Slayt 1 - Ankara Üniversitesi Açık Ders Malzemeleri

advertisement
AZE201
ERKEN ÇOCUKLUKTA ÖZEL
EĞİTİM
Doç. Dr. HATİCE BAKKALOĞLU
2
DERSİN İÇERİĞİ
ÜNİTE I:
EÇÖE’DE TEMEL KONULAR
ÜNİTE II:
YASAL DÜZENLEMELER
ÜNİTE III:
ERKEN ÇOCUKLUKTA GELİŞİMİ ETKİLEYEN
FAKTÖRLER
ÜNİTE IV:
EÇÖE’DE HİZMET VERİLEN GRUPLAR
ÜNİTE V:
EÇÖE’DE DEĞERLENDİRME ve PLANLAMA
ÜNİTE VI:
EÇÖE’DE HİZMET SUNMA MODELLERİ
ÜNİTE VII:
EÇÖE’DE AİLE KATILIMI ve İŞBİRLİĞİ
ÜNİTE VIII:
TÜRKİYEDE’Kİ EÇÖE UYGULAMALARI ve
SONUÇLARI
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
3
ÜNİTE III: ERKEN ÇOCUKLUKTA GELİŞİMİ ETKİLEYEN
FAKTÖRLER
1.
Gelişimi farklı olan çocuklar
2.
Gelişimi etkileyen faktörlerin etkisini anlamak için göz önüne alınacak
noktalar
3.
Gelişimi etkileyen faktörler
A. Biyolojik/Organik faktörler

Genetik ve kromozom bozuklukları

Anneye ilişkin faktörler

Madde kullanımı (alkol, sigara ve uyuşturucu)

Teratojenler

Rh uyuşmazlığı

Düşük doğum ağırlığı ve prematüre doğum
B. Çevresel/Psikososyal faktörler

Düşük sosyoekonomik düzey ve yoksulluk

Yetersiz beslenme

Kazalar, travmalar ve hastalıklar

Çocuk istismarı ve ihmali

Anne-bebek etkileşimi ve bağlılık
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
1. Gelişimi farklı olan çocuklar
4
 Anne-babalar sağlıklı bir çocuk dünyaya getirmeyi ve çocuklarının
normal gelişmesini ümit eder.
 Dünyaya gelen milyonlarca çocuk, ebeveynlerinin bu beklentilerini
karşılar.
 Pek çok bebek iyi gelişmiş, sağlıklı ve güçlü bedenlerle dünyaya
gelir; öğrenme, düşünme ve yaşadıkları dünyaya uyum sağlama
yeteneğine sahip normal gelişim gösteren çocuklardır.
 Ebeveynler çocuklarının en küçük farklılıkları karşısında bile telaşa
kapılabilir.
 Ancak bazı çocukların yaşamı beklendik şekilde başlamaz ve bazı
durumlar çocukların gelişimini tehdit eder.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Devam…
5
 Bazı çocuklar doğumda genetik, fiziksel ya da biyolojik bozuklukları
içeren doğuştan anomali (konjenital anomali) ile dünyaya gelir.
 Amerika’da her yıl doğan çocukların yaklaşık olarak %7’si
doğuştan anomali ile dünyaya geliyor:
 bu anomalilerin üçte biri doğumda belirgin ve bu çocuklar çok ağır
yetersizlikler yaşıyor
 geri kalan üçte ikilik dilimde yer alan anomaliler ise bebeklik ve erken
çocukluk döneminde belirgin hale geliyor
 Türkiye’de doğuştan anomalileri saptamak için;
 Türkiye genelinde 24 üniversite hastanesinde yapılan bir çalışmada,
21907 doğumun %3.7’sinde
 Diyarbakır’da yapılan bir çalışmada, 10524 doğumun %2.79’unda
 Ankara’da yapılan bir çalışmada, 17259 doğumun %1.18’inde
 Van’da yapılan bir çalışmada, 7788 doğumun %1.12’sinde
doğuştan anomali bulunduğu saptanmıştır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Devam…
6
 Doğuştan anomali ile doğan bebeklerin yanı sıra bir diğer grupta yer alan
bebekler/çocuklarda farklı nedenlerle gelişimlerinde ciddi sınırlılıklar
yaşayabilmektedir.
 Bu çocuklar gereksinim duydukları bakımı ve uyarımı almadıkları yoksul ev
ortamlarında büyüyor ve gelişimleri risk altında kalıyor;

hastalıklar

yetersiz sağlık ve beslenme

motivasyon eksikliği

zayıf öğrenme alışkanlıkları

kazalar

ihmal ve istismar , vb.
 Amerika’da 6 yaşın altında 4.42 milyon çocuk bu koşullarda yaşıyor.
 Özellikle Almanya ve İngiltere olmak üzere Kuzey Avrupa ülkelerinde de çocuk
yoksulluğunda önemli artışlar var.
 Almanya’da yetişkinlere göre çocuk ve ergen yoksulluk oranı iki kat daha yüksek
ve 18 yaş altı nüfusun %10-20’si yoksulluk içinde yaşıyor.
 Dünya Bankası Raporu’na (2010) göre, Türkiye’de çocuk yoksulluğu diğer tüm yaş
gruplarından daha yüksek; hem küçük (0-5 yaş) hem de ileri yaş grubu (6-14 yaş)
çocukların yaklaşık dörtte biri yoksulluk oranına sahiptir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Devam…
7
 Bu nedenlerle bazı bebekler/çocuklar gelişim geriliği riski altındadır.
 Bu kavram, bebekte/çocukta gelişim problemlerinin ortaya çıkması için
bir neden bulunduğu anlamına gelmektedir.
 Ancak gelişim geriliği riski bulunan pek çok bebeğin/çocuğun, sağlıklı
bir gelişim potansiyeline sahip olduğu da vurgulanmalıdır.
 Gelişim geriliği riski yaratan faktörler sıklıkla bir arada ortaya çıkmasına
karşın, biyolojik/organik faktörler ve çevresel/psikososyal faktörler
olarak iki ana kategoride incelenebilir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
2. Gelişimi etkileyen faktörlerin etkisini anlamak için göz
önüne alınacak noktalar
8
1. Çok sayıda nedenden kaynaklanan anomalilerin sayısı artarken, tek
nedenden kaynaklanan anomalilerin sayısı azalmaktadır.
2. Hafif dereceli olanlara göre ağır dereceli anomaliler daha erken
dönemde ve daha kolay belirlenebilmektedir.
3. Bir anomalinin ya da durumun tüm etkileri doğumda açıkça
görülemeyebilir, bu etkiler zaman içinde de ortaya çıkabilir.
4. Gelişim geriliğine neden olan özel bir patolojik, genetik ya da çevresel
durum, her çocukta farklı belirtilerle ortaya çıkabilir ve her çocuğu farklı
derecelerde etkileyebilir.
5. Bazı gelişim geriliği türleri anomali ya da hasarın doğrudan ya da birincil
sonucu iken, bazıları gelişim ya da büyüme sürecini kesintiye uğratarak
ikincil sonuçlar olarak ortaya çıkabilir.
6. Durumun birey üzerindeki etkisi ve bu etkinin derecesi, hem
biyolojik/genetik nedenler ile çevresel nedenlerin etkileşimine hem de
bireyi engele karşı daha az ya da daha fazla kırılgan/hassas yapan
bireysel özellikler ile çevresel özelliklerin etkileşimine bağlıdır.
7. Gelişimi etkileyen anomali ya da risk faktörlerinin etkileri, bu faktörlerle
karşılaşma zamanına bağlıdır; bu faktörler ne kadar erken dönemde
ortaya çıkarsa, büyüme ve gelişim üzerindeki etkisi de o kadar geniş çaplı
olmaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
3. Gelişimi etkileyen faktörler
9
A. Biyolojik/Organik
Faktörler
B. Çevresel/Psikososyal
Faktörler
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
•Genetik ve kromozom bozuklukları
•Anneye ilişkin faktörler
•Madde kullanımı (alkol, sigara ve uyuşturucu)
•Teratojenler
•Rh uyuşmazlığı
•Düşük doğum ağırlığı ve prematüre doğum
•Düşük sosyoekonomik düzey ve yoksulluk
•Yetersiz beslenme
•Kazalar, travmalar ve hastalıklar
•Çocuk istismarı ve ihmali
•Anne-bebek etkileşimi ve bağlılık
A. Biyolojik/Organik faktörler
10

Hamilelik öncesinde, hamilelik sırasında, doğum sürecinde ve doğumdan sonra anne
ve bebek arasında var olan organik/fiziksel bağlar, çocuğun daha sonraki sağlığını ve
gelişimini etkileyebilir.

Doğum öncesi (prenatal), hamilelik öncesinden doğumun başlamasına kadar

Doğum anı (natal), doğum ağrılarının başlamasından doğumun gerçekleşmesine kadar

Doğum sonrası (postnatal), doğumun gerçekleşmesinden sonraki ilk bir aylık dönem

Perinatal dönem ise yukarıda bahsedilen tüm dönemlerdir

Bu dönemlerde her hangi bir zamanda bebeğin fiziksel, duygusal, sosyal ve bilişsel
gelişimini tehlikeye atabilen problemler ortaya çıkabilmektedir.

Biyolojik/organik faktörler, fiziksel nedenlere dayanan faktörlerdir.

Biyolojik faktörler, genetik ya da çevresel etkilerden kaynaklanabilir.

