FARMAKOLOJİ TERMİNOLOJİSİ (Ana kavramlar) Prof.Dr. Yusuf ÖZTÜRK Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı Farmakoloji Tanımı/Tanıtımı Farmakoloji, dar kapsamlı sözcük anlamıyla ilaçbilim demektir [Eski Yunancada: pharmacon (φάρμακον) = ilaç; logos (λόγος) =bilim]. Yanlış olarak tüm “eczacılık” alanını çağrıştıran bu tanımlama artık günümüzde kullanılmamaktadır. Artık günümüzde farmakoloji biyolojik sistemlerde ilaç etkisini ve ilaç davranışını inceleyen bilim dalı olarak tanımlanmaktadır. İlaç tanımı Yukarıdaki farmakoloji tanımının odak noktasında ilaç yer almaktadır. İlaç farmakoloji açısından, yarattığı etkiler ile vücuttaki homeostatik dengeleri değiştiren ve bu sayede hastalıkları tedavi eden kimyasal madde veya madde karışımları olarak tanımlanabilmektedir. Homeostaz tanımı Homeostaz (Homeostasis), farmakolojik bakış açısıyla yapılan tanımlamada oldukça önemli bir yer işgal etmektedir. Fizyolojik tanımına göre homeostaz, vücudun (veya organizmanın) iç koşullarının içinde yaşadığı çevre koşullarına göre düzenlenmesi anlamına gelmektedir. Yaşamın süregelmesi açısından son derece önemli olan homeostaz canlı organizmalarda, moleküler boyutlardan başlayarak, hücre, doku, organ, sistem ve nihayet organizmanın tümünü kapsayan bir dengeyi tanımlamaktadır. Homeostaz – Hastalık İlişkisi Homeostazın sağlık açısından kritik önemi düşünüldüğünde, homeostazın bozulmasının hastalık oluşumuna yol açacağı düşüncesi kendiliğinden oluşacaktır. Homeostazın organizmanın kompensasyon (Lat. Compensatio: Karşı dengeleyici) mekanizmaları ile olabildiğince korunduğunu biliyoruz. İnsanlarda belki tek hücrenin homeostazının bozulması hastalığa yol açmamaktadır, ancak homeostazı bozulmuş hücre sayısı fazlalaştıkça hastalık olasılığı yükselmektedir. Bu noktada, hücrelerin oynadığı kritik rol önem kazanmaktadır. Santral sinir sisteminde özellikle beyinde diğer organ ve sistemlere göre daha az sayıda hücrenin homeostatik dengelerinin bozulması hastalığa yol açabilmektedir, çünkü beyindeki nöronlar vücutta diğer hücrelere göre daha kritik rol oynamakta ve üstelik bu hücrelerin bölünme yeteneği hemen hemen hiç olmadığından bu kritik rol daha da önem kazanmaktadır. Vücuttaki hücreler genellikle bozulan homeostatik Vücut genelinde homeostazın onarılamayacak düzeyde bozulması da ölümle sonuçlanabilmektedir. Özetle, ortaya çıkan her hastalık durumunda vücudun bir yerinde homeostazın ciddi biçimde bozulduğu düşünülmelidir. Hastalık-Tedavi-İlaç ilişkileri Vücudun fiziksel ve ruhsal anlamda sağlıklı ve iyi olmaması ve yukarıda da belirtildiği gibi homeostazın ciddi biçimde bozulması hastalık (patoloji) olarak tanımlanmaktadır. Hastalıklar ve hastalık nedenleri ile uğraşan bilim dalı patolojidir. Birçok araştırıcı tarafından patolojik bir durum olarak değil de fizyolojik bir olay olarak tanımlanan “yaşlılık” durumunda da vücutta bir çok sistem iyi olma halini yitirmektedir. Bugün için bilimde hakim olan determinist ve pozitivist felsefelerin gereği olan neden-sonuç ilişkileri çerçevesinde her hastalığın bir “etkeni (etmeni)” bulunması gerekmektedir. Bu çerçevede, hastalık etmeninin tümünüyle ortadan kaldırılması halinde beklenen sonuç ise hastanın tam olarak sağlığına kavuşmasıdır. Hastalıkları gelişimleri ve sonuçları bakımından iki ana kategoriye yerleştirmek olasıdır: 1- Progresif hastalıklar: Bu tür hastalıklar bir kez başladıktan sonra sürekli ilerleme ve gelişme eğilimi taşırlar ve müdahele edilmezse bunun doğal sonucu olarak ölüm görülür. Örnek; kanser, kuduz, veba, AIDS hastalıkları gibi. Hastalıkların gelişim süresi ve başladıktan sonra ölümün görülme zamanı çeşitli faktörlere bağlı olarak değişkendir. 