Dr. Dilara KARAHAN - İstanbul Sağlık Müdürlüğü

advertisement
T.C Sağlık Bakanlığı
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Psikiyatri Kliniği
Klinik Şefi: Uzm. Dr. Mecit Çalışkan
ERKEN DİSFONKSİYONEL ŞEMALARIN OBSESİF-KOMPULSİF
BOZUKLUĞU OLAN HASTALAR VE SAĞLIKLI KİŞİLERDEKİ
AKTİVASYONLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
Dr. Dilara KARAHAN
(Uzmanlık Tezi)
İstanbul 2006
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım ve asistanı
olmaktan onur ve mutluluk duyduğum klinik şefim Uzm. Dr. Mecit ÇALIŞKAN’ a ,
Kliniklerinde rotasyon yaptığım ve eğitimime katkısı olan tüm klinik şeflerine,
Eğitimimde ve tezimin oluşturulmasında bana bilgi ve deneyimlerini aktaran,
şükran duyduğum tez danışmanım Uzm. Dr. Figen ATALAY’ a ,
Tezimin hazırlanmasında katkılarından dolayı Uzm. Dr. Hakan ATALAY’ a ,
Eğitimime katkılarından dolayı şef yardımcısı Uzm. Dr. Mehmet ÜÇIŞIK’a,
Doç. Dr Mustafa BİLİCİ’ ye ve bütün klinik uzmanlarına,
Birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğum tüm asistan, psikolog, hemşire ve
personel arkadaşlarıma,
Bana vakit ayırarak çalışmama katılan bütün hastalarıma,
Beni her zaman destekleyip yanımda olan, sevgili eşim Ali’ye ve oğlum
Barış’a
TEŞEKKÜR EDİYORUM
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ…………………………………………………………….
1
GENEL BİLGİLER…………………………………………………………..
3
Obsesif Kompulsif Bozukluk……………………………………….
3
Etyoloji………………………………………………………………….
12
Şema Nedir?..................................................................................
21
Şema Kökenleri………………………………………………………..
22
YÖNTEM ve METODLAR…………………………………………………..
28
ARAŞTIRMADA KULLANILAN GEREÇLER…………………………….
30
BULGULAR…………………………………………………………………..
33
TARTIŞMA…………………………………………………………………….
47
SONUÇ ve ÖNERİLER……………………………………………………....
53
ÖZET……………………………………………………………………………
54
KAYNAKLAR…………………………………………………………………..
56
EKLER
GİRİŞ VE AMAÇ
Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB), yaklaşık üç yüzyıldır bilinen bir hastalıktır.
Tıp literatüründe ilk kez 19. yüzyıl başlarında tanımlanmış,
ancak 20. yüzyıl
başlarında ayrı bir klinik sendrom olarak ele alınmıştır (Steketee GS, 1993).
Obsesif kompulsif bozuklukta iki temel belirti kümesi bulunmaktadır:
Obsesyonlar ve kompulsiyonlar.
Günümüzde obsesyon, istenmeden gelen ve uygunsuz olarak yaşanan,
belirgin anksiyete ya da sıkıntıya neden olan, yineleyici ve sürekli düşünceler,
dürtüler ya da düşlemler olarak tanımlanmaktadır. Kompulsiyonlar ise kişinin
obsesyona bir tepki olarak ya da katı bir biçimde uygulanması gereken kurallarına
göre yapmaktan kendini alıkoyamadığı yineleyici davranışlar ya da zihinsel
eylemlerdir. Bu belirtilerin görevinin, obsesyonların yarattığı anksiyeteyi azaltmak ya
da nötrleştirmek olduğu düşünülür. Obsesyonlar genellikle bir tehdit, kompulsiyonlar
ise bu tehdide karşı bir tedbir niteliğindedir (Sayılgan MA, 1998).
Sıklıkla OKB’nin süreğen bir gidiş göstermesi, işlevselliği önemli ölçüde
etkileyerek yaşam kalitesinde bozulmaya neden olması ve de düşük olmayan bir
oranda ilaç tedavisine yanıtsız kalabilmesi, OKB’ de özellikle son yıllarda yeni tedavi
arayışlarını ve tedavi ilkeleri oluşturma yönündeki yoğun çabaları gündeme
getirmiştir (Tükel R, Demet M.M 2004).
1960 ve 1970’li yıllarda OKB’ nin davranışçı ve kognitif kuramları ortaya
atılmış, bu teorilerden yola çıkılarak yeni tedavi yöntemleri geliştirilmiştir.
Günümüzde OKB’ nin tedavisinde bilişsel davranışçı yaklaşımlar yaygın olarak
kullanılmaktadır (Türkçapar M.H , 2003).
Bilişsel terapi yaklaşımına göre kişinin duygulanımı ve davranışları onun daha
önceki deneyimlerine bağlı olarak geliştirdiği ve dünyayı algılamasına yön veren
bilişsel şemalar tarafından belirlenir. Şemalar, bilişsel psikolojinin anahtar kavramıdır
(Beck A.T , Emery G, 1985).
1
1990‘lı yıllarda ise Young tarafından erken dönem uyum bozucu şemalar
(erken disfonksiyonel şemalar) kuramı geliştirilmiştir. Her bir psikopatolojinin bir ya
da daha fazla erken disfonksiyonel şemayla desteklendiği teorisi ileri sürülmüştür
(Young J.E, 1990,1994).
Bu teoriye göre şemalar, bebeklikten başlayarak gelişen, çevremizde olup
biteni yorumlayarak, uyum sağlamak, yaşamın gereklerini yerine getirmek için
kullandığımız bilişsel yapılardır.
Birbirleri ile ilişkili iki faktörün etkisi altındadır; kalıtım ve yaşanan çevre.
Kişiliğin oluşmasına öncülük ederler. Kendini sürdürücü özellikleri nedeniyle
değişmeye büyük direnç gösterirler. Temel ihtiyaçlar (tanınma, desteklenme,
sevilme, vb) karşılanmazsa şemalar aktive olarak patolojik hale gelirler. Aktive olan
şemalar için de erken dönem uyum bozucu (disfonksiyonel) şemalar terimi kullanılır.
Litaretürde, anksiyete bozukluğu olan erişkin hastaların da bazı erken
disfonksiyonel şemalarının, sağlıklı kişilerden daha kuvvetli bir şekilde aktif olduğu
gösterilmiştir (Delattre V. ve ark, 2004).
Yeni gelişmeler, hastaların değerlendirilme ve tedavilerinde şemaların önemini
ortaya çıkarmıştır. Bu çalışmadaki amacımız, anksiyete bozukluklarından olan
obsesif kompulsif bozukluk tanısı alan hastaların erken disfonksiyonel şema
aktivasyonlarını ve çocukluk çağının temel gereksinimlerini temin eden anne-baba
tutumlarını, sağlıklı kontroller ile karşılaştırmaktır.
2
GENEL BİLGİLER
OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK
Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB)
yineleyici obsesyonlar ve/veya
kompulsiyonların görüldüğü, genellikle süreğen ve kimi zaman da epizodik gidiş
gösteren, kişinin günlük işlevlerini etkileyen bir hastalıktır.
Obsesyon sözcüğü Latince kuşatma anlamına “obsideratum” / “obsidere”
sözcüğünden gelmektedir ve kişinin isteği dışında ısrarlı ve zorlayıcı bir şekilde
aklına gelen, kişi tarafından saçma ve mantık dışı olarak görülen, anksiyete ortaya
çıkartıcı, yineleyici özellikteki düşünce, dürtü ya da imgeler olarak tanımlanmıştır.
Kişi, obsesyonlarını kendi zihninin bir ürünü olarak görür; bunların dışarıdan zihnine
sokulmuş olduğunu düşünmez.
Kompulsiyonlar ise; kişinin obsesyonlarına yanıt olarak ya da belirli kurallara
göre gerçekleştirmek zorunda olduğunu hissettiği, yineleyici törensel davranışlar
veya zihinsel eylemlerdir. Anksiyeteyi azaltmayı, bazı korkulan olayları ve durumları
engellemeyi amaçlayan bu törensel eylemler, kişi tarafından aşırı ya da mantıksız
olarak algılanmaktadır.
Obsesif
kompulsif
belirtiler,
geleneksel
olarak
egodistonik
olarak
görülmekte olup zarardan kaçınma, riski azaltma, içgörü, direnme ve doyumun
yokluğu ile birliktedir. Klasik tanıma aykırı olarak, OKB’ li hastaların bir bölümünün
obsesyonlarını saçma olarak görmedikleri, obsesyonlara karşı gösterilen dirençte de
değişiklik olabildiği gözlenmiştir. Bu durumlarda içgörünün az olduğu OKB’den söz
edilmektedir (Tükel R, 2000 ).
TARİHÇE
Kutsal kitaplarda M.Ö. 11. yüzyılın ikinci yarısında, İsrail kralı olan Saul’ u sık
sık şeytandan gelen zararlı düşüncelerin yakaladığı, damadının da arp çalarak
3
zararlı
düşüncelerinden
kurtardığı
yazılmıştır.
Shakespeare,
Lady
Machbet
kimliğinde el yıkama kompulsiyonlarının özgün örneğini vermiştir (Akgün N., 1989).
Ortaçağda, birçok psikiyatrik hastalık için olduğu gibi, OKB de büyü ve din
kavramlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Zamanla dinsel görüşler yerini tıbbi
açıklamalara bırakmıştır.
Obsesyon ve kompulsiyonlar ilk kez 1838’de Esquirol tarafından melankolinin
bir belirtisi olarak tanımlanmıştır. Obsesyon terimini ilk olarak 1860’da Morel
kullanmıştır (Aslan H , Ünal M 1995).
OKB, Esquirol’ ün ilk olguyu tanımlaması ve Morel’ in ilk “Obsesyon” terimini
kullanmasının ardından şimdiye kadar, tanımının sık değiştiği bir bozukluk olmuştur
(Jakes I, 1996).
20. yüzyılın başlarında Pierre Janet fobileri, obsesyonları ve kompulsiyonları
bir başlık altında toplayarak psikasteni adını vermiş ve bunun irade zayıflaması
sonucu çıktığını ileri sürmüştür. Obsesif kompulsif nevroz için aşağıdaki ölçütleri
getirmiştir:
1. Belli bir şey düşünmeye, hissetmeye ya da yapmaya yönelik öznel bir
zorlanmışlık duygusunun varlığı,
2. Obsesyon içeriğinin saçma ya da mantık dışı benliğe yabancı olarak
algılanması,
3. Obsesyona direncin eşlik etmesi (Solyom L ve ark. ,1985).
Freud, fobilerdeki ruhsal kökenin, obsesif kompulsif bozukluktaki ruhsal
kökenden ve psikodinamik etkenlerden farklı olduğunu göstererek, fobik nevroz ve
obsesif kompulsif nevrozu ayrı bozukluklar olarak nitelemiştir (Öztürk O, 1994).
SINIFLANDIRMA
Günümüzde OKB olarak isimlendirilen tablo, DSM-III-R (APA 1987) ve DSMIV’ te (APA 1994) “Anksiyete Bozuklukları” arasında, ICD-10’da
(WHO 1990) ise
4
“Nevrotik, Strese Bağlı ve Somatoform Bozukluklar” grubu içinde anksiyete
bozukluklarından bağımsız bir tanı olarak yer almaktadır.
DSM-IV’ de OKB için tanı ölçütleri şunlardır:
A. Obsesyonlar ya da kompulsiyonlar vardır:
Obsesyonlar aşağıdakiler (1), (2), (3) ve (4) ile tanımlanır:
(1)
Bu bozukluk sırasında kimi zaman istemeden gelen ve uygunsuz
olarak yaşanan ve belirgin anksiyete ya da sıkıntıya neden olan,
yineleyici ve sürekli düşünceler, dürtüler ya da düşlemler.
(2)
Düşünceler, dürtüler veya düşlemler sadece gerçek yaşam sorunları
hakkında duyulan aşırı üzüntüler değildir.
(3)
Kişi, bu düşünceleri, dürtüleri ya da düşlemlerine önem vermemeye
ya da bunları baskılamaya çalışır ya da başka bir düşünce veya
eylemle bunları etkisizleştirmeye çalışır.
(4)
Kişi, bu obsesyonel düşüncelerini, dürtülerini veya düşlemlerini kendi
zihninin bir ürünü olarak görür (düşünce sokulmasında olduğu gibi
değildir).
Kompulsiyonlar aşağıdakilerden (1) ve (2) ile tanımlanır:
(1)
Kişinin, obsesyona bir tepki olarak veya katı bir biçimde uygulaması
gereken kurallarına göre yapmaktan kendini alıkoyamadığı yineleyici
davranışlar (örn. el yıkama, düzene koyma, kontrol etme) ya da
zihinsel eylemler (örn. dua etme, sayı sayma, birtakım sözcükleri
sessiz bir biçimde söyleyip durma).
(2)
Davranışlar ve zihinsel eylemler, sıkıntıdan kurtulmaya ya da var olan
sıkıntıyı azaltmaya ya da korku yaratan olay ve durumdan korunmaya
yöneliktir.
Ancak
bu
davranışlar
veya
zihinsel
eylemler,
etkisizleştirmesi ya da korunulması tasarlanan şeylerle gerçekçi bir
biçimde ilişkili değildir, açıkça çok aşırı bir düzeydedir.
5
B. Bu bozukluğun gidişi sırasında bir zaman kişi Obsesyon ya da
kompulsiyonların aşırı ya da anlamsız olduğunu kabul eder. Not: bu çocuklar için
geçerli değildir.
C. Obsesyon ve kompulsiyonlar belirgin bir sıkıntıya neden olur, zamanın
boşa harcanmasına yol açar (günde 1 saatten daha uzun zaman alırlar) ya da kişinin
olağan günlük işlerini, mesleki ( ya da eğitimle ilgili) işlevselliğini ya da olağan
toplumsal etkinliklerini ya da ilişkilerini önemli ölçüde bozar.
D. Başka bir Eksen 1 bozukluğu varsa, obsesyon ve kompulsiyonların içeriği
bununla sınırlı değildir ( Ör: Yeme bozukluğunun olması durumunda yemek konusu
üzerinde düşünüp durma, Vücut Dismorfik Bozukluğunun olması durumunda dış
görünümle aşırı ilgilenme ya da Major Depresif Bozukluk olması durumunda suçluluk
üzerine geviş getirircesine düşünme).
E. Bu bozukluk bir maddenin ( örn. kötüye kullanabilen bir ilaç ya da tedavi
için kullanılan bir ilaç) veya genel bir durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı
değildir.
Varsa belirtiniz:
İçgörüsü az olan: O sıradaki epizotta çoğu zaman kişi obsesyon ya da
kompulsiyonlarının aşırı veya anlamsız olduğunu kabul etmiyorsa.
ICD-10’da ise OKB tanı ölçütleri aşağıdaki gibidir:
Kesin tanı koyabilmek için, obsesyonel belirtiler ya da kompulsif hareketler, en
az iki hafta (üst üste iki hafta) süre ile çoğu günler bulunmalı, sıkıntı verici ve
gündelik etkinlikleri önleyici nitelikte olmalıdır.
Obsesyonel belirtiler aşağıda belirtilen niteliklere sahip olmalıdır.
A.
Bunlar kişinin kendi düşünceleri ya da dürtüleri olarak algılanırlar.
B.
Bu düşünceler veya hareketlerden en az birine karşı kişi direnç
gösteriyor olmalıdır. Hastanın artık karşı koyamadığı başka düşünceler
ve hareketler bulunabilir.
6
C.
Bu hareketi yerine getirme düşüncesi haz verici olmamalıdır (yalnızca
gerginlik ya da bunaltının giderilmesi söz konusudur).
D.
Düşünceler, imgeler ve dürtüler rahatsızlık verici biçimde yineleyici
olmalıdır.
OKB tanı ölçütleri açısından Dünya Sağlık Örgütü (ICD-10) ve Amerikan
Psikiyatri Birliği (DSM-IV) tanı ve sınıflandırma sistemleri arasında, genelde bir
uyumluluk olmasına karşın, bazı farklılıklar da bulunmaktadır (Özdemir ÖY, 2000).
•
ICD-10, belirtilerin en azından iki hafta boyunca sürmesini gerekli
görürken, DSM-IV’ de süre için bir gereklilik yoktur.
•
DSM-IV, o an içinde bulunulan tablo için içgörünün olmasını gerekli
bulmazken, öyküde belli bir düzeyde içgörünün bulunmasını
gerekli
görmektedir. ICD-10 ise “en azından bir obsesyon ya da kompulsiyonun
içinde bulunulan anda aşırı ya da mantıksız olduğunun farkında
olunmasını” gerekli görmektedir.
•
ICD-10 ’da “en azından bir obsesyon ya da kompulsiyona başarılı bir
biçimde direnç gösterilmemesi” şartını ararken, DSM-IV’ de bu tür bir
gereklilik tanımlanmamıştır.
•
ICD-10’da haz veren deneyimlerin obsesyon ya da kompulsiyon olarak
tanımlanamayacağını belirten bir ölçüt bulunmaktadır. DSM-IV ise, haz
veren etkinlikler için genel bir dışlama ölçütü getirmemektedir.
•
ICD-10
sistemi
içinde,
zihinsel
kompulsiyonlar
için
ayrı
bir
yer
bulunmamaktadır.
•
ICD-10’da, DSM-IV’ deki içgörüsü zayıf olan tip biçiminde bir ayrım yoktur
ve beş alt tip tanımlanmıştır. Diğer OKB’ ler, başka türlü adlandırılamayan
OKB, obsesyonel düşünceler ve ruminasyonların ön planda olduğu tip,
kompulsif
eylemlerin
baskın
olduğu
tip,
obsesyonel
düşünce
ve
kompulsiyonların karışık olduğu tip.