Perinatal dönemde gelişimi etkileyebilen biyolojik/organik faktörler:
a.
Genetik ve kromozom bozuklukları
b.
Anneye ilişkin faktörler
c.
Madde kullanımı (alkol, sigara ve uyuşturucu)
d.
Teratojenler
e.
Rh uyuşmazlığı
f.
Düşük doğum ağırlığı ve prematüre doğum
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
a. Genetik ve kromozom bozuklukları
11
 Çocuklar, anne-babalarına ve biyolojik akrabalarına benzerler.
 Bu benzerlikler, kalıtımsal özellikler ya da karakteristikler olarak adlandırılır.
 Genetik, hangi özelliklerin kalıtımla aktarıldığını ya da iletildiğini ve bu
özelliklerin farklılaşmasının nedenlerini inceleyen bilim dalıdır.
 Genlerin proteinlerden oluştuğu keşfedildiğinden beri, pek çok farklı insan
özelliğini açıklamak için büyük bir çaba harcanmaktadır.
 Genler, genetik kodu içermekte ve insanlar genlerinin yarısını annelerinden
diğer yarısını da babalarından miras almaktadırlar.
 Genler bireyin fiziksel, zihinsel, gelişimsel ve hatta davranışsal özelliklerini
belirlemektedir.
 Günümüzde 7.000’den fazla genetik hastalık tanımlanmıştır ve bunlardan
1.200’ünün zihinsel engelle ilişkili olduğu bilinmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Devam…
12
 Genler, DNA adı verilen kimyasal maddelerden oluşmakta, hücre
çekirdeğindeki küçük yapılar olan kromozomlar üzerinde yer almakta ve
kromozomlarla taşınmaktadır.
 Genler kromozomlar üzerinde doğrusal olarak dizilmiştir, her bir genin
kromozom üzerinde özel bir yeri vardır ve insanda yaklaşık olarak 40.000 ile
100.000 arasında gen bulunduğu tahmin edilmektedir.
 Her insan hücresi 23 çift olmak üzere 46 kromozomdan oluşmaktadır.
 Bu çiftlerin her biri anne ve babadan gelmektedir.
 22 çift kromozom kadın ve erkekte aynıdır, bunlar otozomal kromozom olarak
adlandırılır, ancak bireyin cinsiyetini belirleyen 23. çift, cinsiyet/X ilişkili
kromozomudur.
 Anne ve babadan X kromozomu geldiğinde, KIZ
 Anneden X babadan Y kromozomu geldiğinde, ERKEK
 Genetik ve kromozom bozuklukları 3’e ayrılır:
 kromozom bozuklukları
 tek gen bozuklukları (baskın, çekinik ve X ilişkili)
 çok faktörlü bozukluklar
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Kromozom bozuklukları (1)
13
 Kromozom bozuklukları, kromozomların normal sayısının ya da yapısının dışında
olması nedeniyle ortaya çıkan bozukluklardır.
 Kromozom sayısındaki problemler;
 monosomi (iki yerine bir kromozom),
 trisomi (iki yerine üç kromozom)
 mozaizm (karma)
 Kromozom yapısındaki problemler;
 silinme
 eklenme
 ters dönme
 yanlış yere yerleşme
 Hamileliğin ilk üç ayındaki kendiliğinden düşüklerin yaklaşık %60’ı, kromozom
bozuklukları nedeniyle ortaya çıkmaktadır.
 Düşünülenin aksine, pek çok kromozom bozukluğu kalıtımsal değildir, hücrelerin
bölünmesi sırasında daha çok kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
 Örneğin, Down sendromu, kromozom sayısındaki bir problem nedeniyle ortaya
çıkmakta, genellikle 21. kromozoma fazladan bir kromozom eklenmesiyle
oluşmakta ve trisomi 21 olarak ta adlandırılmaktadır. Pek çok Down sendromu
vakası kalıtımsal değildir ve aile geçmişinde olmaksızın kendiliğinden ortaya
çıkmaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
14
Kromozom bozuklukları (2)
 Kromozom bozukluklarına diğer örnekler: Turner sendromu, Klinefelter
sendromu, Prader-Willi sendromu, Angelman sendromu, Cri-du-chat
sendromu, Williams sendromu, Trisomi 18 (Edwards) sendromu, Trisomi 13
(Patau) sendromu
 Bunlardan bazıları (Cri-du-chat, Trisomi 18 ve Trisomi 13 sendromu gibi)
otozomal kromozom bozukluğu iken, bazıları (Klinefelter ya da Turner
sendromu gibi) cinsiyet ilişkili kromozom bozukluğudur.
 Bu bozuklukların bazı anne-baba özellikleriyle ilişkili olduğu, özellikle 35
yaştan büyük ve daha önce de kromozom bozukluğu olan çocuğa sahip
ebeveynlerin çocuklarının risk altında olduğu bilinmektedir.
 Türkiye’de Down sendromlu bebek oranının %0.12 olduğu ve bu
bebeklerin %52’sinin 35 yaş üstü, %48’inin ise 19-34 yaş aralığındaki
annelere sahip olduğu
 Kromozom bozuklukları;
 sağlık problemlerine ve/veya organların şekil bozukluğuna (malformasyon),
 gelişimi olumsuz yönde etkileyerek farklı gelişim alanlarında farklı düzeylerde
gelişim geriliğine,
 zihinsel engele neden olabilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
15
Tek gen bozuklukları (1)
 Bir kromozom anomalisi sadece tek bir geni etkiliyorsa, bu tek gen
bozukluğu olarak adlandırılır.
 Bu tür bozukluklar genellikle;
 hücreler belirli kimyasallara dönüştürmek için gerekli olan proteinleri ve
enzimleri üretemediği ya da
 hücreler bir yerden bir yere bu maddeleri taşıyamadığı için
ortaya çıkmaktadır.
 Tek gen bozukluklarının aktarılma yolları:
1. Baskın (dominant) kalıtım
2. Çekinik (resesif) kalıtım
3. Cinsiyet/X ilişkili kalıtım
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
16
Tek gen bozuklukları (2)
Tek gen bozukluklarının aktarılma yolları:
1. Baskın (dominant) kalıtım. Anne ya da babadan birisi normal genlerden daha
baskın olan hatalı bir gene sahiptir. Her çocuğa hatalı genin taşınma olasılığı
%50’dir. Tuberous sclerosis, Huntington hastalığı ve nörofibromatosis gibi
otozomal baskın kalıtım gösteren bozukluklar, gelişim geriliğine ya da zihin
engeline neden olabilmektedir.
2. Çekinik (resesif) kalıtım. Her iki ebeveynde hatalı gene sahiptir. Otozomal
çekinik gene sahip çocukların ebeveynleri hatalı gene sahip olmalarına
karşın, bu özellikleri göstermedikleri için taşıyıcı olarak adlandırılır. Her iki
ebeveynden çekinik genin birer kopyası alındığı için, bozukluk ya da hastalık
ortaya çıkmaktadır. Bir kişinin hatalı genin iki kopyasını da alma ve genetik
bozukluk/hastalık ortaya çıkma olasılığı %25, kişinin taşıyıcı olma olasılığı %50
ve hatasız gene sahip olma olasılığı %25’tir. Fenilketonüri, galactosemi, TaySachs hastalığı ve Rett sendromu otozomal çekinik kalıtımın yol açtığı ve
zihinsel geriliğe yol açan genetik bozukluklara örnektir.
3. Cinsiyet/X ilişkili kalıtım. Hatalı gen, cinsiyet kromozomu ile (annenin X
kromozomu) taşınmaktadır. Bir erkek, anneden hatalı geni aldığında bozukluk
ortaya çıkmaktadır. Kız çocukların %50’si hatalı geni genellikle etkilenmeden
taşırken, erkek çocukların hatalı genden etkilenme olasılığı %50’dir. Cinsiyet
ilişkili kalıtımın en bilinen örnekleri Fragile X sendromu, hemofili, Duchenne kas
distrofisi ve X ilişkili zihin engelidir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
17
Çok faktörlü bozukluklar
 Çevresel faktörlerle birleşerek farklı kromozomlar üzerindeki bir ya da
daha fazla gen, çok faktörlü olarak adlandırılan ve spesifik özellikler
taşıyan normal dışı kalıtım örüntülerine yol açabilmektedir.
 Bu bozukluklar kalıtsaldır, ancak tek gen bozukluklarının kalıtım
örüntülerini sergilemezler.
 Yarık damak/dudak, nöral tüp defektleri ve kalp defektleri, çok
faktörlü bozukluklardandır.
 Bu bozukluklara bir örnek nöral tüp defektlerinden biri olan sipina
bifidadır. Spina bifida, omuriliğin şekil bozukluklarından birisidir.
Kromozom bozuklukları, tek gen bozuklukları ve teratojenlere maruz
kalma gibi faktörler birleşerek spina bifidaya neden olabilmektedir.
Annenin hamilelikte folik asit kullanmasıyla, spina bifida %70 oranında
önlenebilmektedir.
 Çevresel faktörlerin, çok faktörlü bozuklukların ortaya çıkmasında
çok önemli bir rol oynadığı belirtilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
18
Genetik ve kromozom bozukluklarını erken
dönemde tanılama ve önleme çalışmaları
 Gelişim geriliğine yol açan genetik bozuklukların saptanmasında
teknoloji kullanımı önemli bir gelişmedir.
 Özellikle risk grubunda olan hamilelerde (35 yaş üstü anneler, aile
geçmişinde genetik bozukluk olan ebeveynler gibi) genetik ve
kromozom bozukluklarının erken dönemde tanılamasında;
 ultrasonografi
 kan tetkikleri (üçlü, dörtlü tarama gibi)
 amniyosentez (rahimdeki amniyotik sıvı ve fetal hücrelerin analizi),
 koryon villus numunesi (plesantadan alınan hücrelerin analizi)
 göbek kordonu numunesi (göbek kordonundan alınan kanın analizi)
gibi incelemeler yapılabilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
19
Devam…
 Hamilelikte yapılan bu tetkiklerin yanı sıra çiftler evlilik öncesinde ya
da çocuk sahibi olmaya karar verdiklerinde genetik danışmanlık
alabilmektedir.
 Doğum öncesinde fetüste bir problem belirlendiğinde, aileler tıbbi
girişimle düşük yapmayı ya da bebeği dünyaya getirmeyi
seçebilmektedir.
 Gen terapisi (hasarlı genin yol açtığı anomaliyi tedavi etmek amacıyla
sağlıklı genlerin transfer edilmesi) çalışmaları da büyük bir hızla devam
etmekte ve özellikle çekinik kalıtımın yol açtığı genetik bozukluklarda
daha etkili sonuçlar vermektedir.
 Bazı anomaliler de doğumdan önce tedavi edilebilmektedir. Örneğin,
kalıtımsal metabolik hastalıklardan biotin bağımlılığı, amniosentezle
tanılanmakta ve rahim içinde tedavi edilebilmektedir. Yine üriner
sistem tıkanıklıkları ve bazı akciğer tümörleri rahim içinde prenetal
cerrahi girişimlerle düzeltilebilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
b. Anneye ilişkin faktörler
20
Bebeğin gelişimini etkileyen anneye ilişkin faktörler:
 Anne yaşı
 Annenin bakım ve beslenme yetersizliği
 Annenin kullandığı ilaçlar ve süreğen hastalıkları
 Metabolik hastalıklar
 Cinsel yolla bulaşan hastalıklar
 İnsan bağışıklık yetmezlik virüsü (HIV)
 Hepatit
 Annenin enfeksiyon hastalıkları
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Anne yaşı
21

Gelişmiş ülkelerde doğurganlık oranı düşerken, doğum yapma yaşı yükselmekte ve 35 yaştan
daha büyük kadınlarda hamile kalma oranı daha hızlı artmaktadır.

Sosyal değerler, ailelerin küçülmesi ve daha geç dönemde çocuk doğurmaya karar verme,
genç kadınların işgücüne katılım ve eğitim/kariyer olanaklarının artması, karmaşık döllenme
teknolojilerindeki hızlı gelişmeler ileri anne yaşının anneye, bebeğe ve doğum sürecine ilişkin
risklerde de artışla ilişkilidir.

35 yaş üstü hamileliklerde: yüksek tansiyon, gebelik zehirlenmesi, hamilelik diyabeti, rahmin işlev
bozukluğu gibi anneye ilişkin riskler; kromozom bozuklukları, prematüre doğum, düşük doğum
ağırlığı, ölü doğum, açıklanamayan bebek ölümü gibi bebeğe ilişkin riskler ve cerrahi girişimle
(sezeryan) ya da müdahaleli vajinal doğum gibi doğum sürecine ilişkin riskler artmaktadır.

16 yaşın altındaki anneler, üreme sistemleri olgunlaşmadığı ve vücutları hala
büyümeye/gelişmeye devam ettiği için, kusurlu döllenme açısından daha büyük risk altındadır.
Bu annelerin bebeklerinin de yüksek sıklıkta sağlık sorunları yaşadıkları bilinmektedir. Ergen anneler
(13-19 yaş), yüksek oranda sağlıksız çocuk doğurma riski taşımaktadır. Ergen annelerin düşük
doğum ağırlıklı ve prematüre bebek sahibi olma olasılığı daha yüksektir.

