Batı’da Aydınlanma Dönemi ve Onyedinci Yüzyılda Tıp İslam dininin Latin-Hıristiyan Batı’daki, “Doğuştan günahkar yaratık” figürüne karşı çıkması, “Dünyayı öğrenme ve değiştirebilme” düşüncesini desteklemesi ve “Birey eşitliği ve Kul hakkını” tanıtması gibi kavramlar Latin anlamdaki Hıristiyanlığın kırmızı çizgilerini tehdit ettiğinden, dini otoriteler 1210 ve 1215 yıllarında Paris’te Aristo, İbn Sina ve İbn Rüşd’ün bilimsel eserlerini yasaklamıştı. Paris üniversitesinin Normandiya’lı ilk rektörü Picard Siger de Brabant İbn Rüşdcülük akımının en göze çarpan temsilcisiydi. Brabant’lının ateşlendirdiği İbn Rüşd hareketi 1272’de Paris Krizine yol açmıştı. 1276’da Fransa Engizisyon Başkanı tarafından çağrılan Brabant, Papalığın verdiği karar uyarınca üniversitedeki görevinden uzaklaştırılmış ve daha sonra hizmetçisi (veya katibi) tarafından 1284’te İtalya Orvieto’da öldürülmüştü. Buna rağmen bu tarihten sonra Avrupa’daki üniversitelerde İbn Rüşd ve İslam öğretilerine karşı konulamaz bir akım başlamıştı. 1085 yılında Latin Hıristiyanlar İspanya’da Toledo şehrini Endülüs’ten geri aldılar. Bir çok kitap yakıldı, kütüphaneler yıkıldı, ancak bir bölüm insan sessizce bilim yaptı. Yeni kurulan Hıristiyan Krallıklarda bazı yöneticiler bilimle uğraşanları destekledi. 1130 yılında Toledo’da bir tercüme okulu kuruldu ve ünlü İslam alimlerinin eserleri tercüme edilmeye başlandı. Bu çalışmalar XII., XIII. ve XIV. yüzyıllarda devam etti. Toledo’ya gelen kişiler arasında Montpellier Tıp Fakültesi’nden Cremonalı Gerard (1114-1187) önemli bir yere sahiptir. Endülüs’ün siyasi olarak çözülmesiyle Avrupa’da bilim ve kültürün değerinin bilindiği yerlere ve ülkelere doğru dağılan bilim adamları ve tercümelerle gelişen Rönesans ile Latin Hıristiyanlığın ağır baskısından kurtulmaya başlar. Sarasenlerin etkisi altındaki Sicilya ve İtalya ilk duraktı. Daha sonra İngiltere ve Hollanda başta Benelüks ülkeleri bu göçten nasibini alacak ve aydınlanma sırasıyla İtalya, Fransa, Hollanda ve İngiltere’de ortaya çıkacaktı. Sanatçılarla hekimler arasında daha yakın ilişkiler kurulur. Endülüs’ün bu el değiştirmesinin güney İtalya’da sevinçle karşılanmaması tarihte dikkat çeken bir husustur. Gerçekte İberya ve Güney İtalya arasında evlilikler ve göçler çok iyi bilinir. Kordoba ile Palermo kardeş şehirdi. Ünlü İberyan akademisyenlerin İtalya’ya geldiklerinden bahsedilir. Örnek olarak Ebu el-İdrisi’nin Sicilya’daki Norman Kralı II.Roger tarafından davet edilerek Sicilya’da kabartma gümüş bir harita projesinde çalıştığı bilinir. 1154’te el-İdrisi Sicilya’nın Norman Kralı için “Book of Roger” ı yazdı. İbn Seb’in’in (12181270) “Sicilya Mektupları” adıyla bilinen II.Frederic ile mektuplaşması da Endülüs uygarlığının pırıltılarının vazgeçilemez tanığıdır. Güney İtalyan tarihinde İberya’daki Reconquista’dan zaferle bahsedilmez. Bu dönemlerden sonra başta İtalya’daki Hıristiyan eserlerinin yapımında dahil bir çok Müslüman sanatçı ve mimarın görev aldığı yazılmaktadır. Müslümanlar Richard, John, Peter Paschal gibi isimler aldılar (Latinizasyon geya Güney İtalyanizasyon). Tıp kitaplarındaki terimlere ilgili tercümanlar Latince bir karşılık uydurmak yerine Arapça’sını kullanmayı tercih ettiğinden günümüz Batı tıbbında kullanılan yüzlerce Arapça kökenli terimin yerleşmesine neden olmuştu. Bu çeviriler sayesinde Avrupa, Ebubekir erRazi, Ali bin Abbas, İbn Sina, Zehravi, İbn Rüşd gibi İslam hekimlerini ve eserlerini tekrar tanıma fırsatı buldu. 1215 yılında Roma’da toplanan Laterano Konsili daha önceki derslerde anlatıldığı gibi aldığı kararlar arasına rahip-hekimlerin cerrahi işlemleri uygulamalarına yasağını da katmıştı. II.Frederick’e gelirsek Ancona’da 1194 yılında doğan, Apulia’nın oğlu olarak da tanınan ve Nietzche’nin “Stupor Mundisi” (Dünya’nın Harikası) Kutsal Roma İmparatoruydu. Annesi Sicilya Kralı II.Roger’ın kızı Hautevill ailesinden Constance idi (Yarı Morişko). Endülüs tıp ve hukukunu eğitim kurumlarında yaygınlaştırmıştı. Avrupa’nın latin anlamda ilk laik üniversitesi Napoli Üniversitesi’nin kurucusuydu. Padua Üniversitesi de bu dönemin eseriydi. 16000 Müslümanı bir koloni halinde kendisinin doğduğu yer olan Apulia’ya yerleştirmişti. Müslüman gibi giyiniyordu ve yanında Endülüslü bilginler vardı. Bu yüzden Latin Katolikler içinde “Yarı Kafir Kral” olarak tanınıyordu. Kendisi için “Muhammed’in Müridi” tanımlaması da yapılmıştı. 1300’lü yıllardan sonra İtalya’da Müslüman isimler silinmeye başlamıştı (Latinizasyon Nedeniyle). Böylece Müslümanlar Avrupalı ismi alırlar. 13. Yüzyıldan itibaren bazı bölgelerde sağlık hizmetleri Kilise ile bağlarını kopardı, sivil kuruluşların yönetimine geçti. Ne ilginçti ki Papalık sürgün dönemi (1309-1379) Roma ve Avignon’da (Çifte Papalık) aynı zaman dilimine denk gelir. Büyük teolog ve belki de ilk reformistlerden Aziz Thomas Aquinas (1225-1274) Napoli Üniv.de eğitim almıştı. Eserlerinde hiçbir zaman Latin Katolikliğini övmemiş, kurnazca yazmıştır. Babası II.Frederick’in baronlarındandı. Francesco Petrarca (1304-1374) Fransa’da Avignon’da Papalıktan eğitim almıştı. Giovanni Boccaccio (1313-1375) ise Dante’yi anlatmakla ünlenmişti. Leonardo da Vinci çok sayıda anatomi resmi çizdi ancak ölümünden ikiyüz yıldan fazla bir süre sonra yayınlandı. Bu literatüre göre 711’de İspanya, 827’de Sicilya ve Güney İtalya’da özellikle Salerno’da Sarasen Kolonisi kurulmuştu. Salerno Tıbbına dair şiirlerde üç doktordan söz edilir: Doktor Sessiz, Doktor Mutlu ve Doktor Diyet. Salerno İtalya güneyinde Napoli yakınlarında sahilde yer alan bir şehirdir. 831’den itibaren Palermo ile birlikte Sicilya ve Güney İtalya İslam hakimiyetine girdi. Avrupa’nın ilk laik tıp okulu olarak bilinir. Salerno tıp okulu Afrikalı Konstantin’in tercümelerinden yararlandı. Afrikalı Konstantin (1020-1087) uzun yıllar İslam ülkelerinde bulunduğu için kitap sahibiydi ve tercüme ettiklerini kendi kitabı gibi sundu. İtalya’ya gelip Monte Cassino Manastırı’nda inzivaya çekildiğinde iyi bildiği Arapça’sı ile İslam tıp kitaplarını tercüme etmişti. Okulun eğitim sistemi 1140 yılında Sicilya Norman Kralı II.Roger (1127-1154) ve 1224 yılında II.Frederick (1194-1250) tarafından çıkartılan kurallarla düzenlenmişti. II.Frederick Napoli krallığında çalışan her hekimin Salerno Tıp Okulundan onay almak zorunluluğunu getirdi ve böylece 1224 yılında Salerno Tıp Okulu Avrupa’da resmi tanınan ilk tıp okulu oldu. Bu okulda Hipokrat, Galen ve İslam bilim insanlarının kitapları okutulurdu. 