SİA4

advertisement
Muhtariyye/Keysaniyye






Muhtar’ın hareketi büyük ölçüde mevaliye dayandığı ve
muhtemelen büyük ölçüde mevaliden kaynaklanan bazı
görüşler ileri sürüldüğü için hareket Muhtardan sonra
Keysaniyye diye adlandırılmıştır.
Bu ad mevalinin lideri konumundaki Ebû Amr Keysan’a
nispetle kullanılmıştır.
Keysaniyye, Haşimiyye, Kerbiyye, Hamzaviyye,
Beyaniyye, Ravendiyye gibi bazı alt gruplara ayrılmıştır.
Bu grupların çoğunda tenasuh, hulûl, gizli ve sırrî ilim
gibi ğalî (aşırı) anlayışlar görülür.
Bu durum batınî ğalî fikirlerin de çok erken dönemlerde;
Şîîliğin doğuşuyla birlikte ortaya çıkmaya başladığını
göstermektedir.
Bu nedenle klasik kaynakların çoğunda ğalî fırkalar
Şîîlikten doğan alt gruplar olarak değerlendirilmiştir.
Zeydiyye


Zeydiyye Zeyd b. Ali b. Hüseyin(122-740)’e ondan sonrada
oğlu Yahya (125-743)ya uyanlara verilen addır.
Gerek Zeyd, gerekse oğlu Yahya’nın faaliyetleri halife
Hişam b Abdulmelik zamanında takip altına alınmıştır.

Zeyd b. Ali Hişam’a karşı ayaklanmak üzere taraftar
toplamış, büyük ölçüde Kûfelilerin desteğini kazanmıştır.
Ancak savaş meydanında onlar Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer
hakkındaki fikirleri kendi görüşleriyle uyuşmaması
nedeniyle Zeyd’i terk etmişler; bunun üzerine Zeyd onlara
“beni terk ettiniz” anlamında “rafaztumûnî” demiştir.

Zeyd’ten ayrılanlar İmam Ca’fer’e tabi oldukları için “Rafızî”
terimi, çoğu kere“İmâmiyye”yi ifade etmek üzere
kullanılmıştır.
Zeyd, vali Yusuf b. Ömer es-Sakafi ile giriştiği savaşta; oğlu
Yahya da Horasan valisi Nasr b.Seyyar’ın takipleri sonucu
yakalanarak öldürülmüştür.

Zeydî Devletler

Zeydiyye mensupları Abbâsîler zamanında
kuzeyde Taberistanda 250’den başlayarak enNâsır li’l-Hak lakaplı Utruş’un vefatına kadar
(305/917) sürecek bir devlet;

Güneyde Yemen’de 200’lerden başlayarak
günümüze kadar gelen bir devlet kurmayı
başarmışlardır.

Yemen Zeydîliği Kasım b. İbrahim er-Ressî(246680) ve torunu zamanında önemli fikri gelişmeler
göstermiştir.
Zeyd b. Ali’nin Görüşleri
İmamette vasıf esastır.
 Zeyd b. Ali’ye göre, Hz. Peygamber,

– isim ve şahıs belirtmek suretiyle yerine bir
imam vasiyet etmiş değildir.
– Bu sebeple imam ancak vasıflarıyla tanınabilir.
Zeyd’e Göre İmamın vasıfları
1- İmam sadece Kureyşî değil aynı zamanda Fatımî olmalıdır.
Bu görüşle imametin Muhammed b. el-Hanefiyye nesline geçişine karşı
çıkılmış; Hasan soyundan gelenlerin imameti kabul edilmiştir.
 2- İmam takva ve vera sahibi, cömert olmalıdır.
İmam insan olması bakımından hatadan berî değildir. Fakat o, yaşadığı
dönemde Müslümanlara örnek olacak bir dinî yaşayışa ve ahlaka
sahip olmalı, takva bakımından da insanlara önder olabilmelidir.
 3- İmam alim olmalıdır.
Bu ilim Tanrıdan gelen ilahi kaynaklı “vehbî” bir ilim değil ancak çalışıp
gayret sarf ederek elde edilecek “kesbî” bir ilimdir. İmamın
zamanında insanları yönetecek ve ictihad edecek kadar dinî ve hukukî
bilgiye sahip olması gerekir.
 4- İmam olacak kişinin imametini açıkça ilan etmesi gerekir.
Bu Zeyd’in imamet konusunda kabul ettiği önemli bir esastır. Çünkü
Zeyd b. Ali’nin yaşadığı dönemde ve monarşinin hakim olduğu
dönemlerde Zeydiyye’nin imamet iddiaları, açıkça fiilî isyan niteliği
taşımıştır.
Bu iddiada takiyyenin, gaib imamın, mehdîliğin ve recat inançlarının
açıkça reddi de söz konusudur.

