UNITE 1=ANTROPOLOJININ ALANI VE TERIHI GELISIMI ANTROPOLOJİNİN ALANI VE TARİHSEL GELİŞİMİ Antropoloji bilimi, her zaman daha geçerli ve güvenilir cevaplara ulaşmayı hedeflemiş kişilerin çalışmaları sayesinde, insanlık tarihi boyunca, farklı bilim dalları gelişme göstermiştir. Antropoloji, insanın incelenmesidir. Antropoloji insanın niteliğine ilişkin daha çok bilgiyi gün yüzüne çıkarmaya çalışan ve insanlar ve davranışları hakkında genellemeler üretmeye ve insan çeşitliliğini anlamaya çalışan insan bilimidir. **Antropoloji, insana çeşitli açılardan bütüncül bakan bir bilimdir. Bu geniş inceleme alanı bir yandan antropolojiyi diğer bilimlerden ayırt eder, diğer yandan da onlara bağımlı kılar. Örneğin antropoloji fosil incelemelerinde fizik, kimya ve jeolojinin tekniklerinden yararlanır. İnsan kalıntıları genellikle bitki ve hayvan kalıntılarıyla birlikte bulunduğundan antropologlar botanist, zoolog ve paleontologlarla iş birliği yaparlar. **“Irk”ın her şeyi belirlediği görüşüne karşı olan bir tezi savunan antropoloji, insanoğlunun tüm yaşantısını bir bütün olarak açıklamaya çalışan tek bilimsel disiplindir. **Antropoloji kavramının bilimsel bir disipline işaret edecek biçimdeki ilk kullanımı, 16. yüzyılda gerçekleşmiştir. **Yükseköğretimde antropolojinin ders olarak okutulmaya başlandığı ilk üniversite Amerika’daki Rochester Üniversitesi’dir. Burada 1879 yılında antropoloji öğretimine başlanmıştır. 1906 yılında ise ilk kez İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde ayrı bir kürsü olarak kurulan antropoloji bölümü kültürel antropoloji ve fiziki antropoloji olmak üzere iki alt disipline ayrılmıştır. Kültürel antropoloji içinde ise dört ana dal belirlenmiştir, bunlar; arkeoloji, teknoloji, etnoloji ve sosyolojidir. **Okuryazar olmayan halkların betimleyici anlatılarının etnografya, bunların tarihlerini kurgulama çabalarının etnoloji ve arkeoloji, ilkel toplumların kurumlarının karşılaştırmalı incelemelerinin ise sosyal antropolojinin konusu olması gerektiği yönünde ortak bir karar almışlardır. **Antropolojinin bilim olma sürecinin tarihsel temellerini ortaya koyarken, bu aşamada, batılı toplumların kendi tarihsel ve toplumsal koşullarında ortaya çıkan düşünce geleneğinin kritik üç ana evresini belirlemenin isabetli olacağı düşünülmektedir. Bu ana evreler: &-Eski Yunan ve Roma (Antikite) Düşüncesi, &-Ortaçağ Avrupa Düşüncesi &-Coğrafi Keşifler Sonucu Gelişen Batı Yazınıdır Eski Yunan ve Roma (Antikite) Düşüncesi Antik Yunan medeniyetinin ilk filozofları; Thales, Anaximandros, Empedocles ve Democritos kainat ve insanın oluşumuna ait sorular sorup yanıtlar aramışlar. Socrates’ten önce yaşamış olan bu filozoflar batılı düşünce geleneğinin maddeci-evrimsel kanadının da ilk temsilcileriydiler. **Antropoloji biliminin tarihsel olarak en çok ilişkilendirildiği filozof Heredotos’tur. Pek çok diyarı gezen Heredot insanlar ve kültürler arasındaki farklılıkları, iklim, coğrafi koşular ve başka doğal nedenlerle açıklama eğilimindedir. **Sofizm düşüncesi dönemin öne çıkan paradigması idi. Sofistlere göre yeryüzünde pratik beceriler ve toplumsal etkinlikler, nesnel bilgi ve mutlak hakikat arayışından çok daha önemliydi. Sofist Protogaras, insan davranışının tanrıların değil yaşam koşularının etkisi altında geliştiğini ve dolayısıyla da davranışın kültürel bir dayanağı olduğunu öne sürerken kültürel görecelilik fikrinin de ilk habercisi olmaktaydı. **Sofizmin bu yaklaşımı karşısında Socrates evrenselci bir yaklaşımla antropolojinin psişik birlik savına yaklaşan bir duruşu benimsemekteydi. Socrates’e göre kavraması ve ifade edilmesi güç de olsa evrensel değerler mevcuttur. **İnsanların doğaları itibariyle toplumsal olduklarını söyleyen Aristoteles ise toplumun zaman içerisinde değiştiğini kabul etmekle birlikte evrensel, aşkın bir kâinat varsayımını benimsemeyerek daha pozitivist bir yaklaşımı temsil etmekteydi. Ortaçağ Avrupa Düşüncesi Ortaçağ Avrupa düşüncesine damgasını vuran en önemli tarihi şahsiyet psikopos Aziz Augustinus’tur.Augustinus, Tanrı’nın yetkin, insanın ise doğası itibariyle günahkâr olduğunu vurgulamıştır. Ona göre Kozmos (kainat) ve insan uyum içinde değildir. İnsanların, kozmosu ya da onun yaratıcısı kadir-i mutlak, bilinemez Tanrı’yı incelemesi nafile bir çabaydı. İnsanın bilmesi ve yapması gereken her şey, Kutsal Kitap’ta yazılıydı. Aziz Augustinus aynı zamanda devinimsel değil doğrusal, ulusal değil evrensel bir tarih fikrinin doğmasında öncü bir role sahiptir. ***İslam düşünce geleneği içinde antropoloji bilimi açısından en kayda değer çalışmaları bulunan düşünür hiç kuşkusuz ki İbn-i Haldun’dur.Mukaddime adlı ünlü eserinde İbn-i Haldun kültürel farklılıkları, bölgesel iklim koşulları ve toplumsal üretim/geçim tarzlarının farklı olmasına bağlamıştır. ***Roma Katolik kilisesinin dünya görüşünü temsil eden en derli toplu kutsal metin Thomas Aquinas’ın kaleme aldığı Summa Theologica adlı eserdir. Bu eser Augustinus düşüncesinden bir kopuşu temsil etmekteydi. Coğrafi Keşifler Sonucu Gelişen Batı Yazını Batı Avrupalıların 16. yüzyıldan itibaren Avrupa dışına yönelmelerine yol açan sömürgecilik faaliyetleri ve bununla ilgili olarak gerçekleşen coğrafi keşifler neticesinde gelişen yazın (literatür), antropolojinin akademik bir disiplin hâline kavuşmasındaki en önemli faktör olmuştur. ***15. yüzyıl başlarında denizci Henry’nin Afrika’nın batı kıyılarına ulaşması, Christoph Colombe’un Amerika kıtasına yaptığı yolculuklar, Vasco De Gama’nın Afrika’nın güney ucunu dolaşarak Hint alt kıtasına ulaşması, Ferdinand Magellan’ın dünyanın çevresini dolaşması gıbı yolculuklar Avrupalıları, antropologların daha sonraki dönemlerde inceleyeceği halklarla temasa geçmelerini sağlamıştır. ***Batı düşüncesindeki dönüm noktaları göz önüne alındığında, antropoloji biliminin Avrupalılara özgü keşif, sömürgecilik ve doğal bilimin kesişmesinden doğmuş olduğu anlaşılmaktadır. ***Edward Tylor ve Lewis Henry Morgan gibi ilk antropologlar, yazı sistemlerinden evlilik uygulamalarına, evlilik uygulamalarının en ilkel kökenlerinden en modern biçimlerine kadar uzanan kültür ve toplumla ilgili birçok konuyu ele alan etkili eserler yazmıştırlar. ***Yirminci yüzyılın başlarında antropoloji tipik olarak küçük boyutlu teknolojik açıdan basit toplumlarla ilgileniyordu. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında hâkim olan antropolojik bakış açısı, kendisini fiziki bilimler geleneğini izleyen bir bilim olarak görmekten uzaklaşarak daha açıklayıcı daha insan merkezli bir yaklaşımı benimsemiştir. ***Antropolojinin geleneksel konusu Batılı olmayan halklar ve bunlar arasında da özellikle Batı dünyasının sömürgecilik vasıtasıyla süreklilik arz eden, kalıcı ilişkiler geliştirmeyi hedeflediği ilkel, yazısız, devlet teşkilatına sahip olmayan kabile toplumlarıdır. ANTROPOLOJİNİN ALT DALLARI VE DİĞER BİLİMLERLE İLİŞKİSİ Antropolojinin Alt Dalları ***Antropoloji teriminin, Kuzey Amerika’daki kullanımı= arkeoloji, kültürel antropoloji, linguistik ve fiziksel/biyolojik. ***İngiltere’de kullanımı=İilgisini toplumsal yapılara ve kurumlara odaklamış bir araştırma yaklaşımı sosyal antropoloji. ***Alman kullanımı=Farklı kültürel yapıların karşılaştırılması sonucunda ortaya çıkan çeşitlilikleri ve benzerlikleri ortaya koymak yanı Etnolojı. ***Çok geniş bir inceleme alanı ve perspektifine sahip olan antropoloji bilimi dört ana alt disipline ayrılmıştır. Bunlar; arkeolojik, linguistik, biyolojik (fiziki) ve kültürel antropoloji disiplinleridir. Arkeolojik antropoloji=Yapılan kazılar sonucunda elde edilen bulgulardan hareketle eski insanların davranışlarını ve kültür yapılarını yeniden inşa eder, tanımlar ve yorumlar. Biyolojik antropoloji=İnsanın zaman ve mekân içindeki değişimini yani fizyolojik evrimini inceler. Biyolojik bir varlık olan insanın geçirdiği evreleri ele alır. Biyolojik antropolojiyle uğraşan bilim adamlarına göre insanın fiziksel değişimi, büyük ölçüde genetik ve çevresel faktörlerin etkisiyle meydana gelmektedir. Linguistik antropoloji=Dillerin yapısal özelliklerini, konuşma biçimlerini inceler. Kültürel antropoloji=T toplumları ve kültürleri inceler ve bunlar arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyar. Bu displinin etnografi ve etnoloji olmak üzere iki boyutu vardır. ***Etnografi, belli bir grubun toplumun veya kültürün betimlenmesidir. Etnograflar geleneksel olarak küçük topluluklar içinde yaşayıp yerel davranış, inanç, adet, toplumsal yaşam, ekonomik faaliyet, siyasi ve dini yapıları incelemişlerdir. ***Etnoloji ise etnografların belli topluluklardan topladıkları verileri inceleyerek karşılaştırma yapma imkânı sağlar. Etnologlar yürüttükleri karşılaştırmalı kültür araştırmaları sonucunda ortaya çıkan benzerlikleri ve farklılıkları tanımlayıp açıklamaya ve evrensel olanla yerel olanı ayırt etmeye çalışırlar. Antropolojinin Diğer Bilimlerle İlişkisi Antropoloji ve Sosyoloji:Modern uluslarda ırk, etnisite, toplumsal sınıf, cinsiyet rolleri ve kitle kültürü gibi alanlara ortak ilgi duymaktadırlar. Antropoloji ve Psikoloji: Kültürler arası veriler toplamak suretiyle antropoloji bu alanda da katkılar sunmaktadır. Antropolojinin kültür ve kişilik ilişkisini inceleyen dalı olarak da bilinen psikolojik antropoloji ve bu alanın önde gelen araştırmacılarından Margaret Mead, psikolojik özelliklerin kültürler arasında büyük farklılıklar gösterdiğini ortaya koymuştur. Antropoloji ve Tarih: Sosyal değişme aynı zamanda tarihsel bir olgudur. Bu bakımdan farklı disiplinler olsa da antropolojinin ve tarihin amaçları ve yöntemleri bir dereceye kadar örtüşür. Tarihçiler antropologların nadiren ulaşabildiği belgeleri kullanırken antropologlar da tarihçiler için pek fazla mümkün olmayan ilk elden gözlemlere başvururlar. 19. yüzyıl sonlarında antropoloji bilimi artık insanın biyolojik incelenişinden farklı olarak kültürünün incelenmesine odaklanmıştır. Bu alan çeşitli başlıklar altında sınıflandırılmaktaydı: maddi kültür, folklor, din, büyü, sosyoloji, ayrıca, dil, hukuk, çevre, vb. ANTROPOLOJININ KULLANDIGI ARASTIRMA TEKNIK VE YONTEMLERI Yerel/mahallî ortamların ilk elden incelenmesi olarak nitelenen etnografi antropologların sıklıkla kullandıkları bir araştırma tekniğidir. Etnografi, modern sanayi toplumlarına kıyasla daha fazla kültürel benzerliği ve daha az toplumsal farklılığı olan toplumlar üzerinde yürütülen bir araştırma modelidir. Etnograflar, endüstrileşmemiş ortamlarda toplumsal hayatı anlamak için çeşitli kültürleme tarzlarını dikkate almayı gerekli görmektedirler. Bu bütüncü hedefe varmak amacıyla bilgi toplamak için serbest dağılım stratejisini benimserler. Bu etnografik araştırma tekniklerini ve bu tekniklerin sahip oldukları özellikleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: Gözlem: Günlük davranışın doğrudan ilk elden gözlenmesini ifade eder. Katılarak gözlem bu tekniğin en karakteristik tarafıdır. Katılımcı gözlem, bir antropoloğun inceleme yaparken toplum hayatına katılması sürecini ifade etmektedir. Antropologlar gözlem yaparlarken ve çevresindeki olan biteni kavramaya çalışırlarken olayların ve süreçlerin birçoğuna da iştirak ederler. Söyleşi, Görüşme ve Görüşme Formları: Günlük konuşmadan resmî türdeki konuşmalara kadar çok çeşitli içeriklerde gerçekleşen söyleşiler, bir antropoloğun dostane ilişkiler kurmasına yardımcı olur. Önceden hazırlanmış ya da kendiliğinden gerçekleşen uzun görüşmeler yardımıyla hayata dair neler olup bittiği hakkında bilgi toplar. Soyağacı Yöntemi: Merkezi hükümeti olmayan toplumlarda bu bağlar toplumsal yaşamın ve siyasal örgütlenmenin temelini teşkil etmektedir. Hatta antropologlar böyle toplumları akraba-temelli olarak sınıflandırır. Herkes herkesle ilişkilidir ve zamanlarının çoğunu birlikte geçirirler. Belirli akrabalık ilişkileri ile bağlantılı davranış kuralları günlük yaşamın temelini teşkil eder.Bu sebeplerden ötürü ilk antropologlar sanayileşmemiş kültürlerin toplumsal yapı taşları olan akrabalık, soy ve evliliğin ilkelerini derinlemesine incelemek ve açıklamak için soyağacı işaret sistemini geliştirmişlerdir. Konuya Vakıf Kişiler: Her toplum hayatın belirli yönleri hakkında en iyi veya yararlı bilgiyi verebilen deneyimli, yetenekli eğitimli insanlara sahiptir. Bu insanlar konuya vakıf kişiler olarak nitelenmektedirler. Yaşam Öyküleri: Antropologlar çoğu kez araştırmalarını yürüttüğü sahada ilginç bulduğu kişilerin yaşam öykülerini derlerler. Hayat boyu yaşanan deneyimlerin yeniden hatırlanması samimi ve kişisel bir portre sunar. Yaşam öykülerinin ilgisi farklı insanların aynı sorunları nasıl ele aldığı ve yorumladığı üzerine yoğunlaşmaktadır. Emik ve Etik Araştırma Stratejileri: Antropologlar kültürleri incelemek için başlıca iki yaklaşım kullanmaktadırlar. Emik (aktör yönelimli) ve etik (gözlemci yönelimli). Emik yaklaşım, yerlilerin veya bir yaşam öyküsündeki bir yerlinin nasıl düşündüğünü ve yaşadığını araştırır. Etik yaklaşım ise araştırmanın odağını yerli sınıflamalar, deneyimler, açıklamalar ve yorumlardan bizzat kendi tespitlerine doğru kaydırır. Etik yaklaşımı benimseyen bir antropolog, kültür taşıyıcılarının kendi kültürlerini tarafsız bir biçimde yorumlayamayacak kadar onunla iç içe olacak. Sorun Yönelimli Antropoloji: Antropologların insan davranışını bütün bağlamı içinde ele almalarına rağmen her şeyi incelemeleri imkânsızdır. Bunun için alan araştırmaları genellikle özgül sorunlara eğilir. Birçok antropolog özgül bir sorunla alana gider ve bu sorunla ilgili olduğu düşünülen değişkenler hakkında veri toplar. Antropologlar nüfus yoğunluğu, doğal çevre, iklim, fiziki coğrafya, beslenme ve arazi kullanımı gibi etkenler üzerine de bilgi toplar. Boylamsal Araştırma: Genellikle bir küçük grup, topluluk, bölge, toplum, kültür veya diğer birimlerin, uzun sürelerde ve tekrarlanan ziyaretlere dayalı olarak incelenmesi esasına dayalı bir araştırma modelidir.Elde ettikleri veriler neticesinde, antropolog ve sosyologlar zaman içerisinde o sosyo-kültürel yapıda meydana gelen toplumsal, kültürel değişmeleri ve bu değişmeleri doğuran antropolojik ve sosyolojik etkenleri tespit edebilirler. UNITE 2=ARASTIRMA,YONTEM VE TEKNIKLER Alan Araştırması: antropolojik verilerin toplanmasına ve üretilen hipotezlerin test edilmesine yönelik bir araç olarak, toplumların ilk elden gözlenmesine dayanır. Alan araştırması zor bir araştırma sürecine sahip olduğu için yoğun bir hazırlığı gerektirmektedir. Antropoloji genellikle sayısal verileri ve alanda gerçekleştirilen araştırmaları temel almaktadır. ***Alan araştırması sırasında Antropologlar; sepetler, heykeller, müzik aletleri, silahlar, mücevherler, giysiler, evler gibi insan üretimlerini yakından incelemek için insanları günlük işlerini yaparken ve etkileşim hâlinde iken izlemektedir. ***Alan araştırmasının pratik olarak her bir örneğinde kullanılan teknikler – anketler, testler, özel davranışsal gözlemler ya da gayriresmî görüşme biçimleri- yerel kültür ortamının koşullarına alanda inceleme yapan kişi tarafından uyarlanmalıdır. Katılımcı Gözlem: Katılımlı gözlem etkili alan çalışmalarının temelidir. Alan araştırmacısı, gözlenen davranışların büyük bölümü sözel olmasa da, incelediği insanların dilini mümkün olduğunca öğrenmeye çalışmalıdır. *** Araştırmacı davranışın anlamlı boyutlarını “içselleştirmektedir”. Alanda çalışmalar yapan kişiler, yerel kültürel özellikleri edinme ölçüleri bakımından birbirlerinden büyük oranda farklılaşmaktadır. *** Katılımcı gözlem yoluyla elde edilen ilk veriler sayesinde alanda inceleme yapan kişi anketler, psikolojik testler ya da diğer daha uzmanca araştırma araçlarının geliştirilmesi için gerekli görüşleri ve ipuçlarını elde eder. Nüfusla ve Kültürle İlgili Verilerin Toplanması: Alan çalışmasının başlangıcında antropologların çoğu, nüfus araştırması yapmaktadır. Bu işlem, araştırmanın yapılacağı popülasyonunun temel nüfus özelliklerini açığa çıkarmak üzere tasarlanan kapsamlı bir araştırmadır. Bu araştırmada genel olarak aile fertlerinin mesleği ve gelir düzeyleri, sayısı, yaşları, eğitim düzeyleri ve medeni hâlleri gibi temel nüfus kalemlerinin yanı sıra aile bireylerinin birbirleriyle nasıl tanıştıkları, doğum yerleri vb. birkaç standart soru da yer almaktadır. *** Toplumun fiziksel özelliklerini gösteren bir harita çizilmesi anlamına gelen haritalandırma genellikle alanda gerçekleştirilecek bir projenin başlangıç evresinde gerçekleştirilen bir uygulamadır, çünkü harita çıkarılması sayesinde araştırmacılar tarlaların, ormanlık alanların, su kaynaklarının, caddelerin, yolların, çiftliklerin yerlerini öğrenebilmektedir. Alan Gözleminin Dili: Alan çalışmasında somut olayların birincil şekilde bildirilmesinin hemen ardından mümkün olduğu kadar düşük düzeyde soyut bilgiler verilmelidir. Dolayısıyla “İki adam birbirlerine çok düşmanca davrandı.” ya da “Bina gerçekten dökülüyordu.” gibi gözlem sonrası yapılan açıklamalar son derece geneldir ve bu tür tümceler alan araştırmacısı bunları yazarken yeterli görülebilir, ancak alan araştırmacısı bu notları daha sonraki aylarda sıralamaya sokarken ve çözümlerken yorumlamakta zorlanacaktır. Önemli Katılımcılarla Görüşülmesi: Önemli katılımcıların kapasitelerinden bazıları alan araştırmacısı tarafından sistematik olarak geliştirilir. Önemli katılımcılarla görüşme yapılmasının etkisi hakkında ki yapılan çalışmaların çoğu nispeten küçük toplumlarda uzun süre yoğun görüşmeler yapılan durumlardan çok büyük çaplı araştırmalarla bağlantılı olarak gerçekleştirilmiştir. *** Önemli katılımcılarla görüşmeler yapılması, katılımcı gözlem ile bütünleştirilerek kullanıldığında en iyi sonuçları vermektedir. Malinowski bu görüşü şöyle savunmaktadır: “Önemli bir olay meydana geldiğinde bunun hemen o anda incelenmesi gerekmektedir, çünkü yerli insanlar bunun hakkında konuşamazlar, bunun nedeni ise çok heyecanlanmaları ve konuşamamalarıdır ve ayrıntıları dile getirmek için zihinsel bakımdan tembel olacak kadar olaya ilgi göstermeleridir.” *** Alan araştırmacısının en önemli katılımcıları çoğunlukla yerel toplumda özel konumları olan kişilerden meydana gelmektedir. Antropolog çoğunlukla önderlerle, beceri sahibi esnaflarla ve diğer önemli kişilerle özel bir ilişki kurmayı umut etmektedir. Alan Çalışmalarında Problem Odaklı Yaklaşım: Erken alan araştırmacıları öncelikle normatif örüntülerle – bir toplumun çocuk yetiştirmeye, evliliğe, sorunların çözümüne vb. yönelik tipik yaklaşımları ile- ilgilenmiştir. Günümüzdeki antropologlar ise söz konusu alanları daha derinden incelemekte ve bu alanların her birinde yer alan davranışların çeşitliliğini araştırmaktadır. *** Problem odaklı bir yaklaşımın gelişmesinin, kuramların kaçınılmaz bir şekilde toplanan veri türleri üzerinde etkili olduğunun fark edilmesidir. Kuramsal görüşler araştırmacının alanda soracağı soruları ve dolayısıyla elde edecekleri bilgi türlerini belirlemektedir. Örneğin toplumsal istikrarı ve bütünleşmeyi vurgulayan yapısal işlevselci politika kuramı, araştırmacıyı belli bir veri türüne yöneltecektir; dolayısıyla bu kuramı benimsemiş olan bir araştırmacı, sorunları sonuca bağlayan, gerilimi gideren ve grup dayanışmasını teşvik eden kurumlar hakkında veriler bulmaya çalışabilecektir. Yaşam Öyküsü: Antropolojik önemi bulunan bazı yaşam öykülerinin bir çoğu, kendileri antropolog olmayan kişiler tarafından toplanmıştır. Bunların en ünlülerinden biri, 1820’lerde Dr. Edwin James tarafından yazılan John Tannen’in anlatısıdır. John Tannen, gündelik faaliyetleri en ince ayrıntısına kadar hatırlayan becerikli bir hikâyeciydi. *** Yaşam öyküsü materyalleri çoğunlukla bireylerin yaşantıları ile etnografik betimleme soyutlamalarını ilişkilendirmeye çalışan antropolojik araştırmacılar tarafından toplanıp sunulmaktadır. Temsılcı= Paul Radin ***Antropolojik araştırmalarda yaşam öykülerinin kullanılmasını incelemiştir.Temsılcı= Langness *** Yaşam öyküsü materyalleri içeren şimdiye kadar yapılmış olan en iddialı çalışmalardan biri Cora DuBois’in The People of Alor (Alor Halkı) adlı çalışmasıdır. ***Antropologlar için yaşam öykülerini anlatmaya gönüllü olan insanlar toplumlarının sıradan olmayan üyeleridir. DuBois açık bir şekilde çalışmasında yer alan sekiz katılımcının toplumlarını temsil etmediklerini belirtmiştir.Bu sekiz yaşam öyküsünden elde edilen veriler eğer sadece bu insanlar arasındaki kişilik özelliklerinin homojenliği hakkında geniş çaplı varsayımlar geliştirilirse, yerel halkın tümüne genellenebilir. Görüşme: Etnografik araştırmaların merkezidir; çünkü görüşmeler bireylerin ne düşünüp hissettiklerini, olayları ve kendilerini çevreleyen dünyayı nasıl gördüklerini açığa çıkarmaktadır. Görüşmeler, daha az yapılandırılan ortamlarda ortaya çıkan konuların ele alınması, toplum hakkında genel bilgiler toplanması ve inanç ve davranışlarla ilgili belli bilgilerin elde edilmesi amacıyla kullanılmaktadır. *** Görüşmeler, resmî ya da gayrıresmî olarak gerçekleştirilebilir. Resmî görüşmeler belli olguları, tutumları ve görüşleri ortaya çıkarmak üzere tasarlanmış olan sorulardan meydana gelmektedir. Gayrıresmî olan görüşmeler, görüşme yapılan kişilerin sonu nereye varırsa varsın kendi düşünce akışını izlemeleri yönünde teşvik edildiği yapılandırılmamış bir soru-cevap oturumudur. *** Gayrıresmî, açık uçlu görüşmelerin olumlu bir yönü ise şudur: Bu görüşmeler araştırmacılara yerel halkın neyi önemli gördüğünü göstermektedir. Bernard da yerel bir tavernada sadece şarap içerek ve insanların sohbetlerini dinleyerek incelemekte olduğu insanlar hakkında pek çok bilgi edindiğini görmüştür. *** Tek başına kullanıldığında bu tekniğin olumsuz yönü ise şudur: Görüşme yapılacak olan kişiler standart sorulara ya da durumlara yanıt vermediği için verdikleri yanıtların karşılaştırılması ve değerlendirilmesi zordur. Bir sorunun ifade edilmesinde gerçekleşen çeşitlilikler görüşme yapılan kişilerin son derece farklı yanıtlar vermesine neden olabilir. Araştırmacılar gayrıresmî etkileşimleri resmî görüşmelerle destekleyerek bu sorundan uzaklaşmaya çalışmaktadır. ***Resmi görüşmelerde kullanılan sorular son derece belirli ve kişisel tartışmanın meydana gelmesine ilişkin sunduğu fırsatlar son derece kısıtlı olduğu için bu sorulara verilen yanıtlar da kısıtlıdır. ***Sonuç olarak resmî olan ve olmayan görüşmelerin birbirini tamamlaması gibi genel olarak görüşme ve katılımlı gözlem birbirini tamamlayan veri toplama teknikleridir. Bu tekniklerin her biri sadece diğer teknikle birlikte kullanıldığında gerçekten faydalı olmaktadır. Bu teknikler bir araya getirildiğinde alan araştırmasının temelini ve her bir alan deneyiminin süreğen boyutlarını oluşturmaktadır. Yapılandırılmış Görüşmeler 1. Nicelleştirme: Malinowski ve diğer önde gelen antropologlar alanda araştırma yapan kişilerin mümkün olduğu kadar olayların sayılarını vermesi gerektiğini ısrarla belirtmiş olsa da nicelleştirme çoğu araştırma raporunda yer almamaktadır. 2. Temsil etme özelliği:Verilerin farklı katılımcılardan ya da çok sayıda kişisel gözlemlerden toplanmış olduğu örneklerde araştırmacı genel olarak gözlemlerin örneklemini oluşturduğu toplam popülasyonu ya da “evren”i belirlemez. 