1213 yılında II.Frederick her beş yılda idam edilen bir şahsın kadavrasının çalışma yapmak üzere öğrencilere verileceğini bildirdi. İslam modeli doğrultusunda eczaneler kuruldu. II.Frederich’in tercümanı Toledo’da eğitimli Michael Scott’tu ve Latince’ye tercümeler gerçekleşti. Düzenli bir eğitim sonunda diploma veren bu okul her din ve ırka açık olduğu gibi kadınlara da eğitim vermekte idi. Salerno Tıp Okulu 1811 yılında ise Napoleon’un emri ile kapatıldı. Kuzey İtalya’daki Padova Üniversitesi 1222 yılında kuruldu ve onaltıncı yüzyıldan onsekizinci yüzyıla kadar en önemli anatomistlerin yetiştiği kurum oldu: Bu ünlü anatomistler ve doktorlar arasında İlk anatomi ve cerrahi profesörü Bruno da Longobucco (1200-1286), Felsefe, matematik ve astroloji uzmanı Pietro d’Abano (1250-1315), Andreas Vesalius (ö.1564), Realdo Colombo (ö.1559), Gabriel Fallopius (ö.1562), insan anatomisi diseksiyonu için ilk kalıcı amfitiyatro inşa eden Hieronymus Fabricius (1533-1619), Johann Georg Wirsung (ö.1643), William Harvey (1578-1657) ve *Brüksel’den gelen Adrianus Spigelius (1578-1625) sayılabilir. Fransa’da 13. yüzyılın sonunda Montpellier kentinde bir tıp fakültesi açılır. Çifte Papalığın sürdüğü 1309-1377 yılları arasında Avignon’daki Papalığın hekimi Guy de Chauliac Montpellier’de yetişmişti. 1280’lerde Montpellier Tıp Okulu’nda İbn-i Sina başta İslam tıpçıları ile Galen’in bilgileri tartışılmaktaydı. İbn-i Rüşd’ün tiryak konusundaki bilgilerine ait çeviri eserler vardı. Fransız doktor ve cerrah, Guy de Chauliac Toulouse ve Montpellier’de çalıştı. Bologna’ya gitti daha sonra Avignon’daki Papalığa davet edildi ve Papa VI Clement’in (1342-1352) doktoru oldu . 1348’de Veba, Avignon’a geldiğinde doktorlar şehri terketmişti. Haly Abbas, El Zehravi ve Razi’den çeviriler yaptı. 1363’de yazdığı Chirurgia Magna eserinde 12 eski çalışmadan yararlanmıştı ( Dördü Galen, Beşi İslam tıbbı, Üçü Batı Avrupa. Avrupa’daki salgın hastalıklar, harpler, açlık ve istilalar Orta Çağ Avrupası’na çok kötü günler yaşatmıştı. Tıbbi açıdan bakıldığında Avrupa’da 6. yüzyılda çıkan veba salgını ile 14. yüzyıldaki son büyük salgın arasındaki döneme Ortaçağ demek mümkündür. Avrupa şehirleri dar, kıvrımlı, pis sokaklar, helsız ve susuz evler bu salgınlara davet çıkarmaktaydı. Yıkanmak günah sayılmaktaydı, evlerde banyo-tuvalet bulunmazdı. İnsanlar inanç gereği vücutlarını ihmal eder, hijyen kaidelerine uymazdı. Pislikten kokan bedenlerini dini inançları doğrultusunda temizlemek istemezlerdi. Onüçüncü yüzyılda şehirlerde eğlence yerleri olarak gelişirken artan fuhuş, sifiliz gibi hastalıkların ortaya çıkmasına yol açar. Veba’dan ilk kez 1346 yılının sonlarında tüm Güney Avrupa, Sicilya, İtalya, Güney Fransa etkilendi. Guy de Chauliac vebayı Mart 1345’de Zodyak takımyıldızındaki gezegenlerin bir araya gelmesinden kaynaklanan atmosferik değişikliklere bağlamıştı. Bazıları ise Çifte Papalık (Great Schism 1378-1417) deki papazların ayrılması ile ilgili ilahi cezalandırma olarak 1349’da Hollanda, İngiltere, Almanya ve Polonya’ya ulaştı. 1352’de Rusya’ya ulaştı. 60 milyon insanın öldüğü söylenir. Bu dönemde babası vebadan ölen Giovanni Boccacio, Decameron’u (On günlük bir olay) yazmıştı ve ilk veba dalgasının çok ünlü bir kaydı haline geldi. Floransa’da Veba salgınından kaçmak için toplanan yedi bayan üç erkeğin anlatımı ile günde on öykü ile toplamda 100 hikaye dile getirilmiş oldu. Antik Yunan, Bizans, Roma, Arap ve Türk hekimleri frengiyi tartışmamıştır ve bu hastalık onlarca meçhuldür. İspanya’nın Güney Amerika’daki istilası bu hastalığın çıkışına nedendi. İspanyol denizcilerin de bu hastalığın yayılmasında rolu vardı: İspanyol Hastalığı. 1490’larda ortaya çıkan bu hastalık Fransız Kral VIII.Charles ordusunun İtalya’ya girmesi ile yayılır ve Napoli’yi kuşatan askerler arasında görülür (Napoliten hastalık). Colomb’un İspanya’ya dönüşünde 1493’de Barselona’da hekim olan Ruy Diaz ilk olarak hastalığa rastladığını ve tüm Avrupa’ya bulaştığını yazmıştı. Fuhşun yaygın olduğu Avrupa’da hastalığın yayılmasına uygun zemin oluşmuştu. Venedik gibi bir çok kentte çok sayıda fahişe bulunuyordu. Sifilizin kaşıntılı ve ağrılı cilt lezyonları enfekte olup hızla ölüme götürüyordu. Onaltıncı yüzyılda İtalyan doktor Girolamo Fracastoro (ö.1553) bulaşıcı hastalıkların insanlara tohumlar vasıtasıyla yayıldığını ileri sürdü. Cilt lezyonlarına civalı merhemler ve buharlar önerdi. 20. yüzyıla kadar tedavi bu şekilde uygulandı. Sifiliz ismi Fracastoro’nun 1530’da yazdığı etkenin bir günah olduğunu anlattığı alegorik şiirden alınmıştır. Syphilus isimli çoban Tanrı yerine bir krala tapınmaktadır, bu nedenle Kızgın İlah onu hastalıkla cezalandırmıştır. Hekimbaşı Hayrullah Efendi (1783-1789) Dururu’l-Mahat-i İhlili kitabında Belsoğukluğu ile Sifiliz ayrı ayrı anlatılmaktadır. Hayrullah Efendi 1786’da çıkan çiçek salgınında başarılı çalışmalar yapmıştı Giacomo (Jacopo) Berengario da Carpi (1460-1530): 1504’te Bologna yurttaşlığı Papalıkça onaylanır. Anatomia Carpi adlı kitabı yazan Bologna’dan İtalyan doktor olarak bilinir. Sifiliz tedavisini civalı merhemle yapmaya çalışır. Lorenzo Medici’yi tedavi eder. Ferrara Dükü’nün Doktoru olur. Saldırgan kişiliği ile tanınıyordu. En nihai sonuca Aristotalian bir anlayışla varılacağına inanırdı. Galen’in bazı yanlışlarını görmesine karşın Galen tarafından tarif edilen ilahi yaratıcı doğanın inşada çalıştığına inanıyordu. Bu tartışmanın ana yapısına İbn-i Sina’nın Kanun adlı eseri destek veriyordu. Böylece Berengario Kilise Babalarının Batı’daki teolojik geleneği ile İslam’daki Allah kavramını insan anatomisinin bütünlüğünde birleştirmekteydi. Yaratıcı pratik olarak bir zanaatkardı ve onun bu özelliği en çok insan anatomisinde görülmekteydi. Büyük sanatçı Leonardo da Vinci 1519’da Mona Lisa’yı tamamladığı Fransa’da vefat etti. 1483-1515 arasında kadavra diseksiyonları yaptığı ve 1515’de Papa X. Leo’nun yasaklama getirdiği söylenir. 