T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANABİLİMDALI İTALYAN KRALLIĞI’NIN DOĞU AKDENİZ POLİTİKASI ( 1861–1913) (Yüksek Lisans Tezi) MÜMTAZ ONUR GÜRER Danışmanı: Prof. Dr. Engin BERBER İZMİR - 2007 Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne sunduğum “İtalyan Krallığı’nın Doğu Akdeniz Politikası (1861–1913)” adlı yüksek lisans tezinin tarafımdan bilimsel, ahlak ve normlara uygun bir şekilde hazırlandığını, tezimde yararlandığım kaynakları bibliyografyada ve dipnotlarda gösterdiğimi onurumla doğrularım. Mümtaz Onur GÜRER İÇİNDEKİLER Sayfa No. İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ……………………………………………..………………………………………..I ……………………………………………………………………………………………...III KISALTMALAR ………………………………………………………………………V TABLOLAR LİSTESİ GİRİŞ ……………………………………...…………………………………...VI …………………………………………………………………….……………………..….1 I. BÖLÜM: NAPOLEON BONAPARTE (NAPOLYON BONAPART) DÖNEMİNDE AVRUPA VE VİYANA KONGRESİ (1815) .......................7 A. Napolyon Döneminde İtalya Yarımadası’nın Durumu ………………………………..……..9 B. Viyana Kongesi (1815) Kararları ve Alınan Kararların Sonuçları …………………..10 II. BÖLÜM: İTALYAN BİRLİĞİ’NİN KURULMASIYLA (1815-1870) SONUÇLANAN SÜRECE ÖZLÜ BAKIŞ ...........…………………….13 A. Piemonte - Sardunya Krallığı’nın Yükselişi ………………………………………………14 B. Il Risorgimento (Yeniden Yükseliş) Hareketi ve İtalyan Birliği’nin Kuruluşu ......…….18 III. BÖLÜM: İTALYA KRALLIĞI’NIN DOĞU AKDENİZ POLİTİKASI ...............23 A. Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Bingazi ………….....................................................24 B. İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’ye İlgisinin Siyasi Nedenleri ………………….28 C. İtalya’nın Trabusgarp ve Bingazi’ye İlgisinin Ekonomik Nedenleri D. İtalya’nın İşgal öncesi Trablusgarp'ta Etkinlik Kurma Çabaları ……………..49 ……………….….70 E. Trablusgarp Savaşı Öncesi İtalya ve Büyük Güçler …………………………………..…77 F. Trablusgarp Savaşı ( 1911-1912) ve Doğu Akdeniz’in Savaş Alanı Oluşu …..…...91 G. Barış Arayışları ve Ouchy Antlaşması SONUÇ ……………………………………………..143 …………………………………………………………………………………………….161 I EKLER …………………………………………………………………………………………….163 Ek-1: Krallık Dönemi İtalyan Tarihi Kronolojisi (1861–1913) ………………...163 Ek-2: İtalyan Birliği’nin Kurulmasından Önce İtalya Yarımadası’nda Bulunan Krallıklar …….………………………………………………………………..….177 Ek-3: 1859 Yılı’nda Piemonte – Sardunya Krallığı …………..……………….…….178 Ek-4: Roma ve Venedik’in Dâhil Olmadığı Birleşik İtalya Krallığı’nın Kuruluşu ….………………………………………………………..…………….179 Ek-5: 1866 Yılında İtalya Krallığı ……..…..……...…………………………………......180 Ek-6: 1870 Yılında Venedik ve Roma’nın da Birliğe Katılmasının Ardından İtalyan Birliği’nin Tamamlanması Ek-7: İtalyan Birliği’nin Kurucuları …..…………………………………………………..181 …..…………….………………………………… 182 Ek-8: Avusturya’ya Karşı İtalyan-Fransız Dayanışması ...………...……………...183 Ek-9: Libya Haritası ………………………………………………………...……………….184 Ek-10: Trablusgarp Savaşı’nda Kullanılan İtalyan Uçakları …………….......185 Ek-11: Trablusgarp Savaşı’nda Kullanılan Bombardıman Balonları .….…...186 Ek-12: Bombardıman Balonlarının Saldırı Rotaları ……………………………..188 Ek-13: İtalyan Bombardımanı Sonrası Ölen Sivil Araplar …………………..……...189 Ek-14: Trablusgarp Savaşı’nda İtalyan Birlikleri Ek-15: Türk ve Gönüllü Arap Birlikleri ………..…………………..……...190 …………………………….………...……..193 Ek-16: Trablusgarp’a giden gönüllü Türk Subayları ………………………………....195 Ek-17: Banca Di Roma’nın Trablusgarp’taki Şube Binası ……………………….....197 Ek-18: 1861-1913 Yılları Arasındaki İtalyan Başbakanları …………………...……..198 Ek-19: 1861-1913 Yılları Arasındaki İtalyan Dış İşleri Bakanlşarı ………………...200 Ek-20: İsim Dizini KAYNAKLAR ……………………………………………………………..203 ……………………………………………………………………..…..206 II ÖNSÖZ Yüksek lisans ders aşamasında gördüğüm Avrupa Devletler Sistemi ve Doğu Sorunu Dersi’nde araştırma konusu olarak seçtiğim İtalya’nın Doğu Sorunu’na Bakışı başlıklı konumu araştırırken edindiğim bilgiler ve bu araştırmayı büyük keyif alarak yapmam beni konu hakkında daha derinlemesine bir çalışma yapmaya sevk etti. Bu sebeple birliğini sağlayıp; Avrupa’nın Büyük Güçleri’nin arasına girmesinin ardından Osmanlı Devleti’ni paylaşma yarışında pay kapmaya çalışan İtalyan Krallığı’nın Trablusgarp ve Bingazi Bölgeleri’ni işgaliyle başlayan, Beyrut Şehri’ni bombardımanı, Çanakkale Boğazı’na saldırısı, Ege Denizi’ndeki On iki Ada’yı işgali ve son olarak Anadolu Kıyıları’na saldırısıyla devam eden 1861-1913 yılları arasındaki Doğu Akdeniz Politikası’nı incelemeye karar verdim. Bu amaçla İtalyan Devlet Arşivi’nde konu ile ilgili belgeleri taradım. Ayrıca bu döneme tanıklık etmiş gerek Osmanlı gerekse yabancı diplomat, siyaset adamı, asker ve yazarların anılarından yararlandım. Ayrıca konuyla ilgili yazılmış olan İtalyanca ve diğer Batı Dilleri’ndeki eserlerden inceledim. Bu kaynaklar aracılığıyla Trablusgarp Savaşı’nı ve bu savaş bağlamında İtalyan Krallığı’nın Doğu Akdeniz Politikası’nı konu ile ilgili olarak daha önce yapılmış olan çalışmalardan farklı olarak İtalya’nın bakış açısıyla değerlendirmeye çalıştım. Öncelikle bu çalışmayı gerçekleştirmemde fikirleriyle ufkumu açan, yol göstericiliği ile kaynaklara ulaşmamı, onları derlememi ve doğru bir şekilde aktarmamı kolaylaştıran, sabrı ve anlayışıyla beni motive eden ve çalışmamın başından beri bana her konuda desteğini esirgemeyen hocam Prof. Dr. Engin Berber’e şükranlarımı sunuyorum. İtalya arşiv kaynaklarını araştırırken yaptığı yardımlar için Napoli Devlet Arşivi görevlisi Dr. Laura Mazzarotta’ya; yabancı dillerdeki kaynaklara ulaşmam konusunda bana yol gösteren Bristol Üniversitesi İtalyanca Bölümü Başkanı Dr. Charles Burdett’e teşekkür ediyorum. Ankara’daki üniversite kütüphanelerindeki kaynak taramalarında bana sabırla yardım eden kardeşim Yiğit Anıl Gürer’e, desteğe ihtiyaç duyduğumda her an yanımda III olan aileme teşekkürü bir borç biliyorum. Son olarak tez çalışmam boyunca bana her türlü desteğini esirgemeyen, notlarımı derlemem ve daktilo etmem konusunda bana sabır ve özveriyle yardım eden sevgili nişanlım Sinem Muradaermiş’e binlerce kez teşekkür ediyorum ve bu çalışmayı ona adıyorum. Mümtaz Onur GÜRER Bornova – İzmir, 24 Ekim 2007 IV KISALTMALAR ACS : Archivio Centrale Dello Stato (Devlet Merkez Arşivi) AMAE : Archivio Del Ministro Degli Afferi Esteri (Dış İşleri Bakanlığı Arşivi) Bkz. : Bakınız Çev. : Çeviren s. : Sayfa ss : Sayfa Aralığı (t.y.) : Tarih Yok (y.y.) : Yayınevi Yok; Yayın Yeri Yok ( Kullanıldığı yere göre ) V TABLOLAR LİSTESİ Sayfa No Tablo-1 1910-1913 Arası İtalya’nın Dış Ticaret Değerleri (USD) Tablo-2 Yıllar Bazında İtalyanların Göç Hareketleri ……………………………....56 Tablo-3 1861-1880 Yılları Arasında İtalya’daki Başlıca Sektörlerin Gelişme Oranları (Milyon Liret) Tablo-4 ……………….53 ……………………………………....59 Birliğin Sağlanmasının Ardından Geçen İlk 50 Yıllık Süre İçinde (1862-1912) Genel Bütçe İçinden Yapılan Harcamalar (%) ……....61 Tablo-5 Ülkelerin Nüfuslarına Göre Yaptıkları Savunma Harcamaları (Liret) Tablo-6 …………………………………….….62 Deniz Kuvvetlerine Sahip Devletlerin Donanmalarının Silah Güçleri ……………………………………………………………...63 VI GİRİŞ: İstanbul’un fethinin ardından Akdeniz’deki üstünlüğü de ele geçiren Türkler, Avrupa’da Akdeniz temelli ticareti benimsemiş ve bu yolla zengin olmuş başta İtalyan şehir devletlerinden Venedik ve Ceneviz olmak üzere diğer birçok Avrupalı devletin de önünü kesmişlerdi. Bu durum, bu devletlerin Doğu’nun zenginliklerine ulaşmak için başka yollar aramalarına neden olmuştu. 15. ve 16. yüzyıllarda coğrafya bilgisinin büyük ölçüde gelişmesiyle Christoph Colomb (Kristof Kolomb) (1451-1506), Vasco Da Gama (Vasko Da Gama) (1469-1524), Amerigo Vespucci (Ameriko Vespuçi) (1454-1512) , John Cabot (1450-1498) ve Ferdinand Magellan (Ferdinand Macellan) (1480-1521) gibi denizcilerin önderliğinde uzun süreli ve mesafeli gemi yolculukları yapılmaya başlanmıştı. Doğu’nun gizemli dünyasına ve zenginliklerine ulaşmayı amaçlayan bu seferler sonunda yeni coğrafyalar keşfedilmiş, keşfedilen yeni bölgelerden Avrupa’ya taşınan ham madde, altın ve gümüş gibi madenlerin sayesinde zenginleşen Avrupa’da büyük çaplı ekonomik ve sosyal değişim yaşanmaya başlamıştı. Asya, Afrika ve Latin Amerika’da keşfedilen bölgelerdeki doğal zenginliklerin üzerinde Avrupalı devletlerin hak iddia etmeleri ve bu bölgeleri ilhak yoluyla ele geçirmeleriyle birlikte sömürgecilik (Fr: Colonialisme, İng: Colonialism) adı altında yeni bir siyasi ve ekonomik süreç ortaya çıkmıştı. Bu süreci başlatan fitili ateşleyen Portekiz ve İspanya, 1494 yılında Christoph Colomb’un ilk yolculuğunun ardından yaptıkları Tordesillas Antlaşması’yla hayali bir çizgiyle ikiye böldükleri Hıristiyan olmayan dünyanın batısında kalan her yerin İspanya’ya, doğusunda kalan her yerin ise Portekiz’e ait oluğunu kabul etmişlerdi.1 Bu iki ülkenin başlattığı sömürgecilik akımının ikinci halkasını Fransa ve Hollanda oluşturmuş, üçüncü aşamasında ise İngiltere’nin üstünlüğü görülmüş ve doğudan batıya kadar geniş bir coğrafyada sömürgelere sahip olan İngiltere Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk olarak anılmaya başlamıştı. 1 Philip E. Steinberg, Lines of Division, Lines of Connection: Stewardship in the World Ocean, New York: Geographical Review, Vol. 89, No.2, Oceans Connections, Nisan 1999, s. 256. 1 Sonraları, Rusya ve siyasal birliklerini tamamlayan İtalya ve Almanya da sömürge arayışına girmiş ve gözlerini henüz hiçbir devlet tarafından sömürgeleştirilmemiş olan Osmanlı Devleti’ne dikmişlerdi. Bunu sonucu olarak temeli Avrupalı eski Büyük Güçler ile yenileri arasında Avrupa’nın Hasta Adamı olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti’ni paylaşmaya dayanan; Eastern Question (Doğu Sorunu) tabiri ortaya çıkmış ve bu soruna çözüm arayışları -ki çözüm Osmanlı Devleti’ni tarafların ortak çıkarlarına uygun olarak paylaşmaktı- Kırım Savaşı’ndan itibaren üç tarafa ayırabileceğmiz Büyük Güçler arasında temel tartışma konusu olmuştu. Bu üç taraftan ilki Sıcak Denizlere İnme Politikası’nı, ömrü Baltık Denizi’nden Büyük Okyanus’a kadar sağlam temeller üzerinde genişlettiği ülkesinin sınırlarını sıcak güney denizlerine indirmeye yetmeyen; ancak bu tutkusunu Rus Çarlğı’nın bir dünya gücü olabilmesi için ana hedef olarak tayin eden Çar I. Petro (1682-1725)’dan beri temel ilke olarak benimsemiş Rusya; İkincisi gerek Afrika ve Asya’daki sömürgelerine giden yolu güvenlik altına almak isteyen, gerekse Osmanlı Devleti gibi büyük ve her açıdan verimli bir bölgenin paylaşımından aslan payını kaparak; hızla gelişen Rusya’nın Osmanlı toprakları üzerindeki hâkimiyetiyle kendilerine tehdit oluşturmasından çekinen İngiltere ve Fransa; Üçüncüsü ise siyasal birliklerini kurduktan sonra geç başladıkları sömürgecilik yarışının sonlarında diğer güçlere yetişmeye ve henüz Büyük Güçler tarafından sömürgeleştirilmemiş Osmanlı topraklarından aslan payını kapmak isteyen Almanya ve İtalya idi. Büyük Güçlerden her birinin Osmanlı Devleti’nde kendi özel çıkarları vardı; fakat güçlerin çıkarlarının çatışmadığı durumlarda önemli sürtüşmeler olmamıştı. Doğrudan Büyük Güçler’in eylemlerinin veya dolaylı bir şekilde Balkanlar’daki milli grupların, Osmanlı hükümetinin ya da Osmanlı Devleti’ne tabi yöneticilerin eylemlerinin sonucu olarak, bu çıkarlara ve çıkar alanlarına tecavüz edildiğinde Doğu Sorunu krizleri derinleşmişti.Osmanlı Devleti birçok baskıya karşı zayıf durumda oluşu da bu krizlerin etkisini güçlendirmişti. Yüzyılın başında, kendi sınırları içindeki milliyetçi bağımsızlık hareketlerine ve Avrupa’nın emperyal hırsına karşı kendi içinde bir savaş yürüten Osmanlı Devleti’nin bir tek kozu vardı. Bu koz, Büyük Güçler’in, Osmanlı Devleti’nin siyasal bir 2 yapı olarak hayatta kalmasına yönelik genel arzularıydı; zira Osmanlı Devleti’nin toptan dağılması Avrupa devletleri için kötü bir seçenekti. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin hayatta kalmasının maliyeti de az değildi. Osmanlı Devleti’nin dağılmasını engelleyemeyeceklerini anlayan ve dağılmayı engellemenin maliyetinin her geçen gün arttığının farkına varan İngiltere ve Rusya’nın monarkları Kral VII. Edward ile Çar II. Nikola’nın Haziran 1908’de Reval’de buluşması, Doğu Sorunu’nun iki büyük tarafının aralarındaki ayrılıları unutup Osmanlı Devleti’nin parçalanması konusunda antlaşmaya varabileceklerini Osmanlıların aklına getirmişti. Özellikle 1878’deki Berlin Kongresi’nden sonra, parçalanma korkusu Osmanlıların aklından hiç çıkmamıştı. Berlin Kongresi’nde Büyük Güçler, Kırım Savaşı’nın ardından 1856’da toplanan Paris Konferansı’nda kabul ettikleri Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü koruma ve iç işlerine karışmama ilkelerini terk etmişlerdi.2 Avrupa’nın iki büyük gücünün bu tutumu Avrupalı diğer güçleri de harekete geçirmişti. Bu devletlerden biri de birliğini ancak 1860 yılında sağlayabilmiş olan İtalya idi. 3 İtalya, sömürge yarışına Avrupa’nın diğer Büyük Güçleri’ne nazaran çok geç başlamıştı. Fransa’nın Tunus’u işgali, İtalya’nın bu bölgedeki umutlarını kırınca, İtalya sömürgecilik yarışında Fransa’nın bayrağı ele geçirip Akdeniz’i Fransız Gölü haline çevirmesinden korktuğu için4 kendine sömürge alanı olarak Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’da kalan son toprak parçası durumundaki Trablusgarp ve çevresini seçmişti. Trablusgarp’ta uzun vadeli ve kalıcı ticari çıkarlarını bahane eden İtalya, diplomatik manevralar yoluyla bu bölgeyi işgal etmesi konusunda Büyük Güçler’in de desteğini almıştı. Eylül 1911’de İtalya, Türklerin Arap kabilelerini silahlandırarak İtalya’ya karşı düşmanca saldırılarda bulunduklarını bahane ederek bir kriz başlatmıştı. Osmanlı Devleti, İtalya’nın Trablusgarp’taki çıkarlarını korumak için bölgeyi işgal etmek istediğini belirten ültimatomu reddedince, İtalya Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilan etmişti. Denizden 2 Marian Kent, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, (Çev: Ahmet Fethi), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları,1999, s.1. 3 Matthew Smith Anderson, The Eastern Question 1774-1923, Londra: Macmillan,1966, s.143. 3 yapılan bombardımanın ardından İtalyan birlikleri, Trablusgarp’a çıkmış ve bölgeyi işgal etmişlerdi. Zayıf bir mukavemetle karşılaşan İtalyan birlikleri Trablusgarp’ın ardından sırasıyla Tobruk, Hums, Derne ve Bingazi5’yi de ele geçirmişlerdi. İşgali izleyen aylarda İtalyan kuvvetleri’nin kıyı şeridindeki sayıları, 35.000’e ulaşmıştı.6 Ancak İtalya’ya karşı cihat ilan eden Osmanlı Devleti, Enver Bey ve Mustafa Kemal önderliğinde örgütlediği Arap kabileleri ve 5.000 kişilik düzenli birlikleri yardımıyla, İtalyan kuvvetleri’nin iç bölgelere ilerlemelerini engellemişlerdi. Gösterilen mukavemet karşısında da İtalyan birlikleri kıyı şeridinden iç kısımlara doğru sadece birkaç kilometre ilerleyebilmişlerdi. Trablusgarp’ta bunlar yaşanırken patlak veren Balkan Savaşı Osmanlı Devleti’ni İtalya ile Ouchy (Uşi) Barış Antlaşması’nı imzalamak zorunda bırakmıştı. Bu Antlaşmayla birlikte Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Bingazi’nin bağımsızlığını tanıdığını ilan ederken; İtalya da aynı anda bölgeyi işgal ettiğini belirtmişti. Ancak İslam Dini’nin bölgede yaşayan Müslüman Berberiler ve Araplar üzerindeki birleştirici rolü burada yaşayan halkların İtalya’ya karşı Osmanlı Devleti zamanında ilan edilen cihadı sürdürmelerine neden olmuştu. Neticede Türklerle İtalyanlar arasında imzalanan antlaşma bölgede barışı sağlamaktan çok Trablusgarp’ta 20 yıl sürecek sömürge savaşının başlatmıştı.7 Tezimizin amacı kendine sömürge alanı olarak belirlediği Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki son toprak parçası olan Trablusgarp ve çevresini ele geçirmekle başlayıp ardından da etki alanını Osmanlı’nın Akdeniz kıyılarına doğru genişletmeyi amaçlayan İtalya’nın Doğu Akdeniz Politikası’nı incelemektir. Zira Büyük Güçlerin en zayıfı durumunda olmasına karşı İtalya’nın Trablusgarp ve çevresinin işgal edilmesi temelinde izlediği Doğu Akdeniz Politikası parçalanmanın eşiğinde olan Osmanlı Devleti’ne beklide son darbeyi indirecek olan Balkan Savaşları ile başlayan ve Birinci Dünya Savaşına kadar uzanan sürecinde tetikleyicisi olmuştur. Zira İtalya ile Osmanlı 4 Ernest N. Benett, With The Turks in Tripoli, Londra: Methuen & Co. Ltd, 1912, s.2. Bölgenin antik çağlardaki ismi Sirenika idi. Bu sebeple bölge bu adla da bilinir. 6 Lisa Anderson, The State and Social Transformation in Tunusia and Libya 1930-1980, Princeton: Princeton University Press, 1987, s.130. 7 Edward E. Evans, The Sanusi of Cyrenica, Oxford: Clarendon Pres, 1949, s.114. 5 4 Devleti arasındaki savaştan yararlanan Balkan Devletleri İtalya’nın da desteğiyle Osmanlı Devleti’ne karşı birleşip ona savaş açmışlardır. Bunu yanında İtalya’nın Osmanlı Devletini barışa zorlamak için savaşı Doğu Akdeniz’e doğru yayması ve Ege Denizi’nde bulunan Oniki Adayı işgali ise günümüzde de devam eden Türkiye ile Yunanistan arasındaki adalar sorununun temelini hazırlamıştır. Büyük Güçlerin en zayıfı olmasına rağmen özellikle Osmanlı toprakları üzerinde izledi sömürge politikası ile çok hassas temeller üzerinde yükselen Avrupa siyasi dengesini bozan bir aktör olan İtalya’nın Doğu Akdeniz Politikası ile ilgili araştırmalarımız sırasında kaynaklara ulaşma konusunda yaşadığımız bazı sıkıntılar oldu. Bunların başında da kütüphanelerimizde konu ile ilgili mevcut kaynakların oldukça sınırlı olması geliyordu. Bu sebepten çalışmamızda daha çok yabancı kaynaklardan yararlanma yoluna gittik. Özellikle İtalyan Başbakanları Francesco Crispi ve Giovanni Giolitti’nin anıları dönemi siyasi atmosferini anlama konusunda bize yardımcı oldu. Ayrıca Trablusgarp Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin Viyana Büyükelçisi olan Alexander Mavroyeni’nin kitap haline getirdiği resmi yazışmaları da Trablusgarp Savaşı’nın yanında savaş boyunca verilen diplomatik mücadeleyi takip etmemiz konusunda bize yol gösterdi. Ayrıca İtalyan arşivleri ve İtalyanca yazılmış eserlerde kaynak konusundaki sıkıntılarımızı giderdi. Anlatım planı açısından üç bölüme ayırdığımız çalışmamızın ilk bölümünde İtalya’nın birliğini sağlanması için dönüm noktası niteliğinde olan Napoléon (Napolyon) Savaşları’nı ve sonrasında gerçekleşen Viyana Kongresi ve kongrede alınan kararların İtalyan devletlerine etkisine bakılacaktır. İkinci bölümde Risorgimento (Yeniden Yükselik) Hareketi çevresinde ve PiemonteSardunya Krallığı’nın öncülüğünde gerçekleşen İtalyan Birliği’nin kurulması sürecinin üzerinde durulacaktır. Üçüncü ve son bölümde ise İtalya Krallığı’nın Doğu Akdeniz Politikası çerçevesinde gelişen Trablusgarp Savaşı ve İtalya’nın Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için Çanakkale Boğazı’na, Ege Adaları’na ve Beyrut’ta yaptığı saldırılar ile Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine Trablusgarp’taki savaşı sonlandırmak için taraflar arasında imzalanan Ouchy (Uşi) Barış Antlaşması’na giden süreç ele alınacaktır. 5 Bu bağlamda çalışmamız birliğini sağlamasının ardından geç kaldığı sömürge yarışında diğer devlerlere yetişmek isteyen İtalya’nın başta Trablusgarp olmak üzere Osmanlı Devleti’nin Doğu Akdeniz kıyılarına yönelik olarak izlediği politikaları ve tarihimizin bir parçası olan Trablusgarp Savaşı ile İtalya’nın bu savaşı başlatma nedenleri hakkında yapılacak olan araştırmalara herhangi bir katkı sağlayabilecek olur ise amacına ulaşmış olacaktır. 6 I. NAPOLEON BONAPARTE (NAPOLYON BONAPART) DÖNEMİNDE AVRUPA VE VİYANA KONGRESİ (1815) 14 Temmuz 1789 tarihinde Fransa’da Kralın Ulusal Meclis’i ortadan kaldırmaya hazırlandığı yönündeki söylentiler kalabalık bir halk kitlesinin baskı ve işkencenin sembolü haline gelen Bastille zindanlarına saldırmasına yol açmıştı. Paris’te başlayan bu ayaklanma zamanla banliyölere oradan da kırsal kesime yayılmış ve daha sonra bütün Avrupa’da bir bomba etkisi yaratacak olan, Konvansiyon Meclisi’nin 21 Eylül 1792’de Fransa’nın bir Cumhuriyet olduğunu ilan etmesinin ardından Kral XVI. Louis (Lui) (1754-1793)’nin Dr. Guilloitine’in (Giyotin) insan başı kesen makinesinin yardımıyla 21 Ocak 1793’te vatana ihanet suçundan idam edilmesiyle son bulan kitlesel hareketin fitilini ateşlemişti. Bunu takip eden zaman içinde Fransa’nın devrim orduları, Belçika ve Batı Almanya topraklarında, devrimci ilkeleri yayarak, hızla Ren’e kadar ilerlemişlerdi. Bu yolla Fransız Devrimi’nin ilkeleri Avrupa’nın diğer devletlerine de yayılmaya başlamış ve Avrupa’nın mevcut siyasi haritasında değişime yol açacak hareketler ortaya çıkmıştı. Fransız birlikleri ülke dışında ilerlerken, ülke içinde ise birbirine düşman siyasal klikler arasında çatışmalar yaşanmaya başlamıştı. Bunun üzerine Konvansiyon 1795’te Fransa için yeni bir anayasa hazırlamış ve bu anayasayla doğan Direktuvar Hükümeti, ülkeyi dört yıl yönetmişti. 1799’da yapılan hükümet darbesi, genç ve başarılı bir general olan Napoléon Bonaparte (1769-1821)’ı iktidara getirmişti. Kral yanlılarının İngiliz desteğiyle kendisine karşı hazırladığı bir komplonun açığa çıkarılmasını fırsat bilen Napoléon, kralcıların buna benzer girişimlerini önleme gerekçesiyle Mayıs 1804’te kendini imparator ilan ettirmiş ve Papa’nın da katıldığı bir törenle taç giymişti. 8 Fransa’da devrimin patlak vermesi başta Kuzey Amerika’daki kolonilerini 1776 yılında yayımlanan Bağımsızlık Bildirgesi’yle kaybeden İngiltere olmak üzere Avrupa monarşilerinde tedirginlik yaratmıştı. Buna ek olarak Kurucu Meclis’in her halkın kendi kaderini belirleme hakkına sahip olduğunu ilan etmesi üzerine krallıkların devrime karşı 8 William McNeil, Dünya Tarihi, (Çev: Alâeddin Şenel), 9. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, Mart 2005, ss. 661-662. 7 olan kaygıları da artmıştı. Napoléon’un 1804 yılında kendisini kral seçtirmesine rağmen Avrupa monarşileri Napoléon’u hâla Fransız Devrimi’nin temsilcisi olarak görüyorlardı. Bu nedenle, İngiltere çok geçmeden Avusturya, Rusya, İsveç ve Napoli’nin yer aldığı bir koalisyon oluşturmayı başarmıştı. Ancak Napoléon koalisyon ordularıyla girdiği çarpışmalarda büyük başarılar elde etmişti. Her ne kadar İspanyol donanmasının da yardımıyla denizlerde üstünlüğü ele geçirip doğrudan İngiltere’ye saldırma planları Trafalgar Deniz Savaşı (Ekim 1805)’nda uğranan ağır yenilgiyle son bulsa da; büyük ordunun göstermiş olduğu hatırı sayılır başarılar sonucu Avusturya’yı dize getirip, Temmuz 1806’da Alman prensliklerini Fransız korumasındaki Ren Konfederasyonu’nda birleştirmişti. Ayrıca Fransız birlikleri Prusya ve Rusya’yı da çarpışmalarda ağır yenilgilere uğratmıştı. 1810 yılına gelindiğinde Kara Avrupası’nda hegemonyayı ele geçiren Napoléon gücünün doruğuna ulaşmış bulunuyordu. Ancak Napoléon’un Avrupa’da çizdiği yeni siyasi harita, Fransız Devrimi’nin taşıdığı düşüncelerin ve Fransız boyunduruğuna karşı gelişen direnişlerin etkisiyle hemen her yerde milliyetçiliğin yükselmesine zemin hazırlamıştı. 1812 yazında Rusya’ya karşı başlattığı seferden Moskova’ya kadar ulaşmasına karşın, amansız kış koşullarından dolayı tam bir bozgun içinde geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu ağır yenilgi Avrupa halklarının cephelerini yönünü Fransa’ya çevirmelerinde önemli bir dönüm noktası olmuştu. Koalisyon güçleriyle birleşen ve özgürlükleri için ayağa kalkan halkların da yardımıyla Napoléon yenilgiye uğratılmıştı ve hızlı bir çöküşün ardından 6 Nisanda imparatorluktan çekilmeyi kabul ederek Elbe Adası’na sürgüne gönderilmişti. Aslında Napoléon Fransız Devrimi’nin ilkelerinin gerçek mirasçısıydı. Evlilikten, mirasa ve sınıf ayrımının ortadan kaldırılmasına kadar birçok konuda kanunlar çıkartmıştı. Bu kanunlar devrim ordularının zaferi üzerine Fransa’nın etkisi altına giren öteki ülkelerin hukuk reformu girişimleri için de uygun bir örnek olmuştu.9 9 McNeill, s. 662. 8 A. Napoléon Döneminde İtalya Yarımadası’nın Durumu Napoléon Savaşları öncesi dönemde İtalya Yarımadası’nda farklı şehir devletlerinin oluşturduğu birlikten uzak bir yapı hâkimdi. Ayrıca, Almanya’da olduğu gibi İtalya’da da Avusturya’nın mutlak bir hâkimiyeti söz konusuydu. Avusturya’nın bölgedeki üstünlüğü Napoléon’un Avusturya’ya karşı kazandığı büyük zaferin ardından İtalya Yarımadası’na girmesiyle ile Fransa’ya geçmişti. 16 Mayıs 1796'daki Paris Barış Antlaşması ile de bugünkü İtalya'nın Piemonte Bölgesi’ni de içine alan Savoie Krallığı ile komşu olmuştu. Venedik Cumhuriyeti’ni de eline geçiren Napoléon, daha sonra bu bölgeyi Milano Düklüğü karşılığında Avusturya’ya vermişti. Napoléon'un İtalya'ya girmesi ile Fransız Devrimi’nin etkileri tüm yarımadada kendisini hissettirmişti. Fakat Napoléon'un Mısır Seferi (1798-1799)’ni fırsat bilen Avrupa devletleri, İngiltere ve Rus ile birlikte ittifak kurarak İtalya’daki Fransız ordusunu geri çekilmek zorunda bırakmışlardı. . Ancak 1804 yılında Napolèon, Fransa’da krallığını ilan etmesinin ardından İtalya’yı yeniden işgal etmiş ve 1805 yılında da İtalya Kralı unvanını almıştı. Napolèon’un İtalya Kralı olmasının ardından Papa'nın kontrolü altındaki bölgeler yeniden oluşturulmuş; Büyük Toscana Düklüğü, Etruria Krallığına dönüştürülürken; Lucca, Massa, Piombino ve Carrara Düklükleri, Napoléon'un kız kardeşi Eloise'nin, Napoli Krallığı ise erkek kardeşi Joseph'in himayesine verilmişti. Yalnızca Sardunya ve Sicilya Adaları, Savoie ve Bourbonlar’a bırakılmıştı. Ancak Napoléon'un Ruslara karşı yapmış olduğu 1813 Liepzig ve 1815 Waterloo Savaşları’nı kaybetmesiyle İtalya tekrar Avusturya’nın kontrolü altına girmişti.10 10 Christopher Duggan, A Concise History of Italy, Cambridge: Cambridge University Press, 1994, ss. 3540. 9 B. Viyana Kongesi (1815) Kararları ve Alınan Kararların Sonuçları Napoléon Savaşları yüzünden Avrupa'nın bozulan siyasal durumunu düzenlemek ve Avrupa'nın gelecekte alacağı durumu belirlemek amacıyla tüm Avrupa devletleri Napoléon Savaşları’ndan en çok zarara uğrayan ülke olan Avusturya’nın önderliğinde Viyana'da büyük bir kongre toplamışlardı. Kongreyi dört büyük devlet, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya yönetmişlerdi. Avusturya Şansölyesi Prens Clemens von Metternich (Meternih)’in (1773-1859) başkanlık ettiği kongreye Osmanlı Devleti katılmamıştı. Kongreye önderlik eden Büyük Güçler’den her biri Avrupa’nın siyasi haritasını kendi çıkarlarına uygun olarak tekrar çizmek istiyordu. Özellikle birçok konuda Avusturya ile Rusya’nın çıkarları çatışıyordu. Rusya I. Petro zamanından beri Avrupa’nın bütün sorunlarına ortak olmayı benimseyen bir politika izlemişti. Bu sebepten Rus Çarları ve Çariçeleri Avrupa devletlerinin içinde bulundukları savaşlara ya da antlaşmazlıklara bir şekilde taraf olma çabası gösteriyorlardı. Ancak, konferansın baş mimarı Metternich, Rus Çarı I. Alexander (Aleksandır)’ın (1777-1825) Avrupa’ya Napoléon’un yaptığından daha kökten bir biçimde yeni düzen verme düşüncesinden ve Avusturya içinde yaşayan Slavlara etki edebileceğinden çekiniyordu. Bu yüzden savaşın yenik tarafı Fransa’yı asi Rusya’nın karşısına bir güç olarak bırakmıştı.11 İki büyük güç arasında bu çekişmeler yaşanırken Prusya da kendi önderliğinde bir Alman birliği kurulması için çabalıyordu. İngiltere ise Napoléon Savaşları’nın getirdiği devrimci ruhu kendi toprakları içinde nasıl sindirebileceğini araştırıyordu. Bütün bu tartışmalar ve çekişmeler içinde tamamlanan konreden Avrupa’nın siyasi haritasını yeniden çizen şu kararlar çıkmıştı: 11 - Fransa'nın ele geçirmiş olduğu yerlerin hepsi elinden alınmayacak. - Belçika ve Hollanda birleştirilecek ve Nederland Devleti kurulacak. - Germen Konfederasyonu oluşturulacak. - İsveç ve Norveç Krallıkları birleştirilecek ve İsveç-Norveç Krallığı kurulacak. McNeill, s. 664. 10 - İsviçre; 22 kantondan meydana gelen bağımsız ve sürekli tarafsız bir devlet haline gelecek. - Avusturya, Doğu Galiçya'yı, Lombardiya ve Venedik'i alacak. - Napoléon'un hükümetlerine son verdiği hükümdarlar ve krallar tekrar ülkelerine ve tahtlarına sahip olacaklar. - Fransa, devrimden önceki sınırlarına çekilecek. - Varşova Büyük Dükalığı ile Finlandiya, Rusya'ya verilecek.12 Görüldüğü üzere kongrede İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya’nın kendi çıkarlarına göre ve bu çıkarların uyuşması oranında yeni bir düzen kurmaya yönelik kararlar alınmıştı. Kongrede Fransız Devrimi’nin Avrupa'ya yaydığı insan ve vatandaşlık haklarından hiçbirisi, yani hürriyet, milliyet ve eşitlik prensipleri göz önünde tutulmayıp, sırf siyasal emel ve istekler üzerine kararlar verilmişti. Oysa Fransız Devrimi’nin ruhu Napoléon’a karşı savaşan koalisyon güçlerinin halklarını da büyük ölçüde etkilemişti. Bundan dolayı Viyana Kongresi kararları Avrupa’da düzenin tekrar sağlanması konusunda yeterince başarılı olamamış ve kongreye katılan devletler alınan kararları yürütebilmek, Avrupa düzenini korumak, krallık rejimine karşı yapılacak devrim hareketlerini bastırmak ve Avrupa'yı mutlak krallık rejimiyle yönetmek için aralarında yaptıkları bazı antlaşmalar sonucunda Avrupa’da Restorasyon Devri denen dönem başlamıştı. Bu dönemde Büyük Güçler, Viyana Kongresi kararlarını yürütmek amacıyla, iki ayrı bağlaşma kurmuşlardı. Bunlardan ilki, sürgünde bulunan Napoléon'un Fransa'da tekrar iktidara gelmesiyle Avrupa'nın üç büyük devleti Rusya, Avusturya ve Prusya’nın bir araya gelip oluşturduğu Kutsal İttifak adındaki örgütlenmeydi. Esas amacı Fransız Devrimi'ne karşı bir tepki olarak mutlakıyetçiliği güçlendirmek olan bu örgütlenmeye Fransa da sonradan katılmıştı. Kutsal İttifak’ın yetersizliği üzerine Metternich'in önderliğinde İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında Dörtlü İttifak adında; devrimci düşüncelerin yayılmasını silah gücüyle engellemeyi ve her türlü özgürlük hareketini bastırmayı amaçlayan yeni bir örgütlenmeye gidilmişti. Fakat Metternich Sistemi olarak ta adlandırılan bu örgütlenme 12 Anderson M.S., ss. 112-117. 11 özgürlük düşüncesini geniş ölçüde benimsemiş bulunan Avrupa toplumlarında otoriteye karşı bir tepki meydana getirmişti. Mutlakıyet yönetimlerine karşı güçlenen liberal tepki Avrupa'yı sarsmış, mutlakıyetçi devletlerin karşısına bütün bir Avrupa halkı çıkmıştı.13 Bunun yanında Viyana Kongresi sonunda alınan kararları uygulamaya geçirmek için yapılan çalışmalar, Almanya’yı tek bir devlet olarak birleştiremediği gibi; siyasal bakımdan bölünmüş İtalya’yı, bir kez daha Avusturya’nın ve Papalık’ın etkisine bırakmıştı. Oysa Napoléon Döneminde birçok farklı şehir devleti çeşitli cumhuriyetlerin çatısı altında birleşmiş ayrıca Napoléon’un 1805’te kendini İtalya Kralı ilan etmesiyle bütün Orta ve Kuzey İtalya’da Fransız egemenliğinin kurulmasının yanı sıra bu süre içinde feodal kalıntıların çoğu ortadan kaldırılmış; hukuk, eğitim ve ulaşım alanlarındaki atılımlarla hızlı bir toplumsal gelişme sağlanmış ve Papalık’ın bölgedeki siyasal etkinliği de geçmişe nazaran azalmıştı.14 Ancak, Napoléon Dönemi boyunca gelişen milliyetçilik fikirlerinin yanında İtalya’daki liberal ve özgürlükçü hareketler de Avusturya’nın bölgedeki hâkimiyeti sürecince artış göstermişti. 1830 yılında Bologna, Modena ve Parma kentlerinde başlayan ayaklanmalar, askeri bir eşgüdüm sağlayamadığından Avusturya birliklerince kısa sürede bastırılmıştı. Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen her geçen gün liberal fikir akımlarının da etkisiyle gücünü arttıran muhalefetin yanında özellikle İtalya’nın kuzeyi belirgin bir ekonomik gelişme süreci içine girmişti. Cenova ve Milano Avrupa’nın önde gelen finans merkezleri arasına girerken, Piemonte ve Lombardiya’da sanayi hızla gelişmiş, Toscana canlı bir ticaret merkezi haline gelmişti.15 Bu ekonomik canlanmanın etkisiyle liberal çevrelerin Avusturya yönetimi üzerindeki baskıları da artmıştı. Avusturya hegemonyasından kurtularak İtalya’nın birliğini sağlama düşüncesi geniş bir destek bulmaya başlamıştı. Bu gelişmelerden rahatsızlık duyan Avusturya’nın İtalya’ya müdahale yolunu seçmesi ise Avusturya’ya olan tepkinin daha da artmasına yol açmıştı. Bunu üzerine Piemonte-Sardunya Krallığı Avusturya’ya karşı savaş ilan etmişti. Avusturya’yı İtalya topraklarından çıkarmayı planlayan bu harekete; Sicilya Krallığı’nın da kurduğu orduyla 13 McNeill, s. 664. Antonio Gramsci, Il Risorgimento, Torino: Einaudi, 1974, s. 127. 15 Luigi Preti, La Storia D’Italia, London: Secker & Warburg, 1968, s. 80. 14 12 destek vermesiyle gücünü arttıran birlikler Parma ile Modena’yı ele geçirmişti. Bunu takiben Toscana ve ardından da Roma’da demokratik yönetimler kurulmuştu. Fakat bu yönetimler aralarında ortak bir birlik kurmayı başaramadan Avusturya’nın saldırılarıyla karşılaşan cumhuriyetler bu saldırılarına dayanamayıp sırayla yıkılmışlardı. Ama İtalya’yı birleştirmeyi amaçlayan hareketlerin Fransız yönetiminin altında ulaşılabilir bir hedef olarak güç kazanması, İtalya toplumunda silinmez bir iz bırakmıştı. Böylece daha sonra kurulacak olan İtalyan Birliği’nin temelleri de güçlenmişti. II. İTALYAN BİRLİĞİ’NİN KURULMASIYLA (1815-1870) SONUÇLANAN SÜRECE ÖZLÜ BAKIŞ Tek dil, tek din, tek mezhep ve tek bir etnik yapıya sahip İtalyan halkının; Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra tekrar tek bir devletin çatısı altında toplanması 19. yüzyıl’ın ikinci yarısına rastlamıştı. Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte Orta Çağ’ın feodal yapısı içinde yarımadada irili ufaklı birçok devlet kurulmuştu. Kuzey İtalya’da Fransız etkisi altında Savoie Hanedanı’nın yönettiği Piemonte ve Cenova Devletleri vardı. Onların komşuları olan Venedik her ne kadar bağımsız bir politika takip edebiliyor gibi görünse de kuzeyindeki Avusturya ve güneyindeki Papalık Devleti’nin baskısı altındaydı. Bunlara ek olarak bir de Akdeniz’deki Venedik topraklarını teker teker ele geçiren ve Balkanlar üzerinden Venedik’e dayanan Osmanlı Devleti’ni de eklemek gerekir. Papalık Devleti’nin egemenliği altındaki Orta İtalya’da bu devletten başka Floransa ve Toskana Devletleri vardı. Güney İtalya’da ise Sicilya ve çizmenin topuğunu elinde bulunduran ve İspanya’nın vasalı durumundaki Napoli Krallığı hüküm sürmekteydi. Tüm bu devletlerin çoğu zaman birbirleriyle savaş içinde olmaları yanında 16. ve 17. yüzyıllarda Fransa ile İspanya’nın; 17. yüzyılda Fransa ile Avusturya’nın İtalyan toprakları üzerinde birbirleriyle savaşmaları yanında 19.yüzyılın başlarında Napoléon’un bölgeyi işgal etmesi, İtalya’yı iyice zayıf düşürmüştü.16 Ancak İtalya bu zayıflığını kısa 16 M. Danon, Nations D’Histoire Des Peuples Modernes, Paris, (t.y.), s. 123. 13 zamanda üzerinden atarak ayağa kalkacaktı. Çünkü İtalya’da ortaya çıkan bir düşünce akımı Avrupa tarihinin dönüm noktası olmuştu. Antik Yunan ve Roma dünyasının yeniden araştırılarak Avrupa için bir model oluşturması ve hayatın her alanında bir ilerlemeye yol açan Rönesans Hareketi İtalya’da bu sırada başlamıştı. Rönesans Avrupa için ilerlemenin ve zenginleşmenin başlangıcı olmuştu. Ancak tüm İtalya’yı birleştirebilmiş milli ve merkezi bir otoritenin olmayışı İtalya’nın Rönesans’ın nimetlerinden diğer Avrupa ülkelerine nazaran daha az yararlanmasına sebep olmuştu. Her ne kadar önceleri hümanizmin önderlerinden şair Petrarch (1304-1374) 14. ve politik kuramcı Machiavelli (1469-1527) 16. yüzyılda İtalya’nın birleşmesi gerektiği üzerinde durmuşlarsa da onların bu arzusu ancak 1870’de gerçekleşebilmişti. 1789 Fransız Devrimi’ne kadar bölünmüş yapısını koruyan İtalya’da, Güney İtalya tamamen İspanya’nın, Kuzey İtalya ise Fransa ve Avusturya’nın vasalları durumuna gelmişti. Kendisi de Floransa’dan Korsika’ya göçmüş bir İtalyan olan Napoléon Bonaparte, Avusturya’yı güneyden vurmanın en elverişli yolunun onun İtalya’daki vasallarına saldırmak olduğunu görmüş ve 1797’de Alpler üzerinden İtalya’ya girmişti. Arcole, Rivoli, Marengo ve daha pek çok savaşta Avusturya’yı mağlup eden Napoléon ilk kez tüm İtalya’yı birleştirebilmişti; ancak bu birleşme Fransız bayrağı altında olmuştu.17 A. Piemonte-Sardunya Krallığı’nın Yükselişi Piemonte-Sardunya Krallığı adından da anlaşılacağı gibi İtalya Yarımadası’nın doğusunda bulunan Sardunya Adası’yla; yine yarımadanın kuzeybatısında bulunan Alessandria, Asti, Cuneo, Novara, Torino ve Vercelli şehirlerini içine alan 25.399 kilometre karelik yüz ölçüme sahip ve adı Dağ Eteği manasına gelen Piemonte Bölgesi’nin yönetimini elinde bulunduran ve çeşitli hanedanlar egemenliğinin ardından 1700 yılından sonra Savoie Hanedanı’nın yönetimine giren krallıktı.18 Krallık gerek Fransa’ya komşu oluşu yüzünden gerekse geçiş yolları üzerinde olduğundan tarih boyunca Fransa’nın kontrolü altında kalmıştı. Özellikle Napoléon Döneminde Avusturya’ya karşı taarruzun ana 17 Oral Sander, Siyasi Tarih -İlk Çağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 9. Baskı, 2001, ss. 219-220. 14 merkezi olan Piemonte Krallığı Napoléon’un iktidarı boyunca Fransa’nın işgali altında kalmıştı.19 Bu dönemde krallık içinde yayılan Fransız Devrimi’nin düşünceleri özellikle liberal ve entelektüel sınıfı derinden etkilemişti. Bu sınıflar içinde yurttaşlık ve milliyetçilik düşünceleri oldukça geniş bir taraftar bulmuş bu da işgalcilere karşı birleşik İtalya fikrini güçlendirmişti. Napoléon Dönemi boyunca Fransız bayrağı altında olsa da bir birlik kurabilmiş olan İtalya; Napoléon Savaşları’ndan sonra toplanan Viyana Kongresi’nde alınan kararları uyarınca mutlakıyetle yönetilen yedi hükümete ayrılmış ve baskıcı bir yönetim altına girmişti. Zaten, Viyana Kongresi’nin baş mimarı Metternich siyasi olarak bölünmüş bir İtalya’yı daha kolay kontrol altında tutacağına inanıyordu. Birleşik bir İtalya’yı Avusturya’nın bölgedeki çıkarlarına ve hâkimiyetine bir tehdit olarak gören Avusturya Şansölyesinin konuşmalarında İtalya’dan bahsederken “İtalya bütün bir coğrafi bölgeyi tanımlayan bir kelime değildir.” ifadesini kullanması bu düşüncesinin bir yansımasıydı.20 Bu dönemde Avusturya’nın bölgedeki hâkimiyetine ve baskıcı yönetimlere karşı en güçlü tepki Piemonte’den geliyordu. Zira Piemonte gerek Fransa sınırında bulunmasından gerekse diğer İtalyan devletlerine göre hem ekonomik hem de kültürel yönden daha gelişmiş bir yapıya sahip olmasından dolayı işgal karşıtı örgütlenmeler en çok bu krallıkta görülüyordu. Bu örgütlerin başında da, Carbonaria21 adındaki gizli örgüt geliyordu. Kuzey İtalya’da örgütlenip daha sonra güneydeki Papalık devletlerine ve Napoli Krallığı’na kadar yayılan örgüt baskıcı yönetime karşı en büyük zaferini 1820 yılında Napoli’de çıkan ayaklanma sonrası Kral I. Ferdinando (1751-1825)’yu bir anayasa sözü vermek zorunda bırakmasıyla sağlamıştı. Her ne kadar bu ayaklanma, Ferdinando’nun Avusturya’yı yardıma çağırmasının ardından Avusturya ordularının isyanı kanlı bir şekilde bastırmasıyla son bulmuş olsa da İtalyan milliyetçilerinin birlik duygularını daha da canlandırmıştı. Avusturya karşıtı ve bağımsızlık yanlısı benzer bir ayaklanma Napoli’nin hemen ardından 18 http://www.regione.piemonte.it , Erişim Tarihi: 18.07.2007. Liddell B.H. Hart, Strateji Dolaylı Tutum, (Çev: Selma Koçak), Ankara: Doruk Yayımcılık, 2003, ss. 161-163. 20 Danon, s. 124. 21 İtalyanca kömürcüler anlamına gelmektedir. 19 15 1821 yılında Piemonte’de çıkmış ancak bu ayaklanma da Napoli’deki benzeriyle aynı hazin sonu paylaşmıştı.22 Bunu yanında 19. yüzyılın başlarında İtalyan Birliği fikri sadece entelektüeller, liberaller ve burjuva sınıfı tarafından desteklenirken, Carbonaria Örgütü’nün çalışmaları sonucu birlik fikri halkın alt kesimlerine kadar yayılmıştı. Carbonaria Örgütü çalışmalarını sürdürürken Piemonte de her geçen gün gücünü ve bölgedeki etkinliğini arttırmaya devam ediyordu. Piemonte küçük bir devlet olmasına karşın Orta Çağ’dan bu yana istikrarlı bir gelişme göstermekteydi. Piemonte’ye benzer bir yapıya sahip olan Sicilya Krallığı ise Sicilya Adası’yla çizmenin güney kesiminde Napoli’yi de kapsayan bölgede egemenliği elinde tutuyordu. Her ne kadar diğer devletlere nazaran daha bağımsız bir yapıya sahip olsa da, coğrafi olarak Avrupa’nın iç kesimlerine uzak olduğundan ve etrafı Papalık devletleri ile sarıldığından Avrupa’da gelişen kültürel, siyasi ve sosyal olaylara Piemonte kadar erken dâhil olamıyordu. Piemonte ise Fransa ile sınır komşusu olmanın sağladığı avantajla sadece Fransa’daki kültürel hareketlerden etkilenmekle kalmıyor, Avusturya’nın baskı alanına da diğer devletlere nazaran daha az giriyordu. Ayrıca, Fransız Devrimi’nin getirdiği milliyetçilik kendini en çok Piemonte içinde hissettiriyordu. Piemonte’yi diğer İtalyan devletlerinden ayıran başka bir özelliği de yöneticilerinin Avusturya tarafından atanan Habsburg Hanedanı’na mensup olmamalarıydı. Zira Toscana, Parma ve Modena Düklüğü gibi İtalyan devletlerini yöneten monarkların hepsi Habsburg Hanedanı’nın üyeleri idiler. Bu sebepten bu devletler üzerinde Avusturya’nın mutlak baskısı ve kontrolü söz konusuydu. Bunu yanında Piemonte, İtalyan devletleri arasında askeri açıdan da Avusturya’ya karşı mücadele edebilecek gücü olan yegâne orduya sahipti. Piemonte’nin bu yapısı onu diğer devletlerarasında İtalyan Birliği’nin kurulması konusunda öncü devlet konumuna getirmişti.23 1848 yılına gelindiğinde, Viyana Kongresi’nin Avrupa’da yeni bir düzen kurmak amacıyla toplanmasının üzerinden 33 yıl geçmişti. Geçen zaman içinde Napoléon Savaşları boyunca Avrupa’ya serpilen milliyetçilik tohumları filizlenmiş ve sarmaşık gibi Avrupa’nın 22 23 Danon, s. 124 Oğuz Karakartal, Türk Kültüründe İtalyanlar, İstanbul: Eren Yayıncılık, 2002, ss. 22-25. 16 Büyük Güçleri’ni sarmıştı. Fransız Devrimi’nin fikir akımları -özellikle milliyetçilik düşüncesi- çok uluslu imparatorluklar için adeta bir kâbus haline dönüşmüştü. Milliyetçilik hareketlerinin zirveye ulaştığı bu ortamdan İtalyan devletlerinin etkilenmemeleri düşünülemezdi. Zira Avrupa’da imparatorluklara karşı özgürlük elde etmek amacıyla yapılan 1830 Devrimleri’nin başarısızlığı Avrupa imparatorlukları içinde yaşayan topluluklarda hayal kırıklığından çok baskıcı yönetimlere karşı nefretin artmasına sebep olmuştu. Bu topluluklar 1830 Devrimleri’nin başarısızlığını çeşitli ayaklanmalar ve kitlesel hareketlerle telafi etmeye çalışmışlarsa da istedikleri amaca ulaşamamışlardı. On sekiz yıl boyunca baskı rejimlerine karşı duyulan öfkeyle kurtulan saatin zembereği sonunda boşalmış ve Avrupa’da 1848 Devrimleri’nin çanları çalmaya başlamıştı. Avrupa’nın çok uluslu devletlerinde ayaklanmalar olurken İtalyan Yarımadası’nda buna kayıtsız kalmamıştı. 1815-1848 tarihleri arasında Piemonte tarafından desteklenen pek çok ayaklanma Avusturya orduları tarafından bastırılmıştı. Bunun üzerine Fransa’da geçirdiği gençlik çağı boyunca Fransız Devrimi’nin liberal, özgürlükçü ve milliyetçi fikirleriyle beslenmiş olan Piemonte Kralı Carlo Alberto (1798-1849) artık Avusturya savaş açmanın zamanının geldiğini düşünerek bu devlete saldırmıştı. Bu cesur hareketten etkilenen Papalık, Toscana ve Napoli Devletleri de kendi ordularını Piemonte’ye yardıma göndermişlerdi. Savaşın başında İtalyan birliklerinin gösterdiği başarıya karşın daha sonra yapılan bazı hatalar ve İtalyanlar arasında çıkan antlaşmazlıklar sonucunda Avusturya karşısında yenilgiye uğrayan Piemonte ile yapılan barış antlaşmasıyla mevcut durum yeniden kurulmuştu. 1848 yenilgisini sindiremeyen İtalyanlar bir yıl sonra 1849’da barışı bozmuşlar ve Avusturya’ya savaş açmışlardı. Ancak yapılan Novare Savaşı’nda alınan ağır yenilgiden sonra İtalyanlar yeniden barış istemişlerdi. Bu olaylar üzerine Kral Carlo Alberto tahttan oğlu II. Victor Emmanuel (1820-1878) lehine feragat etmişti. Bütün bu gelişmeler yaşanırken İtalya’nın birleşme mücadelesine iki önemli karakter daha dâhil olmuştu. Bunlardan ilki, sonraları İtalyan Birliği’nin kurucusu olarak anılacak olan Piemonte Başbakanı Kont Camillo di Cavour (1810-1861), diğeri ise Fransa Kralı III. Napoléon (1808-1873)’du. 17 B. Il Risorgimento (Yeniden Yükseliş) Hareketi ve İtalyan Birliği’nin Kuruluşu Carlo Alberto’nun oğlu II. Victor Emanuel’in adına tahtından feragat etmesinin ardından Kont Camillo Benso di Cavour’un da başbakan olmasıyla birlikte Piemonte içinde İtalyan Birliği’nin kuruluşundaki öncü devlet olma fikri iyice gelişmişti.Piemonte’nin ticaret ve endüstri alanında izlediği yapıcı ve esnek politikalara ilaveten yaptığı ticari Antlaşmalarla Piemonte bölgedeki ticari rolünü oldukça arttırmıştı. Bunun yanında Kral Victor Emanuel’in devlet yönetimini parlamento ile paylaşması yasamanın istikrarlı bir şekilde işlemesini sağlamanın yanında ülke içinde ayaklanmalara da engel olmuştu. Hem bölgede hem de Avrupa içinde söz sahibi bir devlet olabilmek için ekonomik ve bilimsel gelişmenin ve ilerlemenin önemini çok iyi kavramış olan Cavour’un 1852’de başbakanlığa atanması da Piemonte’nin İtalyan Yarımadası’ndaki yükselişine büyük bir ivme kazandırmıştı. Cavour’un izlediği uzlaştırmacı politika ve Teorik liberalizm ile pratik Makyavelizm uygulamaları ulusal birliği gerçekleştirilmesinde büyük etkiye sahip olmuştu.24 16. yüzyıldan başlayarak Piemonte’yi yöneten Savoie Hanedanı’na hizmet etmiş olan ve köklü bir geçmişe sahip Cavour Ailesi’nin bir üyesi olan Camillo Benso genç yaşta girdiği ordudaki görevleri dolayısıyla gerek İtalya içinde gerekse İtalya dışına yaptığı gezilerde birçok ülkeyi ve Cenova, Paris ve Londra gibi Avrupa’nın kültür merkezlerini ziyaret etme fırsatı bulmuştu. Bu ziyaretleri sırasında gördükleri onun siyasi dünyasını etkileyecek fikirler edinmesine ve gözlemlerde bulunmasına olanak vermişti. Piemonte’nin o zamanki başkenti Torino’ya döndüğünde Fransız Devrimi’nin görüşleriyle donatılmış durumdaydı. Cavour Ailesi’nin Savoie Hanedanı’na yakınlığı ona parlamentoya giriş olanağı sağlamıştı. Böylece gençlik yıllarında itibaren ilgi duyduğu siyasetin içine girmiş ve devlet adamlığı kariyeri de başlamıştı. Sırasıyla Tarım, Ticaret ve Finans Bakanlıkları görevlerinin ardından Kral II. Victor Emanuele’in desteğiyle 1852 yılında Piemonte’nin Başbakanlığı’na atanmıştı. Bundan sonra da İtalyan Birliği’nin kuruluşunun en ateşli destekleyicisi durumuna gelmişti. Aslında Cavour’un özgür ve birleşik İtalya fikri 1830’da 24 Karakartal, s. 30. 18 görevli olarak gittiği Cenova’da katıldığı İtalyan düşünce adamı ve İtalyan Birliği’nin fikir babası sayılan Giuseppe Mazzini (1805-1872)’nin önderi olduğu Carbonaria Örgütü’nün toplantıları sayesinde güçlenmişti. Mazzini’nin kurucusu olduğu Giovine Italia (Yeni İtalya) adlı gizli örgüt ve önderi olduğu Il Risorgimento (Yeniden Yükseliş) Hareketi sayesinde birleşik ve özgür İtalya fikri geniş kitleler tarafından benimsenmişti. Carbonaria Örgütü içindeki çalışmaları yüzünden tutuklanan Mazzini 1831 yılında serbest bırakılmasının ardından Marsilya’ya gitmişti. Marsilya’da geçirdiği iki yıllık süre boyunca İtalyan devletlerini yabancı devletlerin egemenliğinden kurtarıp bağımsız bir cumhuriyet çatısı altında birleştirmeyi amaçlayan Giovine Italia Örgütü’nün temellerini de burada atmıştı. Bu örgütün düşünce temelinde İtalya’yı Papa ya da Kralın değil ancak bir halk hareketinin kurtaracağı inancı yatıyordu. İtalyan devletleri içinde kısa sürede örgütlenen Yeni İtalya’nın üye sayısı iki yıl içinde 60.000’e ulaşmıştı. II. Victor Emmanuel, Cavour ve Mazzini’nin yanında Giuseppe Garibaldi (1807-1882)’nin de katılımıyla birleşik İtalya’nın kare ası oluşmuş oldu. İtalyan Birliği’nin kılıcı olarak ta adlandırılabilecek olan Garibaldi Piemonte donanmasında görev yaptığı 1833-1834 yılları arasında, İtalyan milliyetçiliğinin önderlerinden olan Mazzini’yle Fransız Sosyalist düşünür Saint Simon’un görüşlerinden etkilenmişti. 1834 yılında Piemonte’nin başlattığı ayaklanmaya katılan Garibaldi hareketin başarısız olması sonucu Fransa’ya kaçmıştı. Fransa’dan sonra sürgün olarak Uruguay’da yaşayan Garibaldi bu dönem boyunca baskıcı güçlere karşı verilen mücadelelere katılmıştı. Özellikle Uruguay donanmasının hizmetinde geçirdiği süre boyunca gerilla savaşı konusunda oldukça deneyim kazanmıştı. 1848 Devrimleri’nin başlamasının ardından İtalya’ya dönen Garibaldi; burada Avusturya birliklerine karşı verilen mücadelenin içinde yer almıştı. Gerilla savaşı konusunda büyük bir usta olan Garibaldi, İtalyan Birliği’nin sağlanmasına propagandacı olarak da büyük katkıda bulunmuştu. Halktan biri olarak, kitleleri yeni yurtseverlik düşüncesi etrafında harekete geçirmeyi, Cavour’dan ve Mazzini’den çok daha iyi biliyordu.25 Fikir yönünden Mazzini ve Cavour, Siyasi Yönden 25 Sergio Romano, Histoire de L’Italie du Risorgimento a Nos Jours, Editions Du Seuil, 1977, ss. 21-22. 19 II. Victor Emanuele ve askeri yönden Garibaldi tarafından desteklenen Il Risorgimento bu kişilerin etrafında oluşan bir hareketti. Il Risorgimento Hareketi 19. yüzyılda İtalyan’ın bir bayrak altında birleşmesini ön gören bir hareket olmanın yanı sıra kökleri 1789 Fransız Devrimi’ne kadar uzanan bir geçmişe sahipti. Ayrıca bu hareketi, sadece İtalyan Birliği’ni kurmayı amaçlayan bir fikir akımı olarak görmekte son derece yanlış olur. Zira bu hareketin esas amacı yabancı devletlerin kontrolünden arınmış özgür, liberal ve anayasal bir İtalya kurmak ve İtalyan halkını da bu amaç etrafında birleştirmekti. Bu hareketin savunucuları birliğin ancak kişi hak ve özgürlüklerinin anayasal garanti altına alınması durumunda güçlü bir yapıya sahip olabileceği fikrinde birleşmişlerdi. Bunun yanında Il Risorgimento Hareketi, 1815-1848 yılları arasındaki yabancı egemenliğine karşı yapılan özgürlükçü ayaklanmaların temel dayanak noktası olmuştu. Ancak bütün bu ayaklanmalar İtalyan Birliği önündeki en büyük engel olan Avusturya’yı bertaraf etmeye yetmemişti. İtalya’nın yabancı bir gücün desteği olmadan tek başına Avusturya’yı yenemeyeceğini anlayan Cavour bu amaçla önce Fransa ile daha sonra da Prusya ile anlaşmıştı. Cavour’un destek alacağı ilk güç olan Fransa’nın başında o zamanlar Napoléon Bonaparte’ın yeğeni III. Napoléon bulunuyordu. Amcasının düşüşünden sonra Fransa’dan ayrılmak zorunda kalan III. Napoléon uzun yıllar İtalya’da sürgün hayatı yaşamıştı. Hatta bu dönemde Carbonaria Örgütü’ne bile katılıp 1831 yılında Papalık’a karşı girişilen ayaklanmada da yer almıştı. Bu yüzden İtalya’nın içinde bulunduğu mücadeleye yabancı değildi. Diğer taraftan Fransa’nın kuzeyinde de durum İtalya’dakinden farklı değildi. Zira bu bölgede dağınık halde bulunan Alman Presnslikleri’ni de bir bayrak altında birleşme düşüncesi sarmıştı. Bu durum Fransa için bir tehdit demekti. Bunu gören III. Napoléon, birleşik İtalya’nın Avusturya’yı zayıflatacağını ve gelecekte oluşabilecek bir Alman Birliği’ne karşı Fransa’ya destek verebileceğini düşünüyordu. Bu sayede III. Napoléon da bu mücadele içindeki yerini almıştı. Avusturya karşısında yalnız Cavour uluslararası alanda sesini duyurmaya çalışırken, 1853 yılında Kırım Savaşı’nın başlamasıyla beklediği fırsat ayağına gelmişti. Fransa’nın ve diğer Avrupa devletlerinin desteğini almak için Cavour İngiltere’den aldığı 25 milyon 20 frankla kurduğu 15.000 kişilik kuvvetiyle26 Rusya’ya karşı oluşturulan İngiltere-FransaOsmanlı Koalisyonu’nun içinde yer almış ve savaş sonunda toplanan Paris Konferansı’na Avusturya’nın itirazlarına rağmen diğer İtalyan devletlerinin de desteğiyle bütün İtalya’nın temsilcisi olarak katılmıştı. Konferans boyunca İtalya’nın birleşme davasını Avrupa devletlerine anlatmaya çalıştıysa da istediği başarıyı elde edemeyen Cavour; İtalyan Birliği’nin ancak İtalya’nın içsel dinamikleriyle ve Fransa’nın desteğiyle gerçekleşebileceği fikriyle ülkesine geri dönmüştü. Ülkesine döner dönmez diğer İtalyan devletleri ve Fransa’nın desteğini alan Cavour 1859’da Avusturya’ya savaş açmıştı. Savaş sonunda Avusturya, Venedik ve Lombardiya’dan çıkarılmıştı. Bunun üzerine Prusya, Avusturya’ya destek için bir ordu hazırlamaya başlamıştı. Bu durumu haber alan III. Napoléon, kurulacak bir Prusya-Avusturya ittifakının Fransa’yı güç duruma sokacağını anladı. Ayrıca Piemonte Avusturya’ya karşı beklenilenin üstünde bir başarı göstermekle kalmamış diğer İtalyan devletlerinin de desteğinin sağlamıştı. Bu da Fransa için tehdit oluşturabilecek birleşik bir İtalya anlamına geliyordu. Bütün bu gelişmeler üzerine III. Napoléon Piemonte’ye verdiği desteği çekip Avusturya ile barış yapma yolunu seçti. Avusturya’ya karşı yalnız kalan Piemonte’de yalnızca Lombardiya’yı alarak barışı kabul etmek zorunda kalmıştı. Her ne kadar Piemonte’nin kazançları az da olsa bu zaferden cesaret alan pek çok İtalyan devleti kendi istekleri ile Piemonte’ye katılmışlardı. İtalya Yarımadası’nda böylece Papalık’ın elindeki Roma, Avusturya’nın elindeki Venedik ve İspanya’nın kontrolündeki Napoli dışındaki tüm İtalya birleşmiş oldu. İtalyan Birliği yönünde Cavour’un attığı bu büyük adımı 1860 Mayısında Romana, Lombardiya ve Venedik’ten gelen gönüllülerin Cenova’da toplanmasıyla oluşturduğu Kızıl Gömlekliler adı verilen birlikleriyle Piemonte’ye destek için ayaklanan Napoli halkına yardım etmek üzere Sicilya’ya giden Garibaldi takip etmişti. Yetersiz sayıdaki askeri gücüne rağmen Garibaldi’nin gerilla mücadelesindeki başarısı ve isteklendirme gücüyle Kızıl Gömlekliler önce Sicilya’yı sonra da Napoli’yi ele geçirip ve bu devletleri Piemonte Kralı II. Victor Emmanuel’e bağlamışlardı. Böylece İtalya Krallığı 17 Mart 1861’de 26 Karakartal, s. 22. 