Bildiri, Ankara Üniversitesi’nin kuruluşunun 50. yıldönümü dolayısıyla, DTCF Tiyatro Bölümü tarafından düzenlenen sempozyumda sunulmuştur. (Y. E.) SEMPOZYUM BİLDİRİSİ / YÜCEL ERTEN Değerli konuklar, Ankara Üniversitesi'nin 50. Kuruluş Yıldönümü dolayısıyla düzenlenen bu etkinlikte, benim yapacağım konuşmanın başlığı: "Tiyatro: Total bir sanat!" "Total" sözcüğünün Türkçe'deki karşılıklarına baktığınız zaman "bütün, tam, tamamen, büsbütün, toptan, külliyen, topyekûn" karşılıklarını buluyorsunuz. Biraz daha ilerlerseniz; "serapa", "baştan ayağa", "tepeden tırnağa" gibi deyimlere geliyorsunuz. Ayrıca İngilizcede güneşin ve ayın tam tutulması için "total" sıfatı kullanılıyor. Örneğin Almancada da, "sırılsıklam aşık" demek için "total verliebt", "zilzurna şarhoş" demek için "total blau" diyorsunuz. Şimdi acaba, tiyatro gerçekten böyle "total" bir sanat mıdır? Buna kendimce bir yanıt aramaya çalışacağım. Bu tanım, bir bakıma, içinde şu iddiayı taşıyor: "Tiyatro, diğer bütün sanat dallarını içinde barındıran bir bileşimdir." Evet, gerçekten öyledir. Ya da şöyle diyeyim: Bu doğrudur! Tiyatro, diğer bütün sanat dallarını, bir ölçüde ya da değişik ölçülerde içinde barındırır. Ama tiyatronun "kendi kendine yeten" bir totalitesi, bir bütünlüğü, bir tamlığı yok mudur? Yani tiyatro, "bütünleşmişliğini, doymuşluğunu, olmuşluğunu, kıvamını bulmuşluğunu, -ay ya da güneş gibi- tam tutulmuşluğunu, sırılsıklamlığını, hattâ zilzurnalığını", diğer sanatlarla olan ilişkisine mi borçludur? Onlar olmayınca eksik midir? Bu konuya değinmek istiyorum. Evet, hiç kuşkusuz tiyatroda yazınsal değerler vardır. Edebiyat vardır, şiir vardır. Sözün öncelik taşıdığı, manzum piyeslerin geniş yer tuttuğu; hattâ veznin kural olduğu dönemler az değildir. Tabii ki tiyatroda mimarlık alanından yansımalar da vardır. Oyunun çağını yansıtan dekorlar, hem genel olarak, hem de iç mimarî açısından bir yaşama ortamını ve yaşama biçimini betimler. O açıdan bakarsanız, heykel de vardır, resim de vardır. Sahneler boyunca birbirini izleyen duruşlar, bakışlar, hareketler, mizansenler, ışıklandırma faktörünü de gözönüne aldığımız zaman, başlıbaşına bir plastik düzenlemeler dizisi değil midir? Evet, tiyatroda müzik vardır. Müzikli sahne yapıtları vardır, yerine göre orkestra ve koro vardır. Ya da konuşmalardaki veznin, kural gereği neredeyse müziğe dönüştüğü dönemler olmuştur. 1 Dans? Evet, tiyatroda sık sık dansla da buluşuruz. Bütün bu kardeş sanatlar, tiyatro sanatının yaslandığı, dayandığı, sarmaş dolaş olduğu faktör ya da unsurlardır. Otantik bezemelerde, etnografik, folklorik betimlemelerde, estetik, psikolojik ya da sosyolojik çözümlemelerde hep elele, yüzyüze, dizdizeyizdir. Doğal ki bütün bunların, elden geldiğince bir mantık dizgesi, bir uyum içinde kullanılmasına da özen gösteririz. Zaten bu unsurların, tiyatroda salt yanyana ya da arka arkaya dizilmiş olduğunu düşünmek bir yanılgı olur. Çünkü, sahnede, tiyatronun emrinde buluştukları zaman; bütün bu