1537’de Papa VII.Clement’in tekrar izin verdiği bilinir. 1516 yılında Osmanlı dostu Fransa Kralı I.Fransuva tarafından, Fransa’ya davet edilmişti. 750 kadar anatomik çizim ortaya koymuştu. Bu dönemlerde zaman zaman Papaların Osmanlı ile işbirliği yaptıklarına yönelik bilimsel eserler yazılmıştır. Cem Sultan’ın 1494’te İtalya’da (1459-1499) olduğu dönemde Floransa’daki Rönesans destekçisi yöneticiler Osmanlı’da Flordin beyleri olarak tanınırdı ve aralarında önemli siyaset ve ticaret ilişkileri vardı. Medici Ailesi Osmanlı ile dosttu ve bunun izleri Floransa’daki Katedral ve Uffuzi Galerisi gibi mekanlarda açıkça görülür. Fransa Kralı VIII. Charles Hıristiyan Dünyasının lideri Papa (VI. Alexander) ile Osmanlı arasında bir işbirliği olduğunu ilan ederek İtalya’ya girer ve işgal eder. Kral Cem Sultan’ı 1499’da vefat ettiği Napoli’ye götürür. Nietzche bu dönemi şöyle nitelendirir: Papanın tahtında oturan Hıristiyanlığın kendisi değildi, yaşamın zaferi vardı. Gerçekten Yüksek Rönesans döneminde Papalık Raphael ve Michalengelo’yu Roma’ya çağırmıştı. Bu dönemde 1508’de Michalengelo tarafından Vatikan’da Sistin Chapel’inin tavanında çizilmeye başlandı. Raphael ise 1501-1510’da Atina Okulu Tablosu: Nedenlerin Bilgisi Tablosu çizdi. Bu tabloda 58 adet insan var: Okuyor, çiziyor, ders veriyor, tartışıyor, gösteriyor, soru soruyor, dinliyor, düşünüyor, hayret ediyor ve şüpheleniyor. Alman papaz Martin Luther (1483-1546) Wittenberg Kilisesi kapısına Endüljans ve Roman Katolik Kilisesi’ne eleştirilerini asar ve 1521 yılında aforoz edilir. Reform tarihinde Luther’den başka aslında pek çok din bilgini vardır. Reform ayrıca anlatılabilir. Sonuçta İspanya ve Kutsal Roma-Germen imparatoru V.Charles (Şarlken) 1527’de İtalya’yı işgal eder ve Roma’yı istalaya başlar (The sack of Rome). Bu istila İtalya’daki Rönesansın sonunu getirir. Roma’nın Çöküşü (6 Mayıs 1527): Kutsal Roman İmparatoru Charles V, Roma ve Papal Devletleri istila eder ve bir yıl kadar işgalde kalırlar. İspanya ile Cognac Birliği (FransaMilano-Papalık-Floransa) arasındaki savaşda 10000 civarında Roma’lı öldürülürken Roma’nın nüfusu 55000’den 10000’e düşer. Rönesans ve Floransa’nın hamisi Medici ailesinden olan Papa VII.Clement (Papa VII. Clement’in eşi Morişkodur) San Pietro’dan Castel Angels’a ve oradan Orvieto’ya (Paris rektörü Brabant gibi) kaçar. Rönesansın odak ailesi Mediciler Roma’yı terketmek zorunda kalırlar. Venedik ve Papalık, Şarlken’e karşı Kanuni’den bir destek ister. Böylece Kanuni Sultan Süleyman 1528’de hazırlık başlar ve 1529’da beklenmedik bir şekilde Avusturya Seferi’ne çıkılır ve Birinci Viyana Kuşatması gerçekleşir. 1492’de son Endülüs Devleti Granada’yı işgal eden İspanyollar 1526’da İtalya’yı ele geçirdi ve Endülüs’ü sonlandıran aynı etki yani Skolastik Latin Düşünce ile Engizisyon Uygulaması Rönesansı bitirdi. Katolik Kilise tarafından 1559 yılında yasaklı kitaplar listesi ilan edildi. Karşı çıkanlar heretik olarak suçlandılar ve çok sayıda İtalyan Akademisyen ve Sanatçı sürgüne çıkarak İtalya’yı terketti. 150 yıl kadar İspanya, İtalya’daki kontrolü devam ettirdi ve bu süreçte İtalya eski parlak Rönesans günlerini kaybetti. Paracelsus (1493-1541) ve Kemiatri: Babasından eczacıların ilaç hazırlama bilgisini öğrenmiştir. Halk hekimi olarak yetişmiş ve madencilerin maruz kaldığı hastalıkları incelemişti. 1515’de Ferrara’da üniversitede tıp doktoru ünvanını almıştı. 1517-1524 yılları arasında hemen tüm Avrupa’yı Ege’yi ve Arabistan’ı, Mısır’ı dolaşmış , 1527’de Basel Üniversitesi’nde tıp profesörü olmuştur. Almanca yazdığı için Tıbbın Luter’i lakabını almıştır. Veba salgınında mineral ve bitkisel kökenli ilaç kullanımını önermişti. Rotterdam’lı hümanist ve bilgin ilahiyatçı Desiderius Erasmus’u (1466-1536) tedavi edince Paracelsus’un ünü artmıştır. İbn-i Sina’nın Tıp Kanunu eserini ve Galen’in kitaplarını kent meydanında odun yığınının üzerine atarak yaktığı ve Eskinin Ölümü Yeninin Doğuşu diye bağırdığı söylenir. İspanyol ve Engizisyon felsefesinin o dönemdeki Arapça yazılmış kitaplara bakışı hatırlandığında Paracelsus’un bu tavrının altında yatan nedenler daha iyi anlaşılacaktır. Aynı dönemin ünlü aydınlanmacı bilim adamı Copernic’in yakılan bu kitaplardan yararlanarak eğitim aldığı ve İbn-i Sina reçeteleri kullandığı ise aşikar olmuştur. Tedavide kullanılan bitkileri reddetmiş ve madensel ilaçları tedaviye sokmuştu (Kemiatri akımı). Civa, kükürt, demir, bakır sulfat içeren kimyasal bileşimler hazırladı. Bu tür tedavileri uyguladığı bazı hastalarını ise kaybedince büyük eleştiriler aldı. Endülüslü diplomat ve coğrafyacı yazar Leo Africanus (ö. 1554) Lübnan’lı ünlü yazar Amin Maalouf ‘un yazdığı biyografik bir romanda güzel bir şekilde anlatılır. Leo Africanus’un başına gelenler aslında o dönem Endülüs bilginlerinin yaşamlarına güzel bir anlatım sunmaktadır. Bir berberde sünnet edilmişliği ve bir Papa eliyle vaftiz olmuşluğu anlatılır. Nicholas Copernicus (1473-1543): Polonya Torun’da doğdu, Astronomi’deki büyük devrimin sahibi olarak İtalya Bologna’ta da beş yıl süreyle Kilise Hukuku (1496-1501) çalıştı. Döndüğünde Vistül körfezinde yerleşik Frombork’da kilisede yöneticilik yaptı. Tıp okuması için tekrar İtalya’ya Padua’ya gönderildi. 4 yıl süreyle Padua’da ve Ferrara’da tıp okudu, 1503’da Warmia’ya döndü. 40 yıl süreyle burada halka hekimlik hizmeti verdi. Tıp doktorluğu yaptı: İç hastalıklarında ileri bir düzeye çıkmıştı, Nefrolog’du denebilir. İbn Sina’nın reçetelerini kullanması literatüre geçti. Luther ona karşıydı: “Bu deli bütün astronomi bilimini tersine çevirecek” diyordu. Bu literatürle o dönemde Padua Üniversitesi’ndeki tıp eğitimi hakkında bilgi alıyoruz. Hipokrat’ın, İbn-i Sina’nın ve Galen’in kitapları ile öğretilerinin eğitimde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Klasik bilim tarihine göre dogmatik bilgiye en önemli ilk darbeyi Kopernik vurmuştu. Halbuki çok daha önceleri anlatıldığı gibi insanlık tarihi ile birlikte gerçek bilgiyi savunanlar hep olmuştu. 