21 Torino’da toplanan ilk İtalyan Parlamentosu’nun aldığı karala resmen kurulmuş ve Piemonte-Sardunya Kralı II. Victor Emanuele İtalya Kralı, Kont Camillo Benso di Cavour da İtalya Başbakanı ilan edilmişti. İtalya Krallığı kurulmuştu. Ancak İtalyan Birliği tam olarak sağlanamamıştı. Avusturya kontrolündeki Venedik ve Fransa kontrolündeki Roma hâla birliğe dâhil değildi. Bu iki bölgeye yapılacak saldırının Fransa’yı ve Avusturya’yı İtalya’ya karşı harekete geçireceğinden çekinen Cavour temkinli davranmayı tercih etmişti. Ancak Garibaldi ve emrindeki radikal güçler güneyden kuzeye doğru herekte geçmek ve Roma’yı işgal etmek için hazırlık yapmaya başlamışlardı. Roma’ya yapılacak bir saldırının Fransa’nın tepkisini çekeceğine inanan Cavour böyle bir müdahaleye karşıydı. Bu da Garibaldi ile Cavour’un arasının açılmasına neden olmuştu.27 Katoliklik’in savunucusu politikasını yürüten Fransa ise gereğinden fazla büyüdüğünü düşündüğü İtalya’nın Papalık’ı da alarak Avrupa’da söz sahibi bir devlet olmasından çekiniyordu. Papalık’ın ortadan kalması III. Napoléon’un Katoliklik’in savunucusu politikasını da sona erdirirdi. Bu nedenle Fransa Papalık’ı korumak için bu devlete asker göndermişti. İtalya’nın bu iki bölgeyi de kendi sınırları içine katıp birliğini tamamlaması kader ve amaç ortağı Prusya’nın sayesinde gerçekleşmişti. Çünkü Avusturya’yı Alman Birliği önünde en büyük engel olarak gören Prusya 1866 yılında Avusturya’ya savaş açmıştı. Avusturya savaşta tarafsız kalması, Prusya ise kendi yanında savaşa katılması karşılığında İtalya’ya Venedik’i vaat etmişti. İtalya bu savaşta kader ortağı Prusya’nın yanında yer almayı tercih etmişti. İtalyan birliklerinin savaşta pek başarı gösterememelerine rağmen Prusya Savaşı kazanmış ve Venedik İtalya Krallığı’nın kontrolü altına girmişti. 1870 yılında ise Prusya İtalya’nın tam birliğini oluşturması önündeki ikinci büyük engel olan Fransa’ya savaş açmıştı. Fransız birlikleri cephede ağır kayıplar vermeye başlayınca III. Napoléon Roma’da bulunan Fransız birliklerini yardıma çağırmıştı. Fransız birliklerinin ülkeden çekilmesi üzerine savunmasız kalan Roma ve Papalık devletleri 20 27 George Macaulay Trevelyan, Garibaldi and The Thousand, New York: Longman, 1948, ss. 50-52. 22 Eylül 1870’de İtalya tarafından işgal edilmişti.28 Ekim 1870’de yapılan oylama ile İtalyan Birliği’ne katılan Roma’nın Temmuz 1871’de İtalya Krallığı’nın başkenti ilan edilmesiyle, İtalya’nın yeniden dirilişi gerçekleşmişti. Cavour, Mazzini ve Garibaldi de bu devletin kurucuları olarak tarihteki yerlerini almışlardı. III. İTALYA KRALLIĞI’NIN SÖMÜRGE ARAYIŞI VE DOĞU AKDENİZ POLİTİKASI Sınır ve toprak birliğini meydana getiren İtalya bunun doğal sonucu olarak kendini çok sayıda sorunla karşı karşıya bulmuştu. Piemonte'nin rast gele yürürlüğe koymuş olduğu idari, yargı ve mali konularla ilgili uygulamalar, İtalya'nın ekonomik bakımdan daha güçlü olan kuzeyi ve ortası ile Mezzogiorno (İtalya’nın güneyi) arasındaki farkı daha da açmıştı. 19. ve 20. yüzyılda özellikle köylü ve en fakir sınıfın oluşturduğu halk kitlesi Amerika'ya doğru büyük bir göç hareketi başlatmıştı. Bu göç hareketi İtalya için büyük bir iş gücü kaybı olsa da halk kitlelerinin ekonomik sıkıntılar yüzünden girişecekleri iç isyanlara engel olmuştu. Özellikle Roma'nın İtalya Birliği’ne dâhil edilmesinden sonra İtalya, dünya devletlerine göre ekonomik ve sosyal bakımdan çok önemli bir büyümeye sahne olmuştu. Yeni hükümet izlediği akılcı dış politikalarla da yeni kurulan devlet, yabancı saldırılara karşı kendini güvence altına almıştı. Daha sonra ise çoğunlukla dış destek ile kurulan ve bir ülkenin en önemli gereksinimleri olan tren yolu ağı ve ana sanayilerin gelişmesi de hızlanmıştı.29 Gelişen ekonomisine paralele olarak artan askeri gücüyle Büyük Güçler arasına girmeyi başaran İtalya’nın sağladığı gelişimle doğru orantılı olarak ham madde ve ucuz iş gücü ihtiyacı da artmıştı. Bu da onu sömürge aramaya itmişti. Gerek coğrafi olarak İtalya’ya yakınlıklarından gerekse Avrupalı diğer devletler tarafından sömürgeleştirilmediğinden Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki toprakları İtalya 28 Benito Mussolini ile Papa XI. Pius arasında 11 Şubat 1929'da bağımsız Vatikan Kent Devleti’nin varlığına izin veren Laterano Antlaşması imzalandı. Bunun karşılığında Papalık ta İtalyan Krallığı'nı tanıdı Bkz.: John Cornwell, Hitler's Pope: The Secret History of Pius XII, New York: Viking, 1999, s. 114. 29 Benedetto Croce, A History of Italy 1871-1915, (Çev: Cecilia M. Ady), New York: Russell & Russell Inc., 1963, ss. 78-79. 23 tarafından sömürgeleştirebileceği bir bölge olarak algılanmıştı. Ayrıca Balkanlar’ın batı kesimi özellikle Arnavutluk, İtalya’nın gözünde doğal etki alanı niteliğindeydi. Bu amaçla İtalyan yöneticiler Arnavutluk’u Osmanlı Devleti’nin elinden almak için fırsat kolluyorlardı. Bu noktada İtalya’nın en büyük rüyası Avusturya’yı Dalmaçya’dan çıkarıp bu bölgenin tamamına egemen olmaktı. Böylece Adriyatik Denizi’nin hem doğusunda hem de batısında etkin güç konumuna gelecekti.30 Ancak bu bölge üzerinde egemenliği İtalya’ya bırakmak istemeyen başka devletler de vardı. Zira Fransız Devrimi’nin getirdiği milliyetçilik fikri sadece İtalya ve Almanya’yı etkilememişti. Güneydeki Slav toplulukları da bu akımdan paylarına düşeni almışlardı. Özellikle Osmanlı Devleti’nden bağımsızlıklarını kazanan Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ da Adriyatik’in batısına egemen olmak istiyorlardı. Kırım Savaşı’nda istediği başarıyı sağlayamayan Rusya ise bütün Slavları bir çatı altında birleştirmeyi öngören Panslavizm akımı aracılığıyla sıcak denizlere inmeyi planlıyordu. Bu yolda kendine destek sağlamak için de bu devletlere destek veriyordu. Bütün bu gelişmeler üzerine İtalya kendine sömürge alanı olarak Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında olan Kuzey Afrika’nın doğu kıyılarını belirlemişti. A. Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Bingazi Bugün Libya adıyla anılan ülke, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp Vilayeti Bingazi Müstakil Sancağı ve Fizan Bölgesi’ni kapsamaktadır. Trablusgarp, 1510’da İspanyol işgaline uğramış; 1530’da da Saint Jean Şövalyeleri’nin eline geçmişti. İşgal altında yaşamak istemeyen Trablusgarp halkı 1519’da İstanbul’a bir heyet göndermiş ve ülkelerini haçlılardan kurtarılarak Osmanlı topraklarına katılmasını istemişlerdi.31 Trablusgarp’ta yerleşen bu şövalyeler Mekke’ye hacı götüren gemilere de rahat vermemekteydiler. Kanuni Sultan Süleyman (1495-1566) hem Trablusgarp halkının isteklerine cevap vermek hem de Mekke’ye hacı götüren gemileri 30 Alexander Mavroyeni, Contributions a L’Histoire du Proche-Orient Textes et Documents Officiels 1911-1912, İstanbul: Archiviste du Trone Ecumenique, 1950, ss. 267-270. 31 İsrafil Kurtcephe, Türk-İtalyan İlişkileri 1911-1916, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995, ss. 4-5. 24 şövalyelerden korumak için; Kaptan-ı Derya Sinan Paşa (?-1562)’yı, Trablusgarp’ı İspanyollardan alması için görevlendirmişti. Ünlü Türk gemicisi Turgut Reis (14851565)’in de katıldığı seferle Trablusgarp 15 Ağustos 1551 yılında İspanyollardan alınmıştı.32 Eyalet olarak teşkilatlandırılan Trablusgarp Valiliği’ne de Murat Ağa getirilmişti. Trablusgarp Türklerin eline geçince Türk denizcileri için Cezayir ve Tunus’tan sonra üçüncü bir korsanlık merkezi olmuştu. Burada üstlenen Türk denizcileri Akdeniz’in bir Türk Gölü olarak kalmasında ve Kuzey Afrika’daki Müslümanları hedef alan haçlı saldırılarının önlenmesinde önemli roller oynamışlardı. Kuzey Afrika’daki Cezayir, Tunus ve Trablusgarp Türkler tarafından ele geçirildikten sonra, bu bölgeler ilk yıllarda müşterek daha sonraları ise ayrı birer eyalet olarak yönetilmiş ve bunların tümüne Garp Ocakları adı verilmişti. Garp Ocakları içerisinde hükümete en bağlı olanı ise Trablusgarp idi. Trablusgarp uzun müddet yarı bağımsız sayılabilecek şekilde Karamanlı Dayılar tarafından idare edilmişti. Buradaki dayılar denizcilerden olmayıp kuloğlu denilen ve Turgut Reis zamanında Trablusgarp'a yerleşmiş olan yeniçeri oğullarından ve çoğu Rumeli ve Ege Bölgesi halkından oluşuyordu. Bu grup içinde yerli halk pek azdı.33 Trablusgarp’ta Birinci Osmanlı Devri olarak tanımlanan bu dönem 1712’de Karamanlı Sülalesi’nin işbaşına gelmesiyle sona ermişti. Trablusgarp’ta görev yapan yeniçerilerinin teşkil ettiği kuloğullarına mensup olan Ahmet Bey’in valiliğe gelmesinden sonra Osmanlı merkezi idaresinin Trablusgarp'taki gücü sarsılmaya başlamış ve aradaki bağın giderek zayıflamasıyla Osmanlı hâkimiyeti şekli bir bağlılığa dönüşmüştü. Karamanlılar Döneminde Trablusgarp, adeta bağımsız bir devlet görünümündeydi. Trablusgarp valileri yabancı devletler ile savaş ve antlaşmalar yapmaktaydı.34 Bu durum Osmanlı Devleti’nin kontrolü tekrar ele geçirdiği 1835 yılına kadar sürmüştü.35 19. yüzyılın başına gelindiğinde Trablusgarp, iktidar kavgaları ve yabancı devletlerin baskılarıyla karşı karşıya kalmıştı. Trablusgarp’ta üstlenen korsanların 32 Mebrure Değer, Dr. Hüseyin Hüsnü Bey’in Not Defterinden Trablusgarp Savaşı, İstanbul, 1998, s. 1. Hale Şıvgın, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk - İtalyan İlişkileri, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989, ss. 2-14. 34 Kurtcephe, ss. 4 -5. 35 Evans, s. 91. 33 25 faaliyetlerinden zarar gördüklerini iddia eden İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ve Sardunya Krallığı36güçlü donanmaları sayesinde Trablusgarp üzerinde kurdukları baskı sonucunda önemli tavizler koparmışlar ve ülkeyi adeta yabancı konsoloslar idare etmeye başlamıştı.371830’da Fransızların Cezayir’i işgali, sürmekte olan iktidar kavgaları ve yabancı devletlerin Trablusgarp’a gösterdikleri ilgi Osmanlı Devleti’nu harekete geçirmişti. Babıâli, Trablusgarp’ın da Cezayir gibi işgal edilebileceği ihtimaline karşı Trablusgarp’ta merkezi otoriteyi yeniden kurma kararı almıştı. Bu maksatla 1835’te Çengeloğlu Tahir Paşa (?-1847) komutasında Trablusgarp’a kuvvet sevk edilmişti. 27 Mayıs 1835’te şehre çıkartma yapan Türk kuvvetleri, Bingazi dâhil olmak üzere Trablusgarp’ta merkezi hükümetin hâkimiyetini yeniden kurmuşlardı.38 Bundan sonra dört sancak ve on beş kazadan oluşan bir vilayet şeklini alan Trablusgarp’ın başına uygun bir vali ya da general39 tayin edilene kadar işleri yürütmek üzere Necip Paşa Beylerbeyi Kaymakamı olarak atanmıştı.40 1879 yılında vilayet halini alan Bingazi, 1888 yılında Trablusgarp’tan ayrılarak doğrudan İstanbul’a bağlı bir sancak halini almıştı.41 1835’te başlayan Osmanlı hâkimiyetinin ikinci devresinde Osmanlı Meclisi’ne altı milletvekili gönderen Trablusgarp ve iki milletvekili gönderen Bingazi42 doğrudan İstanbul’a bağlı olarak yönetilmişti. Trablusgarp kıyılarından Büyük Sahra’ya kadar uzanan geniş topraklar üzerinde Osmanlı hâkimiyetini yeniden tesis etmek Trablusgarp valilerinin başlıca uğraşı olmuştu. Özellikle Sultan II. Abdülhamit (1876-1909) Osmanlı hâkimiyetinin Afrika içlerinde yaşayan zenci kabilelere doğru genişletilmesi ve İslamiyet’i bu insanlar 36 İtalya’nın birliğini sağlamasından önce de Trablusgarp üzerinde çıkarları vardı. Bu sebeple Sicilya Krallığı bu savaşa sekiz savaş gemisi, 96 denizci ve altı topla katılmıştı. Trablusgarp’ın Osmanlı Devleti’ne vilayet şeklinde bağlanmasından sonra da Mazzini gibi İtalyan milliyetçileri bölgenin İtalyan kolonisi olması gerektiğini savunmuşlardı. Bkz.: William C. Askew, Europe and Italy’s Acquisition of Libya 1911-1912, Durham: Duke University Press, 1942, ss. 11-12. 37 Askew, s. 6. 38 Kurtcephe, ss. 4-5. 39 Anderson, Lisa, s.89. 40 Kurtcephe, ss. 4-5. 41 Evans, s. 94. 42 Askew, s. 6. Trablusgarp Milletvekilleri; Merkez Sancağından: Sadık Bey, Ferhad Efendi ve Mahmut Naci Bey, Cebeli-Garbi Sancağı’ndan: Süleyman El Baruni Efendi, Homs Sancağı’ndan: Mustafa Bin Gaddare Bey, Fizan Sancağı’ndan: Cami Bey. Bingazi Milletvekilleri ise Ömer Mansur Paşa ve Yusuf Şetvan Bey idi. 26 arasında yayılmasını sağlamak için büyük gayret göstermişti. Cezayir’in işgalinin ardından etki alanının Sahra’ya doğru genişletmek isteyen Fransa karşısında Osmanlı Devleti Trablusgarp’ın güney sınırlarını mümkün olduğu kadar derinleştirme yoluna gitmişti. Bu amaçla Fizan’ın en güneyindeki Tibetsi ve Burko Bölgeleri’ndeki Yekubu Kabilesi reisi Mino Toki 500 kuruş maaşla kaymakam tayin edilmişti. Sonraları bu bölgeye bir hükümet konağı yapılmış içine de bir jandarma müfrezesi konarak Osmanlı Devleti’nin bu bölgelerdeki varlığı şeklen teyit olunmuştu.43 Osmanlı Devleti daha sonraları bölgedeki yerli kabile reislerine ve şeyhlere daha fazla yetki vermeye başlamıştı. Yetkileri artan bu kişilerin merkezi otoriteyle bağları da güçlenmişti.44 Devlet idaresinin güçlenmesiyle birlikte Trablusgarp’ta kültür ve medeniyet anlamında da önemli atılımlar olmuştu. 1877 yılında yayımlanan salnameye göre bölgede Trablusgarp Askeri Rüştiyesi, Homs Rüştiye Okulu, Trablusgarp merkezinde on beş erkek ve bir kız ilkokulu ve bu ilkokullarda 810 erkek ve 30 kız öğrenci bulunuyordu. Bölgenin gelişmesine paralel olarak Avrupalıların da Trablusgarp ve çevresindeki etkinliklerinde artış olmuştu. Trablusgarp merkezinde İngiltere, Fransa, Hollanda Başkonsoloslukları; İtalya, Belçika ve Yunan Konsoloslukları ile Avusturya ve İspanya Viskonsoloslukları’nın bulunması bunun en önemli göstergesiydi. Ayrıca daha sonraları kurulan Trablusgarp Belediyesi şehri 22 mahalleye ayırmış ve mahalle sakinleri tarafından her mahalleye bir muhtar seçilmişti. Bunun yanında şehir halkının seçtiği 20 temsilciden oluşan bir de Belediye Meclisi kurulmuştu. Böylece belediye aracılığıyla şehrin sağlık, temizlik, yangın söndürme, caddelerin aydınlatılması ve halka açık yerlerin kontrolü de sağlanmıştı. Bkz.: Celâl Tevfik Karasapan, Libya, Trablusgarp, Bingazi ve Fizan, Ankara: Resimli Posta Matbaası Ltd. Şirketi, 1960, s. 102. 43 Karasapan, s. 148. Afrika’nın sahipsiz Orta ve Güney bölgelerine yayılan Avrupa devletlerinin rekabeti neticesinde Berlin’de toplanan kongrede tanınmış herhangi bir devletin resmen ve filen işgali altına girmemiş bulunana Afrika Bölgelerini kuvvet ve idaresine sokan ilk devletin bu toprak üzerindeki egemenliğinin tanınması kabul edilmişti. Bunun neticesinde Avrupa devletleri çok az bir kuvvetle bile Afrika’da çok geniş toprak parçalarını ele geçirmişler ve bayraklarını diktikleri her yerin kendilerine ait olduğunu iddia etmişlerdi. Fransızların Trablusgarp’ın güneyinde de böyle bir oldu bitti yapmalarını önlemek için Sultan Abdülhamit, 1908 yılında Yıldız Sarayı’ndan Bingazi Mutasarrıfı ve Kumandanı Hilmi Paşa’ya bir telgraf çekmiş ve acele bir kadro teşkiliyle bir jandarma müfrezesi refakatinde Küfre Vahası’nda bir kaymakamlık kurulmasını ve buraların Osmanlı hâkimiyetinde olduğunu göstermek üzere hükümet konağı edinilecek bir binaya Osmanlı Sancağı’nın çekilmesini bildirmişti. Bkz.: Karasapan, s. 176. 27 Meşrutiyetle beraber Trablusgarp’taki sosyal hayatta da gelişmeler olmuştu. Şehirde iki sinema salonu, üç otel, 87 kahvehane ve 20 kadar içkili yer açılmış, biri Türkçe diğerleri Arapça olmak üzere sekiz gündelik gazete yayınlanmaya başlamıştı. Bu gazetelerin basımı sanatlar okulu matbaası ve 1860 yılında kurulan Vilayet Basımevi’nde yapılmaktaydı. Ayrıca şehirde biri devlet tarafından yaptırılmış 250 yataklı, diğeri belediye tarafından açılmış olan 50 yataklı ve üçüncüsü İngiliz misyonerleri tarafından idare edilen on yataklı üç hastane vardı. Bu hastanelerdeki doktorların çoğu Türk olmakla beraber birkaç Yunanlı doktor da bu hastanelerde görev alıyordu. Hükümetin Trablusgarp’a sağladığı en büyük hizmetlerden biri de Abumilyana ve Ayn-i Zare’de açtıkları artezyen kuyularıyla şehre içme suyu sağlamak olmuştu. Görüldüğü üzere Tunus, Cezayir ve Mısır’ı kaybeden Osmanlı Devleti benzer bir durumla Trablusgarp’ta da karşılaşmamak için bölgede mutlak hâkimiyetini tesis ettiği 1835 yılından itibaren bu bölgenin de Osmanlı Devleti’nin diğer herhangi bir parçası gibi imar ve kalkınma hareketlerinden faydalandırmaya çalışmıştı.45 B. İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’ye İlgisinin Siyasi Nedenleri İtalya, sömürgecilik yarışına birçok Avrupa devleti’ne göre geç başladığından46 İtalyan devlet adamları, dış politikanın temel eksenine birliğini kuran İtalya’yı kolonilere sahip olma yoluyla Büyük Güçler’den biri haline getirebilmek üzerine oturtmuşlardı. Ancak bu tarihte İtalyan sermayesi, ülke dışında yatırım olanakları arayacak kadar artık değer üretmiyordu. Bu sebepten İtalyan devlet adamlarının İtalya’yı kolonyal bir güç haline getirmeye çalışmalarındaki amaçları ekonomik olmaktan öte ulusal bilinci güçlendirmek ve birliğini yeni sağlamış olan ülkeyi manevi bir bütün olarak ulus haline getirmek 44 Anderson, Lisa, s.78. Karasapan, ss. 162-166. 46 Sömürgeciliğin Avrupa’da hız kazanması 1890 yılına rastlar bu yıldan itibaren 15 yıl süreyle sömürgecilik Avrupa devletlerinin resmi siyaseti haline gelmişti. İtalya’yı ise bu yarış dışında bırakan bu tarihte Doğu Afrika’nın kaderini tayin eden İngiliz - Alman antlaşması ile Batı Afrika’yı taksim eden Franszı - İngiliz antlaşmalarının yapılmış olmasıydı. Bkz.: Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra’da Türk - Fransız Rekabeti (1858-1911), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1995, s. 73. 45 28 yönündeydi.47 İtalya’nın yayılmacı devlet yapısı diğer Büyük Güçler’i taklit eder şekilde geliştiğinden ve o dönemde Büyük Güç olmanın şartı, sömürgeye sahip olmaktan geçtiğinden; İtalya için sahip olunan sömürgenin Afrika’da ya da başka bir coğrafi bölgede olması önemli değildi. İtalya’nın bu sonradan görme sömürge arayışı, onun henüz büyük bir güç olmadığının en büyük göstergesiydi.48 Bu noktada, İtalya’nın bir sömürge imparatorluğu olabilmesi için iki hedefi gerçekleştirmesi gerekiyordu: - Adriyatik’te Hâkimiyet - Anadolu’da Etki Alanı Kurmak Adriyatik’te hâkimiyetin yolu, Dalmaçya’da ve Arnavutluk’ta hâkimiyet kurmaktan geçiyordu. İtalya’nın bu bölgelerde hâkimiyet kurması durumunda Adriyatik bir İtalyan Gölü haline gelecekti. Bu bölgede kurulacak bir hâkimiyet İtalya’ya Kuzey Almanya ve Sırbistan’ın doğusunu da kontrol etme olanağı verecekti. Anadolu’da etki alanı kurma, İtalya için Anadolu kıyıları üzerinde hâkimiyet anlamına geliyordu. Bu ise İtalya’nın Boğazlar ve Süveyş Kanalı’na giden yollar üzerinde hâkimiyet kurması anlamına geliyordu. Ancak İtalya’nın bu iki hedefine ulaşması için önündeki en büyük engel Büyük Güçler idi. Zira Büyük Güçler’in bu bölgelerdeki çıkarları İtalya’nın üzerindeydi. Bu sebeple bu bölgelerde kurulacak bir İtalyan hâkimiyetine tamamen karşıydılar.49 Avrupa Devletler Sistemi içinde -Osmanlı Devleti’nin bile ardından- ikinci derecede devlet50 durumunda olan İtalya’nın bu tip bir hâkimiyet üzerinde ısrar etmesi de beklenemezdi.51 Bununla birlikte dünyada sömürge arayışına girmiş tek güç İtalya değildi. Almanya, Belçika, Birleşik Devletler ve Japonya da kendilerine sömürge 47 Bu konuyla ilgili Massimo D’Azeglio “İtalya kurulmuştur, şimdi sıra İtalyan ulusunu yaratmaktadır” demişti. Bu söze La Grande Proletaria si é mossa ( Büyük Proleterya Uyandı ) nutkunun yazarı Giovanni Pascoli’nin cevabı ise “Libya Savaşı ile İtalyan Ulusu da yaratılmıştır.” olmuştu. Bkz.: Sergé, s. 22. 48 Eugene Staley, War and The Private Investor, Doubleday, Doran & Company, Inc., New York, 1935, Bölüm 1,ss. 4 -7 49 Giuseppe De Luigi, Il Mediterraneo nella Politica Europea, Napoli: Jovane, 1925, s. 427 50 Orhan Koloğlu; Osmanlı -İtalya Libya Savaşı’nda İttihatçılar, Masonlar ve Sosyalist Enternasyonal, Ankara: Ümit Yayıncılık, 1999, s. 27. 51 De Luigi, s. 427. 29 arayan ülkelerdi. Bu ülkelere ek olarak İspanya da daha önce Güney Amerika’da kurduğu sömürge düzeninin bir benzerini Afrika’da kurmak istiyordu. Sömürge edinme konusunda boş durmayan Danimarka Bengal Körfezi’ndeki Nicobar Adası’nda; İngiltere Arap Denizi’ndeki Socotra’da; İsveç ise Batı Hint Adaları’ndaki San Banthelemy’de koloni kurma çabasına girmişlerdi. Ayrıca Mısır Hidivi İsmail Paşa (1830-1895), fildişi ticaretini Kahire’ye çekmek için egemenlik sahasını Sudan’dan Zanzibar’a kadar bütün Doğu Afrika’ya yaymak için yoğun çaba içine girişmişti.52 Bu sebepten İtalya, dış politikasındaki yönünün Kuzey Afrika’nın doğusunda yeni sömürgeler elde edip Akdeniz’de etkin bir güç olma şeklinde belirlemiş ve gözünü coğrafi olarak en kolay ulaşabilecekleri bölge olan Tunus’a dikmişti. Ancak İtalya’nın Akdeniz üzerindeki egemenlik konusunda iki büyük devletle -İngiltere ve Fransa- ile savaşması gerekmişti. 18. ve 19. yüzyıl boyunca Akdeniz’in hâkim iki gücü Fransa ve İngiltere idi. Her ne kadar coğrafi olarak bir Akdeniz ülkesi olmasa da İngiltere’nin bu deniz üzerinde mutlak bir hâkimiyeti söz konusuydu. Fransa ise 1830’da Cezayir’i ve 1881’de Tunus’u işgal ederek İngiltere’den sonra Akdeniz’in ikinci hâkim gücü durumuna gelmişti. İtalya ise bir Akdeniz ülkesi olmasına rağmen bu denizde bir üstünlük kuramamıştı. İtalya’nın Akdeniz’deki durumuyla ilgili olarak İngiliz Manchester Guardian gazetesi, “Akdeniz her şeyden önce, İtalya’nın denizidir. İtalya’nın bütün kıyıları bu denize bakmaktadır. Bu sebepten, bu deniz bizim (İngiltere’nin) değil İtalya’nındır. Bu deniz İspanya ve Fransa’nın da değildir. Ancak İngiltere, Cebelitarık’ı, Port Said’i ve Malta’yı elinde bulundurarak İtalya’nın bu denize giriş ve çıkışı engellemektedir. Bu sebepten, İtalya iki tarafında birer kapı bulunan bir adanın ortasında sıkışıp kalmış durumdadır. İtalya’nın bu durumu bahçeli evi olan bir adamın iki kapılı evinin anahtarının her ikisinin de bir yabancının cebinde olmasına benzemektedir. Adam, güzel bir günde bahçesine çıkmak istediğinde yabancı kapıların her ikisini de kilitleyerek adamı eve hapsedebilmektedir.” şeklinde bir makale yayınlamıştı.53 52 53 Glen J. Barclay , The Rise and Fall of The New Roman Empire, New York: St. Martin’s Pres, 1973, s.20 De Luigi, s. 427. 30 1868 yılında -Süveyş Kanalı’nın açılmasından bir yıl önce- Akdeniz’in önemi Amerika Kıtası’nınkini aşmıştı. Bu konuyla ilgili olarak Almanya Şansölyesi Otto von Bismarck (1815-1898), Mazzini’ye yazdığı bir memorandumda “Ortada bir gerçek vardır. O da Almanya ve İtalya’nın doğal birlikteliği ve İtalya ile Fransa’nın doğal rekabetidir. Zira İtalya ile Fransa arasında hâkimiyet konusunda değişmez bir rekabet vardır. Bu rekabetin temelinde de Akdeniz yatar. Akdeniz İmparatorluğu Akdeniz’de sahip olduğu kıyı şeridinin uzunluğu Fransa’nınkinin 12 katı olan İtalya’nın olmalıdır” demişti. Bu sebeple Roma İmparatorluğu’nun eski bir vilayeti olan Tunus54, coğrafi bakımdan İtalya’ya yakınlığı yanında sürekli artmakta olan İtalyan nüfusunun yerleşmesi için de elverişli bir bölge idi. Zira birliğini sağlamasının ardından İtalya’nın sürekli artan nüfusu yüzünden işsiz kalan halkının bir kısmı başta Birleşik Devletler olma üzere yabancı ülkelere göç etmekteydi.55 Ancak göç İtalyanlar gittikleri ülkelerde de çok iyi hayat koşulları sağlamıyordu. İtalyan göçmenler göç ettikleri ülkelerin büyük şehirlerindeki belli semtlerde gettolar kurmuşlardı.56 Bu ülkelerde yaşayan İtalyanların kültürel kimliklerini korumak için kilise ve kültürel organizasyonlar seferber olmuşlardı.57 Zira İtalya Kralı I.Umberto’nun (1844-1900) emriyle oluşturulan bir komisyon, 1891 tarihinde ülke dışında yaşayan İtalyanların yaşayışları üzerine yaptığı bir araştırma sonucunda İtalyan göçmenlerin gittikleri ülkelerde iki nesilden fazla kalırlarsa ulusal kimliklerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalacakları fikrini ortaya atmıştı. Komisyonun raporunda ayrıca son sekiz yıl içinde dünyada İtalyanca konuşulan alandaki %55 oranındaki artışa karşılık, Rusça konuşulan alanda %133, Almanca konuşulan alanda %73, İspanyolca konuşulan alanda ise %71 oranında bir artış olduğu belirtilmişti.58 54 Kuzey Afrika yaklaşık olarak 500 yıl Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altında kalmıştı. İmparator Agustus döneminden itibaren Kuzey Afrika ile Roma İmparatorluğu arasında kurulan ilişkiler, İmparatorluğun yıkılmasının ardından Napolili, Floransalı ve Cenevizli tüccarların Afrika’daki krallıklarla ticari ilişkilerini sürdürdükleri Orta Çağ boyunca da devam etmişti. Ayrıca İtalyan kâşifler Finati ve Minutoli 1815 ve 1820 yıllarında Sudan’a giren ilk Avrupalılardı. Bkz.: Barclay, s.12. 55 Şıvgın, ss. 2-14 56 New York’ta Brooklyn, Buenos Aires’te La Boca, Londra’da Clerkenwell’de. 57 Romano, ss. 101-102. 58 R.J.B. Bosworth., Italy, the Least of the Great Powers: Italian Foreign Policy before the First World War, Oxford: Oxford University Press, 1981, ss.77-90. 31 İtalyan göçmenlerinin kimliklerine karşı bir diğer tehdit ise nüfusunun sekizde birini İtalyanların oluşturduğu Arjantin’den gelmişti. Arjantin, İtalyan sanayinin üretim fazlası ürünlerinin satışı için uygun bir alandı ve dünya üzerinde İtalya’nın dengeli bir ticaret şansı yakaladığı birkaç ülkeden biriydi. Ancak, Arjantin hükümetinin ülkesinde yaşayan İtalyanların Arjantin vatandaşlığını kabul etmeleri aksi takdirde sınır dışı edilecekleri konusunda yaptığı açıklamanın ardından hükümet 1911’de Arjantin’e yapılan İtalyan göçünü yasaklandığını ilan etmişti.59 İtalyan göçmenlerin gittikleri ülkelerde karşılaştıkları bu durumlar İtalya’da milliyetçi ve sosyalist hareketlerin yükselmesine sebep olmuştu. Bu hareketler içinde milliyetçilik, liberal fikirlerin bir aracı olarak göçmenlerin yabancı ülkelere değil, İtalya’nın elde edeceği sömürgelere yerleştirilmesi konusunda halk desteğinin alınmasını sağlamıştı.60 Bu yolla İtalya yöneticiler geç kaldığı sömürge yarışına arkasında bir halk desteğiyle başlamayı amaçlamıştı.61 Mazzini’ye göre; İtalya için başarının kanunu, sadece modernleşme yolunu açmış bir İtalya olmak değil, bunun yanında gerçek ulusal sınırlarına ulaşmış, kolonileşmeyi gerçekleştirebilecek -ki ilk hedef Tunus olmalıdır- ve tıpkı Roma’nın kartallarının yaptığı gibi Akdeniz’e hâkim olacak derecede güçlü bir İtalya kurmak olmalıydı.62 Bu sebeple, Amerika’nın ardından Tunus’a da yoğun bir İtalyan göçü başlamıştı. İtalya, çoğunlukla amele ve ziraat işçisi olarak Tunus’ta yerleşen İtalyanlara ekonomik faaliyetlerde bulunmaları için her türlü yardımda da bulunmuştu. Ancak İtalya’nın Tunus’u sömürgeleştirme konusunda önünde Fransa gibi güçlü bir engel vardı. Zira Fransa 16.. 59 Bosworth, s.338. Bu durum, diplomasiyi kullanarak ve bu ülkedeki yerel konsoloslukları güçlendirmeye yoluyla Arjantin’i Kanada ya da Avustralya benzeri bir koloniye çevirmeyi planlayan İtalyan siyasetçilerini de hayal kırıklığına uğratmıştı.. Bkz.: Claudio G. Segrè, Fourth Shore The Italian Colonization of Libya, Chicago: The University of Chicago Press, 1974, s. 10. 60 Zaten İtalya için sömürge emperyal çıkarlara hizmet eden bir alandan çok, dışa göç eden fazla insan gücünün İtalya’ya gelir sağlamak için toplandığı bölge demekti. Bkz.: Sérge, s. 4. Çünkü köylü İtalyan göçmenleri daha önce İtalyan tüccarların yaptığı gibi gititkleri yerlerde İtalyan kültürünü yayabilecek sermayeye ve kültürel birikime sahip değillerdi. Bu sebeple İtalya için en uygun sömürge alanı coğrafi ve tarihsel olarak ta kendine yakın olduğu için ileride İtalya’nın bir parçası haline gelebilecek olan Kuzey Afrika bölgesiydi. 61 Romano, ss. 101-102 62 Romano, s. 82 32 yüzyıldan beri ticaret münasebetlerinin bulunduğu Cezayir’i Batı Akdeniz’de stratejik bir mevkii elde etmek amacıyla 1830 yılında ele geçirdikten sonra Tunus’la ilgilenmeye başlamıştı.63 Viyana Kongresi sırasında Tunus’ta 2000 Fransız’a karşı 10.000 İtalyan yaşamasına rağmen İtalya, Fransa’ya karşı giriştiği Tunus’u kapma mücadelesinde baştan beri fazla bir şansa sahip değildi.64 Çünkü Cezayir’in komşusu olup Osmanlı Devleti’ ne bağlı, fakat çok geniş bir özerkliğe sahip olan Tunus’u uydusu haline getirmeyi amaçlayan Fransa, bölgede meydana gelen en küçük bir gelişmeyi dahi dikkatle izliyordu.65 İtalya’nın Tunus üzerinde hâkimiyet kurabilmesi için önünde iki yol vardı. İlki, bölgesel ve sınırlı -ki sınırlar müzakereler yoluyla belirlenmişti- ikincisi ise; Roma İmparatorluğu fikri temelli evrensel ve sınırlı olmayan. Cavour Nice’i Fransa’ya bırakırken ilk yolu seçmişti. Mazzini ise uyguladığı politikalarda ikinci yolu benimsemişti. Ancak Avrupa’nın içinde bulunduğu siyasi atmosfer İtalyanların duygusal düşünce temelli Tunus’un Roma İmparatorluğu’nun eski bir toprağı olduğu ve İtalya’nın bu bölge ile tarihi ve kültürel bağlarının bulunduğu fikrini gerçekleştirmesine olanak verecek durumda değildi.66 Çünkü ne dünya siyaseti Roma İmparatorluğu zamanındaki gibiydi ne de İtalya Avrupalı diğer devletler arasında Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı olduğunu savunacak kadar güçlü bir devletti. İtalya’nın Tunus üzerindeki emelleri konusunda Büyük Güçler’in desteğine ihtiyacı varken Büyük Güçler’den İngiltere ve Almanya da Tunus konusunda siyasi çıkarlarına daha uygun olduğu için; Fransa’nın yanında yer almışlardı.67 Özellikle Almanya Berlin Kongresi esnasında Fransa’nın Tunus üzerindeki emellerini tahrik etmeye başlamıştı. Bismarck, Fransa’nın Alsace-Lorraine’i (Alsas Loren) kolay unutmayacağını ve Fransa’nın ilk fırsatta intikam alacağını biliyordu. Fransa’ya Alsace-Lorraine’nin acısını unutturmak için Fransa’yı Tunus’u almaya teşvik etmişti.68 Ayrıca Fransa Tunus’u alırsa burada gözü olan İtalya ile arası bozulacak ve bu da Almanya’nın işine yarayacaktı. Almanya’ya karşı harekete geçmeye kolay kolay teşebbüs 63 Şıvgın, ss. 2-14. Barclay, s. 20. 65 Kurtcephe, s. 9. 66 Croce, ss. 260-262. 67 Askew, s. 4. 64 33 edemeyecekti. Çünkü böylece Fransa’nın gözü Avrupa dışına çevrilmiş olacaktı. Bismarck Fransa’yı Tunus’u almaya teşvik ederken bir yandan da “İtalya ve Fransa Akdeniz’deki menfaatleri için birbirleri ile ortaklığa girişemezler. Akdeniz akraba arasında taksimi mümkün olmayan bir mirastır. Akdeniz saltanatı İtalya’ya aittir.” diyordu. Bu suretle Almanya İtalya ve Fransa’yı Akdeniz’de karşı karşıya getirerek hem Fransa’yı Avrupa dışında meşgul etmek hem de İtalya’ya hoş görünmek ve kendi yanına çekmek istiyordu.Fransa İngiltere’den de Tunus’u almak konusunda teşvik görmüştü. Çünkü Fransa Mısır ile ilgilenmesinden dolayı İngiltere’ye cephe almıştı. Üstelik İngiltere 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Ayastefanos Barışı’ndan yararlanarak Kıbrıs’a girmişti. Bu sebeple bu iki devlet antik Kartaca’nın uzantısı olan Tunus’un hâkimiyeti konusunda Fransa’nın yanında yer almışlardı.69 Almanya ve İngiltere’nin Tunus’u Fransa’nın nüfuz bölgesi olarak kabul ettiklerini açıklamaları, İtalya’yı Tunus’a sahip olma hayallerinden vazgeçirmeye yetmemişti. İtalya’nın önüne iştahını kabartacak bir lokmanın sürülmesi gerekiyordu. İşte bu lokma Trablusgarp olmuştu. İlk defa Berlin Kongresi sırasında İtalya’nın dikkatleri Trablusgarp’a çekilmeye çalışılmıştı. İtalya’ya açıktan bir teklif yapılmamıştı. Delegelerin birçoğu İtalyan kamuoyunu tatmin etmek için Trablusgarp’ta hareket serbestliği tanınması fikrini savunmuşlardır.70 İtalya, İngiltere ve Almanya’nın bir oldu bittiyle Tunus’u Fransa’ya bırakmaları karşısında askeri ve ekonomik gücünün yetersizliği yüzünden çaresiz kalmıştı.71 Politik savaşı da kaybetmiş görünen İtalya, bundan sonra nasıl bir sömürge politikası izlemesi gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Zira ülke içinde Tunus’un kaybedilmesinden doğan tepkilerin yarattığı siyasal çalkantılar başlamıştı. İtalyan hükümetinin bu çalkantıları sona erdirmesi ve bundan sonra İtalyan halkına Trablusgarp’ı sömürgeleştirmek fikrini kabul ettirmesi gerekiyordu. Ayrıca Tunus üzerindeki iddialarını sürdürerek politik yollardan çıkarlar elde edilebilirdi. Nitekim İtalya, Berlin Kongresi’nden 68 Karasapan, s. 152. Askew, s. 4. 70 Karasapan, s. 154. 69 34 sonra da 1881’de Fransız işgaline kadar Tunus’a sahip olma hayallerini gerçekleştirmeyi düşledi. İtalya Kralı Humbert (1844-1900), 1881’de Sicilya’ya yaptığı bir seyahatte, Tunus’ta yerleşmiş olan İtalyanlardan oluşan bir heyeti Palermo’da kabul etmişti. Onlara hitaben yaptığı konuşmada Tunus’tan Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti olarak bahsetmişti. Bu konuşma ve sınır olayları Fransa’yı harekete geçirmişti. Fransa, Krumir Kabilesi’nin Cezayir’e tecavüz ettiğini bahane ederek 4 Nisan 1881’de Tunus’a saldırmış ve Tunus Beyi Muhammed Sadık, 12 Mayıs 1881’de Bardo Antlaşması ile Fransız hâkimiyetini tanımak zorunda kalmıştı.72 Tunus’un Fransa tarafından işgaline Osmanlı Devleti ve İtalya itiraz etmişlerdi. Özellikle Tunus’ta birçok yatırımlar yapan ve bu toprakları kendi müstakbel sömürgesi olarak gören İtalya, Fransız işgalinden sonra da elde ettiği haklardan kolay kolay vazgeçmeye yanaşmamıştı. Bu sebeple Tunus’ta Fransız-İtalyan nüfuz çekişmesi 1900 yılında iki ülke arasında yapılan ve İtalya’nın Tunus üzerindeki Fransız hakimiyetini tanıdığı antlaşmaya rağmen 1919’a kadar sürmüştü.73 İngiltere’nin Mısır’a ve Fransa’nın Tunus’a yerleşmesi üzerine İtalya Akdeniz’de iki önemli üssü İngiltere ve Fransa’ya kaptırdığını, kendisinin de emperyalist bir siyaset takip etmesi gerektiğini, kendisini saran çemberin daha daralmasını istemediğini ve kendisine de Bâbali tarafından bir vilayet olarak idare edilen Trablusgarp ve Bingazi’ den başka bir yer kalmadığını, bu toprakların İtalyanlara kalması gerektiğini ve bunun için de büyük Avrupa devletlerinin Tunus ve Mısır’ı işgallerindeki sebeplerinden birini aramak 71 Crispi anılarında Tunus’un Fransa tarafından işgalinin İtalya’yı Akdeniz’de izole bir hale getirdiğini belirtmişti. Bkz.: Thomas Palamenghi Crispi, The Memoirs of Francesco Crispi, Cilt:2, Londra: Hodder and Stoughton, 1912, s.442. 72 Gerçekte Fransa’nın sınır ihlalinin bahane ederek Tunus’a saldırmasının hem hukuksal hem de mantıksal açıdan hiçbir tutarlılığı yoktu. Zira Osmanlı yönetimi boyunca Garp Ocakları diye adlandırılan bu ülkeleri birbirlerinden ayıracak kesin sınırlar tespit edilmemişti. Bu bölgede iklim şartlarının elverisizliği yüzünden nüfusun büyük çoğunluğu Kıyı şeridi boyunca yerleşmiş oldukları için Osmanlı Devleti bu bölgelerde nüfusun en yoğun olduğu yerleri yönetim merkezleri yapmıştı. İşte Cezayir, Tunus ve Trablusgarp merkez yapılan üç şehirdi. Diğer şehirlerde bu üç şehre uzaklıklarına göre kendilerine en yakın olan şehre yönetsel olarak bağlanmışlardı. Bu sebeple halkının büyük çoğunluğu aynı etnik kökenden olan aynı dini inanca sahip ve aynı dili konuşan Osmanlı Kuzey Afrikası’nda belirlenmiş bir sınır olmadığı için Fransa’nın ileri sürdüğü gibi bir sınır ihlalide söz konusu değildi. Bkz.: Anderson, Lisa, s.46. 73 Kurtcephe, ss. 10-11. 35 gerektiğini düşünüyordu.74 İtalya ayrıca Avrupa diplomasisinde ikinci derece bir devlet olmaktan kurtulması ve söz sahibi olabilmesi için kendisinin de sömürgeler elde etmesi gerektiği inancındaydı. İtalya bu düşüncelerini gerçekleştirmek amacıyla bütün dikkatlerini Mısır ve Tunus arasındaki Trablusgarp ve Bingazi topraklarına çevirmişti. İtalya kendi ülkesinin güneyine isabet eden ve ilerisi için stratejik bir köprü vazifesi görebilecek olan bu yere mutlaka sahip olmak gerekiyordu. 75 İtalya’nın 1881’de Tunus’un işgalinin ardından izlediği dış politikanın temelinde hep Trablusgarp meselesi olmuştu. İtalya askeri bir zafer ve kolonicilikten kendine uygun bir pay görmek için can atıyordu ama 1896’de Adowa (Adua) askeri felaketinin kötü anılarında hiçbir İtalya’nın aklından silinmemişti.76 Bu felaketin temelinde de İtalya’nın engellenemez emperyal ihtirasları yatmaktaydı. Çünkü Trento ve Trieste’yi Avusturya’nın ellerine bıraktıktan sonra yönünü Afrika’ya çeviren İtalya,77 1885’te Eritre Kolonisi’nin oluşacağı merkez olarak gördüğü Kızıldeniz’deki Massawa Limanı’nın işgal etmek için harekete geçmişti. Afrika Boynuzu’nun diğer tarafında da özel şirketlerin Assaba civarında ektikleri İtalyan çıkarlarının tohumları, 1905’te Somali kolonisi olarak meyve vermişti.78 Ancak Assaba gibi küçük ve verimsiz alan İtalya’nın artan nüfus sorununa bir cevap vermekten çok uzaktı.79 Bu sebeple İtalya’nın Sicilya kökenli Başbakanı Francesco Crispi (1819-1901) egemenlik sahasını Habeşistan yönünde geliştirmek ve bu bölge üzerinde İtalyan egemenliği kurmak için harekete geçti. Ancak Crispi’nin yöntemi, zamanlama ve uygulama açısından yetersizdi. Çünkü Crispi bu bölgeye İtalyan köylülerinin yerleştirmeyi düşünmüştü. Ama bölgenin sahip olduğu kaynaklar İtalya’nın istediği oranda verim elde etmesine yetecek ölçüde değildi. Bu sebeple İtalyan köylülerinin Habeşistan’a yerleştirilmesi düşüncesi mantığa aykırıydı. Ama Crispi, amacına ulaşmak için tüm araçları 74 Crispi, s. 458. J.L. Miége., L’Impérialisme Colonial Italien de 1870 a nos jours, Paris, 1968, s. 91. 76 Timothy W. Childs, Italo-Turkish Diplomacy and The War Over Libya 1911-1912, Leiden: E.J. Brill, 1990, ss. 29-30. 77 Çaycı, s. 57. 78 Bosworth, ss. 11-13. 79 Barclay, s. 20. 75 36 kullanmıştı;80 16.500 askerden oluşan birlik Habeşistan İmparatoru Menelik himayesi altındaki yaklaşık 100.000 kişilik düzenli ordu tarafından Adowa’da yenilgiye uğratılınca ve tek bir savaşta, 6.000 asker gibi -Risorgimento’nun tüm savaşlarından daha fazla- bir kayıp verilince İtalya’nın emperyal hedefleri de sekteye uğramış oldu.81 Adowa mağlubiyeti sonunda sekteye uğrayan ekonomik gelişimin etkisiyle İtalyan yönetici sınıfı İtalya’nın Büyük Güç rolünün içini dolduramamıştı.82 Ayrıca Tunus’un kaybının ardından gelen bu mağlubiyet yönetici sınıfta ulus fikri konusunda bir korkunun ve güvende olmama hissinin oluşmasına yol açmıştı. Bunun yanında, İtalya’nın hâla içerde ve dışarıda düşmanları bulunuyordu. Bunların başında gelen Papa, oluşturulmaya çalışılan ulus devleti şeytanın bir eseri olarak niteliyordu. Prensler, hâkimiyetlerini kaybettikleri eski bölgeleri tekrar ele geçirmek için fırsat kolluyorlardı. Avusturya, Lombardiya ve Venedik’i hâla elinde tutuyordu. Katolik krallıklar, Romalı rahip sınıfının kendi rahip sınıflarını görmezden gelmesini istemiyorlardı. Fransa III. Napoléon Döneminde güney komşusunu koruduğu ve onunla anlaşmış olduğu için pişmanlık duyuyordu. İtalyan yöneticiler eğer İtalya’ya karşı olan bütün bu güçler onu çökertmek için birleşirlerse, İtalya’nın birliğini bir nesilden fazla koruyamayacağını biliyorlardı. Bu durum İtalya’yı Avrupa’nın en devrimci ulusu haline getirmişti. Bu yolla İtalya dış tehditlere karşı içerde birliğini sağlamıştı. İtalya, mevcut bu tehlikeye karşı birliğini korumak ve uluslararası alanda yalnız kalmamak için de kendisine dış destek sağlayacak güç olarak gördüğü Almanya ve Avusturya’yla 28 Mayıs 1882’de imzaladığı Üçlü İttifak Antlaşması’na daha çok bağlanmıştı.83 Daha çok savunma amacına yönelik olan bu antlaşmaya göre şayet İtalya kendi tahriki olmadan Fransa’nın hücumuna maruz kalırsa, Almanya ve Avusturya ona bütün güçleriyle yardım edeceklerdi. Eğer Almanya Fransa’nın hücumuna uğrarsa, İtalya aynı şeyi yapacaktı. Fakat saldırı 80 Bosworth, ss. 11-13. Menelik İtalyanlara karşı yaptığı bu savaşta Rusya’dan silah ve mühimmat konusunda büyük yardım almıştı. Habeşistan Kralı Menelik’e kişisel olarak 80.000 tüfek hediye eden Çar II. Nikola ayrıca Habeşistan’a Fransız Somalisi üzerinden 100.000 tüfek ve on iki milyon adet mermi göndermişti. Bu yardımın temel nedeni Fransa’nın Afrika’daki yayılmacı politikasına karşı İngiltere’yi destekleyen İtalya’ya karşı Ege Denizi’nden Himalayalara kadar uzanan bölgedeki İngiliz çıkarlarına karşı tehdit oluşturan Rusya’nın tavır alması yatmaktaydı. Bkz.: Barclay, s. 32. 82 Bosworth, ss. 11-13. 83 Romano, s. 91. 81 37 Almanya’dan gelirse İtalya tarafsız kalacaktı. Eğer Avusturya’yla Rusya çatışırsa, saldıran taraf kim olursa olsun İtalya tarafsız kalacaktı.84 Bu antlaşma yoluyla dış tehditlere karşı güvenliğini sağlayan İtalya, iç politikada da rahat hareket etme olanağı bulmuştu. Zira İtalya birliğini yeni kurmasından kaynaklanan bir takım iç sorunlarla karşı karşıyaydı. Özellikle iç politikanın oluşturulması konusunda Sosyalistler ile Liberaller arasında büyük oranda bir rekabet vardı. İçeride bu sorunlarla uğraşan yöneticiler dış politikaya yeterince ağırlık veremiyorlardı. Bu da zaten geç başlanmış olan sömürge yarışında İtalya’yı daha da geride bırakıyordu. Bunun sonucunda İtalyan yöneticiler kader ortağı olarak gördüğü Almanya’nın içinde bulunduğu Üçlü İttifak Antlaşması’na taraf olarak dış politikadaki başarılarıyla -özellikle sömürge elde etme konusunda- iç muhalefetin baskılarından kurtulup halk desteğini sağlamayı amaçlıyorlardı. Bu amaçlarına da Tunus ve Habeşistan’da uğradıkları başarısızlığı Trablusgarp’ta elde edeceği başarılarla telafi ederek ulaşmayı planlamışlardı.85 Üçlü İttifak Antlaşması’yla kendini güven altına alması İtalya’ya sömürge imparatorluğu kurma yolunda daha saldırgan politikalar izleme olanağı vermişti. Özellikle Crispi, dış politikada birliğin yükselişini koruyacak kesin hareketler yapmıştı. Bunun uzantısı olarak ta Akdeniz’de yayılma politikası gütmeyi tercih etmişti. Ama bu amaca ulaşmak Crispi’nin düşündüğü kadar kolay değildi. Çünkü Avrupa’da dengeleri bozacak herhangi bir duruma tamamen karşı olan Büyük Güçleri’in hepsinin düşüncesi barışın korunması yönündeydi. Ancak Crispi Afrika’nın Akdeniz kıyılarında kesinlikle bir İtalyan kolonisi bulunması gerektiğini savunuyor ve Trablusgarp’ı Güney İtalya’da sıkıntı içinde yaşayan halkın isteklerini karşılayacak Yeni İtalya’nın kurulabileceği alan olarak görüyordu.86 Milliyetçiler ise Trablusgarp’ı basit fakir siyahî bir kara parçası olarak görüyorlar ve bir Avrupa devleti’nin canının istediği gibi girip hüküm sürebileceğine inanıyorlardı. Ama İtalyan yöneticileri Trablusgarp’ın Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olduğunu ve Osmanlı Devleti’nin de hâla Avrupalı güç olduğunu biliyorlardı. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü 84 Çaycı, s. 58. Romano, s. 140. 86 Crispi, s. 466. 85 38 Avrupa’daki barış ve denge için gerekli bir unsurdur. Bu sebeple Crispi’den sonra başbakan olan Giovanni Giolitti (1882-1922) ve onun Dışişleri Bakanı Antonio San Giuliano (1852-1914) Trablusgarp’ın önce diplomatik daha sonra askeri yönden kazanılması gerektiğine inanmışlardı.87 Bu yüzden bölgeyi işgal konusunda Büyük Güçler’in de desteğini almak için elinden gelen çabayı göstermişlerdi. İtalya’nın Üçlü İttifak’a girmesinde, Tunus meselesinden dolayı Latin Kız Kardeş’i Fransa’ya karşı meydana gelen küskünlüğün yanında Fransa ve İngiltere’yi Trablusgarp’ı kapabilecek tehlikeli birer rakip olarak görmesinin de büyük rolü olmuştu. İtalya, Üçlü İttifak Antlaşması ile Almanya ve Avusturya’ya Kuzey Afrika’daki emellerini kabul ettirmek için gerekli zemini hazırladığına inanmıştı.88 Bunun yanında Tunus konusunda izlediği dış siyasetin yetersizliğinden ders alan İtalyan hükümeti, Dış İşleri Bakanlığı’nın yapısında da bazı değişikliklere gitmiş ve sömürgelere sahip olma yoluyla white man’s burden’ı (Beyaz Adamın Gücü) göstermek için bakanlık içinde, özerk ofislerden ayrı olarak birkaç bölümden oluşan Bakanlık Genel Direktörlüğü adında bir yapılanma kurmuştu. Bu direktörlüğün içindeki bölümlerin görevleri şu şekilde paylaştırılmıştı: Genel Sekretere bağlı olan birinci bölüm; hesaplar, ödemeler, diplomatik varlıkların genel yönetimiyle ilgileniyordu. İkinci bölüm ise personel ve törensel konularla, arşiv ve kütüphane ile ilgileniyordu. Asıl önemli bölüm Siyasi İlişkiler Genel Direktörlüğü’ne bağlı olan üçüncü bölümdü. Avrupa, Afrika, Uzakdoğu ve sömürgecilik ilişkileriyle ilgilenen bölümlere ayrılan bu bölüm, diplomatik konuları günlük olarak takip ediyordu. Dördüncü bölüm ise yabancı ülkelerdeki İtalyanların durumlarıyla ilgileniyordu. Ticari İlişkiler Genel Direktörü’ne bağlı beşinci ve altıncı bölümler, ticari ve finansal konular ile ilgileniyorlardı. Yedi ve sekizinci bölümler ise ulusalcılık, emeklilik ve miras sorunlarıyla ilgileniyordu. Bütün bu konseylerden ayrı olarak yapılanmış olan Contenzioso Diplomatico (Diplomatik 87 Bosworth, ss. 144-147. Çaycı, s. 58. Salisbury, 4 Ağustos 1890 tarihinde Crispi’ye yazdığı mektupta İtalya’nın Fransa’nın Trablusgarp’ı işgal edeceği yönündeki sıkıntısının yersiz olduğunu belirtmiş ve Fransa’nın Tunus’ta uyguladığı işgal yöntemini Trablusgarp’ta uygulama imkanının olmadığının altını çizmişti. Bkz.: Crispi, s. 454. 88 39 Servis) daha yaşlı devlet adamlarından oluşuyor ve hükümetee danışmanlık görevi yapıyordu.89 Bütün bu alt yapı çalışmalarının ardından 1910 yılı başından itibaren İtalyan hükümeti ve basını Trablusgarp ile ilgili emellerinden resmen bahsetmeye başlamışlardı. İtalyan basını Osmanlı Devleti aleyhine yoğun bir kampanya başlatmış ve burada Osmanlı yöneticilerinin İtalyanlara çok kötü davrandığını Trablusgarp’ın ekonomik yönden geri kaldığını, buradaki İtalyan menfaatlerinin korunmadığını diğer başka devletlerin buraya göz koymasına tahammül edemeyeceklerini söylemeye ve bu şekilde İtalyan halkını savaşa hazırlamaya çalışmışlardı. Bunların neticesi olarak İtalyan kamuoyunda bir an önce Trablusgarp’ın işgali konusunda şiddetli bir istek uyanmaya başlamıştı.90 İtalyan hükümeti için Trablusgarp her şeyden öte Amerika’ya yapılan göçe son verecek bir iskân alanıydı. Bilhassa Sicilya’dan yapılan göçlerin yönü Trablusgarp’a çevrilebilirdi. Aynı zamanda el değmemiş bakir bir alan olan topraklar, zengin hammadde kaynaklarıyla gelişen İtalyan sanayine büyük destek sağlayacaktı. 1896 Adowa mağlubiyetinin yarattığı kötü tesirler de, kolay kazanmayı umdukları Trablusgarp zaferiyle silinebilecekti.91 İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali milliyetçiler açısından moral yönünden İtalyan Birliği’nin güçlenmesi ve ulus bilincinin yerleşmesi anlamına gelirken92; İtalyan endüstrisi ve finans piyasası için ise bu tip bir hareket, savaşa bağlı olarak ekonominin canlanması anlamına geliyordu. Emperyalist bir devlet olmak Risorgimento sonrası İtalya’nın başlıca raisons d’etre (varlık sebebi)’lerinden biri haline gelmişti. Eğer İtalya Büyük Güç olarak hareket edemezse ve İtalya’nın diplomatik yanlışlıkları ortaya çıkarsa, bu yurtiçindeki bir ulusal devrimle sonuçlanabilirdi. Böyle bir devrime karşı olan muhafazakârlar ve emperyalistler yeni bir Roma İmparatorluğu kurma hayalindedirler. Liberaller kendi ülkelerindeki modern gelişimin Floransa ve Venedik’le eş değer 89 Bosworth, ss. 115-117. Şıvgın, s. 38. 91 Kurtcephe, s. 60. 92 Giustino Fortunato’ya göre; Trablusgarp Savaşı İtalyan gençlerini İtalyan ulusu kimliği çevresinde birleştirmişti. Bu sayede Kuzey ile Güney arasındaki ekonomik, kültürel ve bölgesel farklılıklar İtalyan üstkimliği altında yok olmuştu. Bkz.: John A.Trayer, Italy and the Great War: Politics and Culture, 18701915, Winsconsin: University of Wisconsin Press, 1964, s. 242. 90 40 medeniyetler yaratmasını umuyordu. Bu sebepten İtalya, bir sömürge elde edip büyük güç olduğunu kanıtlamalıydı.93 İtalya’nın bir sömürgeye sahip olma düşüncesi Trablusgarp’a müdahaleyi destekleyen Liberal ve Muhafazakâr basından da destek görmüştü. Bu basın organlarında, 1911 Temmuzunda Avrupalı diğer güçlerinin Trablusgarp’a göz diktikleri gibi konular belirmeye başlamıştı. Basında, Fransa’nın Tunus’un doğu kısmında ilerlemeyi ve Trablusgarp’ın stratejik vahâlarını ele geçirmeyi; İngiltere’nin de Mısır’ın batı kısmından Bingazi’nin içine doğru ilerlemeyi planladıklarına dair haberler yer alıyordu. 94 Ayrıca Almanya ve Avusturya’nın İtalya’nın etkisinin azaltacak yeni bir gemi hattı yarattıkları hakkında ya da Anglo-Alman karışımı kapitalistlerin önemli bir toprak parçası elde ettikleri söylentileri de basında geniş yer kaplıyordu. İtalyan hükümeti ise bütün bu söylentileri ve iddiaları reddetmekle meşguldü.95 Aslında Trablusgarp’ın İtalya için önemi ekonomik olmaktan çok stratejşkti.96 Çünkü Adriyatik tarafı Avusturya’nın Tiren Denizi ve Akdeniz tarafı Fransa’nın kontrolünde olan İtalya belki de dünyanın çember içine alınmış yegâne ülkesiydi.97 1911 yılının Temmuz ortasında, Congresso delgi Italiani all’Estero (Yurt Dışında Yaşayan İtalyanlar Kongresi)’da, milliyetçi politikacı Luigi Federzoni (1878-1967) İtalyan hükümetinin Trablusgarp’taki haklarını ve çıkarlarını korumak için enerjik bir hareket temenni eden bir önerge sunmuştu. Yazar ve siyasetçi Enrico Coradini (1865-1931)’ye göre; Trablusgarp’ın işgali İtalyan ulusuna dünyaya ve kendine karşı yeniden bir dirilme sağlayacak ve İtalya’yı Akdeniz’i yöneten diğer güçlere karşı daha güçlü ve sağlam bir pozisyona getirebilecekti. Buna ek olarak, Guiseppe Piazza La Tribuna’da, Giuseppe Bevione La Stampa’da düşüncelerini “…1911 yazı süresince İtalya ülkenin tüm politik ve kültürel çevrelerine bulaşan, savaş sever bir milliyetçilik dalgasıyla yıkanmıştı. Sabırsız ve heyecanlı sesler bu milliyetçilik düşüncesi etrafında toplanmışlar, kararlı bir hükümet adımı talep ediyorlardı ki bu adımla İtalya Avrupa Güçleri tarafından daha fazla ihmal 93 Bosworth, ss. 5-9. Childs, ss. 40-41. 95 AMAE, no: 42, pos.17A, f.644. 96 Askew, s.5. 97 Barclay, s.40. 94 41 edilmeyecek ve Akdeniz’de bir koloni sahibi olmak kendisinin uluslararası politikadaki ağırlığı hissedilecek ve aynı zamanda Adowa yenilgisinin utancını yok edilecekti ki bu da İtalyan dış politikasının öncelikli hedefleri arasındadır.” şeklinde dile getirmişlerdi.98 Trablusgarp’a karşı iyi bir plan yapılmadan gerçekleştirilecek bir saldırının İtalya’ya zarar vereceğinin farkında olan Giolitti, Parlamento’daki bir konuşmasında, politikasını az ve öz olarak…”Yeniden yapılanma sürecindeyiz, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi durumuna bağlı olarak çözmemiz gereken bazı sorunlarımız var. Güneyi kurtarmalıyız, işçi sınıfının ilerleyişini sağlamalıyız. Vergi reformunu düzenlemeliyiz ve tüm bunlar eğer barış politikasını sürdürmezsek, imkânsızdır” şeklinde açıklamıştı.99 Diğer taraftan Giolitti, İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali ve buraya İtalyanların istihtamıyla içerideki Sosyalist Parti’nin ve radikal sol eğilimli grupların hareketlerini egellenmiş olacağını düşünmüştü.100 Ayrıca İtalya’nın kuruluşunun 15. yıldönümüne yaklaşırken, zengin ve birleşik bir ulus olarak güçlendirmeyi umarak Sosyalistler ve Katolikler gibi devlet işlerine tam katılımı olmayan grupların da politik arenaya katılımını sağlamaya çalışmıştı. Giolitti, ordunun da kendisinin bütünleştirici programını destekleyeceğini umuyordu. Anti-militarizmden de militarizm de hoşlanmıyordu, bütçede gereksiz silahlanmaya yer ayırmayı reddederken, modern ve etkili bir ordunun gerekliliğinin farkındaydı.101 Çünkü İtalya Büyük Güçler arasında askeri açıdan en zayıf devlet konumundaydı. Avrupa’nın Hasta Adamları’ndan bir olan Avusturya’nın bile birçok konuda İtalya üzerinde etkisi bulunuyordu ve hâla İtalya için bir rakip durumundaydı. Ayrıca Adriyatik’in iki gücü arasındaki donanma yarışında Avusturya’nın gözle görülür üstünlüğü söz konusuydu. Avusturya Trieste’de 1910 yazında iki zırhlı savaş gemisi inşa etmeye başlamış ve birinin üretimini 1911’de, diğerininkini ise 1912’de tamamlamıştı. İtalya ilk zırhlı savaş gemisi, Dante Alighieri’nin inşasına 1909’da başlamış ama inşasını 1913’e kadar bitirememişti.102 98 Childs, ss. 40-41. John Whittam, The Politics of the Italian Army, 1861-1918, Londra: Croom Helm, 1976, s. 146 100 Salvatore Saladino, Italy From Unification to 1919 Growth and Decay of a Liberal Regime, New York: Thomas Y. Crowell Company, 1970, s.120. 