DIYANET IŞLERI BAŞKANLI~I DERGISI DINI, AHLAKI, EDEBI, MESLEKI AYLlK DERGi Ocak- Şubat 1970 9. Cilt 92-93. 1 lt Ç t N D E K t L E R 1 Sayfa ASRIMIZDAKİ TEFSİR HAREKETLERiNE U:M.İTMİ BİR BAKlŞ Doç. Dr. İsınail CERR.AHOGLU • • • • 5 KUR'AN-I KERİM'İ TECVİD KAİDELERİNE RiAYET EDEREK OKUMAK Demirhan ÜNLtr • . • • HADİS-İ ŞERİFLERE GÖRE Mlİ'MİN Osman KESKİOGLU 21 KURBAN Lfitfi DİNİMİZCE ŞENTtrRK • • • e • • • • • • ETLERi YENMEYEN HAYVANLAR Mehmet ÇİFTÇİ • . • • • • • • 25 28 KURBAN BAYRAMI (Hutbe) İsınail · COŞAR 32 PEYGAl\ffiERİMİZ'İN SAHABiLERİNİ YETİŞTİRME US(TLÜ M. Asım KÖKSAL 34 İSLAM BÜYÜKLERİ 40 DİYANET İŞLERi BAŞKANLIGI V A'Z VE V A'Z EDE- CEKLER YÖNETMELİGİ . • . SER'İYE SicİLLERİ ARSİVİ . • 43 • e • e • • e e • 49 MERHUM DİYANET İŞLERi REİSİ AHMED HAMDİ AKSEKİ Veli ERTAN 52 TAMİMLER 58 HABERLER 60 BAŞKANLIK YAYlNLARlNDAN BAziLARI 64 Sayı ASRIMIZDAKİ TEFSİR UMtrMİ BİR HAREKETLERiNE BAKlŞ -IV(Geçen sayıdan devam) Doç. Dr. ismail CERRAHOGLU 4) İçtimai Ed~bi Tefsirler: Zamanımızdaki tefsirlerin ekserisi içtimal edebi mesleğe temayül etmişlerdir. Bu nev'i ile tefsir, kuruluk ve durgunluktan kurta:rılmaya çalışılmış, Kur'an-ı Kerim'in hidayetinden, insanlar faydalanmaya sevkedilmişlerdir. Tefsirdeki bu yeni ha:reket tarzında, naslara ittiba ve Kur'an'daki ince noktaların açıklanmasını müşahede etmekteyiz. Bu nevi' tefsirde, Kur'an'ın asıl hedefi olan manalar, en yüksek üslubu ile ele alıııır, sonra bu nassların, oluş, içtimaiyat ve tekamül kanunlariyle olan münasebetleri incelenir. Muhammed Abduh ve talebeleri, Allah'ın Kitabının tefsirinde büyük gayretler göstermişler ve insanları dünya ve ahiretin hayırlarına ulaştırmaya çalışmışlardır. Asrımız müfessirleri tarafından ihdas edilen bu ekolün de tasvip edilen veya edilmeyen yönleri vardır. Tasvip edilen yönleri: İçtimai edebi tefsir yolunun slUikleri, tefsire, mezhebler görüşünden uzak birnazarla baktılar ve İslam'da mevcut olan mezheplerden hiçbirinin te'siri altında kalmam,ağa gayret ettiler. Kur'an'ı, mezhepler için bir vasıta kılmadılar. Kur'an'ı kendisine muvafık bir şekilde te'vil ettiler. lsraill rivayetler üzerinde tenkidci bir tavır takınarak, eskilerin tefsiderinde olduğu gibi, yalan ve hurafe olan şey­ leri, tefsirlerine kaydetmediler. Daha doğrusu Kur'an'ı Kerim tefsirini bu gibi şeylerden temizlerneyi hedef edindiler. Kur'an tefsirinde bol miktarda kullanılan, zayıf ve mevzu haberleri de kullanmaktan çekindiler. İsrailiyat ve mevzfı hadisler hususunda gaflete düşmedikleri gibi, Kur'an'ın müphemlerini tayin ve ga.ybi şeyler hakkında, sahih şer'i naslardan bilinenlerden gayrısına cür'et etmediler. Onlar iman mebdei üzerinde durdular, fakat onun bıJsilat ve cüz'iyyatı üzerinde durmaktan çekindiler. Bu ekol m,ensupları, tefsiri, ilim ve fen ıstilahlarının te'sirinden uzaklaştırmışlardır. Onlara göre, Kur'an'ın böyle ilmi bir tefsire ihtiyacı 5 yoktur. Yine bu medrese, Kur'an'ı içtimal edebi bir metodla tefsir etmişler, onun belagatım, i'cazını ve manalarımn meramını açıklan:).