MISIR`DAN SONRAKİ SAYFA: İSLAM DÜNYASINDA ABD İÇİN YEN

advertisement
MISIR’DAN SONRAKİ SAYFA:
İSLAM DÜNYASINDA ABD İÇİN YEN BİR HOŞGELDİN FIRSATI DOĞDU MU?
Mısır’da sadece bir halk devrimi gerçekleşmedi. Aynı zamanda adeta satranç
hamleleri gibi televizyonlarda yaşanan bir demeç trafiğinin rekabetini izledik. En
azından dünyanın bu yakasında gözler Başkan Obama’nın konuşmasını ardından
devrik Cumhurbaşkanı Mübarek’in konuşmasını izlediler. Sonraki günler boyunca hep
son noktayı koyacak konuşmayı beklerken, Obama’dan umutla mesaj alıp,
Mübarek’ten hayal kırıklığıyla yeni bir bekleyişe geçti kalabalıklar. Sadece Tahrir
Meydanındaki kalabalıklar değil, televizyonları başındaki milyonlarca kalabalıklar ki
her biri onlarca ülkede yaşıyorlar.
Bu yüzdendir ki, Mısır’da bir halk devrimi olduktan sonra, ileriye bakıp sonraki
sayfada neler olduğunu konuşacaksak, önce gerideki sayfalarda yaşananları doğru
tahlil etmemiz gerekiyor. Çünkü geçen 4 hafta içinde yaşananlar, ABD’nin İslam
dünyasında 2001 yılından beri varlığına çok farklı bir pencereyi açmış oldu. Bir
Amerikan Başkanının televizyonlarda yükselen demokrasi ve özgürlük sesi, bir
hareketin öncü habercisi olarak değil, harekete geçen bir Müslüman-Arap halkının
arkasından ve sanki o halk ile birlikte meydanlarda bağıran bir sivil direniş haykırışı
gibi geldi. Bundan birkaç yıl önce böyle bir fotoğrafı kim hayal edebilirdi? Bu realite,
ister Amerikan Başkanı ve ekibinin isteğiyle gerçekleşmiş olsun, isterse zorunlu
olarak başka tercihleri kalmadığı için böyle davranmış olsunlar, artık yeni bir
durumdan bahsetmek gerekiyor.
Şimdi biten sayfanın son satırına tekrar bakalım. Başkan Obama, diğer tüm
seçeneklere rağmen ve başka aktörlerin alternatif önerilerine rağmen Mübarek ve
yakın ekibinin “daha fazla zaman kaybetmeden” ayrılması ve daha kötü olamayan bir
ayrılık seçeneğine başvurulmadan yönetimin el değiştirmesi için açık ve net bir tavır
aldı. Oldukça nazik bir yöntem izlemesi eleştiri konusu olsa da dünyanın bu
yakasında, sonuçta eski anıların hatırına ve şanına yakışır bir tutum içinde kalmaya
devam etti. Belki de Amerika ile iyi ilişkide olmanın bedelinin devrilmek olmadığını
hatırlatmak istemişti. Zaten bu işin doğasında bir dualite var. Bu bir halk devrimi ise,
halk kimi deviriyor sorusuna cevap vermek gerekiyor. Halkın devirdiği ABD’nin dostu
olan Mübarek mi yoksa halkına karşı artık tahammül edilemez hale gelen demokratik
diktatör Mübarek mi? Şimdilik ABD için bu sorunun cevabı içinde olumsuz bir puan
almasını engelleyecek değerlendirme yok. Yani hasar tespiti yapıldığında, ABD
devrilen değil devirenin dostu olan bir aktör olarak bu süreçten çıkmayı başarmış
gözüküyor.
ABD’nin gerideki sayfalarda yaşadığı problemlerin algoritmasına göz atalım. Genelde
soğuk savaşın bitimi ile birlikte başlayan kötü günlerin parametreleri birbirleri ile
bağlantılı olmaya 1990 Körfez harekâtından itibaren başladı. İsrail-Arap sorunu 1979
yılından itibaren dini kimlik kazanmaya ve başka bir boyuta taşınmaya başladı. Aynı
yıl yaşanan İran İslam Devrimi ile birlikte de silahlı ve örtülü bir savaşın evrimleşmesi
yepyeni bir aşamaya geçti. Filistin Mücadelesinin ise Solcu bir örgüt kimliğinden hızla
İslami kimliğe dönüşmesi ile birlikte, Doğu Akdeniz’de şiddet içeren bir Amerikan
karşıtlığı için mümbit bir zemin oluşmuştu. Yine de bu aşamada soğuk savaşın diğer
faktörlerinin tamamen görmezden gelmek gerçekçi olmaz. Bu sıralarda kendini
arayan bir seyyah gibi, Afganistan topraklarında hedefsiz kalan bir grup savaşçının
kimlik sorgulaması ve kendilerine yeni bir misyon arama çabaları meyvelerini vermek
üzereydi.