sanatlar arasında, uyuşum ya da kakışım sorunları ortaya çıkar. Hattâ bu kardeş sanatlardan birinin biraz ölçüsüz biçimde öne çıkması, tiyatroyu örseleyebilir; "ne derece tiyatro olduğu tartışılabilir" bazı türevlere doğru sürükleyebilir. O zaman kısaca dönüp gözden geçirelim. Bu bileşenlerin, tiyatro sanatı içindeki gerçek yeri nedir? Başka bir deyişle, vazgeçilmezlik boyutu nedir? Önce tiyatro metnini alalım, yani işin yazınsal yönünü: Bir tiyatro metni, kitapta dururken; elinize iki kitap alsanız; bunlar birbirinin aynıdır. Ama birini siz, birini de başkası okumaya başladığı zaman; onlar iki ayrı şey olmaya başlar. Artık onlar ikit değildir. İki ayrı şeydir, iki türevdir. Zihninizde canlandırdıklarınızla, düşgücünüzün onlara ekledikleri ya da eksilttikleriyle iki ayrı şey olmaya başlarlar. Şimdi bir de, o birbirinin aynı olan iki oyunu, iki ayrı ortamda sahnelediğimizi düşünelim. Sahneleyişteki her adımla, onlar birbirinden ayrılmaya, uzaklaşmaya, dönüşmeye, biçim değiştirmeye başlarlar. Artık onlarda, farklı perspektifler, değişik netlikler ve bulanıklıklar, başka başka vurgulamalar, birbiriyle örtüşmeyen ideolojik yaklaşımlar, birbirinden uzak estetik kategoriler, türlü türlü lezzetler ya da zevksizlikler bulabilirsiniz. Sözgelimi bir sahneleyişte tek sözcüğüne bile kıyılamazken; bir başka sahneleyişte sözlerin budanarak üçte birine ya da beşte birine indirgendiğine; ve her iki tercihin de ayrı ayrı değerleri olduğuna tanık olabilirsiniz. Sonuç olarak, bir tiyatro metninin her sahneye çıkışı, ayrı ayrı çocuklara gebedir. Bu anlamda, bir tiyatro metni A ise, onun metin olmaktan çıkıp tiyatro olmaya dönüştüğü her girişim, artık A1, A2, A3 ve devamıdır. Sahnede hayat kazanmış olan A1'in ya da A15'in, kâğıt üzerindeki A ile tam anlamıyla özdeş olabilmesi mümkün değildir. Bu tiyatro sanatının tabiatıdır. Buradan yola çıkıp, uç noktaya kadar gittiğimiz zaman; yazılı sanat ürününün, tiyatroda, sanıldığı kadar "absolut", "mutlak" bir değer olmadığını görüyoruz. 2 Ayrıca metne dayalı olmayan tiyatro biçimlerinin de varolduğunu, hattâ varlığını sürdürdüğünü hepiniz biliyorsunuz. Yazar faktörünü ya da tiyatro yazınını dışlamak ya da küçümsemek amacıyla söylemiyorum. Ama gerçek şu ki; kökenine indiğiniz zaman; tiyatronun, yazınsal olana "mutlak" bir bağımlılığı yoktur. Ona yaslanır, ona dayanır, başını omuzuna koyar, koluna girer, ondan akıl alır, onunla tadına doyulmaz saatler geçirmiştir, varlığını onunla sürdürmüş, onunla çoğalmış, onunla büyümüştür; doğru. Ama metin, "olmazsa olmaz" değildir. Yani tiyatronun yazın sanatı ile ilişkisi; zorunlu olmayan, en azından yazınsal değerlerin tümüne uymak zorunda olmayan bir ilişkidir. Ara sonuç: Yazınsal olan, tiyatronun "olmazsa olmaz" bir unsuru değildir. Gelin şimdi biraz da müzik sanatı açısından bakalım. "Vazgeçilmezlik" açısından bir ayıklama yapalım: Tiyatroda, sahnenin etkisini arttırmak, duygusal bir yoğunluk sağlamak için, olur olmaz yerlerde gaipten gelen