ışlar, kendisinde bulunan oluş ve içtimai nizarn kanuniarım izhar etmişlerdir. Münasip olan yerlerde, İslam milletinin müşkillerine ve bütün milletIerin sıkıntılarına deva olabilecek esaslara Kur'an'ın işaret ettiğini, dünya ve ahiret hayırlarım bünyesinde topladığım açıklamışlardır. Sağlam nazariyelere dayanan ilmin isbat ettiği şeylerin, Kur'an'la m;utabakatı üzerinde durmuşlardır. Tasvip edilebilecek bütün bu hususlar, okuyucuları teşvik ve cezbedici bir üslupla kaleme alınmıştır. Tasvip ediılmeyen yönleri: Akla çok geniş bir hürriyet balışeden bu ekol, Kur'an'daki bazı şer'i hakikatları te'vile yönelmiştir. Bazan hakikatten mecaza. ve temsile gitmişlerdir. Mu'tezileden iktihas ettikleri, bu geniş akli hürriyet sebebiy;le, bazan Kur'an lafızlarımn manalarım, Kur'an'ın nüzülü esnasında, Araplarca bilinmeyen bir şekilde nakletmişlerdir. Kur'an'ı Kerim'den sonra en mu'temed kitab olan, Buhari ve Müslim'in sahihlerinde, rivayet ettikleri bazı hadisleri zaif veya mevzu olarak görmüşlerdir. Sahihliği sabit olan ahad haberleri, bilhassa akaid konusunda, kabul etmemişlerdir. Halbuki ehl-i Sünnet, haber-i alıadla am.el etmenin lüzumu üzerinde ittifak etmişlerdir. Sahih olduğu tayin edilen ahad haber dinde hüccet olarak kabul edilmektedir. Bu haberlerin yakin ifade edip etmediği konusunda mezhepler arasında çeşitli görüş­ ler varsa da, Mu'tezile onu her haliyle kabül etmemektedir38 • Bu medresenin meşhur şahsiyyetıerinin başında, hiç şüphesiz bu hareketin reisi olan Şeyh Muhammed Abduh geJir. Es-Seyyid Muhammed Reşid Rida, E~-Şeyh Muhammed Mustafa el-Meragi, Seyyid Kutub tefsirlerinde, Abduh'un metodunu takip etmişlerdir. Biz burada sadece Muhammed Abduh'un tefsirdeki metodu üzerinde durarak bu ekolün yapmak istediği şeyleri, alacağımız örneklerde gösterm,eye çalışacağız. Bu kadarla iktifa ederek, ayrıca Muhammed Reşid Rida ve el-Meragi'nin tefsirlerine temas etmeyeceğiz. Şeyh Muhammed Abduh (1848 -1905), Mağrib'de bulunduğu sıra­ da, talebelere bir kolaylık olmak üzere, 1903 senesinde "Tefsiru Cüz-ü Amme"yi ikmal etmiştir. Yine onun 1903 senesinde cezayir şehrinde bir konferans olarak verdiği, "el-Asr" Suresinin tefsiri ve .Kur'an'm bazı müşkil ayetleri üzerinde tetkikleri vardır. Mesela, Nisa Suresinin 78 ve 79 uncu ayetlerinde birbirine zıt görünen hususların uyuşturulma­ sı, Hac Suresinin 52, 53, 54, 55 inci ayetlerinin izahı ve Garanik vak'asının aslı olmadığım isbatı, Ahzab Suresinin 37 nci ayetinde, Hz. Peygamber'i, şehvaniyetine düşkün bir insan olarak gösteren haberlerin (38) 6 AlıM haberlerin değeri hakkında fazla bilgi için bkz. Doç. Dr. Talat Koçyiğit, AhM Haberlerin Değeri, ilahiyat Fakültesi Dergisi, yıl 1966, cilt XIV, s. 125-142. batıl olduğunu göstermiştir. Yine Abduh'un, EiZher'd~ki talebesine verdiği tefsir dersleri, talebesi Muhammed Reşid Rida ile meşveret halinde olmuş, yine bu zat tarafından, üstadın tefsir hakkındaki görüşleri, "Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim" veya "Tefsiru'l-Menar" adıyla yayınlanmıştır. 