7
EPİDEMİYOLOJİ
Psikiyatrik literatürde 15. yüzyıldan beri obsesyonlar ve kompulsiyonları olan
hastalar tanımlanmaktadır.1950 ve 1960’larda yapılan birçok araştırmada, OKB’nin
nadiren görüldüğüne dair bulgular elde edilmiştir (Kringlin E, 1965). 1980’lerin
ortalarına kadar OKB nadir görülen bir hastalık olarak tanımlanmıştır (Price LH ve
ark, 1999).
Bazı araştırmacılar bu sonuçlarının gerçek değerlerin altında olduğuna
inanmaktadır. Bu hastaların çoğu, sıklıkla korkmakta ve utanmakta olduklarından
tedavi için başvurmamakta ve tedaviyi almayı reddetmektedir. Yakın bir zamanda
yapılmış bir çalışmada, ayaktan tedavi edilen 4364 hastada, OKB tanısının %9.2
oranında olduğu ve % 17’de de obsesif kompulsif semptomların bulunduğu ortaya
konmuştur (Hantouche ve ark., 1995). Bu sonuçlar, hem klinisyenlerin doğru tanı
koyması, hem de tedavi için başvuran hasta sayısındaki artıştan kaynaklanmaktadır.
OKB yaşam boyu görülme sıklığının %2-3 arasında olduğu değişik
araştırmalarda ortaya konmuştur. ( Kamo M. ve ark.1988, Weisman MM. ve ark
1994)
ABD’de 1984 yılında yapılan ulusal epidemiyolojik alan çalışmasında OKB;
fobiler, madde kullanım bozukluğu ve majör depresyonu takiben dördüncü en yaygın
psikiyatrik bozukluk olarak bulunmuştur. OKB için 6 aylık görülme sıklığının %1.6 ve
yaşam boyu görülme sıklığının %2.5 olduğu ortaya konulmuştur (Myers J.K ve ark.
1984, Robins L.H ve ark. 1984).
Bu araştırmadaki gereçler kullanılarak Portoriko, Kanada, Almanya, Tayvan,
Yeni Zelanda, Kore gibi farklı kültürlerde yapılan çalışmalarda; OKB için yaşam boyu
görülme sıklığının % 1.9 ila % 2.5, yıllık görülme sıklığının %1.1 ile % 1.8 olarak, tüm
bölgelerde tutarlı biçimde yüksek olduğu ortaya konmuştur. Bir çalışmada, 425
Japon öğrencisi Maudsley Obsesyon Kompulsiyon Envanteri değerlendirilmiş ve
DSM-III-R ölçütlerine göre öğrencilerin % 1.7’sinde OKB bulunduğu ortaya
konmuştur (Tadai T ve ark., 1995).
Amerikan ulusal epidemiyolojik alan (ECA) çalışmasında OKB görülme
sıklığının fazla tahmin edildiği şeklinde eleştiriler olsa da, ergen nüfusta yapılan bazı
8
çalışmalar ECA bulgularını desteklemektedir. Flament MF. ve ark. (1988) , 5000 lise
öğrencisini Leyton Obsesyon Envanteri ile araştırmışlar, çocukluk çağı OKB’ si
hakkında uzman olan psikiyatristlerin değerlendirmesi sonucunda 5000 öğrencinin
on beşine DSM-III-R ölçütlerine göre OKB tanısı koymuşlardır. Örneklem grubunun
ortalama yaşı 15.4 ve hastalığın başlama yaşı ise 20 yaş civarındadır. Yaş
düzeltilmesi uygulandığında hastalığın görülme sıklığı genel popülasyon için %1 gibi
görünmektedir.
Benzer iki aşamalı çalışmada, Valeni-Basile L.A ve ark. (1994) , 3283 ergeni
değerlendirmişler ve bir yıllık OKB ve obsesif kompulsif semptomların görülme
sıklığını sırasıyla %0.7 ve % 8.4 olarak bildirilmişlerdir. Douglass
H.M ve ark.
(1995), 18 yaşındaki 930 kişiden oluşan örneklem grubunda bir yıllık OKB görülme
sıklığını araştırmışlar ve sonucu % 4 olarak bulmuşlardır. Benzer epidemiyolojik bir
çalışmada, 16 yaşındaki 861 tane İsrail’ li gencin %8 ‘de OKB tanısı konmuştur.
(Apter A. ve ark. 1996)
Bazı çalışmalar ECA çalışmasının bulgularını desteklememiştir. OKB’ nin
uzunlamasına gidişinin 11 yıl süreyle izlendiği bir çalışmada, OKB’nin yaşam boyu
görülme sıklığının %1’den az olduğu ortaya konmuştur. Bu çalışmada, OKB tanısı
almasa bile yeti yitimine neden olan obsesif kompulsif semptomlarda yaşam boyu
görülme sıklığı %5.5 bulunmuştur. (Degonda M. ve ark. 1993)
Rachman S. ve ark. (1978), OKB’ si olmayan kişilerin büyük bir yüzdesinde
bazı obsesyonların ve kompulsiyonların bulunduğunu ve bu grup ile OKB’ si olan
grup arasındaki ayırımın dikkatle yapılmasının klinik ve epidemiyolojik çalışmalar için
önemli olduğunu bildirmişlerdir.
DEMOGRAFİK YAPI
Cinsiyet Dağılımı
Geniş bir örneklem grubunu içeren ECA ve CNCG (Cross-National OCD
Collaborative Group Study ) çalışmalarında OKB’ nin yaşam boyu görülme sıklığı,
kadınlarda erkeklerden hafifçe yüksek saptanmıştır (Kamo M. ve 1988, Weisman
M.M ve ark .1994).
9
DSM-IV tanı ölçütlerinin kullanıldığı bir araştırmada, OKB tanısı konan 431
hastanın %51’nin kadın olduğu bildirilmiştir. ( Foa E.B ve ark. 1995)
DSM-III-R tanı ölçütlerine göre OKB tanısı konan 830 hastanın % 55 ‘nin
kadın olduğu belirtilmiştir. ( Rasmussen S.A ve ark., 1993)
Eisen ve Rasmussen (1993), OKB’ si olan 475 kişilik bir grupta psikotik
(şizofreni, sanrısal bozukluk) veya psikoz benzeri hastalıkların (şizotipal kişilik
bozukluğu) eş tanısını araştıran bir çalışma yapmışlardır. Bu çalışmada erkek hasta
oranı, psikoz olmaksızın OKB grubunda %44, psikotik bozukluk eşlik eden OKB
grubunda ise %85 bulunmuştur. Bu bulgularla eş tanılı durumların cinsiyet dağılımını
etkileyebileceği sonucuna varılmıştır.
Lensi P. ve ark. (1996 ), cinsiyet farklılığının OKB üzerine etkilerini
incelemişler ve erkek hastalarda, OKB başlangıç yaşının daha erken, bekar olma
oranının daha yüksek, cinsel içerikli obsesyonların, simetri ve düzen obsesyonlarının
daha sık görüldüğünü bildirmişlerdir.
Ergenlik ve çocukluk çağındaki OKB’ li kişilerde erkek hasta oranının baskın
olduğu görülmüştür. Ulusal Ruh Sağlığı Ensititüsü’nün yapmış olduğu bir çalışmada
OKB’ si olan 6-18 yaşları arasında 70 kişi incelenmiş ve bunların 47’sinin (%67)
erkek olduğu görülmüştür. Bu bulgu erkeklerde kadınlardan daha genç yaşlarda
OKB geliştiği gerçeğini göstermiştir. (Leonard H.L. ve ark. ,1989)
Medeni Durum
OKB tanısı konmuş olan 250 kişi medeni durumları yönünden incelendiğinde
% 43’ nün evlenmediği, % 52’sinin evli olduğu ve % 5’inin de boşanmış olduğu
görülmüştür. (Rasmussen S.A ve ark. 1991)
OKB ve major depresyon hastalarının medeni durumunun karşılaştırıldığı bir
çalışmada her iki grup arasında belirgin farklılık bulunmamıştır ( Coryell W. ve ark.
1981).
10
Bir çok takip çalışmasında medeni durum, hastalık gidişinin belirleyicisi olarak
bulunmamış olsa da, son dönemde yapılmış ileri dönük bir çalışmada 107 OKB
hastası incelenmiş, evlenmiş olmanın kısmi iyileşme (remisyon) olasılığını belirgin
bir şekilde artırdığı bildirilmiştir (Steketee G.S ve ark. 1999).
Başlangıç Yaşı
Rasmussen ve Eisen (1998), OKB tanısı konmuş olan 250 kişilik örneklem
grubunda OKB başlangıç yaşını araştırdıklarında, OKB başlangıç yaşı ortalamasını
tüm grupta 20.9, erkek hastalarda 19.5, kadın hastalarda 22.0 bulmuşlardır. Sonuç
olarak, bu çalışmada erkek hastalarda OKB başlangıç yaşı ortalaması kadın
hastalara göre istatiksel olarak anlamlı düzeyde erken bulunmuştur. Hastaların
büyük kısmında, OKB gelişmeden önce iş gücü kaybına neden olmayan obsesif
kompulsif semptomların var olduğunu belirtmişlerdir.
OKB genellikle geç ergenlik döneminde başlasa da ergenlik öncesi başlama
da nadir değildir . Pauls ve ark. (1995), OKB ‘si olan 100 hastanın 82’de hastalığın
18 yaşından önce başlamış olduğunu bildirmiştir. Bu çalışmada hastalık başlangıç
yaşı 18’den küçük olan OKB ’li kişilerin akrabaları arasında OKB ve obsesif
kompulsif semptom bulunma oranı, 18 yaşından sonra OKB gelişen kişilerin
akrabalarından iki kat daha yüksek bulunmuştur.
Diğer benzer bir çalışmada, OKB başlangıç yaşı 14’den küçük olan hastaların
akrabalarında OKB sıklığının, OKB başlangıç yaşı 14’den büyük olan hastaların
akrabalarından yüksek bulunduğunu ortaya konmuştur. Bu çalışmalar, OKB
başlangıç yaşının ailesel geçiş açısından önemli olduğunu düşündürmektedir (Pauls
D.L ve ark. 1995, Bellodi L. ve ark. 1992 , Nestadt G. Ve ark. 2000).
11
ETYOLOJİ
Simdiye kadar OKB’ nin oluş mekanizması üzerine farklı yönlerden bakan
kuramlar ve genetik çalışmalar ileri sürülmüştür.
Genetik
Moleküler biyolojideki son gelişmeler sonucunda, bu bozukluğun patogenezi
ile ilgili olarak yapılan genetik çalışmalar mevcuttur.
1.İkiz Çalışmaları
Yapılan bir çalışmada , ikizlerden birinin tedavi için başvurduğu 30 çift ikizi
( 15 tek yumurta ve 15 çift yumurta ) incelemişlerdir. OKB tanısı alan tek yumurta ve
çift yumurta ikizlerinde eş hastalanma (konkordans) sırasıyla % 33 ve % 7 oranında
saptanmıştır. Bununla birlikte eğer obsesif komplusif semptom varlığı analize
katılırsa, çift yumurta ikizlerinde %47’sinde görülen eş hastalanma oranının tek
yumurta ikizlerinde %87 ‘ye çıktığı görülmekteydi. Bu bulgu OKB’ de genetik geçişin
önemli olabileceğini göstermektedir (Köroğlu E, 1996).
2.Aile Çalışmaları
Birçok aile çalışmasında OKB bulgularının, hastaların biyolojik akrabalarında
tesadüfen olabileceğinden çok üzerinde bir sıklıkta görüldüğü saptanmış. Bu
bulgunun da OKB’ nin ailesel özellik taşıdığının kanıtı olabileceği ileri sürülmüştür.
OKB’ si olan kişilerin birinci derece akrabalarında OKB oranı yüksek olsa da,
çoğu akrabanın etkilenmemiş olması, ailesel özelliğin OKB olgularının tümü için
geçerli olmadığını düşündürmektedir (Rasmussen S.A ve Tusuang M.T ve ark.
1986).
Genetik faktörlerin daha çok erken başlangıçlı OKB’ de önemli rol oynadığı
öne sürülmüştür (Bellodi L. ve ark. 1992 , Pauls D.L ve ark. 1995).
Pauls D.L ve ark. (1995), obsesif kompulsif özellik görülme oranını, OKB’
lilerin akrabalarında %18.2, kontrollerde ise %3.9 bulmuşlardır.
12
Lenane MC. ve ark. (1990), ağır OKB’ si olan 46 çocuk ve ergenin birinci
dereceden 145 akrabası ile görüşmüşlerdir. Hastalar ve akrabalar ile yapılandırılmış
tanısal görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Hastaların babalarının %25 ‘de, annelerinin
%9’ da OKB bulunduğu görülmüştür. Bu oranlara ek olarak ebeveynlerinin %13’de,
obsesif kompulsif semptomlar saptanmıştır.
Aile üyelerinde duygudurum bozukluğu oranı da genel popülasyona oranla
yüksek çıkmıştır.
Ailesel geçiş oranlarının düşük olduğu istisnai bir çalışmada, 32 erişkin OKB
hastası ve 33 normal kontrolün birinci derece akrabalarıyla doğrudan görüşme
yapılmıştır. OKB riski, OKB hastalarının birinci derece akrabalarında %2.6 iken,
kontrollerin akrabalarında %2.4 bulunmuştur.
Obsesif kompulsif semptomların
görülme oranı ise OKB olanların akrabalarında %17.5, kontrollerin akrabalarında
%12.5 bulunmuştur. OKB gizlenen bir hastalıktır. Hastalar sıklıkla diğer aile
üyelerinden durumlarını gizlemek için büyük çaba harcarlar. Diğer yandan hastalar
kendilerine doğrudan sorulduğunda bulgularını yadsıma eğilimi gösterirler . Yazarlar
bu çalışmada doğrudan görüşme yöntemi kullanması nedeniyle ailesel geçiş riskinin
gerçek değerlerinden düşük bulunmuş olabileceğini belirtmektedirler ( Black D.W ve
ark. 1992).
Biyolojik Kuramlar
Önceki yıllarda daha çok psikolojik etyolojiye sahip bir hastalık olarak
düşünülen OKB’ nin nörobiyolojisi ile ilgili araştırmalar son yıllarda giderek artmış ve
önemli bulgular ortaya konmuştur.
Özellikle iki alanda çalışmalar yapılmaktadır:
1. Beyin
görüntüleme
çalışmaları
hastalıkta
orbitofrontal-limbik-bazal
gangliyon işlev bozukluğu olduğunu desteklemektedir.
2. Nörofarmakolojik çalışmalar hastalığın patofizyolojisinde serotonerjik
sistem anormalliklerinin önemli olduğunu düşündürmektedir.
OKB’ nin etyolojisinde biyolojik faktörlerin önemli olduğunu düşündüren
bulguları şöyle sırayabiliriz :
13
•
Kafa
travmasından
sonra
başlayan
OKB
olguları
(Mc Keon ve ark. 1984).
•
Beyin görüntüleme yöntemleri ile hastalıkta orbitofrontal-limbik-bazal
gangliyon
disfonksiyonu
olduğunun
ortaya
konması
(Saxena ve ark.1998).
•
Nöropsikolojik testlerin de frontal lob disfonksiyonunu desteklemesi
(Behar ve ark. 1984).
•
Özellikle erken yaşlarda başlayan OKB ’ de ailesel geçişin olması ve
OKB
ile
Tourette
bozukluğunun
genetik
ilişkisinin
bulunması.
(Pauls ve ark. 1986, Bellodi ve ark 1992).
•
Bazı
Sydenham
koresi
olgularında
OKB’
nin
görülmesi
(Asbahr ve ark 1998)
•
Birçok bazal ganglion hastalığıyla (ensafalit, parkinson, hungtington,
tourette, idyopatik bazal ganglion kalsifikasyonu gibi) OKB’ nin birlikte
görülmesi (Berthier ve ark.1996).
•
Singulotomi ve stereotaktik cerrahi gibi bazı cerrahi yöntemlerin OKB’
yi düzeltmesi ( Jenike 1998, Baer ve ark 1995).
Nörokimyasal Çalışmalar
OKB’nin sağaltımında SSRI ve serotonin üzerine etkili olan klopraminin
başarılı olması, antiobsesyonel etkinin antidepresan etkiden bağımsız olarak ortaya
çıkması ve ilaca yanıtla serotonin metoboliti olan 5-hidroksiindol asetik asitin (5HİAA) beyin omurilik sıvısındaki BOS düzeyleri arasında ilişki bulunması, altta
serotonerjik sistem bozukluğunun yattığını düşündürmektedir.
Serotonin
Serotonin, beyinde noradrenalin ve dopamin gibi oldukça yüksek yoğunlukta
bulunan bir nörotransmitterdir. Beyindeki varlığı 1954 ‘te gösterilmiştir. Serotonin,
14
esansiyel
bir
aminoasit
olan
triptofandan
sentezlenmektedir.
Santral
sinir
sistemindeki serotonerjik nöronların hücre gövdeleri raphe çekirdeğinde yer
almaktadır. Orta beyinle ponsun üst bölümü arasındaki bu çekirdeklerden köken
alan aksonların önemli bir kısmı başta hipotalamus olmak üzere tüm beyin
bölgelerine yayılmaktadır. BOS’da 5-HİAA düzeylerinin artışı, serotonin turnoverinin
artışını gösterir. Yani sentezde, geri alımda ya da hücre içi yıkımda artışı yansıtır.
OKB’ de 5-HIAA BOS’ da yüksek düzeylerde saptanmıştır (Insel ve ark.1985).
Klopramin tedavisiyle BOS 5-HIAA düzeyinin normale döndüğü gösterilmiştir
(Thoren ve ark. 1980). Plazma klopramin düzeyi ile obsesif kompulsif semptomların
şiddetinin azalması arasında ilişki vardır.