Hz. Ebubekr ve Hz. Ali’nin Durumu




Zeyd b. Ali’ye göre imamet Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ali’nin
hakkıdır.
Ancak o, mevcut de facto durumu meşrû kabul eden bir anlayış
geliştirmiştir.
“Efdal varken mefdulün imameti caizdir.” Yani imamet konusunda en
iyisi var iken ondan daha aşağı seviyedeki kişilerin imameti caizdir.
Bu prensibin Hz Peygamber sonrasına uygulanması şöyledir:
Rasulüllah’tan sonra imamete en layık kişi Hz. Ali’dir.
Ancak Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer’in hilafetleri de caizdir. Hatta o
günün şartları içinde ümmetin birliği Müslümanların selameti için
gerekliydi. Zira Hz. Peygamber’in sağlığında yapılan savaşların kanı
kurumamış; Hz. Ali de bu savaşlarda pek çok müşrik kanı dökmüştü.
Bunların akrabaları çoğunlukla Mekke fethinden sonra Müslüman
olmuşlar, ancak akrabalarının kanını dökmesinden dolayı Ali’ye buğz
etmekteydiler. Böyle bir ortamda Hz.Ali’nin imameti belki de
Müslümanların bölüp parçalanmasına, dağılıp yok olmalarına yol
açacaktı.
Hz. Ebû Bekr gerek yaşça gerekse dine hizmetteki önceliğiyle bu işe
layık, herkesin kabul edebileceği bir şahıs olmasına rağmen,
hilafetinin ilk yıllarında birliği sağlamakta oldukça güçlük çekmiştir.
İmâmiyye (İsnâaşeriyye)
İmameti Ali, Hasan, Hüseyin ve Hüseyin’in
evlatlarına nispet eden Şîa’nın en büyük koludur.
 260/873 yılında gaybete girdiği kabul edilen
imam Muhammed Mehdî’ye kadar gelen on iki
imamı kabul ettikleri için İsnâaşeriyye (Oniki
İmamcı) olarak adlandırılır.
 Günümüzde, Safevîlerden beri İran
coğrafyasında hakim ve resmî mezhep
hüviyetinde olduğu için İran Şîîliği diye de bilinir.
 Bazı klasik Mezhepler Tarihi ve İslam Tarihi
kaynaklarında Rafızîyye diye adlandırılır.

Gaybet

İmâmiyye Şîa’sının fırkalaşma süreci onun
260/873’deki gaybetiyle önemli bir boyut
kazanmıştır.

Çünkü, -Şîa’nın genelinden belirgin bir farklılık
arz eden Zeydîlerin bir tarafa bırakırsak-, zahir
bir imamın yokluğunda Şîî fırkalaşma hareketleri
bu tarihten itibaren belirgin bir ivme kazanmıştı.

İmamiyye Şîasında gaybet iki döneme ayrılır:
Gaybet-i Suğra (260/ 873-328/ 940)
Gaybet-i Kübra (328/940-)
Gaybet-i Suğra
İmamiyye, Gaybet-i Suğra döneminde gaib imamın,
sefirleri vasıtasıyla insanlarla haberleştiğini, tevkîleriyle
onların problemlerini çözümlediğini kabul eder.
 Bu dönemde dört sefir görev yapmıştır;
1- Ebû Amr Osman b. Saîd (265/879 veya 280/893),
2- Ebû Cafer Muhammed b. Osman (304-5/916-7),
3- Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Ruh en-Nevbahtî (326/987),
4- Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed es-Samerrî (329/ 941)
 Mehdî tarafından gönderilen son tevkîde, artık yeni
elçinin gönderilmeyeceği, asıl gaybet döneminin başladığı
ve zuhûrun ancak Allah’ın izni ile olacağı bildirilerek
Büyük Gaybet, Gaybet-i Kübra (328/940-) dönemi
başlatılmıştır.

Gaybet-i Kubra

328’den günümüze kadar; mehdinin zuhur ettiği
güne kadar sürecek dönemdir.

Başlangıçta Mehdi’nin kısa bir süre sonra
geleceği tahmin edilirken sonraları Mehdinin
yokluğu dikkate alınarak yeni açılımlar
getirilmeye çalışılmıştır.

Buna bağlı olarak izlerine hicri IV. yy’dan itibaren
rastlanan iki büyük ekol oluşmuştur:
Ahbarîlik
Usûlîlik
İmamiyye’nin Tarihi/Büveyhiler Dönemi

Bu asrın ikinci çeyreğinde Büveyhîlerin (334-447-945/1055)
desteğini kazanan Şîa, fırkanın temel literatürünü de tedvin etmiştir.

Şeyh Sadûk veya el-Kummî lakabıyla meşhur Muhammed b. Ali b. elHüseyin b. Musa b. Bâbeveyh (381/991) Kütüb-ü Erbaa’dan
Kitâbu Men Lâ Yahzuruhu’l-Fakîh ile Şîa akaidinin ilk örneklerinden
Risâletu’l-İtikâdâti’l-İmâmiyye,

Ebû Cafer Muhammed b. Hasan et-Tûsî (460/1068) Kitâbu’l-İstibsâr
Ma’htelefe fîhi mine’l-Ahbâr ve Kitâbu Tehzîbi’l-Ahkâm adlı iki hadis
kitabını telif etmiştir.
Bu dönemin önemli simalarından el-Kummî’nin öğrencisi Şeyh elMüfîd (413/1023), Bağdad’da devrinin en parlak Şîî kelamcısı olarak
tanınmıştır. Onun, Kitâbu Evâili’l-Makâlât’ı ile Tashîhu’l-İtikâd adlı
akaid eserleri dikkate değerdir.