1317 senesi Muharrem'inde başladığı tefsir derslerine 1323 senesi Muharrem'i ortasına kadar devam etmiş ve ayın sene içinde de vefat etmişti. Bu zatın tefsir sahasındaki mahsi:ılü az görülürse de, tefsirde böyle bir gelişmeye yol açmış olması kafidir. Muhammed Abduh, E:Zher uleması arasında yalmz başına, yenilik hareketine kalkışmış, gerek yazılarında ve gerekse derslerinde, hür aklı kullanarak taklidden kurtulmayı, geçmişierin donmuş fikirlerine sap~ lanınamayı tavsiye etmiş ve etrafında bir grup toplanmış, pek çok kimseler de ona itiraz etmişti. O, başlangıçta eski müfessirlerden bazıları­ na muhalefet eder. Bu da, Kur'an'ın insanları dünya ve ahiret saadetine ulaştırma gayesini ön plana almış olmasından ileri gelmektedir. Zaten Kur'an'ın da en yüksek gayesi budur. Bunun arkasında gelenler, onu elde etmek için bir vesile veya ona tabi' olan hususlardır. Abduh, Kur'an'ın bu ilk gayesini anlatmakta gaflet gösteren gafil müfessirleri levmeder. Onlar, ondaki hidayet ve irşadı bırakıp, maani, nahiv, fıkhi ihtilaflar ve bunun gibi şeylere daldılar, der39 • O, tefsiri iki kısma ayırır. Birincisi, kuru, Allah ve Kitabından uzaklaştıran tefsirdir. Aslında bu, lafızların tahlili, cümlelerin i'rabı ve bu ibarelerin fenni nüktelerine yapılan işaretleri açıklamaktan ibarettir ki, buna tefsir demek layık olmaz. Belki o, nahiv, maani ve buna benzer fenlerde bir nevi alıştırmadır. İkin­ cisi, insanlar üzerine farz-ı kifaye olan tefsirdir ki, gayesine ulaşması için, şu şartların cem'ini ister. Bu şartlarda, müfessirin, (Hüden ve Rahmeten) ve bunlara benzer sözlerin tahakkuku için, ruhları hidayete ve arnele sevk ve cezbedecek surette hükümler, ahlak ve akidelerde şe­ riatın hikmetlerinden bahsedenin ınııradmı anlamasıdır. Hakiki maksat, şu şartların ve fenlerin arkasındadır. Bu da Kur'an'ın gösterdiği yola tabi' olmakla olur. İşte tefsir okumakta varmak istediğim ilk hedef budur 40 • Abduh, bu sözleriyle, belagat ve nahiv yönlerinin ihma.I edilmesini istememektedir. O, müfessirin bunlardan zarfiret miktarınca almasını, manayı beyan edecek şekilde belagat ve i'rab yönünü işlemesi­ ni, ihtiyaçtan gayrıya tecavüz edilmemesini kasdetmektedir. (39) e§-Şeyh sır, (40) Muhammed Abduh, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Hakim 1366/1947, I. 18. Aynı (Tefsiru'l-Menar), Mı­ eser, I. 25., Bkz. Keza, Abduh, Tefsiru Sfireti'l-Fatiha, Mısır 1319. Bu eserin Mukaddimesi '"l'efsire Mukaddime" adı aıltında, Dr. İsmail Cerrahoğlu tarafından dilimize çevirilmi§tir (İlahiyat Fakültesi Dergisi, sene 1956, cild V, sayı I-IV, s. 183-188). Muhammed Abduh'a göre, muhakkak Kur'an-ı Kerim akaid mevzfıunda bir mizandır. Bu bakımdan Kur'an'a, akidenin alındığı bir asıl· gibi bakılmalıdır. Akide oradan alınmalı, re'y oradan istinbat edilmelidir.