101 Whittam, s. 146 102 Avusturya’nın İtalya’ya karşı bu üstünlüğü Birinci Dünya Savaşı süresince de devam etmiştir. Savaş boyunca Doğu Cephesi’nde verdiği kayıplara ve inanılmaz eşitsizliklere rağmen, Avusturya 1918 Ekim’ine 99 42 Tüm bunlara rağmen, Avrupalı devlet adamlarında İtalya’nın Büyük Güçler’den biri olduğu görüşü hâkimdi. Zira İtalya her zaman bu Büyük Güçler’in konseyine dâhildi. İtalyan delegasyonu olmadan hiçbir uluslararası konferans düzenlenmezdi. İtalya’nın gücünün ve öneminin abartılmış olması, 1860’dan 1915’e kadarki Avrupa diplomasisinin yaptığı uygulamaların doğal bir sonucuydu. Zira İtalya’nın Cavour’dan bu yana Avrupa işleri içinde sürekli yer alma temelinde yükselen dış politikasının sonunda Avrupa devletlerinde İtalya’ya karşı “Eğer komşun İtalya’yı ciddiye alıyorsa ve komşun bir Büyük Güç ise, o zaman aslında İtalya da Büyük Güç’tür.” şeklinde bir düşünce ortaya çıkmıştı.103 İtalya’nın Avrupa devletleri arasındaki bu imajına karşılık iç siyasette büyük eksiklikleri vardı. Bu eksikliklerin başında da siyasi kurumların yerlerine tam olarak oturmamış olması geliyordu. Anayasa krala geniş yetkiler tanımıştı, ama bunları genelde kullanmıyordu. Parlamento’nun gücü üzerine ciddi sınırlamalar mevcuttu. Bakanlar Kurulunun dış politikadaki rolünde de belirsizlikler vardı. Posta ve telgraftan sorumlu veya kamu işlerinden sorumlu bakanlar ne sosyal, ne entelektüel ne de ideolojik olarak dış işlerden sorumlu elitlerin içerisinde kabul görmüyordu. Ayrıca İtalyan devlet adamları İtalyan diplomasisini İtalyan ordusunun ve donanmasının yetersizliklerini dikkate alarak oluşturmayı başaramamışlardı.104 İtalyan iç siyasetindeki bu tablo içinde Başbakan Giolitti kilit adam rolündeydi. Politik, askeri, milliyetçi ve diplomatik tarafların baskısı altındaki bu atmosferde Giolitti karanlıktan bir sıçramayla kurtulma planını ortaya koymuştu. Bu plan çerçevesinde Sosyalistler ve Radikaller gibi kendisini destekleyen geleneksel anti-militarist grupları kızdıracağının farkında olmasına rağmen, askeri harcamaların artırılmasına isteksizce de olsa razı olmuştu. İtalya’da yönetimde askerlerden ziyade sivillerin etkin olduğunu göstermeye karar veren Giolitti, İtalya’nın ilk sivil savaş bakanını atamış ve kadar askeri yönden İtalya’ya karşı kendini savunabilmişti. Birinci Dünya Savaşı’ndaki performansı İtalya’nın Büyük Güçler arasında en zayıf olan Avusturya ile bile eşit seviyede olmadığını göstermişti. Bkz.: Bosworth, s. 5 103 Bosworth, s. 6. 104 Bosworth, ss. 16-20. 43 ordunun yönetimini incelemek üzere soruşturma komisyonu kurmuştu.105 Ayrıca hem Sosyalistler hem de Katolikler’in yönetime katılması için çaba göstermişti.106 İç politikada bunlar yaşanırken dış politikada da Büyük Güçler arasında çatışmaya yol açabilecek gelişmeler yaşanıyordu. Giolitti bu gelişmeler arasında İtalya’nın çıkarına en fazla hizmet edecek yolu bulma çabasındaydı. Zira Fas üzerinde Agadir Krizi Fransa ve Almanya arasında Temmuzdan önce bir savaş tehlikesi yaratmıştı.107 Çünkü Almanya Fas’ta Fransa’nın koruyuculuğunu kabul ederse; Mısır’da da İngiltere’nin koruyuculuğunu kabul etmek zorunda kalacaktı. İngiltere’nin Mısır üzerindeki himayesini kabul etmek ise İtalya’nın Trablusgarp’taki egemenliğini tanımak anlamına gelecekti. Ancak Almanya Kuzey Afrika’daki mevcut düzenin bu şekilde değişmesine henüz hazır değildi.108 Akdeniz’de, muhtemelen de Ege’ye sıçrayabilecek bir savaş Fransız-Alman düşmanlığını yeniden alevlendirebilir ve bir Avrupa Savaşı’nı kışkırtabilirdi. En azından, bir Türkİtalyan Savaşı, yirmi yıldır İstanbul’un desteğini almaya çalışan Almanları kızdırabilir ve Avusturyalıları alarma geçirebilirdi. Giolitti, Üçlü İttifak’ın her zaman sadık destekçisiydi ve yaşanan olaylar karşısında son derece zor bir durumda kalmıştı.109 Trablusgarp’a yapılacak müdahaleye karşı olmasına rağmen gerek iç gerekse dış dinamiklerin zorlaması karşısında çaresiz kalan Giolitti, dış ilişkileri İtalya içinde yaşanan sorunlara çözüm için bir araç olarak kullanmıştı.110 İtalya’nın birliğini sağlamasının ardından İtalya içinde ortaya çıkan siyasal, sosyal ve kültürel amaçlı bazı örgütlenmeler de İtalyan kültürünün yayılması, yurt dışında yaşayan İtalyanların kültürel kimliklerinin korunması ve İtalya’nın sömürge edinmesi konusunda çalışmalar yapmışlardı.111 İtalya’nın sömürgecilik yarışına girmesiyle 105 Whittam, s. 146. Fabio L.Grassi, İtalya ve Türk Sorunu 1919-1923 Kamuoyu ve Dış Politika, (Çev: Nevin Özkan-Durdu Kundakçı), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003, s. 13. 107 Whittam, ss. 165-166. 108 Blunt, s. 776. 109 Whittam, ss. 165-166. 110 Barclay, s.28. 111 Miége, s.28. İtalyanlar İstanbul’da da 1863 tarihinde burada yaşayan İtalyanları bir araya toplamayı ve birlik meydana getirmeyi amaçlayan Societa Operaia’yı (İşçi Örgütü) kurmuşlardı. Kurum kendi lokalinde İtalyanca dersler vererek İtalyan çocuklarının hem kendi dillerinde öğrenimlerini sürdürmelerini sağlamak hem de İtalyanca’nın Fransızca karşısında gerileyişini durdurmayı amaçlamıştı. 1870-1912 yılları arasında 106 44 birlikte bu organizasyonlar İtalya dışındaki bölgelerde İtalya’yı temsil etme görevini de üstlenmişlerdir. Zamanla bu örgütlerin İtalyan hükümeti üzerinde özellikle İtalya’nın sömürge elde etmesi konusunda baskıları oluşmaya başlamıştı. İtalya’nın mutlak suretle sömürge elde etmesi gerektiğine inanan ve İtalyan siyaseti ile dış politikasını etkileyen bu örgütlerin önde gelenleri; Dante Alighieri Society (Dante Alighieri Derneği), Italian Geographical Society (İtalyan Coğrafya Derneği), Lega Navale Italiana (İtalyan Denizcilik Birliği)) ve Istituto Coloniale Italiano (İtalyan Sömürge Enstitüsü) idi.112 Bu gruplar içinde Dante Alighieri Society ( Dante Alighieri Derneği) Roma’da 1889 yılında kurulmuştu. Dernek resmi olarak İtalyan dilini ve kültürünü korumak için kurulmuştu. Ama içeriği siyasiydi. İtalyan dili ve kültürüne yardım Avusturya’nın terra irredenta italianita (vaat edilmiş İtalyan toprakları)’yı bozma girişimlerini durdurmaya yönelikti. Derneğin isminin seçilişi Avusturya’ya ve her zaman liberal toplumun arkasında Özgür Masonlar’ın113 gizli bir eli olduğundan şüphelenen Vatikan’a bir karşı çıkıştı. Dante114 İtalyan Birliği’nin idollerinden biri olarak seçilmişti. Yazıları, Fiume’nin batısında Istria’daki Quarnaro nehrinin İtalya’nın sınırını belirlediğini kanıtlamak için araştırılmıştı. Trentino, Venedik ve Dalmaçya’ya olan ilgi örgütün temeliydi.115 Dernek kendisini irredentism ile sınırlamamış, İtalyan dış politikasına italianita’yı yayma ve koruma konusunda destek vermişti. Kuruluşundan itibaren resmi olarak desteklenen derneğin destekçileri milliyetçi şair Giosue Carducci (1835-1907); finansmancısı Londra doğumlu Musevi Ernesto Nathan (1845-1921) ve 1896-1904 yılları arasında İtalyan Özgür Masonların Grandmaster’ı ve 1917-19 yılları arası Roma Valisi ve büyük Giuseppe’nin116 oğullarından birisi olan Menotti Garibaldi’ydi (1840-1903). kurdukları çeşitli İtalyan kız ve erkek ortaokul ve liseleri ile geniş kitlelere açılmışlardı. Bkz.: Karakartal, s. 24. 112 Bosworth, ss. 49-67. 113 Merkezleri Selanik’te bulunan İtalyan masonları Osmanlı Devleti’nde de çok kuvvetli bir rol oynamıştı. İtalyan masonları Osmanlı Develeti içinde İtalyan dilinin öğretilmesinde ve yayılmasında öncülük yapmışlardı. Ünlü İtalyan mimar, mühendis, doktor ve müzisyenlerin yanı sıra İttihat ve Terraki yönetiminin bazı üyelerini de mason localarıyla bağlantısı bulunmaktaydı. Bkz.: Karakartal, s. 28. 114 İtalyan ve Dünya edebiyatının en ünlü yazarlarından birdir. La Divina Comedia (İlahi Komedi) en ünlü eseridir. 115 Bosworth, s. 49. 116 İtalyan Birliği’nin kurucularından Giuseppe Garibaldi. 45 Derneğin sağa doğru dönüşü 1896 ile 1903 arası ikinci başkan olan Pasquale Villari (1826-1917) tarafından doğrulanmıştı. Güney İtalya’daki zavallı yaşama koşullarıyla ilgilenmesine rağmen, Villari Sosyalizm düşmanıydı. Villari’nin yönetiminde, dernek üye sayısını 18.000’e yükseltmiş ve 241 grup organize etmişti. Villari göç sorunun farkındaydı. “Uluslar, organizmalar gibidir.” diyen ve Sosyal Darwnisim’i savunan Villari’ye göre kontrol edilemeyen göç, italianita’nın yaşayan bir parçasının yok edilmesi demekti. Villari’den sonra derneğin başına geçen Boselli’nin liderliğinde dernek büyümeye devam etmiş ve 1911’de üye sayısı 50.000’e ulaşmıştı. Daha çok dış ilişkilerle ilgilenen yönetici sınıfın görüşlerini yansıtan bir grup olarak çalışan ve kültürel konulara ağırlık veren dernek siyasi alanda sınırlıydı ve Alman eşdeğeri Pangerman League (Pangermen Ligi) kadar etkili değildi. Dernek italianata’yı güçlendirmek için öğütler verip; göçlerin neden olduğu vatansever kayıpları hatırlatırken diğer kuruluşlar okullar için bağışlarda bulunuyor ve İtalyan göçmenler için koloniler kurmaya çalışıyorlardı. Dante Alighieri Derneği’nin İtalyan siyasetindeki rolü siyaset yapan hükümeti, destekleyen kamuoyu şeklinde idi.117 İtalyan siyasetinde baskı unsuru olan diğer bir kuruluş ise 1867’de Floransa’da kurulmuş olan Italian Geographical Society (İtalyan Coğrafya Derneği) idi. Derneğin amacı bilinmeyen bölgelere keşifler düzenleyerek bilimsel gelişmeyi sağlamaktı. Kendi türünde diğer organizasyonlarla olan uluslararası bağlantılarıyla gurur duyan örgüt liderliğini genelde aristokrat ve akademik ellere bırakmıştı. 1880’lerde emperyalizmin yükselişiyle dernek dikkatini İtalya’nın isteklerine çevirmişti. Dernek, Harrar, Somaliland ve Juba nehrinde bilimsel amaçlı araştırma yapma misyonuyla nüfuz elde etmişti. 1906’da topluluk aktif bir siyasi olan AntoniodiSan Giuliano’yu başkan seçerek, politikaya bir adım atmıştı. Daha öncesinde derneğin siyasetle hiç bu kadar yakın bir bağı olmamıştı. Derneğe 1904 Kasımında katılmış olan San Giuliano derneğin hemen sömürgeci programa yoğunlaşmasını istemişti. Mayıs 1906’da ilk toplantısına başkanlık ederken, San Giuliano derneğin amaclarını, “Keşifler düzenlemek, bilimsel ve pratik olarak bu bölgelerde 117 Bosworth, ss. 51-52. 46 İtalya’nın çıkarları üzerine çalışılmak ve basını kullanarak yayılmak…”118 olarak belirlemişti. San Giuliano’ya göre dernek, İtalyan kamuoyuna önem vermeli ve ülkeyi ulusal çıkar sorunlarına karşı sevgi ve saygınlık ile geliştirmeliydi. Ulusların güç ve refah için bu gösterişli savaşında İtalya geride kalmamalıydı. Ona göre İtalya’nın bilimsel keşifleri için en rahat alanlar Küçük Asya, Mezopotamya, Ege Adaları, Habeşistan, Eritre, Yemen, Benadir, Trablusgarp ve Bingazi idi. San Giuliano bu yolla dili çok açık olmasa da İtalya’nın emperyalist isteklerinden bahsetmişti.119 İtalya’da hükümet üzerinde baskı gücü olan bir diğer kuruluş 1897’de kurulmuş olan Lega Navale Italiana (İtalyan Denicilik Birliği) idi. Birliğin kurulmasını teşvik eden şey, Adowa Savaşı ve sonrasındaki gelişmelerdi. Savaşın İtalya’nın yenilgisiyle sonuçlanmasından sonra İtalyan halkını garip bir ümitsizlik duygusu sarmış ve ordunun etkinliğine olan kamuoyu inancı sarsılmıştı.120 İşte bu atmosfer içinde birlik “Otuz milyon insanın hayatında bir koloni yenilgisi sadece bir kaza olabilir. Yol ve yöntemi değiştirmek yeterlidir.” düşüncesini savunmuştu. 121 Birlik hükümet kararlarında etkili olacak bir sivil toplum kuruluş eksikliğini gidermişti. Kuruluşun yaptığı, milliyetçi, entelektüellerin düşüncelerini asla anlamayan, sadece İtalya’nın güçlü olması ve anti-sosyalist olması konusunda açık olan yönetici sınıfın düşüncelerini yansıtmaktı. Birlik Eritire Valisi Ferdinando Martini’nin (1785-1873), Eritire Platosu üzerinde yeni bir Toscana şehri yaratmaya çalıştığı başkent Asmara’da bir konferans düzenlemişti. Kral Victor Emmanuel III (1869-1947) başkan olarak katıldığı konferansta, Dışişleri, Donanma, Eğitim, Tarım, Sanayi ve Ticaret Bakanları onursal başkanlığı paylaşmışlardı. Diğer gruplarında desteklediği konferansın hazırlıklarına dışişleri bakanlığı içerisindeki Sömürgecilik Ofisi’nin başkanı Giacomo Agnesa, San Giuliano, Primo Levi ve Baron Giorgio Sonnino da yardım etmişlerdi. Tüm İtalyan vatandaşlarının Eritre’yi ziyaret etmesini kolaylaştıracağı umulan konferansın; ayrıca Adowa’daki askeri olayların neden 118 Bosworth, s. 53 M. Carazzi, La Società Geografica Italiana e L’esplorazione Coloniale in Africa 1867-1900, Firenze: La Nuova Italia, 1972, ss. 75-80. 120 Barclay, s. 36. 121 Bosworth, s. 55. 119 47 olduğu özgüvensizliği ve kuşkuculuğu ortadan kalkacağı beklenmişti. Konferansta tartışılması gereken konuların başında İtalyan Afrikası’yla olan ilişkilerde göç sorunu gelmişti. Eritre’nin tarımsal ve ticari gelişimi diğer konuları oluşturmuştu. Konferansta ayrıca kamuoyuna sömürgecilik konusunda propaganda yapılması kararı da alınmıştı. İtalya’nın önde gelen gazeteleri de konferansı izlemek için muhabirlerini göndermişlerdi. Roma Ticaret Odası, İtalyan Ticaret Bankası ve Banca d’Italia gibi finans kurumları da konferansı desteklemişlerdi.122 Konferansta alınan başlıca karar, İtalya’nın sömürgecilik hareketlerini düzenlemek için1906 yılında Fransa’daki yönetici elit arasında sömürgecilik coşkusunu yaratmayı amaç edinmiş olan Parti Colonial (Sömürge Partisi)’in bir benzeri olan Roma merkezli Istituto Coloniale İtaliano (İtalyan Sömürge Enstitüsü)’yu kurmak olmuştu.123 Ayrıca Enstitü Romolo Gessi (1831-1881), Carlo Piaggia (1827-1882), Pellegrino Matteucci (1850-1881) gibi pek çok kâşifi de kara kıtanın bilinmeyen bölgeleri hakkında keşifler yapmaları konusunda desteklemişti.124 Yerel şubelerinin kendi yetkilerine sahip olduğu kuruluşun; sömürgecilik alanında bir uzman olan Renato Paoli yönetiminde Rivista Coloniale adında yayınladığı aylık bir gazetesi de vardı. Enstitü bir kitle organizasyonu değildi, Roma’daki toplantısına 229 kişi katılmıştı. Enstitüyü önemli bir baskı grubu kılan üyelerinin dış politikayı oluşturanlarla olan yakınlığıydı. Enstitünün öncülüğünde 1908 Ekiminde Roma’da toplanan Yurtdışındaki İtalyanlar Kongresi’nde, her geçen yıl gittikçe artan İtalyan göçüne çözüm arayışları bulunmaya çalışılmıştı. Bu sorunun çözümüne yönelik olarak, Enstitüye devlet desteği verileceği kararlaştırılmış ve Tittoni İtalyan diplomatlarının kuruluşun aktivitelerine destek vereceğini açıklamıştı. Kuruluş Dante Alighieri Derneği ile yurtdışındaki İtalyan okullarını araştırmak üzere bir komisyon kurmuştu. Enstitünün bir baskı grubu olarak İtalyan siyasetine tesiri daha çok botanikçi, arkeolog, avukat ve ekonomist gibi entellektüel üyelerinin etkisi oranında olmuştu. Kuruluş’un üyelerinden bazıları her ne kadar İtalya’nın ekonomik 122 Angelo Del Boca, Gli Italiani in Africa Orientale, Roma-Bari : Laterza, 1976, s. 440. Kent, s. 68 124 Segrè, s. 9. 123 48 emperyalizm’ine katılan bazı önemli iş adamları ise de, kuruluş iş ve finans dünyasının bir sözcüsü değildi. Genel olarak üyeleri önemli politikacılardan ziyade entellektüellerden oluşan kuruluş 300 üyeli küçük ve elit bir grup olarak kalmıştı. Enstitü, İtalyan halkından bir çıkar grubunu temsil etmiyordu, ama İtalya’nın yeni bir sömürgecilik, emperyalizm ve dış politikaya ihtiyacı olduğunu düşünen liberal yönetici sınıfın genel görüşlerini benimsiyordu.125 C. İtalya’nın Trabusgarp ve Bingazi’ye İlgisinin Ekonomik Nedenleri Birliğini sağlamasının ardından ekonomik olarak da bir atılım gerçekleştiren İtalya’nın Cavour Döneminden itibaren İtalya’nın temel siyaseti tarım toplumundan sanayi toplumuna geçebilmek olmuştu. Cavour Büyük Güçler arasında yer almanın temel şartının sağlam bir ekonomiye sahip olmak olduğunu biliyordu. Bu yüzden, sanayileşmeye ve sanayi için gerekli olan hammadde ile mamül ürünlerin ülke içinde aktarımını sağlayacak olan demiryollarına çok büyük önem vermiş ve bu konuda büyük yatırımlar yapmıştı. 1861 yılında İtalya çevresindeki demiryollarının uzunluğu 2.273 km iken demiryollarının uzunluğu sırasıyla; 1871 yılında 6.710 km’ye; 1881 yılında 9.506 km’ye, 1891 yılında 13.964 km’ye, 1901 yılında 16.451 km’ye çıkartılmıştır.126 Bu dönem içinde demiryollarına yapılan yatırım otoyollara yapılandan daha fazla idi. Çünkü gerek ekonomistler, gerekse siyasetçiler demiryollarının otoyollardan daha önemli olduğunun farkındaydılar. Ayrıca birçok finansör demiryollarına yatırım yapmaya hazırdı. Demiryollarındaki ilerlemeye paralel olarak sanayileşme de hız kazanmıştı. İtalya’nın birliğinin sağlamasıyla beraber toprak sahibi soylular yavaş yavaş şehirleşme yolunu seçmeye başlamışlardı. Bu da soyluların sahip oldukları toprakları halka satmalarına sebep olmuştu. İtalya’nın birliğini sağlaması sırasında 188.000 hektarlık alanın 104.000 hektarlık (yaklaşık %55’lik) kısmı soylulara; 28.000 hektarlık (yani %15’lik) kısmı ise şehirli nüfusa aitti. Kalan %30’luk kısım ise ölü araziydi. 125 Bosworth, ss. 65-67. Romano, s. 23. 1901 yılında Fransa 39.613 km, İngiltere 36.920 km, Almanya 54.976 km uzunluğunda demiryolu ağına sahipti.. Bkz.: Romano, s. 23. 126 49 Ancak 20. yüzyılın başında, şehirli nüfusun sahip olduğu toprak alanı 75.000 hektara (yani %40) yükselmişti. Boş araziler 13.000 hektara düşerken soyluların sahip oldukları alan da 40.000 hektara düşmüştü.127 Böylece İtalya’da kapitalizme geçişte başlamıştı. Kapitalizme bu hızlı geçiş 20. yüzyılın başlarında İtalya’da ekonomik ve soysal sıkıntıların ortaya çıkmasına neden olmuştu. Çünkü tarımdan sanayiye yapılan hızlı geçiş sonunda işsiz kalan birçok köylü kendilerine yeni iş olanakları bulmak için göç etmeye başlamıştı.128 Sonnino’nun dediği gibi; “İtalya 20. yüzyılın başında eski feodalitenin ve yeni kapitalizmin bir arada bulunduğu bir toplumdu.”129 Büyük Güçler arasında İtalya’nın büyük güç olarak unvanını iki faktör koruyordu; 1912’de 35 milyona ulaşan nüfusu ve İtalya’nın coğrafi önemini gösteren tarihi. Diğer kriterler açısından 1860 ile 1914 arasında İtalya’nın rolü büyük bir güçten ziyade küçük bir Balkan ülkesi ya da bir sömürgeden farksızdı. 1896 ile 1907 arasındaki önemli ekonomik gelişmelerden sonra bile, İtalya’nın iktisadi göstergeleri Büyük Güçler’inkilerle mukayese kabul etmiyordu. Yarımada sanayileşmenin temel yakıtı kömür arzında yetersizdi. Hidroelektrik gelişimi İtalya’nın, özellikle de kuzeyinin enerji ihtiyacının cevabı niteliğindeydi. Ama hidroelektrik enerjisi İtalyan donanmasının yakıtını oluşturmuyor ve İtalyan demiryollarının savaş zamanındaki seferlerinde pek yardımcı olamıyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, İtalyan enerji ihtiyacının %88’i kömür yoluyla karşılanırken, sadece %3,4 hidroelektrikten sağlanıyordu. İngiltere, İtalya’nın kömür ihtiyacının %90’ını karşılıyordu. İngiltere’ye olan bu bağlılık neticesinde İtalya’nın diplomatik kararlarında İngiltere’nin de görüşü etkili oluyordu.130 İtalya’da hızla gelişen metalurji sektörü ise Alman finansmanıyla 1894’te Milano’da kurulmuş olan Banca Commerciale (Ticaret Bankası) gibi yatırım kuruluşlarının elindeydi.131 Her ne kadar Alman Genel Kurmay Başkanı Helmuth von Moltke (1848-1916), ”Daha fazla kale inşa etmeyin, demiryolları 127 Emilio Sereni, Histoire du Paysage Rural Italien, Paris: Juliard, 1965, s.274. Almanya ve İngiltere’de ise sanayileşme İtalya’ya nazaran daha köklü ve sağlam bir şekilde geliştiği için; bu iki ülkede işsizlik yüzünden yurt dışına göç olayı yaşanmamıştı. İtalya’da ise sanayileşm hızlı nüfus artışıyla paralellik gösterememişti. Bkz.: Segrè, s. 9. 129 Lucilla Franchetti, La Sicilia del 1876, Florence: Vallecchi, 1975, s. 45 130 Bosworth, ss. 2-4. 131 Saladino, s. 111. 128 50 inşa edin!” demiş olsa da demiryolları kömüre ihtiyaç duyuyordu. Bu sebeple banka yan kuruluşu olan Sociéta Commerciale d’Oriente (Doğu Ticaret Şirketi) aracılığıyla Osmanlı Devleti’nden Karadeniz’deki Ereğli Kömür madenlerinin işletim hakkını almaya ve bu kömürün taşınması için madenlerle liman arasında demir yollarını inşa etme konusunda ayrıcalık sağlamaya çalışmıştı.132 Bu konuda başarılı olamayan İtalya elektrikli demiryolu çalışmalarına girmiş ancak 1914’den önce İtalya’nın elektrikli demiryolu denemeleri stratejik kullanımdan ziyade birkaç sanayi hattıyla sınırlı kalmıştı. İngiltere, İtalya’ya kömür göndermekteyken bile, demiryolları İtalya’yı Büyük Güçler arasında bir sanayi istasyonu olmaya götürememişti. Yarımadanın zorlu arazi koşullarıyla savaşarak ilerleyen İtalyan demiryolları ağı 1914 yılında hâla tamamlanmamıştı. Dış yardımla finanse edilen demiryolu yapımı İtalyan hatlarının askeri değerini düşürüyordu. Hiç kuşku yok ki, Moltke’nin söylemine rağmen, 1914’deki İtalyan stratejisiler hâla Avusturya sınırındaki kalelerin tamamlanmasını hayal ediyordu. Kömür kaynaklarının azlığına karşılık, İtalya özellikle Elba Adası’ndaki demir kaynaklarına sahipti ve İtalyan hükümeti hemen bunun ekonomik ve stratejik avantajını kavramıştı. İtalya’nın demir-çelik üretimi İngiltere’ninkinin sekizde biri, Almanya’nın on yedide biri ve Belçika’nınkinin beşte ikisiydi.133 Enerji konusundaki bu sıkıntılara rağmen İtalya’da makine sanayinin gelişmesiyle birlikte, büyük makine parklarına sahip birçok fabrika kurulmuştu. 1852 yılında Cenova’da kurulmuş olan ve 19. yüzyılın sonlarına doğru hızla gelişen Giovanni Ansaldo Şirketi deniz araçları ve gemiler için kazan ve motor üretimi yapıyordu. 1880 yılında firmanın gemi motoru üreten fabrikasında bine yakın işçi çalışıyordu. Ansaldo Şirketi ilerleyen yıllarda elektrik, maden ve metalurji sanayi için da ağır sanayi ekipmanları üretmeye başlamıştı. 1886 yılında Milano’da kurulmuş olan Ernesto Breda Firması da buna benzer bir üretim şekli izlemekteydi. 1899 yılında Torino’da kurulmuş olan Fabbrica Italiana Automobili Torino (Torino İtalyan Otomobil Fabrikası) FIAT otomotiv şirketi ise geçen zaman içinde 132 Louis A. Cretella, Italo - British Relations in The Eastern Mediterranean 1919 - 1923, New York: Garland Publishing Inc., 1991, s. 4. 133 Bosworth, ss. 2-4. 51 İtalyan Sanayi’nin bir devi haline gelmişti. FIAT’ın kurulmasından 9 yıl sonra Camillo Olivetti Piemonte’de İtalya’nın ilk daktilo üretim tesisini kurmuştu. Demir ve çeliğe duyulan ihtiyacı arttıran diğer bir sektör ise gemi inşa sektörüydü. İtalya’nın deniz ticaretine ve ulaşımına dayanan bir büyüme istemesi bu sektörün gelişmesine sebep olmuştu. Ancak demirin eritilmesi için gerekli olan kömüre bağımlılık İtalya’yı demir çeliğe dayalı ağır sanayisini geliştirmesi konusunda zora sokmuştu. Her ne kadar elektrik enerjisi kullanılarak demirin eritilmesiyle çelik elde edilmeye çalışılmışsa da bu yolla elde edilen çeliğin maliyetinin fazla oluşu nedeniyle -dünya çelik fiyatlarının %35 üstünde- bu fikirden vaz geçilmişti.134 Bununla birlikte kömüre olan bağımlılığın azaltılması için özellikle hidroelektrik üretimini arttırma konusundaki çalışmalar sonucunda 1901-1910 yılları arasında İtalya’nın hidroelektrik üretimi 67 milyon kw’tan 752 milyon kw’a çıkmıştı. Elektriğin kullanımındaki artışla beraber elektrikli ürünlerin üretilmesinde de artış olmuştu. Bu ürünleri ihtiyaç duyduğu kauçuk sağlamak için de daha sonraları otomobiller ve bisikletler için lastik tekerlek üretecek olan Pirelli Kauçuk Şirketi kurulmuştu. Giolitti zamanında yaşanan bütün bu endüstriyel ve ekonomik gelişmelere rağmen; İtalya’nın ekonomik durumu güven altında değildi, dış problemlerinin başında bütün Avrupalı ticari ortaklarıyla olan ilişkilerinde ödemeler dengesinde açık vermesi, iç problemlerinin başında ise sanayileşmedeki zayıflığı geliyordu. Uluslararası ekonomik sistemde İtalyan ekonomisine güven veren faktörler, görünmeyen kalemler olan turizm gelirleri ve İtalyan göçmenlerin para havaleleri olarak görünmekler beraber, bunlar da savaş çıkması durumunda kesilecekti. İtalya içinde ise 1890’lardaki skandallarla bankacılık sistemi çökmüş ve yeniden Alman himayesi altında kurulmuştu. Bu durumda İtalya’nın bağımsızlığında bazı kısıtlamaların işaretini veriyordu.135 İtalyan ekonomisi, on yıllık bir büyümeden sonra, 1907’de daralmış ve ondan sonra ise toparlanması çok yavaş bir seyir izlemişti. Bunun temelinde de İtalya’nın Avrupa’nın diğer Büyük Güçler’inin 17. ve 18. yüzyıllarda yaşadığı Kapitalizm’e geçişi ve onun kurumları olan düzenli ordu, ulusal vergi sistemi ve birleşik pazarı oluşturmayı ancak 19. yüzyılın sonlarında gerçekleştirmiş 134 135 Saladino, s. 111. Bosworth, ss. 2-4. 52 olmasıydı.136 Özellikle ödemeler dengesindeki negatif seyir. İtalyan ekonomisini kötü yönde etkilemeye başlamıştı. Hükümet bütçe açığını görünmeyen kalemler olan turizm ve yurt dışındaki İtalyanların İtalya’ya gönderdikleri dövizlerle kapatıyordu.137 Tablo-1: 1910 - 1913 Arası İtalya’nın Dış Ticaret Değerleri ( USD ) Ülke 1910 1911 1912 1913 İthâlat 289.746 288.914 294.479 264.660 İhracat 164.581 184.754 219.191 221.147 Toplam Ticaret 454.327 433.668 513.670 485.807 İthâlat 524.634 550.159 626.284 612.690 İhracat 293.139 301.249 328.236 343.444 Toplam Ticaret 817.773 851.408 954.520 956.134 İthâlat 333.957 327.182 289.591 283.356 İhracat 218.296 206.168 222.570 231.481 Toplam Ticaret 552.253 533.350 512.161 514.837 İthâlat 476.269 509.831 577.130 591.776 İhracat 210.356 222.797 264.406 226.050 Toplam Ticaret 686.625 732.628 841.536 817.826 Avusturya Almanya Fransa İngiltere 136 137 Anderson, Lisa, s. 18. Bosworth, ss. 204-207. 53 Amerika Birleşik Devletleri İthâlat 363.968 415.280 515.347 522.722 İhracat 263.816 247.230 261.938 267.892 Toplam Ticaret 626.784 662.510 777.285 790.614 Toplam İthâlat 3.245.976 3.389.296 3.701.922 3.645.639 Toplam İhracat 2.079.977 2.204.273 2.396.927 2.511.639 Toplam Ticaret 5.325.953 5.593.569 6.098.849 6.157.278 Kaynak: S. B. Clough, The Economic History of Modern Italy, New York: Columbia University Press, 1964, s.379. 1911’de sanayideki istihdam tarımdaki istihdamın yarısından azdı ve birçok sanayi şirketleri küçük ölçekli ve yereldi.138 İtalya’nın ekonomisi 1911’de en kötü yılını geçirmişti. Üstelik monarşi veya askeriyeye benzer bir şekilde, İtalyan endüstrisi, artan katılımlarına karşın, hâla yeterli büyümeyi yakalayamamıştı. Yurtiçinde endüstriyel krizlerle yüzünden ekonomideki gelişme oranı 1907’den sonra hızlı bir düşüşe geçmişti. Grevler artmaya başlamış ve 1906’da kurulmuş ve İtalya’daki sekiz milyon işçinin %40’a yakın bir bölümünün üye olduğu Confederazione Generale del Lavoro (Genel İşçi Konfederasyonu), 1909’da radikal söylemlerin kuşatması altına girmişti.139 Giolitti’nin geçmişteki sosyal politikaları tarafından desteklenen İtalyan sosyal ve ticari hareketleri aşırı uçlar tarafından tehdit altındaydı. 1908-1909 arası grev sayısı düşmüşken, 1910-11 arası grev sayısında tekrar artış olmuştu. 138 139 Bosworth, ss. 2-4. Bosworth, s. 28. 54 1887’de yapılan vergi tarifeleriyle ilgili düzenlemeler, güneyin yağ, şarap, meyve ve sebze gibi tipik tarım ürünlerine sert bir darbe indirmişti. Kuzey İtalya’daki üreticiler bu ürünleri seralarda yetiştirdikleri için, güneyin mamullerine ihtiyaç duymuyorlardı. Ayrıca Kuzey İtalya’nın halkı toprağa yapılan yatırımlar konusunda birleşmişlerdi. Endüstriyel kalkınmanın hemen öncesinde Po ve Midi Ovaları’nda iki farklı tür ürünün üretilme eğilimi vardı. Kalkınma dönemi boyunca, sermaye, pazar, iletişim ve hidroelektrik potansiyelleri hep kuzeyde bulunmuştu.140 İtalyan sermayesi de yatırımlarını büyük oranda kuzeye yapıyordu. 1905’te hizmete giren Simplon Tüneli, 1898’de açılan Torino Fuarı, 1902’de kurulan Bocconi Ticaret Üniversitesi ve 1919’de açılan Milano Fuarı kuzeye yapılan yatırımlara verilebilecek örneklerdi.141 Endüstriyel yapının gelişmesiyle beraber şehirlerdeki nüfusta da kayda değer bir artış olmuştu. İtalya’nın 1881’de 26.801.154 olan nüfusu; 1911’de 35.845.048’e ulaşmıştı.142 1800 yılında km2’ye 63,2 kişi düşerken; 1861 yılında bu sayı 87 kişiye çıkmıştı. 1861-1911 yılları arasında ise nüfus yoğunluğu km2’ye 87 kişiden 123 kişiye çıkmıştı.143 Nüfusu 20.000’in üzerinde olan yerleşimlerin oranı %27,7’den %31,3’e çıkmıştı. Ayrıca Milano, Torino, Cenova, Napoli ve Roma’nın nüfusları toplamının, genel nüfusa oranı da %5’ten %7,7’ye yükselmişti. Böylece şehirlerde yaşayan nüfusun genel nüfusa oranı %59’a ulaşmıştı. Şehirlerdeki bu gelişme özellikle Lombardiya, Piemonte, Ligueri Bölgeleri’nin oluşturduğu Endüstri Üçgeni’ndeki yerleşimlerde ortaya çıkmıştır. Lombardiya’da yüzyılın sonunda endüstride çalışan nüfus toplam nüfusun %41’ini, Ligueri’de %40’ını ve Piemonte’de %31’ini oluşturmaktaydı. Şehirleşmeyle birlikte gelişen burjuva sınıfı sayesinde şehirlerdeki hayat dinamiği de artmıştır. Mimari, dekorasyon, gazetecilik, basın-yayın, eğitim, spor ve gastronomi gibi sosyal ve kültürel aktiviteler şehirlerde her geçen gün gelişmeye başlamıştı.144 140 Barclay, s.19. Romano, s. 146 142 Askew, s. 25. 143 Segrè, s.6. 144 Romano , s.147. 141 55 Ekonomik ve sosyal yapıda meydana gelen bu köklü değişiklikler siyasi alanda da kendini göstermişti. Merkezi otorite belli bölgelerde eski mafya örgütlenmelerinin ve feodal kalıntıların siyasi yapısına karşı iktidar boşluğu yaşanmaya başlamıştı. Bunun temelinde kapitalizm ile feodal yapı ve gelenekler arasındaki sıkışıklık ve bu sıkışıklığın uzantısı olan gelir uçurumundan doğan düzensizlik yatmaktaydı. Zira İtalya’nın birliğini sağlaması ve feodalitenin yerini alan burjuvazi bu düzensizliği ortadan kaldıramamıştı. Bu durumun en çok görüldüğü yer ise İtalya’nın güneyi idi. Zaten İtalyan Birliği kurulurken kuzeyin öncülüğünde gelişen yapılanmayı ve kuzeyin ortaya koyduğu farklı öncelikleri güney kısa zamanda içine sindirememişti.145 Bu yapısal bozukluğun hükümet tarafından düzeltilememesi ülke dışına göç eden İtalyanların sayısının gün geçtikçe artmasına ve İtalya’nın nüfusunun da her geçen gün azalmasına sebep olmuştu.146 1887’de 200.000 kişi İtalya’dan göç etmişken, bu sayı 1896’da 300.000’e, 1901’de 602.669’e 1910’da ise147 651.475’e148 çıkmıştı. İtalya’dan Avrupa’ya ve deniz aşırı ülkelere doğru gerçekleşen bu kitlesel göç dalgası modern çağın en büyük insan hareketi olmasının yanında insanlık tarihinin de en büyük göç dalgalarından biriydi.149 Tablo-2: Yıllar Bazında İtalyanların Göç Hareketleri YILLAR GÖÇ EDEN İTALYANLARIN SAYISI GERİ DÖNEN İTALYANLARIN SAYISI 1861 - 1870 121.040 ----- 1871 - 1880 117.596 81.832 1881 - 1890 187.920 ----- 1891 - 1900 283.473 ----- 145 Romeo Rosario, Risorgimento e Capitalismo, Bari: Laterza, 1970, s. 29. John Davis, Italy in The Ninteenth Century, Oxford: Oxford University Press, 2000, ss. 255-263. 147 Robert Foester, The Italian Emigration of Our Times, Cambridge: Harvard University Press, 1919, ss. 46-53. 148 Askew, s. 24. 149 Foester, ss. 46-53. 146 56 1901 - 1910 602.669 ----- 1911 - 1920 382.807 ----- 1921 - 1930 257.844 137.814 1931 - 1940 70.265 58.986 1941 - 1950 163.539 63.801 1951 - 1960 300.651 141.561 Kaynak: Clough, s.381. Bu göç dalgasının içinde Calabria nüfusunun %40’ını; Abruzzi %43’ünü; Basilicata ise %38,5’ini, 1909-1912 arasındaki dönemde kaybetmişti.150 Göç eden nüfusun genç, sağlıklı ve yetişkin olduğu dikkate alınınca, kayıp daha da vahimdi. Özellikle büyük toprak sahipleri ve ordu göç dalgası sonucunda genç ve sağlıklı nüfusun kaybedilmesinden oldukça şikâyetçiydi.151 İtalya’nın mevcut sömürgeleri olan Eritre ve Somali’nin yerleşime uygun olmadığı anlaşılmıştı. Çünkü bu bölgelere yüksek oranda bir yerleşimin sağlanabilmesi için bu bölgelere büyük yatırımlar yapılmasına ihtiyaç vardı. Ancak finansal kaynaklar açısından kısır olan İtalya’nın bu tür yatırımlar yapması, yapsa bile bu yatırımların kısa vadede karşılıklarını alaması da oldukça zordu.152 İki sömürgeden daha iyi ve eski olan Eritre’de, yaşayan 72.500 İtalyan’ın çoğu bürokrat ve askerdi.153 Ayrıca 1902 yılında Eritre’deki 126 çiftlikten sadece 62’sinde tarım yapılıyordu. Bunun yanında Eritre’de tarımın yapıldığı yüksek platolarla ürünlerin satıldığı Massawa’daki pazar arasında bağlantı zor olduğu için çiftçiler ürünlerini satmakta güçlük çekiyorlardı. Ayrıca, bölgede su sıkıntısı vardı ve içme suyu Napoli’den gemilerle taşınıyordu. Bu da halkta 150 Saladino, s.114. İtalya Büyük Güçler arasında en az nüfusa sahip olanıydı. İtalya’nın 26 Milyon olan nüfusuna karşın; İngiltere 28 milyon; Fransa 38 milyon; Almanya 39 milyon ve Rusya 73 milyon nüfusa sahipti. Göç dalgasıyla birlikte nüfus oranındaki artış İtalya’nın askeri gücünü ve iş gücüne bağlı üretimini de olumsuz yönde etkilemişti. Bkz.: Barclay, s. 13. 152 Sergè, s. 4. 153 Miége, ss. 250-251. 151 57 moral bozukluğuna neden oluyordu.154 Bu sebeple Eritre’de tarımsal üretimde bir artış yerine sivillerle ordu temsilcileri arasında yürütülen bürokratik iç savaş vardı.155 Kitlelerin kısa süre içinde gerçekleştirdiği bu göçlerden farklı sektörler etkilenmekle birlikte, şüphesiz en ağır darbeyi çalışan insan gücünün azalması yüzünden156 tarım sektörü almış157ve İtalya Avrupa’nın doğal bahçesi olma özelliğini de yavaş yavaş yitirmeye başlamıştı.158Ancak kapitalistleşme sürecinin bu ilk evresinde tarım sektörü dışındaki bazı sektörlerde göz ardı edilemeyecek olumlu gelişmeler olmuştu. Bu sektörlerin başında da hizmet ve ulaşım sektörleri gelmekteydi. 1860 ile 1880 arasında geçen 20 yıllık dönemde demiryolu ağı 2404 km’den 9260 km’ye çıkmıştı. Otoyolların uzunluğu 22.500 km’den 35.000 km’ye yükselmiştir. Posta ofislerinin sayısı 1632’den 3328’e; posta çeklerinin hareketi ise 22 milyon liretten 484 milyon lirete çıkmıştı. Telgraf hatlarının uzunluğun ise 9900 km iken büyük bir artışla 26.000 km’ye ulaşmıştı. Altyapı hizmetlerindeki bütün bu gelişmeler İtalya’da Sanayi Devrimi’nin ilk basamaklarını oluşturmuştu.159 Ancak İtalya’nın kurumsal yapısı henüz sanayi devrimini gerçekleştirebilecek düzeyde gelişmemişti. Demiryolları, otoyolları ve ordu, polis, eğitim ve iletişim gibi temel hizmetleri ile daha çok 19. yüzyıl devletlerine ait bir yapısı vardı. Bunun yanında ülkede vergi düzenlemelerinin yardımıyla ancak birkaç endüstri kolu gelişebilmişti. Bütün bu eksikliklerine rağmen, ilk Giolitti (1892-1893) ve son Crispi (1893-1896) Dönemlerinin banka skandallarının ardından, geliştirilen yeni kredi sistemi daha güçlü ve kaliteliydi. Bu gelişmeler İtalya’nın yükselişe geçtiğini gösteren kanıtlar niteliğindeydi. Bunun yanında yüzyılın başında kurulan yeni hükümet, daha geniş, daha anlayışlı ve topluluğun isteklerine daha fazla öncelik veren bir yapıya sahipti.160 1860-1880 154 Segrè, s. 14. Saladino, s. 114. 156 Ancak bu göç dalgası ortaya paradoksal bir durum çıkarmıştı. Zira bir taraftan hatırı sayılır orada İtalya’nın ülkeyi terk etmesiyle İtalya’nın tarım ve sanayide ihtiyaç duyduğu işgücü oranında bir düşüş olurken; diğer taraftan da bu göçmenlerin gittikleri ülkelerden İtalya’ya gönderdikleri dövizlerle ulusal gelirde önemli bir artış meydana gelmişti. Bkz.: Romano, ss. 93-95. 157 Romano, s. 65 158 Segrè, s. 7. 159 Romeo, s.133. 160 Romano, ss. 145-146. 155 58 yılları arasında özellikle Kuzey İtalya’da gerçekleşen altyapı ile ilgili sektörlerdeki gelişmelere ilişkin veriler aşağıdaki tablodaki gibiydi.161 Tablo-3: 1861-1880 Yılları Arasında İtalya’daki Başlıca Sektörlerin Gelişme Oranları (Milyon Liret) 1861 1865 1870 1875 1880 27 34 46 52 49 100 126 170 192 181 Ticaret 352 366 517 666 763 Artış Yüzdesi 100 104 175 189 217 Kredi 7 23 38 57 77 Artış Yüzdesi 100 328 543 814 1100 Sigorta 4 5 6 8 10 Artış Yüzdesi 100 125 150 200 250 1063 1066 1349 1519 1359 100 100 126 143 127 Denizyolu Taşımacılığı Artış Yüzdesi Endüstriyel Üretim Artış Yüzdesi Kaynak: Romeo, s.142. Bütün bu göstergeler bir yandan ülkenin kalkınma düzeyinde bir artış olduğunu işaret ederken diğer taraftan farklı bir gerçekliği gözler önüne sermekteydi. Yüzyılın sonunda, kişi başına düşen mili gelir ortalama olarak İngiltere’de 1.300 liret, Fransa’da 6.500 liret, Almanya’da 3.900 liret iken İtalya’da 2.500 liret idi. Bu rakamlar ise İtalya’nın 20. yüzyılın başında ekonomik olarak hâla Büyük Güçler arasında yer almadığını göstermekteydi.162 İtalya’nın Düyun-ı Umumiye’deki (Osmanlı Kamu Borçları Kurumu) 161 162 Romeo, s.142. Romano, ss. 105-106. 59 üyeliği de güçsüz bir üyelikti. İtalya’nın üyeliği Osmanlı Devleti’nde gerçek anlamda finansal yatırımlar yapması için bir üyelik olmayıp, sadece İtalya’nın büyük bir güç olarak sayıldığını gösteren bir üyelikti. Avrupalı devletlerin işsizlik, nüfus artışı ve yeni pazarlar bulma sorunlarına sömürge çözümünü kökleştirdiği ve dünyanın paylaşılmasının neredeyse tamamlandığı bir dönemde, İtalya bu alanda daha bir adım bile atmamıştı.163 İtalyan ekonomisinin bu durum köylülerin ve işçilerin sol akımlara yönelmelerine zemin hazırlamıştı. İleriki dönemlerde kuzey merkezli Liberal İtalya için büyük bir sorun teşkil edecek Sosyalist ve Sendikal hareketler böylece toplum içinde filizlenmişti. Ülkede sol hareketlerin gelişmesi üzerine, sağcı ve milliyetçi tarafın İtalyan hükümeti üzerindeki baskısı 13 Haziranda Giuseppe Bevione’nin Trablusgarp’ın İtalyan göçünün açıkça çözümü olduğunu iddia eden Giolitti’ye Açık Mektup başlıklı uzun makalesinin yayınlamasıyla daha da artmıştı. Doğrudan Giolitti’nin adres gösterilmesiyle, Bevione Birleşik Devletler’in göç duvarlarının yükseltileceği günün çok uzak olmadığını belirtiyordu. Bevione uygun bir yer hazırlamak, denizin ötesi kıyısında uzandığı konusunda teşvik etmişti. Bevione makalesini “…Oradaki sorununuz ne olursa olsun, en kısa zamanda harekete geçilmeliydi. Bu Akdeniz Afrika’sı büyük istekler uyandırmaktadır… Eğer Almanya Afrika İmparatorluğu’nun kapısını Trablusgarp’ta açmaya karar verirse, büyük bir Anglo-Alman savaşı görürüz; ama sonuç ne olursa olsun, Trablusgarp bizim açımızdan kayıp olacaktır. Her koşulda tembelliğimiz, yapmış olduğumuz antlaşmalara rağmen İngiltere ve Fransa’ya kendilerini yeni birer rakip olarak görme hakkını veriyordu. Trablusgarp’a kim giderse gitsin, el ve ayağı bağlayan bağın kapatılması gibi İtalya’nın Akdeniz’deki ebedi hapsi olacaktı. Bugün Osmanlı Devleti filosuz, ama bir tane hazırlıyor. Birkaç yıla kadar, denizlerdeki güvenliğini sağlamış olan Trablusgarp’ı rahatça işgal etmek mümkün olamayabilir. Şu an tam zamanı, başarı olasılığı yakında azalabilir, Saygıdeğer Giolitti.”164şeklinde sonlandırmıştı.. Aslında Bevione’nin makalesi çok önemli bir gerçeği yansıtmaktaydı. Çünkü göç olgusu İtalya için büyük bir sorun olmanın ötesinde bitmeyen bir kâbus gibiydi. Çünkü ülke 163 164 Koloğlu, s. 35. Childs, s. 42. 60 dışına göç eden İtalyanlar Avrupalı diğer göçmenler gibi ne kolonileşebiliyorlardı ne de gittikleri yerlere tam anlamıyla uyum sağlayabiliyorlardı. Özellikle yoğun oranda İtalyan nüfusuna sahip Birleşik Devletler’de İtalyan göçmenler yerleştikleri gettoların dışına çıkamıyorlardı. Bu ülkelerde yaşayan İtalyan göçmenler İtalya dışında bir İtalya kurmuşlardı.165 İtalyan-Amerikan ilişkilerini inceleye bir öğrencinin yorumuna göre ise “İtalyanlar Amerikan rüyasının kâbusuydu.” 166Bütün bunlar bir arada değerlendirildiğinde İtalyan için göçe bir yön vermek şarttı. Bunun içinde hükümetin önünde iki yol vardı; ya ülke içindeki yatırımları arttırmak ya da İtalyan göçünün yöneleceği yeni topraklar bulmak. Çünkü Birleşik Devletler ve Arjantin Hükümetleri kendi ülkelerine yapılan İtalyan göçünü durdurma eğilimindeydiler. Bu göç dalgasını kontrol altına almak hem de ileride ortaya çıkailecek bir sömürge savaşında başarılı olabilmek için hükümet yapılan yatırımların önceliklerinde de bazı değişiklikler yapmıştı. Çünkü Giolitti sadece devleti yönetmiyordu. Aynı zamanda ülkeyi politik ve kültürel yönden de yenilemeye çabalıyordu. Bunun için eğitimden sağlığa, vergiden yargıya bir yok alanda yatırımlar yapılmıştı. Uluslararası sistemde etkin bir güç olabilmek için hükümet, ordu ve donanmaya bütçe içinden ayırdığı payı arttırmıştı. Aşağıdaki tabloda yıllar içinde hükümetlerin yatırım önceliklerinin yüzdesel değerlerini göstermekteydi. Tablo-4: Birliğin Sağlanmasının Ardından Geçen İlk 50 Yıllık Süre İçinde (1862 - 1912) Genel Bütçe İçinden Yapılan Harcamalar (%) 1862 – 1896 1897 - 1906 1907 - 1912 Kamu Harcamaları ve Genel Yönetim Giderleri 59 59 45 Savunma Giderleri 24 21 27 Adalet ve Polis 2 2 2 165 166 Romano, ss. 93-95. Saladino, s. 105. 61 İktisadi Yatırımlar 13 15 19 Diğer Harcamalar 2 3 7 TOPLAM 1000 100 100 Kaynak: Romano, ss. 21-22. Ancak İtalya’nın 19. ve 20. yüzyıllar arasında genel bütçe içinden savunmaya ayırdığı pay 246 milyon liret tutarındaki pay oldukça fazla bir miktar olarak görünmekle birlikte; Avusturya’nın aynı konuya harcadığı 430 milyon, Fransa’nın harcadığı 649 milyon ve Britanya’nın harcadığı 938 milyon liret dikkate alındığında bahsedilen rakamın Avrupa’nın Büyük Güçleri arasına girmek isteyen bir ülke için son derece az olduğu anlaşılmaktaydı. 20. yüzyıl’ın başında dünyadaki etkin güç merkezlerinin nüfusları ve yaptıkları savunma harcamaları karşılaştırıldığında ortaya aşağıdaki tablo çıkmaktaydı. Tablo-5: Ülkelerin Nüfuslarına Göre Yaptıkları Savunma Harcamaları ( Liret) Nüfus Savunma Harcamaları Rusya 120.000.000 875.730.000 Birleşik Devletler 76.303.387 673.400.000 Almanya 49.421.803 677.223.000 Britanya 42.422.000 938.184.000 Avusturya 41.359.204 430.667.063 Fransa 38.457.000 649.496.036 İtalya 31.006.970 246.000.000 Osmanlı Devleti 24.028.900 103.487.438 İspanya 18.618.086 114.940.351 İsviçre 3.100.000 26.033.748 Kaynak: Romano, ss. 153-155. 62 İtalyan ordusu Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde ülkenin güvenliğini sağlamak için yeterli kapasiteye sahipti. Ancak Avrupa’da cereyan eden can alıcı olaylar konusunda yetersiz olduğu aşikârdı. Bu noktada İtalyan ordusunun işlevsel olarak yetersiz olduğu göze çarpmaktadır. İtalya’nın büyük ümit bağladığı donanması da 20. yüzyılın başında hâla Batılı deniz güçleri arasında son sırada yer almaktaydı.167 Tablo-6: Deniz Kuvvetlerine Sahip Devletlerin Donanmalarının Silah Güçleri Britanya Savaş Gemisi 69 Kruvazör 157 Torpido 34 Toplam 260 Fransa 38 55 21 114 Rusya 33 31 9 73 İtalya 16 21 17 54 Almanya 31 34 4 69 A.B.D. 28 34 - 62 Japonya 8 24 2 34 Kaynak: Romano, ss. 153-155. 1911’de Giolitti İtalya’sı krizde ya da krize yakındı. Bu koşullar altında, az bir maliyetle gerçekleştirilecek bir sömürge savaşı 1914 öncesi Avrupa’sı içerisinde bir çözüm olarak görülmüştü.168 Bunun için de İtalya Tunus’un kaybedilmesinden ve Eritre ile Somali’deki başarısızlıklardan sonra kendilerine sömürge alanı olarak seçtikleri Trablusgarp ve Bingazi’yi barışçı yollarla işgal etmek için bu bölgeye ekonomik olarak yatırımlar yapmaya başlamıştı. Zira bu bölge Tunus’tan daha verimli olmasa da en az onun kadar verimli topraklara; aynı iklim şartlarına, aynı madenlere sahipti.169 Trablusgarp’ı ziyaret eden Giornale di Scilia gazetesi’nin sosyalist yazarı De Felice 7-8 Ocak tarihli makalesinde Trablusgarp’ı tarım için son derece elverişli olduğunu yazmıştı. Ayrıca Trablusgarp’ın Fas, Tunus ve Cezayir’le karşılaştırıldığında Afrika’dan 167 Romano, ss. 153-155. Bosworth, ss. 149-150. 169 Askew, s. 9. 168 63 ayrı Avrupa’ya daha yakın hatta Sicilya’ya benzeyen bir iklime sahip olduğunu belirtmişti.170 1903 yılında kurulmuş olan ve İtalyan milliyetçilerinin savaş çığlıklarını yükselttikleri ilk örgüt olma özelliğine sahip Regno (Krallık) Hareketi’nin kurucusu Enrico Corradini (1865-1931)171 ise bölgenin milyonlarca insanın rahatlıkla yaşayabileceği bir yer olduğunu yazmış ve Trablusgarp’ta üç milyon hurma ağacı olduğunu belirtmişti.172 Buna ek olarak İtalyan hükümetinin bölgeye üç milyon badem, üç buçuk milyon zeytin ve üç milyon meyve ağacı diktirdiğini ve dut ağacı yetiştirip ipekçilik yapmayı planladığını belirtmesi173 ve hükümet yanlısı gazetelerin Trablusgarp’ı sahip olduğu kaynakları öven tutumları, İtalyanların bölgeye yerleşme umutlarını arttırmıştı. Ayrıca bazı yazarlar Bingazi’nin Roma ve Bizans’ın tahıl deposu olduğunu ayrıca zengin sülfür, fosfat ve yeraltı su kaynaklarına sahip olduğunu iddia etmekteydiler. İtalya dışındaki bazı araştırmacılar da Trablusgarp hakkında İtalyan tezini destekleyen haberlere yer vermekteydiler. Bu kaynaklara göre Fransa ve İngiltere’nin Mısır, Tunus ve Cezayir’de başardıklarını İtalya’nın da Trablusgarp’ta başarmaması için hiçbir sebep yoktu. Ayrıca bu kaynaklara göre Fransa’nın Tunus’ta tarımı geliştirebilmesi burada yaşayan İtalyanlar sayesinde olmuştu. Bir Fransız araştırmacıya göre de İtalyanlar için Trablusgarp ve çevresi dünya üzerindeki cennetti.174 Ancak bu bölgede araştırma yapan tarafsız bazı bilim adamları bölgenin aslında büyük oranda tarıma elverişli olmadığını belirtmişlerdi. Buna ek olarak bazı bilim adamları bölgede zeytinciliğin bile yeterli oranda verimli olamayacağını dile getirmişlerdi.175 Bölgede inceleme yapan bilim adamlarının araştırmaları sonucunda Trablusgarp toprağının tarım için yeterli oranda verimli olmadığı; Bingazi’nin ise Trablusgarp’a nazaran daha verimli topraklara sahip olmakla beraber, su kaynakları bakımından Trablusgarp’ın gerisinde olduğu ortaya çıkmıştı.176 Su kaynaklarının daha zengin oluşu sebebiyle gezgin 170 Segrè, s.24. Askew, s. 24. 172 Segrè, s. 24. 173 Askew, s. 9. 174 Segrè, s. 25. 175 Bennett, ss. 7-15. 176 Karasapan, s. 168. 171 64 olarak yaşayan ve hayvancılıkla uğraşan bedeviler ve şehirlerde tarım, ticaret ve zanaatla uğraşan hadarlardan oluşan yaklaşık milyonluk bölge nüfusunun üçte ikisi Trablusgarp çevresinde ve kıyı şeridinde yaşamaktaydı. Buna ek olarak Fizan’daki vahâların çevresi ve Bingazi’deki Jabal Al-Akdar (Yeşil Dağ) bölgesi nüfusun diğer kısmını barındıran alanlardı.177 Bölgede yetişen ürünlere gelince; Trablusgarp’ın bazı kısımlarında arpa, buğday, patates, bezelye, fasulye ve çeşitli sebzeler, bazı kısımlarında da safran, kına, az miktarda tütün üretilmekteydi. Ayrıca nemin yeterli olduğu bölümlerde zeytin, incir, armut, şeftali, badem ve dut gibi meyveler yetiştirilmekteydi. Derne civarında muz yetiştiriciliği yapılırken; portakal, kayısı ve kavun ise Trablusgarp çevresinde yetiştirilmekteydi. Ayrıca koyun, keçi, deve, sığır, at ve eşek gibi çiftlik hayvanlarının yetiştirilmesi de Trablusgarp çevresinde görülmekteydi. Bunun yanında Derne ve Bingazi’de yapılan arı ve ipek böceği yetiştiriciliği de bir diğer çiftçilik koluydu.178 Çoğunlukla bölgede yaşayan Yunanlıların yaptığı süngercilik kıyı şeridinde yapılan önemli bir ekonomik faaliyetti. Bölgede sülfür ve fosfat olduğuna dair söylentiler olmasına rağmen; ticari değere sahip olan saptanmış tek maden ise tuzdu. Sanayileşme ise neredeyse yok denilecek kadar azdı. Dokumacılık, deri işçiliği, kuyumculuk ve deve kuşu tüyü işlemeciliği çiftçilik ve balıkçılık dışındaki girişimcilik faaliyetleriydi.179 Bu dönemde Osmanlı Devleti ile Trablusgarp’taki ticari ilişkilerini geliştirmesini istediği İtalya arasındaki ticari ilişkilerde önemli bir artış olmuştu. Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki toprakları ile İtalya arasındaki ticaret oranı 1910 yılında 1909’dakine göre %59 artmıştı. Ayrıca İtalya’nın Trablusgarp’a ihracatı aynı dönemde %66 artmıştı.180 İtalya’ya Trablusgarp’tan çiftlik hayvanları, deri, yün, yumurta, sünger, fildişi ve kına gibi ürünler alırken; bu bölgeye un, pirinç, şeker, pamuklu ürünler, çay ve zeytinyağı ihraç etmekteydi.181 Bölgeyle olan bu ilişkilerini savaş nedeniyle zedelemek istemeyen İtalya 177 Anderson, Lisa, ss. 36-37. Karasapan, s. 168. 179 Askew, s. 10. 180 Childs, s. 30. 181 Askew, s. 10. 178 65 askeri bir hareket yerine pasif işgal yoluyla bölgeyi ele geçirmeyi tercih etmişti. İtalya, bu amacına ulaşmak içinde bir Katolik bankası olan ve Vatikan’ın finans kaynağı durumundaki Banco di Roma’yı kullanmıştı.182 1880’de aristokrat ruhban sınıfının fonlarıyla kurulan Banco di Roma İtalya’daki ilk gelişimlerini Roma’da başlatmıştı. 1891’e kadarki başkanları arasında dikkat çeken Romolo Tittoni, 1903’te ise Ernesto Pacelli idi. 1900 sonrası daha küçük bir Katolik bankasını da bünyesine katan Banco di Roma İtalya’nın sanayi gelişimi içinde yayılarak; İtalya’nın ulusal sınırlar dışında yatırım alanları aramaya başlamıştı. Önemli ölçüde İtalyan göçmen nüfusunun bulunduğu İskenderiye’de bir ofis açmış ve 1905’de Habeşistan Bankası’nın kuruluşuna da katılmıştı. Ayrıca 1906’da Malta’da bir şube açmış ve Tangiers’de Fas Devlet Bankası’nın kuruluşunda yer almıştı. Banco di Roma Trablusgarp ile ilgilenmeye başlamadan bir sene önce, 1907’de Trablusgarp vilayetinde önemli yatırımlara başlamıştı.183 Banka bölgede araziler satın alarak, tarımsal ve endüstriyel girişimi destekleyerek, İtalyan yanlısı müşteriler oluşturmayı amaçlayan kurnaz bir politika gütmüştü. Bu olay bazı tarihçilere tarafında İtalyan ekonomik emperyalizminin ilk belirtileri olarak değerlendirilmişti.184 Ancak İtalyan endüstrisi bölgeye yapılacak yatırımlar konusunda pek hevesli bir tutum sergilememişti. Böylece, Trablusgarp için İtalya’nın izlediği politika ekonomik olmaktan öte siyasi bir hal almıştı.185 Gerçekte Banco di Roma klasik anlamda bir yatırım bankası olmanın ötesinde Roma Katolik Kilisesi’nin İtalyan Devlet sistemi içindeki gizli eli konumundaydı. Roma Katolik Kilisesi hem küçük yerel bankalar ve kooperatifler aracılığıyla, hem de başta Banco di Roma olmak üzere büyük temsilcilikler vasıtasıyla 1905’te Trablusgarp ile ilgilenmeye başlamış ve 1907’de bazı yatırımlar yapmıştı.186 İtalya’nın maliyesinde önemli bir rol oynamaya başlayan banka, 1910’a gelindiğinde, Trablusgarp ve Mısır’daki önemli çıkarlarıyla ve Anadolu’da daha fazlasını 182 Romano, s.140. Bosworth, ss. 139-141. Bankanın İstanbul’daki ilk şubesi 1909 yılında Galata’da Union Han’da kurulmuştu. Banka 1919 yılında İstanbul’da başka bir şube daha açmıştı. Bkz.: Karakartal, s. 34. 184 R. A. Webster, L’Imperialismo Industriale Italiano Studio sul Prefascismo 1908 - 1915, Torino:Einaudi, 1974, s. 39. 185 Romano, s. 140. 186 Childs, s. 30. 183 66 elde etme hırsıyla İtalyan emperyalizminin gerçek temsilcisi, hatta sürükleyicisi konumuna gelmişti. Bankanın başkan yardımcısı Romolo Tittoni, İtalyan Dış İşleri Bakanı Tomasso Tittoni’nin (1855-1931) kardeşiydi ve Tittoni’nin bakanlığı sırasında, doğal olarak banka ile hükümet arasında sıcak bir kardeşlik ilişkisi kurulmuştu.187 Bu yakın ilişkilerin sonucu olarak banka Trablusgarp’ta edineceği ayrıcalıklar karşılığında bölgeye yatım yapmayı kabul etmişti. Bu amaçla, bölgeye Banco di Roma tarafında bir un değirmeni, bir buz makinesi, bir zeytinyağı presi gönderilmişti.188 Banka ayrıca bölgeye bir tane sabun fabrikasıyla, bir tanede makine mağazası açmıştı. Bunun yanında sahilde ve iç kesimlerde bulunan toplam dokuz yerleşime bankanın şubeleri açılmıştı. Banka Trablusgarp’ta yaşayan yerli halka ve yabancı yatırımcılara kredi vererek bölge ekonomisini canlandırma yoluna gitmişti. Türk yetkililerinin karşı çıkmalarına ve hukuksal düzenlemelere rağmen banka bölgede postaneler, okullar ve yurtlar açmıştı. Ayrıca Roma medeniyetine ait kalıntıları incelemek için de bir arkeolojik kazı heyetini bölgeye göndermişti. Bölgedeki İtalyan nüfusunun oldukça az olmasına rağmen banka Trablusgarp’a 1911 yılına kadar dört ila beş milyon dolar para göndermişti. Bunun yanında bankanın hükümet destekli deniz yolu firması Trablusgarp ile diğer ülkeler arasındaki taşımacılık hizmetleri konusunda da önceliği ele geçirmişti. 189 Banca d’Italia da bölgede bazı girişimlerde bulunmuş ama Banco di Roma ile yarışamamıştı. Yerel Türk yetkililerinin kuşkularına rağmen, Banco di Roma bazı demiryollarını, Trablusgarp Limanının inşasını, kıyı ticaret hizmetlerini, tarımsal gelişmeleri, hidrolik işleri ve hatta zeytinyağı üretimini finanse etmişti. Dünya geneline bakıldığında, Büyük Güçler’in sömürgeciliğini taklit etmek isteyen İtalya’nın çabaları karşısında bu göstergeler çok küçük kalıyordu. Trablusgarp’taki İtalyan Genel Konsolosluğu’ndan Pestalozza’nın San Giuliano’ya gönderdiği raporunda belirttiği üzere, elde edilen yetersiz bilgiler ışığında, Trablusgarp’a en fazla İngiltere’den ithâlat yapıldığını, bunu sırasıyla İtalya, Avusturya, Osmanlı Devleti, Fransa, Almanya ve 187 Askew, s. 28. Anderson, Lisa, s. 112. 189 Staley, ss. 4 -7. 188 67 Tunus’un takip ettiğini bildirmişti. En fazla ihracat yaptığı ülkelerin başında ise yine İngiltere, daha sonra sırasıyla Osmanlı Devleti, Fransa, Malta, Birleşik Devletler, Yunanistan ve İtalya geliyordu. Sekiz adet İtalyan bankası ve bunların ticari ilişkiler Trablusgarp’ta bulunuyordu. Ama içlerinde en önemlisi Banco di Roma’ydı. Ayrıca iki İngiliz, iki Türk, bir Yunan, bir de Fransız bankası bulunuyordu. 