3. Araştırma işlemlerinin belirgin olması: Çoğu araştırma örneğinde antropologlar betimleyici genellemelerinin temelini oluşturan araştırma teknikleri konusunda bilgi vermemektedir. Genellikle katılımcı gözlem ve görüşmelerden söz edilmekte, ancak verileri destekleyen alan bilgilerinin belli bölümleri için çoğunlukla kaynak gösterilmemektedir. Genellikle verilen bilgilerin güvenilirliği ve geçerliliğini değerlendirme şansını bulamamaktadır. ***Elizabeth Colson, insanların sayımıyla bağlantılı olarak kullanılan yoğun bir görüşme sürecini betimlemektedir. Colson’un her bir hane için topladığı veriler kapsamında insanların adları, klan bağlantıları, etnik kökenleri ve ebeveynlerinin doğdukları yerler, kardeşler, eşler ve çocuklara ilişkin veriler, hane reisinin alternatif isimleri, doğum yeri, yaklaşık olarak doğum tarihî hanede yaşayan insan sayısı ve hanenin atasının akrabalık kategorisi hakkında bilgiler yer almaktadır. ***John Beattie (1965) Bunyoro’da standart bir görüşme aracılığıyla toplamış olduğu veri türlerini ayrıntılı şekilde betimlemiştir. Beattie’nin araştırma formu “birden fazla kadınla evlenmiş olan erkeklerin çok geniş ailelerinden” bilgi alınması için tasarlanmıştır. Yaş, cinsiyet, akrabalık ilişkileri, hane içinde ve dışındaki bağlantılar, eğitim, meslek, medeni durum, evlilik geçmişi vb. konularda her bir hane halkı hakkında ayrıntılı bilgiler toplanmıştır. Beattie görüşmelerin ve kayıtların büyük bölümünü kendi gerçekleştirmiştir, ancak kendisiyle çalışan yardımcıları da olmuştur. Görüşmeler üç köyde bulunan tüm hanelerde yapılmıştır ve sonuç olarak yaklaşık 115 örnek elde edilmiştir. Soru türleri: Soru yoluyla talep edilen bilgilerin olarak tek bir doğru yanıtının olması gerekir. ***Görüşme planında yer alan sorular da kapalı mı yoksa açık uçlu mu olacağı bakımından farklılaşır. Açık uçlu bir soru sayesinde görüşme yapılan kişi uzun ya da kısabir biçimde kendi istediği cevabı verebilir. Ancak açık uçlu sorular genellikle nicel inceleme öncesinde kodlama ve içerik analizi konusunda önemli ölçüde çalışma yapılmasını gerektirmektedir. Ayrıca açık uçlu sorulara verilecek yanıtlar farklı alanlara dağılacağı için görüşme yapılan kişiler arasında karşılaştırma yapılamayacaktır. ***Eğer araştırmacı belli yanıtlar konusunda emin ise sabit-seçenekli sorular kendisi için en uygun soru türü olacaktır ve kuşkusuz bu tür soruların oluşturulması ve çözümlenmesi çok daha kolaydır. Etkili görüşme planları çoğunlukla her iki soru türünü de içermektedir. Anket:Anketler görüşmelerden farklıdır, çünkü katılımcının kendisi araştırmacı tarafından sunulan bir formda yer alan soruları yanıtlamaktadır. Karmaşık toplumlarda anketler çoğunlukla katılımcılara posta yoluyla gönderilmektedir ve anketleri yanıtlamak gönüllülük esasına dayanmaktadır. ***Anketler birincil nüfus sayım aracı olarak tatmin edici araçlar değildir, çünkü anketlerin yanıtlanarak geri gönderilmesi kesinlik taşımamaktadır. Karmaşık istatistiksel incelemelerin yer aldığı çalışmalarda anketlerde bulunan maddelere verilen yanıtlar rastgele olmayan örneklem özelliği nedeniyle itirazlara neden olmaktadır. ***Materyallerin istatistiksel açıdan çözümlenmesi, genel betimleyici bilgilerin toplanmasının yanında ikincil sırada ise anketler faydalı olabilir. ***Antropologlar, kültürel ve toplumsal davranışların belli alanlarını incelemek üzere çok sayıda özel anket ve görüşme planları geliştirmiştir. Whiting vd. çocuk eğitimi ve sosyalleşme konusuna yönelik özel görüşme planlamış, Landy Portoriko’da bir köyde annelerle görüşmeler yapmak üzere bir plan yapmıştırGraves vd. Güneybatı’daki bir toplumda Kızılderililer, İspanyol kökenli Amerikalılar ve Anglo kökenliler arasında içki kullanma ve sapma davranışları konusunda araştırma yapmak amacıyla uzun bir görüşme (yaklaşık iki saat) planı kullanmıştır. Antropolojide Nicel Yöntemlerin Kullanılması “Antropolojinin başlıca koşulu şudur: antropoloji kişisel bir deneyimle başlar ve kişisel bir deneyimle sona erer, ancak antropolojik araştırmanın başlangıcı ile sonu arasında bilgisayar kullanılan alanlar yer almaktadır.” Bilgisayar teknolojisinin büyük oranda desteklediği istatistik ve matematiksel teknikler bu ihtiyaca yanıt vermesi için geliştirilmiştir. Ancak nicel yöntemler tek başına kullanıldıklarında pek az katkıda bulunmaktadır. Daha da önemlisi hangi soruların sorulacağına, hangi verilerin toplanacağına ve hangi hipotezlerin test edileceğine dikkat edilmelidir. ***David Thomas, buna ilişkin olarak şunları yazmıştır: “Antropologların bir sarhoşun sokak lambasını kullandığı ölçüde istatistiği kullandığı söylenmektedir.” Kalitesiz bir araştırma, istatistiksel terimlerin kullanılmasıyla ve çok sayıda sayıya yer verilmesiyle gizlenebilir. ***Antropolojide sistematik bir şekilde nicelleştirmenin ve istatistiğin nasıl kullanılacağına ilişkin örneklerden biri Pasternak tarafından gerçekleştirilen çalışmalardırPasternak, Tayvan’daki iki köyden topladığı verileri incelemek amacıyla istatistiksel tekniklerden faydalanmıştır. Pasternak’ın amacı ailelerin ilk çocuklarına sahip olma zamanlamasını etkileyen faktörleri belirlemekti. Pasternak, besin maddelerinin sürekli olacağına duyulan güvenin ilk doğan çocukların mevsimsel dağılımını etkileyen en muhtemel etmen olduğunu bulmuştur. ***Hiçbir bilimsel inceleme tamamen kesin değildir. Veriler her zaman değişmekte ve daha önceden yapılan araştırmaları düzeltmektedir. 1978 yılında yaptığı çalışmadan itibaren Pasternak, Tayvan’daki demografik örneklemini genişletmiştir ve Çin’de yeni araştırmalara başlamıştır. İkincil Veriler Kullanılarak Yapılan Araştırma Alan araştırması antropolojiye özgüdür ve yeni verilerin çoğu etnografik verilerden gelmektedir. Ancak araştırmaların önemli bir bölümü ayrıca ikincil verileri (önceden toplanmış olan, arşivlerde ya da kütüphanelerde bulunan materyaller) temel almaktadır. İkincil verileri kullanan araştırmacıların sorduğu temel soru türleri tarihsel çalışmalar ve tarihsel olmayan çalışmaları kapsar. ***Antropolojide kullanılan bir dizi karşılaştırmalı araştırma yöntemi bulunmaktadır. Bunlardan en yaygın olan iki yöntem, kontrollü karşılaştırma ve kültürlerarası araştırmadır. Bu yöntemlerden her birinin olumlu ve olumsuz yönleri vardır. Kontrollü veri karşılaştırmasında araştırmacı incelenen boyutlar dışındaki tüm boyutlarda benzer olan ancak aynı olmayan iki ya da daha fazla sayıda toplum seçmektedir. Daha sonra araştırmacı toplumlar arasındaki çeşitliliğe açıklama getiren nedensel bir mekanizma meydana getirmek üzere seçtiği toplumlardan her birinde inceleme alanlarına ilişkin toplanmış olan karşılaştırılabilir veriler üzerinde çalışma yapmaktadır. Burton Pasternak bu yöntemi, Tayvanlı köylüler arasındaki çeşitlilikleri anlamak amacıyla kullanmıştır. ***Kontrollü karşılaştırmaların olumlu yönü şudur: Kontrollü karşılaştırmalar sayesinde araştırmacı deney koşullarının dikkatle kontrol altına alındığı bir laboratuar deneyinin benzerini meydana getirmeye çalışmaktadır. ***Kontrollü karşılaştırmanın olumsuzlukları ise şunlardır: Söz konusu kontrol, en azından kısmen aldatıcı olabilir, çünkü kontrol hiçbir zaman ortalamadan daha fazlası olamamaktadır. ***Kültürlerarası araştırmalar genellikle tüm dünyadan toplanmış olan raporlardan bir örneklem meydana getirerek bir hipotezi test etmektedir. Daha sonra bu raporlar ham verilerin kaynağı hâline gelmektedir. Ham veriler ise değişkenler şeklinde düzenlenir ve kodlanır.Örnegın; Leavitt verilerini 330’dan fazla toplumla ilgili raporların ve belgelerin endekslenen bir derlemesi olan İnsan İlişkileri Alanı Dosyaları’dan (HRAF) almıştır. ***Sonuç olarak, antropolojik araştırmalarda önem taşıyan tüm teknikleri ve soruları ayrıntılı şekilde ele almak mümkün değildir. Belirtilmesi gereken başlıca konu şudur: Alan, yeni fikirlere ve yeni yöntem ve tekniklere her zaman açıktır. Verilerin Çözümlenmesi Alan araştırması, daha geniş çaplı bir konu hakkında veri toplama araçlarından biridir. Örneğin, bir antropologun incelediği köy, hiç kuşkusuz çok sayıda köyden sadece biridir.Antropolojik ilgi gösterilen hiçbir bölge eksiksiz bir şekilde incelenemez; antropolog sadece belli bir olaya ilişkin seçtiği vakalara ya da örneklere bakarak seçtiği konuya yaklaşabilir. ***Bir konuyu evrensel bir şekilde kapsama almak hiçbir zaman mümkün değildir. Toplanan verilerin sadece bir örnek olduğunu bilen ihtiyatlı araştırmacılar örneklemlerinin sınırlarını belirlemektedir. Bir araştırmacı tanıdığı için ya da uygun zamanda orada oldukları için insanlarla görüşme yapmaz. Son derece yaygın olan amaçlanmamış bir örneklem ön yargısı cinsiyetle ilgilidir; bazı erkek araştırmacılar cinsiyetin önemsiz bir değişken olduğunu düşünmektedir. ***Geniş bir yere yönelik olarak hane halkı nüfus verileri toplamak isteyen bir antropolog popülasyondaki tüm hanelerin bir derlemesini yapmalı ve ardından ziyaret edebileceği haneleri seçmelidir.Bazı durumlarda tesadüfi örneklem uygun olmaktadır. Tesadüfi örneklem popülasyondaki her bir bireyin ya da hanenin örnekleme seçilme açısından aynı şansa sahip olduğu örneklem oluşturma tekniğidir. ***Genel olarak incelenmekte olan araştırma evreni (bir toplum, bölge ya da aşiret gibi) gerçekçi bir örneklem oluşturulmasını sağlayacak oranda büyük ve karmaşıktır, araştırmacı bu evreni farklı özellikleri temsil eden kategorilere ayırmak ve ardından her bir kategoriden rastgele bir örneklem seçmek zorundadır. Bu durumda meydana getirilen örneklem türü tabakalı örneklemdir. İstatistiksel İnceleme: İstatistiksel inceleme, nicel hâle getirilen betimsel verilere olasılık kuramının uygulanmasıdır. İstatistiksel teknikler, antropologa bir popülasyondaki özelliklerin dağılımını betimlemek ve bu çeşitli özellikler arasındaki ilişkileri belirlemek için standart ve açık bir yöntem sunmaktadır. Araştırmacı, ilk olarak bu değişkenleri nicel hâle getirmek için bir yol bulacaktır. Örneğin bağımlı değişken olan hane büyüklüğü birlikte yaşayan bireylerin sayısı, cinsiyetleri ve yaşları açısından ölçülebilir; bağımsız değişken olan emek ise tarlalarda çalışarak harcanan hafta başına düşen saat açısından ölçülebilir. UNITE 3 Kültür, örneğin, insanların nasıl giyindiklerini, evlilikle ilgili adetlerini, aile yaşamlarını, iş ilişkilerini, dinî ritüellerini ve boş zaman etkinliklerini içermektedir. 1950’lerin başında Alfred Kroeber ve Clyde Kluckhohn, kültürün 160 farklı tanımını sıralamışlardır. **Bir birey, grup ya da toplumun (ulusun) entelektüel, ruhsal ve sanatsal gelişimini ifade etmek amacıyla kullanılan estetik kültür tanımları,Bir bireyin, grubun ya da toplumun (ulusun) yaşam biçiminin tümünü, faaliyetlerini, inançlarını ve göreneklerini belirtmek amacıyla kullanılan etnografik kültür tanımları ve Gündelik yaşamda paylaşılan davranış örüntüleri ve sosyal ilişki kalıplarını ifade etmek amacıyla kullanılan sembolik kültür tanımlamalarıdır. Kültür, biyolojik kalıtımdan çok dil aracılığıyla öğrenilir. Latince’de toprağı işleme anlamına gelir. sonraları Batı Avrupa dillerinde kazandığı yüksek umumi bilgi anlamı ile Türkçe’ye de girmiştir. **Kültürün temel birliğini vurgulayan ve kültürel gelişimin ortak ilkelerini keşfetmeye çalışan çok çeşitli bilimsel yaklaşımlar mevcuttur. Bunların en yaygın olarak bilinenleri; difüzyonizm fonksiyonalizm ve yapısalcılıktır. Difüzyonizm, maddi kültürel unsurlara babil, atlantis, mısır fonksiyonalizm kültürel ve toplumsal kurumlara odaklanırken Malinowski Radcliffe-brown yapısalcılık ise tek tek kültürlerin düşünsel yaratılışını levi strauss inceler. KÜLTÜRÜN ÖZELLLİKLERİ VE İŞLEVLERİ **Kültür Her Şeyi Kapsayıcıdır. **Kültür Hem Genel Hem Özeldir. **Kültür Öğrenilir. **Kültür Simgeseldir **Simge, belli bir dilde ya da kültürde başka bir şeyi temsil eden sözlü ya da sözlü olmayan bir şeydir. **Kültür Doğal Çevreye Müdahâle Eder **Kültür Paylaşılır. **Kültür Birbirini Takip Ederek Gelişen Düzenli İlişkiler Bütünüdür **İnsanlar Kültürü Yaratıcı Bir Biçimde Kullanır **Kültür Hem Uyarlayıcı Hem Kötü Uyarlayıcıdır KÜLTÜRLE İLGİLİ KAVRAMLAR Hâkim Kültür (Başat Kültür):Bir toplumda yaygın olan kültüre verilen isimdir. Alt Kültür:Bir toplumda hâkim olan kültürden belli bir düzeyde farklılık gösteren ve azınlıkta olan gruplarca benimsenen kültürdür. Örneğin, çingene alt kültürü, hip-hop alt kültür grupları gibi. Karşı Kültür:Hâkim kültürün belli özelliklerini reddeden ve onunla çatışmaya giren toplumsal grupları nitelendiren bir kavramdır. Hâkim kültüre reddiye ve çatışma özelliği ile “alt kültür”den ayrılır. Kültürleme:Sosyalleşme ile eş anlamda kullanılan bir kavramdır. Bir toplumun sahip olduğu maddi veya manevi kültür ögelerinin sürekli olarak içten dışa ya da dıştan içe doğru yayılmasıdır. Kültürel Asimilasyon:Bir kültürün başka bir kültürü egemenliği altına alarak kendine benzetmesini ifade eden bir kavramdır Kültürel Yayılma:Bir toplumun sahip olduğu maddi veya manevi kültür ögelerinin sürekli olarak içten dışa ya da dıştan içe doğru yayılmasıdır. Kültürasyon (Kültürlenme):Farklı kültürlerin yakınlaşıp birbirlerini etkilemeleri sonucu yeni bir kültürel yapı oluşturmaları sürecini ifade eden bir kavramdır. Akkültürasyon (Kültürleşme):Hristiyan misyonerlerin Afrika kıtasında yaşayan halklara kendi inançlarını aşılamaları veya üçüncü dünya ülkelerinin Batılılaştırılması çabaları, akkültürasyon sürecine verilebilecek en iyi örneklerdir. Kültürel Değişme:Toplumun bütününün ya da bazı kurumlarının çeşitli kültürel özelliklerinin göreceli olarak kalıcı birtakım değişiklikler göstermesini ifade eden bir kavramdır. Kültürel Gecikme:Kültürel değişme sürecinde kültürün maddi unsurlarının manevi unsurlarından daha hızlı değişmesinin meydana getirdiği duruma işaret eden bir kavramdır. Kültür Şoku:Yeni bir kültüre dâhil olma sürecinde yaşanan sıkıntı, bunalım ve benzeri biçimlerde kendisini gösteren uyum güçlüğünü anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Zorla Kültürleme:Bir kültüre mensup fert ya da grupların başka bir kültür tarafından zorla değiştirilmesini ifade eden bir kavramdır. Kültürel Görecelilik (Rölativizm):Bir kültürün maddi ve manevi unsurlarının farklı toplumlar için değişik anlamlar ifade etmesi durumunu anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Etnosantrizm (Kültür Bencilliği):Etnosantrizm, fertlerin kendi kültürünü başka kültürlerden üstün tutmasıdır.Katı tutumları vardır. Ksenosantrizm (Yabancı Hayranlığı):Etnosantrizmin karşıtı olan bir yaklaşımı ifade etmek amacıyla kullanılan yabancı hayranlığı kavramı, başka kültürlere hayran olma, kendi kültürünü aşağılama ve yabancıların yaşam tarzlarına özenme hâlini ifade eder. Ksenofobizm (Yabancı Kültür Düşmanlığı):Yabancı hayranlığının tam zıddı olan bir durumu ifade etmek amacıyla kullanılmakta olan bir kavramdır. UNITE 4=DIL VE ILETISIm Dilin Niteliği: İnsanların kullanageldikleri hangi dil olursa olsun dil, bilgiyi iletmenin bireysel ve toplumsal yaşamın deneyimlerini paylaşmanın aracı rolündedir. Bu simgeleştirme sürecini, konuşma dilinde, birkaç sesi kullanarak (hiçbir dil 50’in üzerinde ses kullanmaz) ve bunları anlamlıyollarla bir araya getirecek kurallar geliştirerek yaparız. İşaret dili’nde de aynı işlem yapılır ancak orada ses yerine el kol hareketleri vardır. Bu anlamda yeryüzünde bulunan yaklaşık 6000 dil bizleri çeşitliliği ve karmaşıklığı ile şaşırtabilir. Ancak antropolojik olarak dillerin temellerine inildiğinde tüm dillerin aynı biçimde örgütlendiğini görebiliriz. Örnegın;Bir dilin başka bir dile tercüme edilmesi gösterilebilir. ***Diller incelikli ve karmaşık tarzlarda çeşitlilik gösterir. Diller, gramer,fonoloji, morfoloji ve sentakstan oluşur.Linguıstık,dılın yapısal özellıklerını ve konuşma biçimlerını ınceler. ***Linguistik’in (dil bilim) temeli 2000 yıldan öncesine, Hindistan’da dil uzmanlarının çalışmalarına dayandığı düşünülmektedir. Yer yüzünde yaklaşık 10.000 dilden bahsedilmektedir. ***Kültürel teması kolaylaştıran bir başka dil biçimi de bir ya da daha fazla gelişmiş dilden alınma basitleştirilmiş bir gramer ve sözlüğe dayanan pidgindir.Eğer bir pidgin dil tam gelişmiş bir dile dönüşürse, o zaman Kreol adını alır. ***Dil,bilimin temel olarak 3 ana daldan soz edılır: Betimsel Dil Bilim:Betimsel dil bilim, bütün özelliklerini kaydederek,betimleyerek ve çözümleyerek bir dili ortaya çıkarmaya çalışır. Bu alan zor olmakla birlikte bir dilin yapısını, dil bilimsel dağarcığını ve diğer dillerle olan ilişkisini daha derinlemesine anlamamıza yardımı çok büyüktür. Ses Bilim: Dil olgusunun en küçük anlamlı birimi sözcük (kelime)’ tür. Sözcükler ses ya da fonem birimlerinden oluşur. Fonemlerin sayısı çok fazla değildir.Dillerdeki sınırlı sayıdaki fonemler, çok sayıda morfemi ayırt etmekte kullanılarak farklı anlamlar yaratırlar. Dilin sentaksı (söz dizimi), semantik (dili anlam açısından inceleyen bilim dalı) önemi yanında yarattığı yapısal hiyerarşik belirlenimle de dilin önemli özelliklerinden biridir.Sözcükler, seslerden; cümleler sözcüklerden; diller ise kavramlar ve cümlelerden oluşur. Biçimbilim (Morfoloji): Dil bilimciler biçim bilimi, dildeki seslerin dökümünü yaparken yani dildeki sözcük oluşumuyla (fiil çekimleri, çoğul ekleri ve bileşik sözcükler vb.)ilgili kalıplar ve kuralları da incelerler. Biçim birimler, bir dilde anlam taşıyan en küçük ses birimleridir. Anadolu’nun bir köyünde inceleme yapan bir dil bilimci, “kuzu” sözcüğünün,k-u-z-u ses birimlerinden oluşan bir biçim birim olduğunu anlar.Çevresindekileri dinlerken kişilerin iki veya daha fazla bahsederken “kuzular”sözcüğünü fark eder. Böylece –lar biçimbiriminin bir başka biçim birime eklemlendiğinde onu çoğul hâle getirdiğini de öğrenmiş olur. Tarihsel Dil Bilim:Belirli bir dilin tarih içindeki her hangi bir dönemdeki bütün özelliklerine odaklanan betimleyici dil bilimden farklı olarak, dillerin değiştiği gerçeğiyle ilgilenir. Bunun yanında tarihsel dil bilimciler, sadece tarihteki dillerin değişimiyle ilgilenmezler. Çünkü günümüz dilleri de daima bir değişim içerisindedir.Örneğin, son yıllarda internet kullanımı dildeki değişimi. Dil değişimi üç biçimde meydana gelir: İlişki içinde bulunduğu kültürlerden yeni kelimeler alır. Örneğin Zebra,kahve, karnaval, divan İngilizceye bu şekilde girmiştir. Yeni kelimeler yapılandırır. Geyik-köpek, Amerikan Kızılderililerinin ilk gördükleri ata verdikleri isimdir. Mevcut kelimelere yeni anlamlar yükler. Örneğin Arizona Apaçi dilinde otomobillerin çeşitli kısımlarını belirtmek için anatomik sözlerden yararlanılmıştır. Örneğin gözler, farları; kalp, distribütörü; mide, benzin deposunu ifade eder. Etnik Dil Bilim: Her toplumun kendine has bir kültürü olduğu gerçeği bir yana, bireylerin dil kullanım biçimleri de cinsiyet, sınıf ve etnik kökene bağlı olarak değişiklik gösterir. Dil kullanımımız kültürümüzü, kültürümüz ise dili kullanış biçimimizi yansıtır. Bu alan, dilin kültürel bağlamı ve toplumsal kullanımıyla ilgili bütün boyutlarını ele alır. Beden Dili ve Yan Dil:Sözsuz ıletısımdır. Beden dili jestler ve mimiklerle gerçekleşir. Kişinin zihninde bulunan bir anlamı ifade etmesi ya da bir anlam oluşturması amacıyla yüz kaslarını kullanımı mimikleri, yani yüz ifadesini;ayak-bacak, el-kol, baş hareketleri kullanılır. NOT==Beden dilini çözümlemeye çalışma yöntemine “kinesik” adı verilmektedir. ***Beden dilinde insan istese de bazı duygularını gizleyemeyebilir, bu demek değildir ki insan beden diliyle yalan söylemez. Ancak çığlık, kahkaha, gözyaşı,kızarma, tüylerin diken diken olması gibi şeyler, konuşmaya göre daha zor denetim alınabilen durumlardır. ***Sözsüz iletişim araçları, sözlü olanlar kadar kişinin kontrolünde olmadığından, daha doğru, daha gerçek, daha önemli bilgiler verir. Bir iletişim sürecinde, ortalama olarak kelimelerin sözle ifadesinin % 10, ses tonunun %30 ve beden dilinin ise % 60 rol oynadığı belirtilmektedir. Yandil (Paralangaj): Paralangaj, genellikle dile eşlik eden dil ötesi seslerin sistemi olarak tanımlanabilir. Bu sesler “kıkırdama”, “inleme”, “iç çekme” olabileceği gibi sesin tizliği ve hızı da olabilir. Konuşmalarda sözcük seçimi, konuşma hızı,yanıtların uzunluğu ve benzeri etmenlerin bilinç düzeyinde algılanamasa da kişinin bilinçaltını etkileyebileceğini belirtmek gerekir. Örneğin sorguya çekilen bir kişinin mahkeme salonundaki konuşması ve kendini savunması. ****Sesin niteliği, konuşmacının sesinin arka planı olarak işlev görür. Sesin nitelikleri, ses perdesinin düşük ya da yüksek, dudakların açık ya da kapalı,nefes borusu girişinin kontrol edilmesi, telaffuz (güçlü ya da gevşek), ritim (sesin yumuşak ya da aniden bölünmesi), tını (tınısı güçlü olandan zayıf olana), ve tempo (artan ya da azalan) gibi özelliklerdir. Dil ve Düşünce: Dilin düşünce ve eylemi biçimlendirdiği görüşü “dil bilimsel görecelik” ilkesi olarak adlandırılır.Özellikle bu konuda Edward Sapir ve Benjamin Lee Whorf’un bilime katkıları büyük olmuştur. Bu antropologlara göre; her dil, konuşanlarına, dünyayı belli bir şekilde görmelerini sağlayacak şekilde dil bilimsel alışkanlıklar kazandırır.Onlar, düşünme biçimleri ve tüm diğer zihinsel etkinlikler de dahil olmak üzere, dilin bir insanın tüm yaşam tarzını belirlediğini savunmuşturlar. ***Dil kültürel gerçekliği yansıttığında, kültürde yaşanan değişim de dildeki değişim olarak toplumsal hayatta yansımasını bulacaktır. Wittgenstein’ın şu ilkesi oldukça açıklayıcıdır: “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.” ***Dil ve düşünce ilişkisini ele alırken, düşünme eyleminin, dilin sunduğu imkânlarla sıkı bir ilişki içerisinde olduğu gerçeğini göz ardı etmemekle birlikte, bu eylemin tek ve olmazsa olmaz koşulunun dil olduğunu ileri sürmektır. ***Kısaca bir dilde bir insan grubunun, bir ulusun özel ruh ve yaşama biçimi tinsel bir form kazanır. Bu nedenle bir ulusun özelliği en iyi dillinde kavranır. Bir milleti yok etmenin en kısa yolu dilini ortadan kaldırmaktır. Dilin Kökenleri: Dili incelerken doğal olarak devreye ırk, kültür, toplum, sanat, müzik, din ve bireyin de girmesi zorunlu bir durumda olmaktadır. Kimi topluluklarda dilin ilk çıktığı yerin kendi milletleri ve toprakları olduğuna dair anlatılar pek çoktur. Yine buna benzer Müslümanlar arasında da cennet dilinin Arapça olduğuna ve dillerin anasının da Arap dili olduğuna dair yaygın kanaatlervardır. ***Dilin kökeni hakikaten bilim adamlarını uğraştıran konulardan biri olarak gündemi meşgul etmiştir. Dilden daha önemli hiçbir kültürel fenomen bulunmadığı gibi, kendi kökeni hakkında böylesine az bilgi sunan başka bir gelişme de yoktur. Öyleyse Bernard Campbell'in şu saptamas hiç de şaşırtıcı olmasa gerek; “Dilin nasıl ya da ne zaman ortaya çıktığını hiçbir şekilde bilmiyoruz ve hiçbir zaman da bilmeyeceğiz.” ANTROPOLOJİ 5 Psikolojik antropoloji, öğrenme, öğrenme türleri, bilgi, bilginin örgütlenişi, algı ve anlamları konu edinen bilişsel antropoloji ile kesişir.Bilişsel antropoloji, bireysel davranışın, konuşmayı da kapsayacak biçimde çeşitli yönlerini analiz ederek, kişiye özgü anlam dünyasını inceler. Bu antropolojik eğilimin en önemli temsilcilerinden Quinn ve Strauss, birey ve kültürün bütünüyle birbirine bağlanan bir yapı oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlara göre kültür; • Paylaşılan anlayışların bir ağı, • Üyelerinin üzerinde anlaştıkları bir değişim ürünüdür. Quinn ve Strauss, bilişsel antropolojideki meşhur Şema Kuramı’nı kullanmışlardır.Quinn ve Strauss, şemaların inşa edilme sürecini ve kullanımını II. Dünya Savaşı’ndan sonra doğmuş bir Amerikalı kız çocuğunun aile içerisinde anne ve babasının eylemlerini gözlemleyerek öğrenme ve içselleştirme örneği ile açıklamışlardır. **Antropologların araştırma metot ve teknikleri, gözlem, mülakat, anket teknikleri kullanarak, çeşitli sosyal ortamlardaki bireysel davranışın betimlenmesini, rüyaların analiz edilmesini ve yaşam öykülerinin toplanmasını kapsar. **Gestalt yaklaşımı kişilik kültür ilişkileri üzerine yoğunlaşan Abram Kardiner,Ruth Benedict ve Margaret Mead gibi antropologları etkilemiştir. Abraham Kardiner: Temel Kişilik Yapısı Kuramı Psikolojik antropolojinin ABD’deki öncüsü olan Kardiner, farklı kültürlerdeki çocuk yetiştirme tekniklerini incelemiştir. Kişilik oluşumunda çocukluk yıllarının çok önemli rol oynadığını belirtmiştir.