Serotonin reseptör agonisti olan metaklorofenil piperazin (mCPP), hastalara
verildiğinde OKB belirtilerini artırmaktadır. Bu bulgular da OKB’ li hastalarda m-CPP’
nin etkilediği bazı reseptörlerde duyarlılık artışı olduğunu düşündürür. Klopramin
kullanımı sonrası m-CPP verilse bu etki gözlenmez. Çünkü klopramin, serotoninin
obsesif semptomlara ilgili reseptörlerini duyarsızlaştırır (Barr ve ark, 1992).
Serotonin geri alım inhibitörleri, sinapstaki nörotransmitter düzeyini artırır.
Ancak antiobsesyonel etkinin başlaması için belirli bir süreye gereksinim
duyulmaktadır. Bu bilgiler ışığında OKB’ deki patolojinin reseptör düzeyinde aşırı
duyarlılığın gelişmesiyle ilişkili olduğu ve serotonin geri alım inhibitörlerinin
kullanılmasıyla postsinaptik reseptörlerde duyarsızlaşma ve sayıca azalma olması
sonucu düzelme sağlandığını düşündürmektedir.
Özetle, OKB’de serotonin rolü çok karmaşıktır ve basitçe serotonin sisteminin
hipoaktivitesi ve hiperaktivitesinden söz etmek imkansızdır. Ayrıca serotonerjik
disregülasyon, tek başına OKB’ nin nörokimyasını açıklamaya yetmemektedir .
Serotonerjik sistemin diğer disfonksiyonel nörotransmitter sistemlerini module etmesi
veya kompanse etmesi de olasıdır.
Dopamin
OKB’ nin beyin görüntüleme çalışmalarında kaudat ve orbitofrontal tutulum
görülmüştür. Bu bölgeler hem serotonerjik, hem de dopaminerjik nöronlardan
zengindir. Dopamin nöronlarının fazla olduğu beyin bölgelerinden olan bazal
15
ganglionlarda enfeksiyöz, toksik, vasküler hastalıklardan sonra obsesif kompulsif
belirtilerin ortaya çıktığı bildirilmiştir (Laplane ve ark.1989).
OKB’ nin Tourette bozukluğu ile ilişkisi ve bozukluktaki temel patolojinin bazal
gangliyonların motor bölümleriyle ilgili olması, sağaltımında yüksek güçlü dopamin
antagonistlerinin etkili bulunması OKB’ de dopaminin rolünü düşündürmektedir.
Ayrıca antidepresanlara yanıt vermeyen OKB’ si olan hastalara dopamin reseptör
antogonisti olan ilaçların eklenmesi düzelmeye yol açmaktadır. Antipsikotiklerin bu
etkisi, alışılmış dozlarda değil, düşük dozlarda kullanıldığında ortaya çıkmakta, bu
nedenle presinaptik reseptörleri bloke etmelerine, yani dopaminerjik aktiviteyi
artırmalarına bağlı görünmektedir. Bipolar bozukluklu hastaların, depresif epizotlarda
(dopaminerjik hipoaktivitenin olduğu epizot) belirgin obsesif kompulsif semptom
göstermelerine karşın, manik epizotlarda (dopaminerjik hiperaktivitenin olduğu
epizot) bu semptomların kaybolması gözlemiyle uyumludur (Şahin A.R, 1997).
Kindler ve ark. (1993),
OKB ve şizofreni ilişkisini irdeleyen bir makale
yayınlamışlardır. OKB patofizyolojisinde serotonerjik sistemin yanı sıra dopaminerjik
sisteminde rol oynadığı, özellikle dopaminerjik hiperaktivitenin söz konusu
olabileceği vurgulanarak, dopaminerjik sistemin rolüne ilişkin preklinik ve klinik
kanıtlar şöyle sıralanmıştır:
1) Dopamin iletimini artıran amfetamin, bromokriptin, apomorfin ve L- dopa
gibi dopaminerjik ajanların yüksek dozlarda uygulanmasıyla hayvanlarda
stereotipi tetiklenir.
2) D2 agonisti sıçanlara uygulandığında, sıçanlarda perseverasyon ortaya
çıkmaktadır.
İnsanlara
uygulandığında
OKB
belirtilerine
benzeyen
davranışlar ortaya çıkmaktadır.
3) Bazal ganglion ve ventral tegmental bölgedeki dopamin içeren hücrelerin
hasarlandığı hastalıklarda obsesif kompulsif belirtiler sık görülür.
Ancak yapılan bütün bu çalışmalara ve bulunan bulgulara rağmen OKB’nin
biyolojik
temeli halen aydınlatılabilmiş değildir.
16
Psikoanalitik Kuram
Freud 1909’da Rat Man’ i yayınladı (Freud S. 1959). Bu obsesyonel nevrozu
olan bir olgunun psikanaliziydi. Önceleri obsesyonel düşünceleri açıklamak için
cinsel travmalar üzerinde duran Freud, daha sonraları obsesyonları bilinçaltı
dürtülere verilen savunmaya yönelik psikolojik yanıtlar olarak teorize etmiştir.
Özellikle dikkatini anne-çocuk ilişkisine yöneltmiş, tuvalet eğitimi sırasındaki
agresyon ve otonomi üzerinde durmuştur
Bu dönemde çocuk yaşamında ilk olarak birbirine karşıt ve dürtüsel yönden
yüklü iki yetiyi (tutma ve boşaltma) kullanabilme durumuna gelmiştir. Ancak bu yetiyi
başlangıçta kendinin değil de annenin isteklerine ve eğitim biçimine göre
kullanmaktadır. Çocuğun bu işlevlerinin aşırı denetlenmesi, cezalandırıcı ve
suçlayıcı tutumlar bu dönem sorunlarına yol açar. Çocuk “suçluluk korkusu” ile “öfke
ve karşı koyma” isteği arasında , sonraki yaşamında da her eylemin olumlu ve
olumsuz yanları arasında bocalar ( iki değerlilik, ambivalans) (Freud S. ,1958 ).
OKB’ de asıl sorun birbirine karşıt dürtülerin baskısına karşı denetim sağlama
çabasıdır. Kişi sürekli olarak kendi içinden gelen, bir türlü kabul edemediği; sanki
büyüsel gücüyle bir etki yapabilecek gibi algılanan düşünce ve eğilimlere karşı
savaşmaktadır.
Psikoanalitik teori, obsesif kompulsif nevrozları, psişik aygıtın savunma amaçlı
ödipal öncesi anal- sadistik evreye gerilemesine bağlar. Kullanılan temel savunma
düzenekleri ise bastırma, yalıtma,
karşıt tepki kurma ve yapıp bozmadır
( Köroğlu E 1997, Öztürk O. 2001).
Davranışçı Kuram
Öğrenme ilkelerine dayanan bir kuramdır. OKB ‘ nin oluşumu ve devamında
Mowrer (1960) ‘in “İki Aşamalı Öğrenme “ kuramının yeri önemlidir. Bu kurama göre
klasik koşullanma yolu ile ile öğrenilen
korku,
edimsel koşullanma yoluyla (
kaçınma davranışları ile) artarak pekişir ve devamlılık kazanır. Klasik koşullandırma
ilkelerine göre, özünde korkutucu olmayan veya anksiyete oluşturmayan bir uyaran
(koşullu uyaran ), doğal olarak korkutucu bir uyaranla ( koşulsuz uyaran )
17
eşleştirildiğinde; koşullu uyaran yansız olma özelliğini kaybederek, rahatsız edici bir
uyaran özelliği kazanır. Edimsel koşullandırma ilkesine göre, o davranışın
oluşturduğu sonuçlardır. Bir davranış, sonucunda ödül getiriyorsa, tekrarlama
olasılığı artar. Bir davranışın kendi oluşturduğu sonuçlara göre değişikliğe uğrama
sürecine ise “davranışı pekiştirme” adı verilir. Olumlu pekiştirmede bir davranışı
izleyerek alınan olumlu sonuçlar, davranışın sıklığını artırır.
Olumsuz pekiştirmede ise, bir davranışı izleyerek ortaya çıkması beklenen
olumsuz sonuçların oluşmaması veya oluşmasının engellenmesi, yine aynı
davranışın oluşma sıklığını artıracaktır. Çeşitli uyaranlara yönelik kaygı, klasik
koşullanma yolu ile gelişir. Kaygı veren uyaranlardan kaçma / kaçınmanın kaygısını
azalttığını gören kişi, bu kaçınma davranışları sayesinde ödüllenmiş olur ( edimsel
koşullanma) ve böylelikle kaçınma davranışları pekişir.
Bu yaklaşım OKB gelişimini açıklayan en önemli modellerden biri olmuştur.
1980 ‘lerde yeni modeller koşullanma teorilerini daha da geliştirmiştir. Bu yeni
koşullanma modellerine göre koşullanma olaylar arasındaki ilişkinin öğrenilmesi
sonucu gerçekleşir, bu nedenle tek başına uyaran “uyaran eşleşmesi” koşullanma
sürecini açıklamakta yetersiz kalır. Hayvanlar ve insanlar kendileri için biyolojik
olarak
önem
taşıyan
bir
olayın
gerçekleşmesini
tahmin
edebilmelerine,
bekleyebilmelerine ve kendilerini hazırlamalarını sağlayabilmelerine yardımcı olacak
uyaranlar hakkında bilgi toplarlar. Bu görüşe göre sadece güvenilir ve gereksiz bilgi
içermeyen uyaranlar koşullanmış tepki yaratabilirler. Bu nedenle, bir uyaranın korku,
anksiyete vb. gibi sorunlara yol açıp açmaması kişinin o uyaranla ilgili sahip olduğu
bilgiye ve bu uyaranı nasıl algıladığına bağlı olarak değişir ( Rescorla RA, 1988).
Kısaca, davranışçı modele göre, özünde korkutucu olmayan ve herkesin
aklına gelebilecek düşünceler ( ör: mikrop kapma, hastalanma gibi ) koşullanma yolu
ile bireyde anksiyete duygularla bağlantılanmakta ve rahatsız edici özellikler ( bu
düşüncelerden korkma ) kazanmaktadırlar. Bu tür düşüncelerin akla gelmesi artık
bireyde anksiyete oluşturmakta ve birey anksiyeteden korunmak için kaçma ve
kaçınma davranışları geliştirmektedir. Bu kaçma ve kaçınma davranışları ise
anksiyeteyi azaltarak, bir tür pekiştireç gibi rol oynamaktadır. Bundan başka bir dizi
tekrarlayıcı ( kompulsif) davranışlar geliştirerek de anksiyetesini azaltmaya
çalışmaktadır. Kompulsif davranışlar da anksiyeteyi azalttığı için pekiştireç gibi rol
18
oynayarak, aynı davranışların artmasına yol açmaktadır.
Anksiyete ile başa
çıkmakta yalnızca kaçma/ kaçınma/ tekrarlama gibi stratejiler kullanıldığından,
anksiyete arttıkça (obsesif düşüncenin sıklığı, yoğunluğu ve bu düşünceye inanç) bu
stratejiler daha da çok kullanılmakta ve böylelikle kısır döngü içine girilmektedir
(Rachman 1976, Rimm D.C 1977, Sungur M.Z 1990).
Bilişsel Kuram
OKB ‘de bilişsel görüşü ilk ortaya koyan Carr, OKB’ de “gerçek dışı tehdit
içeren” değerlendirmeler olduğunu bildirmiştir. Bu kişiler tehdidi en yüksek
noktalarda yaşamaktadırlar. Çünkü hem olasıyı , hem de gerçekleşmesi istenmeyen
bu olasının gerçekleştiğinde olabilecekleri abartmaktadırlar. Sonuçta bu abartılı
değerlendirmeler anksiyeteye ve kötü sonlanacak olayı etkisizleştirme, engelleme
çabalarıyla törensel davranışlara yol açmaktadır (Carr A.T 1974).
Bu kuram sonralar
Beck
ve Ellis ile geliştirilmiştir. Bu yaklaşıma göre
hastalığın temelinde kişilerin nesnel gerçeğin mantıksız varsayımlar ve düşüncelerle,
çarpıtmaları bulunur. Bir diğer deyişle kişinin sorunları deneyimlerden değil bu
deneyimlerle ilgili çarpık algılamalardan kaynaklanır. Çarpık anlamalar ve yorumlar
otomatik olarak ortaya çıkar, yani kişi olayları bu şekilde algılama ve yorumlama
sorununun farkında değildir. Bu yaklaşımın ünlü örneği A-B-C modelidir. Burada A
gerçek bir olayı, B bu olayla ilgili çarpık anlamaları ve yorumları, C ise olayın çarpık
yorumlamalarından
kaynaklanan
olumsuz
duyguları
sembolize
eder
(Ellis A 1998 , Beck A.T 1989).
OKB’ de düşünceler intrusive yani
“kontrol edilemeyen, tekrarlayıcı ve
rahatsızlık verici” özelliktedir. İntruzyonlarla ilgili çalışmalar, içerik itibariyle
obsesyonlara benzer düşüncelerin “normal” (tedavi için herhangi bir başvurusu
olmamış) popülasyonun
%90’ında görülebildiğini ortaya koymuştur. Bu bulgu,
normal populasyonda da zorlayıcı düşüncelerin yaygın olduğunu ve içeriğinin OKB’
dekinin içeriğinden farklı olmadığını ortaya koymuştur. Normal kabul edilen zorlayıcı
düşünceler ile obsesif düşünceler arasındaki fark, bu düşüncelere verilen anlam ile
ilgilidir. OKB tanısı konan hastalar diğer anksiyete bozukluğu olan hastalar gibi çeşitli
bilişsel hatalar yaparak intrusive düşünceleri katostrofik olarak yanlış yorumlarlar.
Düşüncenin
içeriği
ile
ilgili
yorum,
yalnızca
tehdit
veya
tehlike
üzerine
19
odaklandığında ortaya çıkan tablo anksiyetedir. Obsesif tablo ancak düşüncenin
oluşturabileceği olası zarardan kişinin kendisini sorumlu tutmasıyla ortaya çıkar. Bu
“sorumluluk” bir yandan huzursuzluk ve anksiyete oluştururken, bir yandan da
sorumluluğu azaltmaya yönelik “yansızlaştırma” çabalarına yol açar. Böylece istemli
olarak
başlatılıp
devam
ettirilen
etkinlikler
ortaya
çıkar
( Salkovskis P.M 1997, Marks I.M ve ark.1997).
Sonuç olarak, zorlayıcı düşünceler ancak sorumluluk duygusunu harekete
geçiriyorsa OKB tablosu oluşur. Bu bağlamda OKB’ deki en tipik bilişsel hatanın
“Sonuç üzerinde etkim varsa, sonuçtan ben sorumluyum” şeklindeki düşünce
biçimidir. Artmış sorumluluk daha derinlerdeki ara inançlar ve şemalarla ilgilidir
Bilişler (kognisyon), bilinçliliğin akışı içindeki sözel veya görüntüsel olaylardır.
Psikopatolojik durumlarda ruhsal sorun yaşayan bireylerde bilgi işleme sisteminin
çarpık çalışmasına bağlı olarak sistematik bir şekilde bilişler yanlılaşmıştır ve işlevsel
olmayan davranışları ortaya çıkarır. Özellikle anksiyete bozukluğu olan hastalarda
dikkatte bir çarpıtmanın söz konusu olduğu saptanmıştır ( Blackburn I.M , 1998).
Kognitif kurama göre kognitif yapı üç ana katmandan oluşur. En yüzeyde
bireyin gündelik zihinsel akışı içinde yer alan otomatik düşünceler bulunur. Otomatik
düşünceler normal durumlarda
da ortaya çıkan ama özellikle duygusal
bozukluklarda önemli olan özel tip kognisyonlardır. Otomatik düşünceler kişinin
kendisi çevresi ve ortamla ilgili ifadeleri ve iç diyologlarıdır. Bu düşünceler genellikle
akılcı ve sistematik bir çözümlemeden geçmezler, spontandırlar, refleksiyon veya
güdülenmiş düşünce ürünü değillerdir, içerik ve anlamlarına göre belli duygularla
birleşiktirler. Sıklıkla fark edilmezler, sadece eşlik eden duygu fark edilir. Otomatik
düşünceler birey tarafından incelenmeksizin kabul edilirler. Otomatik düşünceler
duygularla bağlantılı olduklarından hastanın ruhsal olarak sıkıntı yaşadığı anlardaki
zihinsel akışına odaklanarak bunları kaydetmesiyle açığa çıkarılır. Her hastanın
zihinsel
akış
içeriğine
göre
çok
sayıda
otomatik
düşüncesi
bulunabilir
(Wright J.H , 1988).
Otomatik düşüncelerden daha derinde bunların oluşmasına zemin hazırlayan
ara inançlar, tutumlar ve sayıltılar yer alır. Ara inançlar, kurallar, talepler, emirler ve
olmalılar şeklinde mutlak ve katı kognisyonlardır. İnançlar, tutumlar ve sayıltılar
20
davranışın soyut düzenleyicileridir. Uyum bozucu veya işlevsiz olabilirler . Bozuk
işlevli bu sayıltılar, inançlar ve tutumlar daha derin bilgi yapılarını yani şemaları
yansıtırlar (Beck AT. 1989).
ŞEMA NEDİR?
Beck’in yaklaşımına göre kişinin duygulanımı ve davranışları onun daha
önceki deneyimlerine bağlı olarak geliştirdiği ve dünyayı algılamasına yön veren
bilişsel şemalar tarafından belirlenir (Shaw B.F ve ark. 1988, Beck A.T 1997).