22 adet dış ticaret temsilcisi arasında yedi İtalyan, yedi İngiliz, beş Fransız, üç Alman ve iki Avusturyalı bulunuyordu.190 Rekabetin her zaman farkında olan İtalyan kamuoyunda Osmanlı hükümetinin bölgede Alman, Fransız, İngiliz ya da Avusturya yatırımlarını tercih edebileceği dedikoduları dolaşmaya başlamıştı.191 Giolitti de yıllardır Kahire’de yaşayan çok güvendiği doktor arkadaşını Enrico Insabato’yu (1878-1963) 1911 yazında Banco di Roma’yı raporlaması için gazeteci sıfatıyla Trablusgarp’a göndermişti.192 Insabato, Banco di Roma’nın İtalyan konsolosluk temsilcileri tarafından İtalyan milliyetçilerine karşı desteklendiğini, bütün yatırım ve ticaretin boğaz kesme yarışıyla ele geçirilmeye çalışıldığını rapor etmişti. Bu taktikler doğal olarak hem Arap yerliler hem de Maltalı, Yunan ve Yahudi tacirler üzerinde derin bir küskünlük yaratmıştı. Insabato’nun raporuna göre Osmanlı memurları, bu halklar üzerindeki İtalya’ya karşı hoşnutsuzluğu fırsat bilmişlerdi ve yerli halkın İtalyanlara karşı bir ayaklanma veya isyan olasılığı bastırılamazdı. Banco di Roma’nın çeşitli aktivitelerinin aslında ekonomik kriterlere uygun olmaması, özellikle de Banco di Roma’nın yüksek fiyatlarla toprak edinmeye başlamasından sonra her İtalyan faaliyetine karşı Osmanlı otoriteleri tarafında şüphe ve güvensizlik yaratmıştı.193 Insabato, raporunu İtalyan halkına karşı herhangi bir başkaldırı olamamasının tek nedeni, Sünusilerin194 liderinin hâla iyi niyetli olmasındadır diye sonuçlandırmış ve 190 Askew, s. 30. Bosworth, ss. 139-141. 192 Koloğlu, s. 14. 193 Childs, ss. 30-36. 194 Sünusiler Kuzey Afrika’da ve Yemen’de son derece etkin olan bir tarikattır. Tarikatın kurucusu ve peygamber soyundan gelen. Bkz.: Karasapan, s. 171 Muhammed Bin Ali Es- Sünusi 1791’de Cezayir’de doğmuştur. Fas’ta tahsilini tammaladıktan sonra, 1830’da Mekke’ye gitmiş ve 1843’e kadar orada kalmış ve burada Sünusi tarikatını kurmuştur. 1855’te Bingazi’de Carabub’a yerleşen Es-Sünusi 1859’da orada ölmüştür. Yerine geçen oğlu Muhammed El-Mehdi zamanında tarikat, Trablusgarp ve çevresi ile Orta 191 68 “…Eğer ileride biz hepsini karşımıza alırsak, Trablusgarp ve Bingazi’de yaşamak bizim için imkânsızlaşır. Ve eğer İtalyan hükümeti askeri müdahalede bulunursa, bu durumda karşımızda sadece 10-15.000 askerden oluşan Türk ordusu değil, bütün halk, özellikle Bingazi silahlandırılır.”195 Diye eklemişti. Insabato, Arap nüfusunun silahlı direnişi tahmininde yanılmamıştı. Ama öngörüleri Roma’da korku yaratmamıştı. Hatta, bu raporu bahane gösteren Banco di Roma Trablusgarp’taki yatırımlarını korumak ve bölgede sahip olduğu arazilerin değerlerini yükseltmek adına mevcut hükümete baskı yapıp; İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal için harekete geçmesine ön ayak olmuştu.Bu noktada dar bir boğazdan geçmek zorunda kalan İtalyan hükümeti, bir taraftan tam olarak hazırlanmadan girişeceğin bir seferden kazançsız çıkacağını düşündüğü için Trablusgarp’a müdahaleden kaçınırken,196 diğer taraftan da Banco di Roma’nın, İtalyan hükümetini Trablusgarp’taki hisselerini Avusturyalı, Alman ve İngiliz finans kurumlarına devretmekle tehdit etmesi,197 hükümeti bankanın çıkarlarını koruma bahanesiyle Trablusgarp’a müdahale etmekten alıkoyacağından, sömürgeleştirebileceği son toprak parçasını da elinden kaçıracağı düşüncesine sevk etmişti. Bütün bu gelişmeler sonucunda İtalya gerekli hazırlıkları tamamlamadan Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişti.198 Banco di Roma ise Trablusgarp’ta dört yıl aktif olarak hizmet verdikten sonra, bölgedeki bütün haklarını Alman bir gruba satmıştı. Banka, İtalya’nın Trablusgarp’ı işgaliyle beraber işgalden önce uğradığı zararın karşılaması talebinde bulunmuştu. Bu durum İtalyan sermayesinin ne denli kırılgan olduğunun ve Bankanın siyasetle olan yakın ilişkisinin somut bir göstergesiydi.199 Afrika’da süratle yayılmıştır. Sünusilik esas itibariyle İslam’ın özüne dönmeyi öngören bir inanıştır. Bu sebeple gayr-ı Müslimlere özellikle de Kuzey Afrikayı işgal eden Hıristiyanlara karşıdır. Bkz.: Çaycı, s. 22. Sünusilik’in Kuzey Afrika’da benimsenmesinin en önemli sebebi ibadet konusunda çöl halkının kolayca uygulayabileceği basit esaslara bağlı kalmasıdır. Namazın yalnız farzlarını kılmak, günde bir defa yalnız sabahleyin abdest alıp diğer vakitlerde temiz bir taşa veya tuğlaya değmek suretiyle teyemmümle yetinmek, ezanda ve Kur’an-ı Kerim okuyuşlarında müzik ve ahenge itibar etmemek gibi uygulamalar bunlara örnek olarak verilebilinir. Bkz.: Karasapan, s. 172. 195 Archivo Del Ministro Delgi Affari Esteri (AMAE), no: 42, pos: 17A, f. 641. 196 Staley, ss. 4 -7. 197 Koloğlu, s. 16. 198 Staley, ss. 4-7. 199 Romano, s. 140. 69 Ancak Trablusgarp’a yapılan bütün yatırımlara rağmen İtalya bölgeden istediği verimi alamamıştı. İtalya’nın Kuzey Afrika’daki bu yeni kolonisi ana kara için ekonomik, askeri ve stratejik olarak çok önemli bir değer ifade etmediği gibi ticari amaçla kullanılabilinecek yeterli oranda mineral kaynaklarına da sahip değildi. Buna ek olarak İtalya, Osmanlı Devleti zamanında işleyen Sudan-Libya ticaret yolunu da200yeterli oranda kullanamamış ve Sahra ticaretini İngiltere ile Fransa’ya kaptırmıştı. 201 D. İtalya’nın İşgal öncesi Trablusgarp'ta Etkinlik Kurma Çabaları Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan İtalyanların sayısı ve Osmanlı Devleti içindeki etkinlikleri İtalyan Birliği’nin sağlanmasının ardından artmıştı. Osmanlı Devleti içinde yaşayan İtalyanlar, İngiltere’nin Afrika’daki kolonilerinde yaşayan Hintliler gibi sosyal yaşam içinde tüccarlık, işletmecilik ve küçük ölçekli sanayicilik gibi görevlere sahiplerdi. Bunlar içinde bazıları yaptıkları işlerde uzmanlaşarak ve ellerine geçirdikleri fırsatları akıllıca değerlendirerek sosyal hiyerarşi içindeki basamakları hızlı bir şekilde tırmanmışlardı. Osmanlı Devleti’ndeki Galata Bankerleri gerçekleşen bu sosyal sıçramaya verilebilecek en güzel örnekti. Ayrıca İtalyanca, Akdeniz çevresinde yaşayan farklı toplulukların aralarındaki iletişimi –özellikle ticari- sağlamak için yüzyıllardık kullandıkları ortak dildi. Örneğin, Mısır’da 1871’e kadar İtalyanca posta servisinin kullandığı resmi dillerden biriydi.202 İtalyanlar Tunus’ta da İtalyan kültürünü yaymak için yoğun çaba 200 Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılın ortalarından itibaren Trablusgarp Bölgesi’nde asayişi sağlamasını ardından bölgedeki kervan seferleri de büyük önem kazanmıştı. Kervanların coğraf, bakımdan en kısa yol olan Tablusgarp’a Sudan mallarıyla gelmeleri, Avrupa ülkelerine ait gemilerin Trablusgarp’a muntazam seferler yapmalarına yol açmıştı. Böylece Trablusgarp ile Sahra ve Sudan arasında gittikçe yoğunlaşan önemli bir ticaret oluşmuştu. Sudan, genellikle silah ve cephane, kağıt, ayna ve maden işleri, giyecek eşyası, pamuklu ince kumaş, şeker, çay, esans, kaba çuha, kamçı başı ve boncuk ithal etmekte; buna mukabil de fildişi, balmumu, altın tozu, devekuşu tüyü, bir nevi lüks kâğıt yapımında kullanılan Halfa otu ve bilhassa esir ihraç etmekteydi. (Esir ticareti resmi olarak Cezayir ve Tunus’ta 1846; Trablusgarp ve çevresinde ise 1857 yılında yasaklanmıştı. Buna rağmen bu ticaret 1890’ların ortalarına kadar devam etmişti. Bkz.: Anderson, Lisa, s. 105.) Bkz.: Çaycı, ss. 11-17. 1877 yılında Trablusgarp’a Avrupa ülkelerinden 24.779 Osmanlı altını değerinde ithâlat yapılmış, Trablusgarp’tan ise Avrupa’ya 37.970 Osmanlı altını değerinde ihraç ürünü gönderilmişti. Bkz.: Karasapan, s. 164. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin 1875 yılında katıldığı Uluslararası Philedephia (Filedelfiya) Fuarı’nda sergilediği aralarında altın, gümş işleri, tekstil, deri, incir, hurma, zeytin yağı ve meyve’nin bulunduğu 138 çeşit ürün Trablusgarp’ta üretilmekteydi. Bkz.: Anderson, Lisa, s. 105. 201 Segrè, ss. 26-27. 202 Romano, ss. 93-95. 70 harcamışlardı. O kadar ki Tunus Beyi Sadık Paşa bile 1864’te Paris ziyaretinde İtalyanca konuşmuştu.203 İtalya’nın Doğu Akdeniz’e olan bu belirgin ilgisi yüzünden Büyük Güçler’in Doğu Akdeniz’deki toprakların büyük çoğunluğuna sahip olan Osmanlı Devleti’nu dolaylı olarak yönetmek için kurdukları komitelerin içinde yer almaya özen göstermişti.204 Bu komitelerin başında da Düyun-ı Umumiye gelmekteydi. 1881 yılında İtalya Düyun-ı Umumiye idaresinde yer verilen altı yabancı devletten biriydi. Bunun yanında, İtalya 1897’de Girit’in özerkliği ile ilgili varılan antlaşmanın gözetim işinde ve 1903’de Makedonya’daki karışıkların önlenmesinde diğer Büyük Güçler’le birlikte yer almıştı. Ayrıca 1908 yılında diğer Büyük Güçler’in çoktandır sahip oldukları Osmanlı Devleti’nin tamamında kendi posta sistemini örgütleme hakkı İtalya’ya da verilmişti. 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başında Osmanlı Devleti’ne yönelik İtalyan politikası en basitinden katılım politikasıydı. Sonnino’nun daha sonra yumuşatarak tanımlayacağı gibi O tutti, o nessuno (ya İtalya’ya bir yer verilmeli, ya da hiçbir Büyük Güç Osmanlı güneşinde ısınmamalı). Bu yüzden, en zayıf Büyük Güç olmanın azmiyle, İtalyan liderler Balkan ya da Doğu Akdeniz meselelerinde her uluslararası konferansa katılmaya, her uluslararası komisyona girmeye ve her şeyden önce gerçek ya da görünür avantaj sağlayan her işin bir parçası olmaya çalışmışlardı. 1892’de Düyun-ı Umumiye İdaresi başkanlığının üyeler arasında dönüşümlü olmasını öneren İstanbul’daki İtalyan Büyükelçisi Alessandro Guiccioli’nin (1880-1959) planı, bütünüyle İtalyan Dış Politikası’na özgüydü. Bu planda, İtalya’ya, Osmanlı tahvillerinin en azına sahip olmasına rağmen eşitlik tanınacaktı. Guiccioli, 1882’den beri İtalya’nın müttefiki olan Almanya’yı, sonunda reddedilen planı desteklemeye ikna edecek kadar da becerikliydi. Büyük Güçler’in Osmanlı Devleti içinde daha az ilgi duydukları alanlarda İtalya, kendi payını istemede Büyük Güçler’le eşit ölçüde gayretli ve ustaydı. Birliğini sağlamasından önce bile, bazı İtalyan devletleri Anadolu’ya ve Kuzey Afrika’ya ilgi göstermişlerdi. Örneğin Napoli-Sicilya uzun süreden beri Tunus, Trablusgarp ve 203 204 Karasapan, s. 154. Askew, s. 4. 71 İskenderiye’de diplomatik ve mali ilişkilere sahipti. Gelecek için daha önemlisi, 1815’te Viyana’daki barış görüşmelerine katılan devletler tarafından Cenova’ya verilmiş olan ve Doğu Akdeniz’deki eski Ceneviz emperyalizminin görevini miras alan Piemonte’ydi. 1819’da Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkiler kuran Piemonte, 1823’te Osmanlı Devleti ile ticari bir antlaşma imzalamıştı. 1824’te Piemonte İstanbul’dan geçen uluslararası deniz taşımacılığında Avusturya, Rusya ve Britanya’dan sonra dördüncü sıradaydı. 1837’de Rubattino Denizcilik Şirketi, Doğu Akdeniz seferlerine resmen başlamıştı.205 Deniz taşımacılığında oldukça gelişmiş durumda olan İtalya aynı başarıyı sanayileşme konusunda gösterememişti. Bu yüzden deniz taşımacılığından sonra İtalya için tarım hem ekonomik hem de sosyal gelişimi sağlayan temel sektördü. Bunun neticesinde İtalyan yöneticiler İtalya’da sanayiyi geliştirirken toprakla uğraşan İtalyanları da iskân edecek bir yer arayışı içine girmişler ve bu iskânın gerçekleşebileceği yer olarak ta Trablusgarp ve çevresini seçmişlerdi.206 Federigo Garlanda, Mario Morassso ve Enrico Corradini gibi militan milliyetçilerinin, İtalyan kültürü, İtalyan ruhu ve İtalyan ahlakı birleşiminden oluşan İtalyan ulusu yaratma çabaları, milliyetçi basından ve yazarlardan da destek bulunca İtalya’nın Trablusgarp’a müdahalesi kaçınılmaz olmuştu.207 Ancak maneviyat şemsiyesi altında şekillenen ulus bilincinin gerçekleşmesi için maddi desteğe de ihtiyaç vardı. Bu bağlamda, barışçıl müdahale fikri ortaya çıkmıştı. Bu fikir yoluyla İtalya, İngiltere’nin Mısır’da ve Fransa’nın Tunus’ta yaptığı gibi savaş yapmadan Trablusgarp’ı kendi ülkesine katmayı planlamıştır.208 Bu konuda Dış İşleri Bakanı Tittoni’nin Mayıs 1905’te İtalyan Senatosu’nda yaptığı konuşma kayda değerdir. Tittoni konuşmasında; İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal konusunda bir hazırlığının bulunmadığını belirtmiş, böyle bir durumun ancak şartların bunu zorunlu kılması durumunda gerçekleşeceğini söylemiştir. Buna ek olarak Tittoni, “Biz, herhangi bir gücün 205 Romano, ss. 93-95. Miége, ss. 16-17. 207 Bu yazarların arasında Enrico Corradini İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesi fikrinin en ateşli savunucusuydu. Ona göre Kuzey Afrika yeni bir risergimento’nun başlaması için Trablusgarp’ın işgali ilk adımdı ve İtalyan işgaliyle birlikte Trablusgarp Akdeniz’in en güzel şehirlerinden biri olacaktı. Bkz.: Askew, s. 25. 208 Askew, s. 27. 206 72 bölgede etkinliğini arttırmasına tamamen karşıyız. Biz bölgede mevcut olan ekonomik, tarımsal ve endüstriyel yatırımlarımızı gelecekte de geliştirme yoluna gideceğiz.” demişti. Bunun üzerine İtalya Trablusgarp’a yaptığı ticari yatırımlarını arttırmıştı. Bölgede okullar ve sağlık kurumları açmış; deniz yolu taşımacılığını geliştirmişti. Bunu takip eden süreçte İtalya’nın bölgedeki ekonomik yayılmacılığı hız kazanmıştı. Hükümet tarafından da desteklenen bu yayılmacı hareket sayesinde İtalya Osmanlı Devleti’nden Trablusgarp için bazı ayrıcalıklar elde etme fırsatını da yakalamıştı.209 Zaten Trablusgarp ve Bingazi, daha İtalyan Birliği kurulmadan çok önce 1830’lu yıllarda İtalyan milliyetçilerinin önde gelenlerinden biri olan Mazzini tarafından İtalyan milletine bahşedilmiş terra promessa (vaad edilmiş toprak) olarak nitelendirilmişti. İtalyan Birliği kurulduktan sonra işbaşına gelen hükümetler bu toprakları ilgi alanları olarak kabul etmişlerdi. Bu ilginin bir sonucu olarak Trablusgarp ticaretinde İtalyanlar büyük paya sahip olmuşlardı. Sadece İtalyan gemicilerinin Trablusgarp ve Bingazi sahillerinden her sene elde ettikleri süngerin tutarı 2,5 milyon frank değerindeydi. İtalyanlar, öncelikle Trablusgarp’ın deniz ticaretine el atmışlardı. 1876 yılında Trablusgarp limanına giriş çıkış yapan 191.910 tonluk 659 yelkenli ve vapurdan İtalyan bandıralı olan 99’u 55.678 tonla ilk sırada yer almıştı. İkinci sırayı alan İngiltere ile aralarında 2567 tonluk bir fark vardı.210 1873 yılında Osmanlı topraklarında mülk edinme hakkını da elde eden İtalya, Trablusgarp ve Bingazi’de siyasi emellerini gerçekleştirmek için 1890’lı yıllarda önemli miktarda İtalyan sermayesini müstakbel sömürge topraklarına akıtmaya başlamıştı. İktisadi yönden güçlenme kisvesi altında Trablusgarp’a sahip olmak düşüncesinin yattığını fark eden Osmanlı hükümeti, mümkün mertebe İtalyanlara arazi ve mülk satılmasının önüne geçmeye çalışmıştı.211 Trablusgarp’ta İtalyanların mülk edinmelerine tamamıyla karşı olan Vali İbrahim Paşa, görev süresi boyunca bu satışları önlemek için yoğun çaba saffetmiş hatta İtalyanlara toprak satan yerli halktan kimseleri hapse atmakla tehdit etmişti.212 İtalyan hükümeti, daha önce fertler vasıtasıyla yürüttüğü arazi ve mülk edinme 209 Staley, ss. 4-7. Şıvgın, s. 23. 211 Kurtcephe, ss. 12-19. 210 73 faaliyetlerini sonraları Banco di Roma aracılığıyla yürütmek istemişti. Osmanlı hükümetinin Banco di Roma’nın ticari bir kuruluş olarak arazi ve mülk satın alamayacağını, bu tür faaliyetlerin ancak şahıslar tarafından yürütülebileceğini ileri sürmesi üzerine banka müdürü Bresciani adına arazi ve mülk alımına başlanmıştı. Ayrıca banka, taşınmazlarını rehin alarak karşılığında kredi verdiği halk borcunu ödenmeyince de rehin aldığı taşınmaza sahip oluyordu. Bütün icraatı, İtalyan siyasi gayelerini gerçekleştirmeye zemin hazırlamak olan banka, satın alımlarda değerinden çok para verdiği gibi, aldığı taşınmazın tapulu olup olmadığına da dikkat etmiyordu. Bu çalışmalara ek olararak İtalyanlar, Trablusgarp’ta 1876’dan itibaren dış hatlarda oluşan bir deniz yolu acentesi kurdukları gibi iktisadi bakımdan Trablusgarp’a hakim olmak yerine halk nazarında İtalya’yı hoş göstermek için posta ve taşımacılıkla da ilgilenmişlerdi. Ayrıca Banco di Roma Müdürü Bresciani vasıtasıyla 1908 Martında yapılan başvuruda haberleşmeye yardımcı olmak maksadıyla vilayet sahilleri arasında bir vapur çalıştırmayı arzu ettikleri belirtilmişti. Şayet kendilerine izin verilirse Osmanlı postalarının ücretsiz olarak taşınacağı vaat edilmişti. Trablusgarp Valisi’nin bu istekleri reddetmesi ve Sadaret’e çektiği telgraflarla bankanın bu faaliyetlerinin ticari değil, siyasi gayelere hizmete yönelik olduğunu bildirmesine rağmen uzlaşma yolunu tercih eden Babıâli’ nin vapur işletmesine izin veren kararı, 21 Nisan 1908’de Trablusgarp’a ulaşmıştı. Osmanlı Devleti’nin bu tavizkar tutumu sayesinde İtalyanlar, Trablusgarp’ta nüfuzlarını güçlendirmelerine yardımcı olacak bir deniz ulaşım hattı kurmayı başarmışlardı. Bunun yanında İtalyalar borçlandırmanın Avrupa emperyalizminin Osmanlı Devleti’ne giriş vasıtalarından birisi olduğunun farkındaydılar. Zira Osmanlı Devleti sınırları içinde çalışma izni olan Avrupa bankaları devlete ve fertlere borç para vermek suretiyle onları önce borçlandırıp sonra iflasa sürüklüyorlardı. Trablusgarp’a girişte İtalyan emperyalizmi de aynı yolu izlemişti. Diğer sömürgeci devlet ve şirketlerin vasıtası durumundaki bankaların Osmanlı Devleti’ni ve halkını borçlandırmakla ekonomik ve siyasi çıkarlar elde ettiklerini gören İtalyan hükümeti de, Trablusgarp ve Bingazi üzerinde nüfuz kurabilmek için Banco 212 Evans, s. 107. 74 di Roma’yı kullanmayı kararlaştırmıştı. Gerçekten de banka işgal öncesi faaliyetleri sonucu Trablusgarp’ın iktisadi hayatına egemen olmuştu. Asıl parsayı toplama işi savaş hazırlıkları ile başlamıştı ve Trablusgarp mücadelesi boyunca da devam etmişti. Birçok İtalyan iş adamı ve şirket, ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için açılan ihalelere girmiş ve çok uygun fiyatları vermelerine rağmen hiçbir ihaleyi kazanamamışlardı. Gerçekte ihalelerin açılması görünüşü kurtarmaktı. Zira savaşı çıkartanlarla savaştan yararlanmak isteyenler ayın kişilerdi. Bu yüzden baştan beri Banco di Roma’dan başka kimsenin kazanma şansı yoktu. Savaş boyunca ordunun tüm ihtiyaçlarını bu kuruluş karşılamıştı.213 Banka ile hükümet arasındaki yakın ilişkiyi ve bankanın Trablusgarp’a müdahaledeki rolünü yazar, siyasetçi ve akademisyen Profesör Antonio Salvemini (1873-1957), Come Siamo Andati in Libia? (Libya’ya Nasıl Gittik?) adlı eserinde kilise yanlısı hiciv gazetesi Bastane’den “Hükümetin Trablusgarp Savaşı için karar almasını sağlayan kişinin Pacelli olduğunu bilmemiz gerek. Bir gün Bay Pacelli Paris’e çok sevgili arkadaşı özellikle dış politika alanında güçlü siyaset adamı Paris Büyükelçisi Banco di Roma’nın hissedarı ılımlı kişi Giolitti’nin akıl hocalığını yapan Tommaso Tittoni ile buluşmaya gider. Pacelli Tittoni’ye şunları söyler: ‘Banco di Roma’nın biz hissedarlarına bir Alman şirketi tarafından Trablusgarp ve Bingazi’deki mülklerimizi satmak istersek, geçerli olabilecek çok avantajlı bir teklif yapıldı. Bana yapılan bu mali teklif hafife alınarak reddedilecek türden değil. Biz Banco di Roma’nın hissedarları olarak bu görkemli işi yalnızca bir şartla reddederiz. Bu da İtalyan hükümetinin Trablusgarp ve Birngazi’yi fethetmek üzere derhal karar almasıdır. Bu tür bir girişim bizim için çok kolaydır. Askeri bir gezinti, basit bir donanma gösterisi yeterli olacaktır. Çünkü kim olursa olsun kendilerini Türklerden kurtaracak kişiyi bekleyen Araplar İtalyanları bağırlarına basacaklardır.” şeklinde bir alıntı yapmıştı. Ayrıca, İtalya’nın Trablusgarp’ı ele geçirmemesi durumunda bir yıl sonra Almanların bu topraklara sahip olacaklarını söylemişti. Salvemini ise Almanlarda böyle bir fikrin hiç olmadığını 213 Kurtcephe, ss. 12-19. 75 savunmuş ve Almanların Trablusgarp’a girmesi tehlikesinin çok yakın olduğuna herkesi inandıran Banco di Roma’nın yetkililerinin ilişkileri ve tavsiyeleri doğrultusunda savaşa karar verildiğini ve Arapların kurtarıcıları olan İtalyanları bağırlarına basmak için nasıl beklediklerinin görüldüğünü anlatmıştı.214 Trablusgarp’ta ekonomik egemenliğin yanında sosyal ve kültürel olarakta bir yer edinmek isteyen İtalya bölgede okullarda okuyan yerli çocuklara Türk düşmanlığına karşı İtalyan sevgisi aşılamayı amaçlamıştı.215 Trablusgarp’ta açılan ilk İtalyan okulu Fransızlarla birlikte işletilen Saint Josef Rahibeler Okulu idi. Bunu diğer okulların açılması takip etmişti. 1900 yılında Trablusgarp vilayetinde İtalyanlara ait okulların sayısı dördü ortaokul ve biri lise olmak üzere beşi bulmuştu. 1911 yılına gelindiğinde bu okulların sayısı on’a çıkarılmıştı. Bu okullarda Arap çocuklarına İtalyan dili öğretilmekte ve İtalyan hayat tarzı benimsetilmeye çalışılmakta idi.216 Savaş öncesi işgali kolaylaştırmak için Arapları kendi yanına çekmeye çalışan İtalyan hükümeti217bu amaçla Bingazi’de Sünusi Tarikatı’nın önde gelenleriyle bağlantı kurmaya çalışırken, İtalyan ajanları da Kahire İslam Üniversitesi’nde okuyan öğrencileri kendi taraflarına çekmeye çalışmışlardı. Bu faaliyetlerinde İtalya’ya en büyük desteği de Dante Alighieri Derneği vermişti.218 Trablusgarp halkına hoş görünmek ve İtalyan idaresinin sunacağı hizmetler vasıtasıyla halkı cezp etmek isteyen İtalyanlar, ülkenin önemli yerleşim merkezlerinde, hastane, dispanser ve postahaneler açmışlardı. Burada verdikleri karşılıksız hizmetler vasıtasıyla halk nazarında itibar kazanmayı, halkı yanlarına çekmeyi ve Osmanlı yönetimi aleyhine çevirmeyi amaçlamışlardı. İtalyanlar Trablusgarp’ta aynı amaca hizmet eden ikide gazete çıkarmışlardı. İtalyanlar, bu yöntemi Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’da da izlemişlerdi.219 İtalyanlar, Trablusgarp’ı işgale kalkışırken kendilerini bekleyen en büyük tehlikenin, Türk kuvvetlerinin göstereceği mukavemetten ziyade Arapların direniş 214 Sergé, s. 24. Şıvgın, ss. 23-24. 216 Kurtcephe, s. 17. 217 Crispi, s. 474. 218 Askew, ss. 41-42. 215 76 harekâtına iştirak etmeleri olduğunun farkındaydılar. Bu nedenle öncelikle askeri gücün yanında propaganda silahını da kullanmışlardı. İtalyanlar Bingazi’nin fiili hakimi olan Şeyh Ahmet Sünusi’nin karşılarında duran en büyük engellerden biri olduğunun da farkındaydılar. Şeyhin İtalyanlara karşı olumlu veya olumsuz tavrı, savaşın gidişatı konusunda etkili olabilirdi. Bu gerçeği nazarı itibara alan İtalyan hükümeti, Sünusi Şeyhi’ni elde etmek maksadıyla İtalya Kralı adına çok kıymetli hediyeler göndermişti. Ne var ki, Şeyh Ahmet Sünusi, İtalya Kralı’nın gönderdiği hediyeleri, kabul etmeyip iade edilmek üzere getirenlerle birlikte Bingazi ordugâhına göndermişti. Daha sonra bu hediyeler, Enver Bey tarafından İtalyanlara iade edilmişti. Uğradıkları başarısızlıklara rağmen İtalyanlar, yılmadan Arapları yanlarına çekmek maksadına yönelik teşebbüslerini sürdürmüşlerdi. İtalyanlar para, unvan ve makam vaat etmiş, yayınlanan beyannamelerle halk üzerinde psikolojik baskı kurmaya çalışmışlardı. Nitekim bu ısrarlı çabaların sonucunda bazı kabileler, silahlarını bırakarak İtalyanlara teslim olmuşlardı.220 E. Trablusgarp Savaşı Öncesi İtalya ve Büyük Güçler İtalya’nın sömürge konusundaki çıkarları onun Fransa ile stratejik çıkarları ise Avusturya ile karşı karşıya gelmesine sebep olmuştu. Bunun yanında İtalya’nın Fransa’nın müttefiki olan Rusya ve Avusturya’nın müttefiki olan Almanya ile de ilişkileri tam olarak güven içinde değildi. Sadece İngiltere ile Doğu Afrika üzerindeki karşılıklı çıkarlarından kaynaklanan dostluk ilişkileri vardı.221 Fransa’nın Tunus’u işgalinden sonra gözünü Trablusgarp’a diken İtalya, yukarıda sayılan nedenlerden dolayı bu amacını gerçekleştirmek için Büyük Güçler’in hepsinin desteğini alması gerektiğinin farkındaydı. Bunun için de Büyük Güçler’le kendine hareket serbestliği tanıyan bir dizi gizli anlaşmalar yapmıştı. İngiltere ve İtalya 1887’de aralarında inter alia (iki taraflı) bir antlaşma yapmışlardı. Bu antlaşmaya göre İtalya, İngiltere’nin Mısır’daki faaliyetlerini takviye 219 Kurtcephe, s.18. Kurtcephe, ss. 161-170. 221 Barclay, s. 38. 220 77 edecek, İngiltere de üçüncü bir devletin istilası halinde İtalya’nın Kuzey Afrika’daki bilhassa Trablusgarp ve Bingazi’deki faaliyetlerine destek verecekti. 1901 yılında İtalyan Dışişleri Bakanı olan Prinetti, İngiltere’yi Trablusgarp’ın kendileri için ne kadar önemli olduğu konusunda ikna etme yoluna gitmişti. Prinetti, İngiliz Büyükelçisiyle yaptığı görüşmede İtalya’nın Trablusgarp’ı İngiltere’nin Mısır’ı ve Kıbrıs’ı işgal ederken izlediği yolla işgal etmek istediği konusunda bilgi vermiş; ancak bu tip bir işgalde Osmanlı Devleti ile bir anlaşmaya varılıp varılamayacağı konusunda da oldukça kararsız olduğunu dile getirmişti. Prinetti, uzun uğraşların ardından, 1887 antlaşmasına ek olarak İngiltere’den Trablusgarp’taki mevcut düzende herhangi bir değişikliğin İtalya’nın çıkarlarıyla uyumlu olacağını belirten bir bildiri elde etmeyi başarmıştı.222 Bir müddet sonra Avusturya bu antlaşmaya katılmıştı. Bu suretle İtalya daha 1887’de Trablusgarp üzerindeki ihtiraslarını iki büyük devlete zımnen kabul ettirmişti.223 1886 yılında da İtalyan Dış İşleri Bakanı Robilant’ın Üçlü İttifak’la başlattığı müzakereler 20 Şubat 1887’de hayata geçirilmiş ve Üçlü İttifak 1892’ye kadar uzatılmıştı.224 Ayrıca Almanya-İtalya arasında gizli bir antlaşma yapılmıştı. Bu antlaşmaya göre şayet Fransa Trablusgarp veya Fas’a ne şekilde olursa olsun el uzatacak olursa ve İtalya bu yüzden savaşa girerse Almanya müttefikine savaşa girmek suretiyle yardım edecekti. Böylece Almanya da İtalya’nın Trablusgarp üzerindeki ihtiraslarını tanımıştı. 1891’e gelindiğinde Üçlü İttifak Antlaşması’na taraf olan devletler antlaşmayı altı yıl için yenilenmişlerdi.. Antlaşmaya yeni hüküm olarak ta “Almanya ve İtalya Kuzey Afrika’da yani Bingazi, Trablusgarp ve Tunus’ ta mevcut düzenin korunmasına çalışacaktı. Bunun gerçekleşmeyeceğine karar verilirse, Almanya, İtalya’nın işgal dâhil her hareketini takviye edecek, bu konuda İngiltere’nin de desteğinin sağlanmasına çalışacaktır.” maddesi getirilmişti.225 Ancak İtalya Üçlü İttifak’ı yenileyen bu antlaşmadan Avusturya adına dikkate değer bir şey kazanmamıştı. Çünkü Avusturya sadece İtalya’nın Kuzey Afrika’daki isteklerini korumak ya da desteklemek zorunda olmaması şartıyla bir antlaşmada 222 Childs, ss. 1-11. Askew, s. 16. 224 Childs, ss. 1-11. 223 78 uzlaşmıştı.226 14 Ekim 1900’de İtalya Dışişleri Bakanı Marquis Visconti Venosta ve Fransız Büyükelçisi Barrére arasında Fransa’nın Fas, İtalya’nın Trablusgarp’taki haklarına ait gizli bir antlaşma yapılmıştı. Bu antlaşmaya göre Fransa Fas’ta yeni menfaatler ettiği takdirde karşı tedbir olarak İtalya, Trablusgarp’ta harekete geçebilecekti. Bu antlaşma ile İtalya, Fransa’nın Fas’taki hareket serbestliğine karşılık Trablusgarp’ta hareket serbestliği kazanmıştı. Osmanlı Devleti ise bu antlaşmadan ancak bir yıl sonra haberdar olabilmişti. İtalya, Fransa’yla Kuzey Afrika konusunda antlaşmaya vardıktan sonra, Trablusgarp üzerinde daha rahat hareket etmeye başlamıştı. Zira Fransa’nın desteği ve müdahalesizliği olmadan İtalya’nın Kuzey Afrika’da ilerlemesi oldukça zordu. 1901 Antlaşması’nda belirtilen İtalya’nın Trablusgarp’a, Fransa’nın Fas’a işgalinden sonra gitmesi,227 koşulu 1902’de “Bu durumun diğer tarafın müdahelesi olmadan da gerçekleşebileceği…” şeklinde değiştirilmişti.228 Ayrıca antlaşmaya eklenen bir harita ile Trablusgarp ve çevresinin hudutları belirlenerek ileride bu hususta bir anlaşmazlık çıkması ihtimaline karşı da önlem alınmıştı.229 Büyük Güçler arasında en zayıfı olduğu için kendisini Trablusgarp’a bağımsız olarak müdahale edebilecek kadar yeterli görmeyen İtalya; izlediği denge politikasının doğal sonucu olarak çeşitli antlaşmalar yoluyla hem İttifak devletlerinin gözüne girmiş hem de İtilaf devletlerinin doğrudan düşmanlığını üzerine çekmemiş hatta İngiltere ve Rusya ile yakınlaşmıştı. İtalyan diplomasisinin bu tutumu Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar devam etmişti. Ancak Avusturya ve Alman kamuoyları İtalya’nın bu antlaşmayla Fransa’ya yakınlaşıp Üçlü İttifak’tan koptuğu fikrine kapılmışlardı. Bunun üzerine Prinetti 22 Mayıs 1902’de İtalyan Palamentosu’nda yaptığı konuşmada, “Antlaşmaya taraf olan devletleri herhangi bir saldırıya karşı ortaklaşa savunma amacını taşıyan Üçlü İttifak Antlaşması yıllardır olduğu gibi gelecekte de bu amaca hizmet edecektir. Antlaşmanın 225 Crispi, ss. 446-447. Childs, ss. 1-11. 227 Eugene Anderson, The First Moroccan Crisis 1904-1906, Connecticut: Archon Boks, 1966, s. 20. 228 Anderson, Eugene, s. 24. 229 Çaycı, s. 120. 226 79 hiçbir maddesi Fransa’ya karşı doğrudan ya da dolaylı bir saldırıyı öngörmediği için İtalya’nın Latin kız kardeşi ile dostane ilişkiler kurmasının antlaşmayı zedeleyici bir yanı yoktur.” demişti.230 1902’de Fransa ile İtalya arasında bir antlaşma daha yapılmıştı. Buna göre; Fransa Almanya ile savaşa girerse, İtalya tarafsız kalacak buna mukabil Fransa İtalya’ya Trablusgarp’ta tanıdığı hakları Fizan’ da da tanıyacaktı.1902’de Prinetti’nin yoğun çabalarının ardından; Avusturya İtalya’ya gizli bir beyanname vermişti. Buna göre; Avusturya doğudaki mevcut düzenin korunmasını istemesine rağmen Trablusgarp ve Bingazi’de bir menfaati olmadığı için İtalya burada kendi menfaatleri icabı bir tedbir almaya kalkarsa Avusturya ona bu konuda güçlük çıkarmayacaktı. İtalya bir taraftan Avusturya ile bu antlaşmaları yaparken diğer taraftan da Rusya’nın desteğini almanın yollarını arıyordu. Zira Avusturya İtalya ile Rusya’nın Balkanlar’daki ortak düşmanıydı. Çünük Avusturya’nın Balkanlar’daki ilerleyişi Rusya’yı rahatsız ediyordu. İtalyan kamuoyu ise Avusturya’nın yayılmacılığına karşıydı ve buna düşmanca bakıyordu. Bu etkenlerin bir araya gelmesiyle 1909’da Rusya ile İtalya arasında Racconigi Antlaşması yapıldı. Buna göre İtalya Rusya’nın Boğazlar’daki, Rusya’da İtalya’nın Trablusgarp’taki menfaatlerini tanıyordu. Ayrıca İtalya Rusya’nın Balkan politikasını desteklemeyi taahhüt ediyordu. Taraflardan biri Balkanlar konusunda bir üçüncü devletle bir antlaşma yaparsa buna diğer taraf da katılacaktı.231 Bunun yanında eğer Balkanlar’da bir ayaklanama olursa her iki devlet milliyetçilik ilkesini destekleyeceklerdi.232 Ayrıca iki devlet ne İtalya’nın ne de Rusya’nın Osmanlı Devleti ile bir diğerinin katılmadığı bir antlaşma imzalamamaları konusunda da anlaşmışlardı.233 İtalya’nın Avrupalı diğer devletlerle yapmış olduğu bu antlaşmalar çok gizli tutulmuştu. İtalya Balkanlar’da mevcut düzenin korunması konusunda hem Avusturya hem de Rusya ile yaptığı antlaşmalar birbirleri ile çelişme halindeydi. İtalya sadece kendi 230 Anderson, Eugene, s. 30. Şıvgın, ss. 2-12. 232 Milliyetçilik ilkesinin desteklenmesi Avusturya içinde yaşayan Ortodoks Slavlar’ın bağımsızlık duygularını kamçılayacağından en çok Rusya’nın işine yarayacaktı. Tarihi düşmanı Avusturya’nın bu yolla zayıflaması da kuşkusuz en fazla İtalya’nın çıkarına olacaktı. 231 80 çıkarlarını garanti altına almayı düşünmüştü.234 Bütün bunlara rağmen; İtalyan hükümeti, gizli antlaşmalarla Trablusgarp üzerindeki hak iddialarını Büyük Güçler’in hepsine görünürde kabul ettirmişti. 1911 Martından itibaren savaş hazırlıklarını hızlandırılması kararlaştırıldığı sırada Başbakan Giolitti, işgale politik zemin hazırlama görevini Dışişleri Bakanı San Giuliano’ya vermişti. Hükümet, diplomatik hazırlıklar için Haziran-Eylül arası süreyi kullanmayı planlamıştı. Diplomatik hazırlıklar tamamlandıktan sonra savaşın tarihi tespit edilecekti.235 İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı politikası bu dönemde ihtiyatlıydı. Tittoni Kuzey Afrika’daki Osmanlı yetkililerinin İtalyanlara ayrımcılık yaptığını ve bunun kabul edilemez olduğunu iddia ediyordu. Ama İtalya’nın Osmanlı Devleti’nin herhangi bir parçasında işgale kalkışmayacağını da tekrarlıyordu.236 İtaya’nın Trablusgarp konusunda harekete geçiren olay 26 Nisan 1911’de Fransız ordusunun Fas’a girmesi ve İspanyolların da Laraş’a asker çıkarmaları olmuştu. Bu durum İtalya’nın yanın sıra Fas’tan pay kapmaya çalışan Almanya’yı da telaşlandırmıştı. Bunun üzerine Almanya, 1 Temmuz 1911’de Fas’taki çıkarlarını korumak bahanesiyle Panther adlı bir savaş gemisini Fas’ın liman şehri Agadir’e göndermişti. Cebeli Tarık Boğazı’nı tehdit edebilecek bir mevkide Almanya gibi güçlü bir devletin yerleşmesini istemeyen İngiltere’nin de olaya karışması Fas meselesini, Avrupa barışını tehdit eder bir mesele haline getirmişti. Ancak Bu dönemde yeni bir düşman edinmek istemeyen ve Fransa ile bir savaşa henüz hazır olmayan237Almanya, İngiltere’nin de engellemesi ile Fas konusundaki aşırı isteklerinden vazgeçmişti.238 Bunun üzerine İtalya ve Almanya ile Fransa, Fas konusunda antlaşmaya varmışlardı. Bu antlaşma üzerine Agadir Limanı’na gönderdiği Panther adlı savaş gemisini 1 Temmuzda geri çekmişti.239 Fransa da coğrafi olarak Fas’a kendisinden daha yakın olan ve bu ülkede ticari faaliyetleri bulunan İspanya’ya bir miktar 233 Childs, ss. 1-11. Şıvgın, ss. 2-12. 235 Kurtcephe, ss. 37-38 236 Childs, ss. 1- 11. 237 Wilfrid Scawen Blunt, My Diaries Being a Person Narrative of Events 1888-1914, Londra: Martin Secker, 1932, s.777. 238 Barclay, s. 46. 239 Segrè, s. 21. 234 81 toprak vererek bu ülkenin mutlak hâkimi konumuna gelmişti.240 Fas konusunda Fransa ile Almanya’nın antlaşmaya varması ve Fransa’nın Fas üzerindeki himayesinin tanınması İtalyan kamuoyunda Fas’ın da Fransa tarafından kapılmış olduğunun anlaşılması bir anda hükümeti devirecek kadar şiddetli bir tesir yapmıştı.241 Çünkü İtalya, Kuzey Afrika’da kurulmuş olan Kartaca’nın Roma İmparatorluğu’nu tehdit ettiği gibi; Kuzey Afrika’da kurulacak olan mutlak bir Fransız egemenliğinin de kendisini tehdit edeceğinden korkuyordu.242 En ılımlı İtalyan gazeteleri bile Fransa ile Almanya arasında bir antlaşmaya varılmadan İtalya’nın Trablusgarp’a zaman geçirmeksizin bir an önce harekete geçmesini isteyen yayınlara başlamışlardı. Gazeteler, Fas meselesinin Avrupalı devletlerini meşgul edeceğini, Trablusgarp’ı işgali için zamanın geldiğini ve durumun çok müsait olduğunu ileri sürüyorlardı. Bu gelişmeler ve kamuoyunun baskısı üzerine İtalyan hükümeti de uzun zamandır hazırlanan ihtiraslarını açığa vurmaya mecbur kalmıştı.243 Bu zaman kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruyan bir politika güden İtalya’nın bu politikasından vaz geçmesinin ve Trablusgarp’ı işgal hazırlıklarını arttırmasının başlıca dört nedeni vardı: Öncelikle, İtalya Trablusgarp’ın Osmanlı Devleti’ndne ayrılmasının Balkanlar’da düzen bozucu bir etki yapmayacağı yanlış düşüncesi içindeydiler; İkincisi, İtalya 1911’de Fransa’nın Fas’ta bir sömürge devleti kurduğunu görmüştü ve Akdeniz güç dengesinin korunması için ellerindeki Libya çekini hemen nakde döndürmeleri gerektiğine inanmıştı;244 Üçüncü olarak, İtalyan yönetimi 1911’de eğer İtalya Trablusgarp’ı işgal için hareket geçmezse, Büyük Güçler’den birisinin kendisinden önce davranacağı korkusunda kapılmıştı; Dördüncü ve son olarak, 1911’deki İtalyan iç siyasi dinamiği ülke yöneticilerini 240 Askew, s. 187. Segrè, s. 21. 242 Giovanni Giolitti, Memorie Della Mia Vita, Manza: Roma, 1945, s.254. 243 Barclay, s. 44. 244 Almanya 1887, Fransa 1900 ve 1902, Avusturya ve İngiltere 1902 ve Rusya 1909 yıllarında İtalya’ya bedeli Trablusgarp olan açık tarihli bir çek vermişlerdi. İtalya’da bu çeke tarih olarak 1911 yılını yazmıştı. Bkz.: Askew, s. 267. 241 82 başarılı bir koloni savaşı yapmaları konusunda ikna etmişti.245 İtalya’nın Trablusgarp’a yönelik emellerine karşı Büyük Güçler’in tavırları da çok negatif değildi. Zaten Büyük Güçler’i Trablusgap’ın işgaline razı etmek İtalyan diplomasisinin en önemli hedefiydi. Özellikle Rusya İtalya’nın Trablusgarp’ı işgalini destekleyen devletlerin başında gelmekteydi. Zira 5 Ekim 1908’de Avusturya Bosna-Hersek’ i işgal etmesinin ardından aynı gün Bulgaristan Prensi de İstanbul’a telgraf çekerek bağımsızlığını ve krallığını ilan etmişti.246 Bosna-Hersek’ in Avusturya tarafından ilhakından sonra buna en fazla karşı olan Rusya ve İtalya birbirlerine daha fazla yaklaşmışlardı. Almanya ve Avusturya ile müttefik olan İtalya, emperyalist emellerini gerçekleştirebilmek için ikiyüzlü bir politika izlemiş; bir taraftan Üçlü İttifak’ın üyeleri olan Almanya ve Avusturya’ya isteklerini kabul ettirirken diğer taraftan da antlaşmalarla birtakım tavizler koparmıştı. İtalya, Racconigi Antlaşması’yla da Rusya ile ilişkilerini güçlendirmişti.247 Bununla birlikte, İtalya gelecekte bu bölgede etkinliğini arttırmayı planlarken; Rusya ise Pan-Slavizm politikası içinde Balkanlar’daki yayılmacılığını arttırmak ve gelecekte Boğazlar’a hâkim olmak istemekteydi.248 Ancak Rusya’da diğer Büyük Güçler gibi Osmanlı Devleti’ni gücendirmek istemediği için bu niyetini saklı tutmuştu. Osmanlı Devleti’nin Viyana Büyükelçisi Alexander Mavroyeni Bey’in anılarında aktardığı üzere, Rusya bir yandan Trablusgarp konusunda İtalya ile ilişkilerini sağlam tutmak isterken diğer taraftan da Fransa, İngiltere, Almanya ve Osmanlı Devleti’nin kendisine cephe almasını istememekteydi.249 Ayrıca Rusya İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesi durumunda karşısına Osmanlı Devleti’nin paylaşılması meselesi çıkmasından ve Büyük Güçler’in Balkanlar’a müdahalelerini gerektirecek bir durumun oluşmasından çekiniyordu.250 Zira bu dönemde dış işlerinde Çin ve İran ile sorun yaşayan Rusya; Doğu’da bu sorunlarla uğraşırken Balkanlar’da bir 245 Childs, ss. 1-11. Şıvgın, s. 15. 247 Askew, s. 21. 248 Barclay, s. 24. 249 Mavroyeni, s. 176. 250 Kurtcephe, s. 40. Rusya’nın İtalya’nın Trablusgarp’ı işgalini desteklemesinin en önemli nedenlerinden biride İtalya’nın Trablusgarp meselesi ile uğraşırken Balkanlara pek fazla zaman ayıramayacağı ve bu bölgedeki etkinliğini kaybedeceğini düşünmesiydi. Bkz.: Askew, s. 57. 246 83 karışıklık çıkmasını hiç istemiyordu.251 Avusturya’da ise İtalya’nın müttefiki olmasına rağmen Trablusgarp Savaşı konusunda iki görüş vardı. Avusturya Genel Kurmay Başkanı Hötzendorf İtalya’nın büyük bir milli amaç peşinde gittiğini Trablusgarp Savaşı’ndan sonra İtalya’nın Avusturya’nın İtalyan olan kısımlarını ele geçireceğini ve Adriyatik egemenliğini ele alacağını ve Balkanlarda kendi etkisini artıracağını, bunun için İtalya’nın Trablusgarp Savaşı’nı önlemek gerektiği görüşündeydi.252 Ancak Osmanlı Devleti’nin Viyana Büyükelçisi Mavroyeni Bey’in anılarından anlaşılacağı üzere Dışişleri Bakanı Aehrenthal ise bu görüşe karşıydı. “İtalya ile Trablusgarp konusunda antlaşmamız var.” diyor ve İtalya’nın Trablusgarp’a gidişinin engellenemeyeceğini düşünüyordu. Bu sebeple Avusturya İtalya’nın Trablusgarp Savaşı’nı büyük bir ihtiyat ve endişe ile izlemiş, savaşın Osmanlı Devleti’nin diğer kısımlarına özellikle Balkanlara sirayet etmemesine dikkat etmiş ve bu konuda İtalya’nın hareketlerini elinden geldiğince sınırlandırmaya çalışmıştı.253 Viyana’daki İtalyan Büyükelçisi Avarna, Avusturya Dışişleri Bakanı Aehrenthal’a harekâta geçiş sebeplerini anlatırken harekâtın sadece Trablusgarp’a hasredileceğine, Balkanlarda aksi tesir yaratacak her türlü harekâttan kaçınacaklarına dair teminat vermişti.254 Mavroyeni 10 Ağustos 1912 tarihinde Osmanlı Hariciye Nazırı Gabriel Noradonkyan Efendi (1852-1942)’ye yazdığı mektupta Avusturya’nın İtalya’nın davranışlarına karşı tepkisiz kalışının nedenlerini üç maddede sıralamıştı. “1. İtalya ile Avusturya müttefiklerdi. 2. Avusturya için İtalya, Osmanlı Devleti’nden daha değerli bir ortaktı. 1902’den beri Avusturya ve Avrupalı diğer güçler İtalya’nın Kuzey Afrika’daki hareketlerini destekliyordu 3. Avusturya’nın Balkanlar’daki çıkarlarını korumak için İtalya’nın düşmanlığından çok müttefikliğine ihtiyacı vardı. Zira Avusturya Balkanlar’da birincil rolü 251 Blunt, s.758. Askew, s. 21. 253 Mavroyeni, s. 200. 252 84 üstlenmek ve Balkanlar’da Rusya’nın himayesinde Karadağ ve Bulgaristan’ın oluşturduğu Ortodoks kutba karşı Katolik Makedonlar, Arnavutlar ve Rumenlerin koruyuculuğunu üstlenmek istiyordu.”255 Fransa ise 1900 ve 1902 Antlaşmaları’na sadık kalarak İtalyan tasarılarını desteklemiş ve genel olarak savaş süresince İtalya’dan yana bir tavır ortaya koymuştu. Fransız gazeteleri de hükümetlerine paralel olarak İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal niyetlerini haklı ve mazur göstermişlerdi.256 İtalyan hükümeti de Trablusgarp hakkındaki isteklerini kabul ettirme konusunda Fransa’dan yana hiç bir endişe duymuyordu.257 Çünkü İtalya, Fas’ın işgali karşısında sessiz kalmakla kendisine düşeni yapmıştı. Şimdi yükümlülüğünü yerine getirme sırası Fransa’daydı.258 Fransa’nın İtalya’ya verdiği desteği Fransız Büyükelçisi M. Barrére “İtalya Trablusgarp ile ilgili emellerinde Fransa’yı yanında bulacaktır.” şeklindeki açıklamasıyla pekiştirmişti.259 Fransız-İtalyan ilişkilerinin gelişmesinde önemli bir rol oynayan Delcassé de Tittoni’ye “Fransa’nın kalbi İtalya ile birliktedir.” demişti.260 İtalya’nın Paris Büyükelçisi Tittoni, Eylül 1911’de Fransa Dışişleri Bakanı De Selves ile görüşmüştü. Fransız Bakan, İtalya’nın Trablusgarp’ta yapacağı harekât için Fransa’nın kayıtsız şartsız İtalya’nın yanında olduğu teminatını vermişti. Hatta De Selves, daha da ileri giderek o sırada Osmanlı Devleti’nin Fransa’yla yapmak istediği borç antlaşmasının, Trablusgarp meselesi İtalya lehine halledilinceye kadar Fransız hükümetince yapılmayacağını söylemişti.261 Ancak çizilen bu tablonun aksine Fransız devlet adamları içinde Fransız idaresi Tunus’a sağlam bir şekilde yerleşemeden İtalya’nın Trablusgarp ve çevresini işgalini tehlikeli bulanlar da vardı. Bu devlet adamları İtalya’nın sadece Bingazi’ye yerleşmesini arada mutlaka bir tarafsız bölge bulunmasını istiyorlardı. 262 254 ACS 12/13, no:417, 03.10.1911. Mavroyeni, ss. 281-285. 256 Crispi, ss. 473-474. 257 William Yale, The Near East A Modern History, New York: The University of Michigan Press, 1958, s. 176. 258 Yale, s. 176. 259 Anderson, Eugene, s. 20. 260 Giolitti, ss. 264-265. 261 Kurtcephe, ss. 39- 40. 262 William Yale, The Near East A Modern History, New York: The University of Michigan Press, 1958, s. 176. 255 85 Almanya için ise durum biraz daha karmaşıktı. Almanya gizli antlaşmalarla Trablusgarp’ta İtalyan nüfusunu tanımıştı. Ancak Almanya’nın, hem İtalya’nın müttefiği olması hem de Osmanlı Devleti içinde Bağdat demiryolu gibi ekonomik menfaatlere sahip olması durumunu nazikleştiriyordu. Aslında İtalya’nın Trablusgarp’a yönelmesi Almanya’nın işine geliyordu. Böylelikle İtalya, Akdeniz’de olduğu gibi Afrika’da Fransa ile karşı karşıya gelecek ve iki devletin çıkarları çatışmaya başlayacaktı. 263 Bununla birlikte Trablusgarp meşguliyeti, İtalya’yı Adriyatik’ten uzaklaştıracak ve bunun bir sonucu olarak da Almanya’nın hiç arzu etmediği müttefikleri İtalya ile Avusturya arasında sürtüşme de sona erecekti. Bunun için Almanya Osmanlı Devleti’ne karşı da dost görünümünü sürdürmekte ve onu kırmaktan da kaçınmaktaydı. İki tarafı da idare etmek istemekteydi.264 Zira Mavroyeni Bey’in anılarında belirttiği üzere Viyana’daki Alman Büyükelçisi ile yaptığı görüşmede Büyükelçi Mavroyeni Bey’e Almanya’nın Osmanlı topraklarında başta demir yolları olmak üzere birçok yatırımının bulunduğunu; bu sebeple de Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne her zaman saygılı olduklarını belirtmişti.265 Almanya, İtalya’nın Trablusgarp’a yapacağı çıkarmayı ertelemesini ve İtalya’nın Kuzey Afrika’yı alarak Osmanlı Devleti’nin çökme riskini üzerine almaktansa, Osmanlı Devleti’nin başka nedenlerden çökmesine kadar beklemesini öneriyordu. Ama İtalya’nın hazırlıksız savaşa girdiği bir günde frene basmak için çok geçti.266Diğer taraftan Almanya’nın siyasi alanda etkili büyükelçisi Baron Marshall von Biberstein, Sadrazam Hakkı Paşa (1863-1918)’yı İtalya’nın Trablusgarp’taki isteklerine karşı daha az düşmanca yaklaşımlar uygulaması hususunda ikna etme teşebbüsünde bulunmuştu. Eğer İtalya’nın istekleri iktisadi ise, Hakkı Paşa demiryolları, yollar, limanlar, madenler yapılmasına izin vermeye hazır olduğunu belirtmişti. Bu esnada Marshall aynı gün De Martino ve San Guiliano’yu Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgalinin Osmanlı Devleti’nde bir devrimi tetikleyebileceğine, Jön Türk rejimini devirebileceğine, yabancılara karşı düzensizliğe ve Doğu Sorunu’nun tekrar açılabileceğine yol açacağı konusunda ikna etmeye çalışmıştı. 263 Barclay, s. 40. Askew, s. 48. 265 Mavroyeni, s. 160. 264 86 Marshall ayrıca İtalya’nın askeri harekâttan kaçınması öğüdünü vermişti.267 Ancak İtalyan tarafı Trablusgarp’ta Fransız tehdidi olduğu konusunda ısrarlıydı ve Almanya’nın desteğini bekliyordu. İtalya’nın bu talebine karşılık Almanya; Kuzey Afrika’da mevcut durumun değişmesi durumunda İtalya lehine bir tutum izleyeceği belirtmişti.268 Trablusgarp’ın işgali konusunda Berlin Kongresi’ne kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü prensibini Yakın Doğu ve Akdeniz siyasetinin esası olarak kabul eden İngiltere’nin tutumunda önemli bir değişiklik olmuş ve İngiltere Osmanlı topraklarının paylaşımını hedef alan yeni bir siyaset izlemeye başlamıştı. Çünkü 19. yüzyılda dünyanın en gelişmiş endüstrisine sahip olan İngiltere 1838 Türk-İngiliz Ticaret Antlaşması’yla edindiği kapütilasyonlar sayesinde büyük bir pazar konumunda olan Osmanlı topraklarından istifade etme olanağına kavuşmuştu.269 Bu önemli siyasi ve ticari çıkarları sebebiyle İngiltere 1839 Mısır Krizi’ne müdahale ederek Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın bağımsız bir devlet kurmasına engel olmuştu. Bunun yanında Osmanlı Devleti ile 8 Temmuz 1883’te imzaladığı Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla kendine bir saldırı olduğu taktirde Osmanlı Devleti’nin Boğazlar’ı kapatacağı garantisini alarak, Boğazlar sorununun kendi lehine halletmiş olan Rusya’nın karşısına dikilerek 1841 de Boğazlar’ı uluslararası bir garanti altına almış; Kırım Savaşı’nda da Türk ordularının yanında savaşa katılmıştı. Fakat 1869 yılında, Süveyş Kanalı’nın açılması, İngiltere’nin bütün dikkatini bu noktada toplamıştı. Zira kanalın açılmasıyla Akdeniz’deki stratejik ve ticari yoların bütün ağırlığı kanal bölgesine geçmişti. Süveyş Kanalı, İngiltere’nin Hindistan’la olan bağlantısının hayati bir noktası haline gelmişti. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde yapılan ıslahatların başarılı olmadığı devletin çökmesinin kaçınılmaz olduğu İngiliz devlet adamlarınca görülmüştü. Böylece İngiltere bu ayakta tutulması imkânsız enkazı korumaya çalışmak yerine, İngiliz menfaatlerini gözetecek şekilde Osmanlı Devleti’nin paylaştırılması yoluna gitmiş ve ilk olarak ta baskı yoluyla stratejik yönden büyük öneme sahip olan Kıbrıs’a 1878 yılında geçici olma kaydıyla yerleşmişti. Bunu takiben de Avrupalı diğer devletlerin 266 ACS 17/36, no: 200, 23.09.1911 Crispi, s. 441. 268 Yale, s. 176. 267 87 Akdeniz’deki mevcut düzenin değişimine tepki göstermemeleri için, İngiltere Berlin Kongresi’nde Avusturya Bosna-Hersek’e; Fransa’yı da Tunus’a yerleşme konusunda teşvik etmişti. Fransa’da İngiltere’den aldığı destekle 1881 yılında Tunus’u işgal etmişti. İngiltere ise Fransa’nın hemen ardından 1882 yılında Mısır’ı ele geçirmiş ve Cebelitarık, Malta, Kıbrıs, Süveyş ve Aden zincirini tamamını kontrolü altına alarak Hindistan yolunun güvenliğini sağlamıştı.270 İngiltere’nin desteği olmadan Akdeniz’de yaşam şansı bulamayacağını anlayan İtalya271, Üçlü İttifak’ın üyesi olmasına rağmen İngiltere ile dostane ilişkiler kurmaya çalışmıştı. İtalyan devlet adamlarında Afrika’dan pay kapabilmek ve Akdeniz’deki çıkarlarını koruyabilmek için İngiltere ile dost olmak gerektiği kanaati varmışlardı. 1882’de Mısır’a yerleşen İngiltere, Nil’in kaynaklarının Fransa’nın eline geçmesine engel olmak için İtalya’yı Habeşistan’ı işgale teşvik etmişti. Bu tarihte başlayan İtalyan-İngiliz yakınlaşması 1887’de yapılan bir gizli antlaşma ile pekiştirilmişti.272 Zaten İngiltere, Mısır’a yerleştiği tarihten itibaren Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikasına son vermişti. İngiltere savaştan az önce İtalya’ya destek vaat etmemesine rağmen, işgalden vazgeçirmek için de herhangi bir teşebbüste bulunmamıştı. Böylece bir yandan Akdeniz’in bir Fransız Gölü haline gelmesini engellerken diğer taraftan da savaş sırasında İtalya’yı gücendirip onu büsbütün Almanya’nın kucağına atmak istememişti.273 İtalya’yı Fransa’ya karşı denge unsuru olarak kullanan İngiltere’nin bu konuyla ilgili düşüncesini en iyi yansıtan örnek, İngiliz Başbakanı Lord Salisbury’nin, İtalyan Başbakanı Crispi’nin Trablusgarp’ın İtalya’ya ait olmasına yönelik mektubuna verdiği cevap olmuştu. Bu mektupta Salisbury, ”Akdeniz’in bir Fransız gölü haline gelmemesi için, Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgali, Avrupa’nın menfaatlerine çok uygundur. İtalyan hükümeti, Trablusgarp’ı elde edecektir. Ancak geyik 269 Barclay, ss. 22-23. Çaycı, ss. 55-57. 271 Bir yarımada ülkesi olan İtalya Batı’da Cebelitarık boğazı; Doğu’da ise Süveyş kanalı ile Akdeniz’in bütün çıkışlarını kontrol altına almış olan İngiltere ile Jeopolitik durumu icabı iyi ilişkiler kurmak zorundaydı. Bkz.: Çaycı, s. 119. 272 Kocabaş, Süleyman, Tarihte ve Günümüzde Türkiye’yi Parçalama ve Paylaşma Planları, İstanbul: Vatan Yayınları, 1999, s. 226. 270 88 kurşun menziline girdikten sonra ateş edilmelidir ki, kaçıp kurtulmasın!” demişti.274 İtalyan’nın Londra Büyükelçisi Marquis Francavilla Imperiali’de (1874-1940) İngiltere Dışişleri Bakanı, Edward Grey (1862-1933) ile yaptığı görüşmede, Grey’e Osmanlı İmparatoluğu’nun İtalya’nın Trablusgarp’taki ekonomik faaliyetleri sürekli engellediğini, böyle devam ederse İtalya’nın müdahalede bulunabileceğini söylemişti. 26 Temmuzda gerçekleşen bu görüşmede Grey, İtalya’nın istediği diplomatik desteği de vaat etmişti. Grey, gerçekten Trablusgarp’ta İtalyanlar diğer devletlerin vatandaşlarına göre haksız muameleye uğramaları ve durumun barış yoluyla çözülmemesi yüzünden İtalya harekete geçmek zorunda kalırsa, İngiltere’nin buna mani olmayacağı gibi diplomatik destek vereceğini, hatta gerekirse Babıâli’yi bu konuda İtalya’dan başka türlü bir tutum beklememesi konusunda uyaracağını belirtmişti.275 Grey, Imperiali’ye İngiltere’nin tam desteği isteniyorsa İtalya’nın harekete geçmek için hukukunun açık biçimde ihlal edildiği anı beklemesi gerektiği şeklinde bir tavsiyede de bulunmuştu. Grey, bu tavsiyeye uyulması halinde İngiliz hükümeti gibi İngiliz kamuoyunun da İtalya’yı destekleyeceğini ummuştu. 16 Ağustos 1911’de Grey ile Imperiali ikinci kez Londra’da bir araya gelmişlerdi. Buna göre, eğer İtalya, kendi tebaasını Trablusgarp’ta diğer devletlerin tebaalarından daha kötü bir durumda görmesinden dolayı bir protestoda bulunacak olursa İngiltere İstanbul’da İtalya’ya diplomatik destek sağlayacaktı.276 Alman-İngiliz ilişkilerinin gerginleştiği bir sırada yapılan İtalyan başvurusuna tam destek vaat eden Grey’in, 16 Ağustos görüşmesinde tavrı değişmişti. Fas meselesi ile Trablusgarp meselesi arasındaki ilişkiyi ileri süren İtalyan büyükelçisine Grey’in “Fas dağılmaktadır, hâlbuki Trablusgarp Osmanlı Devleti’nin bir parçasıdır ve o dağılmakta değildir.” şeklinde bir cevap vermesi bu tavır değişikliğinin bir göstergesiydi. Bu tavır değişikliğinde İngiltere Maliye Bakanı Loyd George’un savaş tehdidi karşısında Almanya’nın uzlaşmacı bir siyaset izlemeye başlaması rol oynamıştı. Ayrıca İngiltere işi ağırdan alarak Trablusgarp topraklarından Mısır lehine tavizler 273 Barclay, s. 39. Crispi, s. 453. 275 Askew, ss. 49-50. 276 Crispi, s. 454. 274 89 koparmayı düşünmekteydi.277 26 Eylülde Londra’daki Osmanlı Büyükelçisi, Dışişleri Sekreteri Sir Arthur Nicolson’ı Roma’da İngiltere’nin korumasını rica etmek için aramıştı. Ama Nicolson buna karşı çıkmıştı. Ertesi gün, 27 Eylülde, Nicolson Londra’daki İtalyan Büyükelçisi Imperiali tarafından ziyaret edilmişti. Imperiali kendi ülkesinin Trablusgarp ve Bingazi’yi işgal girişimi hakkında Nicolson’a bilgi vermişti. Nicolson’un tepkisi, bunun bir savaş hareketi olduğu yöndeydi. Nicolson’a birkaç gün sonra Grey’den gelen gizli mektupta Eğer Türkler İtalyan saldırısı karşısında İngiltere’ye yaklaşırsa, onlara İtalya’nın müttefiklerine başvurmaları önerilmesi gerektiği belirtilmekteydi. Grey ayrıca İngiltere’nin ve Fransa’nın İtalya’yı engellememesinin de çok önemli olduğunu eklemekteydi.278 Esas itibariyle İngiltere Akdeniz’de mevcut durumun korunması taraftarıydı.279 Ancak, bu dengenin bozulması durumunda İtalya lehine bir değişikliği öngörmüştü. İngiltere şarta bağlı bu tutumuna İtalya ile 12 Mart 1902’de imzaladığı antlaşmada da yer vermişti.280 Aslında yaptığı bu gizli antlaşmalar İtalya’ya kendisini Trablusgarp’ta güven altına alacak pek bir şey sağlamamıştı. Sadece müttefiki Almanya’dan Fransa’nın Trablusgarp’a gitmeyeceğine dair açık; İngiltere’den ise üstü kapalı bir garanti almıştı. Avrupalı devlet adamalarının İtalya’nın Trablusgarp’taki isteklerine karşı bakış açısı, bu isteklerin Osmanlı Devleti çökmeden gerçekleşemeyeceği yönündeydi. Böyle bir durum oluştuğunda da, İtalya’ya karşı verilen sözlerin tutulmayacağı ise aşikârdı. Bu sebeple İtalya işgal çalışmalarını yürütürken oldukça tedbirliydi. Çünkü bu dönemde Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünün korunması Avrupalı diğer devletlere nazaran oldukça zayıf olan İtalya’nın çıkarınaydı. Zira Büyük Güçler’in en zayıfı olarak bağımsız hareket edemeyen İtalya Trablusgarp Savaşı sırasında, savaştan önce de olduğu gibi, İtalyan siyasetinin dayanak noktası olan bazı Büyük Güçler’den önce hareket etme tarzını izlemiş ve faits accomplis (oldu bitti) politikasını sürdürmüştü. İtalya’nın Büyük Güçler’in en zayıfı olduğu gerçeği 277 Kurtcephe, ss. 38-39. Crispi, s. 450. 