2- Nonprogresif hastalıklar: Bu tip hastalıklarda hastalık etkeni kendini kısıtlar niteliktedir ve/veya vücudun homeostatik mekanizmaları hastalık etkenini kısıtlamakta ya da tamamen yok etmektedir. Nonprogresif hastalıklarda sonuç olarak ya tamamen iyileşme olmaktadır ya da hastalık kronik (müzmin; süreğen) hale gelmektedir. Birinci durum için, nezle, grip, kabakulak, suçiçeği gibi hastalıklar; ikinci durum için ise romatoid artrit, diyabet, hipertansiyon gibi hastalıklar örnek olarak verilebilir. Progresif hastalıklarda mümkünse hastalık etkeni tedavi ile tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Bu tip tedavi “radikal tedavi” olarak adlandırılmaktadır. Bu tedavinin sonucunda hasta tamamen iyileşip eski sağlığına kavuşacaktır. Örneğin, zamanında teşhis edilip uygun antibiyotik tedavisi yapılan veba hastası tamamen eski sağlığına kavuşacaktır. Eğer, radikal tedavi olanağı yoksa progresif hastalıklarda “palyatif tedavi” seçeneği kullanılmalıdır. Bu tür tedavi ile hastalık etkeni tamamen ortadan kaldırılmamakta, ancak hastalığı geliştirme ve ilerletme özellikleri baskılanmakta, dolayıyla hastalığın klinik seyri yavaşlamaktadır. Bu durum vücüdun hastalığa karşı doğal savunma mekanizmaları ile hastalık etkenini yok etme şansını doğurmaktadır ya da hastalığın klinik gelişimi yavaşladığı için hastanın ömrü uzamaktadır. Örneğin, tetrasiklin ya da amfenikol grubu antibiyotikler esas olarak bakteriyostatik etki ile tifo mikrobunun üremesini durdururlar, vücudun bağışıklık sistemi de artık üremesi duran bakterileri yok ederek hastalığın iyileşmesini sağlarlar. Kanser ilaçları (antineoplastik ilaçlar) da genellikle hastalık etkenini sadece yavaşlattıkları için hastanın ömrünü bir süre uzatabilmektedir. Hastalık etkeninin değil de sadece hastalığın semptomlarının (belirtilerinin) ortadan kaldırıldığı tedavi biçimi ise “semptomatik tedavi” olarak adlandırılmaktadır. Analjezik ilaçlar sadece hastalık sırasında oluşan ağrı semptomunu ortadan kaldırarak hastayı rahatlatırlar. Farmakolojinin Altdisiplinleri Farmakolojinin iki büyük alt disiplini (dalı) “Farmakodinami” ve “Farmakokinetik” aşağıdaki bölümde tanımlanmıştır. Bunun dışında uğraştığı sistemler açısından tanımlanmış farmakoloji alt dalları aşağıda verilmiştir. ABD gibi bazı ülkelerde bu alt dalların isimlerini taşıyan “anabilim dalları” veya “bilim dalları” bulunmaktadır: • Nörofarmakoloji: Sinir sistemi üzerine etkili ilaçları ve bu bağlamda sinir sisteminin bazı özelliklerini (nörotransmitterleri vs) inceleyen farmakoloji dalıdır. Birçok farmakoloji alt dalında olduğu gibi nörofarmakolojinin farmakodinami ve farmakokinetiği bulunmaktadır. • Psikofarmakoloji: İlaçların davranışlar ve ruh hali üzerindeki etkilerini