Çocukların kişilik özellikleri birbirine benzer. **Kardiner ve Linton, nedensellik bağı ile bütünleşmiş aynı türden kültür ve kişilik özelliklerinin temel kişilik yapısını oluşturduğunu göstermişlerdir. Onlara göre temel kişilik yapısı üzerine birincil kurumlar ve ikincil kurumlar etki eder. **Birincil kurumlar, toplumsal çevreye uyumu sağlayan kültürel ürünlerdir ve toplumsal örgütlenme, teknoloji ve çocuk yetiştirme uygulamalarından oluşurlar. **İkincil kurumlar, birincil kurumlara uyum süreci, sosyal sistemde ortak, bilinç dışı çatışma ve kaygıları yani din gibi ikincil kültürel kurumlara yol açar. İkincil kültürel kurumlar, psikolojik mekanizmalar vasıtasıyla kişiliğin gereksinimlerini karşılamak üzere biçimlenirler. **Mead’a göre ergenliğe bağlı psikolojik değişimler biyolojik temelli değil, toplumsal ve kültüreldir.Ergenlikte topluma gore farklılık gösterir.Ergenlik özellik ve deneyimler farklıdır.Freeman, Mead’dan çok sonra Samoa köylerinde yaptığı araştırmada farklı sonuçlara ulaşmıştır. Freeman’a göre Mead’ın kuramı, kaba bir ön yargıdan ibarettir. Ona göre Mead’ın Samoalı ergenlerde betimlediği kaygısız bir cinsellikten daha çok, bekâret karmaşası ve kadın erkek düşmanlığıdır. Ruth Benedict:Grup kişiliği Benedict, Yunan şarap ve ışık tanrılarının isim ve özelliklerinden hareketle Kwakiutları, Dionysoscu ve Zunileri, Apollocu olarak sınıflamıştır. Dionysoscu Kwakiutları, duygu, tutku, aşırılık, yıkıcılık, çekişme, savaş ve başka bir yaşam boyutuna (transa) geçme gibi özelliklerle tanımlamıştır. Apollocu Zuniler ise rekabetçi değillerdir, nazik ve barışseverdirler. ölçülülük, uyum, dakiklik, düzenlilik gibi özellikler toplumsal olarak daha prestijlidir. Toplumda aşırılık, trans, hâlüsinasyon gibi tutumlar benimsenmez. Benedict, Zunileri nevrotik, Kwakiutları megaloman olarak nitelemiş, ancak her bir davranış örüntüsünün kendi kültürü içerisinde normal kabul edildiğini ileri sürmüştür. **Cinsiyet kavramı, biyolojik ve fiziksel farklılıkları, toplumsal cinsiyet (gender) kavramı ise bir kültürün kadına ve erkeğe yüklediği bütün anlam ve yapısal özellikleri ifade eder. Toplumsal cinsiyetle bağlantılı olarak, kadın ve erkeğin toplumsal görevlere, sorumluluklara, eylemlere yönelik, tutum ve davranış örüntülerine toplumsal cinsiyet rolleri denir. **Toplumsal cinsiyet klişeleri, erkek ve kadınlarla ilgili oldukça basit fakat çok güçlü bir şekilde benimsenmiş tutum ve davranış örüntülerini ifade eder. Toplumsal cinsiyet tabakalaşması ise kadın ve erkeğin sosyal yapıdaki farklılaşmış statü ve konumlarını kapsayan değerler, güç, prestij ve özgürlük gibi ödüllerin eşitsiz dağılımını niteler. Mead’in, Üç İlkel Toplumda Cinsiyet ve Mizaç (1935/1950) isimli çalışması, toplumsal cinsiyet rollerindeki çeşitlilik üzerine ilk kez dikkatleri çekmiştir. **Feminist antropologlara göre bu toplumsal roller, kadın ve erkeklere çocukluk dönemlerinde sosyalleşme ve kültürlenme sürecinde toplum tarafından aktarılan ve öğretilen sonradan kazandırılan rollerdir.Kadının ikincil olduğu cinsel asimetriyi irdeleyen, Sherry Ortner, Nancy Chodorow, Michelle Rosaldo ve Rayna Rapp Reiter gibi bu yaklaşımların temsilcileri cinsel asimetrinin evrenselliği varsayımını kabul etmişlerdir. Yapısalcı Yaklaşım: Sherry Ortner Claude Levi-Strauss’un neredeyse tek başına temsil ettiği yapısalcılık, dilbilim, iletişim, Marx ve Freud’un teorilerinden yararlanarak geliştirilmiş bir paradigmadır.Levi-Strauss’un bu yaklaşımından etkilenen Ortner’e göre kadının toplumsal olarak ikincil statüde olması evrenseldir. Marksist Yaklaşım: Eleanor Leacock, Karen Sacks,Marx ve Engels’in teorik perspektifinden faydalanan Leacock ve Sacks, kadının toplumsal olarak erkeğe göre ikincil konumunun evrensel olduğu kabulüne karşı çıkmışlardır.Leacock, sınıflı toplum öncesinde kadın ve erkeğin eşit değer ve prestije sahip toplumsal konumlardan olan eşit bireyler olduğunu, sömürgeciliğin ve kapitalizmin kadın ile erkek arasındaki bu eşit düzeydeki ilişkileri bozduğunu ileri sürmüştür. UNITE 6 İnsanoğlunun iki büyük devrim ve üç evreden geçtiği bilinmektedir. Paleolitik: Eski taş, yontma taş ya da üretim öncesi evredir. Neolitik: Yeni taş, cilalı taş ya da üretim evresidir. Endüstri: Makine, enerji ya da yoğun üretim evresidir.En uzun evre ilk taş aletlerle başlayan, en az iki milyon yıl süren paleolitik dönemdir. Neolitik devrimi adı verilen dönemde hayvanların evcilleştirilmesi ve “tarım devrimi” olarak bilinen devrim gerçekleşmiştir. İnsanoğlu hayvan ve bitkileri evcilleştirerek onların biyolojik evrimine, türleşmesine, melezleşip çoğalmasına aracı olmuştur. Avcılıktan toplayıcılığa, hayvancılıktan tarımcılığa geçiş en büyük kültürel devrimlerden biri olmuştur. değişik zaman ve ortamlarda insanın varlığını devam ettirmek için başvurduğu yöntemlere uyarlanma diyoruz.Farklı kültürlere sahip hâlkların benzer çevresel koşullara, benzer kültürel uyarlanmalar geliştirmesi olgusuna yakınsak evrim denilir. Toplumun hayatını kazanmasında önemli rol oynayan kültür özelliklerine kültürel öz denmektedir. Kültürel öz kavramı, toplumun yiyecek üretme tekniklerini, yaşadığı çevrede var olan kaynakların bilgisini ve bu tekniklerin yerel çevreye uygulanmasıyla ilgili çalışma düzenlemelerini içine alır. Kültürel öz, kültürün, yiyeceğin üretimi ve dağıtımıyla ilgili boyutlarını da içerir.Kültürel evrim sürecinde insanlar besin gereksinimlerini çeşitli kaynaklardan sağlamışlardır.Doğal koşullarda kendiliğinden biten ve yetişen bitkiler ve yabani hayvanlar;Yapay olarak insanın yetiştirdiği bitkiler ve besin maddesi olarak yararlanmak üzere evcilleştirdiği hayvanlar. Uyarlanma stratejisi:Özel bir toplumsal grubun veya bir araya gelmiş topluluğun, dış veya iç sınırlamalar karşısında onlarla mücadele etmek veya onlara uyum sağlamak için izlediği yol ve belirlediği tutumu ifade etmektedir. Avcı-Toplayıcı Toplum:Kültür tarihindeki en eski ve uzun dönemin Paleolitik dönem olduğu bilinmektedir. Paleolitik dönem içinde insanoğlu henüz üretimi bilmediği için toplumsal yaşam da avcılık ve toplayıcılık dönemi olarak isimlendirilir.İnsanlık bugünkü seviyesine gelmeden önce avlanma, balıkçılık ve vahşi bitki toplama ile geçinmişlerdir. Yiyecek Toplayıcı Yaşamın Özellikleri:Yiyecek toplayıcılar, tarım yapmayan ve hayvan beslemeyen kişilerdir.Su kaynaklarını seçerler.Yiyecek toplayıcılar genelde 25-100 kişiden az gruplardan oluşmaktadır. Mal varlıkları fazla değildir, sadece avcılık için gerekli aletlere sahiptirler. **Besin üretimi tekniklerinin ilkel ve yetersiz olduğu toplumlardır. İnsanlar günü gününe geçimlik düzeyinde yaşarlar. Bu toplumlar arasında görülen çeşitlilikler, daha çok fiziksel çevrenin farklılığına dayanır. “Artık ürün” yoktur. Karar verme ve toplumsal denetim sistemleri gayriresmî şekilde işler. Besin kaynaklarını ararken ve onları temin ederken oldukça az enerji tüketirler.Üç temel ögenin, Yiyecek Toplama sürecinde geliştiği söylenebilir.Bunlardan ilki cinsiyete dayalı iş bölümüdür. ikinci temel özelliği, yiyeceklerin yetişkinler arasında paylaşımıdır. Yiyecek toplayıcı toplulukların en önemli özelliği eşitlikçi olmalarıdır. Üretici Toplum (Bahçeci, Yoğun Tarım ve Hayvancılar):Paleolitik çağın devamında yaklaşık 5 bin yıllık geçiş dönemi olan mezolitik kültürü, Neolitik kültür diye adlandırılan tarım kültürü takip eder. Antropolojinin tarih anlayışında insanlık tarihinin iki önemli dönüşüm noktasından ilki Neolitik Devrim, ikincisi ise Sanayi Devrimi’dir.Bu evrede hayvan ve bitkilerin bazılarını evcilleştirmeyi başarmışlardır. Kısaca avcılık ve toplayıcılığın yerini rençberlik almaya başlamıştır. bugünkü toplumsal, siyasal ve kültürel kurumların pek çoğunun temelleri atılmıştır. İnsanlar alet yapmaya başladıktan sonra büyük miktarda et ve bitki tüketmeye başlamışlardır.Yerleşik hayata geçme hızlanmıştır. Bahçıvanlık:Bu yeni yaşam biçiminde kimi topluluklar bahçıvanlığı benimsedi. Yani geniş çapta sulama yapmadan ve saban kullanmadan basit el aletleriyle çalışan topluluklar olarak yaşamaya başladı.Bu topluluklar kendi başlarına yeterli, siyasal açıdan özerk, yaklaşık 500- 600 kişilik küçük köyler niteliğindedir. Toprağı ekip biçmede birincil araç insan emeği ve aletleridir. En yaygın teknik yak-aç tarımı ya da dönüşümlü tarımdır. Bu teknikte ağaçlar ve diplerinde büyüyen çalılar kesilerek gübre amaçlı bir kül tabakası oluşturacak biçimde yakılır.Çiftçiler, avcı-toplayıcılardan daha fazla insan besleyebilecek ekonomik güce sahiptirler. Ancak profesyonel çiftçilerle karşılaştırıldığında düşük enerji bütçesi kullanırlar. Hane bahçeci toplumların temel birimidir; bir toplulukta ailelerin bütünlüğü temel olarak akrabalık bağları ve siyasal örgütlenme yoluyla sağlanır. YOĞUN TARIM:Arazinin ve doğal çevrenin daha fazla değişimine sebep olur. Yoğun tarım, sulama, gübre ve hayvanlar tarafından çekilen metal ya da tahta bir saban kullanımını gerektirir. Bahçıvanlardan farklı olarak, ziraatçılar artı değer üretebilir. Yoğun tarım yöntemleri, sulama kanalları, sekileme, nöbetleşe ekim ve hayvan cinslerinin iyileştirilmesini kapsamaktadır. Bu tekniklerle, ekilen tarlaların verimi artırılabilir, daha fazla arazide ekim yapılabilir ve nadasa bırakma dönemleri azaltılabilir ya da kaldırılabilir. Yoğun tarım, çevreyi büyük ölçüde yeniden şekillendirir. **Tarıma geçişle birlikle ilk kentlerin ortaya çıkışı olarak Mezopotamya ve Mısır gibi yöreler gösterilebilir. Yiyecek üreticiler, ürün yetiştirme tekniklerini ya kuru iklime sahip yaylalara ya da tropik iklime göre ayarlamaktadırlar. Hayvancılık:Göçebeler iki ana göç örüntüsü izlerler: Bunlardan biri, hayvanların besin ihtiyacı için oldukça geniş bir alandaki düzenli hareketlerle biçimlenen yatay göç; diğeri ise, alçak ve yüksek alanlar arasındaki mevsimsel hareketlilik olan yaylacılıktır. Hayvancılık toplulukları, tarımın yapılmasına uygun olmayan yerlerde gelişmiştir. Yeterli yağmurun olmaması, iklim koşullarının ürün yetiştirmeye uygun olmaması, dağlık ve engebeli bir arazi gibi engeller, hayvancılığı teşvik etmiştir. Modern (Endüstri) Toplum:Endüstri devrimi, insanların organik enerji kaynakları yerine inorganic enerji kaynaklarını kullanarak üretimi tekil ve geçimlik veya düşük artık değer yaratan üretimden seri ve yüksek artık değer yaratan üretime taşıdıkları vebüyük ölçüde kapitalist üretim tarzının yarattığı üretim ilişkilerinin ürünü olan üretim aşamasıdır. Hayatlarını devam ettiren bireyler için artık farklı iş alanları ve bölümleri ve dolayısıyla sanat kolları ortaya çıkmıştır. Marangozluk, demircilik, taş kesiciliği GİBİ… **Endüstri devrimi 18.yüzyılda İngiltere’de başlamıştır. Şehirlerde artık yüzyüze ilişkiler yerine resmî ve bürokratik yapılanmalar toplumsal ilişkilerde hâkim unsur olur. Yine toplumsal farklılaşmalar yaşa, cinsiyete ve ekonomik yapıya göre belirlenir. Kentleşmeyle birlikte insanın kültürel açıdan değişimi de hızlanmıştır. Önce yazı, sonra tekerlek, yelken icat edilmiş, ticaret yoğunlaşmış ve denizaşırı seyahatler başlamış, demir ve harp aletleri de yeni sektörler olarak gelişmiştir. **Artık toplumsal statü ve roller belirginleşmiştir. Tüccarlar, din adamları, askerler, zanaatkârlar, çiftçiler ve diğer insanlar olarak toplumsal tabakalaşma yapısı kentlerde belirginleşmiştir.Daha önce üretime bağlı olan zaman anlayışı, hayat biçimi, dünya görüşü, uydu yayınlar, internet, görüntülü konuşma ve daha nice olanaklarla bilginin üretim ve tüketim hızı ile belirlenmeye başlamıştır.Modern ve sanayileşmiş toplumların temel özellikleri olarak şunlar ifade edilebilir. -Mekanikleşme ve uzmanlaşmış verimli birimler oluşmuştur. -Kullanılan ham maddeler çeşitlenmiştir. -Enerji kaynakları ve üretimi farklılaşmıştır. -Aletler çok daha karmaşık ve etkili olmuştur. **Malların üretim ve tüketiminde büyük artışlar olmuştur.Eşitsizlik ve toplumsal yapı arasındaki ilişki, ileri bahçeci ve tarım toplumlarında yüksek olmakla birlikte, gelişmiş modern toplumlarda eşitsizlik oranı daha düşüktür. Bununla birlikte kabul etmek lazım ki eşitsizlik toplumlarda daima olacaktır. **Nüfus ulus içinde köylerden kentlere göç etmiş ve sanayi işlerinde çalışmaya başlamıştır. Buna bağlı olarak insan nüfusu daha once görülmemiş bir hızla artarak doğal kaynaklar üzerinde baskı yaratmaktadır. Öte yandan büyüme oranı istikrara kavuşuncaya kadar, nüfus hızla ve sürekli artmaya devam eder.İş uzmanlaşması artmıştır.Servetin belli kesimlerde toplanması artmıştır. Bu durum, yeni toplumsal ilişkiler ve örgütler yoluyla gerçekleşmiştir.Aile yapısı geniş aileden çekirdek aileye doğru evrilmiş ve aile içi yardımlaşma da çoğu zaman sigorta, devlet yardımı veya özel kurumların yardımına doğru değişmiştir. **Tarım sektöründe çalışanların sayıları azalırken buna bağlı olarak hizmet sektöründe ve endüstride çalışanların sayısı hızla artmıştır. Bu durum aynı zamanda kent nüfusunun kır nüfusa oranını artırmış ve kentlerde beklenmedik kalabalıkların oluşması sonucunu doğurmuştur. **Toplumlar arasında da eşitsizlikler endüstri gücü olmaya bağlı olarak değişmiştir. Dolayısıyla kimi endüstrileşmiş toplumlar diğerlerine siyasi, ekonomik, askerî ve teknolojik noktalardan üstünlük kurmuşlar ve onlara hükmetmeye ve kaynaklarını sömürmeye başlamışlardır.Günümüzde bu dengesizliğin ortadan kaldırılması adına toplumların endüstrileşme ve sonrasını gerçekleştirmeleri zorunlu görünmektedir.Eğitim tamamen devlet eliyle ve örgün bir şekilde yapılır hale gelmiştir.Sınıflar arası farklılaşma artmıştır. Uluslararası ekonomi ortaya çıkmıştır. Üretim ve Kaynakları:Antropologlar, farklı toplumların ekonomik sistemlerini açıklamak ve karşılaştırmak için üç ekonomik alan üzerinde araştırma yaparlar.Bunlar;Kaynaklara erişimin düzenlenmesi, üretim süreci, dağıtım ve değiş tokuştur. Kaynaklara Erişimin Düzenlenmesi(Doğal kaynakları elde etme stratejileri): Kaynak açısından zengin topraklara erişimi garantilemeye yönelik olarak planlanmıştır. Emek, ham maddeler ve teknoloji, sosyal grubun istediği mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılabilecek üretim kaynaklarıdır. Emek, her türlü ekonomik sistemin temel taşıdır. İnsan toplulukları için temelde cinsiyet ve yaşa dayalı iş bölümü hemen hemen her toplumda geçerli olan iki özelliktir. Cinsiyete Bağlı İş Bölümü:Bazı topluluklar için kadının ve erkeğin iş bölümü gevşek sınırlarla belirlenebilir. Bu belirlemelerde bazen kadın erkeğe ait gibi görülen işleri yaptığı gibi erkeğin de kadına ait vazifeleri yaptığı görülebilir.Önemli olan iş birliğidir. Yaşa Dayalı İş bölümü:Bazı işler gençlere uygun görülmezken kimi işler de yaşlılar için mümkün olamamaktadır.ya da tam tersidir.her yaşta kişiler kendilerine ait olan işleri yerine getirmelidir. İş Birliği:İş birliğine dayalı çalışma grupları gerek gelişmiş gerekse de gelişmemiş her toplumda bulunabilir. Üretim stratejileri şu üç unsuru birleştirir; doğal kaynaklar, emek ve sermaye. Emek yoğunluğunu etkileyen etkenleri de; İnsanların belli bir zamanda bir kişinin üstesinden geldiği iş miktarı olan üretkenlik, Üretken olunan yaşam süresi yani bir kişinin kültürel olarak tespit edilmiş, işe başlama ve iş gücünden çekilme yaşlarıyla sınırlı dönem ve İş günü yani bir ideal olarak bir kişinin, kültürel olarak tespit edilmiş, her iş gününde geçireceği saatlerin süresi kavramlarını içerir. maddi malların dağıtımını başlıca üç kültürel sistem içinde değerlendirmek mümkündür. Bunlar; karşılıklılık, piyasa takası (takas ve ticaret ve yeniden dağıtımdır. Karşılıklılık:Karşılıklılık, değişimin eşitler arasında yapıldığı, uzun dönemde dengenin sağlanması, para ve fiyatın bulunmaması, tarafların istedikleri zaman alışverişten çekilmesi ile belirlenen ekonomik ilişkileri örgütleyen ilkedir. Bütün ekonomilerde değişim “karşılıklılık” ilkesine dayanırken, para, fiyat ve toplumsal tabakalaşmanın bulunmadığı toplumlarda tek ilke durumundadır. İnsanlar arasında yapılan değiş tokuş üç şekilde cereyan etmektedir. Bunlar genelleştirilmiş karşılıklılık, dengeli karşılıklılık bazen de olumsuz karşılıklılık olarak ifade edilmiştir. **Yiyecek dağıtım usülü “genelleştirilmiş karşılıklılık” örneğini oluşturmaktadır. **Dengeli karşılıklılık” ise uzun dönemli bir süreç olmayıp, alma ve verme işlemi çok somut ve belirgindir. **Karşılıklılık ilkesi, sanayi toplumlarında da ekonomik örgütleyici olarak geçerliliğini korumaktadır. Olumsuz karşılıklılık:Değiş tokuşun üçüncü şeklidir. Burada adından da anlaşıldığı gibi veren kimse, ince hesaplar yapmak suretiyle daha fazlasını alma düşüncesindedir. Bir diğer takas şekli de sessiz iletişim veya “sağır trampa” diye adlandırılan ticarettir. Yüzyüze hiçbir temas olmadan yapılan takasdır. Pazar Ekonomisi:Mal ve hizmetlerin alınıp satılmasında fiyatların arz ve talebe gore belirlenmesine pazar ekonomisi adı verilmektedir. Para: Demir Paraların İcadı ve Değiş Tokuş Aracı Olarak Yayılması.Para, diğer mal ve hizmetler için ödeme yapmakta ve onların değerlerini belirlemekte kullanılan bir metadır. Lidyalılar para kullanmak suretiyle değiş-tokuşu bırakmışlardır. Kullanılan paraların üzerinde mutlaka siyasi simgelerin yer aldığı görülmektedir. Para kullanımı yaygınlaşınca zaruri olarak metaller uzun dönem kullanılabilecek, kolayca saklanabilecek ve taşınabilirliği de kolay olacak şekillerde tasarlanmıştır. Bunun için de demir, gümüş ve bakır parçalarından paralar yapılmaya başlanmıştır. 2600 yıl önce Lidyalılar bu metal yuvarlaklar şeklinde paralar tasarlamışlardır.Liderlerin toplanan bu gelirleri hâlka dağıtmasında bazı nedenler; &-Liderler servet dağıtımıyla cömertlik gösterisi yapıp iktidarının sürdürmek ister, &-Kendi liderliğini destekleyen kimseleri maddeten destekleyerek iktidarını güçlendirmek ve onların desteklerinin devamını sağlayarak yüksek bir hayat standardı sağlamak ister, &-Mükellef ziyafetler vererek diğer grup veya devletlerin liderleriyle iyi ilişkiler kurarak toplumunun gücünü ve kendi meşruiyetini artırmak ister. Son on yılda artan gelir ve üretim çarpıklıkları, Birleşmiş Milletler Kalkınma Raporu’ndan hareketle görmeye çalışalım== -Dünyada en varlıklı 200 kişinin serveti, dünya nüfusunun % 41'nin toplam gelirinden fazladır. -Gelişmekte olan ülkelerde 1 milyar 300 milyon kişi temiz sudan yoksundur. -840 milyon insan açlık sınırındadır. -1,5 milyar insanın günlük geliri 1 dolardan azdır. -80'den fazla ülke 10 yıl öncesinden daha az kişi başı gelire sahiptir. -İlkokul çağındaki 7 çocuktan biri okulsuzdur UNITE 7=CİNSEL İLİŞKİLERİN DENETİMİ VE DÜZENLENMESİ Cinsel ilişkilerde belli ölçülerde kişisel tercihler rol oynamakla birlikte toplumsal ve kültürel kaygılar ağırlık taşır. Özellikle cinselliğe bağlı düzensizlikleri,rekabet ve çatışmaları engellemek için bütün toplumlar, cinsel ilişkileri kurallara bağlarlar. Cinsel ilişkilerin düzenlenmesi ve denetlenmesi:İlgili kurallar, her toplumda farklı farklıdır. Bazı toplumlarda evlilik dışı cinsel ilişkiler bütünüyle yasaklanmıştır. Bazı toplumlar, aşırı yasakçı, bazı toplumlarda ise daha serbest tutumlar söz konusu olabilmektedir. Örneğin Amerika ve Kanada’da evlilik dışı cinsel ilişki yasaktır. Ancak Amerika’da evlilik dışı cinsel ilişkilere yönelik kısıtlayıcı kültürel tutumlar yavaş yavaş etkisini yitirmektedir.Bütün toplumlar, cinselliği düzenler ve denetler Ensest Tabusu:Kardeşler veya ebeveyn ve çocuklar arasında cinsel ilişkileri yani ensesti yasaklamayan hiçbir toplum yoktur. Ancak Mısır ve Peru’da kraliyet aileleri, kendi sosyal konumlarına uygun eş bulamadıklarında yakın akrabaları veya kardeşleriyle evlenmelerine izin verilmiştir. Bu durum, antropologlar tarafından çok istisnai örnek olarak kabul edilmiştir. **Ensest yasağının nedenlerini açıklamaya çalışan antropologlar, içgüdüsel, biyolojik yozlaşma, kültürel, dış evlilik ve iç evlilik olmak üzere beş neden ileri sürmüşlerdir.Ensest yasağı, bütün toplumlarda rastlanan evrensel bir yasaktır. EVLİLİK:Evlilik, bütün toplumlarda görülen evrensel bir kurumdur. Antropolojide yapılmış evlilik tanımları, bütün toplumlarda bulunan evlilik tiplerini kapsayacak nitelikte değildir. Bununla birlikte bir evlilik tanımını yaparak konuya başlamaya da ihtiyaç vardır. O hâlde evlilik, soyun devamını, cinsel ilişkileri meşrulaştırmayı,sosyal ve ekonomik ihtiyaçları gidermeyi sağlayan, toplumsal olarak tanınan bir erkek ile kadın arasında, toplumun onayladığı bir sözleşme sonucu oluşan birlikteliktir. Evliliğin İşlevleri:Evlilik, soyun devamını sağlama işlevi görmektedir. Evlilik Mübadele İlişkileri:Evlilik, evlenen kişiler arasında hak ve ayrıcalıklar yaratan kaynak ve kişi mübadelesi şeklinde kurulmaktadır. Çeyiz, drahoma, nişan armağanları, başlık parası gibi ekonomik mübadele, berder veya karşılıklı yeğen evlilikleri gibi kişi mübadele araçları vardır. Bu yönüyle evlilik, bir ekonomik ortaklık tesis etmektedir. Başlık:Başlık uygulaması, sadece Türkiye’deki geleneksel toplumsal yapılarda değil, aynı zamanda başka geleneksel toplumlarda da yaygındır. Örneğin Güney Afrika’daki Thongalar, başlığa “lobola” adı vermektedir. Thongalarda lobolası ödenen bir kadın, koca evinden kaçarsa lobolası erkeğe geri ödenir. Ayrıca kadın çocuk doğurmadan ölürse evlilik geçerli sayılmaz. Bu durumda erkek tarafı ya kızın ergen kız kardeşini ya da ödediklerini geri alabilir. Drahoma:Kadının erkek tarafına değerli hediyeler verdiği bir evlilik değiş-tokuşudur. Drahoma uygulamasının en iyi örneğini Hindistan oluşturur. Drahoma,Hindistan’da kadının düşük statüsü ile çok yakından ilişkili bir kültürel uygulamadır.Bu ülkede erkek tarafı için kadının sorumluluğunu taşımak oldukça zor bir iş olarak kabul edilir. Bu yüzden kız tarafı, kızlarının sorumluluğunu üstüne alan erkek tarafına, bu ek sorumluluğun bedelini ödemesi gerekir. EVLİLİK BİÇİMLERİ İçevlilik (Endogami):İç evlilik, kişinin kendi toplumsal grubu içinden evlenmesidir. Bu tür toplumlarda içevliliğe ilişkin kültürel uygulamalar, kişiyi mensubu olduğu grubu içinden evlenmeye zorlar.Hindistan’daki kast sistemi, içevliliğin en iyi örneğini oluşturur. Bu ülkedeki kastlar, doğumla kazanılan ve ömür boyu süren bir üyelikle tabakalaşmış sosyal gruplardır. Genellikle kastlar, iç evlilik yapan gruplardır. Yine Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Arap toplumları arasında görülen babayanlı paralel kuzen evliliği de (amca kızı-amca oğlu) bir iç evlilik türüdür. Dışevlilik (Egzogami):Dış evlilik, grup dışı evlilik demektir. Dış evlilik, farklı gruplar arasında ittifaklar oluşturarak, toplumun diğer toplumlarla sosyal etkileşimini ve ilişkilerini güçlendirir.