279 Askew, s. 14. Crispi’nin anılarından da anlaşılacağı üzere İtalya Akdeniz’deki mevcut düzenin korunması ve Fransa’nın Akdeniz’deki etkinliği arttırmaması konusunda İngiltere’nin garantisini istemişti. Bkz: Crispi, s.437. 278 90 Birinci Dünya Savaşı sonrası toplanan Paris Konferansı’nda Anadolu’nun paylaşımı konusunda da görülmüştü.281 F. Trablusgarp Savaşı ( 1911-1912) ve Doğu Akdeniz’in Savaş Alanı Oluşu İtalyan hükümeti 1910 yılı başında henüz Trablusgarp’a karşı askeri bir harekâta girişmeyi düşünmüyordu. 14 Şubat 1910’da İtalyan Dışişleri Bakanı Guicciardini (1910-1911) Parlamento’da bir soruyu cevaplandırırken, Kuzey Afrika’daki Osmanlı topraklarının İtalya için Akdeniz dengesi bakımından önemli olduğunu, bu yüzden Osmanlı Devleti’nin bütünlüğüne saygı gösterilmesi ve bunun sağlanılmasının İtalyan dış siyasetinin değişmez temelli bir ilkesi haline geldiğini söylemişti. Guicciardini’nin bu sözleri İtalya’nın o tarihte izlediği Trablusgarp siyasetinin ifadesiydi. İtalyan hükümeti, Osmanlı Devleti’ne güven vermeyi ve diğer emperyalist devletlere karşı Trablusgarp’ı korumayı düşünmüştü. Ayrıca Tunus sınırını güneye ve doğuya doğru genişletme girişimlerinde bulunan Fransızlara dur demek istemişti.282. İtalyan hükümeti, Trablusgarp’ı işgal için zemin oluşturma çabalarını ekonomik faaliyet kisvesi altında açıktan açığa sürdürme politikasına 1911 yılında hız vermişti. İtalyan hükümeti, İtalya’nın Osmanlı Devleti içindeki tüm faaliyetlerinin ekonomik çıkar elde etmek için yaptığı kanaatini uyandırıp siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik tedbirler almasına engel olmak gayesini takip etmişti. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ekonomik siyasi ve askeri durum da İtalyanların bu faaliyetlerini kolayca yapmalarını sağlamıştı. Osmanlı devlet adamlarının yönetimdeki yetersizlikleri de buna eklenince İtalya’nın işi daha da kolaylaşmıştı.283 1911 Eylülünün ikinci haftasından itibaren İtalya’daki askeri hazırlıklar iyice açığa vurulmuştu. Bunun yanında, İtalya’nın işgal hazırlıkları da açıktan açığa basına yansımaya başlamıştı.284 Gerçi bu yılın başında henüz savaşa karar verilmiş değildi. İtalyan hükümeti diplomatik yollardan Trablusgarp’ı almayı 280 Çaycı, s. 120. Childs, ss. 1-11. 282 Koloğlu, s. 15. 283 Kurtcephe, s. 32 284 Şıvgın, s. 33. 281 91 umuyordu. Temel stratejisi ülkenin Avrupa’daki topraklarını Rusya ve Bulgaristan’a karşı korumak olan Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp için savaşı göze alamayacağı düşüncesi, İtalyan siyasi ve askeri çevrelerinde kabul görmüştü.285 Ayrıca İtalyanlar Türklerin kötü idaresinden bıkmış olan Trablusgarp ve Bingazi halkının, İtalyan idaresini kabule hazır oldukları düşünüyorlardı. Bu sebeple Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından ilhakında olduğu gibi bir işgalin gerçekleştirebilineceği umuyorlardı. Trablusgarp’ın işgali konusunda İtalyan hükümetinin üzerindeki esas baskı unsuru İtalyan kamuoyu idi.286 1911 yılı İtalya’da birliğin kurulmasının 50. yılına rastlamaktaydı. Bu sene ülkede büyük bir milli heyecan yaratılmaya çalışılmıştı. Kalabalık göç dalgalarına rağmen hâla yüksek olan ülke nüfusunun dinamikliği ve iyi yönetimi sayesinde hükümet, tarım ve sanayiyi önemli ölçüde geliştirmişti. 1911 Martında tekrar işbaşına gelen tecrübeli devlet adamı Giolitti bir dizi reform hareketine girişmiş287 ve işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, emeklilere ayrılan fonların arttırılması, haftalık dinlenme günlerinin düzenlenmesi gibi Sosyalist kanadın isteklerine uygun ve halk kitlelerini devrimci hareketlerden uzak tutacak yenilikleri gerçekleştirmişti.288 Ancak sağ kanattaki milliyetçi istekleri de tatmin etmek gerekiyordu. 1910’da kurulan İtalyan Milliyetçi Derneği emperyalist özellikte bir milliyetçilik akımını temsil ediyordu. Milliyetçilerin Floransa’daki ilk kongresinde Trablusgarp’ın işgali konusunda hükümetten ciddi talepleri olmuştu.289 Trablusgarp’ın işgalinin İtalyan Milliyetçileri’nin kalbinde ayrı bir yeri vardı. 285 Bennett, s. 21. 19. yüzyılın sonlarında sanayileşmeyle birlikte bilimin ve teknolojinin gelişmesinin yanı sıra artan sermaye birikimi Avrupa’da refahın da artmasına sebep olmuştu. Bunun sonucu olarak ta eğitim öğretim gelişmiş, okuryazar oranı artmış ve yayın organları çoğalmıştı. Bütün bu gelişmelerin neticesinde de Avrupa’da hükümetler üzerinde etkili bir kamuoyu meydana gelmişti. Toplumun piskolojisini ifade eden bu kamuoyu, her şeyden önce milliyetçiydi. Büyük Güçler’de milliyetçi görüş, genellikle devletin kudretini göstermek, prestijini temin etmek yabancı nüfusuna itimatsızlık, milli karakteri diğer devletler nezdinde teyit etmek şeklinde kendini göstermektedir. Bu milliyetçilik akımının neticesi olarak Büyük Güçler sömürge sahibi olmayı bir saygınlık ve büyük devlet olmanın doğal bir sonucu olarak algılamışlardır. Sömürgecilik taraftarlarının sloganı, İngiltere’de İngiliz ırkının üstünlüğü, Almanya’da Alman ırkının yaşamsallığı, Fransa ve İtalya’da ise, Büyük devlet olma sorumluluğu olarak kendini göstermiştir. Birliğinin sağlamasının ardından İtalyan hükümetleri için sömürge elde etmek ve İtalya’yı kamuoyunun gözünde Büyük Güçler’den biri haline getirmek birincil öncelikli hedef olmuştur. Çünkü hükümetler ancak bu yolla kamuoyu üzerindeki hâkimiyetlerini tesis edebilirlerdi. Bkz.: Çaycı, s. 72. 287 Kurtcephe, s. 32 288 Saladino, s. 105. 286 92 15.yüzyıldan itibaren 400 yıldan fazla bir süre İtalyanlar için Osmanlı Devleti doğuyu simgeleyen bir isim olmuştu. Türkler daha sonraları Batılı bir millet olmak için ne kadar gayret sarf ettilerse de Avrupa’da yüzyıllardır benimsenmiş olan barbar, kışkırtıcı ve uygar olmayan milet imajını silememişlerdi.290 İtalyan sosyalistleri ise aralarında bir birlik olmamasına rağmen, genelde bu savaşa karşıydılar. Onlara göre, İtalya açısından stratejik bir değeri olmayan ve dünyanın en fakir coğrafyalarından biri olan Trablusgarp’ın işgali ne İtalyan devletine ne de İtalyan işçi ve köylülerine bir kazanç sağlayacaktı.291 Sosyalistlerin ana fikri ulusal bağımsızlık ilkelerine dayanarak daha yeni kendi birliğine kavuşmuş İtalya’nın, topraklarının bir kısmı hâla Avusturya işgali altındayken ve ekonomisi sömürge savaşına girmek için gerekli olan silahlanmayı gerçekleştirecek seviyeye ulaşmamışken mevcut kaynakların savaş yerine ülke içindeki geri kalmışlığa ve başta göç olmak üzere toplumsal sorunları çözmeye yönelik harcamalarda kullanılması yönündeydi.292 Ayrıca, İtalya’daki sermaye birikimi ne İngiltere’deki ne de Fransa’daki gibi hem içeriye hem de dışarıya yetecek derecede büyük değildi.293 Ayrıca Sosyalistlere göre sermayenin amacı Trablusgarp Savaşı’nda işçi sınıfını kurban etmekti. Genç Benito Mussolini (1884-1945), sol kanadın yayın organı olan Lotta di Classe’nin Ağustos sayısında “…Eğer anavatanımız para ve kan için yeni kurbanlar istiyorsa, Sosyalist ilkeleri benimsemiş olan proletarya buna genel bir grevle cevap verir. Uluslararasındaki savaş sınıflar arasındaki savaş olur…” sözlerini kaleme almıştı. Bunu yanında, İtalyan sosyalistlerinin karşı oldukları bir diğer konu da Trablusgarp’a tarım için giden köylülerin hangi entellektüel birikimleriyle orada yaşayan Araplara medeniyet götürecekleriydi.294 Ayrıca 1896 Adowa yenilgisi. İtalya’da orduya bir güvensizlik yaratmıştı.295 Zira ilkel ve sömürge olmaya müsait bir topluk karşısındaki yenilgi, esasen sömürgecilik geleneğini kaybetmiş olan İtalyan toplumunu büsbütün çekingen davranmaya 289 Askew, s. 26. Kurtcephe, s. 32. 291 Askew, s.43-54. 292 Gaetano Arfé, Storia del Socialismo Italiano, Torino: G. Einaudi Edizzione, 1977, s. 45. 293 Koloğlu, s. 38. 294 Thayer, s. 242. 295 Kurtcephe, ss. 30-37. 290 93 yöneltmişti. Çünkü Habeşistan seferine, burjuvazi ve büyük sermayenin desteği alınmadan tamamen siyasal bir kararla gidilmişti. Zafer kazanılsaydı belki herkes bunu benimseyecekti. Oysa kanlı yenilgi, sorumluluğun tamamen hükümete yüklenmesinde en sağdan en sola kadar bir uzlaşma oluşması sonucunu yaratmıştı. Sosyalist milletvekili Andrea Costa’nın Aralık 1895’te Parlamento’daki “Afrika için ne tek adam, ne tek kurşun…” sözlerini herkes tarafından benimsenmişti.296 Ama bütün bunlara rağmen Sosyalistlerin içinde dahi savaşı destekleyenler vardı.297 Bu savaş psikozu içerisinde, savaşa karşı muhalif bir ses duyulmuştu. Anayasa Hukuku Profesörü ve milletvekili Gaetano Mosca (1858-1941), 19-21 Eylül tarihleri arasında, La Tribuna’da Trablusgarp Savaşı ile ilgili düşüncelerine yer verdiği bir yazı dizisi yayınlanmıştı. Yazısında Osmanlı Devleti’nin elinde kalan vilayetlerinden birini savaşmadan bırakmayacağına dikkat çeken Mosca, çatışmanın sadece Trablusgarp’ta askeri bir yoldan çözülemeyeceğini öngörmüş ve Osmanlı ordusunun kendi vilayetlerindeki etkisi konusunda hükümeti uyarmıştı. Mosca ayrıca Trablsgarp’taki Arapların Türklerin tarafına geçmesi riskinin, uzun, zor ve pahalı bir savaşa sürükleyeceğini belirtmişti. Son olarak, Mosca Osmanlı Devleti barış yapsa bile, bölgedeki Arapların kesinlikle gerilla savaşına devam edeceklerini belirtmişti.298 Savaş karşıtı kesimin uyarılarına rağmen milliyetçilerin ve kamuoyunun baskısına Giolotti’nin 1911 Martından itibaren askeri hazırlıklara gizlilik içinde hız vermesine sebep olmuştu. Siyasal baskılarla Trablusgarp’a sahip olamayacakları kanaatine varan Giolotti, önce girişilecek işgal hareketinin politik zeminini hazırlamayı, sonra askeri harekâtı başlatmayı planlamıştı. Bu maksatla İtalyan Genelkurmayı’na askeri hazırlıkları tamamlama, Dışişleri Bakanı San Giuliano’ya da işgale diplomatik yollardan zemin hazırlaması emrini vermişti. İtalyan hükümeti, işgal için gerekli her türlü hazırlıkları sürdürürken Osmanlı Devleti’nu kuşkulandırmamak için gizlilik esasına riayet etmeye çalışmıştı. Oysa İtalya’da resmi yalanlamaları havada bırakan gelişmeler olmaya 296 Koloğlu, s. 37. Bunlar Arturo Labriola, Paolo Orano ve Angiolo Olivetti gibi devrimci sendikacılardı. Onlara göre savaş Italyan Proleteryası’nı ayaklandırakı ve bu yolla İtalya’da devrim olacaktı. Bkz.: Sergé, s. 21. 297 94 başlamıştı. Emperyalizmi proletarya sınıfının baş belası olarak nitelendiren Sosyalistler, Trablusgarp’a asker sevki aleyhine gösteriler düzenliyor ve hükümeti kınayan sloganlar atıyorlardı. Bu gelişmeler üzerine Başbakan Giolitti ve Dış İşleri Bakanı San Guiliano, 18 Eylülde Roma’dan ayrılarak Piemonte Bölgesi’ne gitmişlerdi. Trablusgarp’ı işgalinden bahsedildiği bir sırada karar verici iki önemli kişinin Roma’dan ayrılmaları Babıâli’yi şüphelendirmemek için düzenlenmiş bir tedbirdi. İtalyan Dışişleri Bakanı’nın Roma’dan ayrılmadan önce birkaç aydır boş bulunan Derne ve Bingazi’ye konsoloslar tayin etmesi işgal hazırlıklarının bir parçasıydı. Derne Konsolosluğu’na getirilen Piyacindini, üç sene önce de aynı görevde bulunmuş ve bir İtalyan misyonerin öldürülmesinden dolayı ortaya koyduğu sert tavrın, İtalya ile Osmanlı Devleti arasında ilişkilerin gerginleşmesine yol açması üzerine görevden alınmıştı.299 İtalyan Dışişleri Bakanı San Giuliano da 9 Haziran 1911’de Parlamento’da yaptığı konuşmada Türk-İtalyan ilişkilerine de değinmişti. İtalya’nın diğer devletler gibi Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu söyleyen bakan, cümlelerini Osmanlı hükümetine birtakım mesajlar verecek şekilde seçmişti. İtalyan Dışişleri Bakanı, 20 Haziran 1911’de Türk-İtalyan ilişkilerinin gidişatı hakkında gazeteciler tarafından yönetilen bir soruyu cevaplandırırken yine dostluktan dem vurmuştu. Bakan, Osmanlı Devleti’nin Avrupa siyasi dengesinde büyük rol oynayan önemli bir devlet olduğunu belirttikten sonra “...Trablusgarp’ta bulunan İtalyanların iktisadi faaliyetlerine yardımcı olmaya mecburuz. Devletimizle Osmanlı Devleti arasında mevcut olan dostça münasebetler, bu vazifemizi kolaylıkla ifa edebileceğimiz ümit ediyoruz.” demişti.300 Bütün bu gelişmeler olurken San Giuliano, Giolitti ile 14 Eylülde gizlice görüşmüş ve ikili Kasımda askeri hareket konusunda antlaşmaya varmışlardı. Ancak ertesi gün, San Giuliano fikrini değiştirmiş ve Giolitti’ye yazdığı yazıda işgalin Ekimde denizler sakinken ve uluslararası ortamda Fas üzerinde Fransız-Alman müzakereleri sürerken yapılmasının 298 Childs, ss. 58-59. Kurtcephe, s. 51. 300 Şıvgın, s. 33. 299 95 daha avantajlı olduğunu ileri sürmüştü.301 Bu sırada İstanbul’daki İtalyan Askeri Ateşesi De Martino 17 Eylüldeki raporunda Trablusgarp’ta sürekli olarak bulunan Osmanlı asker sayısının 3.000 adamdan fazla olamayacağına inandığını belirtmişti. 20 Eylülde San Giuliano Fas üzerinde Fransız-Alman Antlaşması’nın sonuçlandığını duyduktan sonra, meslektaşlarına “Bu saati ve tarihi iyi hatırlayın: Bugün Trablusgarp’a sefere karar verdiğimiz gündür.” demişti.302 Osmanlı hükümetine göre ise her türlü iktisadi imtiyazı elde eden İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali için ortada bir sebep yoktu. Üstelik İtalya’nın teşebbüse geçmesine mani olacak başka etkenler de vardı. Osmanlı Devleti’nin müttefiki Almanya, İtalya’nın işgale kalkışmasına kesinlikle müsaade etmeyecekti. Tunus meselesinden dolayı araları açılan Fransa’nın İtalya’nın bir zamanlar göz diktiği ve hâla hak iddia ettiği Tunus’a komşu olmasını istemeyeceği açıktı. Bingazi’nin Mısır’a ilhakını arzu eden İngiltere’nin de bu taleplerinden vazgeçip İtalya’ya davetiye çıkarması beklenemezdi. Avusturya ise zaten İtalya’nın baş düşmanı idi. Bu şartlarda İtalya’nın işgale kalkışması mümkün değildi. İtalya’nın bu hazırlıkları olsa olsa Avusturya’ya karşı olabilirdi.303 Osmanlı kamuoyunda savaşa ihtimal vermeyenlerin en güvendikleri dayanak İtalya’nın Doğu ile yaptığı ticareti tehlikeye atamayacağı düşüncesi idi. İtalya’nın 1888’de Osmanlı Devleti’ne yaptığı ihracat tutarı 490.000, ithalât tutarı ise 335.000 lira iken, 1909 senesinde gelindiğinde ihracat tutarı 2.450.000’ne, ithalâtı ise 1.007.000 liraya yükselmişti. 1909’dan itibaren İtalya, Osmanlı Devleti ile ilişkilerini daha da güçlendirmişti. Türk limanları İtalyan tüccarlarıyla dolup taşıyordu. Osmanlı Devleti’nin dış ticaretinde İtalya, İngiltere, Almanya ve Avusturya’dan sonra geliyordu. İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne sattığı malların tutarı 79.000.000 altın franga ulaşmıştı. İtalya, son yıllarda Osmanlı Devleti ile ticari ilişkilerini en çok geliştiren ülkeler arasında Almanya’dan sonra ikinci sırayı almıştı. Son bir yıl içerisinde Osmanlı Devleti’ne ihracatı beş kat artmıştı. Bu ticaretin her geçen gün İtalya’nın lehine artış göstereceği ortadaydı. Ayrıca çok sayıda İtalyan işçisi Osmanlı 301 ACS 17/36, no: 4728/945, 14.09.1911. ACS, no: 4486/874, 17.09.1911. 303 Kurtcephe, s. 45. 302 96 topraklarında faaliyet sürdüren İngiliz, Fransız ve Almanlara ait şirketler bünyesinde demiryolu yapımında çalışıyorlardı. İtalya, Osmanlı Devleti’ne savaş açtığı takdirde ticari ilişkiler tamamen kesileceği gibi sayıları binleri bulan işçileri de sınır dışı edilecekti. Osmanlı siyasi ve askeri çevreleri, 1911-1912 yılı bütçesi 336.051.200 frank olan İtalya’nın kendisine milyarlarca franga mal olabilecek bir savaşa girişmesi ihtimalini çok zayıf buluyorlardı.304 Osmanlı hükümeti ve kamuoyunda bu hava hâkimken, Dış İşleri Bakanı San Giuliano 24 Eylülde Londra, Paris, Madrid, Berlin, Viyana ve Saint Petersburg’taki İtalyan Büyükelçilerine Trablusgarp’taki İtalyan halkını tehlikeye sokan fanatizm patlaması olduğuna dair bir suçlamayı yaymıştı. Bunun sonucunda hükümetin oradaki İtalyan halkını korumak için harekete geçmek zorunda olduğunu bildirmişti. San Guiliano, Giolitti’ye Kral Victor Emmanuel III’ ün onayını almak üzere Osmanlı Devleti’ne 24 saatlik kesin uyarı gönderilmesinin uygun olacağını belirten bir telgraf taslağıyla göndermişti. Giolitti 24 Eylülde hiçbir değişiklik yapmadan taslağı aynen onaylamıştı.305 İtalyan Dışişleri Bakanı, tüm argümanları son kararında toplamış; askeri ve donanma güçlerinin hazırlıkları bir an evvel başlanması kararlaştırılmıştı. Böylece eğer saldırı kararı alınırsa, diğerlerinin diplomatik müdahalesi için zaman kalmayacaktı. Büyük olasılıkla antlaşmazlığı barışçıl bir şekilde çözülebileceği umuluyorken, San Giuliano gerekli hazırlıkların hazırda tutulmasının Osmanlı Devleti’nu İtalya’nın isteklerini savaşmadan yerine getirmesinde ikna edici olacağını ileri sürmekteydi. San Guiliano eğer cesur bir harekâta başlanacaksa, hem Trablusgarp hem de Bingazi’ yi ele geçirmeyi kapsayacak bir harekât olması gerektiğini belirtmişti. Geçmişe bakıldığında, 1909’da Avusturya’nın Bosna-Hersek’i işgalinden sonra yaptığı gibi Osmanlı Devleti ile olası bir anlaşmaya ulaşılabileceğini düşünmüş ve306İtalyan hükümeti 23 Eylül 1911’de Osmanlı hükümetine bir nota vermişti. Bu notada özetle, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Trablusgarp ve Bingazi’ye adamlarını göndererek yerli halkı 304 Çaycı, s. 58., Karakartal, s. 30. İtalya Kraliçesi’nin Roma’da sofrasında bulunan şair ve diplomat Abdülhak Hamit Tarhan O sarayda gördüğümüz merasim ve dostane tavır iki ay sonra İtalya’nın Trablusgarp’a saldırıda bulunacağını aklımızın ucuna bile getirmemişti demişti. Bkz.: Karakartal, s. 31. 305 Segrè, s. 20. 306 Childs, s. 51. 97 İtalyanlar aleyhine kışkırttığı ve İtalyanların tehlikeye maruz bulundukları, bundan dolayı bölgeyi terk etmek zorunda kaldıkları iddia edilmişti. Osmanlı Devleti da bu notaya yine bir notayla cevap vererek İtalyan halkının Trablusgarp ve Bingazi’de hiçbir şekilde tehlike altında olmadıkları ve hükümetin her zaman vazifesini yapmaya muktedir olduğu bunun için endişe etmemelerini istemişti.307 23 Eylül tarihli İtalyan notası alındıktan sonra Osmanlı hükümeti, Londra, Paris ve Berlin büyükelçilerine, İtalyan notasına verilen cevapla birlikte gönderdiği telgrafta “İtalya’yı bir antlaşma yoluna getirmek için elden gelen ve gelmeyen her şeyi yapmak gerekir. Zira karaya asker çıkararak veya başka bir suretle İtalyanlar savaşa başlarlarsa iç durumumuz çok korkulacak bir biçim almak tehdidini göstermektedir.” demişti.308 Berlin Büyükelçisi Osman Nizami Paşa, hükümetten aldığı talimat gereğince Alman hükümetinin İtalya’nın Trablusgarp politikasına dair düşüncelerini öğrenmek üzere bazı teşebbüslerde bulunmuştu. İtalya’nın Berlin Büyükelçisi ile yaptıkları görüşmede de bu hususta elçi kendisine hükümetinden herhangi bir talimat gelmediğini, İtalya’nın en büyük korkusunun Trablusgarp’ı Fransızlara kaptırmak olduğunu söylemişti. Osmanlı hükümeti, İtalya’nın Fransa’dan kuşkulandığı için Trablusgarp meselesini alevlendirdiği iddiasının doğruluk derecesini anlamak maksadıyla Fransız hükümetine de başvurmuştu. Ancak Fransız Dışişleri Bakanlığı, bu iddiaları kesinlikle yalanlamıştı. Paris Büyükelçisi Rıfat Paşa, Rus Büyükelçisi Isvolski ile görüşmüş ve Trablusgarp meselesinde Rusya’nın nasıl bir tavır takınacağını sormuştu. Isvolski, sorunun, Rus hükümetini taraf tutacak kadar ilgilendirmediğini ancak olayın Balkanlar’daki tepkileri hususunda Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya güvenebileceğini söylemişti. Rus Büyükelçisi, bu sözleriyle devletinin tarafsız bir politika izleyeceğini, fakat sorunun Balkanlar’a yansımasını da arzu etmediğini anlatmak istemişti. Sadrazam Hakkı Paşa’ya göre Trablusgarp 307 Meselesi, Almanya’nın Fas Blunt anılarında, Trablusgarp’ta ne Arapların ne de Türklerin yabancılara karşı bir düşmanlık beslemediklerini, Trablusgarp’ın yerli halkı tarafından da İtalyanlara herhangi bir ters davranışta bulunulmadığını belirtmiş; Kuzey Afrika’da fanatismin olmadığını belirten yazar çölde Sünusiler’in karıştığı bazı çatışmaların yaşandığını ancak özellikle ekonomisi ticarete bağlı olan Fizan Bölgesi’nde; halkın para kazanmaktan başka derdi olmadığını eklemişti. Bkz.: Blunt, s.781. 98 Meselesi’nde takip ettiği hareket tarzının bir neticesiydi. O halde bu meseleyi çözümlemek de Almanya’ya düşüyordu. Ona göre Almanya müttefiki İtalya üzerindeki nüfuzunu kullanarak Trablusgarp’ı işgal düşüncesinden vazgeçirmeliydi. Ancak Almanya Hakkı Paşa’nın bu iddiasını şiddetle reddetmiş ve asıl sorumluluğun İttihat ve Terakki’ye ait olduğunu, zira daha önce defalarca Trablusgarp’ta İtalyanları rahatsız edici davranışlardan kaçınılmasını öğütlemesine rağmen sözlerine itibar edilmediğini söylemişti. Ancak sadrazam, ne olursa olsun, Almanya’nın bu işte arabuluculuk yapmasını istemiş ayrıca İtalya’nın istediği her türlü imtiyazları vermeye hazır olduklarını belirtmişti. Zira savaşı sonuna kadar Almanya, İtalya ve Osmanlı Devleti’nin dostu ve yardımcısı görünüp çıkarlarını koruma politikasını sürdürmüştü.309 Büyük Güçler aracılığıyla yapılacak uzlaşma çabalarının başarısızlığının ortaya çıkmasıyla, 3 Ekimdeki Babıâli’de Roma’yla direk temasa geçmeye karar verilmişti.310 Osmanlı hükümeti bir taraftan İtalya’yı işgal fikrinden vaz geçirmek için her yolu denerken, diğer taraftan da İtalyan işgaline karşı tedbirler alam yoluna gidiyordu. Bu tedbirlerin başında da denizden gelebilecek saldırılara karşı önlemler alıp bölgenin savunmasını güçlendirmenin yolları aramak gelmişti. Zaten İtalya’nın Tunus’la ilgili niyetlerinin ortaya çıkmaya başlamasının ve İtalya’nın Tunus’u Fransa’ya kaptırmasının ardından Trablusgarp’ın da benzer bir işgale maruz kalmaması için Osmanlı Devleti bölgede bir dizi tedbir almıştı. Bu amaçla Osmanlı Sultanı’na Alman Kurmay Subay Von Der Goltz (1843-1916) tarafından 1885 yılında detaylı bir rapor sunulmuştu. Ayrıca Osmanlı Devleti İtalya’ya karşı diğer Büyük Güçler nezdinde bir denge politikası gütmüştü. Osmanlı İmpartorluğu’nun bu çalışmaları İtalya’yı 1890’larda Trablusgarp yerine Habeşistan’da sömürge aramaya yönlendirmişti.311 Bunun yanında Sultan Abdülhamit’in özel çabasıyla Trablusgarp ve çevresindeki sahil kentlerinde silah depoları, kışlalar inşa ederek ve bölgedeki aşiretlerden Doğu Anadolu’daki Ermeni tecavüzlerine karşı kurduğu Hamidiye alaylarına benzer silahlı birlikler oluşturarak ayrıyetten kısıtlı olanaklarından 308 Kurtcephe, s. 58. Kurtcephe, s. 59. 310 Childs, ss. 71-74. 309 99 ayırabildiği kaynaklarla iktisadi ve eğitim amaçlı yatırımlar yaparak bölgeyi içerden kuvvetlendirmeye çalışmıştı.312 1880’lerdeki İngiliz-Fransız ve Fransız-İtalyan siyasal çekişmeleri sebebiyle başarılı görünen Abdülhamit’in politikası, 1899’dan itibaren İngiltere ve Fransa’nın yakınlaşıp antlaşma yapmaları ve 1902’de İtalya’nın da buna katılmasının sağlanmasıyla etkinliğini kaybetmişti.313 İtalyan tarafı ise Trablusgarp’ın işgalinin kolay olacağı Türklerin kendilerinin üstün kuvvetleri karşısında pek az mukavemet edebileceği düşünüyordu. Fakat buna rağmen, İtalya bu savaşa bir işgal savaşı gibi değil de sanki büyük bir Avrupa devletiyle savaşa giriyormuş gibi hazırlanmış, bütün deniz kuvvetlerini ihtiyatlar da dahil olmak üzere hepsini istihdam etmişti. Hatta kiraladığı ticaret gemilerini de savaş için hazır hale getirmişti. Eylül ayında İtalya tarafından bu hazırlıklar artık açıktan açığa yapılırken, Osmanlı Devleti’ nin yegâne tedbiri savaştan önce Trablusgarp’a gönderilen Derne gemisi olmuştu.314 İtalyanlar Derne gemisinin Trablusgarp’a gitmesine mani olmak istemişler ancak henüz savaş ilan edilmediğinden Derne gemisini yakalamak ve tevkif etmek milletlerarası hukuk kaidelerini çiğnemeden mümkün değildi. Bu sebeple, İtalyan hükümeti donanmadan eğer gemi savaşın ilanından evvel yakalanacak olursa bir bahane uydurularak onun tevkif edilmesini istemişti. İtalyan hükümeti Derne gemisini yakalamak için çok çeşitli alternatifler düşünmüştü. 25 Eylülde iki İtalyan gemisine (Roma, Napoli) Derne gemisini yakalamaları emri verilmişti. Onun için bu gemiler Trablusgarp önünde Derne gemisini beklemeye başlamışlardı.Bu sırada yaklaşmakta olan bir geminin üzerindeki yazının HAMİTAZ olarak okunması ve içinden Almanca sesler gelmesi üzerine İtalyanlar bu geminin Derne olmadığına karar vermişlerdi. 26 Eylül günü Derne gemisi Trablusgarp Limanı’na girdikten sonra bile limanda Derne gemisini arayan Roma gemisi de onu bulamamıştı. Geminin limana yanaşmasının ardından bir gün içinde yerli Arapların da 311 Koloğlu, s. 12. Kocabaş, s. 227. 313 Koloğlu, s. 12. 312 100 gayretleriyle yük boşaltılmış ve taşınmıştı.315 Geminin yükünü boşaltmak için bütün halk adeta seferber olmuştu. Şehrin eşrafı bile cephane sandıklarını omuzlarında taşımışlardı Silah ve cephanelerin bir kısmı Aziziye Sarayı’na ve kalan kısımları da topçu kışlasına konmuştu.316 Derne gemisi,12.500 mavzer tüfeği, 600 sandık mavzer cephanesi, 500 çuval un, 500 çuval peksimet ve 200 asker elbisesi getirmişti.317 Derne gemisinin getirdiği silah ve cephane hakkında, İtalyan istihbaratına çok değişik bilgiler gelmişti. İtalyanların para ile elde ettikleri bilgiler birbirlerini tutmuyordu. En az 12.000, en fazla 60.000 tüfek geldiğini ileri sürenler vardı. İtalyanlar, eldeki bilgileri değerlendirdikten sonra Derne gemisiyle 2.000.000 mermi geldiği kanaatine varmışlardı. Bu küçümsenecek bir rakam değildi. Bunun gibi birkaç parti silah ve cephane gelmesi halinde İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali çok güçleşecekti. Derne gemisi malzemesini boşalttıktan sonra mürettebatı tarafından terk edilerek batırılmış ve Trablusgarp İtalyanlar tarafından işgal edildikten sonra yüze çıkarılarak İtalyan donanmasına Bingazi adı ile dahil edilmişti. Üzerindeki HAMİTAZ yazısının ise, Derne ve Hamburg isimlerinin alt alta yazıldığı fakat sonra boyayla bazı harflerin değiştirilerek Hamitaz haline getirildiği anlaşılmıştı. Bu geminin gönderilmesi, bu ufak tedbirin alınması dahi, İtalya basınında Osmanlı Devleti’ne karşı fırtınalar kopmasına, Trablusgarp’taki İtalyan tebaa arasında suni bir panik yaratılmasına sebep olmuştu.318 Osmanlı Devleti’nin savunma tedbirlerini arttıracağından çekinen İtalyan hükümeti uzun zamandır hazırlanmakta olduğu savaşı başlatmak zamanının geldiğine hükmederek Osmanlı Devleti’ne 28 Eylül 1911’de bir nota vermişti. Bu notada özetle; Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp ve Bingazi’nin ilerlemesi için hiçbir şey yapmadığı, bu bölgenin İtalya kıyılarına yakınlığı dolayısı ile kendileri için hayati önem taşıdığı, bu bölgeye medeniyet götürülmesinin zorunlu olduğu, fakat bu konudaki İtalyan fikir ve görüşlerinin 314 Derne gemisi, İtalyanların 23 Eylül tarihli notalarının tebliğ edilmesinden bir gün önce yani, 22 Eylül’de harbiye nezaretinin İstanbul’dan Trablusgarp’a gitmek üzere yola çıkardığı silah ve cephane yüklü bir gemidir. 315 Şıvgın, ss. 66- 69. 316 Childs, s. 28. 317 1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985, s. 30. 101 Osmanlı Devleti tarafından tasvip edilmediği ve İtalya’nın buradaki teşebbüslerinin de inatla engellendiği, şimdiye kadar Trablusgarp ve Bingazi’ de İtalyanların meşru faaliyetlerine karşı daimi bir düşmanlık göstermiş olan Osmanlı Devleti’nin şimdi kendi haysiyet ve menfaatleri ile ters düşmeyecek bütün iktisadi imtiyazları vermeye hazır olduğunu, bu konuda İtalya ile antlaşma yapmak istediğini, ancak İtalyan hükümetinin yapılacak olan bu antlaşmayı geçmişte yapılanları göz önünde bulundurarak faydasız gördüğünü, hatta daimi bir ihtilaf ve kavgaya sebebiyet vereceği ve bundan dolayı İtalyan hükümetinin böyle bir şeye yanaşmayacağını, ayrıca Trablusgarp ve Bingazi’deki İtalyan konsolos ve memurlarının buradaki Osmanlı askeri ve memurları tarafından İtalya aleyhine tahrik edildiğini ve bunun çok vahim sonuçlar doğuracağını, bu durumun yalnızca İtalyan tebaası için değil diğer yabancı tebaa için de tehlike teşkil ettiğini ve bundan dolayı İtalyanların vapurlara binerek Trablusgarp’tan ayrılmaya başladıklarını, ayrıca asker nakleden geminin gönderilmesinin tehlikeli olacağını Osmanlı Devleti’ne bildirmesine rağmen, geminin Trablusgarp’a gelmesinin durumu bütün açıklığıyla ortaya koyduğunu, bundan doğacak zarara karşı İtalyan hükümetinin tedbir almak zorunda olduğu bildirilmişti. Ayrıca bu notada; İtalya’nın kendi haysiyet ve menfaatinin teminine mecbur olduğu ve bunun için İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’ye askeri işgale karar verdiği, bundan başka yapacağı bir şey kalmadığı bildiriliyordu ve buradaki Osmanlı memurlarının işgale muhalefet etmemeleri istenmişti. Bundan başka notada buradaki durumu tespit etmek için işgalden sonra iki devlet arasında antlaşmaya ihtiyaç olduğu ve İtalyan elçiliğinin bu notayı Osmanlı hükümetine tebliğ tarihinden itibaren yirmi dört saat zarfında bu konuda bir cevap almaya mecbur edildiği, aksi takdirde İtalyan hükümetinin hemen işgali gerçekleştireceği bildirilmişti. İtalyan Maslahatgüzarı Martino 28 Eylül günü saat 13:00 sıralarında Sadrazam Hakkı Paşa’ya bu ültimatomu tebliğ etmişti. Bunun üzerine Hakkı Paşa Mabeyn-i Hümayun’a giderek diğer vekiller ile birlikte olağanüstü bir meclis toplamış ve İtalya’ya verilecek cevabı hazırlamıştı. 318 Childs, s. 28. 102 Osmanlı hükümeti İtalyan notasına 29 Eylül 1911’de cevap verdiği cevapta; Trablusgarp ve Bingazi’nin geri kalmasının kendilerinden önceki idarenin eseri olduğu, bundan dolayı Meşrutiyet Hükümetinin muhatap olmayacağı, bununla birlikte, Osmanlı hükümetinin son üç sene zarfında Trablusgarp ve Bingazi’de İtalyan teşebbüslerine düşmanlık göstermediği bilakis İtalya’nın buradaki faaliyetlerine bu bölgenin ilerlemesi gözüyle baktığı, bu konuda kendine yapılan tekliflere iyi niyet gösterdiği ve kabul ettiği ve İtalya ile münasebetlerin devamından hiçbir şekilde geri kalınmadığı, bu bölgenin gelecekte İtalya’nın iktisadi faaliyetlerine geniş bir saha açacak şekilde bayındırlık imtiyazı verilmesi hakkında İtalya’ya yapılmış olan teklifin bu iyi hislerin neticesi olduğu, Osmanlı Devleti’nin bu teklifi, kendi menfaat ve haysiyetini, yürürlükte olan ve diğer devletlerle yapılan antlaşmaları göz önünde bulundurmakla birlikte yapmasının iyi niyetinin ifadesi olduğu bildirilmişti. Trablusgarp ve Bingazi’ deki asayişin temini konusunda ise, Osmanlı Devleti’nin durumu tamamıyla takdir edebilecek mevkide bulunduğu, burada oturan İtalyan ve diğer yabancı tebaanın endişelerine sebep olacak hiçbir olayın olmadığı, bu bölgede heyecan ve tahrikten eser bulunmadığı, asker ve diğer Osmanlı memurlarının asayişi sağlamak hususunda görevlerini yaptıkları bildirilmişti. Ayrıca bu notada; Trablusgarp’a gönderilen nakliye gemisinin 23 Eylül tarihinde, notanın tebliğinden önce yola çıkarıldığı ve bundan başka hiçbir gemi gönderilmediği, zaten içinde asker bulunmayan geminin Trablusgarp’a gidişinin buradaki asayişin bozulmasına sebep olmayacağı ve şimdiki ihtilafın İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’ deki iktisadi menfaatlerinin teminatının yokluğundan ibaret bulunduğu bildirilmiş ve İtalyan hükümeti askeri işgale teşebbüs etmezse Osmanlı hükümetinin kendi toprak bütünlüğü bozulmamak şartıyla İtalyan hükümetine istediği iktisadi imtiyazları vereceğini bu konuda İtalya’dan şartlarını bildirmelerini istedikleri belirtilmişti. Osmanlı hükümetinin görüşmeler sırasında buradaki askeri kuvvetini arttırmayacağı, İtalya’nın bu şartları kabul edeceğini ümit ettikleri ilave edilmişti.319 Babıâli’nin notasını verdiği gün yani 29 Eylül 1911’de saat 14.30’da İtalya da 319 Şıvgın, ss. 35-38. 103 Osmanlı Devleti’ne savaş ilanı notasını vermişti.320 İtalya’nın harp ilan eden notasını İtalyan Büyükelçiliği baş tercümanı Mabeyn-i Hümayun da vekiller heyeti toplantısında bulunan Sadrazam Hakkı Paşa’ya tebliğ etmişti. İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne harp ilan eden 29 Eylül 1911 tarihli notasında özetle; İtalyan isteklerinin gerçekleştirilmesi konusunda İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne verdiği sürenin İtalya’nın hoşuna gidecek bir cevap gelmeden sona erdiği, bu cevabın gelmemesinin, İtalyan hak ve menfaatlerinin korunması konusunda Osmanlı Devleti ve memurunun kötü niyetli ya da aciz olduklarını gösterdiği, İtalya’nın hak ve menfaatlerinin şeref ve haysiyetinin müdafaasını iktidarın hak ve menfaatlerinin şeref ve haysiyetinin müdafaasını iktidarın elindeki vasıtalarla doğrudan doğruya sağlamak zorunda oldukları, bunun sonucu uzun zamandan beri Osmanlı Hükümet ve memurunun İtalya’ya karşı takip ettiği hareketin acı fakat kaçınılmaz bir neticesi olduğu, iki ülke arasındaki dostluğun bu suretle kesildiği ve İtalyan hükümetinin bu andan itibaren kendisini Osmanlı Devleti ile harpta saydığı, Roma’daki Osmanlı Maslahatgüzarı’na da pasaportlarının verileceği kendi pasaportlarının da gönderilmesini istediklerini belirtilmişti. Ayrıca İtalya’da oturan Osmanlı tebaasının mal ve can emniyetlerinin temin edileceği ve İtalya’da oturabilecekleri de ilave edilmişti. İtalya, savaş ilan etmesine gerekçe olarak Babıâli’nin cevabi notasının İtalyan taleplerine uygun olmamasını göstermişti. Hâlbuki İtalya’nın harp ilan etmesinin Türklerin cevabi notasıyla ilgili olmayıp çok önceden planlanan tarihe yapıldığını gösteren pek çok delil mevcuttu. Birincisi, Osmanlı Devleti’nin cevabi notası henüz İtalya’ya ulaşmışken yani İtalyanlardın verdikleri 24 saatlik zaman henüz dolmamışken İtalya’nın savaş ilanı notası tebliğ edilmişti. İkincisi 25 Eylül 1911’de İtalya’da seferberlik emri yayınlanmıştı. Bu emirde seferberliğin ilk günü 28 Eylül 1911 olarak tespit edilmişti. Silâh altında bulunan 1890 doğumlular ile birlikte seferi kolordunun birliklerini teşkil edecek olan 1888 doğumlular 23 Eylül günü silâhaltına çağrılmışlardı. Bunların birliklerine dağıtımı 26 Eylül günü tamamlanmıştı. Burada da açıkça görüldüğü gibi seferberliğin ilk gününden iki gün 320 Evans, s. 109. 104 evvel askerlerin kolorduya iltihak etmesi, İtalyan hükümetinin işgale çok evvelden hazırlanmış olduğunu gösteriyordu. 321 Üçüncüsü İtalya, Osmanlı Devleti’ne henüz savaş ilan etmeden Adriyatik sularında ve Preveze’de de Türk-İtalyan Savaşı başlamıştı.322 Zaten İtalyan donanması Ağustosun son günleri boyunca düzenli manevralar yapmaya başlamış; Eylülün ilk yarısında da saldırı için yerini almıştı. Ardından donanma filoları benzin rezervleri bulunmayan çeşitli limanlara dağıtılmıştı.323 Giolitti Genel Kurmay Başkanı General Pollio’ya Trablusgarp’a saldırı için yaklaşık olarak ne kadar askere ihtiyacı olduğunu sorduğunda aldığı 20.000 cevabına karşı bu sayının iki katı kadar askerin hareket zamanı geldiğinde hazır olacağını söylemiş ve Eylül ortasında İtalyan Genel Kurmayına Trablusgarp’a sefer için hazırlanılması emrini vermişti.324 İtalya Trablusgarp’ı işgal için bütün imkânlarını seferber etmesine karşın Osmanlı Devleti’nin bölgeyi savunmak için imkânları son derece kısıtlıydı. Sadrazam Hakkı Paşa göreve geldiği ilk günden itibaren İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’yi istila fikrinde olduğunu bakanlar kurulunda defalarca tekrarlamıştı. Buna rağmen burada bulunan muntazam askeri birliklerden dört tabur çekilerek Yemen’e sevk edilmiş,325 Abdülhamit devrinde Kuloğulları’ndan teşkil edilen Hamidiye taburları Sultan Abdülaziz devrinde dağıtılmıştı.326 Kuloğullarının silahlandırılması için muhafaza edilen 40-50.000 kadar Martin ve Scheider marka tüfek yenilenmek için İstanbul’a gönderilmiş ancak yerine yenileri verilmemişti.327 Bütün bu yetersizlikler yüzünden savaş tamamıyla Türklerin aleyhine şartlar altında başlamış idi. Öncelikle dünyanın üçüncü büyük deniz gücü konumunda olan İtalyan donanması Osmanlı donanmasından kat kat güçlüdü. Donanmadaki bazı gemiler dünyanın en yeni, en hızlı ve en iyi silahlanmış deniz araçlarıydı. Bu deniz gücüne güvenen İtalya, 321 Şıvgın, ss. 35-38. Barclay, s. 51 323 Segrè, s. 23. 324 Giolitti, s. 270. 325 Kocabaş, s. 232. 326 Karasapan, s. 192. 327 Kocabaş, s. 232. Ahmet Emin Yalman’a göre; Eğer, Trablusgarp’taki kuvvetler Yemen’e gönderilmemiş olsa idi, İtalyanlar Trablusgarp’a asker çıkartamayacaklardı. Bkz.: Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim, Cilt: I, İstanbul : Rey Yayınları, 1970, s. 187. 322 105 geçmişte İspanya, Britanya, Hollanda ve Fransa’nın yaptığı gibi uzak denizlerde sömürge elde edebileceğine inanıyordu.328 Buna karşılık Trablusgarp’ta sadece birkaç binlik bir Türk kuvveti bulunuyordu ve cephanesi yoktu. Buraya deniz yolundan asker silah ve cephane gönderilmesi hemen hemen imkânsızdı. Fakat bütün bu olumsuz şartlara rağmen, Osmanlı Devleti Trablusgarp’ı göz göre göre düşmana savaşmadan teslim edemezdi. Bu hem kamuoyunda hoş görülmez, hem de Osmanlı Devleti’nde pay almak için pusuda bekleyen devletlere kötü örnek olurdu. İttihat ve Terakki Cemiyeti de savaşta tamamen mukavemetten yana idi. İttihat ve Terakki beyannamesinde “İki devlet arasında hal-i harp zuhur ettiği takdirde millet bütün vesaitini yekvücut olarak düşmana karşı istimal edecektir.” denmekteydi. İttihat ve Terakki’nin Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı mukavemet istemesinin sebebi hem kendi vatanperverlik duygularının icabı hem de halkın vatanperverlik duygularına seslenerek, kaybetmekte oldukları itibarı ve inisiyatifi yeniden ele almak imkânının doğmasıydı. Kamuoyu İttihat ve Terakki tarafından İtalyan saldırısına karşı direnmeye ve vatanın şerefinin korunmasına teşvik ediliyor ve bu hareketle de İttihat ve Terakki yeniden liderliği ele geçirme imkânına kavuşuyordu. Şeyhülislam Cemalettin Efendi ise, İttihat ve Terakki’nin savaşı boşu boşuna sırf kendi menfaatlerini düşünerek uzattığını, hâlbuki harbin uzamasının can ve mal kaybından başka bir işe yaramayacağının aşikâr olduğunu hiç olmazsa bazı şartlarla Trablusgarp İtalyanlara teslim edilmek ve Bingazi’yi kurtarmak şartıyla İtalyanlarla sulh yapılmasının ülke için en hayırlı iş olacağını belirtmişti.329 İstanbul’da bu tartışmalar sürerken Trablusgarp’ta da gelecek bir İtalyan saldırısına karşı tedbirler alınıyordu. 26 Eylül günü Trablusgarp ufuklarında savaş gemilerini görülmeye başladığı haberlerinin İstanbul’a ulaşması üzerine Trablusgarp’ta kumandan vekili olarak bulunan Miralay Neşet Bey’e Harbiye Nezaretince kuvvetlerini şehrin dışına çekerek burada müdafaaya hazırlanması emri verilmişti. Neşet Bey gelen emir üzerine kuvvetlerini içeriye çekmeye başlamış ve karargâhını Trablusgarp şehrinin 40 km kadar 328 329 Barclay, s. 14. Şıvgın, ss. 66-69. 106 güneyindeki Aziziye kasabasına taşımıştı.330 Bu sayede askeri birliklerin İtalyan toplarının menzili dışına çıkması sağlanmışsa da bu hareket İtalyanların kıyı şeridinde hiçbir direnişle karşılaşmamalarına ve bu bölgeyi kolayca geçmelerine olanak sağlamıştı. İtalya savaş ilanının hemen ardından 30 Eylülde şehrin teslimini isteyerek kıyılarını abluka altına aldığını bildirmişti. Trablusgarp, Malta telgraf hattı kopartılmış; Derne’deki telsiz bağlantısı da kesilmiş bulunduğundan bölgenin dış dünyayla ilişkisi de kesilmiş durumdaydı.331 1 Ekim günü sabahleyin beyaz bayrak çekmiş bir İtalyan torpidosu, limanda demirli bulunan Sayyad-ı Derya gambotuyla Derne vapuruna dışarı çıkarak teslim olmalarını teklif etmişti. Bu gemilerden Sayyad-ı Derya karaya oturmak, Derne ise kendi kendini batırmak suretiyle düşman eline geçmekten kurtulmuştu. Aynı gün, İtalyan donanmasına ait iki gemi Derne şehrini topa tutmuş, bombardıman sırasında atılan 80 top mermisi ile asker ve sivillerden ölenler olmuştu. Yine 1 Ekim günü, İtalyan amirali tarafından gönderilen bir heyet, Vali Vekili Defterdar Besim Bey’e gelerek şehrin teslimini istemişlerdi. Komutanlık buna oyalayıcı bir cevap vermiş ve şehri teslim yetkileri bulunmadığı, ancak İstanbul’dan gelecek emre göre hareket edileceği ileri sürülerek süre istemişlerdi. 2 Ekim günü öğleden sonra Amiral Thaon de Revel (1857-1948), beraberinde iki İtalyan subayı ve bir sivil ile karaya çıkmış ve bombardımana gerek kalmadan şehrin teslimini istemişlerdi. Amiral Farevelli’nin ültimatomunda şu isteklerini belitmişti: 1. Şehrin teslimi hususunda İstanbul’dan cevap gelene kadar İtalyan gemilerinin kıyıda serbestçe demir atması ve hiçbir tecavüze uğramadan gidip gelmeleri sağlanmalı, 2. İtalyan gemilerinin güvenliği açısından, bütün istihkâmlar, bataryalar ve savunma vasıtaları kullanılmayacak hale getirilmeli, 3. İtalyan subayların, tedbirlerin alınıp alınmadığını denetlemelerine izin verilmelidir. İtalyanların söz konusu istekleri, Türk yöneticilerince şehrin teslimi manasında değerlendirildiği için kabul edilmemişti. Hükümetin emri olmadıkça böyle önemli bir 330 331 Karasapan, s. 203. Askew, s. 33. 107 konuda karar verme yetkisine haiz olmadıklarını iddia eden Türk yetkililer, İtalyan önerilerinin İstanbul’a iletilmesini istemişlerdi. İtalyan isteklerinin reddi manasına gelen bu cevabın Amiral Farevelli’ye ulaşmasından kısa bir süre sonra, saat 15:30’da Amiral gemisi Benedetto Brin’den atılan ilk mermiyle bombardıman başlamıştı. İtalyan bombardımanı başladığı sırada Trablusgarp’ta çok az sayıda asker vardı. Kuvvetlerin çoğunluğu bir gün önce Harbiye Nezareti’nin emri gereğince başlarında Fırka Kumandanlığı’na vekâlet eden Neşet Bey komutasında şehri terk ederek Aziziye’ye doğru yola çıkmıştı. Bu durum da halk arasında şehrin teslim edileceği korkusunu doğurmuştu. Bunun üzerine şehir dışında bulunan gönüllüler, işgal sırasında ailelerinin başında bulunmak için birliklerinden ayrılarak şehre gelemeye başlamışlardı. İtalyanlar para ile elde ettikleri işbirlikçileri vasıtasıyla sokaklarda tellallar çağırtılarak mavzerlerin tanesini 10 frank karşılığı alacaklarını duyurmaktaydılar. Ümitsizlik içerisindeki halk, ellerindeki tüfekleri İtalyanlara satmıştı. 4 ve 5 Ekim günleri satılan silahların sayısı 10.000’i aşmıştı.Vali Vekili Besim Bey, bu gelişmeler karşısında şehirde hükümet otoritesini kurabilmek için Neşet Bey’den kuvvet göndermesini istemişti. Besim Bey’in ısrarları karşısında daha önce Trablusgarp’tan çekilmiş olan merkez taburu tekrar şehre gönderilmişti. Taburun gelmesiyle birlikte çok kısa bir süre de olsa şehirde sükûnet sağlanabilmişti. Neşet Bey, sıkıyönetim için gerekli emri vermiş ise de uygulanması mümkün olmamıştı. Trablusgarp’ta Osmanlı egemenliği fiilen sona ermek üzereydi. Her şeyin çığırından çıktığını ve sıkıyönetim uygulanmayacağını gören Neşet Bey, Trablusgarp’ta bulunan Merkez Tabur Kumandanlığı’na düşman karaya çıktığında mukavemet edilmemesi emrini vermişti. Böylece Trablusgarp şehrinde Osmanlı egemenliği son bulmuştu. İşgal için gayet müsait olan bu durumdan yararlanmak isteyen Amiral Farevelli, bir taraftan karaya asker çıkartmak için emir verirken, diğer taraftan Roma’ya çektiği telgrafla yardımcı kuvvetler gönderilmesini istemişti. 5 Ekim günü Albay Umberto Cagni komutasındaki deniz birliği Trablusgarp’a sevk edilmişti. Şehri işgal eden İtalyan birlikleri hemen hemen hiçbir direnişle karşılaşmadı. Tahkimatlarla binaların üzerine İtalyan bayrağı çekilmişti. 5 Ekim sabahı başlayan işgal akşama doğru tamamlanmıştı. Amiral Borea Ricci Trablusgarp şehri valisi, Albay Cagni de İşgal Kuvvetleri Komutanı 108 olarak görevlendirilmişlerdi. İtalyan Valinin ilk işi halk nazarında meşru göstermek ve halkı itaate davet etmek maksadıyla Trablusgarp halkına hitaben bir beyanname yayınlamak olmuştu.332 Kısa bir sürede Trablusgarp’a asker sevkini tamamlayan İtalya’nın 20 Ekim 1911’de Trablusgarp’ta 800 subayı, 2.200 askeri, 2.500 havan topu ve çok sayıda cephanesi bulunuyordu.333 İtalya daha sonra bölgeye takviye kuvvet olarak 35.000 asker, 6.000 at, 103 ağır top ve dört uçak göndermişti.334 Trablusgarp’ta bu olaylar sürerken bölgenin diğer şehirlerinde de işgal hareketleri hızla devam ediyordu. İtalyanlar Tobruk, Derne, Bingazi ve Homs şehirlerinin teslimini istemelerine karşı aldıkları ret cevabı üzerine sırasıyla 4 Ekim, 16 Ekim, 17 Ekim ve 20 Ekimde de bu şehirleri işgal etmişlerdi.335 Aslında İtalyan kuvvetlerinin Trablusgarp ve çevresini kısa sürede işgal edecekleri beklenen bir gelişmeydi. Çünkü İtalya ile Osmanlı Devleti arasındaki savaşın, Osmanlılar açısından çok ümitsiz şartlar altında meydana geleceği savaşın başından belliydi. Hükümet Trablusgarp’a bir ordu gönderecek güce sahip değildi. Oradaki kuvvetlere silah ve cephane yollamak ise oldukça güçtü. Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa (1856-1913) İstanbul’da bulunan bütün üst düzey subayları Harbiye’ye toplayarak verdiği konferansta, ”Arkadaşlar, devlet ve ordu bugünlerde herhangi bir harbe hazırlanmış durumda değildir. Ordumuz zayıftır, silahları eksiktir, mühimmatımız tamam değildir. Donanmamız ise yok denecek derecededir. Trablusgarp denizaşırı bir ilimizdir. Burayı korumak için oraya kuvvet gönderme olanaklarından mahrumuz. Denizaşırı olduğundan nakliyat ta denizden yapılacaktır. Denizden yapılacak bu nakliyatı korumak için tek bir zırhlı kruvazörümüz yoktur. Nakliyat girişimi, düşmanın ağzına bir lokma atmak demektir. Bu hale göre, takdir edersiniz ki arkadaşlar, Trablusgarp bugün kapanın elinde kalır.” şeklinde yaptığı konuşmada Trablusgarp konusunda Osmanlı Devleti’nin çaresizliğini özetlemişti.336 332 Kurtcephe, ss. 79-84. Şıvgın, ss. 60-63. 334 Kocabaş, s. 238. 335 Anderson, Eugene, s. 125. 336 1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, s. 33. 333 109 Ancak 1908 Devrimi’yle başa gelen Jön Türk Hareketi Osmanlı topraklarında Büyük Güçler’in sömürgeci tutumlarına izin verme niyetinde değildi. Osmanlı Devleti’nin Bosna-Hersek’i kaybettiği gibi Trablusgarp’ı da kaybetmesini istemiyorlardı. Bu yüzden, Jön Türk Hareketi Trablusgarp’a İtalyan faaliyetlerini engellemek için yeni görevliler göndermişti.337 Aslında Jön Türklerin Trablusgarp’la ilişkileri, buranın Fizan’la birlikte, Abdülhamit Rejimi’ne karşı olanların sürgün yeri olmasından dolayı çok eskilere dayanıyordu.338 Buraya memuriyet kisvesi altında sürgün edilmiş olan devrimci memur ve subaylar İtalya’nın bölgedeki iktisadi nüfuzuna karşı oldukları kadar, vilayetin batı ve güney hudutlarının Fransızlar tarafından devamlı ihlali karşısında hareketsiz kalmasından da memnun değillerdi.339 Beyaz ve Hıristiyan İtalyanlara karşı doğal bir nefret duyan Berberi ve Arap kabilelerini Avrupa’nın en zayıf Büyük Gücüne karşı örgütlemek bu görevliler için hiç zor olmamıştı.340 Hıristiyan Avrupalılara karşı Araplar ve Türkler ırk birliğinden çok din birliği oluşturmuşlardı.341 Oluşan bu birlik sayesinde Araplar, Hıristiyan İtalyanlara karşı Müslüman Türklerin yanında yer almayı tercih etmişlerdi. Böylece İslam inancı bölgedeki direnişin temel direği olmuştu.342 Bunun yanında özellikle Trablusgarp Valisi Müşir Recep Paşa (1842-1908) Abdülhamit’in bölgeye sürdüğü yurtsever aydınları himaye etmiş ve onların imparatorluğun bu ihmal edilmiş köşesinde varlıklarından faydalanmış ve bölgede devlet idaresini sağlamlaştırmıştı.343 Ayrıca Trablusgarp’a gidecek olan subaylara başta Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa olmak üzere gizli olarak her türlü yardımı yapacaklarını vaat etmişlerdi. Mahmut Şevket Paşa, devletin İtalya ile topyekûn bir savaşa giremeyeceğini, fakat vatanın bir parçası elden giderken de sessiz kalınamayacağını belirtmiş ve Trablusgarp’ı mahalli kaynaklarıyla savunacaklarını açıklamıştı. Harbiye Nazırı’nın planına göre Trablusgarp’a gönüllü gitmek isteyecek subaylar, gizlice yola çıkacaklar, ancak Osmanlı Devleti resmen 337 Thomas Nelson Page; Italy and The World War, Charles Scribner’s Sons, New York, 1920, Bölüm 9, ss. 14-16. 338 Koloğlu, s. 18. 339 Çaycı, s. 137. 340 Blunt, s. 777. 341 Evans, s. 103. 342 Anderson, Lisa, s. 118. 110 savaş ilan ettiğinde açıktan her türlü desteğe mahzar olacaklardı. Şayet mesele görüşmeler yoluyla halledilirse, mesuliyet subayların şahıslarına ait olacaktı. Ayrıca hükümet Trablusgarp’a gidecek subaylara dört kat maaş ve ayrıca 100 lira yol parası vereceğini bildirmişti. Trablusgarp’ta müdafaa fikrinin uyanması ve hükümete kabul ettirilmesi insana Kuvay-ı Milliye’nin başlangıcı hissini vermekteydi. Meşrutiyet’in ilanında önemli rolleri olan Osmanlı ordusunun genç subayları gönüllü olarak Trablusgarp’a gitmişler ve bu konuda hükümeti de ikna ederek onun gizli desteğini sağlamayı başarmışlardı. Trablusgarp’a giden subaylar arasında; Binbaşı Enver Bey, Kolağası Mustafa Kemal (Atatürk), Yüzbaşı Fuat Bey (Bulca), Yüzbaşı Nuri Bey (Conker), Eşref Bey (Kuşçubaşı), Binbaşı Ali Fethi Bey (Okyar, Paris Askeri ataşesi), Halil Bey ( Enver Bey’in amcası), Nuri Bey (Enver Bey’in kardeşi), Ekrem Bey (Müşir Recep Paşa’nın oğlu), Albay Neşet Bey gibi isimler vardı.344 Fethi Bey, Le Temps ile Ekimde yaptığı röportajda gönüllü Türk Subayları’nın Trablusgarp’ı kolay kolay İtalyanlara bırakmayacaklarını açıkça belirtmiş ve “…Trablusgarp surlarının altına güçlerimizi yerleştirerek İtalyanları beklemek ve ülkede açık bir savaş önermek delilik olur. Türklerin en önemli özelliği inatçı ve sabırlı olmalarıdır. İtalyanlar ne düşünürse düşünsün, biz Araplar ile işbirliğine güveniyoruz. Bizim için önemli olan nokta, bu yardımcı birlikleri başarılı bir şekilde organize etmektir. Teslim olmadan, Trablus’un işgalinden sonra savaşacağız. Trablusgarp’taki cephane ve silahlarımız daha iç kısımlara çoktan yüklendi. Güçlü birliklerimiz Tunus sınırında Güney’de konuşlandırıldı. Birkaç hafta içerisinde 10.000 düzenli bölük ve yirmi veya otuz bin silahlı Arap toplayacağız. Ancak bundan sonra gerçek savaş başlayacak. Önce geri çekileceğiz, ama sonrasında saldırıya geçebilecek güçte olacağız… Küçük ve aralıksız saldırılarla düşmana dinlenme fırsatı vermeyeceğiz…”demişti. Fethi Bey’in açıklamaları özellikle de insan sayısı göz önünde bulundurulduğunda aşırı iyimser olmasına rağmen, 343 344 Karasapan, s. 165. 1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, s. 34. 111 savunma stratejisinin mantığını açıkça ortaya koymuştu.345 Bu stratejinin temelinde de yukarıda sayılan İttihat ve Terakki yanlısı subayların komitacılık konusundaki deneyimlerine olan güvenleri yatıyordu. Zira Osmanlı Devleti içinde yaşayan Balkan Ulusları gelişen milliyetçilik akımı çerçevesinde Osmanlı Devleti’nden ayrılıp bağımsız birer devlet kurma yolundaki emellerini gerçekleştirebilmek için komite adı verilen bir dizi gizli teşkilat kurma yoluna gitmişlerdi. Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Bulgarların, Rumların, Arnavut ve Sırpların komiteleri vardı. Bunun yanında; İtalya’nın birliğini sağlamasında büyük payı olan Carbonaria Örgütü de Balkan Komitecileri’nin örgüt yapısıyla büyük benzerlik göstermekteydi.346 Osmanlı ordusunun genç subayları Makedonya’daki komitelere karşı savaşırlarken; bu grupların izledikleri örgütlenme ve savaş taktiklerini de öğrenmişlerdi. Daha sonraları İttihat ve Terakki Partisi içinde gelişen ve Carbonaria benzeri Jakoben milliyetçiliği etrafında örgütlenmiş bir özel harekât timi olan Fedailer Örgütü yukarıda bahsedilen paramiliter komiteci örgütlenmenin bir uzantısı olarak ortaya çıkmıştı. Trablusgarp Savaşı’nda Arapları İtalyanlara karşı örgütleyen Ali Çetinkaya (1878-1949), Enver Bey (1881-1922) ve Mustafa Kemal (1881-1938) gibi subayların komiteciliğin örgüt yapısından yararlanmaları; özellikle Ali Çetinkaya’nın Fedailer Örgütüne mensup olması tesadüf değildi. Ayrıca Teşkilatı Mahsusa’nın ilk başkanı olan Süleyman Askeri (1884-1915), 1911’de İtalyan’ların Trablusgarp’ı işgal etmelerinin ardından, yerli halkın direnişini örgütleyen ekibin içinde yer almıştı. Süleyman Askeri daha sonra Balkan Savaşı sırasında Batı Trakya’ya gitmiş, burada Geçici Türk hükümetinin kurulmasını sağlayanlar arasında yer almış ve Geçici Türk hükümetinin başkanı olmuştu.347 Gerilla savaşı konusunda deneyimli bu subayların bölgeye ulaşmaları direnişin güçlenmesinin temel taşını oluşturmuştu. Ancak bu subayların Trablusgarp’a ulaşmaları hiçte kolay olmamıştı. Zira bölgeye deniz yolundan ulaşım imkânsız olduğu için bu isimler Osmanlı Ajansı’nın savaş muhabiri kimliğiyle Mısır ve Tunus üzerinden Trablusgarp’a 345 346 Childs, s. 74. Karakartal, s. 27. 112 gitmişlerdir. Bu yolculuklar sırasında özellikle Tunus üzerinden bölgeye ulaşmak isteyen Türk subaylarından bazıları dil bilmemeleri ve kimliklerini iyi saklayamamaları yüzünden Fransız yetkililerince yakalanmışlardı.348 Türk subaylarının Trablusgarp’a gitmelerinden rahatsız olan ve bunu her fırsatta engellemeye çalışan İtalya, Tunus ve Mısır üzerinden Trablusgarp’a yapılan geçişler konusunda Fransa ve İngiltere’yi kınamıştı.349 Gazeteci Mustafa Şerif takma adıyla yola çıkan Mustafa Kemal350 ve arkadaşları da 347 Muradoğlu, Adullah; Sömürge Savaşı Osmanlı Toprakları’nda Sürüyor, Yarın Dergisi, sayı: 233, s. 27. Temmuz 2006 348 Kurtcephe, s. 92. Tunus’ta yakalananlar arasında Paris’te Kızılay Başkanı olan Prof. Dr. Besim Ömer; Prof. Dr. Akil Muhtar ve Dr. Nihat Reşat Bey de vardı. Bu üç doktar Fransız Kızılhaç’ında satın aldıkları iki ambulansı Marsilya üzerinden Tunus’a oradan da Trablusgarp’a götürmeye çalışırken Tunus sularına girmeden İtalyanlar tarafından üzerlerinde kaçak para bulundurdukları ve subay oldukları iddiasıyla yakalanmışlardı. Tunus’ta doktar olduklarını ıspatlamak için Tunus Hükümeti tarafından sınava tabi tutulan bu görevliler daha sonra serbest bırakılmış ve sınırdan geçerek Aziziye’ye ulaşmışlardı. Bkz.: Değer, s. 11. 349 Başta San Giuliano olmak üzere İtalyan hükümeti ve diplomatları Fransa ve İngiltere’ye Türk subaylarının Trablusgarp’a geçişlerini önlemek için Mısır ve Tunus sınırlarının kapatılması konusunda baskı yapmışlardı. Ancak bu iki ülke Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini tamamen koparmamak için Osmanlı Devleti’ne yardım ettiklerini bu yolla gösterme yoluna gitmişlerdi. İtalya’nın ve özellikle Tunus’ta yaşayan İtalyanların baskılarına rağmen Mısır ve Tunus üzerinden Trablusgarp’a Türk subaylarının, gıda ve yardım malzemelerinin geçişi engellenememişti. Askew, s. 147. İtalyan-Fransız ilişkilerini gerginleştiren bir diğer olay da Compagnie General Transatlantique firmasına ait Carthage ve Compagnie de Navigation Mixte firmasına ait Manouba adlı iki Fransız posta gemisinin, Marsilya Tunus güzergâhında seferlerini yaparken sırasıyla 16 ve 18 Ocak tarihlerinde İtalyan savaş gemileri tarafından durdurulup; mürettebatlarıyla birlikte Cogliari’ye götürülmüştü. Bu gemilerden Carthage’a kargosunda Trablusgarp’ta İtalya’ya karşı savaşan Türk birliklerine götürülmek üzere bir uçak taşıdığı iddiasıyla durdurulmuştu. Aslında geminin taşıdığı uçak bir Fransız vatandaşına aitti. Gemi, Fransız hükümetinin uçağın ya da motorunun hiçbir suretle Türklere verilmeyeceğini garanti etmesiyle serbest bırakılmıştı. Manouba olayı ise, geminin taşıdığı Kızıl Ay mensubu olduklarına dair kimlikleri olan 29 Türk’ün Trablusgarp’a İtalyanlara karşı savaşmaya giden Türk subayları oldukları iddiasıyla durdurulması sonucu gelişmişti. Bu iki olay Fransız - İtalyan ilişkilerini oldukça kötü yönde etkilemişti. Çünük uluslararası Lahey Konvansiyonu’nun XI. Maddesi uyarınca bu tip gemilerin yasal izin olmaksızın durdurulması ve aranması yasaklanmıştı. Zira olay sonrasında Lahey Divanı İtalya’nın Fransa’ya Cathage olayı için 160.000, Manouba olayı için ise 4.000 frank tazminat ödemesine karar vermişti. İtalya’nın bu tutumu karşısında gerilen ilişkiler San Giuliano ve Giolitti’nin Fransa’dan özür dilemeleri ve dostane ilişkilerini yeniden inşa etme konusundaki isteklerini belirtmeleri sonrasında tekrardan eski haline dönmüş gözükse de Fransız devleti ve kamuoyu İtalya’nın bu tutumunu sonraki dönemde de unutmamıştı. Bkz.: Geoffrey Miller, Straits, The Origins of The Dardanelles Campaign, Resurgambooks: Yorkshire, 1995, Bölüm: 7, s. 4. Latin kız kardeşler arasındaki bu çatışma kuşkusuz en çok Avusturya ve Almanya’nın hoşuna gitmişti. Poincaré ve Tittoni arasındaki kişisel çekişmeyi fırsat bilen bu iki ülke İtalya’yı Fransa’dan tamamen koparmak için yoğun çaba içine girmişlerdi.Ancak Rusya’nın arabuluculuğu ve Fransa ile İtalya içindeki siyasi ve entelektüel çevrelerin çabalarıyla Trablusgarp savaşı sonrasında Fransız-İtalyan ilişkileri eski haline dönmüştü. Bkz.: Askew, s. 158. 350 Mustafa Kemal Trablusgarp’a savaştan önce 1908 yılında bir isyanı bastırmak için görevli olarak gönderilmişti. Aslında Mustafa Kemal’in Trablusgarp’a gönderilmesindeki amaç onu uzaklaştırmaktı. Zira İttiat ve Terakki’nin Selanik’teki toplantısında alınan kararla Mustafa Kemal’e Trablusgarp’a gideceği bildirilmişti. Bkz.: 1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, s. 12. 113 çok zor bir yolculuğun ardından Mısır’a ulaşmışlardı. Mustafa Kemal Mısır’da iken, Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa ile görüşmüş ve onun manevi desteğini sağlamıştı. Bu arada buradaki Sünusiler’den Mısır’a göndermek üzere gönüllüler toplamışlar ve bu gönüllülerle birlikte iki gün sonra Tobruk dışındaki Türk karargâhına ulaşmışlardı. Trablusgarp’a varan Mustafa Kemal, Kasım ayı süresince Arap önderleriyle görüşmelerde bulunmuştu. Burada görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Sünusiler’i ve yerli Arapları teşkilatlandırmak gibi çok önemli bir görevi yüklenmişti. Onun teşkilatçılıktaki başarısı Sünusiler’in ve diğer yerli Arap kabilelerinin savaşın sonuna kadar Türklerin yanında yer almalarını sağlamıştı.Gönüllü Türk subaylarının Trablusgarp’ta gösterdikleri olağanüstü çalışma ve çaba sayesinde bölgede hiç yoktan bir direnme gücü meydana getirilmiş ve Trablusgarp savunması üç ana bölgeye bölünmüştü: 1. Trablus Komutanlığı: Komutanı Kurmay Albay Neşet 2. Bingazi Komutanlığı: Komutanı Kurmay Binbaşı, (sonra Yarbay) Enver 3. Derne Komutanlığı: Komutanı Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal (daha önce Ethem Paşa idi.) Enver Bey Trablusgarp’ta tamamen Müslüman olan Arapları itaat altına alabilmek için halifenin damadı olduğunu, buraya onun elçisi olarak geldiğini ilan etmeyi lüzumlu görmüştü. Bu büyük ölçüde onun işini kolaylaştırmıştı. Halifenin damadının cihada iştirak etmiş olması, Arap halkın üzerinde çok büyük bir etkiye yol açmıştı. Trablusgarp direnişinin önde gelen kahramanlarından ve Abdülhamit Devri’nde tutuklandıktan sonra Tanzimat’la birlikte özgürlüğüne kavuşan Süleyman El-Baruni İtalyan işgaline karşı direnişi organize etmek için çalışmalara başlamıştı. El-Baruni (1871-?), düşman işgalinden uzak bölgelerde gönüllüler toplamayıp ihtiyaç duyulan erzak tedarikini gerçekleştiriyordu.351 Al-Baruni İtalyanlar Trablusgarp’a gelmeden önce de bir kabile gücü oluşturarak onlara karşı koymak istemiş ama Osmanlı hükümetinin savaş öncesi İtalya’yı kızdırmayı istememesi yüzünden bu hareket durdurulmuştu.352 Derme çatma meydana getirilen Türk-Arap kuvvetleri İtalyanları bir yıl süren savaşta kıyı şeridinden İtalyan 351 352 Anderson, Eugene, s. 126. Childs, s. 89. 114 toplarının atış sahasından içeriye geçirmemişlerdi. Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Bingazi’ye silah ve cephane gönderebilmek için her yolu denemiş, elindeki bütün imkânları kullanmıştı. Bingazi ve Trablusgarp’ta Arapların sahilden iç kısımlara ilerleyen İtalyan birliklerine yaptığı ani baskınlar sonucunda İtalyan silah ve cephanesi hatta pek çok yiyecek ve giyim eşyası ele geçirilmişti. Hatta cephe gerilerinde baskının ertesi günü pazarlar kurulmuş ve baskında ele geçirilen ganimetler bu pazarlarda satılmıştı. Savaş sırasında Mısırlıların gösterdikleri yardımlar da dikkate değerdi. Erkan-ı Harbiye Dairesi 3. şubeden Trablusgarp Komutanlığı’na gelen bir telgrafta Mısır’da Trablusgarp için müdafaa-i vataniye cemiyetlerinin kurulduğu, bunların Trablusgarp’a gönüllü ve erzak gönderecekleri, Mısır Fevkalade Komiseri’nin da onlara yardımcı olacağı belirtilmiş ve Mısır komiserliği ile ve Fethi Bey’le erzak vs. gönderilmesi hususunda irtibat kurmaları istenmişti. Ayrıca Mısır’dan bir miktar paranın da gönderilmiş bulunduğu bildirilmişti. Türk subaylarının direniş güçlerinin başına geçmesinden sonra İtalyan işgal kuvvetlerine karşı düzenli saldırılar başlamıştı. İlk düzenli Türk saldırısı 23 Ekim 1911’de yapılmıştı. İtalyan istihkâmlarına iki koldan saldıran Türk birliklerine Neşet Bey ve Ali Fethi Bey kumanda ediyorlardı. Saldırıyı haber alan Trablusgarp halkı da arkadan hücuma katılmışlardı. Çarpışmalar sonunda İtalyan birlikleri çok ağır zayiat vererek ileri mevkileri terke mecbur olmuşlardı. İki gün aradan sonra Neşet Bey, yeniden saldırı emri vermişti. İtalyanlar bu saldırıda 30 subay, 321 asker kaybetmişler, 16 subay ve 142 İtalyan askeri de yaralanmıştı. Ortada kesin bir zafer olmadığı halde bu saldırılar İtalyanların gözünü korkutmuştu. Telaşa kapılan İtalyan hükümeti, geriye dönüş köprülerini atma için 5 Kasım 1911’de ilhak kararnamesini yayınlamıştı.353 Balkan Savaşları patlak verince Enver Bey ve arkadaşları İstanbul’a dönmüşler, ama daha sonra Mısır Genel Kurmay Başkanı olacak olan Aziz Ali-Al Mısrı (Bey) gibi Arap asıllı bazı Teşkilat-ı Mahsusa mensupları bölgede kalmışlardı. Onların kurdukları direniş 353 Kurtcephe, s. 93. Enver Bey Balkan Savaşı’na gitmeden önce Aziz Al-Masri’yi ziyaet tmiş ve onu İtalyanlara direniş konusunda desteklemişti. Sünusi Tarikatına bağlı Arap kabileri de Enver Bey’ye mücahidlerin desteği konusunda arka çıkmışlardı. Bkz.: Evans: ss. 115-116. 115 örgütü de 1920’lere kadar ayakta kalmıştı. İtalyan hükümetinin ve halkının Trablusgarp’ı işgal planlarını yaparlarken dikkate almadıkları bir nokta vardı. O da Trablusgarp’ın tarihi geçmişinin ve mevcut durumunun Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki diğer iki vilayetinden daha farklı olmasıydı. Zira Tunus ve Mısır Fransa ve İngiltere’nin işgalinden önce de yıllarca neredeyse bağımsız bir şekilde yönetilmişlerdi. Bunun tersine, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp üzerindeki kontrolü 1911 yılında İtalyan işgali sırasında daha fazlaydı ve bölgedeki yerli halk ile Türkler arasındaki bağ Tunus’ta ve Mısır’da yaşayan yerli halkınkinden daha fazlaydı.354 İtalyanlar savaştan önce Trablusgarp ve Bingazi’ye adamlarını göndererek yerli halkı Türklere karşı kışkırtmaya çalışmışlar, “Türkler size medeniyet namına hiçbir şey yapmadı. Sizi her yönden geri bıraktı. Biz gelince size medeniyet ve bolluk getireceğiz.” propagandasını yapmışlardı.355 Arapların Trablusgarp’ta yaşayan İtalyanlara karşı tutumlarının oldukça iyi olmasından cesaret alan356 İtalyanlar Trablusgarp’a gittiklerinde Arapların kendilerini bir kurtarıcı gibi karşılayacaklarını ummuşlar, Arapların Türk idaresine karşı ayaklanarak kendilerine öncülük edeceklerini sanmışlardı.357 Fakat bunun tam tersi olmuştu. Arapların ancak çok az bir kısmı İtalyanların yanında yer almış, büyük çoğunluğu İtalyanlara karşı bağımsız tek Müslüman devlet olan Osmanlı Devleti’nin yanında yer almışlardı. Bu da Sünusiler’in hilafet rejimine bağlılıklarının en büyük göstergesiydi.358 Bunun yanında Kuzey Afrika’da yaşayan gezici bedevi kabileleri için İslamiyet birliğin yegâne yoluydu. Akrabalık bağları ve yaş hiyerarşisi üzerine kurulu bir yönetim sistemleri olan göçebe bedevileri İslamiyet’ten ve bağlı bulundukları tarikatın öğretilerinden uzaklaştırmak çok zordu.359 İtalyanların yerli halkın dinlerine hürmetkâr görünmeleri onlara gıda dağıtmaları, işgalde palmiye ağaçlarına zarar verdirmemeleri ve kadınlara hürmetkâr davranmaları gibi yollarla kendi tarlarına çekme gayretleri de işe yaramamıştı. Ayrıca işgalin kendilerine karşı değil Türklere karşı yapılmakta olduğu 354 Childs, s.12. Kurtcephe, ss. 93-95. 356 Bennett, s. 45. 357 Karasapan, s. 203. 358 Evans, s. 92. 355 116 konusunda Arapları ikna edebilmek için çok çalışmışlar ama bunda da inandırıcı olamamışlardı. Recep Paşa zamanında Trablusgarp’ta bulunan ve burayı iyi tanıyan bir kişinin Jön Türk gazetesi’ne gönderdiği bir yazıda Trablusgarp halkının hemen hemen hepsinin Müslüman olduğu ve halifeye son derece bağlı oldukları ve hemen hemen hepsinin bir tarikata mensup bulunduklarını bu tarikatlardan en önemlisinin Sünusilik olduğunu, bunların teşkilatlarının yalnız Trablusgarp’ta değil; Fizan, Çad, Fas ve Mısır’da ve bütün Kuzey Afrika’da yerleşmiş olduğunu, Sünusiler’den başka Selamiyeler, Alusiler, Pesaviler ve daha pek çok İslam cemiyetlerinin bulunduğu ve bunlar tarafından İtalyanlara karşı mukavemet etmek için Babıâli’ye teklif yapıldığını, tarikat reislerinin bir kelimesi bile bunların bütün halkı savaşa amade bir duruma getirebileceğini söylemişti. Yüksek bir ruh ile savaşa girişen mücahitler kafilesi Kuzey Afrika’da büyük nüfus sahibi olan Sünusiler’in de katılmasıyla büyük ölçüde güçlenmişti. İtalyanlar Şeyh Sünusi’yi elde etmek için çok uğramışlar fakat muvaffak olamamışlardır. Sünusiler üzerinde Türk subaylarının propagandası daha etkili olmuştu.360 Zaten Sünusiler daha 1835 yılında Osmanlı Devleti’nin bölgede mutlak hâkimiyetini kurmasının ardından devletçe desteklenmiş ve bölgenin yönetiminde önemli kademelere getirilmişlerdi. Ayrıca önde gelen birçok Sünusi ailesi çocuklarını Türk geleneklerine göre yetiştirmekteydi. Böyle bir durum içinde İtalyanların Sünusiler’i kendi taraflarına çekmeleri son derece güçtü.361 Zaten Ahmed İbn-i Seyyit Muhammet eş Şerif el Sünusi İslam âlemi için İtalyanlara karşı cihat ilan etmişti. İlk cihat çağrısını diğerleri izlemişti. Mart 1912 başlarında Şeyh Muhammed imzasıyla Trablusgarp halkını cihada çağıran bir beyanname yayınlanmıştı. Yine aynı günlerde Sünusi büyük şeyhi Ahmet Şerif imzasıyla Araplara hitaben cihada çağrıda bulunan bir beyanname daha yayınlanmıştı. Bu cihat ilanı Trablusgarp dışındaki 359 Anderson, Eugene, ss. 45-46. Zaten Sünusi Tarikatı bölgede 1856 yılında Sultan Abdulmecid’in yayınladığı bir fermanla vergi konusunda ayrıcalıklı bir statü kazanmışlardı. Ayrıca tarikat mensuplarından bağış toplama konusunda da Sünusi Şeyhlereine Padişah tarafından yetki verilmişti. Bu fermanın ardından Sultan Abdülmecid’in kardeşi Abdülaziz’in yayımladığı fermanla da Sünusi Tarikatı’nın bölgedeki ayrıcalıkları genişletilmişti. Bkz.: Evans, ss. 91-92. 361 Anderson, Lisa s. 92. 360 117 Müslümanlar üzerinde beklenen etkiyi göstermemiş fakat Trablusgarp ve çevresinde büyük ve şiddetli bir tesir uyandırmıştı. Sünusiler ve bunlar gibi saf ve temiz Arap kabileleri Türk subaylarının kumandası altında İtalyanları sahilden içeri sokmamışlardı ki, neredeyse şehit olmak için yarışmışlardı.362 Sünusi tarikatının nüfuzu sadece Kuzey Afrika’da etkili değildi tarikatın etki alanı Yemen’e kadar uzanıyordu. Yemen’de İtalyanlarla işbirliği yapan Seyyid İdris, ihanetini halk nazarında haklı göstermek için İtalyanlardan aldığı silah ve cephanelerin Şeyh Ahmet Şerif tarafından gönderildiğini iddia etmişti. İdris’in Sünusi şeyhinin adını kullanarak İtalyanlarla işbirliği yaptığı haberi Trablusgarp’a ulaşır ulaşmaz Şeyh Ahmet Sünusi, İslam âlemine karşı vuku bulan taarruzlara karşı bütün Müslümanların, büyük bir İslam devleti olan Osmanlı Devleti’nin çatısı altında toplanmaları ve düşmana karşı cihat etmeleri gerektiğine dair Yemen halkına hitaben bir beyanname kaleme almıştı. İtalyanlar savaş boyunca Arapları Türklere karşı kışkırtmaktan geri durmamışlardı. Halka zaman zaman uçaktan bu yolda bildiriler atmışlardı. Yine ordugâha atılan bir bildiri üzerine Arap halkı adına İtalyan hükümetine hitaben yazılan bir telgrafta, “Dün tayyareniz vasıtasıyla Trablusgarp halkına hitaben ordugâh merkezimize attırdığımız beyannameyi Türk kardeşlerimizle bir araya gelerek okuduk. Sizin beyannamede söylediğiniz sözleri cevaplandırıyoruz. Biz Türklerin ecdadımızı katlettiklerine dair bir vaka hatırlamıyoruz. Bu konuda kimseye şikâyette bulunmadık. Bilakis bu muameleyi sizde gördük. Askerleriniz bir yaşındaki çocuklarımızı ve kadınlarımızı bile öldürdüler. Ve işkencelere maruz bıraktılar. Bunları görmeseydik sözlerinize inanabilirdik. Camilerimizi içinde ibadet yapıldığı sırada başlarına yıktınız Türklerin savaşta bizi ileri sürdüklerini kendilerinin geri planda kaldıklarını söylüyorsunuz. Biz onlarla yekvücuduz. Aynı vatanın evladıyız. Ayrımız gayrimiz yoktur. Şu kadar ki onlar bizim kıymetli muallimlerimiz olduğu için onların mevcudiyetlerini korumak zorundayız. Onların öğrettikleri harp usulü sayesinde 500 kişilik 362 12 Mart 1912’de Türk ve Araplardan oluşan bir güç İtalyanlar üzerine bir saldırıda bulunmuş ve İtalyan resmi kayıtlarına göre 1000 İtalya’nı öldürmüşlerdi. Bkz.: Evans, s. 112. Dr. Hüseyin Hüsnü Bey de anılarında bu olaya yer vermiş 1000 İtalya’nın yanında Yüzbaşı Ali Efendi ile Mülazım Mustafa Efendi’nin de aralarında bulunduğu 130 Müslüman’ın şehit olduğunu belirtmişti. Bkz.: Değer, s. 41. 118 bir kuvvetle bir alayınızı mağlup ettik.” denmişti.363 Trablusgarp ve Bingazi’de İtalyan işgalinden kısa bir müddet sonra Türklerin toparlanıp şiddetli bir mukavemete başlamaları hatta bazı yerlerde hücuma geçmeleri düşmana baskınlarıyla pek çok zayiat verdirmeleri İtalyanları endişeye sevk etmişti. İtalyanlar sayı ve kuvvet bakımından çok geride olan Türk-Arap mücahitleri karşısında düştükleri bu durumun öcünü almak için pek çok günahsız Arap’ı işkenceyle öldürmüşlerdi. İtalyanların Türk-Arap kuvvetleri karşısında başarısızlığa uğramaları ve bu durumun dünyanın gözünde İtalyan ordusunun zayıflığına verileceği korkusu İtalyan kamuoyunda şiddetli bir rahatsızlık yaratmıştı. Ekim sonlarında İtalyanların Trablusgarp’taki askeri durumları siyasi durumlarını da çok zor bir safhaya sokmuştu. İtalyan kamuoyunda Trablusgarp Harekâtı konusunda değişik görüşler ortaya atılmaya başlanmıştı. Birçokları harekâtın tamamen durdurulmasından yanaydı. Bir kısmı Trablusgarp’ın silahlı işgaline karşı çıkıyor ve İtalya’nın da İngiltere’nin Mısır’da ve Fransa’nın Tunus’ta yapmış olduğu gibi hileli politikayla Trablusgarp’ı alması gereğini savunuyorlardı. Bu durum İtalyan kamuoyunda Trablusgarp ve Bingazi için besledikleri emellerin bir an önce gerçekleştirilmesi arzusunu uyandırmıştı. İtalyanlar, milletin moral durumunu yükseltmek ve askeri başarısızlıklarından dolayı, diğer devletlerin araya girerek uzlaştırıcı bir antlaşma yapılması isteklerini önlemek için Trablusgarp ve Bingazi’nin İtalya’ya ilhakını istiyorlardı. İtalya’nın ilhak kararını ilan etmesinden önce, Osmanlı Devleti, onun böyle bir şey yapacağından şüphelenmişti. Fakat savaş sahasından Osmanlı subaylarının zafer haberleri geldikçe İtalya’nın buna cesaret edemeyeceğini düşünüyordu. İtalyanlar gerçekten de mantıkla bağdaşmayan bir tarzda, askeri başarısızlıkları arttıkça taleplerinden vazgeçecekleri yerde daha artırmışlardı. Osmanlı Devleti İtalya’nın ilhak niyetini önceden sezdiği için 2 Kasım 1911’de bunu bir genelgeyle protesto etmiş ve böyle bir karar alınırsa, kararın Osmanlı Devletince tanınmayacağını bildirmişti. Fakat İtalya, her şeye rağmen, 5 Kasım 1911’de ilhak iradesini 363 Şıvgın, ss. 88-89. Sünusiler’in direnişe katkıları, Ouchy Barış Antlaşması imzalanana kadar kesintisiz sürmüştü. Osmanlı kuvvetleri Trablusgarp’ı terk ettikten sonra direniş Sünusiler tarafından 1931 yılına kadar devam ettirilmişti. Bkz.: Askew, s. 189. 119 ilan etmişti. Bu ilhak kararnamesinde özetle şunlar belirtmişti; ”Trablusgarp ve Bingazi’nin başlıca kentlerinin elimize geçmiş olması, silahlarımızın sürekli başarıları, orada topladığımız ve oraya göndermek üzere olduğumuz üstün kuvvetler, Osmanlı Devleti’nin bundan böyle her türlü mukavemetini etkisiz kılmıştır. Faydasız kan dökülmemesi için yerli halkın kafasından her türlü tereddüdü kaldırmak gerekir. Kralın buyruğu ile Trablusgarp ve Bingazi büsbütün ve değişmez olarak İtalya Krallığı’na katılmıştır. Osmanlı Padişahına sözde de olsa oralarda bir hak tanıyan başka türlü bir antlaşma, ilerisi için tehlikeli ve sonu gelmeyen bir geçimsizlik kaynağı olurdu. Bu ilhak kararnamesi İtalya menfaatleri Avrupa ve hatta Osmanlıların menfaatleri için de faydalıdır.Balkanlar’daki mevcut düzenin korunması ile Osmanlı Devleti’nin esas mevkiini muhafaza bakımından da bu teklif faydalıdır. Trablus ve Bingazi işi ortadan kalkınca diğer işler de Osmanlı Devleti’ni büyük ölçüde tatmin etmeye hazırız. Ancak eğer Osmanlı Devleti, bunu kabul etmez de mukavemette direnirse, sulh yolundan vazgeçer ve elimizdeki bütün vasıtaları kullanırız. Avrupa devletlerinin de bu teklifleri Osmanlı Devleti’ne kabul ettireceklerini ümit ederiz.” 364 Osmanlı hükümeti İtalya’nın ilhak iradesini 7 Kasım 1911’de protesto etmişti. Protestosunda bu durumun Paris ve Berlin Antlaşmaları’ndaki Osmanlı toprak bütünlüğünün korunması maddesine aykırı olduğunu ve bu antlaşmalara imza koymuş olan devletlere karşı bu antlaşmaların İtalya tarafından çiğnenmiş olacağını belirtmişti. Ancak Osmanlı Devleti’nin protestosu Büyük Güçler nezdinde hiçbir etki yapmamıştı. Hatta onun en çok yardım beklediği Almanya bile Osmanlı Devleti’nden yana olmamıştı. İlhak kararı Osmanlı Devleti üzerinden İtalya’nın beklediği etkiyi yaratmamış, sadece kendi kamuoyunu bir ölçüde tatmin etmişti. Trablusgarp ve Bingazi’de savaş, ilhak hiç olmamış gibi daha da şiddetlenerek devam etmişti. İtalya ise Trablusgarp’ta başarısızlığa uğradıkça savaşın başındaki yumuşak tutumunu sertleştirmeye başlamıştı. İtalyanlar Osmanlı esirlerini gemilere bindirerek onlara her türlü işkenceyi yapıyorlar, bunların bir kısmını İtalya’ya gönderiyorlar fakat gidenlerden bir daha haber 364 Şıvgın, s. 93. 120 alınamıyordu.365 Blunt anılarında, Türk ordusunda gönüllü olarak hizmet veren iki İngiliz subayın İngiliz Daily Mirror gazetesine gönderdikleri telgrafa yer vermişti. Bu telgrafta İngiliz subaylar Türk birlikleri ile birlikte Trablusgarp dışındaki bir vahayı İtalyanlardan geri aldıklarında, İtalyanlarca camilerde öldürülmüş yüzlerce kadın ve çocuk cesediyle karşılaştıklarını yazmışlardı. Ayrıca Blunt anılarında İtalyan askerlerinin bu davranışlarının Hıristiyanlığın temel değerleriyle çatıştığını ve dünyada Hıristiyanlara karşı tepkiye yol açtığını yazmıştı.366 Ünlü Fransız yazar Pierre Loti de; 10 Aralık 1911’de Le Figaro gazetesinde çıkan yazısında İtalyan askerlerinin Trablusgarp’ta savunmasız sivil halka karşı şiddet uyguladığını ve masum insanları acımasızca öldürdüğünü, suçsuz Arapların uluslararası hukuka, Lahey Antlaşması’nın kesin hükümlerine aykırı şekilde toptan kurşuna dizildiklerini yazmıştı.367 Vladimir Ilyiç Lenin de Pravda’da 28 Eylül 1912’de İtalya’nın Trablusgarp’taki yerli halka karşı takındığı acımasız tutumu “Savaşın başında İtalyanların karaya çıkardıkları 1.200 kişilik kuvvet Arapların saldırısıyla karşılaştı ve 600 asker bu çatışmada öldü. Medeni ve anayasal bir ulus olan İtalyanlar bu saldırının öcünü almak için kadın ve çocuklarında içinde bulunduğu 3.000 Arabı acımazca öldürüp 1.000 Arabı da astılar.” şeklinde anlatmıştı.368 Zaten İtalyan işgalinin uluslararası hukuk açısından da bir geçerliliği yoktu. Çünkü İtalya’nın topraklar üzerindeki kontrolü tam değildi ve savaş boyunca da hiçbir zaman tam olmamış, daha geniş alanlar hep Osmanlı Devleti’nin yönetimi altında kalmıştı. Örneğin, Osmanlı Posta Servisi etkinliğini normal bir şekilde sürdürmüştü. Normal şartlar altında, bir işgal savaş sonunda kaybeden devletin toprak kaybettiğini yapılan antlaşmada kabul etmesiyle meşru hale gelir; bu durumda ise Osmanlı Devleti hiçbir zaman işgali kabul etmemişti. Büyük Güçler’in hiçbiri de işgali Osmanlı Devleti’nin İtalya’ya karşı askeri 365 Şıvgın, ss. 97-98. Blunt, s. 783. 367 Pierre Loti, Can Çekişen Türkiye 1914, (Çev: Fikret Şahoğlu), İstanbul: Tercüman gazetesi Yayınları, (t.y.), ss. 43-49. 368 Vladmir Ilyic Lenin, Tük - İtalyan Savaşı’nın Sonu, Pravda, Sayı: 129, 28 Eylül 1912. 366 121 direnişi sürdürdüğü süre boyunca tanımamıştı.369 İtalya, Trablusgarp ve Bingazi’yi kısa zamanda işgalinin ardından beklenenin aksine bir durumla karşılaşmıştı.370 Zira karşısında büyük bir direniş bulmayı beklemeyen İtalya küçük ama etkili bir müdafaayla karşılaşmıştı. Bu direnişin ardından İtalya’da Doğu Akdeniz’de güçlü bir deniz gücü olmayan Osmanlı Devleti’nin dış yardım alması durumunda İtalya’yı tehdit edebileceği fikri uyanmıştı.371İtalya, Trablusgarp’ın kıyı kesimi boyunca önemli noktalara asker çıkartmada kısmen başarılıydı. Ancak Osmanlı güçleri tamamen yenilmemişti. Çıkarmanın ardından İtalya’nın kıyı boyunca bazı topraklardan başka kontrolü altında toprak olduğunu söylemek güçtü. Bundan da öte, 1879’dan beri Avusturya işgali altında bulunan ve nüfusunun büyük çoğunluğu Hıristiyanlarla karışmış olan Bosna-Hersek’teki durumdan farklı olarak, Kuzey Afrika’daki vilayetlerin tamamı Müslümandı. İstanbul’da ülkenin bütünlüğünün korunmasının İslamcı gelenekçiler tarafından girişilen Osmanlıcılık İdeolojisiyle sağlanacağını düşünen rejim taraftarları, dar al-islam’ı (İslam toprakları) oluşturan toprakları bırakmaya yanaşmamışlardı. Bu yüzden İtalya, Avusturya’nın Bosna-Hersek’te ilerlediği gibi Trablusgarp’ta ilerleyememişti. Bu da Osmanlı Devleti’nin cesaretlendirmişti. Ayrıca Osmanlı Devleti için Balkanlar’dan farklı olarak nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Trablusgarp ve çevresini işgalci bir devlete karşı örgütlemek daha kolaydı.372 Ayrıca bölgede yaşayan Arapları İslami kurallara karşı çok hassaslardı, özellikle de Müslüman olamayan bir yönetime karşıydılar. Ama İtalyanlar bunun fark etmemişlerdi. İtalyan’ın Trablusgarp’taki savaş yönetimi ilerleyen günlerde savunmaya dönüşmüştü. İtalyanlar kasabalar ve vahâlar içerisinde kısılmışlardı. Düşman ise çok hareketli ve yakalanması zordu, çok çabuk ortadan kaybolup, yeniden gruplaşabiliyordu. Böyle bir düşmana karşı hantal İtalyan birliklerinin şansı çok düşüktü.373 General Brusati, 19 Kasım 1911’deki Victor Emmanuel III’e gönderdiği memorandumda durumu “Savaşın sonu yakın görünmüyor. Türkler her zaman siyasi 369 Childs, ss. 89-90. W.K. McClure, Italy in North Africa, Darf Publisher, London, 1985, ss. 35-38 371 Thomas Barclay, The Turco - Italian War and Its Problems, Houghton Mifflin Company, Boston, 1914 s. 113. 372 Childs, s. 83. 370 122 olarak izlediği çizgiyi askeri alanda da izliyorlar. Zaman kazanma için Trablusgarp’taki Türk-Arap birlikleri birbirlerini destekliyor. Bizim birliklerimiz ilerlediğinde iç taraflara çekiliyorlar ve Tunus Mısır’dan gelen kervanlara karışıyorlar. Türklerin söylediğine göre İtalya çok önemli bir yeri vurmayı başaramadığı sürece savaş bitmeyecekti. Maalesef düşmanın önemli noktaları, görünüşe göre, askeri hazırlıklardan ziyade diplomatik hazırlıklarla korunmaktadır. Türkler bizi neredeyse tamamen izole edilmiş ve çekingen olarak görmekte ve bizi Afrika kıtasında neler olduğuyla ilgilenmiyormuş gibi göstermektedirler. Bu durumda maalesef biz de Osmanlı Devleti’nin Balkan vilayetlerinde yeni olaylar çıkana kadar orduyu hazır tutarak beklemek zorundayız.” şeklinde anlatmıştı.374 Aslında İtalya, Osmanlı güçlerine Tunus ve Mısır’dan gelen takviyeler konusunda savaş boyunca İngiltere ve Fransa’yı protesto etmişti. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa bu trafiği kesmek için ellerinden geleni yapacaklarına söz vermişti. Ancak sınırlar sömürgeci güçlerin tahmininden daha geçirgendi ve Müslüman Tunuslular ve Mısırlılar sınırlardaki Türk birliklerine sempati duyuyorlardı. İtalyan işgalinden sonra Trablusgarp Valisi olacak olan işgal kuvvetleri komutanı General Giovanni Caneva (1854-1943) ise Adowa Felaketi’nin tekrarlanmasında kaçınıyordu. Kasım başında gönderdiği raporunda Trablusgarp’taki Arap yerlilerin Türklerin İtalyan işgalinin kesin olmadığı ve barış sonucunda geri çekilecekleri propagandalarıyla ikna edildiğini belirtmişti. Bu durumda, Caneva, askeri bir hareketten ziyade siyasi bir hareketin tercih edilmesi gerektiğini belirtmiş ve İtalya’nın gelecekte barış içinde yöneteceği bir halkla savaşarak bu halka yabancılaşmaması gerektiğini savunmuştu. Caneva’nın çözümü bekleme oyunu uygulamaktı. Sonuç olarak, Caneva Osmanlı Devleti’nin sallanan ekonomisinin savaştan vazgeçmeye zorlayacağına inanıyordu, ayrıca düşman yerli nüfusa karşı uzun bir savaşın İtalya’nın kendi birliğini de tehdit edebileceği hususunda uyarmıştı. Ama Giollitti ve San Giuliano böyle bir öneriyi hoş karşılamamışlardı. İtalyan kamuoyunun görüşünü yansıtarak, hükümete içeride ve dışarıda 373 374 Askew, s. 56. ACS 17/35, no: 593, 19.11.1911. 123 itibar getirecek saldırgan bir harekât istediklerini belirtmişlerdi.375 Aralıkta işgal Trablusgarp’ın 17 metre iç kısmına Ayn Zara’ya kadar yayılmıştı. Bingazi’de ise işgal Bingazi’yle sınırlı kalmıştı, iç taraflar Sünusiler’in elindeydi. Bu şartlar altında, İtalyanlar Osmanlı Devleti’nin daha kırılgan bir noktasına çarpma kararını vermişlerdi. Böyle önemli bir noktaya saldırması için İtalya’nın Büyük Güçler’le bir uzlaşma içerisinde olması şarttı ama İtalya böyle bir antlaşmanın kolay olmayacağının farkındaydı. Öncelikle, Avrupa kamuoyu İtalya’nın Trablusgarp Seferi’ne olumlu bakmıyordu. 1911’deki Avrupa hükümetleri her zaman kamuoyuna karşı sorumlu değildi, önemli olan Avrupa’daki bakanların tavrıydı. San Giuliano’nun duruşundaki en önemli sorun Üçlü İtilaf Antlaşması’ndaki yedinci maddenin yorumlanmasında Viyana’daki Aehrenthal’ın kendisine katılıp katılmayacağıydı. Bu maddede; “İtalya veya Avusturya Balkanlar’daki veya Osmanlı Devleti’nin Adriyatik’teki ve Ege’deki kıyı ve adalarında mevcut durumun değişmesini gerekli gördüğünde, taraflar birbirleriyle bir uzlaşmaya ulaştıktan sonra harekete geçeceklerdir” deniyordu.376 San Giuliano Ege’de askeri operasyonları ve adaların işgalini barış aracı olarak görmüştü.377 Ancak İtalyan hükümetinin Ege’ye yaklaşımları hakkında Roma’da iki görüş belirmişti. Bir grup düşmanın üzerine etkin bir şekilde savaşarak gidilmesi gerektiği fikrini savunurken; diğer grup ise bunun yaratacağı diplomatik sorunlara dikkat çekiyordu.378Ancak savaş İtalya için gittikçe kötüye gidiyordu. Kötü giden savaş atmosferinde İtalyan milliyetçilerinin tek avuntusu ise, ülkelerinin savaşta uçak kullanmanın öncüsü oluşuydu.379 Ayrıca bazı asker mektuplarında yer alan ve Trablusgarp’ı Amerika kadar zengin ve bereketli gösteren ifadeler İtalyan milliyetçilerinin işgal konusundaki şevklerini arttırmıştı. Popüler bir İtalyan şarkısı olan Tripoli, bel suol d’amore (Güzel Trablusgarp’a Doğru) Trablusgarp’ın bir cennet olduğunu dile getiriyordu. Resmi törenlerde bu şarkıyı söyleyen askerler kampların 375 Askew, s. 56. Childs, ss. 101-103. 377 ACS 24/62/2, no: 87, 08.04.1911. 378 Childs, ss. 116-117. 379 Ancak gerçekte İtalyanlar savaşta kullandıkları uçaklardan ve zeplinlerde de istedikleri oranda verim sağlayamamışlardı. İtalyan uçaklarının attıkları bombaların etkileri çok tahrip edici olmuyordu. Ayrıca İtalyanların yaptıkları hava bombardımanı bazen sivil halka da zarar verebiliyordu. Bkz.: Bennett, s. 58,115. 376 124 içinde, Trablusgarp’taki durumun ülkelerinde söylenilenler olmadığını dile getiren. Oh iniqua, oh infame Turchia L’hai ucciso il mio amato consorte Ma quando ebbi L’annuuncio di morte Un dolore provai da morir Comanda Cristo oppure il padrone Maledetta sia sempre la guerra.380 gibi şarkılar söylüyorlardı ve her geçen gün Arap kurşunlarından ziyade koleradan ölen İtalyan askerlerinin sayısı artıyordu.381 İtalya Trablusgarp’ı işgal etmek için 100.000 askerini seferber etmişti. Ama İtalya için savaşın kazanılması sanıldığı kadar kolay değildi. Zira büyük filolarla okyanusları aşabilen Avrupa orduları için çölde savaşmak tamamen yabancılık çektikleri bir olguydu. Çıkarmanın ardından geçen bir aylık sürede karşılaşılan temel sorun, çölü ve vahâları çok iyi bilen Arapların İtalyan birliklerinin arkalarından yaptıkları saldırılardı. Bu saldırılar karşısında İtalyan birlikleri oldukça sıkıntılı anlar yaşamışlardı. Araplar kendi ülkelerinde savaşmanın bütün avantajlarını işgalci güçlere karşı kullanmışlardı. İtalyanlar ise savaşı Roma’daki bürokratların telgraflarına göre yönettikleri için Araplar karşısında istenilen başarıyı sağlayamıyorlardı. Crispi gibi İtalya’yı Büyük Güçler arasına sokmak için çabalayan Giolitti, bu uğurda bir sömürgeye sahip olmak için işgal konusunda sabırsız davranmış ve iyi düşünüp doğru hareket edememiştir. İtalya’nın Trablusgarp’a müdahale konusunda en büyük hatası da bu olmuştu.382 Bunun yanında Avrupalı Türk dostu entelektüeller İtalya’nın Trablusgarp’ta yaptıklarını haksız buluyor ve İtalya’nın Trablusgarp’ta masum halka karşı yaptıkları yüzünden dünya kamuoyunda Avrupa’nın imajını zedelediğine ve İslam dünyasında Hıristiyanlara karşı nefretin uyandığına inanıyorlardı. Özellikle İngiliz entelektüeller bünyesinde hatırı sayılır oranda Müslüman topluluk barındıran Birleşik Krallık’ın 380 İblis, Alçak Türkler / Benim Sevgili Arkadaşımı Öldürdün / Ölüm Haberini Aldığımda / Ölüme Denk Acı Çektim / İsa mı Yönetiyor Bizi, Yoksa Patronlar mı?/ Güneş Görünmeyecek Kadar / Yeryüzünü Kanla Sıvayan Savaşa Lanet Olsun 381 Barclay, Thomas, s.113. 382 Romano, s. 142. 125 Trablusgarp’ta yaşananlara tepkisiz kalmasını eleştirmiş ve ileride ülke içinde yaşayan Müslüman halkların buna tepki gösterebileceklerinin altını çizmişlerdi.383 İtalyan ilerleyişinin durması ve Trablusgarp’taki Arap isyanı İtalyan kamuoyunda şok etkisi yaratmıştı.384 İtalyan ordusunun başarısızlığa uğramasının bir nedeni de ordu içinde ordunun temel yapısından kaynaklanan iç çatışmaların varlığıydı. Bu çatışmaların temelinde de kuzey ile güney kökenli subaylar arasındaki kültürel ve yapısal farklılıklar yatmaktaydı. Bu da ordu içindeki düzeni ve istikrarı zedeliyordu.385 Ayrıca bazı İtalyan gözlemciler, İtalya’nın Trablusgarp’taki askeri yetersizliğinde Fransız Yabancı Lejyonleri ya da İngiliz Hindistan Ordusu gibi denizaşırı durumlarda savaşmak üzere yetiştirilmiş ve uzmanlaştırılmış bir gücünün olmamasının da rol oynadığına dikkat çekmekteydiler.386 Bunun yanında İtalyanların işgal sırasında bir noktada toplanıp işgali buradan genişletmek yerine sahil boyunca dağılmaları da az sayıda gerilla savaşçısının 100.000 kişilik İtalyan ordusunu sahilde kıstırmasına sebep olmuştu.387 İtalyanlar bu başarısızlıkları üzerine savaşın başında savaşın sadece Trablusgarp ve Trablusgarp sularında olacağını, Avrupa’ya sıçratılmayacağını söylemelerine ve bu konuda Avrupa devletlerine teminat vermelerine rağmen, Adriyatik’te ve Ege Denizi’nde girişimlerde bulunmaktan geri kalmamışlardı.388 İtalyanlar savaşı Ege kıyılarına götürmek niyetinde olduklarını önce Avusturya’ya bildirmişlerdi. Avusturya Dışişleri Bakanı ise, bunun Üçlü İttifak Antlaşması’na aykırı olduğunu ve Avusturya menfaatlerine zarar vereceğini ileri sürerek İtalya’nın bu fikrini kabul etmemişti. İtalya ise, Osmanlı Devleti’nu barışa zorlamak için Ege’deki iki üç adanın 383 Blunt, ss. 866-868. Childs, s. 86. 385 Barclay, Thomas, s. 19. 386 Childs, s. 74. Her ne kadar birçok Avrupalı sömürgeci devletin Doğu Afrika’da yaptığı gibi İtalyanlar da 1882’de işgal ettikleri Eritre’den askere alıp eğittikleri bölge yerlilerini düzenli kuvvetler haline getirerek Askari adını verdikleri bu kuvvetleri İtalyan subaylar komutasında Trablusgarp ve Bingazi’de Türk-Arap kuvvetlerine karşı kullanmışlarsa da oldukça atik, uyanık, yapılı ve iyi birer savaşçı özelliğine sahip bu kuvvetlerden bekledikleri verimi alamamışlardı. Bkz.: McClure, ss. 142-145. 387 Kocabaş, s. 240. 388 ACS 16/30, 02.11.1911. 384 126 işgal edilmesinin ya da Anadolu limanlarından herhangi birine çıkarma yapmasının Üçlü İttifak’a aykırı olmayacağı hususunda ısrar etmişti. Almanya ise böyle bir müdahalenin sadece savaş alanının genişleyeceği tehlikesine dikkati çekmişti. İtilaf Devletleri cephesinde ise; Fransa’da barışı kabul etmeyen Osmanlı Devleti’ne karşı İtalya’yı serbest bırakmak fikri hâkimdi. İngiltere ise her zaman olduğu gibi bu İtalyan hareketinin kendi menfaatlerine zarar vermemesine önem veriyordu. Rusya ise, İtalya’nın 7 Kasım 1911’de yaptığı bu konudaki başvurusuna fazla muhalefet etmemişti. İtalya’nın savaşı yayma konusuna esaslı muhalefet sadece Avusturya’dan gelmişti. Avusturya Dışişleri Bakanı Aerenthal sırf geçici bir işgal söz konusu olsa bile, kendi görüşünde ısrar etmişti. Hatta savaşın Suriye gibi başka sahâlara yayılması ve bu bölgeyle olan ticareti etkilemesi durumunda İslâm dünyası ile Avrupalılar arasında sorunların çıkabileceğini belirtmişti.389 İtalya, Büyük Güçler’in onayını alırken özellikle Balkanlar’daki mevcut düzenin değişmesini istemeyen Avusturya ve Rusya’nın isteği üzerine savaşın Trablusgarp’la sınırlı kalacağını taahhüt etmekle beraber Adriyatik sahillerinde bulunan Osmanlı donanmasına ait gemilerin İtalyan şehirlerini bombalayabileceğini de göz önünde bulundurmuştu. İtalya savaşı Osmanlı Devleti’nin diğer sahillerine götürme konusunda kendisine en fazla muhalefet eden Avusturya’nın da muhalefetini kırınca 1912 Şubat başlarında Beyrut’un bombardıman edilmesine karar vermişti.390 İtalyan hükümetini, İzmir, Antalya veya Mersin’e yerine Beyrut’a yönelten sebep, her şeyden önce Beyrut bir Osmanlı şehri olmasına karşın Fransız nüfusunun yoğun olduğu bir bölge olma özelliğine sahip olmasıydı. Ayrıca Beyrut’ta çok sayıda Avrupalı yaşıyordu. Aynı zamanda Beyrut, bütün ilahi dinlerce kutsal sayılan Kudüs’ün bir kapısı durumundaydı. İtalyanların Beyrut’u bombalamaları, yalnız Osmanlı Devleti’ne değil, Avrupalı diğer devletleri de rahatsız edecek ve Büyük Güçler Babıâli üzerinde baskı yaparak Osmanlı Devleti’ni barışa zorlayacaklardı. Beyrut’un bombardımanı sonrası İtalya’nın asker çıkarmasını ve Kudüs’ü ele geçirmesini diğer Hıristiyan ülkeler 389 390 Askew, s. 192. Şıvgın, s. 100. 127 istemeyecekler ve savaşı sona erdirmek için ellerinden geleni yapacaklardı.391 Bu amaçla İtalyanların iki zırhlı kruvazörü ile iki nakliye gemisi Beyrut Limanı’na gelerek limanda bulunan Avnillah korveti ile Ankara torpido botunun teslimini talep etmiş alınan olumsuz yanıt karşısında da gemilere ve ardından şehre top ateşi başlamıştı.392 Bombardıman sonucunda 15 kişi şehit olmuş 100 kişi de yaralanmıştı.393 Osmanlı hükümeti Beyrut’un bombalanmasından bir gün sonra bir açıklama yapmıştı. Yapılan açıklamaya göre, Babıâli, Beyrut’a yapılan tecavüzden dolayı ülkenin her tarafında meydana gelen heyecan ve galeyanı göz önünde bulundurarak can güvenliklerini sağlamak için Beyrut, Suriye, Halep vilayetleriyle Kudüs-ü Şerif sancağı dâhilinde bulunan İtalyanların, bu kararın ilanından itibaren beş gün zarfında ülkeyi terk etmelerini istemiş, ülkeyi terk etmeyenlerin ise sınır dışı edileceklerini bildirmişti.394 Ayrıca İtalyan gemilerinin Türk sularına girmesine izin verilmemiş ve Türk sularındaki İtalyan gemileri de tevkif edilmişti. İtalyan gazetecilerinden ve sağlık idaresinde görev yapan İtalyan memurlardan da ülkeyi 24 saat içerisinde terk etmeleri istenmişti. Bunun yanında İtalyan mallarının da protesto edilmişti. Bu propagandalar Ouchy antlaşmasına kadar devam etmiş antlaşmadan sonra ise Osmanlı hükümeti Banco di Roma’nın İstanbul şubesinden 320.000 altın borç almıştı.395 İtalyan hükümeti, Beyrut bombardımanının Osmanlı Devleti üzerinde İtalyan emellerini kabul ettirmek bakımından hiçbir tesiri olmadığını görünce Büyük Güçler’e başvurup barış için aracılık etmesini istemişti. Fakat İtalya ileri sürdüğü şartlardan da kesinlikle taviz vermek istemiyordu. Devletler İtalya’nın isteği üzerine araya girip 16 Nisan 1912’de Osmanlı Devleti’nden barış hakkındaki düşüncelerini sormuşlardı. İki gün sonra, Osmanlı Devleti cevap vermeden İtalya o sırada beklenmeyen bir hareket yapmış ve 18 Nisan 1912’de Çanakkale Boğazı’na doğru harekete geçmişlerdi. Hareket günü çok iyi seçilmişti. O gün Osmanlı Meclis-i Mebusanı açılacaktı. Babıâli’nin meşgul olduğu bir günde girişilecek bir saldırı herkesi şaşkına çevirecek ve bu da İtalyan donanmasının işini 391 Kurtcephe, s. 106. Şıvgın, ss. 100-102. 393 Barclay, Thomas, s. 55. 394 Childs, s. 123. 395 Karakartal, ss. 31-32. 392 128 kolaylaştıracaktı. Bunun yanında İtalyanlar, Türklerin kendilerini izlemelerini önlemek için adaları ve Çanakkale Boğazı’nı birbirine bağlayan telgraf kablolarını keserek saldırılara baskın niteliği kazandırmak istemişlerdir.396 18 Nisan sabahı erken saatlerde 24 parça gemiden oluşan İtalyan filosunun Çanakkale Boğazı önüne gelmesi üzerine düşmanın niyetini anlayan Türk donanması, hemen ticaret gemilerinin geçişi için bırakılan mayınsız alanı da mayınlamıştı. Boğaz’ın girişinde bulunan tabyalara ateş açan İtalyan filosuna istihkâmlardan açılan ateşle cevap verilmişti. Üç saat süren karşılıklı ateş sonunda Boğaz’ı geçemeyeceğini anlayan İtalyan donanması geri çekilmek zorunda kalmıştı.397 Bu olay İtalyan donanmasının kendinden daha güçsüz bir kuvvet karşısında yaşadığı ilk başarısızlık değildi. İtalya 1866 yılında da Avusturya’ya karşı giriştiği savaşta deniz gücünü kullanmış ama beklenen başarıyı elde edememişti.398 Savaşın başından beri olduğu gibi, İtalya’nın bu hareketinde de mantıksızlık vardı. Çünkü devletler İtalya’nın isteği hatta yalvarması üzerine araya girmişlerdi. İtalya sadece bu devletlere nezaketsizlik yapmakla kalmamış aynı zamanda onların menfaatlerine de zarar verecek bir iş yapmıştı. Çünkü bu devletlerin hepsinin de Boğazlar üzerinde menfaatleri vardı. Osmanlı Devleti Çanakkale’ye bir taarruz vuku bulursa, Boğazlar’ın kapatılacağını ilan etmişti.399 396 Mavroyeni, s.221. Kurtcephe, ss. 109-119. 398 İtalya ile Avusturya arasındaki savaşın özelliği, açık denizde gerçekleşen ve buhar gücüyle çalışan, zırhlı ve ağır silahlarla donatılmış gemilerin katıldığı modern çağın ilk deniz savaşı olmasıydı. Her ne kadar Amerikan iç savaşında da buhar gücüyle çalışan zırhlı ve silahlı gemiler savaş aracı olarak kullanılmış olsa da; bu gemiler açık denizde muharebe etmekten ziyade Kıyılardaki askeri sığınakları ve depoları bombalamışlardı. Ancak ağır silahlı ve zırhlı modern deniz araçlarının kullanılmış olduğu bu savaş uygulanan savaş taktikleri açısından 400 yıl öncersinin deniz savaşlarından bir farklılık göstermemişti. Avusturya donanmasını komuta eden Amiral Tegetthoff’un düşman gemilerinin yakalanıp batırılması emrini yerine getirmek için düşmana doğrudan saldıran Avusturya donanması karşısında şaşkına uğrayan İtalyan donanması komutanı Amiral Persano’nun verdiği yanlış talimatlar yüzünden ortaya çıkan karışıklıkta İtalyan zırhlı gemilerinden biri Avusturya donanmasına ait ahşap bir gemi tarafından batırılmıştı. Ayrıca donanmanın amiral gemisi durumunda olan Persano’nun gemisi de aldığı yara sonucunda batmıştı. Avusturya donanması ise bu savaşta hiçbir kayıp vermemişti. Böylece dünyanın en güçlü donanmalarından birine sahip olan İtalya Büyük Güçler’in en zayıf donanması karşısında başarısızlığa uğramıştı. Bkz.: Barclay, Thomas, s. 17. 399 Şıvgın, ss. 102-106. 397 129 İtalya’nın Çanakkale harekâtından şu beklentilerle gerçekleştirmişti: 1. İtalya’nın Ege Denizi’nde muharebe etmeye tamamen serbest ve her şeyi yapmaya muktedir olduğunu devletlerin rekabetine güvenen Osmanlı Devleti’ne göstermek istemesi, 2. Osmanlı Devleti’nu korkutarak onu bir an önce kendi istekleri doğrultusunda barışa zorlamak, 3. Osmanlı Devleti’ne beş büyük devletin barış için aracı olduğu bir sırada Osmanlı Devleti’ni uykuda avlamak ve harekâtı meclisin açıldığı güne rastlatarak mebusları etkilemek. Fakat daha sonraki olaylar gösterecektir ki, İtalya, Çanakkale bombardımanından beklediği neticelerden hiçbirini görememiş, Osmanlı Devleti’ni korkutamamıştı. Çanakkale bombardımanı İtalya’nın istediği barış için ne kadar faydasızsa Avrupa devletleri için de o kadar zararlıydı ve bu hareket hiçbir Avrupa devletince takdirle karşılanmamış aksine bu devletlerde kızgınlık doğurmuştu. Çünkü Osmanlı Devleti İtalya’nın bu hareketine karşılık daha önce ilan ettiği gibi Boğazlar’ı gemi geçişine kapatmıştı. Boğazlar’ın kapatılması özellikle Rusya’nın buğday ticareti sekteye uğratmıştı.400 Boğazlar’ın kapatılmasının Büyük Güçler’in çıkarlarına zarar vermesinin yanı sıra böyle bir durum Balkanlar Devletleri’ni de rahatsız etmişti. Hatta Rusya’nın Balkanlar’a müdahalesine bile gündeme getirmişti. Zira Kasım başında Romanya Kralı Carol Avusturya Şansölyesine Boğazlar’ın kapatılması ya da bloke edilmesi durumunda kendilerinin tarafsız kalamayacağını hatta Rusya ile bir antlaşma bile yapabileceklerini belirtmişti.401 Savaş zamanında Osmanlı Devleti’nin Viyana Büyükelçisi olan Mavroyeni’de anılarında Rus Dışişleri Bakan Sazanoff’un Romanya’nın Osmanlı Devleti ile İtalya arasında barışın sağlanması için her türlü diplomatik çalışmaya hazır olduğunu belirttiğini aktarmıştı.402 İtalya’nın Boğazlar’a müdahalesi Avusturya’nın da tepkisine yol açmıştı. İtalyan Dış İşleri, İtalya’nın Boğazlar’a yaptığı saldırının sebebi olarak Türklerin Boğazlar dışında 400 Barclay, Thomas, ss. 55-56. Askew, s. 195. 402 Maroyeni, s.223. 401 130 bir harekât hazırlığında olduğunu belirtse de, bu beyan Avusturya’yı tatmin etmemiştir. Ayrıca, Boğazlar kapatıldığı sırada Avusturya gemilerinden bazıları Karadeniz’de kalmışlardı; Avusturya Hükümeti, daha fazla zarar görmemek için Boğazlar’ın bir an önce açılmasını talep etmişti. Aynı şeklide Akdeniz’de bulunan Rus ticaret gemileri de dönüş yolları kapanmış olduğundan Portsait ve Suriye limanlarında Boğazlar’ın açılmasını bekliyorlardı. Bu gelişmeler Büyük Güçler’in Boğazlar’ın açılması konusundaki girişimlerine de hız vermişti.403 Bir İngiliz ticaret heyetinin şikâyeti üzerine İngiltere Dışişleri Bakanı Grey de uluslararası deniz ticareti daha fazla zarar görmeden Boğazlar’ın açılmasını Osmanlı hükümetinden istemişti. Bu talepler karşısında hükümet, Boğazlar’ı trafiğe açma kararı almıştı. 23 Nisan günü Boğaz’da bulunan mayınlar toplanmaya başlamıştı.404 Trablusgarp’ta köşeye sıkışan İtalya’nın Boğazlar’a karşı yaptığı saldırıdan da istediği sonucu elde edememesi üzerine bir kez daha barışı sağlamak için Büyük Güçler’in desteğini almak zorunda olduğunu anlamıştı. Bu sebeple ilk olarak Boğazlar üzerinde en fazla çıkarı olan ülke durumundaki Rusya ile yakınlaşma yoluna gitmişti. Rus-İtalyan yakınlaşması Boğazlar üzerinde muhtemel bir Rus hâkimiyeti kurulabileceğinden çekinen Avusturya’yı ve Hindistan yolunun güvenliğini yaşamsal derecede önemli sayan İngiltere’yi korkutmuştur.405 Zira bu yakınlaşmayla paralel olarak Rusya Karadeniz’deki donanmasını güçlendirme yoluna gitmişti. İtalya’nın Rusya’yı Avusturya’ya karşı Balkanlar’da da desteklemesi İngiltere’nin İtalyan-Rus birlikteliği konusunda endişelerini arttırmıştı. Çünkü bütün Büyük Güçler Trablusgarp Savaşı’nın Balkanlar’ı da hareketlendirmesinden korkuyorlardı.406 Zira İtalya’nın Trablusgarp Savaşı’nda galip gelmesi Avrupa’daki Osmanlı hâkimiyetinin sonu anlamına geliyordu. Bu durumda da Avusturya ve Rusya’nın Balkanlar’da hâkimiyet kurmak için mücadeleye girmesi kaçınılmazdı. Böyle bir müdahaleye de Avrupalı diğer güçlerin seyirci kalması olanaksız olduğundan bu durum bir Avrupa Savaşı’nın başlangıcı 403 Kurtcephe, ss. 109-119. Askew, ss. 205-206. 405 Barclay, Thomass. 39. 404 131 anlamına geliyordu. Bu da İtalya’nın ulusal onurunu yeniden inşa etmesinin ağır bedeliydi.407 Bu konuyla ilgili olarak İngiliz Büyükelçisi Grey, “Avusturya’dan ve Almanya’dan ayrı olarak Sofya ve İstanbul ile ikili ilişkilere girmek Rusya ve İngiltere adına büyük hata olur. Bu tür bir tavır, Avusturya ve Almanya’nın diplomatik olarak bize karşı bir tutum sergilemelerine sebep olur. Balkanlar konusunda Büyük Güçler’in iki gruba bölünmesi tarafları zayıflatıcı bir durum meydana getirir. Rusya’nın Avusturya ile çatışması durumunda Fransa muhtemelen Rusya’yı destekler bir tavır takınacaktır.” demişti. Bu açıklamadan 5 gün sonra Grey, Türk-İtalyan Savaşı’nın bitmesi konusunda Büyük Güçler’in birlikte hareket etmeleri gerektiğini düşündüğünü belirtmişti.408 Nisan 1912’ye gelindiğinde; Rusya, Bulgaristan ve Sırbistan arasında bir dizi gizli antlaşma yapıldığı ortaya çıkmıştı.409 Osmanlı Devleti’nin Boğazlar’ı kapalı tutması özellikle Fransa ve İngiltere’nin durumu acil ve gerçek bir tehlike olarak değerlendirmelerine yol açmıştı.410 Bu iki devletin Boğazlar konusundaki tutumu ise İtalya’yı Osmanlı Devleti ile Fransa ve İngiltere’nin yakınlaşacağı konusunda endişeye düşürmüştü. Bu sebepten Boğazlar’a saldırı konusunda beklediği oranda etkili olamamıştı.411 Buna karşılık İtalya’nın Rusya ile yakınlaşacağından ve bunun Boğazlar ve Balkanlar üzerindeki Rusya’nın hâkimiyet emellerini arttıracağından korkan İngiltere ve Fransa İtalya’ya çok fazla baskıda bulunamamıştı. Büyük Güçler arasındaki bu ikileme dayalı ilişkiler yumağı ileride ortaya çıkacak olan Dünya Savaşı’nın da ilk işaretleriydi. Savaşı Akdeniz dışına yaymayı aklına koyan İtalya Trablusgarp Savaşı’nın daha başında Kızıldeniz’e de gemi ve asker göndermişti. Çünkü buraya Eritre’nin tam karşısına isabet eden Osmanlı topraklarından bir tehlike gelebileceğinden endişe etmekteydi.412 Ayrıca İtalya Trablusgarp Savaşı sonrasında Büyük Güçler’e, bu bölgeden sonra işgal 406 Miller, ss. 6-7. Barclay, Thomas, s. 40. 408 Miller, ss. 6-7. 409 Mavroyeni, s. 324. 410 Miller, ss. 6-7. 411 Askew, s.196. 412 Şıvgın, s. 102. 407 132 sahasını Osmanlı Devleti’nin Kızıl Deniz’deki kıyılarına ve Yemen’e doğru genişleteceğini ilan etmişti.413 İtalya 1885 yılında Massaua’yı işgal için bir çıkarma yapmıştı. İtalya’nın Kızıldeniz Politikası’nı Bakan Pasquale Stanislao Mancini (1817-1888) Parlamento’da yaptığı konuşmada, “Kızıldeniz’de İtalya Akdeniz’in anahtarını bulacaktır.” şeklinde açıklamıştı. Ona göre; İngiltere’nin Kızıldeniz’deki hâkimiyeti Perim, Aden, Mısır ve Süveyş Kanalı’nı işgal ederek kırılmalıydı. 414 Bunun yanında İtalya, Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için Ege Denizi’nde faaliyete geçirmeye kararlaştırdığı Nisan ayında, Kızıldeniz’deki faaliyetlerine de hız vermişti. Ceziretü’l-Arabiye adı da verilen Kızıldeniz’deki adalara ve bazı limanlara karşı saldırılar düzenlenmişti. 21 Temmuz 1912’de bir İtalyan filosu, açık liman şehir olarak ilan edilmiş olan savunmasız Hudeyde şehrini hedef olarak seçmiş, şehirde çok sayıda Türk askeri birliğinin toplanmasını öne sürerek şehri topa tutmuştu.415 Oysa ki şehirde asayişi sağlamakla görevli küçük bir Jandarma müfrezesinden başka askeri kuvvet yoktu. İtalyanların maksadı, halkı galeyana getirip şehirde bulunan yabancılara saldırtmaktı.416 Bununla birlikte İtalya Müslüman hacıların hacca giderken kullandıkları bir Kızıldeniz limanı olan Cidde’ye askeri operasyonlara başlamıştı. Ancak, İngiltere, Fransa ve Rusya içerisindeki Müslümanların bu harekete karşı gösterecekleri tepkilerden korktukları için İtalya’yı dinsel öğeleri hedef almaktan kaçınması konusunda uyarmışlar ve benzer bir davranışın tekrar edilmesinin engellenmesini talep etmişlerdi.417 İtalya’nın Kızıldeniz’e geçmesiyle birlikte Osmanlı siyasal çevrelerinde de alınabilecek karşıt önemleler konusu tartışılmaya başlanmıştı. Akla gelen önlemlerden biri İtalya’nın can düşmanı olan Habeşistan ile Osmanlı Devleti’nin ittifak yapmasıydı.418 Fakat Babıâli, savaşın başında, diplomatik girişimlerle savaşı sona erdireceğini düşündüğünden 413 Miller, s.3. Segrè, s. 11. 415 Barclay, Thomas, s. 54. 416 Kurtcephe, ss. 131-137. 417 Childs, s. 94. 418 Zira Osmanlı Devleti 1901-1902 arasında İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmek için Sicilya’da hazırlık içinde olduğu haberini alınca Abdülhamit Habeşistan İmparatoru II. Menelik nezdinde bir Türk askeri heyeri göndererek onu İtalya aleyhine tahrik etmiş, bunu sonucunda ortaya çıkan Habeş-İtalyan harbi tehlikesi sonucunda İtalya Trablusgarp’a saldırmaktan vazgeçmişti. Bkz.: Kocabaş, s. 229. 414 133 Habeşistan ile ittifak fikrine karşı çıkmıştı. Osmanlı hükümetinin savaşı barışçı yollardan bir an önce sona erdirme çabaları bir sonuç vermeyince Habeşistan’ı İtalya aleyhine sevk etmek fikri tekrar gündeme gelmişti. Habeş hükümetinin İtalya’ya savaş ilanıyla Eritre’ye saldıracağı muhakkaktı. Habeşistan’da nüfusun beşte birinin Müslüman olmasına karşın bu ülkeyle kurulacak ittifak hemen duygulara hitap edilerek değil, ancak askeri ve siyasi yollarla olabilirdi. Sacriye Kaymakamı Mahmud Bey’in kardeşi Habeş Hükümdarı’nın başyaveriydi. Onun vasıtasıyla Habeş Hükümdarı’yla irtibat kurabilirdi. Sacriye Kaymakamı ve Şeyhülmeşayihi Habeşistan’a gönderilebilirdi. Bunun için de beş yüz liraya ihtiyaç vardı. Ancak bu sırada Habeşistan’da Menelik’in hastalanmasından dolayı meydana gelen karışıklıklar yüzünden hazırlanan bu plan uygulamaya konulamadı. Osmanlı Devleti’ni Habeşistan’dan uzak durmaya iten başka sebepler de vardı. Bir Osmanlı devlet memurunun Habeşistan’ı İtalya aleyhine teşvik için teşebbüste bulunduğu duyulursa İtalya’nın, bunu savaşı yaymaya bir vesile olarak kullanıp Yemen sahillerindeki savunmasız adalara, Asir ve Hicaz sahillerine saldırma ihtimali vardı. Babıâli, Habeşistan ile ittifak hususunda birtakım bilgiler toplanmış ise de Habeş hükümeti nezdinde herhangi bir teşebbüse geçmemişti. İtalya’yı çok güç durumlara düşürebilecek ittifak projesi, Osmanlı hükümetinin savaşı sona erdirmek için barış yolunu tercih etmesi yüzünden tatbik edilememişti.419 İtalyanların Kızıldeniz’deki hareketleri İngilizlerce ve Fransızlarca hoş karşılanmadığı için İtalya barış antlaşmasına kadar bu bölgede ufak çaplı bombardımanlarla ve ablukalarla yetinmek zorunda kalmıştı.420 İtalya’nın Büyük Güçler tarafından engellenmesinden dolayı Kızıldenız’deki faaliyetlerini istediği gibi gerçekleştirememesiyle birlikte; Yemen’deki İtalyan destekli isyanlar ve Kızıldeniz’deki Osmanlı limanlarına saldırılar Osmanlı Devleti’ni o kadar meşgul etmişti ki, Trablusgarp sorunu ikinci plana atılmıştı.421 419 Kurtcephe, ss. 131-137. Askew, s. 189. 