fon müzikleri çalınması, zaten "radyofonik tiyatro" anlayışının bir kalıntısıdır. Bu örnekte, tiyatro sanatının içinde müziği barındırması gibi bir "ilişki"den sözedilemez. Bu olsa olsa, sahneleyişin yaratamadığı etkiyi oluşturabilmek için bir dilenme biçimidir. Normal sayılabilecek bir ilişki şudur: Oyun kişisi radyoyu açar; ya da pikaba bir plak koyar; oradan müzik gelir. Çocuğun odasından, komşudan gelir, alt kattaki meyhaneden gelir... Ya da oyun kişisinin, bir çalgı çalması, ninni söylemesi, ağıt yakması, şarkı söylemesi gerekiyordur. Ya da efendim, kral geliyor da fanfarlarla karşılanıyor; düğün oluyor, davul-zurna yahut orkestra çalıyordur. Ya da bir süreç, müziğin eşliğiyle yoğunlaştırılmaktadır. Bu dilenme değil; ödünç almadır. Yani bir "ilişki"dir. Ama yine de "olmazsa olmaz" bir ilişki değildir. Bunlara hiç gerek duyulmayan oyunlar vardır ve bu oyunlarda insan, hiç bir eksiklik hissetmeyebilir. Bir de tiyatro için yapılmış müzik var. Ya da müzikli, şarkılı oyun türleri.. Yani öykünün realitesinin gerektirdiği müzik girdileri değil de; öyküye ara vererek, belli bir amaçla sahnede canlı olarak yapılan müzik. Müzikli tiyatro. Evet, doğal ki bu da ödünç almaktan daha ileri bir ilişkidir. Bir alışveriştir. Ama bütün önemine, bütün alımlılığına rağmen, yine "absolut/mutlak" bir değer değildir. Olmayınca kıyamet kopmaz. Diyeceksiniz ki, "En azından dilin, yazarın, konuşmanın bir müzikalitesi vardır. Ve bu bazan, bestelenmiş müzik parçalarından bile önemlidir."... Evet öyledir. Ama o da "vazgeçilmez" değildir. Çünkü sınır noktasından, uç noktasından bakacak olursak; sözsüz ve sessiz tiyatro da var... Şimdi soru şudur: Bütün bunlar hiç olmayınca tiyatro olmuyor mu? Biliyoruz ki oluyor. 3 Şu halde müzik sanatı da, tiyatro için "vazgeçilemez" bir faktör değil. Yerine göre dilenme var, ödünç alma var, alışveriş var, ilişki var, aşk var, hattâ nurtopu gibi çocuklar var; ama yine de "olmazsa olmaz" değil... Dans? İyi oluyor, eğlenceli oluyor, ferahlatıcı, dinlendirici oluyor, alımlı, etkili oluyor. Yerine oturduğu zaman, anlatımın sınırlarını genişletiyor, kanatlandırıyor. Ama oturmadığı zaman da, fevkalâde anlamsız oluyor! Aynı şekilde, burada da bir "mutlakiyet" sözkonusu değil... Sözü çok uzatmamak için, kestirmeden, diğer sanat dallarında da, aynı sonuca varabileceğimizi söylemek istiyorum. Çünkü resim, mimarî, plastik sanatlar için de aynı şey geçerli. Çok iyi biliyoruz ki, tiyatroda çevre ve giysi tasarımı ile ışık tasarımı, uzamı, ve uzam içinde yeralan nesneleri, ayrı ve kendine özgü bir mantıkla kurgulayabiliyor; bunları değiştirebiliyor; yalınlaştırabiliyor; son duruşmada, bunlardan vazgeçebiliyor. Çünkü bunların hiçbiri olmadan, hiçbirine başvurmadan; bütün mimarî ve teknik yardımlardan vazgeçerek; dümdüz ve bomboş bir alanda tiyatro yapabilmek mümkün. Sonuç olarak, mimarî, resim, heykel grafik ve benzeri alanlar da, tiyatronun ilişki içinde olduğu sanatlar. Bazan gürül gürül, bazan zırıl zırıl