· Halbuki pek çok müfessirler bu şekilde hareket etmemiş, akldelerine şahit getirmek için Kur'an'ı te'vil etmişlerdir. O, Kur'an'ın, dindeki mezhepler ve fikirler için bir asıl olmasım ister. Yoksa mezhepier asıl, Kur'an da onu te'vil tarikiyle te'yid eden bir tali unsurmuş gibi olmasım istemez. O, tefsir derslerinde hür akla i'timat ettiği için, diğer tefsirlere müracaat etmez, Mushaf'tan okur, Allah'ın kalbine verdiği feyzle ayetleri tefsir ederdi. Onların te'siri altında kalmamak için, dersine başlamadan evvel, tefsir kitaplarına· müracaat etmeyi de adet edinmemişti. İ'rab ve lfıgat yönünden garip bir durumla karşılaşırsa, bu hususta ne denildiğini öğrenmek için bazı tefsirlere bakardı41 • Talebesi, Muhammed Reşit Rıda'nın dediğine göre, Abduh, tefsir dersleri esnasında tefsirlerin en m,u'cizi olan, CeHUeyn tefsirinin ibarelerine dayanır ve okurdu. Bazan onu kabul eder, bazan da tenkid edilecek noktalarını tenkid ederdi 42 • Üstad, tefsirlerden müstağni oluş sebebini şöy­ le izah eder: All3.hu TeaJa kıyamet gününde bizden, insanların sözleri ve anlayışlarından sormaz, ancak bizi hidayet ve irşada sevketmek için indirdiği Kitabından ve nazil olan şeyleri bize açıklayan Peygamber'in Sünnetinden sorar. "Biz sam K:ur'an'ı indli~dıik, ta ki insanlara kendilerİille ne iıı:ııdiT'Üdiğmıi aç:ıkiÇR aruatasın"43 • Size risalet vasıl oldu mu? Size tebliğ edilen şeyi düşündünüz mü? Emr ve nehyolunduğunuz şeyleri taakkfıl ettiniz mi? Kur'an'ın irşadı ile amel ettiniz mi? Peygamber'in hi dayetiyle ihtida ve onun Sünnetine tabi' oldunuz mu? diye sorar. Kur'an'dan ve onun yol göstermesinden yüz çevirmiş olduğumuz halde, bu sualleri beklememiz acaip değil midir? Bu ne gaflet, ne gurur44 • Abduh, Kur'an'ın sahih anlayışını şöyle ifade eder: Anlamaktan maksadım, Kur'an'ın en üstün üslfıplarım kavrayan, öğütleriyle kendini meşgul eden kimse, ·başka herhangi bir şeyle meşgfıl oJamaz. Burada ben düşünme, anlayış, müteessir olmak ve akıl yarmanın dönüm noktası olan saf vicdanla, şuurların inceliğinin tabi' olduğu zevkle beraber olmayan, kitaplardan köreesine alınmış kuru bir teslimiyet anlayışını kasdetmiyorum, denıektedir4 5 • Bazı kimseler; senin bu dediklerin Cemel'e ~Cemel, Celaleyn tefsirinin haşiyelerinden biridir- m,uvafık değildir, dediklerin de, Abduh; ben Gelil manaya delalet eden beliğ kelamı ikrar (41) Tefsiru'l-Menar, I. 14. ( 42) Tefsiru'l-Menar, I. 15 ·(Bkz. I. 320, SüyCtti Müphemata dalmı§ olduğundan, onu tenkid eder). (43) Nahl Süresi, Ayet: 44. (44) Tefsiru'l-Menar, I. 26; İlahiyat Fakültesi Dergisi, sene 1956, s. 187. ( 45) Aynı eser, I. 27; İlahiyat Fakültesi Dergisi, sene 1956, s. 187. 