Dun_YunusAkil

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ
KÜRESEL VE BÖLGESEL ÇALIŞMALAR BÖLÜMÜ
ULUSLARIN DÜŞÜŞÜ
DÜNYA EKONOMİSİ KİTAP ÖZETİ
(KÜRESEL VE BÖLGESEL GELİŞMELER BÖLÜMÜ TEZSİZ YÜKSEK LİSANS)
Yunus AKIL
MART 2014
ANKARA
ULUSLARIN DÜŞÜŞÜ
BÖLÜM 9 TERSİNE GELİŞİM
BAHARAT VE SOYKIRIM
Kapitalist uygarlık sistemi sömürüye dayalı bir sistemdir. Bu uygarlığını beşiği ve kuluçka yeri
olarak İngiltere ve Hollanda gösterilmektedir. Bir çok iktisatçı ve iktisat tarihçisi de
kapitalizmin kökeni özellikle İngiltere de sanayi devrimi olarak göstermektedir. İster Londra
ve Amsterdam limanları olsun isterse de başka bir yer olsun değişmeyen bir şey var oda
kapitalizm kendisini sömürü çarkıyla var etmektedir. 16- 17 yüzyıla indiğimizde ise bu çarkın
kökeninde soykırımlar ve benzeri uygulamaların yattığını bu uygarlık sisteminin iktisatçıları ve
iktisat tarihçileri bozuk bir saatin günde iki kez doğruyu göstermesi gibi istemeyerek olsa
ortaya koymaktadırlar.
Burada bir bölümünü özetlemeye çalışacağım “Ulusların Düşüşü” kitabı bu anlamda güzel bir
örnek. Bu kitabın 9.ve 10. Bölümlerinde özetle bu hikaye anlatılmaktadır. Bu kanlı hikayelerin
geçtiği çoğrafyalar bu günkü Malezya Adaları, Afrika Kıtası, Fransa ve Avusturalya’dır.
Portekizlilerin Hollandalıların ve İngilizlerin tekeller oluşturmak ve daha fazla sömürü için
doğaya ve insan yaptığı zulümler hayal sınırlarını ötesindedir.
Avrupalı sömürgeciler gittikleri yerlerin yerli halkları ve onların uygarlıklarını yok ederken
bunun tersine bir gelişim onlardan sömürüyle elde ettikleri değerlerle kendilerinin uygarlık
ve refah düzeylerini artırmışlardır.
Baharat Soykırımları
İnsanlık tarihinde bazı maddeler ve ürünler dönemsel olarak öne çıkmakta ve savaşların nedeni
olabilmektedir. Bu günkü enerji kaynaklarını ve yollarını ele geçirmek, elde tutmak gibi yapılan
savaşların benzerleri 16 yy. içinde baharat ve bu baharat yollarını ele geçirmek ve elde tutmak için
yapıldı. Nasıl Irakta bir milyonu aşan sivil katliamı bu sistemin hegamonik güçleri tarafında
gerçekleştiyse 16 yy. birlikte bunun daha vahşi bir biçimde dönemim sömürgeci güçleri tarafından
baharat için yapılmış.
Dönemin en önemli baharatları bu günkü Endonezya’yı oluşturan adalardan ( Maluku, Tidare,
Ternafe, Baca) temin edilmekteydi. Bu adalar Avrupalı sömürgecilerin gelmesinden önce adalarda
meclislerle yönetilen şehir devletleri vardı. Bu adalar Merkezi krallıklarla yönetilmekteydi. Bu
adalardan Maluku adası döneminin dünya ticaret merkezlerinden biriydi. Ancak yazarlara göre bu
adaların iki önemli eksiği vardı. Bunlardan biri, İdeal ekonomik kurumları yoktu. İkincisi ise adalarda
mülkiyet hakkı güvence de değildi.
Endonezya Adaların yetişen baharatların başında karanfil, maksut ve küçük Hindistan cevizi
gelmekteydi. Bu baharatlara dayalı ticaret 14-16 yy arasında Güneydoğu Asya da bir ekonomik
gelişme yaratmıştı. Bu ürünlere buralara gelen Cinli, Hindistanlı ve Arabistanlı tüccarlar tarafından
mübadele edilerek baharat yolu üzerinden Avrupa’ya kadar götürülmekteydi. Bu yolun denetimi
Osmanlıların elindeydi. Coğrafi keşiflerle birlikte ilk olarak Portekizliler bu adalara geldiler. Bu ürünler
üzerinde tekel kurmak istediler. Portekizliler bu kaynakları ve ticaretini ele geçirmek için
Endonezya’yı oluşturan adalardan Malukü Adasını ele geçirdiler.(1511) Ancak baharat üzerinden tekel
kurmayı başaramadılar. Güçlü bir rakipleri vardı oda anların ardından adalara gelen Hollandalılardı.