İç evlilik; grup içi, dış evlilik; grup dışı evlilik demektir. **Levi-Strauss da dış evlilik kurallarının genelleştirilmiş mübadele sistemleri üzerine etkilerini çözümlemiştir. Ona göre genelleştirilmiş mübadele sistemine sahip toplumlarda dış evlilik yapılır. A grubunun kadınları, B grubunun erkekleriyle,B grubunun kadınları ise C’nin erkekleriyle evlenirler. Babasoylu soydanlık ve kocaya bağlı yerleşme, genelleştirilmiş mübadele kültürel sisteminden kaynaklanır. Tek Eşle Evlilik (Monogami):Toplumlar, bir kişinin kaç eşle evlenebileceğini saptayan kültürel kurallar geliştirmişlerdir. Bir kültürde bir erkeğin tek bir kadınla evlenmesine izin veren evlilik türüne tek evlilik (monogami) denir. Çok Eşli Evlilik (Poligami):Bir kadın veya erkeğin aynı anda birden çok eşle evlenmesine çok evlilik (poligami) denir. Birçok toplum çok eşli evliliklere izin verir. İki türü vardır: •Çok karılılık (polijini), bir erkeğin aynı zaman diliminde birden çok kadınla evli olmasına denir. •Çok kocalılık (poliandri), bir kadının aynı anda birden çok erkekle evli olmasıdır. Ekonomik durumu çok iyi olan toplumlarda polijini artmaktadır. Gelir düzeyinin çok yüksek olması, çok eşlilik üzerinde ayırt edici bir faktör olmaktan daha ziyade kadının sosyal hayatta ekonomik durumun iyileşmesi için erkeğe oranla daha fazla çalışması, çok daha etkili bir faktördür. Yani erkeğe göre kadının çok çalıştığı topluluklarda polijini daha fazla meydana gelmektedir. **Poliandriye ise çok az toplumda ender olarak rastlanır. Kadınların yaşam sürelerinin erkeklere göre daha uzun olduğu toplumlarda kabul görür. Örneğin Tibet, Nepal, Sri Lanka, Morgueson Adasında, Güney Hindistan Todalarında yaşayan topluluklarda poliandri türü evlilikler onaylanmaktadır. Grup evliliği(Küme):Antropolojik araştırmalar, bazı ilkel toplumlarda birkaç erkek ve kadının birbirleri üzerinde cinselliği kullanma hakkı elde ettiği evlilik türüdür. Bu tür grup evlilikleri nadiren görülmektedir. Grup evliliklerinden doğan çocukların anneleri bilindiği için topluluğun atasının kadın olduğu kabul edilmiştir. EŞ SEÇME SÜREÇLERİ Ailelerin evlilikleri onaylaması kültürel bir kuraldır.Günümüzde kadın ya da erkeğin hiçbir baskı altında kalmadan evleneceği kişiyi seçme özgürlüğü yaygınlaşmasına rağmen, tarihin ilk dönemlerinden günümüze birçok kültürde evliliğe, gençlerin kendi başına karar vermelerine izin verilmemiştir. Evlilik, evlenen bireylerin aileleri arasında yeni ortak alanlar oluşturarak, iki aileyi birbirine bağlar. İki bireyin evlenmesiyle birlikte aileler arasında bir takım hakların karşılıklı olarak transferi ve kullanımı söz konusu olur.Bu yüzden kültürler, ailelere evlenmelerde çocuklarını denetleme hakkı vermektedir. Tercihli Evlilik:Kültürel olarak, eş seçme kurallarının belirlendiği ve sınırlandırıldığı evlilik türüdür. Bu tür evliliklerde tanıdık biriyle evlenme anlayışından hareketle evlilik tercihi yapılmaktadır. Burada tercih, birçok toplumda ailelerin çocuklarının kimlerle evleneceğini yine onlar adına karar vermesi süreci olarak gerçekleşir. Tercihli evlilik: Evlenecek kişiler adına evliliğe aile reisi, aşiret reisi, dini ve etnik liderler gibi şahsiyetlerin karar verdiği evliliktir.Birçok kültürde bu tür toplumsal ve kültürel faktörler, tercihli evliliklerin pek çok türünün üretilmesine neden olmuştur. Bunlar: •Paralel kuzen evlilikleri: Aynı cinsten kardeşler olan amca veya teyze kızları ile yapılan evliliktir. Kuzenler arası evliliğin temel nedeni, mal varlığını korumak ve mülkiyetin parçalanmasını engellemektir. Bu tür evlilikler, Arap, İsrail, Yunan ve Çin kültürleri tarafından onaylanmıştır.Paralel kuzen evliliği erkeğin, ailesinden kalan malı mülkü, aile içinde tutmasına ve mirasın dağılmasını önlemeye yardım eder. •Çapraz kuzen evlilikleri: Hâla ve dayı çocukları gibi farklı cinsten kardeşlerin çocukları arasında yapılan evliliklere denir. Kan bağı derecesi aynı olmakla birlikte bazı toplumlarda paralel kuzen evliliği iç,çapraz kuzen evliliği ise dış evlilik olarak kabul edilmektedir. Bu kabul,soyu sürdürme kaygısından kaynaklanmaktadır. •Beşik kertme: Genellikle aynı tarihlerde doğan iki çocuğun aileleri tarafından büyüdüklerinde evliliklerinin güvenceye alınması olarak uygulanan bir evlilik türüdür. Ancak aynı tarihlerde doğma uyulması zorunlu olan bir kural değildir. Bunlardan erkek büyük, kız küçük olabilir. Yine de kızın iki yaşını geçmemiş olması gerekir. Tercihli evlilik türleri: Paralel kuzen, çapraz kuzen, beşik kertme, berdel, kayınbirader, baldız, taygeldi ve hayalet evlilikleri. •Berder/berdel evlilik: Evlenecek iki erkeğin birbirlerinin kız kardeşleriyle evlenmesine verilen addır. Anadolu’da yaygın olan bu tercihli evlilik türü, Büyük Menderes Havzasında ve Gaziantep yöresinde değişik yapma, Hakkâri çevresinde ise kepir adını almaktadır. **Berder evlilikler,daha çok başlık parasından kaçınmak isteyen, takı ve düğün giderlerinin aile ekonomisini sarsacak kadar dengesiz olmasını engellemeye çalışan, aileler arası dayanışmanın ve dirliğin pekiştirilmesini amaçlayan ailelerin başvurduğu bir evlenme biçimidir.Aralarında bu tip evlilik bağı kurulan ailelere ise berder aile denir. •Kayın biraderle evlilik (levirat): Bir erkek öldüğünde karısının, kayın biraderlerinden birisiyle evlenmesi geleneğidir. Yenge ile kayın birader evliliğinden oluşan bir tercihli evlilik tipidir. Böylece ilk evlilikten olan çocukların baba soyunu devam ettirmesi sağlanmış olur. Levirat evlilikler, dul kadının ve çocuklarının yaşamlarını emniyet altına alarak,akrabalık bağlarının sürdürülmesini mümkün kılmaktadır. •Baldızla evlilik (sororat): Karısı ölen erkeğin, onun kız kardeşlerinden (baldızlarından) birisiyle evlenmesine denir. •Taygeldi evlilik: Toplumlarda çok sık rastlanmasa da taygeldi evlilik,çocuklu dul bir erkekle çocuklu dul bir kadının kendilerinin ve çocuklarının birbirleriyle evlenmesidir. •Hayalet evlilik: Afrika toplumlarında ölen kocanın kardeşi yengesiyle veya evlenmeden ölmüş bir akrabasının yerine evlenir. Bu tip evlilikler yoluyla doğan çocuklar ölen kişilerin çocuğu sayılır. ANTROPOLOJİ :ÜNİTE 8 AİLE Aile kavramı, toplumun yapısına göre değişik anlamlar kazanabilmektedir. Bu olgu, ailenin antropolojik olarak genel kabul gören bir tanımını yapmayıgüçleştirmektedir. Aynı toplumda aile olarak ifade edilen sosyal grup, zamana,mekâna (bölgelere) ve toplumsal tabakalaşma sistemine göre farklılıklar gösterebilmektedir. Bu yüzden antropologlar, bütün insan toplumlarında ve kültürlerinde yaygın olan aile kurumunu dikkate alarak, aile tanımlarını genişletmeye çalışmışlardır. ***Örneğin Malinowski, aileyi, “evlilik, kan ve evlatlık edinme yoluyla birbirine bağlanmış, birbiri ile ailevi rollerine göre ilişki kurmuş olan iki ya da daha fazla sayıdaki bireyin oluşturduğu bir grup” şeklinde tanımlamıştır.Malinowski’nin bu tanımına göre aile bireylerinin aynı çatı altında yaşama zorunluluğu yoktur. ***Oysa Murdock, bir grubun aile olabilmesi için üyelerinin ortakbir yerleşim biriminde ortak bir çatı altında yaşamasını, bu birimde oturan bireylerarasında ekonomik iş birliğini,üreme-çoğalma ihtiyaçlarının karşılanmasını gerekli görmektedir. Murdock’a göre aile, “Birlikte oturan iki yetişkin cinsin toplum tarafından evliliğinin onaylanması neticesinde cinsel ihtiyaçlarını karşılamaları, buevli çiftin kendilerinin veya evlat edinîlmiş bir veya birkaç çocuğun bulunduğu sosyal bir birimdir”.Aile, bütün toplumlarda temel yapı taşıdır. ***Aile, evlilik bağı ile bir araya gelmiş erkek ve kadın arasındaki cinsel ilişkilerin düzenlendiği, neslin devamının sağlandığı, sosyalleşme süreçlerinin ilk ve etkili birbiçimde uygulandığı,anababalar, çocuklar ve tarafların kan bağı olan akrabalarından meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal bir birliktir. AİLE VE TOPLUM Aile, biyolojik üremeyi sağlayan sosyal birim olmaktadır. Böylelikle toplumun doğal dengesini kurmada çok önemli bir işlev (üreme işlevi) görerek, nüfusun yenilenmesini gerçekleştirir. ***Murdock, bütün toplumlardaki aile yapılarını karşılaştırarak, tüm ailelerin ortak yerleşim, ekonomik iş birliği ve üreme şeklinde üç ortak karakteristiği olduğu sonucuna ulaşmıştır. 1=Sosyalleşme süreci, dördüncü ortak karakteristik olarak bunlara ilave edilmektedir. Bütün toplumlarda aile, bireyin varlık alanı bulduğu bir merkezdir. 2=Aile, ferdin içinde doğup büyüdüğü ve sosyalleştiği bir kurumdur. 3=Tüm bilinen toplumlarda aile ve onun toplumla ilişkileri farklı boyutlarda tezahür etmektedir. ***Bazı toplumlarda birçok rol ve ilişkiler, aileden bağımsız bir şekilde gerçekleşirken, bazılarında ise her bireyin yaşamı bütünüyle aile içinde şekillenir. Ancak ailenin toplumsal değişmelere paralel bir biçimde yapı ve fonksiyonları değişmektedir.Bu bağlamda aileyle ilgili değer ve normlar da zamana göre değişim yaşar.Ziya Gökalp, aileyi toplumun küçük bir modeli olarak ele almakta, güçlü aileyi, güçlü millet ve devletin temel taşı olarak görmektedir. ***Engels ve Marx, insanlığın ilk devirlerinde cinsel ilişkileri düzenleyen herhangi bir toplumsal kuralın olmadığını, bir tür seksüel komünizmin yaşandığını, ailenin sonraki toplumların ürünü olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak bu görüşlerin bilimsel temelinin olmadığı antropolojik araştırmalar tarafından ortaya konmuştur. AİLENİN İŞLEVLERİ NOTAile evrenseldir. •Biyolojik işlev: Aile, üreme ve neslin devamını sağlayarak hem ailenin hem de toplumun varlığını koruma işlevi görmektedir. Ayrıca ailenin, cinsel ilişkileri düzenleme, meşrulaştırma işlevi vardır. •Psikolojik işlev: Aile, annelik, babalık, ebeveynlik, kardeşlik ve akrabalık gibi karmaşık duygusal temele dayanır. •Sosyalleştirme işlevi: Aile, çocukları kültürleme suretiyle önemli bir sosyalizasyon işlevi görmektedir. Aile çocuğa, içinde yaşayacağı toplumun davranış kalıplarını, değerlerini, inançlarını ve kültürlerini aktarır. •Ekonomik işlev: Aile, bir üretim ve tüketim birimidir. •Eğitim işlevi: Çocuğa her türlü eğitim aile içinde verilir. Geleneksel toplumlarda ferdin eğitimini aile üstlenir. •Dinî işlev: Aile, bireylerine din eğitimi verme görevini üstlenir. Toplumsal değişimlere paralel olarak ailenin işlevlerinde büyük değişmelergörülmektedir. •Sosyal dayanışma ve üyelerini koruma işlevi: Geleneksel toplumlarda aile,üyelerini korumakla görevlidir. Aile üyelerini dışarıdan gelebilecek her türlü saldırıya karşı koruma işlevi görür. •Statü kazandırma işlevi: Aile, üyelerinin toplum içindeki statülerini belirler. Aile, üyelerine statü kazandırır. Ailenin bireylerine statü tahsisi işlevi, bazı değişim ve dönüşümler geçirmesine rağmen günümüze kadar ulaşmıştır. Örneğin, Ortaçağda veraset yöntemiyle aileden üyelerine geçen “von”, “dük”, “düşeş”, “sör” gibi asalet unvanları, günümüzde ya yok olmuş ya da sembolik anlam taşımasına karşın ailenin üyelerine kazandırdığı sosyal, kültürel ve ekonomik statüler hala önemini korumaktadır. •Boş zamanı değerlendirme işlevi: Aile eğlenme ve dinlenme görevlerini organize eder AİLENİN BİÇİMLERİ Antropologlar aileyi, otorite ve hane halkı faktörlerine göre iki şekilde sınıflamışlardır. Otorite ölçütünü esas alan aile biçimleri: •Ana Ailesi/Anaerkil Aile/Maderi Aile: Ailede otorite ana tarafında toplanır. Aile içinde otoriteyi, kadının erkek kardeşi veya yakın akrabalarından bir erkek kullanır. Akrabalık ana tarafına bağlı olarak belirlenir. Akrabalık ilişkileri de ana soyuna dayanır. Ana ailesinde ananın kız ve erkek kardeşleri, çocukları ve akrabaları aynı evde birlikte yaşarlar. Evin reisi kadının erkek kardeşi, çocuğun dayısıdır. Dayı, kız kardeşine ve çocuklarına bakmakla görevlidir.Çocukların babayla hukuki ve sosyal ilişkileri yoktur. Baba sadece zaman zaman ana evine misafir gibi gelip gidebilir. Esasen baba da anasının evinde, kız kardeşinin çocuklarına babalık yapmak zorundadır.Anaerkil aile tipine Kuzey Amerika’da Kanada yerlilerinde, Doğu Afrika’da ve Eskimolarda rastlanmıştır. •Baba Ailesi/Pederî Aile: Bu aile tipinde ana-baba aynı evde birlikte oturur. Akrabalık hem ana hem de baba tarafından gelir. Çocuklar, ana ve baba tarafına mirasçıdırlar. Baba ailesinde otorite ana ve baba tarafından paylaşılır .Bu aile modelinin en eski örneklerine Türklerde ve Cermenlerde (Almanlarda) rastlanmaktadır.Babalık iki farklı aile modelinin şekillenmesinde rol oynamıştır: a)Baba Tarafından Aile/Bölünmez Asaba: Bu aile modelinde ailenin reisi en yaşlı erkektir ve kadınların reisi de en yaşlı kadındır. Bu ailede akrabalık baba tarafından gelir. Miras baba tarafından kabul edildiği için bir çocuk annesinin mirasını alamaz. Özel mülkiyet yoktur. Bütün mal veya mülk aile topluluğunun ortak malıdır. Bu aile tipine toprağa yerleşmiş Afrika, Asya ve özellikle Balkanların güney kesimlerinde rastlanmaktadır. b)Ataerkil Aile: Ataerkil aile, kaynağını dinden alan mutlak ve sonsuz bir baba otoritesine bağlı olarak kurulmuştur. Ailede mülkiyet babaya aittir. Baba, aile mülkiyeti ve malları üzerinde dilediği tasarrufu yapma hakkına sahiptir. Baba, dinî ve ekonomik sorumluklarını yerine getirebilmek için gerekirse çok evlilik yapabilir. Bu aile tipinde her evin içinde aile atası olan Tanrının bir ocağı vardır. Bu ocakta hiç sönmeyen bir ateş vardır. ateşini söndürmeyecek bir erkek çocuk sahibi olmak çok önemlidir. Bu nedenle ataerkil ailede kaynağını dinden alan bir statü farklılaşması vardır. Baba otoritesinin en yüksek ve en katı şekline dönüştüğü ataerkil aile tipine İsrailliler, İranlılar, Yunanlılar, Almanlar, Türkler ve eski Romalılarda karşılaşılmaktadır. Özellikle ilk defa Eski Roma’da ortaya çıktığı için bu aile modeline Roma ailesi de denilmektedir. ***Antropolojide otoriteye göre aile biçimleri: 1.Ana ailesi, 2.Baba ailesi: a.Baba tarafından aile/bölünmez asaba,b. Ataerkil aile. Ailedeki birey sayısını ölçüt alan aile biçimleri: •Geniş Aile/Büyük Aile: Çok sayıda akrabanın, küçük veya çekirdek ailenin aynı çatı altında birlikte yaşaması şeklinde kurulan aile tipidir. Aileye kan bağı ve evlilikler yoluyla gerçekleşen katılımlar, ailenin sürekliliğini sağlar. Bu tür ailelerde en yaşlı aile üyesi, aile reisidir. Geniş ailenin iki biçimi vardır: 1. Kök aile 2. Birleşik aile a)Kök Aile: Ana, baba, çocukları, evli tek oğul ile eşi ve çocuklarından kurulu aile tipidir. Bütün aile bireyleri tek bir evde birlikte otururlar. Baba, ailenin reisidir. Ailenin bütün sorumlulukları babaya aittir. Baba öldükten sonra aile reisliği büyük oğula geçer. Kök aile tipine en çok Çin’de rastlanmasına karşın köy ailelerinde de bu tip aile yaygındır. b)Birleşik Aile: Ana, baba, erkek çocuklar, evlenmemiş kızlar, evlenen oğullar ile eşleriyle çocuklarından oluşan aileye denir.en çok hindistanda görülür. •Çekirdek Aile/Küçük Aile: Ana, baba ve evli olmayan çocukların oluşturduğu aile tipidir. UNITE 9=GRUPLAR Soy ve Akrabalık Grupları Akrabalık, kan, soy ve evlilik bağına dayanan veya bu bağlarla birlikte sonradan kazanılan düzmece (süt kardeş, kan kardeş, süt anne, kirve vb.) akrabalık türlerini de kapsayan sosyal ilişkiler sistemi olarak tanımlanabilir. Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi akrabalık, üç boyutlu bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır: 1- Akrabalık, ailede baba ve ana ya da her ikisinin soyunu takip eden kan bağına dayanır. Kandaşlık türü akrabalık, biyolojik temelli bir soy akrabalığıdır. 2- Akrabalık, aynı ya da iki ayrı soydan iki farklı cinsi birbirine evlilik yoluyla bağlayarak kurulan hısımlık türüdür. Hısımlık ise evlilik vasıtasıyla edinilmiş akrabalık biçimidir. 3- Akrabalık, sonradan düzmece (evlat edinme, vaftiz babalığı, kirvelik,sütkardeşliği, sağdıçlık vb.) bir kurum şeklinde kazanılabilir. ***Sosyal antropolojide akrabalık incelemelerinin tarihi, Bachofen ve Manie’nin 1860’larda yayımlanan çalışmalarına kadar uzanmaktadır. Bununla birlikte sosyal antropolojide akrabalık konusu üzerinde ilk defa kapsamlı bir şekilde eğilen ve tartışmaya açan H. Lewis Morgan’dır. Morgan, akrabalık sistemleri ve akrabalığın bütün dereceleri üzerinde durmuştur.A.R.Radcliffe Brown ve B. Malinowski ise akrabalıkla ekonomi, eğitim, siyaset ve din gibi diğer kurumlar arasındaki sosyal işlevleri ve akrabalık sistemi içinde gerçekleştirilen sosyal davranışı açıklamışlardır. Sosyal antropolojide akrabalığın iki temel işlevi olduğu kabul edilir: 1- Akrabalık, statü ve mülkiyeti bir kuşaktan diğerine aktarır yani mirası düzenler. Bununla birlikte akrabalığın bu işlevi kültürden kültüre,toplumdan topluma değişir. 2- Akrabalık, sosyal grupları oluşturur. İnsanlar arasında sosyal dayanışmayı,yardımlaşmayı ve grubun sürekliliğini sağlar. Akrabalığın bu işlevleri,akrabalık sistemleri çerçevesinde gelişen otorite yoluyla yerine getirilir. Soy grupları:Soy, insanı atalarına bağlayan, toplumsal ve kültürel olarak tanınmış bağlar anlamına gelir. Soy grupları ise toplum tarafından kültürel varlığı kabul edilmiş gerçek veya efsanevi bir atanın soyundan gelme ilkesine dayanan bir akrabalık grubunu ifade eder. Bir soy grubu, baba oğul zincirini takip ederek kendini ortak bir ataya bağlar.Bu bağ, aile için temel oluşturan ebeveyn ve çocukları bir arada tutan soya dayanır.Bazı kültürlerde soyun sosyal ilişkilerdeki rolü ve belirleyiciliği çok önemlidir.Özellikle atalara tapmaya dayanan dinsel inançların yaygın olduğu toplumlarda zenginlik ve siyasal güç soya göre dağıtılır. Bazı toplumlarda çocuk sadece annesiyle kandaş sayılırken, bazılarında sadece baba kandaşlığı bazılarında ise her ikisinin soyunu izleyen kandaşlık kabul edilir. Tek Çizgili Soy Grupları: Grup üyeliği, annenin veya babanın geldiği soya göre belirlenir. Tek cinsiyete dayanan veya tek taraflı intikal eden soy olarak da tanımlanır. 1- Baba (Ataerkil) Soy Grupları 2- Ana (Anaerkil) Soy Grupları. Çift Soy Grupları: Hem anne hem de baba tarafından belirlenen, nadir görülen bir soy sistemidir. Esnek (Tercihli) Soy Grupları: Tek soylu akrabalık sistemlerinin tercihli bir türüdür. Bu tür esneklik, kişinin babasının veya annesinin soy grubundan istediğine üye olmasına imkân verir. SOY GRUPLARININ TÜRLERİ Türü ne olursa olsun soy grupları aidiyet duygusu, sosyal dayanışma,yardımlaşma, güvenlik, korunma ve hizmet sağlayan iyi organize olmuş, iş birliği ve iş bölümüne dayanan gruplardır. Sülale: “Ortak bir atadan geldiğine inanan ve bunu bilinen bağlarla kesin bir şekilde soy ağacında gösterebilen kan bağına sahip akrabalardan oluşmuş kolektif bir soy grubudur. Klan: Klan, birbirine kan bağı ile bağlı olmayan, soylarının gerçek veya hayalî olarak ortak bir atadan geldiğine inanan kişilerden oluşan kolektif olmayan bir soy grubudur. Akrabalık İsimlendirme Sistemleri Morgan,Afrika ve Avustralya dışındaki bütün toplumlar ve kültürler için geçerli olan akrabalık göstergelerini kapsayan, 1. Betimleyici (tanımlayıcı) 2. Sınıflayıcı şeklinde iki ana akrabalık isimlendirme sistemi önermiştir. Eskimo Sistemi: Kuzey Kanada ve Grönland’ın kuzeyinde yaşayan İniut toplumu olarak bilinen Eskimo akrabalık sisteminde kuzenler(paralel kardeş, amca,teyze çocukları ile aykırı kardeş dayı, hala çocukları) erkek ve kız kardeşlerden ayırt edilerek isimlendirilir. Hawai Sistemi: Aynı kuşakta ve aynı cinsiyette olan bütün akrabalar için aynı akrabalık terimleri kullanılır. Kadın kuzenler, kız kardeş, erkek kuzenler de erkek kardeş olarak ifade edilir. Örneğin, baba için kullanılan terim, hem babanın erkek kardeşleri hem de annenin erkek kardeşleri için kullanılır. Iroquois Sistemi: Bu akrabalık terminolojisinde bir kişinin babası ile amcası ve annesi ile teyzesi aynı terimle ifade edilir. Ancak babanın kız kardeşi ile annenin erkek kardeşi için farklı terimler kullanılır. Aynı kuşaktaki erkek kardeşler ve paralel kuzenler (babanın erkek kardeşinin çocukları ve annenin kız kardeşinin çocukları) arasında aynı cinsiyete sahip olanlar ortak terimlerle ifade edilir. Crow Sistemi: Anaerkil soy çizgisinin güçlü bir şekilde ön plana çıktığı bu sistemde annenin ve babanın akrabaları birbirinden ayrılarak gruplandırılır.Babanın ana soyundan gelen akrabaları (baba, amca, hala oğlu ile hala kızı)cinsiyetlerine göre aynı terimle ifade edilirken, anne tarafından akrabalar arasında cinsiyet farkı gözetilir. Omaha Sistemi: Anaerkil Crow sisteminin ataerkil uyarlamasıdır. Babayanlı bir soy dizgesine dayanır. Anne ve annenin kız kardeşi aynı terimle isimlendirilir. Baba ve babanın erkek kardeşi aynı terimle tanımlanır. Sudan Sistemi: Bu sistem bütün akrabalık sistemleri içerisinde en fazla ayrıntılı terminoloji içeren bir tiptir. Sudan sisteminde hem aykırı kardeş çocukları, hem de paralel kardeş çocukları ve kardeşler ayrı ayrı isimlendirilir. Cinsiyet ve Yaş Grupları:Yaş grupları, yaş faktörüne göre tanımlanan ve bütün toplumlarda insanları organize etmek için kullanılan önemli gruplardan birisidir. Üyeliklerin, yaşı esas alarak gerçekleştirildiği, organize olmuş insan grubuna yaş grubu denir. Modern toplumlarda yaş grupları, çok küçük yaş ünitelerine ayrılabilir.Ergenlik, gençlik, orta yaşlılık ve yaşlılık şeklinde sadece yaş faktörü esas alınarak yapılan bu gruplandırmadan hayatı boyunca her insan geçer. ***Yaş gruplarının oluşmasında biyolojik etkenlerden ziyade kültürel etkenler daha çok rol oynar. Nitekim toplumlar kültürlerinin izin verdiği ölçüler dahilinde insan hayatını belli evrelere ayırarak sınıflandırmışlardır. Afrika toplumlarında, Polinezya, Melanezya,Avustralya, Meksika, Amerika Yerlileri, Eski Yunanlılarda ve Romada yaş grupları dinî ve sosyal gruplar olarak karşımıza çıkmaktadır. Neredeyse bütün kültürlerde belirli bir yaşa ulaşan herkes koşulsuz olarak belirli bir yaş grubuna katılır. Ancak bazı kültürlerde yaş gruplarına üyelik çok kolay değildir. Pek çok toplumda yaş gruplarına giriş, belli ayin ve ritüellerin uygulanmasıyla gerçekleşir. Örneğin, Kuzey Amerika yerlilerinde bir erkek, gelenekleri, dansları ve şarkıları bilemezse yaş grubuna giremezdi. Bazı toplumlarda ise yaş gruplarına üye olarak katılmak isteyen aday, belli bir ücret ödemek zorundaydı. Bir yaş grubundan diğerine geçiş, doğum, ergenlik, evlilik ve statü gibi bireyin hayatında meydana gelen değişmelerle gerçekleşir. Ortak Çıkar ve İlgi Grupları:Bireysel ilgi ve toplumsal ihtiyaçlardan kaynaklanan ortak çıkar grupları, dünyadaki şehirleşmeye ve toplumsal karmaşıklığa bağlı olarak yükselişe geçmiştir.Toplumsal farklılaşma ve değişmeye paralel olarak, yaş ve akrabalık gruplarınınişleyiş mekanizmaları bozulmuştur. Bireyin ihtiyaç, çıkar ve ilgilerini, bozulan sosyal ilişkiler yoluyla karşılamak güçleşmiştir. İşte bireyin, bu tür çıkar ve ilgilerini karşılayabilecek gruplara yönelimi artmıştır. Ortak çıkar ve ilgi grupları oldukça esnek oldukları için şehirlerden köylere varıncaya kadar bireysel ve toplumsal ihtiyaçları karşılayabilecek yapısal özelliklere sahiptir. Özellikle hızlı sosyal değişmelerin yaşandığı toplumlarda, yaş ve akrabalık gruplarının yerine getirdikleri fonksiyonları, ortak çıkar grupları yerine getirir. ***Çoğu kültürde ortak çıkar grupları, bireyin statüsünü, prestijini, sosyal uyumunu ve grubun ayakta kalmasını sağlar.İnsanların birtakım amaçlarını, çıkarlarını ve ilgilerini gerçekleştirmek üzere kurdukları ikincil ilişkilere dayalı oluşumlardır. Antropolojide oldukça çeşitleri olan ortak çıkar ve ilgi grupları, gönüllü yapılar olarak tanımlanır. Ancak bu tanımlama, tam olarak bu tür grupları açıklamamaktadır. Bu oluşumlara bireyler tamamen gönüllü ya da zorunlu olarak üye olabilir. Çünkü bu tür gruplara katılım, gönüllü olabildiği kadar sendikalar,sosyal güvenlik ve sağlık örgütleri gibi yasal zorunluluklar nedeniyle de gerçekleşebilir. Sınıflar:Toplumsal değerlendirme sonucunda eşit ya da eşite yakın prestije sahip aileler kümesine sosyal sınıf denir. Genellikle sınıf, ekonomik kaynaklara aynı uzaklıkta ve yakınlıkta olan üyelerin siyasal ve toplumsal yaşam tarzlarını,tercihlerini belirleyen büyük bir topluluk kesitidir. Sınıf farklılıkları şunlardır: 1- Sınıflar, yasal veya dinsel değerlere bağlı olarak yapılanmazlar. Sınıflara üyelik, ailevi, yasal, dinî veya geleneksel bir temele dayanmaz. 2- Sınıf içerisinde doğmak yoluyla elde edilen üyelikler olabildiği gibi çoğu zaman kazanılmış bir konum olarak da sınıf üyeliği gerçekleşir. Sınıflar arası yukarı ve aşağı, dikey ve yatay toplumsal hareketlilik mümkündür. 3- Sınıflar, bireyler arasında maddi kaynakların mülkiyeti ve kontrolü açısından ekonomik farklılıklara dayanırlar. Diğer gruplarda ise ekonomik farklılıklardan daha çok statü, prestij, geleneksel ve kültürel farklılıklar önemlidir. 4- Sınıflar, genellikle formal ilişkilere bağlı olarak şekillenir. Çalışma koşulları,ücret, mesleki farklılıklar içinde biçimlenir. Bu yüzden sınıflar, modern ve sanayileşmiş toplumlarda daha çok görülürler. ***Sosyal antropolojide sınıflar, genellikle alt, orta ve üst sınıf şeklinde üç temel gruba bölünür. Bazı antropologlar, bu üç sınıfın her birini kendi içinde üçe ayırmaktadır. Bunlar: 1- Alt sınıfın en üstü, ortası ve en altı, 2- Orta sınıfın en üstü, ortası ve en altı, 3- Üst sınıfın en üstü, ortası ve en altı. Toplum içindeki bireysel rol çeşitliliği sosyal sınıfların temelini oluşturur. Sınıflar için rol farklılaşmasına ilave olarak, rollerin davranışları, belirleyecek şekilde yasal bir değer kazandırması ve değer verilen rollere ulaşan bireylerin sayısının sınırlı olması gerekir. ANTROPOLOJ:10 POLİTİK ÖGÜTLENME VE TOPLUMSAL DENETİM Nerede bir toplum ya da grup varsa orada insan davranışlarını, insanlar arası ilişkileri düzenleyen kimin neyi, nerede ve nasıl alacağına ilişkin karar verme ve uygulama mekanizmalarından oluşan bir sistem vardır. Bu sistem, “politik örgütlenme” olarak tanımlanabilir Politik örgütlenme, bir toplumun kendi içindeki düzeni sağlamanın, denetim yoluyla bu düzeni sürdürmenin ve o toplumun diğer toplumlarla olan ilişkilerini yönetmenin en temel aracıdır POLİTİKA VE TOPLUMSAL DÜZEN Politikaya ilişkin birbirini tamamlayan iki farklı tanım arasında bir ayrım yapmak toplumsal düzenpolitika ilişkisini anlama açısından faydalı olabilir. Birinci tanımda politika, bireyler veya gruplar arası bir rekabettir; toplumdaki değerlerin paylaşımında çatışma, mücadele ve asıl olarak da iktidarı ele geçirme ve kullanmadır (Kapani, 2002;17). İkinci tanıma göre politika, bir sistem olarak görülebilir ki, toplumun tümünü ilgilendiren veya toplumu oluşturan birimler arasındaki ilişkileri son aşamada meşru yola dayanarak düzenleyen faaliyetler bütünüdür (Çam, 1975;9-10). Birinci tanım, politikanın rekabete çatışmaya ilişkin boyutuna vurgu yaparken ikinci tanımda politika, düzenleyici ve bütünleştiricidir. POLİTİKA, GÜÇ VE POLİTİK ÖRGÜTLENME Hem bireyler ve gruplar birbirleri üzerinde hem de toplum insanlar üzerinde güç uygulayabilir. örnek: •Vergi, cezalandırma vb. kurumsallaşmış bir takım kısıtlamalar toplumun bireyler üzerinde güç kullanımına örnek teşkil eder. Güç ve otorite her zaman birlikte bulunmak zorunda da değildir. Güç, bireylerin ya da grupların ikendi isteklerini başka birey ya da grupların istekleri dışında da olsa yaptırabilme yeteneği, nüfuz kullanımıdır Otorite ise saygınlık, kurumsal statü ve benzer etkenlerden kaynaklanan örtük bir kabulle gerçekleşen daha hafif bir güç anlamına gelir Sosyolog Max Weber’e göre otorite, doğal karşılanan ve meşrulaştırmaya ihtiyaç duymayan bir nüfuz kullanımına işaret ederken gücün özünün sürekli olarak sorgulanması ve savunulması gerekmektedir. Örnek: •Bazı toplumlarda bireyler güç değil, otorite kazanabilirler. Başkalarının davranışını etkileyebilirler ama bir yaptırım dayatamazlar. Devlet yönetimli toplumlarda görevliler hem güç hem de otorite kullanabilirler. ***Bütün toplumlar politikanın farklı alanlarına katılım için grup üyeliği, yurttaşlık, yaş ve benzeri bazı genel ölçütler belirlemiştir. Toplumlar karmaşıklaştıkça politik statüler edinmeyi ve politik karar alma sürecine katılımı belirleyen ölçütlerin sayısı da artmaktadır. Devlet tipli örgütlenmelerde yukarıda sayılan ölçütlerin dışında etnisite, din, sınıf, zenginlik ve eğitim düzeyi gibi değişkenlerin de politik statüler edinmeyi ve karar alma süreçlerine katılımı belirlediği görülebilmektedir. Resmî nitelikli politik karar alama sürecinin dışında olmak, katılım imkânından tamamen yoksun kalındığı anlamına da gelmez olmak, katılım imkânından tamamen yoksun kalındığı anlamına da gelmez. Politik Örgütlenmelerin Evrimi Grup hâlinde yaşamın tarih içerisinde göçebelikten, kırsal yerleşime sonra da kent merkezli yerleşim ve yaşam biçimlerine doğru evrildiği bilinmektedir. İnsan birliklerinin sosyoekonomik ve demografik yapılarında meydana gelen değişme ve gelişmeler politik örgütlenme biçimlerinde de çeşitlenme ve gelişmelere yol açmıştır. Politik örgütlenmelerin gelişip evrimleşmesinin, çeşitlenmesinin toplumların sosyoekonomik yapılarında meydana gelen değişme ve gelişmeler paralelinde ilerlediği bilinmektedir. Bir yandan toplum ya da grupların demografik yapısı değişirken, toplumsal ve ekonomik hayatın karmaşıklık düzeyi de artmıştır. Toplumsal karmaşıklık düzeyi yükseldikçe insanları bir arada tutan ve potansiyel olarak bölen nedenlerin sayısı ve kapsamı da genişlemiştir. Hem grup içi düzeni sağlamada hem de gruplar arası çatışmalarda başarı için sıkı bir örgütlenme ihtiyacı baş göstermiştir. Merkezileşmiş siyasal sitemlerin ortaya çıkmasında etkili nedenlerinin en önemlilerinin ekonomik nitelikli olduğu söylenebilir. Sosyoekonomikve demografik değişmelerle birlikte politik örgütlenmeler uzmanlaşmış rollere ve kurumlara doğru evrilmiştir. Dünya üzerinde çok çeşitli politik sistemler ortaya çıkmış olsa da dört temel politik sistemden söz edilebilir. Bunlar, zümreler, kabileler, şeflikler ve devletlerdir. İlk ikisi merekezileşmemiş bir yapıya sahipken son ikisinde merkeziyetçi bir yapılanma söz konusudur. POLİTİK SİSTEMLER Merkezileşmemiş Politik Sistemler:Merkezileşmemiş politik örgütlenmelerin hakim olduğu toplumlar evlilik, akrabalık yaş ve ortak çıkar gruplarına dayalıdırlar. Nüfus yoğunluğu düşük ve oldukça homojendir. Göçebe, avcı-yiyecek toplayıcı toplumların genel örgütlenme biçimi olarak göze çarpan bu tür politik yapılar eşitlikçidir. Bireysel statüler arasında farklılıklar olsa da sınıfsal tabakalaşma yok denecek kadar azdır. Güç dağınık, geçici ve paylaşılır niteliktedir. Zümre (Takım):50-100 kişiden oluşan akrabalık temelli, karmaşıklık derecesi düşük, gevşek biçimde örgütlenmiş, ortak kimlik duygusunu paylaşan küçük gruplardır. Küçük oldukları için resmî merkezi bir siyasal sisteme ihtiyaç yoktur. Yaş ve cinsiyete dayalı bir iş bölümü olsa da uzmanlaşma yok denecek düzeydedir. Kalahari çölünde yaşayan Kunglar, Eskimolar bu örgütlenmelere örnek olarak verilebilir. Zümre, bilinen en eski politik örgüttür. Bir kişi yetenekleri sayesinde lider olabilir. Ancak liderlerin insanları kararlarına uymaya zorlayacak bir güçleri yoktur. Lider çoğunlukla erkektir ve liderlik süresizdir. Kabile:Genellikle zümreden daha fazla sayıda insanın, ortak bir dil ve kültüre sahip birkaç küçük topluluğun faaliyetlerini koordine eden örgütlenme biçimidir. Eşitlikçi bir yapı olsa da cinsiyete ve yaşa dayalı bir saygınlık farklılaşması olabilir. Ekonomi her zaman olmasa da tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Kabilelerin uzmanlaşmış siyasal roller ve otoriteye sahip liderleri, resmî baskı mekanizmaları yoktur. Merkezileşmiş Politik Sistemler:Merkezileşmiş politik sistemler, gücün veya otoritenin bir kişi ya da bir grupta toplandığı örgütlenmelerdir. Şeflik:İki ya da daha fazla yerel gurubun tek bir yönetici, yani şefin politik liderliği etrafında örgütlendiği ve onun altındakilerin hiyerarşik bir şekilde dizildiği bölgesel bir yönetim biçimidir. Bireylerin hiyerarşi içindeki yeri, şefe yakınlıkla belirlenir. Şefe yakınlık ayrıcalığın da belirleyicisidir. Politik kararlar, bu hiyerarşi içerisinde uygulamaya konulur. Birinci düzeydeki karar mevkisi şeftir. İkinci düzeyde ise emirleri uygulayan yöneticiler bulunur. Batı Afrika’daki Kpeller şefliğe örnek gösterilebilir. Şefliklerde toplumsal ilişkiler akrabalık, evlilik, soy, yaş, kuşak ve cinsiyet gibi değişkenler tarafından düzenlenir, bu özellikleriyle zümre ve kabilelere benzerler. Statü, otorite, saygınlık, soy ve akrabalık temellidir. Şef, istediği kadar mal edinebilir ve bunu çocuklarına miras olarak bırakabilir.Şefin mal varlığı onun politik otoritesini destekler. Devlet:Politik sistemlerin en karmaşık ve merkezileşmiş olanı devlettir. devlet, belirli bir alan içerisinde resmî bir hükümet tarafından örgütlenen ve güç kullanma yetkisine sahip, yönetilen çok sayıda insanı barındıran bir merkezi sistemdir. Tarihte ilk kez Mezopotamya da ortaya çıktığı bilinen devlet tipi politik sistemlerde tabakalaşmış bir bir yapı söz konusudur. Toprak ya da sermaye gibi üretim faktörlerine sahiplik bu tabakalaşmanın temel bileşenidir. **Devletin ortaya çıkışını, toplumsal tabakaşlamanın ve sınıflaşmanın ortaya çıkmasıyla birlikte yaşanan sınıf çatışmasına bağlayan teorik açıklamalar vardır. Devletin önemli bir boyutu, sınırlar içinde ve dışında düzenin sağlanması için yetkinin dağıtılmasıdır. Polis, dış işleri, savunma vb bürokratik düzenler yoluyla devlet, yetkisini kişisel olmayan, tutarlı ve önceden kestirilebilir bir biçimde belli eder. Politik Sistemler ve Meşrulaştırma; Yasallık:Politik sistemin adı ne olursa olsun, güç ve otoriteyi elinde bulunduranlar, pek çok siyasal sistemin inkâr edilemez bir biçimde yaptığı gibi düpedüz terör veya şiddete başvurarak yönetmedikçe, ellerindeki gücü ve iktidarı meşrulaştırmak ve yasal kılmak; insanların güven ve onayını kazanacak yollara sahip olmak zorundadırlar. Güç gibi yasallık da politik sitemin destek biçimidir. Ancak güçten farklı olarak yasallık bir toplumun sahip olduğu değerlere dayanır. Kimi toplumlarda liderin gücünün yasallığı, sahip olduğu servetten kaynaklanır. Hint toplumunda Brahmanlar, güçlerini verili statülerine ve kutsal metinlere başvurarak meşrulaştırabilirlerken parlamenter demokrasilerde, yasama meclisleri karar ve uygulamalarında seçim sonuçlarıyla şekillenmiş halk iradesine atıfta bulunurlar Birçok çağdaş devlette olduğu gibi devletin meşrulaştırıcı ideolojisi dünyevi, bazı devletlerde ise dinî olabilir. Yasallık siyasi liderlerin yönetme, gücü elinde tutma, kullanma ve dağıtma hakkıdır. Yasallığa dayalı güç yetkidir ve yanlızca zor kullanmaya dayalı güçten farklıdır. Yetkiye boyun eğme, boyun eğmenin doğru olduğu inancından kaynaklanır. Zora dayalı güce boyun eğmede ise korku kaynaklık eder. Yasallığa dayalı güç simgeseldir ve gücü kabul eden ve tanıyanların olumlu beklentilerine dayalıdır. POLİTİK ÖRGÜTLENME, TOPLUMSAL DENETİM VE YAPTIRIM Farklılıklarına ve davranış çeşitliliklerine rağmen insanların topluma uyum gösterdikleri, bazen kişisel çıkarlarına ters düşmesine rağmen kurallara uydukları görülmektedir. Bu uyumun büyük ölçüde toplumsal denetim ile sağlandığını söyleyebiliriz. Ödül ve cezalardan oluşan bir çerçeve olarak toplumsal denetim, davranışları yönlendiren kurallar ve yaptırımlar yoluyla anlaşmazlık ve çatışmaları hafifletir, düzeni sağlar ve değişen koşullarda yeniden üretir. İster yasal bir nitelikte olsun isterse sadece toplumsal duyarlılığın ve beklentinin bir parçası olsun toplumsal denetim ve bu denetime ilişkin kurallar,bütün toplumlarda toplumsal yaşamı yönetir. Merkezileşmemiş politik örgütlenmelerde insanların genellikle kendilerinden beklenildiği gibi davrandıkları ve bir politik otoritenin zorlayıcı müdahâlesine gerek kalmadığı gözlenmektedir. Örneğin, Papua Yeni Gine’de Wape halkı, atalarının ruhlarının onlara ya da onların soyundan gelenlere karşı hata yapanları çeşitli şekillerde cezalandırıldığına inanmaktadır. Merkezileşmiş politik örgütlenmelerde ise toplumsal denetim yetkililerin eliyle ve belirli resmî ya da gayriresmî kurallar çerçevesinde sağlanır. Merkezileşmiş politik sistemlerde toplumsal denetimin aracı baskı ve yaptırımdır. İçsel/kültürel denetim: Kültürlenme süreci ve bu süreçte derin bir şekilde içselleştirilen inanç ve değerler aracılığıyla ortaya çıkan denetim biçimidir. Dışsal/toplumsal denetim: açık baskı uygulayan araçlar yoluyla yapılan denetime dışsal toplumsal denetim(hırsıza hapis cezası gibi) &-Olumlu yaptırımlar; ödül, unvan veya kişinin çevresi tarafından kabul edilmesi, onaylanması gibi toplumsal uyuma yönelik teşvikleri kapsar. &-Olumsuz yaptırımlar, hapis ya da para cezası, toplumdan dışlanma ve benzeri denetim araçlarını içerir.Toplumsal baskı ya da yaptırım, uzak tutma ve dışlama ya da suçluları dikkate almama ve dışarıda bırakma biçiminde de olabilir. Toplumsal Denetim, Hukuk Ve Yasa:Hukukun temel işlevlerinden birisi de söz konusu anlaşmazlıkların çözümü ya da şiddetinin azaltılmasıdır. Politik ve toplumsal örgütlenme biçimlerine göre değişiklik arz eden çözüm mekanizmaları bulunmakla birlikte genelde anlaşmazlıkların çözümünün müzakere ve arabuluculuk olmak üzere iki yolla olduğu söylenebilir. Müzakere:üçüncü bir kişi olmadan, anlaşmazlığın tarafları arasında tartışma veya pazarlık sonucunda ulaşılacak uzlaşma yoluyla gönüllü ve karşılıklı bir anlaşmaya varmaktır. Arabuluculuk:tarafların itibar ettiği tarafsız üçüncü bir kişi aracılığıyla anlaşmadır. Yasanın temel işlevleri; · Toplumun üyeleri arasındaki ilişkileri, uygun davranışları tanımlamak ve bireylerin diğer üyelere karşı hak ve sorumluluklarını bilmelerini sağlamak, · İhlal ve sapma durumlarında gereken yaptırımları ve onları uygulayacak yetkilileri belirlemek, yaptırımların uygulanmasında baskı kullanmalarını sağlamak. POLİTİK ÖRGÜTLENME, DIŞ İLİŞKİLER VE SAVAŞ Toplumlar arası ilişkiler her zaman barışçıl yollarla düzenlenemez. Kimi anlaşmazlıkların söz konusu yollarla çözümü zordur. Bu durumda tıpkı toplumsal düzeni kurma ve sürdürmede olduğu gibi güce, zorlamaya hatta şiddete dayalı araçlar devreye girebilir. Savaş bu araçlardan birisidir. Herhangi bir toplum içinde ortaya çıkan iç savaşlar olabileceği gibi toplumlar ya da uluslararası savaşlar da çıkabilir. 1990’lı yıllarda Sudan’da yaşanan iç savaşta birçok insan hayatını kaybetmiştir. Yirminci yüzyılda yaşanan uluslararası ve küresel ölçekli iki büyük savaş birçok toplumda derin yaralar açmıştır. Politik örgütlenmenin merkezileşmesi ve bu paralelde meydana gelen gelişmeler savaş için daha fazla neden oluşturmaya başlamıştır. Ünite-11=ANTROPOLOJİK AÇIDAN DİN >>Dinin başlangıcına ait en eski antropolojik bulgular Orta Çağ Yontma Taş'da yasamış olan en eski insan türünden Neanderthaller'e aittir. ***İlk ölü gömme adetini başlatan Neanderthaller'dir.Ölüler yeniden dogumu andıran vaziyette, bazı özel eşyalarıyla üzerine kırmızı toprak boya ile örtülerek gömülürdü.(Ölümden sonraki hayat inancının ilk biçimi) ***Neanderthaller'in mezarları ayı kafatasları ile kaplıydı => Ayılar kutsallaştırılmıştır.(Hayvan kültünün kökenlerine dair ilk izler) >>Anropolojik bakış açısıyla din olgusu ilk kez Max Müller,W.Robertson Smith,Edward B.Taylor ve Sir James G.Frazer'in çalısmalarında yer almıştır.Bu bilim adamları kabile dinlerinin bilimsel metodun kurallarına uygun incelenmesi gerektiğine işaret eden ilk antropologlardır. Çalısmalarını Büyük Britanya İmp.gibi dünya üzerinde geniş topraklara yayılmış bulunan bir medeniyetin merkezinde yürütmekteydiler. Not:Evrimci paradigmaya olan bağlılıklarına ve cok kuvvetli Avrupa merkezci ön yargılarına ragmen Müller,Smith,Taylor,Frazer dinin antropolojik açıdan incelenmesine cok katkıda bulunmuslardır. &-Zihinsel tutum => İnanç (iman-itikat) &-Davranış örüntüleri => Ritüel (ibadet,ayin) &-Doğaüstü => Gözlemlenebilir dünyanın dısında fakat onunla temas halinde olduguna inanılan olağandışı alem &-Din => İnsanların gözlemlenemeyen,kestirilemeyen,açıklanamayan ya da bilinmeyen ile bağ kurma çabaları sonucunda vuku bulan süreçler ve eylemlerin genel adı (Latince Religare"sözcüğünden batı dillerine çeşitli bicimde geçmiştir.) **Din evrensel bir gercekliktir. >>Antropologlar,dinsel kuralların ve ayinsel davranışın,sosyal yapıyı oluşturan politik,iktisadi ve kültürel süreçlerle olan iliskisinin boyutlarını anlama ve açıklama çabasındadır. **Din antropolojisi,bireylerin dinsel kavramlar ve örüntülerle öznel ve sosyokültürel yaşantılarında bağdaşma sürecine girerek,onları anlamlı hâle getirdiklerini ve hatta onları inşa ettikleri tezini savunmaktadır;içeriği ve çerçevesi insanlar ve toplumların yaşam biçimlerine ya da kültürlerine uyarlanarak biçimlenen dinselliğin,inanç motiflerinin ve pratiklerin üzerinde durmakta ve bunların kitabi,sistematik ve normatif büyük din sistemleriyle olan ilişkisini anlamaya ve açıklamaya çalışmaktadır.Bu çerçevede dinsel düşünce ve davranışın kökenleri ve dönüşümü,dinîn psikolojik,kültürel,toplumsal ve ideolojik işlevleri,otorite ve iktidar kaynağı olarak din,siyasetdin,toplumsal cinsiyet-din ve milliyet-din ilişkileri ile premodern,modern ve postmodern zamanlar ve toplumsallıklar içerisinde dinîn yeri gibi konu başlıkları,dine antropolojik açıdan yaklaşan çalışmalarda ele alınan başlıca temalardır. DİNİN KÖKENLERİNİ AÇIKLAYAN ANTROPOLOJİ KURAMLARI ***Din antropolojisinin kurucusu Sir Edward Burnett Tylor,dinîn insanların gündelik deneyimlerine başvurarak açıklayamadıkları koşul ve olayları kavrama çabaları sonucu ortaya çıktığı fikrini savunmaktaydı. **Tylor,rüyaları ve trans hâlini açıklama çabalarının,insanın bedeninde birisi gün boyu etkin olan,diğeri ise (ikiz ya da ruh) uyku ya da trans hâllerinde etkinleşen iki varlığı barındırdığına olan (ruhbeden) inancı kuvvetlendirdiğini ifade etmektedir.Bu iki varlık alanı hiçbir zaman karşılaşmamalarına rağmen,birbirleri açısından yaşamsal öneme sahiptirler.İkiz (ruh) bedeni sonsuza dek terk ettiğinde,kişi ölüyordu.Ölüm,ruhun bedenden ayrılmasıydı.Tylor bu inancı "animizm" olarak adlandırmaktadır. ***Tylor’a göre din eğer,insanların anlamakta ve açıklamakta zorlandıkları durumları aydınlatma çabaları sonucu ortaya çıkmış bir gerçeklik ise,bilim daha iyi açıklamalar sundukça din çöküşe geçecektir. **Dinîn,ilk insanların çevrelerine ve yaşamlarına ilişkin deneyimlerini açıklamak ve anlamlı kılmak gayretleri sonucu ortaya çıktığını ileri süren Frazer da Tylor’un görüşlerine yakın bir noktada,insan toplumlarının entelektüel gelişiminde büyü,din ve bilim olmak üzere üç aşama bulunduğu fikrini paylaşmaktaydı. **Animizmin ilk din olduğunu iddia eden Tylor’un kuramına rakip bir diğer antropolojik açıklamaya göre ise insanlar,doğaüstünü,belli koşullar altında denetleyebildikleri kişilik dışı bir güç ya da kudret alanı olarak görmektedirler. **İngiliz antropolog R.R.Marett,Animatizm olarak isimlendirilen böylesi bir doğaüstü kavrayıştan bahseden ilk araştırmacı olmuştur.Antropolog Bronislaw Malinowski,böylesi bir kavrayışın özellikle Güney Pasifik’in Papua Yeni Gine ve komşu adaları kapsayan bölgesi Melanezya’da yaygın olduğunu gözlemlemişti. **Melanezyalılar evrende var olan kutsal kişilikdışı kuvvet,mana’ya inanıyorlardı.Melanezyalılar başarıyı insanların çeşitli yollarla,örneğin büyüyle elde edip kullanabileceği manaya atfetmekteydiler.Mana taşıyan nesneler kişinin talihini değiştirebilirdi.Örneğin başarılıbir avcıya ait bir muska,avcının manasını,bunu ele geçiren bir başka kişiye aktarabilirdi.(!!!Melanezya manası,insanların olağan doğal terimlerle kavrayamadığı başarıları açıklamaktadır.) **Freud,dinî inancın,insanın çocuksu çaresizliğinden kaynaklanan bir yatkınlığı olarak babaya duyulan özlemi ve çocuksu süper egonun yansımasını içerdiğini düşünmekteydi. **Dinî deneyimlerin psiko-kültürel temelleri hakkında eserler vermiş ve psikoanalitik kuramı geliştirmiş olan Yahudi kökenli Avusturyalı nörolog Sigmund Freud,dinîn tarihi gelişiminin başlangıcını,politeizmin ve dinîn en yüksek şekli olan monoteizmin öncüsü olarak totemizm inancında bulmuştur. **Freud,genç erkeklerin babalarına karşı beslemiş oldukları bilinçaltı düşmanlık fikrine Oedipus Kompleksi (karmaşası) adını vermişti.O,ilkel göçebe kabilelerde,genç erkeklerin babalarını,onların karılarına sahip olmak için öldürdüklerini ileri sürmektedir.Bu teoriye göre,totem bayramı insanın ilk günah duygusunun neşet ettiği korkunç bir olayın anısına yapılmaktaydı. Not:Freud-"Totem ve Tabu" adlı antropolojik bir kitap yazdı **Freud,mantığın cinsel ve saldırgan dürtüler,kitle psikolojisinden kaynaklanan tehlikeler ve bastırılmış sosyal sınıfların meydan okuması tarafından baltalandığını öne sürmektedir. **Freud’a göre,dinî dogmalar,ne kanıtlama ve ne de delillerle çürütmeye açık olamayacak biçimde bir yanılsamayı temsil ederler.Öte taraftan Freud,dinîn olmadığı bir dünyada ölümle yüzleşmenin ve kültürel zorlamalara boyun eğmek zorunda kalmasının,insanın çaresizlik ve engellenmişlik duygusunun kıskacı altında ezilmesine neden olacağı düşüncesindeydi.Freud,bilimin dinîn alanını küçülttüğünü,fakat kültürün ancak kurumlaşmış dinîn sağladığı katı baskı ve günah tehditleriyle korunabileceğini ileri sürmüştür. **Emile Durkheim,her toplumda kutsalla dünyevi olan arasında bir ayrım yapıldığını kabul eder.Freud gibi totemizmin en eski dinsel form olduğunu kabul eder.Durkheim,ayrıca dinîn ilkel toplumlardaki işlevinin ritüeller ve kolektif yansıtımlarla topluluk üyeleri arasındaki dayanışmayı geliştirmek ve sosyal bütünleşmeyi sağlamak olduğunu göstermeye çalışmıştır. >>Totemizm,doğayı bir toplum modeli olarak kurgulayan bir dinî inanç istemidir.Totemler, genellikle doğanın bir parçası olan hayvanlar ve bitkilerdir.Her grup farklı bir toteme sahip olduğundan ortaya çıkan bu toplumsal farklılıklar doğal karşıtlıkları yansıtmaktaydı. Totemizm, Avustralya yerlilerinin yaşamında önemli yeri olan bir inanç pratiği idi.Her bir kabilede,insan gruplarının tikel totemleri bulunmaktaydı.Her bir totem grubunun üyeleri kendilerini totemin soyundan gelme saymaktadırlar.Topluluk üyeleri genellikle totemi öldürüp,yemekten sakınırlardı, ancak bu tabu yılda bir kez,insanlar toteme adanmış törenler için bir araya geldiklerinde kaldırılırdı. Bu yıllık ritlerin totemin yaşaması ve üremesi için gerekli olduğu düşünülürdü.Totemler ortak kimliği simgeleyen kutsal amblemlerdir. **Durkheim için din,toplumun kendisiyle ilgili bilinçlenmesi sonucu oluşan semboller sistemidir.Durkheim din olgusunu,toplumun kendisine tapınması ve kutsallığın toplumsal kollektivite aracılığıyla ortaya çıkması biçiminde tanımlamaktadır. **Marx,“halkın afyonu” olarak nitelediği dinin,halkı uyuşturan değil,teskin eden ve de sefalet içinde tahribata uğramış yoksul kitleleri rahatlatan,manevi zenginlik vaadi ile insanların dünyaya tahammül etmelerine yardımcı olan bir müsekkin olarak ifa ettiği sosyolojik işlevi göstermek istemiştir. **Marx,dinî,bu dünyadaki gerçek özgürlüğün yerine öte dünyadaki aldatıcı bir özgürlük vaadi ile,çeşitli toplumsal baskılar altındaki insanların devrimsel potansiyellerini dengelemeye ve kendilerinin hâkimiyetlerini olağanlaştırmaya ve haklı çıkarmaya hizmet eden egemen sınıfın ideolojisinin bir ürünü olarak tanımlamıştır. **Malinowksi,din ve büyünün,gerilim ile baş edebilmek için ruhsal kaçışlar sağlayarak,psikokültürel açıdan insanların kaygılarını giderici işlevleri nasıl yerine getirdiğini Papua Yeni Gine’de bulunan Trobriand adalarında yaşayan yerliler üzerinde gerçekleştirdiği antropolojik gözlemler ile keşfetmeye çalışmıştır.Örneğin,doğaüstü inanç ve pratikler,kaygıyı gidermeye yardımcı olmaktadır. Büyü teknikleri,insanların zihinlerinde ortaya çıkan kuşkuları dağıtabilir.Benzer biçimde din de insanların ölümle yüz yüze gelmesini ve yaşam buhranlarına dayanabilmesini sağlar.Malinowski, Trobriand yerlilerinin,denize açıldıkları zaman büyüye başvurduklarını gözlemlemişti.Ona göre bu insanlar rüzgâr,hava ve balık miktarını denetleyemedikleri için büyüye başvurmaktadırlar. ***Malinowski,kabile dinlerinin;doğum,ergenlik,evlilik ve ölüm gibi yaşam evrelerine geçişlerle ilintili bazı ritüelleri barındırdıkları ve dolayısıyla dinlerin bu ritlerle bağıntılı olarak değerlendirilmesi gerektiğini de ifade etmektedir. >>Geçiş riti;yer,toplumsal konum ya da yaş statülerindeki değişiklikleri kapsamaktadır.Tüm geçiş ritleri üç evrelidir:ayrılma,eşik ve bütünleşme.Birinci evrede insanlar gruptan ayrılarak bir yer ya da statüden öbürüne doğru hareket ederler.