8 ediyorum, yoksa onun deveye veya eşeğe muvafık olmasını kasdetmiyorum46, şeklinde bir nüktesi de vardır. Bütün bu hususlar, onun Kur'an'ı anlayışta ve düşü~cesinde tamamen hür olarak hareket ettiğine ve aklı, bağlı olduğu kayıtlardan sıyırıp onu donukluktan kurtarmak istediğini gösterir. Km'an mübhematıudaki yeri:Abduh, diğer müfessirler gibi, Kur'an'daki mübhemleri açıklamak için İsrailiyyata dayanmamış, belki onların aksine ondan nefret edip kaçınmıştır. Ona göre, Allahu Teala, Kur'an'daki mübhemlerin cüz'iyyat ve. külliyatlarını tetkik etmeyi bize teklif etmemiştir. E:ğer bunu bizden istemiş olsaydı, kitabında bize işaret eder veya Nebi'sinin lisaniyle söylerdi. Oradaki, Mübhemat, nassda ne şekil­ de ise öyledir. Ondan dışarı çıkılmaz. Zaten bundan bir faide de umulmaz ve onun gayrı üzerinde de durulmaz47 • Bu hususa· tefsirinden örnekler verebiliriz. Mesela, İnfitar Süresinin 10 ve 11 inci ayetlerine göre; . ~..... :~rf~, ," \0\ '.', \ / r/ -:9 \ ·:?lı~ u~~ \..,.0 ,. ""\....... \ r / '6/ ,C,'''-{ ' . ~ \ '_ ",. , ':?.?..~: J~ ··- ..... ,..-" /ll/ ~~/ ~," \\ / ... O '-"' .../ "Halbuki siız~n üzerinizde bek- / çiler vaJ"dır, (bunlar) şerefli katiıblerdir." bunlar gaybdandır. Onlara iman etmek vacip olur. Kitab'da, bize iyilik ve kötülüklerimizi yazan muhafızlar olduğu bildiriliyor. Fakat bunların hakikatlarını tetkik etmek, onların neden yaratıldıklarını, hıfz ve kitabetteki işlerini, yaruarında kağıt, kalem, m;ürekkep gibi şeylerin bulunduğunu düşünmek, doğru değildir. Bize onların ilmi teklif edilmiyor. Ancak bize olan teklif, bu haberin doğruluğuna imandır. İşin hakikatını Allah'a havale etmek lazım gelir, demektedir48 • Keza, el-Karia Suresinin 6, 7; 8, 9 uncu ayetlerine göre; "O gün kimin tariılairi a.ğır basarsa, hoşnut olacağı yaşa.yış içindedir. Kimiıı: tartıları hafif gelirse, omm yatağı uçurum olur." Allah'ın arnelleri takdir etmesi, o günde herkese hakkını vermesi ilm yoluyla olur. Bunun yolunu biz bilemeyiz. Biz buna iman etmekle işin hakikatı­ nı Allah'a havale etmiş oluruz. Bu hususta bazı müfessirJe,rin fikirleri çok gariptir. Mizan iki kefeli ve dilli bir terazidir. Kefeleri semavat ve (46) Osman Emin, Muhammed Abduh, Mısır 1944, s. 125. ( 47) Tefsiru'l·Menar, I. 320. (48) Muhammed Abduh, Tefsiru Cüz'·i Amme, Mısır 1329, s. 36. 9 arzın tabakaları kadardır, derler ve sonra da onun rn,ahiyetini Allah'tan başka kimse bilemez., derler. Halbuki, teraziyi iki kefeli ve dilli yaptık­ tan ve kefelerin büyüklüğünü de tayin ettikten sonra, geriye mahiyeti hakkında ne kaldı ki, onu da Allah'a havale ediyorlar. Bu şekildeki sözler, gaybullah hakkında cür'etle konuşmadan başka bir şey değildir. Kitab'da da rnizan lafzından başka onu açıklayacak bir husus da yok- · tur ... O halde ey mü'rnin, sana vacip olan, Allah'ın haber verdiği kadarına inanmaktır, Allah arnelleri ölçer, her arnelin mikdarını temyiz eder. Ama bunu nasıl ölçer ve takdir eder, bunları sorma, o, O'nun gaybın­ dadır, onu Allah bilir, siz bilemezsiniz, der4 9 • İçtiıııai meselelerdeki durumu: Kur'an-ı Kerim'in münasip ayetlerinde yeri geldikçe, içtirn,ai hastalıklara şifa olabilecek hususlara muhakkak temas eder. Okuyucuya bu hastalıkların tehlikelerini bildirir. Ondan kurtulmanın yollarını ve ilacım gösterir. Bunları sadece Müslümanlara değil, bütün insanlığı sevaba, doğru yola çevirmek için, anlatır/ ~ /// dı. Asr Suresinin 3 üncü ayeti olan ,t~t ~ \ \~ \ __';>; ~ deki sabrın, / nefiste bir rneleke olduğu, onunla bazı işlerin kolaylaşacağı, bütün millelterin fertlerinin sabır yönünden zayıf oldukları, pintiııin pintiliğinden, müsrifin israf sebeplerinden bahsedildikten sonra, hayra vesile olacak yola şöyle devam etmektedir: Alimiere vacip olan şey, gerek zaman, gerekse milletierin durumlarındaki ihtilaf halini nazar-ı dikkate alarak, kalkınma yollarını öğretmektir. Bu hususta onlara ilk lüzumlu olan şey, doğru bir tarih, milletierin oluşu, tekamülü ve inhitatını, ahlak ve durumlarını, his ve vicdanlarını öğretmeleridir. Akılla Hak arasındaki tevfik yolunu, dünyevi ve uhrevi menfaatler ve lezzetler arasındaki yaklaşma yollarını, nefisleri kötülüklerden iyiliklere yöneltme çarelerini öğretmek lazım. E:ğer alimler bunları yaparnazlarsa, ammeııin bütün günahı onların üzerinedir. Keza el-İnfitar Suresinin 13 üncü ayeti {: ~~SC('is~ / / de de, birr keıimesiııin manası ve insanın nasıı iyilerden olacağı anlatılır. Bir şahsın gerek kendisi, gerekse kazancın­ dan insanlar için bir menfaat olrnuyorsa, o iyi insanlardan addedilemez. Bazı kimseler, korkudan namaz kılmak, tesbih, tekbir, tahmidatta bulunmak, layık olmayan bir şekilde acaip sesler çıkarmak, rn,a'lılm günlerde oruç tutmakta, diğer taraftan, malılukatm pek çağuna eziyet etmekten içtinab etmemekte, guya kendilerini iyilerden zannetmektedirler. Halbuki onlar asla iyilerden olarnazlar50 • Adiyat Suresinin ilk ayetlerini ( 49) Aynı eser, s. 149. Bu husustaki (50) Tefsiru Cüz'-i Amme, s. 37. 10 diğer örnekler için bkz. s. 59, 79. tefs1r ederken, Enfal Suresinin 61 inci ayetine istinad ederek ve hadislerde de, her Müslüman erkeğin ata binmesi tavsiye edildiğini söyleyerek, atlı müsabakalar tavsiye edilmektedir. ilim tahsili için ata binmenin önemi ve iüzfımu anlatılmaktadır. "Ulema, Peygamberlerin mirasçısıdır." diyenler, işleriyle i'tikadlarımn Kitabdaki şu hakikate uyup uymadığını araştırıyorlar mı? Evvela insaf et ve sonra hükmet51 • Bazan Muhammed Abduh'u, Kur'an ayetlerini yeni ilmin nazariyyeleriyle şerh ve izah ettiğini görürüz. Mesela, İnşikak Suresinin evve,..