1543 de yayınlanan "Gök Kürelerinin Dolaşımları Üzerine" isimli eserinde, Dünya'nın ve gezegenlerin Güneş'in etrafında döndüğünü 30 senelik çalışmalarıyla ispat ediyordu. Bu kitap doğma haline gelen Latin Katolik Evren modeline karşı idi. Ölçümlere dayalı bu bilimsel eser "İnsanın kendini evrenin merkezinde sayma" iddiasını yıkmış “Doğanın bir parçası olduğu” düşüncesi doğmuştu. Kopernik hayatı boyunca Latin Kilise‘nin ilme karşı katı tutumunu biliyordu. Hayatının son günlerinde kitabının yayınlanmasına müsaade etti. Ancak eserlerine karşı Latin Katolik etki altındaki pek çok üniversite 1800’lere kadar yasak koydu. İngiltere Kraliçesi I.Elizabeth’in doktoru William Gilbert ise Copernic’in görüşlerini destekliyordu: Aslında daha 1534’te İngiltere’de kurulan Anglikan Kilisesi ile İngiliz teolojisi Roma’dan ayrı düşmüştü. Giovanni Andrea della Croce (1514-1575): Hekimlik alanına iki kazanımı olmuştur: Her bir hastalığın Yunanca, Arapça ve Latince eşanlamlıları konusunda ayrıntılı çalışmalar yapması, iİkincisi ise cerrahi aletlerini çok sayıda resimle birlikte vermesidir. 1574’te Venedik’te basılan Cerrahlık Üzerine Yedi Kitap adlı eserinde bir Türk hekimin savaş alanında dağlama yoluyla cerrahi müdahalelerini konu edinen resim yer alır. Donanma doktoru olup Venedik’teki veba salgını sırasında ailece şehri terketmeyi reddetmişlerdi. Veba bu kıymetli hekimle birlikte tüm ailenin ölümüne neden olmuştu. Barbaros Hayrettin Paşa’nın (1478-1546) komutasında Osmanlı donanmasının Temmuz 1543’de Marsilya’ya geldiğini hatırlatmak istiyorum. 1543-44 kışı 637 evin bulunduğu Fransa Toulon’da yaklaşık bir yıl Osmanlının yaklaşık 30.000 savaşçısı konakladı. Nis alındı, İtalya’nın batı kıyılarına sefer düzenlendi. Tüm bu zamanlarda Osmanlı Morişkoların yanındaydı. Fransız Kral Fransuva’nın yardım daveti ile Fransa’ya gelen Osmanlı ordusunun Fransızlarla birlikte İspanya’ya karşı bazı stratejiler geliştirdiği ve bazı dönem Papalık ile birlikte İtalyan topraklarında işbirliği yürüttüğü bilinmektedir. Bu seferlerde orduda çalışan hekimlerin de işbirliği yaptığı söylenebilir. Ambroise Pare (1517-1590): Fransız cerrah ve asker hekimi Avrupa’da 16. Yüzyılın en ünlü cerrahı kabul edilmektedir. 1533’te Paris’te ünlü Tanrı Misafirhanesi hastanesinde HotelDieu de Paris) devletin Resmi Cerrahı olarak çalıştı. Fransa Kralı I.Fransuva (1494-1547) hizmetinde pek çok savaşa katılmış ve 1552’de Kralın Cerrahı ünvanını almıştır. Cerrahi kitapları yazdı. 1536’da Fransa Kralı Torino’ya sefer düzenledi. Bu seferdeki bir çok yaralıya Pare müdahale etti. Yumurta sarısı, gül yağı, neft yağından bir karışım uyguladı ve çok iyi geldiğini gözledi. Ayrıntılı olarak protez ve ortopedi aletlerini resimlerle tarif etmişti. Kötü yaralanmış bir subayı tedavi etti. Bunu nasıl başardığını soranlara “Yarasını ben sardım şifasını Tanrı verdi” deyişi ünlenmiş ve mezar taşına kazınmıştır. Michael Servetus: 1511’de İspanya’da Navarre’de doğdu, 14 yaşında Toulose’a gitti ve reform taraftarlarının verdikleri bilgilerle ilgilendi. 1530’lardan itibaren Katolik Kilise’nin Trinity (Üçlü Teslis) anlayışı ile ters düşmeye başladı. Hıristiyan teolojisi üzerinde kitaplar yazdı ve Calvin ile ters düştü. Heretik konumunda görülmeye başladı. Paris’te anatomi çalıştı. “Apology against Fuchs” kitabı kendisinin Hipokrat, Galen, Dioscorides ve İbn-i Sina dan bilgilendiğini gösterdi.Resmen tıp mezunu olamadı ama matematik ve astronomi uzmanı oldu. Viyana’ya gitti ve hekim olarak çalışmaya başladı. Viyana başpiskoposunun kişisel doktoru oldu. Arapça ve Latince bilen, kan dolaşımını doğru tarif eden matematikçi, astronom, eczacı, tercüman ve değerli bir İspanyol din adamıydı ve Endülüs yadigarıydı. Teslisi reddeden bir Hz. İsa anlayışı geliştirdi. 1553’de Teslis’e inanmamak suçu ile Cenevre’de kazığa bağlanarak öldürüldü. Andreas Vesalius (1514-1564): Hekim ve eczacı yetiştiren önemli bir aileden gelen Vesalius Üniversitede Yunanca, Latince, Arapça öğrendi. Paris Tıp Fakültesinde okudu, 1537de İtalya'ya Padua Tıp Okulu’na gitti. Burada anatomi derslerinde daha çok diseksiyon yapılıyordu. "De Humanis Corporis Fabrika" (İnsan Vücudunun Yapısı) adlı bu eser, Galen'in anatomisindeki 200’den fazla hatasını ortaya koyuyordu (1543). Yapmış olduğu çalışmaların sonucunda Kitab-ı Mukaddes’in Genesis (Yaratılış) bölümüne dayanan erkeklerin kaburga kemiklerinden birinin eksik olduğu yolundaki yaygın inancı boşa çıkarmıştı. Bu nedenle Kilise’den tehdit alıyordu, çevresindeki insanlar azaldı, düşmanları çoğaldı. Padua'daki görevinden istifa etti ve İspanya'ya gitti. İspanya‘da Kral V. Charles'in ve II.Philip’in hekimi oldu. Saray adetlerine uygun yaşadı, para, şeref ve unvan sahibi oldu. Hiç bir zaman mutlu değildi, anatomi salonunu özlüyordu. Kilise ve Engizisyon tarafından verilen ceza ile Kutsal Topraklara zorunlu Hac’tan dönerken geminin batması ile ölmüştür. Bilim Tarihi’nin kurucusu George Sarton’un (1884-1956) kitabında De corpore humano kitabının büyük ölçüde İbn Rüşd’ün Kitab-ül Külliyat isimli kitabından alıntı yaptığını yazmaktadır. Bartholemeus Eustachius (1500?-1574): İtalya Ancona yakınlarında doğdu, 1549’da Roma’da Papalık hizmetine girdi. Bu dönemlerde Papa IV. Paul Roma’yı tehdit eden İspanyollara karşı Osmanlı ile ittifak halindeydi. Roma hastanelerinde ölüler üzerinde kadavra diseksiyonlarını yürüten kişiydi. 1555-1568’de Vatikan Sapienza Üniversitesi Anatomi Bölüm Başkanlığına getirildi. Yazdığı bir çok eserin sağlığında yayınlanmadığı bilinir. Vesalius’un Piri ve ancak Muhalifi olarak ilan edilmiştir: Sürrenal bezlerin, stapesin, tensor timpani kasının, servikal sempatik zincirin ilk kaşifiydi. Majör eserleri ölümünden 200 yıl sonra 1714’lerde kitap haline getirildi. Vesalius’un gözden kaçırdığı sürenal bezleri, retroperitoneal diseksiyonla bulmuştu. Yunanca, İbranice, Arapça bildiği ve İbn-i Sina’dan kendi tercümeleri olduğu bilinir. Giardano Bruno (1548-1600): Copernicus modeline inanmaktan ve ileri sürdüğü “Dünyanın evrenin merkezinde olmadığı” düşüncelerinden yargılanmış 1600 yılında Campo di Fiore’de yakılarak öldürülmüştü. “It is the One which wins my love” sözü ile Endülüs felsefesine inandığı çok iyi anlaşılmıştı. Dinsizlikle suçlanmış ve 1600‘ de diri diri yakıldı. Babası udi olan Galile Galileo’nun (1564-1642) güneş üzerinde lekeler olduğuna dair açıklamaları, Katolik üniversitelerde iki yüz yılı bulan yasaklara maruz kalmıştı (1815’lere kadar). Bu dönemlerde geçmişimize ait bazı hayranlıklara işaret etmek isterim. İtalyan şair ve filozof Tommaso Campanella (1577-1638): Civitas Salizs (Güneş Beldesi) isimli eserinin yazarı bir mektubunda: “Güneş ülkeyi yeryüzünde bulmak mümkün mü? Fikir hürriyetine, vicdan hürriyetine, lisan hürriyetine ilişmeyen Osmanlı Türklerinin varlığı, hiç olmazsa yarın böyle bir ülkenin var olacağına işaret ediyor. Mademki o cesur ve adil Türkler var; bir Güneş Ülke yarın neden vücut bulmasın”. Campanella, Güney İtalya’da Osmanlı lehine casusluk yaparak ayaklanma çıkarmakla suçlandı ve hapis cezaları aldı. 1500 ve 1600’lerde Osmanlı, Endülüslülerle işbirliği yaparken başta Hollanda tüm Benelüks ülkeleri ile işbirliği yapılıyordu. Hollanda-Morişko-Osmanlı işbirliği yeni bir Atlantik kimliğine yol açacaktı. Keşifler çağında bu işbirlikleri ve Garp Ocakları aracılığı ile Osmanlı bir Atlantik vizyonu geliştirmişti. Hudson Körfezi’nin kaşifi olan ve Yarımay (Hilal) sembollü teknesiyle Atlantiğe açılan Henry Hudson araştırılmaya değer bir kimliktir… Onyedinci ve Onsekizinci Yüzyılda Tıp Uygulamaları 17-18. yüzyılda bilim tarihinin dünya tıp tarihinde önemli bir yeri vardır. Matematikçi filozoflar Descartes, Leibniz (Alman.ö.1716), Pascal’in (Fransız.ö.1662); fizikçi-astronomlar Newton (İngiliz.ö.1727), Galileo, Kepler’in; kimyacı Robert Boyle (İng-İrlanda ö.1691) yaşadığı yüzyıllardır ve tıp tarihi açısından da parlak bir dönemdir. Tüm bu dallar 17-18. yüzyılda gelişerek devam etmiştir. Bunlara ek olarak, fizyoloji ve mikroskopik anatomi de bu yüzyılda ortaya çıkarak gelişmeye başlamıştır. 17. yüzyılda büyük klinisyenler yetişmiş olmakla birlikte, üniversite bu gelişmelerden epey müddet uzak kaldı, klinik beceri yerine alışmış olduğu eğitim biçiminde direndi. Hastaya zarar da verebilen, geleneksel lavman, sülük uygulama, müshil verme, kan alma yöntemlerinde ısrar ettiler. Bu tip doktorlar Molière’in komedilerinde çok iyi tasvir edilmiştir. Üniversiteler bu yüzyılda geçmişte kaldılar bilimsel yeniliklere uzak durdular. Üniversiteler yerine tıptaki buluşlar bilimsel dernekler ve akademiler tarafından desteklenmişlerdir Boyle’un, Malpighi’nin ve Leeuwenhoek’un eserleri Londra’daki dernek Royal Society tarafından basılmıştır. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde Roma’da Academia del Lincei, Paris’te Academie Française de Science, Almanya’da Leopoldine Academy gibi benzer bilim cemiyetleri kurulmuş ve ilk tıbbi dergiler de 17. yüzyılda ortaya çıkmıştır. 17. yüzyıldaki tüm bu parlak başarılar, yine de Avrupa’da halk arasında batıl inançların, şarlatanlığın yaygınlığını, kral dokunuşu ile mucizevi iyileşme, astrolojik tıp, manyetizma ile tedavi gibi alışkanlıkları bir anda yok edememiştir. Süreli yayınlar tarihçesine dönecek olursak; “İngiliz Kraliyet Derneği” (Royal Society of England) tarafından 1665 yılında çıkarılmaya başlanan “Philosophical Transactions” (1665- 1934) ile yine 1665 yılında basılan “Journal des Sçavans” adlı dergiler tarihteki ilk süreli yayınlar olarak genel kabul görmüştür. Oxford profesörü Thomas Willis bu derneğin kurucularından olup beyin anatomisiyle ilgili çalışmalar yaptı. İngiliz Kraliyet Derneği’nin uzun süreyle başkanlığını yürüten Isaac Newton’un (1642-1727) ilk bilimsel makalesi olan “New Theory about Light and Colours” isimli makale “Philosophical Transactions of the Royal Society of London” dergisinde yayınlanmıştır. Bu bilim derneklerinde fen bilimcilerle tıpçılar buluşma fırsatı bulmuşlardı. Rusya 1778’de ve İsveç 1799’da ilk bilimsel dergi örneklerini başlatmışlardır. Basın tarihine bu anlamda bakıldığında, bugünkü anlamıyla oynar maden harflerle dizginin yapılması İtalyanlar’a göre Milano’lu doktor Pamphilo Castaldi (1398-1490), Hollandalı’lara göre ise Haarlem’li Laurence Janszoon Coster (1370-1440) ile başlamıştır. Basımevleri ile ilgili bir başka görüşe göre, Gutenberg öncesinde Hollanda Haarlem’de, 1430’lu yıllarda Laurence Janszoon Coster bir basımevi kurmuş ve Gutenberg basımcılığı Coster’in çırağından öğrenmiştir. Ancak genel kabule göre matbaayı keşfeden kişi, basın mesleğinin beşiği kabul edilen Almanya’nın Mainz şehrinde doğan ve 1440’da modern basım tekniğinin temelini atmış olan Alman Johann Gutenberg’dir (1398-1468). Basım sanatı 1470’de Paris’e, 1471’de Napoli ve Hollanda’ya, 1473’de Macaristan’a, 1474’de Cenova’ya, 1476’da İspanya ve İngiltere’ye, 1483’de İsveç’e girmiştir. Johannes Gutenberg tarafından basılan ilk tıp kitabı 1457’deki Laxierkalender’dir (Laksatif ilaçların bir kolleksiyonu). Bugünkü anlamda ilk gazete 1609’da Strasbourg’da haftalık olarak Almanca yayınlanan “Avisa Relation oder Zeitung” dur denilebilir. 17. ve 18 yüzyıllar boyunca çıkan dergiler, yeni yayınlanan bilimsel kitaplar üzerinde bilgi veren bir kaynak olmaktan öteye geçmiyordu. Bu tarihlerde yayınlanan dergilerde özgün araştırma makalelere rastlamak pek mümkün değildi. 1716’da “The British Physician” beş sayı, 1768’de ise “Medical Miscellany” ancak bir yıl basılabildi. 1731’de Britanya’nın ilk tıp dergisi olarak sayılan “Medical Essays and Observations” Edinburgh’da Doktorlar Derneği tarafından basıldı. Fransız hukukçu ve yazar Denis de Sallo’nun (1626-1669) 1665’te başlattığı “Journal des Sçavans” dergisi uluslar arası bilim dünyasında ilk örnektir. William Harvey (1578-1657): Kendini ilmi tetkiklere vermiş, çalışkan ve sebatlı bir insan olan İngiliz hekimi William Harvey "Kalp bir pompadır, kan dolaşıyor" diyerek yeni bir bakış getirdi. Cambridge'de okudu, Padua'ya tıp eğitimine gitti. Burada anatomi hocası Fabricius'un öğrencisi oldu, ki Fabricius kalbin hareketi ve kanın özellikleri konusunda bir otorite idi. 1602 de mezun oldu, Londra’ya döndü. Kral I. James'in özel hekimi ve oğlu I. Charles'in hekimi oldu. St. Barthelemeo Hastahanesi'nde çalıştı ve "İngiliz Hekimler Cemiyeti"nin asli üyesi oldu, cerrahi ve anatomi hocalığı yaptı. Burada 40 sene boyunca haftada 2 gün ders verdi Cadılarla ve demonoloji ile ilgisi yüksek olan Kral James haksız hareketleri yüzünden Londra’dan uzaklaştırıldığında onunla beraber gitmişti. Sürgünde kendini ilmi tetkiklere vermiş, saray bahçesindeki hayvanlar üzerinde araştırmalar yapmıştı. Anatomi hocalığı sırasında ve özel araştırmalarında her türlü hayvan üzerinde fizyoloji ve anatomi araştırmaları yapıyordu. 