Son yıllarda Young ve arkadaşları tarafından geliştirilen
teoriye göre ise
şemalar , bireyin kişisel ve çevresel bilgiyi düzenlemesine temel oluşturan, dünya ve
kendisiyle ilgili temel inançlarını içeren, geçmiş yaşantılarla kurulan kognitif
yapılardır. Çevreden edinilen bilgiyi kognisyonlara dönüştüren temel inançlardır.
Yaşamın erken dönemindeki kişisel deneyimler ve çevredeki önemli insanlarla
yapılan özdeşimlerle oluşan şemalar, sonraki yaşamdaki benzer deneyimler ve
öğrenmelerle pekişir. İnançların en temel düzeyini oluşturur. Kalıcı kognitif yapılar
olan şemalar bazen baş etme mekanizması olarak olumlu olabilecekleri gibi işlevsiz
ve olumsuz da olabilirler (Young J. ve ark. 1992).
Olumsuz ve işlevsiz olanlar için erken disfonksiyonel şema terimi kullanılır.
Sağlıklı durumdayken genelde latent olan olumsuz şemalar, yaşam olayları ve
psikopatolojilerle etkin hale geçerler. Buna göre her psikopatoloji tipik şemaların
aktivasyonu ile kendini göstermektedir. Bir kez etkin hale geçtikten sonra seçici
dikkat yolu ile yeni yaşantıların işlemlendirilmesini;
seçici hatırlama yoluyla da
geçmiş anıların yeniden yapılandırılmasını etkilerler. (Young J. 1990, 1994)
Şemalar birbirleriyle ilişkili 2 faktörün etkisi altındır. Kalıtım ve yaşanan çevre
Kişiliğin oluşmasına öncülük eder ve insanın bütün hayatı boyunca sürerler, uyum
sağlamayı kolaylaştırır.
Çocuğun gelişmesi sırasında onun ihtiyaçlarından yola
çıkarak yapılanırlar.
Çocukluğun temel ihtiyaçları sevgi, şefkat , ilgi , takdir , kabul görme, düşünce
ve arzularını ifade edebilme özerkliği, duygu ve ihtiyaçların giderilmesi, kendine
güven duygusuna ulaşmasıdır. Eğer bu ihtiyaçlar karşılanamazsa şemalar olumsuz
21
ve uyum bozucu özellik kazanır, aktive olarak anksiyete bozuklukları gibi bir çok
psikopatolojilere neden olurlar. (Stein DJ ve ark. 1993, V.Delattre ve ark. 2004)
Erken disfonksiyonel şemalar yaşamın erken dönemlerinde geliştikleri için
değişmeye belirgin direnç gösterirler, kendini sürdürücü özellik gösterirler. Şemanın
tam tersi olaylarla karşılaşılırsa bile kişiler ısrarlı bir şekilde geçerliliğini korumak için
gelen bilgileri çarpıtırlar. Belirgin olarak işlevselliği bozucudurlar.
Kişinin çevresi ile olumlu ilişkiler içinde olma, özerklik, keyif alma ve kendisini
ifade gibi temel ihtiyaçlarını karşılamasını ve diğerleri ile ilişkide sınırları fark
edebilme becerilerini engellerler.
ŞEMA KÖKENLERİ
Şema teorisine göre şema kökenlerini genetik (mizaç), çocukluk çağı temel
ihtiyaçlarının karşılanmadığı yada aşırı karşılanmasıyla belirli olumsuz çocuklukergenlik yaşantıları ve kültürel etkilerden alır. Buna gereksinimlere göre şema
alanları
belirlenmiş
ve
ilgili
olan
18
adet
şema
bulunmuştur
(McGinn LK ve ark. 1996 ,Young J ve ark. 2003).
*Güvenli Bağlanma – Ayrılma / Dışlanma
Çocuk, kendisi ile ilgilenen kişilere bağlanabildiği güvenli bir yuvaya ihtiyaç
duyar. Bu yuvada bakım veren kişilerin sürekliliği ve tutarlı davranışlar göstermesi
gereklidir. (Bowlby J. 1969,1973) Huzurlu ve güvenli ortamda büyüyen çocuk,
öncelikle bakım veren kişiler olmak üzere, insanlara güven duygusuyla bağlanabilir
ve büyüdüğünde başkalarına bağlanırken huzursuzluk duymaz. Ayrılma, dışlanma,
reddedilme
durumlarında
yoğun
sıkıntı
duymaz.
Bu
gereksinimlerin
karşılanamadığı uzak, soğuk, dışlayıcı, esirgeyici, yalnız, ani patlayıcı tepkilerin
olduğu, huzursuz ve taciz edici aile ortamlarındaki erken yaşantıların sonucu
“ayrılma
ve
reddedilme
alanı”
altındaki
şemalar
gelişir
( Young J. ve ark. 1990,1994, 1998).
22
Bu alandaki şemalar:
1.
Duygusal Yoksunluk: Duygusal ihtiyaçlarının diğerleri tarafından yeterli
olarak karşılanamayacağına inanır. Örneğin: ilgi, duygusallık, sıcaklık,
arkadaşlık, anlaşılmak, dinlenmek, kendini ifade etmek gibi
2.
Terkedilme: Yakınlarının ve bağlanacakları kişilerin kendilerini bir
başkası için bırakıp gideceğine derin bir inanç duyarlar. Kurulan bağ ve
duygusal destek gibi ilişkideki olumlu durumların devam etmeyeceklerine
ilişkin düşünceleri mevcuttur.
3.
Şüphecilik:
Başkaları
tarafından
kötüye
kullanılacağı,
küçük
düşüreleceği, aldatılacağı ve istismar edileceği beklentisidir. Zararın
bilerek yapıldığı ya da haksızlık ve aşırı ihmal sonucu olduğunun
algılanmasını içerir.
4.
Kusurluluk: Kusurlu, kötü, istenmeyen, yetersiz olduğu veya önemli
kişiler için sevilmez olacağı hissidir. Eleştirilmeye, kabul edilmemeye,
suçlanmaya aşırı duyarlıdır. Başkaları yanında aşırı utangaçlık ve
güvensizlik hissedilir. Farklı kusurlarından dolayı utanç hissedebilir.
Kişinin kendinde olduğuna inandığı bu kusurlar gizli (bencilim,
kıskancım, cinsel eğilimlerim var gibi..)
yada açık (çirkinim, burnum
büyük, girişken değilim gibi…) olabilir.
5.
Sosyal İzolasyon: Tüm dünyadan ayrı, diğer insanlardan farklı,
herhangi bir grubun veya topluluğun parçası olamama hissidir.
Kendisinde
nedenini
açıklayamadığı
bir
farklılık
hisseder.
Diğer
insanların kendisini dışladığına ya da dışlayacağına inanır
* Hareket Özgürlüğü / Yeterlililik ve Kimlik Algısı- Zedelenmiş Hareket
Özgürlüğü
Çocukluk çağının bir diğer ihtiyacı, hareket özgürlünün kazanılmasıdır. Annebaba veya bakım veren kişilerin yardımı ile çocuk kendi becerileri ve yeterliliğini
fark eder. Çocuk yeni beceriler geliştirdikçe ve bunları artırdıkça kendine güveni
artar. Anne-baba, zamanı geldiğinde, çocuğun kendi becerilerini sınayabileceği
durumlar yaratarak veya bu durumlara engel olmayarak, onun gerçek hayatta kendi
23
hareket serbestliğini, becerilerinin yeterliliğini hissetmesine yardımcı olurlar. Ayrıca
dereceli ayrılmayı destekleyerek çocuğun kendilik algısı geliştirmesini sağlarlar.
Çocuğun aşırı korunduğu, başına gelebilecek kazalardan ve kötülüklerden
korumak için işlerin onun adına yapıldığı ailelerde, çocuk kendi kapasitesinin
farkına varamayacak ve hayata karşı kendisini ve becerilerini eksik hissedecektir.
Tam tersi her sorunu ile aşırı ilgilenen aile varlığında da kişi kimliğinin farkında
olmayarak, ilk önce ailesiyle, daha sonra eşi ve başka insanlarla iç içe geçerek
kendisinin
farkında
olmayarak
bir
yaşam
sürecektir
(Young J ve ark 1996,1997, 2003, Stein DJ ve ark 1993).
Bu alandaki şemalar
1. Bağımlılık: Karar alma, doğru ile yanlışı birbirinden ayırma becerisine
güvensizlik vardır. Dolayısıyla kişi yalnız başına problemlerle baş
edemeyeceğine inanır ve sürekli çevresinde kendisine destek verecek,
işleri onun adına yapacak birine ihtiyaç duyar.
2. Dayanıksızlık: Önlenemeyecek, beklenmedik bir felaketin herhangi bir
zamanda ortaya çıkabilme ihtimalinden aşırı korkudur. Korku, tıbbi olaylar
(kalp krizi, kanser ,vs), duygusal yaşantılar (çıldırma , bayılma) veya
doğal afetler –travmalar ( deprem, sel, terör,vs) ile ilgilidir.
3. Başarısızlık: Başarısız olduğuna, kesin olarak başarısız olacağına veya
başarı kazanılacak alanda diğerlerine göre yetersiz olacağına güçlü bir
inanç vardır.
4. Yapışıklık: Bir ya da daha fazla önemli kişiye ( genellikle ebeveynler) aşrı
duygusal bağlılık ve yakınlık vardır. Sıklıkla yapışık bireylerden en az
birinin, diğerinin sürekli desteği olmazsa yaşamayacağı veya mutlu
olamayacağına ilişkin inancı içerir, bireysel yaşam veya sosyalleşmeden
vazgeçilir.
24
*Gerçekci Limitler – Zedelenmiş Sınırlar
Bu alandaki şemalar iç sınırlarda, diğer kişilere sorumluluklarda, uzun süreli
amaç yönelimlerinde yetersizlikle ilgilidir. Bu şemalar diğerlerinin hakkına saygıda,
eş güdümlü çalışmada, sözleşmeler yapmada, gerçekci kişisel amaçlar oluşturma
ve ulaşmada zorluklara neden olur.
Anne ve baba, çocukta herhangi bir yoksunluk yaratmadan kendi sınırlarını
anlamasında ve engellenmeye karşı tolerans geliştirmesine yardımcı olur. Çocuk
kendisine sınırların gösterilmesine ihtiyaç duyar. Fakat bu şemaları olan kişilerin
aileleri disiplin ve limitler yerine üstünlük hissinin verildiği, aşırı hoşgörülü, aşırı
düşkün, yönlendirmenin çok az olduğu, işbirliği gösterme ve amaç saptama ile ilgili
olarak uygun terbiyenin verilmediği ailelerdir (Young J. ve ark. 1990, 1994,
1996,1997,2003).
Bu alandaki şemalar:
1. Haklılık :Kişi diğer insanlara göre daha üstün olduğuna inanır. Özel
haklara
ve
yönlendiren
ayrıcalıklara
hakkı
vardır.
kurallar
sınırlı
değildir.
ile
Normal
toplumsal
Başkalarının
yaşamı
ihtiyaçlarına
aldırmadan, kendi fikrini savunarak, ihtiyaçları doğrultusunda başka
insanların davranışlarını yönlendirerek başkaları ile aşırı rekabet ve baskı
yapar.
2. Yetersiz Özdenetimi : Kişisel amaçlara erişebilmek için yeterli öz-denetim
ve engellemeye tolerans göstermekte veya kişinin aşırı duygu ve
dürtülerini dizginlemekte belirgin zorluk yaşar. Sorumluluktan ve aşırı çaba
etmekten kaçınma gösterir.
* İçtenlik ve Oyun- Aşırı Hassasiyet
Çocuk, hata yapmaktan korkmadan içinden geldiği gibi davranması
konusunda iyi yönlendirildiğinde, hayatın sadece başarıya ulaşmak olmadığını anlar,
iş ve eğlence arasındaki dengelenmeyi zorlanmadan yapar, hatalara karşı katı bir
tutum takınmaz. Duygularını başkalarına rahatça açabilir ve hayata iyimser bir bakışı
olur.
25
Bu ortamın sağlanamadığı, kendilerinden ve çocuktan beklentileri yüksek olan
ailelerde eleştiriden kaçınmak için kişinin davranışa ve performansa ilişkin çok
yüksek seviyelere ulaşması gerektiğine dair bir inanç vardır ve bu çocuğa da geçer.
Gelişen şemalar ile kişinin kendisine ve diğerlerine aşırı eleştirel yaklaşım, haz
almada, gevşemede, sağlık, kendine güven, başarı hissinde veya tatminkâr ilişki
kurmada belirgin bozulmalar olur (Young J. ve ark. 1997, 1998, Stein D.J ve ark.
1993, Dozier M. ve ark. 1995).
Bu alandaki şemalar
1.
Cezalandırıcılık: Yaptıkları yanlışlar için insanların cezalandırılması
gerekliliğine inanırlar. Öfkelenme, acımasızlık, standartlara uymayan
kişilere (kendisi de dahil) katlanamama eğilimleri vardır. Kendisini ve
diğerlerinin hatalarını affetmekte güçlük çekerler.
2.
Yüksek Standartlar: Eleştiriden kaçınmak için davranışlar ve iş
beceresinde çok yüksek seviyelere ulaşılmasına gerektiğine inanç
vardır. Bu aşırı seviyelere ve standartlara bugünden başlayarak yaşam
boyu hiç durmadan çalışıldığında ancak erişilebileceğini düşünürler.
Kendisine ve diğerlerine aşırı eleştirel yaklaşımları vardır.
3.
Duyguları Bastırma: Olumsuz durumlardan kaçınmak için, doğal
duyguların ve davranışların aşırı baskı altında tutulmasıdır. Kişi
genellikle öfke, neşe, cinsel uyarılma, içtenlik, incinme gibi durumları
bastırır. Buradaki amaç yanlış yapmaktan kaçınmak veya katı kuralara,
beklentilere uymaktır.
4.
Karamsarlık: Hayatın olumlu ve iyimser yanlarını göz ardı ederek,
olumsuz yanları üzerinde ısrarlı ve yaşam boyu süren bir odaklanma
vardır. Kendi sorumluluk sınırları içindeki her hangi bir durumun ciddi bir
şekilde kötüye gideceğine dair güçlü bir beklenti mevcuttur.
*Gereksinim ve Duyguların İfade Özgürlüğü- Başkaları Yönelimlilik
Bu alandaki şemalar, çocuğa duygu ve ihtiyaçlarını ifade etmesinin doğal
hakkı olduğunun öğretilmesi ile ilgilidir. Çocuk, her insan gibi, evrensel
gereksinimlerinin ne olduğunu öğrenir. Bunları ister ve edinirken herhangi bir
26
bencillik hissi ile utanç duymaz. Kendini ifade ettiğinde karşı taraftan bir misilleme
veya olumsuz bir karşılık beklemez.
Bu temel gereksinimin karşılanamadığı durumlarda, kendi ihtiyaçlarına
rağmen sevgi ve onaylama almak, ilişkinin sürmesi, karşı tepkiden kaçınmak veya
başkalarının acısını hafifletmek için, başkalarının istekleri, duyguları ve tepkileri
üzerinde aşırı bir odaklanma vardır. Kendi doğal isteklerinin farkında olmazlar ve
bunları bastırırlar. Aile tipleri çocuğun sevgi, onay ve ilgi kazanmak için kendi ile
ilgili önemli durumları bastırmak zorunda olduğu koşullu kabul üzerine dayanır. Bu
ailelerin çoğunda ebeveynlerin duygusal ihtiyaçları ve istekleri, sosyal kabulleri,
çocuğun özgün ihtiyaçları ve duygularından daha önemlidir (McGinn L.K ve ark.
1996, Young J ve ark. 1997, 2003).
Bu alandaki şemalar:
1. Onay Arayıcılık: Diğer insanlardan onay, kabul veya ilgi kazanmaya,
ortama uyum sağlamaya karşı aşırı hassasiyet mevcuttur. Kişinin
kendinden emin olabilmesi için başkalarının onayı gerekmektedir.
2. Fedakârlık: Başka insanların ihtiyaçlarını karşılamak için aşırı çaba
gösterilir. Bu çaba genellikle tatminsizliğe neden olur. Başkalarının
acılarına güçlü bir duyarlılık nedeniyle ortaya çıkar. Kendi ihtiyaçlarının
karşılanamadığı hissinse ve fedakârlık yapılan kimselere öfke duymaya
neden olur.
3. Boyun Eğicilik: Kişinin isteklerinin, düşüncelerinin ve hislerinin başkaları
için geçerli veya önemli olmadığının algılanmasını içerir. Kendisini
zorunda hissederek, tepki almaktan kaçınmak için kontrolü başkalarına
bırakır. Bu durum genellikle uyumsuz durumlarda ortaya çıkan öfkenin
olumuna neden olur.
27
YÖNTEM ve METODLAR
Bu çalışmaya Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi psikiyatri
bölümüne 01.01.06-01.04.06 tarihleri arasında, poliklinikten başvuran hastalardan
DSM-IV tanı ölçütlerine
göre obsesif
kompulsif bozukluk tanısı almış olan ve
rasgele seçilen kadın ve erkek; toplam 45 hasta alındı.
Çalışmaya alınma kriterleri aşağıdaki gibidir;
•
18-65 yaş arasında olup DSM-IV obsesif –kompulsif bozukluk tanı
ölçütlerini karşılaması,
•
Uygulanacak ölçekleri yapabilmesi için okuma-yazma bilmesi,
•
Çalışmaya katılmayı kabul etmesi.
Çalışmaya alınmama kriterleri de aşağıda belirtilmiştir
•
OKB dışında herhangi bir I.Eksen psikiyatrik bozukluk tanısı alanlar
•
Mental retardasyonu ya da kişilik bozukluğu tanısı alanlar,
•
Alkol yada psikoaktif madde bağımlılığı olanlar,
•
Ciddi nörolojik ya da genel tıbbi durumu ilgilendiren hastalığı olanlar
Kontrol grubu olarak da 18-65 yaş arası, hastane personelinden kadın ve
erkek toplam 45 sağlıklı ve çalışmaya katılmayı kabul eden kişiler alındı. Çalışmaya
alınan hastalar ve sağlıklı gruptaki kişiler, çalışmanın amacı ve yöntemi hakkında
aydınlatıldı ve kendilerinden onam alındı.