Hollandalılara Şehir devletlerinden Ambon Hükümdari ile karanfil ticareti üzerinden tekel kurmak için
anlaşma imzaladılar. Ardından 1602 yılından Doğu Hindistan Kumpanyasını kurup baharat ticaretini
ele geçirmeyi ve rakiplerini saf dışı etmeye başladılar. Doğu Hindistan Kumpanyası modern şirketlerin
gelişiminde dönüm noktası oldu. İngiliz doğu Hindistan Şirketinden sonraki ikinci büyük şirketti. Bu
şirket daha sonra Avrupa sanayisinin gelişmesinde çok büyük rol oynadı
Hollandalıların rakiplerini saf dışı bırakması Güneydoğu Asya için çok kötü sonuçlara neden oldu.
Portekizlileri ellerindeki kale ve şehirleri alarak onları ve tüccarlara kovdular. Adaların bazı
bölümlerinde karanfil ekimi ve ticaretini yasakladılar. Bazı anlaşmalarla karanfil ağaçlarını yok etme
hakkı elde ettiler.
Ambon da ise aldıkları sistemi geliştirdiler. Daha önce Ambon hükümdarına vergi veren halkı daha
fazla emek sömürüsüne tabi tuttular. Her aileyi toprağa bağladılar. Angaryayı artırdılar.
Endonezya’yı oluşturan adaların siyasal acıdan bakıldığında Avrupalı sömürgecilerin gelmesinden
önce adalarda meclislerle yönetilen şehir devletleri vardı. Bu adalar Merkezi krallıklarla
yönetilmekteydi. İdeal ekonomik kurumları yoktu. Mülkiyet hakkı güvencede değildi. Ancak uluslar
arası ticaret ve savaş yöntemlerinde değişimler siyasal sistemlerini geliştirmişti.
Bu adalardan köy meclisleri tarafından yönetilen ve merkezi otoritesi olmayan Banda adalarını ele
geçirdiklerinde otorite kurmada zorlandılar. Bunun anlamı tekel kurmalarının zorlaşmasıydı. Bunu
aşmak için Doğu Hindistan şirketi Java adasında Batavia başkent olarak kurdu. Banda adasında 15 bin
yerli halkı öldürdü. Üretim yapacak bilgiye sahip birkaç kişi dışında ada halını imha etti. Siyasal ve
ekonomik yapı için yeni bir plantasyon uygulamaya koydu. Adaları 68 plantasyona böldü. Her birinin
başına bir şirket yetkili atadı. Üretim için köle satın alındı.
Hollandalılar adalarda oluşturduğu sömürgeci kurumlarla istedikleri sonuçlara ulaştılar 17. Yy da
baharatın arzını %60 azaltıldı. Fiyatını ise %100 artırıldı.
Hollandalıların Adalarda uyguladıkları sistem ile Güneydoğu Asya da ki ekonomik gelişmeyi
durdular.14. yy başlamış ekonomik gelişme tersine dündü. Sömürgeleşen devletler içine kapanıp
ticareti bıraktı. Bazıları ise Ada halklarının yaşadığı soykırımlardan korkarak otarşi (kendine yetecek
kadar üretim) geçti.
Sonuç olarak Hollanda Sömürgeciliği nedeniyle Güneydoğu asya halkı ticareti bıraktı. İçine kapandı.
Devletleri daha mutlakiyetçi oldu. Sanayi devriminden yaralanamayacak duruma geldiler. 18. yy
birlikte Avrupa sömürge imparatorluğunun parçası haline geldiler. Hollanda sistemi az gelişmişliği
dünyanın her yanına yaydı. Sanayileşme dünyanın bazı bölgelerinde hızla yayılırken yeni
teknolojilerden yararlanma imkanı bulmayan Avrupa sömürge imparatorluğunun büyük bir
bölümünde yerinde saydı.