Fitili ateşleyecek bir olay eksikti ki, Körfez savaşı için bölgeye gelen Amerikan
askerlerinin Suudi Arabistan topraklarına ayak basması tek ve yeterli bir neden olarak
sahnedeki yerini almış oldu. Gerçi “Haremeyn Toprakları” Suudi Arabistan
topraklarının tamamını kapsamıyordu ama bazı grupların sözü bittiği yere gelinmişti.
Zaten Suudi Yönetimi için de bu aşamadan sonra dual bir perspektif arasında
sıkışma dönemi başlamış oldu: Bir yandan kendini bu pozisyondan kurtarmak diğer
yandan itirazcılara ise kısmen de olsa sessiz kalmak. Sonraki gelişmeler için herkesin
bildiği yüzlerce neden-sonuç ilişkisi ve büyüyen bir sessiz terörizm dalgası ile 2001
yılına gelindi. Afganistan ve Irak savaşı ise, herkesin çok iyi bildiği ama herkesin
üzerinde homojen fikirlere sahip olmadığı 10 yıllık trajedilerle dolu bir dönem yaşattı.
Gerideki sayfalara baktığımızda, dünyanın bu yakasında ABD hakkında olumsuz ve
bazen şiddet içeren iklimin dört nedeni hala varlığını koruyor.
1.
2.
3.
4.
İsrail-Filistin Sorunu,
Anti-Demokratik ve Özgürlüğe Saygısı Bulunmayan Yönetimlerin Varlığı,
İran ve Buna Bağlı Bölgesel Jeopolitik Gerilim
Karmaşık Boyutu olan Terörist Akımlar.
Birleşik Devletlerin 9/11 olayından sonraki yıllar içinde ve özellikle Irak savaşından
sonraki iç savaş sırasında ortaya çıkan anti-Amerikan duruşları ve eylemleri azaltmak
ve yönünü değiştirmek konusundaki çabaları herkes tarafından biliniyor. Bu çabanın
iyi niyeti konusunda kimsenin kuşkusu yok ama yöntemleri hakkında oldukça çok
sayıda eleştiri var. Bu eleştirilerin odak noktası ise, yöntemlerin ne kadar gerçekçi
olduğu ve ne kadar bölge halklarına hitap ettiği yönündedir. Nihayetinde basit bir
analiz ile varılacak sonuç şudur ki, Birleşik Devletler yaşanan bu süreçten ve sadece
Ortadoğu ile sınırlı olmayan geniş bir coğrafyada anti-Amerikancılığın tehlikesini
görmüş ve çözüm bulmak adına sorumluluk almaya niyetlenmiştir.
Yukarıda saydığım 4 neden içerisinde çözümü tek başına ABD’ye bağlı olan hiçbir
başlık yok. Çok taraflı ve herkesin sorumluluk alması gereken bir çözümler dizisi
gerekmektedir. Ama kimsenin ortak bir görüş oluşturmak ve harekete geçmek için ön
almaya hazır olmadığını geçtiğimiz yıllar içinde görmüş olduk. Eğer bir çözüm
olacaksa önce ABD’nin adım atması ve sorumluluk alması kaçınılmaz olmuştu. Belki
de adil olan buydu, çünkü daha güçlü olanın mesuliyeti her zaman daha fazladır. Bu
çerçevede dünkü sayfanın bittiği satırı yani Mısır Halk Devriminin başladığı noktayı
gözden geçirelim.
Karmaşık Terörist Akımlar ile Mücadele konusu taktik bir savaştan stratejik bir savaşa
dönüşmüştür. Yani, terörist akımların hala ve çok sayıda taban bulmalarına neden
olacak siyasi/sosyal iklimin teröre karşı savaş verenler lehine değişmesi gerekiyor.
Bu aşamada finans kaynaklarını kurutmak adına da aynı stratejik üstünlüğün
sağlanması gerekiyor. Kast etiğim para transferlerinin kontrolü değil elbette, asıl
önemli olan para vermeye hazır geniş kesimlerin sayısını marjinal düzeye
indirebilmektir. Mısır Halk Devrimi bu konuda ilginç bir etki oluşturabilir.
İran ve buna bağlı gerilim ise, kısa zamanda gerçekleşebilecek bir sorun değildir.
Bazıları için İran’da domino etkisi ile bir halk devrimi beklentisi daha fazla yüksek
beklenti yaratmış olabilir. Fakat İran’da dengeler bu tarzda bir hareket için fazla
gerçekçi olmayacaktır. Yine de dış faktörlere bağlı olarak, parlamento seçimlerinde
aday belirleme ve adayların onaylanması yöntemlerinde kısmi esneklik gibi
gelişmeler sürpriz sayılmamalıdır. Bence İran konusu Mısır trendinin dışında yer alan
bir dizi parametreye bağlıdır ve bu gelecek aylarda kendini daha fazla gösterecektir.
Anti-demokratik ve özgürlüğe tahammülü olmayan Yönetimlerin varlığı ile şiddete
temayül eden insanların sayısının artması arasında ciddi bir korelasyon vardır. İslam
dünyasında 10 yıllar boyunca varlığını sürdüren ve sadece anti-demokratik olmakla
kalmayıp, özgürlük ve demokrasi taleplerini şiddet ve zulümle cevaplayan yönetimler
jeopolitik problemlerin çok daha ötesinde bir tehdit oluşturmuştur ABD için. Özellikle
de bu Yönetimlerin varlıklarını devam ettirmelerini ve güçlerini Amerika Birleşik
Devletleri’nden aldıkları yönündeki yaygın kanaat, halkların o baskıcı yönetimleri ile
ABD arasında bir fark görmemelerine neden olmuş ve sonuç olarak bu rejimlere karşı
mücadele etmek ile ABD’ye karşı mücadele etmek arasında bir fark olmadığı eğilimi
geniş kesimler tarafından kabul görmüştür.
İşte bugün yaşananlar bu algının değişmesi adına yepyeni bir fırsat niteliği
taşımaktadır. Yani ABD Yönetimi, İslam dünyasında yeni bir Amerikan Penceresi
açmak için zor ama herkes için olumlu sonuçlar doğurabilecek eşikte durmaktadır.
İslam dünyasında Amerika’ya yeni bir hoş geldin demek için yeni Amerika algısının
zemini müsait hale gelebilir. Bunun için oldukça erken olduğunun fakındayım.
Özellikle sonraki sayfalarda neler olacağı hakkında belirsizlikler daha fazla iken, bir
sonraki adım hakkında konuşmak büyük risktir. Fakat isterseniz duruma daha
yakından bakalım. Sonraki sayfalar hakkında belirsizliklerin fazla olmasının sebebi,
hangi ülkede ne olacağı ve nasıl bir tutum izleneceği üzerinde odaklanmaktadır.
Oysa asıl sorun, tek tek ülkelerin durumu değil, trendin ve prensiplerin ne olacağı
meselesidir. Yani inandırıcı bir Amerikan tutumunun ilkeli şekilde devam etmesi,
sonucunda da İslam dünyasının gerçekten kalıcı ve samimi bir hoş geldin ile yeni
Amerika ile tokalaşmasıdır.
Trend hakkında kısa bir tanım yapmak mümkündür. Farklı siyasi ve sosyal
kesimlerden halk gruplarının katılabildiği, çoğulcu ve demokratik bir düzenin
kurulması, kurulduktan sonra da demokrasi ile gelenlerin tekrar demokrasiden
vazgeçebilme eğilimlerine girmemesi, girmek isteyenlere karşı siyasi bir sigortanın
müesses hale getirilmesi olarak trendi tarif edebiliriz. Tüm bu gelişmelerin yani yeni
bir düzenin kurulmasının ve yaşamasının yeni jeopolitik krizlere neden olmaması da
hayati önemdedir. Yani bölgesel ve uluslararası güvenlik ortamına olumsuz katkılar
yapmaması herkes için ve değişim trendi için vazgeçilmez koşul olmalıdır. ABD için
bu trend kendi ulusal çıkarlarına ve dünya barışına bir tehdit değildir ve olmamalıdır.
Mısır olayında ortaya koyduğu tutum olumlu bir mesaj vermektedir.
Prensiplere gelince, ABD açısından en zor ve en karmaşık aşama burada
yatmaktadır. Halklar istediğinde (ne zaman isterlerse) her yönetimin hemen
değişmesi gerekir mi? Diğer bir soru da, her yönetimin değişme süresi ve şekli
meydanlardaki kalabalıklara mı bağlı yoksa jeopolitik ve stratejik hesaplar mı bağlı
olacak? En tehlikeli sor ise, eğer bir yönetim halkın taleplerine şiddet ve silahla
karşılık verirse ve hatta halkı bastırırsa, ABD’nin tavrı ne olacak?
Bu soruların cevaplarını vermek ABD Yönetimi için oldukça zor olacak. Örneğin sıra
Suudi Arabistan diye sesler yükselirse, halk orada harekete geçerse, Suudi Arabistan
için ve İslam dünyası için doğru olan tutum hangisi olacak? ABD için doğru olan
tutum hangisi olacak? Ya da Ürdün ve Fas’ta bir sorun çıkarsa ne olacak? Pakistan
ve Güneydoğu Asya’da ise riskler bunlardan daha farklı değil?
Belki de duruma yöntemler ve yönetimlerin sonraki niteliği açısından bakmak faydalı
olabilir. Dünyanın bu yakasında birbirlerinden farklı da olsa genel olarak bir formül
üzerinde çalışmak istikrarlı ve mutedil olan bir yoldur. Bu formüle göre,
1.
2.
3.
4.
5.
Dengeleri sağlayan ve Üzerinde Uzlaşma Sağlanan Cumhurbaşkanı
Siyasi/sosyal grupların rekabetinden serbestçe oluşan Hükümet (Başbakan)
Dengeleri koruyabilecek yetenekleri olan tarafsız Ordu
Rejim kontrolüne oynamayan ve kontrolünde olmayan Ekonomik Aktörler
Çok sesli ve güçlü Medya
Bu beş faktörün dengeli bileşimini sağlamak, demokrasinin bir sonraki adımda
yeniden totaliter veya otoriter bir yapıya dönüşmesini engelleyecektir. Bu çerçevede
Suudi Arabistan hariç olmak üzere, neredeyse İslam dünyasındaki her ülkenin devrim
veya evrimlerle ulaşacağı noktalar ABD için ve dünya barışı için bir istikrarsızlık
oluşturmaz. Gerçi “Demokratik Monarşi” süreçleri hakkında hala tartışmalar devam
ediyor ama bunların varlığına karar vermesi gerekenler “doğru ve güvenli bir
zamanlama olma” tartışmasından bağımsız olarak o ülkelerin halklarıdır.
Suudi Arabistan, Moritanya’dan Malezya’ya kadar çok geniş bir alanda etkileri olan
hareketlerin merkezinde yer almaktadır. İçerdeki problemleri kadar dışarıdaki oyun
planı da karmaşık ve zorlayıcı denklemler üzerine konuşlanmıştır. Fakat bütün
bunlardan daha önemlisi “huzurlu ve güvenli” bir Hac ortamının baş sorumluluğunu
üstelenmiştir. İslam dünyasının çoğu kez eleştirileri fazla olsa bile politize olmayan bir
Hac iklimini sunması bakımından en etkili aktörüdür. Suudi Arabistan Devletinin
istikrar ve güvenlik tartışmaları ile Hac Bölgesinin Huzur ve Barış Ortamı arasında
kritik bir bağ vardır ve bu İslam dünyasının bütün aktörlerinin kendi aralarında yeni bir
formül buluncaya kadar hayati önemdedir. ABD’nin Suudi Arabistan perspektifi ile
İslam dünyasının topyekun huzur ve barış arasında var olan ilişkiyi nasıl yöneteceği
oldukça önemli bir gelecek dönem sorusudur.
Sonraki sayfada ABD için Ortadoğu ve İslam dünyasına yeniden hoş geldin
karşılaması bulmak adına en kritik adımlardan biri de İsrail-Filistin sorunudur. Aslında
artık İsrail-Hamas, İsrail-Filistin ve Hamas-Filistin diye parçalanmış olan sorun
karşısında ABD’nin çok zor bir sınavı bulunmaktadır. Mısır’da halkın devriminin
arkasında olan ABD Yönetimi, Filistin ve Gazze’de ne yapacak? Gelecek aylarda bir
gün bir yerde eğer ABD yönetimi bir güç veya gövde gösterisi yapacaksa, veya
Ortadoğu ve İslam dünyasında kalıcı bir dost eli bulacaksa, Mısır’ı taçlandıracak bir
Filistin çözümünü sonuçlandırmak zorundadır. Suudi Arabistan ve hatta bazı
demokratik Monarşiler bekleyebilir ama Filistin bekleyemez. Hem İsrail hem de
Filistin tarafında “önce adım at sonraki problemleri yıllar içinde çözebiliriz” diyebilecek
ve imza atabilecek, attıkları imzaları koruyabilecek yetenek ve güçte liderler çıkabilir
mi? Bazılarınızdan şunları duyar gibiyim, Gazze ve Hamas ne olacak, Lübnan ve
Hizbullah ne olacak hatta İran ve Suriye ne olacak diye sorular peş peşe geliyor. En
iyisi ben kısadan hisse çıkartıp son sözümü söyleyeyim: Mısır Halk Devrimini yapan
meydanlardaki kalabalıkları ve onların bir parçası olmayı başarmış gibi görünen
Başkan Obama’yı tebrik ediyorum.
M. Faruk DEMIR
Analyst
*İslâm dininin doğup yayılmaya başladığı, Hicaz’da bulunan Mekke ve Medine şehirlerinin ikisine
birden verilen ad. Bu iki şehrin çevresinde belli bir sınıra kadar olan yerlere “Harem” denildiği için bu
şehirlere iki harem bölgesi anlamında “Haremeyn” veya “Haremeyni’ş-Şerîfeyn” denilmiştir.
Download