inceleyen farmakoloji dalıdır. Konuları bazen nörofarmakoloji ile iç-içe geçmiştir. Birçok farmakoloji alt dalında olduğu gibi psikofarmakolojinin farmakodinami ve farmakokinetiği bulunmaktadır. • İmmünofarmakoloji: İlaçların bağışıklık sistemi (immün sistem) ve bu bağlamda bağışıklık sisteminin bazı özelliklerini (kemokin ve sitokinlerin farmakolojik etkilerini) inceleyen farmakoloji dalıdır. İmmünofarmakolojinin de farmakodinami ve farmakokinetik alt dalları bulunmaktadır. • Kardiyovasküler Farmakoloji: İlaçların kalp-damar sistemi (katdiyovasküler sistem) üzerindeki etkilerini ve bu arada kardiyovasküler sistemin bazı özelliklerini inceleyen farmakoloji dalıdır. Bu farmakoloji dalının farmakodinami ve farmakokinetiği bulunmaktadır. • Endokrin Farmakoloji: İlaçların vücuttaki hormonlar ile ilişkisini ve bu arada endokrin sistemin bazı özelliklerini inceleyen farmakoloji dalıdır. Bu farmakoloji dalının farmakodinami ve farmakokinetiği bulunmaktadır. • Biyokimyasal Farmakoloji: İlaçların biyokimyasal parametreler üzerine etkilerini inceleyen farmakoloji dalıdır. İlaç etki mekanizmalarının açıklanmasında bu farmakoloji dalı önem kazanmaktadır. Bu farmakoloji dalının da farmakodinami ve farmakokinetiği bulunmaktadır. • Moleküler Farmakoloji: İlaçların moleküler düzeyde davranışlarını inceleyen farmakoloji dalıdır. İlaç etki mekanizmalarının açıklanmasında bu farmakoloji dalının da büyük önem kazanmaktadır. Moleküler farmakolojinin de farmakodinami ve farmakokinetiği bulunmaktadır. • Kuantum Farmakoloji: İlaçların molekül ve atom altı özelliklerinin (elektron, orbital, proton, vs) etki ile ilişkilerini inceleyen bir farmakoloji dalıdır. • Kronofarmakoloji: İlaçların etkilerinde zamana bağlı olarak ortaya çıkan değişimleri inceleyen bir farmakoloji dalıdır. Diğer bir deyişle ilaç davranışlarında kronobiyolojik değişimler ile ortaya çıkan farklılıkları inceleyen farmakoloji dalıdır. Bu farmakoloji dalının da farmakodinami ve farmakokinetiği bulunmaktadır. • Etnofarmakoloji: Halk arasında kullanılan doğal ilaç ve ilaç hammaddelerini inceleyen farmakoloji dalıdır. Halk arasında kullanılan ve “koca-karı ilacı” diye tanımlanan ürünlerin bilimsel ölçütler çerçevesinde incelenerek “ilaç geliştirme” sürecine katkı sağlamaktadır. • Klinik Farmakoloji (Farmakoterapi): İlaçların insanlar üzerindeki inceleyen farmakoloji dalıdır. Diğer farmakoloji dallarının da “klinik” boyutu bulunmaktadır. Farmakodinami – Farmakokinetik Tanımları İlaç ve organizma etkileşimi çoğu durumda çift yönlüdür. İlacın vücutta çeşitli sistemler üzerinde etkisi olduğu kadar, vücudun da çeşitli yollarla alınarak giren ilaçlar üzerine etkileri bulunmaktadır. İlaçların vücuttaki çeşitli sistemler üzerine etkilerini inceleyen farmakoloji dalı “farmakodinami” olarak adlandırılmaktadır. Vücudun ilaçlar üzerine etkileri de “farmakokinetik” tarafından incelenmektedir. İlaçların absorbsiyonu (emilimi), distribisyonu (dağılımı), biyotransformasyon (metabolizması) ve ekskresyonu (atılımı) farmakokinetiğin konusudur. Diğer bir deyişle, farmakodinami “ilacın vücuda”, farmakokinetik “vücudun ilaca” ne yaptığı soruları ile ilgilenmektedir. İlaç uygulama Yolları Çeşitli farmasötik