Üçüncü evrede riti tamamlamış olarak yeniden topluma katılırlar.Eşik evresi en ilginç olanıdır.Durumlar arasındaki bu evre insanların bir yerden ayrılıp henüz bir başkasına ulaşamadıkları araftır.Dinsel gruplar genellikle kendilerini diğerlerinden ayrı tutmak için eşiksel özellikleri benimserler.Alçakgönüllülük,yoksulluk,boyun eğme,cinsel perhiz ve suskunluk gibi. >>Mitoslar,söylenceler ve halk masalları,kültürel inanç ve değerleri ifadelendirerek toplumun öğretilmesini istediği normları dile getirmektedirler. **Clifford Geertz ile Evans-Pritchard gibi 20.yüzyılın önde gelen antropologlarınca da benimsenmiş yeni perspektif,ilgisini insanlar açısından din hangi anlamları içermektedir? ya da din;dünyayı ve insani varoluşu nasıl anlamlı hâle getirmektedir?gibi sorulara verilecek muhtemel cevaplar üzerine yoğunlaştırmıştır. **Din antropolojisinin;Clifford Geertz,Spiro,Vincent Grapanzano,Victor turner,James, W.Fernandez Sherry Ortner,Mary Douglas,James Boon,Stanley J.Tambiah gibi birçok önde gelen çağdaş temsilcisi bu dönemde,bilimsel çabalarını ilkel kabile topluluklarının dinleri yerine Hinduizm,İslam,Budizm ve Hristiyanlık gibi büyük dünya dinlerinin yerel versiyonlarına ya da dünya dinlerinin Cava,Endonezya Fas,Sri Lanka,Güney Afrika,Nepal ve Burma gibi görece daha gelişmiş ülkelerdeki etkisini keşfetmeye hasretmişlerdir. DİNİN PSİKO-SOSYAL VE KÜLTÜREL İŞLEVLERİ Din,toplumun onay verdiği tutum ve davranışları teşvik ederek,onay vermediği ve uygun bulmadıklarını da hoş karşılamayarak toplumsal düzenin sürdürülmesine katkıda bulunmaktadır. **Geertz’e göre din;insanlarda güçlü,kapsamlı ve uzun süreli ruh hâlleri ve güdüler oluşturan bir semboller sistemidir.Dinîn insan hayatında denetlenemeyeni denetlemek,açıklanamaz olanı açıklamak,insanlığa dair bir anlam haritası sunmak ve karmaşıklığı düzenli hâle getirmek gibi psikokültürel işlevleri vardır. **Din,toplumun onay verdiği tutum ve davranışları teşvik ederek,onay vermediği ve uygun bulmadıklarını da hoş karşılamayarak toplumsal düzenin sürdürülmesine katkıda bulunmaktadır. Dinler,toplum hayatında birçok sosyal ve psikolojik ihtiyacı karşılamaktadır.Bu ihtiyaçların bazıları evrenseldir.Dinîn sosyal fonksiyonları,psikolojik fonksiyonlarından daha önemsiz değildir. Geleneksel dinler,grup normlarını kuvvetlendirir.Bireysel davranışları denetleyecek ahlaki yaptırımlar sağlar. **Antropoloji bilimi açısından din;bir inanç,öğreti ya da dünya görüşünün dünyevi kurumlar aracılığıyla düzenlenmiş ve ilkelere bağlanmış biçimidir.İnsanlar dinî;tabular, kültler,mitoslar,dinsel simgeler ayinler ve çeşitli ibadet biçimleri vasıtasıyla kavrar ve yaşatırlar.Antropologlar için,hiçbir toplum,topluluk,kültür ve birey,dinsel yaşam biçiminden kopuk bir şekilde değerlendirilemezler. Tapma ve tapınma ritüellerinde dua,kurban kesme,dans,gibi pek çok törensel unsur bulunmaktadır Tapma ve tapınmanın dayanaklarını ilahî ödüller ve cezalar oluşturmaktadırlar.Söz konusu davranış kalıpları bir kültür dairesi içinde yaygınlaştıkça,sosyal hayata ve düzene yönelik bazı talepler ortaya çıkmakta, bunlar da kurallaşarak ve kurumsallaşarak sosyal hayatın vazgeçilmez parçaları hâline gelmektedirler. ***Hem yaşanan hayatın güvenlik ve esenlik içinde devam etmesi hem de ölüm sonrasında var olduğu düşünülen öteki hayata güven duyma ihtiyacı dinin ortaya çıkışındaki temel etkenlerdir. **Kutsallıklar dünyası çevresinde oluşan toplumsal edimler,gelenek,görenek,törenler vb. gibi ritüeller,bütünsel bir çerçeveye oturarak dinsel alanı meydana getirmiştir.Böylece dinler ve kültürler arasındaki karşılıklı etkileşim,bir zincirin halkaları hâlinde dinler tarihini oluşturmuşlardır. **Dünyayı bu şekilde anlamlı ve düzenli bir bütün olarak kavramanın insan düşüncesi açısından metafizik bir ihtiyaç ya da içsel bir zorlama olduğunu düşünen Sosyolog Max Weber,bu nedenle peygamberleri,insanlığın ya da takipçilerinin,dünya hayatını düzenli,anlamlı bir bütünlük olarak kavramalarına yardımcı olan kutsal,mistik şahsiyetler olarak değerlendirmektedir. **Hem yaşanan hayatın güvenlik ve esenlik içinde devam etmesi hem de ölüm sonrasında var olduğu düşünülen öteki hayata güven duyma ihtiyacı dinîn ortaya çıkışındaki temel etkenlerdir. ÜNİTE:12 # SANAT# ANTROPOLOJİK AÇIDAN SANAT Sanat, yaşamı yorumlamak, yaşamın farklı yönlerini dışa vurmak ve hayattan lezzet almak amacıyla insanın hayal gücünün yaratıcı kullanılmasına denmektedir. ***Sanat dilin insanların duygularını dışa yansıtılmasındaki sınırlı olanaklarını aşar. Dil ancak insan toplumlarında o dili anlayan bireylere kendi aralarında sınırlı bir iletişimin oluşmasını sağlar. Ancak bunun aksine sanat, her hangi bir kitle gözetmeksizin kendine özgü evrensel diliyle bütün sanat tüketicisi bireylerin anlayabileceği etkin bir dil olabilmektedir. ***Bir antropolog için sanatın önemi, sanatın bir toplumun değerlerinin, ilgi alanlarının, dünyayı algılayışlarının, mekâna anlam vermelerinin bir yansıması olarak görülmesindedir. antropolog, bir kültürdeki yaratıcı etkinliğin mümkün olan her biçimini sınıflandırmak, fotoğraflamak, kaydetmek ve betimlemek gibi uğraş alanlarıyla ilgilenir.Antropolojik açıdan sanat ;görsel sanatlar, sözlü sanatlar ve müzik sanatı olmak üzere üç bölümden oluşur: Görsel Sanatlar :Görsel sanatların hayatımızın her anında varlıklarını hissettirdikleri malumdur. Sadece su içmek için kullandığımız bardağı bile ele alsak bardağın sadece su içmeye yarayan bir araç olarak sabit bir şekli olması beklenirken, bugün evlerimizde farklı bardak formlarını bulundurduğumuz, farklı desenlere ve bezemelerdeki inceliğe bakarak bardak aldığımız bir gerçektir. Elbette farklı bardak tasarımlarının tercih edilişinde bireysel özelliklerin yanında kültürel değer ve yaklaşımların da etkisi vardır. Ancak görsel sanatlar hayatımızın her anında kendilerini belirgin bir şekilde gösterebilmektedir. ***Görsel sanatların geleneksel ürünleri ile günümüz modern ürünleri arasındaki en temel farklardan birisi modern ürünler sanatçının şahsi yaratıcılığı ve hayal gücüne dayanırken; geleneksel sanat, topluluğun paylaştığı ve üyelerinin bilinçli olarak bildiği simgeler üzerindedir. Örneğin Türklerin halı ve kilim desenleri veya baş örtüsünün çerçevesini oluşturan özgün desenler ve hatta mezar taşlarındaki baş kısmının farklı geometrik şekilleri hep bir toplumsal sembolün dışa vurumu şeklinde değerlendirilmelidir. Sözlü Sanatlar:Halk bilgisi kavramı ya da folklor İlk olarak 19. Yüzyılda Avrupa köylülerinin (okuryazar seçkinlerin geleneklerinden farklı olarak) yazılı olmayan öyküleri, deyişleri, adetleri ve inançları için kullanılmıştır. Bu kavram daha sonra bütün toplumların sözlü geleneklerini kapsamak için kullanılır olmuştur. ***Sözlü sanatlar, yapılandırılmış ve özel bir biçimi olan öykü, tiyatro, büyülü sözler, atasözü, bilmeceler, sözcük oyunları, isim verme yöntemleri, iltifatlar ve hakaretler gibi türleri içerir. Öyküler derlenmesi ve kaydedilmesi en kolay olan sözlü sanatların içine girmektedir.Öyküleri temel olarak üç ana başlık altında toplayabiliriz: Söylence, efsane ve masal. Söylence:Söylence kavramı insanoğlunun var olmasının temel soruları olan nereden geliyoruz, neden buradayız ve nereye gidiyoruz gibi soruları açıklayan kutsal öykü anlamında kullanılan bir terimdir. Söylence dinî inanç ve uygulamalar için mantıklı bir zemin oluşturur ve bazı davranışlar için kültürel ölçütler belirler. Örnek:Meşhur Oğuz Kağan söylencesi :kısaca söylemek gerekirse Türklerin hangi soydan geldiğini anlatıyor (söylence uzun olduğu için almadım yine de bir göz atmak isterseniz ünite 11 4.sayfa :) ) Söylencelere bakıldığında bazen aynı vurgu ve beklentilerin evrensel niteliklerde olduğunu da görmekteyiz. Örneğin, ilk orijini, tarih, devlet ve yönetim algılayışlarını yansıtan başka milletlerin Oğuz kağan benzeri hikâyelerine de rastlanılabilmektedir. Efsane:Söylencelerin daha karmaşık ama daha az sorun içerenlerine efsane denmektedir. Efsaneler, önemli bir olay ya da kişiyle ilgili geleneklerle kuşaktan kuşağa aktarılmış, tarihsel bir kanıt olmadan doğru kabul edilmiş öykülerdir. Efsanelerin belli bir yazarı yoktur, birden fazla çeşidi vardır ancak akla yatkın ayrıntıları da ihmal edilmez ve en önemlisi, içinde yaşadığımız kültüre dair bize bir şeyler söyler. ***Efsane gerçeklik yönüyle masaldan ayrışarak hikâye ve destana yaklaşır ancak anlatım yönüyle de onlardan ayrılır. Destan parçaları biçiminde anlatılan veya masallarla ortak konular içeren efsaneler de vardır. Yaratılış, oluşum ve dönüşüm efsaneleri, doğa ögelerinin bugünkü biçimini alışını hikâye ederler; Anadolu’da “menkıbe” olarak bilinen ve sözlü anlatım yanında zengin yazılı edebiyat da oluşturan tarihsel efsaneler bir yerin adını açıklayan anlatılarla, tarihsel kabul edilen savaş, hanedan, ermiş, kahraman, eşkıya ve ünlü sevdalıların anlatılarını içerir. Doğaüstü ve olağanüstü inanışları dile getiren efsaneler, ermiş, evliya efsaneleriyle iç içedir. ***Antropologlar için efsanelerin dinî olmayan kısımları, kültürün olması gerekli etik davranışlarına kaynaklık etmesinden dolayı önemlidir. Efsanelerde temel konu, sorunları çözmek ve kişilere rehberlik yapabilecek ilkeler kazandırmaktır. Masal :Yaratıcı öykülerden biri olarak masal, dinsel ve tarihsel olmayan bir yapıda kurgusal ve eğlendirmek amacıyla kullanılır. Bunun yanında masalın çoğu zaman eğiterek ders vermek gibi bir işlevi de vardır. Seçkinler ve halk arasında ayrımın doğuşu, anlatının mit veya masal oluşunu belirler. Analoji yoluyla toplumsal sorunları bilinçli ya da bilinçsiz benzetmelerle ifade etmesi ve toplumların örgütlenişi, akrabalık sistemleri, erginlenme ritleri üstüne olduğu için bu sistemleri ve bu sistemlerdeki dönüşümü dile getirmesi masalların antropolojik malzeme olarak kullanışını artırmış, masallar, antropoloji, din tarihi, psikoloji ve felsefe açılarından incelenir olmuştur. Peri, hayvan, hortlak, düzenbaz, kahraman masalları gibi türlere ayrılabilecek olan masallar evrensel insan sorunlarına çözüm önerileri ve ahlak felsefesi içerirler. ***Masallar, tıpkı efsaneler gibi insanların evrenselleşmiş ahlaki sorunlarına yerel çözümler üretir bazen de toplumsal ahlaki yansıtan bir felsefe bile oluşturabilir. Müzik Sanatı:Müzik, duygu, düşünce, izlenim ve tasarımları ve başka gerçeklerin de katkısıyla belli durum, olgu ve olayları, belli bir amaç ve yöntemle, belirli bir güzellik anlayışına göre birleştirerek, biçimlendirilmiş seslerle işleyip, anlatan estetik bir bütündür. Herkesin anlayabildiği ve anlayabileceği yegâne dildir.Müzik sanatı bağımsız bir bilim dalı olmasına karşın antropolojiyi ilgilendiren pek çok yönü de vardır. Örneğin, bir kültürde müziği diğer dışa vurumlardan farklı kılan şey nedir? Bir kültür için müzik ve ilahi çağrı olan çalgılı sözler, bir başka kültür için nasıl oluyorda gürültü olabiliyor? Müzik sanatı, doğası gereği, sözel olmayan, somut düşüncelerden çok soyut duyguların dışavurumundan ibarettir. Toplumsal açıdan müziğin insan yaşamındaki işlevlerini aşağıdaki gibi ifade etmektedir: # Müziğin bireysel işlevi; Müziğin bireyin dengeli, doyumlu, sağlıklı, başarılı ve duyarlı olması yönünde bireyde olumlu izler bırakmasıdır. # Müziğin toplumsal işlevi; Müziğin bireyle toplum arasındaki tanışma, anlaşma, kaynaşma, paylaşma ve iş birliği oluşumunda rol oynamasının yanında kitlesel heyecanın sağlandığı, kitlesel paylaşımıngerçekleştirildiği bir dil olmasıdır. Örn:Bir konser salonunda yüzlerce insan aynı eseri dinlerken, aynı heyecanı yaşar, # Müziğin kültürel işlevi: Müziğin kültürü arttırıcı, aktarıcı, yaşatıcı ve zenginleştirici rol oynamasıdır. # Müziğin ekonomik işlevi: Müziğin arz-talep, üretim-dağıtım-tüketim ilişkilerini düzenlemesidir. # Müziğin eğitimsel işlevi: Müziğin sözü edilen tüm işlevlerin düzenli, sağlıklı, etkili, verimli ve yararlı olmasını sağlamaya dönük müziksel öğrenme ve öğretme faaliyetlerini kapsamasıdır. Müzik sanatının genel olarak özelliklerine bakacak olursak; 1. Kişinin yalnız başına da yapabileceği, hiçbir alet kullanmadan sergileyebileceği bir sanattır. 2. Müzikle duygu ve düşünceler, plastik sanatlara göre daha çarpıcı bir şekilde dile getirilebilir. 3. Kişiyi ve kitleleri harekete geçiren bir gücü vardır. 4. Dil, din ve etnik farklar tanımayan evrensel bir anlatımdır. Müzik biliminin kendine has ve ayrıntılı konularını antropoloğun bilmesi beklenemez. Ancak her kültürün kendine ait duyguları farklı yöntemlerle dile getirmeleri, farklı müzik aletleri kullanmaları ve müziksel biçimleri antropolog için önem arz etmektedir. SANATIN İŞLEVLERİ :Sanat genelde dinî amaçlarla, ilahi bir gücü, kutsal bir varlığı, ataların ruhunu ya da bir hayvanın ruhunu onurlandırmak ya da ondan yardım istemek için yaratılır. Günümüzde bazı gelişmiş ülkelerde sanat, genellikle bir lüks, kişisel zevk ya da başkalarına zevk vermek için ilgilenilecek bir alan olarak görülür.Sanat faaliyetleri sadece sanatçılar yapmazlar. Bütün insanlar bir şekilde kendilerine ait bir süslemeyle de olsa ait oldukları toplumun bir üyesi olarak kim oldukları hakkında bir bildirimde bulunmuş olmaktadırlar. ***Sanat ister estetik kaygılarla yapılsın isterse mezar örneğinde olduğu gibi somut faydalar için yapılmış olsun her durumda simgesel bir anlatım biçimine ve yaratıcı hayal gücünün dışa vurulmasına ihtiyaç duyar. Günümüzde sanatın belki en işlevsel olarak kullanıldığı alanı, insanların ilgi ve ihtiyaçlarını, dünya görüşlerini, siyasal tercihlerini kişilerin şahsi çıkarları doğrultusunda değiştirmek amacıyla yapılan faaliyetler oluşturmaktadır. ***Sanat kimi zaman toplumsal konum, manevi kimlik ve politik güç gösterisi için kullanılabilir. Örneğin; kapılara asılan nazarlık veya çatılara asılan boynuz o evin Bektaşi evi olduğunu gösterir uğur ve şans getirmesi yan unsurlardır. ****Sanat toplumsal olarak bir gruba aidiyeti veya o grubun kimliğinin de sembolü olabilmektedir. İlkel toplumlar açısından sanatın işlevleri: # Sanat ilkellerde dinsel bir nitelik taşır. Ortaya konulan sanat ürünlerinin dinsel büyü, beladan korunma veya Tanrı’ya sığınma aleti olarak da işlev görmesi söz konusudur. #Sanat ilkel toplumlarda iletişimi sağlar. Yazıyı bilmeyen kimseler için sanat en doğal ifade aracıdır. Dolayısıyla herkesin anlayabileceği ortak bir dildir. # Bir toplumun geçmişini, efsanelerini, atalarını ve mitik kahramanlarını canlandırır ve anlatır. Yani sanat aynı zamanda ritüel bir amaca yönelik ve gelenek görenekle de beslenmektedir. # İlkellerin sanat eserlerinde sadece estetik kaygının olduğu iddia edilemez. Yani sanat sanat içindir düşüncesinin onlar için pek bir anlamı yoktur. #Sanat, malzemesiyle bir mesaj taşır. İnsana yararlı bilgiler verir. ***İlkellerde sanat, büyü, mitoloji ve ahlak gibi ögelerle iç içedir.Sanatın çağdaş insan yaşamındaki önemi ve işlevleri:insanın, özgünlüğü ve güzeli arayarak bulabilmesi, gereksinimlerinin karşılayabilmesi yanında onu çağdaş yaşantısı içinde değişik boyutlarıyla işlevlerinden yararlanması temelini oluşturur. Söz konusu olan işlevler, estetiksel temellerdir. Bunlar dış görünüşüyle bireysel, toplumsal yapıda olduğu gibi, kültürel, ekonomik, sosyolojik ve eğitsel nitelik konumunda da bulunabilirler. Sanatın bireysel işlevi: Bireyin sağlıklı, başarılı, dengeli, doyumlu ve duyarlı, yaşamında mutlu olabilmesi için, davranışları üzerinde belirli değişimler gözlemlemek estetik uyarılma ve karşı tepkide bulunma, yorumlama ve yaratma davranışı yatmaktadır. Sanatın toplumsal işlevi: Bireylerin birbirleriyle, toplumların toplum katmanlarıyla anlaşma, dayanışma, kaynaşma, paylaşma, iş birliğine girme, birleşip bütünleşme sağlamasında sanatın çok önemli görevi olduğu yadsınmaz bir gerçektir. Sanatın kültürel işlevi: Artırıcı, kültürel değerleri kuşaklar arasında taşıyıp aktarıcı, kültürler arası ilişkileri zenginleştirip güçlendirici, pekiştirici özelliklerini kapsamaktadır. Sanatın ekonomik işlevi: Bireysel ve toplumsal olguların, düzenli, etkili ve verimli bir biçimde gerçeğe dönüşmesini sağlayıcı görev ve sorumluluklar taşır. E. Zola’nın yaklaşımında olduğu gibi sanatın işlevi, doğayı değiştirmek değil onu güçlendirmektir. Onun için sanat doğadaki gerçeklikten daha etkilidir. Kurmaca olduğunu bildiğimiz halde bir filmdeki veya tiyatrodaki anlatı bizi her zaman gerçek olandan daha fazla etkileyebilir. ***Sanat hayata dengeyi getirir. Hayatın içerisindeki sosyal dengesizlikler, siyasal eşitsizlikler sanat sayesinde bir dengeye oturmaktadır.Sanat insanı diğer insanlara yaklaştırır. Bir romanı okuyup seven veya her hangi bir filmden veya geleneksel bir sanattan zevk alan insanlar doğal olarak bir araya gelirler. ***Sanat insana yeni algı ve keşif alanları açar. Eğer sanat yoluyla hayal edilip ortaya konmasa birçok buluşun şimdi olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bütün buluşlar önce hayal, sonra sanatsal değer ve keşif yoluyla ortaya çıkmaktadır. ***Sanat insana yaşama coşkusu verir. Parçalanmış duygular, sadece madde ve kapitale kilitlenen zihinlerde sanat adeta bir yaşam simidi görevi görür. KÜLTÜR VE SANAT ***Sanat bireyden başlar bireyin yaşadığı kültürü etkiler ve kültürleşme yoluyla evrensel boyuta ulaşarak tüm dünyaya yayılır.Kültürü canlı tutmanın en temel yönlerinden biri onun sanat yoluyla dile getirilmesidir. ***Antropolojik anlamda kültür bir insan toplumunu, özellikle de yasam biçimlerinikarakterize eden görünümlerin tümüdür. Sanatın ne olduğunu belirsizleştiren etmenlerden biri her yerin kopya sanat eserleriyle dolup taşmasıdır. ***Sanat eserleri yaşayan kültürlerin ve milletlerin birlik ve beraberliği de diri kalmakta ve sanat eserlerinin simgelediği dünya görüşü, anlayışı da geçmişle geleceğin kültürel mirasını köprü olarak kurmaktadır. UNITE 13=SOSYAL VE KÜLTÜREL DEĞİŞİM Değişme, eski ve yeni durum arasındaki farklılaşmalara ya da dönüşüm süreçlerine işaret eden bir kavramdır. Sosyal ve kültürel değişme, sosyo-kültürel yapıyı oluşturan toplumsal ilişkiler ağının ve bu ilişkileri belirleyen toplumsal kurumların bir kısım unsurlarında zaman içerisinde meydana gelen farklılaşmaları ifade etmektedir. Sosyal ve kültürel değişme ise sosyo-kültürel yapıyı oluşturan toplumsal ilişkiler ağının ve bu ilişkileri belirleyen toplumsal kurumların bir kısım unsurlarında zaman içerisinde meydana gelen farklılaşmaları ifade etmektedir. Dolayısıyla sosyal ve kültürel değişme, fiziksel ve toplumsal sınırlar dahilinde zaman içerisinde ortaya çıkan yeni durumlara işaret eden bir kavramdır. Bu bağlamda doğal çevre, kültürel çevre ve zaman unsurlarına bağlı olarak şekillenen değişme, sosyo-kültürel boyutları olan bir süreçtir. **Geleneksel ve tutucu toplumlar da dahil olmak üzere, bütün toplumlar ve kültürler sürekli olarak bir değişim sürecinden geçmektedirler. Bu bağlamda değişme, toplumun ve kültürün doğasında vardır. Sosyal ve kültürel değişme tüm toplumların zorunlu olarak yaşadıkları bir süreçtir. Sosyal bilimlerin çeşitli disiplinlerinde araştırma yapan bilim adamları, sıkça başvurdukları bir kavram olarak değişmeyi, olumlu ya da olumsuz, anlamlı ya da anlamsız veya iyi ya da kötü gibi değer yüklü bir anlam dairesi içerisinde ele almazlar. Bu manada sosyo-kültürel değişme, toplumsal olguların geçirdiği dönüşüm aşamalarına ilişkin herhangi bir yargıda bulunmayan, yansız bir kavramdır. Ancak sosyo-kültürel yapılarda meydana gelen birçok değişme, pek tabiidir ki, olumlu ya da olumsuz veya ilerleme ya da gerileme olarak nitelenebilecek türde sonuçları olan dönüşümlerdir. Sosyologlar, sosyo-kültürel değişme kavramını, toplumun örgütlenme biçiminde, hacminde ve parçaları arasındaki denge ve uyumda meydana gelen değişmeleri ifade etmek amacıyla kullanmaktadırlar. SOSYAL VE KÜLTÜREL DEĞİŞMENİN TEMEL UNSURLARI Sosyo-kültürel bir değişmeyi analiz edebilmek ve yorumlayabilmek içindeğişmenin gözlenebileceği çeşitli genel görünümleri ifade etmek gerekmektedir.Tüm değişmeler geçicidir. Yani zaman faktörü değişmenin koşulları arasındadır. Değişme, aynı zamanda belirli bir çevrede ortaya çıkar. Yani çevre faktörüdeğişmenin koşulları arasındadır. Değişme hem fiziki (coğrafi) çevrede hem dekültürel çevrede yer alır. Coğrafi çevre sürekli değişim geçirir. Bu değişimlerin birkısmı insanın doğayı kontrolü altına alma çabalarıyla, bazıları da doğanın kontrolaltına alınamayan güçleri yoluyla gerçekleşmektedir. Sosyo-kültürel değişme insan eliyle gerçekleşir. Bir başka deyişle insan faktörüdeğişmenin temel unsurları arasındadır. Değişmenin bu üç görünümünün bileşimi, değişmenin ortaya çıkmasının zorunlu koşullarıdır. Bu aynı zamanda şu anlama gelmektedir: Değişme belirli bir zaman diliminde, belirli bir yerde (mekân) ve birtakım kişilerle birlikte gerçekleşen toplumsal bir süreçtir. Değişme belirli bir zaman diliminde, belirli bir yerde ve bir takım kişilerle birlikte gerçekleşen toplumsal bir süreçtir. Sosyal hayatın farklı alanlarında hissedilen birtakım ihtiyaçların giderilmesine yönelik olarak gelişen bu davranışlar, olumlu sonuçlar ortaya çıkardığında, topluluğun diğer üyeleri tarafından da giderek benimsenmekte ve tekrar edilerek daha geniş kesimlerce onay görüp yaygınlaşmakta ve topluluğa yeni katılan üyelere de öğretilerek kurumsallaşmaktadır. Sosyal yaşamda, kültürleme ve toplumsallaşma sürecinde tekrar edilerek pekiştirilen ve yeni kuşaklara da aktarılan normlar, toplum ve kültürün sahip olduğu kültürel kodlar/davranış örüntüleri olarak bir toplumdaki örfleri ve gelenekleri meydana getirmektedirler. Bu ifadeler, aynı zamanda bir sosyo-kültürel yapıdaki toplumsal kurumların oluşum sürecini de izah etmektedir. Hissedilir bir değişimi sosyal bilimler açısından ele alırken, bir nesne ya da durumun temel yapısında bir dönem içerisinde ne kadarlık bir değişme ortaya çıktığını göstermemiz gerekir. Toplumsal bir sistemin hangi göstergeler ve ölçütler açısından bir değişme süreci içinde olduğuna karar verebilmek için, belirli bir zaman aralığında, o toplumun temel kurumsal yapılarında ortaya çıkan farklılaşmaların hangi ölçüde gerçekleştiğini tespit etmek ve göstermek zorundayız. Toplum kuramcıları, son iki yüz yıldır, sosyo-kültürel değişmenin doğasını açıklayan bir büyük kuram geliştirme çabası içine girmiş olmalarına karşın, oluşturulan hiçbir tek etken kuramı, avcı ve toplayıcı toplumlardan kırsal toplumlara, geleneksel uygarlıklardan son olarak da bugünün son derece karmaşık olan küresel toplumsal düzenlerine kadar olan çeşitliliğiyle, insanın toplumsal gelişimini bütün kapsayıcılığıyla açıklama kabiliyetine sahip olamamıştır. Bununla birlikte tarihsel süreçte birçok toplumda ortak olarak gözlemlenen ve sosyokültürel değişmeyi tutarlı bir biçimde etkilemiş olan üç ana etkenden söz edebiliriz.Bunlar: Doğal çevre, siyasal örgütlenme ve kültürel etkenlerdir. SOSYO-KÜLTÜREL DEĞİŞMEYE ETKİ EDEN FAKTÖRLER Değişim tüm kültürlerin ortak özelliğidir. Değişimin hızı ise geleneksel vegelişmiş toplumlara göre farklı seyredebilir. Geleneksel toplumlarda değişim çok daha yavaş gerçekleşir.İlk antropologlar ilkel toplumların kültürlerini tümüyle değişmez olarak kabuletmişlerdir. Ancak bu görüş ilkellerin kültürleri üzerine yapılan antropolojikçalışmaların çoğalması sonucunda giderek terkedilmiştir. Sosyologlar, bütün toplumlarda değişime yol açabilen, diğer faktörlerle etkileşim içinde bulunan birden çok faktör tanımlamışlardır. Bununla beraber değişimlerin yönü, hızı ve etkileri daha çok onların içinde oluştuğu birbirinden farklı yer ve zaman koşullarına bağlıdır.Bu bağlamda sosyokültürel değişmeye etki eden faktörleri a) doğal çevre, b) demografi (nüfus), c) teknoloji, d) din, ideoloji ve dünya görüşleri, e) keşifler, buluşlar ve yayılma, f) liderler ve toplumsal hareketler gibi başlıklar altında ele alabiliriz. Doğal Çevre:Toplumsal düzenin oluşmasında etkili olan faktörlerin başında doğal çevre gelmektedir. Bu etki özellikle insanların yaşam biçimlerini iklim ve doğa şartlarına göre düzenlemek zorunda olduğu daha çetin çevresel koşullarda çok daha belirgin hâle gelmektedir.