1628 yılında 12 yıllık yoğun çalışmalarının neticesi olan küçük kitabını yazdı "Hayvanlarda Kalp ve Kanın Hareketleri Üzerine Anatomik İnceleme". 1628’de yayınlanan eseri De Motu Cordis Sanguinis ile kanın vücutta dolaştığını ve kalbin bir pompa görevini yaptığını ispat ediyordu. Kitabında kalpteki ve toplar damarlardaki kapakçıkların kanın yalnız bir yönde akmasını sağladığını, kanın karıncıkların kasılması (sistol) ile kalpten dışarı atıldığını, gevşemesi ile (diastol) kalbe dolduğunu ileri sürdü. Thomas Wharton (1614-1638) (İngiliz): Cambridge ve Oxford’da okudu, 1650’de Royal College of Physicians’a kabul edildi. 1659’da St Thomas hastanesinde çalışmaya başladı. 1669’da Londra’daki veba salgınında ki yaklaşık 100.000 ölüme neden olmuştu; şehir boşalırken sağlık hizmeti vermeye devam eden bir hekim olarak tarihe geçti. Dolaşım sisteminin anatomicisi olarak bilinen William Harvey tükürük salgısının tonsillerden geldiğine inanırken Gland (Bez) dokusunun anatomi ve fonksiyonlarının anlaşılmasındaki katkılarıyla tarihe geçmiştir. Tiroid dokusunu daha önceki bilim adamlarına göre daha iyi tariflemişti. Geniş bir genel kültürü vardı ve felsefeyle uğraşırdı. İngiliz Hipokrat ünvanlı Thomas Sydenham (1624-1689): İngiltere Oxford’dan, geçmiş akımlardan kurtularak bağımsızlığını ilan eden klinik hekimliğin en başarılı temsilcilerindendir. Robert Boyle ve John Locke (ö.1704, Akıl Çağı’nın Kurucusu) ile arkadaştı. Sıtma, dizanteri, kızamık, kızıl, chorea minor gibi hastalıklar üzerinde önemli çalışmaları vardır. En çok bilinen eseri kendisinin de muzdarip olduğu gut hastalığı hakkındadır. Histerinin, yarı yarıya psikosomatik özellikte olduğunu ele alan çalışması, akılcı muhakeme şaheseridir. 1630’larda Peru’dan getirtilen kinini ateşli hastalıklar üzerinde başarıyla uygulayan ilk hekimlerdendi. Richard Lower (1631-1691) hayvandan hayvana kan transfüzyonunu 1665’de başarıyla gerçekleştirdi (1666 Londra Veba ve Büyük Yangını). Kan transfüzyonunun öncüsü Lower, arteryel ve venöz kanın rengindeki değişimin akciğerlerde gerçekleştiğini ispatladı. Paris’ten Jean Baptiste Denis 1667’de 16 yaşında erkek anemi hastasına bir koyun karotisinden sefalik vene kan transfüzyonu girişiminde bulundu. İngiliz kimyacı Robert Boyle (1627-1691) canlıların soluduğu havanın bir karışım olduğunu buldu. Kimya dalında bilinenlerin sınırlı olması sebebiyle solunum ve sindirim fizyolojisinde bu dönemde dev hamleler yapılamadı. Rene Descartes: 1596’da Tours ve Poitiers arasındaki La Haye’de doğdu. Modern felsefenin babası sayılır, fizikçi ve matematikçidir. 1616’da hukuk diploması aldı, Hollanda Prensi Maurice’in ordusunda İspanyollara karşı savaştı. 1619’da Bavyera’da ordudayken aniden bir rüya gördüğünü söyler ve savunduklarının bu rüya ile ilham edildiğini ileri sürmüştü. Hollanda’ya yerleşti ve Katoliklerden dinsiz damgası yemişti. “Düşünüyorum öyleyse varım” ve “Sahneye maskeyle çıkıyorum” deyişleriyle ün kazanmıştı. Yazdığı kitaplar İmam-ı Gazali’nin kitaplarıyla karşılaştırılmıştır ve büyük benzerlikler bulunmuştu. 1649’da İsveç Kraliçesi Kristine’in eğitimi için Stocholm’a gitti. Kraliçe Kristine’in babası II.Gustav Adolph’un Osmanlı dostu Erdel Kralı Betlen Gabor aracılığı ile Lehistan’a karşı yardım istediğini hatırlayalım. Bu açıdan Avrupa’da Protestan-Katolik taraf savaşları olan 30 Yıl Savaşları’nı ve Westfalya Barışı’nı dikkatle gözden geçirmek gerekiyor. Bu dönemlerde Osmanlı’da bilim ve kültürle uğraşan insanların belki de göreceli azalması söz konusu olabilir. Buna bağlı askeri başarısızlıklar artarak başlamaktaydı. Ama Osmanlı’nın bu dönemdeki dezavantajlarından birisi ve belki de en önemlisi 30 Yıl Savaşlar’ından sonraki dönemde, bir önceki yüzyıldan itibaren Avrupa’da Osmanlı’nın destek vererek başarılarına katkı sunduğu Protestanların, Katolik Counter-Reformasyonu sonrasındaki güç kayıplarıydı. Osmanlı’nın İspanya’ya karşı destek verdiği Hollanda Altın Çağı’nda 1585-1702 yılları arasında bilim ticaret ve sanat alanlarında dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri Hollanda olmuştu. İspanya ile kanlı ve uzun savaşlar sonrasında elde edilen siyasi istikrar ile bir çok sahada Endülüs’ten gelen göçlerle yeni bir medeniyet merkezi gelişmekteydi. Bu anlamda başka resim olmak üzere bir çok sanat alanı da gelişecekti. Colombia Üniversitesi’nden Prof.Dr. George Saliba, onaltıncı yüzyılda Hollanda’da yaşamış olan Arsenius ailesi ‘nin Endülüs usturlabı ile yakından ilgilenmiş olduğunu ve orijinalinde çevresinde besmele bulunan aletin çerçevesinde lale (Tulipa: Allah lafzını simgeler) çizimleri ile Latince türünü Avrupa’ya kazandırdığını bildirmiştir. Hollanda’daki üniversitelerde ilk kez anatomi tiyatroları anlamında amfiler Anatomi Salonları olarak kurulur. Flaman ressam Rembrandt van Rijn (1606-1674) şimdi Lahey’deki Mauritshuis Sanat Galerisi’nde bulunan Dr Nicolas Tulp’un Anatomi Dersi ünlü tablosu bu uygulamaları anlatır. Resimde ortada bir ahşap masa üzerinde bir ceset, arka planda büyük hoca Dr.Nicolas Tulp (1593-1674) ve sağ yanında beyaz yakalı yedi hekim görülür. Gerçek ismini Tulp (Türbandan gelen Lale) ismi ile değiştiren Dr.Nicholas Tulp Amsterdam ve Leiden’de yaşamış değerli bir cerrah olarak halk sağlığına büyük katkılar vermiş insan sevgisi ile dolu bir kişilikti. Hollandalı Jan Swammerdam (1637-1680) alyuvarları ilk tanımlayan bilim adamıydı. Böceklerin yumurta-larva gibi değişik fazlarda bulunabileceğini gösterdi. Mikroskopla diseksiyonu ilk uygulayan biyologdur. İtalyan Bologna’lı Marcello Malpighi (1624-1694) mikroskop tekniği ile çalışarak kılcal damarları gözledi, dildeki papillaları, barsaklardaki bezleri ve akciğer alveollerini keşfetti. Kılcal damarları keşfeden Malpighi, akciğer, karaciğer, böbrek, dalak ve derinin yapısı hakkında ilk mikroskobik analizleri de yapmıştı. Derideki Malpighi tabakasını ve dalaktaki Malpighi cisimlerini buldu. Mikroskopik anatominin (Histolojinin) kurucusu denilebilir. Bir diğer Hollanda’lı doktor Adriaan van den Spiegel (1578-1625) Brüksel’de doğmuş bir Hollandalı doktor ve botanikçi olup Padua’da çalışmıştı. De Humani corporis fabrica libri X tabulus kitabını yazdı. Sıtma ile ilgili bilgiler verdi. Karaciğerin kaudal lobuna adı verildi. 