421 Childs, s. 121. 420 134 Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ta direnişe devam etmesi İtalya’yı Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurmak için başka yollara sevk etmişti. Bunu sonucunda Kasım ortasında, İtalya savaşı Ege’ye yayma tehdidini uygulama taktiğini başlatmıştı. İstanbul tehdidi ilk olarak Viyana’dan duymuştu, Osmanlı Askeri Ataşesi 17 Kasımda İtalya’nın Tobruk’taki askeri merkezinden bir filosunun Ege Denizi’ndeki Osmanlı liman ve adalarına harekâta hazırlandığını rapor etmişti.422 Trablusgarp’a karşı yaptığı harekette istediği başarıyı elde edemeyen İtalya, Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için savaşı Ege Adaları ve Anadolu sahillerine kaydırmayı amaçlamıştı. İtalya’nın bu çabasının temelinde başlıca şu nedenler yatmaktaydı: 1. Trablusgarp ve Bingazi’ye yardım için giden veya gönderilen insan ve malzeme akışını önlemek, 2. Türklerin morallerini bozarak barışa zorlamak ve İtalyan isteklerinin kabulünü sağlayacak kuvvetli bir koza sahip olmak, 3. Savaşın uzamasından dolayı İtalyan kamuoyunda meydana gelen hoşnutsuzluğu gidermek, 4. Balkanlar’daki mevcut düzenin bozulmasını istemeyen Büyük Güçler’in, Osmanlı hükümeti üzerinde baskı yapmalarını sağlamak, 5. Anadolu üzerinde nüfuza sahip olabilmek için önemli bir mevki elde etmek, 6. Doğu’da İtalyan ticaretine karşı başlatılması düşünülen boykotu önleyebilecek bir baskı oluşturmak. Osmanlı hükümetince yapılan değerlendirmelere göre İtalya’nın Akdeniz’deki adalar, Selanik, İzmir, Beyrut Limanları ve Çanakkale Boğazı’na saldırabileceği tahmin edilmekteydi. İtalya’nın savaşı Akdeniz ve Ege Denizi’ne kaydırma planını Büyük Güçler’e bildirmeye hazırlandığı 1911 Ekim ayı ortalarında, Osmanlı hükümeti, bunun mümkün olamayacağı kanaatindeydi. Selanik Limanı’na karşı girişilecek bir saldırı, İtalya’nın taahhütlerine ters düşecekti. Böyle bir teşebbüs Avusturya’nın şiddetli muhalefetiyle karşılaşacağından İtalya’nın Selanik’e saldırma ihtimali yoktu.423 Çünkü 422 423 Childs, s. 82. Kurtcephe, ss. 101-106. 135 Avusturya’nın ürünlerini pazarlamak için denize açılan kapısı Selanik Limanı’ydı.424 Mavroyeni de anılarında Avusturya’nın Selanik’e yapılacak bir harekete karşı olduğunu belirtmişti.425 İzmir Limanı’nın bombalanmasına, bu şehirde büyük çıkarları bulunan İngiltere rıza göstermezdi. İtalya, Beyrut Limanı’nda Fransız savaş gemileri bulunduğu için saldırıya geçmeyi aklının köşesinden bile geçiremeyecekti. Geriye, İtalya’nın askeri harekâta kalkışacağı bölge olarak adalar ve Çanakkale Boğazı kalıyordu. Osmanlı hükümeti, savunma tedbirlerini söz konusu yerlerde almayı düşünmüştü.426 Avusturya Dışişleri Bakanı Aerenthal, böyle bir teşebbüsün Balkanlar’daki mevcut düzeni bozacağını ve 1887 tarihli Üçlü İttifak Antlaşması’nın 7. maddesiyle tespit edilmiş Avusturya menfaatlerine zarar vereceğini ileri sürerek karşı çıkmıştı. Bu sebepten İtalya Ege Denizi’ne yönelik faaliyetlerini gizli tutmuştu. Mavroyeni Bey Viyana’da Baron Müller’e İtalya’nın niyeti ile ilgili bir bilgisi olup olmadığını sorduğunda da aldığı cevap, böyle bir durumun söz konusu olmadığı şeklinde olmuştu.427 Bundan sonra İtalya Dış İşleri Bakanı San Giuliano, Aerenthal’i razı etmek için yoğun bir çaba harcamıştı. İki taraf arasında cereyan eden diplomatik temaslarda İtalyanlar, Osmanlı hükümeti’ni zorlamak için, Ege Denizi’ndeki birkaç adanın işgal edilmesinin veya sahil kentlerinden birine çıkartma yapmanın Üçlü İttifak’a aykırı olamayacağını ileri sürmüş, hatta Rodos ve On iki Ada’nın Avrupa’da değil, Asya’da bulunduklarını iddia etmişlerdi. Rus Dışişleri Bakanı Sazanof ise İtalya’yı bu hareketini teşvik etmekle kalmamış, İtalya Osmanlı Devleti’ni bir iki hayati noktasından vurursa Rusya’nın memnun olacağını ve bunun Rus isteklerine sürekli muhalefet eden Türklerin burnunu sürteceğini söylemişti. Fransa ve İngiltere’nin de yaklaşımları farklı değildi. Fransız hükümeti, Osmanlı Devleti, barışa yanaşmadığına göre, İtalya’nın hareket serbestliğine sahip olması gerektiğini düşünmekteydi. İngiltere de, İtalya’nın girişeceği harekât çıkarlarını zedelemediği sürece Adaların işgali ve Türk şehirlerinin taciz edilmesinde bir mahzur görmüyordu. 424 Barclay, Thomas, s. 48. Mavroyeni, s. 204. 426 Kurtcephe, ss. 101-106. 425 136 Bu durumda İtalyan isteklerine sadece Avusturya muhalefet ediyordu. Aerenthal, Müslümanların Avrupa devletlerine karşı ayaklanabileceklerini ileri sürerek geçici bile olsa adaların işgaline karşı çıkmaktaydı. Buna rağmen Üçlü İttifak Antlaşması’nı yenilememe tehdidinde bulunan İtalya, Avusturya’nın direnişini yumuşatmayı bilmişti. Üstelik Dış İşleri Bakanı Aerenthal’in 17 Şubat 1912’de ölümü ve yerine geçen Berchtold’un, Avusturyaİtalya ilişkilerini düzeltme eğiliminde olması, işi daha da kolaylaştırmıştı. Avusturya, işgalin geçici olması kaydıyla On iki Ada’nın işgaline razı olmuştu.428 İtalyan donanması, aylardır beklenen harekâtı nihayet Nisan ortasında başlatmıştı. İlk iş olarak adalarla İstanbul’un bağlantılarını kesmek yoluna giden İtalya 15 Nisan günü Sakız’da bulunan telsiz tesisleri top ateşiyle tahrip etmişti. Bunu diğer adaların kablolarının kesilmesi takip etmişti. Amirall Amero komutasındaki bir İtalyan filosu Rodos’u Anadolu’ya ve Kerpe Adası üzerinden Girit’e bağlayan telgraf kablolarını kesmiş ve 18 Nisanda Sisam önlerine gelmişti.429 Adanın merkezine saldırtan İtalyan filosu, limanda bulunan İhsaniye gambotunu batırmış, Osmanlı askeri kışlasını da topa tutmuştu. Aynı filo, daha sonra Marmaris Körfezi’nin güneydoğusunda bulunan telgraf-telefon istasyonunu tahrip etmiş ve 23 Nisanda Çeşme’deki telgraf istasyonunu bombalamıştı. İtalya’nın bu saldırısının ardından Fransa ve İngiltere, İtalya’nın Boğazlar’a ve ticari çıkarları bulunan Ege’deki en önemli limanlardan biri olan İzmir’e saldırmayacağını garanti etmesini istemişlerdi.430 Doğrudan doğruya Anadolu’ya yapılacak bir hareketin İngiltere ile Fransa’yı kızdıracağını anlayan İtalya coğrafi açıdan işgale en müsait olan Stampalia adasını 28 Nisanda işgal etmiş ve burayı ileriki saldırıları için üs yapmıştı. 431 Stampalia’nın işgalinden sonra 3 Mayısta Rodos rdından da diğer adalar buralarda zaptiye neferlerinden başka asker bulunmadığı için kolaylıkla İtalya tarafından işgal altına alınmışlardı. İtalyan hükümeti işgalden hemen sonra adaların vapurlarına İtalyan bayrağı çekileceğini, yabancı devletlerle haberleşmede İtalyan posta pulları kullanılacağını, işgal 427 Mavroyeni, s. 188. Kurtcephe, ss. 101-106. 429 Askew, s. 206. 430 Mavroyeni, ss. 213-214. 431 Miller,s.8. 428 137 edilen adalar arasındaki haberleşmede ise posta pulu yerine cemaat mühürleri kullanılacağını, Osmanlı Devleti’nden ithal edilecek eşyanın %11 gümrük vergisine tabi olacağını, buna karşılık Yunanistan’dan ithal edilecek malların gümrük vergisine tabi olmayacağını bildirmişti.432 Adaların işgali konusunda önceden haberleri olan İngiltere ve Fransa her ne kadar sömürgelerine giden yolda İtalya’nın söz sahibi olmasından yana değilse de San Guliano’nun adaların işgalinin geçici olduğuna dair verdiği güvence üzerine İtalyan işgaline ses çıkarmamışlardı.433 Avusturya ise daha işgalden önce İtalyan niyetlerinden haberi olduğundan Üçlü İttifak Antlaşması’nın kendine tanıdığı hakları savaştan sonra isteyeceğini İtalya’ya bildirmişti. Avusturya, adalardaki İtalyan işgalinin yerli halk arasındaki Yunan harekâtını kamçılayacağını ve bundan dolayı İtalyanların tahliyesinden sonra adalarda muhtar bir idare kurulması gerekebileceğini belirmişti. Almanya’yı da İtalyan işgalini sınırlandırmaya teşvik etmişti. Almanya da tahliyeden sonra adaların Osmanlı Devleti’ne iadesinin zor olacağını düşünüyordu. Rusya ise adalarla fazla meşgul değildi. Onun bir Avrupa meselesi olduğunu düşünüyordu. Adaların Osmanlı Devleti’ne iadesine fakat burada muhtar bir idarenin kurulmasına taraftardı.434 Aslında bakacak olursak, Büyük Güçler’den hiçbiri İtalya’nın Akdeniz’de güçlenmesini istemiyorlardı. Her ne kadar bu güçler İtalya’nın adaları işgaline karşı sert bir tepki vermemişse de bu devletler için İtalya Akdeniz’de kontrol edilmesi gereken bir güçtü. İtalya’nın Akdeniz’deki durumunu en yakından izleyen devlet ise İngiltere idi. Zira donanmasının büyük kısmını Kuzey Denizi’ne kaydırmış olan İngiltere’nin Akdeniz’deki etkinliğini arttırabilmesi için bu denizde yeni bir donanma teşkil etmesi gerekiyordu. Bunun içinde önünde iki seçenek vardı. 432 Kurtcephe, s. 124. Childs, ss. 136-137. 434 Şıvgın, ss. 107-112. 433 138 Bu seçeneklerden ilki donanmaya ayırdığı bütçeyi arttırmak, ikincisi ise Avrupa’nın diğer iki büyük deniz gücü olan Almanya ve Fransa ile antlaşma yapmak ya da işbirliğine girmekti. Mevcut durum içerisinde İngiltere için ilk seçeneğin gerçekleşmesi oldukça zordu. Bu durumda İngiltere’nin önünde değerlendirmesi gereken tek seçenek kalmıştır; Almanya veya Fransa ile işbirliği yapmak. Bu iki ülke arasında İngiltere’nin işbirliği içine girme ihtimali olan tek ülke Fransa idi. Çünkü Almanya donanmasını güçlendirerek İngiltere’nin denizlerdeki üstünlüğüne son vermeye çalışmaktaydı. İngiltere bir yandan Fransa ile Akdeniz konusunda ortak hareket etmenin yollarını ararken bir yandan da içerideki Fransa karşıtı muhalefeti muhtemel bir işbirliği konusunda ikna etmeye çalışıyordu.435 Blunt’ın anılarında belirttiği üzere; bu dönemde Almanya ile İngiltere arasında bir savaşın patlak vermemesinin nedeni İngiltere’nin ekonomik yönden Almanya’nın ise deniz gücü açısından bu tip bir mücadeleye hazır olmayışıydı.436 Fransa’nın Fas’ı işgali ve İtalya’nın genişlemeye yönelik hareketi Akdeniz’deki mevcut durumu tamamen değiştirmişti. Fransa, İtalya’nın müttefiklerinin Akdeniz’deki güçlerini arttırmak için yoğun çaba gösterecekleri bu sebeple de Fransa’nın sadece savaş sırasında değil, barış zamanında da etkin bir deniz gücüne sahip olması gerektiğini hissetmişti. Bu yolla Osmanlı ve diğer devletler Akdeniz’deki dominant gücün Fransa olduğunu anlayacaklardı. İngiltere içinde Akdeniz stratejik bir bölgeydi. Zira Mısır’ın ve sömürgelerine giden yolların güvenliğini sağlayabilmesi için İngiltere’nin Akdeniz’deki mutlak hâkimiyeti şarttı. İngiltere, her zaman Akdeniz’in hâkimi olarak adlandırıldığından onun gözünde Akdeniz çok önemli bir yere sahipti. Fransa ve İngiltere, Akdeniz’deki hâkimiyet için Üçlü İttifak’la bir savaşın başlaması durumunda Fransa Akdeniz’deki güçlerini korurken; İngiltere, Kuzey Denizi’nin ve İngiliz Kanalı’nın güvenliğini sağlayarak Alman filolarının Akdeniz’e geçişini engelleyecekti. Fransa ayrıca Süveyş Kanalı’nın güvenliğini sağlayacaktı. Çünkü İngiltere için Mısır’ın güvenliği ülkede bulunan 435 436 Askew, s. 217. Blunt, s. 776. 139 İngiliz yöneticileri ve askerlerinden çok Akdeniz üzerindeki hâkimiyetle sağlanabilirdi. Bu sebeple İngiltere’nin Akdeniz üzerindeki bağlantıları büyük önem taşımaktaydı.437 İtalya’nın ise Avrupa politikasını belirleyen temel unsur Üçlü İttifak Antlaşması iken, Akdeniz politikasını belirleyen temel unsur İngiliz-Fransız antlaşmasıydı. Bu sebepten, Akdeniz’deki fansız üstünlüğünü engellemek için Avusturya ile bir ittifak yoluna gitmek İtalya için en mantıklı seçenekti.438 Osmanlı Devleti açısından ise, birkaç safha geçirmiş olan Trablusgarp Savaşı Rodos ve adaların işgaliyle yeni bir safhaya girmiş bulunuyordu. Hükümete göre İtalya Trablusgarp’a karşı Rodos’u rehin almıştı ve barış zamanı gelince Trablusgarp’a karşılık Rodos’u Osmanlı Devleti’ne iade edecekti. Gerçektende Rodos ve On iki Ada’nın işgali İtalya’ya Trablusgarp için pazarlık imkânını vermişti. Rodos ve On iki Ada’nın tahliyesi karşısında Trablusgarp ve Bingazi’nin tahliyesini istemişlerdi.439 İtalyan gazeteleri Rodos’un işgalini İtalyan donanmasının çok büyük bir zaferi olarak yansıtmışlardır. Bu işgalin İtalya seferinin en parlak hareketlerinden biri olduğunu yazmışlardı. Oysa adalarda daha önce de değinildiği gibi Osmanlı askeri kuvveti yoktu. Sadece Rodos’ta 1200 kişilik bir askeri kuvvet bulunuyordu. İtalyanlar Rodos’a ilk etapta 9000 asker çıkarmışlardı. Ancak adalardaki kuvvet dengesizliği ve yerli halkın katkıları440 düşünülecek olursa, bu işgale büyük bir zafer denilemezdi. İtalya Avrupa devletlerine adaları geçici olarak işgal ettiğini ilan etmişti. Fakat adaları tahliye etmeye pek de niyetli değildi. Adaların İtalya tarafından işgal edilmesine en çok Yunanistan sevinmişti. Çünkü İtalya ona savaş bitince adaları hediye edecekmiş intibaını vermeye çalışmıştı. Bu sebeple adalarda yaşayan ve nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Rumlar İtalyan askerlerini kurtarıcıları gibi karşılamışlardı. İtalya’nın gerçek niyeti ise savaş zamanı ada halkının 437 Miller, ss. 9-12. Askew, s.229. 439 Şıvgın, ss. 107-112. 440 Gerçektende İtalyan işgali sırasında Türk askerlerinin en büyük düşmanı yerli Rumlardı. Türklere yiyecek vermedikleri gibi adanın bütün halkı İtalyanlara yardımcı olmak için adeta seferber olmuşlardı. Türkleri gözetmek için tepelerde sabahlara kadar nöbet tutuyorlar, en küçük bir hareketi bile İtalyanlara haber veriyorlardı. Bkz.: Kurtcephe, s. 123. 438 140 yüzüne gülmek savaştan sonra da buraya yerleşmekti.441 Bir müddet sonra İtalyanların gerçek niyeti anlaşılınca Rumlar ile İtalyanlar arasındaki samimiyet sona ermişti. Adalıların çeşitli vesilelerle istedikleri Yunanistan ile birleşmek emelleri İtalyanlarca şiddetle reddedilince, Lipsos ve Stampalia hariç Rodos ve diğer on adanın temsilcileri Haziranının ilk günlerinde Patmos’da Saint-Jean manastırında toplanarak 17 Haziran 1912’de muhtar bir Ege Devleti’nin kurulmasını ve Yunanistan’la birleşmek istediklerini ilan etmişlerdi. Bu delegelerin hiçbiri halk tarafından seçilmemişti. Kendi şahsi istekleriyle toplantı yapmışlardı. General Ameglio derhal bu sahte kongreyi dağıtarak bazı kimseleri tevkif ettirmişti. Bir müddet umumi toplantıları yasaklamıştı Bu suretle artık Rodos ve On iki Ada halkıyla İtalya arasındaki Türklere karşı tahrik politikası sona ermiş polis rejimi başlamıştı. İtalyanlar Trablusgarp, Bingazi, Derne, Tobruk ve Homs’da yerli ve Türklere bildiriler atarak On iki Ada’nın işgal edildiğini buradaki Türklerin mağlup ve esir edildiklerini kendilerinin de boşuna direnmemelerini ihtar etmişlerdi. Fakat İtalyanların Ege Denizi’ndeki harekâtı Trablusgarp ve Bingazi’deki gönüllü Türk subayları üzerinde hiçbir tesir yapmamıştı.442 On iki Ada’nın işgaliyle İtalya, Osmanlı Devleti’ne istediğinden daha az zarar vermişti. İtalyanlara göre; adalar Türklerle pazarlık için iyi bir araç olacaktı. Ancak Türkler etnik olarak Yunan, ekonomik olarak ta o derece değerli olmayan bu adaların kaybına büyük bir tepki göstermemişlerdi. Bunun üzerine, İtalyan Genel Kurmay Başkanı Alberto Pollio (1852-1914), Osmanlı Devleti’ne karşı topyekûn bir savaşa girişilmesi gerektiği fikrini ortaya atmıştı. Ona göre bir İtalyan kuvveti İzmir’e çıkmalı ve İtalya askeri gücünü Türklere göstermeliydi. 443 Bunun için hazırlıklara başlayan İtalyanlar, Trablusgarp’ta ilk defa bir savaş aracı olarak kullandıkları uçaklardan bir kısmını adalara getirmişti. Bu uçakların Ege sahilleri üzerinde uçuşlar yapması hem halkın maneviyatını sarsmış, hem de İtalyanların Anadolu’yu işgale hazırlık yaptığı şeklinde yorumlanmıştı.444 Çanakkale Boğazı’nın bombardımanından ve Ege Denizi’ndeki adaların işgalinden beklediği sonucu elde edemeyen İtalya’nın tekrar saldırıya geçerek Osmanlı Devleti’nin 441 Askew, s.207. Şıvgın, ss. 107-112 443 ACS 17, no: 4466, 25.06.1911 442 141 başkentini zorlayacağına ilişkin belirtiler kuvvetlenmeye başlamıştı. İtalya, Çanakkale Boğazı’nın kapatılmasına yol açacak hareketlere girişerek Avrupalı devletlerini bu soruna bulaştırmak istemiş ve bu maksadına nail olmuştu. Fakat Avrupa devletlerinin arabuluculuk girişimlerine rağmen Osmanlı Devleti, bir türlü Trablusgarp ve Bingazi’yi terk etmeye yanaşmamıştı. Bu durumda İtalyan donanmasının Boğazlar’a yeni bir saldırı ihtimali artmaktaydı. Zira Boğazlar’ın ilk kez kapatılmasından dolayı Büyük Güçler’in uğradıkları zararın toplamı 250.000.000 frank civarındaydı. İtalya’nın saldırısı halinde Osmanlı Devleti, Boğazlar’ı tekrar kapatacak ve bu da Büyük Güçler’in ikinci kez göze alamayacakları bir gelişme olacaktı. Mayıs 1912 sonlarına doğru İngiltere’nin Karadeniz’de bulunan gemilerine bir an evvel Boğazlar’dan çıkmaları için emir verildiğinin duyulması, Osmanlı Harbiye Nezareti’nde İtalyan saldırısının yakında başlayacağı kanısını güçlendirmişti. Ancak beklenen saldırı hemen gelmemişti. Yaklaşık bir ay sonra 17 Temmuzu 18 Temmuza bağlayan gece İtalyan donanması Çanakkale Boğazı’nı ikinci kez geçme denemesine girişmişti. Gece yarısı başlayan saldırıya beş İtalyan zırhlısı katılmıştı. Bir düşman filosunun Boğaz’a girdiği haberi alınır alınmaz Türk istihkâmlarından düşman filosu üzerine ateş açılmıştı. Yarım saat kadar süren karşılıklı ateş sonunda Boğaz’ı geçemeyeceğini anlayan İtalyan filosu geri çekilmek zorunda kalmıştı. İtalyanların iki kere Çanakkale Boğazı’nı geçmeye teşebbüs etmeleri, Osmanlı siyasi ve askeri çevrelerinde, Boğaz’ın geçilmesi halinde İstanbul’un işgal edilebileceği ve belki de Rumeli’nin tamamen elden çıkabileceği ihtimalini akla getirmişti. Bu ihtimali göz önünde bulunduran Osmanlı hükümeti, 18 Nisan 1912’deki ilk İtalyan saldırısından hemen sonra Boğazlar’ın savunmasını güçlendirmek için harekete geçmişti. Bu maksatla Almanya’dan çok sayıda torpil ve top satın alındığı gibi Boğazlar’ın savunmasını yapmakla görevli askeri birliklerin sayısını artırma yoluna da gidilmişti. Ayrıca Harbiye ve Bahriye Nezaretlerince, İtalyan saldırısının kazandırdığı veriler doğrultusunda yeniden Boğazlar’ı savunma planları hazırlanmıştır. İtalyan donanması, Çanakkale Boğazı’nı geçmeye 444 Kurtcephe, ss. 124-130. 142 kalkışmasaydı bütün bu tedbirlere gerek duyulmayacaktı. Diyebiliriz ki, 1912’de İtalyanların Çanakkale Boğazı’nı geçme teşebbüsleri, 1915’deki “Çanakkale Zaferi” ne zemin hazırlayan bir gelişme olmuştu.445 G. Barış Arayışları ve Ouchy (Uşi) Antlaşması İtalya 1912 Kasımı ortalarından itibaren Avrupa devletleri’nden Osmanlı Devleti ile barışı sağlama konusunda arabuluculuk yapmalarını istemiş ve bu amaçla Fransa ile İngiltere’ye başvurmuştu. İngiltere, Türklerin bu sırada barışa yanaşmayacaklarını ve arabuluculuk işinde Büyük Güçler’in hep birlikte hareket etmeleri gerektiğini belirtmişti. Osmanlı hükümetinin İtalya’nın Osmanlı limanlarına ve Boğazlar’a bir saldırısı halinde Boğazlar’ı kapatacağını ilan etmesi üzerine telaşa kapılan Rusya ise Osmanlı Devleti ile barış yapılması konusunda İtalyan istekleri doğrultusunda çalışmaya başlamıştı.446 Çünkü Rusya’nın dış borçlarını ödediği tahıl ihracatının tamamı ve genel ihracatının yüzde 37’si bu sulardan geçiyordu.447 Mavroyeni Bey de anılarında Rus yetkililerin kendisiyle barış görüşmelerinin başlatılması konusunda görüştüğünü belirtmişti.448 Rusya tarafından öne sürülen barış teklifi özetle; Trablusgarp’taki Türk askerlerinin geri çıkarılması, Trablusgarp’taki İtalyan egemenliğinin bütün devletlerce tanınması ve diğer hakların savaştan önceki durumuna getirilmesi ve devletlerarasındaki antlaşmalarla çözümlenmesi şeklinde idi. Ancak bu. Antlaşma şartları Osmanlı Devleti’nı yok varsayarak ve tamamen İtalyan menfaatleri göz önüne alınarak hazırlanmıştı. Bu sebepten Osmanlı kamuoyunda Rusya’nın bu girişimi bir Haçlı ordusu hazırlığına benzetilmişti.449 İngiltere ise, yalnız bir devletin değil de hep birlikte araya girilerek Osmanlı Devleti’ni barışa mecbur etmenin en doğru yol olduğunu düşünmüştü. Çünkü ona göre, yalnız İngiltere, Fransa ve Rusya’nın araya girmesi Türk düşmanlığını üzerine çeker ve bu da Almanya’nın işine yarardı. İngiltere arabulucu olarak Almanya ve Avusturya’nın da yer 445 Kurtcephe, ss. 109-119. Mavroyeni, ss. 200-201. 447 Childs, ss. 104-105. 448 Mavroyeni, s. 180. 449 Askew, s. 239. 446 143 almasının doğru olacağını söylemişti. Fakat bu devletler, araya girmenin nasıl olacağı konusunda ortak bir karara varamamışlardı. Önce İtalya’ya mı, yoksa Osmanlı Devleti’ne mı yoksa her ikisine birden mi başvurulacağı veya şartları kendileri hazırlayıp Osmanlı Devleti’ne tebliğ mi edileceği şeklinde tartışmaları olmuştu.450 Osmanlı hükümeti Trablusgarp’ta herhangi bir şekilde Padişahın sözde de olsa hükümranlığını tanımak ve yerli halkın manevi bağlarının sarsılmamasını sağlamak şartıyla barış görüşmelerine hazır olduğu söylemiş ve İngiltere’nin arabuluculuk yapmasını istemişti. Ancak İtalyan hükümeti ileride birtakım güçlükler doğuracağından, sözde de olsa Padişahın hükümranlık hakkını tanımaya yanaşmamıştı. İtalyan hükümeti, Halife’nin ruhani egemenliğini tanıma, Düyun-ı Umumiye’nin Trablusgarp ve Bingazi’ye ait borçlarını ödeme ve kapitülasyonları kaldırmayı karşılığında Osmanlı hükümetinin bu iki toprak parçasını kendisine terk etmesini istemişti.451 Babıâli’nin, Padişahın hükümranlık haklarının tanınması hususunda ısrar etmesi ve İtalya’nın da bunu kabule yanaşmaması, henüz barış zemininin oluşmadığını ortaya koymuştu. Büyük Güçler, bu şartlarda arabuluculuk yapmaya yanaşmamışlardı. Aslında, Büyük Güçler’in arabuluculuk yapmalarını hem İtalya, hem de Osmanlı Devleti istiyordu. Fakat Rusya haricinde diğer devletler, savaşı sona erdirmeye pek hevesli değillerdi. Gerçekte savaşın onlara bir zararı dokunmamış, aksine ekonomik çıkarlar sağlamıştı. İngiltere, İtalya’ya binlerce ton kömür satmış, Fransa, Almanya ve Avusturya ise silah ve cephane satımı yoluyla milyonlarca frank kazanmıştı. Ancak 1912 Şubatına gelindiğinde Avrupa siyasi çevrelerinde İtalya’nın savaşı Ege Denizi’ne yayacağı ve Boğazlar’a saldıracağı söylentileri dolaşmaya başlayınca, Rusya’nın arabuluculuk önerisi de diğer Büyük Güçler tarafından kabul görmüştü. Çünkü hiçbir Büyük Devlet savaşın Balkanlar’a sıçramasını ve Doğu Sorunu’nun tekrar alevlenmesini arzu etmemişti. İngiltere beş Büyük Devlet’in birlikte ve savaşan her iki tarafa ayrı ayrı başvurarak savaşın sona erdirilmesine çalışılması fikrini ortaya atmıştı.452 450 Şıvgın, ss. 123-125. Mavroyeni, s. 204. 452 Askew, ss. 190-202. 451 144 Osmanlı devlet adamları barış istemekte fakat bunu kâğıt üzerine döküp sorumluluğu almaktan kaçınmakta idiler. Bunun halkın üzerinde kendileri hakkında yapacağı kötü tesirden korkuyorlardı. 453 Çünkü Trablusgarp’taki bir avuç Türk askeri, İtalya’nın kat kat üstün ve tam teçhizatlı ordusuna rağmen, olağanüstü başarılar göstermiş ve düşman ancak bazı noktalarda kıyı şeridinden 4-5 km uzaklıkta bulunan Seydi-ElMısri’ye ve güneyde 20 km kadar içeride kalan Sıvani-Beni-Adem’e kadar ilerleyebilmişlerdi.454 Bu durum Osmanlı kamuoyunda da coşkuyla karşılanmıştı. Fakat Osmanlı Devleti’nin deniz gücü, donanması olmadığından İtalyanları tamamen denize döküp savaşı sona erdirememişti. Bu durumda savaş uzayıp gidiyordu. Savaşın uzaması, zaten zayıf olan Osmanlı maliyesine önemli bir yük getirmişti. Ayrıca yakında çıkması muhakkak olan Balkan Savaşı tehlikesi de Osmanlı devlet adamlarının büyük bir kısmında İtalyanlarla barış görüşmelerine başlamak hususunda bir arayış meydana getirmişti. 18 Haziran 1912’de Rusya, Fransa ve İngiltere’nin İstanbul ve Roma elçileri Osmanlı ve İtalyan Dışişleri Bakanları ile görüşüp arabuluculuk teklifinde bulunmuşlardı. Bunun sonucu olarak Osmanlı hükümeti ile İtalya arasında bir mütareke yapılması hususunda ön görüşmelere girişilmişti. Lozan’da iki devlet 12 Temmuz 1912’de savaşa son vermek için, resmi olmayan görüşmelere başlamışlardı. Görüşmeler başladığında, henüz Mehmed Sait Paşa kabinesi iktidarda idi. Osmanlı Devleti adına Şuray-ı Devlet Reisi Sait Halim Paşa (1863-1921) ile İtalyan temsilcileri Giuseppe Volpi (1877-1947) ve Guido Fusinato (1860-1913), Lozan’da buluşup görüşmelere başlamışlardı.455 Sait Halim Paşa, Trablusgarp’ın özgürlüğü İtalyanlar ise, İtalya’ya katılması üzerinde konuşmuşlardı. 19 Temmuzda İtalyan delegeleri Sait Halim Paşa’ya Rodos ve On iki Ada konusunda şu üç şıkkı teklif etmişlerdi: 453 Şıvgın, ss. 125-131. Karasapan, s. 204. 455 Osmanlı Devleti ile Sociéta Generale aracılığıyla ticaret ilişkileri olan ve devlet kademelerinde bir çok kişiyi tanıyan Volpi, resmi görüşmeler başlamadan önce Türk tarafının nabzını yoklamak ve barış konusundaki fikirlerini öğrenmek için Haziran ayında Talat ve Asım Beylerle görüşmüştü. Bu görüşmeler sonunda Volpi, Roma’ya Türk tarafının Trablusgarp’a özerklik verilmesi, yerl halktan oluşan bir ordu 454 145 - Adaların İtalyan hâkimiyetine terki. - Muhtariyet verilmesi. - Yerli halka birtakım garantiler tanımak suretiyle Adalar’ın Osmanlı Devleti’ne iade edilmesi.456 Ancak Mehmed Sait Paşa İtalya’nın bu tekliflerini kesin bir dille reddetmişti. 17 Temmuzda Sadrazam Mehmed Sait Paşa görevden çekilmiş ve 21 Temmuz 1912’de sadrazamlığa Ayan Reisi Gazi Ahmet Muhtar Paşa (1839-1919) getirilmişti. Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Osmanlı Devleti’nin mecbur kalmadıkça, bir savaşa girmesine taraftar değildi. Bundan dolayı baştan beri, Trablusgarp Savaşı’na karşı çıkmıştı. Sadrazam Mehmed Sait Paşa İtalya’nın Osmanlı İmparatoluğu’na kesin uyarı verdiği günlerde bazı devlet ileri gelenlerini toplamış ve fikirlerini sormuştu. Burada bulunan Ayan Reisi Gazi Ahmet Muhtar Paşa, mevcut şartlar altında İtalya ile savaştan kaçınmak lazım geldiğini bu sebepten meselenin barış yolu ile çözümlenmesi gerektiğini burada mukavemetin cinayet olduğunu söylemişti. Gazi Ahmet Muhtar Paşa, savaşın başından beri Trablusgarp’ın nasıl olsa, elden çıkacağına kanaat getirmiş bulunuyordu.457 Yeni kabineyi teşkil edecek kişilerle bir toplantı yapan Ahmet Muhtar Paşa; bu toplantıda, vekiller heyetinin kesin olarak kuruluşu, istifa eden kabinenin düşme sebepleri, memleketin iç ve dış durumu görüşülmüştü. Trablusgarp Savaşı’nın son durumu ile Rumeli’deki ayaklanmanı sebepleri ve bunun için alınacak tedbirlerin mahiyetini ve bunlardan ne gibi sonuçlar alınmış olduğunu öğrenmek üzere sekreterlik dairesinden Erkan-ı Harp Reis Vekili Hadi Paşa ile Trablusgarp’a asker sevkine görevli bir kurmay subay çağrılarak yaptıkları açıklamalar dinlenmişti. Subayların raporlarından Akdeniz’in kapalı olması yüzünden Trablusgarp’a muntazam bir şekilde asker ve savaş malzemesi gönderilmesi mümkün olmadığı, yalnız orada İtalyanlar ile çarpışmakta olan az sayıda asker ile kalabalık bir Arap topluluğunun beslenmeleri ve harbin devamı için lüzumlu para ve erzak ile savaş malzemesinin Tunus ve Mısır yolu ile bazı yabancı vasıtalarla, gönderilmesine çalışmakta kurulması ve İtalya’ya ticari öncelikler sağlanması konusunda görüşe sahip olduklarını belirtmişti. Bkz.: Askew, s. 238. 456 Askew, s. 214. 146 ve bu işler için de ayda 180-200.000 lira kadar bir para harcanmakta olduğu anlaşılmıştı. Hadi Paşa ise, bir seneye yakın bir süredir devam eden Trablusgarp Savaşı nedeniyle Çanakkale Boğazı’nı ve Akdeniz’deki Osmanlı sahillerinin mühim noktalarını İtalyan saldırısından korumak ve bir taraftan da Arnavutluk ayaklanmasını bastırarak Rumeli’de karışıklık çıkmasına meydan vermemek için nizamiye ve redif (yedek) askerlerinin hepsinin silâh altına alındığı bunlardan bir kısmının Boğaz etrafına, diğer kısmının ise, diğer mühim noktalara yerleştirildiğini artık Anadolu’da silâh altına alınacak bir tek asker kalmadığını söylemişti. İtalyanlarla gayri resmi olarak müzakere eden Sait Halim Paşa’nın, 28 Temmuzda Lozan’dan geri çağrılması ve görüşmelere bir süre ara verilmesinin ardından nihayet yeni Hükümetin seçtiği elçilerden Sofya Büyükelçisi Nabi ve Çetine Elçisi Rumbeyoğlu Fahrettin Beyler İtalyan temsilcileri ile 13 Ağustosta İsviçre’de Caux (Ko)’da buluşmuşlardı. Gayri resmi görüşmelere tekrar ve daha ciddi olarak başlanılmıştı. 19 Ağustosta Osmanlı Hariciye Nazırı Gabriel Noradonkyan Efendi bu kararı İstanbul’da bulunan Büyük Güçler’in elçilerine açıklamıştı. Bununla birlikte müzakerelerin içeriği çok gizli tutulmuştu.17 Ağustos 1912’de İtalyanlar, Osmanı Devleti barış şartlarını kabul etmezse Osmanlı Devleti’nin başka taraflarına saldıracaklarını, artık Avrupa devletlerinin menfaatlerine aldırış etmeyeceklerini söylemişlerdi. Osmanlılar ise, bunun Paris ve Berlin Antlaşmaları’ndaki Osmanlı toprak bütünlüğünün korunması maddelerine aykırı olduğunu ve bu konuda Avrupa devletlerine başvurabileceğini bildirdi. İtalya buna şiddetle karşı çıkmıştı.458 Türk tarafı uyuşmayı esas olarak Trablusgarp’ın muhtariyetini ilanının gerekliliğini ileri sürmüştü. Bu suretle hem İtalya’nın haysiyet ve itibarı korunacak, hem de Osmanlı hükümeti Trablusgarp’ı düşmana terk etmiş görünmeyecekti. İtalyanlar ises Trablusgarp’ın iç kısmı için Türklerle on yıllık bir antlaşma yapılarak Padişahın Trablusgarp’a dini bir temsilci göndermesini, bu temsilcisinin maaşının vakıflar hâsılatından ödenmesini ve Trablusgarp gelirlerinin beşte birini de Düyun-ı Umumiye’ye karşılık olmak üzere tahsis 457 458 Şıvgın, ss. 132-133. Şıvgın, ss. 132-136. 147 edilmesini istemişlerdi. Bir diğer öneri de Fizan’ı uzun müddet işgal etmemeyi taahhüt ederek Padişaha sadık kalmak isteyen Araplara bir sığınma bölgesi bırakılması esasını içeriyordu. İtalya Başbakanı Giolitti, Padişahın bir dini temsilci bulundurması ve Düyun-ı Umumiye’ye bir hisse ayrılması önerilerine razı olmuş, fakat diğer önerileri ilerde birçok ihtilafa sebep olacakları gerekçesiyle kabule yanaşmamıştı. Meclis-i Vükela 5 Ağustos 1912’de barış şartlarını belirlemek üzere toplanmıştı. Mehmed Sait Paşa Hükümeti tarafından İtalya ile ne gibi esaslar üzerine barış imzalanacaklarını araştırma maksadıyla oluşturulan komisyonun bir benzeri yeni kabine tarafından da oluşturulmuştu. Bu komisyon beş ayrı barış paketi sunmuştu: 1. İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi sahillerinde donanmanın yardım ve himayesi ile zapt ve işgal eyleyebileceği mahallelerin, Osmanlı Devleti’nce İtalya’nın askeri işgali altında kalabileceğinin kabul edilmesi. 2. Bingazi sahillerine karşılık, Trablusgarp vilayetinin bilinen sınırlarıyla ve halkının rızasıyla veya rızası alınmaksızın zabtı hakkı İtalyanlara ait olmak şartıyla hali hazırı üzere İtalya’ya terki. Bingazi Sancağı Osmanlı idaresinde bırakılarak Trablusgarp halkının kendi yerlerinde kalıp İtalya tabiyetine kabul edilmesi veyahut Bingazi sancağına ve Osmanlı topraklarının istedikleri yerine göç etmekte ve eski tabiyetlerini korumakta serbest bırakılmaları. 3. Trablusgarp ve Bingazi’ye Padişahın hükümranlığı altında muhtariyet verilmesi ve kurulacak beyliğin başına geçecek beyin yerine çocuklarının geçme hakkına sahip olması, ilmiye sınıfına mensup memurların eskiden olduğu gibi Makam-ı Mesayih tarafındna tayin olunması, diğer memurların ise bey tarafından seçilmesi ve memleketin savunması için yerli halktan milis kuvvetlerinin teşkil edilmesi. 4. Daha önce Mehmed Sait Paşa Kabinesi tarafından Sait Halim Paşa vasıtasıyla teklif edilmiş olduğu üzere Trablusgarp ve Bingazi sahillerinde mevcut limanlardan başka yerler seçilmek şartıyla liman tesisine müsait bir noktanın İtalya’ya terki ile diğer sahil ve iç bölgelere Padişahın hükümranlığı altında olarak muhtariyet verilmesi. 5. Trablusgarp vilayetinin mevcut sınırlarıyla, fakat halkın İtalya tabiyetini kabul veya Bingazi Sancağı’na ve Osmanlı topraklarının sair kısımlarına göç etmekte serbest 148 bırakılması şartıyla, İtalya’ya ve buna karşılık Masawa ile Eritre’nin İtalya tarafından Osmanlı hükümetine terki ve Bingazi’ye Padişahın hükümranlığı altında muhtariyet verilmesi. Barış görüşmeleri sırasında bu beş barış paketinden önce birincisi teklif edilerek İtalyanlara kabul ettirilmeye çalışılacaktı. İtalyanların kabule yanaşmamaları halinde sırasıyla diğer barış paketleri gündeme getirilecekti. Yalnız bu beş barış şeklinden birincisinin kabul ettirilmesine imkân bulunamayacağı kesinlikle anlaşılmadıkça ondan sonrakinin teklif edilmemesine son derece itina gösterilecekti. Bu beş şekilden hangisi barışa esas olursa olsun İtalya’nın işgal ettiği adaların tümünü kayıtsız şartsız Osmanlı hükümetine iadesini İtalyan hükümeti taahhüt etmelidir. Buna karşılık Osmanlı hükümeti adalar hakkında kanunlara karşı gelenler için umumi af ilan edecekti.459 İtalyanlar barış görüşmeleri tekrar başlamadan önce giriştikleri diplomatik temaslarla Osmanlı hükümetinin ileri süreceği barış şartları hakkında fikir sahibi olmuşlardı. Babıâli’nin masaya getireceği şartları aşağı yukarı öğrenen İtalyan hükümeti, bu bilgiler ışığında tavrını belirlemiş, barış görüşmelerine katılacak murahhaslara Türklerin barış yapmayı çok arzu ettiği söylenmiş ve bu yüzden görüşmeler sırasında çok katı davranmaları talimatı verilmişti. 13 Ağustos 1912’de İsviçre’nin Caux şehrinde Türk ve İtalyan delegeleri görüşmelere başlamışlardı. Nabi Bey önce birinci barış paketini sunmuştu. İtalyanların bu öneriye ihbar etmemesi üzerine ikinci öneri paketi açılmıştı. Bu öneri de ilhak kararına aykırı bulunmuştu. Bunu takiben Türk delegeleri üçüncü barış paketini de açmışlardı. 27 Ağustosa kadar tartışmalar bu üç değişik öneri üzerine cereyan etmişti. İtalyanlar, birinci ve ikinci Türk önerilerine ilhak kararının geri alınmasının İtalya için manevi bakımdan intihar demek olacağını, bunun sonucunda ülkede ayaklanma çıkacağını ve belki de hanedanın devrileceğini ileri sürerek karşı çıkmışlardı. Başlangıçta üçüncü öneriyi incelemeye değer bulan İtalyan delegeleri, kısa bir süre sonra fikir değiştirerek bunun da ilhak kararına aykırı olduğunu iddia etmişlerdi. 459 Kurtcephe, ss. 207-208. 149 Giolitti’nin iddiasına göre, Osmanlı hükümeti, üçüncü öneriyi sunmakla bütün Trablusgarp’ı İtalyanlara bırakmak niyetinde olduğunu göstermiş ve Nabi Bey, Hükümetinin tek isteğinin Türk kamuoyunu kandırabilmek için böyle bir formüle razı olduğunu söylemişti. Osmanlı delegelerinin, dışişleri bakanlığına gönderdikleri telgraflarda Giolitti’nin iddiasını doğrulayacak bir ifade bulunmamaktaydı. Osmanlı Devleti’nin önerilerine karşılık olarak İtalyanlar, bir antlaşmaya varılabilmesi için şu üç şartın yerine getirilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdi: 1. Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp üzerindeki hâkimiyetinden vazgeçmesi istenmeyecek ve buna karşılık İtalya’nın ilhak kararını geri alması için ısrar edilmeyecek, 2. Her iki devlete de antlaşmayı iç siyasetleri bakımından milli haysiyet ve şereflerine dokunmayacak biçimde yorumlama imkânı tanınacak, ancak bu yorulmama iki devlet arasında bir antlaşmazlık doğuracak nitelikte olmayacak, 3. Derhal ateşkes ilan edilecekti. İtalyanların ortaya attıkları bu öneriler, her iki tarafında işini kolaylaştırmaya yönelikti. Fakat bundan sonra da tarafların arasındaki görüş ayrılıkları devam etmişti. Türk tarafının ileri sürdüğü üç barış önerisini de incelemeye değer bulmayan İtalyan delegeler, ilhak kararından taviz vermemekte kararlı olduklarından muhtariyet fikrine de yanaşmamışlardı. Türk tarafı da İtalyanların ileri sürdüğü barış şartlarını kabule yanaşmamıştı. Bu sebepten görüşmeler kesilme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Görüşmelerin kesilmesini istemeyen Giolitti, tehlikeyi görünce, İtalyan delegelerle bizzat görüşmek istemişti. 25 Ağustosta Torino’da Gioliitti ile İtalyan delegeler buluşarak izleyecekleri hareket tarzını ele almışlardı. 27 Ağustos 1912’de görüşmeler tekrara başlamış, Türk delegeler, dördüncü önerilerini açıklamışlardı. İtalyanlar, bu öneriyi de ilhak kararnamesiyle bağdaşmayacağı gerekçesiyle reddetmişlerdi. Bunun üzerine Nabi Bey tarafından son Türk önerisi okunmuştu. Bu öneri de diğerleri gibi ilhak kararnamesine aykırı olduğu ve ayrıca Masawa ve Eritre’nin İtalya tarafından terkini gerektirdiği bahanesiyle geri çevrilmişti. İtalyanlar tüm Türk önerilerini reddetmekle inisiyatifi ele geçirip barış şartlarını dikte ettiren taraf olmak istiyorlardı. Türk tarafının masaya getireceği önerisi kalmayınca İtalyanlar , karşıt öneriler ortaya atmıştı. Bu öneriler: 150 1. Osmanlı hükümeti, İtalya’nın hükümranlık hakkını tanımaksızın Trablusgarp ve Bingazi’nin muhtariyetini ilan edecek, 2. Padişah, maaşı mahalli gelirlerden karşılanmak üzere yerli halkın ileri gelenlerinden bir şahsı, vekili olarak tayin edecek, 3. İtalyan kamuoyunun bu durumu himaye ve metbuiyet addetmemesi için padişahın vekili Hıdiv veya Bey gibi bir ünvana haiz olmayacak ve vakıflar, Düyun-ı Umumiye, Reji gibi kurumlarda be Osmanlı menfaatlerinin korunması vazifesiyle mükellef bulunacak, 4. İtalyan hükümeti, Osmanlı Devleti’nce verilecek muhtariyeti nazarı itibar almayarak Trablusgarp ile Bingazi’yi hükümranlık hakkına dayanarak idare etmek üzere kanun ve nizamnameler koyabilecek ve aynı zamanda tayin edilecek Osmanlı vekilini de tanıyacaktı. Meclis-i Vükela, 8 Eylül 1912 tarihli oturumunda son İtalyan önerilerini görüştü ve bu önerilere verilecek cevabı kararlaştırdı. 1. Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Bingazi’ye muhtariyet vermeye mütemayildir. Padişahın hâkimiyeti altında ve İtalyan hâkimiyetini tanımamak ve buna itiraz dahi edilmemek kaydıyla geniş bir muhtariyet ile idare hakkını haiz bir vali tayin edilmeli, 2. Padişah fermanı ile valiye gerekli her türlü yetki verilecek ve İtalyanların talebi gereğince Vali, Vakıflar, Düyun-ı Umumiye ve Reji gibi çıkarlarını koruyacaktır. Şimdiden bunların yıllık tutarları belirlenmeli,460 3. Padişahın, Mısır’da olduğu gibi bir komiser ve şer’i mahkemelerin reislerini tayin hakkı olmalı, 4. Valinin ve bütün memurların maaşları mahalli gelirlerden karşılanmalıydı. Muhtariyete ilişkin Türk ve İtalyan önerileri incelendiğinde, iki tarafında farklı beklentileri olduğu görülmektedir. İtalyanlar göstermelik bir muhtariyet arzu etmekteydiler.Onlara göre böyle bir şekil, Osmanlı Devleti’nin haysiyet ve itibarını 460 Evans, s. 113. 151 koruyacağı gibi Müslüman halkın gözünde Trablusgarp ve Bingazi’yi İtalyanlara bırakmış olma töhmetinden de kurtaracaktır. Osmanlı hükümeti ise daha geniş bir muhtariyet peşinde koşmakta ve Mısır benzeri bir idarenin tesisine çalışmaktadır. Bu gerçekleştirildiği takdirde devletin maddi ve manevi çıkarlarının korunacağına inanılmaktaydı. Savaşın başında kendisi için fazla bir masraf gerektirmeyeceği, buna karşılık büyük masraflara katlanmak zorunda kalacak olan İtalya’nın barış isteyeceğini zanneden Osmanlı hükümeti, Çanakkale saldırısı ve adaların işgali üzerine fikrini değiştirmişti. Türk devlet adamları savaş uzadıkça adaların iadesinin güçleşeceğine kanaat getirmişlerdi. İtalya ise kısa sürede sonuçlandırmayı umduğu savaşın gittikçe uzamasından ve İtalyan kamuoyunun gösterdiği tepkilerden dolayı, Osmanlı Devleti’ne bazı tavizler vererek savaşı bir an önce bitirmek istemişti.461 Aslında Büyük Güçlerve İtalya Trablusgarp ve Bingazi, askeri ve ekonomik bakımdan Osmanlı Devleti için hiçbir kıymet ifade etmediği halde bu toprakları İtalya’ya vermemek için diretmesine anlam veremiyorlardı.. Ancak Osmanlı kamuoyu için bu toprakları vatanın bir parçası olarak görülüyordu. Bu sebepten Trablusgarp ve Bingazi’nin para karşılığı İtalya’ya verileceği söylentileri bile büyük tepkilere yol açmıştı. Ülke sınırları içerisinde Arap unsuru önemli bir yer tutuyordu. Ortada bir mecburiyet yokken Arap halkın yaşadığı Trablusgarp ve Bingazi’nin İtalya’ya verilmesi, Arapların devlete olan güvenlerini sarsabilirdi. Trablusgarp ve Bingazi, düşman istilasına maruz kalan Osmanlı merkezi yönetimine bağlı Müslümanların yaşadığı topraklardı. Cezayir, Tunus ve Mısır işgal edilmişti. Fakat buralar doğrudan Osmanlı Devleti tarafından yönetilmiyordu. Aradaki bağ, şekli bir bağımlılıktan öte gitmiyordu. Oysa Trablusgarp ve Bingazi’nin durumu farklıydı. Bu iki toprak parçası 1835’ten beri Osmanlı merkezi yönetimine bağlıydı. Bu toprakların düşmana terk edilmesi, İslâm dünyası’nda büyük tepkilere yol açabilir ve Osmanlı Hilafetinin manevi itibarı zaafa uğrayabilirdi. Bu ihtimalleri göz önünde bulunduran Babıâli, hiç olmazsa görünüşü kurtarabilmek için Padişahın hükümranlık haklarının devamını sağlamak hususunda ısrar etmişti.462 Blunt anılarında, “Eğer Türkler İtalya ile 461 462 Kurtcephe, ss. 208-215. Kurtcephe, ss 171-176. 152 barış yapmayı kabul ederlerse Enver Bey Sünusiler’in de desteğiyle Trablusgarp’ta hükümdarlığını ilan eder ama bu durum Osmanlı Padişahının Afrika’da Halifelik makamından kaynaklanan saygınlığını yitirmesine neden olur.” demişti.463 Türk ve İtalyan delegeler 3 Eylül 1912’de Caux’dan Ouchy’ye geçmiş ve müzakerelerine burada devam etmişlerdi. Bu arada Balkanlar’da olduğu kadar devletlerarasındaki ilişkiler de değişiyordu. İtalya barışın bir an önce bitmesini istiyordu Almanya’da bir an önce savaşın bitmesi için Osmanlı Devleti’ne telkinlerde bulunuyordu. Almanya’nın barış istemesinin asıl sebebi İtalya ile Avusturya arasındaki düşmanlıktı. Almanya savaş dolayısı ile bu düşmanlığın uzamasından korkuyordu. Aslında savaşın bir an önce bitmesi Osmanlı menfaatlerine de uygundu. Balkan savaşı kapıya dayanmıştı. Müzakerelerin uzaması ve 8 Ekimde Karadağ’ın Osmanlı hükümetiyle diplomatik münasebetlerini kesmesi ve Bulgaristan ile Sırbistan’ın genel seferberlik ilan ettiklerine dair haberlerin Avusturya basınında çıkması üzerine464, İtalyanlar Ouchy’deki Türk delegelerine bir kesin uyarı vererek, teklif edilen şartlar dâhilinde antlaşmanın imzalanmasını istemişlerdi. Diğer yandan Osmanlı tarafı antlaşmayı imzalamazsa, İtalya’nın başka yerlere saldıracağı söylentisi yayılmıştı. Bu durumda bilhassa, Balkanlardaki vaziyetini gittikçe ciddileşmesi üzerine Osmanlı hükümeti İtalyan tekliflerini kabul etmek zorunda kalmıştı. Zira bu sıralarda Rusya’nın da vesayeti ve himayesi altına giren Venizelos’un faal politikası ile Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan arasında 23 Şubat 1912’de Balkan Devletleri ittifakı antlaşması imzalanmış ve bu devletlerarasında ileride çıkabilecek antlaşmazlıklar için Rusya hakem yapılmıştı. Bu antlaşmaya İşkodra ile Yenipazar’ın kendisine verilmesi vaadiyle birkaç ay sonra Karadağ da girmişti. Bu sırada Arnavutluk’taki ayaklanma da genişlemiş, Arnavut asileri Üsküp yakınlarına kadar sarkmışlardı.465 Hatta Manastır’da valiyi tutuklamışlardı.466 Bu devletlerin her an Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açmaları bekleniyordu. İtalyanların da Balkan ülkelerinin yarattıkları 463 Blunt, s. 811. Mavroyeni, s. 321. 465 Karasapan, s. 211. 464 153 kargaşadan yararlanarak Osmanlı sahillerine asker çıkartmayı tasavvur ettiği ve özellikle Dedeağaç’a çıkartma yapacağı öğrenilmişti. İtalyan kuvvetinin Dedeağaç’ı ele geçirmeleri durumunda, İtalya Anadolu’nun Rumeli ile bağlantısını keserek Balkan devletlerinin saldırısına yardımcı olabilir ve bu da mukavemeti çok güçleştirebilirdi. Bu ihtimale karşı bir tedbir olarak Boğaz’da ve sahil kesimlerinde çok sayıda asker bulundurmak gerekiyordu. Bu çareye başvurulması halinde de Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ sınırlarında bulunan birliklerden yararlanmak mecburiyeti vardı. Bu büyük bir riski göze almak demekti. Balkanlarda Osmanlı ordularının sayılarının azalması, savaşın başlaması halinde Balkan devletlerine karşı galip gelmek bir tarafa savunma yapılmasına bile mani olabilirdi. Barışı zorunlu kılan bir diğer sebep de Balkanlar’da savaşın başlamasından sonra İtalya’nın savaş öncesi kabul edeceği barış şartlarını reddederek Trablusgarp ve Bingazi’ni kayıtsız şartsız kendisine terkin edileceği idi. Eğer İtalya ile derhal bir antlaşma yapılmazsa sonuçta Trablusgarp, Bingazi, Ege Adaları ve bütün Rumeli’yi kaybetme tehlikesi vardı. Ayrıca Mavroyeni Asım Bey’e yazdığı 22 Temmuz 1912 tarihli telgrafta İtalyan donanması’nın Ege Denizi’ndeki varlığı Osmanlı donanmasını denize açılamaz hale getirdiğini. Bu yüzden İtalyanların On iki Ada dışındaki adaları işgal etmeseler dahi bu adaların Yunanistan tarafından işgal edilebileceği tehlikesinin olduğunu, bu adaların Yunanistan tarafından işgali siyasi olarak engellense bile adalarda yaşayan halkın ayaklanarak Osmanlı Devleti’nden kopmak isteyebilecekleri belirtmişti.467 Özellikle İtalyan Kralı ile Karadağ Prensi arasındaki akrabalık bağları İtalya’nın bu ülkeye verdiği desteğin artmasına neden olmuştu. Bütün bu gelişmelerin sonunda beklene olmuş ve Karadağ 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişti. Bunu Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilanları izlemişti. İki cephede birden savaşan Osmanlı Devleti kendisi için daha önemli olan Balkanlar’daki savaşı sürdürebilmek için İtalya ile Ouchy Antlaşması’nı imzalamıştı. Bu antlaşmanın 466 467 Mavroyeni, s. 252. Mavroyeni, s. 261. 154 hemen ardından Üçlü İttifak’ın bitimine iki yıl kala taraflar arasında yapılan antlaşmayla dördüncü kez yenilenmişti.468 15-18 Ekimde iki taraf delegeleri Ouchy’de bir gizli antlaşma ile onun eklerini teşkil eden barış antlaşmasını ve üç protokol imzalamışlardı.469 18 Ekimde imzalanacak olan barış antlaşması yayınlanacak olan antlaşmaydı. Ve 11 maddeden ibaretti. Gizli antlaşma ise, 15 Ekimde imzalanmıştı. Bu antlaşma Trablusgarp’a tayin edilecek kadı, vs. hakkında olup, aşağıdaki 11 maddeden oluşuyordu;470 1. Madde: Osmanlı hükümeti, bu antlaşmanın imzasından itibaren üç gün zarfında Trablusgarp ve Bingazi ahalisine hitaben bir Padişah fermanı yayınlatacaktır. 2. Madde: Bu antlaşma ile kararlaştırılmıştır ki, Naibüssultan diye adlandırılacak ve Padişahı temsil edilecek zat ile tayin edilecek dini görevliler için İtalyan hükümetinin onayı alınacaktır. 3. Madde: İtalyan hükümeti, adı geçen Padişah fermanının yayınlandığı tarihten en geç üç gün sonra bir emir yayınlatacaktır. 4. Madde: Osmanlı hükümeti, İtalyan askerince işgal olunup Osmanlı Devleti’ne iade olunacak olan adalar halkına atlaşmanın imzası tarihinden itibaren yedi gün zarfında bir Padişah iradesi ile bir umumi af ilan edecektir. 5. Madde: Tarafların her birince adı geçen üç ek yayınlanır yayınlanmaz antlaşma metni delegelerce imzalanacaktır. 6. Madde: Bu antlaşma metni ile şurası kararlaştırılmıştır ve şart koşulmuşturki, Osmanlı hükümeti, Trablusgarp ile Bingazi’ye silah, mühimmat ve asker göndermemeyi taahhüt eder. 7. Madde: İtalyan hükümeti, Balkan sorunun Osmanlı çıkarlarına en uygun bir şekilde çözümlenmesi hususunda Osmanlı Devleti’ne her türlü yardımda bulunmayı ve gerek Balkanlarda gerekse Akdeniz’deki mevcut düzenin korunmasına çalışmayı taahhüt eder. 468 Childs, ss. 115 116. Askew, s.243. 470 Şıvgın, ss. 140-149. 469 155 8. Madde: Osmanlı hükümeti, Seyyid İdris ve taraftarları için bu gizli antlaşmanın imzalanması müteakip kendilerine yapılacak tebligat tarihinden itibaren yedi gün zarfında bir umumi af ilan edecektir. 9. Madde: Taraflar akdedilen bu antlaşmayı, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na götürülene kadar gizli tutmayı taahhüt ederler. 10.Madde: Osmanlı hükümeti, barış antlaşmasının onuncu maddesinde kararlaştırılmış olan yıllık taksitini sermayeye çevirmek isterse, İtalyan hükümeti tebliğinden itibaren on beş gün zarfında Osmanlı Düyun-ı Umumiye veznesine nakit olarak ödemeyi taahhüt eder. 11. Madde: Trablusgarp ve Bingazi’nin yerli halkından olup, bugün Osmanlı topraklarında bulunan ve bir de Osmanlı Devleti’ne diğer kısımları ahalisinden olup da Trablusgarp ile Bingazi’de geçici veya daimi surette ikamet edenler, Osmanlı vatandaşlığı haklarını koruyacaklardır.471 Padişahın temsilcisi ile naipler tayin edilmeden İtalya’nın onaylaması gerekiyordu. Padişah Trablus ve Bingazi’ye muhtariyet verdiğini açıklayan bir fermanı üç gün içinde yayınlayacaktı. İtalyan Kralı ise, fermanın yayınlanmasından en geç üç gün sonra Trablusgarp ve Bingazi’de genel af ilan edecek,472 din işlerinde özgürlük tanıyacak, padişahın Halife olması dolayısıyla Trablusgarp’ta bir temsilcisi (Naib-i Sultan) bulunacaktı.473 Vakıflara saygı gösterilecek naiplerin aylıkları mahalli vergilerle ödenecekti. Yerli işler için hiçbir yetkisi olmayan Naib-i Sultanın seçilmeden önce de İtalyanlarca onaylanması gerekiyordu. Yine bu iradeden en çok üç gün sonra padişah iradesi yayınlanacak ve adalar halkına bazı haklar ve umumi af ilan edecekti. Bu belge yayınlanır yayınlanmazsa açık antlaşma imzalanacaktı. 474 Açıklanması planlanan barış antlaşması metni ise şu hükümlerden oluşmuştu: 1. Madde: Osmanlı Devleti ile İtalya arasında barış yapılmıştır. Her iki hükümet de bu antlaşmanın imzalanmasını müteakip aynı anda çarpışmayı son vermeyi taahhüt ederler. 471 Kurtcephe, ss. 219-220. Şıvgın, ss. 140-149. 473 J.A.R. Marriotti, The Makers of Modern Italy, Oxford: Oxford University Press, 1931, s. 170. 472 156 2 Madde: İşbu antlaşmanın imzasını takiben Hükümetlerden her biri, yani Osmanlı hükümeti Trablusgarp ile Bingazi’den İtalyan hükümeti de Ege Denizi’nde işgalinde bulundurduğu adalardan subay, asker ve memurlarını çekme hususunda emir vermeyi taahhüt ederler. 3.Madde: Savaş esirleri ile rehineler mümkün olan en kısa sürede değiştirilecektir. 4. Madde: İtalyan hükümeti, çarpışmalara iştirak eden Trablusgarp ve Bingazi halkı ve Osmanlı hükümeti de aynı durumda bulunan Adalar ahalisi haklarında bir umumi af ilan etmeyi taahhüt ederler. Adi suçlar umumi affa dâhil değildir. Bununla birlikte hangi sınıf veya mevkide bulunursa bulunsun hiçbir şahıs savaş sırasında icra ettiği siyasi ve askeri faaliyetten veyahut açıkladığı fikirlerden dolayı, şahsı, emvali ve hukukundan istifadesi itibariyle takip edilmeyecek ve cezalandırmayacaktır. 5. Madde: Savaş ilanından önce taraflar arasında yapılmış olan ‘muahedat ve mukavelat’ ile her türlü taahhütler tekrar yürürlüğe girecek ve iki Hükümet ile vatandaşları arasında savaştan evvel mevcut olan vaziyet aynen yeniden tesis edilecektir. 6. Madde: İtalyan hükümeti, diğer devletler ile yürürlükte olan ticaret antlaşmalarını yenilediği sırada, Osmanlı Devleti ile Avrupa Devletler Hukuku esası üzerine bir ticaret antlaşması yapmayı taahhüt eder, yani Osmanlı Devleti’ne kapitülasyonlar ve bugüne kadar yapılmış antlaşmalarla kayıtlı olmayarak bütün iktisadi serbestîsini ve bütün Avrupa devletleri benzeri ticaret ve gümrüğe ilişkin maddeleri uygulama hakkı vermeye muvafakat eyler. 7. Madde: İtalyan hükümeti, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde posta haneleri mevcut olan diğer devletler posta hanelerini lağvettikleri zaman, kendisi de posta haneleri lağvetmeyi taahhüt eder. 8. Madde: Babıâli, Osmanlı Devleti’nde yürürlükte olan uhud-ı atika usulüne son vermek ve yerine devletler hukuku usulünü uygulamak üzere ilgili olan Büyük Güçler ile bir Avrupa konferansında veya başka bir şekilde müzakerata girişmek niyetinde bulunduğundan İtalyan hükümeti, Babıâli’nin bu niyetinin haklı olduğunu tasdik ederek bu 474 Askew, s. 244. 157 hususta her türlü yardımda bulunacağını şimdiden beyan eyler. 9. Madde: Osmanlı Devleti, kendi idare ve dairelerinde çalışıp da savaş ilanıyla sınır dışı etmeye mecbur olduğu İtalyan vatandaşlarına mevkilerini iadeye hazır olduğunu beyan eyler. 10. Madde: İtalyan hükümeti, savaş ilanından evvelki üç seneden her biri zarfında Trablusgarp ile Bingazi gelirlerinden Düyun-ı Umumiye’ye tahsis edilmiş olan meblağın ortalama miktarına eşit bir meblağı Osmanlı hükümeti hesabına, her sene Osmanlı Düyun-ı Umumiye veznesine ödemeyi taahhüt eder. 11. Madde: Bu antlaşma imzalandığı gün yürürlüğe konacaktır.475 Nihayet 1 yıl 16 gün süren Trablusgarp Savaşı Tarihe Ouchy Barış Antlaşması adıyla geçen Türk-İtalyan Antlaşması, İtalyan hükümetinin Babıâli’ye tanıdığı sürenin son günü olan 15 Ekim 1912 Salı günü imzalanmasıyla sonuçlanmıştı. Antlaşmaya göre Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Bingazi’deki askerini çekecek, buna karşılık İtalya Rodos ve Oniki Ada’yı iade edecekti. Ancak bu arada Balkan Savaşı’nın çıkması yüzünden Rodos ve Oniki Ada’nın Yunanistan’ın işgaline uğramaması için savaş bitene kadar İtalya’nın elinde kalmasına karar verilmişti. Fakat İtalya bunu fırsat bilerek savaş bittikten sonra da buraları Osmanlı Devleti’ne iade etmemişti. Yani Osmanlı Devleti Ouchy Antlaşması ile Trablusgarp ve Bingazi ile birlikte resmen olmasa da fiilen Rodos ve Oniki Ada’yı da kaybetmişti. Antlaşmayı takiben 16 Ekimde İtalya Kralı tarafından Trablusgarp ve Bingazi halkına’na umumi af ilan eden, dini hürriyet özgürlüğü veren ve yerli halka göstermelik olarak yönetime katılma hakkı tanıyan emirname de imzalanarak yürürlüğe girmişti. Aynı gün yayınlanan Padişah iradesiyle de Rodos ve Oniki Ada halkına umumi af ilanıyla bir takım haklar verilmişti. Kamuoyundan gerçekleri gizlemeye yönelik bu kararlar açıklandıktan sonra 18 Ekimde 1912’de barış antlaşması ilan edilmişti. Antlaşma daha açıklanmadan 16 Ekimde Rusya, İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi üzerindeki hâkimiyetini tanıdığını duyurmuştu. Onu 17 Ekimde Avusturya, 18 Ekimde Almanya ve 19 Ekimde Almanya ve 19 Ekimde İngiltere izlemişti. Birkaç gün sonra da Fransa tanımıştı. Antlaşma 475 Kurtcephe, ss. 218-219. 158 4 Aralıkta İtalyan Palamentosu tarafından 14 Aralıkta da İtalyan Senatosu’nca onaylanmış ve 16 Aralıkta kanun halini almıştı. 476 İki antlaşma metni karşılaştırıldığında, açık antlaşma metninde açıklanmasında mahzur görülmeyen hükümlerin yer aldığı görülmektedir. Gizli antlaşma metninde ise üç ayrı eki yayınlayacak olan devletler, bunun bir pazarlık sonucu olduğunu gizleyerek görünüşü kurtarmaya çalışmaktadırlar. Osmanlı Devleti açısından bazı hususların gizli tutulması son derece önem taşıyordu. Savaşın başından beri Babıâli’nin en büyük korkusu, İtalya’nın isteklerini kabul etmesi halinde Arapların ve ülke içerisindeki Müslüman unsurun göstereceği tepki idi. Eğer savaşın başında İtalya 1912 Ekiminde benimsenen şekli, kabule yanaşmış olsaydı kuvvetli bir ihtimalle savaş bu kadar uzun süre devam etmeyecekti. Barış görüşmelerinin seyri dikkatle takip edildiğinde görülür ki, Babıâli’yi barışa zorlayan asıl neden Balkanlar’daki Osmanlı aleyhtarı gelişmeler değildi; cephanesizlik, parasızlık, ulaşım imkânsızlığı, Rodos ve Oniki Ada’nın işgal edilmesi ve diğer adaların da işgal etmesiyle karşı karşıya kalması, Çanakkale Boğazı’nın saldırıya uğraması ve bunun İstanbul’un işgal edilebileceği ihtimalini doğurması Said Paşa Kabinesini barış görüşmelerini başlatmaya itmişti. Ahmet Muhtar Paşa Kabinesi de aynı gerekçelerle İtalyanlarla görüşmelerin devamına karar vermiştir. 12 Temmuzda başlayan ve kesintilerle antlaşmanın imzalandığı 15 Ekim 1912’ye kadar süren müzakereler esnasında iki taraf da Trablusgarp ve Bingazi’nin İtalya’ya verilmesi hususunda antlaşmalarına karşın pes eden taraf durumuna düşmemek için küçük ayrıntılar üzerinde ısrar etmekten geri kalmamışlardır. 8 Ekim 1912’de ve İtalyanların 15 Ekime kadar antlaşma imzalanmadığı takdirde müzakereleri kesip savaşı genişletme tehdidinde bulunması Babıâli’yi, daha fazla çıkar elde etmek amacıyla sürdürdüğü ısrardan vazgeçip bir an önce antlaşma yapmaya sevk etmişti.477 İtalyanlarla Ouchy Antlaşması’nın yapılması Trablusgarp’ta bir yıldır canla başla savaşan, büyük güçlük ve yokluklara katlanan, yokluktan varlık yaratan, genç vatansever Türk subayları için tam bir manevi yıkım olmuştu. Barış görüşmelerinin başladığı sıralarda 476 477 Askew, ss. 244-245. Kurtcephe, s. 220. 159 Trablusgarp’taki Türk subayları bütün Batı Afrika’yı içine alacak bir Türk-Arap İmparatorluğu’nun projeleri üzerine eğilmişlerdi. Trablusgarp Savaşı fiilen Ouchy Antlaşması’yla sona ermemişti. Bir süre Osmanlı Devleti’nde kalan silahlar ve subaylarla organize olan Trablusgarp ve Bingazi yerlileri, liderleri Seyit Ahmet Şerif El Sünusi yönetiminde savaşı sürdürmüşlerdi.478 Savaş İtalyanların tahmin ettikleri gibi hemen bitmemişti. Hatta fiili olarak 1917’ye kadar sürmüştü. 1929’a kadar İtalyanlar ancak Trablusgarp ve çevresinde kontrolü sağlayabilmişlerdi. Bu tarihten sonra yavaş yavaş iç kesimlere ilerleyen İtalyanlar; Fizan ve Bingazi’yi ele geçirmişler ve ancak 1932 yılında bu üç bölgeyi de kontrolleri altına alıp Libya’nın tamamını kapsayan bir koloni kurabilmişlerdi.479Ayrıca bu savaşla Trablusgarp Bölgesi’ni kazanan İtalya yuvarlak bir hesapla 750 milyon frank, tüm kuvvetlerinin üçte birini ve askeri şeref ve siyasal onur ve itibarından da çok şey kaybetmişti.480 478 Sergio Romano, La Quarta Sponda: La Guerra di Libia 1911-1912, Milan: Bompiani, 1977, s. 156. Burada ironik olan nokta, İtalyan diplomatlarının 1902 yılında iki Sünusi liderleriyle Kahire’de biraraya gelmelerinin ve İtalyanların Sünusilere bölgedeki amaçlarının Avrupalı diğer güçlerin Trablusgarp ve çevresini işgal etmeleri olduğunu belirtmelerinin ardından, Sünusi lideri Şeyh Ahmed Al-Şerif Kahire’deki İtalyan konsolosuna bir mktup yazmış ve İtalya’nın düşmanlarına karşı savaşlarında kullanmaları için silah yardımı talebinde bulunmuşlardı. Sünusilerle ilişkilerini zedelemek istemeyen İtalya bu teklifi kabul etmiş ve onlara silah yardımında bulunmuştu. Sünusiler ise bu silahları önce Güney Sirenika’da ve Çad’ta Fransızlara ardından da Trablusgarp’ta İtalyanlar’a karşı kullanmışlardı. Bkz.: Anderson, Lisa, ss. 110-111. 479 Anderson, Lisa, s.12. 480 1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, s. 132. 160 SONUÇ: Devlet olma sürecinden ulus olma sürecine geçen İtalya’nın yaşadığı temel sorun birliğin sağlanmasının ardından farklı çıkar gruplarının ortak bir amaç etrafında kenetlenememiş olmalarıydı. Bu siyasi grupların kendi siyasi görüşlerini temel alan bir yönetim kurmak istemeleri, İtalya’nın ulus olma sürecini yavaşlatmıştı. Bu gruplar arasındaki temel çatışma, demokrasinin kurumları ve bu kurumların birliğinin yeni tamamlamış olan İtalya’ya uygulanması üzerine olmuştu. Özelikle milliyetçi gruplar Fransız milliyetçiliğini taklit eden bir politika izlemişlerdi. İtalyan Milliyetçileri yerel sanayiyi geliştirerek ve büyük bir tarımsal atılım gerçekleştirerek, daha da önemlisi insan gücü bakımından zengin doğal kaynakları bakımından ise fakir olan bir ulusu, sömürgeci bir ulus haline getirmek suretiyle mevcut birçok sorunun çözüleceğine inanmışlardı. Ancak, bu anlayışın hata yaptığı nokta, İtalyan emperyalizminin Avrupalı diğer emperyalist güçlerle karşı karşıya geleceğini ve bu güçlerle İtalya’nın çıkarlarının çatışacağını gözden kaçırmış olmasıydı. Ama ne olursa olsun, İtalyan milliyetçileri için büyük güç olabilmenin ve ulusu bir arada tutabilmenin temel şartı sömürge imparatorluğu kurma yoluyla emperyalist bir güç olmaktı. Bu sebeple Afrika’da sömürge arayışına giren İtalya Afrika Boynuzu’nda bulunan Eritre ve Somali’yi işgal etmişti. Ancak bu bölgelerden hem siyasi hem de ekonomik yönden istediği verimi alamayan İtalya, bunun üzerine Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki topraklarına yönelmişti. Özellikle Tunus’u kendine işgal sahası olarak belirleyen İtalya bu bölgeyi Fransa’ya kaptırması üzerine işgal yönünü Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki son toprak parçası olan Trablusgarp ve çevresine çevirmiş ve burayı Avusturya’nın Bosna-Hersek’i işgal ettiği gibi bir oldu bittiyle işgal etmeyi hedeflemişti. Ancak bölgeye gizlice giden Osmanlı subaylarının önderliğindeki Türkler ve onların yerel Arap destekçileri İtalya’nın saldırılarını durdurmayı başarmışlardı. Trablusgarp’a karşı askeri harekât başlattığında Türklerin bu denli başarılı bir savunma yapabileceklerine ve savaşı bu denli uzatabileceklerine inanmayan İtalya bu denli uzun bir savaş için de hazırlıklı değildi. İtalyanların çöl savaşları için ne Fransızlar gibi Lejoner birlikleri ne de İngilizler gibi Gurka askerleri vardı. Trablusgarp Savaşı’nın bu 161 derece uzaması Birinci Dünya Savaşı öncesi İtalya’nın insan ve lojistik kaynaklarının büyük oranda tükenmesine ve İtalyan Başbakanı Giolitti’nin Birinci Dünya Savaşı öncesi İtalyan ordusunun savaş kabiliyeti konusunda şüpheye düşmesine neden olmuştu. Trablusgarp’taki başarısızlıklarını Osmanlı Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki diğer kıyılarına, Ege Denizi’ndeki adalarına ve Boğazlar’a saldırma yoluyla gizlemeye çalışan İtalyan hükümeti bu çabasında da başarılı olamamıştı. İtalya’nın, Akdeniz’in bir Fransız Gölü’ne dönüşmesini ve Balkanlar’ın Avusturya’nın himayesine girmesini engellemye yönelik saldırgan tutumu ve kamuoyunun hükümet üzerindeki bitmek bilmeyen baskısına ek olarak dış politikasını ve emperyal hedeflerini Büyük Güçler’in izin verdiği ölçüde gerçekleştirebilir bir durumda olması, birliğini sağlamasının ardından geçen süre içinde İtalya’nın siyasi manevralarını yaparken soğuk kanlı kararlar almasına engel olmuştu. Emperyal siyasetini deniz aşırı bölgelerin ham madde kaynaklarından yararlanmak ve buralarda yeni pazarlar oluşturmak yerine, fazla nüfusuna yerleşim ve tarım alanı bulmak olarak belirlemiş olan ve sömürgelerinde yapılan tarımsal aktivitelerde orada yaşayan yerliler yerine İtalyanları çalıştırmayı hedefleyen İtalya, Balkan Savaşı’nın başlayacağı yönündeki gelişmler üzerine Osmanlı Devleti ile imzaladığı Ouchy Antlaşması’nın ardından da bölgede tam bir etkinlik kuramamıştı. Bunun yanında bu antlaşmayla elde ettiği Ege Denizi’ndeki Oniki Ada’yı da kolonisi haline getirememiş ve II. Dünya Savaşı sonunda Yunanistan’a kaptırmıştır. Sonuç olarak birliğini kurarken de ekonomisini geliştirirken de başta komşusu Fransa olmak üzere Büyük Güçler’in desteğine ihtiyaç duyan –ki Üçlü İttifak Antlaşması bunun göstergesiydi- İtalya’nın 1861-1913 yılları arasındaki Trablusgarp temelli izlediği Doğu Akdeniz Politikası, İtalya’nın emperyal bir güç olma düşüncenin acemice uygulamasından ibaretti. 162 EK - 1 KRALLIK DÖNEMİ İTALYAN TARİHİ KRONOLOJİSİ (1861-1913) 17 Mart 1861 Sovie Hanedanı’na mensup Piemonte Kralı II. Victor Emmanuel’in İtalya Kralı ilân edilmesiyle İtalya Krallığı kuruldu. Bu dönemde Avrupa’da yaşayan 25 Milyon İtalya’nın 21.777.000’i krallık toprakları içinde geri kalan kısmı ise henüz İtalya Krallığı’na dâhil olmamış olan Trente, Trieste ve Roma’da yaşıyordu. 6 Haziran 1861 İtalya Krallığı’nın ilk başbakanı Kont Camillo di Cavour’un öldü. 28 Şubat 1862 Garibaldi önderliğindeki kuvvetler Roma’ya doğru yürüyüşe geçti. Mart 1865 İtalyan hükümeti Almanya ile bir ticaret antlaşması imzaladı. İki ülke arasındaki bu ekonomik yakınlaşma daha sonra Avusturya’ya karşı yapılan gizli bir askeri antlaşmayla sonuçlandı. 19 Haziran 1866 İtalya Avusturya’ya savaş ilan etti. 24 Haziran 1866 İtalyan Orduları Custoza’da yenilgiye uğradı. 21 Temmuz 1866 Garibaldi yönetimindeki gönüllülerden oluşan kuvvetler, Trente’de Avusturyalılara karşı zafer kazandılar. 3 Ekim 1866 Viyana Barışı. Sadowa’da Almanlara yenilen Avusturya Trente, Trieste ve Venedik’te halk oylaması yapılmasını kabul etti. Oylama sonucunda bu bölge 69 oya karşı 641.000 oyla İtalya Krallığı’na bağlandı. 163 Mart 1867 Garibaldi Roma üzerine yapılacak yeni bir hareketin hazırlıklarını başlattı. Ekim 1867 Garibaldi’nin hareketi üzerine Roma’da bulunan Fransız birlikleri Latium’a yöneldi. 1868 Birliğin sağlanmasının getirdiği ekonomik zorlukların üstüne birde Avusturya ile savaş gelince İtalya’da finansal sorunlar yaşamaya başladı. Bunun üzerine Hükümet en kolay gelir elde edebileceği ürün olan una vergi koydu. Bu uygulama özellikle güneydeki halka büyük darbe vurdu. 11 Kasım 1869 Victor-Emmanuel’in oğlu Humbert Napoli’de dünyaya geldi. 19 Temmuz 1870 Prusya Fransa’ya savaş ilan etti. Ağustos 1870 Prusya Fransa arasındaki çatışmaların artması üzerine, Roma’daki Fransız Birlikleri sınırdaki savunmayı güçlendirmek için Fransa’ya çağrıldı. 20 Eylül 1870 Fransa iler Prusya arasındaki savaşı fırsat bilen İtalyan hükümeti Roma’yı işgal etmeye karar verdi. Ekim 1870 220.000 nüfusa sahip Roma’da şehrin İtalya Krallığı’na bağlanması ile ilgili olarak yapılan referandum sonucunda 167.000 seçmenin 1.500’ünün red oyuna karşılık 133.000’inin kabul oyuyla şehir İtalya Krallığı’na bağlandı. 164 1871 Roma’nın da birliğe katılımıyla İtalya Krallığı’nın nüfusu 26.801.000’e milli geliri ise 8 milyar lirete ulaştı. Mayıs 1871 İtalyan hükümeti Papa’ya geniş yetkiler vermesine rağmen Papalık İtalyan Devleti’ni tanımayı reddetti. 17 Eylül 1871 Cenis Dağı’nın iki tarafını birbirine bağlayan Fréjus Tüneli açıldı. 30 Haziran 1871 Roma İtalya Krallığı’nın başkenti ilân edildi. 10 Mart 1872 Giuseppe Mazzini Pisa’da öldü. Temmuz 1873 II. Victor Emmanuel Viyana ve Berlin’e resmi ziyarette bulundu. Ekim 1874 Genel seçimler yapıldı. Papa 13 Ekimde seçimlere aday ya da seçmen olarak katılmanın dinen yasak olduğunu belirten bir bildirge yayınladı. 5 Nisan 1875 Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph II. Victor Emmanuel’in 1873 yılında Viyana’ya yaptığı ziyarete karşılık olarak İtalya’yı ziyaret etti. Ancak taraflar arasındaki görüşme Papa yanlılarının saldırılarından korunmak için Roma yerine Venedik’te yapıldı. Mart 1876 Genel seçimler yapıldı. 1874 seçimlerine göre sol grupların oylarında artış oldu. 165 16 Mart 1876 Maliye Bakanı birliğin sağlanmasının ardından bütçenin ilk kez denk olduğunu ilân etti. 18 Mart 1876 Andrea Costa ilk sosyalist milletvekili olarak İtalyan Parlamentosu’na girdi. 5 Kasım 1876 Corriere della Sera gazetesi Milano’da yayın hayatına başladı. Nisan 1877 İçişleri Bakanı Cumhuriyetçi ve Enternasyonalist kuruluşları kapattı. 9 Ocak 1878 II. Victor-Emmanuel öldü. Yerine oğlu I. Humbert geçti. 13 Haziran - İtalya Türk-Rus Savaşı’ndan sonra oluşturulan Berlin 13 Temmuz 1878 Kongresi’ne katıldı. 1879 Ülkedeki sol hareketler arttı. Mart 1880 İşçi Sendikaları Birliği Bologna’da bir kongre düzenledi. Temmuz1880 Un vergisi kaldırıldı. 24 Nisan 1881 Fransa Tunus’u işgal etti. 12 Mayıs 1881 Fransa, Tunus Beyi ile Bardo Antlaşması’nı imzaladı. İtalya ise Fransa’nın 30.000 vatandaşının yaşadığı bölgeye karşı harekete tepki gösterdi. 166 yaptığı Ekim 1881 I.Humbert Avusturya’ya resmi bir ziyaret düzenledi. Tunus’un işgali 1870’den beri Büyük Güçler arasında bir yer edinmeye çalışan İtalya’nın bu amacını gerçekleştirmede daha etkin bir politika izlemesine neden oldu. Aralık 1881 İtalya’nın nüfusu 28.400.000’e ulaştı. İtalyan hükümeti lireti konvertibl bir hale getirmek için çalışmalara başladı. 22 Ocak 1882 İtalyan Parlamentosu yeni bir seçim kanunu yürürlüğe koydu. Böylece seçmen sayısı 500.000’den yaklaşık 2 milyona yükseldi. 22 Mayıs 1882 İtalya Avusturya ve Almanya ile Üçlü İttifak Antlaşması’nı imzaladı. Böylece Fransa’nın muhtemel bir hareketine karşılık Almanya ve Avusturya’nın güvencesini sağlamış oldu. 29 Haziran 1882 Garibaldi öldü. 5 Temmuz 1882 İtalya Kızıldeniz’in Afrika tarafında bir İtalyan Kolonisi kurması için Deniz Akademisi’ni harekete geçirdi. Mayıs 1883 Agostino Depretis (1812-1887) Hükümeti yenilendi. Mart 1884 Napoli’de kolera salgını başladı. Salgın yeni gelişmekte olan güney bölgesine ağır bir darbe vurdu. 5 Şubat 1885 Bir grup İtalyan öncü birliği Kızıldeniz’deki Masawa’yı işgal etti. Mayıs 1886 Depretis Bağımsız İşçiler Partisi’ni kapattı. 167 26 Ocak 1887 İtalyan askeri güçleri Massawa’dan içerilere doğru ilerlemeye başladı. Saati şehrini işgal eden İtalyanlar Asmara’da 430 kişi’yi öldürdüler. 29 Temmuz 1887 Depretis öldü. Depretis’ten boşalan yere Crispi geçti 1 Ekim 1887 Crispi Almanya’da Bismarck’la görüştü. 1888 Crispi bir dizi anayasal reform çalışması başlattı. Dış politikada daha dinamik bir çizgi izlemeye başladı. Crispi’nin Almanya’da Bismarck’la görüşmesinin ardından; İtalya Kralı I. Humbert Roma’da Kayser II. Guillaume ile görüştü. Şubat 1888 İtalya ile Fransa arasında ticari ilişkileri yeniden geliştirmek için görüşmeler başladı. 2 Mayıs 1889 Habeşistan Kralı Menelik ile İtalyan hükümeti arasında İtalya’nın Habeşistan Devleti üzerindeki koruyuculuğunu tanıyan Uccialli Antlaşması’nı imzalandı. 3 Ağustos 1889 İtalya Kızıldeniz’deki Eritre’yi kolonisi haline getirdi. Daha sonra etki alanının Somali kıyılarına doğru genişletme çabasına girdi. 1 Ocak 1890 Eritre Kolonisi’nin anayasası bir kararnameyle ilân edildi. 168 Mayıs 1890 Crispi Yönetimi’ne muhalif radikal gruplar Roma’da bir araya gelerek Roma Paktını kaleme aldılar. Şubat 1891 Finansal sıkışıklıkların ve borçların artması üzerine Crispi görevinden alındı. Kral tarafından yeni hükümeti kurma görevi sağcı Antonio di Rudini’ye (1839-1908) verildi. 6 Mayıs 1891 İtalya Üçlü İttifak’ı yeniledi. Mayıs 1892 Di Rudini beklenen başarıyı gösteremeyince, kral Giolitti’yi göreve çağırdı. 14 Ağustos 1892 İşçi Partisi yaptığı kongrenin ardından adını İtalyan Sosyalist Partisi olarak değiştirdi. Ekim - Kasım 1892 Giolitti Kral’dan Parlamento’nun feshini ve seçimlerin yeniden yapılmasını istedi. 18 Ağustos 1893 Fransa’daki D’Aigues-Mortes tuz madenlerinde Frasız ve İtalyan işçiler arasında ciddi olaylar yaşandı. Kasım 1893 Giolitti adının karıştığı Banca Romana skandalının ardından görevinden ayrıldı. Yerine Crispi atandı. 3 Ocak 1894 Sicilya’da köylülerin hükümete karşı ayaklanmasını bastırmak üzere Crispi adaya 40.000 asker gönderdi. Toscana’da anarşistlerin gösterisini bastırmak için de bölgede sıkı yönetim ilan etti. 169 17 Temmuz 1894 General Oreste Baratieri (1841-1901) komutasındaki kuvvetler Sudan’da Kassala’yı işgal ettiler. 13 Ocak 1895 Crispi tarafından kapatılan İtalyan Sosyalist Partisi Parma’da gizli bir kongre topladı. Mayıs 1895 Parlamento dağıtıldı ve yeni seçim yapıldı. Sicilya’dan üç faşist temsilci meclise girdi. 1 Mart 1896 Adowa Savaşı yapıldı. 28 Eylül 1896 İtalya Tunus yüzünden Fransa ile ortaya çıkan antlaşmazlığı çözmek için üç tane konvansiyon imzaladı. İki ülke arasındaki bu yakınlaşmayı 1 Ekim 1896 tarihli Deniz Ticaret Antlaşması’nın imzalanması takip etti. 24 Ekim 1896 Karadağ Prensesi Helen Victo-Emmanuel’in varisiyle evlendi. 25 Aralık 1896 Leonida Bissolita’nın kurucusu olduğu sosyalist Avanti Dergisi yayın hayatına girdi. 1 Ocak 1897 Crispi Hükümetinin son dönemine katılan Sidney Sonnino Parlamento yönetimini eleştiren Torniamo allo Statuto (Anayasaya Geri Dönüyoruz) adlı makalesini yayınladı. Mart 1897 Genel seçimler yapıldı. Mayıs 1898 Sosyalist ve Katolik gruplar başta Milano olmak üzere birçok şehirde hükümet karşıtı gösteriler yapmaya başladı. 170 Kasım 1898 İtalya ile Fransa arasındaki yakınlaşma iki ülke arasında imzalanan ticaret antlaşmasıyla yeni bir noktaya girdi. Anayasanın ilanının ve ilk bağımsızlık savaşının 50. yıl dönümü Torino’da büyük bir coşkuyla kutlandı. 31 Aralık 1899 1898’deki gösterilerde tutuklanan siyasi suçlulara af getirildi. Mayıs 1900 Luigi Pelloux (1839-1924) muhalefetin artan orandaki baskısı yüzünden kraldan Parlamento’nun dağıtılmasını istedi. Haziran 1900 Genel seçimler yapıldı. Seçimler sonunda sosyalist milletvekillerinin sayısı 16’dan 32’e;aşırı solcuların sayısı ise 67’den 95’e yükseldi. Pelloux’un bu başarısızlığı üzerine kral hükümeti kurma görevini eski senatör Giuseppe Saracco’ya (1821-1907)verdi. 19 Temmuz 1900 Bir İtalyan askeri birliği Çin’deki Boxer ayaklanmasını bastıracak güce katılmak için Napoli’den yola çıktı. 29 Temmuz 1900 I. Humbert Monza’daki bir spor karşılaşması sırasında Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen anarşist Gaetano Bresci tarafından uğradığı suikast sonucunda öldü. 8-11 Eylül 1900 1900 Sosyalist Parti’nin VI. Kongresi Roma’da toplandı. Aralık 1900 Liman ve inşaat işçileri genel grev ilân etti. 171 14 Aralık 1900 İtalyan Dışişleri Bakanı Visconti Venosta ile Roma’daki Fransız Büyükelçisi arasında İtalya’ya Trablusgarp’ta hareket serbestliği tanıyan bir mektup teatisi gerçekleşti. Nisan 1901 Köylü Sendikaları’nın hükümet karşıtı hareketlerini engellemek için Giolitti sendikalar kanununu değiştirdi. 28 Haziran 1902 Üçlü İttifak Antlaşması yenilendi. 6-9 Eylül 1902 Sosyalist Parti’nin VII. Kongresi Imola’da toplandı. Eylül 1902 Meclis Başkanı Giuseppe Zanadelli (1826-1903) Hükümetin dikkatini Güney Sorunu’na çekmek ve soruna çözüm bulmak için çalışmalara başladı. 1 Kasım 1902 İtalyan Dışişleri Bakanı Prinetti ile Fransa Büyükelçisi Barrere arasında iki ülkenin Fas ve Trablusgarp’taki faaliyetlerini konu alan mektup teatisi gerçekleşti. 14 Ekim 1903 İtalyan Kralı ve Kraliçesi Fransa’ya resmi bir ziyarette bulundu. Bu ziyaret iki ülke arasındaki yakınlaşmayı arttırdı. 20 Ekim 1903 Zanadelli’nin rahatsızlanması üzerine kral Giolitti’yi göreve çağırdı. 26 Aralık 1903 Zanadelli öldü. 172 26 Mart 1904 Avusturya İmparatoru II. Guillaume ile İtalyan Kralı III. Victor Emmanuel Napoli’de bir araya geldiler. Bu dönemde İtalya ile Avusturya arasındaki ilişkilerde Innsbruck Üniversitesi’ndeki İtalyan karşıtı olaylar yüzünden gergin bir dönem yaşanıyordu. 27 Eylül 1904 Giolitti, Fransız-İtalyan yakınlaşması konusunda Berlin’in kuşkularını gidermek için Alman Başbakanı von Bullow’u ziyaret etti. Şubat 1905 Hükümet parlamentoya demir yollarının ulusallaştırılması ile ilgili projesini sundu. 4 Mart 1905 Giolitti görevinden alındı. Yerine Alessandro Fortis geçti. 8 Eylül 1905 Calabre’de meydana gelen deprem ülkenin dikkatini yeniden güneyin yaşadığı fakirliğe çekti. 30 Ocak 1906 Kral güneyin kalkınmasıyla ilgili bir projeyi parlamentoya sunan Sidney Sonnino’yu yeniden göreve çağırdı. Mayıs 1906 Sanino vaad ettiği programda başarılı olamayınca kral Giolitti’yi yeniden göreve çağırdı. 7-9 Ekim 1906 IX. Sosyalist Kongre Roma’da toplandı. 8 Eylül 1907 Papa modernize’den korunulması gerektiğini anlatan bir bildiri yayınladı. 173 Aralık 1908 Avusturya’nın Bosna-Hersek’i işgali ile Avusturya-İtalya arasındaki ilişkiler Parlamento’da tartışılmaya başlandı. Tunus’un Fransız kontrolüne girmesinin ardından İtalya’nın yanı başındaki BosnaHersek’in de Avusturya gibi bir gücün işgaline uğraması İtalya’nın çevrelendiği korkusu yarattı. 23 Ekim 1909 Rus Çarı Victor Emmanuel’le görüşmek üzere İtalya’yı ziyaret etti. Bu görüşmenin ardından iki ülke dışişleri bakanları Tittoni ve Isvolski Rusya’nın Boğazlar’daki İtalya’nın ise Trablusgarp’taki çıkarlarını koruyan bir antlaşma imzaladılar. Aralık 1909 Giolitti’nin yerine göreve Sannino geldi. Mart 1910 Sannino görevinden ayrıldı. Yerine Luigi Luzzatti atandı. Temmuz 1910 Parlamento aldığı bir kararla ilköğrenimi zorunlu hale getirdi Aralık 1910 Hükümet Parlemento’ya seçimlere katılımı arttırmak için her vatandaşın oy kullanmasını zorunlu hale getiren bir kanun teklifi sundu. Ancak sağ ve sol kesimler farklı nedenlerden ötürü teklife karşı çıktılar. 3 Aralık 1910 İtalyan Milliyetçileri’nin ilk kongresi Floransa’da toplandı. Mart 1911 Luzzatti’nin yerine göreve Giolitti getirildi. Giolitti Hükümete ilk kez bir sosyalist milletvekili aldı. 174 1 Mart 1911 İtalyan Milliyetçileri’nin haftalık gazetesi L’Idea Nazionale Adoua Savaşı’nın yıl dönümü olan 1 Martta yayın hayatına başladı. Mart - Nisan 1911 İtalya’nın birliğini sağlamasının 50. yıl dönümü Torino, Floransa ve Roma’da çeşitli gösterilerle kutlandı. 4 Haziran 1911 İtalya Kralı Başkent Roma’ya II. Victor Emmanuel’in bir heykelinin yapılması için talimat verdi. Ayrıca ülkedeki bütün belediyelere de Risorgimento’nun kahramanları için benzer uygulamaların yapılması talimatı verdi. İtalya Alplerden geçen Fréjus, Saint-Gothard ve Simplon Tünelleri ile komşularıyla bağlantısını sağladı. 29 Eylül 1911 Kamuoyunun baskısı ve ülke içindeki milliyetçi grupların çalışmaları sonucu İtalya Trablusgarp’a saldırdı. 3 - 5 Ekim 1911 Bir İtalyan Filosu Trablusgarp’ı bombaladı. 20 Ekim 1911 İtalyan birlikleri Bingazi’yi işgal etti. Aynı zamanda İtalyan birlikleri diğer kıyılara da çıkarma yaptı. 23 Ekim 1911 Arap ve Türklerden oluşan kuvvetler İtalyanlara saldırdı. 5 Kasım 1911 İtalya Trablusgarp ve Bingazi üzerinde egemenliğini ilân etti. Ocak 1912 İtalyan filosu Cathage ve Manouba adlı iki Fransız gemisini Trablusgarp’taki Osmanlı kuvvetlerine yardım etmek üzere asker ve uçak taşıdığı gerekçesiyle tutukladı. 175 24 Şubat 1912 İtalyan filosu Beyrut Limanı’nda iki Türk gemisini batırıp şehri bombaladı. 14 Mart 1912 Antonio D’Alba isimli bir anarşist kral III. Victor-Emmanuel’e babasının mezarını ziyareti sırasında başarısız bir suikast girişiminde bulundu. Nisan - Mayıs 1912 İtalyan Filosu Ege Denizi’nde bulunan 12 Ada’yı işgâl etti. 7 - 10 Temmuz 1912 XIII. Sosyalist Kongre Regio Emilia’da toplandı. 15 - 18 Ekim 1912 İtalya ve Osmanlı Devleti arasında Uşi Barış Antlaşması imzalandı. Kaynak: Romano, ss. 283-301. 176 EK - 2 İTALYAN BİRLİĞİ’NİN KURULMASINDAN ÖNCE İTALYA YARIMADASI’NDA BULUNAN KRALLIKLAR Kaynak: Historical Atlas of The World, New Jersey: Hammond, 1984, s. 30. - Kavuniçi renk ile gösterilen bölge: Sardunya Krallığı Sarı renk ile gösterilen bölge: İki Sicilya Krallığı Kırmızı renk ile gösterilen bölge: Papalık devletleri Mavi renk ile gösterilen bölge: Venedik - Lombardiya Krallığı Yeşil renk ile gösterilen bölge: Toksana Grandüklüğü ve Parma - Modena Düklükleri 177 EK - 3 1859 YILINDA PİEMONTE - SARDUNYA KRALLIĞI Kaynak: Historical Atlas of The World, New Jersey: Hammond, 1984, s. 30. 178 EK - 4 ROMA VE VENEDİK’İN DÂHİL OLMADIĞI BİRLEŞİK İTALYA KRALLIĞI’NIN KURULUŞU (1861) Kaynak: Historical Atlas of The World, New Jersey: Hammond, 1984, s. 30. 179 EK - 5 1866 YILINDA İTALYA KRALLIĞI Kaynak: Historical Atlas of The World, New Jersey: Hammond, 1984, s. 30. 180 EK - 6 1870 YILINDA VENEDİK VE ROMA’NIN DA BİRLİĞE KATILMASININ ARDINDAN İTALYAN BİRLİĞİ’NİN TAMAMLANMASI Kaynak: Historical Atlas of The World, New Jersey: Hammond, 1984, s. 30. 181 EK - 7 İTALYAN BİRLİĞİ’NİN KURUCULARI GIUSEPPE GARIBALDI ( 1807 - 1882 ) Kaynak: htpp://www.racine.ra.it/.../garibaldi1.jpg GIUSEPPE MAZZINI ( 1805 - 1872) Kaynak: htpp://www.liberliber.it VICTOR EMMANUEL II. (1820 - 1878 ) Kaynak: htpp://www.memo.fr KONT CAMILLO BENSO DI CAVOUR ( 1810 - 1861 ) Kaynak: htpp:// www.florin.ms CHARLES LOUIS NAPOLÉON BONAPARTEE III. (1808 - 1873 ) Kaynak: http://www.reformation.org 182 EK - 8 AVUSTURYA’YA KARŞI İTALYAN - FRANSIZ DAYANIŞMASI Kaynak: htpp://www.images.funagain.com 183 EK - 9 LİBYA HARİTASI Kaynak: www.maps.com 184 EK - 10 TRABLUSGARP SAVAŞI’NDA KULLANILAN İTALYAN UÇAKLARI İtalyan Pilot Carlo Piazza Blériot cinsi tek pervaneli uçağıyla Kaynak: http://www.raaf.gov.au/airpower/html/publications/pathfinder/2006/Pathfinder_45_May06.pdf Kaynak: http://www.silab.it/storia/as33/images/p33_03.jpg 185 EK - 11 TRABLUSGARP SAVAŞI’NDA KULLANILAN BOMBARDIMAN BALONLARI Kaynak: htpp:// www.stereo.pwp.blueyonder.co.uk/.../M1.jpg Kaynak: htpp:// www.stereo.pwp.blueyonder.co.uk/.../M1.jpg 186 Kaynak:http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg İtalyan Balonları Trablusgarp’taki Türk mevzilerini bombalarken Kaynak: http:// en.wikipedia.org/wiki/Italo-Turkish_War 187 EK - 13 İTALYAN BOMBARDIMANI SONRASI ÖLEN SİVİL ARAPLAR Kaynak: http://it.wikipedia.org/wiki/Guerra_italo-turca 189 EK - 14 TRABLUSGARP SAVAŞI’NDA İTALYAN BİRLİKLERİ Kaynak: http://unimondo.oneworld.net/article/view/86934/1/3329 Kaynak: http:// www.carabinieri.it/.../img/1912-1923_2-01.jpg 190 Kaynak: http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg Kaynak: http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg 191 Kaynak: http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg Trablusgarp Körfezinde İtalyan Gemileri Kaynak: http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg 192 EK - 15 TÜRK ve GÖNÜLLÜ ARAP BİRLİKLERİ Kaynak: http://www.byegm.gov.tr 193 Kaynak: http://www.byegm.gov.tr 194 EK - 16 TRABLUSGARP’A GİDEN GÖNÜLLÜ TÜRK SUBAYLARI Kolağası Mustafa Kemal ( Atatürk ) (1881 - 1938 ) Kurmay Binbaşı Enver ( 1881 - 1922 ) Kaynak: http:// www.ataturktoday.com Kaynak: http:// www.ataturktoday.com Yüzbaşı Nuri Bey ( Conker ) (1881 - 1937 ) Eşref Kuşçubaşı ( 1873 - 1964 ) Kaynak: http://www.ataturktoday.com Kaynak: http:// www.ataturktoday.com 195 Binbaşı Ali Fethi Bey ( Okyar) ( 1880 - 1943 ) Ali Çetinkaya ( 1878 - 1949 ) Kaynak: http:// www.ataturktoday.com Kaynak: http:// www.ataturktoday.com 196 EK - 17 BANCO DI ROMA’NIN TRABLUSGARP’TAKİ ŞUBE BİNASI Kaynak: http://www.geocities.com/.../fortuna/BancoDiRoma.JPG 197 EK - 18 1861 - 1913 YILLARI ARASINDAKİ İTALYAN BAŞBAKANLARI ADI DOĞUMÖLÜM GÖREVE GELİŞ TARİHİ GÖREVDEN AYRILIŞ TARİHİ PARTİSİ Camillo Benso, Count of Cavour 1810-1861 23 Mart 1861 7 Haziran 1861 Liberal Muhafazakâr Bettino Ricasoli ( İlk Sefer ) 1809-1880 12 Haziran 1861 3 Mart 1862 Liberal Muhafazakâr Urbano Rattazzi ( İlk Sefer ) 1808-1873 3 Mart 1862 8 Aralık 1862 Demokrat Luigi Carlo Farini 1812-1866 8 Aralık 1862 24 Mart 1863 Liberal Muhafazakâr Marco Minghetti (İlk Sefer ) 1818-1886 24 Mart 1863 28 Eylül 1864 Liberal Muhafazakâr Alfonso Ferrero La Marmora 1804-1878 28 Eylül 1864 20 Haziran 1866 Liberal Muhafazakâr Bettino Ricasoli ( İkinci Sefer ) 1809-1880 20 Haziran 1866 10 Nisan 1867 Liberal Muhafazakâr Urbano Rattazzi ( İkinci Sefer ) 1808-1873 10 Nisan 1867 27 Ekim 1867 Demokrat Federico Luigi, Conte Menabrea 1809-1896 27 Ekim 1867 14 Aralık 1869 Liberal Muhafazakâr Giovanni Lanza 1810-1882 14 Aralık 1869 10 Temmuz 1873 Liberal Muhafazakâr Marco Minghetti ( İkinci Sefer ) 1818-1886 10 Temmuz 1873 25 Mart 1876 Liberal Muhafazakâr Agostino Depretis ( İlk Sefer ) 1813-1887 25 Mart 1876 24 Mart 1878 Demokrat Benedetto Cairoli ( İlk Sefer ) 1825-1889 24 Mart 1878 19 Aralık 1878 Demokrat Agostino Depretis ( İkinci Sefer ) 1813-1887 19 Aralık 1878 14 Temmuz 1879 Demokrat Benedetto Cairoli ( İkinci Sefer ) 1825-1889 14 Temmuz 1879 29 Mayıs 1881 Demokrat Agostino Depretis ( Üçüncü Sefer ) 1813-1887 29 Mayıs 1881 29 Temmuz 1887 Demokrat Francesco Crispi ( İlk Sefer ) 1819-1901 29 Haziran 1887 6 Şubat 1891 Demokrat 198 Antonio Starabba Marchese di Rudinì ( İlk Sefer ) 1839-1908 6 Şubat 1891 15 Mayıs 1892 Liberal Muhafazakâr Giovanni Giolitti ( İlk Sefer ) 1842-1928 15 Mayıs 1892 15 Aralık 1893 Liberal Francesco Crispi ( İkinci Sefer ) 1819-1901 15 Aralık 1893 10 Mart 1896 Demokrat Antonio Starabba, Marchese di Rudinì ( İkinci Sefer ) 1839-1908 10 Mart 1896 29 Haziran 1898 Liberal Muhafazakâr Luigi Pelloux 1839-1924 29 Haziran 1898 24 Haziran 1900 Liberal Muhafazakâr Giuseppe Saracco 1821-1907 24 Haziran 1900 15 Şubat 1901 Demokrat Giuseppe Zanardelli 1826-1903 15 Şubat 1901 3 Kasım 1903 Liberal Giovanni Giolitti ( İkinci Sefer ) 1842-1928 3 Ekim 1903 12 Mart 1905 Liberal Tommaso Tittoni 1855-1931 12 Mart 1905 28 Mart 1905 Liberal Muhafazakâr Alessandro Fortis 1842-1909 28 Mart 1905 8 Şubat 1906 Liberal Sidney Sonnino ( İlk Sefer ) 1847-1922 8 Şubat 1906 29 Mayıs 1906 Liberal Muhafazakâr Giovanni Giolitti ( Üçüncü Sefer ) 1842-1928 29 Mayıs 1906 11 Aralık 1909 Liberal Sidney Sonnino ( İkinci Sefer ) 1847-1922 11 Aralık 1909 31 Mart 1910 Liberal Muhafazakâr Luigi Luzzatti 1841-1927 31 Mart 1910 30 Mart 1911 Liberal Giovanni Giolitti 1842-1928 30 Mart 1911 21 Mart 1914 ( Dördüncü Sefer ) Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_prime_ministers_of_Italy 199 Liberal EK - 19 1861 - 1913 YILLARI ARASINDAKİ İTALYAN DIŞ İŞLERİ BAKANLARI DIŞ İŞLERİ BAKANI GÖREVE GELİŞ TARİHİ GÖREVDEN AYRILIŞ TARİHİ Count Camillo Benso di Cavour 1861 1861 Bettino Ricasoli 1861 1862 Urbano Rattazzi 1862 1862 Giuseppe Pasolini 1862 1863 Emilio Visconti-Venosta 1863 1864 Alfonso Ferrero la Marmora 1864 1866 Emilio Visconti-Venosta 1866 1867 PompeodiCampello 1867 1867 Federico Luigi, Conte Menabrea 1867 1869 Emilio Visconti-Venosta 1869 1876 Luigi Melegari 1876 1877 Agostino Depretis 1877 1878 200 Conte Luigi Corti 1878 1878 Benedetto Cairoli 1878 1878 Agostino Depretis 1878 1879 Benedetto Cairoli 1879 1881 Pasquale Mancini 1881 1885 Agostino Depretis 1885 1885 Conte Carlo Felice Robilant 1885 1887 Agostino Depretis 1887 1887 Francesco Crispi 1887 1891 Antonio Starabba di Rudinì 1891 1892 Benedetto Brin 1892 1893 Barone Alberto de Blanc 1893 1896 Onorato Caetani 1896 1898 Raffaele Cappelli 1898 1898 Felipe Canevaro 1898 1899 201 Emilio Visconti-Venosta 1899 1901 Giulio Prinetti 1901 1903 Tommaso Tittoni 1903 1905 Antonino Paternò-Castello, marchese di San Giuliano 1905 1906 Conte Francesco Guicciardini 1906 1906 Tommaso Tittoni 1906 1909 Conte Francesco Guicciardini 1909 1910 Antonino Paternò-Castello, marchese di San Giuliano 1910 1914 Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/Italian_Minister_of_Foreign_Affairs 202 EK - 20 İSİMLER SÖZLÜĞÜ II. ABDULHAMİT (1842 - 1918) : 1876 - 1909 yılları arasında Osmanlı Padişahı.481 ALBERTINI, Luigi (1871 - 1941) : Yazar, senatör. 1896 - 1900 yılları arasında yöneticilik yaptığı Corriera Della Sera gazetesi’nin daha sonraki satın aldı. 1900 yılında senatör olarak görev aldı. BARATIERI, Oreste (1841 - 1901) : Asker, milletvekili. Gönüllü olarak katıldığı Garibaldi Birlikleri’nin ardında düzenli orduda yer aldı. 1892 yılında Eritre Valisi olarak atandı. Habeşlilere karşı iki önemli zafer kazandı. Ancak Adowa mağlubiyetinin ardından askeri mahkemece yargılanıp idama mahkûm edildi. CAVOUR, Camillo, Benso, Kont (1810 - 1861) : Asker, Siyaset adamı. Askeri eğtimini tamamladıktan sonra 1848 yılında parlamentoya girdi. 1850 yılında Tarım, 1851 yılında Finans Bakanlığı yaptı. 1852 yılında Parlamento Başkanlığı’na seçildi. 1858 yılında III. Napoléon’un desteğiyle Avusturya’ya karşı bir zafer kazandı. 1861 yılında Birleşik İtalya Krallığı’nın ilk Başbakan’ı oldu. CORRADINI, Enrico (1865 - 1931) : Gazeteci, yazar ve siyaset adamı. 1848 yılında siyasete girdi. Mazzini yanlısı fikirleri yüzünden Torino, Malta, Londra ve Paris’te sürgün hayatı yaşadı. 1859 yılında İtalya’ya döndü ve Garibaldi’nin birliklerine katıldı. Birleşik İtalya Krallığı’nın kurulmasının ardından, 18871891 ve 1893 - 1896 dönemlerinde Parlamento Başkanlığı yaptı. DEPRETIS, Agostino (1812 – 1887) : Siyaset adamı. 1862 ve 1866 yılları arasında Başbakanlık yaptı. 1876 yılında seçildiği Parlamento Başkanlığı görevini ölümüne kadar aralıksız sürdürdü. ENVER BEY (PAŞA) (1881 – 1922) : Asker, Siyaset adamı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı. 1908 - 1909 yılları arasında Cemiyet’in İstanbul Başkanlığı görevini yürüttü. 1909 yılında Berlin’de Askeri Ateşe olarak görev yaptı. Trablusgarp Savaşı’nın çıkması üzerine burada gönüllü olarak savaşan subaylar arasına katıldı.482 FEDERZONI, Luigi (1878 – 1967) : Gazeteci, yazar ve siyaset adamı. 1913 yılında milletvekili seçildi. Faşizm Döneminde İç işleri ve Sömürge Bakanlığı yaptı. 1929-1934 arası Senato Başkanlığı görevinde bulundu. GARIBALDI, Giuseppe (1807 - 1882) : İtalyan Halk Kahramanı.Kırmızı Gömlekliler adındaki kurduğu gönüllülerden oluşan düzensiz birlikleriyle İtalya’nın birliğini sağlamasına büyük katkıda bulunmuş İtalyan Birliği’nin kılıcı olmuştu. 481 Wade Dewood David, European Diplomacy in The Near Eastern Question 1906-1909, Urbana: The University of Illinois Pres, 1940, s.115. 482 David, s. 115. 203 GIOLITTI, Giovanni (1841 - 1928) : Siyaset adamı. Siyaset hayatına 1882 yılında milletvekili olarak başladı. 1892 - 1893 yılları arasında Başbakanlık, 1901 yılındaki Zanadelli Hükümetinde İçişleri Bakanlığı yaptı. 1914 yılına kadar aralıklarla Parlamento Başkanlığı görevinde bulundu. GREY, Edward, Sir (1862 – 1933) : Siyaset adamı. Siyaset hayatına 1885 yılında başladı. 1905 - 1916 yılları arasında İngiltere Dış İşleri Bakanlığı görevinde bulundu.483 HILMI PAŞA, Hüseyin (1855 - 1922) : Asker, siyaset adamı. 1908 - 1909 yılları arasında İç İşleri Bakanlığı yaptı. 1909 yılında Sadrazamlığa getirildi. 1912 - 1918 yıllarıarasında da Viyana Büyükelçiliği görevini yürüttü.484 IMPERIALI, Francavilla (1874 - 1940) Büyükelçiliği görevinde bulundu. KAMİL PAŞA (1832 – 1913) : Siyaset adamı. 1904 - 1910 yılları arasında İtalya’nın İstanbul 485 : Asker, siyaset adamı. 1885 - 1891, 1908 - 1909 ve 1912 - 1913 yılları arasında ve 1895 yılında Osmanlı Devleti’nde Sadrazamlık görevinde bulundu.486 MAHMUT ŞEVKET PAŞA (1856 - 1913) : Asker, Siyaset adamı. 1911 - 1912 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde Harbiye Nazırı olarak görev yaptı. MARTINI, Ferdinando (1841 – 1928) : Yazar, siyaset adamı. 1892 - 1893 yılları arasında Kamu Bakanı, 1897 - 1900 arasında Eritre Sivil Komseri ve 1915 - 1916 yıllarıarasında Sömürge Bakanı olarak görev yaptı. MAZZINI, Giuseppe (1805 - 1872) : Düşünür, siyaset adamı. Carbonaria Örgütü içindeki çalışmaları yüzünden Marsilya’ya sürüldü. Burada Genç İtalya Örgütü’nü kurdu. Piemonte’nin İtalya içindeki mutlak hegemonyasına ve monarşiye karşı düşmanlığı yüzünden İtalya içinde kalması yasaklandı. Bu sebeple İngiliz Dr. Brown sahte kimliğiyle Pisa’ya yerleşti ve ömrünün sonuna kadar oarada kaldı. MUSSOLINI, Benito (1884 - 1945) : Siyaset adamı. Sosyalist olarak başladığı siyaset hayatını 1919 yılında Faşist Parti’yi kurarak devam etti. 1943 yılında krallığı kaldırıp İtalyan Halk Cumhuriyetini kurdu. 1945 yılında İsviçre’ye kaçarken partizanlarca yakalanıp kurşuna dizildi. NICOLSON, Arthur, Sir (1849 - 1928) : Siyaset adamı. 1906 - 1910 yılları arasında İngiltere’nin St. Petersburg Büyükelçiliği görevinde bulundu. SALVEMINI, Gaetano (1873 - 1957) 487 : Tarihçi, şair, siyaset adamı. Giolitti Hükümetine ve Trablusgarp Savaşı’na karşı giriştiği mücadeleyle adını duyurdu. 1919 yılında parlamentoya girdi. 1925 yılında Faşist Yönetim’e karşı çıktı ve İtalya’yı terk ederek Paris’e ardından da Birleşik Devletler’e yerleşti. İtalya’da Faşizm’in yıkılmasından sonra ülkesine döndü ve 1950 yılnda Floransa Üniversitesi’nde ders vermeye başladı. 483 David, s. 115. David, s. 115. 485 David, s. 115. 486 David, s. 116. 487 David, s. 116. 484 204 SAİD PAŞA (1838 - 1914) : 1882 - 1885, 1901 - 1903, 1908, 1911 - 1912 yılları arasında ve 1895 yılında Osmanlı Devleti’nde Sadrazamlık görevinde bulundu. SAN GIULIANO, Antonnino Paterno-Castello, Marquis di (1852 - 1914) : Siyaset adamı. 1882 yılında milletvekili olarak başladığı siyaset hayatında pek çok bakanlık görevinde bulundu. Ancak bu görevlerin içinde en önemlisi 1905 - 1906 ve 1910 - 1914 yılları arasında yürüymüş olduğu Dış İşleri Bakanlığı göreviydi. Ayrıca 1906 - 1909 arasında Londra 1909 - 1910 yılları arasında da Paris Büyükelçiliği görevinde bulundu. SARACCO, Giuseppe (1821 - 1907) : Siyaset adamı. Siyaset hayatına 1851 - 1857 yılları arasında Piemonte Parlamentosu’nda merkez sol görüşü temsil ederek başladı. Daha sonra senatörlük ve 1887 - 1889 ile 1893 - 1896 yılları arasında Çalışma Bakanlığı görevlerinde bulundu. SONNINO, Giorgio Sidney (1847 - 1922) : Siyaset adamı. Siyaset hayatına 1880’de başladı. Pek çok bakanlık görevinde bulundu. 1906 yılında ve 1909 - 1910 yılları arasında Parlamento Başkanlığı görevini yürüttü. 1901 yılında Giornale d’Italia gazetesi’ni yayınlamaya başladı. Birinci Dünya Savaşı boyunca Dış İşleri Bakanlığı görevini yürüttü. TITTONI, Tommaso (1855 - 1931) : Siyaset adamı. Siyaset hayatına 1886 yılında milletvekili olarak başladı. 1902 yılında Giolitti Hükümetinde senatörlük yaptı. 1903 - 1905 yılları arasında Dış İşleri Bakanlığı görevini yürüttü. Daha sonra Londra Büyükelçisi olarak görevlendirildi. 1906 - 1909 yılları arasında tekrardan Dış İşleri Bakanlığı görevine getirildi. 1910 - 1916 yılları arasında yürüttüğü Paris Büyükelçiliği görevinin ardından 1919 yılında bir kez daha İtalya Dış İşleri Bakanı oldu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan barış antlaşmasında İtalyan Delegasyonu’nun başkanı olarak görev aldı. 1920 - 1929 yılları arasında da İtalyan Senatosu’nda görev yaptı. VISCONTI, Venosta Emilio (1829 - 1914) : Siyaset adamı. 1848 yılında Milano’da Garibaldi’nin birlikleriyle birlikte ayaklanmalara katıldı. Daha sonra İsviçre’de sürgün olduğu sırada Mazzini’yle tanıştı. Pek çok hükümet döneminde İtalyan Dış İşleri Bakanlığı görevinde bulundu. ZANADELLI, Giuseppe (1826 - 1903) : Siyaset adamı. 1848, 1849 ve 1859 yıllarında doğduğu şehir olan Bresca’da ayaklanmalara katıldı. 1860 yılında milletvekili seçildi. 1876 yıından itibaren pek çok görevde bulundu. Kaynak: Romano, ss. 330-351. 205 KAYNAKLAR A. Arşiv Belgeleri Archivo Del Ministro Delgi Affari Esteri (AMAE) (İtalyan Dış İşleri Bakanlığı Arşivi Roma) No: 42, pos: 17A, f. 641. Archivo Centrale Dello Stato (ACS) ( İtalyan Devlet Arşivi - Roma) No: 200, 23.09.1911 No: 4486/874, 17.09.1911 No: 4728/945, 14.09.1911 No: 4466, 25.06.1911 No: 87, 08.04.1911 No: 593, 19.11.1911 B. Kitaplar Anderson, Eugene, The First Moroccan Crisis 1904-1906, Connecticut: Archon Books, 1966. Anderson, Lisa , The State and Social Transformation in Tunusia and Libya, 1930-1980, Princeton: Princeton University Press, 1987. Anderson Matthew Smith, The Eastern Question 1774-1923, Londra: Macmillan,1966. Arfé, Gaetano, Storia del Socialismo Italiano ( İtalyan Sosyalizmi’nin Tarihi), Torino: G. Einaudi Edizzione, 1977. Askew, William C., Europe and Italy’s Acquisition of Libya 1911-1912, Durham: Duke University Press, 1942. Barclay, Glen J., The Rise and Fall of The New Roman Empire, New York: St. Martin’s Press, 1973. Barclay, Thomas, The Turco - Italian War and Its Problems, Houghton Mifflin Company, Boston, 1914 . Benett, Ernest N., With The Turks in Tripoli, Londra: Methuen & Co. Ltd, 1912. Blunt, Wilfrid Scawen, My Diaries Being a Person Narrative of Events 1888-1914, Londra: Martin Secker, 1932. 206 Bosworth, R.J.B., Italy, the Least of the Great Powers: Italian Foreign Policy before the First World War, Oxford: Oxford University Press, 1981. Carazzi, M., La Società Geografica Italiana e L’esplorazione Coloniale in Africa 1867-1900 (İtalyan Coğrafya Derneği ve Afrika’daki Koloni Keşifleri), Firenze: La Nuova Italia, 1972. Childs, Timothy W., Italo-Turkish Diplomacy and The War Over Libya 1911-1912, Leiden: E.J. Brill, 1990. Clough, S.B., The Economic History of Modern Italy, New York: Columbia University Press, 1964. Cornwell, John, Hitler's Pope: The Secret History of Pius XII, New York: Viking, 1999. Cretella, Louis A., Italo - British Relations in The Eastern Mediterranean 1919 - 1923, New York: Garland Publishing Inc., 1991. Croce, Benedetto, A History of Italy 1871-1915, (Çev: Cecilia M. Ady), New York: Russell & Russell Inc., 1963. Crispi, Thomas Palamenghi, The Memoirs of Francesco Crispi, Cilt:2, Londra: Hodder and Stoughton, 1912. Çaycı, Abdurrahman, Büyük Sahra’da Türk - Fransız Rekabeti (1858-1911), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1995. Danon, M., Nations D’Histoire Des Peuples Modernes (Modern İnsanlık Tarihi), Paris, (t.y.) David, Wade Dewood, European Diplomacy in The Near Eastern Question 1906-1909, Urbana: The University of Illinois Pres, 1940 Davis, John, Italy in The Ninteenth Century, Oxford: Oxford University Press, 2000. De Luigi, Giuseppe, Il Mediterraneo nella Politica Europea (Avrupa Siyasetinde Akdeniz), Napoli: Jovane, 1925. Değer, Mebrure, Dr. Hüseyin Hüsnü Bey’in Not Defterinden Trablusgarp Savaşı, İstanbul, 1998. Del Boca, Angelo, Gli Italiani in Africa Orientale (Orta Afrika’daki İtalyanlar), RomaBari : Laterza, 1976. 207 Duggan, Christopher, A Concise History of Italy, Cambridge: Cambridge University Press, 1994. Evans Edward E., The Sanusi of Cyrenica, Oxford: Clarendon Pres, 1949. Foester, Robert, The Italian Emigration of Our Times, Cambridge: Harvard University Press, 1919. Franchetti, Lucilla, La Sicilia del 1876 (1876’da Sicilya), Florence: Vallecchi, 1975. Giolitti, Giovanni, Memorie Della Mia Vita (Hayatımın Hatıraları), Manza: Roma, 1945. Gramsci, Antonio, Il Risorgimento, Torino: Einaudi, 1974. Grassi, Fabio L., İtalya ve Türk Sorunu 1919-1923 Kamuoyu ve Dış Politika, (Çev: Nevin Özkan-Durdu Kundakçı), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003. Hart, Liddell B.H., Strateji Dolaylı Tutum, (Çev: Selma Koçak), Ankara: Doruk Yayımcılık, 2003. Karakartal, Oğuz, Türk Kültüründe İtalyanlar, İstanbul: Eren Yayıncılık, 2002. Karasapan, Celâl Tevfik, Libya, Trablusgarp, Bingazi ve Fizan, Ankara: Resimli Posta Matbaası Ltd. Şirketi, 1960. Kent, Marian, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, (Çev: Ahmet Fethi), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları,1999. Kocabaş, Süleyman, Avrupa Türkiyesi’nin Kaybı ve Balkanlar’da Panislavizm, İstanbul: Vatan Yayınları, 1986. Kocabaş, Süleyman, Tarihte ve Günümüzde Türkiye’yi Parçalama ve Paylaşma Planları, İstanbul: Vatan Yayınları, 1999. Koloğlu, Orhan, Osmanlı -İtalya Libya Savaşı’nda İttihatçılar, Masonlar ve Sosyalist Enternasyonal, Ankara: Ümit Yayıncılık, 1999. Kurtcephe, İsrafil, Türk-İtalyan İlişkileri 1911-1916, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995. Loti, Pierre, Can Çekişen Türkiye 1914, (Çev: Fikret Şahoğlu), İstanbul: Tercüman Gazetesi Yayınları, (t.y.) Mariotti, J.A.R., The Makers of Modern Italy, Oxford: Oxford University Press, 1931. 208 Mavroyeni, Alexander, Contributions a L’Histoire du Proche-Orient Textes et Documents Officiels 1911-1912 (Resmi Belgelerle 1911-1912 Arası Yakın Doğu Tarihi) , İstanbul: Archiviste du Trone Ecumenique, 1950. McClure, W.K, Italy in North Africa, Darf Publisher, London, 1985. McNeil, William, Dünya Tarihi, (Çev: Alâeddin Şenel), 9. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, Mart 2005. Miége, J.L., L’Impérialisme Colonial Italien de 1870 a nos jours (1870’den Günümüze İtalyan Emperyal Sömürge Tarihi), Paris, 1968. Miller, Geoffrey, Straits, The Origins of The Dardanelles Campaign, Resurgambooks: Yorkshire, 1995. Page, Thomas Nelson; Italy and The World War, Charles Scribner’s Sons, New York, 1920. Preti, Luigi, La Storia D’Italia (İtalyan Tarihi), London: Secker & Warburg, 1968. Romano, Sergio, Histoire de L’Italie du Risorgimento a Nos Jours (Risorgimento’dan Günümüze İtalan Tarihi), Editions Du Seuil, 1977. Romano, Sergio, La Quarta Sponda: La Guerra di Libia 1911-1912 (Dördüncü Kıyı: 1911-1912 Libya Savaşı), Milan: Bompiani, 1977. Rosario, Romeo, Risorgimento e Capitalismo (Risorgimento ve Kaptalizm), Bari: Laterza, 1970. Saladino, Salvatore, Italy From Unification to 1919 Growth and Decay of a Liberal Regime, New York: Thomas Y. Crowell Company, 1970. Sander, Oral, Siyasi Tarih -İlk Çağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 9. Baskı, 2001. Segrè, Claudio G., Fourth Shore The Italian Colonization of Libya, Chicago: The University of Chicago Pres, 1974. Sereni, Emilio, Histoire du Paysage Rural Italien (İtalya’nın Kırsal Kesiminin Tarihi), Paris: Juliard, 1965. Şıvgın, Hale, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk - İtalyan İlişkileri, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989. 209 Staley, Eugene, War and The Private Investor, Doubleday, Doran & Company, Inc., New York, 1935. Trayer, John A., Italy and the Great War: Politics and Culture, 1870-1915, Winsconsin: University of Wisconsin Press,1964. Trevelyan, George Macaulay, Garibaldi and The Thousand, New York: Longman, 1948. Yale, William, The Near East A Modern History, New York: The University of Michigan Press, 1958. Yalman, Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim, Cilt: I, İstanbul : Rey Yayınları, 1970. Webster, R.A., L’Imperialismo Industriale Italiano Studio sul Prefascismo 1908-1915 (Faşim Öncesi İtalyan Sanayi Kapitalizmi Üzerine Bir Çalışma 1908-1915), Torino:Einaudi, 1974. Whittam, John, The Politics of the Italian Army, 1861-1918, Londra: Croom Helm, 1976. 1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985. C. Makaleler Steinberg, Philip E., Lines of Division, Lines of Connection: Stewardship in the World Ocean, New York: Geographical Review, Vol. 89, No.2, Oceans Connections, Nisan 1999 Vladmir Ilyic Lenin, Tük - İtalyan Savaşı’nın Sonu, Pravda, Sayı: 129, 28 Eylül 1912. D. İnternet Kaynakları http://www.regione.piemonte.it. htpp://www.racine.ra.it/.../garibaldi1.jpg htpp://www.liberliber.it htpp://www.memo.fr htpp:// www.florin.ms 210 http://www.reformation.org htpp://www.images.funagain.com www.maps.com http://www.raaf.gov.au/airpower/html/publications/pathfinder/2006/Pathfinder_45_May06. http://www.silab.it/storia/as33/images/p33_03.jpg htpp:// www.stereo.pwp.blueyonder.co.uk/.../M1.jpg htpp:// www.stereo.pwp.blueyonder.co.uk/.../M1.jpg http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg http:// en.wikipedia.org/wiki/Italo-Turkish_War http://it.wikipedia.org/wiki/Guerra_italo-turca http://unimondo.oneworld.net/article/view/86934/1/3329 http:// www.carabinieri.it/.../img/1912-1923_2-01.jpg http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg http://www.byegm.gov.tr http://www.ataturktoday.com http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_prime_ministers_of_Italy http://en.wikipedia.org/wiki/Italian_Minister_of_Foreign_Affairs http://www.geocities.com/.../fortuna/BancoDiRoma.JPG 211 ÖZGEÇMİŞ: 04.03.1982, İzmir doğumlu olan Mümtaz Onur GÜRER, ilk öğrenimini aynı şehirde, lise öğrenimini ise Aydın Adnan Menderes Anadolu Lisesi’nde tamamlamıştır. 2000 yılında girdiği Dokuz Eylül Üniversitesi, İşletme Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 2004 yılında mezun olmuştur. ÖZET: İtalya, birliğini sağlamasının ardından Büyük Güçlere göre geç kaldığı sömürgecilik yarışında daha fazla zaman kaybetmemek için harekete geçmişti. Bu amaçla ilk olarak Afrika Boynuzu’nda sömürge arayışına giren İtalya burada istediği sonuca ulaşamayınca, yönünü Afrika’nın kuzeyine çevirmiş ve gözünü 30.000 İtalyanın yaşadığı ve bir zamanlar Roma İmparatorluğu’nun toprağı olan Tunus’a dikmişti. Ancak Cezayir’in ardından Tunus’a yönelen Fransa, İtalya’nın bu amacına ulaşmasını engellemişti. Bunun üzerine İtalya Büyük Güçlerin de desteğiyle Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki son toprağı olan Trablusgarp ve Bingazi’ye yönelmişti. İtalya için Trablusgarp ve Bingazi’nin sömürgeleştirilmesi birliğini sağlamasının ardından İtalyan Halkı’nı bir ulus haline getirmek, her geçen gün artan nüfusu için yerleşim yeri kurmak ve yavaş olsa da gelişen sanayisi için bir pazar oluşturmanın yanı sıra Büyük Güç olabilmek adına da oldukça önemliydi. Osmanlı Devleti’nde iktidara gelen İttihat ve Terakki mensubu yöneticiler için ise bu bölgenin elde tutulması Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını engellemek demekti. Bu noktada Trablusgarp’taki başarı her iki devlet için de ülke içindeki birliği kuvvetlendirmek demekti. 1911 yılında kısa zamanda bölgeyi ele geçirme amacıyla Trablusgarp’a saldıran İtalya; gönüllü Türk subaylarının bölgedeki yerli halkı örgütlemesiyle oluşan yoğun direniş karşısında kıyı şeridinden takılı kalmıştı. Bu başarısızlık yüzünden oluşan iç tepkileri engellemek isteyen İtalya, Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için Boğazlara saldırmış ve On iki Ada’yı işgal etmiş ama istediğini elde edememişti. Ancak Trablusgarp Savaşı, Balkan Devletleri’ne Osmanlı Devleti’ne saldırmak için bekledikleri fırsatı vermişti. Bu devletlerin savaş ilanı üzerine Osmanlı Devleti Trablusgarp’ı ve On iki Ada’yı İtalyanlara bırakmak zorunda kalmıştı. Büyük Güçlerin en zayıfı olan İtalya’nın emperyal tutkuları sadece Trablusgarp Savaşı’na değil, Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı’na kadar uzanacak olan çatışmalar dizisinin başlatmıştı. Anahtar Kelimeler: İtalyan Birliği, Büyük Güçler, Trablusgarp Savaşı, Beyrut Bombardımanı, Oniki Adanın İşgali ABSTRACT: After the unification, Italy began to act in order to take place on the colonialisation race. As a result of that, she has started to search an area to colonise in African Horn. However, she couldn’t have a success on it and she started to be interested in North Africa. Although she had interested in Tunisia where was the part of ancient Roman Empire and has 30.000 Italian habitants, French interests on that region had prevented her to realise that aim. All that events had directed Italy to Tripoli and Bengazi which are the last areas of the Otoman Empire in Noth Africa with the support of Great Powers. Italy aimed to establish a settlement place for her increasing population and to form a market her industry by colonizing that area. For the Ottoman administrators which were the members of The Committee of The Union and Progress controlling of that region was a way to prevent the division of the Empire. At that point an achivement on Tripoli was mean to force the unity of their nations. In 1911 Italy had attacked Tripoli in order to occupy the region in a short time. But as a result of the organised resistance of the natives which had been consisted by the volunteer Turkish Officers, Italians couldn’t have passed the costal line. In order to prevent the domestic reactions which helt because of that failure Italy had attacked The Straits and occupied Dodecanese Islands to force Ottoman Empire for a peace agreement. But Italy couldn’t reach her aim. However Turco-Italian War had gave the opportunity to Balkan States to attack The Orttoman Empire and they had started a war against The Otoman Empire. As a result of that The Otoman Empire had left Tripoli and The Dodecanese Islands to Italy. The imperial passions of Italy which was the least of the Great Powers had not only started the Tripoli War but also caused to starte of a series of conflicts which would stretch to First World War. Key Words: Italian Unification, Great Powers, Tripoli War, Bombardement of Beirut, Annexation of Dodacanese Islands.