ÖRNEK: •Kış aylarının uzun ve daha soğuk olduğu Alaska’da yaşayan insanlar,sıcak Akdeniz ülkelerinde yaşayan insanlara kıyasla daha farklı toplumsal ve kültürel yaşam kalıplarını izleyeceklerdir. Alaskalılar yaşamlarının daha büyük bir bölümünü kapalı mekânlarda geçirecekler ve çok kısa süren yaz dönemleri haricinde, yaşadıkları zorlu doğa koşulları dikkate alındığında dışarıda gerçekleştirecekleri etkinlikleri büyük bir dikkatle planlayacaklardır. Demografi (Nüfus) :Bir yerleşim biriminin nüfusu ve bu nüfusun büyüme ya da küçülme oranı, şüphesiz ki toplumsal yapıyı olumlu ya da olumsuz etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Çok fazla büyüyen bir nüfusun kaynak talebini karşılamak mümkün değildir. Tarihin farklı dönemlerinde örneklerine sıkça rastlanılan savaşlar, doğal afetler ve kitlesel göçler gibi toplumların nüfus yapılarındaki büyük değişimlere sebep olabilecek toplumsal hareketler, kaynak kıtlığı, yoksulluk ve kültürel asimilasyon gibi toplumsal çatışma ve çözülme ile sonuçlanabilecek süreç ve durumların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Bir toplumda nüfusun çok yavaş büyümesi ya da azalması, o toplumu neslintükenmesi gibi ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bırakabilir. Nüfusun kalabalık olması sosyal ilişkiler üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir.Nüfusu az olan kasaba ve köy gibi küçük yerleşim birimlerinde ilişkiler birincildir. Yani insanlar birbirlerini samimi olarak yüz yüze tanır. Nüfusu çok olan büyük yerleşim yerlerinde, kent ve metropollerde ise sosyal ilişki biçimleri belirgin olarak farklılaşmaktadır. Bu tür yapılarda kurumsallaşan ikincil ilişkiler, yeni sosyal kontrol mekanizmalarını geliştirmektedir. Nüfusun seyrek olduğu yerleşim bölgelerinde informel örgütlerin yerini formel örgütler alır. Dolayısıyla toplumun demografik yapısında meydana gelen değişmeler sosyo-kültürel değişimlerin nedenleri arasında yer almaktadır. Sosyo-kültürel değişmelerde nüfusun oynadığı rol üzerinde en çok duran sosyologların başında Durkheim gelmektedir. Ona göre iş bölümünün gelişmesi toplumlarda köklü şekil ve içerik değişikliklerine yol açmıştır. İş bölümü sayesinde mekanik dayanışma esasına göre örgütlenmiş geleneksel toplumsal ilişkilerin Egemen olduğu kırsal yapılardan organik dayanışma esası üzerine kurulan sanayi toplumuna geçiş süreci yaşanmıştır. Teknoloji:Teknoloji alanında kullanılan yenilikler bir toplumdaki sosyal ve kültürel değişmenin yönü, hızı ve etkileri konusunda rol oynayan en önemli faktörlerin başında gelmektedir. Sosyokültürel değişme sürecinde teknolojinin önemi üzerinde duran sosyologların başında Riesman gelmektedir. Ona göre tekniklerin evrimi toplumsal değişmeyi etkileyen en önemli faktördür. Teknolojik değişimin etkileri sadece belirli bir alanla sınırlı kalmayarak toplumun her alanında gözlenebilen farklılıklar yaratmaktadır. Örneğin tıp alanındaki ilerlemeler ortalama insan ömrünü uzatarak ölüm oranlarını düşürmüş ve gelişmiş ülkelerdeki nüfus yapısını radikal bir biçimde değiştirmiştir. Endüstriyel teknoloji alanındaki gelişmeler (elektrik enerjisinin kullanılmaya başlanması, dayanıklı tüketim malları, bilgisayar, otomobil) gündelik yaşamı önemli ölçüde kolaylaştırırken aynı zamanda binlerce çalışanın işsiz kalmasına da neden olmuştur. Tüm etkilerine rağmen, teknoloji faktörünün, sosyal ve kültürel değişimin tek belirleyici sebep olarak ele alınması yanıltıcı olabilir. Zira teknolojik buluşların sosyo-kültürel değişme üzerindeki belirleyici etkisi onun toplum ve kültür nazarında benimsenmesine ve kullanılmasına bağlıdır. Bu bağlamda değişme,toplumsal yapının yalnızca maddi ögeleri dikkate alınarak açıklanamaz. Sosyokültürel değişme, toplumsal yapıyı oluşturan siyaset, din, ideoloji, aile ve eğitim gibi unsurlar ile ekonomi ve teknoloji arasındaki karşılıklı etkileşimler sonucunda ortaya çıkmaktadır. Keşifler, Buluşlar ve Yayılma:Keşif, var olan bir gerçeğin yeni bir boyutunun fark edilmesidir. Başka bir ifadeyle eldeki bilgiye eklenen şeydir. Esasen var olan gerçek, (kanserli hücrelerin tedavisinde kullanılan bitkisel özlerin keşfedilmesi örneğinde görüldüğü gibi) keşiften sonra kültürün bir parçası hâline gelmektedir. **Buluş ise var olan bilginin yeni bir düzenlemeyle tekrar kullanılmasıdır. Esasen buradaki yenilik otomobilin icat edilmesi veya belli miktarlardaki alaşımlayıcı elementler (karbon, magnezyum, krom, vs.) ile demirin bileşiminden, çelik maddesinin elde edilmesi gibi bilinen ve var olan unsurların yeni bir biçimde birleştirilmesidir. Bu maddi buluşların yanı sıra bir de sosyal buluşlar vardır. Alfabe, anayasal devlet rejimi, şirket ve demokrasi, sosyal buluşlara örnek olarak gösterilebilir. Yayılma, bir toplumda geçerli olan mevcut kültürel ve teknolojik unsurların başka toplumlara geçmesidir. Bu durum, toplumlar arasındaki etkileşimin derecesine bağlıdır Din, İdeoloji/Dünya Görüşleri:Sosyo-kültürel değişme üzerinde etkisi bulunan önemli faktörlerden birisi de din ve ideoloji gibi düşünce ve inanç sistemleridir. Örneğin Marx, insanların ideolojilerini toplumsal şartların biçimlendirdiğini iddia etmiştir. Weber ise Batı Avrupa’da kapitalizm gibi bir sosyo-kültürel düzenin oluşumunda Protestan mezhebinin öngördüğü ahlaki ilkelerin etkili olduğu tezini savunmuştur. Weber, insanın yaşam tarzı, sosyal ilişki ve davranışlarını yönlendiren bir tür dinî zihniyetin (asketizm), başka bir ifadeyle insanların davranışlarına getirilen düzenleyici kuralların kökenlerini araştırmış ve sonuçta din ile kapitalizm arasında bir tür sebep sonuç ilişkisi olduğu tezini ileri sürmüştür (Weber, 1997). Weber’in sözünü ettiği Protestan ahlakı şu ilkeleri önermektedir: a) Rasyonel (akılcı) olmak, b) Bireyselliği savunurken bencilliği kesin bir dille reddetmek, c) Çok çalışmak, d) Tükettiğinden fazlasını üreterek girişimci olmak. ***Weber’e göre Protestan öğretisinin ortaya koyduğu ahlak ilkeleri, Batıda insanların, akıl ve yeteneklerini kullanarak, çalışıp üretken hâle gelmelerinde ve bu yolla birikim sahibi olup sosyal refahı ve ilerlemeyi yakalamaları için gereken motivasyonu sağlamıştır. Zira Protestanlığın alt mezheplerinden birisi olan Kalvinizm, insanların Tanrı’nın seçtiği özel kullar mertebesine ulaşabilmelerini, bu ahlaki ilkeler doğrultusunda yaşayarak üretken olup aynı zamanda da israftan kaçınan bireyler olmaları koşuluna bağlamıştır. Weber’e göre bu ilke ve değerleriyle Protestan ahlakı Batıdaki teknolojik gelişmelerin itici gücünü oluşturmuştur. ***Dinî inanç sistemlerinin yanı sıra görece dinden bağımsız olarak gelişen seküler ideolojiler ya da dünya görüşleri de sosyal ve kültürel değişmenin yönü ve hızı üzerinde etkili olan faktörler arasında yer almaktadır. Liderler ve Toplumsal Hareketler:Değişimi öngören, planlayan ve ortaya koyabilen insan eylemi, şüphesiz ki sosyal ve kültürel değişimin en önemli dinamiklerinden birisidir. Tarihsel süreçte sosyal hareketleri doğuran insan eyleminin iki farklı durumda ortaya çıktığı görülmektedir. Birincisi karizmatik liderlerin önderlik ettiği sosyal hareketlerdir, diğeri ise, geniş halk kitlelerinin kolektif davranışlarıdır. Bazı tarihçiler ve biyografi yazarları, sosyo-kültürel değişimi, Büyük Adam Teorisi ile açıklamaya çalışmaktadırlar. Diğer bir grup sosyal bilimci ise bireyin sosyal yapıyı, toplumsal kurumları ve ilişkileri belirlemesinden ziyade, toplumsal koşulların bireyleri şekillendirdiği görüşünü benimsemektedirler. Bu yaklaşıma göre liderlerin kişilik özellikleri içinde doğup sosyalleştikleri kültürden ciddi biçimde etkilenmektedir. *Bu bağlamda, kolektif sosyal hareketlerin, Büyük Adam Teorisi’ne oranla sosyo-kültürel değişmeyi açıklamada daha etkili olduğu söylenebilir. Büyük toplumsal hareketler (kadınların özgürlük mücadeleleri, sivil haklar, ulusal bağımsızlık vb.) toplumsal değişimlerin en önemli itici güçleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Fransız, Amerikan ve İngiliz devrimleri, kolektif sosyal hareketlere verilebilecek örneklerdir. ÜNİTE:14=UYGULAMALI ANTROPOLOJİ VE SOSYAL SORUNLAR Son zamanlarda giderek artan biçimde sanayileşmiş toplumlar üzerinde çalışmalar yapmakta olsalar da antropologlar, çoğu kez kötü sağlık koşulları, yetersiz beslenme ve gıda üretimi, yüksek bebek ölüm oranları ve aşırı nüfus artışı gibi ciddi toplumsal sorunlar yaşayan bölgelerde alan araştırmalarını sürdürmektedir. Akademik Antropoloji ve Uygulamalı Antropoloji :Akademik ya da yerleşik antropoloji olarak adlandırılan antropolojinin, sadece yöntemlerin ve kuramların geliştirilmesi, daha geçerli ve güvenilir antropolojik verilerin üretilmesi açısından bilim dalının gelişimiyle ilgili olduğu düşünülmüştür. Öte yandan uygulamalı antropoloji, öncelikle çağdaş sorunların iyileştirilmesi amacıyla insan davranışlarını değiştirmeyi hedefleyen bir bilim şeklinde nitelendirilmiştir. Uygulamalı antropoloji, akademik faaliyetlere ve AR-GE faaliyetlerine önemli katkılarda bulunmuştur. “Bir alan ne kadar çok uygulamalı çalışmalarda yer alırsa entelektüel mayası o denli fazla olacaktır; programlanmış faaliyetler olguları ve çoğunlukla yeni yaklaşımları gündeme getirmektedir. Bunlar aksi takdirde bilim dalının dikkatinden kaçmış olacaktı.” Aslında akademik antropoloji ile uygulamalı antropoloji arasındaki ayrım yanlış bir ayrımdır. Çünkü her iki antropoloji türü de koşut şekilde gelişmiş ve birbirlerine destek olmuştur. Uygulamalı Antropolojinin Tarihsel Gelişimi:Uygulamalı antropolojinin kökenleri, İ.Ö. V. yüzyılda Herodot’a kadar dayandırılmaktadır. Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı sonrasında çağdaş toplumsal sorunların çözümünde antropolojik verilerin kullanılması konusunda önemli bir artış görülmüştür. ***Franklin Roosevelt’in Kızılderili İşleri Komisyoncusu olan antropolog John Collier, 1934 yılında yürürlüğe giren Kızılderili Yeniden Örgütlenme Yasası’nda çağrıda bulunulduğu gibi belli Kızılderili grupların kendilerini yönetme niteliği geliştirme olasılığını araştırmak üzere 1930’ların başında Uygulamalı Kızılderili İşleri Antropoloji Birimi’ni kurmuştur. ABD Tarım Bakanlığı tarafından görevlendirilen antropologlar belli Kızılderili bölgelerinde ekonomik kalkınma konusunda araştırmalar düzenlemiş ve Lloyd Garner ve Burleigh Garner gibi antropologlar, Chicago Üniversitesinin Sanayide İnsan İlişkileri Konulu Disiplinlerarası Komitesi’nde çalışmış ve sanayi yönetimi, çalışma koşulları ve üretkenlikle ilgili konularda uygulamalı antropolojik araştırmalar yapmışlardır. İkinci Dünya Savaşı Sırasında Uygulamalı Antropoloji :Büyük Çöküş yıllarında uygulamalı antropologlar gittikçe daha etkin hâle gelmiş olsa da bu konudaki asıl gelişme 1940’larda yaşanmıştır. Partridge ve Eddy’ye göre “… savaş krizi antropologların savaş faaliyetleriyle ilgili çabalara katılmasına yönelik önceden hiç görülmeyen çapta fırsatlar yaratmıştır.” Savaş yıllarında antropologların yaptıkları uygulamaya dönük katkılar çok geniştir. Çağdaş “ilkel” kültürler arasında çalıştıktan sonra ABD’ye geri dönen çok sayıda ABD’li antropolog becerilerini kendi toplumlarına uygulamıştır. Savaş, antropolojinin uygulamaya yönelik kullanımları konusunda çok fazla ilgi yaratmıştır. 1941 yılında Harvard Üniversitesinde Uygulamalı Antropoloji Topluluğu kurulmuştur ve Applied Antropology (Uygulamalı Antropoloji) adlı yeni bir akademik dergi yayın hayatına girmiştir (Bu dergi daha sonra Human Organization (İnsan Örgütlenmesi) adını almıştır). ****Savaş yıllarında antropologlar tarafından gerçekleştirilmiş olan en belirginkatkılardan bazıları: 1- 1939 yılında Ulusal Araştırma Konseyi, antropoloji ve psikoloji alanlarındaki görüşlerin savaş döneminde ulusun moralini iyileştirmek amacıyla nasıl kullanılabileceğini değerlendirmek üzere Ulusal Moral Komitesi’ni kurmuştur. 2- 1940 yılında Ulusal Araştırma Konseyi, beslenme düzeyleri ve gıda tercihleri konusunda bilimsel araştırmalar yapılması amacıyla Gıda Alışkanlıkları Komitesi’ni kurmuştur. Bu araştırma sonucunda ulaşılan bulgular, hükümetin savaş dönemi besin maddelerinin karneye bağlanması konusundaki politikalarının belirlenmesinde kullanılmıştır. 3- ABD, 1941 yılının sonunda resmen savaşa girdikten sonra çok sayıda ünlü antropolog, Savaş Bilgileri Bürosu’na kültürel veriler sunarak savaş çabalarına katkıda bulunmuştur. Geoffrey Gorer, Margaret Mead, Ruth Benedict vd. tarafından gerçekleştirilen ulusal karakter çalışmaları, federal hükümet tarafından ittifak hâlinde bulunulan uluslarla olduğu gibi savaşılan uluslarla – Almanlar, İtalyanlar ve Japonlarla - da ilişkiler kurulması konusunda önemli kararların alınmasına yardımcı olması amacıyla kullanılmıştır. 4- Savaş yıllarında antropologların belki de en bilinen (ve en tartışmalı) katkısı, Japon kökenli Amerikalıların Batı sahillerine yeniden yerleştirilmesine ilişkin olarak yaptıkları çalışmalardır. Conrad Arensberg, Alexander Leighton ve Edward Spicer gibi antropologlar bu kamplarda hem araştırmalar yapmış hem de Japon kökenli Amerikalılar ile hükümet yöneticileri arasında bağlantılar kurmuştur. 1950 ve 1960’larda Uygulamalı Antropoloji :Önde gelen ABD’li antropologların çoğu savaş(2.dünya savası) sırasında becerilerini hükümetin hizmetinde kullanmış olsa da 1950 ve 1960’larda uygulamalı antropoloji ile akademik antropoloji arasında daha fazla farklılık gelişmiştir. 1950 ve 1960’larda akademik antropolojinin bu şekilde hızla gelişmesi, uygulamalı antropolojinin ortadan kalkmasına yol açmamıştır. Ancak savaş sonrası dönemlerde uygulamalı antropolojinin uygulamaya sokulması açısından çeşitli önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır. **** İlk olarak 1930 ve 1940’larda antropologların oynadığı nispeten kısıtlı araştırmacı/danışman rolü daha fazla uygulama ve müdahele içerecek şekilde önemli ölçüde genişlemiştir. Van Willigen’e göre “sadece bilgi vermek ve kimi zamanda tavsiyelerde bulunmak yerine antropologlar sorunları çözüme ulaştırma konusunda giderek artan ölçüde sorumluluk almaya başlamıştır.” ****İkinci değişim ise ilk değişimle yakından ilişkilidir ve uygulamalı antropologların kendi değerlerini nasıl ele alacakları sorusu üzerinde odaklanmaktadır. 1950’lerden önce antropologların çoğu, “değer yargısından uzak” bir bakış açısına bağlıydı. Ancak savaş sonrası dönemde bazı uygulamalı antropologlar, kişisel değerleri kişinin yaptığı çalışmalardan ayırmanın olanaksızlığı nedeniyle uygulamalı antropologların kendi değer konumlarını açık hâle getirmek suretiyle müşterilerine yönelik hedefler oluşturma konusunda kendilerini serbest hissedebileceklerini savunmuştur. 1950’li yıllarda uygulamalı antropologların bu büyük oranda genişlemiş rolleri, iki projeden örnekler verilerek açıklanabilir. Bu projelerden;ilki, Iowa’daki yerli Amerikalı grubu, diğeri ise Perulu köylüleri kapsamaktadır. **** İlk projede, Sol Tax yönetimindeki Chicago Üniversitesinden altı adet lisans öğrencisi, Fox Kızılderililerinin kültürleri hakkında araştırma ve müdahâle içeren bir program olan FOKS PROJESİ ’nde yer almıştır. Daha geniş çaplı toplumla olan ilişkilerinden kaynaklanan Fox Kızılderililerinin karşılaştığı sorunların çoğunda projeye katılanlar bu kişilere kendine güven kazandırmak ve kendi hayatlarının kontrolünü daha fazla ellerine almalarını sağlamak üzere tasarlanan yetişkin eğitimi programları, esnaf projeleri ve burslar gibi bazı yeni uygulamalar sunmuştur. ****ikinci proje ise Cornell, Üniversitesinden Allan Holmberg ve arkadaşları tarafından yönetilen VİCOS PROJESİ’dir. Bu beş yıllık deneysel proje, Peru Yerli İşleri Enstitüsü ile ortaklaşa yürütülmüş ve üretken olmayan ve bağımlı köylülerin çalıştığı büyük tarlaların oluşturduğu toplumun ekonomik bakımdan üretken ve kendi kendine yeten bir topluma dönüştürülmesine odaklanmıştır.yenilikler kapsamında yeni tarım teknolojisi (tohumlar, gübreler, böceklerin ilaçlanması, vb.), eğitim programları, okulda sıcak öğle yemeği verilmesine ilişkin program ve kadınlar için dikiş programları yer almıştır. Bu yeniliklere ilişkin köylü çiftçiler arasındaki geleneksel şüpheler derece derece azalmış ve çiftçiler güçlendirilmiştir.Vicos Projesi’nin en önemli sonucu şu olmuştur: Toplumda yaşayan aileler şimdi tarlalarda kiracı olarak çalışmak yerine toprağın sahipliğini elde etmiştir. Dolayısıyla Vicos Projesi, planlanan toplumsal ve ekonomik değişimlerin uygulamalı antropologlar ile yerel idareciler ve yerel halk arasındaki ortaklaşa çabalarla meydana getirildiği bir kalkınma modeli projesi olarak işlev göstermektedir. 1970 ve 1980’lerde Uygulamalı Antropoloji: 1970 ve 1980’lerde Angrosino’nun (1976) yeni uygulamalı antropoloji olarakadlandırdığı durum meydana gelmiştir. Bu yeni uygulamalı antropoloji, akademik kampüslerden uzakta kamu hizmet kurumları için sözleşmeli olarak yapılan çalışmalarla nitelendirilmektedir. 1950’li ve 1960’lı yılların çoğu uygulamalı antropologu, kısa dönemli uygulamalı projelerde yer alan akademisyenlerdi. Yeni uygulamalı antropologların çoğu ise akademisyen değildi, ilgili kuruluşlarda tam zamanlı çalışan kişilerdi. Bu gelişimsel evre, büyük oranda antropoloji bilim dalı dışında meydana gelen iki önemli eğilimin sonucu olmuştur. ****İlk olarak son on yıldır akademik işlere yönelik piyasa daralmıştı. 50’li ve 60’lı yıllarda bol olan bu işler, 70 ve 80’li yıllarda azalmıştır. Yeni uygulamalı antropolojiye katkıda bulunan *****ikinci etmen kültürel antropologlar tarafından etkili şekilde gerçekleştirilebilecek olan politika araştırmalarını zorunlu hâle getiren federal yasal düzenlemelerdeki artıştır. Örneğin, Ulusal Tarihi Koruma Eylemi (1966), Ulusal Çevre Politikası Yasası (1969), Yabancı Destek Yasası (1973) ve Toplum Gelişimi Yasası (1974) kültürel yapıda politika araştırmaları yapılmasına zemin hazırlamıştır. ***Bu iki etmenin sonucunda (daha az sayıda akademik iş olanağı olması ve daha fazla araştırma fırsatı olması) 70’lerde ve 80’lerde antropolojide doktora yapmış olan kişilerin üniversite dışı işlerde çalışması artış göstermiştir. Bu eğilim, uygulamalı antropolojide çeşitli yüksek lisans programlarının gelişmesi, Washington Bölgesi Profesyonel Antropologlar Birliği (WAPA) gibi uygulamalı antropologların mesleki örgütlenmelerinin artması ile kendinî göstermiştir. Uygulamalı Antropolojinin Sorunları :Uygulamalı antropoloji, ABD’de, dezavantajlı insanlarla olan bu kişisel deneyimlerden gelişmiştir. Kendilerini uygulamalı antropolog olarak adlandıran antropologlar, insanların yaşantılarını iyileştirme çabalarında görevlendirilebilir ya da insanların hayatlarını değiştirmek üzere diğer kişiler tarafından gerçekleştirilen çabaların gözlenmesinde ya da değerlendirilmesinde yer alabilir. Her iki durumda da insanların yaşadıkları sorunların incelenmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkması muhtemel olan kuramlar, “uygulamalı antropolojinin temellerini” oluşturmaktadır. Ancak kültür konularına ilişkin mevcut anlayışların insanların hayatlarının nasıl iyileştirilebileceğini bize anlatmak konusunda yeterli olup olmadığına ilişkin olarak antropologlar arasında fikir aykırılıkları bulunmaktadır. Yine ilgilenmenin etkili yardıma nasıl dönüştürülebileceği konusunda uygulamalı antropologlar uzlaşı sağlayabilmiş değildir. Planlanan Değişikliğin Etkilerinin Belirlenmesinde Karşılaşılan Zorluklar :Teklif edilen değişikliğin hedef toplumun faydasına olup olmayacağına ilişkin karar her zaman kolaylıkla verilemez. Belli durumlarda, örneğin iyileştirilmiş tıbbi bakımla ilgili durumlarda hedef topluma sunulan yararlar sorgulanmamaktadır. Hepimizin bildiği gibi sağlık, hastalıktan iyidir, ancak bu her zaman gerçek olmayabilir. Örneğin, hastalıklara karşı yapılan aşılama gibi kamusal sağlık iyiliğini düşünelim. Aşılamanın popülasyonun hayatta kalma oranı üzerinde faydalı bir etkisi olacağı kesin olmakla birlikte, ölüm oranlarında meydana gelecek azalma yeni sorunlara yol açması muhtemel öngörülemeyen sonuçlara yol açabilir. Aşılama programı başladıktan sonra hayatta kalan çocuk sayısı muhtemelen artacaktır. Ancak gıda üretimi oranı buna göre arttırılamazsa hedef toplumun sahip olduğu teknoloji, sermaye ve toprak kaynakları düzeyi dikkate alındığında bu kez açlık nedeniyle meydana gelen ölümlerin oranı, önceden yaşanan ölüm oranlarına erişebilir ve hatta bu oranları geçebilir. Bu tür bir durumda aşılama programı en azından uzun dönemde ölüm nedeninde değişiklikler meydana getirecektir. Bu örnekte altı çizilen nokta şudur: Planlı değişim programının kısa dönemde faydalı sonuçları olsa bile programın uzun dönemli etkileri üzerinde önemle durulup düşünülmeli ve incelemelidir. ***Teklif edilen bir kültürel değişikliğin uzun dönem sonuçlarının açık bir şekilde zararlı olduğu durumlarda antropologlar söz konusu toplumdaki insanlar istekli olsalar bile değişimin topluma getireceği maliyetin değip değmeyeceğini belirleyebilir. ***Planlı kültürel değişikliklerin bir diğer talihsiz, ancak son derece yaygın yan etkisi yeme alışkanlıklarında meydana gelen bozulmalardır. İnsanlar belli yabancı gıdaların yerel ürünlerden daha fazla besin değerine, prestije ya da tada sahip olduğuna ve dolayısıyla bunların daha istendik olduğuna ikna olduktan sonra bu yeni besin maddelerini yeterince alamayacaklarını fark etmektedir. Planlanan Değişimlerin Kurumsallaştırılmasına İlişkin Zorluklar:Örneğin, sağlık çalışanları, insanları su sistemlerindeki yanlışlıklar nedeniyle hasta olduklarına ikna etme konusunda çoğunlukla zorluk yaşamaktadır. Çok sayıda insan hastalığın su gibi bir şeyle bulaşacağına inanmamaktadır. Diğer örneklerde hedef popülasyon mükemmel bir şekilde problemin farkındadır. Buna ilişkin bir örnek 1960’larda aile planlama yöntemleri sunulan Tayvanlı kadınlarla ilgilidir. Kadınlar istediklerinden ya da bakabileceklerinden daha fazla sayıda çocukları olduğunu biliyorlardı ve doğum oranlarını kontrol etmeye istekliydiler. Bu programa hiçbir direniş göstermediler. Bu kadınlara sadece uygun araçlar ve talimatlar verilmiş ve doğum oranları, hızlı bir şekilde daha istendik ve yönetilmesi daha mümkün düzeylere gerilemiştir. Hedef Popülasyonun Değişime Direnmesi :yerel halkın bir yeniliği kabul etmesini ya da davranışlarını değiştirmesini sağlamak her zaman kolay değildir.planlı kültürel değişimlerin hedefi iki açıdan değerlendirilebilir: 1- Planlı kültürel değişimler, her zaman fiziksel ortamda ve insanların davranışlarında değişiklikler yaratılmasını amaçlar. 2- Davranışta meydana gelen uygun değişiklikler, çevresel değişikliklere eşlik etmezse projenin faydalı olup olmadığı kuşkulu hâle gelir.Örneğin; bir projenin hedefi, bir tür yeni binalar inşa etmek olduğunda sadece bu binaların inşa edilmesi projenin başarılı olarak görülmesi için yeterli değildir. Söz konusu binalar kullanmaları hedeflenen insanlar tarafından kullanılmalıdır. ***Bir toplumun planlanan kültürel değişikliklere direniş göstermesi çoğunluklaplanlamacıların nadiren tahmin ettiği etmenlerden kaynaklanmaktadır. Örneğin, yeniliği betimlemede kullanılan çeşitli sembolleri anlamama gibi. Bizler için tamamen belirsiz gelen semboller bile çeşitli insanlar tarafından pek çok farklı şekilde yorumlanabilir. Örneğin, çok sayıda ABD yabancı yardım programında iki eli arkadaşça birbirini tutmuş şekilde gösteren sembol, çeşitli yerel projelerdeki amacın tamamen onurlu, hatta arkadaşça olduğunu göstermek üzere kamyonların üzerlerinde, diğer yerlerde kullanılmaktadır. Açıkçası sembolü tasarlayan kişiler, bu sembolün farklı bir şekilde yorumlanacağı bir durumla karşılaşmamaktadır. Ancak belli bölgelerde bu sembol, Amerikalıların sadece yerel halkı köleleştirmek üzere diğer ülkelere gittiğinin bir kanıtı olarak görülmektedir (Çünkü eller zıt yönlerden gelmektedir.). Tayland’daki yerel halk için bu sembol manevi dünyayı ifade etmektedir, çünkü gerçek hayatta bedenden ayrılmış eller yoktur. ***Bir sembolü yanlış yorumlama olasılığının önem taşımadığı durumlarda bile diğer etmenler, planlanan kültürel değişimin önünde engel teşkil edebilir. Bu tür etmenler üç kategoriye ayrılabilir: kültürel engeller, toplumsal engeller ve psikolojik engeller. Ancak bu üç kategori kimi zaman örtüşmektedir. Kültürel engeller, yeniliğin kabul edilmesine engel olan paylaşılan davranışlar, tutumlar ve inançlardır. ***Dinî inanç ve uygulamalar da planlanan bir değişimin kabul görmesini engelleyebilir. Kişiler arası ilişkilere ilişkin geleneksel örüntüler ya da geleneksel toplumsal kuruluşlar, sunulan yenilikler çelişkilere neden olduğunda planlanan değişikliklerin önünde engeller meydana gelebilir. Planlanan değişiklikler bir topluma sunulduğunda bunların kabul edilmesi ayrıca psikolojik etmenlere de bağlıdır. Diğer bir deyişle, bireylerin hem yeniliğe hem de değişim kurumuna ilişkin algılarının nasıl olduğuna bağlıdır. ***Planlanmış değişimlerin kabul edilmesi, toplumsal etmenlere de bağlı olabilir.Değişikliğe karşı gösterilen direnişin nedeni; kültürel, psikolojik ya da toplumsal olabileceği gibi hedeflenen bireylerin sunulan değişikliklerle ilgili olarak bu değişikliklerin kendileri için maddi ya da ekonomik faydası olmadığını düşünmesi de değişikliklere karşı direnişe yol açabilir. Yerel Etkileme Kanallarının Bulunması ve Kullanılması: Kültürel bir değişim içeren bir proje planlanırken proje idarecisi, hedef popülasyondaki normal etkileme kanallarının neler olduğunu belirlemelidir. Çoğu toplumda önceden kurulmuş olan iletişim ağları ve rehberlik etmesi ve yönlendirmesi için başvurulan son derece prestijli ya da etkili kişiler bulunmaktadır. Bu tür etkileme kanallarına ilişkin bir anlayışa sahip olunması, bir değişiklik programının bölgeye nasıl sunulacağına ilişkin karar verilmesine yönelik süreçte son derece faydalıdır. Ayrıca hangi etkileme kanalının bilgi verme ve değişikliklerin kabul edilmesini sağlamada hangi zamanlarda ve ne tür durumlarda diğer etkileme kanallarına oranla daha etkili olacağının mümkün olduğunu bilmek de faydalı olacaktır. Uygulamalı Antropolojinin İmajı :20. yüzyılın büyük bölümünde uygulamalı antropolojinin nispeten olumsuz bir imajı olmuştur. Bunun nedeni, büyük oranda uygulamalı antropolojinin erken dönemde kolonileşme ile ilişkilendirilmesidir. Özellikle İngilizler olmak üzere koloni güçlerinin büyük bölümü yerel halkların idaresini kolaylaştırmaya yardımcı olmaları için antropologları görevlendirmiştir. Bu antropologlar tarafından yapılan çalışmalarda ulaşılan bulgular, yerel halkın ihtiyaçlarıyla her zaman aynı örtüşmeyen koloni idarecilerinin ihtiyaçlarının giderilmesi için kullanılmıştır. Koloni idaresiyle girdiği bu ilişki nedeniyle uygulamalı antropoloji kuşkulu etik standartlar içeren bir bilim dalı olarak görülmüştür. Daha genel anlamda bazı antropologlar uygulamalı antropolojinin kültürel görecelilikle uzlaşmalarını gerektireceğini düşündükleri için uygulamalı antropolojiyi reddetmiştir.Son zamanlara kadar uygulamalı antropoloji çok sayıda antropolog tarafından tam olarak meşru olmayan bir alan olarak değerlendirilmiştir. Örneğin Angrosino şu görüşü ileri sürmüştür: “Aristokrat bir ailenin ödemelerine devam etmek amacıyla ticarete girmesi gibi uygulamalı antropologlar da bilim dallarının erdemini basitleştirmekteydi.” Etnosentrizm Sorunu:Etnosentrizm, kişinin kendi kültürünün en iyi olduğu inancıdır. Planlanan değişiklikleri uygulayacak olan kişiler ayrıca kendi etnosentrikyaklaşımlarından kaynaklanan sorunlara karşı da kendilerini savunmak zorundadır.Bu kişilerin çoğu Amerika’da ve Amerikan kurallarına göre eğitim almış olduğundan çoğunlukla uygun olsun ya da olmasın çalışma yaptıkları tüm ülkelerde Amerikan davranış tarzını yerleştirerek projelerinin başarılı olmasını sağlamaya çalışmaktadır. Kültürel değişkenliklere bu şekilde duyarlı olunmamasına ilişkin bir örnek İran’daki bir grup insana yönelik olarak sağlık koşullarını iyileştirmek için duşlar tasarlayan “teknik uzman”ın faaliyetleridir. Bu uzman, bu bölgedeki erkeklerin diğer erkekler tarafından bile olsa çıplakken başka kişiler tarafından görülmekten hoşlanmadığı konusunda bilgi edinmemiştir. Bu bilgiden yoksun olduğu için yenilikçi uzman, duş bölümleri arasında perde olmayacak şekilde Amerika’daki tipik erkek yurtlarındaki gibi duşlar tasarlamıştır. Kuşkusuz bu tasarım, İranlı erkekler tarafından sevilmemiş ve kullanılmamıştır. İdarecilerle Çalışmanın Zorlukları:Değişiklikleri uygulamaya sokan kişiler etnosentrizmden kaçınsa ve hedef popülasyonla uyumlu şekilde çalışsa bile değişiklikleri uygulayan kişiler ile adına çalıştıkları örgütler arasındaki ilişkiler etkili değişimlerin meydana getirilmesine engel olabilir.idareciler değişikliklerin son derece hızlı bir şekilde uygulanmasını isteyebilir ve teklif edilen değişiklikler hedef popülasyon için en iyi çözüm olmasa bile dışarıdaki kişilere iyi gözükecek sonuçların alınmasını sağlayabilir. Değişimi uygulayan kişilere çalışmalarını yapmaları konusunda önemli ölçüde özerklik verilirse başarı olasılığı daha fazla olacaktır. Yapılan Kültürlerarası Hatalar :Kültürlerarası bir ortamda çalışma yapmaya çalışırken antropologlar çoğunlukla çeşitli iletişim riskleriyle karşılaşmaktadır. Farklı kültürlerde yaşayan insanların dilleri farklıdır ve bu insanların vücut dilleri de çoğunlukla farklıdır. Desmond Morris’in belirttiği gibi kişinin kulak memesini masumca çekmek beş farklı Akdeniz kültüründe beş farklı anlama gelmektedir. Bir İspanyol için bu hareket, “Sen beleşçisin.”, Yunanlı için “Sen bir korkaksın.”, İtalyan içinse “Kaybol ortalıktan.” demektir. Sadece bir Portekizli için bu hareketin güzel bir anlamı vardır ve dolayısıyla bir hakaret olarak yorumlanmaz. Uygulamalı Antropolojinin Kabulü:Uygulamalı antropolojiye yönelik tutumlar, dönem dönem ve ülkeden ülkeye değişiklik göstermiştir.Uygulamalı antropolojiye yönelik söz konusu tutum farklılığı nasıl açıklayabilir? Buna ilişkin en az iki etmen açıklama getirmektedir: Uygulamalı antropoloji kolonizmle ilgili mi değil mi ve uygulamalı antropologlara yönelik çalışma piyasası ne durumdadır? ABD’deki çoğu antropologun uygulamalı antropoloji ile ilgili olumsuz duygulara sahip olmasının nedenlerinden biri uygulamalı antropolojinin İngilterede ve daha az oranda da Fransa, Belçika ve Hollanda gibi ülkelerdeki erken dönem gelişimi ile ilgilidir. İlk zamanlarda bu ülkelerin antropologları kendi kolonilerinin idaresini kolaylaştırmak üzere görevlendirmiştir.Her şeyden önce antropologlar tarafından gerçekleştirilen çalışmaların hedeflenen faydalanıcı kitlesi, koloni güçlerinin yönetiminde bulunan insanlar değil, koloni yöneticileri olmuştur. Ne yazık ki bu çalışmalar sonucu elde edilen bilgiler çoğunlukla yerli halkın ihtiyaçlarını ve isteklerini gözardı etmek üzere kullanıldığı için uygulamalı antropoloji yaşam serüvenine sorgulanmaya açık bir ünle başlamıştır. ****Uygulamalı antropoloji, antropologların çoğunlukla üniversiteler ve müzeler dışında görevlendirilmeleri tercih edilmektedir. Örneğin, Meksika’da antropologların çoğu hükümet kurumlarında ve enstitülerde görevlendirilmekte, toplumsal sorunlar konusunda çalışmaktadırlar. Öte yandan antropolojinin modern dünyanın sorunlarına dikkate alındığında müdahele etmesinin meşru ve hatta gerekli olduğunu düşünen antropologlar da bulunmaktadır. ***Uygulamalı antropolojiyi savunanlar tarafından ileri sürülen bir diğer görüş de şudur: Kültürel değişimle ilgili programlarda yer almamak ya da yorumda bulunmamak etik değildir, çünkü açlık ve hastalık gibi sorunlardan kurtulmak isteyen dünya çapında milyonlarca insan bulunmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren ABD ve İngiltere gibi ülkelerdeki uygulamalı antropologlar politik ve askerî konulardan uzaklaşıp büyük oranda sağlıkla ilgili, ekonomik ve eğitimsel ilerlemeler üzerinde odaklanmıştır. Uygulamalı Antropolojinin Özel Nitelikleri : 1- Katılımlı gözlem: 20. yüzyıl antropolojisinin en belirgin özelliği olan doğrudan alanın gözlenmesi ikincil bilgi kaynakları temel alınarak ulaşılması muhtemel toplumsal-kültürel gerçeklikler hakkında daha eksiksiz bir anlayış geliştirilmesini sağlayabilir 2- Bütüncül bakış açısı:Antropolojinin bu ayırt edici özelliği, birden fazla değişkene bakılmasını ve insanların yaşadıkları sorunların tarihsel, ekonomik ve kültürel bağlamlarda görülmesini gerekli kılmaktadır. 3- Bölgesel bir uzmanlığın gelişmesi: . Örneğin, Zambiya’da doktora araştırmasını yapan bir kültür antropologu daha sonra alan çalışmaları yapmak üzere bu ülkeye sık sık gelecektir. Dolayısıyla kültürel bir bölgeyle uzun dönem ilişkide olunması sonucunda antropologlar politika yapan kişilerin çoğunda bulunmayan derinlemesine coğrafi bilgiler sunabilecektir. 4- Toplumda yaşamakta olan kişiler için anlamlı olacak şekilde bir davranışın betimlenmesi: Projenin ortamı, ister Zimbabwe’deki tarımsal kalkınma planı olsun isterse Peru’nun kırsal kesimlerindeki bir sınıf olsun uygulamalı antropolog projeye yerel halkın bakış açısını taşır. Buna antropologlar emik bakış açısı adını vermektedir. Kendilerinin değil yerel halkın zihinsel kategorilerini ve varsayımlarını kullanarak bu bakış açısını benimseyen antropologlar programı planlayanlara ve idarecilere planlanan değişim programının sonuçlarını ciddi şekilde etkilemesi muhtemel stratejik bilgiler verebilir. 5- Kültürel göreceliğin temel değere yönelimi: Kültürel Görecelilik: Her bir antropologun aldığı eğitimin hayati bir parçası olan kültürel göreceliliğin temel ilkesi hoşgörünün arttırılmasıdır. Hoşgörü, karmaşık örgütlerde çalışan uygulamalı antropologlar için özellikle gerekebilir. ****Diğer bilim dallarıyla karşılaştırıldığında antropolojinin toplumsal sorunların çözümünde sahip olduğu etkiyi kısıtlayan bazı olumsuz yönleri de mevcuttur. Bu yönler: 1- Antropologlar henüz zaman açısından etkili araştırma yöntemleri geliştirememiştir. 2- “İnsanları” koruma çabasıyla antropologlar çoğunlukla ön yargılar geliştirmektedir ve bu tür ön yargılar da antropologların yerel halkın çıkarları ile projeyi idare eden kişilerin çıkarları arasında bir denge oluşturmaktan alıkoymaktadır. 3- Nitel araştırma yöntemleri konusunda güçlü geleneklere sahip olan antropologlar, son zamanlarda nicel yaklaşımlar kullanmaya başlamış olsa da, nicel verilerin kullanılması konusunda nispeten yetersiz kalmaktadırlar. Uygulamalı Antropologların Özel Rolleri : Uygulamalı antropologlar ayrıca Van Willigen tarafından betimlenmiş olan bir dizi özel rol de üstlenmektedir: #Politika Araştırmacısı: politika yapan kişilerin en bilgili şekilde politik kararlar vermesini sağlamak için kültürel verilerin bu kişilere ulaştırılmasını içermektedir. #Değerlendirmeci: değerlendirmeciler araştırma konusunda sahip oldukları becerileri bir program ya da politikanın hedeflerine ne ölçüde ulaşacağını belirlemek üzere kullanmaktadır. #Etki Değerlendirmecisi: Bu rol, belli bir projenin, programın ya da politikanın yerel halk üzerindeki etkisinin ölçülmesini ya da değerlendirilmesini gerektirmektedir. #Planlamacı: uygulamalı antropolog etkin bir çeşitli programların, politikaların ve projelerin tasarlanmasında yer almaktadır. #Araştırma Analizcisi: Bu rolde uygulamalı antropolog araştırmada ulaşılan bulguları yorumlayarak politika yapan kişilerin, planlamacıların ve idarecilerin kültürel açıdan duyarlı kararlar vermesini sağlayabilir. #İhtiyaç Değerlendirmecisi: Bu rol kapsamında teklif edilen bir programa ya da projeye ihtiyaç olup olmadığını önceden belirlemek üzere tasarlanan özel bir araştırma türü gerçekleştirilir. #Eğitimci: Bu rolü üstlenen uygulamalı antropolog, belli halklar konusunda kültürel bilgiler toplayarak bu bilgileri kültürlerarası durumlarda çalışmaları beklenen farklı gruplara vermektedir (Örneğin, Suudi Arabistan’da ABD büyükelçilik binasını iki yıl çalışarak inşa etmesi beklenen ABD’li mühendislerin Suudi Arabistan’ın kültürel ortamı konusunda daha bilinçli olmalarının sağlanması amacıyla eğitilmeleri.). #Savunmacı (Müdafi): Nadiren rastlanan bu rolde belli insan grupları etkin şekilde savunulmaktadır. #Bilirkişi: Genellikle bu rol kısa dönemli olarak üstlenilmektedir ve yasal belgeler ya da doğrudan yeminli şahitlik yoluyla yargı sürecinin bir parçası olarak kültürel bakımdan ilgili araştırma bulgularının sunulmasını içermektedir. #İdareci/Yönetici: Belli bir projenin idari sorumluluğunu taşıyan bir uygulamalı antropolog bu özel rolü üstlenmiş demektir. #Kültür Komisyoncusu: uygulamalı antropolog bir yandan program planlamacısı ile idareciler arasındaki bağlantıyı sağlar, diğer yandan da yerel etnik toplumlarla bağlantıyı gerçekleştirir. *****Bu özel roller birbirlerinden tamamen farklı değildir. Çoğunlukla görüldüğü gibi uygulamalı antropologlar aynı çalışmanın parçaları şeklinde bu rollerden ikisini veya daha çoğunu aynı andaüstlenmektedir. Uygulamalı Antropolojinin Etiği:Antropologların; katılımcılarına, bilim dallarına, antropolojiden ve antropoloji dışındaki alanlardan meslektaşlarına, hükümetlerine, çalışma yaptıkları toplumların hükümetlerine ve kendi çalışmalarına mali destek veren kuruluşlara karşı sorumlulukları bulunmaktadır.Antropologların her birinin kendi etik davranışları konusunda kendi mesleki sorumluklarını taşıdıkları açıkça kabul edilmektedir. ***Amerikan Antropoloji Birliğinin “Etik” konulu açıklaması şöyledir: Antropologların birincil sorumluluğu bunları (etik ikilemleri) tahmin etmek ve ne üzerinde çalışma yaptıkları kişilere ne de mümkün olduğu kadar akademik topluluklarına hiçbir zarar vermeksizin bu ikilemleri çözüme kavuşturmaktır. Bu koşulların yerine getirilemediği durumlarda antropologun söz konusu araştırmayı gerçekleştirmemesi önerilmektedir. ***1919 yılında ABD’deki ilk kuşak antropologların en önde geleni olan Franz Boas, bilimsel araştırmalar yaptıklarını söyleyerek casusluk faaliyetlerine katılan meslektaşlarını sert bir dille eleştirmiştir. Nation dergisinde bu konuda yazılar yazan Boas, şu yorumu yapmaktadır: “Bilimi politik casusluk için bir örtü şeklinde kullanan kişi affedilemez bir şekilde ona zarar vermekte ve bilim adamı olarak sınıflandırılma hakkından uzaklaşmaktadır.” ***Antropologun ilk sorumluluğu üzerinde çalışma yapılan insanlara yöneliktir. Bu insanların refahlarını ve onurlarını korumayı sağlamak üzere herşey yapılmalıdır. Antropologlar ayrıca araştırmalarını okuyacak insanlara karşı da sorumludur. Mayıs 1971’de Amerikan Antropoloji Birliği tarafından kabul edilen “Mesleki Sorumluluk İlkeleri”ne göre araştırma sonucunda ulaşılan bulgular açık ve güvenilir bir şekilde bildirilmelidir.Muhtemelen en önemli etik soru şudur: Hedeflenen değişim gerçekten incelenen popülasyonun yararına olacak mıdır? ***1971 yılında Amerikan Antropoloji Birliği “Mesleki Sorumluluk İlkeleri”ni kabul etmiş ve bir Etik Komitesi kurmuştur. Ayrıca 1948’de hazırlanan rapor 1974 yılında yeniden gözden geçirilmiştir. Mesleki sorumluluk ilkelerine göre hedef toplum, politikaların oluşumuna mümkün olduğu kadar büyük oranda dahil edilmelidir, bu şekilde toplumdaki insanlar önceden programın kendilerini nasıl etkileyebileceğini bilecektir. Ancak ilkelerin belki de en önemli boyutu antropologların etkileri faydalı olmayacak hiçbir planda yer almama konusunda taahhütte bulunmasını gerekli kılmasıdır. Eğer bir antropolog bir planın etkilerinin yararlı olmayacağını düşünürse katılmaktan vazgeçebilir ve amaçlanan değişiklik konusunda hedef toplumu bilgilendirebilir. Öte yandan Uygulamalı Antropoloji Topluluğu 1975 yılında Mesleki ve Etik Sorumluluklar Açıklamasını yayınlamıştır. Uygulamalı Antropolojide Yeni Gelişmeler: “Teknolojik determinizm”in aksine mikro bilgisayarlarla ilgili olarak farklı bir değişim uygulamalı antropolojide son zamanlarda görülen gelişmelerdir. uygulamalı antropologların sayısı artmış . 1960’ların durgun döneminin ardından antropologlar için akademik alanlarda çalışma olasılığı son derece azalmıştır. Buna karşın çok sayıda antropolog devlet kurumlarında, şirketlerde ve uluslararası kuruluşlarda işe girmiştir. Uygulama yapan antropologlara yönelik bölgesel örgütler kurulmuştur ve hızla gelişmekte olan Ulusal Uygulamacı Antropologlar Birliği (NAPA) meydana getirilmiştir. ***1980’li yıllarda antropologlar tarafından gerçekleştirilen araştırmalar giderek artan şekilde Dünya Bankası, UNICEF, Dünya Sağlık Örgütü, çeşitli kamusal ve özel sağlık kuruluşları, çok disiplinli gelişme programları ve diğer ortamlar tarafından talep edilir hâle gelmiştir. Uygulama dünyasında araştırmaların hızı çoğunlukla artış göstermiş, verilere duyulan ihtiyaç artmıştır. Hızlı Etnografik İşleyişler :1970’lerde uygulamalı sosyal bilimlerin çeşitli farklı alanlarında hızla değerlendirme yapılmasına yönelik baskılar ortaya çıkmıştır. Tarım sektöründe çalışan araştırmacılar yaygın şekilde dağıtılan ve uyarlanan belli yöntemleri ve kılavuzları geliştiren ilk kişilerdir. 1970’li yıllarda bu kavramlara ilişkin basılı olmayan çalışmalar araştırmacılar arasında yayılmıştır. ***Tıbbi antropolojide Büyük çaplı, çok disiplinli araştırma projeleri geliştirilmiştir. Bu projeler birkaç haftalık yoğun çalışmalarda sistematik ve odaklı etnografik süreçlerin gerçekleştirilmesini gerektirmiştir. Bu tür projelerden birinde T. Marchione Cornell Üniversitesi, Nüfus Konseyi ve Columbia Üniversitesi, Kamu Sağlığı Fakültesinden araştırmacılar tarafından gerçekleştirilen bebek besleme uygulamaları konusunda yapılacak etnografik araştırmalarda kullanılacak alan el kitabı hazırlama çalışmasına başkanlık etmiştir. 1980’lerin son bölümlerinde bir dizi uygulamalı antropolog sağlık/beslenme araştırmasının çeşitli bölümleri için ve deniz kaynakları, ormancılık, hayvancılık ve bahçe işleri alanlar için kılavuzların ya da el kitaplarının yazımında yer almıştır. Scrimshaw ve Hurtado tarafından yazılan orijinal RAP el kitabı AIDS ve sara hastalığı gibi belli konulara uyarlanmıştır; Gretel Pelto son zamanlarda Dünya Sağlık Örgütü için akut solunum hastalıkları konusunda veri toplamaya ilişkin kapsamlı bir el kitabı geliştirmiştir ve Bentley vd. ise çocukların ishal rahatsızlıkları sırasında neler yiyeceklerini yönetmeye ilişkin bir program kapsamında hızlı etnografik değerlendirmeye yönelik bir alan kılavuzu hazırlamıştır. “Veriler araştırmanın sonraki evreleri için acil şekilde gerekli olduğu için her bir alan için veri toplama ve çözümlemeye ayrılan süre altı hafta olmuştur.” ***Hızlı değerlendirmenin çeşitli biçimleri önemli katılımcılarla görüşmeler yapılmasını ve doğrudan gözlemler gerçekleştirilmesini ağırlıklı şekilde vurgulamaktadır.Önemli katılımcıların seçilmesi, sistemleştirmenin daha fazla oranda gerçekleştirildiği bir diğer alandır. Johnson, son zamanlarda buna ilişkin olarak Selecting Ethnographic Informants (Etnografik Çalışmalarda Katılımcıların Seçilmesi) (1990) başlığı altında kılavuz yayınlamıştır. Bu kitapta ortaya çıkan verilerle yönlendirilen katılımcı seçme yönteminin kullanıldığı tekniğin aksine kurama dayalı çerçevelerin kullanılmasına bağlı olarak katılımcıların belirlenmesine ilişkin örnekler sunulmaktadır. Johnson, katılımcıların temsilî olması sağlandıktan sonra “çalışmaya katılmaya gönüllü olma, güvenilirlik ve diğer kişisel özellikler uyarınca taramanın yapılacağını” belirtmektedir. “Bu noktada kişisel özellikler daha az ön yargı riski taşıyan katılımcı seçme sürecini yönlendirebilir.” Nitel Verilerin Anlaşılması :Nitel verilerin incelenmesine yönelik yeni ilgi, son derece farklı bir yönden ortaya çıkmaktadır. Önceden de belirtildiği gibi mikro bilgisayarların gelişmesi alanda tutulan notların ve diğer karmaşık metin materyallerinin incelenmesinde kullanılmak üzere kapsamlı yazılım programlarının hazırlanması olasılığı üzerinde odaklanmıştır. Günümüzde bazı araştırmacılar sistematik, kolaylıkla erişilebilir bir şekilde alanda notların tutulması için NOTEBOOK gibi programları kullanmaktadır. ZY-INDEX, ANYWORD, GOFER ve diğer sözcük araştırmaya dönük programlar kapsamlı alan notlarının araştırılması ya da taranması amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Nicel ve nitel verilerin karşılıklı ilişkilendirilmesine yönelik yeni eğilimler uyarınca Wellman, metinsel materyallerin istatistiksel çözümlemeyle bütünleştirilmesi konusunda bir sistem betimlemiştir. ***Bazı antropologlar, nitel araştırmayı bilimsel olmayan, hatta bilime ters terimler kullanarak tanımlasa da 1980’lerin başlıca eğilimi nitel materyallerle ulaşılan sonuçların daha açık, daha belirgin olmasına ve tekrar edilebilme özelliğinin arttırılmasına yönelik olmuştur. Elektronik Çağında İletişim ve Verilerin Paylaşılması:BITNET ve diğer ulusal ve uluslararası elektronik posta sistemlerinin belirlenmesi 1980’lerin sonunda araştırmacılar için önemli kaynaklar hâline gelmiştir. Günümüzde enformel toplantıların BITNET yoluyla düzenlenmesi kolaydır ve elektronik haber panoları araştırma materyallerinin alışverişinin yapılmasına katkıda bulunmuştur. Douglas White tarafından başlatılan World Cultures, ilk elektronik antropoloji dergisidir. Bu yayın disketlerle dağıtılmaktadır ve büyük ölçüde kültürlerarası veri dizilerini ve kültürlerarası araştırma yöntemi hakkındaki tartışmaları içermektedir. Araştırma Yöntemleri Alanında Lisansüstü Eğitimi: Üniversitelerdeki antropoloji bölümlerinde araştırma yöntemleri hakkında lisansüstü eğitimi sayı ve kalite bakımından gelişmemiştir. Ancak günümüzde lisansüstü öğrencilerin araştırma konusunda herhangi bir eğitim almaksızın doktora çalışmaları için alan çalışmasına gönderildiği “güzel, eski günler” geçmişte kalmışa benzemektedir. ***Plattner, son zamanlarda tüm bölümlerin lisansüstü öğrencilerine sunabilecekleri temel yöntem becerilerini içeren deneme mahiyetinde bir envanter yayınlamıştır.Plattner’in temel envanteri öğreticidir, çünkü sosyokültürel antropolojinin tüm bölümlerine uygulanabilen temel becerilerin büyük kısmını kapsamaktadır. Görüşme becerileri, doğrudan gözlem, yerel dili öğrenme, verilerin kaydedilmesi ve kodlama ile nitel araştırmanın diğer boyutları tüm etnografik çalışmaların temelini oluşturmaktadır. Buna ek olarak Plattner şu yorumda bulunmaktadır: “Tüm kültürel antropologlar nicel veri toplama ve çözümlemenin unsurlarını bilmelidir. Kültürel antropoloji alanında lisansüstü eğitim kapsamında nicel açıdan bir hipotezin test edilmesine yönelik bir araştırma tasarımının geliştirilmesi bulunmalıdır.” **Tüm lisansüstü programların her tür etnografik yöntemde eğitim vermesi gerektiğini ileri sürerek Plattner şu görüşü önermektedir: “Etkinlik araştırma araç ve teknikleri nispeten kuramsal çerçevelerden bağımsızdır. Yöntemsel tekniklerle kuramsal formülasyonlar arasında olduğu düşünülen ilişkiler büyük ölçüde “tarihsel tesadüfler”dir. Hayat geçmişleri, yığınların sıralanması, eşleştirilen gözlemler bazı kuramsal formülasyonların imgelerini çağrıştırabilir, ancak bunlar eşit ölçüde son derece farklı kavramsal modellere sahip araştırmacıların amaçlarına da hizmet edebilir. Kuşkusuz ikincil veri kaynakları olan nüfus sayımları, gazete açıklamaları, ticari belgeler, mahkeme davaları, hayati istatistiksel bilgiler, kilise kayıtları için de aynı görüş ifade edilebilir. Bunlar da birbiriyle rekabet hâlinde olan kuramsal paradigmalarda sıklıkla kullanılmaktadır. Buradaki ana konu şudur, antropoloji eğitiminin belli etnografik becerilerin tümünü içermesi ve antropolojik raporlamanın geniş topluluklara güven verecek veriler üreterek bunları incelemesidir. Çalıştaylar, Yaz Enstitüleri ve Diğer Eğitimler:Lisansüstü programlarda yöntem konusunda eğitim verilmesi fazlaca vurgulanmış olsa da mikro bilgisayar teknikleri, istatistik ve diğer araştırma araçları konusunda uzmanlaşma eğitimi günümüzde çeşitli çalıştaylarda ve diğer kısa dönemli eğitimlerde verilmektedir. ***Bir ya da iki haftalık kısa dönem çalışmalar özellikle uluslararası sağlık araştırmalarında yaygındır. Dünya Sağlık Örgütü ve diğer kuruluşlar ishal, akut solunum enfeksiyonları, AIDS ve tıbbi antropologların yer aldığı diğer konularda çalışmalar yapılması amacıyla araştırma tasarımları hakkında bir dizi çalıştayı desteklemektedir. ***Gelişmekte olan ülkelerdeki sosyal bilim araştırmacılarının veri toplama becerilerini ve araştırma tasarlama bilgisini desteklemek üzere çalıştayların büyük bölümü, Üçüncü Dünya ülkelerinde gerçekleştirilmektedir.Ford Vakfı tarafından desteklenen Hindistan’daki kadın grupları örneğinde çalıştayların amacı kısmen mikro bilgisayar teknolojisi aracılığıyla kadın sağlığına ilişkin yapılan etnografik çalışmaların kalitesini ve sayısını arttırmak olmuştur. Burada ilk aşama bilgisayara aktarılan alan notlarından oluşan yoğun dosyalar geliştirmektir. Bunun ardından kullanılması kolay yazılım programları ile kodlama, endeksleme ve verileri kullanma sistemli bir hâle getirilebilir. Buna ek olarak kadınların hastalıklarının bazı alanları sistematik veri çözümlemesi amacıyla ANTHROPAC programı kullanılarak araştırılabilir ve örüntüler çözümlenebilir.