Yine Nehcu’l-Belâğa derleyicisi Şerif er-Radî(406/1016) ile Kitâbu’lEmâlî sahibi Şerif el-Murtaza (433/1041-42) da önemli alimlerdendir.
Büveyhîlerden sonra bir duraklama ve bekleme devresi geçiren
İmâmiyye Şîasının, bu dönemde yetiştirdiği önemli alimlerden birisi,
Mecmau’l-Beyân li Ulûmi’l-Kur’ân adlı tefsir sahibi Şeyh Tabersî
(548/1153)’dir.
İmamiyye’nin Tarihi/İlhanlılar Dönemi

Moğol istilası esnasında, ortak düşmanları Sünnîlere karşı Moğollarla
birlik olup onlara kılavuzluk eden Nasîru’d-Dîn Tûsî (672/1274)
VII/XIII. asrın tanınmış Şîî alimlerindendir.

Onun uzun yıllar İran medreselerinde okutulan Ahlâk-ı Nâsırî ve
Tecrîdü’l-Akâid adlı eserleri vardır.

Öğrencisi, Allâme el-Hasan b. Yusuf ibni’l-Mutahhar el-Hıllî
(726/1236) III/XIV. asrın başlarında İlhanlı Olcayto Hüdâbende’nin
Şîîliği benimsemesinde önemli rol oynamıştır.
O, Minhâcu’l-Kerâmet fî Ma’rifeti’l-İmâme adlı eserini, bu Sultana
sunmuştur. On bölümlük bu esere, daha sonra el-Bâbu’l-Hâdi Aşer
diye yeni bir bölüm daha kaleme almıştır.

Ebû Said Bahadır Han ile birlikte yine resmî desteği kaybeden
İmâmiyye Şîası, IX/XV.yyda Şehid-i Evvel ve Şehid-i Sânî diye iki
alim yetiştirmiştir.
İmamiyye’nin Tarihi/Safeviler Dönemi






İmamiyye bir devletin resmî mezhebi olma konumunu ancak
907/1501’de Tebriz’de hükümdarlığını ilan eden Safevî Şah İsmail
(930/1524) ile birlikte elde edebilmiştir.
Safevî hanedanının mezhep anlayışı İmâmiyye fırkasının kendi klasik
zihniyetinden biraz daha farklı, müfrit bir çizgideydi. Safevîler bu
çizgiyi, İran’ın siyasî hayatına yansıtmışlar ve tarikatlarının
Anadolu’yla bağlantısına bağlı olarak Osmanlı Devleti’ne de ihraç
etmek istemişlerdir. Ancak Yavuz Sultan Selim’in yerinde tedbirleriyle
bu istek gerçekleşememiştir.
Esasen Safevîler bir tarikat örgütlenmesine sahip oldukları için,
onların yapılanmasında Şeyhlik ve Şahlık birleşmiş, ulema
sınıfıyla da desteklenmiştir.
Özellikle Irak ve Lübnan coğrafyasında yaşayan Şîî alimleri İran’a
davet ederek İmamiyyeyi ihya etmelerini istemişlerdir.
İran’a gelen alimlerden bazıları, mesela Kerekî (940/1533-34)
örneğinde olduğu gibi, Şahın politikalarını destekleyen tutum ve
davranışlar sergilemişlerdir.
XVII. asrın başlarında yaşayan Muhammed Emin el-Esterâbâdî
(1029/1620) Ahbâriliği yeniden ihya etti. Bu ekolde onu el-Vâfî
müellifi Feyz el-Kâşânî (1091/1680), Bihâru’l-Envâr sahibi
Muhammed Bakır Meclîsî (1110/1698) takip etti.
İ. Tarihi/Afşar ve Kaçarlar Dönemi

Safevî hanedanının yerine 1149/1737’de Afşar hanedanı gelmiş
Nadir Şah İsnaaşeriyye Şiiliğinin müslümanlar nazarında itibar
kazanması için çeşitli teşebbüslerde bulunmuştur.

Kısa süren Afşarlar dönemini, 1344/1779’dan itibaren Kaçar
hanedanı takip eder.
Bu iktidar değişimleri esnasında Usûlî alimleri, halk arasındaki
otoritelerini artırmış ve Ayetullah Behbehânî (1205/1792)’nin
şahsında Ahbârîlere kesin üstünlük sağlamışlardır.