-;;;/ofo? lindeki ~ ~\çCJ\\.,\ ayetinde, semamil inşikakı, infitarı gi_c/ / bidir. Bunu da terkibinin fesadı, nizarnının bozulması, Allah'ın bu alemi harap etmeyi murad etmesi, yıldızların çarpışması, güneş sisteminin bozulması şeklinde izah eder52 • Abduh'un bu izahı, insan aklına uygun ve Kur'an'ın manasma da yakındır. Fakat onun tefsirde takip ettiği metod gözönüne getirilecek olursa, tafsilata girişmeden, buna olduğu gibi iman edilmesi lazım gelmez miydi? ..- r,.......-9 Keza, yine o, Fil Suresindeki 0, :.---/,.,. .., J.:-:~1 ~ ,.._ı:\~~\; ayetini izah 1 0 r. . v.:-( ederken, bu sfıre bize çiçek veya vebanın ordu fertleri üzerine düşen, kuru taşlardan, Allah'ın rüzgarla beraber gönderdiği kuşlar fırkası ile neş'et ettiğini beyan eder. Bu uçan şeylerin, sinek veya sivrisinek cinsinden olduğuna inanmak da caiz olur. Bunlar öyle uçan şeyler ki, bazı hastalık mikroplarını taşırlar. Bu mikroplar cesede ulaşınca, bir yara vasıtasiyle cisme girerler ve eti düşürürler. Bu küçücük mikroplar ufak olmalarına rağmen, büyük bir orduyu harap etmişler ve Allah'ın kudretini isbat etmişlerdir. O, kuşların nev'i ne olursa olsun, hepsi de Allah'ın ordusudur, demiştir5 a. İşte Abduh'un, müphemat hakkında bize tavsiye ettiği yoldan ayrılarak tafsilat ve cüz'iyyata daldığını görmekteyiz. Onun verdiği mikrop m,anasını tıp ilmi bugün keşfetmişse de, Kur'an'ın nüzfılü esnasında Araplar böyle bir şeyi bilmiyorlardı. O, geniş bir aldi hürriyetle hareket ettiği için, vaz' ettiği kaideleri aşıp parçalamak mecbfıriyetinde kalmıştır. Abduh, Bakare Suresinin 34 üncü ayetine (51) (52) (53) Aynı Aynı Aynı eser, s. 145. eser, s. 49. eser, s. 160. 11 bir ferddir. Kehf Suresinin 50 nci ayetinde ise, İblis'in cinnilerden olduğu bildirilir. Z.aten elimizde melaike ve cinnileri ayıran cevheri bir fasıl yoktur. Ancak aralarında sınıf ihtilafı vardır. Buradan anlaşıh:r ki, cinniler de melaikedendir. Kur'an'da melaikeye, cinne lafzı ıtlak olunmadığını, bütün müfessirler kabul etmişlerdir. Şeytanlar da buraya dahil olur. Bütün bu çeşitli ilimlerle adlandırılan bu müsemmeyat, gayb alemine aittir. Onların hakikatını bilemeyiz, tetkik edemeyiz.. Onlar hakkın­ da nassın ve ma'sum, Peygamber'in dediğinden daha fazla bir şey söyleyemeyiz54. Daha sonra Abduh melaike hakkında şu açıklamayı yapar: Melaike gaybi bir yaratılıştır, hakikatını biz bilemeyiz. Ancak Allah'ın bize bildirdiği kadariyle onları bilir ve onlara iman ederiz. Kur'an-ı Kerim, onların vazifeleri ve işleri olan çeşitli sınıfları olduğunu söyler. İlhamın ve vesvesenin mahalli ruhtur. Onlar da o tabiatta yaratılmış­ lardır ki, insanların ruhuna ittisal ederler. MeliUkenin cismani bir ternsille gösterilmesi sahih olmaz. Müslümana vacip olan, nassın tazammun ettiği miktara iman etmektir. Bazıları, bu görüşte, Abduh'un m,elaikenin varlığını inkar ve onu teakkul edilemeyen bir kuvvet olarak göstermek istediğini ileri sürerek, ona i'tiraz etmişlerdir5 5 . Abduh'un, Felak Suresinin 4 üncü ayetindeki sihir hakkındaki görü.