formlarda hazırlanan ilaçlar etkili olabilmeleri için vücuda girmeleri gerekmektedir. İlaçların vücuda girebilmeleri için de çeşitli yollar ve yöntemler ile alınmaları gerekmektedir. Bu uygulamaları şu biçimde sistematize etmek olasıdır: 1) Lokal uygulamalar 2) Sistemik uygulamalar Lokal Uygulamalar Hastalıklı bölgeler vücut yüzeyine yakın ve/veya injektör ile erişilebilen bir noktasında olduğunda lokal uygulama olanağı olabilmektedir. Bazen bu tip uygulamalar ile ilaçlar çeşitli vücut boşluklarına verilmektedir. Bu tarz uygulamalarda gerek ilacın özelliği, gerek preparatın hazırlanış karakteristikleri gerekse boşluğun absorbsiyon yeteneğinin düşük olması nedeniyle ilaç absorbe olmayıp sistemik etki göstermemektedir. Bu uygulamalara örnekler: epidermal (cilt yüzeyine), intrakütan (perkütan; cilt içine), intranazal (burun içine), bukkal (yanak-ağız içine), rektal (rektum içine), intravajinal (vajina içine), intrauterin (rahim içine), intraartiküler (eklem içine), intraplevral (plevra boşluğu içine), intraperitonal (periton içine), intrakardiyak (kalp içine), konjonktiva üzerine vb. Sistemik Uygulamalar Hastalıklı bölgeler vücut yüzeyine uzak ve injektör ile erişilemeyen noktalarda olduğunda lokal uygulama olanağı yitirilmektedir. Bu durumlarda ve/veya vücudun tamamının etkilenmesi istenen durumlarda sistemik uygulama yöntemleri tercih edilmektedir. Bu uygulama yöntemlerini aşağıdaki biçimde sınıflamak olasıdır: 1) Enteral uygulamalar, 2) Parenteral uygulamalar, 3) İnhalasyon biçiminde uygulamalar, 4) Transdermal uygulamalar. Enterik Uygulamalar Bu uygulamalarda ilaçlar sindirim kanalının herhangi bir yerine uygulanarak absorbsiyona bırakılmakta ve ilaçların sistemik etkileri ortaya çıkmaktadır. Bu uygulama biçiminin esas olarak üç tipi bulunmaktadır: Oral (Peroral; Peros; Ağız yoluyla yutarak), sublingual (dil altına), rektal (rektum içine). Parenteral Uygulamalar Bu uygulamalarda ilaçlar enjektörler ile çeşitli bölgelere zerk edilmektedir. Bu tür uygulamalarda verilecek ilaç steril olmak zorundadır. Bu tür ilaçlar uygulama yerine bağlı olmak üzere ya arada bir absorbsiyon basamağı olmaksızın doğrudan kana karışarak dokulara ulaşmakta ve hızla etkisini göstermekte ya da absorbsiyondan sonra etkilerini yavaş bir biçimde oluşturmaktadır. Bu uygulama biçiminin esas olarak dört tipi bulunmaktadır: Subkutan (deri altına), intramusküler (kas içine), damar içine ve kemikiliği içine injeksiyon. Damar içine ve kemik iliği içine injeksiyonda etki hızlı başlamaktadır. Intramusküler injeksiyonda etki geç başlamakta ve bazı durumlarda da etki uzun süreli olmaktadır (depo etki). Subkutan injeksiyonda zerk edilen sıvı miktarının 1 ml’den az olması gerekmektedir. İnhalasyon Biçiminde Uygulamalar Gaz halinde, volatil (oda sıcaklığında buharlaşma özelliği olan) ve aerosol formunda olan ilaçlar bu yolla uygulanmaktadır. Bu şekilde alveol mukozasına kadar ulaşmakta olan ilaç çoğunlukla pasif difüzyon ile geçerek sistemik etki oluşturmaktadır. Transdermal Uygulamalar Bu uygulamada deri yüzeyine uygulanan ilaç, özel farmasötik yardımcı maddeler ve farmasötik teknoloji yöntemlerinin kullanılması ile deri katmanlarından geçip absorbe olarak dolaşıma