Hastalar ve sağlıklıların tümüyle yüz yüze görüşülmüş , çalışmada kullanılan
soru formu ve ölçekler de yüz yüze görüşme yoluyla değerlendirilmiştir. I Eksen ve
28
II.Eksen psikiyatrik bozuklukların tanıları için DSM-IV’ e göre yapılandırılmış klinik
görüşme formları SCID-I ve SCID-II kullanılarak tespit edilmiş yada dışlanmıştır.
İki gruba,
kişilere ait bilgi ve demografik özelliklerin belirlenmesi için
hazırlanmış ve ekte sunulmuş olan Sosyodemografik Veri Formu,
disfonksiyonel
şema aktivasyonlarını belirlemek için Young Şema Ölçeği (Young Shema
Questionnaire),
çocukluk çağının temel gereksinimlerini temin eden anne-baba
tutumlarını belirmek için Young Anne-Baba Tutum Ölçeği (Young Parenting
Inventory) verilmiştir. Hasta olan gruba ek olarak OKB semptomlarının araştırılması
ve şiddetinin ölçülmesi amacıyla
Yale-Brown Obsesyon
Kompulsiyon Ölçeği
(Y-BOCS) verilmiştir.
29
ARAŞTIRMADA KULLANILAN GEREÇLER
Sosyodemografik Veri Formu :
Tarafımızdan geliştirilen bu form deneklerin yaş, cinsiyet, medeni durum,
meslek, eğitim durumu, hastalık süresi, alkol-madde
ve sigara kullanımını
sorgulayan sorulardan oluşmaktadır.
SCID I (Klinik Versiyon) :
Amerikan
Psikiyatri
Birliği
tarafından,
1994
yılında
DSM-IV
Eksen-I
bozuklukları için yapılandırılmış bir klinik görüşme ve major DSM-IV Eksen-I
tanılarının konması için geliştirilmiş, yarı yapılandırılmış klinik görüşme ölçeğidir.
Hem psikiyatri hem de genel tıp hastalarına uygulanabilir. Dil ve tanı kapsamı ile
çoğunlukla erişkinler için kullanımı uygundur. Altı modülden oluşmaktadır. Türkiye
için uyarlama ve güvenilirlik çalışmaları; Dr. Aytül Özkürkçügil, Dr. Ömer Aydemir,
Dr.
Mustafa
Yıldız
ve
Dr.
Ertuğrul
Köroğlu
tarafından
yapılmıştır
(Özkürkçügil A. ve ark. 1999).
SCID II (DSM-IV kişilik bozuklukları için yapılandırılmış klinik görüşme
formu):
DSM-IV sınıflandırılmasına göre II. Eksende Kişilik Bozukluğu tanılarını
koymak amacıyla Spitzer ve ark. (1990) tarafından geliştirilen, bireysel olarak
uygulanan bir klinik görüşme yöntemidir. Bireyleri 12 Kişilik Bozukluğu açısından
değerlendirir.
Türkiye
için
uyarlama
ve
güvenirlik
çalışması
yapılmıştır
(Sorias ve ark. 1990).
Yale Brown Obsesif Kompulsif Bozukluk Ölçeği ( Y-BOCS) :
Yale Brown Obsesif Kompulsif Bozukluk Ölçeği ( Y-BOCS) Goodman ve
ark. (1989) tarafından geliştirilmiştir. 1989 ‘dan beri birçok çalışmada yayın olarak
kullanılmakta olan bu ölçek, DSM-IV saha çalışmalarında da kullanılmıştır.
30
Y-BOCS, obsesif kompulsif semptomların şiddetini ölçmek, klinik seyri ve
tedavinin sonuçlarını değerlendirme duyarlılığı ile diğer ölçeklere üstünlük
sağlamaktadır.
Y-BOCS’ da obsesyonlar ve kompulsiyonlara yönelik sınıflandırma başlıkları
altında her biri değişen sayıda olmak üzere toplam 74 soruluk bir semptom kontrol
listesi vardır. Bu semptom kontrol listesi, ayrıntılı semptom tarama ve bunların
şiddetini değerlendirme imkanı sağlar .
Ölçeğin değerlendirilmesi klinisyen tarafından yapılır. Semptom şiddetleri
değerlendirilirken semptom tipi, sayısı ya da içeriği dikkate alınmaz. Her bir
semptomun hastanın ne derecede zamanını aldığına, normal yaşamını etkilediğine ,
öznel rahatsızlığa neden olduğuna, bunlara hastanın ne oranda aktif direnç
gösterdiğine ve ne kadar kontrol edebildiğine göre; 0-4 arasında değişen puanlar
alır. Daha sonra klinisyen tarafından genel obsesyon puanı (GOP), genel
kompulsiyon puanı (GKP) ve toplam puan (GTOP) hesaplanır.
Y-BOCS ölçeğine göre hastaların GOP ve GKP için alabilecekleri en yüksek
puan 20’dir. GTOP, GOP VE GKP ‘nin toplamıdır ve hastaların alabildiği en yüksek
puan 40’ tır.
Türkçe geçerlilik ve güvenirlik çalışması Karamustafalıoğlu O. ve ark. (1993)
tarafından yapılmıştır.
Young Şema Ölçeği (Young Schema Questinonnaire-YSQ)
J. Young ve arkadaşları tarafından şemaların ölçümü için geliştirilen , kişinin
kendini değerlendirdiği, özbildirim ölçeğidir (Young J. ve ark. 1992). Bu ölçek
Young ‘ın 16 temel şemanın var olduğu hipotezinden yola çıkılarak hazırlanmıştır.
Uzun formunda 205 adet item mevcut olup bunlar; klinik deneyim, inanışlar, kişinin
emosyonel ve temel ihtiyaçları göz önüne alınarak hazırlanmış sorulardan
oluşmaktadır. Likert tipi bir ölçektir ve her item 1 ‘den 6’ya olan puan üstünden
değerlendirilmektedir ve en doğru yanıta yaklaştıkça not yükselir.
1995’te geniş klinik örneklem grubu kullanılarak ilk defa psikometrik özellikleri
incelenmiş ve geçerliliği yayınlanmıştır. (Schmidt NB ve ark. 1995)
31
Fakat YSQ’ nun kabul edilebilir psikometrik özellikleri ve klinik yararlılığı
gösterilmesine rağmen uzunluğu dolayısıyla pratikte kullanım güçlüğü olmuştur.
1998 ‘te 75 itemlik ve 2001’de 90 itemlik kısa formu yayınlanmıştır. Kısa formda,
uzun formun itemlerindeki faktör dağılımları hesaplanarak tespit edilen şema sayısı
da 18’e
çıkarılmıştır. Kısa formun da
psikometrik özellikleri ve geçerliliği 2001
yılında yayınlanmıştır ( Waller G. ve ark 2001).
Türkiye’de ise YSQ ölçeğinin geçerlilik ve güvenirliliği Karaosmanoğulları A.
ve ark. (2005) tarafından yapılmış olup, Selanik/ Yunanistan Şema Terapi
Sempozyumun’ da sunulmuştur.
Young Anne- Baba Tutum Ölçeği (Young Parenting Inventory -YPI M-F)
Young ve arkadaşları
tarafından şemaların çocukluk ile ilgili orijinlerini
belirlemek için geliştirilmiştir (Young J. ve ark 2003). Kişinin çocukluğundaki temel
ihtiyaçları olan sevgi, şefkat, ilgi, takdir, kabul görme, düşünce ve arzularını ifade
edebilme
özerkliği
değerlendirilmesini
gibi
ebeveyn
yada
bakım
verenlerin
tutumlarının
sağlar. Young’ın 16 temel şema hipotezinden yola çıkılarak
hazırlanmıştır. Likert tipi bir ölçektir. 75 item içerir, her bir item 1’den 6’ya olan puan
üzerinden değerlendirilir, en doğru yanıta yaklaştıkça not yükselir. Özbildirim
ölçeğidir , anne ve baba için ayrı ayrı değerlendirilir.
Türkiye’de ise YPI ölçeğinin geçerlilik ve güvenirliliği Karaosmanoğulları A. ve
ark. (2005) tarafından yapılmış olup,
Selanik /Yunanistan Şema Terapi
Sempozyumun’ da sunulmuştur.
İstatistiksel analizler GraphPad Prisma V.3 paket programı ile yapılmıştır.
Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama, standart
sapma) yanı sıra ikili grupların karşılaştırmasında bağımsız t testi, nitel verilerin
karşılaştırmalarında
ki-kare testi, değişkenlerin birbirleri ile ilişkilerini belirlemede
Pearson korelasyon testi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde
değerlendirilmiştir.
32
BULGULAR
Çalışmaya Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
bölümüne
01.01.06-01.04.06
psikiyatri
tarihleri arasında, poliklinikten başvuran hastalar
arasından DSM-IV tanı ölçütlerine göre obsesif-kompulsif bozukluk tanısı almış olan
ve basit rastgele yöntem ile seçilen,
kadın ve erkek;
toplam 45 hasta
alındı.
Kontrol grubu olarak da hastane personelinden kadın ve erkek toplam 45 sağlıklı
ve gönüllü olarak çalışmaya katılmayı kabul eden kişiler alındı.
OKB grubuna alınanların
ortalama hastalık süreleri 5,2±4,89 yıldır. OKB
hastalığının şiddetini gösteren
Yale-Brown toplam ölçek puanları ortalama
23,56±6,88
olup, çalışmaya alınanların
hastalıklarının aktif dönemde olduğunu
göstermektedir.( Yale- Brown ölçeği için kesme puanı 16 alınmıştır)
Hastalık süresi ve ölçek puanları tablo 1’de gösterilmiştir.
Tablo 1 OKB grubunun hastalık süresi ve ortalama ölçek puanları
Tanı Süresi (Yıl)
5,2±4,89
Y-BOCS Obsesyon
12,47±3,24
Y-BOCS Kompülsiyon
11,09±4,28
Y-BOCS Toplam
23,56±6,88
Çalışmaya katılan OKB hastalarının yaş ortalaması 31,89±10,58, kontrol
grubunun yaş ortalaması 32,82±9,62 bulunmuştur. OKB ve Kontrol gruplarının yaş
ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (t:-0,04 p=0,663).
Çalışmaya alınan OKB ve kontrol gruplarının cinsiyet dağılımları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:0,06 p=0,821).
33
Yaş ve cinsiyet dağılımı tablo 2’deki gibidir.
Tablo 2 Her iki grubun yaş ve cinsiyet dağılımı
OKB Grubu
Kontrol Grubu
t:-0,04
Yaş
31,89±10,58
Cinsiyet
32,82±9,62
p=0,663
Erkek
14
31,1%
15
33,3%
χ²:0,06
Kadın
31
68,9%
30
66,7%
p=0,821
Yaş
36
34
32
30
OKB Grubu
Kontrol Grubu
Grafik 1: Her iki grubun yaşa göre dağılımı
OKB Grubu
Kontrol Grubu
Cinsiyet
70%
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
Erkek
Kadın
Grafik 2: Her iki grubun cinsiyete göre dağılımı
34
Çalışmaya alınan OKB ve kontrol gruplarının eğitim durumu dağılımları
arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:1,89 p=0.595). Ayrıca her iki grubun
meslek dağılımları, medeni durumları, alkol madde kullanımı arasında istatistiksel
farklılık gözlenmemiştir (p>0.05).
OKB ve Kontrol gruplarının sigara kullanım dağılımları arasında istatistiksel
farklılık gözlenmiştir (χ²:7,9 p=0,005). Kontrol grubunda sigara kullanımı 24 (%53,3)
iken bu oran OKB grubunda 11 (%24,4) bulunmuştur.
Çalışmaya katılan her iki grubun diğer sosyodemografik verileri tablo 3’de
verilmiştir.
Tablo 3 Her iki grubun diğer sosyodemografik verileri
Eğitim
Durumu
Meslek
Medeni
Durum
Alkol
Madde
Sigara
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
emekli
ev hanımı
işçi
memur
serbest
öğrenci
bekar
boşanmış
evli
Yok
Var
Yok
Var
OKB Grubu
9
20,0%
8
17,8%
18
40,0%
10
22,2%
3
6,82%
15
34,09%
4
9,09%
3
6,82%
9
20,45%
10
22,73%
18
40,0%
3
6,7%
24
53,3%
45
100,0%
0
0,0%
34
75,6%
11
24,4%
Kontrol Grubu
14
31,1%
8
17,8%
13
28,9%
10
22,2%
1
2,2%
13
28,9%
11
24,4%
9
20,0%
3
6,7%
8
17,8%
15
33,3%
4
8,9%
26
57,8%
42
93,3%
3
6,7%
21
46,7%
24
53,3%
χ²:1,89
p=0,595
χ²:10,62
p=0,06
χ²:0,5
p=0,781
χ²:3,1
p=0,078
χ²:7,9
p=0,005
35
Eğitim Durumu
Meslek
Medeni
Durum
Alkol
Madde
Var
Yok
Var
Yok
evli
boşanmış
bekar
öğrenci
serbest
Kontrol Grubu
memur
işçi
ev hanımı
emekli
Üniversite
Lise
Ortaokul
100%
90%
80%
70%
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
İlkokul
OKB Grubu
Sigara
Grafik 3: her iki grubun diğer sosyodemografik verileri
Çalışmaya alınan OKB ve kontrol grubunun erken disfonksiyonel şema
aktivasyonlarının belirlenmesi için Young Şema Ölçeği (YSQ) uygulanmıştır.
OKB grubunun sosyal izolasyon* , dayanıksızlık*, karamsarlık* , duygusal
yoksunluk, kusurluluk, başarısızlık, yetersizlik, teslimiyetçilik, yüksek standartlar,
haklılık, onay arayıcılık şema ölçek puan ortalamaları kontrol grubundan istatistiksel
olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. (p<0.05, p*<0.0001)
OKB ve kontrol gruplarının terk edilme, yapışıklık, kötüye kullanma, duyguları
bastırma, cezalandırıcılık, fedakarlık, duyguları bastırma ve yetersiz özdenetim
şema ölçek puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık
gözlenmemiştir.( p>0.05)
OKB grubunun YSQ toplam puan ortalaması kontrol grubundan istatistiksel
olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (t:3.62, p<0.0001).
36
Her iki grubun YSQ puanları ve istatistiksel farklılıkları tablo 4 ‘de
gösterilmiştir.
Tablo 4: OKB ve Kontrol gruplarının YSQ puanları ve aralarındaki farklılıklar
Duygusal Yoksunluk
Terkedilme
Kusurluluk
Sosyal İzolasyon
Kötüye Kullanma
Başarısızlık
Yapışıklık
Dayanıksızlık
Bağımlılık/Yetersizlik
Teslimiyetçilik
Fedakarlık
Duyguları Bastırma
Yüksek Standartlar
Haklılık
Yetersiz Özdenetim
Onay Arayıcılık
Karamsarlık
Cezalandırıcılık
YSQ Toplam
OKB Grubu
2,76±1,3
2,9±0,9
3,14±0,98
2,78±1,18
2,16±1,04
2,59±1,12
2,28±0,95
3,15±1,03
3,17±1,13
2,66±1,01
3,5±0,82
2,64±1
3,04±1,14
3,32±0,96
3,56±0,72
3,8±0,97
3,55±1,05
2,9±1
3±0,65
Kontrol Grubu
2,04±0,85
2,61±0,92
2,61±0,96
1,96±0,72
1,86±0,73
2,01±0,83
1,95±0,75
2,31±0,91
2,6±0,86
2,1±0,76
3,41±0,94
2,55±0,86
2,5±0,82
2,96±0,7
3,29±0,74
3,36±0,83
2,76±0,94
2,72±0,81
2,53±0,56
t
3,11
1,51
2,60
3,95
1,62
2,78
1,84
4,09
2,67
2,95
0,48
0,45
2,56
2,04
1,73
2,31
3,73
0,91
3,62
p
0,003
0,134
0,011
0,0001
0,108
0,007
0,069
0,0001
0,009
0,004
0,632
0,653
0,012
0,045
0,088
0,023
0,0001
0,368
0,0001
Çalışmamızda bulunan YSQ puanlarının OKB ve hasta grupları arasındaki
dağılımı ve şema alanlarına göre sınıflandırılması aşağıdaki grafiklerde sunulmuştur.
(* p<0.05).
37
OKB Grubu
YSQ
3,5
3
Kontrol Grubu
*
*
*
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Duygusal
Yoksunluk
Terkedilme
Kusurluluk
Kötüye Kullanma
Sosyal
İzolasyon
Grafik 4: Güvenli Bağlanma/ Ayrılma- Dışlanma ile İlgili Şemalar
OKB Grubu
YSQ
3,5
3
Kontrol Grubu
*
*
Dayanıksızlık
Bağımlılık
*
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Başarısızlık
Yapışıklık
Grafik 5 : Performans / Zedelenmiş Hareket Özgürlüğü ile İlgili Şemalar
38
OKB Grubu
YSQ
Kontrol Grubu
*
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Haklılık
Yetersiz Özdenetim
Grafik 6: Gerçekçi Limitler / Zedelenmiş Sınırlar ile İlgili Şemalar
OKB Grubu
YSQ
4
Kontrol Grubu
*
3,5
*
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Karamsarlık
Cezalandırıcılık
Duyguları
Bastırma
Yüksek
Standartlar
Grafik 7 : İçtenlik ve Oyun / Aşırı Hassasiyet ile İlgili Şemalar
OKB Grubu
YSQ
Kontrol Grubu
*
4
3,5
*
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Fedakarlık
Onay Arayıcılık
Teslimiyetçilik
Grafik 8: Duyguların ifade özgürlüğü – Başkaları Yönelimlilik ile ilgili Şemalar
39
Çalışmamızda erken disfonksiyonel şemaların gelişimine ve sürdürülmesine
katkıda bulunan anne-baba tutumları, OKB ve sağlıklı gruba Young Anne- Baba
Tutum Ölçeği (YPI M-F) uygulanarak, sonuçları istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır.
Her iki grubun YPI-M (Anne) puanları ve istatistiksel farklılıkları tablo 5’de
gösterilmiştir.
Tablo 5:
OKB ve Kontrol gruplarının YPI-M (Anne)
puanları ve
karşılaştırılması
YPI-M
Duygusal Yoksunluk
Terkedilme
Kötüye Kullanma
Yapışıklık
Bağımlılık/Yetersizlik
Kusurluluk
Başarısızlık
Teslimiyetçilik
Fedakarlık
Karamsarlık
Haklılık
Dayanıksızlık
Yüksek standartlar
Bastırma
Cezalandırma
Onay Arama
YPI-M Toplam
OKB Grubu
4,4±1
1,41±0,54
1,23±0,52
3,68±1,17
2,22±1,08
2,36±1,45
1,84±1,03
2,87±1,53
2,78±0,86
3,04±1,15
2,8±0,76
3,05±1,03
3,14±1,56
3,36±1,07
3,11±1,45
3,49±1,37
2,69±0,56
Kontrol Grubu
3,72±1,58
1,27±0,64
1,31±0,63
3,68±0,93
1,83±0,71
1,75±0,83
1,42±0,63
2,49±1,27
2,88±0,84
3,19±1,01
2,78±0,93
2,64±0,92
2,53±0,93
3,15±0,89
2,53±1,11
3,52±1,11
2,57±0,39
t
2,46
1,11
-0,64
0,03
2,02
2,43
2,32
1,26
-0,53
-0,68
0,12
2,00
2,27
1,01
2,12
-0,13
1,24
p
0,016
0,27
0,522
0,98
0,046
0,018
0,023
0,213
0,6
0,501
0,902
0,048
0,027
0,317
0,037
0,899
0,218
OKB grubunun duygusal yoksunluk, dayanıksızlık, karamsarlık, başarısızlık,
yüksek standartlar, bastırma ve cezalandırma şema ölçek puan ortalamaları kontrol
grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. (p< 0.05)
OKB ve kontrol gruplarının terk edilme, kötüye kullanma, yapışıklık,
teslimiyetçilik, fedakârlık, karamsarlık, haklılık, bastırma ve onay arama şema ölçek
puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir
(p>0.05)
OKB grubunun YPI-M toplam puan ortalaması, kontrol grubundan istatistiksel
olarak anlamlı faklılık saptanmamıştır (t:1.24, p>0.218).
40
Çalışmamızda bulunan YPI-M puanlarının OKB ve hasta grupları arasındaki
dağılımı ve şema alanlarına göre sınıflandırılması aşağıdaki grafiklerde sunulmuştur.
(* p<0.05)
OKB Grubu
YPI-M
4,5
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Kontrol Grubu
*
*
Duygusal
Yoksunluk
Terkedilme
Kötüye
Kullanma
Kusurluluk
Grafik 9: Güvenli Bağlanma / Ayrılma- Dışlanma ile İlgili Şemalar
OKB Grubu
YPI-M
Kontrol Grubu
4
*
3,5
3
*
2,5
2
*
1,5
1
0,5
0
Yapışıklık
Yetersizlik
Başarısızlık
Dayanıksızlık
Grafik 10 : Performans / Zedelenmiş Hareket Özgürlüğü ile İlgili Şemalar
41
OKB Grubu
YPI-M
3,5
*
Kontrol Grubu
*
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Haklılık
Cezalandırma
Yüksek
Standartlar
Karamsarlık
Bastırma
Grafik 11: Gerçekci Limitler- Zedelenmiş Sınırlar ve Aşırı Hassasiyet ile İlgili
Şemalar
OKB Grubu
YPI-M
Kontrol Grubu
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Teslimiyetçilik
Fedakarlık
Onay Arama
Grafik 12: Duyguların ifade özgürlüğü – Başkaları Yönelimlilik ile ilgili Şemalar
42
Her iki grubun YPI-F (Baba) puanları ve istatistiksel farklılıkları tablo 6’da
gösterilmiştir.
Tablo 6:
karşılaştırılması
OKB ve Kontrol gruplarının YPI-F (Baba )
YPI-F
Duygusal Yoksunluk
Terkedilme
Kötüye Kullanma
Dayanıksızlık
Yetersizlik/ Bağımlılık
Kusurluluk
Başarısızlık
Teslimiyetçilik
Fedakarlık
Yüksek Standartlar
Haklılık
Yapışıklık
Karamsarlık
Bastırma
Cezalandırma
Onay Arama
YPI-F Toplam
OKB Grubu
4,38±1,35
1,24±0,57
1,17±0,41
4,22±1,16
2,08±1,02
1,99±1,07
1,48±0,65
2,38±1,25
3,02±0,94
2,77±1,21
2,72±0,8
2,97±1,1
2,79±1,33
3,01±0,95
2,59±1,15
3,43±1,28
2,61±0,47
Kontrol Grubu
3,66±0,95
1,18±0,41
1,19±0,4
3,96±0,87
1,82±0,71
1,52±0,59
1,39±0,54
2,22±1,15
3,05±0,75
3±1,01
2,91±1,01
3,22±0,99
2,55±0,92
3,07±0,88
2,23±1,02
3,47±1,09
2,54±0,38
t
2,92
0,53
-0,26
1,21
1,41
2,56
0,70
0,64
-0,16
-0,96
-0,99
-1,11
1,01
-0,30
1,55
-0,16
0,70
puanları ve
p
0,004
0,597
0,793
0,232
0,161
0,012
0,484
0,526
0,877
0,339
0,327
0,271
0,314
0,766
0,124
0,877
0,489
OKB grubunun baba tutumuna göre duygusal yoksunluk ve kusurluluk şema
ölçek puan ortalamaları kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede
yüksek bulunmuştur (p< 0.05).
OKB ve kontrol gruplarının terkedilme, kötüye kullanma, dayanıksızlık,
yetersizlik, başarısızlık, teslimiyetçilik, fedakârlık, haklılık, yapışıklık, karamsarlık,
bastırma ve onay arama şema ölçek puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak
anlamlı farklılık gözlenmemiştir ( p>0.05).
OKB grubunun YPI-F toplam puan ortalaması kontrol grubundan istatistiksel
olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır (t:0.70, p>0.489).
43
Çalışmamızda bulunan YPI-F puanlarının OKB ve hasta grupları arasındaki
dağılımı ve
şema alanlarına göre sınıflandırılması
aşağıdaki grafiklerde
sunulmuştur (* p<0.05).
OKB Grubu
YPI-F
4,5
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Kontrol Grubu
*
*
Duygusal
Yoksunluk
Terkedilme
Kötüye
Kullanma
Kusurluluk
Grafik 13 : Güvenli Bağlanma / Ayrılma- Dışlanma ile İlgili Şemalar
OKB Grubu
YPI-F
4,5
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Dayanıksızlık
Yetersizlik
Başarısızlık
Kontrol Grubu
Yapışıklık
Grafik 14 : Performans / Zedelenmiş Hareket Özgürlüğü ile İlgili Şemalar
44
OKB Grubu
YPI-F
Kontrol Grubu
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Haklılık
Cezalandırma
Yüksek
Standartlar
Karamsarlık
Bastırma
Grafik 15: Gerçekci Limitler- Zedelenmiş Sınırlar ve Aşırı Hassasiyet ile İlgili
Şemalar
OKB Grubu
YPI-F
Kontrol Grubu
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Teslimiyetçilik
Fedakarlık
Onay Arama
Grafik 16: Duyguların ifade özgürlüğü – Başkaları Yönelimlilik ile ilgili Şemalar
45
Çalışmamızda YSQ ile YPI-M ve YPI-F arasında pozitif yönde istatistiksel
olarak anlamlı ilişki gözlenmiştir ( r=0.459 P=0.0001, r=0.367 p=0.0001). İstatistiksel
sonuçlar Tablo 7 ‘de sunulmuştur.
Tablo 7 : YSQ ile YPI-M ve YPI-F arasındaki ilişki
YSQ
Toplam
YSQ
Toplam
YPI-M
Toplam
YPI-F
Toplam
r
p
r
p
r
p
YPI-M
Toplam
0,459
0,0001
0,459
0,0001
0,367
0,0001
YPI-F Toplam
0,367
0,0001
0,64
0,0001
0,64
0,0001
YSQ, YPI-M ve YPI-F toplam puanları ile Y-BOCS obsesyon, kompulsyon, ve
toplam arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki gözlenmemiştir ( p>0.05)
İstatistiksel sonuçlar Tablo 8’ de gösterilmiştir.
Tablo 8: YSQ, YPI-M ve YPI-F toplam puanları ile Y-BOCS Obsesyon,
Kompulsyon, toplam puanları arasındaki ilişki
Y-BOCS Obsesyon
Y-BOCS Kompulsyon
Y-BOCS Toplam
r
p
r
p
r
p
YSQ
Toplam
0,138
0,37
0,164
0,287
0,168
0,276
YPI-M
Toplam
-0,107
0,489
0,08
0,605
-0,001
0,996
YPI-F
Toplam
0,141
0,357
0,183
0,229
0,18
0,237
46
TARTIŞMA
Literatürde erken disfonksiyonel şemalar ile ilgili çok az sayıda çalışma
bulunmaktadır. Literatürdeki çalışmalar en çok
kişilik bozukluğu olan hasta
gruplarında yapılmıştır (Jovev M ve ark. 2004, Arntz A ve ark. 2005, Lobbestael ve
ark. 2005, Young J ve ark.1998).
I. Eksen psikiyatrik bozukluklarda yapılan çalışmalar ise çok kısıtlıdır. Bu
çalışmalar da
daha çok anksiyete bozukluğu ve yeme bozukluğu ile ilgilidir
(Delattre V. ve ark. 2004, Waller G. ve ark. 2001).
Şemalar üzerine yapılan kısıtlı sayıda
çalışmanın yanı sıra, şemaların
gelişimi ve sürdürülmesinde önemli faktörlerden olduğu düşünülen
anne-baba
tutumları ile ilgili de az sayıda çalışma mevcuttur ( Mason 0. ve ark. 2005,
Bartholomew K. 1990-1997, Horowitz LM ve ark. 1993).
Bizim çalışmamızda obsesif-kompulsif bozukluk tanısı konan hastalar ile
sağlıklı kişilerin erken disfonksiyonel şema aktivasyonları ve anne-baba tutumları
karşılaştırılmıştır. İki grubun yaş, cinsiyet, medeni durum, meslek ve eğitim durumları
açısından aralarında anlamlı bir faklılık bulunmaması, seçilen örneklem grubunun
benzer özellikler taşıdığını, bu nedenle de yapılan karşılaştırmanın güvenilir
olduğunu göstermektedir.
Litaratürde OKB’ nin yaşam boyu görülme sıklığı, kadınlarda erkeklerden
hafifçe yüksek saptanmıştır, çalışmamızda da hasta olan kadınların sayısı fazladır.
Bulgularımız literatürdeki çalışmalarla uyumludur ( Kamo M. ve 1988, Weisman
MM ve ark .1994, Rasmussen SA ve ark.1993, Foa E.B ve ark. 1995).
Young’ın hipotezine göre her bir psikopatolojiye altta yatan erken dönem
uyum bozucu şemalar neden olmaktadır ( Young J . ve ark. 1990,1994,2003).
Literatürde, Delattre ve ark. (2003) yaptığı bir çalışmada anksiyete bozukluğu olan
( 21 sosyal fobik, 11 yaygın anksiyete boz., 18 panik boz. ) toplam 50 hasta ve
sağlıklı 50 kişi karşılaştırılmıştır. Anksiyete grubuna özgü herhangi belirgin bir şema
saptanmamakla beraber, kontrol grubundan farklı olarak bütün şemalarda anlamlı bir
47
aktivasyon bulunmuştur. Sonuç olarak, çocukluktan itibaren gelen şemaların güçlü
şekilde aktive edilmesi ile anksiyete bozukluklarına zemin hazırladığı görüşü ileri
sürülmüştür.
Bizim çalışmamızda da kontrol grubuna göre OKB grubunda bazı şemalar
anlamlı olarak daha aktif bulunmuştur. Bunlar; dayanıksızlık, sosyal izolasyon,
karamsarlık, duygusal yoksunluk, kusurluluk, başarısızlık, yetersizlik, teslimiyetçilik ,
haklılık, yüksek standartlar ve onay arayıcılık şemalarıdır. Özellikle dayanıksızlık,
sosyal izolasyon, karamsarlık şemaları kontrol grubundan
daha belirgin olarak
anlamlıdır (p<0.0001). Buradan hareketle, çalışmamızda OKB için en belirgin ve
patolojiye zemin hazırlayan şemaların dayanıksızlık, karamsarlık
ve
sosyal
izolasyon olduğu söylenebilir.
Obsesif-
kompulsif
hastalığın
şiddeti
ile
erken
disfonksiyonel
şema
aktivasyonu arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Bu durum da erken
disfonksiyonel şemaların hastaların şu anki durumlarıyla değil de, daha derindeki
patolojilerle ilişkili olduğu varsayımını desteklemektedir.
Çalışmamızda hem OKB grubunda ve hem de kontrol grubunda aktif olarak
bulunan ve aralarında anlamlı bir fark gösterilemeyen
şemalar da bulunmuştur.
Bunlar; fedakarlık ve yetersiz özdenetim şemalarıdır. Örneklem grubunun küçük
olmasına rağmen her iki grupta aktif olarak bulunması, bu şemaların genel
popülasyona ve kültüre özgü olabileceğini düşündürmektedir.
Literatürde Stopa L. ve ark. (2005) yaptığı bir çalışma ilgi çekicidir.
Duygudurum değişikliklerinin erken disfonksiyonel şemalara olan etkisi incelenmiştir.
Duygudurum değişikliklerinden etkilenen şemalar; duygusal yoksunluk , kusurluluk
ve haklılık olarak bulunmuştur. Depresif duygudurumla aktive
olanlar duygusal
yoksunluk ve kusurluluk , neşeli duygudurumla aktive olan ise haklılık şemalarıdır.
Çalışmamıza alınan hasta grubunda, aktif dönem OKB bulguları olmakla
birlikte, yarı yapılandırılmış görüşmelerle komorbid duygudurum bozukluğu tanısı
düşünülenler çalışmaya alınmamıştır. Fakat OKB grubunda duygudurumla
ilişkisi
olabilen şemaların ( duygusal yoksunluk ve kusurluluk) da bulunması literatürde
daha önce de tartışılan OKB ve duygudurum bozuklukları birlikteliği konusunu akla
48
getirebilir (Akiskal HS. Ve ark. 2002-2004, Angst J ve ark 2005, Tukel R ve ark
2006).
Epidemiyolojik çalışmalar OKB ve duygudurum bozuklukları arasında önemli
bir ilişki olabileceğini göstermektedir (Chen YW ve 1995, Angst J ve 1998, Akiskal H
ve ark 1985).
Birçok çalışmada OKB’ ye yaşam boyu en sık duygudurum
bozukluklarının eşlik ettiğini bildirmektedir. (LaSalle ve ark. 2004, Diniz ve ark. 2004,
Grabe ve ark. 2001, Brown ve ark. 2001). Komorbid hastalığın varlığı ile birlikte
OKB; semptomatolojik özellikleri, prognozu, komplikasyonları ve tedavi şekli
açısından daha dikkatli değerlendirilmeli,
komorbid durumun
tanı ve tedaviyi
güçleştirdiği unutulmamalıdır ( Karamustafalıoğlu O. ve ark. 2000).
Bu alanda çok daha fazla çalışmaya ihtiyaç olmakla birlikte, psikoterapötik
yaklaşımda şemalar önem kazanabilir.
Literatürde erken disfonksiyonel şemalar ile ilgili çalışmalar öncelikle kişilik
etyolojisini aydınlatmak ve tedavisinde yararlanılmak üzere
bozukluklarının
yapılmıştır. Young, özellikle borderline ve narsisistik
kişilik bozukluklarında
çalışmalar yapmıştır (Young J. ve ark. 1992, 1996, 1998, 2003).
Jovev ve ark. (2005) yaptığı bir çalışmada, kişilik bozukluğu olan toplam 48
hastanın (13 borderline k.b ,13 obsesif-kompulsif k.b, 22 çekingen k.b)
erken
disfonksiyonel şemalarına bakılmıştır. Borderline hastalarda; terk edilme, kusurluluk,
yetersizlik, obsesif grupta yüksek standartlar, çekingen grupta ise duyguları bastırma
şemalarının daha aktif olduğu bulunmuştur.
Literatürde OKB’ de gözlenen kişilik bozuklukları ile ilgili çalışmalarda ,
obsesif- kompulsif
kişilik bozukluğu önemli bir tartışma konusu olmaya devam
etmektedir ( Baer .L ve ark. 1990, Bejerot S. ve ark. 1998).
Psikoanalitik görüşe göre preödipal anal-sadistik döneme regresyon ile ortaya
çıkan OKB, anal –sadistik dönemde meydana gelen fiksasyona bağlı olarak gelişen
obsesif- kompulsif kişilik bozukluğu arasında bir devamlılık vardır. Aralarında
etyopatogenetik bir ilişki olduğu kabul edilir ( Trijsburg RW ve ark. 1987).
Günümüzde yaygın olarak paylaşılan bilimsel kanı, OKB’de C kümesi kişilik
bozukluklarına
daha sıklıkla rastlandığı fakat OKB’ ye özgü
herhangi bir kişilik
49
bozukluğunun bulunmadığı şeklindedir ( Baer L. ve ark. 1990-1992, Kara H.ve ark.
1996, Pigot TA ve ark 1994, Matsunaga H. ve ark. 1998, Samuels ve ark. 2000).
OKB’ de herhangi bir C kümesi kişilik bozukluğunun yaygınlığı ise %20-55
oranında bildirilmektedi ( Bejerot ve ark. 1998, Denys ve ark. 2004, Matsunaga ve
ark 1998, Samuels ve ark. 2000).
Çalışmamızda
belirgin kişilik bozukluğu olduğu
tespit edilenlerin hasta
grubuna alınmamasına rağmen, OKB grubunda bazı kişilik bozukluklarına ait olduğu
daha önceki çalışmalarda bulunmuş; yüksek standartlar, kusurluluk, yetersizlik
şemalarının
kontrol grubundan daha aktif olarak bulunması, etyopatogenezde
özellikle B ve C grubu kişilik özelliklerinin olabileceğini düşündürmektedir. Elde
edilen bu veriler litaratürle uyumlu gözükmektedir.
Yaptığımız çalışmada,
bulunan faktörlerden
şemaların gelişimine ve sürdürülmesine katkıda
da değerlendirilmiştir. Literatürde bu
anne-baba tutumları
ilişkiyi inceleyen çok kısıtlı sayıda çalışma
bulunmakla birlikte genelde yapılanlar
bağlanma ile ilgilidir. Bağlanma şekilleri ve erken disfonksiyonel şemalar arasındaki
ilişkiyi inceleyen de birkaç yayın mevcuttur.
Bağlanma; 1)Güvenli
2)Korkulu
3) Endişeli 4) Kaçıngan
olmak
üzere
4 gruba ayrılmıştır (Horowitz ve L.M ark. 1991, Bartholomew K. ve ark. 1997).
Horowitz ve ark (1993) , bağlanma tipleri ve erken disfonksiyonel
ilişkisini
incelemişler;
özellikle
güvenli
olmayan
bağlanma
şema
tiplerinde
(korkulu, endişeli ve kaçıngan gibi) erken disfonksiyonel şemaların var olduğunu ve
bunların da anksiyete bozukluğu, depresyon,
sosyal ilişkilerde bozukluk gibi bir
takım psikopatolojilere neden olabileceklerini söylemişlerdir.
Mason ve ark. (2005) yaptığı bir çalışmada psikiyatrik yardım gören ve aktif
psikozu olmayan 72 kişinin bağlanma stilleri ve erken disfonksiyonel şemaları
arasındaki ilişki değerlendirilmiştir.
Bağlanma tipleri
Brennan
ve ark. (1998)
tarafından geliştirilen yakın ilişkilerde deneyim (experiences in close relationships)
ölçeği
ile
bulunmuş ve
sonrasında Young şema ölçeği uygulanmıştır. Bu
çalışmada aktif disfonksiyonel şemaların korkulu tipte en fazla, güvenli tipte ise en
düşük
sayıda olduğu
bulunmuştur. Korkulu tipte saptanan şemalar; sosyal
50
izolasyon, kusurluluk ve duyguları bastırma şemalarıdır. Güvenli tipte ise şemalar
için puanlar çok düşük olup, aktif şema bulunmamıştır. Endişeli tipe özgü şemalar
ise terk edilme, boyun eğicilik ve duygusal yoksunluk olarak belirtilmiş ,
aktivasyonları ise iki grubun arasında yer almıştır.
Carnelley ve ark. (1994) , depresyonun korkulu ve endişeli bağlanma tipleri ile
ilişkili olduğunu bildirmiştir.
Shah ve Waller’ in (2000) yaptığı bir çalışmada yine ebeveyn tutumları ile
şema oluşumu incelenmiş, bağlanma ile ilgili olumsuz ebeveyn tutumlarının
psikopatolojilere zemin hazırlandığı belirtilmiştir.
Çalışmamızda, OKB grubunda anne tutumu ile ilgili olan şemalar; duygusal
yoksunluk, bağımlılık, kusurluluk, başarısızlık, dayanıksızlık, yüksek standartlar,
cezalandırıcılık şemalarıdır ve bu şemalar kontrol grubundan anlamlı olarak daha
aktif
bulunmuştur.
Aynı şekilde de OKB grubunda baba tutumu ile ilgili olan
şemalar duygusal yoksunluk ve kusurluluk şemalarıdır ve kontrol grubundan daha
aktiftir.
OKB grubunda bulunan aktif şemaların, özellikle anne tutumlarını belirleyen
şemalarla benzer olduğu gözlenmiştir. Benzer alanlarda patoloji bulunması özellikle
hastalığın etyolojisini anlamak açısından önem kazanmaktadır.
Çalışmamızda hastaların ve her iki ebeveynin
kusurluluk
şemalarının
aktif
olması,
bağlanma
duygusal yoksunluk ve
alanında
sorun
olduğunu
göstermekte, özellikle de endişeli ve korkulu tipte bağlanmayı desteklemektedir.
Bağlanma teorisine göre kurulan bağ çocuklukta güven kaynağıdır ve ilerdeki
bağlanma davranışı için temel oluşturur. Ebeveyn bağlanmasından mahrum kalmış
bireyler anksiyöz ve güvensizliğe eğilimlidir (Bowlby J. 1969-1973-1980, Young
1990-1994). Bu alanla ilgili şemaların hasta grubunda anlamlı derecede
aktif
bulunması, bağlanma ile ilgili sorunların psikopatolojilere zemin hazırladığı teorisini
desteklemektedir.
Hastaların
anne
tutumlarında
dayanıksızlık,
cezalandırıcılık,
yüksek
standartlar gibi şemaların aktif olarak bulunması, OKB ‘nin psikodinamik kuramında
51
da yer alan otonomi ve güven duygusunu zedeleyici, cezalandırıcı, katı, kuralcı ve
beklentileri yüksek ebeveyn varlığını da desteklemektedir.
52
SONUÇ VE ÖNERİLER
Obsesif- kompulsif bozukluk daha önceki çalışmalarda az görülen bir hastalık
olarak bildirilirken, son çalışmalar aksine daha sık bulunduğunu göstermektedir.
Etyolojisi üzerine, farklı yönlerden bakan çeşitli kuramlar ileri sürülmüştür. Kronik
gidiş göstermesi, işlevselliği önemli ölçüde etkileyerek yaşam kalitesinde bozulmaya
neden olması ve düşük olmayan bir oranda ilaç tedavisine yanıtsız kalabilmesi,
OKB’ de özellikle son yıllarda yeni tedavi arayışlarını ve tedavi ilkeleri oluşturma
yönündeki yoğun çabaları gündeme getirmiştir.
Bizim çalışmamızda, OKB hastalığının etyopatogenezinde birden fazla aktif
erken disfonksiyonel şemanın bulunduğu ve disfonksiyonel şemaların gelişiminde
ebeveyn tutumlarının önemli olduğu bulunmuştur. Bulduğumuz sonuçlar Young ve
ark. (1990–1994)
tarafından ortaya atılan, her bir psikopatolojinin altında yatan
birden fazla erken disfonksiyonel şema olduğu teorisiyle uyumludur.
Patolojiye zemin hazırlayan disfonksiyonel şemalar ortaya çıktıkça OKB’ nin
etyolojisi ve birlikte bulunan komorbid durumlar daha
iyi açıklanacaktır. Erken
disfonksiyonel şemaların anlaşılması, etyolojide kognitif teorilerin yanı sıra
psikodinamik etkenlerin de anlaşılabilmesine ve en önemlisi de tedavisi güç olan bu
hastalığa karşı yeni tedavi stratejilerinin geliştirilmesine olanak sağlanacaktır.
Hasta ve kontrol grubuna alınanların sayısı kısıtlı olmakla birlikte, çalışmamız
bu alanda yapılanlar diğer araştırmalar içinde OKB hastalarında erken disfonsiyonel
şemaların araştırıldığı ilk çalışma özelliğini taşımaktadır. Fakat şemaların kültürden
de etkilenebileceği düşünülerek, topluma yönelik çalışmalar yapılıp, kültüre özgü
şemaların da bulunması gerekmektedir. Obsesif kompulsif bozukluğa ve diğer
psikiyatrik hastalıklara spesifik şemaların bulunabilmesi için çok daha fazla sayıda
çalışmaya ihtiyaç vardır.
53
ÖZET
Obsesif kompulsif bozukluk 19. yüzyıldan beri bilinmekte olan, obsesyon ve
kompulsiyonlarla
seyreden, kronik seyir izleyen ve tedavisi zor olan
sendromdur. Son zamanlarda etyopatogeneze yönelik
kuramlar ortaya atılmış,
klinik bir
davranışçı ve
kognitif
bu teorilerden yola çıkılarak yeni tedavi yöntemleri
geliştirilmiştir. Etyolojide ve tedavisinde rolü alan
kognitif kuram ise şema
kavramının önemsenmesine ve yeni teorilerin gelişmesine zemin hazırlamıştır.
Konuyla ilgili ortaya atılan yeni teorilerden biri de psikopatolojiye zemin hazırladığı
düşünülen erken disfonksiyonel şema teorisidir. Bu çalışmada bizim
obsesif kompulsif
bozukluk tanısı
amacımız da,
alan hastaların erken disfonksiyonel
şema
aktivasyonlarını ve çocukluk çağının temel gereksinimlerini temin eden anne-baba
tutumlarını, sağlıklı kontroller ile karşılaştırmaktır.
Çalışmaya Haydarpaşa Numune Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine ayaktan
başvuran, DSM-IV obsesif- kompulsif bozukluk tanı ölçütlerini karşılayan 18-65 yaş
arasında kadın ve erkek toplam 45 hasta,
personelinden benzer
kontrol gurubu olarak da hastane
özelliklerde seçilmiş 45 sağlıklı
alınmıştır. Bu kişilere
kendileriyle ilgili bilgileri içeren sosyodemografik soru formu, Young Şema Ölçeği,
Young Anne-Baba Tutum Ölçeği uygulanmıştır. Ayrıca hasta gruba, OKB’ nin
şiddetini ölçmek için Y- BOCS ölçeği de uygulanmıştır.
OKB grubunda sosyal izolasyon, dayanıksızlık, karamsarlık, duygusal
yoksunluk, kusurluluk, başarısızlık, yetersizlik, teslimiyetçilik, yüksek standartlar,
haklılık, onay
arayıcılık
şemaları aktif olarak bulunmuştur. Özellikle de
dayanıksızlık, sosyal izolasyon, karamsarlık şemaları kontrol grubundan daha aktif
ve belirgin olarak anlamlıdır (p<0.0001). Buradan hareketle, çalışmamızda, OKB
için en belirgin ve psikopatolojiye zemin hazırlayan erken disfonksiyonel şemaların;
dayanıksızlık, karamsarlık ve sosyal izolasyon olduğu söylenebilir.
OKB grubunda
dayanıksızlık,
anne tutumları ile ilgili olanlar; duygusal
karamsarlık,
başarısızlık,
yüksek
standartlar,
yoksunluk,
bastırma
ve
cezalandırma, baba tutumlarında ise duygusal yoksunluk, kusurluluk şemalarıdır ve
aktif olarak bulunmuşlardır.
54
OKB grubunda bulunan aktif erken disfonksiyonel şemaların , özellikle anne
tutumlarını belirleyen disfonsiyonel şemalarla benzer olduğu gözlenmiştir
OKB grubunda ve kontrol grubunda aktif olarak bulunan fakat aralarında
anlamlı bir fark gösterilemeyen , fedakarlık ve yetersiz özdenetim şemaları da tespit
edilmiştir. Her iki grupta aktif olarak bulunması, genel popülasyona ve kültüre özgü
olabileceğini düşündürmüştür.
Hasta ve kontrol grubuna alınanların sayısı kısıtlı olmakla birlikte, çalışmamız
bu
alanda
yapılanlar
diğer
araştırmalar
içinde
OKB
hastalarında
erken
disfonksiyonel şemaların araştırıldığı ilk çalışma özelliğini taşımaktadır.
Psikopatolojiye
zemin hazırlayan erken disfonksiyonel şemalar ortaya
çıktıkça OKB’ nin etyolojisi ve birlikte bulunan komorbid durumlar daha iyi
açıklanacak ve
tedavisi güç olan hastalığa karşı yeni tedavi stratejilerinin
geliştirilmesine olanak sağlayacaktır.
55
KAYNAKLAR
Akgün N., (1989) Obsesyonel nevroz saplantı zorlantı bozukluğu, Ed:Akgün N ,Nobel
Tıp Kitapevi
Akiskal HS, Downs J ve ark. (1985) Affective Disorders in referred children and
younger siblings of manic –depressives: mode of onset and porspective course . Arch.
Gen. Psychiatry 42: 996-1003
Akiskal HS, Perugi G, Toni C. Ve ark. (2002) Obsessive compulsif bipolar comorbity :
A systematic exploration of clinical features and treatment outcome. J. Clin. Psychiatry
63: 1129-1134
4.
Akiskal HS, Masi G, Mucci M. ve ark. . (2004) Obsessive compulsif bipolar comorbity
focus on children and adolescents, J. Affective Dis. 78: 175-183
5.
Angst J. ve ark. (1998) The emerging epidemiyology of hypomania and bipolar II
disorder, J. Affective Dis. 50: 143-15
6.
Angst J., Gamma A, Endress J ve ark (2005) Obsessive compulsif syndroms and
ddisorders, significance of comorbity with bipolar and anxiety syndroms, Eur. Arch.
Psychiatry Clin Neurosci, Feb; 255 (1): 65-71
7.
Apter A, Fallon TJ, King RA, (1996) Obsessive compulsive characteristics: from
symptoms to syndrome , J. Am. Acad. Child Adolesc. Psychiatry, 35: 907-912. Ashbar
FR, Negrao AB., Gentil V. ve ark. (1998) Obsessive –compulsive and related
symptoms in children and adolescents with rheumatic fever and without chorea : a
prospective 6 –month study , Am. J. Psychiatry, 155; 1122-1124
8.
Aslan H, Unal M, (1995) Obsesif-Kompulsif Bozukluk, Anksiyete Monografları Serisi 3
9.
Baer L, Jenike MA, Ricciardi JN, Holland AD. ve ark. (1990) Standarized assessment
of personality disorder in obsessive-compulsive disorder. Arch Gen Psychiatry 47:
826-30.
10.
Baer L, Jenike MA, Black DW, Treece C, Rosenfeld R, Greist J . (1992) Effect of Axis
II diagnoses on treatment outcome with clomipramine in 55 patients with obsessivecompulsive disorder. Arch Gen Psychiatry,; 49: 862-66.
11.
Baer L, Rauch SL, Ballantine HT ve ark. (1995) Cingulotomy for intractable obsessive
compulsive disorder, prospective long term foolw-up of 18 patients, Arch. Gen
Psychiatry, , 52; 384-392
12.
Barr LC, GoodmannWK, Price LH ve ark. (1992) The serotonin hypothesis of
obsessive compulsive disorders. Implications of pharmacologic challenge studies,
J.Clin Psychiatry, 53(4); 17-28
56
13.
Bartholomew K. (1997)
Adult Attachment Processes : Individual and couple
perspectives, Brit. J . Med. Psychology , 70: 249-263
14.
Beck AT, Emery G.(1985) Anxiety disorders and phobias : A cognitive perspective.
Newyork: Basic Boks/ Harper Collins Publishers
15.
Beck AT, Weishaar M. (1989) Cognitive therapy . Comprehensive handbook of
cognitive therapy. NY , Plenum Pres, 21-35. Beck AT., Rush AJ. (1989) Cognitive
Therapy . Comprehensive Textbook of Psychiatry / 5 Kaplan HI, Sadock BJ (Ed)
Baltimore-Maryland. Williams& Wilkins, 1541-1549
16.
Beck AT. (1997) Cognitive Therapy of Depression , Guilford Pres;
17.
Behar D., Rapoport JL, Berg CJ ve ark., (1984)
Computerized tomography and
neuropsychological test measures in adolescents with obsessive compulsive disorder,
Am. J. Psychiatry 141; 363-369
18.
Bejerot S, Ekselius L, von Knorring L. (1998)
Comorbidity between obsessive
compulsive disorder and personality disorders. Acta Psychiatr Scand. 97: 39819.
Bellodi L, Scuito G., Diaferia ve ark (1992) Psychiatrics disorders in the families of
patients with obsessive-compulsive disorder, Psychiatry Res., 42; 111-120
20.
Berthier ML, Kulisevsky J., Gironell A ve ark. (1996) Obsessive compulsive disorder
associated with brain lesions ; Clinical phenomenology, cognitive function and
anotomic correlates, Neurology 47; 353, 361
21.
Black DW, Nayes R., Goldstein RB ve ark. (1992) A family study of obsessive
compulsive disorder,.Arch . Gen. Psychiatry 49; 362-268
22.
Blackburn IM. (1998 )Cognitive Therapy Elsevier Science , NY, Guilford Press
23.
Bowlby J. (1969) Attachment. London, Penguin Books,
24.
Bowlby J. (1973) Attachment and loss : Vol 2.Separation , NY: Basic Books,
25.
Bowlby J .(1980 ) Attachment and loss Vol 3. Loss, NY, Basic Books,
26.
Brennan KA, Clark CL ve ark.( 1998) Self- report measurement of adult romantic
attachment: An integrative overwiev, Simpson JA (Ed) Attacment theory and close
relationships ,NY. Guilford Press
27.
Brown TA, Campbell LA, Lehman CL. Ve ark. (2001) Current and lifetime comorbidity
of the DSM-IV anxiety and mood disorders in a large sample J Abnorm Psychol,; 110:
585-99.
28.
Carnelley KB, Pietromonaco ve ark. (1994)
Depressin working models of others and
relationship functioning . J personality and Social Psychology 66: 127-140
29.
Carr AT. (1974) Compulsive Neurosis : A review of the literature. Psychological Bul.
81; 311-318
30.
Chen YW, Dilsaver SC ve ark. (1995) Comorbity for obsessive compulsif disorder in
bipolar and unipolar disorders, Psychiatry Res.; 59: 57-64
57
31.
Coryell W. Ve ark. (1981)
Obsesive compulsive disorder and primary unipolar
depresion : comparisons of background, family history , course and mortality. J. Nerv.
Ment. Dis. 169; 220-224
32.
Degonda M., Wyss M., Angst J (1993) obsessive compulsive disorder and syndroms in
general population , Eur. Arch. Psychiatry Clin Neurosci, 243; 16-22
33.
Delattre V ,Servant D. ve ark. (2004) Les Schemas Precoces dysfonctionnels etude
chez des patients adultes souffrant d’un trouble anxieux, L’encephale; XXX :255-8
34.
Diniz JB, Rosario-Campos MC, Shavitt RG ve ark. (2004) Impact of age at onset and
duration of ilness an the expression of comorbidities in obsessive-compulsive disorder.
J Clin Psychiatry ,65: 22-27
35.
Douglass H.M, Moffitt TE, Dar R. (1995) Obsessive compulsive disorder in ağabeyrth
cohort of 18 years olds: prevalance and predictors, J. Am. Acad. Child Adolesc.
Psychiatry, 34: 1424-1431
36.
Dozier M, Stevenson A, (1995) attachment organisation and famialial over-involvement
for adults with serious psychopatological disorders. Development and Psychopatology
3; 475-479
37.
Eisen JL, Goodman WK, Keller MB, Warshaw MG. ve ark. (1999 )
. Patterns of
remission and relaps in obsessive-compulsive disorder: A 2-year prospective study. J
Clin Psychiatry, 60: 346-51.
38.
Ellis A . (1998) Reason and emotion in Psychotherapy, Citadel Press,
39.
Flament M.F., Withaker A , Rapoport JL ve ark (1988) Obsessive compulsive disorder
in adolescence :an epidemiologic study, J. Child Adolesc Psychiatry 27:764-771
40.
Freud S: (1958) The dispotion of obsessional neurosis, The Standart Edition of The
Complete Psychological Works , Vol 12, p 317-326, The Hogart Press, London,
41.
Freud, S : (1959)Collected papers, Vol III, Basic Boks, NY,
42.
Foa E.B, Kozak M (1995) DSM-IV field trial: obsessive compulsive disorder, Am. J.
Psychiatry 152; 90-96
43.
Glenn W. , Caroline M., and Vartouhi O. (2001) Psychometric properties of the Long
and short Versions of the Young Schema Questionnaire : Core Bliefs Among Bulumic
and Comprison Woman , Cognitive Therapy and Research, 25(2); 137-147
44.
Goodman WK , Price LH, Rasmussen SA ve ark. (1989) The Yale- Brown Obsessive
Compulsive Scale ; Part I . Development , use, and reliability, Arch Gen Psychiatry 46;
1006-1011
45.
Grabe HJ, Meyer C, Hapke U, Rumpf HJ. Ve ark. (2001) Lifetime-comorbidity of
obsessive-compulsive disorder and subclinical obsessive-compulsive disorder in
Northern Germany. Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci. 251: 130-35.
58
46.
Hantouche EG, Bouhassira M ve ark. (1995) Prevalance of obsessive compulsive
disorders in a large French patient population in psychiatric consultation , Encephale
21, 571-580
47.
Horowitz LM , Bartholomew K. (1991) Attachment styles among young adults : test of
a four category model . J personality and Social Psychology , 61: 226-244
48.
Horowitz LM, Rosenberg SE, (1993) Interpersonal problems , attachment styles and
outcome in brief dynamic psychotherapy , J Consulting and Clinical Psychology,; 61:
549-560
49.
Insel TR, Mueller EA, Alterman I ve ark. 1985 Obsessive compulsive disorder and
serotonin: Is there a connection ? Biol Psychiatry, 20; 1174-1188
50.
Jakes I. ve ark. (1996) Theoretical approaches to obsessive compulsive disorder,
Cambridge University Pres
51.
Jenike MA ve ark. 1998 Neurosurgical treatment of obsessive- compulsive disorder,
Br. J. Psychiatry, 173(35); 79-90
52.
Kamo M., Golding JM, Sorenson SB ve ark. (1988) The epidemiology of obsessive
compulsive disorder in five U.S Communities , Arch Gen Psychiatry 45; 1094-1099
53.
Kara H, Yazıcı MK ve ark. (1996) Obsesif kompulsif kişilik özellikleri ve bozuklukları,
Yeni Symposium, 34: 55-56
54.
Karamustafalıoğlu O., Üçışık AM., Ulusoy M ve ark. (1993) , Yale-Brown Obsesyon
Kompulsiyon Derecelendirme Ölçeğinin Geçerlilik ve Güvenirlik Çalışması , 29. Ulusal
Psikiyatri Kongresi
55.
Karamustafalıoğlu O. ve ark. (2000) Obsesif kompulsif bozukluk ve depresyon, Klinik
Psikofarmakoloji Bülteni 10;26-31
56.
Karaosmanoğlu A.,Soygüt G., Tuncer E. ve ark. (2005) , The Dance of Schemas
Relations between parenting, schema, overcompensation and avoidance, Şema
Terapi Sempozyumu , Selanik, Yunanistan,
57.
Kindler S, Kaplan Z., Zohar J. (1993)
Symptoms in schizophrenia , Obsessive
Compulsive Related Disorders Ed: Hollander E, Washington DC, Am. Psych. Pres
58.
Köroğlu E (1996) , Obsessif kompulsif bozuklukla ilgili genetik çalışmalar, Anksiyete
Monografları/ 1 Hekimler Yayın Birliği , Ankara , 25-34
59.
Köroğlu E. (1997) Obsesif Kompulsif Bozukluğun Klinik Özellikleri, OKB Monografları/
4 , Hekimler Yayın Birliği , Ankara 145-165
60.
Kringlin E. (1965) Obsessional neurotics: a long term follow –up., Br J Psychiatry 111,
61.
LaSalle VH, Cromer KR, Nelson KN. ve ark. (2004) Diagnostic interview assessed
neuropsychiatric disorder comorbidity in 334 individuals with obsessive-compulsive
disorder. Depress Anxiety 19: 163-73.
59
62.
Laplane D, Levasseur M, Pillon B ve ark. (1989) , obsessive compulsive and other
behavioural changes with bilateral basal ganglia lesions , Brain 112; 699-725
63.
Lenane MC., Swedo SE., Leonard H
ve ark. 1990)
Psychiatric disorders in first
degree relatives of children and adolescents with obsessive compulsive disorder, J.
Am Acad Child Adolesc. Psychiatriy 29; 407-412
64.
Lensi P., Cassano G., Corredu G. ve ark. (1996) , Obsesive compulsive disorder :
Familial – developmental history, symptomatology, comorbidity and course with
special reference to gender- related differences, Br. J. Psychiatry 169; 101-107
65.
Leonard HL, Swedo SE, Rapoport JL. ve ark. (1989)
, Treatment of obsessive
compulsive disorder with clomipramine and desipramine in children and adolescents ,
Arch. Gen. Psychiatry 46; 1088-1092
66.
Marks IM, Sterns RS ve ark. (1997) Clomipramin and exposure for obsessive rituals,
Brit. J. Psychiatry 136;1-25)
67.
Mason A, Platts H ve ark. (2005) Early maladaptive schemas and adult attachment in
a UK clinical population , Psychology and Psychotherapy , 78: 549-56
68.
Matsunaga H, Kiriike N, Miyata A, Iwasaki Y ve ark. (1998)
patients with obsessive compulsive disorder in Japan
Personality disorders in
Acta Psychiatr Scand, 98:
128-34.
69.
McGinn LK, Young J. , Schema Focused Therapy
(1996) Salkovskis PM (Ed),
Frontiers of cognitive therapy , NY, Guılford Pres,
70.
Mc Keon
J., McGuffin P, Robinson P, (1984) Obsesive –compulsive neurosis
following head injury : a report of four cases, Br. J. Psychiatry 144;190-192
71.
Mowrer OH (1960)Learning theory and behaviours, NY; Wiley,
72.
Myers J.K. , Weismann M.M, Tischler G.L ve ark. (1984) , Six- month prevalance of
psychiatric disorders in three communities 1980-1982., Arch Gen Psychiatry, 41; 949958
73.
Nestadt G., Samuels J., Riddle M ve ark. (2000) , A family study of obsessive
compulsive disorder , Arch. Gen. Psychiatry 57; 358-363
74.
Özdemir Ö.Y, (2000) Şizofreninin eşlik ettiği ve etmediği obsesif kompulsif bozukluk
hastalarında klinik özellikler, Yayınlanmamış uzmanlık tezi, İstanbul
75.
Özkürkçügil A, Aydemir Ö, Yıldız M.ve ark. (1999)DSM-IV Eksen I
Bozuklukları için
Yapılandırılmış Klinik Görüşmenin Türkçe’ye Uyarlanması ve Güvenirlirlik Çalışması ,
İlaç ve Tedavi Dergisi 12; 233-236
76.
Öztürk O. (1994) , Obsesif-Kompulsif Bozukluk , Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ed: Öztürk
O, Hekimler Yayın Birliği , 5. Baskı , Ankara 278
77.
Öztürk O, (2001) Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği , 8.Basım
60
78.
Pauls DL, Towbin KE, Leckman JF ve ark. (1986) Gilles de Tourette syndrome and
obsessive –compulsive disorder evidence supporting a genetic relationship , Arch.
Gen. Psychiatry 152; 76-84
79.
Pauls DL, Alsobrook JP, Goodman W. ve ark. (1995) A family study of obsessive
compulsive disorder , Am. J. Psychiatry 152; 76-84
80.
Pigott TA, L’Heureux F, Dubbert B, Bernstein S ve ark. (1994) Obsessive compulsive
disorder: Comorbid conditions. J Clin Psychiatry, 55 (suppl.10): 15-27.
81.
Price LH, Rasmussen SA, Eisen JL, (1999) The naturel history of obsessive
compulsive disorder, Arch Gen Psychiatry, 56(2), 131-132
82.
Rachman S. (1976) The passing of the two stage teory of fear and avoidance: Fresh
possibilities. Behav. Res Ther14: 125-35
83.
Rachman S., De Silva P (1978) Abnormal and normal obsessions , Behav. Res. Ther
16; 233-248
84.
Rasmussen SA ,Tusuang MT. (1986) Clinical characteristics and family history in
obsessive compulsive disorder, Am. J. Psychiatry 143; 317-322
85.
Rasmussen SA, Eisen JL. (1991), Phenomenology of obsessive –compulsive disorder,
Psychobiology of obsessive compulsive disorder, Ed: Insel J., Rasmussen SA,
Newyork , 743-758
86.
Rasmussen SA, Eisen JL. (1993) Obsessive compulsive disorder with psycotic
features, J. Clinical Psychiatry 54: 373-379
87.
Rasmussen SA ve Eisen JL.( 1998)
The epidemiology and clinical features of
obsessive compulsive disorder, Psychobiology of obsessive compulsive disorders:
practical management , 3. basım Ed: Jenike MA, Baer L. , Minichiello WE, CV Mosby,
St Louis; 12-43
88.
Rescorla RA.
(1988) Pavlovian conditioning ; It’s not what you think it is , Am
Psychologist, 3; 151-160
89.
Rimm DC, Janda LH , Lancester DW. (1977) An exploratory investigation of origin and
maintenance of phobias, Behav. Res Ther, 15;231-238
90.
Robins L.H, Helzer J.E ve ark. (1984) Lifetime prevalance of spesific psychiatric
disorders in three sites , Arch Gen Psychiatry 41; 959-967
91.
Salkovskis PM , Kirk J. .(1997) Obsessive compulsive disorder. Clark D (ed). Science
and Practice of Cognitive –Behaviour Therapy . Oxford Un. Pr; 179-208
92.
Samuels J, Nestadt G, Bienvenu J ve ark. (2000 ) Personality disorder and normal
personality dimensions in obsessive-compulsive disorder. Br J Psychiatry,; 177: 45762.
93.
Saxena S, Brody AL, Schwartz M ve ark (1998) Neuroimaging and frontal- subcortical
circuitry in obsessive compulsive disorder , Br. J. Psychiatry, 173(35); 26-26
61
94.
Sayılgan MA (1998), Obsesif kompulsif bozukluk ve bilişsel davranışçı tedavi.Savaşır
I, Boyacıoğlu G, Kabakçı E. (Eds) Bilişsel Davranışçı terapiler. Ankara: Pastel
Matbaası, 1998: 71-89.
95.
Schimdt NB, Joiner TE , Young J. ve ark. (1995) ,The schema questionnaire :
Investigation of psychometric properties and hierarchical structure of measure of
maladaptive schemas .Cognitive Therapy and Research 19(3), 295-321
96.
Shah R., Waller G. (2000) Parental style and vulnerability to depression .
J. Nervous and Mental Disease , 188: 19-25
97.
Shaw BF, Segal ZV ve ark.
(1988) Introduction to cognitive therapy. Review of
psychiatry. Vol 7. Frances AJ (Eds) Washington DC: Am. Psych. Pres, 538-553
98.
Steketee GS, Eisen JL , Dyck I. Ve ark. (1999) Predictors of course in obsessive
compulsive disorder, Psychiatry Res. 89; 229-238
99.
Steketee GS (1993),Treatment of obsessive compulsive disorder. Guilford press,
Newyork
100. Solyom L., Dinicola VF , Phil M ve ark.(1985)Is there an obsessive psychosis?
Etiological and prognostic factors of an atypical from of obsessive compulsive
neurosis, Can J Psychiatry, 30, 372-380
101. Sorias S., Saygılı R., Elbi H., Vahip S. ve ark. (1990) DSM-III-R Kişilik Bozuklukları
için Yapılandırılmış Klinik Görüşme Formu (SCID- II), Ege Üniversitesi
102. Sungur MZ. (1990) fobik hastalarda iki değişik biçimde uygulanan yüzleştirme
tedavisinin karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmesi, A.Ü.T.F Psikiyatri Anabilim Dalı
Uzm. Tezi,
103. Şahin AR. (1997) Obsesif kompulsif bozukluk , Temel Psikiyatri Kitabı , Cilt 1 Ed:
Köroğlu E, Güleç C, Hekimler Yayın Birliği , Ankara 493,505
104. Tadai T., Nakamura M, Okazaki S. ve ark. (1995) The prevalance of obsessive
compulsive disorder in Japan , Psychiatry Clin Neurosci 49; 39-41
105. Thoren P, Asberg M, Cronholm B ve ark, (1980) Clopramine treatment of obsessive
compulsive disorder.Controlled clinical treatment . Arch. Gen Psychiatry 37; 12811285
106. Trijsburg RW ve ark. (1987) Reactive Narcissistic character , obsessional persanality
and obsessive compulsive behaviour: A Study of valid of Sandlerand Hazari’s typology
, Brith. J. Med. Psychol. 60: 271 -278
107. Tükel R. (2000) Obsesif-Kompulsif Bozukluk, Anksiyete Bozuklukları, Ed: Tükel R,
Çizgi Tıp Yayınevi , Ankara 81-105
108. Tükel R (2004), Anksiyete bozuklukları tedavi kılavuzu, Ed: Tükel R, Türkiye Psikiyatri
Derneği Yayınları
62
109. Tükel R, Meteris H, Koyuncu A ve ark. (2006) The clinical impact of mood disorder
comorbity on on obsessive compulsive disorder, Eur. Arch. Psychiatry Clin Neurosci,
May
110. Türkçapar M.H (2003), Kognitif terapi ve kuramı,3 P Dergisi 2003:11;9-18
111. Valeni-Basile L.A , Garrison CZ, Jackson KL (1994) Frequency of obsessive
compulsive disorder in community sample of young adolescents, J. Am. Acad. Child
Adolesc. Psychiatry 33: 782-791
112. Weisman M.M, Bland RC., Canino G. J ve ark. , The cross national epidemiology of
obsessive compulsive disorder, J. Clin. Psychiatry
113. Wright JH.
(1988) Cognitive therapy of depression .Review of psychiatry. Vol 7.
Frances AJ (Eds) Washington DC: Am. Psych. Pres556
114. Young JE, (1990,1994) Cognitive therapy for personality disorders : a schema –
focused approch. Sarasota: Professional resource exchange)
115. Young JE , Lindemann MD, (1992) An integrative shema focus model for personality
disorders, J. Cognitive Psychotherapy, 6;11-24
116. Young JE. Stein DJ (1993) Cognitive science and clinical disorders , San Diego
Academic Pres,
117. Young, JE. Gluhoski VL. (1996) Schema focused diagnosis for, personality disorders ,
Kaslow FW. (Ed) ,Handbook of Relational Diagnosis and Dysfunctional Family
Patterns, (pp 300-321) NY, Guilford Pres
118. Young JE, Gluhoski VL.(1997) Schema focused perspective on satisfaction in close
ralationships , Steinberg RJ (Ed) , NY , Guilford Press,; 356-381
119. Young JE. Flanagan C. (1998) Schema –focused therapy for narcissistic patients .
Ronningstam E (Ed), Disorders of narcissism : Diagnostic, clinical , and emprical
implications(pp 239-268), Washington DC; American Psych. Pres
120. Young JE, Klasko J (2003), Schema therapy for practitioner’s guide , Guilford Press
5-15.
63
EKLER
64
Download