Türkiye’de 35 yaşın üstündeki annelerin bebeklerinde doğuştan anomali görülme oranının önemli
düzeyde yüksek olduğu ve bu yaş grubunda yer alan annelerin bebeklerinde %7 oranında
doğuştan anomali görüldüğü ; bir başka çalışmada da hem 20 yaşın altında hem de 40 yaşın
üstündeki annelerin bebeklerinde doğuştan anomali görülme oranının 21-39 yaş aralığındakilere
göre daha yüksek olduğu bulunmuştur.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
22
Annenin bakım ve beslenme yetersizliği
 Doğum öncesinde yetersiz bakım gören kadınların, düşük doğum ağırlığı ve
prematüre doğum riski taşıdığı bilinmektedir.
 Hamile kadınlara düzenli sağlık hizmeti verilmemesine doğumu takiben anne
ve bebeğe sunulan bakım hizmetlerinin verilmemesi de eklendiğinde, özellikle
düşük gelirli ailelerde daha büyük güçlükler ortaya çıkarmaktadır.
 Amerika hala, gebe kadınların tümüne rutin doğum öncesi sağlık hizmeti
vermeyen tek gelişmiş ülkedir.
 Türkiye’de yoksul annelerin üçte ikisinin hamilelikleri sırasında gereken asgari
doğum öncesi sağlık hizmetlerini alamadıkları belirlenmiştir (Dünya Bankası,
2010).
 Özellikle 20 yaşın altı ve 40 yaşın üstündeki annelerin bebeklerinde doğuştan
anomali riskine karşı hamilelikte sağlık hizmetleri almaları ve daha detaylı
incelenmeleri önerilmektedir.
 Hamilelik süresince protein-kalori açısından yeterli ve dengeli beslenmenin
anne ve bebek sağlığı üzerindeki etkisi yadsınamaz.
 Gebelikte yetersiz beslenme ve annenin yetersiz kilo alımının, düşük doğum
ağırlığı ve bazı doğuştan anomalilerle (nöral tüp defektleri, hidrosefali,
anensefali, meningosel, vb.) yakından ilişkili olduğu bilinmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Annenin kullandığı ilaçlar ve süreğen hastalıkları (1)
23
Annenin kullandığı ilaçlar. Hamilelikte kullanılan ilaçların fetüsü nasıl
etkileyebileceğinin en bilinen örneklerinden biri, 1950’lerin sonu ile
1960’ların başında Avrupa’da hamile kadınlarda mide bulantısını kontrol
etmek için verilen thalidomide kullanımıyla ortaya çıkmıştır. İlacı kullanma
zamanı farklı sonuçlara yol açmıştır. Anne ilacı hamileliğin 21.-35. günleri
arasında aldığında, bebek kısa kollarla ya da kolsuz doğmuştur. İlaç 21.30, günler arasında alındığında, bebek kolların yanı sıra kısa bacaklarla
ya da bacaksız doğmuştur. Anne ilacı hamileliğinin 35. gününden sonra
aldığında ise, bebeğin sağlıklı doğduğu görülmüştür.
 Epilepsi tedavisinde kullanılan antiepileptik ilaçların fetüsün gelişiminde
olumsuz etkilere sahip olduğu bilinmektedir. Antiepileptik ilaç kullanan
kadınların hepsi doğuştan şekil bozukluğu olan bebek doğurmamakta,
sadece çocukların %10-20’si ilaçtan etkilenebilmektedir.
 Epilepside kullanılan antikonvülsif ilaçlarda fetüsü etkileyebilmektedir.
Nöbetleri kontrol etmek için ilaç alan kadınlar, şekil bozukluğuna özellikle
de yarık dudak ve/veya damağı olan çocuğa sahip olma riski
taşımaktadır. Antikonvülsif ilaçlarla tedavi edilen annelerin bebeklerinde
doğum anomalileri oranı, epilepsisi olmayan annelere göre 2-3 kat daha
fazladır.
 Antidepresan ve antianksiyete ilaçlarının da hamilelikte kullanımının
fetüsün gelişimi üzerindeki etkileri ise tartışılmaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Annenin kullandığı ilaçlar ve süreğen hastalıkları (2)
Metabolik hastalıklar. Bu hastalıklar obezite, diyabet, normal dışı troid fonksiyonları ve fenilketonüridir.

Obezite günümüzde tüm dünyada salgın halindedir. Tip 2 diyabet, obeziteye bağlı olarak ortaya
çıkan ve kan şekeri düzeyinin aşırı yükseldiği bir hastalıktır. Hamilelikte anne obezitesi, spina bifida ve
anensefali gibi nöral tüp defektleri ile doğma riskini arttırmaktadır.

Bazı kadınlar hamilelikten önce diyabete yakalanmakta, bazılarında ise hamilelikte bu hastalık ortaya
çıkmaktadır ve buna hamilelik diyabeti denilmektedir. Yaklaşık olarak hamile kadınların %3’ü yüksek
kan şekeri problemine sahiptir ve bu kadınların hamilelikte kan şekeri düzeyinin kontrol altında
tutulması önemlidir.

Diyabetli anneden doğan bebeklerin sağlığı risk altındadır ve sezaryen ile doğma olasılıkları yüksektir.
Bu bebeklerin bilişsel bozukluklar gösterme ve bebeklerde de diyabet gelişme olasılığı daha yüksektir.
Diyabet, perinatal dönemde bebek ve anne ölümü ve doğuştan anomali riski ile ilişkilidir.

Diyabetli annelerin bebekleri, diyabetli olmayanların bebeklerine kıyasla 5-6 kat daha yüksek oranda
ciddi doğum anomalisine maruz kalmaktadır. Diyabetli annelerin bebeklerinde merkezi sinir sitemi ve
dolaşım sistemi anomalilerine ilişkin riskler, canlı doğan her yüz bebekte 5.3 ve 8.5’tir .

Hamilelikte annenin normal dışı troid fonksiyonları, bebeklerin nörodavranışsal ve nörobilişsel gelişimi
üzerinde olumsuz etkilere sahiptir. Hamilelik hipotroidinin, iyot eksikliği ya da başka bir sebepten
kaynaklanıp kaynaklanmadığı kendiliğinden düşük, yüksek tansiyon, gebelik zehirlenmesi, düşük
doğum ağırlığı ve ölü doğum riskinin artmasıyla ilişkilidir. Hamilelikte tedavi edilmemiş hipotroidi olan
anneden doğan çocuklar, zeka testlerinde daha düşük puan almaktadır.

Bebek rahimdeyken yüksek düzeyde fenilalaline maruz kaldığında, fenilketonürili kadınların doğuştan
anomalili ya da zihin engelli bebek doğurma olasılıkları da artmaktadır. Bu nedenle, fenilketonürili
kadınların gebe kalmadan önce ve gebelik süresince düşük fenilalanin içeren diyet yapması
önemlidir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
25
Annenin kullandığı ilaçlar ve süreğen hastalıkları
(3)
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar. Bu hastalıklar düşük doğum ağırlığı,
prematüre doğum ve bunlardan dolayı bebekte ortaya çıkabilecek
gelişim problemleri riskiyle ilişkilidir. Gonore gibi bakteriyel hastalıkların
düşük doğum ağırlığı ve prematüre doğumla ilişkili olduğu bulunmuştur.
Bu hastalıkların beyaz ırktan olmayan ve düşük gelir grubundaki kadınlar
arasında daha yaygın olduğu da belirtilmektedir.
Hepatit. Hepatit A genellikle gebeliğin yaygın bir komplikasyonu değildir.
Hepatit B, daha yaygındır ve enfekte kadınların bebekleri yeni doğan
hepatiti ve kronik karaciğer hastalığı riski taşımaktadır. Amerika’da her yıl
tahminen 22.000 kronik Hepatit B enfeksiyonu taşıyan kadın doğum
yapmaktadır. Bütün gebe kadınlar Hepatit B antijenine karşı tetkik
yaptırmalı ve bütün yeni doğanlar Hepatit B’ye karşı aşılanmalıdır. Hepatit
D nadir görülür ve genellikle Hepatit B’nin ikincil enfeksiyonu olarak
gelişmektedir. Ancak Hepatit C, parenteral yolla (enjeksiyon, kan nakli ve
implantasyon, uyuşturucu kullanımı) bulaşan ciddi bir enfeksiyondur.
Hepatit C’nin perinatal dönemde bebeğe bulaşması, özellikle annedeki
HIV enfeksiyonu ile ilişkili olabilmektedir. Hepatit C ile enfekte bebeklere
yönelik bir bağışıklık tedavisi bulunmamaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
26
Annenin kullandığı ilaçlar ve süreğen hastalıkları
(4)
İnsan bağışıklık yetmezlik virüsü (HIV). HIV, bireyin bağışıklık sistemini etkileyen süreğen bir hastalıktır. Bağışıklık
sistemi sağlıklı ise, enfeksiyonlar ve hastalıklarla savaşmakta, HIV bağışıklık sistemini zayıflatarak savaşma
gücünü azaltmakta ve kişinin diğer sağlık problemlerine daha hassas hale gelmesine neden olmaktadır.

HIV hastalıklarının son aşaması AIDS’tir. Dünyada 34-46 milyon insanda HIV enfeksiyonu ya da AIDS
bulunduğu, bunların 2.1-2. 9 milyonunun 15 yaşından küçük çocuklar olduğu tahmin edilmektedir ve bu
çocukların çoğunluğu Afrika ülkelerinde yaşamaktadır.

Son yıllara kadar HIV enfeksiyonlu bir hamilenin yeni doğan bebeğe enfeksiyonu bulaştırma olasılığı %20
iken, son dönemde doğum sırasında ve sonrasında bebeği korumak için yeni geliştirilen ilaçlar ve ek
yöntemlerle annenin tedavi edilmesiyle virüsü bebeğe bulaştırma riski %5’in altına düşmüştür.

Çocuklara HIV enfeksiyonunun en yaygın bulaşma yolu, perinatal dönemde anneden bebeğe
bulaşmadır. Çocuklar virüsü annelerinin hamileliği süresince, doğum sırasında ya da annelerini emerken
alabilmektedir.

Kan nakilleri de bir diğer bulaşma yoludur.

Çok nadir olsa da, çocukların cinsel istismarı da bulaşmaya neden olabilmektedir. Anneden bebeğe HIV
bulaşmasını önlemek için sezeryan ile doğum, emzirmeden kaçınma ve hamilelik ve doğum sürecinde
ilaç tedavisi uygulanmaktadır .

Anneye ait HIV enfeksiyonu, aşırı düşük doğum ağırlığı ve prematüre doğum ile ilişkilidir.

Çocuklarda HIV enfeksiyonunun sinir sistemine ilişkin bazı belirtileri; gelişim geriliği, kazanılan gelişim
aşamalarının kaybı, bilişsel gerilik, hafıza problemleri, dikkat problemleri, dil bozuklukları, motor
problemler, davranış problemleri ve sosyal beceri problemleridir.

HIV’li kadınlar büyük oranda beyaz ırktan olmayan, genç, fakir ve uyuşturucu bağımlılarıdır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Annenin enfeksiyon hastalıkları (1)
27
 Fetüsün büyümesi ve gelişmesi için doğum öncesi sağlıklı bir çevre
oluşturmak amacıyla zaman ve kaynak ayrılsa bile fetüsü viral
enfeksiyonlardan kesin bir şekilde korumak çoğu zaman mümkün
olmamaktadır.
 Viral hastalıklar, hamile kadınların yaklaşık olarak %5’ini etkilemektedir.
 Kadınlar hamileyken hastalığa yakalanabilmekte ya da zaten
hastayken hamile kalabilmektedir.
 Geçmişte fetüsün ve yeni doğanın en yaygın doğuştan enfeksiyonları
TORCHS (TOksoplazma, Rubella, Citomegalovirüs, Herpes, Sifilis) olarak
adlandırılmakta idi. Günümüzde bu hastalıkların sayıları artmasına
karşın, bu hastalıkların ilk harflerinden oluşan “TORCHS” kısaltması sağlık
çalışanları tarafından hala sıklıkla kullanılmaktadır.
 Perinatal TORCH enfeksiyonları, 21. yüzyılın başında hala zihin engelinin
başlıca nedenlerindendir.
 Erken tanı ve aşılama gibi önleme çalışmalarıyla birlikte, fetüsün
merkezi sinir sistemine zarar vermeden önce bu enfeksiyonlar
önlenebilmekte ya da tedavi edilebilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Annenin enfeksiyon hastalıkları (2)
28
Toksoplazma. Toksoplazma gondii, yetişkinlikte belirti vermeyen ancak gelişen
fetüste yıkıcı etkileri olan toksoplazma hastalığına yol açan oldukça yaygın bir
parazittir.
 Hastalık yetişkinlere çiğ yumurta ve et aracılığıyla ya da hayvan dışkısıyla
temasla geçebilmektedir.
 Fetüs hamileliğin ilk üç ayında bu enfeksiyonla karşılaştığında, son üç ayında
karşılaşmaya göre olumsuz sonuçlar daha ağır ortaya çıkmaktadır.
 Toksoplazma paraziti ile enfekte olan bebeklerin %90’nında doğumda açık
hastalık belirtileri görülmemektedir.
 Toksoplazma belirtilerini taşıyan bebeklerde hidrosefali, mikrosefali, normalden
küçük göz, görme bozuklukları ve merkezi sinir sistemi hasarları ortaya
çıkmaktadır.
 Diğer sistemik bozukluklar ise anemi (kansızlık), karaciğer hasarı ve solunum
güçlüğüdür.
 Doğum öncesi ya da sonrası tedavi yapılmadığında, yaşamlarının ilk yılında
sistemik ya da nörolojik toksoplazma belirtileri gösteren bebeklerin %90’nında
kalıcı işitsel, bilişsel ve/veya motor bozukluklar görülmektedir.
 Tartışmalı olmasına karşın, doğum öncesi tedavi çok umut vericidir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Annenin enfeksiyon hastalıkları (3)
29
Rubella. Fetüsü etkileyen ama annede sadece hafif ateş ve kaşıntıya
neden olan viral bir hastalıktır.
 Alman kızamığı olarak ta bilinen rubella, plesentayı geçebilen bir
enfeksiyondur.
 Rubella enfeksiyonu alan annelerin bebeklerinde görülen sağlık
sorunları arasında doğuştan kalp hastalıkları, katarakt, retinada
problemler, doğuştan sağırlık bulunmakta ve bu bebekler aynı
zamanda serebral palsi riski taşımaktadır.
 Enfeksiyonla karşılaşma zamanı, hastalığın fetüs üzerindeki
sonuçlarında etkilidir.
 Annenin gebeliğin ilk 3 ayında rubella ile enfekte olması, fetüste
doğuştan anomalilerin ortaya çıkmasında etkilidir.
 Günümüzde pek çok kadın rubellaya karşı aşılanmaktadır, ancak
düşük sosyoekonomik düzeyden gelenler genellikle aşılanmadığı
için daha fazla risk altındadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Annenin enfeksiyon hastalıkları (4)
30
Citomegalovirüs (CMV). Amerika’daki en yaygın doğuştan enfeksiyon
nedenidir.
 Pek çok kadın, virüse sahip olduğunun farkında değildir.
 Virüs annenin rahim ağzını, memelerini ya da idrar yolunu
etkilemektedir.
 Tekrarlayan enfeksiyonların fetüse bulaşma olasılığı çok daha azdır ve
bebek üzerinde büyük hasarlar bırakmamaktadır.
 Bu virüse ilk kez maruz kalan gebe kadınlar özellikle ciddi risk
altındadır.
 Gebeliğin ilk üç ayında geçirilen enfeksiyon fetüs için hayati önem
taşımaktadır.
 Yeni doğanlarda belirti veren doğuştan CMV enfeksiyonunun görülme
oranı 1.000 canlı doğumda 1’dir.
 Zihinsel yetersizliğin ve doğuştan sağırlığın başlıca nedenlerinden olan
CMV, 5.000-20.000 doğumda bir kalıcı engelle sonuçlanmaktadır.
 İlk kez hastalıkla hamilelikte karşılaşan annelerin bebeklerinde %1015’inde sensorinöral işitme kaybı ve nörogelişimsel gerilik gibi ciddi
sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Annenin enfeksiyon hastalıkları (5)
31
Herpes simpleks virüs (HSV). Bazı vakalarda bebeğe rahimdeyken (%5)
ya da doğumdan sonra (%10) bulaşmasına karşın, doğum kanalını
geçerken bebeğe bulaşan en yaygın enfeksiyondur.
 HSV’nin etkileri basit cilt enfeksiyonundan ansefalite (beyin iltahabı) ve
ciddi nörolojik bozukluklara kadar geniş bir yelpazede değişmektedir.
 HSV’nin uyarıcı belirtileri nöbet ve ateşin yanı sıra büyüme geriliği,
ciltte yaralar, retina bozuklukları ve mikrosefalidir.
 Erken tanı ve tedaviyle bebekler hayatta kalabilmektedir.
 Son yıllarda antiviral ilaç tedavisiyle bebek ölüm oranı düşürülmüştür;
buna rağmen hayatta kalan bebekler serebral palsi, algısal
bozukluklar ya da zihin engeli gibi ciddi sorunlar yaşayabilmektedir.
 Önleyici çalışmalarda anahtar rol erken tanı ve doğumda
enfeksiyonun bebeğe bulaşmasının önlenmesidir.
 Annede HSV’den şüphelenildiğinde, virüsün bulaşmasını önlemek için
bebek sezeryan ile dünyaya getirilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Annenin enfeksiyon hastalıkları (6)
32
Varicella zoster. Bu virüs, tavuk çiçeği hastalığına neden olmaktadır.
Virüs onlarca yıl bireyde sessiz kalabilmekte, daha sonra zona
hastalığı olarak yeniden ortaya çıkabilmektedir.
 Annenin enfeksiyon riski ve fetüse bulaşma olasılığı düşüktür. Ancak
bu enfeksiyon gebeliğin ilk 20 haftasında anneye bulaşırsa, fetüse
ciddi zararlar verebilmektedir.
 Bu virüs büyük çocuklarda ya da erişkinlerde grip benzeri bir
hastalığa neden olurken, fetüste ağır derecede kansızlığa, doğuştan
anomalilere ve fetüsün ölümüne neden olabilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Annenin enfeksiyon hastalıkları (7)
33
Sifilis (Frengi). Sifilise neden olan etken (spiroket) plesenta yoluyla
geçebilmekte ve 16.-18. haftadan sonra hamileliğin ileri
dönemlerinde fetüsü etkileyebilmektedir.
 Bu hastalık pek çok organda hasara neden olmakta ve kalıcı
zararlar verebilmektedir. Korneadaki doku bozuklukları, gözde yara
izleri ve körlük yapabilmektedir.
 Sifilis ile doğan bebekler, gebelik yaşına göre daha küçük
olabilmekte ve bebeklerde süreğen karaciğer problemleri, karın zarı
iltihabı, kansızlık ve sinir sistemi hasarları ortaya çıkabilmektedir.
 İki yaşın üstündeki çocuklar için doğuştan sifilisin geç belirtileri,
kanca şeklinde dişler ve bulanık görmedir.
 Annenin hamilelikte hastalığa yakalandığı belirlendiğinde, doğum
öncesi antibiyotik (penisilin) tedavisi ile doğuştan sifilis
önlenebilmektedir.
 Ancak rubellada olduğu gibi, düşük sosyoekonomik gruptan gelen
kadınlar uygun doğum öncesi bakım alamamakta ve enfeksiyon
için daha yüksek risk altında kalmaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
34
c. Madde kullanımı
Sigara
 Doğum öncesinde annenin sigara içmesi, bebekte bir dizi problem yaşanması
açısından önemli bir risk faktörüdür. Bu riskler; antisosyal sonuçları, erkeklerde
daha düşük zeka puanını, erkek ve kadın yetişkinlerde yasa dışı madde
kullanımı nedeniyle tutuklanma ve cezaevinde kalmayı ve dikkat
eksikliği/hiperaktivite bozukluğunu içermektedir.
 1970’lerden beri yapılan birçok çalışmaya göre, sigara tek başına düşük doğum
ağırlığı nedenidir. Nikotin tiryakilerinin bebekleri, sigara içmeyen annelerin
bebeklerine oranla 150-250 gr arasında daha düşük kiloyla doğmaktadır.
 Ayrıca annenin sigara kullanmasının kendiliğinden (spontane) düşük, ölü doğum
ve doğum sonrası bebek ölümleri ile de yakından ilişkili olduğu bulunmuştur.
 Light sigara içen annelerin bebeklerinde de düşük doğum ağırlığı problemi
yaşanmaktadır.
 Pasif içicilikte sigara kullanmayanlarda benzer risklerle sonuçlanabilmektedir.
 Babaların sigara kullanmasının da olumsuz nörobilişsel sonuçlar yarattığı
bilinmektedir.
 Düşük doğum ağırlığı ile doğumlarının yaklaşık %20’si, kadınların gebelikte
sigara içmekten vazgeçmesiyle önlenebilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU

35 
Alkol (1)
Alkol, gelişen fetüse zarar verebilen ve çok yaygın kullanılan yasal bir teratojendir.
Hamile kadın ne kadar çok alkol tüketirse, anomalili bebek dünyaya getirme riski de o
kadar büyümektedir.

Alkolün plesantayı geçtiği ve fetüse zarar verdiği çok açıkken, ne kadar alkolün fetüse
daha fazla zarar verdiği açıklık kazanmamıştır.

Alkol plesenta aracılığıyla anne vücudundaki aynı yoğunluk düzeyinde fetüse
geçmektedir, ancak alkol yoğunluğunun fetüsün vücut ağırlığına oranı fetüs için çok
yüksektir. Yani anne “sarhoş” iken, fetüs “çok sarhoş/dut gibi” olmaktadır. Fetüsün
vücudundan alkol, annenin vücuduna geri dönerek atılmaktadır. Bu geri dönüş annenin
kanındaki alkol düzeyi düşünceye kadar gerçekleşmediği için, fetüs uzun süre yüksek
düzeyde alkole maruz kalmaktadır. Anne alkol tüketmeye devam ettiğinde ise karaciğer
aşırı yüklenmekte ve fetüs için kandaki yüksek alkol düzeyi daha da artmaktadır.

Süreğen alkol tüketen kadınlardan doğan bebeklerin alarm veren belirgin işaretler
gösterdiği gözlenmiş ve 1974 yılında bu durum Fetal Alkol Sendromu (FAS) olarak
tanımlanmış tır.

Bu belirtiler; düşük doğum ağırlığı, doğum öncesi ve doğum sonrası büyüme geriliği, hafif
ya da orta derecede zihin engeli, mikrosefali, yüzde çarpıklık/bozukluk, organlarda şekil
bozukluğu (kol ve bacaklarda ve özellikle iç organlardan kalpte) ve hiperaktivite ya da
zayıf dikkat gibi problemlerdir.

Alkolik annelerin bebeklerinde perinatal dönemde ölüm oranı da %17’ye kadar
çıkmaktadır.

Günümüzde Fetal Alkol Spektrum Bozukluğu şemsiye bir kavram olarak kullanılmakta ve
doğum öncesinde alkole maruz kalan ve yaşam boyu süren fiziksel, bilişsel, davranışsal
ve/veya öğrenme güçlüklerine ilişkin belirtileri tanımlamak için kullanılmaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Alkol (2)
36
 Fetüsün alkole maruz kalma sıklığı, ülke içinde ve ülkeler arasında
değişmektedir. Ülkemizde sağlıklı istatistiksel verilere ulaşılamamasına
karşın, bebeklerin FAS ile doğma sıklığı Amerika’da %003-%03,
Avusturya’da %068 ve Güney Afrika’da %01-%04’tür.
 Araştırmalar gebeliğin ilk 3 ayında erken beyin gelişimi döneminde
alkolün etkisine karşı ciddi problemlerin ortaya çıkması nedeniyle
merkezi sinir sisteminin daha savunmasız olduğunu göstermektedir.
 FAS ile doğan bebeklerin, daha yavaş uyum sağladıkları ve daha
yüksek oranda normal dışı refleksler sergiledikleri bilinmektedir.
 Anneler alkolü gebeliğin ikinci 3 ayında bıraktığında bile bebekler
hala gelişimsel ve davranışsal problemler yaşama riski taşımaktadır.
 Gebe kadınlar için güvenli bir alkol miktarı yoktur. Günlük bir ya da
iki içkilik bir alkol tüketiminin bile düşük doğum ağırlığıyla ilişkili olduğu
bulunmuştur.
 Alkol kullanmayanlara göre kullanan hamileler, üç kat daha fazla
sigara içtikleri için, bu durumda özellikle düşük doğum ağırlığı ve
prematüre doğum riski daha da artmaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Uyuşturucular
37
 Amerika’da doğum yapan kadınların %11’inin bir ya da daha fazla kez yasadışı
uyuşturucu kullandığı belirlenmiştir.
 Bir dizi araştırmada ise uyuşturucu kullanan gebelerin oranının %5-15 arasında
olduğu ve kokain ve marihuananın (esrar) gebe kadınlar tarafından en yaygın
kullanılan yasa dışı uyuşturucu olduğu bulunmuştur.
 Bu iki uyuşturucu, fetüsün gelişiminde problemler yaratmaktadır.
 Amerika’da bir çalışmada rahimdeyken kokaine maruz kalan çocukların önemli
bilişsel bozukluklara sahip olduğu ve ilk 2 yaşta gelişimsel gerilik oranının ikiye
katlandığı bulunmuştur. İlk 2 yaşa ilişkin sonuçlar daha sonraki gelişimin yordayıcısı
olduğu için, etkilenen çocukların okul çağında da öğrenme güçlükleri devam
etmektedir.
 Bir diğer çalışmada da hamilelerin kullandığı yoğun kokainin, fetüste zayıf motor
performansla ilişkili olduğu bulunmuştur.
 Kokainin gelişimsel gerilik, fiziksel problemler, hayali oyunda yetersizlik ve
bağlanma örüntülerinde bozukluk açısından yüksek risk oluşturduğu
vurgulanmaktadır.
 Eroin ve morfin kullanan annelerin bebeklerinin de düşük doğum ağırlığına ve
daha küçük kafa çevresine sahip oldukları, minimal motor problemler ya da kısa
süreli dikkat eksikliği sergiledikleri yaşadıkları bilinmektedir.
 Doğum öncesinde kokaine maruz kalan bebeklerin %23’ünün 0-2 yaş arasında
istismara ve %11’inin fiziksel istismara uğradığı, kontrol grubunda bu oranların %4
ve %2 olduğu bulunmuştur.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
d. Teratojenler
38
 Teratojenler, fetüsün büyümesini ve gelişimini bozan ve
doğuştan şekil bozukluklarına yol açan faktörlerdir.
 Teratojenler radyasyon, çevresel toksinler, annenin hamilelikte
kullandığı ilaçlar, uyuşturucu maddeler, alkol ve nikotin gibi
etkenlerdir.
 Teratojenlerin fetüsü etkileme derecesi, temas zamanına ve
temasın yoğunluğuna/dozuna bağlıdır.
 Pek çok organ hamileliğin ilk 10.-60. günü arasında oluştuğu
için, bu zaman dilimi genellikle fetüs için en kırılgan/hassas
dönemdir, bu dönemde teratojene maruz kalma fetüste ciddi
anomalilere yol açabilmektedir.
 Teratojenler zihin engeli, işitme ve görme yetersizliği gibi
gelişim geriliği nedenleri arasında yer almaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
39
Radyasyon
 Radyasyonun doğuştan anomalilere neden olduğu, nükleer bombaların
atıldığı Hiroşima ve Nagazaki’de yaşayan kadınların doğuştan çoklu
anomaliye sahip çocuklar dünyaya getirmeleri sonucunda öğrenilmiştir.
 Nükleer bombaların atıldığı yerin 1 mil civarında bulunan kadınlar
mikrosefalili bebekler dünyaya getirirken, 2 mil dışında kalanlar yıllar
sonra bazılarında lösemi ortaya çıkmasına karşın görünürde sağlıklı
bebekler doğurmuştur.
 Hamilelikte maruz kalınan radyasyon miktarı, anomalinin derecesinde
önemli bir etkiye sahip, ancak ne kadar radyasyonun fetüse zarar
verebileceği tam olarak belirlenememiştir.
 Miktarı kadar radyasyonun alındığı zamanda fetüs üzerindeki etkiyi
belirleyebilmekte, gebeliğin 1. ayında embriyo ölebilmekte, 2. ve 3.
ayında büyüme geriliği ortaya çıkabilmekte, 4. ve 5. aylarında fetüs daha
az hassas ancak hala mikrosefali ve göz anomalileri gelişebilmektedir.
 Tıbbi uygulamalar ve çevresel radyasyon (ultrasonografi, mikrodalga
fırınlar, radar, radyo dalgaları ve bilgisayar ekranından yayılmalara maruz
kalma) konusunda ise araştırmalar ve tartışmalar sürmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Çevresel toksinler/zehirli maddeler
40

Karşılaşma zamanı ve dozuna bağlı olarak toksik maddeler de, ağır derecede zihin
engelinden dikkat, hafıza, öğrenme, sosyal davranış ve zeka puanında problemler gibi
daha hafif değişikliklere uzanan geniş bir yelpazede etki göstermektedir.

Kurşun, civa, böcek ilaçları, asbest ve solventler toksik maddelere örnektir.
Kurşun. İnsanlar kurşuna hava, içme suyu, toz, yiyecek, kirlenmiş toprak, kurşunlu boyalar,
geleneksel ilaçlar, bazı şekerlemeler, bazı kaplar, kozmetik ürünler ve kurşunlu kristallerle
maruz kalmaktadır.

Zararları bilinmeden önce kurşun boya, akaryakıt, su borusu ve diğer pek çok ürünün
üretiminde kullanılmıştır. Pek çok çocuk aksesuarı da kurşun içerebilmektedir.

Hamilelikte yüksek dozda kurşuna maruz kalma, ensefalopati (beyin dokusunda yıkıcı
değişiklik) ve nöbetlere yol açmaktadır. Daha düşük dozda kurşuna maruz kalma ise
bilişsel işlevlerde ve dikkatte yetersizlikle ilişkilidir.
Civa. Civa çevrede çok yaygın bir şekilde bulunmakta, insanlar civayla kirlenmiş besinleri
tüketerek civaya maruz kalmaktadır.

Civanın çoğu, elektrik santrallerinin bacalarından, atık yakma fırınlarından ve diğer
endüstriyel kaynaklardan gelmektedir. Elektrik santralleri, insan yapımı civa emisyonunun
üçte birinden sorumludur.

Özellikle doğurganlık çağındaki kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere insanlar tarafından
tüketildiğinde, civa ile kirlenmiş deniz ürünleri de bir halk sağlığı sorunu oluşturmaktadır.

Doğum öncesinde yüksek dozda civaya maruz kalan annelerin çocuklarında zihin engeli,
serabral palsi ve görsel/işitsel bozukluklar görülebilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
e. Rh uyuşmazlığı
41
 Rh faktörü, alyuvarların (kırmızı kan hücresi) yüzeyinde bulunan kalıtımsal bir
proteindir.
 Bu proteine sahip olanlar Rh + (pozitif), sahip olmayanlar Rh – (negatif) olarak
adlandırılır.
 İnsanların yaklaşık %15’i bu proteine sahip değildir.
 Hamilelikte anne Rh + ise ya da anne ve babanın her ikisi de Rh - ise, annede ve
bebekte problem ortaya çıkmamaktadır.
 Ancak Rh - bir anne, Rh + bir babadan Rh + bir bebeğe hamile kalabilmektedir.
Bu durum ortaya çıktığında, bazı ceninlerin Rh + alyuvarları hamilelik, doğum
süreci ve doğum sonrasında annenin kan dolaşımına geçebilmektedir.
 Rh faktörü içeren alyuvarlar annenin sitemine yabancı olduğu için, annenin
vücudu antikor üreterek bunlarla savaşmaktadır. Bu durum, duyarlılık kazanmadır
(sensitizasyon).
 Bir anne duyarlılık kazandığında, Rh antikorları plesentaya geçebilmekte ve Rh +
ceninin alyuvarlarına zarar verebilmektedir.
 Rh + bir bebeğe ilk hamilelikte, anne duyarlılık kazanmadan ya da anne Rh
antikorları üretmeden önce bebek doğduğu için, genellikle ciddi problemler
ortaya çıkmamaktadır.
 Ancak duyarlılık kazanan bir kadın, yaşamı boyunca Rh antikorları üretmeye
devam etmektedir. Bu durum, ikinci ya da daha sonraki hamileliklerde Rh + bir
bebeğin daha ciddi RH uyuşmazlığı riski altında olduğunu göstermektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
42
Devam…
 Rh - hamile kadınlar, Rh uyuşmazlığı olarak adlandırılan tehlikeli
düzeyde anemisi olan bebek dünyaya getirme riski taşırlar.
 Rh uyuşmazlığı, ceninin alyuvarlarına zarar vermektedir. Bu durum
geçmişte cenin ya da yeni doğanın ölümüne yol açan nedenler
arasındadır. Tedavi edilmezse, ciddi şekilde etkilenen ceninler ölü
doğmaktadır.
 Yeni doğanda Rh uyuşmazlığı, sarılık, anemi, beyin hasarı, kalbin
durması ve ölümle sonuçlanabilmektedir.
 Basit bir kan testi ile bir kadının Rh faktörünün negatif olup olmadığı
belirlenebilmektedir. Her kadına hamilelikten önce ya da hamilelikteki
ilk doktor kontrolünde bu test yapılmalıdır.
 Tedavi genellikle Rh uyuşmazlığını önleyebilmektedir.
 Ayrıca Rh - bir kadının duyarlılık kazanıp kazanmadığını belirlemek için
de testler bulunmaktadır.
 Duyarlılık kazanmamış Rh - hamileler, duyarlılığı önlemek için bir aşı ile
tedavi edilebilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
f. Düşük doğum ağırlığı ve prematüre doğum

43
Bebeklerde doğum ağırlığının;

2500 gramın altında olması düşük doğum ağırlığı

1500 gramın altında olması çok düşük doğum ağırlığı

1000 gramın altında olması ise aşırı düşük doğum ağırlığı olarak tanımlanmaktadır.

Yaşam sınırı olan 23 haftanın üzerinde ve 37 haftadan erken olan doğumlar prematüre
doğum, yaşam sınırı olan 23 hafta ile 28 hafta arasında olan doğumlar ise aşırı prematüre
doğum olarak adlandırılmaktadır.

Amerika’da canlı doğumların yaklaşık %10.8’i 2500 gr altında düşük doğum ağırlığıyla ve 4
hafta erken doğmakta; %1.1’i 1250 gr altında çok düşük doğum ağırlığıyla ve 12 hafta erken
dünyaya gelmektedir.

Türkiye’de düşük doğum ağırlığı ile doğan bebeklerin oranının %8,9 olduğu; bu
bebeklerin %34.2’sinde rahim içi büyüme geriliği ve %65.8’inde prematüre doğum
bulunduğu saptanmıştır.

Düşük doğum ağırlığı ve prematüre doğum, gelişim geriliğine yol açabilen biyolojik
faktörlerden biridir.

Bebeğin, büyümesi ve organlarının dış ortama uyum sağlayacak şekilde gelişmesi için belli
bir süreyi anne karnında geçirmesi gerekmektedir.

1980’lerden beri düşük doğum ağırlığı ile doğan bebeklerin hayatta kalma oranlarında
çarpıcı bir artış kaydedilmiştir. Doğum ağırlığı 750-1000 gram arasında olan ve ortalamadan
14-16 hafta erken doğan bebekler için hayatta kalma oranı %50’nin biraz altındadır.

Bebek ne kadar erken doğarsa ve doğum kilosu ne kadar düşükse, sağlık sorunları,
hastalıklar, serebral palsi, öğrenme problemleri, görme ve işitme problemleri ve ölüm riski
de o kadar artmaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
44
Prematüre doğum
 Zamanından önce doğan bebeklerde; süreğen akciğer hastalıkları, beyin
kanamaları, prematüre retinopatisi (retina dokusunun damarlanmasında
bozukluk) ve ince bağırsak enfeksiyonlarını içeren organ yetersizlikleri
görülebilmektedir.
 Bu sağlık sorunları, rahim dışındaki bakımın olgunlaşmamış organlara uygun
olmamasından kaynaklanmaktadır.
 Prematüre bebekler, organik olarak eksiksiz olsalar bile, daha sonraki
dönemde gelişim problemlerinde artış görülmektedir.
 Bu gelişim problemleri; düşük zeka puanı, dikkat eksikliği/hiperaktivite
bozukluğu, özel öğrenme güçlükleri, görsel-motor yetersizlikler, dili anlama ve
konuşma problemleri, öz-denetim ve öz-saygı problemleri ve okul
başarısında önemli sınırlılıklardır.
 Prematüre doğumlarda beyin içi kanama ve bunun sonucunda da beyin
dokularının zarar görme riski de artmaktadır.
 33 haftadan önce doğan bebeklerde yapısal beyin anomalisi sıklığının
yüksek olduğu bulunmuştur.
 Ergenlikte bu anomalilerin nörolojik yetersizliklerden daha çok davranış
problemleri ile ilişkili olduğu belirtilmektedir .
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
45
Düşük doğum ağırlığı
 Dünyada temel bir halk sağlığı problemi olan düşük doğum ağırlığı,
doğrudan bebek ölümleriyle ilişkilidir.
 Düşük doğum ağırlığı için en büyük risk faktörünün yoksulluk olduğu
belirtilmektedir. Düşük gelir, yetersiz sağlık hizmetleri ve sosyal
güvencenin olmamasından kaynaklanan problemler düşük doğum
ağırlığı ile ilişkilidir.
 Düşük doğum ağırlığı ile doğan bebeklerde beyin kanamaları ve
nörosensoriyel yetersizlikler gibi tıbbi komplikasyonlarla sıklıkla
karşılaşılmaktadır.
 Düşük doğum ağırlığı ile doğan bebeklerin çok heterojen bir grup
olduklarını bilmek önemlidir. Düşük doğum ağırlığı ile sonuçları arasında
bire bir eşleşme yapılamamaktadır.
 Araştırmalar düşük doğum ağırlığı ile gelişim yetersizliklerinin ilişkili
olduğunu; bu bebeklerin gelişim geriliği açısından risk altında
olduklarını, daha fazla davranış problemleri sergilediklerini ve okul
çağında öğrenme problemleri yaşadıklarını göstermiştir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
46
Prematüre ve düşük doğum ağırlığı ile doğan
bebeklerde sık karşılaşılan sağlık sorunları (1)
Beyin kanaması. Prematüre bebeklerin sıklıkla rastlanır, 34 haftadan büyük
doğan bebeklerde nadir görülür.
 Yol açtığı problemler; serebral palsi, gelişim geriliği, zihin engeli ve
nöbetler.
Solunum problemleri. Solunum güçlüğü, prematüre bebeklerin karşılaştığı en
önemli sağlık sorunudur.
 Solunum güçlüğüne akciğerlerin hava keseciklerini saran surfactant adlı
bir kimyasal maddenin eksikliği neden olmaktadır.
 Bu kimyasal madde normal solunum sırasında akciğerlerin çökmesini
engellemektedir. Surfactant, gebeliğin 34.-36. haftasına kadar yeterince
üretilmediği için prematüre doğumlarda solunum güçlüğü ortaya
çıkmaktadır.
Apne, prematüre bebeklerde görülen diğer bir solunum problemi olan
apnede nefes alma döngüsünde uzayan duraksamalar vardır ve normal
dışı solunum örüntüleri ortaya çıkmaktadır.
 Apne, gelişmemiş ya da hasar görmüş merkezi sinir sisteminden
kaynaklanmaktadır. Merkezi sinir sisteminin gelişmesiyle genellikle bu
sorun çözülmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
47
Prematüre ve düşük doğum ağırlığı ile doğan
bebeklerde sık karşılaşılan sağlık sorunları (2)
Perinatal asfeksi. Perinatal asfeksi fetüsün beynine yetersiz oksijen
gitmesinden kaynaklanmaktadır.
 Prematüre bebeklerin yanı sıra zamanında doğan bebeklerde de
görülebilmekte ve her 1.000 doğumun 3 ile 9’unda ortaya çıkmaktadır.
 Bu durum doğum öncesinde oluşabildiği gibi doğum sürecinde de (kilolu
bir bebeğin dar bir doğum kanalından doğması, plasenta ve göbek bağı
sorunları) ortaya çıkmaktadır.
 Bebekte kırılgan ya da abartılı tepkiler, uyuşukluk ve düşük adale tonüsü,
süreğen nöbetler ve koma görülebilmektedir.
 Bu bebeklerde görülebilen beyin fonksiyon bozukluğuna hipoksik iskemik
ensefolopati denilmekte ve ağır vakalarda bebeklerde ciddi düzeyde
gelişim geriliği ve serebral palsi ortaya çıkabilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
48
Prematüre ve düşük doğum ağırlığı ile doğan
bebeklerde sık karşılaşılan sağlık sorunları (3)
Sarılık (hiperbilirubinemi). Çocuk hekimlerinin zamanında ve prematüre
doğan yeni doğanlarda mücadele ettiği en yaygın problemdir.
 Neredeyse bütün bebeklerde kan dolaşımlarındaki yüksek bilirubin
düzeyinden kaynaklanan sarılık gelişebilmektedir.
 Bilirubin kırmızı kan hücrelerinin çökmesinden kaynaklanan sarı bir
pigmenttir.
 Yüksek bilirubin düzeyine sahip düşük doğum ağırlığı ve prematüre
bebeklerde bu duruma enfeksiyon ve asidoz (kanda Ph dengesinin
bozulması) eşlik ettiğinde risk daha da artmaktadır.
 Bu durum bebeği serebral palsi ve sensorinöral işitme kaybı riskine
sokmaktadır.
 Tedavisinde, fototerapi (floresan ışığına maruz bırakarak kan
dolaşımındaki bilirubin düzeyini düşürmek) kullanılmakta, daha ağır
vakalarda kan nakli yapılabilmektedir.
 Bazı durumlarda beyin hasarı oluşabilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
49
Prematüre ve düşük doğum ağırlığı ile doğan
bebeklerde sık karşılaşılan sağlık sorunları (4)
Metabolik sorunlar. Prematüre ve düşük doğum ağırlığı ile doğan bebeklerde,
zamanında doğanlara göre daha fazla kimyasal ve metabolik problem
ortaya çıkmaktadır.
 Bu bebekler en sık beyin metabolizması için hayati önemi olan glikoz
eksikliği yaşayabilmektedir. Açığa çıkan hipoglisemi (kandaki glikoz
düzeyinin düşmesi), tedavi edilmezse beyin hasarına neden olabilmektedir.
 Yoğun bakımda prematüre bebeklere genellikle damar yoluyla glikoz ve
mineraller verilmektedir.
 Prematüre doğumlarda kalsiyum, potasyum, sodyum, fosfor, demir ve
magnezyum gibi mineralleri içeren diğer metabolizma değişikliklerine
ilişkin sorunlarda yaşanabilmektedir.
 Zamanında doğan bebeklerin kemiklerindeki kalsiyumun %50’si gebeliğin
son 3 ayında depolandığı için prematüre doğan bebeklerin daha düşük
kalsiyum deposuna sahip olduğu ve erken doğdukları için hipokalsemi
(kandaki kalsiyum düzeyinin düşmesi) eğilimi taşıdıkları belirtilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
B. Çevresel/Psikososyal faktörler
50
 Bebeklerin/çocukların gelişim geriliği riskini arttıran
çevresel/psikososyal faktörler, daha çok doğum sonrasında
çocuğun günlük yaşamında karşılaştığı ve gelişimini
olumsuz yönde etkileyen durumlardır.
 Gelişimi etkileyen çevresel faktörler:
a.
Düşük sosyoekonomik düzey ve yoksulluk
b.
Yetersiz beslenme
c.
Kazalar, travmalar ve hastalıklar
d.
Çocuk istismarı ve ihmali
e.
Anne-bebek etkileşimi ve bağlılık
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
a. Düşük sosyoekonomik düzey ve yoksulluk
51
 Sosyoekonomik düzey, kapsamlı bir kavramdır ve çok farklı yollarla
değerlendirilmesine karşın pek çok ölçüm aile geliri, anne-baba
eğitimi ve mesleğini içermektedir.
 Farklı sosyoekonomik düzeydeki bireyler tıbbi bakım, sağlıklı
beslenme, fiziksel egzersiz, sağlık gibi olanaklara farklı düzeylerde
erişebilmektedir.
 Uzun yıllardır yoksul ailelerden gelen çocukların okula başladıklarında
bilişsel dezavantajları olduğu ve yoksullukla düşük okul performansı
arasında ilişki bulunduğu belirtilmektedir.
 Gelişim geriliğine neden olan pek çok faktör ile yoksulluk arasında
da ilişki bulunmaktadır.
 Yoksullukla ilişkili olan bu faktörler; düşük doğum ağırlığı, tek
ebeveynlilik, uygun olmayan anne-babalık, yüksek stres, sınırlı
kaynak ve destek ile kaynaklara erişimde sınırlılıktır.
 Yoksulluk, çocuğun çevresindeki diğer olumsuz faktörlere dikkat
çeken bir değişkendir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Devam…
52
Amerika’da yapılan çalışmalarda düşük sosyoekonomik düzey ile hafif derecede
zihin engeli arasında güçlü bir ilişki olduğu bulunmuştur.
 Zihin engeline neden olan spesifik faktörlerin hepsi bilinmemesine karşın, bu faktörler
arasında hamilelik öncesi, hamilelik ve doğum sonrasında yetersiz beslenme,
madde kullanımı, yetersiz zihinsel uyarım, yetersiz tıbbi bakım, çocuk istismarı ve
ihmali ve yetersiz anne-babalık becerileri bulunmaktadır. Bu faktörlerin de düşük
sosyoekonomik düzeydeki ailelerde daha sık ortaya çıktığı ileri sürülmektedir.
 Düşük doğum ağırlığı, doğum öncesi/sırası/sonrası olumsuz durumlar gibi biyolojik
risklerin yoksulluktan bağımsız olarak ortaya çıktığı, ancak bu risklerin ortaya çıkma
sıklığının yoksul çevrelerden gelen çocuklarda daha yüksek olduğu belirtilmektedir.
 Yoksul ailelerin evlerinin genel özellikleri;

öğrenme ve oyun çeşitliliğini artıran oyuncak, eğitsel materyal, kağıt, boya kalemleri vb.
materyallerin yokluğu

evin düzensiz, gürültülü ve karmaşık olması nedeniyle çocuğun dikkatini öğrenmeye verememesi

geniş aileler ya da ebeveynlerden bir ya da ikisinin yokluğu nedeniyle çocukla ilgilenecek yetişkin
yokluğu

babaların genellikle olmaması, olsa da çocukla ilgilenmeye daha az meyilli olması

çocuk yetiştirme örüntülerinin daha çok cezaya dayalı olması,

çocuklarla daha az sözel iletişim kurulduğu için dilsel uyarımın yetersiz olması

bu ailelerin çocuklarının yüksek eğitim giderlerini karşılama eğiliminde olmaması
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Devam…
53
 Araştırmalara göre, çocukların gelişim potansiyellerine tam olarak ulaşmalarını
engelleyebilen temel olgu çok boyutlu fırsat eksikliğidir.
 Yoksulluk, anne-baba eğitimi, cinsiyet, çevresel özellikler gibi pek çok faktör,
çocuklar için fırsat eksikliği yaratabilmektedir.
 Dünya Bankası’nın “Türkiye: Gelecek Nesiller İçin Fırsatların Çoğaltılması” başlıklı
raporunda 2006 yılında Türkiye’de çocuk yoksulluğunun diğer tüm yaş
gruplarından daha yüksek olduğu; hem küçük (0-5 yaş) hem de ileri yaş
grubunda (6-14 yaş) çocukların dörtte birinin yoksulluk oranına sahip olduğu
belirtilmektedir.
 Ayrıca Türkiye aşılama, nitelikli personel eşliğinde doğum ve 5 yaş altı çocuk
ölüm oranı gibi temel çocuk gelişimi göstergelerinde de yetersiz bulunmuştur.
 Yoksul çocukların maruz kaldığı riskler:
 düşük SED bebeklerde prematüre doğum ve yeni doğan ölüm sıklığı daha
yüksektir
 düşük SED ile düşük doğum ağırlığı sıklığı arasında yüksek düzeyde ilişki vardır
 düşük SED çocukların tıbbi bakımları yetersiz, bu çocuklar risklere ve
enfeksiyonlara daha fazla maruz kalmaktadır
 doğum öncesi ve sonrası travmalar sonucunda gelişim sorunları olan düşük SED
çocukların, bu sorunların üstesinden gelme olasılıkları daha zayıftır
 yoksulluğa maruz kalmış kesimlerde zihin engeli sıklığı daha yüksektir
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
54
b. Yetersiz beslenme
 Yetersiz beslenmenin, gelişim geriliğine neden olduğu ya da buna katkı sağladığı
belirtilmektedir.
 Yetersiz beslenmenin etkilerine yetişkinler daha dirençliyken, gelişen fetüsün beyni
çok hassastır.
 1990’larda 5 yaş altındaki dünya nüfusunun üçte birinden fazlasının (174 milyon)
yetersiz beslendiği, bu sayının 2000’lerde ancak 154 milyona düştüğü ve hala bütün
ülkelerde yoksullar arasında yetersiz beslenmenin çok yaygın olduğu
vurgulanmaktadır.
 Yetersiz beslenmede sıklıkla ortaya çıkan problemler; protein-kalori yetersizliği ile belirli
vitaminlerin (folik asit, B12, A vitamini gibi) ve minerallerin (iyot, demir gibi) eksikliğidir.
 Protein-kalori yetersizlikleri:
 Kwashiorkor
 Marasmus
 Vitamin ve mineral yetersizlikleri:
 Folik asit eksikliği
 A vitamini eksikliği
 İyot eksikliği
 Demir eksikliği
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
55
Protein-kalori yetersizlikleri (1)
 Diyetteki protein, sinir ve kasların işlevlerini yerine getirmesi için
önemlidir.
 Protein-kalori yetersizliği, zamanla doku rezervlerinin tükenmesine ya
da vücuttaki proteinin azalmasına ve daha sonrada kandaki protein
düzeyinin düşmesine yol açmakta, bu durumda zihinsel işlevler
tehlikeye girmektedir.
 Protein yoksunluğu, beyin gelişimi sürecinde ortaya çıktığında, verdiği
hasarın geri dönüşü yoktur.
 Protein-kalori yetersizliği enfeksiyonların daha ağır seyretmesiyle de
sonuçlanmaktadır.
 Pek çok ülkede ekonomik, sosyal ve kültürel faktörler (zayıf beslenme
alışkanlıkları, batıl inançlar, yanlış bilgiler, vb.) protein yetersizliğine yol
açmaktadır.
 Bu problemi çözmek için dünya çapında pek çok program
uygulanmaktadır.
 Bu programlar toplumsal farkındalığı artırmayı, öğrencilerin ve
uzmanların eğitilmesini ve önlemeyi kapsamaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Protein-kalori yetersizlikleri (2)
56
Protiein-kalori yetersizliğinde iki önemli hastalık ortaya çıkmaktadır.
1. Kwashiorkor. Kwashiorkor terimi “yeni doğan kardeşi nedeniyle besinsiz
kalan çocuk” anlamına gelen bir Afrika deyiminden gelmektedir. İkinci
çocuk doğunca birinci çocuk annesinin memesini ona bıraktığı için birinci
çocukta sıklıkla kwashiorkor gelişmektedir.
 Bu çocuklar çok belirgin kırmızı ve ödemli bir cildin ve karnın yanı sıra
seyrek kırmızı-turuncu saçlara sahiptir.
 Kwashiorkorda toplam kalori alımı uygun olabilir, ancak diyetteki protein
alımında yetersizlik vardır ve daha çok mısıra dayalı diyetle beslenenlerde
görülmektedir.
2. Marasmus. Yunanca bir terim olan marasmus, “aşırı zayıflık” anlamına
gelmektedir.
 Marasmusta diyette aşırı kalori yetersizliği vardır.
 19. yy da bebek ölümlerinin yarıdan fazlasının marasmustan
kaynaklandığı belirtilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Vitamin ve mineral yetersizlikleri (1)
57 Folik asit eksikliği. Folik asit, DNA ve genlerin yapımında kullanılan dört
aminoasitten ikisi için temel olan bir vitamindir.
 Folik asit tüketimi düşük olan diyet ve/veya genetik altyapı nedeniyle
eksiklik ortaya çıkabilmektedir.
 Bu eksikliğinin nöral tüp defektleri için risk faktörü oluşturduğu ve folik
asit içeren vitaminler alan kadınların bebeklerinin bu defekt ile doğma
riskinin daha düşük olduğu bilinmektedir.
 Nöral tüp defektlerinin yol açtığı iki anomali spina bifida (omuriliğin
kemik yapısındaki doğuştan bozukluk) ve anensefalidir (eksik ya da
çok azalmış beyin dokusuyla karakterize bir doğuştan bozukluk).
 Bu anomaliler, kadın hamile kaldıktan sonra 25.-29. günlerde ortaya
çıkmaktadır. Bu dönemde pek çok kadın hamile olduğunun farkında
değildir.
 Epilepsili, diyabetli ve nöral tüp defektine genetik yatkınlığı olan
kadınlar, hamilelikten önce ve hamilelik sırasında folik asit almalıdır.
 Bazı ülkelerde ekmek gibi ürünlerin folik asitten zenginleştirilmesi zorunlu
hale getirilmiştir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Vitamin ve mineral yetersizlikleri (2)
58
A vitamini eksikliği. A vitamini (retinol), bağışıklık sisteminin etkili bir şekilde çalışması için son
derece önemlidir.
 Diyette uzun süreli A vitamini yoksunluğu, birincil A vitamini eksikliğine yol açmaktadır.
Bu eksiklik, özellikle pirince dayalı beslenen 118 ülkede bir halk sağlığı problemi dir.
 İkincil A vitamini eksikliği ise çölyak hastalığı ya da kistik fibrozis gibi hastalıkların sindirim
sisteminin işlevini bozması nedeniyle A vitamininin vücutta emilimi, depolanması ya da
taşınmasında sorun yaşanmasından kaynaklanmaktadır.
 A vitamini eksikliği önlenebilir çocukluk körlüğü, enfeksiyon riskinin artması ve ishal ile
kızamık gibi ağır enfeksiyonlardan kaynaklanan ölümlerin başlıca nedenidir.
 Gelişmekte olan ülkelerde bir yılda yaklaşık 500 bin çocuk A vitamini eksikliğinden
ölmektedir.
 Yüksek risk altındaki hamile kadınlarda, fetüsün ve annenin A vitaminine ihtiyacının en
yüksek olduğu hamileliğin son 3 ayında A vitamini eksikliği ortaya çıkmaktadır.
 Çocukluk körlüğünün temel nedeni A vitamini eksikliği olan gelişmekte olan ülkelerde,
çocuklara ağızdan önleyici dozda A vitamini verilmekte ve A vitamininden zengin bir
diyet önerilmektedir.
 İkincil A vitamini eksikliğinde ise rutin olarak dışarıdan A vitamini takviyesi yapılmaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Vitamin ve mineral yetersizlikleri (3)
59
İyot eksikliği. İyodür, tiroksin adı verilen troid hormonunun troid bezlerinde üretilmesinde
kullanılan bir mineraldir.

Tiroksin alyuvar üretimi, vücut ısısı, büyüme, metabolizma ve sinirler ile kasların işlevlerinin
düzenlemesine yardım etmektedir.

İyodür, toprakta ve deniz suyunda bulunmaktadır ve vücutta iyoda dönüşmektedir.

İyot eksikliği, guatr olarak bilinen tiroid bezinin aşırı büyümesine yol açmaktadır.

İyot eksikliği, zihin engeli ile beyin hasarının önlenebilir en yaygın nedenidir.

Dünya nüfusunun %38’i iyot eksikliği yaşamaktadır. Çin, Meksika gibi topraklarında iyodür
oranı düşük olan gelişmekte olan ülkelerde, iyot eksikliği sonucu ortaya çıkan hipotroid ciddi
bir problemdir.

Çocuklukta iyot eksikliği, büyümede duraklamaya, ilgisizliğe (apati), hareket, konuşma ve
işitme güçlüğüne ve zihinsel yetersizliğe neden olabilmektedir.

Hamilelikteki iyot eksikliği, düşüğe ve ölü doğumlara yol açmakta; fetüs yaşasa bile fetüsün
büyümesini ve beyin gelişimini geciktirmektedir.

İyot eksikliği olan bebeklere troksin içeren ilaçlar verilmektedir.

Fazla iyodür de vücuda zarar vermekte ve süreğen iyot zehirlenmesiyle sonuçlanmaktadır.

Dünyada iyot eksikliğini önlemek için, iyotlu tuz ve iyodürlü toprakta üretim programları
uygulanmaktadır.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Vitamin ve mineral yetersizlikleri (4)
60
Demir eksikliği. Demir, yaşam için hayati olan ve bağırsaklardan emilen bir metaldir. Tüketilen demirin
çoğu, vücutta hemoglobin üretimi (alyuvarlara oksijen taşınmasında yardım eden protein) için
kullanılmaktadır.

Vücutta kullanılmayan demir, sonraki gereksinimler için vücutta saklanmaktadır.

Demir bağışıklık sisteminin çalışmasına da yardım ettiği için, eksikliğinde bazı hastalıklar ortaya
çıkmaktadır.

Düşük demir düzeyi, aneminin işaretleri olan yorgunluk, solgunluk ve halsizliğe neden olmaktadır.

Gelişmekte olan ülkelerde 15-44 yaş aralığındaki çocuk ve kadınların %66’sı demir eksikliği
problemi yaşamaktadır.

Gelişmiş ülkelerde de doğurganlık yaşındaki kadınların %10-20’si anemi yaşamaktadır.

Bebeklerde ve çocuklardaki demir eksikliği anemisinin istenmeyen sonuçları arasında gelişim
geriliği, motor aktivitede artma ve bir işe odaklanamama gibi davranış problemleri, yiyecek
maddesi olmayan pika, buz gibi maddelerin tüketimi ve öğrenme yeteneğinde geri dönüşü
olmayan bozukluklar bulunmaktadır.

Demir eksikliği anemisi, bebeğin gelişimini etkileyebilen bazı faktörlere de (düşük doğum ağırlığı,
prematüre doğum, genel beslenme yetersizliği, kurşun zehirlenmesi gibi) katkıda bulunmaktadır.

Hamilelikte demir eksikliğinde perinatal dönemde anne, fetüs ya da bebek ölümleri artmakta,
hamileliğin ilk altı ayında prematüre doğum riski iki katına, düşük doğum ağırlığı ile doğum riski üç
katına çıkmaktadır.

Demir eksikliğine demirden zayıf beslenme, sıtma gibi parazitlerle bulaşan hastalıklar ve vejetaryen
diyet yol açabilmektedir.

Anemili çocuklarda demir tedavisi her zaman olmasa da sıklıkla davranış problemlerini ve bilişsel
performansı düzeltebilmekte, normal büyümeye yol açabilmekte ve enfeksiyonları
önleyebilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
c. Kazalar, travmalar ve hastalıklar
61
Beyin incinmesi ve hasarı
 Doğum sonrasında beyin incinmesi sık görülen ve önlenmesi gereken bir zihin engeli
nedenidir. Amerika’da travmatik beyin incinmesi, gençlerde başlıca ölüm nedenidir.
Motorlu araç kazaları beyin incinmesinin başlıca nedenidir. Ayrıca sarsılmış bebek
sendromunda, düşmelerde, kafa travmalarında, bisiklet/scotter kazalarında, spor
kazalarında ve silahla yaralanmalarda da ortaya çıkabilmektedir.
 Beyin incinmesi hem nörobilişsel (düşünme, anlama, sorgulama, hatırlama, öğrenme,
vb) hem de nörodavranışsal (konuşma, hareket, el becerileri, vb) işlevleri
etkileyebilmekte, ayrıca duygusal durum ve kişilik değişimlerine de neden
olmaktadır.
 Bebeklik ve çocuklukta fiziksel istismar, motorlu araç kazaları ve düşmelerden
kaynaklanan doğum sonrasında zihin engeli oranının %52 olduğu tahmin
edilmektedir.
Menenjit
 Menenjit, beyin zarı ile beyin ve omurilik sıvısının enfeksiyonudur.
 Bu hastalığın iki türü vardır: viral menenjit ve bakteriyel menenjit.
 Genellikle viral menenjit, çok hafif seyretmekte ve tedavi olmaksızın geçmektedir.
 Buna karşın bakteriyel menenjit, oldukça ağır seyretmekte ve beyin hasarı, bilişsel
bozukluk ve hatta ölümle sonuçlanabilmektedir.
 Elliden fazla bakteri türü menenjite neden olabilmekte ve yaşa göre neden olan
bakteri farklılaşabilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Devam…
62
Metabolik hastalıklar

Fenilketonüri. Aminoasiti metabolize etmek için gerekli olan enzimin yokluğu ya da
eksikliğinden kaynaklanan bir otozomal çekinik gen hastalığıdır.

Doğum öncesinde fazla fenilalanin plasentadan geçer ve anne tarafından metabolize edilir.
Bu nedenle fenilketonürili bebekler doğumda normal görünür.

Doğum sonrasında bu enzimin yokluğunda fenilalanin kan ve beyinde çoğalmakta, beyin
hasarına ve ağır zihin engeline neden olmaktadır.

Doğumdan sonra tedavi görmezlerse bebekler kötüleşmektedir.

Tedavi diyetten fenilalanin çıkartılarak yapılmaktadır.

Galaktosemi. Bebeklikte açığa çıkan bir otozomal çekinik gen hastalığıdır.

Bu bebeklerde galaktozu (süt şekeri) glikoza (kan şekeri) çevirmek için gerekli olan enzimin
eksikliği/yokluğu söz konusudur.

Bebeklerde halsizlik, karaciğer büyümesi, sarılık, katarakt, enfeksiyonlar görülebilmekte ve
zihin engeli olasılığı bulunmaktadır.

Tedavide diyette galaktoz kısıtlaması yapılmaktadır.

Hipotroid. Üçüncü bir otozomal çekinik gen hastalığıdır.

Bu durumda küçük ve gevşek adale tonusu ve zihin engeline neden olan tiroksin hormonunun
üretiminde eksiklik söz konusudur.

Çocuklarda en yaygın metabolik hastalıklardan olan hipotroid, ağızdan verilen troksin ile
tedavi edilmektedir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
63
d. Çocuk istismarı ve ihmali
 Ebeveyn istismarı ya da ihmali sonucunda, çocuklarda duygusal,
sosyal, zihinsel, fiziksel ve hatta nörolojik hasarlar ortaya
çıkabilmektedir.
 İstismar ve ihmalin birlikte ortaya çıkması gerekmez, ancak genellikle
istismar olan evler aynı zamanda ihmalin de olduğu yerlerdir.
 İstismar ve ihmal sıklıkla düşük SED ailelerde görülse de orta ve üst SED
çocuklarda buna maruz kalmaktadır.
 İhmalde fiziksel olarak ebeveynler çocukların yanlarında olmasına
karşın çocuklar duygusal olarak onlara ulaşamazlar.
 Yetersiz ebeveyn-çocuk etkileşimi, yetersiz beslenme, çocuğu zarar
verme riski olan durumlardan korumama, çocuğa öğrenmek ya da
uygun deneyimler yaşamak için gerekli olan çevresel etkileşimi
sağlamada yetersizlik kalma da çocuk ihmali olarak
tanımlanabilmektedir.
 Çocuklara kötü muamele; fiziksel, duygusal ve cinsel istismar ya da
ihmal ile ortaya çıkabilir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Devam…
64
 Fiziksel istismarın çocuklarda yara, kanama, morarma, ısırma izi, yanık, kemik
kırıkları, göz/kulak hasarı ve koma gibi fiziksel belirtileri ve atipik bağlanma, korku,
gerileme ve öğrenme güçlükleri gibi davranışsal belirtileri görülebilmektedir.
 Duygusal istismarın en önemli fiziksel belirtisi yetersiz büyümedir. Kaygı ve korku,
bilişsel yeteneklerde düşüş, zayıf akran ilişkisi, okula devamda zorluk, yaşına uygun
sorumlulukları almama ve kendi kendini istismar etme ise davranışsal belirtilerdir.
 Cinsel istismarın fiziksel belirtileri genital bölgelerde yaralanma/kanama,
hamilelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve giysilerin yırtılması ya da kaybolması
iken, davranışsal belirtiler atipik bağlanma, belirli kişiler ya da ortamlardan
kaçınma, depresyon, korku, yeme bozuklukları, uyku bozuklukları, düşük okul
başarısı ve öğrenme güçlüğüdür.
 İhmal de ise çocukta büyüme geriliği, hastalıklar, beslenme yetersizliği ve kötü
kişisel hijyen fiziksel belirtiler arasındayken, apati, bağlılıktan kaçınma, içe
kapanıklık, yalnız oyun, düşük özgüven, olumsuz duygular, ben merkezlilik ve
problem çözme becerisinde yetersizlik davranışsal belirtiler olarak
görülebilmektedir.
 Çocuk istismarının başlıca sonucu olan beyin incinmesi/hasarı,
travmatik ölümlerin de temel nedenlerinden birisidir.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
65
Devam…
 Sarsılmış bebek sendromu terimi 1972’de pediatrik radyolog John Caffey tarafından
kullanılmıştır.
 Caffey, retinada ve beyinde kanamaları olan ve dışarıdan beyin travması belirtisi
olmayan bebeklerdeki klinik bulguları adlandırmak için bu terimi kullanmıştır.
 Bu sendroma neden olan sarsma türü kolaylıkla ayırt edilebilmektedir. Genellikle
bebeği sarsma olayı ebeveynlerde ya da bakıcılarda çocuğun ağlamasının yol
açtığı gerilim ve hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır. Bakıcının bebeğin ağlamasını
durdurmak için onu omuzlarından sarsmasıyla oluşmaktadır. Kırılgan/hassas bebekler
bu tür muamelelerden daha fazla zarar görmektedir.
 Özellikle gelişim geriliği olan çocukların ve uyuşturucu kullanan annelerin
bebeklerinin, istismar açısından daha büyük risk altında oldukları ve bu çocukların
normal gelişim gösteren çocuklardan daha fazla ihmal edildiklerine ilişkin kanıtlar
bulunmaktadır .
 Araştırmalar, istismar edilen çocukların normal anne uyarımdan yoksun olan
çocuklara benzer davranışlar sergilediklerini ve bu çocukların gelişimlerinin tehdit
altında olduğunu göstermektedir.
 Çocuklarda istismar ve ihmalin etkileri arasında fiziksel hasar, zihin engeli, bilişsel
bozukluklar, gelişim geriliği riski ve duygusal travma bulunmaktadır.
 Çocuk istismarı ve ihmali zaten gelişim geriliğine yol açan faktörlerden biri iken, zihin
engelli ya da gelişim geriliği olan çocukların olmayanlara göre on kat daha fazla
kötü muameleye maruz kalmaları da ayrıca düşündürücüdür.
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
66
e. Anne-bebek etkileşimi ve bağlılık
 İnsan yavrusu, sosyal bir çevrede doğar ve gelişir.
 Bebekler doğumdan itibaren yetişkinlerin bakımına ve korumasına bağımlıdır. Bu
çevrenin sağlık ve beslenme temelinde sürdürülebilirliği, çocuğun gelişimi için önemlidir.
 İlk günlerden başlayarak ebeveynler bebeklerine emzirme, göz teması, gülümseme,
öpme ve seslenme yoluyla bakım vermeye başlar, bu bağlılık olarak adlandırılan,
bebek ile bakıcısı arasındaki birlikteliği doğurur .
 Bakım sürecinde ebeveynlerin bebekle kurduğu ilişkinin niteliği, bebeğin daha sonraki
zihinsel, dilsel, sosyal ve duygusal yeterliliğini etkilemektedir.
 Ebeveynlik tarzı da çocuk yetiştirmede önemlidir. Yönlendiren ve doğru davranışları
destekleyen, olumlu geri bildirim vermek için sıcak, nazik ve içten yollar kullanan
yetişkinler en güçlü bağlılık düzeyine ulaşmaktadır .
 Anne ya da birincil bakıcı ile bebek arasında sağlıklı bir bağlılık gelişebilmesi için, anne
ve bebek arasında senkronize bir etkileşimin kurulması gerekmektedir.
 Anne ya da bebek etkileşim kurmada başarısız olduğunda, bebeğin annesine tutunması
ve annenin de bebeğe tepki vermesi güçleşmekte, bağlılık bu durumdan olumsuz
yönde etkilenmektedir.
 Bağlılık kalitesi, gerek bilişsel gerekse sosyal yetersizliğin iyi bir göstergesidir. 13 ve 24
aylıkken değerlendirilen bağlılık kalitesi, 6 yaştaki tepki azalmasını, okul performansını,
sosyal davranışları, problem çözme becerilerini ve sosyal yeterliliği yordamaktadır .
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
67
Devam…
 Yetişkin ile bebek arasındaki etkileşimin türü, bebeğin sosyal ve bilişsel
alanlardaki becerileri kazanmasını kolaylaştırabildiği gibi engelleyebilmektedir.
 Tutarlı bir şekilde tepki vermeye dayalı çocuk bakımı sağlanmadığı durumlarda,
bunun 4 yaşından sonra bilişsel gelişimde yavaşlamayla sonuçlanabileceği
bulunmuştur.
 Araştırmalar, anne-bebek bağlılığının kalitesini bebeğin mizacı, prematüre
doğum, annenin kişiliği ve ebeveynlik becerileri, anne depresyonu, ailenin
sosyal çevresi, evlilik kalitesi gibi faktörlerin etkilediğini göstermektedir.
 Örneğin; depresyondaki annelerin, diğer annelere göre bebekleriyle göz teması
kurmadıkları ve onlarla oynamadıkları bulunmuş; bu bebeklerin annelerinden
daha çok nesnelere baktıkları ve nesnelerle oynadıkları görülmüştür. Bu hatalı
eşleşme, bebeğin bilişsel, sosyal, iletişim ve motor becerilerini olumsuz yönde
etkilemektedir.
 İstismar ve ihmal edilen çocuklarda anneleriyle güvenli bir bağlılık
geliştirememektedir. Bu bebeklerin %70’inin 12, 18 ve 24 aylıkken anneleriyle
güvensiz bir bağlılık yaşadıkları ve artarak devam eden gelişim geriliğine yol
açan hatalı eşleşmeleri sürdürdükleri tahmin edilmektedir .
Doç. Dr. Hatice BAKKALOĞLU
Download