şü de enteresandır. O, esas i'tibariyle sihir olayını inkar etmemekte, Hazret-i Peygamher'i sihirlenmiş olmaktan tebrie etmektedir. Peygamber'in, Lebid h. el-A'sam tarafından sihirlenmiş olduğuna dair haberleri ahad kabUl etmekte, bunun da akaid konusunda delil olamayaca.ğmı söylemektedir. Hazret-i Peygamber'in sihirlenmiş olm,asını, O'nun nü.büvvetine en büyük ta'n olarak kabul eder. O, Lehid'in sihre teşeb­ büs ettiğini, fakat silırini yapamadan, onun fi'li Peygamber'e Allah tarafından bildirilmiş ve sihir aletleri de kuyuda bulunmuştu, der. Z·aten Peygamber'in sihirle arazianmaması lazım gelir. E;ğer arazlamrsa, müş- 1 }c/,?}/-:; .-.):;;;"'o riklerin :.tF~J~Z)~ ~J -- kavlini tasdiketmemiz icabeder. Arap- lar indinde "meshur", aklında karışıklık ve hile olan kimse demektir. Böyle bir durum, vahiy gelen şahsa yakışamaz. Aksi halde ona vahyolunmam,ası lazım gelir. Nübüvvetin mahiyetini düşünmeyen mukallid kimseler O'nun sihirlendiğine inanırlar. Halbuki sihir haberi, Peygamber'in nefsinde bir te'sir meydana geldiğini vacip kılacak mahiyette değildir. Peygamber'in sihirlendiğini kabul edersek, O'nun aklının ve idrakinin de karışmış olduğunu kabul etmek icabeder. Halbuki tevatüren nakledilen ve mutlaka inanılması icabeden Kur'an, Peygamber'den sihri nefyeder, o asla meshfir olamaz., der. Hadisin sahih olduğu farzedilse ( 54) Tefsiru'l-Menar, I. 265. (55) Aynı eser, I. 266-270. 12 bile, ahad olduğundan, akaid babında kullanılamaz. Zira, Peygamber'in sihrin te'sirinden kurtuluşu, O'nun isınetine taalluk ettiğinden, akaidin konusu içine girer56 , · Muhammed Abduh'un nazarında, haberlerin Buhari ve Müslim'in sahilılerinde veya diğer mu'teber hadis m,ecmualarında oluşu bir kıyınet ifade etmemektedir. Ona göre ahad haber, isbat ifade etmekten uzaktır, ancak bir zan ifade eder. Ahad haberlerin değeri hakkındaki ehl-i Sünnet alimlerinin görüşleri de nazar-ı dikkate alınırsa, Allah'ın Kitabı için, en büyük tefsir mahiyetinde olan Sünnete ehemmiyet verilmeme gibi bir durumun ortaya çıktığını görmekteyiz. Netice: Harici te'sirlere lüzum kalmadan, İslam'ın kendi bünyesi içinde doğan, Kur'an-ı Kerim'in tefsiri ilmi, bütün teferruatiyle zamanlarındaki ilm! ve kültürel faaliyetleri aksettiren bir ayna vazifesini görmüştür. Türlü sebeplerle ihtiyaçların artm,ası, Kur'an'ı yeni ihtiyaçlara cevap verecek şekilde tefsir etmeye sürüklemekteydi. Bu bakımdan tefsir ilmi hakkında her şey söylenip bitmiş değildir. Belki, onun hakkın­ da şimdiye kadar söylenenler, ileride söylenecek olanlar yanında bir hiç mesabesinde kalacaktır. (56) Tefsiru Güz'-i Amme, s. 183-185. (Asrımızdaki tefsir hareketleri hakkında daha fazla bilgi için bkz. İ. GoJdziher, Mezahibu't-Tefsiri'l-Islami, Mısır 1374/1955, s. 337-396; bkz. Keza, et-T'efsir ve'l-Müfessiril.n, III. 140-277.) 13