Kölelik Sistemi
Kölelik sisteminin kökleri çok eski tarihlere dayanmaktadır. Antik çağda kölelik nerede ise her
toplumda görülmekteydi. Roma da; Karadeniz kıyıları, Slav halkları ve Kuzey Avrupa kölelik
kaynağıydı. Avrupalılar 14. yy kadar kendilerini de köleleştirmekteydiler. Avrupa’daki kölelik sistemi
yerini ortaçağla birlikte serfliğe bıraktı. Bir geçiş süreci yaşandı. Ancak Afrika bu yaşanmadı. Afrika da
erken modern çağ öncesinde de kölelik ticareti vardı. Doğu Afrika’dan sahra çölü üzerinden Arap
Yarımadasına köle taşınmaktaydı.
17.yy birlikte köle ticaretinde büyük artış yaşandı. Karayıpler’de başlayan şeker plantasyonu
sömürgeleri bunun en büyük nedeniydi. 18 yy. Atlantik’e geçen köle sayısı 6 milyonu aştı. 14 ve 19
yy. boyunca Afrika’dan taşınan köle sayısı buradaki ülkelerin ( Angola, Benin, Gana, Togo)
nüfusundan fazla bir noktaya ulaştı. Avrupalıların köle satın alması Afrika üzerinden dönüştürücü bir
etki yaptı. Önceleri Amerika gönderilen Köleler savaş esirlerinden oluşmaktaydı. Avrupalılar Afrika
ülkelerine silah veriyor karşılığında köle alıyorlardı. 1730’larda yıllık satılan silah miktarı 180 bin
civarındaydı. Afrikalılar, Avrupalılardan aldıkları silahlarla birbirleriyle savaşarak kendilerini
köleleştiriyorlardı. Ve büyük miktarda can kaybına neden oluyordu.
Bu köleci sistem sonucu Afrika toplumlarında iki şey yaşandı. Kabile şeflerine dayalı daha az merkezi
olan siyasal sistemleri ya tamamen yok oldu. Ya da daha mutlakiyetci bir hale dönüştüler. Tek
amaçları bu devletlerin başkalarını köleleştirip Avrupalılara satmaktı. Kölelik için her şey yapıldı. Savaş
dışında en küçük suçlar bile köle olmaya yeterli hale getirildi. Dini kurumlar bile bu amaç için
kullanıldı. Güçlü köleci devletler oluştu.
1807 yılında İngiltere de Kölelik yasaklandı. Ertesi yıl ABD yasaklandı. Ancak köleliğin yerini “yasal
ticaret” aldı. Afrika’da üretilen malların üzerinde ( Palmiye yağı ve çekirdeği, yerfıstığı, fil dışı, kauçuk
ve arapzamkı) Avrupa ve Amerika sanayisi için çok değerli oldu. Avrupalılara satılamayan köleler bu
işlerin üretiminden zorla çalıştırılmaya başlandı. Afrika ekonomisi bu şekilde yeniden şekilenmeye
başladı. Afrika ülkeleri plantasyonlara ayrıldı. Bu insanlar ihraç edilecek malların üretiminden ve
tekerlekli taşınma olmadığında malların taşınmasından kullanılmaya başlandı. Kölelik kurumları
olduğu varlığını sürdürdü.Kölelik afrikanın çoğu bölgesinde 20. yy kadar varlığını sürdürdü. 1960 da
bile birçok Afrika toplumunda çalışma koşulları köleliğe yakındı.
Sonuç olarak köle ticaretine dayalı sömürücü ekonomik ve siyasal kurumlar sanayileşmenin sahra altı
Afrika da yayılmasına engel oldu. Dünyanın farklı bölgelerinde ekonomik gelişme yaşanırken bu
bölgelerde durgunluk ve gerileme yaşandı
İkili Ekonomi İnşa Etmek,
Bu paradigma 1955 yılında Sir Arthur Lewis tarafından geliştirilmiştir. Lewis’ göre çoğu az gelişmiş
ülkelerde ekonomi ikili bir yapıya sahiptir. Az gelişmiş ülkelerin ekonomileri bir modern birde
geleneksel sektöre bölünmüştür. Ekonominin daha gelişkin kısmına karşılık modern sektör; şehir
hayatıyla, modern sanayi ve ileri teknoloji kullanımı ile ilişkilidir. Geleneksel sektör ise, kırsal hayat,
tarım ve geri kalmış kurumlarla ve teknolojilerle ilişkilidir. Geleneksel sektörde emek çok verimsiz
kullanılmakta ve burada ki emek modern sektörlere kayması geleneksel sektörlerde üretim
azalmasına neden olmaz. Bu paradigma kalkınma iktisatçılarına ilham kaynağı olmuştur. Kuşak
boyunca kalkınma problemlerini çözmek için insanları ve kaynakları geleneksel sektörden tarımdan
alıp modern sektöre yani şehirlere ve sanayiye yerleştirme yerleştirmeye çalışmışlar. Kendi fikrimce
gelişmiş ülkelerdeki çarpık kentleşmenin belki de temelinde bu paradigma yatıyor.
Yazar ikili ekonomi tanımını haklı bulmakta ve buna örnek olarak ta Güney Afrika’yı vermektedir.
Güney Afrika da modern sektör ile geleneksel sektör birbirinden ayrılmıştır. Natalda Kei nehrinin
ayırdığı iki yakada sektörler çarpıcı bir şekilde yayılmıştır. Sanki farklı zamanlarda yapılmış gibi. Bir
tarafta moderne hayat bir tarafta geleneksel baraklarda süren geri bir hayat.iki taraftaki ekonomik
nitelikler birbirinden farklı. Yazar bunun kaynağında yine özel mülkiyeti görmektedir. Nehrin
doğusunda özel mülkiyet haklarıyla işleyen bir hukuk sistemi, piyasalar , ticari tarımla ve sanayiyle
var. Batısında ise kominal arazi mülkiyeti yakın zamana kadar tüm gücü elinde tutan geleneksel
kabile şefleri bulunmaktaydı.
Güney Afrika’nın Avrupalılarla ilk büyük teması Hollanda Doğu Hindistan kumpanyasın 1652 yılında
bu gün kü Cape Town limanında üs kurmasıyla başlar. Burası köle ticaretinden uzak kalmış bir
bölgeydi. 19 yy burada beyazların yerleşimine imkan vermeyen sıtma ve sarıhumma hastalığını
etkisinden uzaktı. İngilizler Cape Town Hollandalılardan almasıyla yerleşme iç bölgelere kaydı.
Buralarda kalanlarsa Oranj ve Transvaal adında iki bağımsız devlet oluşturdular. Daha sonra
buralarda altın ve elmas madenleri rezervleri bulundu. İngilizler bu devletleri ortadan kaldırarak
Güney Afrika birliğini kurdular. Maden ekonomisi ve Avrupalı yerleşimcilerin artışı bölgenin
kalkınmasıyla katkı sağladı. Yiyecek talebi arttı. Yerli halklar için hem üretim hem de bunun ticaretini
yapma olanağı yarattı. Kapsayıcı kurumlar şeflerin iktidarını sarstı. Ekonomik patlama yaşandı.
Afrikalıların ekonomik kalkınması daha sonra beyazlar tarafında onların fakirleşmesini ve beyazların
işgücü açığını kapatmak için işçileştirmesinin politikalarının devreye sokulmasın sağladı. Bu politika
başarıya ulaştı. Güney Afrika apartheid rejimiyle bu doruk noktasına ulaştı. Beyazlar ile yerliler
arasında tezat iki ekonomi oluştu. Bu ikili ekonomi doğal değil Avrupalı sömürgeciler tarafında
getirilmişti. Güney Afrika dünyanın en eşitsiz ülkesi olmuştu. Bu rejim 1994 yılında sona erdi.
Tersine Gelişim
Bu gün dünyadaki eşitsizliğini kaynağı sanayi devrimidir. Bazı toplumlar sanayi devrimin getirdiği
örgütlenme ve teknolojiden faydalanarak kalkınmış bazıları ise bu fırsatlardan yararlanma imkanı
bulamamışlardır.
Sömürgeci kurumlar Avrupa’nın büyümesini teşvik eden süreçte ortaya çıktılar. Avrupalılar yerli
devletleri yıkarak, ekonomilerini yıkarak, yerli toplumları tamamen yıkarak yada karayiplerde olduğu
gibi plantasyonlar kurup buralara Afrika’dan getirdikleri köleler çalıştırarak sömürge kurumlarını
sıfırdan inşa ediyorlardı.
Hindistan da ise tersine gelişimi İngilizler sağladı. 18 yy Hindistan dünyanın en büyük tekstil
üreticisiydi. Bunları üretip ihraç ediyorlardı. İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası Hindistan dan gelen
mallar üzerinden tekel kurmaya çalıştı. 18.yy bu şirket strateji değiştirdi. Kıtasal bir imparatorluk
kurmaya başladı. Yerel güçleri mağlup edip sömürü vergi kurumlarını geliştirip kendine mal etti.
Hindistan tekstil sanayisi küçüldü. Şehirler boşaldı. Yoksulluk arttı. Hindistanda tersine bir gelişim
yaşandı. Hindistanlılar tekstil üretmek yerine İngilizlerden satın durumunda kaldı. Tekstili bırakan
hitliler Cinlilere satmaları için İngilizlere afyon üretiyorlardı.
Bir bütün olarak bu bölüme bakıldığında gerek Güneydoğu Asya gerekse Afrika gerekse Hindistan
yaşanan aynı. Devleti , ekonomiyi ve toplumları yıkma onları kendi ekonomilerinin gelişimin bir
kaynağı yapma. Buda sanayileşmeyi dünyanın bazı bölgelerinden es geçmesini sağladı. Kalkınmayan
ülkler kalkınan ülkelerin kalkınmasının kaynağı oldu.
10 Bölüm
Refahın Dağılımı
Hırsızın onuru
Bu günkü Avustralya’nın oluşumu İngilizlerin mahkumlarını buraya göndermesine dayanır. Daha önce
Amerika’ya gönderdikleri mahkumları artık ABD’nin kabul etmemesi üzerine İngilizler bu kez
Avustralya’yı Mahkumlarını göndermeye başladılar. İlk gemi sidney körfezine 26 Ocak 1788 de demir
attı. Burada kamp kurdular. Bu tarih Avurturya’nın kuruluş günü olarak kabul edilir. Avusturya’nın
diğer sömürge ülkelerinde farkı İngilizlerin köle olarak çalıştıracakları yerli halkın geniş bir çoğrafya da
dağınık yaşaması sonucu bunlardan faydalanmalrının zorluğuyddu. Bunun için iş gücünü karşılamak
için mahkumların iş güçlerine ihtiyaç duydular onlara bazı ahklar tanıyarak daha kapsayıcı politiklar
uyguladılar. Onlara görev ve kendileri için çalışma ve ürettiklerini satabilme hakkı tanıdılar.
Hükümlülere tanınan bu ekonomik özgürlük üretimi artırdı. Bu haklar genişleyerek devam etti .
onların girişimci olmalarının ve işçi çalıştırmalarının önü açıldı. Ekonomik haklardan sonra siyasi
haklarda talep ettiler. Yönetimlerde temsil edilmeleri ve karar alma süreçlerine katılma için
örgütlendiler. Gazete çıkardılar.1842 yılında yasama meclisi kuruldu. Bu meclise hükümlülerde aday
olabiliyordu. Yeteri kadar mülkleri varsa oy kullanabiliyorlardı. 1850 yılında tüm beyazlara oy hakkı
tanındı. Kapsayıcı kurumlara gidişat hızlandı. 1856 yılında dünyanın ilk kez gizli oylama ile yapılan
seçimi yapıldı.
ABD ve Avusturya kurulan kapsayıcı kurumlar sanayi devrimini bu ülklerde hızlı bir biçimde
yayılmasınave buraların zenginleşmesine zemin hazırladı. Bunları Kanada ve Yeni Zellanda izledi.
Fransız devrimi
Avusturya ya da bir evrim sonucu oluşan kapsayıcı kurumlar Batı Avrupa ancak Fransız İhtilalinden
sonra oluşmaya başladı. Batı Avrupa’nın önemli bir bölümünde ve Fransa’da mutlakıyetçi yönetimler
iş başındaydı. Fransız devrimi bunların yıkılmasını sağladı. Devrimin itici gücüyle kapsayıcı kurumlar
oluştu. Bu kurumlar sanayi devrimin bu bölgelere yayılmasını kolaylaştırdı.
Fransa da 300 yıl boyunca monarşiyle yönetildi. Toplumda üç zümre vardı. Rahipler, Aristokratlar ve
bunların dışında kalanlar. İlk iki zümre diğerlerine göre ayrıcalıklı haklara sahipti. Zengin topraklara
sahiplerdi . Vergile ise sadece bunların dışındakilerden alınıyordu. Bu kesim büyük bir yoksulluk
içinde yaşıyordu. Kilise ve soyluların aynı zamanda siyasi güçleri vardı. Yine Fransa’daki loca sistemi
mesleklere dışarıdan girmeyi imkansız hale getirmişti. Bir bütün olarak fransa açlık ve yoksulluk
içindeydi. Köylüler soylulara monarşiye ve kiliseye haraç ödemek durumundaydı. Böyle bir durumda
Fransız devrimi gerçekleşti. Fransız devrimi sonrası kurucu meclis kabul ettiği anayasa ile tüm yasaları
değiştirdi. Feodal sistemi ve ona bağlı kurumları kaldırdı. Ayrıcalıklara son verdi. Yasalar önünde
herkesi eşitledi. Loncaları kaldırdı. Mutlakiyetçilikten kapsayıcı kurumlara doğru dönüşü imkansız
adımlar atıldı. Sömürücü kurumlardan Siyaset ve ekonomide kapsayıcı kurumlara geçiş için reformlar
yapıldı.Bu 3. Cumhüriyetle doruk noktasına ulaştı.
Devrim İhracı
Fransız devrimi kapsayıcı kurumların ortaya çıkmasına neden oldu. Daha sonra devrimin ihraç edildiği
bölgeler mutlakiyetçilikler yıkılmaya başlandı. Buralar sanayileşme sürecinde yerlerini aldılar. Fransızı
devrimi sadece Fransaya değil Avrupanın büyük bir bölümüne kapsayıcı kurumlara ve bunların
kamçılayacağı ekonomik büyümeye hazırlamış oldu. 19 yy. ortalarına gelindiğinde Sanayileşme
Fransa’nın etkilediği hemen her yerde büyük bir gelişme gösterdi
Modernliğin Peşinde
Japonya 19 yy sonlarında Avrupa’nın ortaçağını yaşıyordu. Katı meslek kuralları vergiler ve benzeri
kurumla Avrupa ya çok benziyordu. Ülkenin başında Hükümdar Şogun bulunuyordu. Hükümdarlık
sembolik hale gelmişti. Siyasal ve ekonomik kurumlar sömürücü ve ülke fakirdi. Satsuma beyliği
ülkeyi bu durumdan çıkarmak istiyordu. Feodal kurumları yıkmak, Asya ve Avrpa arasında ticareti
geliştirmek istiyordu. Modern bir Japonya kurmak istiyordu. Bunun için Şogunun devrilmesi
gerekiyordu. Bunun için plan yapıldı. Şogun istifa etti. Siyasal ve ekonomik kurumları değiştirildi.
Feodalizm kaldırıldı. Yerini modern devlet aldı. Tüm sosyal sınıfların adalet önünde eşitliği sağlandı.
Toprak mülkiyeti hakkı tanındı. Demiryolları kuruldu. Gemi hattı kuruldu. İmalat sanayi gelişti.1890
yılına gelindiği yazılı anayasaya kavuşan bir ülke oldu. Parlemento kuruldu bu gelişmeler Japonya yı
Asya da sanayi devriminde en fazla yararlanan ülke yaptı.
Benzer bir geçmişe sahip Cin de isyanlar sonucu yönetilemez hale gelmiş muhalif hareketler
yükselmişti. Cinde 1911 yılında ancak imparatorluk devrildi. 1949 yılında ise Kominist devrim oldu.
Japonya’da yaşanan değişimler Cinde gerçekleşmedi daha da kötü bir hal aldı.
Dünya Eşitsizliğinin Kaynağı
Bir ülkenin sanayi devrimini benimseyip benimsememesi büyük oranda o ülkenin kurumlarına
bağlıdır. İngiltere Görkemli Devrimine benzer bir dönüşüm geçiren ABD 18.yy sonunda kadar kendi
kapsayıcı ve ekonomik kurumlarını geliştirdi. İngiltere’den gelen yeni teknolojilerden yararlanan ilk
ülke oldu. Kısa zamanda da onu geride bıraktı. Sanayileşme ve teknolojinin öncüsü oldu. Avusturya da
benzer bir rota izledi.
Avrupa sömürgelerinde benzer durum yaşanmadı. Bunların dinamikleri Avustralya ve ABD’den
farklıydı. Tam tersiydi. Buralarda Avrupalılar sömürgeci kurumlar dayattılar yada hangi sömürücü
kurumu buldularsa kendilerine mal ettiler. Kapsayıcı kurumların ortaya çıkmasını engellediler.