katılmakta ve sistemik etkiler oluşturmaktadır. Biyoyararlanım Bir farmasötik dozaj şeklinde (intravenöz kullanımlar hariç) etkin maddenin değişmeden sistemik dolaşıma geçiş hızı ve miktarıdır. Biyoyararlanım ilaçların temel farmakokinetik özelliklerinden birisidir ve uygulanan ilaç miktarının sistemik dolaşıma geçen oranını belirtmek üzere kullanılmaktadır. İntravenöz olarak verilen bir ilacın biyoyararlanımı teorik olarak %100’dür. Buna rağmen başka yollardan ilaç verildiğinde (örneğin oral olarak) biyoyararlanımı tam olmayan emilim ve ilk geçiş etkisi nedeniyle düşmektedir. İndikasyon İndikasyon bir ilacın terapötik uygulama alanını tanımlamaktadır. Örneğin, “penisilinler üst solunum yolları enfeksiyonlarında indikedir” denildiğinde, penisilinlerin sözkonusu enfeksiyonlarda terapötik bir kullanımının olduğu anlaşılmaktadır. Etki Spektrumu Etki spektrumu, bir ilacın çeşitli hastalık etmenleri üzrindeki etkisinin çeşitliliğini belirtmektedir. Bu terim, daha çok antibiyotikler ve diğer kemoterpötik ilaçlar için kullanılmaktadır. Örneğin gemiş spektrumlu antibiyotik denildiğinde, sözkonusu antibiyotiğin çeşitli mikroorganizma türlerini etkilediği anlaşılmaktadır. Etki Mekanizması İlaçlar etkilerini ortaya çıkarırken homeostazı değiştirmektedir. Bu hücrelerde bulunan çeşitli moleküler hedeflerin etkilenmesi sonucunda olmaktadır. Diğer bir deyişle ilaçların etki oluşturabilmeleri için vücuttaki hücrelerde yer alan bir takım spesifik veya non-spesifik yapıları fizikokimyasal etkileşimler ile değiştirmektedir. İlaç ile etkileşime giren ve etkinin oluşmasından sorumlu olan bu yapıların tümüne birden “etki mekanizması” adı verilmektedir. Günümüz bilmini çok geniş ölçüde etkileyen pozitivist (olgucu) yaklaşımın temel gereksinimi olan neden-sonuç ilişkilerinin ilaç için oluşturulması, ancak planlı deneyler sonucunda etki mekanizmasının anlaşılması sayesinde olabilmektedir. Plasebo Etki Hasta psikolojinin etkilenmesi sonucu ortaya çıkan ve tedavi açısından olumlu olabilen bir etki türüdür. Bu etki klinik denemelerde etken madde içermeyen ve aslında tamamen etkisiz olması gereken preparatlar ile ortaya çıkabilmektedir. Bu etkinin oluşma nedeni, hastanın ilaç zannettiği bir preparatı alırken bilinçli veya bilinçaltı olarak bir iyileşme beklentisine girmesi ve bunun sonucunda sinir sisteminin etkisine bağlı somatik bir takım değişimler ile hastalık tablosunda iyileşme görülmesidir. Bazen bu etki çok yüksek düzeylere ulaşabilmektedir. Örneğin bir klinik araştırmada plasebonun mide ülseri hastalarının %60’ında iyileşme sağladığı saptanmıştır. Bir çok hekime göre “hastalık hastalarının” en iyi ilacı plasebodur. Etki yöresi – Reseptör, iyon kanalı, iyon pompası, enzim tanımları İlaçlar vücuda girdikten sonra çeşitli moleküler yapılar ile etkileşerek terapötik ve toksik etkilerini oluşturmaktadır. Bu sayede ilaçların tedavi edici etkileri ile yan etkileri ortaya çkımaktadır. Etki yörelerinin en önemli özelliklerinden birisi ilaç moleküllerini “tanıması” diğeri onlara karşı “reaksiyon” vermesidir. Ancak, bu etki yöreleri sadece ilaçlara özgü değildir. Bu yapılar, ilaçların yanında vücutta doğal olarak bulunan endojen maddeler ile de etkileşmektedir. Etki yörelerini şu biçimde sınıflandırmak olasıdır: 1) Reseptörler (Adrenalin reseptörü, İnsülin reseptörü, vs), 2) İyon kanalları (Sodyum kanalları, kalsiyum kanalları, vs), 3) Enzimler (Siklooksijenaz, fosfodiesteraz, vs), 4) İyon pompaları (Sodyum-potasyum ATPaz, vs), 5) Regülatör proteinler (G-proteini, kalmodulin, vs) İlacın kullanımında dikkat edilecek ana hususlar İlaç kullanımında gözetilmesi gereken iki ana husus vardır: 1) İlaç tedavisi ile olanaklı en yüksek yarar elde edilmelidir, 2) İlaç tedavisi sonunda kullanıcı (hasta) olanaklı en düşük zarara maruz kalmalıdır. Bu iki ana ilke doğrultusunda farmakolojik açıdan dikkat edilmesi gereken ve uygulamaya yönelik daha başka ayrıntılar bulunmaktadır: 1) İlaç doğru hastalık için kullanılmalıdır: İlaç indikasyon alanında yer almayan bir hastalığa karşı kullanıldığında hiç bir terapötik (tedavi) yararı elde edilemeyecek, hasta iyileşmeyecek hatta belki de yan etkiler nedeniyle hastalık daha da kötüleşebilecektir. Bu nedenle uygun ilaç tedavisinin oluşturulmasında en kritik basamak hastağın teşhisi (tanısı; diyagnozu) olmaktadır. Hastalığa yanlış tanı konduğunda çoğunlukla hastaya yanlış ilaç verilmiş olacağından tedavi olanaksızlaşacaktır. 2) İlaç uygun yoldan vücuda alınmalıdır: Vücuda alınmayan bir ilaç hiçbir şekilde terapi sağlayamayacaktır. Ayrıca, uygun yolla alınmayan bir ilaç ya tümüyle etkisiz olacaktır, ya da tedavi ile amaçlanan yarar elde edilemeyecektir. Örneğin, enjeksiyon ile alınması geren aminoglikozit yapılı antibiyotikler, ağız yolu ile kullanıldığında “biyoyararlanımları” ileri derecede düşeceğinden amaçlanan terapi sağlanamayacaktır. 3) Hastalığın tedavisi için verilen ilaç önerilen dozlarda (miktarlarda) ve zamanlarda kullanılmalıdır. İlacın önerilen dozlardan fazla miktarlarda kullanılması çoğu zaman yarardan çok zarar sağlayacaktır; hastayı rahatsız eden ve tedaviye toleransını (tahammülünü) azaltan yan etkiler çoğalacaktır. Önerilen dozların altında kullanılması ise tedavinin başarısını azaltabilecek hatta tedaviyi tümüyle başarısız kılabilecek bir durumdur. İlaçların önerilen zamanlarda alınmaması da dozun önerilenden fazla veya az olmasına benzer durumlar ortaya çıkarabilmektedir. 4) İlacın kullanımı ile ilgili diğer hususlara da özen gösterilmelidir: Örneğin, tok veya aç karnına alınması, yatarken alınması, bol su (sıvı) ile alınması, yatar pozisyonda alınmaması, vs. 5) İlaç ile tedavide hastanın durumu da hekim tarafından dikkate alınmalıdır: Örneğin, gebelik, emzirme durumu (laktasyon), yaş, vücut ağırlığı, cinsiyet, ırk, genetik özellikler, vs. Kontrindikasyon İlacın hiç kullanılmaması gereken, kullanılması halinde önemli zararlarlara neden olan durumları tanımlamaktadır. Örneğin, barbitürat grubu uyku ilaçları gebelikte “kontrindikedir”. Eğer bu gruptaki ilaçlardan biri gebelikte kullanılırsa doğumsal anomalilere yol açabilmektedir. Yan etki, advers etki, toksik etki tanımları İlaçların istenen terapötik etkisi dışında beklenen her türlü etkisi “yan etki” olarak adlandırılmaktadır. Yan etki zararlı (istenmeyen), zararsız ve zararsız istenen etki tiplerinde olabilmektedir. Ancak, yan etkinin zararlı-zararsız ve istenen-istenmeyen etki olma özelliği çeşitli durumlarda değişkenlik göstermektedir. Örneğin, allerjik reaksiyonların tedavisinde kullanılan eski kuşak antihistaminik ilaçlarda görülen sedasyon (yatıştırıcı etki) bazen istenen bir etkidir. Özellikle akşamları uyku uyumayı kolaylaştırabilen bir etki olarak hastalara yarar sağlayabilmektedir. Ancak, gündüzleri dikkat gerektiren faaliyetler ile çalışan kişilerde uyuklama hali yaratabileceğinden bu sedatif etki istenmeyen ve zararlı bir etki olarak karşımıza çıkabilmektedir. Yan etkiler açısından önemli olan etkilerin hastaların tolere (tahammül) edebileceği şiddette olmaları, çeşit olarak az sayıda olmaları ve hasta açısından ciddi sağlık riskleri ortaya çıkarmamalarıdır. Yan etkiler insidens (sıklık) şeklinde görülürler, dolayısıyla bir yan etkinin ilacı kullanan her hastada mutlaka görülmesi gerekli değildir. İnsidensin az olması aynı zamanda o yan etkinin daha az görülüyor olması demektir. Yan etkilerin şiddet ve/veya çeşidinin fazla olması ve/veya ciddi sağlık riskleri ortaya çıkarması ilaç tedavisine ara verilmesini ya da sonlandırılmasını gerektirebilecek durumlardır. Bu durumlar ayrıca “farmakovijilans” açısından da önemlidir. Advers (Ters) etki, ilacın tedavisi sırasında hastada beklenen (öngörülen) yan etkileri dışında ortaya çıkan ve beklenmeyen (öngörülmeyen) diğer etkileridir. Bu tip reaksiyonlar, insidens olarak yan etkilere göre çok daha düşük sıklıkta görülmekte ve genellikle idiyosenkratik reaksiyonlar (aşırı duyarlık reaksiyonları) olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tip reaksiyonlar kişi duyarlığına ve kişilerin bazı vücut özelliklere bağlı olarak ortaya çıkmakta ve çoğu zamanlarda da ciddi sağlık risklerine yol açabilmektedir. Örneğin, metamizol (NOVALGINE®) 1/25000 – 1/50000 insidensi ile yaşamlarında ilk kez ilacı kullanan kişilerde ölümcül bir kan tablosu bozukluğu olan “fatal agranülositoz” reaksiyonuna yol açmaktadır. Toksik etki ilacın vücut için zararlı olan her tür yan etkisidir. Toksik etkiler genellikle doz aşımı durumlarında ortaya çıkmaktadır ve bunlar için de belirli insidens değerleri sözkonusu olmaktadır. İlaç etkileşimleri İlaç etkileşimleri, birden fazla ilacın aynı zaman dilimi içinde kullanılması halinde ortaya çıkan durumları tanımlamaktadır. Birden fazla ilaç bir arada kullanıldığında, her durumda ilaç etkileşimi ortaya çıkmamaktadır. Ancak etkileşimler, bazı durumlarda ilaçların etkilerini arttırmakta, bazen de azaltmaktadır. Dolayısıyla ilaç etkileşimleri bazen aranan bir özelliktir ve “kombine ilaç tedavisinin” temelini oluşturmaktadır. Bazen de ilaçların yan etkilerinin fazlalaşmasına veya ilaçların terapötik etkilerinin azalmasına (tedavi başarısızlığına yol açabilmektedir. Bu son etkileşim tipleri, genellikle istenmeyen tip etkileşimler başlığı altında toplanmaktadır. Terapötik pencere İlaçların kandaki minimum etkin konsantrasyon sınırı ile etki sınırı arasında kalan alandır. Şekil 1’de görüldüğü gibi ağız yoluyla alınan bir ilaç öncelikle absorbe edilmekte ve kandaki konsantrasyonu dağılım ile maksimum değerlere ulaşmakta, daha sonra eliminasyon (biyotransformasyon + ekskresyon) ile konsantrasyonu kademeli olarak azalmaktadır. Gri ile taranan alan