan sonra dikili taĢ, 1836 yılında Paris‘te Concorde Meydanı‘na dikilmiĢtir. Osmanlı yöneticilerinin bu çalıĢmalar karĢısında nasıl bir davranıĢ gösterdiğini bilemiyoruz. Çünkü Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali PaĢa (17569–1846) Osmanlı PadiĢahı‘na isyan etmiĢ Nizip SavaĢı‘ndan sonra Konya‘ya kadar ilerlemiĢti. Bunun üzerine, Osmanlı Devleti Rusları yardıma çağırmıĢ, bunu duyan Kavalalı, barıĢ yapmaya yanaĢmıĢtır. Böylece Mısır ülkesi 1832 yılında Osmanlı Ġmparatorluğundan ayrılarak iç iĢlerinde serbest bir eyalet statüsüne getirilmiĢtir. Kavalalı, Avrupalılarla yakın bir iliĢkiye girmiĢti. Ülkesini daha zengin ve güçlü hale getirmeye uğraĢmaktadır. Bu sırada eski anıtlar kireç veya bina yapmak amacıyla yıkılıyor, mumyalar Ģekerin rafinerisinde ve beyazlatılmasında kullanılıyordu161. Mısır‘daki eski eserleri korumak amacıyla ilk ciddi giriĢimi yapan, Fransa‘da eğitim görmüĢ olan Rifa‘a el Tahtavi (1801–1873), 10 ağustos 1835 tarihinde bir yönetmelik yayınlamıĢtır. O, halkın dikkatini eski eserlerin önem ve değerine çekmiĢti. Mısır eserlerinin ticareti düzenlendi ve Kahire‘de ilk kez sergilenmesi de yapıldı. Önce Ģehrin merkezindeki Özbekiye Bahçesi‘ndeki küçük bir binaya taĢındı. Burası uzun yıllardan beri Mısır‘da yaĢayan, Fransız mühendis ve coğrafyacı Louis Maurice Adolphe Linant de Bellefonts‘a emanet edildi. Ama Kavalalı ve ondan sonra gelen hidivler bu eserleri, Avrupalı önemli misafirlere 160 161 Özkan, 2009: 21 Özkan, 2009: 22 54 hediye vermek için bulunduruyorlardı. Nitekim eserler, daha sonra Selahattin Kalesi‘nin içine taĢındı. Kaledeki tek bir odada kalan eserler, yeterli görülmüĢtü. Hidiv Sait PaĢa tarafından geriye kalan eserler, 1855‘te Avusturya arĢidükü Maksimillian‘nın ziyaretinde kendisine hediye edildi. Mısır‘da ilk kazıyı yapan Auguste Mariette (1821-1881) Louvre Müzesi‘nde çalıĢan bir asistandı. Mısır‘a geliĢ amacı, Kıpti rahiplerin kurduğu manastırlardaki el yazmaları satın almaktı. Bunda baĢarısız oldu ama Sakkara ‘da Serapis Tapınağı‘nın giriĢini ve kutsal Apis Boğalarının mezarlarını açtı (1850–57). 1857‘de Paris‘e döndü162. 1858 yılında Mısır Eski Eserler Müdürlüğü oluĢturuldu. Mariette‘ye genel müdürlük teklif edildi. Müdürlüğü kabul eden Ariette‘nin en büyük uğraĢısı, Mısır ve Avrupalıların eski eser ticaretine devam etme isteklerinin engellenmesi ile geçmiĢtir. Bu sırada, 1859 yılında Dra Abu el-Naga‘da kraliçe Anhotip ‘in mezarı bulundu. Kraliçenin tabutu Qena Valisi tarafından el konularak Kahire‘ye gönderilmiĢtir163. Mariette, 1860‘ta Sakkara‘daki bir dizi mastabayı açmıĢtır. Aynı yıl Gize ‘deki Kefren ‘in Vadi Tapınağı‘nı da kazar. Ayrıca Tanis (1860–1861) Abydos, Theb (1857-58) ve hatta Elephantine Adası‘nda kazılarda bulunur. 1871‘de Medium‘da Rahotep ve Nefermaat mastablarını kazmıĢtır. 1 Haziran 1858‘de Mısır Eski Eserler ÇalıĢmaları Müdürlüğü‘ne getirilir. 1881‘de ölünceye kadar bu görevde kalmıĢtır. Mariette‘nin ölümünden sonra, onunla birlikte yıllarca çalıĢmıĢ olan Luigi Vassali (1812-1887) bir süre müzeyi yönetmiĢse de yerine Gaston Maspero (1846-1916), müze müdürü olur. Maspero çalıĢmaları sırasında büyük bir baĢarıya imza atar. Ve Theb‘de 18 ve 19. Sülale mezarlığını açar. Firavun Amasis I., II., III. Tutmosis, I. Amenofis, I.,II., III. Ramses ve kraliçeleri Nefertari, Haçepsut, Anhotep ve prens-prensesler ile yüksek rütbeli kiĢilerin mumyalarını bulur Mısır Müzesi‘ne getirir. Bulak Ģehrindeki Mısır Müzesi, Mariette tarafından 1863‘de ilk kez halka açıldı. Müze 1878‘desele maruz kaldı ve birçok eser selde kayboldu. Geriye kalanlar Hidiv Ġsmail PaĢa‘nın Gize‘de ki evinin bir köĢesine yerleĢtirildi. Maspero, Cezire‘de bir müze yaptırmak istenmiĢse de eserler 10 yıl daha Bulak‘ta kalmıĢtır. Onun ardılı Eugene Grebaut (1846-1915), zamanında, 1889‘da Bulak‘taki eserler binaya sığmaz oldular. Hatta kazılar boyunca eserler Yukarı Mısır‘da gemiler içinde korunmuĢtur. Hidin Ġsmail PaĢa‘nın Gize‘deki evi müze için 162 163 Özkan, 2009: 23 Özkan, 2009: 24 55 ayarlandı ve 1889‘da Gize ‘ye taĢınan eserler 1890 yılında tekrar gezilebilir hale geldi. Eserlerin daha iyi sergilenebilmesi için yeni büyük bir Mısır Müzesi yapılmak istendi. Mısır Müzesi Binası için açılan yarıĢmayı Fransız mimar Marcel Dourdon kazandı. 1897‘de inĢasına baĢlanan müzeye 9 Mart 1902‘de eserler aktarılmaya baĢlanmıĢ, 13 Temmuzda bu iĢlem tamamlanmıĢ ve nihayet 15 Kasım 1902 tarihinde açılmıĢtır. Tahrir meydanında bulunan bu binada bugün 15000‘den fazla eser bulunmaktadır. Mısır‘da eski eserlere karĢı duyarlılık, Ġstanbul‘dan önce baĢlamıĢtır. 1835‘te çıkarılan bir kanunla eski eserlerin yurt dıĢına çıkarılması yasaklandıysa da Avrupa Müzeleri‘ne binlerce Mısır eseri akmıĢtır. Örneğin, Viyana‘daki, Kunsthistorische Museum‘da 10000 kadar Mısır eseri korunmakta olup, eserler diplomatlar yoluyla satın alınarak getirtilmiĢtir. Ayrıca bazı koleksiyonlarda satın alınarak birikim zenginleĢtirilmiĢtir164. Eugene Grebaut, Luksor‘un, Nil‘in batı tarafında bulunan Dra‘Abu el-Naga denilen yer bir mezarlıkta, 1891 yılında geniĢ bir kazı yapmıĢtır. Burada 17–18. sülalelerin kral ve kraliçeleri yanında Karnak‘ın Amun rahip ve yüksek memurları gömülmüĢtür. Bu kazı da bulunan eserlerin bir kısmı. Mısır Hidivi Abbas PaĢa tarafından Ġstanbul‘a gönderilmiĢtir165. Eserler arasında her türden mezar eĢyası bulunmakta olup böylece Müze-i Hümayun‘a Mısır eseri girmiĢtir. Bumlar arasında sekiz adet mumya sandukası olup üçünde mumyaları mevcuttur. Ayrıca Kanop vazoları, maskeler, mumya yastığı, süs eĢyaları ile Ölüler Kitabı‘ndan papirüs yaprağı gibi mezarlara bırakılan ölü hediyeleri de vardır. Ayrıca tanrı, uĢepti ve hayvan heykelcikleri de bulunmaktadır166. Müze-i Humayun, Mısır eserlerinden nasibini alamamıĢtır. Nitekim 1890‘da Mısırlı Ġbrahim PaĢa (186 parça vermiĢ) ve Sadrazam Ġbrahim Edhem PaĢa‘nın az sayıdaki hediyeleri ile Alman büyükelçisi Radowitz‘in satın alınan koleksiyonundan da biraz Mısır eseri gelmiĢse de Anadolu‘da bulunanlar, Filistin kazılarından gelenler ile toplam Eski Mısır eserlerinin sayısı ancak bin kadardır167. Mezopotamya, XVI. Yüzyıldan itibaren gezginlerin uğrak yerlerinden biridir. Gelen kiĢiler, köylülerin bulmuĢ oldukları heykelcik, silindir mühür, çivi yazılı tablet ve tuğlalar gibi küçük eserlere rağbet ediyor, bunları satın alıyorlardı. Nitekim 164 Satzinger, 1994:- Özkan, 2009: 25 Eşem, 1955:59 166 Özkan, 2009: 26 167 Özkan, 2009: 26-Asar-ı Mısrıye Kataloğu, İstanbul 1317, 11-12; 1897 yılı istatistiğinde toplam 912 eser olduğu belirtilmiştir. 165 56 1780‘de Papa‘nın emriyle Irak‘a giden Fransız rahip Pierre Joseph de Beauchamp (1752–1801) da eserlerden toplamıĢtır168. Leh asıllı Cizvit papazı Maximilian Ryllo da Mezopotamya‘ya bir gezi yapmıĢtır. Papaz Ninive‘yi ziyaret etmiĢ, 9 silindir, 1 damga mühür, 7 adet çivi yazılı tablet ve kerpiç ile bir taĢ kabartma parçası almıĢtır. Ayrıca iki amulet ve 14 Sasani mührü de getirmiĢtir. 1838‘de Vatikan‘a döndüğünde, buluntularını Vatikan Kütüphanesi‘ne bağıĢlamıĢtır169. 1795‘te matematikçi Karsten Niebuhr (1733–1815), Danimarka kralı 5. Friedrich tarafından Mısır, Arabistan ve Suriye‘ye araĢtırma için gönderilen bir heyete girmiĢtir. Bu gezi sırasında bir ara Ġran‘a giderek Persepolis harabelerini incelemiĢ ve buradaki üç dilli çivi yazılı kaya yazıtlarını kopya etmiĢtir. O bunların eski Persçe, Yeni Elamca ve Yeni Babilce dillerinde olduğunu ilk kez saptamıĢtır. 1802‘de George F. Grotefend (1775–1853) ise bu yazıtlardaki kral adlarını belirlemiĢtir. Grotefend, eski doğu dillerini bilmediğinden daha ileriye gidememiĢ ise de çivi yazının çözümü için ilk adımları atmıĢ oldu170. 1816 yılı baĢında Bağdat‘ta Ġngiltere‘nin iĢ temsilcisi olarak bulunan Cladius James Rich (1786–1821), sekreteri Charles Bellino ve Dr Hine le Mezopotamya‘da (Hille‘de) kazı yapan ilk kiĢilerdir171. Rich, harabeleri gezmiĢ, eski eserleri toplamıĢ ve 1817‘de Babil Ģehrini ziyaret etmiĢtir. ÇalıĢmalarını da yayınlayan Rich‘in eski eser birikimi ölümünden sonra, 1825 yılında British Museum‘a verilmiĢtir. Rich sağlığında, bazı eserleri Avusturya arĢidükü John‘a vermesi için Büyükelçi von Hammer-Purgstall‘a göndermiĢtir172. Charles Bellino, Avusturya‘da doğu dilleri okumuĢ, daha sonra Ġngiliz ordusunda çalıĢmıĢtır. 1811‘de Avusturya‘nın büyükelçisi tarihçi, orentalist ve Ģair olan Joseph von Hammer (daha sonra Freiherr Vonhammer-Purgstall 1774–1856) ile tanıĢtı. Doğu dilleri ve hukuk alanında çalıĢtı. 1816‘da önce Rich ile Mezopotamya‘ya gitti. Aynı yıl gezgin James Silk Buckingham‘a eĢlik etti ve Bellino çivi yazılarını kopya etmede büyük baĢarı gösterdi. Hemedan ve 168 Daniel, 1981:69 Buren, 1942: 360-365 170 Özkan, 2009: 28 171 Özkan, 2009: 28-Daniel, 1981:70-Lloyd, 1955:1-90 172 Özkan, 2009: 28 169 57 KirmenĢah‘taki yazıtları kopyaları tamamlayamadan hastalanarak 1820‘de öldü ve Musul‘da gömüldü173. Ġngiliz ve gezgin W.F.Ainstworth, Telsin, Kare (Senke de Larsa) kentinde 1832, Ekim 1834 ve Ocak 1835‘te kazılarda bulunmuĢtur. Bulunan eserler Ġngiltere‘ye gitmiĢtir174. 3.4.KuruluĢ ve Fethi Ahmet PaĢa Dönemi (1839-1869) Toplayıcılığın ve ilk koleksiyonculuk örneklerinin, dünyada insanların yerleĢik hayata geçtiği çağlara kadar uzandığını daha önce belirtilmiĢti. Neolitik çağdan bu yana Ortadoğu da ve Anadolu‘da yaĢamıĢ kavimlerin ve uygarlıkların küçüklü büyüklü birçok yerleĢim merkezlerinde bu koleksiyonculuk geleneğinin devam ettiğini görmek mümkün olabilmektedir. Sanatın ve sanatçıların geliĢmesini sağlayan bu ilk koleksiyonlar ve koleksiyonculuk öncelikle, insanların kendinden daha üstün güçlere tapınmak amacıyla yaptıkları mabetlere dini amaçla sunulan hediyeler ve kutsal sayılan eĢyaların bir araya getirilmesi ile oluĢmuĢtur. Mabet koleksiyonları, hediye ve ganimet olarak gelen dinsel nitelikli ve öteki kıymetli eserlerle iyice zenginleĢmiĢ ve orta çağda, özellikle kiliselerde hazineler haline gelmiĢtir. Tanrıdan ya da tanrılardan aldıkları manevi güçlere sahip olduklarına inanılan mabetlerdeki din adamları, böylece bu manevi güçlerinin yanında, söz konusu hazineler ve öteki yan gelirler sayesinde büyük bir maddi güce de sahip olmuĢlardır. Bu durum varlıklı ve aynı zamanda söz sahibi bir ruhban sınıfının doğmasını sağlamıĢtır. Ġkinci tip koleksiyonculuk devlet yönetimlerinin ve yerel yönetimlerin, halkın ve devletin geleceğini dikkate alarak, o yönetimin gücünü ve devamını güvence altına almak amacıyla meydana getirilen koleksiyonlar ve koleksiyonculuktur ki, buna devlet hazinesi denmekte idi. Bu hazine, Ģimdiki anlamda merkez bankalarının kasalarında saklanan külçe altınlar stokunu hatırlatmamalıdır. Bahsettiğimiz hazinelerde, kıymetli madenlerden, kıymetli taĢlardan ve öteki maddelerden yapılmıĢ sanat eserleri ve ziynet eĢyaları dâhil, her türlü eser, eĢya ve ganimet bulunuyordu. 173 174 Barnett, 1974: 44 Özkan, 2009: 29 58 Üçüncü tip koleksiyonculuk ise, belirli bir zümre, sınıf hanedan, aile ve diğer hatırı sayılır zengin kiĢilerce toplama, satın alma ve ganimet alma gibi yollarla elde edilen eser ve eĢyalardan oluĢan koleksiyonlar ve koleksiyonculuk idi. Tüm bu koleksiyonların, asırları aĢarak zamanımıza kadar ulaĢtığını tabii ki söyleyemiyoruz. Ġmparatorlukların, krallıkların, sultanlıkların, hanedanlıkların vb. yıkılıp gitmesiyle, devlet hazineleri ve koleksiyonlar dağılmıĢ ve yok olup gitmiĢtir. Türklerdeki koleksiyonculuk geleneğinin Anadolu‘daki uzantılarının en erken örneğini 13.yy.‘da Selçuklular dönem‘inde görmek mümkün olmaktadır. Prof. Dr. Semavi Eyice‘nin de belirttiği gibi; eski Konya‘nın bulunduğu höyüğün etrafı, Selçuklular tarafından, bugün hiçbir izi kalmamıĢ bulunan bir surla çevrelenmiĢ ve Selçuklular bu sırada ellerine geçen her döneme ait çeĢitli iĢlemeli ve kabartmalı taĢları sur duvarlarının dıĢ yüzlerine yerleĢtirmiĢler ve dolayısı ile bu eserler değerlendirilerek bir koleksiyonculuk ve müzecilik örneği verilmiĢtir. Bu sur duvarlarını ve giriĢ kapılarını süsleyen kabartma ve heykellerin tasvirlerini, Fransız seyyah Leon de Laborde tarafından 1837 de yayınlanan ―küçük Asya ve Suriye Seyahatleri‖ adlı eserdeki gravürlerde görmekteyiz. Bunlar arasında baĢsız çıplak bir erkek heykeli de bulunmaktaydı. Elbistan ve MaraĢ yörelerinde hüküm sürmüĢ ve Anadolu beyliklerinden biri olan Dulkadiroğulları Beyliği (1339- 1522) ‗nin hükümdarlarından Alaüddevle‘nin MaraĢ surları içerisindeki bir bölümde Geç Hitit eserlerini biriktirdiği bilinmektedir. Osmanlı Dönemi‘ne gelindiğinde, Osmanlı padiĢahlarının, gerek ilk baĢkent olan Bursa‘daki ve gerekse Edirne‘deki saraylarında hazine dairelerinin bulunduğu, daha baĢtan beri ata yadigârı kıymetli eserlerin ve savaĢlarda elde edilen ganimetlerin buralarda korunduğu bilinmektedir. Vaktiyle Askeri Müze‘de tesadüfen ele geçirilip koruma altına alınan Orhan Gazi‘nin iĢlemeli miğferi buna bir örnek teĢkil etmektedir. Ġstanbul ‗un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından sarayda bir hazine dairesinin meydana getirildiği ve Fatih‘in çeĢitli dillerde yazılmıĢ değerli kitaplardan oluĢan zengin ve önemli bir kütüphanesinin bulunduğu anlaĢılmaktadır. 19.yy.‘da yaĢamıĢ devlet adamı, divan Ģairi ve tarihçilerimizden Ahmet Tayyarzade Ata Bey, Ahmet Cevdet PaĢa ‗nın teĢvikiyle kaleme aldığı kısaca ―Ata tarihi‖ denen ve II. Mahmut‘la Abdülmecit dönemlerine ait olayların anlatıldığı beĢ ciltlik ―Enderun Tarihi‖nde Fatih ‘den itibaren büyük Haziney-i Hümayun‘dan 59 bahsedilerek; Sultan II. Beyazıt (1481-1512) zamanında Enderun Hazinesi hakkında düzenlemiĢ bir defterin bulunduğu, hazine eĢyasının zamanla saraya sığmaz hale geldiği ve güvenlik gerekçesiyle bir kısmının Yedikule Hisarı‘na taĢınarak orada korunduğu ifade edilmektedir. Gerek Ata yadigârı olsun, gerekse nadir ve kıymetli eserler olsun Osmanlı PadiĢahlarının hazineleri esas olarak Yavuz Sultan Selim (1512-1520) zamanında dünya çapında ün yapmaya ve değerlendirilmeye baĢlamıĢtır. Yavuz Sultan Selim‘in doğu seferi, Suriye ve Mısır Seferi, Mekke ġereflerinin Yavuz‘a teslimiyetleri, Halifeliğin Osmanlılara geçmesi dolayısıyla ve baĢta Ġslam âlemince son derece önem verilen kutsal emanetler olmak üzere, birçok değerli eser ve ganimetin Osmanlı Sarayına taĢınması hazinenin ve kıymetli sanat eserlerinden meydana gelen koleksiyonların zenginleĢmesini sağlamıĢtır. Esas itibariyle Aya Ġrini Kilisesi ‗de Ġstanbul‘un fethinden sonra hem Osmanlı ve hem de savaĢlarda ganimet olarak elde edilen yabancı silah araç ve gereçlerinin korunduğu bir silah deposu (cebehane) haline getirilmiĢtir. Sultan III. Murat (1574–1595) zamanına kadar Yedikule Hisarı‘nda saklanan Osmanlı hazine eĢyaları, III. Murat zamanında Topkapı Sarayı‘na nakledilmiĢtir. Ata tarihinin verdiği açıklamaya göre, bu bilgiler III. Murat‗ın sarayında yirmi sene kadar HekimbaĢı görevinde bulunan Dominicos adlı Musevi asıllı Kudüs‘lü bir bilginin kitabına dayanılarak verilmektedir. Topkapı ve Dolmabahçe ‗den baĢka II. Abdülhamit‘in oturduğu Yıldız Sarayı‘nda, içi eserlerle dolu büyük bir müze salonu (Nadireler Salonu) bulunmaktaydı. Ancak buraya dıĢardan baĢka kimse giremezdi. Abdülhamit‘ten sonra Hükümetin kararıyla buradaki eserler Ġstanbul Müzesi‘ne ve Topkapı Sarayı‘na teslim edilmiĢtir. O zamanlar Topkapı Sarayı Hazineyi Hassa‘ya aitti ve ziyaretçi giremezdi. ĠĢte bu verilen örnekler Osmanlılardaki koleksiyonculuk baĢarısı ve müzeciliğimizin ilk adımları idi. Bu ilk koleksiyonlar bugün askeri müze ve Topkapı sarayı müzesi olarak dünyanın takdirini toplamakta ve bizim için de birer tarih ve sanat anıtı olarak övünç kaynağı teĢkil etmektedir. Ġstanbul‘un fethinden sonra ve bütün Osmanlı tarihi boyunca, gerek Osmanlı silahlarının, gerekse savaĢ ganimeti olarak ele geçirilen silah, araç ve gereçlerinin Bizans çağından kalma Aya Ġrini (Hagia Eirene) Kilisesi‘nde toplandığı v buranın cebehane, yani silah deposu olarak kullanıldığını yukarıda belirtmiĢtik. 60 Ġlk Türk müzesini içerisinde barındıran Aya Ġrini anıtı, aynı zamanda tabir yerindeyse Türk müzeciliğinin de ilk mabedi ya da anıtıdır. Aya Ġrini (Hagia Eirene) anıtı Topkapı Sarayı‘nın dıĢ avlusunda olup, Ġstanbul ‗daki Bizans kiliseleri içerisinde en eski olanlarından biridir. Ġlk defa Konstantinus döneminde 4 yy.‘da yaptırılmıĢ, 532 yılında çıkan Nika isyanı sırasında Ayasofya ile birlikte yakılmıĢtır. Bina 6.yy.‘da Justinianus tarafından tekrar yaptırılmıĢtır. Aya Ġrini 732 yılında, yani imparator III. Leon (712–741) döneminde büyük bir deprem sonucu tahrip olmasına rağmen aynı yüzyıl içerisinde yeniden onarılmıĢtır. Kubbe çapı 15 m. Kubbenin yerden yüksekliği 35 m.dir. Ġstanbul ‘daki Bizans kiliseleri içerisinde avlusu günümüze kadar korunmuĢ tek kilise olan Aya Ġrini Ġstanbul‘un fethinden sonra hiçbir zaman camiye çevrilmemiĢtir. III. Ahmet Dönemi‘ne kadar Cebehane olarak anılan binaya, Sultan III. Ahmet (1703–1730) devrinde 1726 yılında yine silah ambarı anlamına gelen ―Darül Esliha ―ismi verilmiĢtir. Binanın ana giriĢ kapısı üzerinde III. Ahmet‘in Dar-ül Esliha‘yı tamir ettirdiğine dair 1726 tarihli kitabesi ile Sultan I.Mahmut (1730– 1754) ‗un 1743 tarihli binayı elden geçirerek yenilediğine dair kitabe bulunmaktadır. Sultan II. Mahmut (1808–1839) zamanında meydana gelen Yeniçeri isyanı sırasında ve 1826 yılında Yeniçeri Ocağı‘nın kaldırılması sırasında Darülesliha da zarar görmüĢ, buradaki bir kısım silahlar yağmalanmıĢ ve imha edilmiĢtir. Ġlk Türk müzesinin kuruluĢ dönemi Osmanlı imparatorluğu‘nun çöküĢ devrinin baĢladığı zamanlara tesadüf etmektedir. Devlet siyasi, askeri ve ekonomik açılardan gittikçe zayıflamakta sürekli toprak kaybedilmektedir. Ġmparator, 1839‘da tahta çıkan II. Mahmut‘un oğlu 31,padiĢah Abdülmecit‘tir. Mustafa ReĢit PaĢa‘nın 1839 Gülhane Hattı Hümayunu‘nun ilanı (Tanzimat Fermanı)ile Tanzimat devri baĢlamıĢ, özgürlükler ve insan haklarıyla ilgili yeni düzenlemeler getirilmiĢtir. Sultan Abdülmecid‘in saltanatının ilk yıllarında ilan edilen Tanzimat fermanı (1839),Osmanlı ülkesinde batı tarzında bazı yeniliklerin oluĢması amacını güdüyordu. Batılı tarzda taĢra teĢkilatının kurulması, ziraat, orman telgraf ve ebe okulları gibi okulların açılması, Ceride-i Havadis adlı ilk Türkçe gazetenin yayınlanması gibi birçok yenilikleri de kapsamaktadır. 1856 yılındaki Islahat 61 Fermanı‘yla da bu yenileĢme hareketleri devam etti. Bu dönem de ilk kez bir müze kurma fikri ortaya çıkmıĢtır. Eski eserlerle anıtların korunması ve yurt dıĢına çıkartılmaması düĢüncesi doğdu. Nitekim 1858 tarihli ceza kanununda görevde bulunan güzel eser ve binaları kıran veya tahrip edenlere verilecek cezalardan söz edilmektedir. Fakat devlet yine de bu iĢi bilen bir kiĢiden yoksundu. Devletin topraklarında yapılan kazıları denetleyecek, gezginlerle ilgilenecek, müzenin ihtiyaçlarını bilecek memurlar bulunmuyordu. Devlet bu konuda ki açığını diğer konularda olduğu gibi yabancı bilim adamları ile kapatmak yoluna gitmiĢ, ilerisi için bir plan dahi yapmamıĢtır. Ayrıca zengin kiĢilerinde özel koleksiyonlarında, arkeolojik eserlere az yer verdiklerini sanıyoruz175. Mısır meselesi devam etmektedir. Mısır‘a harb ilan edilir. 1840 yılında Londra AntlaĢması‘nın ardından Mehmet Ali PaĢa‘nın ileri sürülen Ģartları kabil etmesi üzerine Mısır valiliği Mehmet Ali PaĢa‘ya bırakılır ve kısmi özerklik verilir. Eflak ve Boğdan bağımsızlık için isyan eder. 1848 yılında Osmanlı orduları Eflâk‘a girer. 1854 de Ġngiltere ve Fransa Osmanlılarla ittifak yaparak Ruslar‘a karĢı Kırım‘a asker çıkarılır. Kırım SavaĢı‘nı ve Sivastopol‘ü kaybeden Ruslar, Kars‘ı almalarına rağmen 1855‘de barıĢ isterler. Fransızlar 1860‘da Beyrut‘a asker çıkararak müdahalede bulunurlar. PadiĢah Islahat Fermanı‘nı ilan eder ve olaylar böyle sürüp gider. Dolmabahçe Sarayı‘nı da yaptıran ve ilk Türk müzesi kendi döneminde gerçekleĢtirilmiĢ olan Sultan Abdülmecit 1861 yılında 38 yaĢında iken ölmüĢtür. Ġlk Türk müzesinin kurucusu ünvanını kazanmıĢ olan Rodosluzade Ahmet Fethi PaĢa (bazı kaynaklarda Fethi Ahmet PaĢa olarak geçer) Suldülmecid‘in ablası Atiye Sultan ile evlendiğinden saraya damat olmuĢ ve damat lakabıyla da anılmıĢtır. Eğitimini Enderun‘da görmüĢ, askerlik mesleğini seçerek en üst rütbelere kadar yükselmiĢ, savaĢlara katılmıĢ, hazırlık yapmıĢ, Paris, Viyana ve Londra elçiliklerinde bulunmuĢ, ikinci defa atandığı Tophane–i Amire MüĢirliği görevinde 1843‘den 1858‘e kadar on dört sene kalmıĢtır. ĠĢte onun müzeciliği de bu görevi sırasında olmuĢtur. Çok kültürlü, ileri görüĢlü, yenilikçi bir kiĢiliği olan Ahmet Fethi PaĢa yıllarca devlet hizmetinde kalmıĢ, batıda bulunduğu süre içerisinde kültür, sanat ve eski eserler konusunda bilgi ve görgüsünü arttırmıĢtır. Kuruculuğu yanında ilk Türk müzecisi olarak da kabul edilmesi gereken Ahmet Fethi PaĢadır. 175 Özkan, 2009: 35 62 Sultan Abdülmecid muhtemelen 1845 yılında bir gün Yalova‘ya yaptığı bir gezi sırasında yerde dağınık vaziyette mermerden üzeri yazılı taĢlara rastlar. Merak ederek bunların ne olduğunu sorduğu zaman, kendisine bu taĢların üzerinde Kral Konstantin‘in isminin de bulunduğu bir takım ibarelerin yazılı olduğu söylenir. Bunun üzerine Sultan; ―Böyle büyük bir hükümdarın namını taĢıyan Ģeylerin yerde yatması doğru değildir.‖ Diyerek bu taĢları toplatıp baĢkent Ġstanbul ‗a gönderir. O zaman Tophane-i Amire MüĢiri olan Damat Ahmet Fethi PaĢa bu taĢları koruma altına alarak eskiden beri silah deposu (Harbiye Ambarı )olan Aya Ġrini‘ye naklettirir ve böylece ilk müze oluĢmaya baĢlar. İlk müzemizin kuruluş aşamasında, muhakkak ki önemli olan bu olay hakkındaki bilgileri, ülkemizdeki çeĢitli antik merkezlerde kazılar yapmıĢ ve o zaman Berlin müzeleri müdürü olan ünlü Alman Arkeolog Dr.Tr. Wiegand‘ın kaleme aldığı, 1910 yılında 14 Nisan 1910 tarihli Serveti Fünun dergisinde yayınlanan bir yazıdan öğreniyoruz. Bu olay, 19.yy.‘ın ortalarında hüküm sürmüĢ bir Osmanlı padiĢahının klasik anlamdaki eski eserlere değer verdiğini vurgulaması ve bunun da yabancı bir bilim adamınca kayıt altına alınması bakımından son derece önemlidir176. Kayıtlara göre ilk kazı izni de 1840 yılında verilmiĢtir. Müzeye gönderilen ilk arkeolojik eser 1850 yılında fotoğrafçı Maxime du Camp tarafından bulunan, aydın valisi Osman beyin gönderdiği eserdir. Bu Camp 1849‘da Mısır‘ı gezmiĢ ve eski yapıların fotoğraflarını çekerek bunları yayınlamıĢtır. Ġstanbul‘a gelen eseri Aydın Karapınar‘da bulunmuĢ mermerden bir masa ayağıdır. Masanın ayağına bir komik aktör kabartması iĢlenmiĢtir177. Bu dönem de müzeyi gezen Fransız yazarlar Gustave Flauvert ve Theophile Gautier, eserlerden kısaca bahsetmektedirler178. Ne yazık ki o zamanlar müze teĢkilatı henüz tam manasıyla oluĢmadığından, bir yerde kazı yapmak imkânsızdı. Yalnız vilayetlere gönderilen genelgelerle eski eserlerin tespit edilip, kıymetli (?) olanların Ġstanbul‘a gönderilmesi istenir. Buna rağmen çok az eser gelmiĢtir179. Bunun nedeni bu yıllarda olan Kırım harbi ve 1860‘daki Dürzî-Marunî isyanları gibi olaylardır180. 176 Gerçek, 1999: 77-106 Özkan, 2009: 36 178 Eyice, 1985: 7 179 Ortaylı, 1985:1599-1600 180 Özkan, 2009: 36 177 63 Ayrıca ulaĢımın yetersiz olması da buna eklenmelidir. Ama yine de Ġstanbul ve civarından çok sayıda eser toplanıp müzeye getirildiği kayıtlardan anlaĢılmaktadır181. 3.4.1.Anadolu’da Yürütülen ÇalıĢmalar Anadolu, 1838 ve 1840 yıllarında Ġngiliz kâĢif ve antikacı Charles Fellows (1799-1860), Likya Ģehirleri olan Xanthos, Letoon, Tlos ve Pınara‘da kazılar yapmıĢtır. Fellows, bulduğu eserleri götürmek amacıyla, Bab-ı Ali‘den izin alması için Ġngiliz hükümeti‘ni ikna etse de Ġngiliz Hükümeti bu izni alamamıĢtır. Bunun üzerine Fellows kendi çapasıyla 1841‘de bir ferman aldı. 1842 ve 1844‘de Nereidler Anıtı, Harpyler Anıtı ve Aslanlı Mezar olarak tanınan birçok eser, Ġngiliz donanmasının yardımyla British Museum‘a götürülmüĢtür. Bu baĢarı nedeniyle Kraliçe Victoria, 1845‘te onu Ģövalye yapmıĢtır182. 1842-1858 yılları arasında aralıklarla Ġngiltere büyükelçisi olan Strofort Canning (1786-1880), Osmanlı Devleti üzerinde büyük bir etkisi vardı. Bu sayede, sultan Abdülmecid‘in izniyle, dünyanın yedi harikasından biri olan Mausoleum‘un on üç kabartmasını alarak Londra‘ya göndermiĢtir183. Kabartmalar, sekreter Charles Alison, bir Türk mimar ve bir taĢçı ustası tarafından Bodrum kalesinden sökülmüĢtür. Hatta yol masrafları bile Sultan tarafından karĢılanmıĢtır. Bu eserler Pers satrabı Mausolos‘un karısı tarafından yaptırılan mezar anıtına ait olup Yunan Klasik Dönemi‘nin en ünlü eserlerindendir. 1869 yılında Ġstanbul‘a da Mausoleum‘a ait sadce bir-iki aslan heykeli gelmiĢtir184. Ġngiltere‘nin Adana? Konsolosu W.B.Barker, 1845 yılında Tarsus- Gözlükule‘de kazı yapmıĢ, bulduğu piĢmiĢ toprak heykelcikleri British Museum‘a göndermiĢtir185. Onun arkasından aynı yerde, bu kez bir Fransız, Victor Langlois kazı yapmıĢtır (1852). Hüyüğün kültür tabakalarına zarar veren bu kazıda 1200 kadar piĢmiĢ toprak heykelcik ele geçmiĢtir. Victor Langlois eserleri Louvre Müzesi‘ne verilmiĢtir186. 181 Özkan, 2009:37 Smith, 1997: 383 183 Poole, 1998: 95 184 Özkan, 2009: 38 185 Baydur, 1998: 110 186 Özkan, 2009: 39 182 64 Eski eser arayıcıları arasında, bulundukları yerde adeta üs kuranlar bile vardır. 1846 yılında ABD‘nin Çanakkale konsolosu olan James Calvert ve kardeĢi Frank Calvert, bir çiftlik satın almıĢlardır. Amaçları Homeros‘un Ġlyada Destanı‘nda bahsettiği ünlü Troya kentini bulmaktadır. Bunun için Çanakkale‘nin batı ve güneybatı kısımlarında, çeĢitli arkeolojik yerlerde sondaj ve araĢtırma yapmıĢlardır. Daha daha da ileri giderek kazı yaptıkları yerleri de satın almıĢlardır187. Bu suretle Troya olduğunu düĢündükleri Hisarlıktepe‘nin de bir kısmına sahip olmuĢlar ve sondajlar yapmıĢlardır. Buldukları eserleri evlerinde koruma altına almıĢlardır. British Museum‘un Eski Yunan ve Roma bölümünden sorumlu olan Charles Thomas Newton(1816-1894), yedi yıl boyunca Levant‘ta DıĢ iĢleri Bakanlığı adına çalıĢmıĢtır. Bu sırada, 1852-55 yıllarında Kalymnos adasında kazılar yapmıĢtır. 1857‘de Muğla‘ya geçerek Bodrum (Halikarnasos)‘da Mausoleum‘un geriye kalan kabartmalarını toplamıĢ, bulunduğu yerde kazı yapmıĢ ve Mausolos ile karısının heykellerini ele geçirmiĢtir. Ayrıca 1858-59‘da Knidos‘ta kazı yapmıĢ ve Ġstanbul ve Rodos‘ta satın aldığı eserler ile Knidos, Didyma ve Halikarnassos eserlerini Londra‘ya getirmiĢtir188. 1861 yılında Fransız sanat tarihçisi Georges Perrot (1832-1914), Ankara‘daki Augustus Tapınağı ve yazıtını incelemiĢtir. Ayrıca Boğazköy‘de kaya üzerine yazılmıĢ olan ve II. ġuppiluliuma‘ya ait olduğu saptanmıĢ olan NiĢan Tepe hiyeroglif yazıtını tespit etmiĢtir189. Avusturya‘nın Çanakkale konsolosu J. G. von Hahn, astronom‘ya gi Schmidt ve mimar E. Zeller ile 1864-65 yıllarında Çanakkale civarında çeĢitli yerlerde kısa süreli kazılar yaparak ünlü Troya kentini aramıĢtır190. Dilletanti Cemiyeti‘ne mensup P.R.Pullan, 1886 yılında Çanakkale‘deki Chryse (Gülpınar) kentindeki Apollon tapınağında kazı yaparak, tapınağın planını çıkarmıĢtır. Ayrıca içlerinde kabartmalı frizlerin de bulunduğu bazı mimari parçaları da tespit etmiĢtir. Frizler ne yazık ki tahrip olmuĢlardır. Pullan ayrıca 1869‘da Priene Ģehrinde kazılarda bulunmuĢtur191. 187 Arık, 1953b: 20 Özkan, 2009: 40 189 Özkan, 2009: 40 190 Arık, 1953b: 24 191 Özkan, 2009: 41 188 65 Ġzmir-Selçuk demiryolu inĢaatında çalıĢan Mimar John Turtle Wood, Ġngiltere hükümetini araya koyarak, British Museum adına Ephesos‘ta kazı yapmak için izin aldı192. 1863 yılının Mayıs ayında baĢlayan bu önemli kazının hafiri Wood, Artemis Mabedi‘ni aramıĢ ve bulmuĢtur. Ele geçen kabartmalı sütun, heykel ve diğer eserlerin tümü 1874 yılında Londra‘ya gönderilmiĢtir. 1876 tarihli bir belgede, Ġngilizlerin buldukları çift eserlerin birini Müzehane-i Amire‘ye vermedikleri, bazen çok az Ģey verdikleri için, Osmanlı hükümeti Londra‘ya giden eĢyaların incelenmesine karĢın Ġngilizler cevap vermemiĢlerdir193. Oysaki mabedin parçalarının yerine bırakılması emri verilmiĢ ve komiser Nihat bunun için görevlendirilmiĢtir. Ama emirname‘ye muhalif olarak Ġngilizler, Artemis Mabedi‘nin parçalarını Ġngiltere‘ye yollamıĢlardır194. 1851 yılında, Filibe yakınlarındaki Rahmanlı Tümülüs‘ü tesadüfen kazılmıĢ, bulunan eserlere yerel yöneticilerce el konulmuĢtur195. Eserlerin ne olduğu bilinmemektedir. 1853 yılında, Prussia Devleti‘nin Ġzmir konsolosu olan Ludwig Peter Spiegelthal, Sardes‘te Tümülüs kazılarına baĢlar. 1858‘de kazıya Alyattes Tümülüsü‘nde devam eder ve mezar odasına ulaĢır. Ama mezar odası, daha evvelden soyulmuĢ olup ancak bazı seramik ve parçalarını bulmuĢtur. Konsolos, 1857 yılında Ġzmir‘de tiyatroyu kazmak için arazileri satın almıĢsa da sonucun ne olduğunu bilinmemektedir196. 3.4.2.Anadolu DıĢında Yürütülen ÇalıĢmalar Yukarı Mezopotamya topraklarında, birden bire art arda muazzam eserler bulunmaya baĢlanmıĢtır. Yerliler tarafından kerpiç veya taĢ sökmek amacıyla yapılan kaçak kazılarda bazı eserlere rastlanmıĢsa da bunu devlete bildirmemiĢlerdir. Burada da yabancı gezgin veya konsoloslar kazılara öncülük etmiĢlerdir.197 Yine bir devlet adamı, Fransa‘nın Mısır konsolosu olan Paul Emile Botta (1802-1870). 1842‘de Ninive ve 1843‘de Horsabad‘a Koyuncuk Tepesi‘ni 192 Türkoğlu, 1992: 116 Su, 1965: 16-18 194 Özkan, 2009: 41 195 Dinç, 1993:2-3,11 196 Özkan, 2009: 42 197 Özkan, 2009: 42 193 66 araĢtırırken, aldığı bir haber üzerine Horsabad‘a gitmiĢtir. 1843-46 yıllarında yaptığı kazılarda Geç Asur Ġmparatorluğu‘nun ünlü kralı II. ġarrukin‘in sarayını, tim heykel ve kabartmalarıyla ortaya çıkarmıĢtır. Henüz çivi yazısı okunamadığından, bulduğu yeri, eski kitaplarda zikredilen Ninova Ģehri olduğunu sanmıĢtır. Oysaki Horsabad, II. ġarrukin‘in baĢkenti olan Dur-ġarrukin kenti idi. Önce kendi parasıyla kazı yapan Botta, muazzam eserler bulunca Fransız hükümetinin desteğini almıĢtır. Ona yardımcı olarak, ressam Eugene N. Flandin‘i verdiler. Bulunan kabartmalar Louvre Müzesi‘ne götürüldü. Eserler Flandin‘in güzel çizimleriyle beĢ cilt halinde yayınlanmıĢtır198. Botta ve ondan sonra Place, Selevkosların baĢkenti olan Selevkia Ģehrinin bulunduğu Tel Umar harabesini de kazmıĢlardır. Aynı yıllarda Ġngiliz gezgin Austen Henry Layard(1817-1894), geçerken uğradığı Musul‘da yerlilerin harabelerini kazmaya baĢladı (1845-1847)199. Kısa süreli olacağı yazı üç yıl sürdü. BaĢlangıçta o da kendi parasıyla kazarken, buluntularının güzelliği nedeniyle, sonraları Ġngiltere elçisi Canning‘ten maddi imkân sağladı. Nimrud‘da kral Asurbanipal‘in Kuzey Batı sarayı ve kral Asarhaddon‘un sarayını açığa çıkardı. 1847‘de Ninive‘nin Koyuncuktepe kısmında bulunan Senharip‘in Güney Sarayı‘ nıda açmaya baĢladı. Kendisine sağlanan kolaylık sayesinde Layard‘da bulduğu muazzam Geç Asur kabartmaları ve bütün küçük buluntuları, 1848‘de British Museum‘a getirmiĢtir. Bu eserlerin yayınlanmasından sonra ona, Oxford Üniversitesi, Hukuk Doktora‘sı payesini vermiĢtir200. Layard, Mezopotamya‘ya British Museum adına, onun parasal desteğiyle geldi. 1849-51 yılları arasında Nimrud, Ninive, Tel Bille, Asur, Babil, Nippur, Birs Nimrud, Tel Muhammed, Hille gibi birçok yerde küçük çapta kazılar yapmıĢtır. Bu çalıĢmalar ileride yapılacak kazılar için yol gösterici olmuĢtur. Ninive‘de Senharib‘in sarayını muazzam kabartmalarıyla ortaya çıkarmıĢtır 201. Geç Asur krallarının sarayları bir bir ortaya çıkarılırken Osmanlı Devleti‘ne bir Ģey düĢmüyordu. Bulunanlar, alınan izinlerle Louvre ve British Museum‘a aktarılmıĢtır. Hatta 1850‘de Tel Acaca (ġadikanni)‘de yapılan sondajda kapıyı süsleyen Lamassu heykeller bulunmuĢ, yerinde bırakılan eserler, sonradan 198 Özkan, 2009: 42-Monuments de Nineveh, Paris 1849: 50 -Lloyd, 1978:196-197 Lloyd, 1978:194 200 Özkan, 2009: 43 201 Lloyd, 1978:199 199 67 Ġstanbul‘a götürülme fırsatı varken bile götürülememiĢtir202. Eserlerin devamlarının aranması için müzeler yeni kampanyalar düzenlemiĢtir. Osmanlı Hükümeti‘nde daha kolay izin almak için genellikle büyükelçi ve konsoloslar araya girmektedir. Böylece devlet üzerinde siyasal bir baskı kuruluyor, istediklerinin hükümet tarafından reddedilmesi de önleniyordu. Ġstanbul‘a yardımcısı, Ġngiltere arkeolog büyükelçisi Hormuzd olarak Rassam atanan (Hürmüz Sir Layard‘ın Ressam yerine 1826-1894) görevlendirildi. Musullu bir Hıristiyan olan Rassam çok çalıĢkan bir kiĢidir. Ninive ve Nemrut‘ta kazılara devam etmiĢtir. Nitekim çalıĢmalar sonucunda, 1853 yılında Asurbanipal‘in kabartmalarla süslü muazzam sarayını ve onun yaklaĢık 20 bin tabletlik arĢivini bulmuĢtur. Kütüphanede Sümerce‘den Usurca‘ya çevrilmiĢ GılgamıĢ destanı da vardı. I. Asurnasirpal‘in Beyaz Obelisk‘i de buluntular arasında idi203. Fransa‘nın Cidde konsolosu F. Frensel baĢkanlığındaki bir ekip, 15 Eylül 1851 tarihinde 70 bin franklık bir bütçe ile bir geziye baĢlamıĢlardır. Gezi sırasında, KiĢ Babil gibi merkezlerde yapılan kazılar, kendilerine göre, eser açısından pek verimli olmamıĢtır. Ekibin diğer üyeleri alman asıllı Fransız assiriyolog J. Oppert (1825-1905) ile F. Thomas (1815-1875)‘tır. Thomas, ressam olup kazı yerinin ve objelerin resimlerin resimlerini yapmakla görevli idi204. 1851‘de Botta‘nın yerine atanmıĢ olan Viktor Place, Horsabad ve Ninive‘de saray ve tapınak kazılarını sürdürdü ve o da birçok eser ele geçirdi. Ama Place‘nin II. Sargon‘un sarayında bulduğu kabartmalar ile Nabu tapınağının sırlı tuğlaları, 1855‘de Keleklerle Dicle nehrinde Basra‘ya taĢınırken, sulara gömülüp kaybolmuĢtur. Bu kabartmaların yalnızca resimleri elimizdedir. Bu geniĢ çalıĢmalara rağmen Ġstanbul Müzesi‘nde Sargon sarayına ait kabartma yoktur. Yalnızca tanrı Sibitti‘ye adanmıĢ bir sunak-masa gelmiĢtir205. Ġngiliz subayı William K.Loftus da Güney Mezopotamya topraklarındaki höyüklerde çalıĢmaktadır206. Assyrian Exploration Fund tarafından desteklenen kazılarda ona ressam William Boutchen eĢlik ediyordu. Uruk, Larsa, Tel Medine ve Tel Sifr (Kutalla)‘de kazılar yapmıĢtır. Tel Sifr‘de bir maden atölyesini kazdı ve çok 202 Sykes, 200: 218 Özkan, 2009: 45 204 Özkan, 2009: 45 205 Özkan, 2009: 45 206 Lloyd, 1955: 162 203 68 sayıda tunç eser ve Eski Babil dönemine ait tabletler buldu207. Uruk‘ta Part Mezarlığı ve mabedini kazdı (1853-54). Bulduğu ucu boyalı çiviler, mozaikler, birkaç tablet ile Tel Sifr buluntuları Ġngiltere‘ye götürmüĢtür208. 1854-55 yıllarında Ġngiltere‘nin Basra konsolos vekili olan J. E. Taylor, Tel el Lahm (Duru), Tel Mukayyer (Ur), Tel Abu ġahreyn (Eridu) ve Birs Nimrud (Bosripa)‘da küçük küçük kazılar yapmıĢtır. Böylece Loftus ve Taylor, yaptıkları kazılar ile ilk kez Sümer kültürünün izlerini ortaya çıkarmıĢlardır209. Taylor‘un kazılarından gelen buluntular muhtemelen British Museum‘a gitmiĢtir. Nihayet, Henry Creswicke Rawlinson (1810-1894), çiviyazısının çözümü üzerindeki çalıĢmalarını tamamlayarak, önce Behistun‘daki üç dilli yazıtın Eski Persçe yazıtını yayınladı. Daha sonra, Babilce metin, çiviyazısı uzmanları olan Rawlinson, Oppert, Hinks, de Saulcy ve Talbot tarafından çevirisi yapılmıĢtır. Böylece 1857 yılın eriĢildiğinde, artık çivi yazısı okunabilir hale getirilmiĢtir. Bunun üzerine müzelerde bulunan tablet be kitabeler hızla çevrilmeye baĢlandığında, artık Mezopotamya Uygarlığı ve Tarihi gün yüzüne çıkmaya baĢlamıĢtır. Bu geliĢme sonucunda, Batıların Mezopotamya‘ya duydukları ilgilerini artırmıĢtır. Mezopotamya çalıĢmalarına bakıldığında öncülerin Ġngilizler ve Fransızlar olduğu, çalıĢmaların Kuzey Mezopotamya‘dan baĢladığı, çiviyazısının çözümlenmesinden sonra kazılarda bulunan tabletlere daha çok önem verildiği görülmektedir210. Filistin‘deki arkeolojik çalıĢmalar ise diğer yerlere göre daha geç baĢlamıĢtır. Çünkü 1860‘larda Islahat Fermanı‘na karĢı Lübnan ve ġam‘da Müslümanlarca isyanlar çıkarılmıĢtır. Ama 1865 yılında Ġngilizlerce ―Palestine Exploration Fund‖ (Filistin AraĢtırmaları Vakfı) adlı bir vakıf kurulmuĢtur. Bu kuruma bağlı Ġngiliz arkeologlar, ilk önce yüzey araĢtırmalarıyla baĢladıkları iĢi zamanla arkeolojik kazılara dönüĢtürmüĢlerdir. 1864 yılında Sayda‘da (Sidon) kazı yapması için, o yıllarda Filistin‘de araĢtırmalarda bulunan, ünlü Fransız filozof Ernest Renan‘a izin verilmiĢtir211. Libya‘da bingazi yakınındaki Kyrene antik kentinde, 1860-61 ve 1864 yıllarında Ġngiliz R. Murdoch Smith ve E. A. Porcher çalıĢmıĢ, eserler British Museum‘a aktarılmıĢtır. Kyrene buluntularının bir kısmı, Müze-i Hümayun‘un itirazı 207 Jean, 1931-Moorey, 1971: 61 Özkan, 2009:46 209 Daniel, 1981: 76 210 Özkan, 2009: 47 211 Şahin, 2007: 111 208 69 üzerine, bir takım Efes eserleri ile birlikte Ġstanbul‘a 1870 yılında geri gönderilmiĢtir. Geri verilen eserler arasında, taĢ eser olarak Nike heykelciliği, tanrıça heykeli, Athena baĢı, kadın baĢı ve erkek heykeli vardır 212. Ege Adalarında ise Rodos‘ta bulunan Kamiros ve Ġalysos antik yerleĢmelerinde, A. Salzmann ve Ġngiltere‘nin Rodos konsolosu Charles Biliotti‘nin kardeĢi A. Biliotti tarafından 1858-1871 yılları arasında aralıklarla kazılar yapılmıĢtır213. Kamiros‘ta Athena mabedinin bulunduğu akropolis ve mezarlıklar kazılmıĢtır. Biliotti kazıya 1880‘de devam etmiĢtir. 1870‘de Ġalysos‘dan gelmiĢ seramikler Ġngiliz yazar, Ģair ve sanat eleĢtirmeni John Ruskin tarafından British Museum‘a hediye edilmiĢtir214. 1873-76 yıllarında Rodos‘ta sürgün olarak kalmıĢ olan gazeteci Ebüzziya Mehmet Tevfik‘in yayınlanan anılarından, Ġngiliz ve Fransızların Rodos‘tan eski eser aldıklarını, birçok eski eser uzmanında adayı ziyaret ettiğini öğreniyoruz. Fransızlar, Lindos limanına çanak çömlek getirip halkın elindeki eski seramiklerle (Özellikle Ġznik seramikleri) takas ettiklerini anlatmaktadır. Ġngiliz donanması da yılda bir kez gelip beĢ-on gün kalmaktadır. Bu ilginin sonucunda köylüler her yağmurdan sonra, arazide ortaya çıkan para ve iĢlenmiĢ akik gibi Ģeyleri toplamaya gitmektedirler215. Arkeolojik açıdan bir hayli zengin olan Thaos (TaĢoz) adasında da 1858‘de Alexander Conze, kısa süren ilk kazı ve araĢtırmalarda bulunmuĢtur. Aynı ada da 1863 yılında Fransız E. Miller‘de kazı ve araĢtırma yapmıĢ, kitabeleri yayınlamıĢtır. Aynı yıl Fransa‘nın Edirne konsolosu Charles Champoiseau, ünlü Nike heykelini bularak Louvre Müzesi‘ne aktarmıĢtır216. 1866 yılında Semadirek (Samothrake) adasındaki Yunan büyük tanrılarına adanmıĢ tapınakda Fransız bilim adamları G. Devill ve E. Coquart tarafından kazı yapılmıĢtır217. Kıbrıs adasında köylüler kaçak kazılar yaparak eserleri satmaktadırlar 218. Ada da özel koleksiyonlarda vardır. Larnaka‘da Pelerides ailesi 1839 yılından beri eser toplamaktadırlar. Buraya gelen Ġngiliz konsolosu T.B. Sandwith, görev yaptığı 212 Özkan, 2009: 48 Mendel, 1913: II-117 214 Özkan, 2009: 48 215 Tevfik, 1974: III-8,167,172 216 Özkan, 2009: 48 217 Özkan, 2009: 48 218 Gözübüyük, 1993:7-8 213 70 1865-1868 yılları arasında, bir koleksiyoner olarak eski eser toplamıĢtır. Ondan sonra 1869‘da konsolos olan R.H. Lang, aslında Larna‘daki Osmanlı bankasının idarecisiydi. Pyla ve Ġdalion‘da kazılar yaptı, eser topladı. 1878‘de hala araĢtırmalar yapıyordu. Topladıklarını British Museum ve Glasgow müzesine vermiĢtir219. Kıbrıs‘taki Fransız konsolosu T.Colonna Cecceldi‘de boĢ durmamıĢ, görev yaptığı 1866-1869 yılları arasında çeĢitli merkezlerde kazılar yapmıĢtır. ABD konsolosu olan Di Cesnola 1865-1877 yılları arasında 11 yıl boyunca kazı yapmıĢ ve 35 boĢluk 573 adeti bulan büyük bir koleksiyon oluĢturmuĢtur. Osmanlı hükümetinin kısıtlamasına rağmen Cesnola, eserleri Londra‘da 1872 yılında açık arttırmaya çıkarmıĢ ve satmıĢtır. Eserler British Museum, Victoria and Albert, Ermitaj, Atina Milli, Berlin gibi çok sayıdaki müze tarfından satın alınmıĢtır. Bu sırada kurulan Metropolitan Museum of Art‘a da eserler vermiĢ, 1879 yılında müzenin ilk müdür olmuĢtur. Görevini 1904 yılında ölünceye kadar sürdürmüĢtür. Buradan bir grup eser de 1873 yılında Ġstanbul Müzesine hediye edilmiĢtir 220. Bunların dıĢında az sayıda Kıbrıs eseri, müzeye gelmiĢtir. 1878 yılında Osmanlı Devleti, Kıbrıs‘ı Ġngiltere Devleti‘ne kiralamıĢtır. Kıbrıs‘ta kazılar daha bilimsel olarak yürütülmüĢ, nihayet 1883 yılında Kıbrıs LefkoĢa Müzesi kurulmuĢtur. Bu müze yabancılarca kurulan ilk müzedir221. 3.5.Müze-I Hümayun’un Kurulmasi (1869-1872) 1857 yılında Fethi Ahmet PaĢa‘nın ölümüyle müzeye bir yetkili atanmamıĢ, bu nedenle eserler 12 yıl boyunca baĢıboĢ kalmıĢtır. Bu zamanda eserlerin korunması ve temizliği askerlere bırakılmıĢtır222. 1868 yılında müzeyi ziyaret esen Albert Dumond, müzeyi tanıtan bir makale yazmıĢtır 223. Onun bildirdiğine göre, müzenin fiziki Ģartlarının yetersizliği nedeniyle üst üste yığılı durumda bulunan eserler iyi korunamamaktadır. 219 Özkan, 2009: 49 Tezgör-Sezer, 1995: 179 221 Özkan, 2009: 50 222 Ogan, 1947: 4 223 Eyice, 1985: 1598 220 71 Sadrazam Ali PaĢa (1815-1871) zamanında marif nazırı olan Safvet PaĢa tarafından müze yeniden teĢkilatlandırılmıĢ ve 8 Temmuz 1869‘da Ayairini‘de bulunan bütün birikim, müze-i hümayun adı altında bir müdürlük haline gelmiĢtir224. Müze-i Hümayun kurulmadan önce, 13 ġubat 1869 tarihinde ilk Asar-ı Atika nizam namesi yürürlüğe konulmuĢtur225. Bu nizam nameye göre kazı izni marif vekâletince verilir, eserler yut dıĢına çıkarılamaz, sikkeler yurt dıĢına çıkarılabilir, yurt içinde eser satmak serbesttir ama önce devlete satılmalıdır, bulunan eserler mal sahibine aittir, toprak üstü eserler için kazı verilemez226. Müze müdürlüğüne atanan ilk kiĢi, Galatasaray Sultanisi‘nde bir öğretmen olan Edward Goold‘tur. Müdür yardımcısı olarak ressam Limonciyan atanmıĢtır. Goold, müzenin ilk resmi katoloğunu 1871 yılında yayınlamıĢtır. Katalogda seçilmiĢ 147 parça eser bulunmaktadır227. Safvet PaĢa, valiliklere gönderdiği bir genelgeyle, bulunacak eserlerin Ġstanbul‘a, müze-i hümayun‘a gönderilmesini istemiĢtir. Önce Trablusgarp daha sonra Bursa valisi olan Ali Rıza PaĢa ve onun müsteĢarı olan Titus Karabella, valisi Abdurrahman PaĢa Girit‘te LaĢid mutasarrıfı olan Kostaki Adossides PaĢa, Konya valisi Abdurrahman paĢa müzeye en çok eser göndermiĢ görevlilerdendir. Abdurrahman PaĢa, 1870‘de Alanya‘dan sütunlu lahit parçaları; Kostaki PaĢa, Girit‘teki Hierapythna yerleĢmesinden Hadrianus‘un heykeli, Sabri PaĢa, Therme ve Makedonya‘da Pella‘da 1872 yılında bulunan bir lahit ile iki mezar steli, Karabella Efendi, Leptis Major‘dan Niobe ve bir adam heykeli gönderdiklerini biliyorsak da daha fazla eser olması gerekir228. Goold, aynı zamanda müze adına ilk kez kazı yapan kiĢidir. 1869 yılı Temmuz‘unda Erdek yakınlarında ki Kysikos harabelerinde yapılan ve kısa süren kazıda bulunan Arkaik çağdan Roma çağına kadar tarihlenen heykel, kabartma, mezar steli, yazıt gibi çok sayıda taĢ eser, Ġstanbul‘a getirilmiĢtir. Goold, ayrıca Marmara Adası ve Tekirdağ'dan da eser getirmiĢtir. Kyzikos, daha sonraları da Ġstanbul‘a eser getirilen bir yer olarak tanınmaktadır229.1871‘de sadrazam olan Mahmud Nedim PaĢa (1813-1883), Ali PaĢa‘nın muhalifi olduğundan, onun kurduğu müze müdürlüğünü bir kaldırmıĢ ve Goold‘u görevinden uzaklaĢtırmıĢtır. Yalnızca 224 Özkan, 2009: 51 Mumucu, 1969: 68 –Çal, 1997: 391 226 Özkan, 2009: 52 227 Özkan, 2009: 52 –Goold, 1871 228 Özkan, 2009: 53 –Mendel, I-II-III -Sertelli, 1939: 222 229 Özkan, 2009: 53 225 72 Trenzio adlı bir ressam, mevcut birikimi korunması için görevlendirilmiĢtir230. Trenzio, eski eser ve özellikle sikke meraklısı olan Avusturya büyükelçisi Anton Prokesch-Osten (1795-1876) tarafından tavsiye edilmiĢtir. Böylece elçi müzede korunan sikkeleri tetkik etme imkânını elde etmiĢtir231. Maarif Nazırı olan Ahmet Vefik PaĢa tarafından müze müdürlüğü yeniden kurulmuĢtur. Arkeolojik kazı ve araĢtıralarda 1870‘den itibaren faaliyetlerde büyük bir artıĢ olmuĢtur. Kırım SavaĢı sırasında Osmanlılar ile Ġngiliz ve Fransızlarla kurulan dostluğun, yapılan kazı ve araĢtırmaların çoğalmasına neden olmuĢtur. Yabancılar, araĢtırmalar yapmak için bazı enstitü veya vakıflar (Gesellschaft, Fund) kurmuĢlardır. Bunların mensupları arkeolog, mimar gibi bilim adamlarından oluĢmaktadır. Kudüs ve civarında 1867-1870 yıllarında Ġngiliz subayı Charles Warren kazılarda bulunmuĢtur. Derin kuyu biçimli sondajlarla eski Ģehrin, tapınak, kale ve su sistemlerini tespit etmiĢtir232. Ġngiltere‘nin Ġzmir konsolosu Georges Dennis, 1870-1889 yılları arasında Sardes‘te, Bintepeler Tümülüslerinde kazılarda bulunmuĢ ve bulduğu iki kabartma ile bazı çanak çömleği British Museum‘a yollamıĢtır233. 3.6.Dethiher Dönemi (1872–1881) 1872 yılının Ağustos ayıda Maarif Nazırı olan Ahmet Vefik paĢa (1823– 1891), müze müdürlüğünü yeniden kurdu. Moliére‘den yaptığı mükemmel çeviri ve adaptasyonlarıyla tanınan paĢa, renkli kiĢiliği ile de dikkati çeken bir devlet adamıdır234. Paris‘te büyükelçi görevinde bulunmuĢ olan Ahmet Vefik PaĢa, aydın ve yurtsever bir insandır. Ama buna rağmen baĢına bu iĢleri bilen bir Türk‘ü tayin edememiĢtir. Nitekim Müze-i Hümayun müdürlüğüne Müze-i Hümayun müdürlüğüne Ġstanbul Avusturya Lisesi müdürü Dr. Philip Anton Dethier (1803– 1881arasında yaĢamıĢtır) atanmıĢtır235. 230 Arik, 1953a: 1 Öz, 1949: 8 232 Özkan, 2009: 54 233 Dinç, 1993: 3 234 Tansel, 1965: 121-175 235 Ogan, 1947: 5-Arik, 1953a: 1/2-Özkan, 2009: 55 231 73 3.6.1.Kazılar Alman asıllı olan Dethier‘in Ġstanbul‘da bulunduğu sıralarda arkeoloji ile de meĢgul olduğu anlaĢılmaktadır. Burma sütunun ortaya çıkarılması, bazı kitabelerin yayınlanması gibi arkeolojik çalıĢmaları bulunmaktadır. Müze müdür muavinliğini, yine ressam Limonciyan yapmaktadır. Limonciyan 1880 yılına kadar bu görevde kalmıĢtır236. Sekreterliği Ch. Vollers adında biri yapıyordu. Dethier‘in hasta olduğu zamanlarda, önce matbaalar müdürü Artin Efendi daha sonra da Yüksek Mektepler Müdürü Aristokli Efendi müdür vekili tayin edilmiĢtir237. 1870‘ten itibaren ülkenin topraklarında kazı faaliyetleri artmıĢtır. Bu dönemde Sayın Dethier, büyük çaba göstermiĢ ve bazı ilklere imza atmıĢtır. Kazı faaliyetlerini yönetenlere bakıldığında, artık konsoloslardan ziyade, bilim adamlarının, arkeolog, eski çağ dilleri ve sanatı uzmanı veya mimarların öne çıktığını görmekteyiz. Kazılar daha bilimsel yöntemlerle yapılmakta, sonuçlar çeĢitli yayınlarla ortaya konulmaktadır. Sümer, Akkad gibi bilinmeyen eski uygarlıklar keĢfedildi. Çiviyazılı tabletler ile yazılar okundukça bu ilgi daha da artmıĢtır. Böylece müzeler, sadece sanat eserlerinin bulunduğu yerler değil aynı zamanda tarihin belgelerini de koruyan yerler durumuna gelmiĢtir. Müze-i Hümayun‘ada bu yıllarda biraz daha fazla eser gelmiĢ, Kıbrıs koleksiyonu gibi yeni koleksiyonlar oluĢturulmuĢtur. Fakatyine de eserlerin çoğunluğu, yeni Nizamname‘nin verdiği olanaklar sayesinde yabancı ülkelere gitmektedir238. 3.6.2.ÇalıĢmalar Yıllar geçtikçe Dethier‘in yaĢı da, hastalığı da ilerlemiĢ, görevini tam olarak yürütemez duruma gelmiĢtir. Maarif Nezareti‘nce buna bir çözüm aranır ve Dethier‘in sadece teknik iĢlerle ilgilenmesi, idari ve bürokratik iĢlemlerin baĢka bir kiĢiye verilmesi kararlaĢtırılır ve bu durum Kasım 1880 tarihinde bir yazıyla Babı Aliye bildirilir. Aynı ay içinde Vakıflar Nezareti Tamirat Müdürü olan Kadri Bey isimli bir zat müzenin idari ve iç hizmetlerini yürütmeye yetkili olarak 1300 kuruĢ aylık maaĢla atanmıĢtır. 236 Eyice, 1985: 1601/1602 Özkan, 2009: 55 238 Özkan, 2009: 56 237 74 Dr. Dethier Çinili KöĢk‘teki yeni müzenin açılıĢından altıbuçuk ay sonra 3 Mart 1881 ‗de ölür. Öldüğünde 78 yaĢında idi. Yapılan cenaze töreninden sonra Feriköy‘deki katoluk mezarlığına defnedilmiĢtir. Son yabancı müze müdürü olan Dethier yaklaĢık 8,5 yıl Müze–i Hümayun‘un müdürlüğünü yapmıĢ, onun zamanında yararlı ya da yararsız müzecilikle ilgili birçok çalıĢmalar yapılmıĢtır. ÇeĢitli yayınlarda onun hakkında olumlu ve olumsuz görüĢler ileri sürülmüĢtür. 75 4.OSMAN HAMDĠ BEY DÖNEMĠ VE SONRASI239 Dethier‘in ölümünden sonra müzeye yeni bir müdür aranır, ama bu müdürün nedense yabancı bir müdür olması gereklidir. Bunun sebebini Maarif Nezareti‘nden Bab-ı Aliye yazılan 13 Temmuz 1881 tarihli bir yazıdan öğreniyoruz yazıda: Eski eserler ilmine tamamı ile sahip ve bu iĢin erbabının burada bulunmaması nedeniyle, Berlin Büyükelçiliğimizle (o zaman büyükelçi Sadullah PaĢa idi) yapılan görüĢmelerde, müzehaneyi Avrupa Müzelerinin olgunluğuna çıkaracak bir kiĢinin bulunması istenmiĢ; cevabı yazıda, München Eski Eserler Üniversitesi‘ni bitirmiĢ, doktorluk payesini almıĢ, tarihi binaları ve eski eserleri incelemek üzere Alman Hükümeti tarafından Ġtalya ve Yunanistan‘a gönderilip bu ülkelerde birer yıl kalmıĢ ve halen Berlin Müzesi baĢkâtibi olan Dr. Millhofer tavsiye edilmiĢti. Millhofer buna göre Türkiye‘de sekiz yıl kalacak, bu sekiz senenin ilk dört senesinde her ayın sonunda ödenmek üzere aylık otuzar, diğer dört yılında da aylık otuzbeĢer Osmanlı lirası maaĢ alarak müdürlük yapacaktı. Adı geçen bu maaĢın altında ücret de kabul etmemekteydi. Maarif Nazırlığı‘nca bu koĢullar kabul edilmiĢ ve sözleĢme imzalamayla ilgili formaliteler aĢamasında nasılsa ani ve isabetli bir kararla Ģükürler olsun ki bundan vazgeçilmiĢ ve burnumuzun dibindeki birçok aydın ve kültürlü insanlarımızdan biri olan Osman Hamdi Bey keĢfedilmiĢtir. Millhofer‘in müdürlüğe atanmasından vazgeçildiğine ve adı geçen bu göreve baĢlamadığına göre, Philipp Anton Dethier Müze-i Hümayun‘un son yabancı müdürü olma özelliğinide taĢımaktadır. Buna göre ilk Türk müzesi olan Müze-i Hümayunu (bugünkü Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri )ve kazılar dahil ülkedeki Kültür varlıklarıyla ilgili iĢlemleri tam 12 yıl yabancı uyruklu müdürler yönetmiĢler ve yürütmüĢlerdir. Osmanlı Devleti‘nin o zamanki yöneticilerince seçilip görev verilen ve devletten maaĢ alan bu müdürlerin hiçbir olumlu iĢ yapmadıklarını söyleyerek bir çırpıda silip atmak bizce insafsızlık olur. Muhakkak ki göreve her gelen kiĢi bir Ģeyler yapma çabası içerisinde olmuĢtur. Bu konu ele alınıp araĢtırıldığı sürece yapılan hizmetlerin artıları da, eksileri de daima dile getirilecektir. Ancak yabancı dostlarımız memnun olmasalar da, Ģunu belirtmek zorundayız ki, eski eserler bakımından bakir, bu konuda doğru dürüst kısıtlayıcı 239 Gerçek, 1999: 105-106 76 yasaları olmayan, eski eserlere sahip çıkma bilinci henüz tam olarak doğmamıĢ bir ülkenin müzesini ve eserlerini, eski eserlere karĢı zaafı bilinen batılılara, yani batı uyruklu müze müdürlerinin tam olarak yetki ve sorumluluğuna bırakmak bizce deyim yerinde ise ―kediye ciğer teslim etmek‖ ile eĢ anlamlıdır. Bu görüĢümüz, yabancılar tarafından yapılan kontrolsüz. Ġlk kazılar için de aynen geçerlidir. Osman Hamdi Bey‘in Müze–i Hümayun‘un baĢına getiriliĢi, Türk müzecilik tarihinde baĢlı baĢına bir olay olmuĢ ve böylece yeni bir dönem baĢlamıĢtır. Bu, hakikaten önemli bir olaydır. Çünkü seneler süren yabancı müze yöneticilerinin dönemi kapanmıĢ ve artık hiç değiĢmemek üzere Türk müzecilerinin dönemi baĢlamıĢtır. Yabancı müze müdürü geleneğinden vazgeçilerek Osman Hamdi Bey öncelikle Ġbrahim Edhem PaĢa‘nın oğlu idi. Edhem PaĢa yurtdıĢında eğitim görmüĢ, çeĢitli devlet görevleri yanında, viyana ve Paris sefirliklerinde bulunmuĢ, Hariciye, Ticaret, Nafia, Dâhiliye Nazırlıkları ile kısa bir süre de Maarif Nazırlığı yapmıĢ ve en önemlisi Sultan II. Abdulhamit‘in bir-birbuçuk yıl (1877–78) sadrazamlığını yapmıĢ ve dolayısıyla devletin üst kademeleriyle sıkı teması olan bir devlet adamı idi. O tarihlerde viyana sefirliği görevinde olmasına rağmen Hamdi Bey‘in müdürlüğe atanmasında babasının rolü olduğu muhakkaktır. Göreve getirilmesinde sadece babasının etkisi olduğu da söylenemez. O tarihe kadar Hamdi Bey‘in de parlak bir geçmiĢi vardır. O da tahsilini yurt dıĢında tamamlamıĢ ve iyi yabancı dil bilmektedir. 1867‘de Paris‘te ve 1873‘de Viyana‘da açılan ve Osmanlı Devleti‘nin de katıldığı uluslar arası sergilerde komiser olarak ülkemizi temsil etmiĢtir. ÇeĢitli devlet görevlerinde bulunmuĢ ve bu arada Ġstanbul ‘da resim serileri açarak kamuoyuna kendisini tanıtmıĢtır. Müze müdürlüğünden önce son yaptığı resmi görev Ġstanbul Beyoğlu Altınca Daire Belediye Reisliği idi. Hamdi Bey ‗in damadı Vahid Bey‘de bir yazısında, Hamdi Bey‘in okul arkadaĢı olan ve o zaman sarayın teĢrifat nazırlığını yapan Münir PaĢa‘nın padiĢah üzerindeki etkisiyle Hamdi Bey‘i müdürlük için tavsiye ettiğini kaydetmiĢtir. Tayin iĢinin, zamanın Maarif Nazırı Mehmet Kamil PaĢa‘nın da isteği doğrultusunda olduğu ifade edilmiĢtir. Hamdi Bey, zaten müze komisyonu üyesi olduğundan müze çevrelerince de tanınıyordu. Buna göre Altıncı Daire Belediye Reisi O. Hamdi Bey‘in 5000 kuruĢ maaĢla Müzehane Müdürlüğü‘ne tayini hususundaki padiĢah emri 4 Eylül 1881 de çıkmıĢtır. Tespit edilen maaĢın Maarif 77 Nezareti bütçesinden ödenmesine dair buyruk ise 11 Eylül 1881 tarihinde yayınlanmıĢtır. Osman Hamdi Bey‘e kendinden önceki müdürlerden daha fazla miktarda bir maaĢ takdir edilmesi, ona verilen değerin bir göstergesidir. Çünkü 5000 kuruĢun karĢılığı 50 Osmanlı altın lirası idi. Hamdi Bey‘in göreve getiriliĢi o zamanki yerli ve yabacı kültür ve sanat çevrelerinde yankı uyandırmıĢtır. Dethier‘in ölümüyle Hamdi Bey‘in müdürlüğe atanma tarihleri arasında altı aylık bir boĢluk vardır. Yani Müze-i Hümayun altı ay müdürsüz kalmıĢtır. Zaten Dethier‘in müdürlüğünün son yılları, yaĢlılığı ve hastalıkları nedeniyle verimsiz geçmiĢ ve müdürlük görevi vekâletle yürütülmüĢtür. 78 yaĢındaki bir müdürün yerine 39 yaĢında bir yöneticinin atanması müzeye yeni bir canlılık, yeni bir dinamizm getirmiĢ ve yapılması gereken birçok iĢe birden el atılmasını sağlamıĢtır. Hamdi Bey göreve geldiğinde devletin üst kademelerinde kimler vardı ve o kimlerle çalıĢacaktı? Birincisi, kendisinin göreve getirilmesinde etkili olan ve 12.11.1880–06.12.1881 tarihleri arasında görev yapan Maarif Nazırı Kıbrıs‘lı Mehmet Kamil PaĢa idi. Bu devlet adamının daha sonra sadrazam olup, 1884– 1895 tarihleri arasında sadrazamlık yapmıĢ olması Hamdi Bey için bir Ģans olmuĢtur. Üst kademedeki ikinci kiĢi sadrazam Mehmet Said PaĢa‘dır ki, onun Çinili KöĢk‘teki müzenin açılıĢında bizzat bulunduğu ve bu konularla yakından ilgilendiği daha önce ifade edilmiĢti. Üçüncü zat ise Devletin baĢı, Hamdi Bey‘i göreve getiren, 34. Osmanlı PadiĢahı II. Abdülhamit‘tir. Osman Hamdi Bey‘in müdürlük görevinin aĢağı yukarı tamamı, kendisini göreve atayan bu padiĢah zamanında geçmiĢtir. Hamdi Bey Paris‘e hukuk tahsiline gitmiĢ olmasına rağmen sanatla da ilgilenmiĢ ressam Gustave Boulanger‘in atölyesine devam etmiĢ ve ressam ve heykeltıraĢ Gerome‘den resim dersleri almıĢtır. Viyana ‗da ve Paris ‗te bulunduğu süre içerisinde oralardaki tüm müzeleri defalarca gezip tanıdığı, tasnif ve teĢhir usulleri hakkında bilgi sahibi olduğu ve Osmanlı ülkesinden götürülmüĢ birçok eseri görerek üzüldüğü Ģüphesizdir. Hamdi Bey müdürlüğe baĢladığı sıralarda, Ahmet Fethi PaĢa tarafından Aya Ġrini‘de eser toplanmaya baĢlanmasından bu yana 35 yıl geçmiĢ ve Çinili KöĢk‘e taĢınılıp müzenin açılıĢının üzerinden de 1 yıl geçmiĢti. Hamdi Bey önce müze binasının tamiratı iĢiyle meĢgul oldu. Gerçi yapılan onarımlar ve müzenin açılıĢının üzerinden henüz bir yıl geçmiĢti. Ama yine de çatı 78 akıyordu. Bu onarım sırasında, Monteroana tarafından sıvattırılmıĢ bulunan çinilerin, Osman Hamdi Bey tarafından temizletilerek yeniden ortaya çıkarıldığı söylenmektedir. Hamdi Bey‘in müzede teslim aldığı eser sayısı 650 idi. Eser sayısı giderek de artıyordu. Bu arada Hamdi Bey‘in babası Ġbrahim Ethem PaĢa Viyana Büyükelçiliği görevinden Ġstanbul‘a dönmüĢ ve 1882 yılında Dâhiliye Nazırlığı‘na getirilmiĢti. Edhem PaĢa, vilayetlere gönderdiği genelgelerle eski eserlere sahip çıkılmasını ve bunların toplanarak Ġstanbul‘a gönderilmesini istiyordu. Esasen, güzel sanatlara, eski eserlere ve müzelere karĢı ilgisi olan Edhem PaĢa Dâhiliye Nazırı olarak kaldığı süre (1884 yılına kadar) içerisinde oğlunun baĢarılı olması için yardımlarını esirgememiĢtir. Hamdi Bey müzedeki eserlerin yeniden düzenlenmesini, yani bilimsel bir tasnifinin ve teĢhirinin yapılmasını istiyordu. Bunun için Fransız Sefiri vasıtasıyla tanıĢtığı Fransız arkeoloji ve filoloji uzmanı Salomon Reinach (1858–1932)‘ı Ġstanbul‘a davet etmiĢtir. Reinach Afrika‘da Yunanistan‘da ve Anadolu‘da çeĢitli arkeolojik araĢtırmalar yapmıĢ, eski yunan ve doğu dillerini karĢılaĢtırmalı olarak incelemiĢ, eskiçağ sanatının ikonografi dökümlerini yapmıĢ büyük bir eski çağ uzmanı idi. 1888‘de ―Yunanistan ve Anadolu‘ da Arkeolojik Gezi‖ , 1892‘de ―Tunus‘un Arkeoloji Atlası‖ 1904‘de ―Apollo: Plastik Sanatlar Genel Tarihi‖ ve 1922‘de ―Yunan ve Roma Resimleri Dökümü‖ adlı eserleri yayınlanmıĢtır. Hamdi Bey, güzel sanatlara son derece meraklı ve aynı zamanda ressam bir zat idi. Müze müdürlüğüne atanmasına rağmen, ressamlık kimliğini de unutmuyor ve zaman buldukça resimle de meĢgul oluyordu. Ama o zaman, ülkede güzel sanatlarla ilgili faaliyetler yaygın değildi. O, bu amaçla Ġstanbul‘ da bir Sanayi-i Nefise Mektebi(Güzel Sanatlar Akademisi) kurulmasını istiyordu. Yapılan çalıĢmalar ve giriĢimler sonucunda ― Sanayi –i ġahane Mekteb-i Âlisi‖nin kurulması için padiĢah emri çıkmıĢtır. Osman Hamdi Bey müze müdürlüğüne atanmasından 118 gün sonra, 1 Ocak 1882 tarihinde müze müdürlüğüne ek olarak bu mektebin müdürlüğüne tayin olmuĢtur. Ancak o sırada ortada okul falan yoktu. 26 Ocak 1882 ‗de ödenek ayrılıp mektebin inĢaatına baĢlanmıĢ ve aynı yılın eylül ayında inĢaat tamamlanmıĢtır. ĠnĢaatı tamamlanan Sanayi-i Nefise Mektebi nihayet 2 Mart 1883 tarihinde açılıp öğrenime baĢlamıĢtır. Mimar Vallaury, mimar Bello, Ressam Varnia, mimar Vedat, Ressam Valeri, ressam Adil gibi tanınmıĢ kiĢiler bu mektebin öğretim kadrosunda yer alıyordu. 79 Mektebin nizamnamesi Paris Güzel Sanat Mektebi‘nin nizamnamesine uygun olarak hazırlanmıĢtır. Mektep ilk yıl yirmi öğrenciyle öğretime baĢlamıĢtır. Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi‘nin çekirdeğini teĢkil etmiĢ olan bu okul müzeye bağlı olarak hizmet vermiĢ ve Hamdi Bey müze müdürlüğü yanında bu okulun müdürlüğünü de ölene kadar sürdürmüĢtür. Osman Hamdi Bey‘in müze müdürlüğü sırasında ortaya konan en büyük hizmetlerden biri muhakkak ki yeni Asar-ı Atika Nizamnamesi (Eski Eserler Tüzüğü) dir. Dethier zamanında, bir oldu-bittiye getirilerek yürürlüğe konulan ve ülkemiz menfaatlerini adeta yok sayan 1874 tarihli nizamname, on senelik süre içerisinde binlerce eski eserlerimizin, güya yasal yollarla yurt dıĢına kaçırılmasına neden olmuĢtur. Bu nizamnamenin sakatlığı ve kaçakçılığı teĢvik ettiği o zamanki basın organlarında defalarca dile getirilmiĢ ve Meclis-i Kebir-i Maarif tarafından tüzüğün aksayan taraflarını ülkemiz lehine düzeltecek 6 ġubat 1875 tarihli dört maddelik bir değiĢiklik tasarısı hazırlanmıĢ olmasına rağmen, bu düzeltme bir türlü gerçekleĢtirilememiĢtir. Sonuçta, yeni ve istenilen anlamda bir nizamnamenin çıkarılması, Osman Hamdi Bey‘in zamanında kısmet olacaktır. Yeni nizamnamenin çıkarılması çalıĢmalarına 1883 yılında baĢlanılmıĢtır. Zaten o zamana kadar, uygulamada görülen aksamalardan, edinilen acı deneyimlerden ötürü gerek kültür çevrelerinde ve gerekse Maarif Nezareti baĢta olmak üzere, öteki devlet kuruluĢlarında böyle bir nizamnameye Ģiddetle ihtiyaç duyulduğu izlenimi oluĢmuĢtur. Nitekim sadrazamlıkça Maarif Nezareti‘ne yazılan 3 Ocak 1884 tarihli bir yazıda; Mezopotamya da kazı yapan ve kazı izninin uzatılmasını isteyen bir Fransız‘dan söz edilerek, Avrupu‘da bu gibi eski eser araĢtırıcılarının, meydana çıkardıkları her türlü eski eserin sadece alçı kopyalarını alarak asıllarını yerel müzelere bıraktıklarından, bunun aksine uygulamanın, ülkemizde de bir takım eski eserlerin dıĢarıya çıkarılması sonucunu vereceğinden, bunun için bundan sonra ülkede arkeolojik kazı yapma isteyenlere, bulacakları eserlerin yalnız bir kopyasının verilmesi esasına dayalı bir tüzüğün elde bulunması gerektiğinden bahsedilerek, ġuray-ı Devlet (DanıĢtay) ve Hamdi Bey tarafından hazırlanmıĢ ve daha önce (25 Kasım 1883 tarihinde Maarif Nezareti‘ne) gönderilmiĢ bulunan tüzük taslaklarının birleĢtirilerek tüzük tasarısının son Ģeklinin sadrazamlığa gönderilmesi istenilmektedir. 80 Maarif Nezareti‘nce bu doğrultuda 31 Ocak 1884 tarihinde hazırlanan Asar-ı Atika Nizamnamesi Meclis-i Mahsus-u Vükela‘ya (Bakanlar Kurulu denebilir) gönderilmiĢ, burada görüĢülen nizamname 13 ġubat 1884 ‗de kabul edilmiĢtir. Buradan padiĢah onayına sunulan nizamname 21 ġubat 1884 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girmiĢtir. Nizamname beĢ bölüm ve otuzyedi maddeden ibaret oldukça ayrıntılı bir nizamnameydi. Daha önce kazıdan çıkarılan eserlerden arazi sahibine ve kazı yapana pay verilmesi hakkındaki hüküm kaldırılmıĢ, eski eserlerin yurt dıĢına çıkarılması yasaklanmıĢtır. ĠĢte nizamnamenin üçüncü maddesi aynen Ģöyleydi; ―Memaliki Osmaniye‘de mevcut ve mekĢuf ve bundan böyle hafriyat ile zahire çıkarılacak ve deniz ve göl ve nehir ve çay ve derelerde zuhur edecek olan her nevi asar-ı atika kâmilen devlete aittir‖. Sekizinci madde ise Ģöyleydi; ―Memaliki Osmaniye‘de zuhur eden Asar-ı Atika‘nın diyarı ecnebiyeye nakil ve ihracı kat‘iyen memnudur‖ Son olarak, batılı hafirleri çileden çıkaran on ikinci maddeye bir göz atalım. Bu madde sadeleĢtirilmiĢ olarak aynen Ģöyledir. ―Resmi ruhsat alınarak ortaya çıkarılan eski eserler tamamen devlet müzesine ait olup, hafirler yalnız resim ve kalıplarını alabilirler‖. Bu nizamnamenin çıkarılıĢı, Osmanlı ülkesinde kazı yapan batılı devletlerde ve hafirler üzerinde Ģok etkisi yaptı. Batılıların menfaatleri bozulmuĢtu ve Avrupa Müzelerine eski eser akıĢı büyük ölçüde yavaĢlayacak ve çıkan eserler artık Müze-i Hümayun‘da toplanacaktı. Yabancı hafirler bu durumdan hiç memnun olmamıĢtı. Avrupa basınında Hamdi Bey hakkında ağır eleĢtirilen yapıldı. Hatta çıkarılan nizamnameyi ―Drakon Kanunları ―ile karĢılaĢtırılanlar oldu. Peki, neydi bu Drakon? Benzetme yapılan Drakon, toplumda düzeni sağlayacak kanunları yapan, koyduğu cezaların ağırlığıyla ün yapan M.Ö. VII. yy. da yaĢamıĢ Atinalı bir kanun koyucu idi. Demek ki yapılan iĢlem doğruydu ve bunda çok geç de kalınmıĢtı. Artık bundan sonra oyun kuralına göre oynanacaktı. Söz konusu nizamnamede, yine Osman Hamdi Bey zamanında 23 Nisan 1906 da bazı küçük değiĢiklikler yapılmıĢsa da, tüzüğün ana yapısı değiĢmemiĢ ve 6 Mayıs 1973 yılında, yürürlüğe konulan 1710 sayılı‖ Eski Eserler Kanunu‖ çıkarılıncaya kadar, yaklaĢık 90 sene geçerliliğini korumuĢtur. Bu durum, daha sonraları kanun kuvvetinde kabul edilmiĢ olan bu nizamnamenin ne kadar itina ile 81 hazırlanmıĢ ve ne kadar sağlam bir yapıya sahip olduğunun bir kanıtıdır. Buna karĢılık 1710 sayılı kanun ise sadece 10 yıl yürürlükte kalabilmiĢtir. Bununla beraber batılıların ellerinde de bir takım kozlar vardı. Osmanlı Devleti gittikçe zayıflıyordu ve fakirleĢiyordu. Kapitülasyonlar devletin boynunu büküyordu. Osmanlı Devleti bütün XIX. yy. boyunca bunlardan kurtulmanın çarelerini aramıĢ, ama dıĢ borçlanmalar nedeniyle bütün batılı ülkeler her defasında buna karĢı durmuĢlardı. ĠĢte bunun gibi bir takım mali ve siyasi baskılar sonucunda yabancı imparatorlar, devlet baĢkanları ve büyük elçiler saraya (Sultan II. Abdülhamit‘e ) baskı yaparak istediklerini koparabiliyorlardı. O nedenle, Ģunu itiraf edelim ki, özellikle istibdat idaresi sırasında yabancı dost ve müttefiklerimizi kırmamak için ve yukarıdaki gerekçelerle ve saray tarafından yapılan müdahaleler yüzünden 1884 tarihli nizamname tam olarak uygulanamamıĢ ve yurt dıĢına zaman zaman eski eser çıkıĢı durdurulamamıĢtır. Osman Hamdi Bey, hem müzeyle ilgilenmekte, müzecilik çalıĢmaları yapmakta, hem de arkeolojik konularda kendini yetiĢtirmekte ve ülkenin arkeolojik yapısını tanımaya çalıĢmaktadır. Eski eser araĢtırmaları ve kazılar devam ettikçe hem müzenin geniĢlemesi gereği ortaya çıkıyor, hem de müzedeki iĢler artıyordu. Osman Hamdi Bey ‗in üzerine müzedeki iĢlerle birlikte Sanayi-i Nefise Mektebinin müdürlüğü görevi de vardı. Müzeye eleman ihtiyacı yanında, güvenebileceği ve gerektiğinde bazı yetki ve sorumluluklarını devredebileceği iyi bir yardımcıya da ihtiyaç duyuyordu. Bulacağı müdür yardımcısının çalıĢkan, kültürlü ve temsil yeteneği olan bir kiĢi olması gerekiyordu. Aklından geçen isim kardeĢi Halil Edhem idi. Halil Edhem Bey de yurt içinde ve yurt dıĢında iyi bir eğitim görmüĢ, kendisini yetiĢtirmiĢ bir kiĢi idi ve o sırada Ġstanbul‘da Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi tercüme Ģubesinde görevli idi. Osman Hamdi Bey, gerekli giriĢimlerde bulunarak Maarif Nezareti‘yle resmi yazıĢmalar yapar. Bu sırada maarif nazırı 4.9.1891-12.4.1902 tarihleri arasında nazırlık yapan Ahmet Zühtü PaĢa‘dır. Gerçi bu tarihlerde müzede 1880 yılından bu yana müdür yardımcılığı yapan Nikolaki Ohani Efendi halen göreve devam ediyordu. Demek ki, nöbet değiĢimi uygun görülmüĢ olmalı ki Nikolaki Ohani Efendi bu görevden ayrılır ve Halil Edhem Bey‘in müze müdür yardımcılığına tayini (1892 yılında)yapılır. 82 Nikolaki Ohani Efendi müzeden ayrılmamıĢ ve daha sonra Fransızca BaĢkatibi unvanıyla daha uzun yıllar envanter Ģefliği görevine yürütülmüĢtür. Halil Edhem Bey‘in Müze-i Hümayun‘un müdür yardımcılığına getiriliĢinin ne kadar isabetli olduğu daha sonraki yıllarda fazlasıyla anlaĢılacaktı. Onunla beraber müzede yeni bir atılım dönemi baĢlamıĢtır. O ağabeyinin sadece resmi değil, ama manevi olarak da en büyük yardımcısı ve adeta sağ kolu olmuĢtur. Bu yardımcılık görevi süresi yılı 17 yıla yakındır. Burada Ģunu da belirtmek yerinde olacaktır. Gerek Osman Hamdi Bey zamanında, gerekse Halil Edhem Bey zamanında Müze-i Hümayun hem eski eser toplama görevini, hem kazılarla ilgili faaliyetleri, hem de imparatorluğun Asar-ı Atika Dairesi (Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü )görevini beraber yürütüyordu. Kültür varlıklarının öneminin, eski eser sevgisinin, gerek devletçe, gerekse toplumca tam olarak anlaĢılmamıĢ olduğu bir dönemde, yalnızlık içinde olağan üstü çabalar sarf ederek, zorlukları yenmeye çalıĢan bu iki fedakâr ve değerli insanın Türk müzeciliğine yaptıklarını takdirle anmamak mümkün değildir. Halil Edhem Bey‘in müzeye atanmasıyla müze kadrosu oldukça güçlenmiĢtir. Fakat bütün bu iĢlerin altından kalkan ve imparatorluğun her yanına yetiĢmeye çalıĢan bu kadro neydi, kimlerden ve kaç kiĢiden oluĢuyordu? 83 Maarif Nezareti 1894 yılı kayıtlarına göre Müze-i Hümayun‘un idari personel kadrosu Ģöyledir. SIRA ADI 1 Hamdi Bey 2 3 4 5 6 7 8 9 Halil Bey Kadri Bey Recep Efendi Nikolaki Efendi Halil Bey Makridi Toduraki Jüvin Bey Dimosten Baltacı 10 Ahmet Bey 11 12 13 Bedri Bey Bilal Efendi Oskan Efendi GÖREVĠ MAAġI Müze-i Hümayun Müd. ve Sanayi-i 9000 kuruĢ Nefise Mektebi Müd. Müze Müdür Yrd. 4000 kuruĢ Ġç Hizmetler Müd. 3000 kuruĢ Muhasebeci 1750 kuruĢ BaĢkatip 1700 kuruĢ Türkçe HaberleĢme Katibi 500 kuruĢ Fransızca HaberleĢme Katibi 600 kuruĢ Katalog Düzenleme Memuru 2000 kuruĢ Asar-ı Atika Muhafaza ve 1500 kuruĢ Muayene M. Asar-ı Atika Muhafaza ve 1200 kuruĢ Muayene M. Hafriyat Memuru 1000 kuruĢ Hafriyat Memuru 800 kuruĢ Asar-ı Atika Tamirat M. ve Fotoğ 700 kuruĢ Asar-ı Atika Nizamnamesi‘nden sonra önemli olan ve dikkate alınması gerek bir nizamnamede de, Halil Edhem Bey zamanında yürürlüğe konulan 31 Temmuz 1912 tarihli ―Muhafaza-i Abidat Hakkında Nizamname ― yani, Anıtların Korunması Hakkında Tüzük‘tür. Asar-ı Atika Nizamnamesi‘ni tamamlayıcı nitelikteki sekiz maddelik bu nizamname, Asar-ı Atika Nizamnamesi‘nde ayrıntılı olarak yer almaya taĢınmaz kültür varlıklarının korunmalarını ve koruma ilkelerini yasal hükümlere bağlamak amacıyla çıkarılmıĢtır. Nizamname‘nin 3. ve 4. maddeleri gereğince, illerde Maarif müdürlerinin baĢkanlığında kurulan yerel koruma kurulu niteliğindeki komisyonlar, taĢınmazlar hakkındaki kararlarını Maarif Nezareti kanalıyla Ġstanbul‘a Müze-i Hümayun‘lar Genel Müdürlüğü‘ne gönderecekler ve son kesin kararı da bu müdürlük verecektir. Yine bu Nizamname‘de verilen görevleri yapmak ve Nizamname‘nin gereklerini yerine getirmek üzere, 1917 yılında Ġstanbul‘dan bir ―Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni Daimisi‖ KurulmuĢtur. Muhafaza-i Abidat Hakkında Nizamname‘nin uygulaması Cumhuriyet yıllarında da devam etmiĢ ve 1936 yılı baĢlarına kadar yürürlükte kalmıĢtır. Söz konusu Encümen ise Cumhuriyet döneminde de uzun yıllar hizmet etmiĢ, çok 84 yararlı faaliyetler yapmıĢ ve birçok taĢınmaz kültür varlığının kurtarılmasını sağlamıĢtır. Müze Müdürü Halil Edhem Bey, özellikle taĢınmaz kültür varlıklarının korunması amacına yönelik bir karar organı kurmak istiyordu. Bu amaçla, eski eserleri tahrip olmaktan kurtaracak önlemleri almak, anıtların onarımında görüĢ ve önerilerde bulunmak ve karar almak üzere bir ― Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni Daimsi‖ kurulması için Maarif Nezareti‘ne teklifte bulunmuĢtur. Bu teklif Meclis Vükela kararıyla ve 19 numaralı Tezkire-i Samiye Mucibi‘nce 21 Mayıs 1917 tarihinde kabul edilmiĢtir. Bu konuyla ilgili olarak müzeye gelen 30 Mayıs 1917 tarihli resmi yazıda‖ Ġstanbul‘da eski imparatorluk sarayları da dahil olmak üzere, eski eserlerin korunmasına önem vermek, onarımlarını gerektiği durumlarda görüĢlerine baĢvurulmak, Ġstanbul dıĢındaki eski eserlerin tahripten kurtulması için önlemler almak, yıkılması gerekenler hakkında görüĢleri alınmak üzere Müzeler Genel Müdür Halil, Ġstanbul Milletvekili Ġsmet, Doktor Nazım, Vakıflar ĠnĢaat ve Tamirat Müdürü Mimar Kemalettin, Dahiliye Nezareti Mebanii Emiriyye Müdürü ve Tarih Encümeni Üyesi Efdalettin, Maarif Telif ve Tercüme Kurulu ve Ġstanbul Muhibleri Cemiyeti Üyesi Mehmet Ziya, Belediye Fen Heyeti Mimari ġubesi Müdürü Mimar Asım ve Kadıköy Dairesi Müdürü Celal Esad Beylerden oluĢan bir Daimi Encümen Kurulmasının uygun görüldüğü ve yazının gereği için Dahiliye i ve Vakıflar Nezaretleri‘ne bilgi için de Harbiye ve Maliye Nezaretleri‘ne gönderildiği ― belirtilmektedir. Encümen ilk toplantısını 11 Haziran 1917 tarihinde yapmıĢtır. Halil Edhem‘in çabasıyla 1917 yılında kurulan, sadeleĢtirilmiĢ adıyla ―Eski Eserleri Koruma Yüksek Kurulu‖ daha sonra oluĢturulan ‖Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu‖ ile ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ― ve ― Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları‖ nın da öncüsü olmuĢtur. Ġstanbul‘da Arkeoloji Müzesi‘nin bir odasında toplanan bu Encümenin baĢkanı Halil Edhem Bey‘di. 85 5.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNDE “CUMHURĠYET DEVRĠ” 1914–1922 SavaĢ yıllarında Osmanlı topraklarındaki kazı faaliyetleri durmuĢtur. Ama istilacılar, en küçük bir fırsatı dahi değerlendirmektedirler. Örneğin, Çanakkale SavaĢı sırasında (1915), iĢgal kuvvetleri siper kazarken buldukları eski eserleri ülkelerine götürmüĢlerdir. Bu arada Samerra ve Asus kazı depolarında bulunan ve savaĢ nedeniyle aktarılamayan eski eserler, Ġngiliz askerlerince yağmalandığı ve askerlerin daha sonra bunları sattıkları görülmüĢtür240. Ġstiklal Harbi yıllarında Anadolu‘daki kazıların devam ettiğini, iĢgâl kuvvetlerinin kısa egemenlikleri sırasında, nüfuz bölgelerinde kazılar yaparak ülkeyi yağmaladıklarını görmekteyiz. Örneğin bu yıllarda, Ġstanbul Sarayburnu‘nda bir iĢgal subayı kazı yapılması üzerine Halil Edhem Bey kazıyı durdurmuĢ ve buluntuları müzeye getirmiĢtir241. Ülke iĢgâl altında olmasına rağmen müzecilerin iĢlerini aksatmadıkları ve müzecilik faaliyetlerine devam ettikleri görülüyor. Durum kazı yapılmasını engellese de müzede çalıĢmalar devam etmiĢtir242. Türk Müzeciliğinde Ġlk Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara‘da Ulus‘taki küçük binasında açılmasından sonra, 25 Nisan 1920 tarihinde yapılan toplantıda ― Geçici Ġcra Encümeni‖ seçilmiĢtir. Encümen, TBMM Reisi Mustafa Kemal PaĢa‘nın baĢkanlığında, Erzurum Mebusu Celalettin Arif Bey, Aydın Mebusu Cami Bey, Amasya Mebusu Hakkı Behiç Bey ve Edirne Mebusu Ġsmet Bey olmak üzere toplam yedi kiĢiden oluĢmaktaydı. Mustafa Kemal‘in doğal baĢkan kabul edildiği seçimde en fazla oyu Hamdullah Suphi Bey almıĢtır. Hamdullah Suphi ileriki yıllarda maarif vekilliği yapmıĢ ve Ankara Etnografya Müzesi‘nin kuruluĢunda imzası olan bir zattır. 25 Nisan 1920-3 Mayıs 1920 tarihleri arasında görev yapan bu encümen, Türkiye‘de hükümet görevini üstlenen ilk encümen ya da ilk heyettir. 23 Nisan 1920 Cuma günü T.B.M.M. ‗nin Ankara‘da toplanarak yasama ve yürütme yetkisini üzerine almasından sonra, 2 Mayıs 1920 tarihli ve 3 numaralı kanunla 3 Mayıs 1920 tarihinde 11 bakandan oluĢan bir ―Ġcra Vekilleri Heyeti‖ kurulmuĢtur. T.B.M.M. Reisi ve Ġcra Vekilleri Heyeti Reisi Mustafa Kemal PaĢa baĢkanlığındaki heyette; Umuru ġeriye, Dâhiliye Umuru, Adliye, 240 Özkan, 2009: 149 Öz, 1949: 249 242 Özkan, 2009:150 241 86 Nafia, Hariciye, Sıhhıye ve Muavenet-i içtimaiye, Ġktisat, Müdafa-i Milliye, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye, Maliye ve Maarif Vekilleri yer almakta idi. 4 Mayıs 1920 ‗de göreve baĢlayan bu 11 vekillikten biri olan Maarif Vekilliğine Sinop Milletvekili Rıza Nur Bey seçilmiĢtir. 3 Mayıs 1920‘den 13 Aralık 1920‘ye kadar 8 ay 11 gün görev yapan Dr. Rıza Nur çok sınırlı bir kadro ve çok yetersiz bir bütçe ile Milli Mücadele‘nin bu ilk çetin günlerinde Milli eğitime, Türk kültürüne, sanatına ve tarihine mili bir temel ve ruh kazandırmayı baĢarmıĢtır. Dr.Rıza Nur, DıĢiĢleri ve Sağlık Bakanlıklarında da bulunmuĢ, Lozan Konferansı‘nda ikinci murahhas olarak görev almıĢtır. 1920 yılının Mayıs ayında Ankara‘da yeni hükümet (Ġcra Vekilleri Heyeti) teĢkil edildiği ve Dr. Rıza Nur‘un Maarif Vekili seçildiği sırada, Ġstanbul ‗da da Osmanlı Hükümeti görev baĢındaydı ve o hükümetin maarif nazırlığı görevini de Rumbeyoğlu Fahrettin Bey yürüyordu. Fahrettin Bey‘den sonra 31.7.192020.10.1920 arasında Hadi PaĢa, 21.10.1920-20.12.1920.arasında Mustafa ReĢit Akif PaĢa Maarif Nazırlığı görevini devam ettirmiĢlerdir. O tarihlerde, iĢgal altındaki Ġstanbul‘daki Asar-ı Atika Müzeleri de herhalde hala Osmanlı Hükümeti‘nin maarif nazırlığına bağlı olarak görev yapmakta idiler. Osmanlı Hükümetlerinin son Maarif Nazırı 22.1.1921 ile 12.6.1921 tarihleri arasında görev yapan RaĢit Erer Bey‘dir. 3 Mayıs 1920 tarihinde Maarif Vekili Dr. Rıza Nur‘un T.B.M.M.‗nde okuduğu 1920 yılı Ġcra Vekilleri Heyeti (Hükümet)Programı7nın bir yerinde; ―……bizde Milli ruhu artıracak tarihi eserleri, edebi ve sosyal içerikli eserleri uzmanlarına yazdırmak, Milli asarı atikayı tescil ve muhafaza etmek….‖ Ġfadelerine ye verilerek, tarihi eserler ve eski eserler konularındaki korumacılık ilkelerine de önem verileceği vurgulanmıĢtır. Yeni kurulan maarif vekâleti beĢ ana daireden meydana gelmekte idi. Her dairenin kadrosunda ise ikiĢer, üçer veya dörder personel bulunmaktaydı. Merkez örgütünün bu beĢ dairesinden biri de ―Hars (Kültür ĠĢleri) Müdürlüğü‖dür. Bu daireden zaman zaman ―Türk Asar-ı Atikası Müdürlüğü ―Ģeklinde de söz edilmektedir. Hars müdürlüğünde ilk zamanlar bir müdür, bir kâtibin görev yaptığı ve bakan hariç bakanlığın tüm merkez teĢkilatının yirmi kiĢiden oluĢtuğu anlaĢılmaktadır. Ġlk hars müdürü, kendisini Ankara Etnografya Müzesi‘yle ilgili bölümde daha iyi tanıyacağımız, Kütahya Milletvekili dil bilgisini, araĢtırmacı ve yazar Besim Atalay‘dır. Besim Atalay, meclisteki milletvekilliği görevi ile birlikte, hars müdürlüğü görevini de yürütmüĢtür. O zamanki mevzuata göre, bunda yasal bir sakınca yoktur. Ġlk TeĢkilatı Esasiye Kanunu (Anayasa) 20 Ocak 1921‘de kabul edilmiĢ 23 maddelik kısa bir Anayasadır. Ġkinci hars müdürü, Bakanlık 87 MüfettiĢlerinden Hilmi Bey (Tanyolaç) dir. Bakanlıkta, daha sonraları, hars müdürlüğü yanında ayrıca, zamanın fikir adamlarından oluĢan bir de daimi hars komisyonu kurulmuĢtur. Ülkemizde eğitim ve kültür konularına henüz Cumhuriyet ilan edilmeden, daha Milli Mücadele yıllarında önem verilmeye baĢlanmıĢtır. Bu çalıĢmalardan olmak üzere, 16 Temmuz 1921 tarihinde Ankara‘da Maarif Kongresi yapılmıĢtır. Mustafa Kemal 16 Temmuz 1921‘de burada yaptığı konuĢmada ve 1 Mart 1922 tarihindeki birinci devrenin üçüncü toplanma yılı baĢında Büyük Millet Meclisi kürsüsünde yaptığı konuĢmasında, yeni yönetimin Milli eğitim ve kültür politikalarını ortaya koymakta ve yapılacak çalıĢmalara yön vermektedir. KonuĢmasının bir yerinde; ….. yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelen bütün etkilerden tamamen uzak, milli seciye (karakter) ve tarihimizle uyum içinde bir kültür kastediyorum. Çünkü milli davamızın tam olarak geliĢmesi, ancak böyle bir kültür ile mümkün olabilir. GeliĢigüzel bir ecnebi kültürü Ģimdiye kadar takip edilen yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir. Kültür tabanla uyum içinde olmalıdır. O taban Milletin seciyesidir.‖ Diyerek milli kültür anlayıĢını da açıkça ifade etmiĢtir. 5.1.Yeniden Yapılanma ve Yasal Düzenlemeler243 Anadoluda iĢgal yıllarında 1918 yılında Osmanlı Devleti‘nin toprakları galip devletlerce paylaĢıldığı için Müze-i Hümayun yetkililerinin çalıĢma alanı çok daralmıĢtır. Bu yıllarda kazıların çoğu, ĠĢgal Kuvvetleri‘nin askerleri ve bilim adamları tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu sırada olan bazı kötü olaylardan da faydalanmıĢlardır. Nitekim 1918‘de Ġstanbul‘da çıkan bir yangın sonucu Hafız Ahmet PaĢa Külliyesi‘de yanmıĢtır. Bu sırada türbenin değerli eĢyalarının da çalındığı anlaĢılmaktadır. Nitekim Hafız Ahmet PaĢa‘ya olduğu bilinen bir at zırhı bugün Atiina‘daki Bernaki Müzesi‘nde bulunmaktadır244. 1921 yılında bir Asar-ı Atika Nizamnamesi tasarısı hazırlanmıĢtır245. Bazı yeniliklerin yanı sıra, hafirlere teĢvik olması için tekrar eser verilmesi kabul edilmektedir. Bu geri dönüĢ demektir ki Türk Hükümeti‘nin düĢüncesi olmayıp söz 243 Gerçek, 1999: 137/146 (Bu başlık altında yazılan bilgiler aksi belirtilinceye kadar Gerçek’in belirtilen kitabından alınmıştır.) 244 245 Eyice, 1997: 85/87 Çal, 1997: 394 88 konusu nizamnamenin ĠĢgal Kuvvetlerinin baskısıyla çıkartılmak istendiği anlaĢılmaktadır. Ama bu nizamname değiĢikliği gerçekleĢmemiĢtir. Atatürk‘ün, Cumhuriyetin kuruluĢundan sonraki görüĢleri de bu doğrultudadır ve Türk kültürüne verdiği önemi Ģu sözleriyle dile getirmiĢtir; ―Cumhuriyetin temeli kültürdür. Cumhuriyet zengin Türk kültürünün üzerine kurulmuĢtur.‖ 1921 yılında maarif vekilliği görevinde Ģair, yazar edebiyatçı ve kültür adamı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) bulunuyordu. Hamdullah Suphi, daha önce de kendisinden bahsettiğimiz Osmanlı devrinde maarif nazırlığı yapmıĢ ve döneminde müzeciliğimize yararlı hizmetleri dokunmuĢ tarihçi, numizmat ve devlet adamı Abdüllatif Suphi PaĢa‘nın oğlu idi. Türk Müzeciliğine babasının ne kadar hizmeti dokunmuĢsa, Hamdullah Suphi Bey‘in de bir o kadar hizmeti geçmiĢtir. Maarif Vekili Hamdullah Suphi zamanında görev yapan Hars Müdürlerinden üçüncüsü de Mübarek Galip Bey‘dir. Mübarek Galip Bey de bize yabancı değildir. Mübarek Galip, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri‘nden bahsederken hakkında bilgi verdiğimiz Osman Hamdi Bey‘in kardeĢi ilk Türk nümizmatlarından Ġsmail Galip Bey‘in oğlundan baĢkası değildir. Ülkemizin ilkleri arasında iki büyük nümizmant vardır. Bunlar, ikisi de Osmanlı devrinde yetiĢmiĢ Abdüllatif Suphi PaĢa ile Ġsmail Galip Bey‘dir. Bu iki değerli insanın oğulları Cumhuriyet döneminde bir araya gelmiĢler ve tesadüfen aynı amaca yönelik olarak birlikte hizmet etmiĢlerdir. Mübarek Galip, ilk faaliyetlerden olmak üzere, Ankara‘da, bu gün Anadolu Medeniyetleri Müzesi adını verdiğimiz, bir müzenin kuruluĢunu baĢlatmıĢtır. Aynı yıllarda, yani 1921, 1922 yıllarında Antalya ‗da Süleyman Fikri Bey de Antalya Müzesi‘nin temellerini atmakla meĢguldür. Yıl 1922, KurtuluĢ SavaĢı‘nın en sıkıntılı günleri, son vatan toprakları için yapılan adeta bir ölüm kalım mücadelesi, 26 Ağustos ‗ta baĢlayan Büyük Taarruz ve adım adım zafere giden yollar, iĢgal altındaki yörelerimizin teker teker kurtuluĢları. 9 Eylül, Türk ordularının Ġzmir ‘e giriĢi 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi‘nin imzalanması. ĠĢte bu sıralarda Hars Müdürü Mübarek Galip de kendi iĢiyle meĢgul, vilayetlere gönderilmek üzere hazırladığı genelge 10 maddeden ibaret, taĢınır ve taĢınmaz eski eserler de dahil, vilayetlerden tam bir kültür envanteri isteniyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi Umumi Maarif Vekâleti Hars Dairesi 89 1-Liva içerisindeki Ģehir ve kasabaların kuruluĢ tarihleri ve kurucuları hakkında tarihi araĢtırma, ne gibi tarihi olaylara sahne oldukları, eski Yunan ve Roma, Osmanlı ve daha evvelki Türk devirlerinde bunlara verilen isimler, 2-Liva içerisindeki, geçmiĢ kavimlerin uygarlıklarına ait eski eser kalıntıları ve mevcut eserlerin fotoğrafları, fotoğraf çekmek mümkün değilse krokileri yapılarak rapora eklenmesi, 3-Gerek Osmanlılar zamanına, gerek daha önceki zamanlara ait Türk kültürünü ilgilendiren ne gibi tarihi eserler vardır? 4-Değerli olduğu halde halen harab durumda bulunan ve onarım sayesinde korunması mümkün görülen tarihi eserler nelerden ibarettir? 5-Yöredeki Milli Eğitim Ġdaresi‘ne devredilmesi kanun gerektiren, bölgenizdeki yıkılıp gitmiĢ vakıflar nelerden ibarettir? Mümkünse vakfiyeleriyle gerekli izahatın yapılması, 6-Bölgenizde bulunan, gerek yapılı, gerekse harab cami, mescit, medrese, tekke çeĢme ve köprüler, imaretler, kervansaraylar, Ģifahaneler ve benzerleri hakkında ve bunları yaptıranlar hakkında yeterli bililerin toplanması, Selçuklu ve Osmanlı Sultanları ile Karamanoğulları, DaniĢmendiler, Beni Artuklar gibi Türk Emirleri devrinden kalma tüm eserlerde rastlanan oyma kitabe ve iĢlemelerin ve eğer bir asır önce yapılmıĢ veya daha eski bir devre ait özel konutlara rastlanırsa, bunların ocak, tavan, dolap, raf ve pencere gibi iç bölümlerine ait süslemelerinin ve dikkati çeken mimari unsurlarının fotoğraflarının çekilerek rapora eklenmesi. Küçük boyutlu levha, kitabe ve ev eĢyasından sayılan eski iĢ eserlerin elde edilmesi halinde bunların da Ankara ‗ya gönderilmesi. 7-Livanızda evliyalardan, âlimlerden, Ģeyhlerden, Ģairlerden, vezirlerden kısaca büyük Ģahsiyetlerden kimlerin mezarları vardır? Mezar taĢlarındaki oyma yazıların alınması, süsleme olarak dikkat çekici olan sandukalarında fotoğraflarının çekilmesi, 8-Bölgeniz içerisindeki eski tarihi ailelerin isimleri, halen hayatta olan tarihi aileler varsa bunların Ģecerelerinin birer suretinin gönderilmesi, 9-Bölgeniz içerisinde halen iskân edilmemiĢ aĢiretler var mıdır? 10-Bölgenizde ırk itibariyle ne gibi uyumsuzluklar görüyorsunuz? Bunların dini görüĢleri, ahlak kuralları, gelenek ve görenekleri hakkında geniĢ bilgi toplanması. Ekim 1922/Mübarek 90 Mübarek Galip tarafından hazırlanan ve Ekim 1922 tarihini taĢıyan bu genelge Karesi Milletvekili ve Maarif Nazırı Vehbi Bey zamanında vilayetlere gönderilmiĢtir. Bu genelgeyi takip eden günlerde yine maarif vekâletince bir talimatname hazırlanmıĢtır. Hars Müdürü Mübarek Galip Bey‘in hazırladığı ve Maarif Vekili Ġsmail Safa tarafından imzalanarak dağıtımı yapılan. Kasım 1922 tarihli ve 170 sayılı ―Müzeler ve Asar-ı Atika Hakkında Talimat ― baĢlıklı bu yazı müzecilik tarihimiz ve eski eserlerin korunması hususunda önemli bir belgedir.Bu talimatname; müzeciliğin çalıĢma prensiplerini belirlemekte ve bir disiplin altına almakta, eski eserlere, korumacılık ilkelerine ve alınan önlemlere bakıĢ açısını da açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Umuru Maarif Vekâleti Hars Dairesi No: 170/ Müzeler ve Eski Eserler Hakkında Talimat 1-Hars idaresi eski eserlere iliĢkin bütün iĢleri yapmaya yetkilidir. Çözümlenecek sorunlar gerek görüldükçe Bakanlık Müdürler Kurulu‘nca incelenir ve halledilir. 2-Ġllerde eski eserlere iliĢkin iĢlemler ve yerel müzelerin yönetimi milli eğitim müdürlerinin yükümlülüğündedir. Sultan Mektebi, idadi Mektebi ve Erkek Öğretmen Okullarında en büyük milli eğitim memurunun yönetiminde birer ―Mektep Müzeleri‖ oluĢturulmuĢtur. Bu müzelerde bulunacak objelerin çeĢitleri ve bu müzelerin oluĢturulması 97 ve 107 sayılı genelgelerle bildirilmiĢtir. Milli eğitim müdürleri yerel müzeler ile okullarda oluĢturulacak müzelerin ihtiyacı olan memurları seçerek atanmak üzere bakanlığa bildirirler. Milli eğitim müdürleri eski eserlere iliĢkin tüm bilgileri almak üzere hars idaresiyle haberleĢirler ve bilimsel temasta bulunurlar ve söz konusu iĢler hakkında hars idaresine bağlıdırlar. 3-Giyim eĢyaları ve eski ev eĢyaları ile, el yazmaları, tezhip edilmiĢ kitaplar, iĢlemeler, eski silahlar, çiniler, lahitler, mezar taĢları, heykeller, vazolar, toprak kaplar, her çeĢit süs eĢyası, kitabeler, sikke ve madalyalar, fildiĢi veya kemik eserler, kakma ve oyma iĢleri ve buna benzer milli ve islâmi ve güzel sanatların bütün dallarına ait eserlerin toplanarak müzelere konulmasına daha çok dikkat ve itina edilecektir. Bununlar birlikte, eski Ġslam eserleri dıĢında ortaya çıkacak eserler de müzelere konulacak ve teĢhir edilecektir. 91 4-Müzelerde mevcut koleksiyonların bir defteri ile teĢhir maksadıyla konulacak olan herhangi bir yeni eserin bilimsel tanımıyla birlikte fotoğrafı ve sıra numarası hars idaresine bildirilecektir. 5-Eski eserlerle ilgilenen bilim adamlarının yararlanmalarını sağlamak üzere, yerel müzelerde arkeolojiye, güzel sanatlara ve ülkemizin tarih ve coğrafyasına iliĢkin her dilde en tanınmıĢ, en saygın yazarların kitapları yavaĢ yavaĢ temin edilip toplanarak birer ―Müze kütüphanesi‖ oluĢturulacaktır. 6-Müze memurları, müzelerde bulunan koleksiyonları kısım kısım, her çağa ve her döneme göre tasnif ederek, çeĢitli bölümlerine ait ( hangi kısmın uzmanı ise ) bizzat kendileri yâda bazı uzmanları birlikte çalıĢmaya teĢvik ederek, bu gibi bilim adamlarının yardımıyla bilimsel değeri bulunan kataloglar hazırlarlar ve yayınlarlar. 7-Eski eserler müfettiĢi bulunan bölgelerde, adı geçen müfettiĢler teftiĢ edecekleri yerlerde ve teftiĢ sırasında rastlayacakları eski eserler hakkındaki gözlemlerini ve incelemelerini bir rapor halinda hars idaresine vereceklerdi. Rapor içerik ve metin olarak bilimsel değere sahip olmalıdır. 8-Müze memurları, geleneksel eski sanatlarımızın canlandırılmasına, çinicilik olan yerlerde bu sanatın geliĢtirilmesine ve milli eski sanatlarımızın konusunda halkın dikkatinin çekilerek bu konuya ilgisinin sağlanması hususuna olanaklar ölçüsünde gayret edecekler ve giriĢimde bulunacaklardır. 9-Kazı, araĢtırma ve sondaj yapma hakkı hars idaresine aittir. Bununla beraber, bilim kurumları ve bilim adamı uzmanlar tarafından illerde bu konuda bir müracaat olduğu takdirde milli eğitim müdürleri bu konudaki baĢvuruları öncelikle hars idaresine bildirir. Söz konusu idare müracaatı inceleyip Bakanlığa bildirir. Bakanlığın uygun görüĢü ve özel izini üzerine kazı, araĢtırma ve sondaj faaliyeti için müracaat sahibine gerekli izin verilir. 10- Eski eserlerin bulunduğu arazi ile buradaki eski eserlerin tasarrufları taĢınır ve taĢınmaz eski eserler ve eski eserlerin alım satımı, ihracı, ithali ve nakliyatı ile kazı araĢtırma ve sondaja iliĢki diğer hususlar hakkında halen yürürlükte bulunan Asar-ı Atika Nizamnamesi ve Muhafaza-i Abidat Nizamnamesi hükümleri uygulanır. 11-Müze memurlarının eski eserler bilimine yakınlığı olmaları veya bu bilime karĢı eğilimli olmaları gerekmektedir. Söz konusu memurlar müzenin iyi düzenlenmiĢ olması ve zenginleĢtirilmesi için çaba gösterirler. Ve ortaya çıkacak eski eserlerin 92 müzeye nakledilmesini sağlar veya eski eserlerin çıktığı yere giderek incelemede bulunurlar ve kazı olduğu taktirde kazı yerine giderek, Azar-ı Atika Nizamnamesi‘nin hükümlerinin yerine getirilmesine nezaret ederler. Müze muhafızları ise müzede bulunan ve kendilerine emanet edilen eserlerin iyi korunmasında sorumlu ve yükümlüdürler. Ve bunlardan, müzede bulunan eserlerin değerine göre kefalet kesilir. Bu iki önemli genelge, yeni yönetimin eski eserler ve müzecilikle ilgili ilk yasal düzenlemeleri olarak kabul edilmelidir. Bu tür genelgeler, Cumhuriyetin ilerleyen yıllarında artarak devam edecektir. 5.2.Atatürk, Tarih ve Arkeoloji Çok önemli askeri ve siyasi baĢarılarının yanında toplumsal ve kültürel konularda da çalıĢmalar yapan, Atatürk‘ün ―askerlik‖, ―devlet adamlığı‖ ve ―devrimcilik‖ gibi niteliklerine birde ―sosyal bilimcilik‖ niteliğini eklemek abartılı bir değerlendirme olmayacaktır. Atatürk‘ün 1930‘larda baĢlatıp yerli ve yabancı bilim insanlarının katılımıyla derinleĢtirdiği tarih, dil ve antropoloji çalıĢmaları bu değerlendirmeyi doğrulayan en önemli kanıtlardandır246. Atatürk, Harp Okulu ve Harp Akademisi yıllarından beri bilimle ilgilenmiĢtir. Matematik, geometri, edebiyat ve özellikle tarih en çok ilgilendiği bilimlerdir. Ayrıca gençlik yıllarından itibaren yerli ve yabancı tarihçilerden Türk ve dünya tarihini okumuĢtur. Tarihin önemini erken yaĢlarda kavrayan Atatürk, sağlam bir geleceğin ancak doğru kavranmıĢ bir geçmiĢ üzerinde yükselebileceğini düĢünmektedir. Atatürk‘ün Türk ve dünya tarihine bakıĢını Ģekillendiren sadece okuduğu kitaplar değildir; yaĢadığı dönemin siyasal ve toplumsal koĢulları da onun tarihi olaylara bakıĢını etkilemiĢtir. 19. yüzyılda emperyalist kuĢatmayla çevrilen bir ülkede Batı‘nın sürekli yok saydığı bir ulusa mensup olmak Atatürk‘ün bilinçaltınanda derin izler bırakmıĢtır. Atatürk‘ün Türk Tarihi ve Türk Dili konusundaki çalıĢmalarının temelinde biraz da bu derin izlerin etkisi vardır247. Atatürk, askeri ve siyasi konuların dıĢında sosyal, kültürel ve bilimsel konularla da ilgilenmiĢtir. Özellikle ―tarihe‖ ve ―dile‖ duyduğu ilgi ĢaĢırtıcıdır. Belki de hiçbir lider kuramsal konular üzerinde Atatürk kadar fazla düĢünmemiĢtir. Her 246 247 Meydan, 2007: 17 Meydan, 2007: 18 93 fırsatta –cephede bile- okuyan Atatürk‘ün 4289 kitaplık özel kütüphanesindeki kitaplar tarih, dil, din, felsefe ve bilim gibi kuramsal konularda yoğunlaĢmaktadır 248. Asıl iĢi askerlik ve devlet adamlığı olan bir insanın ilgi alanının bu kadar geniĢ olması gerçekten düĢündürücü ve ĢaĢırtırcıdır. Aslında bu durum Atatürk‘ün baĢarısının en temel nedenlerinden biridir. Ömrünün büyük bölümü cephede, savaĢ meydanlarında geçen ama buna rağmen askerlikten siyasete, dilden tarihe, matematikten dine felsefeden edebiyata kadar her alanda bir Ģeyler okuyan, ciddi ciddi düĢünen, çevresindeki insanlarla düĢünsel tartıĢmalara giren, üstelik askerlik, matematik, tarih ve dil konularındaki birikimlerini yazıya döken Atatürk‘ün düĢünce dünyasının sınırları yok gibidir. Atatürk‘ün ilgi alanının geniĢliği, okuma tutkusu ve sonunda ulusu adına ―en mükemmeli‖ gerçekleĢtirmesi tesadüf değildir. Onun tüm etkinlikleri ve baĢarılarının temelinde ―bilimsel düĢünce‖nin izleri vardır 249. Atatürk aynı zaman da bir düĢünürdür; ―Bilindiği gibi Atatürk yalnız bir asker değil, bir devlet kurucusu değil, aynı zamanda güçlükleri yenme azmine, yapıcılık ve yaratıcılık gücüne sahip bir düĢünürdür. Ona, dahi birkiĢilik kazandıran özelliklerden biride gerçekçiliğe, akıl ve bilim ölçülerine verdiği değerdir. Tür toplumunu çağdaĢ birdüzeye getirme yolunda yaptığı bütün devrimlerin toplumun, tarih, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını gereğince karĢılama doğrultusunda yol alması, bu akıl ve bilim ölçülerine verdiği değerin ifadesidir250. Atatürk bilimin gücüne inanan bir liderdi. ―En hakiki mürĢit ilimdir, fendir, ilim ve fennin dıĢında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir.‖ Diyerek, bilime yüklediği anlamı açıkça ortaya koymuĢ ve Türk modernleĢmesinin temeline ―bilim‖ yerleĢmiĢtir. Türk ordusu Ġzmir‘e girdiğinde askeri zafer kazanılmıĢtı; silah görevini tamamlamıĢ yeni zaferleri kazanma görevi bilime verilmiĢti. Atatürk‘e göre, silahlı ordunun yerini artık ilim-irfan ordusu almalıdır. Zaferden 45 gün sonra Bursa‘da öğretmenlere yaptığı konuĢmada bu yeni görevi teslim ediyor251: Görüldüğü gibi Atatürk kimi konularda geçmiĢten gelen kuralların ve taraflıtarafsız ortaya konulan sonuçlarının sorgusuzca kabullenilmesine de bir bilim insanı olarak karĢı çıkmıĢtır. Ġlmi konularda araĢtıran ve sorgulayan bir düĢünce yapısının daha doğrucu ve ilerici bir yaklaĢım olacağını fen ve sosyal bilimlerde 248 Şenalp, 1981: 3/23 Meydan, 2007: 21/22 250 Korkmaz, 2006: 17/18 251 Meydan, 2007: 23 249 94 baĢta tarih olmak üzere araĢtırmanın ve çıkan sonuçların sorgulanmadan (yani sağlamasının yapılarak) kabul edilemeyeceği görüĢünü benimsemiĢtir. Bilim anlayıĢımızın yeniden Ģekillenmesinde Atatürk‘ün bize nasıl örnek olacağını anlamak için öncelikle atatürk‘ün doğup büyüdüğü dönemi, sözkonusu dönemin özelliklerini ve atatürk‘ün toplumsal değiĢim hareketinde ―bilime‖ nasıl bir anlam yüklediğini bilmek gerekmektedir252. Atatürk‘ün doğup büyüdüğü 19.yy‘ın sonları ve 20.yy‘ın baĢları pozitif bilim anlayıĢının tüm dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemdir. Okuyan, araĢtıran, yeni geliĢmeleri takip eden genç Mustafa Kemal de doğal olarak bu pozitivist rüzgârlardan fazlaca etkilenmiĢtir; fakat o kendini hiçbir zaman sert esen rüzgârlara kaptırmamıĢ, sürekli kendini geliĢtirmiĢ ve fikri olgunluğa ulaĢmayı baĢarmıĢtır253. Atatürk 19.yy. pozitivizminden etkilenmekle birlikte, hayatının hiçbir döneminde-akıl dâhil- hiçbir Ģeyi ―tabu‖ haline getirmemiĢtir. Onun, Einstain‘in:‖parçalanması, atomu parçalamaktan daha zordur.‖ Dediği ―önyargıları‖ ve sorgulanmaya kapalı ―genel kabulleri‖ yoktur. O, hayatı, evreni, kısacası insanı ilgilendiren her yeni görüĢe açıktır254. Hayatın anlamını ve insanın dünyadaki varlık nedenini anlamak Atatürk‘ün en önemli amaçlarından biridir. Bu amaçla özellikle hayatının son dönemlerinde Ġnsan nerede geliyor, nereye gidiyor? Dünya nasıl meydana gelmiĢtir? Ġlk insanlar nasıl ortaya çıkmıĢtır? Dinlerin ve tanrı‘nın anlamı nedir? Gibi daha pek çok soruya ―genel kabullerin dıĢında‖ yanıtlar aramıĢtır. Atatürk‘ün –bu tezinde konusu olan ―Türk Müzecilik Tarihinide‖ kapsayan Türk Tarihiyle ilgili araĢtırmaları da bir yönüyle böyle bir arayıĢın ürünüdür255. Atatürk tarih ve dil konusunda yaptığı çalıĢmalar kadar arkeoloji ile de bir hayli ilgiliydi. Arkeolojiye büyük önem veriyordu. Arkeoloji malzeme bakımından Anadolu‘dan daha değerli bir coğrafya olmadığına inanıyordu:―insanlığın genel fikir sermayesine Türkiye‘nin verebileceği ve vermekle sorumlu olduğu Ģeyler ne büyüktür. Doğu Avrupa ile Anadolu‘daki büyük medeniyetler burada (Anadolu) değilse nerede aranacaktı? 252 Meydan, 2007 : 37 Meydan, 2004: 102/116 254 Meydan, 2007: 37 255 Meydan, 2007: 38 253 Türk sanatı, tarihin bütün insaniyeti için araĢtırma 95 sahasını burada bulamayacaksa, bu sanat âĢıkları hangi çöllere saldıracaktır.‖ Diyerek, arkeologları Anadolu‘da kazılar yapmaya davet ediyordu. Çünkü o Türklerin köklerinin Orta Asya‘yla birlikte burada, Anadolu‘da olduğuna inanıyordu256. Atatürk‘ün isteğiyle baĢlatılan Alacahöyük kazıları sonunda Hititlere ve Hattilere ait çok önemli eserler gün ıĢığına çıkarılmıĢtır. Bu eserlerden biri de Hitit GüneĢ Kursu diye bilinen nadide eserdir. Atatürk, Napolyon‘la birilikte dünya tarihinde arkeolojiye en fazla önem veren liderlerden biridir. Atatürk, Türkiye‘nin kısıtlı imkânlarına rağmen arkeolojiyle uğraĢanlara her türlü desteği vermiĢtir. O günlerin canlı tanığı Afetinan‘ın anlattıkları, genç Cumhuriyetin kurucusu Atatürk‘ün arkeolojiye ne kadar çok önem verdiğini göstermektedir257: Ekrem Akurgal, Sedat Alp, Arif Müfit Mansel, Halet ÇAmbel, Halil Değirmenci, Afet Ġnan, Halil Ġnalcık, Mebrule Tosun, yurt dıĢına eğitim için gönderilenler arasındaydı. Atatürk‘ün telgrafı üzerine yurt dıĢına gönderilen bu öğrencilerin, ayrıca 1935 yılında Milli Eğitim Bakanılığı kanalıyla, yaz aylarında, Orta ve Batı Anadolu‘daki arkeolojik kazılarda, iki ay süre ile çalıĢmalıda sağlanmıĢtır. Bu öğrenciler yurt dıĢına çıkarken ellerine birer küçük not sıkıĢtırılmıĢtı. Bu notta, Atatürk ―Sizi bir kıvılcım olarak gönderiyorum. DönüĢünüzde, birer meĢale olacaksınız‖yazmıĢtı258. Atatürk 1936 yılında Trakya‘da arkeolojik kazılar yapılmasını emretmiĢ, bu doğrultuda Prof. Arif Müfit Mansel baĢkanlığında yapılan kazılarda çok değerli eserler ortaya çıkarılmıĢtır. Atatürk, bu kazıların yapıldığı yerleri görmek istemiĢse de iĢlerin yoğunluğu nedeniyle ancak Ahlatlıbel‘e ve Prof. Von der Osten tarafından kazı yapılan Gavurkale‘ye gidebilmiĢti, diğer kazıları ise kazı yerlerine gönderdiği kiĢiler aracılığıyla takip etmiĢtir. Fakat fırsat buldukça Anadolu‘daki tarihi yerleri ve eserleri ziyaret etmiĢtir259. Atatürk, Türkiye‘deki arkeolojik kalıntıların yurtdıĢına kaçırılmasına da engel olmuĢtu. 19. yüzyıldan beri türlü entrikalarla Anadolu coğrafyasını köstebek yuvasına çeviren ve ele geçirdiği arkeolojik bulguları ve tarihi eserleri kaçıran Batı‘ya ―dur!‖ demiĢti. Amerika, Chester Ġmtiyazıyla Türkiye sınırları içinde 256 Genelkurmay, 1994: 216 Meydan, 2007: 86 258 Çınaroğlu ve Çelik, 2010: 54 259 Meydan, 2007: 87 257 96 döĢenmiĢ ve döĢenecek olan tüm demiryolları boyunca, rayların 20 km. sağında ve 20 km. solunda kalan arazi Ģeridinde tüm yeraltı (madenler-arkeolojik kalıntılar) ve yerüstü (tarihi eserler, vs.) zenginliklerin kendisine verilmesini istemiĢti. Bu amaçla kurulan Ģirkete Osmanlı-Amerikan ġirketi adı verilmiĢti. Atatürk, Türkiye‘nin ulusal varlıklarının yağmalanması anlamına gelen ve Türkiye‘nin bağımsızlığına ters düĢen bu ―imtiyaza‖ son vermiĢti. Osmanlı Devleti, benzer imtiyazları daha önce Ġngiltere ve Almanya‘ya da vermiĢti260. 5.3.Atatürk, Müze ve Müzecilik261 Cumhuriyetin ilanından sonra Türk Müzeciliği çağdaĢ bir atılımla çalıĢmalarını sürdürmeye baĢlamıĢtı. Bu geliĢmede Atatürk‘ün büyük payı olmuĢ, onun istediği doğrultusunda yeni müzelerin açılması birbirini izlerken arkeoloji kazılarına da büyük önem vermiĢtir. Atatürk‘ün müzelere ilgisi öğrencilik yıllarında baĢlamıĢ, istanbul adki Askeri Müzeyi birkaç kez ziyaret etmiĢtir. Ayrıca Sofya‘da ateĢe olarak görevli olduğu sırada kıyafet balosunda Askeri Müzeden getirttiği Yeniçeri elbisesini giymiĢtir. Bunun yanı sıra Velihat Vahdettin ile yaptığı Almanya gezisinde de postdam Sarayını ve diğer Berlin Müzelerini gezmiĢtir. Ayrıca Zeus sunağınınn bulunduğu Berlin Müzesinden etkilendiğini, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tahsin Öz‘e anlatmıĢtır. Atatürk, milli kültürümüzü yansıtan müzelerimize Milli Mücadelenin baĢlangıcından itibaren önem vermiĢtir. Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin açılıĢının hemen ardından kurulmuĢ olan Milli Hükümetin 9 Mayıs 1920 günlü meclis toplantısında okunan hükümet programında ―Milli Eski Eserlerimizi bir an önce derleyerek korumanın amaçlandığı‖ belirtilmiĢtir. Sonra da yeni kurulan hükümette Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir müdür ve katip kadrolu ―Türk Asar-ı Atika Müdürlüğü‘nü kurdurmuĢtur. O zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı merkez örgütünün bakan dıĢında yirmi kiĢiden meydana geldiği dikkate alınırsa yeni kurulan Türk Asar-ı Atika Müdürlüğü‘nün önemi ortaya çıkmaktadır. 260 Meydan, 2007: 88 Gerçek, 1999: 313/489 (Bu başlık altında yazılan bilgiler aksi belirtilinceye kadar Gerçek’in belirtilen kitabından alınmıştır.) 261 97 Ġstiklal SavaĢının ardından bu müdürülük Hars Müdürlüğü ismini almıĢ ve Anadolu‘nun çeĢitli illerinde açılan müzelerin geliĢimini, kültür varlığı niteliğindeki her türlü eserin derlenmesini, depolanmasını ve korunmasını sağlamıĢtır. Büyük Zaferin ardından Atatürk‘ün isteği doğrultusunda Milli Eğitim Bakanı Ġsmail Safa 5 Kasım 1922 günlü ―Müzeler ve Asar-ı Atika hakkında talimat‖ baĢlığı altında, Türk Müzeciliğinin geliĢiminde büyük payı olan bir genelge yayınlamıĢtır. Bu genelge doğrultusunda o güne kadar illerdeki müze depolarının, müzelerin yeniden düzenlenmesi, müzesi olmayan yerlerde yeni müzelerin açılması istenmiĢ, bunların yanı sıra müze müdürü ile memurlarının sorumlulukları ayrı ayrı belirtilmiĢtir. Atatürk, Milli Eğitim sorununu incelemek üzere bir heyet-i ilmiye kurulmasını da istemiĢtir. Bunun hemen ardından kurulan heyet-i ilmiye 15 Temmuz 1923‘te bir ay süreyle toplanmıĢ, gündemine aldığı milli kültürle ilgili konular arasında Ankara‘da milli bir müze ile Etnoğrafya müzesinin kurulması da yeralmıĢtır. Eğitim amaçlı okul müzelerinin kurulması da yeralmıĢtır. Eğitim amaçlı okul müzelerinin kurulmas, Asar-ı Atika Nizamnamesinin yeniden gözden geçirilmesi de gündeme alınan konular olmuĢtur. Kurul, bu konularla ilgili kararlar alırken hükümet programından da Ģu sözlereyer vermiĢtir. ―Hars Müdürlüğü tevsi ve ikmal olunarak muhtelif yerlerde tetkikata baĢlanacak, münasip merkezlerde milli müzeler vücuda getirilerek milli asarın cem ve telfikine çalıĢılacaktır.‖ Atatürk, kültür varlıklarının bir araya getirilipsergilendiği müzelerimizin çağdaĢ düzeyde ele alınıp yenilenmesini istiyordu. Cumhuriyet‘in ilk yıllarında bazı büyük illerimizde ―Müze-i Humayun ġubeleri‖ ismi altında bazı müze depoları vardı. Bu depolarda çevreden toplanmıĢ eserler yer alıyordu. Sonraki yıllara Müze Müdürlüğüne dönüĢecek olan bu depolar yavaĢ yavaĢ artmaya baĢlamıĢtır. Bunlardan en önemlileri Konya Lisesinde 1923‘te kurulup, 1926‘da Konya Mevlevihanesine taĢınan müze deposu ile 1927‘de Sivas Gökmedrese‘de muhafızlık ismi altında kurulan depo idi. Onların ardından, Kayseri Huant Hatun Medresesi‘nde (1929), Afyon Gedik Ahmet PaĢa Medresesi‘nde(1930), Amasya Beyazıt Medresesi‘nde(1926), Tokat Gökmedrese‘de(1926), Samsun 23 Nisan Okulunda(1933), Sinop Alaettin Medresesi‘nde(1933), Diyarbakır Sincariye Medresesi‘nde(1934), Van‘da (1933), Çanakkale‘de eski bir kilisede(1932), Denizli‘de(1932), Silifke Cumhuriyet Ġlkokulunda(1935), Isparta Halkevinde(1935), 98 Manisa Muradiye Medresesi‘nde(1936) Erzincan‘da (1934), Niğde Akmedrese‘de(1936), Tire YahĢibey Camiisinde(1936), müze memurlukları kurulmuĢtur. Bu müze-depoları kısa sürede geliĢimlerini tamamlayarak müdürlüğe dönüĢmüĢtür. Atatürk, 1 Nisan 1922‘de Rus Sefiri Arolof ve Azerbaycan Sefiri Abidof ile Konya‘ya gelmiĢ ve oradadört gün kalmıĢtır. Bu arada da konuklarıyla birlikte Mevlana Dergâhını, Müze-i Humayun Konya ġubesini ve kentteki anıtları dolaĢmıĢtır. Sn. Mehmet Önder‘den öğrendiğimize göre de ―Bu binanın tamiri lazım. Bu muhteĢem bir sanat eseri. Ne güzel çini müzesi olur‖ demiĢtir. Osmanlı Ġmparatorluğu son yüzyılında Topkapı Sarayını terketmiĢti. Ġstanbul‘daki Osmanlı Hazine-i Humayun Kethüdalığı baĢta Topkapı Sarayı olmak üzere diğer köĢk ve kasırları korumaya çalıĢıyordu. Ancak Topkapı Sarayı terkedilmiĢ olduğundan birçok bölümleri yıkılmaya, bezemeleri dökülmeye baĢlamıĢtı. Atatürk sarayın bu halini görmüĢ, bazı bölümlerinin acilen onarılmasını yeniden düzenlenmesini ve müze olarak açılmasını düĢünmüĢtü. Bu görüĢünü BaĢbakan Ġsmet Ġnönü ile Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar‘a açmıĢ, bundan sonra Bakanlar Kurulundan 3 Nisan 1924 günlü karar çıkmıĢtır: ―Asırlardan beri birçok tarihi vak‘alara sahne olmuĢ, tarih-i miilimiz ve tarih-i mimarımız nokta-i nazarından büyük bir kıymeti haiz bulunmuĢ olan ve zi-kıymet mefruĢat ve müĢtemilatıyla muhafaza lazım gelen Topkapı Sarayının aliyen Ġstanbul‘a gelecek züvvar için baĢlıca bir ziyaret mahalli teĢkil edeceği ihzar ve hüsn-ü muhafazası temin edilmek üzere Asar-ı Atika Müzesi Müdüriyyeti emrine verilmesi talebini havi Maarif Vekaleti celilesinin 5 Mart 340 tarih ve Hars Müdüriyyeti 4260/153 numaralı tezkeresi ile vakiteklifi icra vekilleri Hey‘etinin 3.4.340 tarihli ictimaında ledettedkik mezkür binanın devrü teslim muamelesini alelusul ifa olunmak üzere müzeye aidiyeti tezekkür edilmiĢ ve keyfiyetin vekaleti müĢarünileyha ile Dahiliye ve Maliye Vekaleti celilesine tebliği takarrür etmiĢtir. Bu kararnamenin yürürlüğe giriĢinden sonra Topkapı Sarayı müze olarak açılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı Asar-ı Atika ve Müzeler Dairesine Kethüdası yönetiminde olup, baĢında da Hazine Kethüdası ünvanı ile Hazine-i Hassa‘da görev yapmıĢ Mehmet Refik Bey bulunuyordu. Sarayın yüzden fazla memuru da Cumhuriyetin ilan edilmiĢ olmasına karĢılık saray ünvanları taĢıyordu. Bundan 99 sonra saray, Müzeler Müdürü Halil Ethem Bey‘in yönetimine bağlandı. Topkapı Sarayının düzenlenmesi görevide Müdür Yardımcısı Tahsin ÖZ‘e verildi. Topkapı Sarayında bir süre Müdürlük yapmıĢ olan Tahsin Öz‘den öğrendiğimize göre Hazine-i Humayun Kethudalığındaki görevlilerin birçoğu sarayda büyümüĢ, eski an‘ane ve adetlere bağlı kiĢilerdi. Aralarında dilsizler, hadımağaları, çinliler ve her türlü insan bulunuyordu. Topkapı Sarayının müze olarak düzenlenme çalıĢmalarına öncelikle Maliye Bakanlığının kurduğu komisyonlarla saray eĢyasının tespit edilmesiyle baĢlandı. Sn. Tahsin ÖZ‘ün yayınlanmamıĢ anıları konuya açıklık kazandırmaktadır. Maliye Vekâleti ilk iĢ olarak sarayların eĢyasını tespit ettirmek üzere komisyonlar teĢekkül etti. Bu meyanda Maliye nakid iĢleri sabık müdürü Faruk Bey‘in riyasetinde Divanı Muhasebat mümeyyizlerinden Ali Cemal ve Süreyya Beylerden müteĢekkil bir komisyon da bir kâtiple beraber Topkapı Sarayı‘nda iĢe baĢladı. Ellerindeki talimatnamede ciddden garip idi. Bütün odalara birer numara verilecek ve her odada bulunan eĢya görünüĢlerine nazaran tasnif edilerek kaydolunacak, eĢyaya da numaralar konulacak bu numaralama ad Ģöyle cereyan ediyordu: mesela, eĢya bir vazo ise kulpuna bir tel geçirilmekte buna mukavva etiket asılmakta ve kurĢun mühürle de rabtedilmekte idi. Fakat oniki gümüĢ kaĢık kaydolunursa bunların hepsi biraraya bağlanarak numaralanmakta idi. GümüĢ ve altın eĢya ayrıca tartılmakta idi. Eğer numara asılamayacak tabak ve emsali ise kağıt etiket yapıĢtırılıyordu. Mamafih sonradan komisyon mukavva etiket ve kurĢun tedarik edemediğinden her cins eĢyaya kağıt etiket yapıĢtırmağa baĢladı ki, bilhassa kumaĢlar ve silahlar üzerinde ki bu etiketler kısa zamanda bozuldu, okunmaz oldu veya düĢtü. Tasnife gelince, birtasnif yapılmıyordu, yapılması da kolay bir iĢ değildi. Bilfarz, mevcut tabaklar boy boy tasnif edilmekte mavi*beyaz Ģu kutura 80 adet tabak denilmekte idi. Ġçinde pek kıymetli Çin tabağı olduğu gibi bir takım adi tabaklar da bulunuyordu. BaĢlangıçta Halil Bey müze namına bu komisyonda benim bulunmamı uygun gördü. Fakat bu tahrir Ģekli müze mevzu ile ve ilmi bir Ģekilde olmadığından teĢriki mesaiye imkan olmadı. Tasnifle Saray memurları ne malumat verirlerse bunun da kayda geçiriyordu. Hatta, talimatname tahrir sonuna kadar odaların mühür altına alınmasını belirttiğinden, birgün bir maliye müfettiĢi geldi, müdüriyet dairesi de dahil olmak üzere tekmil odaları mühürlendi. Senelerce sürecek olan bu kayıt esnasında heryerin mühürlü kalması ile eĢyanın ne hale geleceğini, zaten her 100 tarafı harab bir binanın ne olacağı müfettiĢe bizzat Halil Bey anlatmak istedi ise de, tesir edemedi. Mamafih bu husus Vali Haydar Bey‘e anlatıldı ve formalitede ufak tadiller yaptırıldı. Velhasıl bu acayip tahrir üç sene devam etti. Mamafih Maliye‘de komisyona yevmiye ediyordu. Zaten komisyon reisliğine de Topçu BinbaĢılığından metekaid Vehbi Bey isminde bir zat getirilmiĢti. Artık tahrir Allah‘a emanet bir hal almıĢtı. Mesela eski arĢiv malzemesinin torbalarının üzerine komisyonun birmührü basılıyor ve bir numara veriliyordu. Tahsin Öz‘den öğrendiğimiz bu çalıĢmalar yapılırken Sarayın onarım ve sergileme iĢlemleri de yürüyordu. Ancak Sarayın genel durumu oldukça kötü görünüyordu. Yıllardır kapalı kalan kubbealtının sıvaları dökülmüĢ, ahĢap kapıları, pencereleri çürümüĢtü. Ġçeriye küf kokusundan girilemiyordu. Mutfak kubbelerinin kurĢunları çok önceden alınmıĢ, yerlerine kısmen oluklu saçlar konulmuĢ, kubbeler delinmiĢ ve ocakların boruları buralardan çıkarılmıĢtı. Kubbe aralarını otlar bürümüĢ, üst örtüde yer ye incir ağaçları çıkıp, otlar yeĢermiĢti. Enderun mektebinin ise her yanı akmakta, bodrum katının odaları eĢya ve hırdavat yığınına dönüĢmüĢtü. Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmıĢ olan Ağalar Camiisinin de kurĢunları sökülmüĢ, içeriye molozlar yığılmıĢtı. Bağdat köĢküne de sular sızıyordu. Harem kendi halinde metruk olup, pencereleri, camları kırık bir durumdaydı. Topkapı Sarayı için müze olma kararı verildiği sırada ne bütçesi var ne de maaĢ karĢılığı. Halil Bey bu durumu o zamanın valisi Haydar Bey‘e telefonla anlattı ve beni vilayete gönderdi. Gittiğim zaman Halife hudud haricine çıkarılmıĢ olduğundan vali ile emniyet umum müdürü Muhittin Üstündağ müzakerelerde bulunuyorlardı ve kimseyi kabul etmiyorlardı. Fakat beni derhal kabul ettiler. Durumu kısaca anlattım. Vali Haydar Bey çok anlayıĢlı ve babacan bir adamdı. Kasayı açtı bana 1000 lira avans verdi. Makbuz göndermemi söyledi. Hâlbuki ben elimde açık bir makbuzla gitmiĢtim, doldurup verince çok takdir etti. ĠĢte bununla memurlara ufak avanslar verdim. En mühim odalara da cam taktırdım. Sırası gelmiĢken Ģunu da belirteyim: Halil Bey Saray‘amensup bir zatdeğildi. Hatta MeĢrutiyette yapılan mitingler ve gezilere bizzat gelince cidden meteessirdi. Çünkü, Mecid Efendi ile senelerden beri Ģahsi dostluğu vardı. Halife olduktan sonra da bu devam etmiĢti. Garip bir tesadüf ki son günlerde Halil Bey‘in yağlı boya bir portresini de yapıyordu. Bu sebepten sık sık gidip poz veriyordu. Hatta hudud haricine çıkarıldığının akabinde Saray‘a gitmiĢ, mabeyncilerin Halife 101 aleyhindeki sözlerinden çok müteessir olmuĢtu. Fakat portresini almaya muvaffak olmuĢtu. Ne gariptirki Halife resmi bitirememiĢ, altına natamam demiĢ ve hatırımda kaldığına göre hudud haricine çıkacağı günün tarihini atmıĢtı. Sırası gelmiĢken bir hatıramı daha nakledeyim: Halifenin hudud haricine çıkarılmasından bir müddet geçtikten sonra, dolmabahçe sarayında buluna Topkapı Sarayı Müzesine elveriĢlieĢyanın alınması için bir para geldi. Hali Bey‘le beraber Dolmabahçe ‗ye gittik. Müdürü Sezai Bey bizi bekliyordu. Halifenin kütüphane odasındaki masanın üzerinde kendi el yazısı ile yazılmıĢ, sabahleyin kalktığından itibaren takip edeceği mesai programı duruyordu. Yanındaki denize nazır oda dayine bir masa ve bir de denize çevrilmiĢ. Terlikler ve abdest havulusu asılı bulunuyordu. Ġnsanda Ģimdi salona girecekmiĢ gibi bir his uyandırıyordu. Fakat koca dünya, bir dakikada hepsini altüst ediyordu. Nitekim tekaut olduktan sonra, dolmabahçe sarayı eĢyasının tespit omisyonunda çalıĢtığım sırada gördüm. Mecid Efendinin Saray‘da kalmıĢ kitapları, resimleri, resim malzemesi ve hatta kızının oyuncakları, neler neler… yığın halinde duruyordu…‖ Topkapı Sarayında öncelikle Kubbealtı, arz odası, sofa köĢkü (Mustafa PaĢa KöĢkü), Bağdat KöĢkü düzenlendi ve 1927 yılında birbölümü ziyarete açıldı. Birsüre sonra da onlara Kızlar Dairesieklendi. 1. Dünya savaĢı nedeniyle Konya‘ya Sultan Vahdettin‘in yurt dıĢına kaçıĢından sonra Ankara‘ya götürülen Hazine eĢyası da Saraya geri getirildi. Bütün bu çalıĢmalardan sonra Sarayın önemli bölümleri 1934 yılında açıldı. Atatürk bundan sonra zaman zaman Saraya gelerek çalıĢmalarla ilgili bilgi almıĢ, Onun bu ilgisi ölümüne kadar sürmüĢtür. Cumhuriyetin ilk yıllarında ―Tekke ve Zaviyelerle terbelerin seddine ve türbedarlıklarla bir takım ünvanların men ve ilgasına dair‖ 677 sayılı kanunla dergâhlar kapatılmıĢtır. Bu kanunun ardından 16 Eylül 1925 günlü bir kararname çıkarılmıĢ ve bütün yapılarda bulunan tarih, sanat tarihi ve etnoğrafya yönünden değerli eĢyaların müzelerde toplanacağı elirtilmiĢtir. 677 sayı ve 30.11.1341 (1925) günlü kanun doğrultusunda Türkiye‘deki bütün dergâhlar kapatılıp içerisindeki eserler müzelere kaldırılırken Atatürk daha önce incelediği Konya Mevlana Dergâhının kapatılmayarak içerisindeki eĢyalarla birlikte müze olarak düzenlenmesini istemiĢtir. Bunun ardından da Bakanlar Kurulu ―Tarz-ı mimari nokta-i nazarından kıymeti ve etnoğrafyaya mütealik asar-ı ihtiva eylemesi hasebiyle müze ittihazına elveriĢli olduğunu‖ belirten 6 Nisan 1926 günlü kararı ile Mevlana Dergâhının müze olarak açılması kararlaĢtırılmıĢtır. Bu kararın 102 Resmi Gazete‘de yayınlanmasından sonra Hars Müdürü Hamit Zübeyr KoĢay Konya ya gelerek Milli Eğitim, vakıflar ve emniyet müdürlerinin katıldığı birkomisyonla dergâhtaki eserleriteslim almıĢ, ardından da Konya‘da kurulan Asarı Atika Müzesi Müdürlüğü, 2 Mart 1927‘de Mevlana Müzesini törenle ziyarete açmıĢtır. Müzenin açılıĢından sonra yeniden Konya‘ya gelen Atatürk, incelemeler yaptıktan sonra Müze anı defterinde görüĢlerini dile getirmiĢtir. ―Bilgi eseri olduğu tertip ve intizamdan çok memnun oldum‖Ģeklinde bir not düĢmüĢtür. Atatürk‘ün yaĢantısı boyunca en fazla seyahat gerĢekleĢtirdiği Ģehir Konya‘dır. Tam 11 defa gittiği Konya dıĢında, aklında baĢkent olabilecek iki Ģehir daha vardı. Bunlar Ankara ve Sivas‘tı. Konya‘ya gerçekleĢtirdiği gezilerinden birinde, Atatürk‘ün 21 ġubat 1931 günü, dönemin BaĢmüvekkili (BaĢbakanı) Ġsmet Ġnönü‘ye gönderdiği ünlü telgrafında özetle Ģunları buyurmuĢtu; BaĢmüvekkil(BaĢbakan) Ġsmet PaĢa Hazretlerine ―Son tetkik seyahatlerimde muhtelif yerlerdekimüzeleri ve eski sanat ve medeniyet eserlerini gözden geçirdim. Ġstanbul‘dan baĢka Bursa, Ġzmir, Antalya, Adana ve Konya‘da mevcut müzelerigördüm. Bunlarda, Ģimdiye kadar bulunabilen bazı eserler muhafaza olunmaktave kısmen de ecnebi mütehassısların yardımı ile muhafaza edilmektedir. Ancak, memleketimizin hemen her tarafında, emsalsiz defineler halinde yatmakta olan kadim medeniyet eserlerinin, ileride, tarafımızdan meydana çıkarılarak ilmi bir surette muhafaza ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiĢ olan abidelerin muhafazaları için, müze müdürlüklerine ve hafriyat iĢlerinde kullanılmak üzere arkeoloji mütehassıslarına kati lüzum vardır. Bunun için Maarifçe, harice tahsile gönderilecek talebeden bir kısmının bu Ģubeye tahsisi muvafık olacağı fikrindeyim. Konya‘da, asırlarca devam etmiĢ ihmaller sebebiyle, büyük bir harabi(harap) içinde bulunmalarına rağmen sekiz asır evvelki Türk Medeniyeti‘nin mimari Ģaheserleri sayılacak kıymette bazı mebani(binalar)vardır. Bunlardan bilhassa Karatay Medresesi, Alâeddin Camii, Sahip Ata Medrese Cami ve Türbesi, Sırçalı Mescit ve Ġnce Minareli Camii derhal ve müstacele(acilen) tamire mutaç bir haldedirler. Bu tamirin gecikmesi ve abidelerin kâmilen(tümünün)indirasını(yok olmalarına) mucip olacağından, evvela asker iĢgalinde bulunanların tahliyesinin ve 103 kâffesinin(tamamının) mütehassıs zevat(kiĢiler) nezaretiyle tamirinin buyrulmasının rica ederim. Gazi Mustafa Kemal‖ buyruğunu vermiĢtir temin 262 . Atatürk‘ün müze ve eski eserlere gösterdiği bu sıcak ve içtenlik dolu telgrafın hemen ardından baĢta Konya olmak üzere memleketin çeĢitli yerlerindeki anıtların onarımına baĢlanmıĢtır. Diğer taraftan arkeoloji öğrenimi yapmak üzere avrupaya öğrenci gönderilmiĢ, birinci Türk Tarih Kurumu Kongresinde Atatürk Türkiye‘de milli kazılar yapılmasını istediğini açıklamıĢtır. Atatürk, ―Türkiye Cumhuriyeti‘nin Temeli Kültürdür.‖ Sözü ile kültür varlıklarının korunduğu, müzelere verdiği önemi bir kez daha belirtmiĢtir. Milletini ve tarihini çok iyi tanıyan Atatürk, veciz sözlerle düĢüncelerini ortaya koymuĢtur. ―Milletimiz derin bir maziye maliktir. Milletimizin Asarını düĢünelim. Bu düĢünce bize elbette altı, yedi asırlık Osmanlı Türklüğünden çok asırlık Selçuklu Türklerine ve ondan evvelde bu devirlerin her birine muadil büyük Türk devrine kavuĢturur.‖ ―Kültür bir milletin bütün atrih seyrini gösteren bir harekettir. Bugün yaĢayan milletler varlıklarını ispat ve idame için çalıĢırlar. Fakat onların dayanacağı biresas, kökünü kendisinden alacağı bir kültürleri bulunmazsa temel sağlam olmaz. Onun içindir ki tarihinde kültür izi bırakmayan milletlerin en nihayet yalnız adları kalmıĢtır.‖ ―San‘at güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa musıki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltraĢlık, bina ile olursa mimarlık olur.‖ ―Ġnsanlar olgunlaĢmak için bazı Ģeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin geliĢtirdiği Ģeyleri yapmaz, itiraf etmeliki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.‖ ―Güzel sanatlarda muaffakiyet, bütün inkilapların muvaffak olduğunun en kati delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün muvaffakıyetlerine rağmen medeniyet daima mahrumkalacaktır.‖ Atatürk 17 Kasım 1931‘de çıktığı yaklaĢık üç ay süren yurt gezisinde Bursa Müzesini (5 Ocak 1931), Ġzmir Müzesini (3 ġubat 1931) ve Adana Müzesini (17 ġubat 1931)‘de ziyaret etmiĢtir. Bu arada da Ġzmir Müzesi anı defterine ―Büyük himmet ve gayretle istifadeli bir hale getirilmiĢ, memnun oldum.‖ Sözlerini yazmıĢtır. 262 Çınaroğlu-Çelik, 2010: 52 104 Atatürk 8 Eylül 1929 günü Ayasofya Camisini de ziyaret etmiĢ ve Kayyum Mehmet Efendi‘den bilgi almıĢtır. O günün gazetelerinden öğrenildiğine göre de özellikle Osmanlı devrinde yapılmıĢ olan yapılar üzerinde durmuĢtur. Atatürk‘ün bu ziyaretinden birkaç yıl sonra Bakanlar Kurulunun 24 Kasım 1934 günlü kararı ile Ayasofya da Anıt-Müze olarak Türk müzeleri arasına katılmıĢtır. Ayasofya‘nın müzeye dönüĢtürülmesiyle ilgili olarak bir komisyon kurulmuĢtur. Devrin Maarif Vakili Abidin Özmen‘in BaĢvekâlete yazmıĢ olduğu ―Aldığım büyük Ģifai emir üzerine Ayasofya Camisinin müze haline onması için gereken incelemelerin baĢlandığı‖ belirtmesi de Atatürk‘ün konu üzerinde ne kadar kararlı olduğunun en açık iĢaretidir. Bundan sonra Ayasofya‘nın acil onarımları yapılmıĢ, bahçe düzünlemesi de tamamlandıktan sonra 1 ġubat 1935‘de ziyarete açılmıĢtır. Atatürk 6 ġubat 1935 günü Ayasofya‘ya gelerek yapılanları incelemiĢ, Sultan 1. Mahmut Kütüphanesini, Alman Arkeoloji Enstitüsünün avluda yapmakta olduğu, birinci ve ikinci Ayasofya‘ların temel arama çalıĢmalarını gözlemlemiĢtir. Bunun sonucunda, Cumhuriyetin ilanından altı ay sonra, Topkapı Sarayı‘nı Osmanlı Kültürü‘nü, bir süre sonrada Ayasofya‘yı Bizinans Kültürü‘nü yansıtmak amacıyla müze olarak ziyarte açması çok önemlidir. Bu konuda Financal Times Gazetesi‘nin, 1937 ġubat ayı ek nüshasında, özetle: ―…Türkite Cumhuriyeti‘nin tüm ekonomik problemlerine ve sıkı önlemlerine rağmen, Atatürk, Aya Sofya‘nın yenilenmesi ve Bizans kalıntıları müzesi olarak tekrar açılmasını önerdi. Bu kararı, politikanın etkisi altında kalmadan yaptı ve tüm dünyadan övgü topladı. Atatürk‘ün Aya Sofya‘yı açtırma kararı, onun onurlu kiĢiliğine, gerçeği aradığına ve ülkenin sosyolojik ve bilimsel yapısını olumlu yönde değiĢtirme çabasına en güzel örnektir…‖diye yazmıĢtır263. Türkiye‘de henüz (1930‘lu yılları)bir Cumhuriyet Üniversitesi ya da bir Cumhuriyet fakültesi yoktur. Arkeolojininde resmen kurulmadığı bir dönemdeatatürk, sümerolojiye ve hititolojiye verdiği önemi belli etmiĢ ve 1931 yılında Fransız Asya ve Hitit AraĢtırmaları Enstitüsü‘ne destek vermiĢ ve yayınlatına maddi destek sağlayarak yardımcı olmuĢtu(Revue et Asianiques). Derginin o yıllardaki ilk sayısında, ―1931 yılının Ocak ayında Hitit ve Asianik AraĢtırmalar Derneği‘ne Yüksek Himayesini bahĢetmek lütfunda bulunan, Türkiye CumhurbaĢkanı Ekselans Gazi Mustafa Kemal‖ yazısı tüm sayfayı kaplayan 263 Çinaroğlu-Çelik, 2010: 54 105 resminin altında yer almıĢtı. Ġlerleyen yıllarda aynı Enstitü‘nün Onursal BaĢkanlığını kabul etmiĢtir264. Atatürk Ankara‘da bir Hitit Müzesinin kurulmasını istiyordu. Yıl 1932, Atatürk, Ankara Kalesine giderken, yolu üzerinde bulunan harabe halindeki Mahmut PaĢa Bedestenini görür. Harabeyi gezdikten sonra burasının ―Devlet ArĢivi‖ olarak kullanılması için onarılmasını ister. Bedestenin onarımı sırasında sözkonusu yerin Devlet ArĢivi olarak yeterli olamayacağı kendisine iletilince, müze olarak yenilenmesini devamını kabul eder265. Milli Eğitim Bakanlığının yapmıĢ olduğu onarımlardan sonra kazılardan çıkarılan eserlerle müze zenginleĢtirilmiĢ. Yakın tarihlerde Anadolu Medeniyetleri Müzesi olan bu müzede Alacahöyük, Mahmatlar, Hasanoğlan, Horoztepe, Emirdağ, Kültepe, AliĢar Höyük, Boğazköy, Beycesultan, Gordion, Patnos, Varto, Adilcevaz, Toprakkale, Pazarlı, Ankara, Sinop ve bolu‘dan çıkartılan eserlerle zenginleĢtirildi. Gün geçtikçe geliĢen müzede bugün TaĢ Çağı, Yontma TaĢ Çağı, Bakır Çağı, Tunç Çağı, Asur Ticaret Kolonileri dönemi, Frig ve Urartu eserlerinin en güzel örnekleri görülebilmektedir. Böylece Atatürk‘ün Ankara‘da Anadolu Kültürünü yansıtan bir müze kurma düĢüncesinin Onun Kültürel konulardaki ileri görüĢünün en açık kanıtıdır. Eğer Atatürk, bu bedestenin onarımını ve müze olmasını istememiĢ olsaydı, belki, Anadolu Medeniyetler Müzesi, 1997 yılında ―Avrupa‘da Yılın Müzesi‖ ödülünü alamayacaktı. Bu güne kadar bazı müzelere verilen mansiyon ödülleri hariç, Anadolu Medeniyetleri Müzesi‘nin hak ettiği bu ödül, Türk Müzeciliği‘nin günümüze kadar aldığı ödüllerin en büyüğü ve en anlamlısıdır266. Atatürk‘ün Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulmasını istediği müzelerin baĢında Ankara Etnoğrafya Müzesi gelmektedir. Milli Mücadelenin sürdüğü yıllarda milli bir müzeye olan toplumun özlemini görmüĢtü. Bundan ötürü Cumhuriyetin ilanından sonra Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver‘den Ankara‘da bir devlet müzesinin kurulma çalıĢmalarının baĢlatılmasını istemiĢtir. Hamdullah Suphi Tanrıöver o sırada Ġstanbul Darülfününunda görevli Macar Türkoloğu Meszaros‘tan yararlanmıĢ ve ondan bu müzeyi kurmasını istemiĢtir. Meszaros Türk toplum yapısını ve folklorunu yansıtacak müze ile ilgili çalıĢmalarını sürdürürken diğer taraftan da müzeye yer arıyordu. Sonunda Ankara‘ya egemen bir tepeden o 264 Çinaroğlu-Çelik, 2010: 52 Çinaroğlu-Çelik, 2010: 53 266 Çinaroğlu-Çelik, 2010: 53 265 106 zamanlar namazgah denilen yer uygun görülmüĢtür. Vakıfların bağıĢladığı bu alanda, planlarını Arif Hikmet Koyunoğlu‘nun çizdiği müzenin yapımına 25 Eylül 1925‘de baĢlanmıĢ ve 1928‗de de Etnoğrafya Müzesi açılmıĢtır. Atatürk, müzedeki çalıĢmalar sürerken 15 Nisan 1928‘de buraya gelmiĢ, çalıĢmalardan bilgi almıĢtır. Ardından Afgan Kralı Emanullah Han‘ın Türkiye‘ye ziyareti sırasında müzenin açılmasını istemiĢtir. Atatürk‘ün planından yapımına kadar ilgilendiği müzede, ölümünden Anıt Kabir‘e götürülüĢüne kadar geçen onbeĢ yıllık süre içerisinde geçici olarak gömülmüĢtür. Nitekim bugün müzenin iç avlusundaki mermer bir yazıtta bunu anımsatmaktadır: ―Burası 10 Kasım 1938‘de sonsuzluğa ulaĢan Atatürk‘ün 21 Kasım 1938‘den 10 Kasım 1953‘e kadar yattığı yerdir.‖ Atatürk Dolmabahçe Sarayının Veliaht Sultan bölümünü de 30 Eylül 1937‘ Resim ve Heykel Müzesine dönüĢtürmüĢtür. Cumhuriye döneminde müzeler peĢ peĢe açılmaya baĢlanmıĢtır. Önceki yıllarda depo ve memurluk olan, gün geçtikçe zenginleĢen müzeler yavaĢ yavaĢ Müdürlüklere çevrilmiĢlerdir. Bursa Müzesi(1923), Ankara Arkeoloji Müzesi (1923), Antalya Müzesi (1924), Edirne Müzesi (1924), Adana Müzesi (1924), Bergama Müzesi (1924), Ankara Etnografya Müzesi (1926), Amasya Müzesi (1926), Sinop Müzesi (1926), Tokat Müzesi (1926), Afyon Müzesi(1933), Diyarbakır Müzesi(1934), Efes Müzesi (1934), Ġzmir Müzesi(1926), Sivas Müzesi (1926), Manisa Müzesi (1935), Niğde Müzesi (1939), Hatay Müzesi (1938), Kastamonu Müzesi(1941), Kayseri Müzesi (1929) bunların baĢında gelmiĢtir. Atatürk Döneminde Açılan Müzeler ise; 1924, Bergama Müzesi 1925, Edirne Müzesi 1926, Türk Ġslam Eserleri (Evkaf) Ġzmir, Amasya, Tokat ve Müzeleri 1927, Ankara Etnoğrafya ve Sivas Müzeleri 1929, Kayseri Müzesi 1931, Afyon Müzesi 1932, Çanakkale Müzesi 1933,Topkapı Sarayı Müzesi 1934, Ġstanbul Ayasofya ve Efes Müzesi 1935, Tire ve Silifke Müzeleri 1936, Niğde Müzesi 1937, Manisa Müzesi 107 1938, Ġznik ve Alaca Müzeleri açılmıĢtır. Atatürk, her gittiği ilde i müzeleri ve örenyerlerini gezmiĢtir. ―…Türkiye Cumguriyetinin Temeli Kültürdür…‖ diyen Atatürk, 1935 yılında Yalova‘da, Türk Tarih Kurumunun ilk BaĢkanı Hasan Cemil Çambel ve yanındaki Afet Ġnan‘a, on maddelik267 öneride bulunmuĢtur. Bu direktiflerinin tamamı, eski eserler ve müzelerle ilgili olup, geçerliliklerini, günümüzde dahi korumaktadır. 1-Her türlü tarihi vesika, malzemeve abideleri bulmak, toplamak ve muhafaza ve restoreetmek, 2-Memleket içindeve dağınık bir halde açıkta duran tarihi eserleri tahrip olunmak, çalınmak, satılmak, zıya‘a(kaybına) uğramak ve zamanla kendi kendine harap olamak tehlikesinden masun bulundurmak için hükümetçe bütün tedbirleri alınmak, 3-Hükümet otoritelerinin ve belediyelerin yakın ilgi, takip ve mesuliyetleri altında Cumhuriyet Halk Partisi‘nin Halk Evleri ve parti organlarına açtıracağı sürekli ve usanmaz bir propaganda faaliyeti ile Basın Yayın Umum Müdürlüğü nezareti ve takibi altında günlük gazete ve mecmualarda yaptırılacak sürekli, tesirli, popüler neĢriyatla(yayınla), bu milli tarih mallarının asıl sahibi olan TÜRK halkına muhafaza ettirmek, 4-Gerek içeride ve gerek dıĢarıdaki müzeler ve kütüphanelerde mevcut eski eserlerin ve tablolaron kopyalarından koleksiyon vücuda getirmek, 5-Ankara, Ġstanbul, Bursa, Ġzmir, Edirne de muayyen devirlere ve kültürlere ait eserleri toplayarak bu Ģehirleri büyük üslupta birer eski eser ve abideler merkezi haline koymak, 6-Ecnebi tarih ekspedisyonlarının (seferlerinin, araĢtırmalarının, keĢiflerinin) büyük sermayelerle baĢardıkları kazıları, ileride mali, kudretimizin vüs atılı(geniĢ bir zamanda) zamanında yapmak üzere, Ģimdilik, küçük mikyaslarda kazılar tertibi ile arkeolojik ve antropolojik araĢtırmalar ve keĢifler yapmak, 7-Memleket içindeki ve dıĢındaki mühim kazı ve keĢif yerlerine seyahatler tertip ederk, bulunan tarihi eserler ve abideler üzerinde ilmi tetkikler yapmak, 8-Hükümete düĢen iĢleri, bu projeleri uygulamakla görevli komisyonların Hükümet nezdinde(hükümetçe)takip etmeleri, 9-Yabancı bili müessesleriyle ve otoriteleriyle, metehassıslarla iĢbirliği kurmak, 267 Çinaroğlu-Çelik, 2010: 54/55 108 10-Kültür Müdürlüğü(daha sonra Bakanlık olacaktır)‘nün verimli yardımını, iĢbirliğini sağlamak. AnlaĢıldığı gibi Atatürk, köken, devir ve yer ayırt etmeksizin bütün kültürlere sahip çıkmanın gerekliliğini belirtmiĢ, yerel yönetim ve siyasi oluĢumları bu konuda görevli kılmıĢtır. Bilimsel çalıĢmaları her zaman ön planda tutmuĢ ve yurt dıĢındaki bilimsel metotlarla onarımını ve bunların sağlam bir Ģekilde gelecek nesillere intikalini istemiĢtir. Ayrıca, Ankara, Ġstanbul, Bursa, Ġzmir ve Edirne gibiĢehirlerin, bir tür kültür ve sanat açısından cazibe merkezleri haline gelmesini arzulamıĢtır. Günümüzde önemi gittikçe artan antropolojiyi de o zamanda ihmal etmemiĢ ve arkeoloji ile birlikte önemsemiĢtir. Atatürk‘ün aklında, baĢkentte bir üniversite kurulması düĢüncesi her zaman vardı. Buna paralel olarak 31 Mayıs 1933 tarihinde ―Yeni Üniversite Yasası‖ kabuledilmiĢti. Yasanın kapsamında ―Arkeoloji ve Tarih‖de vardı. Ancak Atatürk, yaĢamı sürecinde bir üniversite kurmadı ama adını kendisinin verdiği fakülteninkurulmasına iliĢkin yasa teklifi, 20 Mayıs 1935 tarihinde, BaĢmüvekkil(BaĢbakan) Ġsmet Ġnönü imzası ile ―…Tarih, Coğrafya ve Arkeoloji Enstitüleri…‖ içerecek Ģekilde, Millet Meclisine sunulmuĢtu. Bugün dahi dünyanın hiçbir ülkesinde ―Dil ve Tarih-Coğrafya‖ adı ile bir fakülte ya dayükseköğretim kurumu yoktur. Bu isim, doğrudan Türkiye‘nin geçmiĢ kültürleri ile ilintilidir. Buradaki ―Dil‖ kelimesi, Türk ve Türkiye tarihine kaynaklık edecek, Sümerce, Hititçe, Latince, Eski Yunanca, Sanskritçe, Rusça, Farsça ve Arapça gibi diller olup çoğu, ölü dillerdir. Bunların yanında Ġngilizce, Almanca ve Ġtalyanca gibi yaĢayandillerinde, araĢtırmalara yardımcı olmaları amacıyla, öğretilmelerine karar verilmiĢti. 1935 yılı haziran ayında kanun çıkmıĢ ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmuĢtur. Atatürk, bu fakültenin inĢaatının yapılacağı alanı da kendisi belirleyerek yer göstermiĢtir. Afet Ġnan‘ın sözlü anlatımlarla, Atatürk‘ün fakültenin inĢaatını her hafta nasıl kontrol ettiği, ustaları sıkıĢtırdığı ve çalıĢmaları hızlandırdığını aktarmıĢtır. 09 Ocak 1936 günü Türk Ocağı Salonu‘nda fakültenin açılıĢı yapılmıĢ ve ilk ders, Atatürk‘ün huzurunda Afet Ġnan tarafından verilmiĢtir. Dersin tamamı, arkeoloji içerikliydi. Afet Ġnan bu dersinde, hem öğrencilere önerilerde bulunmuĢ hem de, fakültenin eğitim ve öğretim konularına değinmiĢtir. Afet Ġnan‘ın ilk dersinden bazı alıntıları burada vermek doğru olacaktır. Atatürk‘ün Kültür, Tarih, Coğrafya, Arkeoloji ve Dil konularında görüĢlerinin özümsenmiĢ olduğunun adeta 109 tescilli bir kaydı gibi tarihe geçen bu ders notları, Ģimdi bile Kültür, Tarih, Coğrafya, Arkeoloji ve Dil bilimlerinde Türk Gençliği için kılavuz niteliğindedir. ―Çin, Hind, Elam, Sümer, Eti, Mısır, Etrüsk, Grek ve Latin kültürleri adı altında anılan ve hepsi Türk Atalarımız tarafından kurulan bu kültürlerde, Türk Dili kökleri aramak tarihin bize verdiği tabii bir hakkımız olduğu kadar kutsal bir ödevimizdir de. Bunun içindir ki bu fakültede, GüneĢ-Dil Teorisini de kapsayan Türkoloji ve irdelerliyle yardım edici eleman olarak Sümer, Akat, Eti gibi kadim Önasya dilleriyle Çince, Sanskritçe, Grekçe ve Latince okutulacak, ayrıca bugünkü Almanca, Fransızca, Ġngilizce, Macarca, Rusça gibi yaĢayan dillerde öğretilecektir. Aynı zamanda bu fakültede coğrafya bilgisi öğretilirken, Türkiye coğrafyası irdelleri esas tutulacaktır. Siz bütün kültür dünyasını kuran adamların çocuklarısınız ve gene siz bunu bileceksiniz, siz bugün çürümüĢ gibi görünen dünya kültürünü yeniden yaratacak TÜRK çocuklarısınız268.‖ ―Bütün dileklerim sizler içindir. Fakat sizin baĢarınız bütün Türk Ulusu ve dünya için olacaktır. ĠĢte sizden istenen budur ve bunu isteyen de hepimizin babası Atatürk‘tür. O Yüksek Kurtarıcının ve Dahi BaĢbuğun önünde bu derin saygı ile eğilerek hep birlikte and içelim. Durmadan çalıĢacağız, buyruğu yerine getireceğiz.‖ ―Sayın ArkadaĢlar, Ankara Tarih, Dil, Coğrafya Fakültesi Ģu anda açılmıĢtır. Kutlu Olsun.‖ ―Bayanlar Baylar, Sümerliler‘in Etiler‘in Türk olduklarını, onların Mezopotamya‘da ve Anadolu‘da kurdukları medeniyetlerin doğrudan doğruya Türk Medeniyetleri olduğunu söylemeliyim.‖ ―Anadolu‘da ecdatlarımız Etiler‘den bugüne kadar türlü siyasal Ģekiller ve adlar almıĢtır. Fakat daima memlekete sahip kalan ve kültür hayatında yapıcılığını koruyan otokton(yerli) unsur TÜRK Irkı olmuĢtur. Tarihimizi zenginleĢtirecek daha nice el sürülmemiĢ belge hazineleri vardır. Bunlardan yalnız Anadolu‘muzda ortaya çıkarılmakta olanları bile ilim dünyasına hayat verecek mahiyettedir.‖ ―Türk Tarih Kurumunun son aylarda Alaca Höyük‘te yaptığı hafriyatta bulunan kıymetli, belgelerden bir kısmı Ankara Müzesi‘nde, bir kısmı fakültemizin antropoloji laboratuarında tetkiklere arz olunmuĢ bulunmaktadır.‖ ―Ankara Müzesi‘nde Anadolu Kazıları‘ndan toplanmıĢ türlü yazılı ve yazısız belgeler vardır. Bunları tarihsel bakımdan irdeleyerek ilmi olarak tespit 268 Çinaroğlu-Çelik, 2010: 55/56 110 ediniz.‖―ÇalıĢmanızda bu benim verdiğim örneklere bağlı kalmak mecburiyetinde değilsiniz. Kendi isteğinize göre, münasip mevzularda seçebilirsiniz.‖ ―Kıymetli Türk Talebeleri, size ilk hitabım olacak bir cümle düĢündüm. Onu tespit için büyük bir üniversite profesörünün kulaklarımda çınlayan sözlerini anmaktan daha güzel bir cümle bulamasım. O cümle Ģudur; Ben, hocanız ancak sizin taze dimağlarınızdan çıkacak bilgi aydınlıkları karĢısında hocalık pratiğimi tamamlayabilirim. Ben sizden eski olduğum için bu yolda yüksek amaca varmanıza bütün varlığımla çalıĢacağım.‖ ―Dersimiz bitmiĢtir269. 5.4.Cumhuriyetin Ilanindan Günümüze “Türk Müzeciliği270” 1922 ve 1923 yılları, KurtuluĢ SavaĢımızın zaferle noktalandığı ve yurdumuzun düĢmanlardan arındırıldığı yıllardır. Türkiye Cumhuriyeti‘nin 29 Ekim 1923 tarihinde kurulmasından sonra, Türk ve Yunan devletleri arasında bir mübadele antlaĢması yapılmıĢtır. Bu antlaĢmaya göre, Ġstanbul‘da oturan Rumların dıĢında Anadolu‘da yaĢayan Ortodoks Hıristiyanlar Yunanistan‘a göç edecekler, Batı Trakya‘daki Türkler dıĢında Yunanistan Krallığı‘nda yaĢayan Türkler de Türkiye Cumhuriyeti‘ne göç edeceklerdi. Bu mübadele sırasında Rumlar, götürebildikleri mallarıyla Yunanistan‘a göç etmiĢlerdir. Bu sırada bazı Rum aileler ile koleksiyonerler de ellerinde bulunan eski eserleri Yunanistan‘a veya gittikleri yerlere aktarmıĢlardır. Bu da sayısını pek bilameyeceğimiz birçok eserin yitirilmesine sebep olmuĢtur. 1925 yılında Tasus‘tan Atina‘ya göç eden bir aile, buldukları bir defineyi de yanlarında götürmüĢlerdir. Roma Ġmparatorluk devrine ait olan sikkeler 169 adet olup Woodward tarafından yayınlanmıĢtır. Silivri‘de oturan Rum tüccar Anastisios Stamoulis de Yunanistan‘a göç ederken özel koleksiyonun taĢınabilir tüm parçalarını götürmüĢtür. Koleksiyoner olduğu sandığımız Konstantin Karapos adlı bir Rum‘u gösterebiliriz. Karapos, Ġzmit‘te ortaya çıkan bir grup tunç eseri toplayarak, göçten sonra bunları Atina Milli 269 270 Çinaroğlu-Çelik, 2010: 57/58 Gerçek, 1999:137-236 111 Müzesi‘ne vermiĢtir. Rum Miliopulos adlı arkeolog, Pendik ve Fikirtepe ören yerlerinden toplanan seramikleri Stockholm‘daki Milli Müze‘ye bağıĢlamıĢtır. Yurdumuzdan Suriye, Lübnan ve Batı‘ya göç eden Ermeniler de çok sayıda eseri yanlarında götürmüĢlerdir. Paris‘teki Musée Armenien de France‘ın kurucusu Bay Nurhan Fırıncıyan‘ın ailesi birr Osmanlı tebaası idi. Los Angeles Country Museum‘a Kültepe tabletleri bağıĢlayan Benenyan da Kayserili bir vatandaĢımız olmalıdır. En önemli koleksiyoner ise Kalost Gülbenkyan‘dır. Osmanlı iĢ adamı olup çok zengib bir koleksiyonu vardı. Bunun Türkiye Devleti‘ne bağıĢlanmak istenmiĢse de bu gerçekleĢmemiĢtir. Bunun yanında Troya hafirlerinden Frank Calvert‘in ailesi, II. Dünya SavaĢı‘ndan sonra koleksiyonlarını Çanakkale Müzesi‘ne verdikleri görülür. Yine Ġzmir‘deki bir Ġngiliz konsolosu (A.William Buttigieg) da topladı 681 adet arkeolojik ve etnografik eserleri Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eski Eserler koleksiyonu‘na bağıĢlamıĢtır. Bu eserler arasında bir Mısır eseri bile vardır. Balkanların elden çıkması üzerine buradaki Türk eserleri de soyulmuĢtur. I. Murat‘ın Kosova‘daki MeĢhedi‘nde bulunan ve Memlük Sultanı‘nı hediyesi olan bir çift Ģamdan, Atina‘da satılırken, elçimiz RuĢen EĢref Ünaydın tarafından satın alınmıĢtır. Ġstanbul Müzesi‘ne dıĢarıdan en son gelen eserler Afganistan‘da Fransızların yaptıkları bir kazıdan gelen stuko eserlerdir. 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan BarıĢ AndlaĢması imzalanarak Türk Devleti resmen tescil edilmiĢ, 6 Ekimde Türk ordusu Ġstanbul‘a girmiĢ, 13 Ekim 1923‘te Ankara BaĢkent olmuĢtur. Artık yaraların sarılması ve yeniden yapılanma dönemi baĢlayacaktır. Bu yeni yapılanmada, kültür konuları da ağırlıklı olarak yer almaktaydı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Ankara mebusu Gazi Mustafa Kemal PaĢa, 1923 yılında meclisin I.devre 4. toplantı yılını açılıĢ nutkunda, kültür konularına ne derece önem verdiğini aĢağıdaki sözleriyle ifade ediyordu:‖Ameli ve Ģamil bir maarif için hududu vatanın merakizi mühimmesinde asri kütüphaneler, nebatat ve hayvanat bahçeleri, konservatuarlar, darülmesailer müzeler ve sanayi-i nefise meĢherleri tesis lazım olduğu gibi, bilhassa Ģimdilik teĢkilatı mülkiyeye nispetle kaza merkezlerine kadar bütün memleketin matbaalarla teçhizi icabetmektedir.‖ 14 Ağustos 1923 tarihinde Ġstanbul Mebusu Fethi Bey‘in BaĢkanlığında kurulan V. Ġcra Vekilleri heyeti (Bakanlar Kurulu)‘nin, aynı gün mecliste okunan 112 programında kültür, eski eserler ve müzelerle ilgili olarak ;‖ Milli Hars TeĢkilatına özel önem verilecek, eğitim ve öğretimin esası milli harsa ve modern medeniyete dayalı olacaktır. Maarif Vekâletindeki hars müdürlüğü geniĢletilerek ve eksikleri tamamlanarak çeĢitli yerlerde incelemelere baĢlanılacak, uygun yerlerde milli müzeler oluĢturulacak, milli eserlerin toplanmasına ve bir araya getirilmesine ve milli sanatların geliĢtirilmesine ve olgunlaĢtırılmasına çalıĢılacaktır.‖ …‖Maarif Vekaletinin islahat ve icraatında takip edeceği ilmi esasları tespit vazifesiyle mükellef bir heyet-i Ġimiyesi bulunacaktır.‖programda yer verilen bu görevlerden sorumlu olan, bu Hükümetin Maarif Vekili, Adana Mebusu Ġsmail Safa Bey idi. Ġsmail Safa Bey 6.11.1922–6.3.1924tarihleri arasında Maarif Vekilliği yapmıĢtır. Bundan sonraki yıllarda, mecliste okunan hükümet programlarında, müzeciliğe ve tarihi eserlere artık pek fazla yer verilmemiĢtir. 14 Ağustos 1923 tarihinde okunan hükümet programında yer alan Heyet-i Ġlmiye, esasen programın okunmasından 1 ay önce toplanmıĢtı bile ―Birinci Heyeti Ġlmiye Toplantısı‖ denilen bu toplantı, Cumhuriyetin ilanından önce toplanan kapsamlı ilk bilim kurulu toplantısıdır. 15 Temmuz 1923 tarihinde Maarif Vekili Ġsmail Safa ‗nın baĢkanlığında toplanıp, 15 Ağustos 1923 tarihine kadar, bir ay süreyle çalıĢan bu heyete üst düzey bürokratlar, bilim adamları üniversite profesörleri, eğitimciler, diğer yetkili ve ileri gelenler bulunmaktaydı. YaklaĢık 40 kiĢiden oluĢan bu bilim heyetinde Maarif Vekâleti Hars Müdürü Mübarek Galip Bey‘de bulunmaktaydı. Heyetin almıĢ olduğu kararlar arasında; Asar-ı Atika Nizamnamesinin yeniden gözden geçirilmesi, milli bir müze kurulması ve ayrıca Etnografya Müzesi‘nin kurulması maddeleri de yer almaktaydı. Alınan kararların doğrultusunda Etnografya Müzesi‘nin kuruluĢu gerçekleĢtirilmiĢ olmasına rağmen, ülkemizde bir milli müzenin kurulması hiç mümkün olmamıĢtır. Yararlı olduğu muhakkak olan Heyeti Ġlmiye toplantılarının ikincisi Maarif Vekili Saruhan Mebusu Vasıf Bey‘in baĢkanlığında 1924 yılında, üçüncü Heyeti Ġlmiye toplantısı da 1926 yılı baĢında Maarif Vekili ve Ġzmir Mebusu Necati zamanında yapılmıĢ, bu son toplantıya Hars müdürü Hamit Zübeyr de üye olarak katılmıĢtır. Tekrar 1923 yılına dönecek olursak; 29 Ekim 1923 tarihinde cumhuriyet ilan edilir, Mustafa Kemal Cumhur BaĢkanı seçilir ve ismet PaĢa da BaĢbakan olur. 113 29 Ekim tarihi 1925 yılından sonra bayram olarak kabul edilmiĢtir. 20 Nisan 1924 tarihli ve 491 sayılı TeĢkilatı Esasiye Kanunu (Anayasa) Cumhuriyet Dönemi‘nin ilk anayasasıdır. Yapılan birkaç küçük değiĢiklik dıĢında 1961 yılına kadar yürürlükte kalan bu anayasada, eski eserler ve kültürle ilgili bir madde yer almamıĢtır. 9 Temmuz 1961 tarihinde yapılan bir referandumla kabul edileni, 9.7.1961 tarih ve 334 sayılı Anayasamızın 50. maddesinde ise ― Devlet tarih ve kültür değeri olan eser ve anıtların korunmasını sağlar.‖hükmü yer almıĢtır. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında Hilafet kaldırılmıĢtır. Halifeliğin kaldırılmasına dair 3 Mart 1924 tarih ve 341 sayılı kanunun 9. maddesindeki ― Mülga PadiĢahlık sarayları, kasırları ve emakin-i sairesi dâhilindeki mefruĢat, takımlar, tablolar asar-ı nefise ve sair bilimum emval-i menkule millete intikal etmiĢtir.‖ Hükmü uyarınca, 3 Nisan 1924 tarihli Bakanlar kurulu Kararı ile Topkapı Sarayı Müze haline getirilmiĢtir. Maarif Vekili Vasıf Bey‗in de imzasının bulunduğu Bakanlar Kurulu Kararı‘nda: ―Asırlardan beri birçok olaylara sahne olmuĢ, milli tarihimiz açısından büyük bir değeri bulunan Topkapı Sarayı‘nın ilerde Ġstanbul‘a gelecek ziyaretçiler için baĢlıca bir ziyaret yeri olacağı doğal bulunduğundan, iyi korunmasını sağlamak üzere Asar-ı Atika Müzesi Müdürlüğü emrine verilmesi kararlaĢtırılmıĢtır‖ cümlesi yer almakta idi. Cumhuriyet yönetiminin, müzelik eser olarak Osmanlı Devleti‘nden teslim aldığı eser sayısı genellikle ortalama olarak 109.000 adet olarak belirtilmektedir. Yeni müzelerin açılması, toplama, kazı ve araĢtırmalar sayesinde Cumhuriyetten sonra bu sayı hızla artmıĢtır. Tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasıyla, buralarda bulunan eserler de müzelere mal edilerek müzeler zenginleĢtirilmiĢtir. Tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasından önce, Mustafa Kemal Kastamonu‘da yaptığı konuĢmasında: Efendiler ve ey Millet; biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti Ģeyhler, derviĢler, müritler memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır. Tekkeler behemehâl kapanacaktır. Türkiye Cumhuriyeti her Ģubede irĢatlarda bulunacak kudreti haizdir. Biz medeniyetin ilim ve fenninden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. BaĢka bir Ģey tanımayız Tekkelerin gayesi halkı meczup ve aptal yapmaktadır. Hâlbuki halk, aptal ve meczup olmamaya karar vermiĢtir.‖ 114 Hükümet bu yönde aldığı 2 Eylül 1925 tarihli bir karar ve aynı tarihli kararname ile tekke, türbe ve zaviyeleri kapatmıĢtır. Konya Milletvekili Refik Bey ve beĢ arkadaĢı tarafından aynı doğrultuda hazırlanan ―Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun‖ tasarısı 30 Kasım 1925 tarihinde T.B.M.M.‗nde görüĢülerek kanunlaĢmıĢtır. Bu kanunun 1. maddesinde ― Türkiye Cumhuriyeti içinde sultanlara ait veya bir tarikata veyahut ticari çıkara dayananlarla tüm diğer türbeler kapatılmıĢtır ve türbesinden sonra türbe ve tekkelerdeki tarihi ve müzelik bir kısım eĢya Ankara ‗da toplanmıĢtır. Bu eserler daha sonra Ankara Etnografya Müzesi‘ne konulacaktır. Sonraki yıllarda Mevlana Celalettin Rumi Türbesi ile dergâhı ve Hacı Bayram Veli Türbesi müze haline dönüĢtürülmüĢ, Ġstanbul ‗daki birçok türbe de Müzeler Müdürlüğü‘ne bağlanmıĢtır. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla buralardan toplanıp tasnif edilen ve müzelere mal edilen eser sayısı 9.362 dir. Bu eserlerin müzelere mal edilmesi hakkındaki kararname 16 Eylül 1925 tarihini taĢımaktadır. Kararname Ģöyledir: ―Terekelerle türbelerde mevcut ve genellikle sanat ve tarih açısından özel değeri bulunan ve taĢınabilir eĢyanın, bütçe durumu daha sonra halledilmek üzere müzeler müdüriyetince incelenmesi ve deftere kaydedilerek müzeye nakledilmesi, Ġcra Vekilleri Heyeti‘nin 16 Eylül 1925 tarihli toplantısında kabul edilmiĢtir.‖ Tekke, türbe ve zaviyeler ile buralardaki eĢya hakkında ne gibi iĢlemler yapılacağı konusunda çok sayıda genelge yayınlanmıĢtır. Milli kültürümüzü korumak ve gençlerimizi milli kültür çevresinde yetiĢtirmek amacıyla kurulan ve a) Eski eserleri korumak ve denetlemek, b) Tarihi anıtları tespit etmek, c) Türk etnografyasına ait belgeleri toplamak, d) Kütüphanelerimizi korumak, gibi görevleri üstlenene hars müdürlüğü, 21.12.1925 ile 1.1.1929 tarihleri arasında Maarif Vekilliği yapan Mustafa Necati Bey zamanında, 1) Müzeler, 2) Kütüphaneler 3) Güzel sanatlar Ģubelerine ayrılmıĢtır. Bu üç birim, 1940 ‗lı yıllarda genel müdürlük haline gelecek ve daha sonra kurulacak Kültür Bakanlığı ‗nın temelini oluĢturacaktır. 115 Bu dönemde, dördüncü sırada, yani Müsarek Galip‘ten sonraki Asar-ı Atika ve Hars Müdürü Dr. Hamit Zübeyr (KoĢay)dır. Hamid Zübeyr‘in Hars Müdürlüğü 1.6.1925–17.5.1926 tarihleri arasına rastlanmaktadır. Diğer dairelerden güzel sanatlara ressam Namık Ġsmail, Kütüphaneler Dairesine de Hasan Fehmi Bey atanmıĢtır. Mustafa Necati Bey‘den önceki Maarif Vekili Hamdullah Suphi tarafından 25 Eylül 1925 tarihinde temeli atılan Ankara Etnografya Müzesi‘nin tamamlanmasından sonra Hamit Zübeyr bu müzenin müdürlüğüne getirilmiĢtir. Bu arada Bergama‘da, Edirne ‗de, Amasya ‗da Tokat‘ta, Ġzmir ‗de Adana ‗da, Bursa‘da müze kurma çalıĢmaları sürdürülmekteydi. Ġstanbul ‗daki Türk ve Ġslam Eserleri Müzesi 1926 yılında vakıflardan ayrılarak maarif vekâletine ve dolayısıyla müzeler yönetimine bağlanmıĢtır. Ülkemizdeki Türk ve Ġslam eserlerinin sahibi durumunda olan Vakıflar Genel Müdürlüğü de Cumhuriyetin ilanından hemen sonra kurulan teĢkilatlardan biridir. Siirt Milletvekili Halil Hulki Bey ve elli arkadaĢı tarafından verilen yasa önerisi 3 Mart 1924 tarihinde T.B.M.M. ‗nde görüĢülerek ― ġeriye ve Evkaf Vekâleti‘nin kaldırılmasına Dair Kanun― kabul edilmiĢtir bu kanunun bir maddesinde ―Efkaf, Millet iĢleri gerçek çıkarına uygun bir Ģekilde çözülmek üzere, bir genel müdürlük halinde Ģimdilik baĢvekâlete verilmiĢtir―. Hükmü yer almıĢtır tüm vakıf eserlerinin bağlı bulunduğu Vakıflar Genel Müdürlüğü, BaĢbakanlığa bağlı olarak böylece kurulmuĢ olur. Cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda, Osmanlı Devleti‘nden devralınan birçok kanun ve nizamnameler aynen uygulanmaya devam ederken, bazı yeni yasal düzenlemeler de yapılmaya baĢlamıĢtır. 1906 yılında çıkarılan son Asar–ı Atika Nizamnamesi daha uzun yıllar yürürlükte kalacaktır. Osmanlı Devleti zamanında kurulan Eski Eserleri Koruma Daimi Encümeni Cumhuriyet döneminde de görevini sürdürmüĢtür. Ancak Ankara‘nın baĢkent oluĢu ve hükümet merkezinin Ankara‘ya taĢınması nedeniyle bazı tereddütler doğmuĢ, encümen çalıĢmalarının verimi düĢmüĢtür. Bu arada encümenin Ankara ‗ya mı taĢınacağı sorusu akla gelmiĢ ve bu husus 16 Temmuz 1923 tarih ve 157 sayılı yazıyla Ankara ‗dan sorulmuĢtur. Maarif Vekâleti Hars Müdürlüğü‘nden gelen, Hars Müdürü Mübarek imzalı, 26 Ekim 1923 tarih ve 51 sayılı cevabı yazıda; ―Mahafazai Asar-ı Atika Encümeni Daimisi tarafından gönderilen 16 Temmuz 1923 tarihli ve 157 sayılı yazı ve ekleri vekâlet müdürler encümenince 116 incelenmiĢ ve değerlendirilmiĢtir. Eski eserler açısından ayrı bir değeri ve önemi bulunan Ġstanbul ‗da. Bu encümenin lüzumu ve görevini sürdürmesi gerekmektedir. Encümenin, masrafları müzeler ödeneğinden karĢılanmak ve umumi kâtip bulunmak Ģartı ile baĢkanlığınız altında faaliyetlerine devam etmesi ve görev usul ve esaslarına dair ayrıca bir talimatname de hazırlanması müdürler encümenince uygun görülmüĢ olduğundan, encümenin bu kararını yüksek tarafınıza tebliğ etmekten Ģeref duyarım efendim‖ Bu zamana kadar Asar–ı Atika Encümeni Daimisi TeĢkilat ve Vazifelerine Dair eski talimatname geçerli idi. Ancak, Maarif Vekili Hüseyin Vasıf Çınar zamanında çıkarılan yeni bir çalıĢma yönergesiyle encümenin yasal yapısı sağlamlaĢtırılmıĢtır. 1924 yılında çıkarılan ―Ġstanbul ‗da MüteĢekkil Muhafazai Asar-ı Atika Encümeni‘nin TeĢkilat ve Vazifelerine Dair Talimatname‖ isimli bu yönerge 17 maddeden ibaretti. Talimatnameye göre; encümen Ġstanbul Asar-ı Atika müzeleri genel müdürünün baĢkanlığında, 4 üye, bir genel kâtip ve müze mimarından oluĢuyordu. Seçilecek üyelerin tarih. Eski eserler, ülke coğrafyası, güzel sanatlar, mimari eserler ve eski yapılar konularında yeterli bilgiye sahip olmaları gerekiyordu. Normal toplantılar haftada bir gün yapılacak devam mecburi olacak, dört toplantıya mazeretsiz katılmayan üyeye baĢkanca uyarı yapılacak ve yine de devam etmeyen üye çekilmiĢ sayılacak idi. Her toplantı için huzur hakkı 5 lira olacaktı. Encümenin sekretarya iĢleri müze müdürlüğünce yapılacaktı. Maarif Vekâletince yürütülecek bu talimatnameye göre çalıĢmaları daha da düzenli bir hale gelen encümen. Cumhuriyet yıllarında da Müze Müdürü Halil Edhem ‗in baĢkanlığında faaliyetlerini sürdürmüĢtür. Halil Edhem bu görevine emekli oluncaya kadar devam etmiĢ ve hatta emekli olduktan sonra, ölünceye kadar da kurulun toplantılarına katılarak arkadaĢlarına yardımcı olmuĢtur. Encümen, mevcut yasal mevzuatın eski eserlerin korunmasıyla ilgili hükümlerine göre doğrudan doğruya, ya da görüĢüne baĢvuruldukça yazılı karar almaya yetkili idi. Tavsiye niteliğinde olan bu kararlar, bakanlık makamı tarafından onaylandıktan sonra kesinlik kazanır ve ilgili Makamlara iletilirdi. Ayrıca kararın bir sureti Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri arĢivinde saklanır ve bir nüshası da Ankara ‗ya Müzeler Müdürlüğü ‗ne (daha sonra Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘ne )gönderilirdi. 117 Eski Eserleri Koruma Encümeni‘nin 1934, 1935, 1936 yıllarındaki durumuna bir göz attığımızda; Ġstanbul Arkeoloji Müzesi‘nin bir salonunda toplanan encümenin baĢkanı Ġstanbul Müzeleri Genel Müdürü Aziz Ogarı, o zamanki üyeler Efdalettin Tekiner, Ġzzet Kumbaracılar, Topkapı Sarayı Müzesi Müdür Yardımcısı Süleyman Yürügen idi. Müzeler baĢkâtibi Vefik Tura ve Müzeler Mimarı Kemal Atlan da toplantılara görevli olarak katılmakta idiler. Önceki Müze Müdürü ve o zaman Ġstanbul Milletvekili olan Halil Edhem fahri üye olarak encümende yer almaktaydı. Encümen çalıĢmalarına dönük 1934, 1934, 1936 yılları istatistiklerine göre; 840 gelen ve 821 giden olmak üzere toplam 1661 adet evrak encümende iĢlem görmüĢtür. Eski Eserleri Koruma Encümeni ‗nin 1949 yılı raporundan öğrendiğimize göre üye sayısı artmıĢtır. Encümen Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Aziz Ogan ‗ın baĢkanlığında 15 üyeden oluĢmakta idi. Bazılarının isimlerini yazmaya gerek görmediğimiz bu üyeler, bir mülkiye profesörü, üç milletvekili, Prof. Arif Müfid Mansel, Ġstanbul Üniversitesi Kütüphane Müdürü. Eski bir Vali, Prof. Sedat Hakkı Eldem, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdür Yardımcısı Rüstem Duyuran, Vakıflar Ġdaresi eski denetçisi, Ġstanbul Ģehir meclisi üyesi (sonradan müze müdürlüğü de yapmıĢ olan) Feridun Dirimtekin, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Mimarı Y.Mimar Fikret Yücel, belediye temsilcisi iki mimar üyeler arasında yer almaktaydı. Encümenin umumi kâtipliğini Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri iç hizmetler Müdürü Bekir ġükrü Egeli yapıyordu. Encümen 1949 yılı içerisinde 99 toplantı yapmıĢ, birçok kararlar almıĢ ve bu arada 72 adet eski eserin fotoğrafları çekilip fiĢleri hazırlanarak tescilleri yapılmıĢtır. 2 Temmuz 1951 tarihinde kabul edilen 5805 sayılı ―Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu TeĢkiline ve Vazifelerine Dair Kanun‘la Anıtlar Yüksek Kurulu kurulmuĢtur. Elimize geçen bir istatislike göre, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu‘na 1951 -1969 arasındaki 19 sene içerisinde 12,292 adet evrak giriĢ yapmıĢ, kurul 181 toplantı yapmıĢ ve bu toplantılarda 5.013 adet karar alınmıĢtır. 5805 sayılı kanun, 8 maddeden ibaretti ve kurul Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlı idi. Eski Eseler ve Müzeler Genel Müdürü ile Vakıflar Genel Müdürünün tabii 118 üye olduğu kurulda, ölüm istifa ve toplantılara devamsızlık sebepleri hariç kurul üyeliği görevi devamlı idi. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu‘nun, 1951 yılından 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‘nun yürürlüğe girdiği 23 Temmuz 1983 tarihine kadar almıĢ olduğu karar sayısı 20.000 civarındadır. Bu kararlar, 24500 civarında korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları ile 811 adet sit alanını içermektedir. Bu kurulun son baĢkanı Orhan Alsaç‘tır. Yurdumuzda müzeler teĢkilatı gerek Osmanlı Devleti zamanında (Maarif Nezareti) ve gerekse Milli Mücadele ve Cumhuriyet Dönemi‘nde (Maarif Vekâleti) genellikle Milli Eğitim Bakanlığı içerisinde, onun bünyesinde yer almıĢtır. Kültür Bakanlığı ise ancak 1971 yılında kurulabilmiĢtir. Cumhuriyet döneminde maarif vekâleti teĢkilatına dair ilk kanun 1926 yılında çıkarılmıĢtır. Maarif teĢkilatına dair 22 Mart 1926 tarih ve 789 sayılı bu kanunun 24. maddesinde : ― Türkiye‘de yapılacak resmi mektep binaları, kütüphaneler ve müzeler, ancak maarif vekâletinin hazırladığı projeler dairesinde yapılır‖ denilmektedir. 27 maddelik bu ilk yasada müzeler hakkında bundan baĢka bir kayıt bulunmamaktadır. Bundan yedi yıl sonra çıkarılan ― Maarif Vekâleti Merkez TeĢkilatı ve Vazifeleri Hakkındaki 10 Haziran 1933 tarih ve 2287 sayılı Kanun‖ un 1. maddesinde sayılan merkez birimleri arasında müzeler müdürlüğü ve kütüphaneler müdürlüğü ayrı ayrı sayılırken, listede bir de mektep müzeleri müdürlüğü birimi yer almaktadır. Müzeler müdürünün Maarif Ģurası üyesi olarak da görevli olduğu 4. maddede belirtilmiĢtir. 16. maddede; ―Tarihi ve bedii kıymeti haiz eserlere mahsus müzelerin idare, tesis ve idameleri, tarihi abidelerin muhafaza ve tamiri iĢleriyle iĢtigal, arkeolojik hafriyat için vaki müracaatları tetkik ve hafriyata nezaret eder‖ Ģeklindeki ifadelerle müzeler müdürlüğünün görevleri hükme bağlanmıĢtır. Aslında, müze kelimesi kullanılmıĢsa da mektep müzesi müdürlüğünün görevleri, 18. maddede belirtildiği üzere, okulların ihtiyacı olan her türlü ders araç ve gereçlerini yapmak, yaptırmak, satın almak ve okullara dağıtmaktan ibaretti. 789 sayılı kanunu yürürlükten kaldıran bu yasaya ekli (A) kadro cetvelinde, müzeler müdürlüğü için; 1 adet evrak ve dosya memuru ve 2 adet katip olmak üzere 6 adet personel kadrosu tahsis edilmiĢ idi. Günümüzde mevcut konuyla ilgili 119 iki genel müdürlüğün merkez teĢkilatı çalıĢanlarının sayısıyla bu rakamı karĢılaĢtırdığımız takdir de 6 rakamı çok komik kalır. Bu rakamı iyi değerlendirebilmek için, bugün de teĢkilat olarak en kalabalık bakanlık olan maarif vekâletinin o andaki merkezde bulunan tüm kadro sayısını da vermek gerekmektedir. O günlerde maarif vekâletinin tüm personel kadro sayısı müsteĢar dâhil 216 idi. Cumhuriyet döneminde müze sayısında yavaĢ yavaĢ artıĢ baĢlamıĢtır. Cumhuriyetin ilanından sonraki beĢinci yılda, yani 1928 yılında; Ankara ‗da 2, Ġstanbul ‗da 3, Edirne ‗de 1, Ġzmir ‗de 1, Bursa ‗da 1, Antalya ‘da 1, Konya ‗da 1, Adana ‗da 1 ve Sivas ‗ta 1 adet olmak üzere maarif vekâletine bağlı Türkiye‘deki müze sayısı 12‘dir. Ġstanbul ‗daki iki adet askeri müzeyi de bu sayıya eklersek toplam müze sayısı 15 olmaktadır. 1928–1930 seneleri arasında Ġstanbul Müzelerini yıllık ortalama 87.047 kiĢi ziyaret etmiĢ ve yine yıllık ortalama 26.077 Türk Lirası gelir temin edilmiĢtir. Cumhuriyetin ilk on beĢ yılı içerisinde yapılan veya yapılmaya çalıĢılan müzecilik faaliyetleri bir plan içerisinde yürütülmüĢtür. Sayısız sorunlarla karĢı karĢıya olan müze yöneticilerinin kıt olanaklarla yaptıkları çalıĢmalar dört ana grupta toplanmıĢtır. 1- Yurdun çeĢitli yerlerinde bulunan ve bir kısmı kazılar yoluyla çıkarılıp genellikle taĢıma güçlükleri nedeniyle yerinde bırakılan dağınık vaziyetteki taĢınabilir eski eserlerin belirli merkezlerde toplanması. Bu merkezler zaman zaman milli eğitime bağlı okullar da olmuĢtur. 2- Toplanan eserlerin, korunmaları yanında tasnif ve teĢhir edilebilmeleri için bazı merkezlerde müzeler kurulması ve kurulu olan müze deposu halindeki birimlerin geliĢtirilerek toplanan bu eserlerden yararlanılması. Bu amaçla Ġstanbul ‗da Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müze haline getirilmiĢ, bunun dıĢında Ankara Arkeoloji, Ankara Etnoğrafya, Ġzmir, Konya, Bursa, Adana, Antalya, Bergama, Sivas, Edirne ve Efes Müzeleri kurulmuĢtur. 3- Ülkemizdeki, çoğu harab vaziyette olan mimari eserler ve anıtların restorasyonlarının yapılarak. Yıkılıp yok olmaktan kurtarılması ve bunların bir kısmından müze olarak yararlanılması ya da baĢka kurumlara (kütüphane ve galeri vb. gibi ) tahsisi, 120 4- Eski Anadolu Medeniyetleri‘nin yer aldığı antik merkezlerde milli kazıların baĢlatılması milli kazı niteliğindeki ilk çalıĢma, bilindiği gibi Ankara yakınlarındaki Ahlatlıbel‘de 1933 yılında baĢlatılmıĢtır. Atatürk, özellikle son on senelik hayatında eski eserler ve kazı iĢleriyle çok yakından ilgilenmiĢtir. 1934 ‗de Ayasofya‘nın müze haline getirilmesi ile 1937 de Ġstanbul Resim ve Heykel Müzesi‘nin açılıĢı bu ilk 15 yıllık süre içerisinde gerçekleĢtirilmiĢtir. Atatürk, genel olarak müzelere ve eski erlere önem vermekle beraber, 1930 yılından sonra bu konulara daha fazla ağırlık vermek imkânını bulmuĢ; çeĢitli yurd gezilerinde müzeleri ve antik Ģehir kalıntılarını ziyaret etmiĢ, yöredeki tarihi ve anıt binaları da gezerek buralar hakkında bilgi almıĢtır. Cumhuriyet devrinin baĢından itibaren müzecilik, eski eserler ve tarih konularına önem verilmiĢ, bu alanlarda çoĢkulu bir ilgi ve heyecanla çalıĢılmıĢtır. Korumacılık konusunda alınan önlemlerden olmak üzere Maarif Vekâleti Hars Dairesi‘nde hazırlanan ve 1925 yılında kabul edilen Ġcra Vekilleri heyeti (Bakanlar Kurulu)nun Kararnamesi Ģöyledir; ―Türkiye Cumhuriyeti içerisinde çeĢitli kiĢilerin elinde mevcut olan hat, tezhip ve minyatür gibi değerli eserlerin, lisan hazinelerinden sayılan yazmalarla, tarihi değeri bulunan Etnoğrafyaya ait eĢyanın her ne surette olursa olsun dıĢarıya ihracının kesin surette yasaklanmasını ve bu gibi eserlerin müze ve kütüphaneler için satın alınmasını sağlamak amacıyla maarif vekâletince her yılın bütçesine yeterli ödenek konulması ve eserlerin değerlerinin takdiri için uzman heyet çalıĢtırılması ve dıĢarıya kitap satılıp ve kaçırılırken gümrük idarelerince tutulduğu takdirde sorumlularının, ceza kanununun 138. maddesi gereğince cezalandırılmak üzere mahkemeye sevk edilmesi ve eserlerin müsadere olunması ve yabancılara veya dıĢarıya satılırken gören veyahut iĢiten bilumum memurların ve Ģahısların durumdan hükümeti haberdar etmekten sorumlu tutulması ve ihbar edene maarif vekâletince yeterli miktarda nakdi mükâfat verilmesi ve söz konusu eserlerin ihracını kayıtsız Ģartsız önleyecek kanun tasarılarının adı geçen bakanlıkça hazırlanması, tanzim edilmesi, teklif edilmesi ve takip edilmesi maarif vekâletinin 19 Ağustos 1925 tarih ve hars müdüriyetinin 5356 -1460 sayılı yazısıyla yapılan teklif üzerine Ġcra Vekilleri Heyeti‘nin 26 Ağustos 1925 tarihli toplantısında uygun görülmüĢ ve kabul edilmiĢtir.‖ 121 Bakanlar Kurulu‘nun 26 Ağustos 1925 tarihli bu kararının altında CumhurbaĢkanı sıfatıyla Gazi Mustafa Kemal‘in, BaĢvekil sıfatıyla Ġsmet Ġnönü‘nün, Maarif Vekili sıfatıyla Hamdullah Suphi‘nin ve diğer bakanların imzaları bulunmaktadır. Bu kararname Maarif Vekili Hamdullah Suphi‘nin imzası ve bir üst yazıyla 19 Eylül 1925 tarihinde gereğine göre hareket edilmek üzüre genelge edilmiĢtir. Asar –ı Atika ve Müzeler Dairesi tarafından hazırlanıp 19.12.1931 tarihinde Maarif Vekili Esad Sagay tarafından valiliklere yapılan baĢka bir genelge Ģöyledir. 122 …………………………… VALĠLĠĞĠNE ―GeçmiĢte yapılan ihmal ve kayıtsızlık nedeniyle Avrupa Müzeleri ülkemizden kaçırılan eski eserlerle doldurulmuĢtur. Yurdumuz birçok eski uygarlıkların beĢiği ve doğu –batı, kuzey – güney yönlerindeki göçlerin ve istilaların geçit yolu olduğu için toprak üstünde ve altında birçok yadigarlara sahip bulunuyoruz. Önemli bir kısmı ecdadımıza ait olan bu eserlerden henüz ayakta olanları uygar varlığımıza bir tanık olmak üzere daha uzun asırlar korunmalarını sağlamak, taĢınır eski eserler olanlarını dıĢarıya kaçırmamak ve milli hazinenin küçük bir parçasını bile eksiltmemek için bütün idari kuvvetlerden azami surette yararlanmak gereği vardır. GeliĢmiĢ yabancı ülkelerin bu hususta asırlardan beri, bilinçli çalıĢtıkları, malumunuzdur. Eski eserler ve müze iĢleri ülkemizde de milli güçlerin yardımı ile halledilebileceğinden: A) Tarihi anıtları harap olmaktan kurtararak acil önlemleri almak, B) Müze olan yerlerde bu müzelerin, baĢta Ģehrin Ģeref ve ihtiyacı ile ilgilendiğini dikkate alarak geliĢmelerini sağlamak. C) Müze olmayan yerlerde toprak üstünde sürünen eski eserleri toplayarak depolar meydana getirmek için her yılın Özel Ġdare ve Belediye bütçelerine az da olsa ödenek konmasını önemle rica ederim. Efendim. Maarif Vekâleti Asar-ı Atika ve Müzeler Dairesi‘nin hazırladığı ve Maarif Vekili Dr. ReĢit Galip tarafından imzalanıp valiliklere gönderilen 26.6.1933 tarih ve 174 sayılı genelge türbeler, mezarlar ve mezarlıklarla ilgilidir. 123 ……………………..VALĠLĠĞĠNE ―Ecdat yadigârı olan yazılı mezar taĢları Türkün bu topraklarda yaĢadığına ve emek verdiğine tanıklık eden tarihi ve etnografik, hatta çok dafa bedii değere sahip belgelerdir. ġahitler imar edilirken sağlık açısından bir sakınca göstermeyen eski tarihi mezarların parklar içinde açık birer müze halinde bırakılmasını gerekli buluyor ve eski eserleri koruma fikrinin imarcılıkla uyumlu olmasını mümkün görüyoruz. Mezarlıkların kaldırılmasına gerek görüldüğü zaman Anıtların Korunması Nizamnamesi‘nin üçüncü maddesine göre hareket olunması ve Mezarlıklar Nizamnamesi‘ndeki kuyud-ı ihtiraziyeye dikkat edilmesi gerekir. Zarara uğraması ihtimali olan tarihi, bedii ve etnoğrafik değere sahip, sahipsiz, yazılı mezar taĢlarının; müzesi olan yerlerde müzelere, olmayan yerlerde eski eser deposu olabilecek medrese, tekke ve buna benzer yapılarla okullarda, bu taĢlara ait açıklamalar ihmal edilmemek koĢuluyla, toplanmasını bir kültür borcu saymaktayım. Anıtların Korunması Nizamnamesi‘nin üçüncü maddesindeki hükümlere uyulmak Ģartı ile bakanlığımızın da muvafakatı alınmak suretiyle kaldırılması kararlaĢtırılan mezarlıklardaki kitabelerin, belediyelerin araçlarıyla yukarıda zikredilen Ģartlar çerçevesinde toplatılmasını ve bir listesinin bakanlığımıza gönderilmesini rica ederim. Yerel beldelerin tarihçelerini hazırlamakla yükümlü tarih öğretmenlerimizin yurt bilgisi araĢtırmaları sırasında tarihi ve sanat değeri olan mezar taĢlarını inceleme ve yerini tespit etmelerini gerekli görmekteyim. Bu hususta en çok mesai harcayan öğretmenlerle öteki kiĢilerin isimlerinin bakanlığımıza bildirilmesini ve yönerge içeriğinin özenle uygulanmasını yüksek çabalarınızdan beklerim.‖ Yine Maarif Vekâleti, Müzeler Dairesince, turistik amaçlı bir yayın için bilgi almak amacıyla küçük çaplı bir kültür envanteri hazırlanması için valiliklere bir genelge yapılmıĢtır. 124 ………………..VALĠLĠĞĠNE ―Ülkemizin tarihi anıtlar itibariyle zenginliği hakkında bir fikir verecek, turizmi teĢvik etmek amacıyla hazırlanmakta olana propaganda neĢriyatı arasında Türkiye ‗nin tarihi anıtları bulunan mevkilerini gösteren resimli bir harita yapılacaktır. Bunun için bazı fotoğrafların teminine ihtiyaç vardır. Vilayet ve kaza merkezlerinin genel manzarasının gösteren ikiĢer fotoğraf, 1-Hangi çağa ait olursa olsun vilayet ve kaza merkezlerinde bulunan tarihi anıtlardan ikisinin birer fotoğrafı, 2-Vilayet içindeki en meĢhur harabe ve anıtların birer fotoğrafı, Fotoğrafların iyi ve net olması ve çekilen manzara veya binanın en karakteristik yerini göstermesi, arkasında açıklamasının yazılı olması Ģarttır. Yukarıda yazılı hususların teminine yardımcı olunması rica olunur efendim.‖ 17 Ekim 1933 tarihli bu talimatta Maarif Vekili R.Nafiz‘in imzası bulunmaktadır. Cumhuriyet 10. yıldönümü olan 1933 yılında Atatürk ‗ün talimatıyla ilk Milli kazılar da baĢlamıĢtır. Ġlk deneme Ankara‘nın 18. km. yakınındaki Yalıncak köyünün Ahlatlıbel mevkiinde Hamit Zübeyr KoĢay tarafından yapılmıĢtır. Atatürk, yanında Maarif Vekili RaĢit Galip, Ankara Valisi Nevzat, Milletvekili Nuri, Genel Sekreteri ve yaveri olduğu halde 5 Mayıs 1933 tarihinde kazı yerine gelmiĢ, burada bir saat kalarak incelemelerde bulunmuĢtur. Bunun dıĢında, Atatürk yanına Ģoförünü alarak yağıĢlı bir günde otomobili ile tek baĢına yine bu kazı yerini tekrar ziyaret etmiĢtir. Bu dönemde Ankara – Karalar ‗da da Remzi Oğuz (Arık) baĢkanlığında kazılar yapılmakta idi. Cumhuriyetin ilk kazılarından olan ve 1935 yılında baĢlayan Atacahöyük Kazısı da CumhurbaĢkanı Atatürk tarafından bizzat ziyaret edilmiĢtir. Bu ziyarette Maarif Vekili Saffet Arıkan, Sağlık Bakanı Refik Saydam, Türk Tarih Kurumu BaĢkanı ġemsettin Günaltay ve Prof. Afet Ġnan da Atatürk ‗e eĢlik etmiĢlerdir. Alacahöyük ‗le birlikte Pazarlı ve Büyük Göllücek kazıları da yürütülmüĢtür. 125 Cumhuriyetin 10. yıldönümü olan 1933 yılından itibaren Türkiye‘deki öteki kazıların da yoğunlaĢtığı görülmektedir. Bu yıllarda Amerikalı Prof. Blegen Troia‗da, Alman Dr. Kurt Bittel Boğazköy‘de, yine Almanlar Bergama‘da, Fransız Prof. M.Delaporte Malatya Aslantepe ‗de çalıĢmaktadırlar. Ġzmir Müzesi Müdürlüğü‘nün yönetiminde ve Prof.Keil‘in bilimsel danıĢmanlığında Ġzmir‘in Namazgâh mevkiinde kazılar yapılmaktadır. 1934 yılında bu çalıĢmalara Larissa ve Niğde–Göllüdağ Kazıları eklenmiĢtir. 1935 yılında Ġngiliz Miss Winfried Lamp ‗ı Sandıklı Kusura‗da, Amerikalı Miss Hetty Goldmann‘ı Tarsus Gözlükule‗de, Alman mimar Schneider‘i Ayasofya Avlusunda, Ġskoç James Huston Baxer‘i Sultanahmet ‗te, Alman Alfons Maria Schneider‘i Ġznik‘te, yine Alman Zeignaus‘u Bergama‘da Avusturyalı Joseph Keil‘i Efes Belevi‘de kazı yaparken görüyoruz. Yine 1933 yılı faaliyetlerinden olmak üzere, 28.6.1933 tarih ve 14640 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Ankara ‗da Müzeler Müdürlüğü‘ne bağlı bir ― Abideler (Anıtlar ) Koruma Kurulu‖ kurulmuĢtur. Cumhuriyet döneminde ülkemizdeki müzelerin ve müzeciliğin geliĢmesine, yeniden yapılanmasına ve zenginleĢtirilmesine katkıda bulunan kuruluĢlardan biri de Halk evleri‘dir. 19 ġubat 1932 tarihinde kurulan halk evlerinin faaliyet alanları dokuz grup halinde toplanmıĢtır. Halk evlerinin yayın organı olan ―Ülkü‖ mecmuasında, 1933 yılında Necip Ali bu kurumun amacını Ģöyle açıklamaktadır. ―Cumhuriyet Halk Fırkası‘nın doğrudan doğruya kendi eliyle yaptığı büyük kurumlardan biri de halk evleridir. Halkevleri okul dıĢındaki vatandaĢların inkılâp ülkülerini anlamaları için birer okul ve bu ülküler etrafında kuvvetlerini birleĢtirmeleri için birer merkezdir.‖ Halk evlerinin faaliyet kollarından birisi de müze ve tarih Ģubesi ya da müze ve sergiler Ģubesi idi. Bu tür konulara, o zamanın tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) programlarında da yer verilmekteydi. Nitekim CHP ‗nin 29 Mayıs 1939 tarihindeki beĢinci büyük kurultayında kabul edilen parti programının 47. maddesinde Ģu cümle yer almaktaydı. ―Müzelerimizi zenginleĢtirecek kıymetteki tarihi eserlerin toplanmasına ve bu maksatla hafriyet yapılmasına ehemmiyet verilecek ve umumiyetle eski eserlerin tasnifine ve icabedenlerin yerlerinde iyi muhafazasına itina olunacaktır. ― 126 8 Haziran 1943 tarihindeki C.H.P. ‗nin altıncı büyük kurultayına sunulan parti programı teklifinin 11. paragrafında ise ; ―Müzelerimizi zenginleĢtirecek kıymette tarihi eserlerin toplanmasına ve bu maksatla kazılar yapılmasına ehemmiyet verilecek, umumiyetle eski eserlerin tasnifine, muhafazalarına itina olunacaktır.‖ Ġfadeleri bulunmaktaydı. C.H.P ‗nin 1940 yılındaki Halkevleri Talimatnamesinin 113. maddesi (c) fıkrasında : ―Halkevi bölgesindeki tarihi eser ve anıtların iyi korunması için ilgilileri aydınlatır. ―Bu eserlerin korunması amacıyla kurulmuĢ özel cemiyetlere yardım eğeceği gibi, konuĢmalarla, temaslarla, halkı da eserleri korumaya davet eder.‖denmektedir. 114., 115. ve 116. maddeler ise Ģöyledir. 114, ―Halkevlerinin bulunduğu yerde resmi müze varsa arkeolojik eserlerle onları zenginleĢtirmeye, eksiklerini tamamlamaya çalıĢır. Yoksa tedarik edecekleri eserleri en yakın resmi müzeye gönderirler. Veya müze tarafından alınmasını sağlamak için haber verirler. Eski eserleri bol yerlerde resmi bir müzenin kurulması için ilgililerle iĢbirliği yapmak, Ģubenin belli baĢlı iĢlerinden olmalıdır.‖ 115, ―Halkevlerinin kendilerine mahsus Arkeoloji Müzesi kurmaya çalıĢmaları doğru değildir.‖ 116, ―Halkevleri, teberruları teĢvik ve para imkânları oranında folklor ve etnoloji malzemesi toplamaya çalıĢırlar. Bu malzeme arasında; tarihi değeri olan eski yazılar, kitap kapakları, tezhipler, divanlar, minyatürler, çiniler, halılar ve nakıĢlar gibi milli kültür belgeleriyle eski milli kıyafetler, oyalı yazmalar, çevreler, eski kılıçlar, yatağanlar, tüfekler, tabancalar ve her türlü silahlar, sedef altın gümüĢ vs. kakmalar, oymalar vs. Türk etnoloji belgeleri sayılabilir. Bu gibi eserlerden baĢka folklor sahasına giren bütün malzemeleri toplamaya, korumaya ve bunlar üzerinde tetkiklerde bulunarak neĢriyatta bulunmaya çalıĢırlar.‖ 1944 yılına gelindiğinde, Türkiye ‗de ülke çapında, faaliyet gösteren Halkevleri sayısı 405‘e ulaĢmıĢtır. Bunlardan 90 tanesinde tarih ve müze Ģubesi kurulmuĢ ve çalıĢmakta idi. . Bu kollarda görev yapanlar ise topluma tarih, sanat eseri ve müze zevkini uyandırabilmek için çalıĢmalarını sürdürmüĢler ve bu konuda klavuz kitaplar hazırlamıĢlardır. Eski eser ve müzelerimizin durumunu görüĢmek üzere 1945‘de toplanan Eski Eserler ve Müzeler Birinci DanıĢma Kurulunun toplantısını açan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel‘in ―Milletimizi ve 127 bütün insanlığa karĢı ülkemizdeki eserleri iyi tutmak ve tanıtmak baĢlıca görevimizdir.‖ Sözleri de müzelere verilen önemi bir kez daha vurgulamıĢtır. Halkevlerinin siyasi nedenler, kısır çekiĢmelerden sonra 1950‘li yıllarda kapanmasıyla Türk Kültürünün yanı sıra müzelerimize olumsuz etkisi açıkça görülmüĢtür. C.H.P. tarafından 1945 yılında bastırılan ―C.H.P. Halkevleri ve Halkodaları 1944 ― isimli broĢürde tarih ve müze dallarındaki bilgiler Ģu Ģekildedir: Halk evlerimizin tarih ve müze kolları, milli kültürümüzün ve halk terbiyesinin çok önemli cephesi üzerinde çalıĢmaktadırlar. Partimizin programında tarih ve medeniyetimizi öğrenme yolu ile ilkenin yetenek ve kudretini, özüne güvenme duygusunu sağlamaya, bu arada tarihi eserlerin toplanmasına, eski eserlerin tasnifine ve korunmalarına önem verileceği bildirilmiĢtir. Halk evlerimizin tarih ve müze kolları, bu amacın gerçekleĢtirilmesi uğrunda çalıĢmalarla, geniĢ halk topluluklarında bu bilincin uyandırılması yolu ile kanıtlamaktadırlar. ― Tarih ve müze kollarımızın bu amaca varmak için gittikleri yol: 1- Yerel ve milli tarihle genel tarih konuları üzerinde yazılar, konferanslar, sergiler vasıtasıyla halk kitlelerine bilgiler vermek, yerel tarih hakkında yapılan araĢtırma ve incelemeleri ve ele geçen bilgileri yayınlamak, resmi makamlarla, eğer varsa, çevrelerindeki müzelerle temas ve iĢbirliği yaparak bölgelerindeki eski eserlerin korunmasına yardım etmek. 2- Tarih ve müze kolunun ikinci ve geniĢ bir çalıĢma alanı da folklordur. Bir taraftan halk dilinde yaĢayan zengin halk bilgilerini derlemek, öbür taraftan folklor ve etnografya bakımından değeri olan maddi eserleri halkı teberrulara teĢvik ve satın almak yoluyla toplamak ve bunların düzgün kayıtlarını tatmak kolların görevleri arasındadır. Toplanan, yerel özelliklere sahip eĢya ile birçok halk evlerimizde folklor ve etnografya müzelerinin çekirdekleri kurulmaktadır. Halk evlerimizin gerek tarih, gerekse folklor alanında maddi imkânlarının izin verdiği ölçüde ve elemanlarının kudreti derecesinde Ģimdiye kadar elde ettiği sonuçlar küçümsenemez. Devletin resmi kurumlarının görevlerine yardımcı ya da onların görevlerine adeta ortak olan halk evleriyle Resmi kurumların hizmet akıĢında elbete farklılıklar vardı. 128 Devlet kurumlarının, köklü, kuralcı gelenek ve alıĢkanlıkları ile merkeze bağlı olarak genellikle masa baĢında yürüttükleri ve oldukça yavaĢ iĢleyen hizmet anlayıĢına karĢılık halk evleri, açtıkları sergiler, kurslar, düzenledikleri temsiller, konferanslar, kutlamalar, geziler vb. gibi sosyal faaliyetler vasıtasıyla halkın katılımını sağlamakta ve hakla iç içe idiler. 1940‗lı yılların baĢlarında, yurdumuzda 9 ilde 14 müzenin mevcut olduğunu düĢünürsek; bütün ülke düzeyine yayılmıĢ olan Halk evlerinin ve onun bir Ģubesi olan tarih ve müze kolunun ne kadar yararlı hizmetler yaptığını anlamamız kolaylaĢacaktır. 1950 yılına gelindiğinde, ülkemizin 63 ilinde ve birçok ilçede 478 halkevi ve 4332 halkodası faaliyet göstermekteydi. Halkevleri, 1951 yılında, çok partili döneme geçildiğinde parti amaçlarına hizmet ettiği gerekçesiyle kapatılmıĢtır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, prensip olarak kabul edilmiĢ olan eski eserlerin korunması hususundaki kararlılık. Zaman zaman devletin en üst düzeylerindeki yöneticiler tarafından da titizlikle takip edilmiĢtir. ĠĢte bunlara bir örnek, BaĢkan vekil Ġsmet (Ġnönü) tarafından, baĢta maarif vekâleti olmak üzere tam valiliklere ve bilgi için de öteki bakanlıklara ve kuruluĢlara gönderilen 31 Ocak 1934 tarihli genelgedir. Genelge Ģöyledir: ―Hükümetçe önemli maddi fedakârlıklara katlanılarak ülke içindeki milli ve tarihi eserlerin tamirine ve hatta çok eski zamanlara ve yabancı uygarlıklara ait eserlerin toprak altından çıkarılmasına çalıĢıldığı halde açık nizamlara ve mükerrer tebliğ ve ihtarlara rağmen, imar kavramını yanlıĢ anlayan bazı memurların bu hususta ufak bir uzmanlığı bile olmadığı halde görüĢ ve kanaatleri bakımından önemsiz sandıkları çok değerli milli eserlerimizi çekinmeden yıkmakta ve yıktırmakta oldukları üzüntüyle görülmektedir. Kısaca en yakın örnekler olmak üzere Ġstanbul vilayetinde Üsküdar‘da Mimar Sinan‗ın değerli bir eseri olan Mikrimah Ġmaretinin, ilgili dairenin uyarı ve engellemelerine rağmen yıktırıldığı, Edirne‘de yine Mimar Sinan eserlerinden iki kapılı hanın ve Ürgüp Kayseri yolu üzerinde Alaaddin Keykubat zamanından kalma Sarıhan‘ın aynı akibete uğratıldığı anlaĢılmıĢ ve sorumluları hakkında yasal iĢlem yapılması için ilgili makamlara bildirilmiĢtir. 129 Milli varlığımızı ve uygarlığımızı bugün ve gelecek asırlarda dünyaya tanıtan ve tanıtacak olan değerli anıtların anlamlı anlamsız bahanelerle yıkılması değil, aksine insanların ve tabiatın tahribatına karĢı titiz bir özen ile korunması gerekmektedir. Bu yalnız yasal bir görev değil, milli bir borçtur. Bir eserin değerini, korunmasına gerek olup olmadığını ancak uzman olan daire belirleyebileceğinden, bundan sonra Ģehir ve kasabalarda, köylerde ve kırlarda mevcut bulunan eski eserlerin her türlü tahribata karĢı korunmalarına özen gösterilmesi ve maarif vekâletinin uygun görüĢü alınmadıkça hiçbir eserin, hiçbir bahane ile yıktırılmasına kesinlikle meydan verilmemesini talep eder ve aksi takdirde yıktıranlar ve müsamaha gösterenler hakkında Ģiddetle iĢlem yapılacağını genelge olarak beyan ederim efendim. Bu genelgelerden de anlaĢılacağı gibi halkımızın bu konularda bilinçlendirilmesini sağlamak için zaman zaman sert önlemlerin alınması ve bu tür genelgelerin de yapılması gerekmiĢtir. ĠĢte yine BaĢvekil Ġsmet Ġnönü imzalı bakanlıklara ve vilayetlere telgraf emri olarak gönderilen 3 Ekim 1935 tarihli genelge. ―ÇeĢitli tebliğlere aykırı olarak, yine bazı vilayetlerde idare amir ve belediye reislerinin vakıflar akar ve hayratına karĢı yasal olmayan ve yolsuz harekette bulundukları ve yıkılmak üzeredir diye sapasağlam binaları çarçabuk yıktırdıkları ve daha buna benzer hareketlerle hem vakıfları, hem ulusal kültürü zarara uğrattıkları anlaĢılıyor. Kanunlarımızın gösterdikleri yollar dururken bu gibi hallere sapanların kendilerini ağır sorumluluğa sokmuĢ olacaklarını bildiririm. Türklüğün yüksek anıtlarına ve yadigârına karĢı saygı beslenmesini isterim.‖ Maarif vekâleti, müzeler müdürlüğü elindeki kısıtlı sayıda elemanla birçok konuya el atmıĢ ve ülke çapında tespit ve belgeleme çalıĢmalarına giriĢmiĢtir. ĠĢte yine 1930 lu yıllarda, müzeler müdürlüğü dairesince hazırlanıp, Maarif Vekili Yusuf Hikmet Bayur‘un imzasıyla Ġl Maarif (Milli Eğitim ) Müdürlüklerine gönderilen 11 ġubat 1934 tarihli genelge: 130 ……………….MAARĠF MÜDÜRLÜĞÜNE ―Birçok eski medeniyetlere beĢik olan Türkiye topraklarında hüyük adını alan tepeler, yerleĢme noktaları veya tümülüs tabir olunan yığma mezarlardır. Bu höyüklerin geçirmiĢ olduğu devirleri, içinde bulunan çanak çömleklerin hamur, Ģekil, renk itibariyle haiz olduğu vasıflara bakarak tayin mümkün olduğundan, üzerlerinde bulunan çanak çömlek örneklerinin müzeler dairesinde toplatılmasında lüzum hâsıl olmuĢtur. Bunun için; A) Höyükler kazılmadan üstlerinde bulunan çanak çömlek örneklerinden kulp, kenar, dip kısımları tercih olunmak Ģartı ile numuneler toplatılması, B) Bu numunelerin küçük torba veya paket içlerinde höyüğe ait izahatla birlikte Maarif Vekâleti Müzeler Müdürlüğü adresine gönderilmesi tamimen rica olunur efendim. Maarif Vekâleti, Antikite ve müzeler direktörlüğünün kazılar ve definecilik konusundaki 1936 yılında yaptığı genelge de Ģu Ģekildedir; ………………VALĠLĠĞĠNE ―Eski eserler ve define araĢtırmacıları genellikle Ģehir harabelerini, höyükleri, tümülüsleri açarak eski eserleri tahrip ettiklerinden, eski eserleri tahrip ettiklerinden, eski eser ve define araĢtırma izni Ģu koĢullara bağlıdır. 1) Eski eserler araĢtırma izni isteyenlerin Asar-ı Atika Nizamnamesi‘nin 10. maddesine göre bilimsel yetkiye sahip olmaları gereklidir. 2) AraĢtırma sırasında çıkacak eserler nizamnamenin 16. maddesi gereğince tamamen müzelerin malıdır. Hafir ancak bu eserler üzerinde incelemeler yaparak neĢriyatta bulunabilir. 3) AraĢtırmacıların araĢtırmaya ait bütün masraflarla, araĢtırmada bulundurulacak memurların kanuni harcırahlarını vereceklerine dair mali durumlarının belgelenmesi gereklidir. 4) Define arama izni sınırlı alan, sınırlı zaman ve geçer akçe ile altın, gümüĢ eĢya ve mücevharat için geçerli olup, hüyük, tümülüs, eski Ģehir harabeleri dıĢındaki yerler için verilebilir. 5) Define arama esnasında nizamnamenin 5. maddesinde yazılı eserler çıkarsa bunlar müzelere ait olacaktır. 131 6) Define çıktığı takdirde Medeni Kanun‘un 696 ve 967. Maddeleri uygulanacaktır. Dilekçe sahibine yukarıdaki maddelere göre tebligat yapılmasını, gizli kazılara meydan verilmemesinin teminini dilerim. Bu genelgenin altında Maarif Vekili Saffet Arıkan‘ın imzası bulunmaktadır. CumhurbaĢkanı sıfatıyla Ġsmet Ġnönü tarafından eski eserlerin koruması konusunda, 1939 yılında yapılan bir genelgede Ģu cümleye yer verilmiĢtir: ―Hangi daireye ait olursa olsun, Türk sanat ve medeniyetinin kıymetli belgeleri olmak itibariyle memleketin malı ve muhafazaları herkezce Milli vazife telakki edilmesi lazım olan bu gibi eserlere karĢı gösterilecek ihmal ve lakaydiyi hiçbir sebep mazur gösteremez.‖ Örneklerini verdiğimiz bu genelgelerde çeĢitli yetkililerin imzaları olmasına rağmen, bu metinlerin genellikle, Ankara ‗daki müzeler müdürlüğü yöneticileri ve ilgililerince kaleme alınıp imzaya sunulduğu kuĢkusuzdur. Söz konusu yöneticiler arasında da en fazla görev yapan Dr. Hamit Zübeyr KoĢay‗dır. Cumhuriyetten sonra, ülkemizde müzeciliğin ve arkeolojinin geliĢmesini sağlayan kurumlar arasında Türk Tarih Kurumu‘nun muhakkak ki özel bir yeri vardır. Türk Tarih Kurumu ülkemizde tarih, arkeoloji ve müzecilik anlayıĢının yayılmasını, bu konularda bilimsel bir atmosferin doğmasını sağlamıĢtır. Yaptığı bilimsel kazılar, kongreler ve yayınlarla bu alanda sesimizi dünyaya duyurmuĢtur. Türk Tarih Kurumu‗nun doğuĢunu, tarihsel geliĢimini ve müzeciliğimizle olan iliĢkisine bakacak olursak; 20.12.1925–1.1.1929 tarihleri arasında görev yapan Maarif Vekili Mustafa Necati‘nin talimatlarıyla, daha önce de üye olduğunu belirttiğimiz Ġstanbul Asar-ı Atika Müzeleri Genel Müdürü Halil Edhem ‗le birlikte, Ahmet Refik, Köprülüzade Fuat, Ali Canip, Behçet, Hamit Akçuraoğlu Yusuf, Niyazi Ramazan, Necip Asım Bey‘ler 18 Ağustos 1927 tarihinde yeni kurulan bu encümenin üyeliklerine seçilmiĢlerdir. 23 Nisan 1930 ‗da toplanan Türk Ocakları Kurultayı‘nın sonunda Atatürk‘ün direktifleriyle yeniden ―Türk Tarihi Tetkik Heyeti‖ ismiyle bir encümen kurulmuĢ ve baĢkanlığına da Türk Ocakları Merkez Kurulu BaĢkanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver ) getirilmiĢtir. Türk Ocakları ‗nın Nisan 1931 tarihinde kapanmasını takiben, ― Türk Ocakları Türk Tarihi Tetkik Heyeti‖ 15 Nisan 1931 ‗de ― Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti ―adı altında bağımsız bir cemiyet haline dönüĢmüĢ ve sonraları ismi ― Türk Tarih Kurumu ― olarak değiĢtirilmiĢtir. 132 Atatürk, 14 ġubat 1932 de Türk Tarih Kurumu‘na iki ana görev vermiĢtir. 1) Türk Tarihinin Ana Hatları Kitabı‘nın yeniden yazılması, 2) Birinci Türk Tarih Kongresi‘nin toplanması, Nitekim bu kongre aynı yıl içinde yapılmıĢtır. Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) ile Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti‘nin birlikte düzenlediği I. Türk Tarih Kongresi 2 Temmuz 1932 cumartesi günü Ankara Halkevi ‗nde (bu günkü Resim ve Heykil Müzesi )Maarif Vekili ve Kongre BaĢkanı Esat Bey‘in açıĢ konuĢmasıyla baĢlamıĢtır. Kongre açılıĢında CumhurbaĢkanı Kemal Atatürk baĢta olmak üzere, Büyük Millet Meclisi BaĢkanı, BaĢbakan, Genel Kurmay BaĢkanı ve bilim adamları ile diğer izleyiciler hazır bulunmuĢtur. Ankara Hukuk Fakültesi Siyasi Tarih Prefesörü ve Cemiyet BaĢkanı Yusuf Akçuraoğlu‘nunda dahil olduğu, 25 üyeli Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti(Türk Tarih Kurumu) üyeleri arasında, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri emekli müdürü (o zamanlar Ġstanbul Milletvekili) Halil Edhem ve Maarif Vekaleti Müzeler Müdürü Hamit Zübeyr Bey‘de bulunuyordu. Dokuz gün süren kongrede Halil Edhem Bey Müzülür konulu projeksiyonlu bir konferans vermiĢtir. Ankara‘da yapılan bu ilk Türk Tarih Kongresi‘ne sunulan tebliğlerle ilgili kitap 1933 yılında yayınlanmıĢtır. Halil Edhem Bey, ikinci baĢkan Samih Rıfat‗ın ölümü üzerine 18.1.1933 tarihinde Türk Tarih Kurumu‘na AsbaĢkan seçilmiĢtir. Türk Tarih Kurumu (T.T.K.) çalıĢma ve görev alanı içinde bulunan kazılar ve tarihi eserlerin korunması konularıyla da yakından ilgilenmiĢtir. Bütçesinin yetersizliği nedeniyle 1933–1935 yılları arasında Ahlatlıbel, Karalar ve Göllüdağ gibi küçük kazılarla uğraĢan T.T.K.1935 yılından itibaren kendi bütçesi ve kendi üyeleriyle ilk kapsamlı milli kazılara baĢlamıĢtır. Ahlatlıbel, T.T.K. tarafından yapılan ve hatta birkaç küçük kazı dikkate alınmazsa, Türkiye Cumhuriyeti tarafından yaptırılan ilk arkeolojik kazıdır ve Atatürk zaman zaman bu kazının baĢında bulunmuĢtur. 5 Mayıs 1933 tarihinde yaptığı ziyarette, kazı yapılan yerdeki buluntuların azlığını fark ederek, kazının yanlıĢ yerde yapıldığını ifade etmiĢ, onun gösterdiği yerde yapılan kazılarda ise kıymetli eserler çıkmaya baĢlamıĢtır. T.T.K.baĢlangıcından bu yana yaptığı arkeolojik kazı ve araĢtırmalarla müzelerimize binlerce kıymetli eser kazandırmıĢ ve bunun yanında bilimsel yayınlarla bu çalıĢmalar değerlendirilmiĢtir. 133 T.T.K.‘nca 1935 yılından itiberen baĢlanan kazılar Ģöyledir: 1- Alacahöyük Kazısı (1935 ) Dr. Hamit Zübyr KoĢay 2- Trakya Tümülüsleri Kazısı (1936) Dr. A. M. Mansel 3- Ankara Kalesi Kazısı (1937) Remzi Oğuz Arık 4- Çankırıkapı Kazısı (1937) Remzi Oğuz Arık 5- EtiyokuĢu Kazısı (1937) Prof. Dr. ġevket Aziz Kansu 6- Pazarlı Kazısı (1937) Dr. H. Zübeyr KoĢay 7- Ġstanbul Sarayburnu Kazısı (1937) Aziz Ogan 8- Karaoğlan Kazısı (1937) Remzi Oğuz Arık 9- Sivas ġifaiyesi Kazısı (1937) 10- Ankara Mabedi Kazısı (1938) 11- Halıcılar Kazısı (1940) 12-Bitik Kazısı (1942) 13- Konya, Alaaddin Tepesi Kazısı (1942) 14- Dündartepe Kazısı (1940) 15- Tekeköy Kazısı (1941) 16-Kaledoruğu Kazısı (1941) 17- Ġzmir. Namazgâh Kazısı (1940) 18- Rhegion (Küçükçekmece) Kazısı (1938) 19- Büyük Güllücek Kazısı (1947) H.Z.KoĢay – Mahmut Akok 20- MaĢat Höyük Kazısı – Ekrem Akurgal, Tahsin Özgüç, Yusuf Boysal, Nimet Özgüç 21- Kültepe Kazısı (1948) Tahsin Özgüç, Nimet Özgüç 22- Elbistan –Karahöyük Kazısı- T. Özgüç, N. Özgüç 23- Kadirli Karatepe Kazısı (1947) Bahadır Alkım, Halet Çambel 24- Perge Kazısı (1946) Arif Müfit Mansel 25- Side Kazısı – Arif Müfit Mansel Sıralanan bu kazı çalıĢmalarıyla birlikte sondajlar ve yüzey araĢtırmaları da geniĢleyerek devam etmiĢtir. Atatürk, Alacahöyük kazılarını 21 Ağustos 1935 tarihinde ziyaret etmiĢ ve ayrıca buradan çıkarılan değerli eserler 23 Eylül 1935 günü Ankara‗ya getirilerek kendisine gösterilmiĢtir. Mustafa Kemal Atatürk‗ün Reisicumhur sıfatıyla 1 Kasım 1936 tarihinde T.B.M.M. ‗nin V.devre 2. toplantı yılını açıĢ nutkunda, T.T.K.‘nun baĢarılı çalıĢmalarından bahsetmesi ve ―Türk Tarih Kurumu‘nun Alacahöyük‘te 134 yaptığı kazılar neticesinde meydana çıkardığı beĢ bin bey yüz senelik maddi Türk tarih belgeleri, cihan kültür tarihini yeni baĢtan tetkik ve tamik ettirecek mahiyettedir.‖ ġeklindeki heyecan dolu sözleri, onun bu konulara verdiği önemin bir ifadesidir. Cumhuriyetten sonra ülkemizde müzeciliğin ve arkeolojinin hızla geliĢmesini ve hatta Fransız bilgini C.Schaeffer‘in 1936 Oslo Kongresi‘nde söylediği gibi, birinci sıraya geçmesini hazırlayan faktörlerden en büyüğü Türk Tarih Kurumu‘nun faaliyete geçmesidir. Ġkinci Türk Tarih Kongresi‘nin hazırlıkları ile bizzat Atatürk ilgilenmiĢtir. Bu kongre artık uluslar arası düzeyde tertiplenecek ve kapsamlı bir de sergi açılacaktı. Sergi çalıĢmaları çok zehmetli olmuĢtur. Türkiye mezelerinden baĢka, yabancı ülkelerin (Berlin, Viyana, BudapeĢte, Paris, Chikago, Londra, Irak, Yunanistan, Sovyetler Birliği, Ġtalya) müze ve arĢivlerinden birçok eser, eĢya, belge vb. nin asılları, suretleri, kopyeleri veya mülajları Ġstanbul ‗a getirilerek tasnif edilmiĢtir. Söz konusu sergi 20 Eylül 1937 günü Dolmabahçe Sarayı ‗nın büyük muayede salonunda bizzat Atatürk tarafından açılmıĢtır. Aynı gün öğleden sonra CumhurbaĢkanı Atatürk‘ün, bakanların, milletvekillerinin, büyükelçilerin, diğer protokün, yerli ve yabancı yüzlerce bilim adamının katılımıyla 6 gün sürecek olan II. Türk Tarih Kongresi resmen açılmıĢtır. Kongre baĢkanlığını Maarif Vekili Saffet Arıkan bizzat üstlenmiĢtir. Bu ve bundan sonraki Türk Tarih Kongrelerine, cumhurbaĢkanı, baĢbakan ve bakanların katılmalarından da anlaĢılacağı gibi, çok önem verilmiĢ ve bu tür faaliyetler himaye edilmiĢtir. Türk Tarih Kurumu tarafından, 1930‘lu yıllarda eski eserler konusunda halkı aydınlatmak üzere bir bildiri yayınlanmıĢtır. VatandaĢı bilinçlendirmeyi ve uyarmayı amaçlayan bildiri Ģöyledir. ―YurttaĢ, Türk toprağının üst ve altı değerli antikiteler, anıtlar ve tarihi eserlerle doludur. Bunlar Türk ulusunun dünyada ilk kültürü kurduğunu, ulusumuzun baĢka uluslara kültür önderliği ettiğini bütün acuna tanıtacak Ģahitlerdir. Ġnsanlık kültürünün kuruluĢunda, geliĢiminde ve ilerleyiĢinde Türk ulusunun yaratıcı varlığını gösteren, bu ata andaçlarını korumakla Türk tarihini korumuĢ oluruz. YurttaĢ, Ulu CumhurbaĢkanımız Atatürk ‗ün yüce önderliği altında Türk tarihini baĢlangıcından baĢlayarak incelemekte olan ve Türk tarihinin eskiliğini, 135 geniĢliğini ve yüksekliğini bütün dünyaya tanıtmağa çalıĢan Türk Tarih Kurumu, bütün çalıĢmalarında tarihi eserlere dayanmaktadır. Bu eserler, hepimizin ulusal, müĢterek malımızdır. Onun için bu eserleri yıkılmaktan harap olmaktan, yabancı illere ve ellere geçmekten korumak her Türk için ulusal bir ödevdir. YurttaĢ, bu ödevi canla baĢla yerine getirmeğe çalıĢ, tarihi eserler bulur, böyle eserlerin yerlerini görür veya iĢitirsen, bu eserlerin Ģunun bunun eline geçmesine meydan vermeden müzelere ve hükümet adamlarına haber ver. Kendi kendine usulsüz ve tarih devirlerini altüst edecek toprak kazılarında bulunma, böylelikle define arayacağım diye, bulacağın eserler ne sana, ne de tarihe yarar. Sana atalardan kalmıĢ veya eline geçmiĢ olan tarihi eserleri de yabancı ellere kaptırma, bütün bunları ulusal kurumlara vermek kutsal amacın olsun ― Reisicumhur Kemal Atatürk 1937 yılında, T.B.M.M. ‗nin Devre 3. toplantı yılını açıĢ nutkunun bir bölümünde, ― Türk Tarih ve Dil Kurumlarının, Türk Milli varlığını aydınlatan çok kıymetli ve önemli birer ilim kurumu mahiyetini aldığını görmek, hepimizi sevindirici bir hadisedir. Tarih Kurumu, yaptığı kongre, kurduğu sergi, yurt içindeki hafirlerin ortaya çıkardığı eserlerle Ģimdiden bütün ilim dünyasına kültürel vazifesini ifaya baĢlamıĢ bulunuyor.‖sözleriyle T.T.K.‘na verdiği önemi vurgulamıĢtır. Bir iki örnek daha vermek gerekirse; 15 Kasım 1943 tarihindeki III. Kongrenin Ankara D.T.C.Fakültesi‘ndeki açılıĢına CumhurbaĢkanı Ġsmet Ġnönü, T.B.M.M. BaĢkanı, BaĢbakan, Bakanlar ve diğer ilgililer; 10 Kasım 1948 tarihindeki IV. Kongrenin yine Ankara D.T.C.Fakültesi‘ndeki açılıĢına CumhurbaĢkanı Ġsmet Ġnönü, BaĢbakan Hasan Saka, T.B.M.M. BaĢkanı ġükrü Saraçoğlu, Bakanlar ve Genel Kurmay BaĢkanı S.Omurtak bizzat katılmıĢlardır. III. Türk Tarih Kongesi‘nde Kongre BaĢkanlığını Maarif Vekili Hasan Ali Yücel yapmıĢtır. Ancak daha sonraki yıllarda bu kongrelere devlet adamlarının ilgisi azalmıĢtır. T.T.K. giderek artan arkeolojik çalıĢmalarını daha sistemli ve verimli bir Ģekle sokmak amacıyla, ġubat 1948 ‗de bir ―Arkeoloji ve Prehistorya Seksiyonu ― kurmuĢtur. Türk müzecileri, Türk Tarih Kongrelerinde, ta baĢından beri, gerek kongre yöneticisi olarak, gerek T.T.K.üyesi olarak ve gerekse bildiri sunma amacıyla daima aktif rol oynamıĢlardır. Mesela, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri emekli Müdürü Halil Edhem Eldem T.T.K.‘nun As baĢkanıdır ve II. Türk Tarih Kongresi‘nde de 136 kongre as baĢkanıdır. Dr. Hamit Zübeyr KoĢay T.T.K. üyesi, Alacahöyük hafiri ve kongre sekreteridir. Ġstanbul Müzeleri Genel Direktörü Aziz Ogan ve yardımcısı Doç. Dr. Arif Müfid Mansel Topkapı Sarayı Müzesi Direktörü Tahsin Öz, Ġstanbul Türk Ġslam Eserleri Müzesi Müdürü Abdulkadir. Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Osman Ferit Sağlam kongrenin değiĢik seksiyonlarında fiilen görev almıĢlardır. Bu örnekleri devam ettirmek gerekirse; 15–20 Kasım 1943 tarihleri arasında Ankara‘da yapılan III. ve 10–14 Kasım 1948 tarihleri arasında yine Ankara‗da yapılan IV. Türk Tarih Kongrelerinde; Maarif Vekâleti Müzeler Müdürü (daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü) ve T.T.K. üyesi Dr. Hamit Zübeyr KoĢay, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü ve T.T.K. Üyesi Aziz Ogan, Md. Yrd. Doç. Dr. Arif Müfid Mansel, Md. Yrd. Rüstem Duyuran, Ankara Arkeoloji Müzesi Müdürü ve T.T.K. Üyesi Remzi Oğuz Arık, Ankara Etnografya Müzesi emekli Müdürü ve T.T.K. Üyesi Osman Ferit Sağlam, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü ve T.T.K. Üyesi Tahsin Öz, Ayasofya Müzesi Müdürü Muzaffer Ramazanoğlu, Bursa Müzei Müdürü Ali Rıza Yalgın, Konya Müzesi Müdürü Zeki Oral, Adana Müzesi Müdürü Naci Kum, Antakya Müzesi Müdürü Ruhi Tekan, Bergama Müzesi Müdürü Osman Bayatlı, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü asistanları Dr. Ahmet Temir, Mahmut Akok, Ankara Arkeoloji Müzesi Asistanı Kemal Turfan, Ankara Etnoğrafya Müzesi Asistanı Dr. Necati Dolunay, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Numizmatları Ġbrahim Artuk ve Cevriye Artuk Türk Müzecilerini temsilen, bu kongrelere bildirileriyle renk katmıĢlardır. T.T.K. üç ayda bir olmak üzere ve ilk sayısı Ocak 1937‘den itibaren yayınlanmaya baĢlayan ―Belleten‖ isimli dergisiyle eski eserler ve müzecilik alanında değerli katkılar sağlamıĢtır. Bu bilimsel dergide, müzecilerin makaleleri de yer almıĢtır. Örnek olarak 1937 ‗de yayınlanan ilk ciltte, Aziz Ogan‘ın ―Ġstanbul Arkeoloji Müzesi‘nde yeni açılan para, madalya ve Mücevherat Koleksiyonları―isimli makelesi yer almaktadır. 1939 ‗daki 3. ciltte ise yine Aziz Ogan‘ın ― Rhegion Harfiyetı‖ isimli makelesini görmekteyiz. T.T.K. yaptığı araĢtırmalar, kazılar ve yayınlarla, müze, arkeoloji ve tarih enlayıĢının cazip hale gelmesini ve yayılmasını kolaylaĢtırmıĢ; yetiĢtirdiği elemanlarla müzelerin uzman kadrolarını kuvvetlendirmiĢtir. 137 Cumhuriyetten sonra kurulan ve ülkemizde müzeciliğin ve arkeolojinin geliĢmesini sağlayan kurumlardan birisi de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi‘dir. Aslında ilk üniversitemiz Ankara Üniversitesi değildir. Ülkemizde batılı anlamda bir üniversitenin (Dar-ül Fünun adı altında) kuruluĢu ve öğretime açılıĢı ilk defa Ġstanbul ‗da 12 Ocak 1965 tarihinde gerçekleĢmiĢtir. 1868 yılında üniversite bir nizamname ile yasal kurallara bağlanmıĢ ve 1868 yılında üniversite bir nizamname ile yasal kurallara bağlanmıĢ ve felsefe ve edebiyat, hukuk, tabii bilimler ve riyaziye diye üç fakülteye ayrılmıĢtır. Fakülte yerine o zaman mektep kelimesi kullanılıyordu. Buna göre, Edebiyat-ı Aliye Mektebi (Edebiyet Fakültesi) Sultan II. Abdülhamit‘in tahta geçiĢinin 25. yıl dönümüne rastlayan 15 Ağustos 1900 tarihinde daha iyi örgütlenmiĢ olarak yeniden açılmıĢtır. Bu okula 1900- 1901 ders yılında ikisi gayrimüslim olmak üzere 25 öğrenci alınmıĢtır. Mektebin ders programı içerisinde ―Ġlim-i Asar-ı Atika― (Arkeoloji) dersi de yer almaktaydı. Ancak o konular için yetiĢmiĢ elemanlar bulunmadığından bu dersler zaman zaman ve konferanslar Ģeklinde veriliyordu. Örnek olarak, ünlü sanat tarihçisi A.Gabriel‗in 1924 yılından itibaren konferanslar Ģeklinde dersler verdiği görülmektedir. Edebiyat fakültesinde arkeoloji, sanat tarihi ve antropoloji gibi bölümler ancak 1933 yılından sonra kurulmuĢtur. Nitekim Darülfünun 1 Ağustos 1933 tarihinde lağvedilerek, bünyesinde bulunan edebiyat, fen, hukuk ve tıp fakültelerinden oluĢan Ġstanbul Üniversitesi yeniden kurulmuĢtur. Biz tekrar Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF)‘ne dönecek olursak, bu fakülte Atatürk ‗ün istekleri doğrultusunda Maarif Vekili Saffet Arıkan zamanında yaptırılmıĢ ve Maarif Vekâletine bağlı olarak 9 Ocak 1936 tarihinde hizmete açılmıĢtır. AçılıĢa Atatürk bizzat katılmıĢ, açılıĢ konuĢması Maarif Vekili Saffet Arıkan tarafından yapılmıĢ ve ilk dersi Müderris Bayan Afet (Ġnan) vermiĢtir. Arkeoloji, prehistorya, antropoloji ve sanat tarihi gibi müzecilik uzmanlık dallarında da eğitim verecek olan D.T.C.F.‗ne ilköğretim yılında 145 erkek ve 94 kız olmak üzere 239 öğrenci alınmıĢtır. O tarihlerde fakültenin öğretim üyesi kadrosu sayısı 29 idi. TanınmıĢ bilim adamlarından Tahsin Özgüç ve eĢi Nimet Özgüç bu fakültenin ilk mezunlarındandır. Bu iki fakülte, yani edebiyat fakültesi ile özellikle ve ağırlıklı olarak DTCF Türkiye müzelerine çok sayıda uzman eleman kazandırmıĢtır. Diyebiliriz ki, 138 neredeyse yarım asırlık bir süre içerisinde Türkiye müzeleri bu iki fakülteden yetiĢmiĢ müzeciler tarafından yönetilmiĢ ve yönlendirilmiĢtir. Daha sonraki yıllarda birçok üniversitemizde arkeoloji ve sanat tarihi bölümleri açılarak eleman ihtiyacı fazlasıyla karĢılanmıĢtır. Müzecilik tarihimizde, müzeler teĢkilatının, ayrı bir kurum olarak resmen tescil edildiği ilk yasal düzenleme ―Müze ve Rasathane TeĢkilatı Hakkında Kanun―dur. Bu kanunla müzeler örgütü ayrı özel bir statüye kavuĢmuĢtur. Maarif Vekili, Manisa Milletvekili Hikmet Bey zamanında Maarif Vekâleti‗nce hazırlanan ―Müze ve Rasathane TeĢkilatı Hakkındaki Kanun Tasarısı― icra vekilleri heyetinde görüĢülerek kabul edildikten sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi‘ne sevk edilmesi kararlaĢtırılır. BaĢkan vekil Ġsmet (Ġnönü) imzasıyla ve 24 Mayıs 1934 tarih ve 6/1487 sayılı yazı ekinde T.B.M.M.‘ne gönderilen yasa tasarısının gerekçesinde Ģu satırlara yer verilmekteydi. ― Milli kültürün geliĢmesine ve medeni varlığımızın bütün değeriyle tanınmasına hizmet bakımından önemli görevleri üzerine almıĢ bulunan milli müzelerimizin ve bunların rolüne yakın bir iĢi bulunan rasathanemizin, kendilerinden istenen hizmetleri hakkiyle görebilmeleri için, kendi ihtisas Ģubesinde deneyim ve kabiliyet sahibi unsurlara sahip bulunmaları gereklidir. Ancak bu sayededir ki bu Ģubelerde yetiĢmiĢ yeterli bilim ve ihtisas adamları kazanmak suretiyle, bu kurumlarımızın çağdaĢ milletlerin bu tür teĢkilatları arasında özel bir değer ve önem elde etmeleri mümkün olabilecektir. ― Gerekçede yer alan bu cümleler, müzeye ve müzeciliğe ne kadar önem verildiğinin kanıtlarıdır. Meclis baĢkanlığınca, Maarif Komisyonu ile Bütçe Komisyonu ‗na havale edilen tasarı, buralarda görüĢüldükten sonra Meclis Genel Kurulu‘na havale edilen tasarı, buralarda görüĢüldükten sonra Meclis Genel Kurulu‘na sevk edilmiĢtir. Kanun tasarısının yürürlüğe girmesi halinde, mevcut memurların maaĢlarına bir miktar zam yapılacağını ve bu zamların, o seneki bütçeye getireceği ek yük (ödenek ) miktarının, müzeler için 6584 lira olacağını Bütçe Komisyonu‘nun raporundan öğrenmekteyiz. Müze ve Rasathane TeĢkilat Kanunu 23 Haziran 1934 tarihinde kabul edilmiĢ, 3 Temmuz 1934 tarihli ve 2742 sayılı Resmi Gazete ‗de yayınlanarak yürürlüğe girmiĢtir. 139 13. madde ve 4. geçici maddeden meydana elen 2530 sayılı bu kanuna göre, müzelerde çalıĢan görevliler; birinci sınıf, ikinci sınıf, üçüncü sınıf uzmanlar ve memurlar olmak üzere dört sınıfa ayrılmıĢ; a) Üniversite ve yüksekokul mezunu olmakla birlikte doktora yapmıĢ ve kendi uzmanlık sahasında özün bir eser meydana getirmiĢ ve en az bir batı dilini bilenler birinci sınıf, b) Yalnız üniversite ve yüksekokul mezunu olanlar ikinci sınıf, c) En az lise veya ikinci derecede bir orta ihtisas okulundan mezun olanlar da üçüncü sınıf uzman olarak kabul edilmiĢtir. Ülkemizdeki, okuma yazma bilenlerin oranının çok düĢük olduğu ve üniversite mezunlarının ise parmakla gösterilecek kadar az olduğu bu yıllarda, müze uzmanlıkları için belirlenen koĢullar oldukça dikkat çekicidir. Bu da, müzelerin o zaman bile birer bilim kurumu niteliğinde kabul edildiğini göstermektedir. Bu kanuna ekli (A) iĢaretli kadro cetvelinde yer alan müzeler müdürlüğü merkez teĢkilatına ait, daha önce 2287 sayılı Maarif Vekâleti TeĢkilat kanununda belirttiğimiz 6 kiĢilik kadro sayısı aynen korunmuĢtur. Antikiteler ve müzeler müdürlüğüne tahsis edile ve 1 müdür, 1 arkeolog, 1 mümeyyiz, 1 evrak ve dosya memuru, 2 kâtipten oluĢan bu 6 kiĢilik kadro sayısına karĢılık; kütüphaneler müdürlüğüne 3, güzel sanatlar umum müdürlüğüne ise 5 kadro tahsis edilmiĢtir. Aynı cetvellerde müzeler taĢra teĢkilatına ait personel kadroları ve müze birimleri de yer almaktaydı. Buna göre, 1934 yılı itibariyle; Ankara Arkeoloji, Ankara Etnografya, Ġstanbul Arkeoloji, Ġstanbul Türk ve Ġslam Eserleri, Ġstanbul Topkapı Sarayı, Ġzmir, Konya, Bursa, Adana, Antalya, Bergama, Sivas, Efes ve Edirne Müzeleri olmak üzere 14 müzemiz kadrolu olarak mevcuttu. Bunlardan Sivas, Edirne ve Efes müzeleri hariç diğerleri müdürlük kadrosuna sahipti ve hatta Ġstanbul Arkeoloji Müzesi‘nin yöneticisinin kadro ünvanı, Müze-i Hümayun zamanından beri kullanıldığı gibi ―Umum Müdür‖ olarak zikredilmekte idi. Müzelere tahsis edilen personel kadro sayılarını vermek gerekirse, vereceğimiz rakamlar günümüzle karĢılaĢtırıldığında yine komik kalmaktadır. Ama diğer taraftan, o zamanki müzecilerin, zamanın koĢulları içerisinde, kaç kiĢiyle kaç kiĢilik iĢ yaptıkları da ciddiyetle düĢünülmesi gereken bir husustur. Kanuna göre, Ankara Arkeoloji Müzesi‘ne 3, Ankara Etnografya Müzesi‘ne 3, Ġstanbul Arkeoloji Müzesi‘ne 19, Ġstanbul Türk Ġslam Eserleri Müzesi‘ne 4, Topkapı Sarayı Müzesi‘ne 140 106, Ġzmir Müzesi‘ne 3, Konya Müzesi‘ne 4, Bursa Müzesi‘ne 2 Adana Müzesi‘ne 2, Antalya Müzesi‘ne 2, Bergama, Sivas, Edirne ve Efes Müzelerine ise 1 er personel kadrosu tahsis edilmiĢtir. Bu sayılara müdür dâhildir. Böylece 1934 yılında tüm müzelerimize tahsis edilmiĢ toplam kadro sayısı 152 idi. Topkapı Sarayı Müzesi‘nin, özelliğinden dolayı fazla olan 106 kiĢilik kadro sayısını toplam sayıdan çıkaracak olursak, geri kalan 13 müzemizde 46 kiĢilik bir mevcut kalmaktadır. Müzeler her ne kadar, yine Maarif Vekâletine bağlı idiyseler de, Müze ve Rasathane TeĢkilat Kanunu müzelere yine de ayrı bir özerklik ve yapı kazandırılmıĢtır. 30 Haziran 1939 tarihli ve 3656 sayılı ―Devlet Memurları Aylıklarının Tevhit ve Teadülüne Dair Kanun‖ un eklinde yayınlanan ve tüm devlet memurlarının kadrolarının yer aldığı kadro cetvellerinde Antikiteler ve Müzeler Müdürlüğü‘nün kadrolarının da dökümü yapılmıĢ ve yukarıda verdiğimiz müze birimleri ile personel sayıları bu listelerde de aynen korunmuĢtur. Maarif Vekâleti Merkez TeĢkilatı ve vazifeleri hakkındaki 10 Haziran 1933 tarih ve 2287 sayılı kanunun 1. maddesi, 10.6.1935 tarih ve 2773 sayılı kanunla değiĢtirilmiĢ ve Maarif Vekâleti ibaresi kaldırılarak kanunun ismi ―Kültür Bakanlığı Merkez Örgüleri ve Ödevleri Hakkında Kanun‖ Ģeklinde ifade edilmeye baĢlamıĢtır. Bu Kültür Bakanlığı, bizim Ģimdiki anladığımız anlamda bir bakanlık değildi. Aslında Kültür Bakanlığı denen bakanlık Milli Eğitim Bakanlığı‘ndan baĢka bir Ģey değildi ve bu isim bir süre Maarif Vekâletiyle eĢ anlamlı olarak kullanılmıĢtır. Yeni yapılan değiĢiklikle, daha önce 1. maddede sayılan merkez birimleri arasında yer alan müzeler müdürlüğü ismi de değiĢtirilerek ― Öntükler ve Müzeler Direktörlüğü‖ Ģekline dönüĢtürülmüĢtür. Bundan tam iki yıl sonra kabul edilen 9.6.1937 tarihli ve 3225 sayılı kanunda ise ―Antikite (ler ) ve Müzeler Direktörlüğü ― ismini görüyoruz. Maarif Vekâleti yerine Milli Eğitim Bakanlığı ismi 7 Ağustos 1946 tarihinden itibaren geçerli olmuĢtur. Yurdumuzdaki eski eserlere sahip çıkılması, korunması ve sevdirilmesi amacıyla, Maarif Vekâleti‘nce okullara da genelgeler ve yönergeler gönderilmiĢtir. Buna örnek olarak, Maarif Vekili Saffet Arıkan zamanında hazırlanıp okullara dağıtılan ve eski eserlerin sanat ve tarih açısından değerinin vurgulandığı 141 ―Öğretmenlerimizin Tarihsel Eserleri Toplamaları Hakkında Talimat‖ baĢlıklı 27.9.1935 tarihli bir talimatın (a) fıkrasında Ģu satırlara yer verilmektedir. ―a)Ġlkokul öğretmenleriyle, ortaokul, lise, ilk öğretmen, sanat ve ticaret okulları tarih öğretmenleri, bulundukları yerlerde tesadüf edecekleri veya talebeleri vasıtasıyla toplayacakları tarihsel eserleri, okullarının bir köĢesinde küçük bir müze halinde toplayacaklar ve her üç ayda bir, bunların listesini bakanlığımıza göndereceklerdir.‖ Bu tür talimatlar zaman içerisinde hakikaten etkisini göstermiĢ ve yurdun her yanına dağılmıĢ olan okullarımızın bir kısmında, çevreden toplanmıĢ özellikle taĢ ve mermer eserlerden oluĢan küçük müzecikler meydana gelmiĢtir. Bu okul koleksiyonları sonraki yıllarda birçok müzenin çekirdeğini oluĢturmuĢtur. Bu sayede, hem bu tarihi metruk binalara fonksiyon verilerek müze haline getirilmiĢ, hem de bu anıt binalarımızın restore edilerek yıkılmaktan kurtulması ve gelecek kuĢaklara aktarılması sağlanmıĢtır. Yeni müze binalarının yapımına daha ziyade 1960 ‗lı yıllarda baĢlanılmıĢtır. 1938 yılına kadar müzelere ziyaretçi giriĢ ücretlerini belirleyen yasal bir düzenleme yoktu. Ücretler alınan kararlara göre tespit ediliyordu. Örnek olarak 8 Ağustos 1891 tarihinde 5 kuruĢ olarak belirlenmiĢ olan Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri‘nin giriĢ ücreti 1921 yılında 10 kuruĢa yükseltilmiĢtir. Müzelerle örenyerlerini ziyaret edenlerden alınacak ücretler, 21 Mart 1938 tarihinde kabul edilen 3340 sayılı ―Müzelerle Örenyerlerini Ziyaret edenlerden alınacak ücret hakkında kanun ― la tespit edilmiĢtir. Buna göre müzelerle düzenlenmiĢ örenyerlerini ziyaret edenlerden 10‘ar kuruĢ, Milli Saraylar ve Topkapı Sarayı Müzesi‘ni ziyaret edenlerden 25 ‗er kuruĢ giriĢ ücreti alınacak, milli bayram ve genel tatil günlerinde ise bu ücretlerin yarısı alınacaktı. Bu kanunun 1. maddesi 15.7.1953 tarih ve 6152 sayılı kanunla değiĢtirilerek, yukarıda sayılan yerlerin herbiri için alınacak ücretlerin tespit edilmesi yetkisi Bakanlar Kurulu‘na verilmiĢtir. Cumhuriyet Dönemi içerisinde zaman zaman Maarif (Milli Eğitim) Ģuraları da toplanmıĢtır. Bunlardan ilk ikisini örnek vermekle yetineceğiz. Birinci Maarif ġurası 17–29 Temmuz 1939 tarihlerinde yapılmıĢ ve bu Ģuraya Antikiteler ve Müzeler Müdürü Hamit Zübyr KoĢay asil üye ve ayrıca Yüksek Öğretim Komisyonu üyesi olarak katılmıĢtır. Ġkinci Maarif ġurası ise, birincisinden dört yıl sonra, 1943 yılının 15–21 ġubat tarihleri arasında, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel 142 zamanında Ankara‘da toplanmıĢtır. Bu Ģurada da Antikiteler ve Müzeler Müdürü Hamit Zübeyr KoĢay‘ı Ģura asil üyesi ve komisyon üyesi olarak görmekteyiz. Maarif Ģuralarında, Milli eğitimin bitmek tükenmek bilmeyen sorunları arasında, müzeciliğin ve müzelerin sorunları adeta kaybolup gitmiĢ, bu sorunların ele alınmasına sıra bile gelmemiĢtir. Cumhuriyetin ilk zamanlarında müzelerimizdeki eski eser mevcudunu artırmak amacına yönelik çalıĢmalar çerçevesinde, kiĢilerin ellerinde bulunan koleksiyonların da müzelere kazandırılması sağlanmıĢtır. Bu kapsamda, ReĢat Bey‘e ait Sikke koleksiyonu 1931 yılında 7.500TL. Mahrukizade Cafer Bey‘e ait Sikke koleksiyonu 1934 yılında 3000TL. Seher Nüzhet Bey‘e ait Sikke koleksiyonu 1937 yılında 1.650TL., Tevhit Bey‘e ait sikke koleksiyonu 1938 yılında 3.500 TL., Türk ĠĢlemeleri, Türk Çinileri ve yazma eserler 1940 yılında 1.613TL. Türk Hattatlarına ait çeĢitli yazma eserler ve yazılar 1941 yılında 1.670TL. Hattat Kamil Akdik Efendi‘ye ait yazı koleksiyonu 1941 yılında 17.969TL., Selahattin Sırmalı‘ya ait eski Türk eĢyaları 1942 yılında 14.900TL., Kütahya Çinileri, Kütahya Porselenleri, Beykoz iĢi cam eĢyalar, Türk ve Ġran ĠĢlemeleri, Türk ve Hind kumaĢlarından oluĢan koleksiyonlar 1942 yılında, 43.233TL., yine Selahattin Sırmalı‘ya ait değerli bir koleksiyon 44.027TL. ödenerek Milli Eğitim Bakanlığı‘nca satın alınmıĢ ve müzelerimize maledilerek, onların zenginleĢtirilmesi sağlanmıĢtır. 1923 yılından 1943 yılına kadarki yirmi yıllık Cumhuriyet Dönemi‘nde müzelerimize çeĢitli yollarla kazandırılan toplam eser sayısı 759.000‘dir . Cumhuriyetin baĢlangıcında teslim alınan envanterli eser sayısının 109.152 olduğunu hatırlayacak olursak, ulaĢılan bu rakam küçümsenmeyecek bir rakamdır. Müzelerimiz, yazılı kaynaklarımızın korunması ve saklanması hususunda da hizmeti geçmiĢ kurumlarımızdandır. Korunan yazılı kaynaklarımızdan bir örnek de ġer‘i Mahkeme Sicilleri ‗dir. Milli Eğitim Bakanlığı‘nca, Adalet Bakanlığı ile yapılan bir anlaĢma uyarınca, 1909 yılından önceki Mahkeme Sicilleri, 1941 yılında Milli Eğitim Bakanlığı‘na devredilmiĢ ve müzelere kazandırılmıĢtır. ġer‘in Mahkeme sicilleri sayısı 1988 yılı Ġstatistiki bilgilerine göre 8536 adettir. Tek merkezde toplanması düĢünülmüĢ olan bu mahkeme sicilleri daha sonra bir Bakanlık Onayıyla Milli Kütüphane‘ye devredilmiĢtir. 143 Hars müdürlüğü bünyesinde görev yapmakta iken gerek 1926 yılında çıkarılan 789 sayılı ve gerekse 1933 yılında çıkarılan 2287 sayılı Maarif Vekâleti TeĢkilat Kanunlarında Müzeler Müdürlüğü ismiyle anılan müdürlüğün ismi, 10.6.1935 tarih ve 2773 sayılı kanunla değiĢtirilmiĢ ve ―Antikiteler ve Müzeler Müdürlüğü!‖ olarak anılmaya baĢlamıĢtır. Söz konusu müdürlük her iki isim altında ve aynı statüde 19 yıla yakın bir süre hizmet yapmıĢtır. Maarif Vekâleti içerisinde görevini sürdüren Antikiteler ve Müzeler Müdürlüğü merkez teĢkilatı kadrosu ne idi ve hangi tür elemanlardan oluĢuyordu? Bu teĢkilat, daha önce de belirttiğimiz gibi; 1 Antikiteler ve Müzeler Müdürü, 1 Arkeolog, 1 kalem memuru, 1 evrak ve dosya memuru ve 2 kâtip olmak üzere toplam 6 kiĢiden ibaretti ve bu mevcutla 1944 yılına kadar görevini sürdürmüĢtür. Söz konusu müdürlük, 1944 yılında, Reisicumhur Ġsmet Ġnönü, BaĢvekil ġükrü Saraçoğlu, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel ve Antikiteler ve Müzeler Müdürü Hamit Zübeyr KoĢay zamanında çıkarılan 18.7.1944 tarih ve 4624 sayılı ―Devlet Memurları Aylıklarının Tevhit ve Teadülüne Dair olan 3656 sayılı Kanunla Eklerine Bağlı Cetvellerin Maarif Vekilliği Kısımlarında DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‖ gereğince ―Eski Eserler ve Müzeler Umum Müdürlüğü― adı altında bir genel müdürlüğe dönüĢtürülmüĢtür. Yeni genel müdürlüğün kurulmasıyla birlikte merkezdeki 6 kiĢilik kadro mevcudu da bir kat artırılarak bir düzineye, yani 12 kiĢiye çıkarılabilmiĢtir. Bu 12 kadronun neler olduğuna bakacak olursak; sonraki isimleri parantez içinde olmak üzere 1 adet Umum Müdür(Genel Müdür), 3 adet ġube Müdürü, 1 adet Etnoğrafist (Etnografyacı), 1 adet Kütüphaneci (Kitaplık Memuru), 3 adet Tescil Memuru, 2 adet Dosya ve Evrak Memuru ( Dosya Memuru ), 3 adet Kâtip‘ten ibaretti. Genel müdürlüğe aynı yıl temmuz ayı sonunda üçlü kararname ile Hamit Zübeyr KoĢay atanmıĢtır. Yeni kurulan üç Ģube müdürlüğü Ģunlardı: 1- Müzeler ġubesi 2- Kazı ve Yayın ġubesi 3- Anıtların Korunması ve Onarılması ġubesi. Bazı Ģubelerin müdürleri, aynı zamanda genel müdürlüğün ilk Ģube müdürleri kimlerdi? AraĢtırmalarımızda tespit ettiğimiz ilk müdürler; Müzeler 144 ġubesi Müdürü Arkeolog Nurettin Can, Kazı ve Yayın ġubesi Müdürü Arkeolog Dr. Cahit Kınay ve Anıtların Korunması ve Onarılması ġubesi Müdürü Y. Mimar Ali Saim Ülgen‘dir. Cahit Kınay ileriki kıllarda genel müdür vekilliği de yapmıĢtır. Türkiye ‗deki müzelerin bağlı olduğu merkez örgütü bu Ģekilde iken, müzelerde durum nasıldı? Müzeler hangi elemanlarla çalıĢıyor, hangi elemanlarla yönetiliyordu? ―Milli Eğitim Bakanlığı KuruluĢ Kadrolarıyla, Merkez KuruluĢu ve Görevleri Hakkındaki 2287 sayılı Kanunda DeğiĢiklik Yapılması Hakkındaki (10.6.1946 tarih ve 4926 sayılı)Kanun‖ ile müzeler taĢra örgütünün kadroları yeniden belirlenmiĢtir. Buna göre; uzmanlık grubu baĢlığı altından toplanmak üzere 11 adet müdür (Birinci sınıf uzman) , 5 adet müdür yardımcısı (2‘si birinci sınıf, 3‘ü ikinci sınıf uzman) 5 adet arkeolog (Birinci sınıf uzmanı), 5 adet kitaplıkçı (birinci, ikinci, üçüncü sınıf uzman), 2 adet arĢivist (birinci sınıf uzman), 22 adet asistan (18 adedi birinci sınıf uzman, geri kalan üçüncü sınıf uzman), 6 adet Ģube Ģefi (ikinci ve üçüncü sınıf uzman), 1 adet Minyatür ressamı (üçüncü sınıf uzman) olmak üzürü toplam 57 kadro uzmanlık görevleri için tahsis edilmiĢti. Yönetim görevleri grubu ―Memur‖ kadro ünvanı altında toplanmıĢtı ve 125 adetti. Bu memur ünvanlı elemanlara müzenin ihtiyacına göre; baĢkâtip, kâtip, hesap memuru, mutemet, depo memuru, taĢıtma memuru, bilet memuru, iç hizmetler müdürü, iç hizmetler memuru, salon memuru, muhafız, makinist, elektrikçi, yangın söndürücü Ģeklinde görev ünvanları verilebiliyordu. Ayrıca, değiĢik özelliği olan birimlere, ismen kadrolar tahsis edilmiĢtir. Bunlar da aĢağıdadır. Ġstanbul Arkeoloji Müzesi için 1 adet uzman kimyacı, 1 adet eski eserler tamircisi ve heykelci, 2 adet hazırlayıcı; Anıtları Koruma Teknik Büroları için; 2 adet mimar, 1 adet Anıtlar Mimarı, 1 adet restorasyon denetçisi mimar, 1 adet tescil memuru, 2 adet katip, Hatay Tarih Eserlerini Koruma Kurulu için; 1 adet baĢhazırlayıcı, 1 adet hazırlayıcı, 1 adet salon memuru, Ayasofya Müzesi için 1 adet karĢılama memuru. Tüm kadro sayıları toplandığında, taĢra teĢkilatının mevcudu 199 adet olarak karĢımıza çıkmaktadır. Merkez örgütüyle birlikte bu mevcut 211‗e yükselmektedir. Verdiğimiz rakamlar kadro sayılarıdır. Kadroların tamamı olmayacağına göre, fiilen çalıĢan eleman sayısı muhakkak ki daha azdır. dolu 145 Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü, yaptığı birçok baĢarılı faaliyetler yanında ilk mesleki yayınların çıkarılmasına da önem vermiĢtir. Bunlardan ikisi Türk Arkeoloji ve Türk Etnografya Dergileri‘dir. Aslında bu dergiler birleĢik olarak ilk defa 1933 yılı temmuz ayında ―Türk Tarih Arkeologya ve Etnografya Dergisi ―ismiyle Maarif Vekâleti tarafından yayınlanmaya baĢlamıĢtır. O zamanki Maarif Vekili Dr. ReĢit Galip‘tir. Bu dergi ülkemizdeki ilk mesleki yayınlardan biri olması nedeniyle çok önemlidir. Adı geçen dergi 1949 yılında yayımlanan 5. sayısından sonra 6 yıl çıkmamıĢ ve 1956 yılında Türk Arkeoloji Dergisi ve Türk Etnografya Dergisi olarak iki ayrı yayın halinde çıkarılmaya baĢlanmıĢtır. ÇeĢitli bakanlıklar içerisinde yer alsa da, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü kesintisiz 45 yıl görevini baĢarıyla sürdürmüĢ ve sayısız yararlı hizmetler yapmıĢtır. 23 Mart 1989 tarih ve 20.117 sayılı Resmi gazete‘de yayımlanan 364 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü adı ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma BaĢkanlığı ―olarak değiĢtirilmiĢtir. Bundan yaklaĢık yedi ay sonra, 6 Kasım 1989 tarih ve 20334 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 379 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma BaĢkanlığı da kaldırılarak yerine ―Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü ― ile ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ― isimlerinde iki genel müdürlük kurulmuĢtur. Hizmet açısından bütünlüğü bozan bu uygulama, müzeciliğimizin geleceği bakımından da son derece talihsiz bir olay olmuĢtur. 6.11.1989 tarih, 20334 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 379 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile aĢağıda belirtilen görevler Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğüne verilmiĢtir. a) Yurdumuzdaki korunması gerekli taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının arkeolojik araĢtırma ve kazılarla açığa çıkartılmasını, korunmasını, değerlendirilmesini ve tanıtılmasına sağlamak; tahribini ve kaçırılmasını önleyici tadbirleri almak, b) Gerekli görülen yerlerde müzeler, rölöve ve anıtlar müdürlükleri, yenileme ve konservasyon laboratuarları kurulmasını teklif etmek ve bunların idare ve ihtisas iĢlerini düzenlemek ve yürütmek, özel müzelerin kurulmasına 146 rehberlik etmek, desteklemek ve belirli esaslar çerçevesinde kontrol altında bulundurmak. c) Ülkemiz sınırları dıĢında kalan korunması gerekli ata yadigârı taĢınmaz kültür varlıklarını tespit etmek, karĢılıklı kültürel anlaĢmalar ve kültürel mübadele programları çerçevesinde bunların bakım ve onarımlarını sağlayıcı tedbirleri almak, d) Ġlmi faaliyetleri yansıtan yayınlar yapmak, e) Müzelerin geliĢtirilmesi, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının bakımı ve restorasyonu konularında gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, f) Bakanlıkça verilecek benzeri görevleri yapmak, Yurdumuzdaki eski eserlerin ve müzelerin durumlarının, bu alandaki teknik iĢlerin ve sorunların görüĢülmesi amacıyla ve senede en az iki defa toplanmak üzere bir DanıĢma Komisyonu oluĢturulması kararlaĢtırılmıĢtır. Bu toplantıların ilki olan, ― Eski Eserler ve Müzeler Birinci DayanıĢma Komisyonu‖ ilk toplantısını 15 ġubat 1945 tarihinde Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ‘in baĢkanlığında, Ankara ‗da Milli Eğitim Bakanlığı binasında yapmıĢtır. Bu toplantıya Bakanla birlikte MüsteĢar Ġhsan Sungu ile Talim ve Terbiye Dairesi BaĢkanı Kadri Yörükoğlu ‗da katılmıĢtır. Bu ilk DanıĢma Komisyonu; Eski Eserler ve Müzeler Umum Müdürü Hamit KoĢay, Talim ve Terbiye Heyeti üyesi Faik ReĢit Unat, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Aziz Ogan, Ġstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tahsin Öz, Genel Müdürlük ġube Müdürleri: Arkeolog Nurettin Can, Arkeolog Dr.Cahit Kınay, Y.Mimar Ali Saim Ülgen, Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Remzi Oğuz Arık, Abideleri Koruma Kurulu üyelerinden Y.Mimar Sedat ÇetintaĢ ve Y.Mimar Macit Kural‘dan oluĢmaktaydı. Komisyonun ilk günkü çalıĢmalarına bizzat katılan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel burada bir konuĢma yapmıĢtır. Milli eğitimin sayısız sorunlarıyla boğuĢan bu Bakan, müzecilik konusuna zaman ayırarak bu toplantıya katılmıĢ ve yaptığı konuĢmayla müzecilik konularına ne kadar yakın ve o konulardaki sorunları ne kadar iyi bildiğini de kanıtlamıĢtır. ―….Topraklarımızı, kademe kademe derinliğine tanıdıkça , her katında zamanına göre , ileri bir insan topluluğunun yaĢama eserlerine rastlıyoruz. Onun içindir ki, Milletimize ve bütün insanlığa karĢı, bu eserleri iyi tutmak ve kudretimizce tanıtmak baĢlıca ödevlerimizdendir. 147 Sizin ve sizlere bağlı olan meslekdaĢlarımın kendilerini olgunlaĢtırarak iĢlerini mükemmelleĢtireceklerine inanmıyorum. Bizim gibi idare makamlarında bulunanlar, ancak sizlerin iĢlerinizi bu anlayıĢla tutmamız sayesinde verimli neticeler elde edebilirler. Onun için ele aldığımız meselelerdeki baĢarılar ve onların büyük iftihar hissesi; sizin gibi o baĢarıya emek vermiĢ olanların olacaktır. Her teĢkilatın iyi iĢlemesi, o teĢkilatın her kademesine iyi insanların yerleĢmiĢ bulunmasına bağlıdır. Genç arkadaĢların kendi konularında yetiĢmeleri, tecrübeli arkadaĢlarım için hem Ģeref, hem de mesleklerine büyük hizmet olacaktır. Eski eserler ve müzeler teĢkilatımızda çalıĢan yaĢlı ve gen bütün memur ve müstahdem arkadaĢlarımın fazilet ve iĢlerine dikkatlerini burada bir kere daha anmak isterim. Manevi değerleri maddi değerlerinden üstün eserlerin sığınağı olan bu kurumlarda çalıĢanlar için iki esaslı vasıf daima yan yana bulunmuĢtur: Namus ve bilgi. Namus, baĢladığı gibi bozulmadan kaldıkça kıymeti artan bir ilke; bilgi, her gün üzerine yenisi eklenerek mükemmelleĢen bir ülküdür. Temsil ettiğimiz teĢkilatta çalıĢan arkadaĢlarımı her iki vasıfları ile deiĢlerinin sahibi olarak takdir ederim. Müstahdemlerimiz arasında, yüksek maddi değerde defineler emniyet ettiğimiz dikkatli ve iĢine bağlı bekçilerimize, bütün memur ve müstahdemlere Ģükran duygusu taĢımaktayım. Sizden programlanmasını beklediğim ilk iĢ, Yurdumuzun mühim merkezlerinden baĢlayarak bütün memlekette tarih ve sanat değeri bulunan eserleri haritalarda tespit etmektir. Eski eserlerin onarımında birinci dikkat edeceğimiz nokta, kıymeti üstün olup, yıkılma tehlikesi en çok bulunanlara el koymaktır. Onun için, onarmaya can kurtarmaktan baĢlamalıyız. Tecrübe bize göstermiĢtir ki, kubbeli eserlerde ölüm ve yıkım, üstlerindeki kurĢunların yok edilmesiyle baĢlıyor. Bir de Ģu nokta mühimdir ki, onarılacak eserlere bugünkü hayat Ģartlarına göre yeni vazifeler verilmedikçe, iĢsizlik ve kimsesizlik bu binaları ve anıtları ölüme mahkûm ediyor. Asırlardan kalma müesseseleri dejenere ve periĢan edip bir tarafa atmak, ondan sonra yenisini yapmak Millet ölçüsünde israfın en fena Ģeklidir. Onun için, onarmada kendisine yeni vazifeler verilen binalarda, o binaların tarih ve sanat karakterlerini bozmamaya dikkat ederek değiĢmeler yapmak, ihtara değer bir cihettir. 148 Hepimiz iyi bilmeliyiz ki, kültür denen bütün, yalnız okula inhisar ettiği zaman, o memlekette kültür bütünlüğü olamıyor. Kütüphanesiz, müzesiz ve tiyatrosuz bir Ģehirde okul için kültürün kuvvetli olabileceğine inanmak güçtür. Onun için ben, müzeleri baĢlı baĢına bir okul saymaktayım. Müze denilen okulun öğrencileri, kendi memleketimizin her yaĢta evlatları olduğu gibi, bütün dünya üstünde yaĢayan medeni vasıflı her insandır. Harp zaruretlerinden kurtulunca ilk iĢimiz müze dediğimiz bu okulları, anlatmaya çalıĢtığım manada, yurtta ve bütün dünyada açmak olacaktır. Bilhassa tarih öğretimi bakımından müzeler, paha biçilmez birer laboratuar haline gelmelidir. Yüksek öğretim mensuplarına tarih ve arkeoloji alanında müzeler. Canlı birer dershane olmalıdır. Çünkü bilgin müzecileri ve arkeologları, üniversitede vazife almamıĢ bile olsalar, üniversiter Ģahsiyetler olarak kabul etmeliyiz. Müzeler için önemli iĢlerden biri, kayıttır. Eserleri bir kütüğe geçirmek, müzeciliğin ayrılmaz bir sıfatı olan, emniyeti ilk temin eden iĢtir. Müzede emniyet, eserlerin bir yere yazılmasından baĢlar. Herhangi bir odaya tasnifsiz ve kayıtsız yığılmıĢ eserleri, silahlı bekçilerle de bekletseniz, onları emniyette sayamazsınız. Bütün bu düĢünceler ve dilekler bir ülküde toplanıyor. Türkiye‗yi hatta açık havasında bir büyük müze haline getirmek. Kendimiz ve hariçten gelecek insanlar, vatanımızın binlerce yıldan beri en ileri medeniyetlere kucak açtığını örecekler ve insanlığın yaratabildiği en kıymetli eserlerin bir kısmını burada tanıyacaklardır. Bahtiyar Türkiye‘nin toprakları altında ve üstünde göstereceğiniz gayretler, o ülkünün gerçekleĢmesinde en verimli bir müessir (etken) olacaktır. KonuĢmasından rasgele cümleler aldığımız Hasan Ali Yücel‘in konuĢması bu son cümlelerle tamamlanmaktadır. Aradan yarım yüzyıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen bu konuĢma herhalde günümüz müzecileri için de geçerli kabul edilebilir. ÇalıĢmalarını 23 ġubat 1945 tarihine kadar sürdüren danıĢma komisyonunda, daha önce hazırlanmıĢ olan Eski Eserler Kanunu Tasarısını incelemek üzere, Faik ReĢit Unat, Aziz Ogan, Tahsin Öz, Nurettin Can, Cahit Kınay, Saim Ülgen ve Macit Kural‘dan oluĢan bir özel komisyon ile Türkiye müzelerinin modern bir Ģekilde geliĢebilmesi için alınacak önlemleri saptamak 149 üzere, Remzi Oğuz Arık, Aziz Ogan, Nurettin Can, Cahit Kınay ve Macit Kural‘dan meydana gelen bir alt komisyon görevlendirilmiĢtir. Bu alt komisyonun önerdiği ve danıĢma komisyonunca onaylanan görüĢe göre müzelerin; A-Devlet Müzeleri, B) Bölge Müzeleri, C) Mahalli Müzeler, D) Depolar olarak sınıflandırılması ve teĢkilatlandırılması kararlaĢtırılmıĢtır. O yıl, yani 145 yılında müzeler teĢkilatında çalıĢan toplam personel sayısı 454 ‗e yükselmiĢtir. Ertesi yıl 1946 yılıdır. 1946 yılı Türk müzeciliğinin 100. yıldönümünün kutlandığı yıldır. Ġstanbul‘da Aya Ġrini ‗deki ilk müzenin kuruluĢunun üzerinden tam yüz yıl geçmiĢtir…. Mütevazı anma toplantılarıyla kutlanan yıldönümü dolayısıyla Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘nce, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri heykeltıraĢlık atölyesi Ģefi Reha Arıcan‘a bir madalyon hazırlattırılarak bastırılmıĢtır. Madalyonun ön yüzünde ilk Türk Müzesi‘nin kurucusu Fethi Ahmet PaĢa‘nın portresi, arka yüzünde ise Aya Ġrini‘nin resmi yer almaktadır. Müzecilik alanında araĢtırmalar yapmak, yeni yöntemler saptamak ve uluslar arası iĢbirliğini sağlamak amacıyla, Birinci Dünya SavaĢı‘ndan sonra, Milletler Cemiyeti‘nin yan kuruluĢu olan bir enstitüye bağlı Uluslar arası Müzeler Dairesi kurulmuĢtur. Bu dare tarafından Mouseian adlı Fransızca bir uzmanlı dergisi de yayınlanmaktaydı. Uluslararası düzeyde iyi örgütlenmiĢ bir teĢkilat ise ancak Ġkinci Dünya SavaĢı‘ndan sonra kurulabilmiĢtir. 1947 yılında UNESCO‗nun yardım ve teĢvikiyle A.B.D. Buffalo Bilim Müzesi BaĢkanı Chaunecey J.Hamlin ve Fransa Müzeler Müdürü Georges Salles‘in önderliği ile Meksika ‗da toplanan uzmanlar Uluslar arası Müzeler Konseyi‗(ICOM) ni kurmuĢlardır. Konsey ilk toplantısını 1947 yılında Paris‘te yapmıĢtır. ICOM, üç madde halinde özetlenebilecek amaçlarını gerçekleĢtirmek üzere kurulmuĢtur. Bunlar: 1) Müzeleri ve müzecilik mesleğini korumak ve geliĢtirmek, 2) Müzelerin toplum hizmetinde, bilginin yayılması, ulusların karĢılıklı anlaĢması bakımından oynayacağı rolün önemini belirtmek, 3) Müzeleri ve müzecilik mesleğini uluslar arası seviyede temsil eden bir kuruluĢ meydana getirmek. Unesco‘ya bağlı olarak kurulan bu konseye 67 ülke ile birlikte Türkiye‘de aynı yıl katılmıĢtır. 150 ICOM‗un her üç yılda bir genel kurulu toplanmakta ve müzeler konferansı düzenlenmektedir. Bu konferanslarda müzeografi ile ilgili sorunlar tartıĢılarak çözümüne iliĢkin kararlar da alınmaktadır. Ayrıca her yıl düzenlenen ihtisas komisyonları toplantılarında da çeĢitli müzecilik konuları ele alınmaktadır. Örnek olarak, 1961 yılında ―Müze Mimarisi‖, 1962 yılında ―GeliĢme Yolunda Olan Ülkelerin Müzeleri‖ 1963 yılında ―Modern Sanat Müzeleri―, 1964 yılında― Müzelerin Eğitimindeki Rolü‖, 1965 yılında ―Kültür Eserlerinin Onarımı ve Korunması‖, 1966 yılında ―Arkeoloji ve Tarih Müzeleri‖. 1967 yılında ―Ortadoğu‘daki Etnoloji ve Etnografya AraĢtırmaları‖ konuları komisyonlarda ele alınarak tartıĢılmıĢtır. Unesco, 1958 yılında Brezilya‘da yaptığı bölgesel bir seminerde müzeleri; 1Sanat Müzeleri, 2-Modern Sanat Müzeleri, 3-Arkeoloji ve Tarih Müzeleri, 4Etnografya ve Folklor Müzeleri, 5-Doğa Bilim Müzeleri, 6- Ġlim ve Fen Müzeleri, 7Bölge Müzeleri, 8-Ġhtisas Müzeleri, 9-Üniversite Müzeleri Ģeklinde dokuz grup altında toplamıĢtır. 4895 sayılı kanunla katılmıĢ bulunduğumuz BirleĢmiĢ Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür TeĢkilatı UNESCO‘nun giriĢimiyle Paris‘te kurulmuĢ bulunan Uluslar arası Müzeler Konseyi, (ICOM)‗nin tüzüğüne göre hazırlanmıĢ bulunan ICOM Türkiye Milli Komitesi Talimatnamesi 24.8.1956 tarihli ve 4/7862 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilmiĢtir. ICOM Türkiye Milli Komitesi‘nin çalıĢma programı ise ICOM‘un esas görüĢ ve amaçları doğrultusunda hazırlanarak Bakanlar Kurulu‘nun 7.9.1957 tarih ve 9401 sayılı kararıyla onaylanmıĢtır. 1956 yılındaki talimatnameye göre kurulan 18 kiĢilik ilk Milli komite üyeleri aĢağıdaki müzecilerden meydana geliyordu; Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü ġube Müdürü Hikmet Gürçay, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü Anıtlar ġubesi Müdürü Avni Kırkağaçoğlu, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü Rölöve Bürosu ġefi Mahmut Akok, Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Dr. Hamit KoĢay, Ankara Arkeoloji Müzesi Müdürü Raci Temizer, Ankara, Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi Müdürü Kemal Güngör, Ġstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Haluk ġehsuvaroğlu, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Düstem Duyuran ve Müdür Yardımcısı Osman Sümer, Ayasofya Müzesi Müdürü Feridun Dirimtekin, Topkapı Sarayı Müzesi Müdür Yardımcılarından Türk Ġslam Eserleri Müzesi Müdürü Kemal Çığ, Topkapı Sarayı Müzesi Müdür Yardımcılarından Çinili KöĢk-Fatih Müzesi 151 Müdürü Elif Naci, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Arkeoloğu Nezih Fıratlı, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu BaĢkanı Tahsin Öz, Ġzmir Müzesi Müdürü Hakkı Gültekin, Bergama Müzesi Müdürü Osman Bayatlı, Konya Müzesi Müdürü Mehmet Önder, Bursa Müzesi Müdürü Vahit Armağan. Bu üyelerden Hikmet Gürçay, Mahmut Akok, Raci Temizer, Avni Kırkağaçoğlu ve Kemal Güngör, Hamit Zübeyr KoĢay‘ın Baykanlığında kurulan 6 kiĢilik Ġcra Komitesi‘ni teĢkil ediyorlardı. ICOM 1956 yılında dünya çapında bir atılım gerçekleĢtirmek amacıyla I. Uluslar arası Müzeler Kampanyası ve 6–14 Emil 1956 tarihleri arasında da Müzeler Haftası düzenlemiĢ, Türkiye ‗de de bu hafta etkin bir Ģekilde kutlanmıĢtır. Hafta dolayısıyla yeniden teĢhir ve tanzim edilen Ankara Etnografya Müzesi, Ġstanbul Arkeoloji Müzesi ve Eski ġark Eserleri Seksiyonu, Konya Müzesi Seksiyonları ziyarete açılmıĢtır. Ayrıca 5 Ekim 1956 Cuma günü saat 18,30 ‗da Maarif Vekili Prof. Ahmet Özel tarafından Ankara Radyosu‘nda haftanın açıĢ konuĢması yapılmıĢtır. II. Uluslararası Müzeler Kampanyası ICOM‗un kuruluĢunun 20.yıldönümüne rastlaması nedeniyle 1967 yılında yapılmıĢtır. 1 Ekim 1967 tarihinde VarĢova‘da, ICOM ve UNESCO temsilcilerinin de katıldığı bir tören yapılmıĢtır. Bu etkinlikler çerçevesinde ülkemizde de 20–26 Kasım 1967 tarihleri arası Müzeler Haftası olarak ilan edilmiĢtir. Haftanın açılıĢı 20 Kasım 1967 tarihinde Ankara Arkeoloji Müzesi‘nde yapılmıĢtır. Açılıya Milli Eğitim Bakanlığı ile Turizm Tanıtma Bakanlığı ‗nın MüsteĢarları da katılmıĢtır. Bu sırada Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür MüsteĢar Yardımcısı Müzeci Mehmet Önder‘dir. Hafta özellikle bütün müzelerde ve okullarda çeĢitli etkinliklerle kutlanmıĢ, hafta süresince bütün müzeler ücretsiz olarak ziyarete açık tutulmuĢtur. ICOM‘un statüleri ve tüzüğü 11 Temmuz 1962 tarihinde 7.ICOM Genel Asamblesi tarafından kabul edilmiĢtir. ―Milletlerarası Müzeler Konseyi ICOM Türkiye Milli Komitesi Yönetmeliği‖ 16.11.1970 tarih ve 7/1600 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulmuĢ, 18.7.1974 tarih ve 14890 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanmıĢtır. Yönetmelikte, 15.5.1985 tarih ve 18755 sayılı Resmi Gazete ‗de yayımlanan 11.4.1985 tarih ve 18755 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 11.4.1985 tarih ve 18755 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile değiĢiklik yapılmıĢtır. 152 Kültür varlıklarımızın korunması, bakım ve onarımlarının yapılması, teĢhir edilmesi, tanıtılması ile gelecek kuĢaklara aktarılması için yapılan ve yapılması gereken çalıĢmaları anlatmak, müzelerimizi tanıtarak halkımızın milli kültür ve tarih bilgisini zenginleĢtirmek, kültür varlıklarımızın yurt dıĢına kaçırılmalarını önlemek, halkımızı bu konularda aydınlatmak ve bilinçlendirmek amacıyla, her yıl 18–24 Mayıs tarihleri arasında ülkemizde ―Müzeler Haftası‖ kutlanmaktadır. Bu tarihlere uygun olarak yapılan kutlamalardan ikisi 18–24 Mayıs 1982 tarihinde yapılmıĢtır. Bu günlerin, müzeler haftası olarak kutlanması olayı, ne zaman, nerede ve nasıl ortaya çıkmıĢtır? Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM)‗nin 1977 yılında Moskova‘da yaptığı 12. Genel Toplantısında, her yıl 18 Mayısta kutlanmak üzere uluslar arası bir ―Müzeler Günü‖ yapılması konusunda teklif getirilmiĢ ve bu öneri kabul edilmiĢtir. ICOM sekreterliği, bunun üzerine her ülkenin kendine özgü koĢullarının ve geleneklerinin dikkate alınarak, üyelerin her birinin kendi kutlamalarını 18 Mayısta ya da 18 Mayısa yakın bir zamanda yapmasını önermiĢtir. Bu gün, bazı ülkelerde öyle ciddiye alınmıĢtır ki, müzelerle ilgili kutlama ve müzecilik etkinlikleri bir haftaya, hatta bir aya çıkarılmıĢtır. Ülkemizde de bu kutlama bir haftaya çıkarılmıĢtır. ICOM‘un bugün dünyada 144 ülkede 15.000 den fazla üyesi bulunmaktadır. 116 ülkede ise Milli Komite mevcuttur. Coğrafi bölgelere göre Milli Komitelerin sayısı ve dağılımı Ģöyledir; Afrika‘da 31, Asya ve Pasifik Ülkelerinde 25, Avrupa‘da 40, Latin Amerika ve Karaibler‘da 18, Kuzey Amerika‘da 2 Milli Komite vardır. ICOM Türkiye Milli Komitesi tarafından yayınlanan ilk haber bülteni (I.sayı) 1958 yılında çıkarılmıĢtır. Birkaç yıl devam eden bu yayınlar daha sonra kesilmiĢtir. Yine baĢka bir uluslar arası etkinlik olmak üzere, UNESCO tarafından, 1964 yılının haziran, temmuz, ağustos, eylül, ekim ve kasım aylarını kapsayan tarihlerde ―Tarihi Anıtlar Ġçin Uluslararası Kampanya‖ düzenlenmiĢtir. Bu kampanyaya UNESCO üyesi 30‗dan fazla ülke ile birlikte Türkiye de katılmıĢtır. Kampanya süresince çeĢitli etkinlikler düzenlenmiĢtir. Türkiye, ICOM dıĢında da bazı uluslar arası kuruluĢlara üye olmuĢ ve belli baĢlı uluslar arası sözleĢmelere de imza koymuĢtur. 153 La Haye‘de 14 Mayıs 1954 tarihinde imzalanan ―Silahlı Bir ÇatıĢma Halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair SözleĢme ‖ ile bu sözleĢmenin uygulanmasına ait tüzük, protokol ve kararlara katılmayı Türkiye 2.4.1965 tarihinde 563 sayılı kanunla kabul edilmiĢtir. 10.4.1965 tarih ve 11976 sayılı Resmi Gazete ‗de yayımlanan bu kanunun metni Ģöyledir. Madde 1- La Haye‘de 14 Mayıs 1954 tarihinde imzalanan iliĢik ―Silahlı Bir ÇatıĢma Halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair SözleĢme‖ ile ―Silahlı Bir ÇatıĢma Halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair olan SözleĢmenin Tatbikatına Ait Tüzük‖e ―Silahlı Bir çatıĢma Halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair Protokol‖ ve kararlara Türkiye Cumhuriyeti‘nin katılması uygun bulunmuĢtur. Madde 2- Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Madde 3- bu kanunun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. Silahlı bir çatıĢma halinde kültür mallarının korunmasına dair 1954 tarihli hükümetler arası La Haye Konferansı sonuç kararı, 6/5041 sayılı karar ile 8 Kasım 1965 tarihli Resmi Gazete‘de yayımlanmıĢtır. Türkiye , ―Kültür Varlıklarının Konservasyonu ve Restorasyonu Konusundaki Uluslar arası AraĢtırma Merkezi‖ ICCROM ‘a 7 Ocak 1969 tarihinde üye olmuĢtur. ICCROM‘a 80 ‗in üzerinde ülke üyedir ve merkezi Roma‘dadır. BirleĢmiĢ Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür TeĢkilatı UNESCO‘nun 1972 yılında toplanan XVII. Genel Kurulu tarafından 16.11.1972 tarihinde kabul edilmiĢ bulunan ―Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair SözleĢme‖ ye Türkiye‘nin de katılması 20.4.1982 tarih ve 17670 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 14.4.1982 tarih ve 2658 sayılı kanunla uygun görülmüĢ, söz konusu sözleĢme 14.2.1983,17959 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 23.5.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile onaylanmıĢtır. Buna göre her ülke kendi topraklarında bulunan ve dünya kültür mirası listesine girmesini uygun bulduğu kültürel ve doğal varlıklarının envanterlerini, 21 üyeli ‖Dünya Mirası Komitesi‖ne bildirmekle yükümlü tutulmuĢtur. 1991 yılı itibariyle bu sözleĢmeye 117 ülke taraf olmuĢ, 337 anıt ya da sit dünya miras listesine dahil edilmiĢtir. Ülkemizde bulunan 38 kültürel ve 23 doğal değer miras listesine alınmak üzere tespit edilmiĢ, bunlardan 7 tanesi dünya miras listesine alınmıĢtır. Bunlar:1-HattuĢaĢ(Boğazköy), 2-Xanthos-Letoon, 3-HierapolisPamukkale, 154 4-Nemrud Dağı, 5-Göreme-Kapadokya, 6-Divriği Ulu Camii ve DarüĢĢifası, 7Ġstanbul‘dur. Bunlardan Pamukkale ile Göreme–Kapadokya hem doğal, hem de kültürel miras olarak kabul edilmiĢtir. Dünya mirasına alınan değerlerimiz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumaya Genel Müdürlüğü‘nce ―Dünya Mirasında Anadolu‖ isimli, Türkçe ve Ġngilizce olarak bir kitap halinde yayınlanmıĢtır. 12–17 Aralık 1994 tarihleri arasında Tayland‘da yapılan Dünya Miras Komitesi7nin 18.Dönem toplantıları sonucunda ülkemiz tarafından aday gösterilen ―Safranbolu‖ da dünya miras listesine kabul edilmiĢtir. Son olarak, 1988 yılında Japonya‘nın Kyoto Ģehrinde yapılan UNESCO toplantısında Troya da dünya miras listesine alınmıĢtır. Türk Tarih Kongreleri dıĢında, müzecilik mesleğine yönelik uluslararası bir etkinlik 1973 yılında yapılmıĢtır. ―X. Uluslararası Klasik Arkeoloji Kongresi‖ 22 Eylül–4 Ekim 1973 tarihleri arasında Ankara ve Ġzmir ‗de toplanmıĢtır. Bu kongrede Türkiye ile birlikte 34 ülke adına 145 bilimsel bildiri sunulmuĢtur. Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘nün de katılımı ile düzenlenen kongre dolayısıyla yapılan gezilerde, önemli müzeler ve ören yerlerinin ziyaret edilmesi sayesinde eski eserlerimizin ve müzelerimizin dünya çapında tanıtımı sağlanmıĢtır. Uluslar arası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) UNESCO‗nun bir kolu olup, merkezi Pariste‘dir. Bu konseye Türkiye de üye olmuĢ ve ICOMOS Türkiye Milli Komitesi 11 Mart 1967 tarihinde kurulmuĢtur. ―Milletler arası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS ) Türkiye Milli Komitesi Yönetmeliği‖ 18.5.1974 tarih ve 14890 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan Bakanlar Kurulu‘nun 22.4.1974 tarih ve 7/8134 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanmıĢtır. UNESCO‘nun Paris‘te yaptığı XVI. Dönem toplantısında görüĢülerek 14.11.1970 tarihinde kabul edilen ve 25.12.1979 tarih ve 2256 sayılı kanunla Türkiye ‗nin de katılması uygun bulunan ―Kültür Varlıklarının Kanunsuz ithal, ihraç ve Mülkiyet Transferinin Önlenmesi ve Yasaklaması için alınacak tedbirlerle ilgili sözleĢme‖ 26.10.1980 tarih ve 8/1768 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanmıĢtır. (EEC) No. 3911/92 numaralı ―Kültürel Malların Ġhracına ĠliĢkin (Avrupa Toplulukları Konseyi) Konsey Yönetmeliğin uygulanmasına iliĢkin önlemleri içeren (EEC) No.752/93 numaralı komisyon yönetmeliği de 30.3.1993 155 tarihine kabul edilmiĢtir. Türkiye, Avrupa Birliği‘ne girdiği takdir de bu yönetmeliklere tabi olacaktır. ―Avrupa Mimari Mirasının Korunması SözleĢmesi‖ 22.4.1989 tarih ve 20229 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanmıĢtır. SözleĢmenin onaylanmasına iliĢkin 13.4.1989 tarihli ve 3534 sayılı kanun 20.4.1989 tarihli ve 20145 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanmıĢtır Cumhuriyetin 35. yılına, yani 1958 yılına ulaĢtığımızda, müzeler örgütünün durumu nedir? Birim sayısı kaçtır? 1958 yılında, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘nün baĢında, Genel Müdür Kamil Su görevlidir. Merkez örgütü 1) Müzeler ġubesi, 2) Kazı ve Yayın ġubesi, 3) Anıtlar ġubesi, Ģeklinde üç Ģubeden oluĢmuĢtur. Bu Ģubelerin müdürleri sırasıyla; Rasim Ġnözü, Hikmet Gürçay ve Avni Kırkağaçoğlu‘dur. Bunun dıĢında Anıtları Koruma Kurulu ile Rölöve Bürosu ġefliği de Genel Müdürlüğe bağlı idi. Rölöve bürosu ġefliği 1956–1957 yıllarında Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri binasının bir bölümünde faaliyete geçmiĢtir. TaĢra örgütünde ise 1958 yılında 22 müze müdürlüğü mevcuttu. Eski müze müdürlerini hiç olmasa ismen enmak amacıyla bu müzelerimizi müdürleriyle birlikte saymak istiyoruz: Adana (Md. Muzaffer Ramazanoğlu, Md. Hadi Altay), Afyon (Md. Süleyman Gönçer), Ankara Arkeoloji (Md. Raci Temizer, Ankara Etnografya (Md. Dr.Hamit Zübey KoĢay), Ankara TBMM (Md. Kemal Güngör), Anıtkabir(Md. V.Kemal Güngör), Antalya (Ġsmet Ebcioğlu), Bergama (Mr. Osman Bayatlı), Bursa (Md. Sabahat Arat), Hatay (Md. Ali Atay), Ġstanbul Arkeoloji (Md. Rüstem Duyuran), Ayasofya (Mr. Feridun Dirimtekin), Topkapı Sayı (Md. Haluk ġehsuvaroğlu), Ġzmir (Md. Hakkı Gültekin), Kastamonu(Md. Ahmet Gökoğlu), Kayseri (Md. Halit Doral), Konya (Md. Mehmet Önder), Manisa (Mr. K.Ziya Polatkan), Niğde (Md. Kadri Erdil), Sivas (Md. Halil Üstün) O tarihlerde Amasra, Amasya, Diyarbakır, Selçuk-Efes, Erzurum, Ġznik, Kütahya, MaraĢ, Mardin, Sinop, Tire, Tokat, Urfa ve Van Müzeleri olmak üzere 14 müzemiz henüz memurluk yöntemiyle yönetiliyordu. 1955 yılında, 19 müze müdürlüğü, 13 müze memurluğu, 9 müze deposu olmak üzere toplam 41 birim mevcuttur. Toplam personel sayısı 554 olup bunun 12 si merkezde görevlidir. 156 1955 yılında, müzeler dıĢında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘ne bağlı olarak 1)Ankara ‗da Genel Müdürlükte – Anıtları Koruma Kurulu 2) Ġstanbul Sultan Mahmut Türbesinde –Rölöve Bürosu ġefliği, bulunmaktadır. Ayrıca —Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu (Ġstanbul ‗da Güzel Sanatlar Akademisi‘nde ) —Ġstanbul Eski Eserleri koruma Encümeni (Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri‘nde ) mevcut idi. Müzeler müdürlüğü, baĢlangıcından beri Maarif Vekaleti (M.E.B.) içinde doğup geliĢmiĢtir. Milli Eğitim Bakanlığı içinde yer alan Kültür MüsteĢarlığı 1965 yılında Bakanlık Mucibi ile kurulmuĢtur. Kültür Bakanlığı ilk defa, 12 Mart 1971 Muhtırası‘ndan sonra Kocaeli Bağımsız Milletvekili Prof. Dr.Nihat Erim tarafından kurulan hükümet içerisinde yer almak suretiyle kurulmuĢtur.16.7.1971 tarihinde kurulan bu bakanlığa TBMM dıĢından Talat Hamlan Bakan olarak atanmıĢtır. Ġlk MüsteĢar Bozkurt Güvenç‘tir. Birinci Erim hükümeti‘nin istifa etmesi üzerine, Prof.Dr. Nihat Erim tarafından bu defa 11 Aralık 1971 tarihinde ikinci Erim hükümeti kurulmuĢ ve ancak yeni hükümette Kültür Bakanlığı ‗na yer verilmediğinden bu bakanlık ortadan kalkmıĢ, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘nün de içinde bulunduğu teĢkilat on gün süreyle adeta boĢlukta kalmıĢtır. Kültür iĢlerinin, evvelce olduğu gibi Milli Eğitim Bakanlığı‘nca yürütülmesi ve Kültür Bakanlığı‘na bağlı dairelerin yeniden Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlanması, BaĢbakanlığın, BaĢbakan Prof.Dr. Nihat Erim imzalı 16.12.1971 tarihli yazısıyla CumhurbaĢkanlığı‘na teklif edilmiĢ; bu istek CumhurbaĢkanlığı‘nın 21.12.1971 tarihli yazısıyla uygun görülerek bakanlık birimleri yeniden Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlanmıĢtır. Nedenini bilmediğimiz bir gerekçe ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘nün de içinde bulunduğu kültür iĢleriyle ilgili teĢkilat, 7.6.1972 tarihli bir kararla müsteĢarlık haline getirilerek bu defa BaĢbakanlığa bağlanmıĢtır. Kültür iĢleriyle ilgili, BaĢbakanlığa verilmiĢ olan görev ve yetkiler, 17.11.1974 tarihli CumhurbaĢkanlığı tezkeresi ile yeniden kurulan Kültür Bakanlığı‘na devredilmiĢtir. 17 Kasım 1974 tarihinde Ord. Prof. Sadi Irmak tarafından teĢkil edilen hükümette ikinci kez yeniden kurulan Kültür Bakanlığı‘na MuĢ eski Milletvekili ve Millet Meclisi eski baĢkan vekili Nermin Neftçi bakan olarak atanmıĢtır. 157 CumhurbaĢkanlığı‘nın 21.6.1977 tarihli tezkeresiyle onaylanarak aynı tarihte göreve baĢlayan Bülent Ecevit‘in BaĢbakanlığındaki II. Ecevit Hükümeti‘nde Kültür Bakanlığı yeniden kaldırılmıĢ, ―eğitim kültür iĢlerinin birlikte ve uyumlu biçimde yürütülmesi amacıyla!‖ ifadeleri gerekçe gösterilerek Milli Eğitim Bakanlığı ismi ―Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı‖ olarak değiĢtirilmiĢ ve bu Bakanlığa Dr. Mustafa Üstündağ getirilmiĢtir. Ancak bu hükümetin ömrü uzun sürmemiĢ, Millet Meclisi‘nde güvenoyu alamaması nedeniyle bir ay sonunda, 21 Temmuz 1977 tarihinde görevi yeni hükümete devretmiĢtir. Kültür iĢleriyle ilgili birimler ve dolayısıyla Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü, bu son uygulamadan sonra, bir daha Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlanmamıĢ ve bu bakanlıktan tamamen kopmuĢtur. 21.7.1977 tarihli CumhurbaĢkanlığı tezkeresi ile onaylanan Süleyman Demirel baĢkanlığındaki V. Demirel Hükümeti‘nde Kültür Bakanlığı üçüncü defa yeniden kurulmuĢ ve bu bakanlığa Bolu Milletvekili Avni Akyol atanmıĢtır. Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü teĢkilatı ile kültür iĢleri ile ilgili diğer birimlerin Bakanlıklar arasındaki maceralı yolculuğu bununla da bitmemektedir. 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra kurulup 21 Eylül 1980 tarihinde göreve baĢlayan Bülent Ulusu baĢkanlığındaki hükümette Cihat Baban Kültür Bakanı olarak atanmıĢtır. YaklaĢık bir yıl 20 gün sonra, 10.12.1981 tarih ve 17540 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanan 25.11.1981 tarih ve 4901 sayılı Devlet BaĢkanlığı Kararı ile Kültür Bakanlığı tekrar kaldırılmıĢ, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı ile birleĢtirilerek Kültür ve Turizm Bakanlığı‘na dönüĢtürülmüĢtür. Kültür Bakanı olan Cihat Baban 15.12.1981 tarihinde istifa etmiĢ; Turizm ve Tanıtma Bakanı olan Ġlhan Evliyaoğlu Kültür ve Turizm Bakanı olmuĢtur. Kültür kesiminden ise MüsteĢar Kemal Gökçe bu görevini sürdürmüĢtür. Turizm Bakanlığı ile bu birliktelik 1989 yılının mart ayına kadar sürmüĢtür. 354 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu yapay beraberlik son bulmuĢ ve iki bakanlık birbirinden ayrılarak, 18.3.1989 tarihinde Kültür Bakanlığı dördüncü defa kurulmuĢtur. Kültür ve Turizm Bakanı olan M. Tınaz Titiz Turizm Bakanı olarak kalmıĢ, dördüncü kez kurulan Kültür Bakanlığı‘na da CumhurbaĢkanlığı ‗nın 30 Mart 1989 tarihli teskeresiyle Ġstanbul Milletvekili Namık Kemal Zeybek atanmıĢtır. 1920 ve 1923 yıllarında kurulan hükümetlerin (Ġcra Vekilleri Heyetlerinin ) programlarında hars müdürlüğünden, eski eserlerden ve müzelerden direkt olarak söz edilmesine ve bu konulara programlarda yer verilmesine rağmen, daha 158 sonraki yıllarda eski eserler ve müzecilik konuları göz ardı edimleĢ ve ağırlık Milli eğitimin sorunlarına kaymıĢtır. Bu durum 1960 ‗lı yıllara kadar sürmüĢ; bu tarihlerden sonra programlarda zaman zaman konumuzla ilgili cümlelere rastlanmıĢtır. ġimdi, 1961–25Haziran1962 tarihleri arasında görev yapan Ġsmet Ġnönü baĢkanlığındaki koalisyon hükümeti programı:―Kültür ve sanat faaliyetlerimiz mahdut zümrelere değil, en geniĢ halk kütlelerine hitap edecektir. Güzel sanatlar, müzeler, kütüphaneler ve yayın gibi alanlarda her çeĢit kültür hareketlerinin yurt ölçüsünde yayılmasına çalıĢılacaktır.‖ 3 Kasım 1969–6 Mart 1970 tarihleri arasına görev yapan ve Süleyman Demirel baĢkanlığında kurulan hükümetin programı; ―Tarih ve kültür hazinelerimizin değerlendirilmesi, yaĢayan nesillere tanıtılması için gerekli çaba sarf edilecektir. Memleketimizin tarihi ve turistik bölgelerinin arkeolojik karakterleri göz önüne alınarak müzeler açma, eski eserleri meydana çıkarma, bunları yurt içinde ve yurt dıĢında tanıtma çabalarımıza devam olunacaktır. Türk medeniyet tarihinin canlı abidesi olan eski eserlerin muhafazası ve bunlardan faydalanılması yanında, yeni tesislerin ve hayır kurumlarının geliĢmesini de teĢvik edeceğiz. 6 Mart 1970–12 Mart 1971 tarihleri arasında görev yapan ve önceki hükümetin devamı niteliğindeki, Süleyman Demirel baĢkanlığında kurulan Hükümetin programı ;‖Milli kültürümüzün ve tarihi değerlerimizin korunması ve yaĢayan nesillere tanıtılması, kültür ve sanat alanında yaratıcı faaliyetlerin teĢviki, Hükümetimizin üzerinde önemle duracağı konulardır. Bu maksatla, bugün Milli Eğitim Bakanlığı‘nın geniĢ sorumluluk sahası içinde yer alan kültür iĢleri için ayrı bir bakanlık kurulması öngörülmektedir. Burada Kültür Bakanlığı‘nın kurulması yolunda ilk sinyaller verilmiĢtir. Ancak bu bakanlık bundan sonraki hükümet zamanında kurulacaktır. Kültür Bakanlığı‘nın kuruluĢ hikâyesi ayrıca iĢlenmiĢtir. 17 Kasım 1974- 31 Mart 1975 tarihleri arasında görev yapan, Ord. Prof. Sadi Irmak baĢkanlığındaki hükümetin programı: ―Yeniden kurulmuĢ olan Kültür Bakanlığı bu Anayasa gereğinin gerçekleĢtirilmesi doğrultusunda atılmıĢ önemli bir adımdır. Bu bakanlık milli kültürümüzü, sanatımızı, değerlerimizi korumak ve geliĢtirmek amacını 159 güdecektir. Kültürel değerlerimizi içte ve dıĢta tanıtmak, bu bakanlığın görevleri arasında yer alacaktır. ……. bu yeni Bakanlığın kuruluĢ kanunu tasarısı biran önce hazırlanarak Yüce Meclise sunulacaktır.‖ 31 Mart 1975 – 21 Haziran 1977 tarihleri arasında görev yapan IV. Demirel Hükümeti‘nin Programı; ―Tarihi Mirasımız olan kültür, fikir ve sanat eserlerimizin derlenmesi, bakımı, onarımı, korunması ve tanıtılması öncelikle göz önünde bulundurulacaktır. Kültürümüzün temel eserlerinin bugünkü nesillere tanıtılmasına çalıĢılacaktır.‖ 21 Haziran 1977 – 21 Temmuz 1977 tarihleri arasında bir ay süreyle görev yapan II. Ecevit Hükümeti‘nin programı : ―Milli kültürü, çağdaĢ insanlık kültürüyle uyumlu olarak geliĢtirici… Türk sanatının ve kültürünün, kendi özelliklerini koruyarak, tüm insanlık kültürüyle sürekli alıĢ- veriĢ içinde geliĢmesi desteklenecektir.‖ Yine Bülent Ecevit tarafından kurulan ve 5 Ocak 1978 – 12 Kasım 1979 tarihleri arasında görev yapan III. Ecevit Hükümeti‘nin programı: ―Devlet zengin tarih kökleri bulunan kültür hazinelerimizin gereğince değerlendirilmesine yönelik tüm çalıĢmaları da, ulusumuzun sanattaki ve kültürdeki çağdaĢ yaratıcılığını da bütün gücüyle destekleyecektir. Ulusumuzun kültür birikimini değerlendirecek bir ―Devlet Kültür Merkezi ve Milli Müze‖ , toplumumuzun manevi ve maddi değer ve ürünlerini bilimsel yöntemlerle araĢtırıp derleyecek ve yayacak bir ―Türk Kültürü AraĢtırma ve Derleme Kurumu‖ ve bilimsel çalıĢmalara açık iyi düzenlenmiĢ bir devlet arĢivi kurmaya baĢlanacaktır.‖ 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, Kurucu Meclis‘in çıkardığı bir kanun gereğince hazırlanıp, halkoylaması sonucunda kabul edilen 7.11.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‘nın, Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması baĢlıklı 63.maddesinde: ―Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici tedbirleri alır. Bu varlıklar ve değerlerden özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir‖ hükmü yer almıĢtır. 160 20 Eylül 1980 – 13 Aralık 1983 tarihleri arasında Bülent Ulusu baĢkanlığında kurulan hükümetin programı : ― Milli kültür ve sanat değerlendirimizi modern ilim zihniyeti ve metodlarıyla iĢleyerek, önce milletimize yaymak ve ayrıca Milli değerlerimizi diğer Milletlere tanıtmak için ciddi faaliyetlere giriĢilecektir. 13 Aralık 1983 –21 Aralık 1987 tarihleri arasında görevde kalan Turgut Özal baĢkanlığındaki hükümetin programı: ―Eski eserlerin korunmasını, yaĢatılmasını, tarihi ve kültürel mirasımıza saygının tabii bir ifadesi olarak görüyoruz.‖ Aynı hükümetin devamı niteliğinde olan ve 21 Aralık 1987–10 Kasım 1989 tarihleri arasında görevde kalan II. Özal Hükümeti programında da yukarıda belirtilen satırlar yer almaktadır. 9Kasım1989 tarihinde göreve baĢlayan Yıldırım Akbulut baĢkanlığındaki hükümetin programı: ―Eski yapı ve eserlerin korunması ve yaĢatılması, tarihimize ve kültürümüze bir saygının ifadesi olarak devam edecek, bu konuda ülke bütününde ―koruma kültürünün― yayılması için gerekli tedbirler alınacaktır.‖ Eski eser kaçakçılığının önlenmesi için, gerekli her türlü tedbir alınarak, çeĢitli yollarla yurt dıĢına kaçırılan eski eserlerin Türkiye ‗ye geri getirilmesi için çalıĢmalara devam edilecektir. Türk–Ġslam eserleri öncelikli olmak üzere, kültür varlıklarının korunması, bakımı, onarımı ve restorasyonuna ağırlık verilecektir. Burada görüldüğü gibi, hükümet programlarında ilk defa esik eser kaçakçılığından söz edilmiĢtir. BaĢbakan, Erzincan Milletvekili Yıldırım Akbulut‘un baĢkanlığındaki hükümetin istifasından sonra, Rize Milletvekili ve Anavatan Partisi Genel BaĢkanı, BaĢbakan A.Mesut Yılmaz baĢkanlığında kurulan ve 23 Haziran 1991 tarihinde göreve baĢlayan yeni hükümetin 30 Haziran 1991 tarihinde TBMM‘de okunan hükümet programında: ―Eski Yapı ve Eserlerin Korunması, YaĢatılması Ġçin Ciddi Tedbirler Alınacaktır. ― Eski eser kaçakçılığının önlenebilmesi için, gerekli her türlü tedbir alınacak ve çeĢitli tarihlerde yurt dıĢına kaçırılan eski eserlerin Türkiye‘ye geri getirilmesi için, Uluslar arası boyutlarda mücadeleye devam edilecektir.‖ Ġfadelerine de yer verilmiĢtir. 20 Kasım 1991 tarihinde DYP Genel BaĢkanı, BaĢbakan Süleyman Demirel BaĢkanlığında kurularak göreve baĢlayan hükümetin 25 Kasım 1991 günü TBMM‘nde okunan programında: ―Ulusal kültürümüz evrensel boyutlara ulaĢacak, 161 en eski tarihsel birikimlerden birisini oluĢturan kültür mirasımızın da insanlığın ortak değerlerine katkıda bulunması sağlanacaktır. Ülkemiz topraklarındaki eski kültürel değerler derlenip, korunup, geleceğe taĢınarak evrensel uygarlığa armağan edilecektir. Eski Eserleri ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası, bu mirasa sahip çıkacak ve onu yaĢama geçirecek biçimde yeniden düzenlenecektir ―. 25Haziran 1993 tarihinde CumhurbaĢkanı Süleyman Demirel tarafından atanarak göreve baĢlayan ve DYP BaĢkanı ve BaĢbakan Tansu Çiller tarafından kurulan hükümetin 30 Haziran 1993 tarihinde TBMM.‘nde okunan programı: ― Koruma altına alınan kültür varlıklarımızın planlaması ve restorasyonu için özel fonlar oluĢturulacak, bir yandan kültürel mirasımız geliĢtirilecek, öte yandan halkımızın mağdur edilmesi önlenecektir. Bu bağlamda özel mülklerin hazine arazisi ile takas ilkesi iĢlerliğe kavuĢturulacaktır.‖ 5 Ekim 1995 tarihinde atanan Prof. Dr. Tansu Çiller‘in baĢkanlığındaki hükümetin 10 Ekim 1995 tarihinde TBMM.‘inde okunan programı: ― Kültür varlığımız bizi dünya milletleri önünde daha iddialı ve güçlü kılan zenginliklerimizin baĢında gelmektedir. Bin yıldır tüm özellikleriyle yoğrulduğumuz bu topraklarda yaĢayan Milletimizi birbiriyle kaynaĢtıran renkli folklor ve kültür varlıklarımız bizi ayrılmaz bir bütün haline getiren en önemli etken olmuĢtur. Anadolu muzda tarihin en eski ve büyük medeniyetleri doğmuĢ ve asırlarca yaĢamıĢtır. Ülkemizin her yanı bu büyük medeniyetlerin izleri ve eserleri ile doludur. Amacımız bir yandan kendi Milli kültürümüzü daha da zenginleĢtirip geliĢtirirken, öte yandan koruyup, sahip olduğumuz bu köklü medeniyetlerin eserlerini tüm insanların yararına sunmaktır. Pek çok kültür varlığımızın değiĢik yollarla yurt dıĢına kaçırıldığı bilinmektedir. Uluslar arası hukukun imkân verdiği tüm yollar zorlanarak, bu eserlerin yurdumuza getirilmesi çabalarını büyük bir kararlılıkla sürdüreceğiz.‖ Programından bölümler verdiğimiz söz konusu hükümet, 15 Ekim 1995 tarihinde mecliste yapılan oylamada güvenoyu alamamıĢtır. Anavatan Partisi BaĢkanı ve BaĢbakan Mesut Yılmaz baĢkanlığında kurulan ve 6 Mart 1996 tarihinde CumhurbaĢkanı Süleyman Demirel tarafından atanan 162 hükümetin TBMM. ‗inde okunan programı: ―TaĢınır ve taĢınmaz kültür varlıklarının korunmasına önem verilecektir. Yurt dıĢındaki tarihi ve kültürel varlıklarımızın tespiti, korunması ve tanıtılması için gerekli tedbirler alınacaktır. ― Refah Partisi Genel BaĢkanı ve BaĢbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan baĢkanlığında kurulup CumhurbaĢkanı Süleyman Demirel tarafından 28 Haziran 1996 tarihinde atanan eserlerle ilgili tek satırlık ―Kültür varlıklarımızın korunması ve tanıtılması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır.‖ Cümlesi yer almakta idi. Anavatan Partisi Genel BaĢkanı ve BaĢbakan Mesut Yılmaz baĢkanlığında kurulup 30 Haziran 1997 tarihinde CumhurbaĢkanı Süleyman Demirel tarafından atanan hükümetin 7 Temmuz 1997 günü TBMM.‘nde okunan programı: ―Devlet, zengin tarih kökleri bulunan kültür hazinelerimizin gereğince değerlendirilmesine yönelik tüm çalıĢmaları da ulusumuzun sanattaki ve kültürdeki çağdaĢ yaratıcılığını da bütün gücüyle destekleyecektir. Anadolu kültür ve medeniyetinin tüm mirası aynı önem ve eĢitlik içerisinde değerlendirilecektir. Yurt dıĢındaki eserlerimiz de dahil olmak üzere, tarihi ve kültürel varlıklarımızın tespiti, korunması ve tanıtılması için her türlü tedbir alınacaktır. Yurt dıĢına yasa dıĢı yollarla kaçırılan taĢınır kültür varlıklarımızın ülkemize iadesi için her türlü gayret gösterilecektir. Doğal ve arkeolojik sit alanlarının korunması ve insanlığın ortak mirası olarak gelecek nesillere aktarılması için etkin önlemler alınacaktır. …….eski yapı ve eserlerin korunmasına, eski eser kaçakçılığının önlenmesine yönelik tedbirlerin alınmasına ağırlık verilecektir. ― Hükümet programlarındaki konumuzla ilgili bölümleri bu Ģekilde inceledikten sonra, Ģimdi milli müze konusunu ele almak istiyoruz. Ülkemizde bir milli müzenin kurulması konusu daha Cumhuriyet‘in ilanından önce gündeme gelmesine ve bu hususta prensip kararı alınmasına rağmen, böyle bir müzenin kurulamadığına değinmiĢtir. Milli müze konusu çeĢitli zamanlarda tekrar tekrar ortaya atılmıĢ ve tartıĢılmıĢtır. 10 ġubat 1933 tarihinde Ġstanbul Topkapı Sarayı Müzesi‘nde bilim adamlarıyla yapılan toplantıda ―Türk Bilimler Akademisi ve Milli Müze‖ kurulması kararlaĢtırılmıĢtır. 163 Milli müze kurma giriĢimlerinden biri de 1964 yılında Mehmet Önder‘in Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü olduğu sırada yapılmıĢtır. O zaman. Ankara ‗nın merkezi yerlerinden biri olan Ulus semtindeki Roma Hamamı kalıntıları ile çevresinin 75 dönümlük bir alanı kapladığı ve buranın milli müze için uygun bir yer olduğu, antik hamam kalıntılarına dokunmadan etrafına ―U‖ Ģeklinde bir milli müze binası yapılabileceği kanaatine varılmıĢtır. Bu görüĢ ve düĢünce üzerinden hareket edilerek milli müze binasının projeleri hazırlanmıĢ, maliyet hesapları çıkarılmıĢ ve o zamanın parası ile 80 milyon liraya mal olacağı tahmin edilmiĢtir. BeĢ yıllık plana da girmiĢ olan bu proje bir kısım arkeoloji çevrelerinin tepkisi ve Anıtlar Yüksek Kurulu‘nun aksi yöndeki kararı dolayısıyla uygulanamamıĢ ve bir milli müze kurma giriĢimi de böylece tekrar rafa kaldırılmıĢtır. 1. ve 2. beĢ yıllık plan dönemlerinde programa alınan ve Roma Hamamı alanında yapılması planlanan milli müze konusu 1973 yılında yeniden gündeme gelmiĢ, etütler yapılmıĢ, projeler hazırlanmıĢ ve müzenin, antik hamam harabelerini kuĢatacak Ģekilde tek katlı pavyonlar halinde yapılması düĢünülmüĢtür. Ama o yıllar Kültür Bakanlığı‘nın kurulma ve tekrar kaldırılma zamanlarıdır. Ülkemizde bir milli müze kurulması giriĢiminin 1989 yılında bir defa daha gündeme geldiğini görmekteyiz. Zamanın Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, 29 Ağustos 1989 tarihinde, Ankara ‗da Çankırı Caddesi‘nin kenarında, 75 bin m2.lik alan içerisinde bulunan Roma Hamamı kalıntılarında uzmanlar ve müzecilerle bir toplantı yapmıĢ ve incelemelerde bulunmuĢtur. Zeybek burada yaptığı konuĢmada, hamamın arkeolojik park olarak düzenleneceğini ve kurulacak milli müzenin, hamam harabelerine zarar vermesinin söz konusu olmadığını ifade etmiĢtir. Cumhuriyetin 50. yılına, yani, 1973 yılına ulaĢtığımız zaman müzelerimizin durumu ne idi? ġimdi istatistikî bilgiler ıĢığında buna bir bakalım. Bu tarihte mevcut müzelerimizden; Adana, Afyon, AkĢehir, Amasya, Antalya, Alanya, Aydın, Ankara Anıtkabir, Ankara Arkeoloji, Ankara Etnografya, Ankara TBMM, Bergama, Bodrum, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çorum, Diyarbakır, EskiĢehir, Edirne, Erzurum, Selçuk Efes, Gaziantep, Hatay, Ġstanbul Hisarlar, Ġstanbul Arkeoloji, Ġstanbul Ayasofya, Ġstanbul Topkapı Sarayı, Ġstanbul Türk ve Ġslam Eserleri, Ġzmir, Ġzmit, Ġznik, Kars, Kastamonu, Kayseri, Konya, Kütahya, 164 Elazığ, Manisa, MaraĢ, NevĢehir, Niğde, Samsun, Sinop, Sivas, Ġzmir Tire, UĢak, Urfa ve Van Müzeleri olmak üzere 49 müzemiz müdürlük halinde yönetilmekte, geri kalan, Aydın-Afrodisias, Çorum-Alacahöyük, Bitlis-Ahlât, Polatlı-Alagöz, BartınAmasra, Çorum-Boğazköy, Çankırı-Denizli, Konya-Ereğli, Ġçel- Erdemli, MuğlaFethiye, Ürgüp-Göreme Açıkhava, Polatlı-Gordiyon, HacıbektaĢ, NevĢehir, Antalya-Karain, Kadirli-Karatepe, Kayseri-Kültepe, Fethiye-Leteon, Aydın-Millet, Bursa-Mudanya, Mardin, Malatya, Ġçel-Silifke, EskiĢehir-Seyitgazi, ManavgatSide, YeniĢehir-ġemakievi, Çanakkale-Truva, Tekirdağ, Ġçel-Tarsus, Tokat, NevĢehir-Ürgüp, Trabzon, Isparta-Yalvaç Müzeleri olmak üzere 34 müzemiz ise memurluk Ģeklinde yönetilmekteydi. Böylece toplam müze sayısı 83 idi. 1973 yılına girdiğimizde bu müzelerimizdeki envanter edilmiĢ eser sayıları, Arkeolojik ve Etnografik eserler 461.285 Sikkeler 698.771 Tabletler 97.443 ArĢiv Belgeleri 33.365 Toplam 1.290.864 Bu rakama ġer‘i Mahkeme Sicilleri ve kitaplar dahil değildir. Onlarla beraber toplam sayı 1.487.630 ‗u bulmaktadır. En fazla ziyaret edilen ilk beĢ müzemiz Ġstanbul Topkapı Sarayı, Ġstanbul Ayasofya, Konya Efes ve Anıtkabir Müzeleridir. Bunların ziyaretçi sayıları yukarıdaki sıraya göre; 966.372, 704.044, 524.676, 508.829, 221.240 kiĢidir. Paralı olarak en fazla ziyaret edilen ilk on müze ve ziyaretçi sayıları aĢağıdadır. Ġstanbul Topkapı Sarayı, 926.754, Ġstanbul Ayasofya 556.015, Selçuk-Efes 501.328, Konya 350.267, Anıtkabir 188.052, Bergama 171.737, Ġstanbul Hisarlar 100.399, Ġstanbul Arkeoloji 95.568, Göreme Açıkhava 91.078 ve Alanya 75.151 kiĢi. 165 1973 yılanda müzelerimizde 400‘ün üzerinde salon ziyarete açık bulunmakta idi. 1972 yılsonu rakamlarına göre, müzelerimizi ziyaret edenlerden alınan giriĢ ücreti tutarı 10.195.856, TL. ve film-fotoğraf çekenlerden alınan 1.495.715, TL. ile birlikte müzelerimizden elde edilen gelir miktarı toplam 11.691.571, TL.‘dır. En fazla ziyaretçi geliri getiren ilk on müzemiz sırasıyla, 1- Topkapı Sarayı, 2- Ayasofya, 3- Efes, 4- Konya, 5- Ġstanbul Arkeoloji, 6- Bergama, 7-Truva, 8Göreme Açıkhava, 9- Anıtkabir, 10- Ġstanbul Hisarlar Müzeleri olmuĢtur. Bu müzelerden birinci sıradaki Topkapı Sarayı Müzemiz 4.024,637, tl gelir ile tüm müzelerimizin ziyaretçi gelirinin % 40 ‗ı bir miktarda hasılat elde etmiĢtir. Fotoğraf ve film çekme gelirlerinde ise Efes Müzesi 637.685, TL. ve Topkapı Sarayı Müzesi 408.366, TL. ile ilk iki sırayı paylaĢıyorlardı. 1972 yılında, müzelik eser satın alımında ilk on sırayı alan müzeler ve aldıkları eser sayıları Ģu Ģekildedir. 1- Bursa Müzesi: 7.580, 2- Adana Müzesi: 4.577, 3- Ankara Arkeoloji Müzesi: 1.930, 4- UĢak Müzesi:1.644, 5- Tarsus Müzesi: 1.259, 6- Konya Müzesi: 1.019, 7- Kayseri Müzesi: 1.015, 8- Gaziantep Müzesi:1.011, 9-MaraĢ Müzesi: 964, 10-Çanakkale Müsezi:866. Bu Ģekilde, müzelerimizdeki eser sayısı gittikçe artmıĢ ve yeni müzelere ihtiyaç duyulmuĢtur. Birinci ve ikinci beĢ yıllık kalkınma planları çerçevesinde, yani on yıllık süre içerisinde birçok yeni müze binası yapılmıĢtır. Adana, Antalya, Aydın, Afyon, Bergama, Burdur, Bursa, Edirne, Efes, Gaziantep, Kayseri, Samsun, Tire, Urfa, UĢak, Ürgüp, Van ve Yalvaç müzeleri bunlara örnektir. Ayrıca Alacahöyük, Boğazköy, Alanya, Çorum, Konya ve Erzurum Müzeleri de yeni binalarına kavuĢmuĢtur. Ülkemizin tarihi ve arkeolojik zenginlikleri, her dönemde yerli ve özellikle yabancı araĢtırmacıların ve hafirlerin devamlı olarak dikkatini çekmiĢtir. Cumhuriyet döneminde ve özellikle 1970‘li yıllardan baĢlamak üzere yurdumuzdaki kazı ve araĢtırmalar sürekli olarak artmaya baĢlamıĢtır. Daha önceki yıllarda Türk Tarih Kongrelerinde ve baĢka bilimsel toplantılarda verilen kazı sonuçlarına ait bildirilerin bir çatı altında toplanması düĢünülmüĢ, bu amaçla Türk ve yabancı bilim heyetleri tarafından ülkemizde yapılan kazı sonuçlarının bilim alemine sunulduğu ilk ―Kazı Sonuçları Sempozyumu‖ Eski Eserler ve 166 Müzeler Genel Müdürlüğü‘nce 12-16 ġubat 1979 tarihleri arasında Ankara‘da Türk Tarih Kurumu Konferans salonunda yapılmıĢtır. Daha sonraki yıllarda, araĢtırma ve arkeometri konularının da dahil edilmesiyle kapsamı geniĢleyen ve tam bir uluslar arası nitelik kazanan bu sempozyumlar her yıl periyodik olarak yapılır hale gelmiĢtir. 1980‘li yıllarda Eski Eserler ve Müzeler (daha sonra Anıtlar ve Müzeler) Genel Müzeler tarafından yurdun çeĢitli yerlerinde yapılan kurtarma kazılarının da gün geçtikçe arttığını görüyoruz. Bu kazılar genel olarak bilim âlemine pek fazla duyurulmuyordu. Söz konusu kazıların sonuçlarının da bildiriler halinde sunulması; hem o müzenin tanıtımı sağlayacak ve hem de kazıyı yapan müze uzmanlarını daha titiz çalıĢmaya teĢvik edecekti. Bu doğrultudaki, ilk ―Müze Kurtarma Kazıları Toplantısı‖ 16-20 Nisan 1991 tarihinde yine Ankara ‗da yapılmıĢ ve bu toplantılar her yıl yapılmaya baĢlanmıĢtır. Zaman içinde Kurtarma Kazıları Toplantısı ismi ―Müze ÇalıĢmaları Semineri‖ haline dönüĢmüĢtür. Gerek sempozyumlarda verilen bildiriler, gerek Müze Kurtarma Kazıları toplantısında verilen bildiriler kitap halinde yayınlanmaktadır. Daha önce bahsettiğimiz Maarif (Milli Eğitim) Ģuraları dıĢında ilk Milli Kültür ġurası 23–27 Ekim 1982 tarihleri arasında Ankara ‗da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi‘nde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenmiĢtir. Söz konusu Bakanlığın 27.5.1982 tarih ve ġur. Sek.302/3/A sayılı onayı ve ―T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı I.Milli Kültür ġurası ÇalıĢma Yönergesi‖ çerçevesinde yürütülen ġura, 23 Ekim 1982 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı Ġlhan Evliyaoğlu‘nun sunuĢ konuĢmasından sonra, Devlet BaĢkanı Orgeneral Kenan Evren‘in açıĢ konuĢmasıyla baĢlamıĢtır. AçılıĢ törenine 12 Eylül Dönemi Milli Güvenlik Kurulu Üyeleri, DanıĢma Meclisi BaĢkanı Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, BaĢbakan Bülent Ulusu, Bakanlar Kurulu Üyeleri, Yüksek Yargı Organları temsilcileri, DanıĢma Meclisi üyeleri, Askeri ve Mülki Erkan, ġura üyeleri ve diğer ilgililer katılmıĢlardır. ġura BaĢkanlığı Bakan Ġlhan Evliyaoğlu, MüsteĢar Kemal Gökçe, A.Adnan Saygun, Prof.Dr. Tahsin Özgüç, Doç.Dr. Sevim Kantarcıoğlu, Doç. Dr. Dursun Yıldırım‘dan; ġura sekretaryası da Erten Altaban, ġakir Çelik, ġebnem Altıok, Mustafa Doğan ve Handan Oralay‘dan oluĢturulmuĢtur. I.Milli Kültür ġurası‘nda genel olarak 15 konu ele alınmıĢtır. Bunlar: Genelde Kültür ve Temel Değerler, Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih, Müzik, Mimarlık ve Tarihi 167 Çevre, Sahne Sanatları, Plastik Sanatlar, Türk Süsleme Sanatları, Türk Halk Kültürü, Kütüphane Dökümantasyon-ArĢiv, Müze, Sinema, Yayın, Kültür Hizmetlerinin Organizasyonu, DıĢ Kültürel iliĢkiler ile Türk Kültürünün Ġç ve DıĢ Tanıtılması, Yayılması konularından ibaretti. Bu konuların görüĢülüp, tartıĢılması ve istiĢare nitelikteki raporların hazırlanması amacıyla 15 komisyon (çalıĢma grubu) oluĢturulmuĢtur. Bu komisyonlardan birisi de Müze Komisyonu idi, komisyon 23-24 Ekim 1982 tarihlerinde Dr.Nurettin Yardımcı‘nın baĢkanlığında, Prof.Dr. Cevdet Bayburtluoğlu, Prof.Dr. OluĢ Arık ve Nazın Tapan (Ölçer) in baĢkanlık divanı üyeliklerini oluĢturmasıyla çalıĢmalarını yapmıĢtır. Komisyon sözcülüğü görevi Prof. Dr. OluĢ Arık‘a, geçici sekreterlik görevi Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Osman Aksoy‘a verilmiĢtir. Müze komisyonunun hazırladığı rapora, soyadı sırasına göre; Prof. Dr.OluĢ Arık, Prof. Dr. Cevdet Bayburtluoğlu, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Eski Müdürü Necati Dolanbay, Prof. Dr. Refik Duru, Bodrum Müzesi eski Müdürü Haluk Elbe, Prof. Dr. Afif Erzen, Diyarbakır Müzesi Müdürü Necdet Ġnal, Prof. Dr. Baki Öğün, Prof. Dr. Günsel Renda, Ġstanbul Türk ve Ġslam Eserleri Müzesi Müdürü Nazan Tapan (Ölçer) , Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Raci Temizer, Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Osman Aksoy, EskiĢehir Müzesi eski Müdürü Dündar Tokgöz, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Sebahattin Türkoğlu ve Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü Dr.Nurettin Yardımcı imza koymuĢlardır. Müze Komisyonu raporu; komisyon sözcüsü Prof.Dr. OluĢ Arık tarafından Genel Kurul‘da okunmuĢ ve konuyla ilgili konuĢma ve tartıĢmalar yapılmıĢtır. Bu bölümde; Prof. Dr. Emin Baran, Mehmet Önder, Ord. Prof. Dr.Ekrem Akurgal, Yılmaz Özcan, Prof. Dr. Ömer Faruk Akün, Prof. Dr. Afet Ġnan, Özer Sezgin, Zekai Baloğlu, Prof. Dr. Nezih Eldem, Dr. Orhan Özkan, Doç. Dr.Galip Karagözoğlu, Öğretmen Albay Özdemir Akoğlu, Prof. Dr. Baki Öğün, Prof.Dr. OluĢ Arık ayrı ayrı söz alarak görüĢlerini belirtmiĢlerdir. Müze Komisyonunun hazırladığı rapor, giriĢ kısmı dıĢında altı ana baĢlık altında hazırlanmıĢtır. Bu baĢlıklar Ģu Ģekildedir; TeĢkilatlanma, Bütçe, Eğitim( a) Müzecilerin Eğitimi b) Müzede Eğitim), Koruma, AraĢtırma ve Yayın, Yeni Kurulacak Müzeler Hakkında Öneriler. Müze Komisyonundan baĢka, Mimarlık ve Tarihi Çevre Komisyonu ile Kültür Hizmetlerinin Organizasyonu Komisyonlarında da bazı müzeciler üye olarak görev almıĢlardır. 168 Birinci Milli Kültür ġurası Genel Kurul görüĢmeleri ile Komisyon raporları iki cilt kitap halinde yayınlanmıĢtır. Ġkinci Milli Kültür ġurası, birincisinden yedi yıl sonra, 5-8 Aralık 1989 tarihleri arasında yine Ankara ‘da düzenlenmiĢtir. Kültür Bakanlığı tarafından düzenlenen Ģuranın Milli Kütüphane‘deki açılıĢ törenine CumhurbaĢkanı Turgut Özal, Devlet Bakanı ve BaĢbakan Yardımcısı Ali Bozer, Bakanlar, Ankara Valisi, ġura Üyeleri ve öteki ilgililer katılmıĢtır. ġura etkinlikleri çerçevesinde bir de ÇağdaĢ Türk Sanatı Sergisi açılmıĢtır. Milli Kültür ġurası‗na davet edilen 137 kurum ve kuruluĢtan 112 temsilci Ģura çalıĢmalarına bizzat katılmıĢ ve bunlardan 72 ‗si bildiri sunmuĢtur. ġura ‗da özel olarak ortaya konulan görüĢ ve öneriler arasında, eski eserler ve müzecilik hakkında Ģu hususlar yer almıĢtır: —Yurt dıĢındaki Türk eserlerinin korunması konusunda DıĢiĢleri Bakanlığı ve ilgili ülkelerle iĢbirliğinde bulunulması, —Yurt içinde Kültür ve Tabiat Varlıklarının korunması tedbirlerinin alınması, —Kültür Bakanlığı olarak çevre bilincinin geliĢmesine gayret gösterilmesi, Ġstanbul, Bursa ve Edirne gibi Ģehirlerin ―Müze ġehri‖ olma özelliklerini muhafaza edecek tedbirlerin alınması, — Geleneksel Türk süsleme sanatıyla ilgili eserlerin bir araya getirileceği bir müzenin kurulması, bu sanatla ilgili kitap, broĢür, film ve videobantların hazırlanması, Milli sanatımız minyatürün asıl unsurlarının bozulmadan yaygınlaĢtırılması tedbirlerinin alınması, — Ankara‘da bir ―Milli Müze‖ ve ―Folklor Açık Hava Müzesi‖ kurulması, ayrıca ―Açık Hava Tarım Müzesi‖ ―Modern Sanat Müzesi‖ , ―YaĢayan El Sanatları Müzesi‖, ―Geleneksel Türk Süsleme Sanatı Müzesi‖ , ―Türk – Ġslam Eserleri Müzesi‖gibi müzelerin kurulması, ―Kendi müzeni kendin kur‖ kampanyasının baĢlatılması, etnografya müzelerinin çoğaltılması ve yaygınlaĢtırılması, müzelerimizin ve galerilerimizin çağdaĢ teknik ve anlaĢıĢla teĢhire kavuĢturulması. Ġkinci Milli Kültür ġurası Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek zamanında düzenlenmiĢtir. Cumhuriyetin 60. yılı tamamlanıp 61. yıla adım atıldığı zamanlarda müzelerin durumu ne idi? ġimdi ona bir göz atalım. Kültür Bakanlığı‘na bağlı müzeler ve ören yerlerinde bulunan taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının değiĢik metotlarla korunması ve onarılması 169 ile çağdaĢ korumacılığın yaygınlaĢtırılması amacıyla Cumhuriyetin 60. yılı olan 1983 yılında Ġstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez laboratuarı kurulmuĢtur. Buranın ilk Müdürü Ülkü Ġzmirli gil ‗dir. 1984 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘ne bağlı 84 müze müdürlüğü vardır. Bunlara bağlı 128 müzede toplam 2.080.082 adet eser bulunmaktadır. O yıl içerisinde müzelere 30.535 eserin giriĢi yapılmıĢtır. Müzeleri 7.205.235 kiĢi ziyaret etmiĢ, toplam 740 milyon tl‘nın üzerinde gelir sağlanmıĢtır. 1984 yılında en çok ziyaretçi çeken müzeler sırasıyla, Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi, Konya Müzeleri, Göreme Açıkhava Müzesi ve Efes Müzesi‘dir. Efes, NevĢehir, Bergama ve Milet Örenyerleri de en çok ziyaret edilen yerlerdendir. Ülkemizde 1984 yılına kadar 90 kentsel sit, 46 tarihi sit, 120 doğal sit, 547 arkeolojik sit olmak üzere 811 adet sit alanının ve 24.500 tek yapının, yetkili kurullarca tescili yapılmıĢtır. 1984 yılı sonuna kadar TaĢınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu‘nca alınan karar sayısı 1690, Ankara Bölge Kurulu‘nca 816, Ġstanbul Bölge Kurulu‘nca 1948, Ġzmir Bölge Kurulu‘nca 1053 olmak üzere toplam 5507‘dir. 1984 yılından itibaren Türk müzeleri artık ödül almaya baĢlamıĢlardır. Ġlk ödülü alan müzemiz Ġstanbul‘daki Türk ve Ġslam Eserleri Müzesi‘dir. Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu tarafından 1977 yılından beri müzecilik alanında baĢarılı bulunan müzelere verilmekte olan ödüller çerçevesinde; 1984 yılı Avrupa Konseyi yılın müzesi yarıĢmasında Ġstanbul Türk ve Ġslam Eserleri Müzesi Jüri Özel Ödülünü kazanmıĢtır. Bu yarıĢmaya 123 Avrupa Müzesi baĢvurmuĢ ve bunlardan ancak 12 ‗si en iyi müze değerlendirmesine alınmıĢtır. Bu yarıĢmanın ödülleri 25 Mart 1986 tarihinde Hollanda ‗da törenle dağıtılmıĢ ve bu törene Türk ve Ġslam Eserleri Müzesi Müdürü Nazan Ölçer katılmıĢtır. Ödül kazanan diğer müzelerimiz sırasıyla Ģöyledir:1987 yılı Avrupa Yılın Müzesi Jüri Özel Ödülü, Kayhan Dörtlük‘ün yönetimindeki Antalya Müzisi‘ne, 1992 yılı Avrupa Yılın Müzesi Jüri Özel Ödülü Dr.Alpay Pasinli yönetimindeki Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri‘ne, 1995 yılı Avrupa Yılın Müzesi Jüri Özel Ödülü Oğuz Alpözen ‗in yönetimindeki Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi‘ne, 1997 yılı Avrupa Yılın Müzesi, Büyük Ödülü Ġlhan Temizsoy yönetimindeki Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi‘ne verilmiĢtir. 170 Müzelerimizin yavaĢ yavaĢ ödül alır duruma gelmeleri onur vericidir. Yukarıda verdiğimiz isiler muhakkak ki birer semboldür. Ödül alan müzelerimizin, tek tek tüm çalıĢanları ile o müzelerin o hale gelmesi için canla baĢla çaba sarfetmiĢ olan gelmiĢ geçmiĢ müzecilerimizin de, verilen bu ödüllerde hakları olduğunu inkar etmemiz olanaksızdır. Osmanlı Ġmparatorluğu zamanında yoğun olarak yapıldığını gördüğümüz eski eser kaçakçılığı; alınan tüm yasal ve idari önlemlere rağmen Cumhuriyet devrinde de sürüp gitmiĢtir. Yurdumuzun dört bir yanında müzelerin kurulmasına ve müzelerin bulunduğu bölgelerin kısmen disiplin altına alınmasına rağmen; halkımızın kültür varlıklarının korunması konusunda tam olarak bilinçlenememesi, kültür düzeyinin yeterli olmaması, kültür varlıklarına karĢı olan talep ve arz prensibi, yurdumuzda yaĢanan ekonomik sıkıntılar, eski eserlerin yurt dıĢında daha iyi para edeceği düĢüncesi, ülkemize gelen turist sayısının hızla artması, milyonlarca vatandaĢımızın yurt dıĢına çalıĢmak üzere gidiĢi, ülkemizin, kaçakçılar tarafından da transit geçiĢ yolu olarak kullanılıyor olması gibi nedenlerle eski eser kaçakçılığı ve kaçak kazılar bu dönemde de devam etmiĢtir. Ama artık, Bergama Sunağı ve Millet‘in anıtsal kapısı gibi büyük mimari anıtların götürülmesi devri kapanmıĢtır. Bu çağda kaçırılan kültür varlıkları; mermer kabartma ve heykeller, piĢmiĢ toprak figürinler, idoller, heykelcikler, camdan yapılmıĢ gözyaĢı ĢiĢeleri ve diğer eĢya, madeni heykelcikler,kap kacak, kemir vb.. piĢmiĢ toprak kap kacak gibi küçük eserlerden oluĢuyordu. Fakat bunların dıĢında kaçakçılığın en fazla yoğunlaĢtığı eser grubunu, taĢıma kolaylığı dolayısıyla sikkeler teĢkil ediyordu. Cumhuriyet döneminde ülkemiz dıĢına kaçırılan kültür varlıkları hakkında rasgele örnekler verecek olursak; Dorak Hazinesi, Lidya Eserleri (Karun Hazinesi, Burdur-Bucak-Cremna eserleri, Düzce civarında bulunan Çini Ġkonalar, Fethiye‘deki Kadyanda (Üzümlü ) eserleri, Horoztepe eserleri, Antalya – Kumluca Ġlçesindeki Corydalla ‗da 1962 yılında bulunup Amerika‘ya kaçırılan Bizans Definesi, Balıkesir Erdek-Kyzikos‘tan kaçırılan arkaik kadın baĢı, Burdur-Gölhisar ilçesindeki Bubon Ģehri eserleri, Ġçel-Gilindire-Kelenderis eserleri, Doğu Anadolu ve Van çevresinden kaçırılan Urartu eserleri ve özellikle bronz eserler, Antakya Mermer Ġkonaları, Büyükçekmece definesi, Merzifon Oymaağaç Höyüğü eserleri, Konya Karapınar höyüğü eserleri, Perge eserleri sayılabilir. 171 Bursa ‗da Apolyont (Ulubat) Gölü kıyısındaki bir kayalıkta 1955–1956 yıllarında ortaya çıkarılıp yurtdıĢına kaçırılan ve erken bronz çağına tarihlenen Dorak Hazinesi‘nin kaçırılması olayına, Çatalhöyük‘ün de hafiri olan Ġngiliz James Mellaart‘ın ismi karıĢmıĢtır. Ülkemizden kaçırılan kültür varlıklarının izlenmesi, kaçakçılığa karĢı önlem alınması ve kaçırılan eserlerin geri alınması için mücadele etme konusunda, müzecilik tarihimizde ilk ve en ünlü örnek Schliemann tarafından kaçırılan Troya hazinesi olayında karĢımıza çıkmaktadır. Troya Hazinesi‘nin kaçırıldığının öğrenilmesinden sonra, Osmanlı Hükümeti‘nin Schliemann aleyhine Atina Mahkemesi‘nde dava açması, devletin kaçakçılığa karĢı yaptığı ilk hukuki mücadeledir. Tarihler, bu davanın, Osmanlı Hükümeti ile hafir arasında parasal tazminat karĢılığında yapılan bur anlaĢma sonucunda kapandığını yazmalarına ve eserlerin de geri getirilememesine rağmen, açılan bu dava eski eserlere sahip çıkılması hususunda bilinçli bir baĢlangıçtır. ġimdi, Cumhuriyet‘ten sonra ülkemizden kaçırılan kültür varlıklarının, yeniden ülkemize kazandırılması konusunda örnekler vermeye çalıĢalım. ÇeĢitli mübadelelerle ülkemizi terk edip Yunanistan‘a göç eden Rumların, Niğde yakınlarındaki Andaval Kilisesi‘nden sökerek kaçırdıkları ve üzerinde Hitit hiyeroglifi ile Nahita (Niğde) adı bulunan yazıt Yunanistan‘dan Cerablus (KargamıĢ)‘dan Suriye‘ye kaçırılan Hitit kabartmaları ise Suriye‘den satın alınarak müzelerimize mal edilmiĢtir. Üye ülkelerin uymaları gereken Uluslar arası anlaĢmalardan da güç alan Türkiye 1980 ‗li 1990‘lı yıllarda kaçırılan eski eserlerin peĢine düĢme konusunda daha yoğun çaba harcamaya baĢlamıĢ ve müzeler genel müdürlüğü merkez örgütünde bir Kaçakçılık ve Ġstihbarat Birimi kurulmuĢtur. Bu çalıĢmalar kapsamında, yurt dıĢında tespit edilen Anadolu kökenli kültür varlıkları, kâh hukuki yollarla, kâh diplomatik giriĢimlerle ülkemize geri getirilmiĢtir. ġimdi, bu çerçevedeki örneklerimizi verelim. 13.12.1976 tarihinde Aydın Ġli Karacasu Ġlçesi, Geyre bucağı Afrodisias Müzesi‘nden çalınan 8 eserden 6 tanesi A.B.D.‘de bulunarak 1980 yılında; Antalya Perge‘den kaçırılan ve M.S. 2.yy.‘a tarihlenen Herakles Lahdi‘ne ait bir parça A.B.D.nin Los Angeles kentindeki Paul Getty Müzesi‘nden 1981 yılında; 1974 yılında Selçuk –Efes Müzesi‘nden çalınan ve Metropolitan Museum Of 172 Art‘da sergilenmekte olan, daha sonra Cenevre‘de Avukat Roger Budin‘e teslim edilen M.Ö.6.yy.‘a ait Vazo 1982 yılında ülkemize geri getirilmiĢtir. Daha önceki sayfalarda da belirtildiği gibi 1906- 1912 yılları arasında Alman arkeologlarınca Boğazköy‘de yapılan kazılarda bulunan Boğazköy (HattuĢaĢ) çivi yazılı tabletleri 1915–1917 seneleri arasında temizlenmek ve okunmak gerekçesiyle ve devlet izniyle Almanya‘ya götürülmüĢtür. Bu tabletlerin iadesine 1924 yılında baĢlanmıĢ, 1942 yılına kadar 2943 tablet ile bir sfenks(Boğazköy Yerkapı‘da bulunan diğer bir sfenks Berlin Müzesi‘nden 2010 yılından sonra ülkemize geri getirilmiĢtir.) Geri kalan 7400 çivi yazılı tablet Türkiye‘nin yoğun çabaları sonucunda 1987 yılında ülkemize iade edilmiĢtir. Bahsettiğimiz bu son örnek, bir kaçakçılık olayı değildir. Ama Ģuna da Ģüphe yok ki, adı geçen eserler, üzerine düĢülmemiĢ olsaydı, Almanlar tarafından hiçbir zaman kendiliğinden ülkemize geri verilmeyecekti. 1966–1968 yılları arasında, UĢak Ġli civarında bulunan Lidya kültürüne ait tümülüslerde ve özellikle, UĢak Ġkiztepe Tümülüsü‘nde yapılan kaçak kazılar sonucunda Lidya uygarlığına ait pek çok eser çıkarılmıĢ ve yasa dıĢı yollarla yurt dıĢına kaçırılmıĢtır. Bu eserlerin büyük bir kısmının, New York Metropolitan Museum of Art (MET)a satıldığının ve bu müzede bulunduğunun öğrenilmesinden sonra, Anadolu kökenli Lidya sanatına ait bu eserlerin ülkemize iadesi amacıyla Türk Hükümeti tarafından 29 Mayıs 1987 tarihinde bu müze aleyhine New York Federal Mahkeme‘de dava açılmıĢtır. Adı geçen müze, Türkiye‘nin dava açma konusunda ihmali bulunduğu ve olayın zaman aĢımına uğradığı gerekçesiyle davanın reddini istemiĢtir. Halbuki kaçırılan eserler 18 yıl müzenin kasalarında saklanmıĢtı. Bunu dikkate alan mahkeme, verdiği ara kararla müzenin isteğini reddetmiĢ ve müzenin gizli kasalarında bulunan eserlerin de Türk uzmanlarca incelenmesine müsaade etmiĢtir. Kasalardaki eserlerin, Anadolu‘dan giden Lidya eserleri olduğunun kanıtlanması amacıyla 1991 yılında MET Müzesine giden bilimsel heyet 1992 yılında raporunu mahkemeye sunmuĢtur. Lehimize seyretmekte olan davanın aleyhlerinde geliĢmesinden dolayı, müze yetkilileri 1993 yılında eserleri geri vermeyi önermiĢlerdir. 1993 yılı içerisinde MET Müzesi yetkilileriyle yapılan ikili anlaĢma sonucu, mahkeme sonucu beklenmeksizin davadan vazgeçilerek ―Karun Hazinesi‖ adı verilen 363 parçadan 173 ibaret Lidya Hazinesi 23.10.1993 tarihinde ülkemize geri getirilmiĢ ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi‘ne teslim edilmiĢtir. M.Ö. 700–300 yıllarına tarihlenen Karun Hazinesi‘ne ait eserler 19.11.1993 tarihinde adı geçen müzede düzenlenen bir tanıtım gecesi ile ziyarete açılmıĢtır. Söz konusu eserler daha sonra esas yurdu olan UĢak‘ a dönmüĢ ve UĢak Müzesi‘ne teslim edilmiĢtir. Antalya Ġli Kumluca ilçesi yakınlarında yapılan kaçak kazılarda ortaya çıkarılan erken Bizans çağına ait eserler 1963 yılında yurt dıĢına kaçırılmıĢtır. Corydalla Ģehrine ait ve M.S. yy.‘a tarihlenen gümüĢ eserlerden oluĢan bu Bizans definesinin bir kısmının ABD.‘ndeki Bizans Sanatı Enstitüsü (Dumbarton Oaks Müzisi) ne satıldığı ve bu müzede bulunduğu 1967 yılında yayınlanan kataloglardan anlaĢılmıĢtır. Yine Antalya‘nın Elmalı Ġlçesi Bayındır köyünde 1984 yılında yapılan kaçak kazılar sonucunda ele geçen M.Ö.5.yy‘a ait 1900 adet civarındaki sikkenin büyük bir bölümünün yurt dıĢına kaçırıldığı tespit edilmiĢ, daha sonraki yıllarda bu sikkelerden 10 adedinin Los Angeles‘da, 3 adedinin Zürih‘de, 12 adedinin de Münich‘de satılmak üzere müzayedeye çıkarıldığı belirlenmiĢ ve giriĢimler sonucu yurdumuza iadesi sağlanmıĢtır. Geri kalanları satın aldığı öğrenilen, William Koch‘unda dahil olduğu OKS Partners ġirketi‘ne 1989 yılında dava açılmıĢtır. Elmalı Sikkeleri‘nin A.B.D.‘nde bulunduğunu belgeleyen, Metropolitan Müzesi aleyhine açılan davayı destekleyen ve yurtdıĢına yapılan eski eser kaçakçılığına karĢı gönüllü olarak mücadele eden ve kaçırılan eserleri tespit etmeye çalıĢan gazeteci–yazar Özgen Acar 1989 yılında, yılın fahri müzecisi seçilmiĢ ve kendisine bir Ģilt verilmiĢtir. ÇeĢitli aĢamalardan geçerek 1998 yılına kadar uzayan dava, yapılan çalıĢmalar ve görüĢmeler sonucunda tarafların ikili anlaĢmasıyla son bulmuĢtur. Buna göre, davadan vazgeçilerek, Elmalı Definesi‘ne ait 1661 adet sikkenin ülkemize iadesiyle ilgili anlaĢma 1 ġubat 1999 tarihinde Kültür Bakanı Ġstemihan Talay tarafından imzalanmıĢtır. Sikkelerin ülkemize teslim çalıĢmaları için Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Ġlhan Temizsoy ve arkeolog Tevfik Göktürk 20 Nisan 1999 tarihinde New York ‗a gitmiĢler ve söz konusu sikkeler 28 Nisan 1999 tarihinde Kültür Bakanı Ġstemihan Talay tarafından teslim alınarak Ankara‗ya getirilmiĢtir. 174 Elmalı Definesi Sikkeleri Anadolu Medeniyetleri Müzesi‘nde (geçici olmak kaydıyla ) 30 Nisan 1999 tarihinde açılan bir sergiyle basının ve halkın ilgisine sunulmuĢtur. Sergi dolayısıyla yapılan törende Özgen Acar‘a tekrar bir teĢekkür plaketi verilmiĢtir. Nemrut Dağı Tümülüsü‘ne ait bir eser parçası da 1991 yılında Türkiye‗ye getirilmiĢtir. Almanya‘nın Münster Arkeoloji Müzesi‘ nde düzenlenen ―Nemrut Dağı–Jeofizik AraĢtırmaları Sergisi‘nde bulunan ve yasadıĢı yollardan Almanya‘ya gittiği anlaĢılan, Nemrut Dağı Tümülüsü‘nün batı terasındaki selamlaĢma sahnelerinden M.Ö. I.yy.‘a tarihlenen Antiokhıs Herakles Stelin ‘deki kırık olan Antiokhos‘un kabartma baĢ kısmına ait bir parça Prof.Dr. Sencer ġahin‗in çabası ve yardımıyla ülkemize kazandırılarak 26.12.1991 tarihinde teslim alınmıĢ ve Adıyaman Müzesi teĢhire açılıncaya kadar kaydıyla, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi‘nde sergilenmiĢtir. Bursa Muradiye – Osmanlı Evi Müzesi‘nden 22 Haziran 1989 tarihinde çalınan iki Osmanlı tombak Ģamdanlarından birini 24 Nisan 1991‘de Londra Sotheby‘ müzayedesinde satıĢa sunulduğu, diğerinin de aynı firmada olduğu belirlenmiĢ ve bu eserler giriĢimler sonucu yurda getirilmiĢtir. Türkiye ayrıca, çeĢitli müzayedelerde satıĢa sunulan ülkemiz çıkıĢlı eserleri de satın almaktadır. Bu kapsamda; Londra Christie‘s müzayede firmasından 15.12.1988 tarihinde bir Boğazköy tableti, 8-9.11.1989 tarihinde Paris ―Ġslam Sanatı Müzayedesi‖ nden 17 yy. tombak ibrik, 19.yy. tombak saleplik, 16.yy. Ġznik tabağı, aynı müzayedenin 6.4.1990 tarihindeki satıĢından Aivazowski imzalı tablo, Mehmet Nuri imzalı elyazması Kur ‘an –ı Kerim, Tophane Pipo, Ġbadullah imzalı yazı levhası, Londra‘daki Christie‘s firmasının ―Ġslam Sanatı Müzayedesi‖nden 26.4.1990 tarihinde Minyatür ve Kur ‘an-ı Kerim satın alınarak müzelere teslim edilmiĢtir. 1985-1986 yılları arasında, Antalya yöresinde ortaya çıkarılarak yurt dıĢına kaçırılan M.S.2.yy.‘dan kalma mermer Girlantlı lahtin A.B.D. nde Brooklyn Müzesi‘nde geçici olarak sergilendiği tespit edilmiĢ ve yapılan giriĢimler sayesinde 14.4.1994 tarihinde ülkemize iadesi sağlanmıĢtır. M.S. 2 yy. Roma Dönemi‘ne ait bir firiz bloğunun New York ‘daki Fortuna Fine Arts Galerisi‘nde satıĢa sunulduğunun öğrenilmesinden sonra, yapılan incelemede, bunun 1984 yılı Afrodisias kazılarında bulunup yurt dıĢına kaçırılan eser olduğu anlaĢılmıĢ ve 14.8.1994 tarihinde ülkemize geri getirilmiĢtir. 175 Yine yasadıĢı yollarla ülkemiz dıĢına çıkarılıp A.B.D.‘ne kaçırılan Marsyas heykelinin Türkiye‘den götürüldüğünün ispatlanması üzerine, bu heykel ve ülkemize hibe edilen Gemici Feneri, Afrodisias eserleriyle birlikte 14 Ağustos 1994 tarihinde Türkiye‘ye getirilmiĢtir. Maryas heykeli, M.Ö.200 yıllarında yapılmıĢ bir heykelin Roma Çağı kopyasıdır ve 1987 yılında Manisa Ġli, Sarıgöl Ġlçesi, Bağlıca köyünde yapılan kaçak kazıda bulunmuĢtur. Bu eser, A.B.D.‘ndeki Atlantis adlı galeride örülüp tespit edilmiĢtir. Aydın–Afrodisias kazı evinin bahçesinde bulunmakta iken, 14.4.1993 tarihinde çalınarak yurt dıĢına kaçırılan M.S.1.yy.‘a ait Meleagros baĢı heykelinin A.B.D.‘nde New York Fortuna Fine Arts Galerisi‘nde sergilendiği öğrenilmiĢtir. Yapılan giriĢimler ve FBI‘ın katkıları sonucunda söz konusu eser 24.1.1995 tarihinde yurdumuza geri getirilmiĢtir. Yine, Ġzmir Müzesi bahçesinde sergilenmekteyken 28.2.1994 tarihinde çalınarak yurt dıĢına kaçırılan Roma dönemine ait bir kadın heykelinin durumu uluslar arası polis teĢkilatı ―Ġnterpol‖ e bildirilmiĢtir. Ġsviçre ‗de bulunduğu tespit edilen eser, interpol tarafından bir operasyonla ele geçirilerek 17.11.1995 tarihinde ülkemize iade edilmiĢtir. Roma dönemine ait bir Mermek Torso‘nun, Balıkesir Ġli, Erdek Ġlçesi Açıkhava Müzesi‘nde dururken kaybolduğu görülmüĢtür. Çalınarak yurt dıĢına kaçırıldığı sonradan anlaĢılan bu eserin, New York‘ta Ġngiliz Sothebys Müzayede Firması‘nca düzenlenecek bir müzayedenin kataloğunda yer aldığı tespit edilmiĢtir. Yapılan giriĢimler ve ikili görüĢmeler sonucunda adı geçen eser 23.11.1995 tarihinde ülkemize geri getirilmiĢtir. Eski eser kaçakçıları, halkımızın kutsal kabul ettiği ve ibadet yeri olarak kullandığı camilerimizdeki kültür varlıklarına da el atmaktan geri kalmamıĢlardır. Bunlar, taĢınabilir küük eserler (Halılar, Kur‘an–Kerimler, El Yazması Levhalar, ġamdanlar, Kandiller vb.) olabileceği gibi, duvarlardan ancak sökülerek çıkartılabilecek çiniler de olabilmektedir. Sökülerek götürülen eserlere bir örnek; Ġzmir Ġli, ÖdemiĢ Ġlçesi, Birgi Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi‘nin 1320 yılına tarihlenen Minber kapısıdır. Ġnce ağaç oyma iĢçiliğinin Ģaheserlerinden biri olan bu eser 15.5.1993 tarihinde çalınmıĢtır. Londra‘da bulunduğu tespit edilen ve Ġnterpol tarafından gerçekleĢtirilen bir operasyonla ele geçirilen 700 yıllık bu eser, 11.11.1995 176 tarihinde Türkiye‘ye iade edilmiĢ ve Kültür Bakanı‘nın da katıldığı bir törenle yerine takılmıĢtır. Kapı iki kanat halindedir. 1980 yılında Perge Harabeleri‘nde yapılan bilimsel kazılar sonucu, bir Herakles heykelinin alt kısmı bulunmuĢ ve sergilenmek üzere Antalya Müzesi‘ne konulmuĢtur. Heykelin üst kısmının A.B.D.‘nin Boston Museum of Fine Arts ve Shelby White – Leon Levy adlı koleksiyonerlerin mülkiyetinde olduğu, geçici olarak Metropolitan Museum of Art‘da sergilendiği ―Glorios of the Past‖ isimli kataloğun yayınlanması üzerine öğrenilmiĢtir. Antalya Müzesi‘nde korunan heykelin alt kısmının mülajı çıkarılarak 1991 yılında New York BaĢkonsolosluğumuza gönderilmiĢ ve yapılan denemeler sonucunda, Prof.Dr. Jale Ġnan‘ın da yardımıyla, mülajın heykelin üst parçasıyla uyum gösterdiği görülmüĢ ve böylece parçaların birbirine ait olduğu ispat edilmiĢtir. Heykelin üst yarısını ellerine bulunduran Leon Levy ve Shelby White adlı koleksiyoncuların eseri geri vermeyi kabul etmemeleri nedeniyle 18.12.1995 tarihinde haklarında resmen dava açılmıĢtır. Antik Efes Ģehri kalıntılarından 1965 yılında çalınarak yurt dıĢına kaçırılan mermer kadın baĢı heykelinden uzun yıllar haber alınamamıĢtır. Efes heykelleri üzerinde yayın çalıĢması yapan Dr.Maria Auenhammer, bu çalıĢması sırasında, söz konusu heykel baĢının Ġsviçre‘nin Basel Eski Eserler Müzesi‘nde olduğunu tespit etmiĢtir. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü BaĢkanı Fritz Krinzinger‘in adı geçen müzenin müdürü ve öteki yetkililerle yaptığı görüĢmeler olumlu sonuç vermiĢ ve eser 24.10.1997 tarihinde Krinzinger‘e teslim edilmiĢtir. Daha sonra Avusturya Arkeoloji Enstitüsü‘nce 22.12.1997 tarihinde Viyana Kültür MüĢavirimize verilen eser, 26.12.1997 tarihinde MüĢavirimizce Türkiye‘ye getirilmiĢ ve Efes Müzesi‘ne teslim edilmiĢtir. Ġznik ‘te bulunarak yurt dıĢına çıkarılan bir kurĢun mühürün, merkezi A.B.D.‘nde bulunan ―Classıcal Humismatic Grup‖ tarafından 23 Aralık 1997 tarihinde New York‘ta yapılacak olan bir müzayedede satıĢa çıkarılacağının öğrenilmesi üzerine, durum New York BaĢkonsolosluğu‘na bildirilmiĢtir. KurĢun mühürün müzayededeki satıĢtan çekilmesi için BaĢkonsolosluğumuzca gerekli giriĢimler yapılmasına rağmen, zaman yetersizliği nedeniyle bu giriĢimden olumlu bir sonuç alınamamıĢtır. 177 Ama buna rağmen, KĠSKA inĢaat ġirketi‘nin New York‘daki temsilcisi Erden Arkan söz konusu eseri müzayedede satın almıĢ ve ülkemize bağıĢlanan mühür 1977 yılı aralık ayı sonunda Türkiye‘ye getirilmiĢtir. Yine ABD‘nin New York kentinde Sothebys Müzayede Firması tarafından 19–27 ġubat 1998 tarihlerinde düzenlenen baĢka bir müzayede de, York Dükü ve DüĢesi‘ne ait eĢyalar satıĢa sunulmuĢtur. Buradaki eserler arasında bulunan ve Atatürk tarafından Ġngiltere Kralı VII. Edward‘a hediye edilmiĢ olan gümüĢ sigara tabakası, parası devletimiz tarafından ödenmek üzere BaĢkonsolosluğumuz adına müzayedede katılan KĠSKA ĠnĢaat ġirketi New York temsilciliğinden bir yetkili tarafından satın alınmıĢ ve bir kurye ile Türkiye ‗ye getirilmiĢtir. DıĢiĢleri Bakanlığı ‗ndan 26.3.1998 tarihinde Kültür Bakanlığı‘nca teslim alınan gümüĢ tabaka Ankara Anıtkabir Müzesi‘ne teslim edilmek üzere KurtuluĢ SavaĢı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürlüğü‘nde emanete alınmıĢtır. Paris‗te Drouot Richelieu Müzayede Salonu‘nda 6 Nisan 1998 tarihinde bir müzayede yapılacağı ve bu müzayedede Sultan II. Abdülhamit‘e ait iki adet devlet mühürünün de satılacağı tarihçi ve gazeteci Murat Bardakçı tarafından kamuoyuna duyurulmuĢtur. Bunun üzerine müzayedeye katılan Türk iĢadamları Erdem Holding Yönetim Kurulu BaĢkanı Zeynel ağabeydin Erdem ve BaĢkan Yardımcısı Mehmet Nezih Erdem 538,962 Fransız Frangı karĢılığında mühürleri satın alarak Topkapı Sarayı Müzesi‘ne armağan etmiĢlerdir. Sedef saplı ve som altından yapılmıĢ mühürlerin teslim törenine Kültür Bakanı Ġstemihan Talay ile birlikte Sultan Abdülhamit‘in torununun çocukları Nurhan Adile ve Ayten Osmanoğlu da katılmıĢ; törende Erdem kardeĢlere ve Murat Bardakçı‘ya birer teĢekkür plaketi verilmiĢtir. Basında çıkan haberler üzerine, söz konusu mühürler ve müzedeki öteki mühürlerle ilgili olarak Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü‘nden rapor istenilmiĢ, hazırlanan raporda; mühürlerin resmi mühür olmadıkları, Ģahsi mühürler olduğu, yanlıĢlığın kataloğu hazırlayan müzayede firmasına ait olduğu, bu nedenle satın alan kiĢilerin bu durumdan haberdar olmadığı belirtilmiĢtir. Raporda ayrıca, müzede Sultan II. Abdülhamit‘e ait 15 adet mühürün bulunduğu, bunlardan 14 adedinin saray hazinesinden teslim alınan, birinin ise bağıĢ olarak alınan mühürler olduğu ifade edilmiĢtir. 178 Antalya–Perge ören yerinde ortaya çıkarılan ve bugün Antalya Müzesi‘nde sergilenmekte olan kabartmalı mermer Herakles Lahdi‘nin kabartmaları 1980 ‗li yıllarda parçalar halinde kırılarak yurt dıĢına kaçırılmak istenmiĢ ve bunlardan dördü yurtdıĢına kaçırılmıĢ idi. Bu parçalardan biri ABD‘li milyarder Paul Getty‘nin koleksiyonunda ortaya çıkmıĢ ve giriĢimler sonucu ülkemize getirilmiĢtir. Almanya‘nın Dusseldorf kentinde bulunan Henkel KgaA Ģirketinin bünyesindeki Türk Henkel A.ġ. Henkel‘in 1997 yılında satın aldığı Hans Schwarzkopf GmbH and CO. KG.firması koleksiyonuna 1984 yılında satın alınan lahit parçalarının Perge- Herakles Lahiti‘ne ait olabileceğinin tahmin edildiğini ve bunun yetkili uzmanlarca ispat edilmesi halinde, parçaların Türkiye‘ye iade edilmek istendiğini 26.1.1998 tarihinde resmen bildirmiĢtir. Bunun üzerine, Antalya Müze Müdürlüğü‘nden bir uzman 26 Mart 1998 tarihinde Hamburg‘a gönderilmiĢ, parçaların Herakles Lahdi‘ne ait olduğu kesin olarak anlaĢıldıktan sonra, 6 Mart tarihinde Ġstanbul‘a getirilmiĢtir. Lahite ait kabartalı iki mermer parça 27 Mayıs 1998 tarihinde Ġstanbul‘da düzenlenen bir törenle Henkel Grubu Yönetim Kurulu BaĢkanı H.D.Winkhaus tarafından TBMM BaĢkanı Hikmet Çetin‘e teslim edilmiĢtir. Törene CHP Lideri ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve ĠĢadamı Rahmi Koç‘ta katılmıĢtır. Kabartmalar 28 Mayıs 1998 tarihinde Antalya Müzesi‘ne getirilmiĢtir. Avusturya ‗nın Dorotheum Ģehrinde 22.4.1997 tarihinde yapılan bir müzayedede, Anadolu kökenli bir eserin de (Üçlü Hekate Heykeli ) satılacağı önceden haber alınmıĢ ve Avusturya Büyükelçiliğimizin giriĢimiyle satıĢ durdurulmuĢtur. Almanya‘da yaĢayan Mehmet Türküncü adlı bir vatandaĢımıza ait olan eser, mahkeme kararı gereğince adı geçene verilmemiĢtir. Belirtilen eserin yurda getirilmesi için gerekli çalıĢmalar yapılmaktadır. Gaziantep Ġli, Nizip Ġlçesi, Belkıs köyünde bulunan Zeugma Örenyerinde ortaya çıkan mozayiklerden iki parçasının yurt dıĢına kaçırıldığının öğrenilmesinden sonra, 1993 yılında bu eserlerin A.B.D.‘nin Houston‘daki Rice Üniversitesi Menil Koleksiyonu (Müzesi) nde bulunduğu haber alınmıĢtır. Türk ve yabancı uzmanların incelenmesinden sonra verilen raporlarla, sözkonusu eserlerin Anadolu‘dan gittiği ispat edilmiĢtir. Menil Müzesi Kuratörü Dr.Bernard Davezac da ayrıca incelemelerde bulunmak üzere 1997 yılı eylülünde Gaziantep‘e gitmiĢtir. Eserlerin yurda getirilmesi için gerekli giriĢimler sürmektedir. 179 ÇeĢitli araĢtırmalar ve değiĢik katalogların incelenmesiyle ülkemizden gitmiĢ eski eserlerin nerelerde bulunduğu tespit edilmeye çalıĢılmaktadır. Bu kapsamda, Cizre‘deki Ulu Cami‘nin kapısından sökülüp götürülen ejder kabartmalı meĢhur kapı tokmağının, AkĢehir Seydi Mahmut Hayranı Türbesi‘ne ait sandukanın, Ġstanbul Nuruosmaniye Yazma Eserler Kütüphanesi‘nde 27 envater numarasıyla kayıtlı Kur‘an – ı Kerim‘den çalınan elyazması 62 sayfanın, Diyarbakır Müzesi‘nden kaybolan Sfenks figürininin Danikarka ‗daki Özel ―David Ġslam Sanatı Koleksiyonu‖ (Müzesi)nde olduğu öğrenilmiĢ ve sözkonusu eserlerin ülkemize iadesi istenilmiĢtir. Daha önce de belirttiğimiz gibi kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili kaçakçılığı önleme çalıĢmaları Müzeler Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulu kaçakçılık ve istihbarat birimi tarafından yürütülmektedir. Bu çalıĢmalar çerçevesinde, çalınan ve kaçırılan varlıkların fotograflı envanter bilgileri özel ve resmi tüm müzelere, koleksiyonculara, eski eser ticareti bilgileri özel ve resmi tüm müzelere, koleksiyonculara, eski eser ticareti yapanlara, müzayede firmalarına, yurt dıĢına çıkarılmasının önlenmesi amacıyla Gümrük MüsteĢarlığı kanalıyla tüm gümrük kapılarına, DıĢiĢleri Bakanlığı kanalıyla yurt dıĢı temsilciliklerimize, ĠçiĢleri Bakanlığı ve Ġnterpol Dairesi ‗ne gönderilerek çok yönlü bir araĢtırma ve denetim sayesinde eserlerin izlenmesi sağlanmaktıdır. Arkeoloji ve sanat tarihi konularını içeren yayınlarla, çeĢitli kanallardan temin edilen kataloglar incelenerek ve varlıklarımızın bir encanterinin taranarak çıkarılması yurt dıĢında da ayrı bir bulunan kültür çalıĢma olarak sürdürülmektedir. Ülkemizdeki korunması gerekli, gerek taĢınır, gerekse taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması, kaçakçılığının ve tahribinin önlenmesi amacıyla Kültür Bakanlığı‘nca çok yönlü çalıĢmalar yapılmaktadır. Bu amacın gerçekleĢtirilmesinde en önemli faktörlerin eğitim ve bilinçlendirme olduğu göz önüne alınarak, kamu kurum ve kuruluĢlarına yönelik eğitim seminerleri düzenlenmesi planlanmıĢtır. BeĢ yıllık olarak planlanan ve senede iki defa periyodik olarak yapılan bu seminerlerden ilki 17–21 Kasım 1986 tarihinde Ankara‘da gerçekleĢtirilmiĢ ve 1990 ‗lı yıllara kadar her sene ilkbahar ve sonbahar aylarında birer hafta olarak sistemli bir Ģekilde sürdürülmüĢtür. Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü bünyesinde yapılmakta olan bu eğitim çalıĢmaları 1992 yılından itibaren müze müdürlüklerine kaydırılmıĢtır. Bu 180 çalıĢmalar kapsamında müze müdürlükleri tarafından, il güvenlik mensuplarının, örenyerlerinde ve yakın çevresinde oturan vatandaĢlarımızın, illerdeki ilk ve orta dereceli okul öğrencilerinin bilgilendirilmesi de sağlanmaktadır. Türkiye ‘de müzecilikle ilgili konular ve sorunlar çeĢitli zaman ve zeminlerde birçok kereler konuĢulup görüĢüldüğü halde, sempozyum kapsamındaki ilk toplantı 14–15 Ekim 1993 tarihlerinde, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı himayesinde, Deniz Müzesi Komutanlığı‘nca, Ġstanbul ‘daki müzeler ile, ilgili kuruluĢların katılımıyla Kuzey Deniz Saha Komutanlığı‘nda ―I.Müzecilik Sempozyumu‖ adı altında düzenlenmiĢtir. Müzecilik ve sorunlarının konuĢulup görüĢüldüğü bu sempozyumda verilen bildiriler Deniz Müzesi Komutanlığı‘nca bir kitap haline getirilmiĢtir. Müzecilik açısından muhakkak ki son derece yararlı olan bu ilk sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçen birkaç ismi burada anmakta fayda vardır. O tarihlerde Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Salim DerviĢoğlu idi. Demiz Kıdemli Albay Ahmet Denizci Deniz Müzesi Komutanı, Deniz Kıdemli BinbaĢı Faik Celep Deniz Müzesi Komutanlığı Müzecilik ġube Müdürü, Deniz YüzbaĢı Haldun Apak Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Basın Yayın ve Müze ġubesi Müdürü olarak görevli idiler. Ġkinci müzecilik sempozyumu, seminer olarak isimlendirilmiĢtir. Müzeciliğin çeĢitli boyutlarının ve sorunlarının ele alındığı ve çok sayıda müzeci, araĢtırmacı ve öğretim üyesinin katıldığı ―II. Müzecilik Semineri‖ 19–23 Eylül 1994 tarihleri arasında bu defa Ġstanbul ‗da Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı‘nca düzenlenmiĢtir. Askeri müze tarafından, bir kitap haline getirilen değerli bildirilerin sunulduğu bu seminerde, baĢta Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanı P.Kd. Albay ġevket Keskin olmak üzere, müzenin öteki kıymetli uzmanları ve personeli ev sahipliği yapmıĢtır. 1996 yılı Türk müzeciliğinin 150. yılı idi. 150. yıl münasebetiyle Kültür Bakanlığı‘na bağlı müzeler ile diğer müzelerde kutlamalar yapılmıĢtır. Bu müzelerin baĢında Ankara ve Ġstanbul Müzeleri gelmektedir. Kültür Bakanlığı‘nca valiliklere bir genelge yapılarak 15. yılın anlam ve önemine uygun bir Ģekilde kutlanması talimatı verilmiĢ, müzelerce konferanslar düzenlenmiĢ, gezi ve slâytlı gösteriler yapılmıĢtır. Ankara‘daki kültür müdürlüğü ve 181 müzelerce düzenlenen kutlamalar bir program dâhilinde 23–29 Eylül 1996 tarihleri arasında hafta düzeyinde tertiplenmiĢtir. 150. yıl kutlamaları dolayısıyla Kültür Bakanlığı‘na bağlı müzeler ve örenyerleri ücretsiz ziyaret edilmiĢtir. Yine aynı Bakanlıkça, gümüĢ ve bronz olmak üzere bir hatıra madalyonu bastırılmıĢtır. Madalyon‘un bir yüzünde Fethi Ahmet PaĢa‘nın portresi, diğer yüzünde ise Bakanlığın amblemi bulunmaktadır. 150. yıl kutlamaları çerçevesinde, Ġstanbul Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı tarafından, artık geleneksel bir hale gelmeye baĢlayan müzecilik sempozyumlarının üçüncüsü düzenlenmiĢtir. ―KuruluĢunun 150 nci Yılında Türk Müzeciliği Sempozyumu III.‖ adı verilen bu bilgi Ģöleni, üniversitelerin ilgili bölümlerinden öğretim üyeleri, müzeciler ve koleksiyoncuların katılımıyla 24–26 Eylül 1996 tarihleri arasında Askeri Müze Kültür Sitesi konferans Salonu‘nda yapılmıĢtır. Sempozyumda: eski eserler ve müzecilikle ilgili yasal düzenlemeler, Müzeler, bilim kuruluĢları, koleksiyoncular, antikacılar ve müzayede Ģirketleri arasındaki iliĢkiler ile çağdaĢ müzecilik uygulamaları, olarak üç ana baĢlık altında 36 bildiri verilmiĢtir. Ayrıca ―Türk Müzeciliğinin 150. yılında DeğiĢen Kültür Politikaları Ġçerisinde Sistemin Müze ve Müzecilerimize YaklaĢımı ― konulu bir panel de düzenlenmiĢtir. Sempozyuma, Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanı P.Kd. Albay ġevket Keskin ve ekibi ev sahipliği yapmıĢ, açılıĢ ve kapanıĢ konuĢmalarını Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt BaĢkanı Korgeneral Alper Akseli yapmıĢtır. Sempozyum bildirileri Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt BaĢkanlığı tarafından bir kitap halinde yayınlanmıĢtır. 182 183 6.MÜZELER 6.1.T.C.CumhurbaĢkanlığı’na Bağlı Müzeler: Atatürk Müze KöĢkü271: 27 Aralık 1919‘da Ankara‘ya gelen Mustafa Kemal, önce Ziraat Okulu‘nu daha sonra da Ġstasyon ġefi KöĢkü‘nü hem konut hem de çalıĢma yeri olarak kullanmıĢtır. Bu binaların Ata‘nın çalıĢma ve dinlenmesi için yetersiz olmaları nedeniyle uygun bir konut arayıĢı içine girilmiĢ, daha sakin ve huzurlu bir ortamda yaĢamasını sağlamak amacıyla bağlar bölgesi Çankaya‘daki bağevi Ankara ġehremaneti (Belediyesi) tarafından 30 Mayıs 1921‘de Mustafa Kemal‘e armağan edilmiĢtir. Bağevi, ağaçlar arasında, kuzeyinde Ankara‘ya hâkim büyükçe bir terası bulunan, dikdörtgen planlı, küçük bir yapıydı. Zemin katında, ortasında fıskiyeli, sekizgen bir havuzu ve iki yanında birer odası olan merkezî bir taĢlık, aynı plana sahip üst katta ise bir orta hol ve iki yanında birer oda bulunmaktaydı. 1923‘te Gazi Mustafa Kemal‘in Latife Hanım ile evlenmesinden sonra ailenin günlük yaĢamı için yetersiz olan bağevinin büyütülmesi çalıĢmalarına baĢlanmıĢtır. Mimar Vedad (Tek) tarafından hazırlanan ve uygulaması 1924 yılında tamamlanan projeye göre eski bağevine, güney cephesine bitiĢik ve tüm bina boyunca uzanan batı ucu yarım sekizgen bir kule kitlesi ile biten iki katlı yeni bir bölüm eklenmiĢtir. Bu eklentinin alt katı yemek salonu ve mutfak ofisi; üst katı ise banyo, yatak odası ve Latife Hanım için çalıĢma odası olarak düzenlenmiĢtir. Bu katta daha önce yatak odası olarak kullanılan bölüm düzenlenerek geniĢ bir kütüphane ve çalıĢma odası haline getirilmiĢtir. Ayrıca, zemin katta kuzey cephede giriĢin önüne rüzgârlık yapılmıĢ, elçi kabul odası olarak düzenlenen kuzeydoğu köĢesindeki oda yarım sekizgen biçimli bir çıkma ile geniĢletilmiĢtir. Bağevi döneminde taĢlıkta bulunan havuz kaldırılmıĢ ve bu yer giriĢ holü olarak düzenlenmiĢtir. ÇalıĢmalar sırasında KöĢk‘ün doğusuna mutfak ve çamaĢırlık içeren, tek katlı yeni bir servis binası yapılmıĢ ve bir servis merdiveni ile KöĢk‘e bağlanmıĢtır. Bu düzenlemelere bağlı olarak ortaya çıkan statik problemleri çözmek ve konfor koĢullarını iyileĢtirmek amacıyla 1926 yılında yeniden onarımlar yapılmıĢ, yapıya kalorifer tesisatı döĢenmiĢtir. Aynı dönemde Ata‘nın manevi evlatları için çamaĢırhane ve mutfak kitlesinin üzerine 6 oda ile bir banyodan oluĢan yeni kat eklenmiĢtir. 1930 yılında 271 http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskanligi/yerleskeler/muze_kosk/ 184 ise, üst katta güneybatı köĢesinde bulunan kuleli bölüm Ata için bir çalıĢma odası olarak yeniden düzenlenmiĢtir. 1932 yılında hemen yanda inĢa edilen Pembe KöĢk‘e taĢınıncaya kadar Ata‘nın evi olan, KurtuluĢ SavaĢı ve Cumhuriyet‘in ilk yıllarında çok önemli olaylara tanıklık eden, Mustafa Kemal Atatürk‘ün, Cumhuriyet‘in kurulması dâhil, devrimleri planladığı bu yapı 1950 yılında müze olarak kullanıma açılmıĢtır. Yapıda ve eĢyada hızlanan bozulmaları durdurabilmek amacıyla 2002–2007 yılları arasında büyük bir bakım ve onarım çalıĢması baĢlatılmıĢ, bu çalıĢmalarla birlikte yapının bir müzeden çok, kullanıldığı dönemdeki doğal durumunu yansıtan bir ‗konut‘ olarak sergilenmesi için gerekli düzenlemeler yapılmıĢtır. Restorasyon çalıĢması tamamlanan Atatürk Müze KöĢkü 19 Nisan 2007‘de tekrar ziyarete açılmıĢtır. Rüzgarlık ve GiriĢ Holü: KöĢk‘ün giriĢindeki rüzgârlık, 1924 yılında Vedad (Tek) tarafından eklenmiĢtir. Rüzgârlıktan ulaĢılan bugünkü giriĢ holü, bağevi döneminde ortasında sekizgen bir mermer havuz bulunan büyükçe bir taĢlıktı. 1924 yılında yapılan yeni düzenleme ile havuz kaldırılmıĢ ve taĢlık bugünkü durumuna dönüĢtürülmüĢtür. YeĢil Salon: GiriĢin sağındaki bu oda, 1924 yılındaki yeni düzenlemeye kadar elçi kabul salonu ve Atatürk‘ün çalıĢma odası olarak kullanılmıĢ, 1924‘te konuk kabul salonuna dönüĢtürülmüĢtür. Bu dönüĢümde kullanılan hâkim rengin yeĢil olması nedeniyle ‗YeĢil Salon‘ olarak anılmaktadır. Birçok yazarın anılarında, Latife Hanım‘ın bu salonda verdiği çay davetlerinden söz edilmektedir. Yemek Salonu ve Radyo-Sigara Salonu: 1924‘te bağevinin güneyine eklenen bölümün zemin katında yer almaktadır. Yemek salonunun giriĢinin tam karĢısında çini kaplı büyük bir Ģömine ile iki yanında kemerli vitray pencereler bulunmaktadır. Duvarlarının alt bölümlerindeki ahĢap lambriler üst kenarı türkuaz renkli çinilerin oluĢturduğu bir silme ile tamamlanmıĢtır. Duvarların üst bölümleri ise bordo renginde düz olarak boyanmıĢ, tavanlar geometrik desenlerle bezenmiĢtir. Yemek salonu mimari düzenleme ile bütünleĢecek biçimde, büyük bir yemek masası, vitrin ve büfelerle döĢenmiĢtir.KöĢk‘teki en eski eĢyalardan olan, kapitone maroken koltuk takımı, radyo ve sigara bölümü olarak kullanılmıĢ olan ve yemek salonuna açılan sekizgen kulenin zemin katında yer almaktadır. Görkemli yemek salonu, ülke sorunlarının uzun akĢam sofralarında tartıĢılarak çözümlenmesine tanıklık ettiği için Ata‘nın en önemli çalıĢma mekânı olarak da tanınmıĢtır. 185 Elçi Kabul Salonu: Bağevi döneminde küçük bir oda olan bu yer, 1924 yılında kuzey duvarının yıkılarak yarım sekizgen planlı bir kitle ekiyle büyütülmesinden sonra elçi kabul salonu olarak kullanılmıĢtır. Salonda Mısır Hıdivi Abbas Hilmi PaĢa tarafından armağan edilen sedef kakmalı bir yazı masası, kanepe, koltuklar ve büyük bir dolaptan oluĢan bir takım ile Atatürk‘ün daha önce kullandığı farklı nitelikli bir yazı masası bulunmaktadır. Üst Kat Hol: Üst kattaki çeĢitli odaları birbirine bağlayan orta mekândır. Bağevi döneminde mekânın ortasında bulunan ve alt kat taĢlığı ile görsel iliĢkiyi sağlayan açıklık 1924‘teki düzenleme sırasında kaldırılmıĢtır. Salonun kuzey cephesindeki balkon etkileyici bir Ankara manzarası sunmaktadır. Salonda sergilenen ve Ata‘nın hemen her gün dinlenmek amacıyla kullandığı bilardo masası KöĢk‘e getirtildiğinde önce bu mekâna yerleĢtirilmiĢ, döĢemede oluĢan statik sorunlar nedeniyle daha sonra alt kat giriĢ holüne taĢınmıĢtır. Kütüphane ve ÇalıĢma Odası: Kütüphane yapının en görkemli mekânlarından biridir. Odanın tavanı zengin geometrik ve bitkisel motiflerle bezenerek çok sayıda buzlu ampulle aydınlatılmıĢ, batı duvarındaki ahĢap kemerli soba niĢi türkuaz renkli çinilerle bezenmiĢ, tüm duvarlar ahĢap sabit kitap dolaplarıyla donatılmıĢtır. Gazi Mustafa Kemal‘in bilgi ve kültür altyapısını nasıl oluĢturduğunu gösteren, birçoğunda kendi el yazısı ile aldığı notları üzerinde barındıran çok sayıda kitap bu raflarda yer almaktadır. Atatürk‘ün Büyük Nutuk‘u kaleme aldığı çalıĢma masası ve koltuğu bu odanın en önemli eĢyalarıdır. Kütüphanenin güneyindeki kapı ile geçilen mekân 1930 yılında Ata için düzenlenmiĢ çalıĢma odasıdır. Bu oda Türkiye‘deki modern mimarinin baĢlangıcı sayılabilecek, çok özgün niteliklere sahip ‗art-deco‘ tarzında düzenlenmiĢtir. Bu düzenleme sırasında 1924‘te Osmanlı üslubunda bezenmiĢ olan tavan beyaz boya ile kapatılmıĢ, metal öğeler sarı, diğer tüm mimari öğeler ile masa ve mobilyalar siyah beyaz renkler kullanılarak bütünleĢtirilmiĢtir. DöĢeme, yere serilen beyaz bir ayı postu ile tamamlanmıĢtır. Yatak Odası ve Banyo: Bağevinin güneyine 1924 yılında eklenen kitlenin üst katında, alttaki yemek salonunun üzerinde yer almaktadır. Güney duvarında, ortada çini kaplı bir Ģömine ve iki yanında birer büyük pencere bulunmaktadır. Odanın batı duvarındaki kapı ile 1930‘da düzenlenen çalıĢma odasına geçiĢ sağlanmıĢtır. Büyük pencereler, pastel renkli duvarlar ve son derece yalın bir biçimde bezenmiĢ tavan ile aydınlık ve huzurlu bir dinlenme ortamı sağlanmıĢtır. 186 Odanın döĢenmesinde son derece seçkin, ancak yalın ve gösteriĢsiz mobilyalar kullanılmıĢtır. Yatak odasından geçilen özel banyo, beyaz renkli fayans kaplı zemini ve duvarları, aynı renkteki küveti, alafranga tuvaleti, lavabo ve bidesi ile çok gösteriĢsiz bir mimariye sahiptir. Bu mekân Ata‘nın temizliğe düĢkünlüğünü ve titizliğini göstermesi açısından ilginçtir. Misafir Yatak Odası: KöĢk‘ün eski bağevi bölümünde, kuzey cephesinde bulunan ve güzel bir Ankara manzarasına sahip olan bu oda misafir yatak odası ve dinlenme odası olarak kullanılmıĢtır. Duvarlarındaki kerpiç sıvaları, sıvalar üzerinde bulunan çeĢitli dönemlerde yapılan bezeme katmanları, değiĢmeyen pencere oranları gibi pek çok niteliği ile yapının bağevi dönemine iliĢkin önemli bilgileri saklamaktadır. Sergi Salonu: 1924 yılında yapılan düzenleme sırasında kaldırılan eski mutfak ile diğer servis mekânlarının yerine inĢa edilmiĢ olan mutfak ve çamaĢırlık bölümüdür. Zaman içinde özgün yapısını tümüyle yitirdiği için son onarım sırasında bu bölüm, ara duvarlar kaldırılarak sergi salonuna dönüĢtürülmüĢtür.Bu salonda Müze KöĢk‘ün mimarisi ve tarihî geliĢimi, son dönem onarımı ve düzenlemesine iliĢkin bilgiler ile Atatürk‘ün yaĢamı ve kullandığı eĢyalar sergilenmektedir 6.2.Türkiye Büyük Millet Meclis’ine (T.B.M.M.) Bağlı Müzeler: Milli Saraylar Dairesi BaĢkanlığı‘na Bağlı Müzeler KurtuluĢ SavaĢı Müzesi: Ankara Ulus Meydanı‘nda yer alan KurtuluĢ SavaĢı Müzesi‘nin plânı Vakıflar Genel Müdürlüğü mimarlarından Salim Bey tarafından yapılmıĢtır. Bina, 23 Nisan 1920 ile 15 Ekim 1924 tarihleri arasında Büyük Millet Meclisi olarak kullanılmıĢ, önce 23 Nisan 1961‘de Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi adı ile, 23 Nisan 1981‘de de KurtuluĢ SavaĢı Müzesi ismi ile ziyarete açılmıĢtır. Koridorun solunda 1918-1923 tarihleri arasındaki olayları tanıtılmakta, sağ tarafında ise Meclis çalıĢmaları birinci ve ikinci dönem milletvekillerine ait fotoğraf, yağlı boya tablo, belge ve hatıra eĢyalar sergilenmektedir. Sivas Kongresi‘nde kullanılan masa, Erzurum Kongresi‘nde kullanılan mühür, KurtuluĢ savaĢı‘nda kullanılan telefon santrali, bazı savaĢ araç ve gereçleri ile Gümrü AntlaĢması sırasında Kâzım Karabekir PaĢa‘ya armağan edilen gümüĢ yemek takımı, KurtuluĢ SavaĢı‘nin çeĢitli dönemlerine ait 187 fotoğraflar, Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk Bakanlar Kurulu üyelerinin fotoğrafları bulunmaktadır. Meclisin 23 Nisan 1920‘de toplandığı ve ilk hali ile sergilenen Meclis Toplantı Salonu‘nda baĢkanlık ve divan üyelerinin, arkasında eski yazı ile ―Hakimiyet Milletindir‖ yazısı yer alan kürsüsü vardır. Mustafa Kemal Atatürk‘ün çalıĢma odası ise Reis Odası (MeclisBaĢkanı) olarak ilk hali ile korunmuĢtur. Ankara-KurtuluĢ SavaĢı Müzesi (1961): Bugün KurtuluĢ SavaĢı Müzesi olarak isimlendirdiğimiz Ankara‘nın Ulus Semtindeki I.T.B.M.M. binası Ġttihat ve Terakki Cemiyeti kulübü olarak kullanılmak amacıyla 1915-1920 yılları arasında inĢa edilmiĢtir. Binanın mimarı olan Hasip Bey KurtuluĢ SavaĢında Ģehit düĢmüĢtür. 23 Nisan 1920 tarihinde ilk Türkiye Büyük Millet Meclisinin burada açılmıĢ olması, KurtuluĢ savaĢına ait birçok önemli kararın burada alınmıĢ olması ve 29 Ekim 1923 tarihinde cumhuriyetin burada ilan edilmiĢ olması bakımından bu bina cumhuriyet tarihi açısından bir sembol niteliğindedir. Meclis, ikinci binasına taĢındığı 15 Ekim 1925 tarihine kadar çalıĢmalarını burada sürdürmüĢtür. Daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi olarak kullanılmak üzere tahsis edilen bina, aynı zamanda yeni açılan hukuk mektebi tarafından da kullanılmıĢtır. 1952 yılında binanı boĢaltılmasının ardında, 15 Haziran 1952 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Milli Eğitim Bakanlığına devredilmiĢtir. 1957 yılında müzeye dönüĢtürülmesine karar verilen yapı, 23 Nisan 1961 tarihinde törenle ziyarete açılmıĢtır. Müzenin ilk müdürü 20.2.1957-16.8.1961 tarihleri arasında görev yapan Kemal Güngör‘dür. Kemal Güngör, 1914 yılında Denizlinin Acıpayam Ġlçesi, YeĢilyuva köyünde doğmuĢtur. Ġlkokulu YeĢilyuva Köyünde, orta öğrenimini denizlide tamamlamıĢ, daha sonra Erzurum ve Ġstanbul öğretmen okullarında okuyarak 1935 yılında mezun olmuĢtur. MuĢ Ġlkokulunda öğretmenlik yapan Kemal Güngör okumaya olan merakı dolayısıyla D.T.C,F, Antropoloji ve Etnoloji bölümünde de okuyarak, 1940 yılında buradan mezun olmuĢ ve aynı yıl Halk Partisinde iĢe baĢlayarak, burada folklor ve müze bölüm Ģefliği ve müfettiĢlik görevini sürdürmüĢtür. 188 Kemal Güngör 18.8.1944 tarihinde Ankara Etnografya Müzesi Müdür yardımcılığına atanarak müzeler teĢkilatına katılmıĢ, Bergama‘daki Etnografya Müzesinin teĢhir tanzimi iĢinde görevlendirilmiĢ, daha sonra Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğünde uzman olarak görev almıĢ ve anıtkabir müzesi müdür vekilliğini de yapmıĢtır. Eski Türkiye Büyük Millet Meclisi Binasının müze haline getirilmesinde yorulmadan çalıĢmıĢ olan kemal Güngör, kendi ifadesiyle ―Türk ulusu ve aziz Atatürk‘ün ülkülerinin gerçekleĢtiği milli bir anıt olan bu müesseseyi, onun vasiyetini yerine getiren Ģanlı ordumuzla, devrimci ve Atatürkçü Türk geçliğine armağan ediyoruz‖ diyerek çalıĢma heyecanını ortaya koymuĢtur. Kemal Güngör, Denizli‘de izinli bulunduğu sırada 16 Ağustos 1961 tarihinde erken yaĢta yaĢamını yitirmiĢtir. I.T.B.M.M. binasının müze yapılmasından sonra, 1981 yılında II. T.B.M.M. binasının da müze yapılmasıyla her iki müze ―KurtuluĢ SavaĢı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürlüğü‖ olarak tek müdürlük yönetimi altında birleĢtirilmiĢtir. Bu müzede Kemal Güngör‘den sonra Rıza Onaran, Osman Aksoy, Mustafa Süel, Yılmaz ġimĢek ve Mehmet Yılmaz müdür olarak görev yapmıĢlardır. 6.3. T.C. BaĢbakanlığı’na Bağlı Müzeler Ġstanbul Türk ĠnĢaat ve Sanat Eserleri Müzesi(1967): 1697-1702 yılları arasında inĢa ettirilmiĢ Osmanlı çağı eserlerinden olan SaraçhanebaĢın‘daki Amcazade HüseyinpaĢa Külliyesi 1960‘lı yıllarda restore edilmiĢ ve 1966 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünün aldığı kararla müze haline getirilmiĢtir. Müze için külliyenin medrese odaları ve dershaneden yararlanılmıĢ, kütüphane kısmına müzenin idari kısmı yerleĢmiĢ, medrese avlusuna büyük taĢ mimari eserler yerleĢtirilmiĢ, Sübyan Mektebi bölümünde de bir yapı arĢivi meydana getirilmiĢtir. Müze 13 Mayıs 1967 tarihinde devlet bakanı Hüsamettin Atabeyli tarafından ziyarete açılmıĢtır. Selçuklu ve Osmanlı dönemi Türk mimari elemanlarından çeĢitli örneklerin sergilendiği müze 1976-1983 yılları arasında kapalı kalmıĢ, gerekli onarımların ve düzenlemelerin yapılmasında sonra 1984 yılında tekrar ziyarete açılmıĢtır. Özellikle; tuğralar, çiniler ve ölçü aletlerinden meydana gelen koleksiyonların 189 müzenin önemini artırmaktadır. Müze Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlıdır. Bu müzede, Ayasofya Müzesi Müdürlüğünü de yapmıĢ olan Erdem Yücel‘de görev almıĢtır. Ġstanbul-Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi(1969): Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı olan Türk Yazı Sanatları Müzesi 1969 yılında Ġstanbul‘da Vatan Caddesindeki Sultan Selim de Medresesi (Halıcılar KöĢkü Medresesi)‘nde kurulmuĢtur. Kanuni Sultan Süleyman bu binayı babası Yavuz Sultan Selim‘in hatırasına Mimar Sinan‘a yaptırmıĢtır. Daha sonra, 1943 yılından beri Belediye Kütüphanesi olarak kullanılmakta olan Beyazıt Külliyesi‘nin medrese kısmının onarılması ve müzeye dönüĢtürülmesinin ardından buraya taĢınan müze, 1984 yılında Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi adı altında yeniden ziyarete açılmıĢtır. Tezhipli Kur‘anlar, levhalar, padiĢah yazıları, Sakal-ı ġerif ve Muhafazaları ve Kabe örtüsünün de bulunduğu müzede Filibeli Arif, ġefik, Sami Hafız Tahsin Hilmi, Hafız Osman, Yesarizade Mustafa Ġzzet Efendi gibi tanınmıĢ Türk hattatlarının yazılarından örnekler yer almakta ve sergilenmektedir. Tarihçi ve yazar Ġbrahim Hakkı Konyalı Vakıflar Genel Müdürlüğünde görev aldığı yıllarda bu müzenin kurulabilmesi için çok çaba sarf etmiĢtir. Vakıflar depolarında yığınlar halinde kendi kaderine terk edilmiĢ olan Kuran-ı Kerimler, levhalar ve diğer el yazması eserler ile hat sanatı örnekleri onun tarafından tasnif edilerek ve değerlendirilerek Yazı Sanatları (Türk Vakıf Hat Sanatları ) Müzesinin kuruluĢu gerçekleĢtirilmiĢtir. Ġstanbul-Halı-Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi(1979): Ġstanbul Halı, Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi 1979 yılında Ġstanbul‘da Sultanahmet Camisinin MüĢtemilatında ziyarete açılmıĢ ve 1982 yılında geniĢletilmiĢtir. Burada, Ġstanbul ve Anadolu‘daki Camiler den toplanan halılar, uĢak halıları ve Osmanlı Saray kilimleri gibi değerli eserler sergilenmektedir. Müze daha sonra, Sultanahmet Camisi Hünkâr kasrı içinde yer alan ―Halı Müzesi‖ ve Sultanahmet Camisi Sultan Mahfili altındaki fil ahırları olarak yapılmıĢ yapı içinde yer alan ―Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi‖ olarak iki bölüme ayrılmıĢtır. Her iki müzede Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlıdır. 190 6.4.T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na Bağlı Müzeler272 Bursa Müzesi(1903) Ġstanbul Türk ve Ġslam Eserleri Müzesi (1924) Anadolu Medeniyetleri Müzesi (1921) Antalya Müzesi (1922) Sivas Müzesi(1923) Ġstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi ( 1924) Adana müzesi(1924) Ġzmir-Bergama Müzesi( 1924) Ġzmir Müzesi ( 1925) Ġzmir Atatürk Ve Etnografya Müzesi(1941) Ġzmir Etnografya Müzesi(1988) Edirne Müzesi (1925) Konya Müzesi (1926) Amasya Müzesi (1926) Tokat Müzesi (1926) Ankara Etnografya Müzesi (1927) Ġzmir- Selçuk Efes Müzesi(1930) Kayseri Müzesi (1930) Afyon Müzesi(1931) Van Müzesi( 1932) Sinop Müzesi(1933) Konya-Ereğli Müzesi (1968) Bitlis- Ahlat Müzesi(1971) Samsun Müzesi (1968) Çorum Müzesi (1968) Mersin-Tarsus Müzesi (1970) Malatya Müzesi (1971) NevĢehir- Ürgüp Müzesi(1971) Çankırı Müzesi(1972) Aydın-Millet Müzesi(1973) Bolu Müzesi (1975) 272 Önder, 1992: 68-256 191 Ġstanbul Divan Edebiyatı Müzesi―Galata Mevlevi Hanesi‖(1975) Adıyaman Müzesi(1978) Ankara Resim ve Heykel Müzesi (1980) UĢak- Atatürk ve Etnografya Müzesi(1981) Bilecik- Söğüt Müzesi (1981) Ankara Cumhuriyet Müzesi (1981) Çorum- Alacahöyük Müzesi(1982) Muğla- Milas Müzesi(1983) Denizli- Atatürk ve Etnografya Müzesi(1984) Çanakkale-Bigalı-Çamçayla Atatürk Müzesi(1984) Amasya- Hazeranlar Konağı Müzesi(1984) Erzurum-Atatürk Evi Müzesi(1984) Isparta Müzesi (1985) Rize-Atatürk Müzesi (1985) Antalya-Atatürk Evi Müzesi(1986) Mersin-Silifke Atatürk Evi Müzesi (1987) Antalya- Alanya Atatürk Evi ve Müzesi (1987) Ġstanbul- Mozaik Müzesi (1987) NevĢehir-HacıbektaĢ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi (1988) Ġstanbul-Ayasofya Müzesi(1934) Diyarbakır Müzesi (1934) Ġzmir-Tire Müzesi(1935) Manisa Müzesi(1935) Çanakkale Müzesi(1936) Niğde Müzesi(1936) Ġstanbul Resim ve Heykel Müzesi (1937) Ġzmit(Kocaeli) Müzesi(1938) Erzurum Müzesi(1942) Kastamonu Müzesi (1943) Gaziantep Müzesi(1944) Kütahya Müzesi(1945) EskiĢehir Müzesi (1945) Isparta Yalvaç Müzesi (1947) KahramanmaraĢ Müzesi (1947) 192 Hatay (Antakya) Müzesi (1948) ġanlıurfa Müzesi (1948) Burdur Müzesi (1956) Ġstanbul Rumelihisarı Müzesi (1958) Ġstanbul Yedikule Müzesi Kars Müzesi (1959) Bursa-Ġznik Müzesi (1960) Karaman Müzesi (1962) Antalya-Side Müzesi (1962) NevĢehir-HacıbektaĢ Müzesi (1964) Muğla–Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi (1964) Elazığ Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi (1965) Konya –AkĢehir Atatürk Müzesi (1966) Çorum-Boğazköy Müzesi (1966) Ankara- Gordion Müzesi (1966) Tekirdağ Müzesi(1967) Ġstanbul-Adam Mickiewicz Müzesi (1984) NevĢehir Müzesi (1967) 6.5.Üniversite Müzeleri273 Ġstanbul-Tıp Tarihi Müzesi(1933): Türkiye‘nin ilk Tıp Tarihi Müzesi Ġstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Deontoloji Ana Bilim Dalı ve Tıp Tarihi Bilim Dalı bünyesinde 1933 yılında kurulmuĢtur. Müzenin ismi sonraları, değerli tıp tarihi Profesörü Ord. Prof. Dr. A.Süheyl Ünver ve Prof. Dr. Bedii ġehsuvaroğlu Tıp Tarihi Müzesi olmuĢtur. Ġkinci bir tıp tarihi müzesi de 1985 yılında CerrahpaĢa tıp fakültesi bünyesinde açılmıĢtır Abant Ġzzet Baysal Üniversitesi (Bolu): Doğa Tarihi Müzesi, Biyoloji Bölümü Herbaryumu. Anadolu Üniversitesi (EskiĢehir): ÇağdaĢ Sanatlar Müzesi, Cumhuriyet Tarihi Müzesi, Eğitim Karikatürleri Müzesi, Fen Fakültesi Herbaryumu, Jeoloji Müzesi ve AraĢtırma Laboratuarı, Ziraat Fakültesi Tarım Müzesi. 273 Onur, 2009: 7-129 193 Ankara Üniversitesi: Oyuncak Müzesi, Veteriner Tarihi Müzesi, Jeoloji Müzesi, Biyoloji Bölümü Herbaryumu, Zooloji Müzesi, Ziraat Fakültesi Tarım Müzesi, Türk Ġnkılap Tarihi Müzesi. Atatürk Üniversitesi (Erzurum): Böcek Müzesi, Biyoloji Bölümü Herbaryumu. Boğaziçi Üniversitesi (Ġstanbul): Kültür Mirası Müzesi. Bozok Üniversitesi (Yozgat): Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi. Dicle Üniversitesi (Diyarbakır): Biyoloji Bölümü Herbaryumu. Düzce Üniversitesi( Düzce): Bitki Müzesi. Ege Üniversitesi (Ġzmir): Tabiat Tarihi Müzesi, Eczacılık Fakültesi Herbaryumu. Erciyes Üniversitesi (Kayseri): Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi. Gazi Üniversitesi (Ankara): Resim Heykel Müzesi, Mesleki Eğitim Fakültesi Müzesi, Somut Olmayan Kültür Mirası Müzesi, Biyoloji Bölümü Herbaryumu. Gaziantep Üniversitesi: Gaziantep Kültürü Müzesi. GaziosmanpaĢa Üniversitesi (Tokat): Herbaryum. Hacettepe Üniversitesi (Ankara): Sanat Müzesi, Mehmet Akif Ersoy Müze Evi. Herbaryum. Ġnönü Üniversitesi (Malatya): Özel Ġsmet Ġnönü Müzesi, Herbaryum (Bitki ve Mikromantar Müzesi.) Ġstanbul Üniversitesi (Ġstanbul): Zooloji Müzesi, Jeoloji Müzesi, Onkoloji Enstitüsü-Radyoloji Müzesi, CerrahpaĢa Tıp Fakültesi Tarihi Müzesi, Eczacılık Fakültesi Herbaryumu, Fen Fakültesi Herbaryumu, Orman Fakültesi Herbaryumu. Ġstanbul Teknik Üniversitesi: 194 Doğa Tarihi ve Bilim Müzesi, Açık Hava Müzesi, Doğa-Çevre Bilim Parkı, Bilim Merkezi. Karadeniz Teknik Üniversitesi (Trabzon): Orman Fakültesi Orman Botaniği Anabilim Dalı Herbaryumu. Marmara Üniversitesi(Ġstanbul): Herbaryum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (Ġstanbul): Resim ve Heykel Müzesi. Niğde Üniversitesi: Ak Medrese Müzesi Osmangazi Üniversitesi (EskiĢehir): Mühendislik Fakültesi Hesap Araçları Müzesi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (Ankara): Bilim ve Teknoloji Müzesi, Arkeoloji Müzesi. Trakya Üniversitesi (EDĠRNE): Sultan 2. Beyazıd Külliyesi Sağlık Müzesi, ÇağdaĢ Resim ve Heykel Müzesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi: Mühendislik Fakültesi Maden Topografyası Müzesi. Ülkemizde bulunan vakıf üniversitelerine bağlı müzeler de Ģunlardır: BaĢkent Üniversitesi (Ankara): Abdurrahim Tuncak Atatürk Müzesi. Bilgi Üniversitesi (Ġstanbul): Santral Ġstanbul ÇağdaĢ Sanatlar Müzesi. Kadir Has Üniversitesi (Ġstanbul): Rezan Has Müzesi. Sabancı Üniversitesi (Ġstanbul): Sakıp Sabancı Müzesi. Yeditepe Üniversitesi (Ġstanbul): Eczacılık Müzesi Bitki Müzesi. Askeri Yüksek Öğretim Kurumlarındaki Müzeler ise; Gülhane Askeri Tıp Akademisi: Tıp Tarihi Müzesi. Hava Harp Okulu Komutanlığı: 195 Havacılık Müzesi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‘nde bulunan Yakın Doğu Üniversitesi‘nde Otomobil Müzesi, Sanat Müzesi vardır. 6.6. Kamu Kurumlarına Bağlı Diğer Müzeler274 Ankara Anıtkabir ve Müzesi (1953): Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu, Büyük Önder Mustafa kemal (Atatürk) ün ölümünden sonra, onun Ģanına uygun bir anıt mezar yaptırılması düĢünülmüĢ ve bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir prensip kararı alınmıĢtır. Bu amaçla açılan ve 94 projenin katıldığı uluslar arası proje yarıĢmasında ilk üç sırayı alan Ġtalyan Mimar Foschimi, Ülman Krüger ile Prof. Emin Onat ve Doçent Orhan Ardanın birlikte hazırladıkları projeler arasından; Türk sanatçılar Emin Onat ve Orhan Ardanın projeleri takdire layık görülmüĢ ve Bakanlar Kurulunca da onaylanmıĢtır. Anıtkabir inĢası için uygun görülen Ankara Rasattepe (diğer ismiyle BeĢtepeler) de yer alan Frig çağına ait Tümülüslerin kazıları inĢaatın baĢlamasından önce yapılarak tamamlanmıĢtır. Anıtkabir projesi 700.000m2 lik bir alanı kapsamaktaydı. Kabir olma özelliğinin yanında baĢlı baĢına muhteĢem bir anıt niteliğindeki Anıtkabirin yapımının tamamlanmasının ardından, o zamana kadar geçici kabir olarak kullanılan Ankara Etnografya Müzesinden alınan Atatürk‘ün naĢı 10 Kasım tarihinde büyük bir törenle buraya defnedilmiĢtir. Konumuzun esasını teĢkil eden Anıtkabir Müzesi de iĢte bu kompleks içerisinde, anıtın Çankaya cephesine bakan Misak-ı Milli Kulesi ile inkılap kulesi arasında yer almaktadır. Atatürk‘e ait Çankaya KöĢkündeki ve Ziraat Bankası kasalarındaki onun bizzat kullandığı kiĢisel eĢyalar, hatıra eĢyaları, belgeler, fotoğraflar vb. bu müzede sergilenmiĢ ve müze 1960 yılında ziyarete açılmıĢtır. Önce Milli Eğitim Bakanlığının, sonra Kültür Bakanlığının sorumluluğunda, müzeler teĢkilatına bağlı olan müze, son olarak Genelkurmay BaĢkanlığının sorumluluğuna verilmiĢtir. Kuleler arasında sergilenen Atatürk‘e ait makam 274 Gerçek, 1999: 441 196 arabaları ile cenazesinin Ġstanbul‘dan Ankara‘ya nakli esnasında kullanılan araba da müzelik olma özelliğini kazanmıĢtır. Genelkurmay BaĢkanlığına bağlanmadan önce Anıtkabir Müzesinde Ġdris Özmen ve Yüksel TaĢ uzun yıllar müdürlük yapmıĢlardır. Alagöz Karargâh Müzesi(1968): Ankara Polatlı, Alagöz Köyü‘nde bulunan, Atatürk‘ün Sakarya SavaĢı‘nı idare ettiği Çiftlik evidir. Bina evin sahibi Türkoğlu ailesi tarafından 1965 yılında Milli Eğitim Bakanlığı‘na devredilmiĢtir. Anıtkabir Müze Müdürlüğü tarafından düzenlenerek 10 Kasım 1968 tarihinde müze olarak hizmete açılmıĢtır. Daha sonra 1982‘de Genel Kurmay BaĢkanlığı‘na bağlı Anıtkabir Komutanlığı‘na devredilmiĢtir. 1983 yılından bu yana Karargâh Müzesi olarakhizmetvermektedir. Türkiye Tabiat Tarihi Müzesi(1968): Ülkemizde ilk ve en kapsamlı Tabiat Tarihi Müzesi Ankara‘da kurulmuĢtur. Maden Tetkik Arama Enstitüsü Genel Müdürlüğüne bağlı müze, Genel Müdür Doç.Dr. Sadrettin Alpan zamanında 8 ġubat 1968 tarihinde törenle ziyarete açılarak hizmete girmiĢtir. Arkeolog Erfun Kaptan yıllarca bu müzenin müdürlüğünü yapmıĢtır. Müzede Maden Tetkik Arama Enstitüsünün yapmıĢ olduğu jeolojik, minerolojik ve paleontolojik araĢtırma ve çalıĢmalara yer verilmiĢtir. Ayrıca yer bilim fakültelerinin yapmıĢ olduğu bilimsel ve teknik araĢtırmalar, materyaller müzede bulunmaktadır. Müzedeki baĢlıca eserler arasında Fransa Tabiat Tarihi Müzesi‘nin armağanı, 15 milyon yıl önce Fransa‘da yaĢamıĢ ilk fil örneği olan Trilophodon angustidesin fosil iskelet kalıbı, Ankara civarında 193 milyon yıl önce yaĢamıĢ 1,5 m. çapındaki dev mürekkep balığı fosili, 25 bin yıl önce batı Anadolu‘da yaĢamıĢ insanların ayak izleri fosilleri, Türkiye‘de bulunan değerli ve az değerli taĢ örnekleri, Sivas-Yıldızeli‘ne düĢen meteorit parçası ve Ay‘dan getirilen aytaĢı bulunmaktadır. Müze, üniversiteler ve yer bilimleri ile ilgili tüm kuruluĢların bilimsel ve teknik çalıĢmalarına, ortaöğretim kurumlarına, teknik ve bilimsel materyal temin edilmesinde yardımcı olmaktadır. Meteoroloji Müzesi: Sanatoryum Caddesi‘nde bulunan müze, KurtuluĢ SavaĢı sırasında Genel Kurmay BaĢkanlığı olarak kullanılan tarihi bir binada yer almaktadır. Müze iki bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölüm, Atatürk‘ün kaldığı ve KurtuluĢ SavaĢı‘nda 197 askeri plânları hazırladığı ―Atatürk Odası‖, ikinci bölümde ise meteorolojik parametrelerin ölçümünde kullanılan alet ve cihazlar sergilenmektedir. Müze, meteorolojik alet ve cihazların zaman içerisinde teknolojik geliĢmeye paralel olarak değiĢimini yansıtan bir biçimde düzenlenmiĢtir. Ayrıca eski Türkçe ile kayıtları yapılan rasatlarda bu müzede sergilenmektedir. Milli Mücadelede Atatürk Konutu ve Vagonu(1964): Eski adı ile Direksiyon Binası olarak bilinen yapı, Anadolu-Bağdat demiryolunun yapımı sırasında, 1890 yılında Almanlar tarafından yapılmıĢtır. 24 Aralık 1964‘te, Atatürk‘ün anısını yaĢatmak amacı ile müze olarak düzenlenerek ziyarete açılmıĢtır. Özgün kilit kemerli, köĢeleri taĢ dekorlu ve ahĢap çatı saçaklı taĢ bina, iki katlıdır. Müzenin ikinci katında Atatürk‘ün kabul odası, çalıĢma odası, yatak odası ve banyosu bulunmaktadır. Atatürk‘e ait özel eĢyalarla o günün özelliklerini taĢıyan mobilyalar olduğugibikorunmaktadır. Binanın alt katı Demiryolları Müzesi olarak düzenlenmiĢ olup beĢ bölümden oluĢmaktadır. Bu müzede , 1856 yılından günümüze, demiryolları ile ilgili belgeler, hatıra madalyaları, o dönemde kullanılan makaslar, ray örnekleri, yemekli ve yataklı vagonlarda kullanılmıĢ olan gümüĢ servis takımları gibi eĢyalar sergilenmektedir. Ayrıca Osmanlı döneminde kullanılan mühür, diploma, kimlik kartları, biletler, TCDD‘nin tren iĢletmeciliğinde kullandığı lokomotif plâkaları, haberleĢmelerde kullanılan telefon ve telgraf makineleri sergilenmektedir. Alman Demiryolları Ġdaresi tarafından TCDD ilk Genel Müdürü Behiç Erkin‘e armağan edilen buharlı lokomotif maketi, Sultan Abdülaziz‘e Ġngiliz hükümeti tarafından armağan edilen altın kaplama minyatür vagon, Sultanın özel vagonunda kullandığı sedef kakmalı çalıĢma masası, duvar saatleri ve 1925 yılında Atatürk‘ün Samsun-ÇarĢamba demiryolu hattının temel atma töreninde kullandığı kazma, kürek müzenin en önemli eserleri arasında yer almaktadır. Atatürk‘ün 1935-1938 yılları arasında yurt gezilerinde kullandığı özel vagonu da müzenin yanında raylar üzerinde sergilenmektedir. TCDD Müzesi ve Sanat Galerisi: Ankara Gaz kompleksi içerisinde ―Ankara Oteli‖ adı ile 1924 yılında yapılan, ancak demiryolu idari binası olarak kullanılan iki katlı taĢ bina, 1990 yılında restore edilmiĢ ve giriĢ katı Sanat galerisi, ikinci katı da Demiryolları Müzesi olarak ziyarete açılmıĢtır. Sanat Galerisinde belirli aralıklarla ulusal ve 198 uluslar arası çeĢitli sergiler düzenlenmektedir. GeniĢ sofaya açılan yüksek tavanlı büyük salon ile sekiz farklı büyüklükte odadan oluĢan müzede ise; geçen yüzyıldan günümüze değin trenin serüveni grafik illüstrasyonlarla gösterilmekte, demiryollarında kullanılan her tür teknik ve etnolojik malzeme de tarihi geliĢimi içerisinde sergilenmektedir. Müzede sergilenen semaverler, pirinç yazı takımları, ahĢap sedefli mobilyalar, biletler, sağlık malzemeleri, yol ölçüm aletleri, madalyalar, Ģiltler ve özgün buharlı lokomotif plakaları T.C.D.D bünyesinden temin edilmiĢtir. T.C. Ziraat Bankası Müzesi: Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi yapılarından olan T.C.Ziraat Bankası Genel Müdürlük binası, Ġtalyan Mimar Guiliano Mongeri tarafından 1926-1929 yıllarında yapılmıĢtır. Bina, bankanın 118. kuruluĢ yıldönümünde, 20 Kasım 1981‘de müze olarak düzenlenerek hizmete açılmıĢ olup, Türkiye‘nin ilk banka müzesidir. T.C.Ziraat Bankası Müzesi koleksiyonları arasında; Mithat paĢa‘nın Memleket sandıkları‘nın kurulması için sadaret Makamı‘na yazdığı mektuplar, Memleket sandıkları‘ndan Ziraat Bankası‘na geçiĢ Nizamnamesi, Emniyet Sandığı‘nın kuruluĢunda yazılan mektup ve belgelerle ġûra Devlet Reisi Mithat PaĢa‘ya ait 1.No.lu hesap sayfası bulunmaktadır. 1863-1867 yıllarında açılan ġarköy ve Tavas Memleket sandıkları‘nda kullanılmıĢ standart ölçü ve Ģekle göre yapılmıĢ bölmeli sandıklar, 1889 yılında Sivrihisar Sandığı‘nın açılıĢından itibaren kullanılan mıhlı para kasası ve Bergama ġubesi‘nden gelen demir kasa da bu müzede teĢhir edilmektedir. Ayrıca tarihi değer taĢıyan teftiĢ defterleri, imza sirküleri, bugünkü fotokopinin yerini tutan haberleĢme kopya defterleri, tasarruf ve tevdiat hesabı cüzdan örnekleri, makbuzlar ve fiĢ dip koçanları gibi örnekler sergilenmektedir. Bunların yanı sıra müzede, banka binası için 1928‘de özel olarak yapılan Ġbrahim Çallı‘nın ―Harman‖ ve Namık Ġsmail‘in ―Gazi Mustafa Kemal Çiftçiler Arasında‖ isimli yağlıboya tabloları yer almaktadır. Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu Müzesi: Cumhuriyet döneminde çocuklara ve ailelere bakım, eğitim, sağlık ve kültür hizmetleri sunan ilk kurum olan Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye-i Etfal Cemiyeti), KurtuluĢ savaĢı‘nda öksüz ve yetim kalan çocukların korunması, bakımının sağlanması, eğitilmesi ve yetiĢtirilmesi amacıyla 30 Haziran 1921‘de Atatürk‘ün önderliğinde kurulmuĢtur. Çocuk esirgeme Kurumu‘na ait tarihsel doküman ve malzemenin sergilendiği müze, özellikle çocuklara, gençlere 199 Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze değin süren geliĢmeleri sunmak amacı ile kurulmuĢtur. Ayrıca müzenin bir bölümü çocuklara yönelik bir kütüphane ve kültür merkezi olarak hizmet vermektedir. TRT Müzesi: TRT Müzesi, 22 Ağustos 1994‘te Türkiye‘de radyo ve televizyon yayıncılığının öncüsü olan TRT her türlü belge, görsel, iĢitsel materyali bir araya toplamıĢ ve ulusal yayıncılığımızın geçmiĢini belge ve kanıtlarla gelecek kuĢaklara tanıtmak amacı ile açılmıĢtır. Müzede Ankara, Ġstanbul ve Ġzmir Radyolarında kullanılmıĢ olan ses teçhizatı ile ―Radyo ve Gösterim Stüdyoları‖ oluĢturulmuĢ, ayrıca iki renkli televizyon yayınlarında kullanılan cihazlardan da bir ―Televizyon Stüdyosu‖ kurulmuĢ ve halkın ziyaretine açılmıĢtır. Askeri Müze: Dünya üzerinde halen mevcut Askeri Müzelerin zenginliğini ve büyüklüğü; o ülke insanlarının, o ülke milletlerinin tarihi geçmiĢi, sosyal ve ekonomik yapısı teknik geliĢimi. Askeri baĢarıları, yenilgileri, zaferleri ve kahramanlıkları için birer ölçü teĢkil etmektedir. Bu bakımdan Türk Askeri Müzesi, dünya askeri müzeleri arasında muhakkak ki ilk sıralarda yer alan. Önde gelen müzelerden biridir. Aslında Türk Askeri Müzesinin nüvesi Osmanlı Ġmparatorluğunun kuruluĢu döneminde oluĢmuĢtur. Osmanlılar, daha YeniĢehir. Bursa ve Edirne gibi yönetim merkezlerinde hüküm sürdükleri zamanlarda, çağlarının ve büyüklüklerinin ölçeğinde hazine denilen koleksiyonlar meydana getirmiĢler, gerek ata yadigârı ve gerekse ganimet olarak ele geçirdikleri kıymetli eĢyaları buralarda toplanmıĢlardır. Osmanlıların, kendilerine ait ve ayrıca savaĢlarda ele geçirdikleri her türlü değerli silah, araç eve ve gereçleri belli bir yerde toplanmaları esas olarak Sultan II. Mehmet‘in (Fatih) Ġstanbul‘u fethinden sonra olmuĢtur. Aya Ġrini Kilisesi Fatih tarafından Cebehane (silah deposu) yapılmıĢtır. Bu toplama ve biriktirme geleneği Fatih Sultan Mehmet‘ten sonra da devam etmiĢ ve günümüze kadar gelmiĢtir. O zaman için müze kelimesi bilinmese de, müze denilmemse de ve ziyarete açık olmasa da, aya Ġrini‘deki bağımsız binasıyla bu Cebehaneye ülkemizin ilk müzesi, daha doğrusu en eski müze deposu dememiz yanlıĢ olmayacaktır. Sultan III. Ahmet(1703-1730) zamanında Cebehanenin ele alındığı ve burada bir askeri müzenin kurulmasının planlandığı anlaĢılmaktadır. Bu dönemin yenilik hareketleri çerçevesinde 1726 yılında Cebehanedeki silah, araç eve 200 gereçlerin bir düzene sokulduğunu, tasnif edildiğini b ve buraya Dar-ül Esliha adının verildiğini görüyoruz. I. Abdülhamit zamanında Osmanlı ordusunda görevli bulunan Fransız Baron de Tott Askeri Müze ve eserler hakkında bilgi vermiĢtir. Dar-ül Esliha, III. Selim (1789-1807) ve Sultan II. Mahmut (1808-1839) zamanlarında ortaya çıkan yeniçeri ayaklanmaları sırasında saldırıya uğramıĢ ve kısmen de yağma edilmekten kurtulamamıĢ; özellikle yeniçeriliğin kaldırılması sırasında, 1826‘da, buradaki silah ve gereçlerin kendilerine ait olduğu gerekçesiyle, yeniçeriler tarafından çok değerli eserler tahrip edilmiĢ ve yağmalanmıĢtır. Bu olaylar olmasaydı bugün herhalde daha zengin bir müzeye sahip olacaktık. Söz konusu olaylardan sonra kapatılan ve geliĢmesi yavaĢlayan bu kuruma Harbiye Aambarı denilmeye baĢlamıĢtır. Sultan Aabdülmecid döneminde 81839-1861) ve Tophani-i Amire müĢirliğine atanan Ahmet Fethi PaĢa zamanında canlandığını gördüğümüz Harbiye Ambarı, burada antik eserlerin toplanmaya baĢlamasıyla yeniden gündeme gelmiĢtir. Antik eserlerin sayıca giderek artması sonucundan müzeyi iki bölüm halinde düzenlemek gerekmiĢ ve daha önce de belirtildi gibi Mecma-i Asar-ı Atika ve Mecma-i Esliha-i Atika bölümleri ortaya çıkmıĢtır. Aya Ġrininin alt ve üst galerilerinin ön kısımlarının camekânlarla örtülmesi sonucunda kazanılan sergi mekânlarında daha çok askeri eserler sergilenmiĢ, askeri kıyafetlerin teĢhiri için Ahmet Fethi PaĢanın büyük gayretleriyle Avusturya‘da özel mankenler yaptırılmıĢtır. Tophane-i Amire MüĢiri olarak unvanı, sıfatı ve makamı çok daha yüksek olmasına rağmen Ahmet Fethi PaĢayı hem ilk Arkeoloji Müzesinin hem de ilk Askeri Müzenin kurucusu ve ilk müdürü olarak kabul etmek yanlıĢ olmayacaktır. Bu dönemde, Ġstanbul Sultanahmet Meydanı‘nın kenarındaki Ġbrahim PaĢa sarayında ―Elbise-i Atika‖ya da ―Kıyafethane‖ adıyla bilinen eski Osmanlı kıyafetlerinin sergilendiği bir müzenin de bulunduğunu görüyoruz. ―Yeniçeri Müzesi‖ (Musee des Janissaires) adı da verilen bu müzeye ait eserler daha sonra aya Ġrini‘deki askeri müze bölümüne taĢınmıĢtır. Askeri müze bölümünün tarihi, arkeolojik eserlerin 1880 yılında tamamlanan ÇiniliköĢk‘e taĢındığı zamana kadar Arkeoloji Müzesinin tarihi ile paralel olarak geliĢmiĢtir. ÇiniliköĢke taĢınma olayından sonra özellikle yabancıların arkeolojik eserlere daha fazla önem vermeleri, müze yönetiminin 201 Arkeoloji Müzesine geçmesi, askeri müzenin müdürsüz kalması, aya Ġrinideki müzeye olan ilginin azalmasına sebep olmuĢtur. Askeri Müzenin tarihçesi bundan sonra Arkeoloji Müzesinin geliĢmesi ve tarihçesi gibi pek parlak olmamıĢ ve adeta emekleyerek yoluna devam etmek zorunda kalmıĢtır. Sultan II. Abdülhamit zamanında, 1905 yılında, Harbiye ve Topçu Okulunda Topçuluk ve silah bilgisi dersleri veren Ahmet Muhtar PaĢa, batıdaki müzeler ayarında yeni bir askeri müzenin kurulabilmesi amacıyla bir rapor hazırlamıĢ ve tophane müĢiri Zeki PaĢaya sunmuĢ, rapor uygun görülerek yeni bir müze kurulması için PadiĢahtan onay çıkmıĢ ve ön çalıĢmaları yapmak için orduda görevli alman askeri uzman Gronakov PaĢa ile Alman Mühendis- Mimar Yasmund görevlendirilmiĢtir. Yapılan çalıĢmalar sonunda yeri bir müzenin kurulması için ilk adım atılacakken, II. Abdülhamidin yersiz kuĢku ve çekingenliği nedeniyle, böyle bir müzenin küçük bir örneğinin Yıldız Sarayı bahçesinde kurulmasını istemesi üzerine, Ferik Mahmut ġevket PaĢanın baĢkanlığında bir heyet çalıĢmalara baĢlamıĢ ve Yıldız Sarayında küçük çapta bir silah müzesi kurulmuĢtur. Ancak bir süre sonra Esliha Müzesi de denilen bu müze kapatılmıĢ ve içindeki eserler Maçka kıĢlasına taĢıttırılmıĢtır. 1908 yılında ilan edilen MeĢrutiyet döneminde, Mühendishane-i Berri-i hümayun nazırı olan Ahmet Muhtar PaĢa ile Tophane MüĢiri Topçu birinci Feriki (Orgeneral) Ali Rıza PaĢayı yine bir askeri müze kurma çabası içerisinde görüyoruz. Bununla ilgili olarak padiĢahtan ikinci bir ferman daha çıkarılmıĢ, yukarıda ismi geçen iki paĢa baĢta olmak üzere öteki ilgililerden oluĢan bir çalıĢma grubu oluĢturulmuĢ, bu arada Ġstanbul ve Ġstanbul dıĢındaki tarihi topların ve silahların toplanmasına da önem verilmiĢtir. Yapılan bütün iyi niyetli çalıĢmalara karĢın, askeri müze için uygun bir binanın bulunamayıĢı, ülkenin o zaman içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koĢulları nedeniyle yeni bir müze binasının da inĢaatına olanak bulunmayıĢı, askeri müzeyi daha bir süre daha Aya Ġrini‘nin rutubetli ortamında kalmaya mahkûm etmiĢtir. Ülkede birtakım siyasi çekiĢmeler, içte ve dıĢta meydana gelen olaylar, II. Abdühlamit‘in tahttan indiriliĢi, yönetim kadrolarındaki değiĢiklikler askeri müzenin geliĢimini de önlemiĢtir. Avrupa‘da uzun süreler bulunmuĢ, Almanya, Avusturya ve Fransa‘daki müzeleri ve sanat kurumlarını gezip görmüĢ, aydın ve yenilikçi bir kiĢi olan Mahmut ġevket PaĢanın Harbiye Nazırlığına getirilmesinden sonra askeri müze konusunun yeniden 202 gündeme geldiğini, Mahmut ġevket PaĢanın, askeri müzeyle ilgili çalıĢmalarını daha önce bilip takdir ettiği Ahmet Muhtar PaĢayı isabetli bir kararla ve tam yetkiyle Esliha-i e Askeriye Müzesinin Müdürlüğüne tayin ettirdiğini görüyoruz. Ahmet Muhtar PaĢa, askeri müzenin yeniden ayağa kaldırılmasını, derlenip toplanmasını, zenginleĢtirilmesini sağlamıĢ tanımıĢ ve bu iĢe gönül vermiĢ değerli müzecilerimizden biridir. Sultan Abdülaziz(1861-1876) döneminde görev yapan müze müdürü Ahmet Muhtar PaĢadan baĢka müzede, bir binbaĢı, bir yüzbaĢı, bir sanayi Mülazımı (teğmen) ve iki hizmetli sivil eleman görev yapmakta idiler. Ahmet Muhtar PaĢa çoğu zaman kendi kiĢisel çabasıyla birçok bilgi, belge ve arĢiv malzemesiyle, silah araç ve gereçleri müzeye kazandırarak, bugün ele geçirilmesi olanaksız olan son derece değerli eserlerle müzeyi zenginleĢtirmiĢtir. Kapatıldıktan sonra Maçka kıĢlasına konulmuĢ olan Yıldız Silah Müzesinin eserleri Aya Ġrini‘ye getirtilmiĢtir. Müzeye getirilmemiĢ olan çeĢitli yerlerdeki topların, hazineye gelir temin etmek üzere bir Alman Yahudisine hurda demir fiyatına, hükümetçe satılması giriĢimi Ahmet Muhtar PaĢanın gayretleriyle önlenmiĢ ve bunlar müzeye mal edilmiĢtir. Askeri Müzenin zenginleĢmesine dolaylı olarak katkıda bulunan kiĢilerden birisi de Sultan Abdülaziz‘dir. Abdülaziz, Ġmparatorluğun çöküĢ dönemlerinde yeniden bir hamle yaparak ordunun ve donanmamızın tekrar güçlenmesini sağlamıĢ ve özellikle kara denizde savunma gücümüzü kuvvetlendirmiĢtir. Yine teknolojiye göre ülkemizde yeni silah fabrikaları onun zamanında kurulmuĢ, öte yandan Ġngiltere‘den ve Amerika‘dan yeni silahların alınması sağlanmıĢtır Abdülaziz‘in annesi Pertevniyal Sultan, kendi kiĢisel serveti ile orduya çok sayıda silah satın almıĢtır. ĠĢte Aya Ġrini‘nin bu yeni ve modern silahları alamaz duruma gelmesinden dolayı, modern yeni bir silahhane ( silah deposu) yaptırılmasına karar verilmiĢ, bu amaçla maçkadaki harbiye mektebi yıktırılarak, o zaman için mükemmel denilebilecek ve 15 milyon silah ve yedek parçalarını alabilecek büyüklükte yeni bir silahhane yaptırılmıĢtır. Mabeyn-i Hümayun baĢ mimarı Serkis Balyan tarafından inĢa edilen bina 1874 yılında tamamlandıktan sonra Aya Ġrini‘deki müzede bulunan yeni silahlar da buraya nakledilmiĢtir. Pertevniyal Sultan tarafından bu yeni silahhane için satın alınan Henri Martini cinsi beĢbin tüfek sonraları Valide Sultan ĢeĢhaneleri Ģeklinde ün yapmıĢtır. 203 Aya Ġrin‘deki askeri müzenin yeniden düzenleme ve teĢnir- tanzim çalıĢmaları az sayıdaki personeli dolayısıyla yavaĢ yürümüĢ ve 1916-1917 yıllarında tamamlanmıĢtır. Ġlk zamanlar müzenin aylık ödeneği 500 kuruĢ idi. Ziyaretçilerden giriĢ ücreti 4 kuruĢ, Cuma günleri ise 2,5 kuruĢ alınıyor ve bu gelir de müze için harcanıyordu. Ayrıca atıĢ poligonunda 1 kuruĢ karĢılığı kuru sıkı atıĢ yaptırılarak müzeye gelir sağlanıyordu. Osmanlı Ġmparatorunun davetlisi olarak 1918 yılında üç gün için Ġstanbul‘a gelen Avusturya- Macaristan Ġmparatoru ġarl ile Ġmparatoriçe Zita Aya Ġrini‘deki Esliha-i Askeriye Müzesini de gezmiĢ ve burada konuklara Mehter-i Hakani Mızıkası tarafından bir gösteri düzenlenmiĢtir. Dünyanın en eski askeri bandosu niteliğinde olan Mehterhane-i Hakani ve yeniçeri kıyafetleri giydirilmiĢ bir birliğin bu gösterileri gelenek halinde günümüze kadar devam etmiĢ ve halen de etmektedir. Askeri müze, faaliyetlerini 1940 yılında kadar Aya Ġrini binasında sürdürmüĢ, 1939 yılında baĢlayan ikinci dünya savaĢı tehlikesi dolayısıyla müze kapatılmıĢ, eserler 1940 yılında Niğde‘ye gönderilerek orada depolanmıĢ, bir kısım eser de Ankara‘da sarı kıĢlaya getirilmiĢtir. Ġstanbul‘un fethinden buyana hesap ettiğimiz taktirde Aya Ġrini kilisesi askeri müze eserlerine neredeyse beĢ asır süresince kesintisiz olarak ev sahipliği yapmıĢ ve askeri müze 1940 yılında bir daha dönmemek üzere bu binadan ayrılmıĢtır. Bundan sonraki dönemlerde, Askeri müzeye ve müze eserlerine layık görülen muamele maalesef içler acısıdır. Güvenlik gerekçesiyle yer değiĢtiren müze eserleri harbin sonunda 1949 yılında Ġstanbul‘a geri getirilir, aradan geçen zaman zarfında sandıklar içerisindeki eserlerin zaten bakımları da yapılmamıĢtır. Aya Ġrini kilisesinin o zaman için çok bakımsız ve rutubetli oluĢu nedeniyle müzenin tekrar burada açılması uygun görülmemiĢ ve sandıklar daha önce sözünü ettiğimiz Maçka silahhanesinin bodrumuna yerleĢtirilmiĢtir. Ġçerisinin düzeniyle baĢlı baĢına büyük bir müze olan bu binanın olduğu gibi korunarak askeri müzeye dönüĢtürülmesi planlanmıĢtır Ama bakımsızlık nedeniyle bina harap olmuĢ binanın camekânları yağmur sularını geçirir hale gelmiĢti. Milli Savunma Bakanlığı 250.000 lira sarfederek bu camekânların onarımını yaptırmıĢtır, ancak kabul heyetinin, müteahhidin 204 kusurlarını tespit etmesi nedeniyle ve mahkeme kararıyla müteahhide 17.000 liralık daha ek tamirat yaptırılmıĢtır. Bu önlem alındıktan sonra silahhanenin, batıdaki modern askeri müzeler ayarında bir askeri müzeye dönüĢtürülmesi amacıyla bir mimari proje yarıĢması düzenlenmiĢ ve burada kazanan ilk üç dereceye 16.00lira ödül dağıtılmıĢtır. Kazanan projeye göre, binadaki tadilat için yıkımlar baĢlamıĢ ve yıkımlar dört duvar kalana kadar devam etmiĢtir. Uygulanacak ödül kazanmıĢ planı çok ayrıntılı ve pahalı bulan milli savunma bakanlığının ilgili dairesi yeni bir plan hazırlatmıĢ ve bunun ilk kısmının uygulanması için 650bin liraya ihalesini yapmıĢtır. Yeni projeye göre yapılan sözkonusu inĢaat 1955 yılında tamamlanmıĢtır. Bütün bu geçen yıllar içerisinde askeri müze eserleri de inĢaat halindeki binanın bodrumlarına atılmıĢ ve adeta kaderine terk edilmiĢtir. Tam iĢler yoluna girecekken talihsizlik yine bu müzemizin peĢini bırakmamıĢ ve müze haline getirilmiĢ binanın Ġstanbul Teknik Üniversitesine bağlı Maden Fakültesine verilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Bir söylentiye göre, iĢgüzar bir kiĢi zamanın baĢkanı Adnan Menderesi (oy toplama amacıyla) ikna ederek bu binanın Teknik Üniversiteye verilmesini sağlamıĢtır. O zamanın parasıyla bir milyon liraya yakın masraf edilerek yapılan yeni inĢaatı teknik üniversite beğenmemiĢ ve yapılacak değiĢiklikler için yıkım iĢi tekrar baĢlamıĢtır. Maçka silahhanesinden de atılan, tarihimizin gurur kaynağı askeri müzenin değerli eserleri kamyonlara yüklenerek yine yola çıkmıĢ ve yeni bir müze yapılıncaya kadar kaydı ile spor ve sergi sarayının karĢısında bulunan Harbiye Mektebinin jimnastik hanesine taĢınmıĢtır. Ahmet Fethi PaĢa tarafından Avusturya‘da yaptırılan mankenler bu taĢınmalar sırasında kırılıp bozulmuĢtur. Kırılan bozulan mankenlerin yenileri yapılabilirdi. Ama bu kadar ihmal ve vurdumduymazlık sonucu bozulup yok olan eserler nasıl yerine konulacaktı? Ġkinci dünya savaĢı yıllarında baĢbakanlıkta arĢiv uzmanı olarak görevlendirilen ünlü tarihçi, araĢtırmacı ve yazar Ġbrahim Hakkı Konyalı bu sıralarda askeri müze eserlerinin tasnifi iĢini de üzerine almıĢtır. O sıralarda bodrumların bir kısmını su basmıĢ ve bir kısım eser sular içerisinde çürümektedir. Esasen daha önceden de çürümeye baĢlamıĢ bir takım müzelik eĢya; miğferler, kılıçlar vb. Marmara denizinin ortasına dökülmüĢtür. Bunların arasında Yavuz Sultan Selimin Mısır seferinden getirdiği Firavunun kılıcı ile Necmeddin 205 Eyüb‘ün kılıçları da bulunmakta imiĢ. Konyalı, bu arada denize dökülmek üzere ayrılan malzemeler o arasında Orhan Gazinin miğferini de bulup kurtarmıĢtır. Ġbrahim Hakkı Konyalı, çalıĢmaları sırasında, bir sabah tesadüfen, eski bir takım evrakın da balyalanarak Ġzmit kağıt fabrikasına gönderilmek üzere hazırlandığını nöbetçilerden öğrenmiĢ ve hemen ilgililere koĢarak belge niteliğindeki bu evrakın kurtarılmasını sağlamıĢtır. Daha önce gidenler için artık zaman çok geçtir. Çürüdü diye atılan müzelik eserler ise çoktan denizin dibini boylamıĢtır. ĠĢte bu çalıĢmalar sırasında müzenin en eski ve en değerli eserlerinden dört tanesi Ġbrahim Hakkı Konyalı tarafından keĢfedilmiĢtir. Bu dört eser Ģunlardır. 1)Osmanlı imparatorluğunun ikinci hükümdarı Orhan Gazinin miğferi (miğfer üzerinde ―Allah mülkünü ve devletini ebedi kılsın‖ ibaresi yazılıdır.) 2) Peygamberimizin sancaktarı Ebu Eyyup Ensari‘nin Türbe Sancağı, 3) Selahattin Eyyubi‘nin babası Necmeddin Eyyubi‘nin kılıcı, 4) Hind Hükümdarı Bahaeddin Hanın miğferi ve zırhı. Harbiye mektebinin jimnastik salonunun onarım ve müzeye dönüĢtürme çalıĢmaları 1959 yılı ortalarına kadar sürmüĢ ve askeri müze bu yeni binasında 31 Ağustos 1959 tarihinde ziyarete açılmıĢtır. 1940 yılında kapatılan Aya Ġrini‘deki Askeri Müzenin kapanmasından bu yana 19 yıl geçmiĢtir. Bu 19 yıl, Türk müzeciliği için hem büyük bir kayıp, hem de büyük bir ayıptır. Bu zaman içerisinde gelmiĢ geçmiĢ Türkiye cumhuriyeti hükümetleri, kendi Ģanlı tarihimizin elle tutulur belgelerini içerisinde saklayan bir askeri müze kurma gücünü kendilerinde bulamamıĢ ve çoğu madeni olan son derece nadir ve değerli eserler adeta kaderine terk edilmiĢtir. Biz, bu kusur ve ihmalin hiçbir geçerli mazeretini kabul edemiyoruz. Harbiye Mektebi jimnastik hanesinde açılmıĢ olan askeri müzenin yeterli gelmediği zamanla anlaĢılmıĢ ve 1966 yılında Harbiye Binasının askeri müze haline getirilmesine karar verilmiĢtir. 1841 yılında inĢa edilmiĢ olan Harbiye Binasının, askeri müze haline dönüĢtürülmesi için açılan proje yarıĢmasını ĠTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Nezih Eldem kazanmıĢ ve restorasyon ve dönüĢüm çalıĢmaları 1967 yılında baĢlamıĢtır. Binanın batı bloğu ve kuzey bloğunun inĢaat ve onarımı 1983 yılında tamamlanmıĢ; diğer bölümlerindeki çalıĢmalar ise1991 yılında bitirilmiĢtir. TeĢhir tanzimi yapılan müze 10 ġubat 1993 tarihinde ziyarete açılmıĢtır. Bugün müzede 206 mevcut eserler, Osmanlıların (daha sonra Türkiye Cumhuriyetinin) yüzyıllar önce eski eser toplamaya verdikleri önemin bir göstergesidir. Örnek olarak ikinci Osmanlı Sultanı Orhan Gaziye ait iĢlemeli savaĢ miğferi dünyanın en eski Osmanlı eseri kabul edilebilir. Bu da, gerek ata yadigârı gerekse tarihi eserlerin toplanmasında gösterilen özen olarak nitelendirilsin. Askeri müzenin zenginleĢtirilmesinde Osmanlıların katkısının açık ifadesidir. Müze koleksiyonlarındaki kıymetli eserleri rastgele sayarak, müzenin değere daha iyi anlaĢılacaktır. BaĢta, Yavuz Sultan Selim doğudan, Kanuni Sultan Süleyman batıdan çok sayıda ganimet eĢyayı müzeye kazandırmıĢtır. 1289 yılında yazılmıĢ Selçuk Kur‘anı kerim-i gazi Evranos Beyin zırhı, Mihal Gazinin kılıcı, XIII. yy. ait Ġlhanlı miğferi, Yakup Çelebinin kalkanı, Bizanslıların Haliç‘e gerdikleri zincir, Mısır ve Kölemen Hükümdar‘larının eĢyaları, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz ve Kanuni devirlerine ait silahlar ve askeri malzeme, Kanuni Sultan Süleyman‘ın kılıçları, kösler. IV. Sultan Mehmet‘in kılıcı, köprülü Mehmet PaĢanın çakmaklı tüfekleri, Alemdar Mustafa PaĢanın kavuğu, savaĢ ve fetih konularına ait tablolar, askeri kıyafetler, çeĢitli Türk ve yabancı ülke bayrakları, II. Abdülhamit‘e ait çadırlar. Gazi Muhtar PaĢanın elbisesi, Yunanlıların Ġzmir‘de hükümet konağına çektikleri, üzerinde kraliyet tacı bulunan sancak, Yunan ordusu baĢkomutanı Trikopisin kılıcı, niĢanları ve apoletleri, Yunanlılara ait sancaklar, Harbiye Nazırı ve Sadrazam Mahmut ġevket PaĢa ve Yaveri Deniz Üsteğmeni Ġbrahim Beyin Beyazıt‘tan Babialiye giderken 14 Haziran 1913 tarihinde suikasta uğrayıp öldürüldükleri sarı renkli tarihi otomobil değerli eserler arasında yer almaktadır. Atatürk‘ün de içinde olduğu harbiye binasının restore edilip müze haline getirilmesiyle hem çağdaĢ anlamda bir askeri müze binasına kavuĢulmuĢ, hem de tarihi bir binanın ayağa kaldırılıp korunması ve binaya da bir iĢlev kazandırılması sağlanmıĢtır. Müze koleksiyonlarında mevcut bulunan elli binin üzerindeki eserden ancak beĢte birine yakın bir kısmı sergilenebilmektedir. Askeri müze ve kültür sitesi halen büyük bir kompleks oluĢturmaktadır. Müzeyle birlikte toplantı ve konferans salonları, Sergi salonları ve 500 kiĢilik konser salonu ile tam bir kültür kurumu halindedir. Müzede, kimyasal bakım restorasyon ve konservasyon laboratuarı ve atölyeleri mevcuttur. 207 Askeri müze bugün, yanlı tarihimize ve ülkemize yakıĢan, Ġftihar edilecek ve parmakla gösterilecek tertipli düzenli ve güzel müzelerimizden burudur. Bu müzemiz geçmiĢteki çektiği acılardan arınmıĢ ve sanki huzura kavuĢmuĢ gibidir. Deniz Müzesi (1897): Yurdumuzda kurulmuĢ en eski müzelerden biri de deniz müzesi Bahriye Müzesi‘dir. Deniz müzesi, Sultan II. Abdülhamit‘in iradesi ve izni ile Ġstanbul‘da KasımpaĢa Tersanesindeki (Tersane-i Amire- Bugünkü TaĢkızak Tersanesi) NakkaĢhanede 31 ağustos 1897 tarihinde o zamanın Bahriye Nazırı (Deniz Kuvvetleri Komutanı) Bozcadalı Hüseyin Hüsnü PaĢa tarafından kurulmuĢtur. Bu müzenin kuruluĢunda ve geliĢmesinde, deniz subayı ressam ve yazar Süleyman Nutku Beyin, Hakkı Beyin, Amiral Mehmet Hikmet Beyin, Bahriye Nazırı Cemal PaĢanın ve yine bir deniz subayı ve ressam olan Ali Sami Boya‘ın da baĢarılı gayret ve hizmetleri dokunmuĢtur. O zamanlar müzeye ilk isim olarak Müzehane-i Hümayun adı verilmiĢtir. 1917 yılında tanınmıĢ ressam ve deniz subayı Ali Sami Boyar Deniz Müzesi Müdürlüğüne tayin edilmiĢtir. Deniz Müzesinin geliĢmesinde önemli rol oynayanlardan biri olan Boyar‘ı daha sonraki yıllarda da çeĢitli müzelerde müzeci olarak görüyoruz. 1919 yılında Sarayburnu‘ndaki harab durumda olan Topkapı Kayıkhanesi‘nde bulunan taht kayıkları ve öteki hünkar kayıkları da müzeye nakledilerek deniz müzesi zenginleĢtirilmiĢtir. Deniz müzesi de askeri müze gibi sık sık yer değiĢtiren müzelerimizden biri olmuĢtur. Müze eĢyası II. Dünya savaĢında güvenlik gerekçesiyle Anadolu‘ya Konya‘ya taĢınmıĢ, savaĢın bitiminden sonra 1946 yılında Bahriye nezaretine yani bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığına geri getirilmiĢtir. Deniz müzesinin 1948 yılında, cemaatinin çok azaldığı ve adeta metruk bir hal almıĢ olduğu ileri sürülen Dolmabahçe Camii‘ne taĢınmasına karar verilmiĢ ve 27 eylül 1948 tarihinde bu camiye taĢınarak Deniz Müzesi ve ArĢiv Müdürlüğü adıyla yeniden düzenlenmiĢ ve baĢına da müdür olarak tarih meraklısı, hukukçu – deniz subayı Haluk ġehsuvaroğlu atanmıĢtır, ġehsuvaroğlu sonraki yıllarda Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğünü de yapmıĢtır. 1950 yılında Milli Saraylar Müdürlüğüne ait Dolmabahçe Sarayının garaj ve kayıkhanesi devredilmiĢtir. ile buradaki saltanat ve piyade kayıkları deniz müzesine 208 Dolmabahçe camiinde bulunan müze müdürlüğü idari kısmı ve kütüphane bu binaya taĢınmıĢtır. Binanın garaj kısmında yapılan değiĢiklikle ait ve üst salonlara 8 kayık yerleĢtirilmiĢtir. Bu kısımlar Müze kayıklar salonu adıyla 1952 yılında ziyarete açılmıĢtır. KasımpaĢa‘da bir binada bulunan arĢiv defterleri kayıkhane kısmının üst katındaki bir odaya taĢınarak buraya yerleĢtirilmiĢtir. Kayıkhane binasının 1956 yılında istimlaki üzerine, kütüphane, arĢiv ve idari kısım 1956 yılı kasım ayında Dolmabahçe Sarayı MüĢtemilatından olan Ağalar Dairesine; Saltanat ve Piyade Kayıkları da yine kasım 1956‘da Dolmabahçe Sarayı eski mutfaklarına taĢınmıĢtır. Deniz müzesinin, Dolmabahçe camisi içindeki eserleri, buranın 1960 yılında Yassı ada Ġrtibat Kuruluna verilmesi nedeniyle boĢalmıĢtır. O zamanki müze müdürü Deniz ikmal kıdemli yüzbaĢı Faruk Erus‘un gayretleriyle BeĢiktaĢ‘taki boĢ bulunan maliye binasının müzeye verilmesi sağlanmıĢ ve bina içerisinde gerekli değiĢiklik ve düzenlemeler yapılmıĢtır. Deniz müzesi nihayet, Ġstanbul BeĢiktaĢ‘ta tanınmıĢ Türk denizcisi, kaptanı derya Barbaros Hızır Hayrettin PaĢanın türbesi ve heykelinin yakınındaki eskiden maliye binası olan bugünkü binasına 27 eylül11961 tarihinde taĢınmıĢtır. Önceleri müzeye sığmayan birçok eser belediyeden kiralanmıĢ bir depoya konulmuĢtur. Deniz müzesi 7 Temmuz 1970 tarihinde kayıklar galerisinin de eklenmesiyle daha geniĢ mekânlara kavuĢmuĢtur. Müzede; Barbaros, Turgut Reis gibi ünlü Türk denizcilerinin sancakları, armalar, denizci kıyafetleri, denizcilikle ilgili tablolar, eski devirlerde gemilerin burunlarına konan ve Kuruçe adı verilen armalar, kayık denmeyecek kadar büyük ve ihtiĢamlı saltanat kayıkları, IV. Sultan Mehmet‘e ait saltanat kayığının kıymetli taĢlar. Sedef ve fildiĢi iĢlemeli köĢk kısmı, Abdülaziz‘e ait 13 çifte saltanat kayığı modeli, ceylan derisi üzerine çizilmiĢ ve 1962 yılında Türk denizcilerinde Ġbrahim Kaptan tarafından yapılmıĢ Avrupa haritası (bu harita çok değerli olup, yeryüzündeki bu tip haritalardan ikincisidir. Birincisi Venedik Müzesindedir. Topkapı Sarayındaki Piri Reisin haritası eskilik bakımından üçüncü sırayı alır. Her üç harita da ceylan derisi üzerine yaptırılmıĢtır) . Piri Reisin dürbünü, Usturlab-ı Kitab-ı Bahriyesi, yine tarihi kayıklar galerisinde Sultan Abdülmecid‘e, Sultan Abdülaziz‘e, Sultan Abdülhamid‘e ve Sultan ReĢat‘a ait saltanat kayıkları, sultan IV. Mehmet‘e (avcı Mehmet) ait saltanat (tenezzüh kadırgası (bu kadırganın boyu 40 metre, eni 5.90 metre, derinliği 2.40 metre olup 24 çifte küreği vardır. Ağırlığı 209 ise tam 140 tondur. Her kürekte 3 kiĢi olmak üzere 144 kiĢinin kürek çektiği bu muhteĢem kadırga müzenin en değerli eserlerindendir) 19.yy‘a ait 24 metre boyunda, 1.75 metre eninde 7 çifte saltanat kayığı, Sultan Abdülmecid‘in 13 çifte köĢklü, Sultan ReĢat‘ın 10 çifte, köĢklü saltanat kayıkları, 1890 yılında batan Ertuğrul gemisinin 525 subay, astsubay ve erine, 1940 yılında batan refah gemisinin 167 kiĢilik mürettebatına, 1941 yılında batan Atılay denizaltısının 38, 1953 yılında Çanakkale‘de nara burnu ü önünde batan Dumlupınar denizaltısının 81 kahraman denizcisine ait hatıralar, II. Mahmut zamanında yaptırılmıĢ mahmudiye kalyonuna ve kırım savaĢına ait eĢyalar. Atatürk‘ün Ertuğrul yatına ait kamara ve içinin eĢyası ile Atatürk‘ün kullandığı sandallar ve daha birçok kıymetli eser sergilenmektedir. Müzedeki eser sayısı altı binin üzerindedir. . Ayrıca 1100 cildin üzerinde kitabı olan bir kütüphanesi ile 18000 bahriye defterinden oluĢan bir arĢive sahiptir. Müze Genelkurmay BaĢkanlığına bağlıdır. Yine Genel Kurmay BaĢkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde hizmet veren; daha çok Donanma Komutanlığı ile ilgili hatıra eserlerin bulunduğu Gölcük Müzesi ile Nusrat Mayın gemisine ait yapay eĢyalar ile Çanakkale savaĢına ait eserlerin sergilendiği Çanakkale Deniz Müzesi diye iki müze daha bulunmaktadır. Deniz Müzesinin geliĢmesine katkısı olanlardan biri olan Ali Sami Boyarın kısaca hayat hikâyesinden burada bahsetmek istiyoruz. Aslında bir deniz subayı olan Boyar değerli bir ressam ve müzecimizdir. Bahriye Mektebinde okuyan Boyar 9 Nisan 1901 tarihinde bu okuldan teğmen olarak mezun olmuĢtur. Onun yaptığı resimleri görüp beğenen Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü PaĢa, Boyarın Sanayi-i Nefise Mektebinde de okumasına izin vermiĢ ve bu sayede Ali Sami 1908 yılında bu okuldan da mezun olmuĢtur. Ali Sami Sanayi-i Nefise Mektebindeki baĢarısından dolayı Bahriye Nazırlığınca 1910 yılında resim eğitimi yapmak üzere Paris‘e gönderilmiĢ, orada iki yıl kaldıktan sonra dönmesi gerekirken, üstün baĢarısı nedeniyle görev süresi iki yıl daha uzatılmıĢtır. Yurda döndükten sonra, 22 Temmuz 1914 ‗de kendi isteğiyle askerlik görevinden emekli olan Ali Sami Boyar, o zamanki Bahriye Nazırı Cemal PaĢa ve diğer yüksek rütbeli görevlilerin tavsiyeleri üzerine Bahriye (deniz) Müzesi Müdürlüğü görevine getirilmiĢtir. Müdürlük görevi sırasında müzedeki eserlerin tasnifini yapmıĢ ve Bahriye (deniz) Müzesinin katalogunu hazırlamıĢtır. 210 Boyar 1922 yılından sonra Evkaf Müzesi (Türk ve Ġslam Eserleri Müzesi) Müdürlüğü görevine getirilmiĢtir. Ali Sami, Cumhuriyet dönemi ilk pullarımız ve kağıt paralarımızın ressamı sıfatıyla ve bunların basılmasına nezaret etmek üzere 1925 yılında iki defa Londra‘ya gitmiĢ ve orada eserlerini de sergilemiĢtir. Londra‘dan dönüĢte yeniden Türk Ġslam Eserleri Müzesi Müdürlüğünde bulunan Boyar 1935 yılında Atatürkün emriyle kurulan Ayasofya Müzesi müdürlüğüne atanmıĢtır. Halide Edip Adıvar‘ın kız kardeĢi Belkıs hanımla evli olan ali Ssami Boyar 23 Eylül 1967 tarihinde 87 yaĢındayken ölmüĢtür. Deniz müzesinin ilk müdürü, Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü PaĢanın damadı Bahriye Mirlivası Hikmet PaĢa, Müdür yardımcısı ise Bahriye fen komisyonu üyesi sağ kolağası (deniz kıdemli yüzbaĢı) Süleyman Nutku Beydir. Ġstanbul Tanzimat Müzesi (1952): Dolmabahçe Sarayının inĢaatı sırasında Abdülmecit tarafından yaptırılan, BeĢiktaĢ‘taki Ihlamur Caddesi sonunda yer alan ve Ihlamur KöĢkleri diye anılan iki kasır Tanzimat Müzesi olarak hizmet vermektedir. Tanzimat devrinde yapılmıĢ olan bu iki köĢk, Cumhuriyetin ilanından sonra, Milli Saraylar Ġdaresine geçmiĢ, bazen ikametgâh olarak kullanılmıĢ ve uzun zaman bakımsız kalmıĢtır. 1950 yılında köĢklerin, Tanzimat Dönemini canlandıracak bir müze haline getirilmesi düĢünülmüĢ, zamanın Ġstanbul Valisi ve Belediye BaĢkanı Fahrettin Kerim Gökay tarafından T.B.M.M. baĢkanlığından karar çıkartılarak 1951 yılında binaların Ġstanbul Belediyesine devrettirilmesi sağlanmıĢtır. Yapılan çalıĢmalar sonunda bu iki köĢk 15 Ekim 1952 ÇarĢamba günü saat 17‘de Tanzimat Müzesi adıyla ziyarete açılmıĢtır. Tanzimat Döneminin ileri gelen Ģahsiyetlerine ait kiĢisel eĢya, belge tablo, fotoğraf, mektup vb. eĢyalar bu müzede teĢhir edilmektedir. ReĢit Saffet Atabinen ve Ġstanbul eski Milletvekili Salih Fuat Keçeci ellerindeki eserleri bu müzeye bağıĢlamıĢlardır. Müze Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesi BaĢkanlığına bağlıdır. YeĢil Efendi Osmanlı Evi Müzesi(1984): EskiĢehir‘in Odunpazarı Semti, Dede Mahallesinde YeĢilefendi Sokaktadır. Buna, 19.yy‘nın ikinci yarısında inĢa edilmiĢ bir sivil mimarlık örneğidir ve cumhuriyet dönemi birinci devri milletvekillerinden Halil Ġbrahim Sipahiye ait bulunmaktaydı. 211 Burası Müze Ev olarak 1984 yılında ziyarete açılmıĢtır. EskiĢehir Müzesi Müdürlüğüne bağlı olan bu müze daha sonra Özel Ġdare Müdürlüğünün sorumluluğuna devredilmiĢtir. Konya–Koyunoğlu ġehir Müzesi(1956): Konya‘daki önemli müzelerden birisi de büyükĢehir belediyesine bağlı olarak hizmet veren Koyunoğlu ġehir Müzesidir. Müze Ġzzet Koyunoğlu isimli hayırsever bir Konyalının Evini ve eski eser koleksiyonlarını Konya Belediyesine bağıĢlamasıyla kurulmuĢtur. 60 yıl boyunca gezdiği gördüğü yerlerden topladığı her türlü eski eseri biriktirip bir koleksiyon ve daha sonra da bir müze meydana getiren Ġzzet Koyunoğlu kimdir ve bu müze nasıl meydana gelmiĢtir? Ahmet Ġzzet Koyunoğlu Konya‘da 1900 yılında dünyaya gelmiĢtir. Ġlk tahsilini Mahalle Sübyan mektebinde yapmıĢ, sonra Ġstanbul‘a giderek burada Halkalı Ziraat Mektebinde okumuĢ ve mezun olmuĢtur. Okul dıĢında çalıĢarak kendini yetiĢtiren Koyunoğlu, yedek subay olarak yaptığı vatani görevi sırasında kurtuluĢ savaĢına katılmıĢ, Sakarya ve Dumlupınar muharebelerinde yararlıklar göstermiĢ, bu nedenle Ġstiklal Madalyasıyla ödüllendirilmiĢtir. Koyunoğlu askerlikten sonra, Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğünün çeĢitli birimlerinde görev almıĢ, bu arada 1928 yılında üç yıl süreyle Almanya‘ya incelemeler yapmak üzere gönderilmiĢtir. Son olarak baĢmüfettiĢlik görevini de yürüten Koyunoğlu 1956 yılanda emekli olmuĢtur. Konya‘da Üçler Mezarlığının arkasında, Topraklık Semtinde, Kerimdede ÇeĢme Mahallesinin Koyunoğlu Sokağındaki XVII. yy.a ait eski bir Türk evinde kurulan müze ve kütüphanede yer alan eserler, 1913 yalında toplanmaya baĢlamıĢtır. Önceleri Cöng denen edebiyatla ilgili dergilerin toplanmaya baĢlamasıyla oluĢan koleksiyon, daha sonra geniĢlemiĢ, tarih öncesi çağlardan Selçuk ve Osmanlılara kadar çeĢitli dönemlere ait taĢ, seramik, cam eserler, mezar taĢları lahitler, heykeller, heykelcikler, kitabeler, sütun baĢlıkları ve sütunlar, etnografik eserler, ev eĢyaları, koĢum takımları, el iĢlemeleri, kadın ve erkek giyim eĢyası, askeri kıyafetler, fermanlar, halılar, yazmalar, sikkeler, kristaller, hat sanatı örnekleri, el yazması kitaplar ve daha birçok çeĢitli eĢya koleksiyonlar içersinde yer almıĢtır. Bu değerli müzenin sahibi ve kurucusu Koyunoğlu‘nun soyu Karakoyunlulara uzamaktadır. Esasen Anadolu Selçuklularının tanınmıĢ siması Sahib-i Ata Fahrettin-i Ali sülalesinden gelmektedir. Mevcut eserlerinin yüzde beĢi 212 ecdadının yadigârı, geri kalanı ise, hayatı boyunca kendi topladığı, satın aldığı, diyar diyar gezerek araĢtırıp bulduğu objelerden oluĢturulmuĢtur. Koyunoğlu Kütüphanesi 1954 yılında CumhurbaĢkanı Celal Bayar‘ın arzusu üzerine halka açılmıĢtır. ÇalıĢtığı sürece koleksiyonlarını bilim adamlarına ve araĢtırmacılara her zaman açan Koyunoğlu, 1956 yılında emekli olduktan sonra müze ve kütüphanesini halkın hizmetine de sunmuĢtur. Kendi sağlığında ziyaretçilerden ücret almamıĢ, müzeyi çoğu zaman bizzat tendi gezdirmiĢ ve ayrıca ziyaretçilere ikramda bulunmuĢtur. Koyunoğlu‘nun sağlığında, müzesindeki koleksiyonlara yurt içinde ve yurt dıĢından yüksek rakamlar önerilerek birçok talip çıkmıĢ; bu anlamda Amerika, Hollanda ve Danimarka‘dan önemli ve cazip teklifler gelmiĢtir. Ama tüm yaĢamı boyunca uğraĢıp didinerek topladığı, evladı gibi bakıp koruduğu bu eserlerin ve müzenin dağılıp yok olmasına onun gibi bakıp koruduğu bu eserlerin ve müzenin dağılıp yok olmasına onun gönlü razı olmamıĢ ve hiçbir maddi karĢılığa tenezzül etmeden evini, müzesini ve kütüphanesini Konya Belediyesine hibe etmeye karar vermiĢtir. Ancak, Koyunoğlu‘nun iki Ģartı vardır. Birincisi, yeni bir müze binası yapılarak koleksiyonlar daha geniĢ ve modern mekânlarda teĢhir edilecek, ikincisi, tarihi bir sivil mimarlık örneği olan evi ve müĢtemilatı restore edilerek Konya Evi Ģeklinde muhafaza edilecektir. Aslında Ģart koĢulmasa da zaten mantıken yapılması gereken de bu değil midir? Dört yıl süren sayım ve tespit çalıĢmalarından sonra müze ve kütüphane, 4 Temmuz 1973 tarihinde Konya Belediye BaĢkanı Yılmaz Kulluk, belediye hukuk danıĢmanı, noter ve öteki davetlilerin hazır bulunduğu bir törenle belediyeye resmen hibe edilir. A.Ġzzet Koyunoğlu, canı gibi sevdiği müze ve kütüphanesinin emin ellerde bulunmasından dolayı mutludur. Kendi ifadesiyle ―varlığını, vatana ve millete verebilmenin huzuru içerisinde‖dir. Koyunoğlu‘nun bağıĢladığı evi belediye tarafından restore ettirilmiĢ ve bu evin doğu kısmına da üç katlı yeni bir müze binası yaptırılarak buraya Koyunoğlu ġehir Müzesi adı verilmiĢtir. Koyunoğlu‘nun kitapları, yazma ve basma eserler müzenin üst katına konularak bir kütüphane meydana getirilmiĢ, daha sonra Konyalı Selçuk Es‘in bağıĢladığı kitaplarda buraya eklenmiĢtir. Kütüphanenin bitiĢiğinde Mehmet Önderin bağıĢladığı Mehmet Önder Kütüphanesi ve ArĢivi de ayrı bir bölüm olarak yer almaktadır. 213 Koyunoğlu Müzesi 1984 yılanda zamanın Vali ve Belediye BaĢkanı Lütfi Tuncer tarafından yeni binasında hizmete açılmıĢtır. 1960 yıllarda müzesine 80 milyon TL. Değer biçilen, ama onun satmaya yanaĢmadığı ve kendi ifadesine göre ―Müzeyi satmaya kendimi selahiyetli bulmadım. Burası bir barajdır. DıĢ ülkelere pek çok eser kaçırılıyorlar. Ben ise halkın elinde bulunanları değerini vererek alıyor ve böylece bu değerli eserlerin yurdumuzda kalmasını sağlıyorum‖ dediği değerli koleksiyonlar hem ülkemize zengin bir müze kazandırmıĢ ve hem de izzet Koyunoğlu‘nun adının örnek bir kiĢi olarak yaĢatılmasını sağlamıĢtır. Ülkemizde, Koyunoğlu gibi, bu tür hayırlı ve yararlı hizmeti dokunan insanlarımız ne yazık ki pek fazla değildir. Türk müzeciliğine fedakârca hizmet eden gelmiĢ geçmiĢ hayırsever müzeciler arasında, Ahmet Ġzzet Koyunoğlu‘da Ģüphesiz ki ön sıralarda yerini almıĢ bulunmaktadır. Koyunoğlu Müzesinde Gürbüz Alp ve onun ölümünden sonra eĢi Ayhan Alp Müze Müdürü olarak görev yapmıĢlardır. Trabzon (Ayasofya) Müzesi (1964): Trabzon Ayasofya Müzesi aslında, mimari özelliği dikkate alınarak anıt müze haline dönüĢtürülen bir Bizans çağı kilisesidir ve I:Manuel Komneos (12381263) zamanında inĢa ettirilmiĢtir. Kilisenin batı tarafındaki çan kulesi ise daha sonraki asırlarda, 1427 yılında yaptırılmıĢtır. Kilisenin kuzeyinde, daha erken bir döneme ait üç apsisli bir Ģapel kalıntısı da bulunmaktadır. Trabzon, Fatih Sultan Mehmet tarafından Fethedildikten sonra Ayasofya Kilisesi de camiye dönüĢtürülmüĢ ve vakıf eser haline getirilmiĢtir. 19.yy.da harab bir hale gelen cami 1864 yılından sonra, Bursalı Rıza Efendinin gayretleriyle iyi bir onarımdan geçirtilmiĢtir. Birinci Dünya SavaĢı zamanında depo ve askeri hastane olarak hizmet vermiĢ olan bina sonradan yeniden cami olarak kullanılmıĢtır. Cumhuriyetten sonra Vakıflar Genel Müdürlüğünün sorumluluğuna geçen bina 1958-1962 yılları arasında bu müdürlük ve Edinburg Üniversitesinin iĢbirliği ile esaslı bir restorasyon görmüĢ ve 1964 yılından sonra da anıt müze olarak hizmete sokulmuĢtur. Trabzon Müzesinde müdürlük yapanlar arasında Mahir Akturan Necmettin Akgündüz ve AyĢe Vesim de bulunmaktadır. Eski Kız Meslek Lisesi binası (Kostaki Konağı ) 1987 yılında müze olarak kullanılmak üzere Kültür Bakanlığına tahsis edilmiĢtir. 214 Trabzon‘daki Atatürk KöĢkü ve Müzesi Trabzon Belediyesine bağlıdır. 1903 yılında inĢa edilmiĢ olan bina Soğuksu tepesinde, çam ormanlarıyla çevrili bir bahçe içinde ve Ģehre hakim bir yerde bulunmaktadır. 15-17 Eylül 1924 tarihlerinde Trabzon‘u ilk defa ziyaret eden Mustafa Kemal bir gezinti sırasında bu köĢkü de görüp beğenmiĢ ve burada bir süre dinlenmiĢtir. Atatürk 26-29 Kasım 1930 tarihlerinde ikinci defa Trabzon‘a geldiğinde bu köĢkte ağırlanmıĢtır. Atatürk‘ün beğendiği bu köĢk daha sonra Trabzon il özel idaresince 2 Mayıs 1931 tarihinde hazineden satın alınarak, il daimi encümeninin 18 Mayıs 1931 tarih ve 361 sayılı kararıyla Atatürk armağan edilmiĢtir. Üçüncü defa 10-11 Haziran 1937 tarihlerinde Trabzon‘a gelen Atatürk yine bu köĢkte kalmıĢtır. Atatürk‘ün ölümünden sonra kız kardeĢi Makbule Boysana kalan köĢk, 17.4.1943 tarihinde Trabzon Belediyesi tarafından kamulaĢtırılmıĢtır. Gerek mimarisi ve gerekse tarihi önemi nedeniyle değiĢik bir sivil mimari örneği olan bina Trabzon Belediyesince müze haline getirilmiĢtir. Ġstanbul (Tevfik Fikret) AĢiyan Müzesi (1945): AĢiyan Müzesi, Rumelihisarı‘nda Kayalar mevkiinin üst kısmındaki sırtta yer alan bahçe içinde üç katlı ahĢap bir binadır. Bu bina Edebiyat-ı Cedide Ģairlerinden Ribabı ġikeste‘nin yazarı Tevfik Fikret‘in yaĢadığı evdir. 1867 yılında Ġstanbul‘da doğan ünlü Türk Ģairi Tevfik Fikret aĢiyan adını verdiği bu evde yaĢamıĢ ve 19 Ağustos 1915 tarihinde 48 yaĢında iken ölmüĢtür. Tevfik Fikret‘in ölümünden sonra, onun anılarıyla dolu olan binanın baĢkalarına satılarak kaybolmasına razı olmayan Ġstanbul Belediyesi, içindeki kiĢisel eĢyalarıyla birlikte AĢiyanı eĢi Nazmiye Hanımında satın almıĢtır. BaĢka eserler ve belgelerle de zenginleĢtirilen bina, Tevfik Fikret‘in ölümünün 30. yıldönümünde 19 ağustos 1945 Pazar günü saat 17 de müze olarak halkın ziyaretine açılmıĢtır. Binanın giriĢ katı salonları Abdülhak Hamit Tarhana ait eserlere, üst kat salonları ise Tevfik Firkete ait eserlere tahsis edilmiĢtir Müze Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesine bağlıdır. Ġstanbul ġehir Müzesi (Belediye Müzesi) (1945): Ġstanbul Saraçhanedeki Bozdoğan Kemeri altında, XVII. Yüzyılda Mimar Davud Ağa tarafından yapılmıĢ ve Gazangerağa Medresesi olarak bilinen bir medrese yer almaktadır. Uzun yıllar bakımsız kalmıĢ bulunan bu değerli Osmanlı Mimari Anıtı, 1944-1945 yıllarında Ġstanbul Belediyesi tarafından aslına uygun 215 olarak restore ettirilmiĢ ve 1929 yılında Beyazıd Medresesinde kurulmuĢ olan Ġnkılâp müze ve kütüphanesinin müze kısmındaki eserler buraya nakledilmiĢtir. Ġstanbul‘un fethinden sonraki tarihi, kültürü ve sanatını tanıtmak amacıyla burada oluĢturulan müze, teĢhir ve tanzimini takiben belediye müzesi adı altında 1 ġubat 1945 PerĢembe günü saat 15‘de törenli ziyarete açılmıĢtır. Müzede, Beykoz cam eserleri, çiniler, Avrupa cam ve porselenleri, el iĢlemeleri, çatmalar, kadifeler, yazmalar, kumaĢlar, nazar boncuğu koleksiyonu, yazı, cilt, tezhip, kağıtçılık ve kağıt boyama sanatı örnekleri, yazı takımları, sedef ve fildiĢi eser örnekleri, lüleler, demir, pirinç, bakır, iĢçiliği örnekleri, kahve takımları, sünnet takımları, karagöz, kukla ve ortaoyunu malzemeleri, kanuni sultan Süleyman Barboras Hayrettin PaĢanın portreleri, Fatih Sultan Mehmet‘in portresi ve eski Ġstanbul manzaralarından oluĢan fotoğraflar, 1927 yılında Ġstanbul‘a ilk gelen piyano sergilenmektedir. Müze, Ekim 1968‘de Yıldız Sarayı ikinci avlusunda ve Hasbahça içinde yer alan Güzel Sanatlar binasına ve marangozhaneye taĢınmıĢtır. Müze Ġstanbul BüyükĢehir Belediye BaĢkanlığı‘na bağlıdır. Ġstanbul-Atatürk Müzesi(1942): 1942 yılında Belediye tarafından Tahsin Uzel‘den satın alınan Atatürk inkılâp müzesi Ġstanbul un ġiĢli semtinde Halaskargazi Caddesinde bulunan üç katlı bir binadır. Mustafa Kemal Milli Mücadeleden önce, 1918 yılı aralık ayından itibaren bir yıl süreyle kiraladığı bu evde 5,5 ay kadar oturabilmiĢ ve 16 Mayıs 1919 tarihinde ordu müfettiĢliği göreviyle samsuna gitmek üzere buradan ayrılmıĢtır. Onarımı yapılan söz konusu bina 15 ağustos 1942 tarihinde Pazar günü saat 17 de müze olarak halkın ziyaretine açılmıĢtır. Bina, 1955–1956 yıllarında 16.000 tl. Sarf edilerek yeniden esaslı bir Ģekilde tamir görmüĢtür. Müzede, istiklal savaĢına ait krokiler, belgeler, Atatürk‘e ait eĢyalar ve elbiseler sergilenmektedir. Müze, Ġstanbul BüyükĢehir Belediye BaĢkanlığına bağlıdır. Çanakkale Harp Hatıraları Müzesi(1971): 1914-1915 yıllarında Çanakkale SavaĢlarında Ģehit düĢün askerlerin anısına görkemli bir anıt yapılması için baĢlatılan kampanya sonucunda 19541960 yılları arasında Gelibolu Yarımadasında bir ġehitler Anıtı inĢa edilmiĢtir. Settul Bahir Köyü Hisarlık Tepesinde yer alan 42m. Yüksekliğindeki anıtın dört 216 ayağından kuzey batıdakinin altında bulunan ―L‖ biçimli salon Çanakkale Harb (Hatarıları) Müzesi olarak tanzim edilmiĢ ve 1971 yılında ziyarete açılmıĢtır. Ġstanbul Hava(cılık) Müzesi (1971): Türkiye‘de havacılık tarihi konusunda bir müze kurulması fikri ilk defa 1970 yılında esas olarak gündeme gelmiĢtir. Ġzmir Cumaovası havaalanında kullanılmayan uçaklar, uçak maketleri ve havacılıkla ilgili çeĢitli eĢyalardan oluĢan objelerin yer aldığı ilk Havacılık Müzesi 1971 yılında kurulmuĢtur. Daha sonraki yıllarda söz konusu eserler Ġstanbul‘a taĢınarak modern bir hava müzesi kurulması çalıĢmaları baĢlatılmıĢtır. Nihayet Ġstanbul YeĢilköy‘de 1985 yılında çağdaĢ bir Hava Müzesinin açılıĢı gerçekleĢtirilmiĢtir. Hava(cılık) Müzesi Genelkurmay baĢkanlığına bağlıdır. Ġstanbul-Karikatür ve Mizah Müzesi(1975): Türkiye‘nin ilk Karikatür Müzesi, Karikatürcüler Derneği tarafından 1975 yılında Ġstanbul TepebaĢında kurulmuĢtur. Müze binası 1980 yılından sonra belediye tarafından yıktırılmıĢtır. Halen Saraçhane, Bozdoğan Kemeri altındaki XVI.-XVII. Yy. yapılarında Gazanfer Ağa Medresesinde Karikatür ve Mizah Müzesi adı altında Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesine bağlı olarak hizmet görmektedir. 6.7.Özel ve Kültür-Sanat Vakıflarına Bağlı Müzeler275 Ġstanbul- Sadberk Hanım Müzesi(1980): Türkiye‘nin en eski ve en ünlü iĢadamı olan Vehbi Koçu‘n 1973 yılında kaybettiği eĢi Sadberk Hanım‘ın adını taĢıyan ve onun anısına kurulan Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, Sarıyer sahilindeki Azaryan Yalısında hizmet vermektedir. Müze 1980 yılında açılmıĢtır. Sadberk Koç, yaĢamı boyunca eski eserlere büyük ilgi duymuĢ ve seçkin bir koleksiyona sahip olmuĢtur. Onun bu kiĢisel koleksiyonu müzenin çekirdeğini oluĢturmuĢtur. Daha sonra eser sayısı artmıĢ, 1983 yılında ünlü Hüseyin KocabaĢ koleksiyonunun da satın alınmasıyla Sadberk Hanım Müzesi en önemli özel müzelerden biri haline gelmiĢ, arkeolojik ve etnografik eserlerden oluĢan obje sayısı on bini geçmiĢtir. Bu müzenin ilk müdürü, eski müzeci olan Çetin Anlağa‘ır. Müze daha sonraki yıllarda yurtdıĢı sergiler için eser göndermeye baĢlamıĢtır. 275 Gerçek,1999:465 217 Koleksiyonları Sadberk Hanım Müzesine kazandırılıp değerlendirilen Hüseyin KocabaĢ ve değerli koleksiyonundan yeri gelmiĢken burada biraz söz etmek yararlı olacaktır. Esas mesleği ticaret olmasına rağmen, Hüseyin KocabaĢ eski eserlere olan merakı yüzünden,1919 yılından itibaren ve daha 10 yaĢında bir çocuk iken, bu koleksiyonu oluĢturmak için eser toplamaya baĢlamıĢtır. Türkiye‘nin eserce en zengin koleksiyoncularından biri olan Hüseyin KocabaĢ, sağlığında bu koleksiyonu için, Ġstanbul‘da NiĢantaĢı‘ndaki bir apartman katını tahsis etmiĢ ve adeta özel müze halindeki bu koleksiyonun haftada bir gün meraklılarına ve bilim adamlarına gezdirip göstermiĢtir. 218 219 7.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠ’NĠN KURULUġUNDAN BUGÜNE MÜZECĠLER VE MEVZUATLAR 276 7.1. Müzeciler Ülkemizde müzeciliğin baĢlangıcında ve ilk müzenin kurulmasında emeği geçen, baĢarılı çalıĢmaları ve yardımları görülen, destek veren müzecilerle, müzeci niteliğini kazanmıĢ kiĢilerin, Ülkemizdeki müzelerin kurulmasında, meslekten olsun olmasın canla baĢla çalıĢan, katkıda bulunan. emeği geçen ve Türk müzeciliğini yüceltmeye gayret eden kiĢilerle bunların bir kısmının yaĢam öykülerini, Ayrıca, kısmen de daha sonraki dönemlerde tespit edebildiğimiz kadarıyla Türkiye müzelerinin geliĢtirilmesinde ve çağdaĢlaĢtırılmasında ekipleriyle birlikte çaba göstermiĢ olan müze yöneticilerinin secilmiĢ isimleri bulacağınız bu bölüme ustalara saygıyı bir borç hatta bir minnetin ifadesi olarak tezimize koymayı düĢündük. Her birinin hayatı ve müzecilik yaĢantısı ayrı ayrı yüksek lisans tez konusu olabilecek kadar yüklü ve hatırat doludur. AHMET FETHĠ PAġA (1801-1858): ĠBRAHĠM ETHEM PAġA(1818-1893): OSMAN HAMDĠ BEY (1842-1910): HALĠL EDHEM BEY(1861-1938): EDHEM HAMDĠ ELDEM (1882-1957): GUSTAVE MENDEL(1873-1938): THEODOR MAKRĠDĠ (1872-1940): AZĠZ OGAN(1888-1956): RACĠ TEMĠZER: TAHSĠN ÖZ (1887-1973): KENAN ÖZBEL OSMAN BAYATLI (1892-1958): ÖMER SELAHATTĠN KANTAR (1878-1943): MEHMET YUSUF AKYURT: MEHMET ÖNDER HAMĠT ZÜBEYR KOġAY (1897- 1984): 276 Gerçek, 1999: 313-400 220 MELĠH ARSLAN ENVER SAĞIR DR.ÖNDER ĠPEK MUSTAFA DEMĠREL MUSTAFA AKASLAN HACI ALĠ EKĠNCĠ 7.2.Mevzuatlar 2015 yılı itibariyle Müze, Müzecilik, TaĢınır ve TaĢınamaz Kültür Varlıkları, Kolleksiyonerlik ve diğer hususları düzenleyen kanun, yönetmelik, yönerge, milettlerarası sözleĢme, genelge ve müzecilik klavuzu kanun tarihi ve yayım tarihleriyle birlikte yer almaktadır. -4848 Sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun: Kanun Numarası: 4848 / Kabul Tarihi: 16.4.2003 -2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu: Kanun Numarası: 2863 Kabul Tarih: 23.7.1983 Sayı: 18113 -4434 Sayılı Arkeolojik Mirasın Korunmasına ĠliĢkin Avrupa SözleĢmesi (Gözden GeçirilmiĢ)'nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun: Kanun No. 4434 Kabul Tarihi: 5.8.1999 -Arkeolojik Mirasın Korunmasına ĠliĢkin Avrupa SözleĢmesi: -Kültür Varlıklarının Kanunsuz Ġthal, Ġhraç ve Mülkiyet Transferinin Önlenmesi ve Yasaklanması Ġçin Alınacak Tedbirlerle Ġlgili SözleĢme: -Askeri Müzeler Yönetmeliği: (Tarihi: 30.09.1984-Sayısı: 18531) -Etnografik Nitelikteki TaĢınır Kültür Varlıkları Hakkında Yönetmelik: (Tarihi: 03.05.1988-Sayısı: 19803) -Korunması Gerekli TaĢınır Kültür ve Tabiat VarlıklarıKoleksiyonculuğu ve Denetimi Hakkında Yönetmelik: (Tarihi: 15.03.1984 -Sayısı: 18342) -Korunması Gerekli TaĢınır Kültür ve Tabiat Varlıklarının Yurt DıĢına Çıkarılması ve Yurda Sokulması Hakkında Yönetmelik: (Tarihi: 16.02.1984-Sayısı: 18314) -Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında Yönetmelik: (Tarihi: 22.01.1984-Sayısı: 18289) -Müzeler Ġç Hizmetler Yönetmeliği: (Bakanlık Makamının 30/04/1990gün, 578 221 sayılı onayıyla yürürlüğe girmiĢtir) -Define Arama Yönetmeliği: (Tarihi: 27 Ocak 1984,Sayısı: 18294) -Müzelerle Müzelere Bağlı Birimlerde ve Örenyerlerindeki Kültür Varlıklarının Film ve Fotoğraflarının Çekilmesi Mülaj ve kopyalarının Çıkarılması Hakkında Yönetmelik: (Tarihi: 26.01.1984 Sayısı: 18293) -TaĢınır Kültür Varlığı Ticareti ve Bu Ticarete Ait ĠĢyerleri Ġle Depoların Denetimi Hakkında Yönetmelik:(Tarihi:11.01.1984,Sayısı: 18278) -Ulusal Müze BaĢkanlıklarının KuruluĢ ve Görevleri Hakkında Yönetmelik:(Tarihi: 11.11.2005, Sayısı:25990 ) -Milletlerarası Müzeler Konseyi (ĠCOM)Türkiye Milli Komitesi Yönetmeliği: (Tarihi: 11.12.1970, Sayısı: 13691) -Vakıflar Genel Müdürlüğü Müzeler Yönetmeliği -Korunması Gerekli TaĢınır Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tasnifi, Tescili ve Müzelere Alınmaları Hakkında Yönetmelik (Tarih 20.04.2009, Sayısı 27206 ) -Kültür ve Tabiat Varlıklarıyla Ġlgili Olarak Yapılacak AraĢtırma, Sondaj ve Kazılar Hakkında Yönetmelik (Tarihi: 10.08.1984, Sayısı: 18485) -Genelgeler -Kazı ve Yüzey AraĢtırmaları BaĢvurularına ĠliĢkin Genelge -Müzecilik Klavuzu 222 223 8.SONUÇ Dünya‘da ve Osmanlı Ġmparatorluğu dönemide dahil olmak üzere Ülkemiz‘de Müzecilik kronolojisi ile ilgili süreci yazarları tarafından hazırlanmıĢ birinci elden elde ettiğimiz kaynaklarından aktardığımız bu tezin amacına uygun olarak Türkiye‘de buluna tüm arkeoloji, sanat tarihi, güzel sanatlar akademileri, turizm ve seyahat iĢletmeciliği bölümlerinde okutulan Müzecilik derslerine kaynak oluĢturmasını isteğimiz bir kere daha ifade etmek isterim. Ayrıca bu tezin Türkiye‘de Müzciliğin üç evresinden birinci olan toplama, (depolama), saklama (vitrin düzeyinde) ve yorumlama evrelerinin ilk ikisinden kendi gayreti, çalıĢanlarının üstün gayreti ve fedakâr hizmetleri ile geçtiğini ancak yorumlama evresinde bir miktar geçkalınmıĢ olduğunu görmemizi sağladığını düĢünmekteyim. Bu nedenle bu tezin amacına uygun olarak yazılmıĢ ilk yazılı kaynak olduğunu ifade etmek isterim. Bununla birlikte Arkeoloji etkinliklerinin, Avrupalıların Osmanlılara ait topraklardan emperyal paylar alma umutlarını meĢrulaĢtırmalarına katkıda bulunduğunu, buna karĢılık Osmanlıların arkeoloji etkinliklerini de, Avrupalıların iĢgaline tepkiolarak ve yalnızca eserler üzerindeki haklarının değil, daha da önemlisi, toprakları üzerindeki haklarının tanınmasını sağlamak amacıyla gerçekleĢtirildi. Dolayısıyla müze ve onunla bağlantılı hukuki pratikler, yalnızca sözel düzeyde kültür mirasının ve tarihin dilini kullanmakla kalmamıĢ, haklı olarak fiziki olarak fethin ve egemenliğin dilini kullandığına da dikkatimizi çekmiĢtir277. Sonuç olarak Müzecilik tek baĢına geçmiĢten günümüze eski eserlerin, kültür emanetlerinin saklandığı ve/veya depolandığı yerler olmanın da ötesinde birer eğitim ve diplomasi alanları olarak karĢımızda durmaktadır. Kültürel emanetin toplama, saklama ve yorumlama evrelerinin hızla geliĢim gösterdiği müzelerimiz kendi kaderine terk edilemeyecek kadar önemli birer kamu kurumu konumundadır. Aslında son yıllarda özel ve vakıf müzelerinin çokluğu bu sahanın kaderine terk edilmediğinin en belirgin kanıtıdır. Ve yanı sıra T.C. Kültür ve Turizm Bakannlığının 2000‘li yıllardan sonra Müzelere yaptığı yatırımlar ve iyileĢtirme çabaları da göz ardı edilemeyecek kadar dikkat çekicibir noktaya ulaĢmıĢtır. Artık Türkiye de bulunan kamu, özel ve vakıf müzeleri eski eserlerin toplandığı saklandığı ve korunduğu yerler olmaktan bu eserlerin yorumlandığı ait oldukları 277 Shaw, 136-137. 224 kültürler ve çıktıkları toprakları için geçmiĢten geleceğe taĢıdıkları değerin anlatıldığı mekânlar haline nasıl dönüĢtüğünü de görmek mümkündür. Ayrıca artık kamu alanlarına bina yaparak müze oluĢturmanın etkin ve verimli bir uygulama olmaktan çıktığını; kent merkezlerinde, ulaĢım ve iletiĢim sorunları bulunduğu yer itibariyle çözmüĢ alanlarda ―bina yapmadan mekân üretme tekniği‖ ile müze alanları üretilebileceğinin modern dünyanın bir gerçeği haline geldiğine de dikkat çekmek isterim. Limanların, istasyonların, metroların, eski sanayi kuruluĢlarının, terk edilmiĢ ve ekonomik ömrünü tamamlamıĢ fuar alanlarının yanı sıra yeni inĢa edilen alıĢ veriĢ merkezlerinin (avm) bir katının veya binanın bir kısmının sanat ve müze mekânı olarak düzenlenmesinin yasal alt yapısı hazırlandıktan sonra bir zorunluluk haline getirilmeleri suretiyle müze-sergi iliĢkisi bulunmayan kitleye çeĢitli dönemlerde resim-heykel-islameserleri, sanat tarihini ve arkeolojiyi ilgilendiren objelerden oluĢan geçici müze uygulamalarının hayata geçirilmesi de önerilerimizden bir tanesidir. 225 KAYNAKÇA AkĢin, S., (2001). Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi 1789-1980 , (Dördüncü Baskı). Ankara: Ġmaj Yayıncılık. Aktüre, T.,(1983). Doğa Tarihi Müzeleri. Bilim ve Teknik, 16 (190),1-3. Artun, A.,(2006). Müze ve Modernlik Tarih Sahneleri – Sanat Müzeleri 1 (1.Baskı). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları,56-69. Arık, M.,(2006). Şırnak ili 2006 Yılı Yüzey Araştırması Sonuç Raporu, (Cizre-Silopi arkeolojik alan tespiti çalışması günlük notlar) Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Ankara, Arık, M.,(2007). Edirne-Kırklareli 2007 Yılı Yüzey Araştırması Sonuç Raporu, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Ankara, Arık,M.,(2007). Trakya Bölgesinde Definecilik; İzler Semboller ve Kanunlar,1.Kaynarca Tarih ve Kültür Sempozyumu, 17–18 Ekim 2007, Kırklareli, Arık, M.,(2007). Trakya Bölgesinde İzler ve Semboller, Aktüel Arkeoloji Dergisi sayı:3 s:98–102. Artun, A., (2005). Sanatçı Müzeleri (1.Baskı).Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 150-154 Artun, A.,(2006). Müze ve Eleştirel Düşünce Tarih Sahneleri – Sanat Müzeleri 2 (1.Baskı). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 11-297 Atasoy,T.,Ertürk, N., (2003). Müzeler ve Müzecilik Bibliyografyası. Baram,U.,Carroll,L.,(2004) Kitapyayınevi.15-164 Osmanlı Arkeolojisi, (1.Basım).Ġstanbul: Bayrak,O.,(1966).İstanbulun Tarihi Yerler Klavuzu,(Künyesiz)8-86. Bayraktaroğlu, S., (2009) Vakıflar Genel Müdürlüğü Müzeleri. Geçmişten Geleceğe Türkiye’de Müzecilik II. Eğitim, İşletmecilik ve Turizm Sempozyumu 21-23 Mayıs 2008, Ankara.(VEKAM-No:16).165 Bilgili, A.E., (2009). Kültür ve Turizm Açısından İstanbul’un Küresel Konumu. Ġstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.21 Çalıkoğlu, L., (2009). Koleksiyon, Koleksiyonerlik ve Müzecilik, (1.Baskı),Ġstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 7-145. Çelik,A., (2009). İstatistiklerle İstanbul Kültür 2008 Değerlendirmesi, Ġstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.211. Dursun, H.,(2009). Meraklısına Tarihi Bir İstanbul Destinasyonu: Küçük Meydanlar, Şirin Külliyeler, Kenarda Kalmış Eserler, Ġstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.307 226 Düzgün, O.,(2008) Sanal Müzecilik ve Müzelerimiz. Geçmişten Geleceğe Türkiye’de Müzecilik I Sempozyumu 21-22 Mayıs 2007,Ankara. (VEKAMNo:14).217 Gerçek,F., (1999). Türk Müzeciliği,(Birinci Baskı). Ankara: T.C.Kültür Bakanlığı Yayınları.1-533 Halman, T.S., (2008). Türk Müzeciliğide Devrime Doğru. Geçmişten Geleceğe Türkiye’de I Sempozyumu 21-22 Mayıs 2007,Ankara. (VEKAM-No:14).5. Hisar, A.ġ.,(2010).Türk Müzeciliği,(1.Baskı).Ġstanbul: Yapı Kreedi Yayınları.23141. Ġğdemir,U.,(1991). Yılların İçinden, Makaleler, Anılar, İncelemeler, (2.Baskı). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.24. Ġnalcık,H., (2006).Turkey and Europe in History,(1.Basım). Ġstanbul: Eren Yayıncılık.13-192. Kahraman,K., (2009). Milli Sarayların 2008 Değerlendirmesi, Ġstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.163. Karlığa,B., (2009). Şehircilik Ruhu ve Medeniyet Şuuru, Ġstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.15. Kocapınar, A., (2008) Türkiye‘de Koleksiyonculuk ve Özel Müzeler.Geçmişten Geleceğe Türkiye’de Müzecilik I Sempozyumu 21-22 Mayıs 2007,Ankara. (VEKAM-No:14).47 Meydan, S.,(2007). Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi (Birinci Baskı). Türkiye: Truva Yayınevi,57-84. Onur, B.,(2009). Üniversite Müzeleri ve Müzecilik, (1.Basım). Ankara: Ankara Üniversitesi Çocuk Kültür AraĢtırma ve Uygulama Merkezi Yayınları. Önder, M., (1992). Türkiye Müzeleri, (Üçüncü Baskı), Ankara: Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları.13-256. Özveren, E., (2000). Akdeniz’de Bir Doğu, (Birinci Baskı), Ankara: Dost Kitabevi Yayınları Paykoç, F., (2009) Müzede DüĢünerek, Dokunarak ve Hissederek Öğrenme, Ankara.(VEKAM-No:16).113. Sarı, Ġ.,(2009). UNESCO Dünya Miras Kavramı, Ġstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.133. Shaw, M.K.W., (2004). Osmanlı Müzeciliği,(1.Baskı). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 7237. Su, K., (1965). Osman Hamdi Bey’e Kadar Türk Müzesi, Ġstanbul: ĠCOMTürkiye Milli Komitesi Yayınları, Sayı:3. 227 ġapolyo, E.B., (1936). Müzeler Tarihi, Ġstanbul: Remzi Kitabevi. Tan, M.T.,Tarihde Türkler İçin Söylenen Büyük Sözler,Ġstanbul: Ġstanbul Matbaacılık ve NeĢriyat T.A.ġ. T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı.(2010). Adınızı Sonsuza Taşımanın Gururlu Yolu, Ankara. T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı. T.C.Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü. (2002). Türkiye Müzeleri. Ankara: T.C.Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü.12-163. T.C.Milli Eğitim Bakanlığı, (1961). Eski Esreler ve Müzeler Komitesi Raporu, (Ankara):T.C.Milli Eğitim Bakanlığı, VII. Milli Eğitim ġurası Dokümanları Milli Eğitim Basımevi. 9-63. T.C.Silifke Kaymakamlığı Müze Müdürlüğü. (2007). Silifke Müzesi Konferansları, Kasım 2005-Nisan 2006, (Yayın No:3).Silifke Müze Müdürlüğü Yayınları T.C.Kültür Bakanlığı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma BaĢkanlığı.(1989). Eski Eser Tanımı ve Kaçakçılığın Önlenmesi Semineri Notları, Ankara: 30-108. Yücel, E., (1999). Türkiye‘de Müzecilik, (1.Baskı), Ġstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları,19-109. Yılmaz, Z.,(2008). Türkiye Müzeciliği ve Özel Müzelerin Önemi. Geçmişten Geleceğe Türkiye’de Müzecilik I Sempozyumu 21-22 Mayıs 2007,Ankara. (VEKAM-No:14).69. Yıldızturan, M., (2008) Koleksiyonculuktan Müzeciliğe GeçiĢ ve Türk Müzeciliği. Geçmişten Geleceğe Türkiye’de Müzecilik I Sempozyumu 21-22 Mayıs 2007,Ankara. (VEKAM-No:14).27. Zilcioğlu, ġ.,Onur,B.,(2008). Çocuk Müzeleri ve Müze Eğitimi, (1.Baskı), Ankara: Ürün Yayınları. 228 229 EKLER 230 EK-1. Haritalar Harita 1: Osmanlı Ġmparatorluğu sınırları Harita 2: Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları 231 EK-2. Resimler Resim 1:Ahmet Fethi PaĢa Resim 2: Ġbrahim Ethem PaĢa 232 Resim 3:Osman Hamdi Bey Resim 4:Halil Edhem Bey 233 ÖZGEÇMĠġ KiĢisel Bilgiler Soyadı, adı : ARIK, Murat Uyruğu : T.C. Doğum tarihi ve yeri : 14.08.1977-BURDUR Medeni hali : EVLĠ Telefon : 05434133862 e-mail : muratarik77@gmail.com Eğitim Derece Eğitim Birimi Mezuniyet tarihi Yüksek lisans Gazi Üniversitesi 2008 Lisans Adnan Menderes Üniversitesi 2004 Lise Meram Gazi Lisesi 1994 ĠĢ Deneyimi Yıl Yer Görev 2005- T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Uzman Yabancı Dil Ġngilizce Yayınlar ……………… Hobiler Seyahat Etmek Kitap Okumak GAZİ GELECEKTİR... MURAT ARIK ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI ARKEOLOJİ BİLİM DALI T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ TÜRK MÜZECİLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ MURAT ARIK AĞUSTOS 2015 ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI ARKEOLOJİ BİLİM DALI AĞUSTOS 2015