Bazılarında gelişen sanayiyi tamamen yok ettiler. Sanayiden yararlanamayacak duruma getirdiler.
Avrupa ise sanayi devrimiyle birlikte mutlakiyetci rejimlerin aristokratları kaybedenler tarafına
düştüler. İngiltere meydana gelen kurumsal dönüşümler ve sanayi devrimi onları etki alanına aldı.
Osmanlı imparatorluğu ve Cinde ise durum farklıydı. Değişme karşım olanlar zayıflamakta taraf
olanlar ise güçlenmekteydi. Fransız devrimi de bu durumun temel etkenlerinden biri oldu. Fransızlar
devrimle birlikte dönüşümlerini tamamlayıp kapsayıcı kurumlara sahip oldular ve hızla sanayileştiler.
Ekonomik büyüme yaşadılar. Devrim ihraç edip etki alanlarında benzer dönüşümleri sağladılar.
Almanya, Belçika, Hollanda ve Italya da sanayileşmenin önü açıldı. Macaristan Osmanlı imparatorluğu
ve Rusya geri kalarak 1. Dünya savaşına kadar varlıklarını sürdürdüler. Japonya bu süreci
değerlendirip büyüme yaşarken Cin bu süreci değerlendiremedi. Afrika da ise bazı topluml yok oldu
bazılarında sömürü köle devletleri ortaya çıktı.
Sonuç olarak bu gün dünya eşitsizliğin temelinde 18. Yüzyılda yaşanan yukarıdaki gelişmeler
yatmaktadır. 18 yy. sunduğu fırsatlardan yararlanan ülkeler günümüzün zengin ülkeleri oldular.19 .yy
başlayan sanayileşme
benimsemeyenler.
sürecine
ve
teknolojik
değişimi
benimseyenlerdir.
Fakirler
ise
Değerlendirme
Kapitalist uygarlık sisteminin 16 yy sanayi devrimiyle başladığı öne sürülmektedir. Kitabın bu
bölümünde ise ulusların düşüşünün ya da yükselişinin iki temele dayandığı ileri sürülmektedir.
Bunlardan biri gelişim için kapsayıcı kurumlara sahip olma diğeri ise sanayileşmedir. Oysa insanlığın
binlerce yıllık bir tarihi vardır. İnsanlığın ekonomik tarihini 500 yıllık sınırlamanın doğru olmadığını
düşünüyorum. Sömürü sisteminin ve uluslarının hatta insanlığın düşünün altında Sümerlerle birlikte
ortaya çıkan devlet yattığını düşünüyorum. Devlet ile birlikte insanın insani yok etmesi
meşrulaşmıştır. Devletlerin kendi halklarına ve diğer halklara ve toplumlara dayattığı insanlık dışı
muamele ve zulümler meşrulaşmıştır. Diğer yandan Dünya sistemcilerinin ileri sürdüğü gibi her
dönem farklı farklı merkezler oluşmakta. Tarihsel süreç içinde merkezlerde kayma olmasıyla birlikte
dünyanın herhangi bir yerindeki ekonomik gelişme dünya merkezi sisteminde bağımsız değildir. Bu
günümüzde olduğu gibi geçmişte de aynıydı.
Diğer yandan kitap yazarları ABD ve Avustralya’yı kapsayıcı kurumları nedeniyle sanayileştiği ileri
sürülmektedir. Oysa Afrikada olduğu gibi Avustralyanın yerli halkları da ABD yerli halklarıda
soykırımlardan nasibini almıştır. Ama yazarlar Aborjinlerin nasıl yok edildiği nasıl topraklarından
sürüldüğü konusuna hiç değinilmemiş.
Mübadele konusunda ise dünya ekonomi tarihi savaşların ve güçlerin daha belirleyici olduğunu
düşünüyorum. Afrika ve Endonezya halklarının başına gelenlerden ve günümüz Orta Doğusunda
enerji savaşlarında yaşananlar mübadelenin değil güç ilişkilerinin geçerli olduğunu ortaya
koymaktadır.
Hindistanın teksil üretimini bırakıp İngiliz tekstil ürünleri satın alması ekonomisi gelişen ülkelerin
teknoloji ithal edip kullanması olumlu ve olumsuz mübadele için örnek teşkil etmektdir.
Download