ne “terapötik pencere” veya “güven aralığı” olarak adlandırılmaktadır. Bu alan ne kadar geniş ise ilacın biyoyararlanımı o kadar yüksek ve güvenlik aralığı o kadar geniştir. Şekil 1. Terapötik pencere (Gri taralı alan). Tolerans tanımı Toleransın farmakoloji açısından iki anlamı bulunmaktadır: 1) İlaca ve/veya tedaviye tahammül: Ortaya çıkan yan etki ve komplikasyonlar nedeniyle hastaların ilaca ve/veya tedaviye tahammül gücü düşebilmektedir. Bazı durumlarda “intolerans (tahammül edememe)” ilaç tedavisine ara verilmesini veya ilaç tedavisinin sonlandırılmasını zorunlu kılmaktadır. 2) Yinelenen ilaç dozları ile ilaç etkisinin giderek azalması: Bknz. Desensitizasyon, taşiflaksi, rezistans Farmakovijilans (İlaç güvenliği) Farmakovijilans uygulamalarda ilaçların güvenliği ile ilgili klinik verilerin toplanması, ilaç uygulamasında karşılaşılan sorunların takibi, sorumlu nedenlerin saptanması, tanınması, araştırılması, kaydedilmesi, duyurulması ve gerekli önlemlerin alınması biçiminde tanımlanabilir. Diğer bir deyişle farmakovijilans, ilaçların her türlü arzu edilmeyen etkilerinden korunma ve güvenli ilaç kullanımı için her türlü girişimi kapsayan organize bir çalışmadır. Özellikle farmakovijilans terapötik penceresi dar olan ilaçlar açısından önemlidir ve farmakovijilans açısından yukarıda belirtilen “ilacın kullanımında dikkat edilecek ana hususlar” önem kazanmaktadır. Farmakovijilans açısından eczacının eczanesinde yerine getirebileceği önemli uygulamalar vardır. Bunlara kısaca “hasta bilgilendirme” başlığı altında kısaca değinilmiştir. Desensitizasyon, taşiflaksi, tolerans, bağışıklık, rezistans Burada belirtilen terimler sıklıkla birbirine karıştırılmakta ve yanlış kullanılmaktadır. Desensitizasyon ve taşiflaksi yukarıda tanımlanan tolerans kavramının 2. anlamını taşımaktadır. Taşiflaksi, yinelenen ilaç dozları ile ilaç etkisinin giderek ve “hızla” azalmasıdır. Toleranstan farklı olarak taşiflaksi “hızlı” gelişen bir olaydır. Desensitizasyon, ilaca duyarlı bir yapının (etki yöresinin) sonradan duyarsız hale gelmesidir ve bunun sonucunda tolerans veya taşiflaksi gelişmektedir. Ancak, desensitizasyon olmadan da taşifilaksi veya tolerans gelişebilmektedir. Rezistans bir ilacın etkisine karşı hastalıklı yapı ve/veya hastalık etkeninin “direnç” göstermesidir. Uygulamada çoğunlukla mikroorganizmaların antibiyotikler ve kemoterapötik ilaçlara karşı direnci “rezistans” olarak tanımlanmaktadır. Bağışıklık (immünite) ise vücudun genellikle mikrobik bir hastalığa ve/veya mikroorganizmalara karşı direncini ve onlara karşı savaşma yeteneğini tanımlamaktadır. Hasta bilgilendirme İlaç sanayindeki gelişmeler sonucunda günümüz eczaneleri ilaç üretme özelliğini artık geniş ölçüde yitirmiştir. Buna paralel olarak eczane eczacısının görev ve sorumluluklarında değişim geçirmiştir. Günümüz eczane eczacısının sorumlulukları arasında “hasta bilgilendirme” önemli bir yer işgal etmektedir. Bu bağlamda eczacının bilgi ve deneyimleri çerçevesinde hastalara, hastalıkları ve ilaçları ile ilgili çeşitli bilgileri aktarmaları, gerekli yönlendirmeleri yapması gerekmektedir. Bunun detayları farmakoloji, farmasötik bakım ve farmakoterapi derslerinde verilecektir.