Behbehânî “mutlak mercîî taklid” kavramını geliştirerek ulemanın
halk üzerindeki otoritesini kesin olarak tesis etmiştir. Bu otorite daha
sonra gelişen hadiselerde açıkça görülecektir.
1892 Tütün İsyanı geleneksel Bazar esnafı, aydın ve ulemanın
ittifakının ilk belirgin ve çarpıcı örneği olmuştur. Olay, Şah’ın Tütün
pazarını İngilizlere bırakan bir anlaşma yapmasını Ayetullah
Şirazî’nin, yayınladığı bir fetva ile yasaklaması üzerine gerçekleşmiş
ve tütün tüketiminin büyük ölçüde azalması sonucu anlaşma fesh
edilmiştir.
1905 Anayasa Hareketlerinde de ulema otoritesini kullanmış ve
çıkartılacak kanunların Anayasaya ve dine uygunluğunu denetleme
hakkını elde etmiştir.
İ. Tarihi/Pehleviler Dönemi ve İran Devrimi





1925’den itibaren Pehlevî Hanedanıyla başlayan yeni İran devletinde
de gelişen olaylar artık ulemanın sosyal ve siyasî hayattaki rolünü
daha belirgin hale getirmiştir.
Şah’ın 1959’de başlattığı Ak Devrim hareketinde, özellikle vakıf
arazilerine bağlı gelirlerini kaybetmekle karşı karşıya kalan ulema
sert tepki göstermiştir.
Esasen ulema Muhammed Rıza Şah ve öncesinde babası tarafından
başlatılan modernleşme ve reform hareketlerini Batıcılıkla
özdeşleştirerek, değişime karşı halkın antipatisini değerlendirmişler
ve
1963’de Humeynî’nin şahsında halkı Şah’a karşı ayaklanmaya
çağırmışlardır. Şah’ın Humeynî’yi tutuklatması üzerine kendisini
Ayetullah mertebesine yükselten ulema, Anayasal haklarını söz
konusu ederek Humeynî’nin derhal serbest bırakılmasını
istemişlerdir. Serbest kalmakla birlikte Humeynî, sürgüne
gönderilmekten kurtulamamış; bu arada bazı kentlerde çıkan
olaylarda büyük arbadeler yaşanmıştır.
Bundan sonra, artık ulemanın dinî nitelikli alternatif siyasî çözüm
arayışlarına fiilen girmeleri söz konusudur. Bu çabanın en önemli
ayağını sürgündeki Ayetullah Humeynî’nin geliştirdiği “velâyet-i
fakîh” kavramı oluşturur.
Ahbarîlik ve Usûlîlik
İmamın gaybeti esnasında insanların nasıl hareket
edeceği hususu, bu ilk dönemde Şîî alimleri bir hayli
meşgul etmiştir:
 İmamların ahbarının yeterli olduğunu kabul edenler
Ahbârîyye;
 Sadece ahbarın yeterli olmadığı, yeni karşılaşılan
problemlerde alimlerin de içtihad etmesi gerektiği ve
edebileceğini kabul edenler Usûlîyye ortaya çıkmıştır.
 Bu farklı bakış açısı İmâmiyye Şîasında sonraki
dönemlerde daha belirginlik kazanacak söz konusu
düşünce ekollerinin oluşmasına yol açmıştır.
 İki ekol metod, kaynakların kabulü ve dünyevî iktidar
konusunda ciddi farklılıklar sahiptir.
 İmamiyye Şiasının din anlayışı ve dünyaya bakışı da bu
iki ekole göre farklılık arz etmiş; özellikle Sünnîlerle
ilişkilerde zaman zaman sıkıntılara yol açmıştır.

Mutlak Mercî-i Taklid





Uzun süren siyasî istikrarsızlık Usûlî alimlerinin halk üzerindeki
otoritelerini artırmalarıyla sonuçlanmış ve Usuliler Ayetullah
Behbehânî (1205/1792)’nin şahsında Ahbârîlere kesin üstünlük
sağlamışlardır.
Behbehânî “mutlak mercî-i taklid” kavramını geliştirerek ulemanın
halk üzerindeki otoritesini kesin olarak tesis etmiştir.
Mutlak mercî-i taklid, Gaib imamın yokluğunda yetişmiş Şîî alimlerin
din konusunda mutlaka taklit edilmesi gereken makamlar,
başvurulacak mercîler demektir.
Dolayısıyla bu durum, “hakikatın sadece imamın talimiyle
bilinebileceğini kabul eden” Şîî gelenekte yaşayan alimlerin kendi
otoritelerini artırma ve pekiştirme pahasına imamlara ait yetkilerin
bir kısmını üstlenmeye kapı açmıştır.
Bu yetki üstlenmesi zamanla Humeyni’nin şahsında Velayet-i Fakih
makamına dönüşerek sınırlarını daha da geliştirmiştir.
Velayet-i Fakih








“Velâyet-i Fakîh” “mutlak mercî-i taklid” kavramıyla ifade edilen
ulema otoritesinin daha geniş kapsamlı ve belirgin hale getirilen
versiyonudur.
Şîa’ya göre peygamberler nübüvvet ve velâyet vasıflarına sahiptir.
Hz. Muhammed ile birlikte nübüvvet sona ermiştir. Velayet vasfı ise
imamlar vasıtasıyla devam etmiştir.
Buna göre nübüvvet sonlu, velayet kıyamete kadar baki bir vasıftır.
H. Corbin, buradan hareketle İsmâîlîyye Şîasının bâtına vakıf olan
imamların peygamberlerden üstün kabul edildiklerini, İmamiyye’nin
ise, melek vasıtasıyla vahiy almasından dolayı peygamberleri
imamlardan üstün saydıklarını ifade eder. Ama pratik kabulde onlar
da imama en az peygamber kadar değer verirler.
Öncelikle dinî hayatın devam ettirilmesi için dillendirilen bu yorumlar
ulemanın siyasî ve sosyal hayattaki etkinliğine bağlı olarak belli bir
süreçte bütün dünyevi alanları da içine almıştır.
İşte bu olgu, Humeynî tarafından imam Muhammed Mehdî’nin
gaybetinde onun velâyet vasfının ulema sınıfının en yetkilisi
tarafından temsil edilmesi gerektiğine vurgu yapılarak açıkça dile
getirilmiştir.
Velâyet-i Fakih anlayışı mercî-i taklid makamının dinî ve dünyevî
hayatın bütün alanlarına teşmil edilmesi demektir.
1963 sonrası gelişen olaylar onu Ayetullahi’l-Uzmâ makamına
getirince o, bu yetkiyle halkı devrime sevk etmiştir.
İranda Ulema Hiyerarşisi
Velayet-i Fakih: Ali Hamaney
Ayetullahi Uzmâ: On- on beş kişi civarında
Ayetullah: Ülke esaslı otorite, dört binden fazla
Huccet:Bölge esaslı otorite
Müctehid: Şehir esaslı otorite
Molla/Ahund: Mahalle veya köy esaslı otorite
Taklitçiler:Halkın tamamı
Mutlak Mercî-i-Taklidler













Şeyh Murtaza Ansarî
(1850-1864) Necef
Grup Liderliği
(1864-1882)
Mirza Hasan Şirazî
(1882-1896) Samera
Grup Liderliği
(1896-1911)
Muhammed Kazım Yezdî
(1911-1919) Necef
Muhammed Taki Şirazî
(1919-1920) Kerbelâ
Grup Liderliği
(1020-1942)
Ebu’l-Hasan İsfehanî
(1942-1946) Necef
Aga Hüseyin Kummî
(1946-1947) Necef
A. Muhammed Hüseyin Burucerdî (1947-1961) Kerbela
Grup Liderliği
(1961-1978)
A. Ruhullah Humeynî
(1978-1989) Tahran
A. Ali Hameney
(1989- )
Tahran
İran Devrimi






Velayet-i Fakih gücüne sahip Humeynî ve Ali Şeriati gibi alimler
tarafından klasik Şîî düşüncesinin bazı unsurları, ideolojik yeni
yorumlarla daha aktif ve dinamik hale getirilerek devrimin
hazırlanmasına önemli katkı sağlanmıştır.
Özellikle intizâr (Mehdiyi bekleme) fikri, Mehdînin gelip
kendilerini kurtarmasını beklemek değil, bilakis onun gelişini
kolaylaştıracak uygun ortamı oluşturmak olarak yorumlanarak bu
uğurda gerekirse şehit olunması gerektiği, bunun Hüseynî kıyam
olacağı vurgulanmıştır.
Devrimin oluşumu aşamasında, önceki olaylarda ölenler için anma
günleri düzenlenerek halk adeta yeni olaylar için teşvik edilmiştir.,
“Her yer Kerbelâ, her gün Aşûra” devrimin en tipik sloganı
olmuştur.
7 Ocak 1978’de öğrenci eylemleri olarak başlayan olaylar birbirini
takip etmiş, 8 Eylül’de Tahran’da 4000 civarında öğrenci ölmüş,
olaylar diğer halk kitlelerinin de katılımıyla önlemez boyutlara
ulaşmış ve Şah 1 Ocak 1979’da İran’ı terk etmiş, 1 Şubat 1979’da
Humeynî’nin geri dönmesiyle İran’da yeni bir dönem başlamıştır.
1989’da Humeynî’nin vefatını müteakip, Velayet-i Fakîh makamına
Ayetullah Ali Hameney getirilmiştir.
Devrim Sonrası/Günümüz






1980-1987 tarihleri arasındaki İran-Irak savaşı, dolaylı olarak devrimin
yerleşmesine katkı sağlamıştır.
Savaştan sonra nispeten normal bir sürece giren İran, ruhânî
otoritenin(velayet-i fakih) altında cumhurbaşkanlığı-Başbakanlık-Meclis gibi
kurumlarıyla cumhurî bir idareye sahiptir.
Devrimin gerçekleşmesine rağmen beklenen Mehdinin zuhur etmemesi ve
karşılaşılan sosyal ve ekonomik sıkıntılar; velayet-i fakih anlayışının
sorgulanmasına yol açmış; İran’da dinin alanı ve ulemanın otoritesiyle ilgili
farklı görüşler dile getirilmeye başlanmıştır.
Ülkede gelenekçiler ile modernistler; muhafazakarlar ile ılımlılar arasındaki
mücadele zaman zaman öne çıkmakta siyasî yapılanma buna göre
şekillenmektedir.
Bugün 80 milyon civarında nüfusa sahip İran’ın 10 milyon kadar Sünnî’nin
dışında tamamı Şîîdir. İsnâaşeriyye Şîîliği İran’ın dışında Irak, Lübnan,
Basra körfezindeki Arap devletleri arasında ve Suriye’de toplam 13 milyon
civarında bir nüfus ile varlığını devam ettirmektedir.
İran çeşitli formlarda diğer ülkelerde yaşayan Şîîlerle de ilgilenmektedir.
Irak Şîîliği






Esasen Şîîlik tarihi Irak’tan bağımsız değildir. Necef, Kerbela,
Kazımiyye/Bağdad, Basra gibi bölgeler Şîîliğin doğuşundan itibaren
önemli ilim havzaları olmuştur.
Nüfusun %56’sını oluşturan Irak Şîîliği büyük ölçüde Arap
etnisitesine dayanır.
Bununla birlikte aşiret farklılıkları, farklı mercîlere tâbi olunmasına ve
Şîî gruplar arasında rekabetlerin oluşmasına yol açmıştır.
1950 sonrası Irak’ında üç aile Şîîleri yönlendirmiştir:
Kazımiyye’de es-Sadr ailesi;
Necef’te el-Hekim ailesi;
Kerbela’da Şirazî ailesi.
Bunların yanında başka aileler ve sülalelerde vardır.
Irakın önde gelen Şîî alimleri arasında A. Muhammed es-Sadr
(1980), Huccet Mehdî Hekim (1988), A. Hasan Şirazi (1980), Alime
bint Huda es-Sadr (1980).
Bugün Irak Şiiliği;
– Irak İslam Devrim Yüksek Konseyi,
– İlim Havzaları, Hizbu’d-Dav’a,
– Muktada es-Sadr Grubu,
– İslami Emel Partisi,
– Irak Ulusal Konseyi
gibi gruplar tarafından temsil edilmektedir.
Ayetullah Ruhullah Humeyni (1900-1989)
Seyyid Ayetullah Ali Hameney
A. Muhammed Bakır Hekim (2003)
Mukteda Sadr
İmamiyyenin İnançları
İsnâaşeriyye’ye göre inanç esasları beştir:
 Tevhid,
 Adalet,
 Nübüvvet,
 Mead ve
 İmamet

Bunlardan imamet inancı, mü’min olmanın şartıdır.
İmamiyyenin İnançları/ Tevhid

Allahın Sıfatları: İsnâaşeriyye’ye göre Allah vardır ve birdir, eşi ve benzeri
yoktur, Kadîmdir, evveldir, ahirdir, Alimdir, Hakimdir Kâdirdir, Adildir,
hayydır, Semî’ ve Basîrdir, yaratıkların tavsif edildiği şeylerle tavsif
edilemez. Cismi, sureti yoktur, cevher ve araz değildir. Bu ifadelerden
onların Allah’a nispet edilen sıfatlar konusunda Mutezile gibi sıfat zât
aynîliğini kabul ettikleri anlaşılmaktadır.

Onlar genellikle tevhidi, tevhid-i zât, tevhid-i sıfat, tevhid-i fiil ve
tevhid-i ibadet diye dört başlıkta ele alırlar.
– Onları bu tasnife yönelten şey imamlara atfettikleri kutsiyetten dolayı
kendilerinin yanlış anlaşılmasını önlemektir.
– Bu bağlamda bilhassa tevhid-i ibadet konusunda tek ibadet edilecek ma’budun
Allah olduğunu vurgulayarak, İmamiyye arasında görülen cenazeyi teşyi, kabir
ziyaretleri, taziye meclisleri gibi hususların ubudiyet maksadıyla yapılmadığını
bu hususlarda kendilerinin haksız yere kınandıklarını ifade ederler.

Halku’l-Kur’an: Kur’an’ın muhdes olduğunu kabul eder,

Ru’yetullah:Allah ne bu dünyada ne de ahirette görülmeyecektir. Yani
ru’yetullahı inkar edilir.
İmamiyyenin İnançları/ Adalet

İnsanın fiilleri konusunda onlar, Allah’ın
adaletini teslim ederler.

Buna göre, Allah adil, kul da fiillerinde hür
ve muhtardır.

O’nun iyiye iyiliğe karşılık mükafatta;
kötüye kötülüğüne karşılık mücazatta
bulunması adaletin zarurî gereğidir.

“Kulun fillerinde cebr de yoktur tefvîz de”.
İmamiyyenin İnançları/ Ahiret

Ahiret inancı konusunda İmamiyye Şîası, temel
inançlarda diğer Müslüman fırkalara benzer inançlara
sahiptir.

Ahiret hayatı, mahşer, hesap, mizan, sırat, cennet
cehennem gibi unsurlar nassta geçtiği şekilde
benimsenir.

Ancak bazı yorum farkları vardır. Örneğin kabir sualinde
“İmamın kimdir?” suali sorulacak; “İmamım Ali’dir”
demeyenler cehennem gideceklerdir. Mahşerde
mü’minlerin gölgesinde duracakları sancağı Hz. Ali
tutacak kendisine tabiî olmayanları sancağın altına
almayacaktır. Allah ve Rasûlünün yanında İmamlar da
şefaat hakkına sahip olanlardır. Kevser havuzunun
tevziîni de imamlar yapacaktır.
İmamiyyenin İnançları/ Nübüvvet

Nübüvvet inancıyla ilgili en önemli iki
nokta Rasulüllah’tan bize intikal eden
şeyler hakkındadır. Hz. Peygamberden
bize iki şey bırakmıştır:
– KİTAB
– SÜNNET
İmamiyyenin İnançları/ Kitab

İmamiyye’nin Kitab inancı Ahbarî ve Usulî
ekollerine göre farklılık gösterir.

Usulî kolu mevcut Kur’an’ın bütün Müslümanlar
gibi kendilerinin de kutsal Kitab’ı olduğunu, ve
onun tahrif ve tebeddülden münezzeh olduğunu,
Allah tarafından korunduğunu kabul ettiklerini
ifade ederler.

Ahbârî kolunda Kur’an’ın tahrif ve tebeddülü ile
ilgili görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden en
önemlisi Küleynî’nin el-Kâfi’sinde yer alan elCâmî, Hz. Fatıma Mushafı vb. rivayetlerdir.
İmamiyyenin İnançları/Sünnet

İmâmiyye Şîasının sünnet anlayışı da kendisine mahsustur ve
dinî zihniyetlerinin şekillenmesinde etken olmuştur.

Onlara göre sünnet,
on dört masumdan gelen haberlerdir.
Yani onlar Hz. Muhammed ile birlikte Hz. Fatıma, Hz. Ali ve on
bir evladının sözlerini hadis olarak değerlendirip, imamların din
konusunda sözlerinin de Hz. Peygamber’in sözleri kadar
bağlayıcı olduğunu kabul etmişlerdir.

Onların bu konudaki tavırlarını daha iyi ifade etmek üzere elKâfi’deki hadislerin dağılımına bakmak yeterlidir. 16.000’den
fazla hadis ihtiva eden el-Kâfi’deki hadislerin %5-6’sı Hz.
Peygamber’e ulaşır. Şîa’nın Ehl-i Beyt kabul ettiği kişilerden Hz.
Ali’ye 586, Hz. Fatıma’ya 18, Hz. Hüseyin’e 13 ve Hz. Hasan’a
8 hadis isnat edilir. Rivayetlerin büyük çoğunluğu, %52
nispetinde Cafer-i Sadık’a nispet edilir. Kalan rivayetlerde diğer
imamlara nispetle nakledilmiştir.
İmamiyyenin İnançları/Sünnet


İmamiyyenin değer verdiği Kütübü Erbaa
şunlardır:
Muhammed b. Yakub el-Küleynî (329/941)
el-Kâfî’ fî Usuli’dîn

Şeyh Sadûk Muhammed b. Ali b. el-Hüseyin b. Musa b.
Bâbeveyh el-Kummî (381/991)
Kitâbu Men Lâ Yahzuruhu’l-Fakîh

Ebû Cafer Muhammed b. Hasan et-Tûsî (460/1068)
Kitâbu’l-İstibsâr Ma’htelefe fîhi mine’l-Ahbâr
Kitâbu Tehzîbi’l-Ahkâm
İmamiyyenin İnançları/İmamet







İmamet, açık ve gizli nass ile Allah ve Peygamberi tarafından lütf ile
tayin ve vasiyet edilen on iki imamın imamlığını bilmek ve onlara
bağlanmak imanın gereğidir.
İmamların öne çıkan sıfatları efdaliyet, vehbî ilim ve masumiyettir.
Buna göre imam, vehbî bir ilme sahip, her şeyi bilen, dinî hükümleri
tefsir ve te’vil edebilen, dinde yeni hükümler koyabilen ve masum, her
türlü hata ve kusurdan uzak olan kimsedir. Bazı İmâmî alimler
imamların masumiyetini Peygamberin ismetinde bile üstün
görmüşllerdir.
Peygamberden farkı kendilerine vahiy gelmemesidir. Ancak ilham,
nakr/üfleme, nekt/ilkâ ve ‘umûd/nur direği ile Allah’tan kendisine gerekli
bilgileri öğrenebilir.
İmamî kaynkalarda Kitab ve Sünnetin dışında İmamın bilgi kaynakları
arasında Cefr, Fatıma Mushafı, nebîlerin ve vasîlerin ilmi, Tevrat ve
Zebur bilgisi de zikredilir.
İmam velâyet ve vesayet sahibidir. Onikinci imam Sahibü’z-Zaman
Muhammed b. Hasan “Mehdi” olarak 260/973’den itibaren gaybete
ermiştir; Allah’ın izin vereceği zaman zuhur edecektir (rec’at).
İmama tabi olanlara düşen onu intizar, beklemektir.
İmamiyyenin İnançları/Rec’at ve Takiyye

Rec’at: İmamın rec’atiyle birlikte Şîa muzaffer olarak dünyaya
hakim olacak; onunla birlikte imamlara zulmeden ve haklarını
gasp eden Ebû Bekr, Ömer ve diğerleri de mezarlarından
kalkacak ve Mehdi tarafından cezalandırılacaklardır.

Takiyye: İmâmiyye Şîasının imamın gaybetinde iken yapması
vecibe olan bir diğer inançları da takiyyedir. “Takiyye
vâciptir ve onu terkeden namazı terkedenle aynı
durumdadır”,
rivayetine binaen hayati tehlike söz konusu olsun olmasın
kendilerinden olmayanlara karşı takiyyeyi benimsemişlerdir.
Şîa ile ilişkilerde onların ne zaman doğru söyledikleri ne zaman
takiyye yaptıkları belli olmadığı için genellikle mütereddit
davranılmıştır.
 Beda: İmamiyye Şîasında Cafer-i Sadık’tan sonra imamın
belirlenmesi hususu beda ile açıklanmış, İsmail’in yerine Musa
Kazım’ın imameti beda ile, Alla’ın bedası (görüş değiştirmesi)
ile kabul edilmiştir.

İmamiyyenin Pratikleri/Namaz
Dinî pratikler konusunda Kitab, Sünnet, İcmâ ve Aklı esas alan İmâmiyye Şîasında
Müslümanlar müctehid ve mukallit diye ikiye ayrılmış ve halk tabakasının ömrü
boyunca bir müçtehidi taklit etmek zorunda olduğu vurgulanmıştır.
 Böylece onlar, İmam’ın gaybetinden sonra giderek ulemanın lehine gelişen dinî
otoriteyi vazgeçilmez bir prensip haline getirmişlerdir.


İmâmiyye normal namaz abdestinde ayakları meshi kabul eder; mesh üzerine
meshe cevaz vermezler.

İmâmiyye Şîası beş vakit namazı kabul etmekle birlikte öğle-ikindi, akşam-yatsı
namazlarını cem’ ile eda ederler. Ayrıca yatsıyı müteakip vitir kılarlar. Ancak Kunut
duaları farklıdır.

Ramazan aylarında teravih namazı yerine ferdî olarak kıldıkları bin rekatlık ilave
nafileleri vardır. Buna göre her gün akşam ile yatsı arası 8 rekat; yatsıdan sonra 12
rekat; son on gün onar rekat ilavesiyle 30’ar rekat, 19, 21, 23. geceleri 100’er rekat
nafile namaz kılarlar.Temiz toprağa secde vacip olduğu için İmâmiyye mensupları
yanlarında teberrüken Kerbelâ toprağından yapılmış, “mühür” denilen küçük toprak
parçaları taşırlar.

Cuma namazı konusunda farklı görüşler vardır. Ahbârîler imamın gaybetinde Cuma
namazı kılınmayacağını kabul ederler. Usûlîlerin çoğuna göre ise, Cuma namazı
vacib-i ihtiyârîdir. İsteyenler ve cemaate iştirak edenler namazı kılar, cemaate
iştirak etmeyenler öğle namazını eda ederler.
İmamiyyenin Pratikleri/Oruç-Zekat-Hac

Oruç ve hac ibadetini diğer Müslümanlar gibi yapan İmâmiyye,
gerek Hicaz bölgesinde gerekse Kerbelâ, Necef, Kum ve
Meşhed’deki Ehl-i Beyt mezarlarını ta’zim ile ziyaret ederler. Bu
ta’zimdeki abartı kimi zaman eleştiri konusu olmuştur.

Zekatı Kur’an’da ve Sünnette geçtiği şekilde kabul etmekle birlikte,
ilaveten humusu da benimserler.

“...Bilin ki ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah’ın,

ayetine istinaden zekata bedel olarak Ehl-i Beyt mensuplarına
kazancın beşte biri verilir. Humus altıya taksim edilir: Üçü Allah’a
Rasûlüne ve yakınlarına aittir. Bu hisseler imamın gaybetinde onun
nâibi olan adalet sahibi müçtehide verilir. Diğer üçü
Haşimoğullarının fakir, yetim ve yolcularına verilir. Ancak ihtiyaten
bunlarda müctehide verilir.
Peygamberin ve yoksulların, yetimlerin, düşkünlerin ve
yolcularındır”
İmamiyyenin Pratikleri/Mut’a

Muemalatla ilgili İmâmiyye Şîasını diğer Müslümanlardan
ayıran en önemli görüşleri mut’a nikahını kabul etmeleridir.

Belirli zaman ve belirli ücret karşılığı kıyılan nikah demek olan
mut’a, cahiliyye uygulamalarındandır.

Onlara göre Nisa 24. ayet ve Hz. Peygamberin onu mübah
görmesi mut’anın cevazına işaret sayılır. Konuyla ilgili Hz.
Ömer’in yasağı ise keyfî yorumdan öte bir anlam taşımaz.

Bugün mut’a nikahının resmî olarak yapıldığı ifade edilmekle
birlikte uygulamadaki esnekliğinden dolayı, bazı mut’a
akitlerinin resmiyet kazanmadığı bilinmektedir.

Mut’a nikahı sonucu doğan çocuk babaya aittir; ayrılma veya
ölümlerde kadının iddeti 1,5-2 aydır; mirasta daimi nikahtaki
zevce ve çocuğa göre yarı hak terettüp eder.
Download