1627’de yayınladığı kitabında, hipofizin yerleştiği bölgeye Sella Turcica (Türk Eğeri) terimini ilk kullanan olarak tarihe geçti. Franciscus Sylvius (Frans de la Böe) (1614-1672) Fransa’nın kuzeyinden Almanya’ya gelen bir Calvinist bir aileye sahipti. Leiden’de okudu ve doktor olarak çalıştı. Arkadaşları arasında bulunan Dr.Nicholas Tulp dahil bir çok hayranı vardı. Hollanda ünlü ressamlarının tablolarından büyük bir koleksiyona sahipti. Tecrübeli bir klinisyen olarak öğrencilerine hastabaşı eğitimi veriyor ve birlikte otopsiler yapıyordu, bir çok öğrenci yetiştirdi. Tıbbı kimya ile birleştirmeye çalışıyordu. Beyindeki Sylvian aquaduct ve fissürüne adını verdi. Niels Stensen (Nicolaus Stenonis) (1638-1686) Danimarkalı anatomist, Bartholin’in hocaları arasında olan Kopenhag Üniversitesi’nde eğitim aldı. Descartes da (ö.1650) İsveç Kraliçesi Kristine’in davetiyle oradaydı. 1657’de Kristine tekrar Osmanlı yardımını istemişti. Bu dönemde Danimarka ve İsveç Lehistan’a karşı Osmanlıyla ittifak halinde savaşıyordu, Stensen Kopenhag savunması için savaşa katıldı. 1660’da Hollandalı anatomist Gerhard Blaes’le (ö.1682) çalışmaya geldi. Amsterdam’da Parotis ekskretuar kanalını keşfeder. Leiden’de beyin anatomisinde yol almış Franciscus Sylvius’la çalışır. Burada ünlü Endülüs yadigarı filozof Baruch Spinosa (1632-1677) ile tanışı. Lakrimal kanalı keşfeder, glandüler fonksiyonlarla ilgili kitap yazar. Paris’e gider ve yazıları Journal de Sçavans’ta yayınlanır. 1667’de Protestanlıktan Katolikliğe döner, Titiopolis piskoposu olur. Kuzey Avrupa’nın Katolikliğe dönmesi için ömrünü adamıştı. Oxford Üniversitesi’nde “Sir” ünvanı verilmiş olan John’s Hopkins’in ilk tıp profesörü William Osler (1849-1919), Endülüs’lü Müslüman bilim adamları için “Kendi lambaları için Grek kandillerini kullanırken hızla dünyaya ışık veren büyük bir flambeye döndüler” demişti. Osler, Stensen’nin kendisini bu türde teolojik manada adamasını tarihteki en ilginç olaylardan biri olarak değerlendirmişti. George Ernst Stahl (1659-1734) 1693’de Halle Üniversitesi’nde Prusya Tıp Okulu’nu kurucusu Alman hekim. Prusya Kralı Friedrick Wilhelm I’in doktor ve danışmanıydı. Prusya genel olarak 1713-1867 (1701-1918) yıllarında kendine bu adı veren Alman Devleti olarak bilinir. Stahl aynı zamanda kimyacı idi. İnsan hareketlerinin yalnızca mekanik olarak zincir reaksiyonları ile açıklanamayacağını ileri sürdü: Ruh da harekete katılmaktadır. Arkadaşlarından Friedrick Hoffmann (ö.1742) tıbbın insan sağlığını korumak ve kaybedildiğinde tekrar düzeltmek amacıyla psikomekanik prensipleri uygun olarak kullanan sanat olduğunu vurgulamıştı. Bu dönemden sonra Orijinal Düşünce ve Fen Bilgisi üretmede Doğu’nun ya da Osmanlı’nın duraklamaya başladığı tarihlerdir. Lale Devri’ne (1718-1730 Patrona Halil isyanı) doğru giren Osmanlı’da aslında pek çok kültür-sanat ve etkinlik de söz konusuydu. Ancak içerdeki siyasi istikrarsızlıklar ve Avrupa’daki gelişmeler artık Batı’yı başarılı bir geleceğe hazırlıyordu. Onsekizinci Yüzyıl Tıbbı Osmanlı ile Doğu ayakta kalma mücadelesi ve iç karışıklıklar dönemine girerken Batı yeni buluşlara doğru açılım yapıyordu. 18. Yüzyıl tıbbıyla ilgili en önemli olgu Avrupa’daki Aydınlanma Felsefesi’ydi. Kemikler, eklemler, kaslar, lifler artık anatomide detaylı tariflenmişti. Şırınga, pipet, valvler gibi küçük el aletleri keşfedildi. Hollandalı anatomist ve döneminin en iyi tıp hocası Herman Boerhave vücudun sıvı akışları ve basınçlarla entegre bir kanallar ağı olduğunu düşünerek hastalığın damarlardaki akan sıvının tıkanıklığı sonucu oluştuğunu ileri sürmekteydi. Bu yüzyılda Avrupa’da iki önemli klinik tıp merkezi ortaya çıkmıştı:İkisinin de kurucusu Hermann Boerhaave (1668-1738) nin öğrencileriydi. Bir tıp merkezi İngiltere’de Edinburgh (1726) ve diğeri Viyana idi. Herman Boerhaave (1668-1738): Bu yüzyılın en başarılı klinisyeni ve tıp hocası Leiden’liydi. Liyden’i neredeyse dünyanın tıp merkezi haline getirmişti. Boerhaave‘nin ikna edici kişiliği büyük dikkat ve hayranlık uyandırıyordu. Mekanistik, kimyasal ve klinik tıp yaklaşımlarını birleştirmişti. Hastayı merkeze koyarak hastabaşı klinik eğitimi benimsedi ve teoriden çok uygulamayı öne çıkardı. Ayrıca yetiştirdiği harika öğrencileriyle de ün kazanmıştı. Instıtutiones Medicae (1708) ve Aphorisms kitaplarını yazdı. Eserlerinin bazı bölümleri, Sultan III. Mustafa (1757-1774) zamanında, 1767’de Hekimbaşı Suphizade Abdülaziz Efendi tarafından Fusul ismiyle Türkçe’ye çevrilmişti. Mikrobiyoloji Dünyası Tıbbın Hizmetinde Gözle Görülmeyen Canlıların Keşfi; Anton van Leeuwenhoek (1632-1723) (Hollanda) Gözle görülmeyen bu ufak canlılar ancak "mercekler"in bulunması ile insanın inceleme alanına girebilmiştir. Mercekleri yontarak daha büyük olarak görmeyi başaran ve basit bir mikroskop yapan Hollandalı manifaturacı Leeuwenhoek’tu. Leeuwenhoek 1650’li yıllardan itibaren kendi yonttuğu merceklerle alıp sattığı kumaşların dokularını incelemeğe başladı. Cisimleri 200 kat daha fazla büyütmekteydi. Kas lifindeki çizgileri, bakterileri, protozoaları tanıttı. Böylece gözle görülmeyen ve bilinmeyen bir dünyayı 90 yaşında ölene kadar keşfederek paylaşmaya devam etti. Hollandalı gözlükçü Zacharius Jansen’in (ö.1632) bileşik mikroskobu bulduğu söylenir. Leeuwenhoek su damlacıklarında gördüğü canlı yaratıkları hayretle teşhis etti. “Bir damla suda bütün Hollanda halkından daha çok canlı var" diyerek hayretini gizleyemedi. Bu hareket eden canlıların o suların kaynatılması ile hareketsiz hale geldiğini gözledi. 30 sene boyunca incelemeler yaptı bulgularını İngiltere’deki Royal Society (Kraliyet Tıp Cemiyeti)’ye sunuyordu. İngiliz bilim adamı ve Royal Society üyesi Robert Hook (ö.1703) da o yıllarda mikroskobu kullanarak bitkileri inceledi. Bitkileri hücrelerine kadar gördü, sınıfladı ve çizdi. "Mikroskopi" adlı eserinde "Ufak parçaların dünyası"nı tanıtıyordu. Mantar bitkisinin kesitinde ilk defa gördüğü hücreyi (cellül) tanıttı. Böylece o tarihte bilim dünyası bitkilerin en küçük bölümü olan hücreyi tanımış oldu. Antonio Valsalva , Malpighi’nin öğrencisi oldu ve Bologna Üniversitesi’nde Anatomi ve Cerrahi profesörü olarak çalıştı. Onun da öğrencisi Giovanni Morgagni idi. Morgagni (1682-1771) Bologna’daki Santa Maria hastanesinde Valsalva’nın diseksiyon yardımcısı olarak atandı. 