bir ilişki... Ama bütün bu kardeş sanatlar için, bir kez daha aynı deyimi kullanacak olursak; hiçbiri "olmazsa olmaz" cinsinden değil. Bu söylediklerim, bir başka sanat alanını küçümsemek anlamına gelmesin lütfen. Sanatların buluşmasından doğan opera, müzikal, oratoryo, sahne kantatı gibi formları, dans tiyatrosunu, pantomim tiyatrosunu, kukla tiyatrosunu ve benzerlerini beğenmediğim, küçümsediğim sanılmasın. Her birinde ayrı ayrı lezzetler ve zorlu maceralar saklı olduğunu biliyorum. Kaldı ki, tiyatronun resimle, müzikle, yazınla, mimarlıkla, dansla ilişkilerine eğilmek ve bu ilişkinin hakkını vermek, benim mesleğimin gereklerinden biri. Bir rejisör olarak, yazınsal, görsel, işitsel, düşünsel, duyumsal ve bilimsel bir çok unsurun buluşmasını gerçekleştirmek benim çalışma alanım. Bir bakıma görevim. Tiyatroda rejisörün varlığını ve önemini savunan bir insanım. Şimdi kalkıp da, diğer sanatların tiyatrodan dışlanmasını savunacak değilim. Buradaki amacım, kaba taslak da olsa bir akıl yürütme. Bir köken arayışı. Ayıklayarak, yalınlaştırarak; tiyatroyu asal unsurlarına indirgeme çabası. Evet, şimdi bu küçük parantezi kapatıp konumuza dönelim. Diğer sanatlarla ilişkisi bu denli vazgeçilebilirlik düzeyinde olduğuna göre; "Acaba tiyatro total bir sanat değil mi?"... Hiç kuşkumuz olmasın, tiyatro total bir sanat. 4 Ama öncelikli olarak diğer bütün sanat dallarını içinde barındırdığı, ya da onlara sığındığı, ya da onlarla alışverişte bulunduğu, ya da onlara yaslandığı, ya da onları taçlandırdığı için değil. Öncelikli olarak, gereğinde onlarsız olabildiği için, onlardan vazgeçebildiği için, total bir sanat! Tiyatronun sanat dallarıyla ilişkisinin sonucuna alaşım ya da bileşim de diyebilirsiniz. Bu bileşimlerle bu alaşımlardan istediğiniz kadar yararlanabilirsiniz. Yenilerini de arayabilirsiniz. Bulabilirsiniz de! Ama özüne indiğiniz zaman, tiyatronun varolabilmesi için, bunların hiçbirine "mutlak" bir gereksinme olmadığını görürsünüz. Peki nedir tiyatronun asal gereksinmesi? Tiyatronun tek asal gereksinmesi, yaşamı şu ya da bu biçimde yansılamaya yeltenen bir ya da birkaç insanın, yani oyuncunun; ve onu izlemeye niyetli bir ya da birkaç insanın, yani seyircinin varolması; sonra da bu iki unsurun herhangi bir yerde bir araya gelmesi. Demek ki tiyatro, diğer sanat dallarına bağımlılığı olmayan, bağımsız ve özgün bir sanat. Ve "olmazsa olmaz" bağlamında tek koşulu, oyuncu ile seyircinin varlığı; sonra da bunların yüzyüze gelip bir alışverişe girmeleri. Ama "alışveriş" deyip geçmeyelim. Bu nokta çok önemli. Tiyatro, "kendi kendine yeten, bütün, tam, topyekûn, serapa, baştan ayağa, tepeden tırnağa ve sırılsıklam" bir sanat olma gücünü, işte asıl buradan almaktadır. Çünkü tiyatroda oyuncu ve seyirci, geri dönülemez bir biçimde, o anda, orada, bizatihi, canlı olarak bir alışveriş halindedirler. Tekrarı yoktur. Tiyatroda herkesin, her gece aynı şeyi tekrarlamaya eğitimli olmasına rağmen; var gücüyle her gece aynı düzeyi tutturmaya çabalamasına rağmen; yine de tekrarı yoktur. Hiç bir temsil, bir öncekinin ya da bir sonrakinin tıpatıp aynı değildir. Her temsil, farklı seyircilerle, farklı bir yaşantıdır. O gece, raslantı sonucu orada yanyana gelmiş yüzlerce insan, sahnedekilerle birlikte bir yaşantı kurarlar. Aralarında karşılıklı bir akım gerçekleşir. Birlikte bir yaratmaya girerler. Birkaç saatliğine, birlikte dünyayı ve yaşamı ve tarihi ve toplumu yeniden kurarlar. Düşü ve büyüyü, duyguyu ve düşünceyi, sanrıyı ve gerçeği, dünden bugüne ve bugünden yarına yaşamı, alabildiğine paylaşır ve birlikte yeniden yaratırlar. Ve bunun tıpatıp bir tekrarı yoktur. Metin, dekor, kostüm, müzik, dans, bütün bunlar olmuş ya da olmamış; özünde çok farketmez. Yine de tiyatroda, başka bir zamana, başka bir yere, başka yaşamlara, başka dünyalara, başka duygulara yolculuğa çıkabiliriz... Bir soluk alışın, çevreni aydınlatabildiğine; bir soluk verişin, fırtınalar koparabildiğine; bir bakışın, yüreğimizde 5 titreşimler yaratabildiğine; bir gülüşün, bilincimizin kıvrımlarına ışıltılar saçabildiğine tanık olabiliriz... Seslerin dansettiğine, ellerin şarkı söylediğine, gözlerin çıplak ya da giyinik olduklarına, gözyaşlarının soğuk ya da sıcak olduğuna tanık olabiliriz... İşte bence tiyatro, total bir sanat olabilme gücünü, asıl buradan alır! Evet, tiyatro bileşik bir sanattır. Müzikle, dansla, resim, heykel, mimarlık ve hattâ sinemayla kucaklaşabildiği, sarmaş dolaş olabildiği için... Zaman zaman bu sanatları ergime noktasına getirerek, yepyeni bir magma biçiminde yeniden sunabildiği için... Yerine göre onları yücelttiği, yerine göre onları sömürebildiği için... Hattâ bu yüzden, belki de bazan biraz "totaliter" bir sanattır... Ama tiyatro aynı zamanda total bir sanattır. Özünde, kendinden başka bir şeye gereksinme duymayabileceği için... Bir şeyin yerine, bir başka şeyi koyabildiği için... Bir varsaymaca-varsaydırmaca sanatı olduğu için... Tekrar başa dönebildiği için... Bir cinsi, başka cinse dönüştürebildiği için... Öldürüp sonra diriltebildiği için... "Büyü" yaptığı için... "Cinli" olduğu için... Hiç yoktan dünyalar, cennetler, cehennemler yaratabildiği için... Bir güvercinle Prag kentini, bir merdivenle bir dağı, bir dal parçası ile bir ormanı, bir şapka ile bir kesik başı anlatabildiği için... İnsanoğluna, avuçlarında su taşıdığı için... Başkaldırdığı için... Yaşama yeniden biçim verme dürtüsü ile yapıldığı için... Aklımızı, bilincimizi, sezilerimizi ve duygularımızı bileylediği için... Ve zaman zaman yaşantımıza mıh gibi saplandığı için... Ölümsüz, sonsuz ve "total" bir sanattır. Özetle: Tiyatro, diğer sanatları da bağrında barındırmakla birlikte; "kendi kendine yeten, bütün, tam, tamamen, büsbütün, toptan, külliyen, topyekûn, serapa, baştan ayağa, tepeden tırnağa" bir sanattır. Daha da ileri gidip "Tiyatro zilzurna bir sanattır!" dememek için, sanırım sözlerime burada son vermem gerekiyor. Teşekkür ederim. Yücel Erten 25 Nisan 96 / Ankara 6