1707’de Venedik’e geldi ve aksesuar pankreas kanalını bulan Santorini ile birlikte çalıştı. 1711’de Padua’ya Tıp profesörü olarak atandı. 1724’te Royal Society of England, 1731’de Academic Science of Paris’e fellow Oldu. 1740’da Venedik’in Padua’de en fazla ödeme yaptığı (2200 florin) tıp profesörü oldu. O’na göre hastalıklar spesifik organlara yerleşiyor ve patolojik organ değişiklikleri hastalık semptom ve bulguların yol açıyordu. 1761 yılında Hastalıkların Nedenleri ve Yerleri ismiyle bir eser yayınladı. Bu uygulamala Patoloji bilim dalının temelleri atıldı. İskoç fizyolog cerrah John Hunter (1728-1809) cerrahiyi bir sanat olmaktan çıkararak deneysel bir bilim şekline dönüştürmeye çalıştı. Çeşitli hayvanların vücut ısılarını ölçtü. 1776’da Kral III.George’un başcerrahlığına getirildi. Bu dönemde Nörocerrahi ve nöroanatomi alanında hayvan denekler kullanılmaya başlandı. Viyana’lı hekim Leopold Auenbrugger (1722-1809) tanı metodu olan perküsyonu uyguladı. Bir hancının oğlu olan Auenbrugger şarap fıçılarının ne kadar dolu olduğunu anlamak için hafifçe vurmayı denemiş ve 1761’de basılan kitabı Inventum Novum da «Parmaklarla göğüse hafifçe vurmak suretiyle bir ses elde edilir, bu sesin derinliği ile toraks boşluğunda ne kadar havanın olduğu, akciğerin hasta olup olmadığı görülür» diye yazmıştı. Modern kimyanın babası Antoin-Laurent Lavosier (1734-1794) oksijenin yanması ve karbondioksitin üretilmesinin yanma işlemi olduğunu bulmuş kapalı mekanlarda kişi başına bir hava bulunması gerektiğini açıklamıştı. Bu dönemde Tıp etiği ile ilgili gelişmeler olmuş ve Thomas Percival 1803’de İngiltere’de Etik Kodlar isimli kitabını yayınlamıştı. Samuel Hahnemann (1755-1843) Homeopati sistemini ileri sürdü. Franz Anton Mesmer (1734-1815) Mesmerizm adlı bir tür trans ya da Manyetizma tedavisi önerdi. Ellerini hastanın üzerine koyarak göle görülür bir iyileşme sağlamaktaydı. Ona göre evren özgün bir madde ile doludur ve canlılar arasında birleştirici bir ortam sağlanmaktadır. Vücut içinde devam eden bu maddenin eşit dağılımı ve dengesindeki bozulma hastalıkların nedenidir ve denge kurulursa hastalık iyileşir. Belirli tekniklerle bu madde kanalize edilebilir depolanır ve başka insanlara iletilebilir. Viyana ve Paris’te bir çok hastası oldu ve iyi para kazandı. İngiltere’de basılmış en eski tıp metninin ünlü Endülüs Kordobalı cerrah Zehravi’nin kitap çevirileri olduğunu öğrenmiştik. Gerçekten İngiltere’de basılmış en erken klasik Arap metinleri 10. yılda Razi tarafından kızamık ve çiçek hakkında yazılmış eserleri ile Albukasis olarak tanınan Zehravi’nin cerrahi ansiklopedi kitabıdır. Her iki kitap Latince’ye çevrilmişti. 1776 ve 1778’de her iki kitabın tercümesini Arapça, Farsça, İbranice, Latince, Yunanca(ya hakim olduğu düşünülen John Channing yapmıştı. Kendisine ait büyük bir kütüphanesi vardı. Zehravi’nin “On Surgery (Cerrahi Üzerine)” kitapçığı 1900’lü yıllara kadar bir çok kez basılmış; bu basımlar Bologna, Londra, Paris, Oxford, Venedik ve Vatikan kütüphanelerinde referans kitap olmuş ve 500 yıla yakın Avrupa’daki tıp okullarında okutulmuştu. Osmanlı-Rus Savaşı: Rus Çariçesi II.Katerina (1762-1796) 1768 yılında Osmanlı’ya savaş açtı. 1770 ilkbaharında İngiltere’nin teşviği ile Rus filosu Ege Denizi’ne geldi. Aynı yıl Çeşme’deki Osmanlı Donanması yakıldı. 1771’de Kırım ve Kefe Ruslar tarafından işgal edildi. 1774’deki Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım bağımsızlığını kazandı ve 1783 ‘de Ruslar Kırım’ı topraklarına kattı. Osmanlı Rusların Boğaz’dan geçmesine kesinlikle onay vermiyordu. 1796 yılında Avrupa devletlerine verilen bir yazıda izinli ticaret gemileri dışında geçişe müsaade edilmeyeceği bildirilmişti. Ancak I. Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgal etmesi üzerine Osmanlı Rusya’dan yardım istedi ve Osmanlı-Rus Donanması Akdeniz’e açıldı. Böylece Rusya ile anlaşma yoluna gidilmiş ve Rus harp gemilerinin Akdeniz’e açılmasına izin verilmişti. Boğazlar Meselesi olayı da artık böylece dünya siyasetine girmiş oldu. 1789 Fransız Devrimi, Napeleon Bonaparte (1769-1821) ve Fransız Bourbon Hanedanının Restorasyonu (1814-1830) yüzyılın sonuna damgasını vurdu. Fransız Devrimi alt sınıfların bir yükselmesi olarak tarif edilir. Ancak radikal fikirli elit entellektüellerin politika üzerindeki ve kişisel eğitimlerle ilgili düşüncelerinde de değişim sağladı. Yüzyıllarca tıp ve cerrahi Avrupa’da ayrı düşmüştü. Tıp ve cerrahinin birleştirilmesinde yarar olacağı kanaatine varıldı. Hastaneler eğitime açılırken, anatomi klinik önem kazanmaya başladı. Doktorlar hastanın dışında sağlığın korunması çalışmalarını da başlattı. 1789’da Fransız tıp fakülteleri kapatıldı ve Paris okulu ancak 1794’te açılabıldi. Kısa süreyle Ecole de Santa (Sağlık Okulu) ismiyle 1794’ta açıldı. Beş yıl bu okuldan mezun çıkmadı, öğrenciler hastanede eğitime başladı. Catholic Countereformation: Papalığın başlattığı Karşı-Reform doruk noktasını 15451563 yıllarındaki Trento Konsil kararları izledi ve böylece 400 yıl Kilise’ye yön verdi. Eski gücünü kazanmak için otoriter merkeziyetçi gelenekçi bir Kilise doğdu. İspanyol ve RomaGermen imparatorları Şarlken ve oğlu II.Felipe bu anlayış ile Protestanlığın yayılmasına karşıydılar. Amerika kıtası ve Doğu’daki misyonerlik faaliyetleri, tarikatlar ve Cizvitlerin katkılarıyla Karşı-Reform hızlandı. Dış tehditlere karşı 19. yüzyılda modern dünyaya düşmanca tutum ve inancın değişmezliğine dayalı dinsel otoriteye koşulsuz bağlılığı politika edindi. 1685’de Fransız Kral 14.Louis Nantes Edict yayınladı ve böylece bir çok Huguenot Fransa’yı terketti I. Vatikan Konsili (1869-1870) gerçekleşti. 1802’de Fransa’da Katolik Kilise tekrar açıldı. Onsekizinci yüzyıl yeni bir Bilim Dünyası başlattı ama esasen 19. yüzyıl gerçek Bilim Çağı’dır. Devlet ve Üniversiteler bilimi desteklemeye ve finanse etmeye başladı. Aslında tıptaki teknolojik ilerlemelerin kronolojisi aşağıda görüldüğü gibidir: