sınır kişilik bozukluğunda bölgesel beyin kan akımı

advertisement
T.C.
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
PSİKİYATRİ ANABİLİM DALI
Tez Yöneticisi
Prof. Dr. Ercan ABAY
SINIR KİŞİLİK BOZUKLUĞUNDA
BÖLGESEL BEYİN KAN AKIMI
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Rugül KÖSE
EDİRNE - 2007
0
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim ve tez aşamam
süresince bilgi ve becerimin gelişmesinde
katkılarından dolayı Prof. Dr. Ercan ABAY'a,
eğitimim süresince bilgilerinden faydalandığım
Doç. Dr. Erdal VARDAR, Doç. Dr. Cengiz
TUĞLU ve Doç. Dr. Okan ÇALIYURT'a,
araştırmanın beyin görüntüleme aşamasında
yardımlarından
dolayı
Doç.
Dr.
Gülay
ALTUN’a ve çalışma arkadaşlarıma teşekkür
ederim.
1
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ....................................................................................................................1
GENEL BİLGİLER.................................................................................................................3
TARİHÇE VE TANISAL SINIFLANDIRMA .........................................................3
EPİDEMİYOLOJİ VE EŞ TANI..............................................................................10
ETİYOLOJİ ...............................................................................................................14
TEDAVİ VE PROGNOZ...........................................................................................15
DAVRANIŞIN BEYİN ANATOMİSİ......................................................................16
EMOSYONUN BEYİN GÖRÜNTÜLEMESİ.........................................................18
SINIR KİŞİLİK BOZUKLUĞUNDA BEYİN GÖRÜNTÜLEME........................20
GEREÇ VE YÖNTEMLER..................................................................................................23
BULGULAR...........................................................................................................................29
TARTIŞMA............................................................................................................................42
SONUÇLAR...........................................................................................................................48
ÖZET......................................................................................................................................49
SUMMARY............................................................................................................................51
KAYNAKLAR.......................................................................................................................53
EKLER
0
SİMGE VE KISALTMALAR
ACC:
Anterior cingulate cortex (ön singulat korteks)
DLPFC:
Dorsolateral prefrontal cortex (dorsolateral prefrontal korteks)
DSM-III-R: Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders-Third Edition-Revised
(Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Gözden Geçirilmiş
Üçüncü Baskı)
DSM-IV:
Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders-Fourth Edition (Ruhsal
Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskı)
OFC:
Orbitofrontal cortex (orbitofrontal korteks)
PET:
Pozitron emisyon tomografisi
PFC:
Prefrontal cortex (prefrontal korteks)
SCID-CV: Structured Clinical Interview for DSM-IV Axis I Disorders, Clinical Version
(DSM-IV Eksen I Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme, Klinik
Uyarlaması)
SCID-II:
Structured Clinical Interview for DSM-III-R Personality Disorders (DSM-III-R
Kişilik Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme)
SPECT:
Single Photon Emission Computed Tomography (Tek Foton Emisyon Bilgisayarlı
Tomografi)
1
GİRİŞ VE AMAÇ
Kişilik bozukluğu, toplumda 5-10 kişiden birinde görülür ve kişilik bozukluklarının
%30-60’ı sınır kişilik bozukluğudur. Sınır kişilik bozukluğu genel nüfusun %2’sini etkiler.
Belirti ve bulguları ergenlik döneminde başlar ve hayat boyu sürer. Kişinin çevreye uyumunu
ve işlevselliğini etkiler. Tanı aşamasında klinisyenler görüş birliğine varamazlar. Genel
yaklaşımın uzun süreli psikoterapi olduğu ve bulgulara göre farmakoterapötik ajanlarda sık
sık değişikliklerin yapıldığı düşünülürse, tanı aşaması hastaların uyumları açısından çok
önemlidir (1,2).
Yapılandırılmamış klinik değerlendirmelerle sınır kişilik bozukluğu tanısı gözden
kaçabilir (3). Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskıya göre,
sınır kişilik bozukluğu tanısı koyabilmek için gereken 9 ölçütten 5’inin, 151 farklı
kombinasyonu olduğu tespit edilmiştir (4). Kategorik tanıya (ruhsal hastalıkları belirti
kümeleri ile tanımlama) alternatif olarak geliştirilen boyutsal yaklaşımlara (belirtilerin
ölçülebilir yönlerini belirleyerek ruhsal hastalıkları tanımlama) göz atıldığında, sınır kişilik
bozukluğu için psikobiyolojik temel taşların dürtüsel agresyon ve duygulanım dengesizliği
olduğu öne sürülebilir (5). Sınır kişilik bozukluğundaki bu bulgulardan, beyin frontolimbik
işlev bozukluğunun sorumlu olduğu düşünülmektedir (6).
Kişilik bozuklukları kendi aralarında ve eksen I tanılarıyla (kişilik bozuklukları ve
mental redardasyon tanıları dışında kalan psikiyatrik bozukluklar [psikotik bozukluklar,
duygudurum bozuklukları ve anksiyete bozuklukları gibi]) yüksek oranda birliktelik
gösterirler ve bu da hem eksen I tanısının hem de eğer varsa genel tıbbi bir tanının tedavisini
zorlaştırır. Sınır kişilik bozukluğu olan hastaların çoğu en az bir kez intihar girişiminde
1
bulunur ve %8-10’u tamamlanmış girişim sonucu ölürler. Dürtüsellik, kendine kıyım ve
intihar girişimleri dışında suç işleme şeklinde de kendini gösterebilir (2).
Beyin görüntüleme yöntemlerinin tanıda yardımcı olabileceği, tanısal zorlukların bu
yolla aşılabileceği ve tedavi planının daha iyi yapılabileceği öngörülebilir. Birçok eksen I
tanısıyla karşılaştırılırsa, sınır kişilik bozukluğunda tanısal açıdan, günümüze kadar az sayıda
çalışma yapılmıştır. Bu konuda beyin görüntüleme çalışmaları yaklaşık 20 yıl önce
başlamıştır ve henüz kesin bilimsel sonuçlara ulaşmak için sayıları yetersizdir.
Bu çalışmada, hem kategorik hem de boyutsal yaklaşım göz önüne alınarak, Tek Foton
Emisyon Bilgisayarlı Tomografisi kullanılarak, sınır kişilik bozukluğunda bölgesel beyin kan
akımları değerlendirilmiştir. Psikiyatrik bozuklukların çoklu etiyolojik nedenlere bağlı olduğu
düşüncesi kabul görmektedir. Tanısal sınıflandırmaları klinik gözlemlere dayanan bu
bozuklukların bilimsel kökenleri; insanlar ve hayvan modelleri üzerinde yürütülen, aralarında
beyin görüntüleme, nörofizyoloji, nöroendokrinoloji ve genetik araştırmaları sayabileceğimiz
pek çok alanda gösterilen ilerlemelerle belirlenmeye çalışılmaktadır. Kişilik bozuklukları,
tıbbi ve sosyal sorunlara yol açtıklarından, tıbbi hastalıkların ve eksen I bozuklukların tanı ve
tedavilerini zorlaştırdıklarından, bu bozukluklara önem verilmelidir (1). Bunun için de,
öncelikle tanısal engeller aşılmalıdır. Bu nedenle, sınır kişilik bozukluğunun tanı aşamasında
yardımcı olacak bir yöntemin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
2
GENEL BİLGİLER
Kişilik, bir insanın kendine özgü olan psikolojik özellikleri, onun yaşam biçimini
oluşturan ve sürekli olan, bilinçli ya da bilinç dışı düşünce ve davranış kalıplarıdır. Kişilik
bozuklukları, bu yapıdaki bozuklukları ele alır. Patolojik kişilik özellikleri, hastanın içinde
yaşadığı kültürün beklentilerinden belirgin biçimde farklıdır ve sosyal, mesleki ya da diğer
önemli işlev alanlarında bozulmaya yol açarlar. Hastalar tarafından genellikle normal olarak
algılanırlar ve hastalar bunlardan şikayetçi değildirler. Çatışmalarını başka insanları etkileyen
eylemlerle dile getirirler, çevreyi kendilerine uydurmaya çalışırlar ve genellikle çevre ile
sürtüşürler (7).
Sınır kişilik bozukluğu duygulanım düzenlenmesi, dürtü kontrolü, kişiler arası ilişkiler
ve kendilik imajında dengesizlik ile belirlenir. Duygusal düzensizlik, dürtüsel agresyon,
yineleyici kendini yaralama ve intihar eğilimi, bu kişilerin sağlık hizmetlerini sık
kullanmalarına neden olan klinik bulgulardır. Bozukluğun nörobiyolojisine eğilerek daha
uygun ve maliyeti düşük tedaviler aranmaktadır. Elimizdeki tedaviler, sadece bozukluğa
dönem dönem eşlik eden bulgulara kısmen etkilidirler (5).
TARİHÇE VE TANISAL SINIFLANDIRMA
Kernberg (8), sınır kişilik bozukluğu olan kişileri, ilkel savunma düzenekleri ve
içselleştirilmiş nesne ilişkileri patolojisine sahip hastalar olarak kavramlaştırmıştır. Bir kişilik
bozukluğu olarak tanımlanmadan önce, benzer kişilik özelliklerine sahip olanlar için farklı
tanımlamalar ve terimler kullanılmıştır. Bozukluğa özgü patolojik kişilik özellikleri
nedeniyle, ilk olarak, nevroz ile psikoz arasındaki sınır durum olarak tanımlanmıştır. Gerçeği
değerlendirme ve soyutlama yetisinde hafif bozulmalar, ara sıra duygulanım sığlığı ve yaygın
3
öfke gözlendiği için, şizofreninin hafif bir versiyonu olduğu da düşünülmüştür. Süreğen
kimlik duygusundan yoksun, kendilerini bağımlı oldukları kişilerle tamamen bir tutan bu
kişileri tarif etmek için ‘‘mış-gibi kişilikler’’ kavramı ileri sürülmüştür. Pannevroz,
pananksiyete ve panseksüalite örüntüsüne sahip olduğu düşünülen bu bozukluğu tanımlamak
için “psödonevrotik şizofreni” kavramı da kullanılmıştır. Gerçekçi plan yapamama, ilkel
dürtülere karşı koyma becerisinde zayıflık, ikincil yerine daha çok birincil düşünce sürecinin
ağır basması gibi çeşitli ego işlev bozuklukları üzerinde durulmuştur. Gözlemler sonucu
1950’lerde bir kişilik bozukluğu olduğu anlaşılınca, sistematik deneysel araştırmalar
kapsamına girmiştir (8,9).
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Birinci Baskıda, sınır
patolojisine sahip pek çok hasta, duygusal olarak dengesiz kişilik tanısı almışlardır (10).
Ruhsal
Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, İkinci Baskıda ise, sınır kişilik
yeterince tanımlanmamıştı (11). Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Üçüncü
Baskının yayınlanmasıyla, sınır kişilik bozukluğu gözlenebilen klinik özelliklerin sistematik
tanımlanmasına dayanan bir tanı haline geldi (12). Bu tanımlama, Ruhsal Bozuklukların
Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskıda da
korunmuştur (13).
Uluslararası Ruhsal ve Davranışsal Bozukluklar Sınıflandırmasına Göre, Özgül
Kişilik Bozuklukları
Özgül bir kişilik bozukluğu, kişilik yapısı ve davranışsal eğilimlerde ağır bozukluktur.
Sıklıkla kişiliğin birçok alanlarını içerir ve hemen her zaman önemli kişisel ve sosyal
zararlara yol açar. Kişilik bozukluğu çocukluğun geç dönemlerinde veya delikanlılık çağında
ortaya çıkar ve belirtileri erişkinlikte devam eder. Bu nedenle kişilik bozukluğu tanısının 1617 yaşlarından önce konulması uygun olmaz. Tüm kişilik bozuklukları için geçerli olan genel
tanı kılavuzu aşağıdadır:
Tanı kılavuzu: Doğrudan yaygın beyin zedelenmesine ya da hastalığına veya ruhsal
bir hastalığa bağlı olmayan ve aşağıdaki ölçütlere uyan durumlar:
1. Tutum ve davranışlarda, sıklıkla duygulanım, uyarılma, dürtü denetimi, algılama,
düşünme, ilişki kurma biçimi gibi işlev alanlarında belirgin dengesizlik vardır.
2. Anormal davranış kalıbı kalıcı ve uzun sürelidir, ruhsal bozukluk dönemleri ile
sınırlı değildir.
3. Anormal davranış kalıbı yaygındır, kişisel ve sosyal uyumu belirgin derecede bozar.
4
4. Yukarıdaki belirtiler her zaman çocuklukta veya delikanlılık çağında ortaya çıkar ve
erişkinlikte devam eder.
5. Bozukluk belirgin kişisel huzursuzluğa yol açar, fakat bu durum geç dönemde
ortaya çıkar.
6. Bozukluk, her zaman olmamakla birlikte sıklıkla sosyal ve mesleki başarıda önemli
sorunlara yol açar.
Değişik kültürler için sosyal normlara, kurallara ve zorunluluklara göre, özgül
ölçütlerin geliştirilmesi gerekli olabilir (14).
Uluslararası Ruhsal ve Davranışsal Bozukluklar Sınıflandırmasına Göre,
Duygusal Yönden Dengesiz Kişilik Bozukluğu
Duygulanımda dengesizlikle birlikte sonuçlarını düşünmeksizin dürtüsel davranmaya
belirgin eğilimin bulunduğu kişilik bozukluğudur. İleriye dönük plan yapma yeteneği çok
azdır. Şiddetli öfke patlamaları sıklıkla saldırganlığa veya “davranış patlamalarına” yol açar;
dürtüsel davranışlar başkaları tarafından eleştirilir ya da engellenirse, bunlar kolaylıkla ortaya
çıkar. Bu kişilik bozukluğunun iki tipi belirlenmiştir. İkisinin de temel özellikleri özdenetimin
olmaması ve dürtüselliktir.
1. Dürtüsel tip: Baskın özellikler duygusal dengesizlik ve dürtü denetiminin
olmamasıdır. Şiddet ve tehdit edici davranış patlamaları sık görülür ve bu özellikle
başkalarının eleştirilerine tepki olarak ortaya çıkar.
İçerdikleri: Patlayıcı ve saldırgan kişilik bozukluğu
İçermedikleri: Topluma aykırı kişilik bozukluğu
2. Sınır tip: Duygusal dengesizlik belirtilerinin birçoğu bulunur. Ek olarak, hastanın
kendilik imgesi, amaçları ve seçimleri (cinsel seçimleri de içerir) sıklıkla belirsizdir ya da
bozulmuştur. Sık olarak, kronik boşluk duyguları vardır. Yoğun ve dengesiz ilişkilere girme
eğilimi yineleyen duygusal krizlere neden olabilir. Bu eğilim terk edilmeyi önlemek için aşırı
çaba harcamaya ve birçok kez intihar tehdidi ya da kendine kıyım davranışlarına yol açar
(bunlar görünür nedenler olmaksızın da olabilir)
İçerdikleri: Sınır kişilik bozukluğu (14).
5
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskıya Göre,
Bir Kişilik Bozukluğu için Genel Tanı Ölçütleri
A. Kişinin içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden belirgin olarak sapan, sürekli
davranış ve iç yaşantı örüntüsü. Bu örüntü aşağıdaki alanlardan ikisinde (ya da daha
fazlasında) kendini belli eder:
1. Biliş (kendini, başka insanları ve olayları algılama ve yorumlama yolları)
2. Duygulanım (duygusal tepkilerin görülme aralığı, yoğunluğu, değişkenliği ve
uygunluğu)
3. Kişilerarası işlevsellik
4. Dürtü kontrolü
B. Bu sürekli örüntü esneklik göstermez ve çok çeşitli kişisel ve toplumsal durumları
kapsar.
C. Bu sürekli örüntü, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki
alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya yol açar.
D. Bu örüntü değişmez, uzun bir süredir vardır ve başlangıcı en azından ergenlik ya da
genç erişkinlik dönemine uzanır.
E. Bu sürekli örüntü başka bir ruhsal bozukluğun bir görünümü ya da sonucu olarak
açıklanamaz.
F. Bu sürekli örüntü bir maddenin (örn., kötüye kullanılabilen bir ilaç ya da tedavi için
kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi durumun (örn., kafa travması) doğrudan fizyolojik
etkilerine bağlı değildir (13).
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskıya Göre,
Sınır Kişilik Bozukluğu Tanı Ölçütleri
Aşağıdakilerden beşinin (ya da daha fazlasının) olması ile belirli, genç erişkinlik
döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, kişilerarası ilişkilerde, benlik
algısında ve duygulanımda tutarsızlık ve belirgin dürtüselliğin olduğu sürekli bir örüntü:
1. Gerçek ya da hayali bir terk edilmekten kaçınmak için çılgınca çabalar gösterirler.
Beşinci tanı ölçütünün kapsamına giren intihar ya da kendine kıyım davranışı buraya dahil
değildir.
2. Gözünde aşırı büyütme (göklere çıkarma) ve yerin dibine sokma uçları arasında
gidip gelen, gergin ve tutarsız kişilerarası ilişkileri vardır.
3. Kimlik karmaşası: Belirgin ve sürekli bir biçimde tutarsız benlik algısı ya da
kendilik duygusu bulunur.
6
4. Kendine zarar verme olasılığı yüksek en az iki alanda dürtüsellik (örn., para
harcama, cinsellik, madde kötüye kullanımı, pervasızca araba kullanma, tıkınırcasına yemek
yeme) görülür. Beşinci tanı ölçütünün kapsamına giren intihar ya da kendine kıyım davranışı
buraya dahil değildir.
5. Yineleyen intiharla ilgili davranışlar, girişimler, göz korkutmalar ya da kendine
kıyım davranışı görülür.
6. Duygudurumda belirgin bir tepkiselliğin olmasına bağlı duygulanım değişkenliği
vardır (örn., yoğun dönemsel disfori, irritabilite ya da genellikle birkaç saat süren, nadiren
birkaç günden daha uzun süren anksiyete)
7. Kendini sürekli olarak boşlukta hissetme duygusu bulunur.
8. Uygunsuz, yoğun öfke ya da öfkesini kontrol altında tutamama (örn., sık sık
hiddetlenme, geçmek bilmeyen öfke, sık sık kavgalara karışma) görülür.
9. Stresle ilişkili gelip geçici paranoid düşünce ya da ağır disosiyatif semptomlar
vardır (13).
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskıda (Diagnostic
and Statistical Manual of Mental Disorders, Fourth Edition [DSM-IV]) yer alan dokuz ölçüt,
dört psikopatoloji grubuna ayrılınca sınır kişilik bozukluğunu diğer kişilik bozukluklarından
başarı ile ayırt etmek olasıdır (15).
1. Duygulanım ölçütleri: Uygunsuz yoğun öfke ya da öfkesini kontrol altında
tutamama, kendini sürekli olarak boşlukta hissetme, duygudurumda belirgin bir tepkiselliğin
olmasına bağlı duygulanım değişkenliği
Sınır kişilik bozukluğunda kişiler öfke, üzüntü, utanç, panik ve kronik boşluk hissi
şeklinde kendini gösteren yoğun disforik duygulanım gösterirler. Duygulanım ölçütlerini
karşılayan sınır kişilik bozukluğu olan kişiler diğer kişilik bozukluklarından duygularının
yoğunluğu ile ayrılırlar (16). Duygulanım değişkenliklerinin bir diğer yönü de, gün içinde
büyük bir hız ve akıcılıkla disforik durumlarla ötimi arasında gidip gelmeleridir (17).
2. Bilişsel ölçütler: Stresle ilişkili gelip geçici paranoid düşünce ya da ağır disosiyatif
semptomlar, kimlik karmaşası; belirgin ve sürekli olarak tutarsız benlik algısı ya da kendilik
hissi
Bozulmuş biliş üç seviyeye ayrılabilir: 1. Sorun yaratan ama psikotik olmayan
bulgular; kendisinin kötü biri olduğu yönünde düşünceler, depersonalizasyon ve
7
derealizasyon gibi disosiasyon deneyimleri, sanrısal boyuta ulaşmayan şüphecilik ve referans
düşünceleri, 2. Psikoz benzeri bulgular; korunmuş gerçeği değerlendirme yetilerine eşlik eden
geçici, sınırlı ve gerçeğe dayanan sanrılar ve varsanılar, 3. Gerçek sanrı ve varsanılar. Sınır
kişilik bozukluğunda hastaların yaklaşık yarısı psikoz benzeri düşünceler bildirir. Diğer
kişilik bozukluklarında bozuk ama psikotik olmayan düşüncelere, şizofrenide gerçek psikotik
düşüncelere rastlanırken psikoz benzeri düşünceler sınır kişilik bozukluğu hastalarına özgül
görünmektedir (18).
3. Davranışsal ölçütler: Yineleyen intiharla ilgili davranışlar, girişimler, göz
korkutmalar ya da kendine kıyım davranışları, kendine zarar verme olasılığı yüksek en az iki
alanda dürtüsellik
Dürtüsellik ikiye ayrılabilir: 1. Kendine kıyım ve intihar girişimleri ve 2. Madde
kullanımı, düzensiz beslenme, sözel patlamalar, tehlikeli araba kullanma gibi daha genel
konularda dürtüsellik (5).
4. Kişilerarası ölçütler: Gerçek ya da hayali bir terk edilmekten kaçınmak için
çılgınca çabalar gösterme, gözünde aşırı büyütme (göklere çıkarma) ve yerin dibine sokma
uçları arasında gidip gelen, gergin ve tutarsız kişilerarası ilişkilerin olması
Kişilerarası ilişkilerdeki sorunlar, iki ayrı ama örtüşen sorun halindedir. Bir taraftan
terk edilmekten kaçınırlarken bir taraftan da ilişkilerinde tutarsızdırlar (5).
Kişilik bozukluğu DSM ölçütlerini test etmek için tanısal görüşmeler geliştirilmiştir.
Bu kategorik görüşmelerden dördü; test edilmiş ve yeterli, aynı zamanda
eksen I
değerlendirmeleriyle eş değer bulunmuştur. Bunlar; DSM-III Kişilik Bozuklukları için
Yapılandırılmış Görüşme (Structured Interview for DSM-III Personality Disorders), Ruhsal
Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Gözden Geçirilmiş Üçüncü Baskı (Diagnostic
and Statistical Manual of Mental Disorders-Third Edition-Revised [DSM-III-R]) Kişilik
Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme (Structured Clinical Interview for DSMIII-R Personality Disorders [SCID-II]), Uluslararası Kişilik Bozukluğu Sorgulaması
(International Personality Disorder Examination) ve Kişilik Bozuklukları için Tanısal
Görüşmedir (Diagnostic Interview for Personality Disorders) (19).
8
Boyutsal Yaklaşım
Bilim ve klinik uygulamalar arasında köprü kurulmaya çalışılmaktadır. Bunun için de,
nörobilim ve davranışsal bilim araştırmalarına gereksinim vardır. Amerikan Psikiyatri
Birliği’nin DSM-IV’teki kişilik bozukluğu sınıflandırması; tedavi deneyimleri, klinik
örneklemde psikiyatrik araştırmalar ve genel kişilik yapısı çalışmalarından alınmıştır (20).
DSM uyarlamaları arasında kişilik bozukluğu tanımlarındaki değişimler, bu alandaki az
sayıda araştırmanın da tanısal zorlukları aydınlatmaya yönelmesine neden olmuştur. DSM
uyarlamalarında bozukluk kategorilerinin geçerliliği ve klinik kullanımı tartışmalıdır.
Kategorik yaklaşımdan ziyade boyutsal yaklaşıma yönelimler vardır (21).
Kategorik yaklaşımla ilgili en yaygın eleştirilerden birisi, bilimsel kanıtlardan çok
komite kararlarıyla oluşturulmuş olmasıdır. Eleştirilen diğer konular arasında; aynı tanı
kategorisini paylaşanların heterojenliği, kişilik bozukluğu tipleri arasında yüksek eş tanı oranı,
diğer ruhsal bozukluklarla arasında sorun oluşturan sınırlar ve normal kişilik işlevselliğinden
belirgin ayrımın yapılamaması sayılabilir. Bu durum, klinisyenlerin kendi gözlemleriyle yeni
ölçütler oluşturmasına yol açmıştır. Oluşturulan özgül ve açık ölçüt setleri yapılandırılmış ya
da yarı-yapılandırılmış görüşmelerle desteklenince daha güvenilir ve sonuç olarak daha
geçerli tanılardan bahsedilebilir, çünkü bu görüşmeler sistematik, çok yönlü, tutarlı ve
yinelenebilirdirler. Özgül ve açık ölçütler oluşturabilmek için gereken bilimsel araştırmaların
yöntem ve bulgularının yeterliliği ve tutarlılığı konusunda fikir birliğine varmak zordur (22).
Kişilik odaklı boyutsal modellerden en fazla kabul görenleri Cloninger ve ark.
tarafından oluşturulmuş olan Mizaç ve Karakter Envanteri (Temperament and Character
Inventory) ve Costa ve McCrae’nın Beş-Faktör Modelidir (Five Factor Model). Mizaç ve
Karakter Envanteri; iki, üç yaşlarında sabitleşmeye başlayan, görece değişmeyen otomatik
tepkilerden oluşan mizaç boyutu ve kişinin kontrolünde olup, bireysel farklılıklar gösteren
karakter boyutunu kapsar. Yenilik arayışı, zarardan kaçınma, ödül bağımlılığı ve sebat etme
mizaç boyutlarıdır ve bunların monoaminerjik etkinlikle ilişkili oldukları düşünülmektedir.
Kendini yönetme, işbirliği yapma ve kendini aşma karakter boyutlarıdır. Karakter
boyutlarından kendini yönetme ve işbirliği yapma ile kişilik bozukluğu bulgularının varlığı ve
sayısı arasında güçlü bağlantı kurulmuştur, mizaç boyutları ise kişilik bozukluğu kümelerinin
ayırt edilmesinde önemlidir (küme A kişilik bozukluklarında düşük ödül bağımlılığı, küme B
kişilik bozukluklarında yüksek yenilik arayışı ve küme C kişilik bozukluklarında yüksek
zarardan kaçınma puanları elde edilir) (1,23).
Beş-Faktör
Modeli;
normal
sayılabilen
kişilik
farklarını
tanımlamak
için
oluşturulmuşsa da, nörotisizm (duygusal dengesizlik), dışa dönüklük, açıklık, geçimlilik ve
9
sorumluluk
boyutlarından oluşan bu modelin kişilik patolojisine ışık tuttuğu defalarca
kanıtlanmıştır (23).
Sınır kişilik bozukluğunda görülen duygulanım dengesizliği ve dürtüsel agresyon
endofenotip çalışmalarına konu olabilecek klinik kişilik boyutlarıdır. Endofenotipler, kişilik
bozukluğu özellikleri ve boyutlarının altında yatan genotiplerin, ayrıca hastalığa yatkınlığın
belirlenebilmesi için temel oluşturabilirler. Endofenotip yaklaşımıyla bu davranışsal
boyutların patofizyolojik düzenekleri daha iyi anlaşılabilir. Sınır kişilik bozukluğu; genetik
olarak belirlenmiş olan duygulanım dengesizliği, dürtüsel agresyon, duygusal bilgiyi
işlemleme değişikliği boyutlarının etkileşimi sonucunda ortaya çıkan kişilik bozukluğu
olarak formüle edilmiştir (24).
Dürtüsellik; genelde agresyon gibi negatif sonuçlar doğuran, düşünmeden ya da
uygun sınırlamalar olmadan hareket etme eğilimi olarak tanımlanabilir. Farmakolojik ve
psikososyal tedavilerin hedefi olan dürtüsellik kalıtsaldır ve zamanla değişmez. Sınır kişilik
bozukluğunda, dürtüsellik genelde agresyon şeklinde görülür. Dikkatle ilgili, motor ve
plansız dürtüsellik olmak üzere 3 alt gruba ayrılır ve sınır kişilik bozukluğunda plansız
dürtüsellik görülür. Sınır kişilik bozukluğunda görülen öfke, agresyonun dürtüsel tipidir.
Duygulanım dengesizliği, genelde duygusal tepkisellik eşiğinde değişikliğe işaret ederken,
duygusal bilginin işlemlenmesi ve tanımlanması uygun sosyal etkileşimi olası kılan boyut
olarak ayırt edilebilir. Nörokimyasal görüntüleme ve farmakolojik çalışmalarda dürtüsel
agresyonun özellikle serotonerjik etkinliğin azalması ile ilişkili olabileceği gösterilmiştir.
Duygusal bilgiyi işlemleme değişikliği boyutunun fenotiplerini değerlendirmek için
psikometrik ölçümler bulunuyorsa da, bunların tutarlılıkları ve sınır kişilik bozukluğuyla
ilişkileri netlik kazanmamıştır (24).
EPİDEMİYOLOJİ VE EŞ TANI
Patolojik kişilik özellikleri genelde ergenlik döneminde görülmeye başlar, ama gelişim
süreci devam ettiği için 18 yaşından önce kişilik bozukluğu tanısı koyulmaz. Ölçütler
tamamen karşılanıyorsa ve rahatsızlık süreğen hale geliyorsa çocuk ya da ergenlerde de sınır
kişilik bozukluğu tanısı koyulabileceği ve bozukluğu gelişim basamakları ile sınırlandırmanın
anlamsız olduğu söylenmektedir. 40’lı yaşlarda sınır kişilik bozukluğu tanısı nadirdir (25).
Sınır kişilik bozukluğu, genel nüfusun %1-2’sini, ayaktan tedavi gören psikiyatrik
hastaların %10’unu ve psikiyatri kliniğinde yatan hastaların %20’sini etkiler (26,27).
Yapılandırılmamış klinik değerlendirmelerle sınır kişilik bozukluğu tanısı gözden
kaçabilmektedir (3). Toplumda 5-10 kişiden birinde kişilik bozukluğu vardır ve kişilik
10
bozukluklarının %30-60’ı sınır kişilik bozukluğudur (1,2). Epidemiyoloji konusunda ülkeler
arası kişilik bozukluğu yaygınlık oranlarının benzer olduğunu söylememize yetecek kadar
fazla sayıda araştırma vardır. Bu araştırmalarda, kişilik bozukluğu tipleri sıklıklarına göre
sıralandıklarında yer değiştiriyor olsalar da, bu araştırmalar genelde bilgi vericidirler (26,2831). Eş tanı çalışmalarında, başka bir etken konuyu daha karmaşık hale getirmektedir, bu da,
eksen I tanılarında eksen II (kişilik bozuklukları ve mental redardasyon) eş tanısı ararken elde
edilen sonuçlar ile eksen II tanılarında eksen I eş tanısı ararken elde edilen sonuçların
birbirlerinden farklı olmasıdır (32-38).
Crawford ve ark. (28), 644 kişiden oluşan örmeklemde SCID-II kullanılarak yapılan
çalışmada; yaşam boyu kişilik bozukluğu yaygınlığının %15.7 ve sınır kişilik bozukluğu
yaygınlığının %3.9 olduğunu saptamıştır. Aynı çalışmada paranoid kişilik bozukluğu
yaygınlığı %5.1, şizoid %1.7, şizotipal %1.1, antisosyal %1.2, histriyonik %0.9, narsisistik
%2.2, kaçıngan %6.4, bağımlı %0.8 ve obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu yaygınlığı %4.7
olarak belirlenmiştir. Uluslararası Kişilik Bozukluğu Sorgulaması ölçeğinin DSM-III-R ve
DSM-IV uyarlamaları kullanılarak daha önce yapılan iki çalışmada, yaşam boyu kişilik
bozukluğu yaygınlığı %11.0 ve %9.0 ve sınır kişilik bozukluğu yaygınlığı %1.3 ve %0.5
olarak daha düşük bulunmuştur (30,31).
Norveç’te 18-65 yaş arası 2053 kişi SCID-II ile taranmış ve kişilik bozukluklarının
yaşam boyu yaygınlığı %13.4 olarak tespit edilmiştir. Birden çok kişilik bozukluğu olanlar da
dahil kişilik bozuklukları için yaygınlık oranları; paranoid kişilik bozukluğu için %2.4, şizoid
%1.7, şizotipal %0.6, antisosyal %0.7, sadistik %0.2, sınır %0.7, histriyonik %2, narsisistik
%0.8, kaçıngan %5.0, bağımlı %1.5, obsesif-kompulsif %2, pasif-agresif %1.7, kendine karşı
gelen kişilik bozukluğu için %0.8 olarak hesaplanmıştır (26).
DSM-IV ve Hastalıkların ve Sağlık Sorunlarının Uluslararası Sınıflama Standardı
(International Statistical Classification of Diseases and Related Health Problems [ICD-10])
kullanılarak taranan 557 İsveçli’de, DSM-IV ölçütlerine göre %11.1 ve ICD-10 ölçütlerine
göre %11.0 oranında kişilik bozukluğuna rastlanmıştır. En yüksek yaşam boyu yaygınlık
oranları, ICD-10’da şizotipal kişilik bozukluğu ve obsesif-kompulsif (anankastik) kişilik
bozukluğunda, DSM-IV’te obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu ve kaçıngan kişilik
bozukluğunda saptanmıştır. Sınıflandırma sistemleri arasında en büyük sıklık farkı, ICD10’da %4.5’e karşılık DSM-IV’te %0.9 ile şizoid kişilik bozukluğundadır. DSM-IV
ölçütlerine göre, yaygınlık oranları obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu %7.7, kaçıngan
kişilik bozukluğu %6.6, paranoid kişilik bozukluğu %5.6, sınır kişilik bozukluğu %5.4,
şizotipal kişilik bozukluğu %5.2, narsisistik kişilik bozukluğu %2.9, histriyonik kişilik
11
bozukluğu %2.2, antisosyal kişilik bozukluğu %1.8, bağımlı kişilik bozukluğu %1.8 ve şizoid
kişilik bozukluğu %0.9 şeklinde sırasıyla birbirini izler (29).
Sınır kişilik bozukluğu hastalarının yaklaşık %75’ini kadınlar oluşturur, fakat kadın ve
erkek nüfusunda ayrı ayrı yaygınlık oranları araştırılmamıştır (27,32).
Geniş ölçekli Collaborative Longitudinal Personality Disorder çalışması verileri
kullanılarak kadın ve erkek sınır kişilik bozukluğu olan kişiler; DSM-IV’e göre eksen I ve II
tanıları, sınır kişilik bozukluğu tanı ölçütleri, çocukluk çağı travma öyküsü, psikososyal
işlevsellik, mizaç ve kişilik özellikleri açısından karşılaştırmıştır. Klinik sunumda kadın ve
erkek sınır kişilik bozukluğu olanlar benzer bulunmuştur. Erkeklerde daha yüksek oranda
madde kullanım bozuklukları (%58.3’e karşılık %84.6), antisosyal kişilik bozukluğu
(%10.3’e karşılık %29.7), narsisistik kişilik bozukluğu (%4.6’ya karşılık %21.9), şizotipal
kişilik bozukluğu (%10.3’e karşılık %24.6) saptanırken kadınlarda daha yüksek oranda
travma sonrası stres bozukluğu (%30.8’e karşılık %50.9) ve yeme bozuklukları (%18.5’e
karşılık %41.7) saptanmıştır. Erkekler ve kadınlar arasında eş tanıda eksen I ve II tanılarında
ortalamada anlamlı fark bulunamamıştır. Sınır kişilik bozukluğu ölçütlerinden sadece kimlik
karmaşası kadınlarda anlamlı oranda yüksek saptanmıştır (%47.7’ye karşılık %67.4).
Çocukluk çağı travma öyküsü, psikososyal işlevsellik, mizaç ve kişilik özellikleri açısından
cinsiyetler arası farklılık bulunamamıştır (32).
Sınır kişilik bozukluğunda eksen II eş tanısını araştıran başka bir çalışmada, erkek ve
kadınlarda en yüksek eş tanıların paranoid, kaçıngan ve bağımlı kişilik bozuklukları olduğu
bulunmuştur (sırasıyla yaklaşık %30.3, %43.0 ve %5.7). DSM-III-R tanı ölçütlerini kullanan
bu çalışmada, şizotipal kişilik bozukluğu ile %6.6, şizoid kişilik bozukluğu ile %1.8, obsesifkompulsif kişilik bozukluğu ile %18.2, pasif agresif kişilik bozukluğu ile %24.5, kendine
karşı gelen kişilik bozukluğu ile %29.8, histriyonik kişilik bozukluğu ile %15.3, narsisistik
kişilik bozukluğu ile %16.4, sadistik kişilik bozukluğu ile %5.5 ve antisosyal kişilik
bozukluğu ile %22.7 eş tanı saptanmıştır (38). DSM-III-R tanı ölçütleri kullanılan
araştırmalarda benzer sonuçlar elde edilirken DSM-III tanı ölçütlerini kullanan araştırmalar
şizotipal ve histriyonik kişilik bozukluklarını en sık karşılaşılan eksen II eş tanıları olduğunu
bildirmişlerdir (33-37).
Kişilik bozuklukları kendi aralarında ve eksen I tanılarıyla yüksek oranda eş tanı
gösterirler ve bu da hem eksen I tanısının hem de eğer varsa genel tıbbi bir tanının tedavisini
zorlaştırır. Eksen I tanılarıyla eş tanı araştıran çalışmalar daha tutarlı sonuçlar elde etmişlerdir.
Bu çalışmaların çoğunda takip eden yıllarda yapılan değerlendirmeler de verilmektedir, fakat
hastaların büyük çoğunluğunun tedavi almakta olduğu düşünülürse, ilk takipteki eş tanı
12
oranlarını belirtmek daha doğru olacaktır. Madde kötüye kullanımı veya bağımlılığı ya da
duygudurum bozuklukları en sık karşılaşılan eksen I eş tanılarıdır. Genelde araştırmalarda
nikotin kötüye kullanımı ya da bağımlılığı dışlandığı için en sık kötüye kullanılan madde
olarak alkol saptanmıştır, madde kötüye kullanımı erkek sınır kişilik bozukluğu hastalarında
daha fazla olmakla birlikte, hastaların yaklaşık %60’ında bulunmaktadır (39-41).
Duygudurum bozuklukları için de benzer eş tanı oranı (%60) verilmektedir; sıklık
sırasına göre majör depresyonu, distimi ve bipolar bozukluk izlemektedir (39-41).
Sınır kişilik bozukluğunda eksen I eş tanıları olarak madde kötüye kullanımı ve
duygudurum bozuklukları ardından daha az sıklıkta anksiyete bozuklukları ve yeme
bozuklukları gelmektedir. Travma sonrası stres bozukluğunun kadın sınır kişilik bozukluğu
hastalarında görülme yaygınlığı %60’lara varabilir. Panik bozukluğu ve sosyal anksiyete
bozukluğuna obsesif-kompulsif bozukluğa göre daha sık rastlanır, ama cinsiyetler arasında bir
farktan söz edilmemektedir. Eş tanı olarak yeme bozuklukları da kadın hastalarda daha
yaygındır (39-41).
Paris ve ark. (42), sınır kişilik bozukluğu ile iki uçlu bozukluk ilişkisini inceleyen
araştırmaları derlemişler ve sınır kişilik bozukluğu ve iki uçlu I bozukluğunun ayrı başlıklar
olduğunun söylenebileceği ama sınır kişilik bozukluğu ve iki uçlu II bozukluğunun ortak
fenotipler taşıyor olabilecekleri ve kesin sonuca ulaşmak için daha fazla araştırmanın
gerektiği sonucuna ulaşmışlardır.
Şar ve ark (43), 1301 üniversite öğrencisinde yürüttüğü çalışmada, SCID-II kullanarak
%8.5 oranında sınır kişilik bozukluğu tanısı koymuş ve bu grupta %72.5 oranında disosiyatif
bozukluk saptamışlardır.
Çocukluk çağı dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve sınır kişilik bozukluğu
arasında bağlantı kuran çalışmalar bulunmaktadır, bu çalışmalarla çocukluk çağı dikkat
eksikliği hiperaktivite bozukluğunun sınır kişilik bozukluğunu öngörebileceği düşünülmüştür,
ama konuyla ilgili veriler kesin sonuçlar veremeyecek kadar azdır (44).
Sınır kişilik bozukluğu olan hastaların yaklaşık %70-75’inde en az bir kez ciddi
biçimde kendine kıyım eğilimi görülür, çoğunda intihar girişimi bulunur ve %8-10’unda
tamamlanmış intihar öyküsü vardır, bu da genel nüfusa göre 50 kat daha fazladır. Başta
duygudurum bozukluğu ve madde kullanımı ile ilişkili bozukluklar olmak üzere eş tanı varlığı
intihar riskini arttırır (2,25).
13
ETİYOLOJİ
Kernberg (8), sınır kişilik örgütlenmesinin etiyolojisini Mahler’in gelişimsel şemasına
dayanarak açıklamıştır. Çocuğun, gelişiminin ayrılma-bireyleşme sürecindeyken anne
figüründen ayrılması ile bu süreçte kesinti olduğunu düşünmüştür. Hastalar sonuçta yalnız
kalmayla baş edemeyen, anksiyöz, bağımlı ve terk edilmeye aşırı duyarlı bireylerdir.
Kernberg (8), sınır kişilik bozukluğu olan hastaların erken dönem patolojik nesne ilişkilerini
içselleştirdiklerini öne sürmüştür. İlkel savunma düzeneklerinin kullanılması, erken dönem
patolojik nesne ilişkilerinin sürmesini sağlar. Gelişimin erken dönemlerinde çocuk, anne
figürünü iki çelişkili şekilde algılar; ilki ihtiyacını karşılayan, onu seven ve yakınında olan iyi
anne, ikincisi ona beklenmedik cezalar veren ve terk eden, nefret dolu ilgisiz anne. Böylece
bölünme savunma düzeneği oluşur (9).
Sınır kişilik bozukluğu oluş nedenleri ile ilgili çoğu kuram, genetik yatkınlığa
psikososyal ve çevresel etkenlerin eklendiği yönündedir. Aile kümelenme çalışmaları, sınır
kişilik bozukluğunun tanı olarak kalıtsallığını desteklemektedir, ama bozukluğun genetik
kökenine bakıldığında tanı ölçütlerinden çok dürtüsellik/agresyon ve duygulanım dengesizliği
gibi boyutlara ilişkin daha güçlü genetik bağlantılar kurulabilmektedir. Bu konuda aile, ikiz
ve evlat edinme çalışmaları da yürütülmüştür (45).
Genetik ve çevresel etkilerin kişisel farklarını belirlemek için biyolojik yaklaşımlar
kullanılır. Duygulanım düzenlenmesi, dürtü/hareket kalıpları, bilişsel düzenlenme ve
anksiyete/çekingenlik biyolojik temeli bulunabilecek kişilik bozukluğu bileşenleridir. Sınır
kişilik bozukluğu için psikobiyolojik alanlar, beyinde azalmış serotonerjik etkinlik ile
ilişkilendirilmiş olan dürtüsel agresyonu ve artmış kolinerjik sistem etkinliği ile
ilişkilendirilmiş olan duygulanım dengesizliğini içerir. Nörotisizm, dürtüsellik, anksiyete,
duygulanım dengesizliği ve bağlanma sorunu gibi sınır kişilik bozukluğu özelliklerinin güçlü
genetik etkiler altında oldukları gösterilmiştir (46).
Sınır kişilik bozukluğu olan kişilerin ailelerinde yapılan çalışmalar, şizofreni ve sınır
kişilik bozukluğu arasında bir ilişki gösteremezken majör depresif bozukluk, dürtü kontrol
bozukluğu ve sınır kişilik bozukluğunun, sınır kişilik bozukluğu olan kişilerin ailelerinde
genel nüfusa göre daha yaygın olduğunu bulmuşlardır (47). Torgersen ve ark. (48), sınır
kişilik bozukluğunda kalıtsallığı yaklaşık %60 olarak bildirmişlerdir, DSM-IV’e göre
yaptıkları bir ikiz çalışmasında, konkordans oranlarını monozigotlar için %35 ve dizigotlar
için %7 olarak saptamışlardır.
Çocukluk çağı taciz ve/veya ihmal, çocuklukta ya da ergenlikte psikopatoloji ve
mizacın sınır kişilik bozukluğu etiyolojisinde rolünü araştıran bir çalışma, sınır kişilik
14
bozukluğunun çocukluk çağı taciz ve/veya ihmal, mizaç özellikleri (yüksek yenilik arayışı,
yüksek zarardan kaçınma), çocukluk ya da ergenlik psikopatolojisinin (depresyon, hipomani,
davranım bozukluğu, alkol ve madde bağımlılığı) birleşimi sonucu oluşabileceğini öne
sürmüştür (49).
TEDAVİ VE PROGNOZ
Sınır kişilik bozukluğunun birincil tedavisi, bulguya yönelik farmakoterapi ile
birleştirilen psikoterapidir. Psikoterapi tiplerinden herhangi birisinin üstünlüğü kanıtlanamasa
da, klinik tecrübe uzun sürmesinden yanadır. Psikoanalitik/psikodinamik terapi ve dialektik
davranışsal terapinin etkinliği kanıtlanmıştır. Farmakoterapi belirlenirken eşlik edebilen eksen
I ve II tanıları da göz önüne alınmalıdır. Duygudurum bulguları seçici serotonin geri alım
inhibitörleri (SSGİ) ya da seçici serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNGİ) ile
tedavi
edilebilir.
Trisiklik
antidepresanların
etkinlikleri
hakkında
tutarsız
veriler
bulunmaktadır, monoamin oksidaz inhibitörleri (MAOİ) duygudurum bulgularında etkili
bulunsa da, yan etkilerinden dolayı tercih edilmemektedir. Anksiyolitikler çok gerekirse,
kötüye kullanım ve bağımlılık riski dikkate alınarak kullanılabilir. Duygulanım bulgularında
tercih edilebilecek ikinci sıra ilaçlar duygudurum düzenleyicileridir (lityum, valproat,
karbamazepin). Sınır kişilik bozukluğunda majör depresyon eş tanısı dışında elektrokonvulsif
tedavinin etkinliği yoktur. Davranış bulgularında ilk basamak farmakoterapi yine SSGİ’dir.
SSGİ’ye eklenen ya da ayrı kullanılan düşük doz atipik antipsikotiklerin etkinliği
kanıtlanmıştır. SSGİ ile birlikte lityum ya da diğer duygudurum düzenleyicileri verilebilir.
SSGİ’ler etkisiz kalırsa, MAOİ’leri denenebilir. Bilişsel bulgularda düşük doz antipsikotik ilk
seçenektir, yetersiz faydalanma durumunda doz arttırılabilir (2).
Bugüne kadar yapılmış en büyük izlem çalışmasında, sınır kişilik bozukluğu olan
kişilerin 1/3’ünün yıllar içinde kimlik algılarının sabitlendiği ve kendine kıyım, uygunsuz
öfke ve fırtınalı ilişkiler gibi davranışlarını daha olgun ve dengeli davranış kalıplarıyla
değiştirdikleri gözlenmiştir. Hastane yatışı olan sınır kişilik bozukluğu sahibi kişilerin izleme
alındıkları 10-15 yıl içinde işlevsel rollere geldikleri bulunmuştur. Ne yazık ki, bu süre
sonunda bile kadınların yaklaşık 1/2’si ve erkeklerin 1/4’ü yakın kişisel ilişkilerini
sürdürebilmişlerdir. Bu kişilerin 1/2-1/3 kadarı sabit tam zamanlı iş sahibi olabilmişlerdir.
Düşük sosyoekonomik gruptan gelen hastaların başarı oranları daha düşük seyretmiştir (50).
Çocukluk çağı cinsel taciz, çocukluk çağında anneyle sorun yaşama, acımasız baba
varlığı, ebeveynlerin boşanmış olması, ailede ruhsal hastalık varlığı, psikiyatriye başvuruda
erken başlangıç yaşı ve ilk başvuruda kendine zarar verici girişimlerin olması, kadın cinsiyet,
15
bulguların kronikliği, duygulanım dengesizliği, agresyon, madde bağımlılığı, narsisistik
ve/veya antisosyal kişilik özellikleri ve eş tanı fazlalığı kötü gidiş belirleyicileridir. Yüksek IQ
iyi prognoz göstergesidir (45,50,51).
DAVRANIŞIN BEYİN ANATOMİSİ
Biliş ve davranışın birebir ilişkilerini ortaya çıkarma beklentisi, biliş ve davranışsal
alanların yapı temellerinin birbiriyle bağlantılı kortikal üst merkezler etrafında düzenlenmiş,
kısmen örtüşen, geniş boyutlu şebekeler olduğu gözlemleri sonucu şekil değiştirmiştir. İnsan
beyninde en az 5 tane geniş boyutlu şebeke tanımlanabilir: 1. Sağ yarı kürede baskın
mekansal dikkat şebekesi, 2. Sol yarı kürede baskın dil şebekesi, 3. Hipokampus ve
amigdalada bellek, emosyon şebekesi, 4. Prefrontal korteks (prefrontal cortex [PFC]),
orbitofrontal korteks (orbitofrontal cortex [OFC]) ve arka pariyetal kortekste yürütücü işlev,
sosyal davranış şebekesi, 5. Temporal kortekslerde yüz ve nesne tanıma şebekesi (52). Bu
frontal yapılar Şekil 1’de gösterilmiştir.
medyal
alt
lateral
Şekil 1. Emosyonun düzenlenmesinde önemli bölgeler (53)
Koyu pembe: Ön singulat korteks
Pembe: Medyal prefrontal korteks
Sarı: Ventromedyal prefrontal korteks
Turuncu: Orbitofrontal korteks
Mavi: Dorsolateral prefrontal korteks
İnsan serebral korteksi, 2000 cm2’lik yüzey alanı üzerine dağılmış, yaklaşık 20 milyar
nöron içermektedir. Serebral kortekste bölgeleri birbirinden ayıran anatomik sınırlar belirgin
değildir, bu nedenle yapısal ya da işlevsel esaslara dayanan beyin haritaları ortaya çıkmıştır.
Yapısal olan Broadmann haritası, kişisel yapısal farklar dikkate alınmadığından ve serebral
korteksin büyük bir kısmının gömülü olduğu sulkus derinliklerinin haritalanması yetersiz
kaldığından, kullanımı kabul görüyorsa da hatalara yol açabilir. İşlevsel haritalar, serebral
korteksin alt bölümlerini; limbik, paralimbik, heteromodal asosiasyon, unimodal asosiasyon
ve primer duysal-motor olarak ayırmışlardır.
16
Limbik bölge; subkortikal bir yapı olarak kabul edilir, ancak bazı bileşenleri serebral
yarı kürelerin ventral ve medyal yüzeyleri üzerine yerleştiğinden serebral korteks sınırları
içine dahil edilebilir. Substantia innominata ve amigdala kortikal bileşenleridir. Singulat
girus, kaudat çekirdek başı, putamen, globus pallidus, insula, hipokampus, primer olfaktör
korteks (piriform) diğer bileşenleridir. Ana paralimbik alanlar; OFC, insula, temporal kutup,
parahipokampal korteksler ve singulat kortekstir. Unimodal (duruma özgü) asosiasyon
korteksi; fusiform, alt temporal girus, orta temporal girusun bazı bölgeleri (unimodal görsel
asosiasyon korteksi), üst temporal girus, orta temporal girusun bazı bölgeleri (unimodal işitsel
asosiasyon korteksi), üst pariyetal lobcuğun bazı bölgeleri, belki de alt pariyetal lobcuğun ön
kısımlarından (unimodal somatosensoriyel asosiasyon korteksi) oluşmaktadır. Heteromodal
(üst düzey) asosiasyon korteksi; PFC, temporal korteks ve parahipokampal girusta
yerleşmiştir. İdiotipik korteks (primer duysal ve motor alanlar); kalkarin korteks (birincil
görsel korteks), heschl girusu (birincil işitsel korteks), postsantral girus (birincil
somatosensoriyel korteks) ve presantral girustan (birincil motor korteks) oluşmaktadır (52).
Bilgi işlemenin duysaldan ayrılan akımları, unimodal asosiasyon alanlarında ilk
işlemlenme evrelerine girmektedir. Her gruptan unimodal alanlar duruma özgü bilgiyi; limbik
sisteme (bellek ve emosyon için), PFC’ye (çalışma belleği ve diğer yürütücü işlevler için),
temporal kortekse (nesne tanıma için), dorsal pariyetal kortekse (mekansal dikkat için) ve
premotor kortekse (hareketin duysal rehberliği ve uygulama için) iletmektedir.
PFC, iki işlevsel eksenin kesişim bölgesi olarak düşünülebilir. Bu işlevlerden biri
çalışma belleği, yürütücü işlevler ve dikkat (arka pariyetal korteks ile birlikte) ve diğeri sosyal
davranıştır (OFC ile birlikte). Kaudat çekirdek ve talamus her iki işlevsel eksenin subkortikal
bileşenleridir. PFC işlev kaybında gözlenen davranışsal değişikliklerin yelpazesi oldukça
geniştir ve genel olarak iki tipte izlenir. İlk tipte yaratıcılık, inisiyatif ve merak kaybı ön
plandadır, kişi apati ve emosyonel küntlük sergiler. İkinci tipte yargılama, içgörü ve öngörü
kaybıyla birlikte dramatik bir dürtüselllik sergilenir. İkinci tipte göreceli olarak korunan
bilişsel işlevler ve dramatik olarak bozulan sosyal davranış ile emosyonel tepkiler arasındaki
disosiasyon oldukça çarpıcı olabilir (52).
OFC ve frontal lobun diğer paralimbik bileşenleri (ön singulat korteks (anterior
cingulate cortex [ACC]) gibi), düşünceler, anılar ve deneyimleri uygun viseral ve emosyonel
durumlarla birleştiren transmodal düğümleri sağlamaktadırlar. Bu bileşenin hasarı, özellikle
karmaşık ve belirsiz ortamlarda emosyon ve viseral durumların davranışa rehberlik
edebilmesini engellemektedir.
17
OFC terimi, frontal lobların bütün ventral yüzeylerini tanımlamak için kullanılır.
OFC’nin arka kısmı singulat korteksle komşudur. Bu iki bölgenin ana limbik bağlantıları,
hipokampus ve amigdaladan gelir. Medyal frontal korteks; singulat korteks, OFC ve
dorsolateral PFC’nin (DLPFC) birleşimidir (52).
Talamik çekirdekler serebral korteksle yaygın, karşılıklı bağlantılara sahiptir. Her bir
kortikal bölge, küçük nöron gruplarından kalkarak bütün korteksi doğrudan ya da talamik
iletim aracılığıyla besleyen, düzenleyici bağlantılar da almaktadır. Bunlar bilginin içeriğinden
çok, bilgi işlemenin genel durumunu belirlerler. Uyanıklık, dikkat, duygudurum ve
motivasyonla ilişkili davranışsal durumların düzenlenmesinde önemli roller oynarlar. Bu
yolaklar ile özel bilişsel ya da sosyal davranışa ilişkin alanlar arasında birebir ilişki olması
olası değildir, yani yaşantının içeriğinden çok yorumunu değiştirme işlevini görürler. İlgili
davranışın algısal, motor, viseral ve duygulanım bileşenlerini ve bu bileşenlerin karşılıklı
bağlanma biçimlerini kodlarlar. Emosyon alanında, amigdala ve ilişkili nöral yapıların bir
noktadan bir diğerine projeksiyonları, belli bir düşünce ya da olayın, belli bir duygu ve viseral
durumla bağlantılandırılmasını belirlerken, düzenleyici yolaklar emosyonun şiddeti ile onun
zihinsel aktivitenin diğer özellikleri üzerindeki etkisini belirliyor olabilir. Duygulanım ve
duygudurum,
serebral
yarı
kürelerin
limbik
ve
limbik
olmayan
bileşenlerince
düzenlenmektedir. Limbik olmayan bileşenler emosyonların entegre edilmesi, yorumlanması
ve işletilmesinde önemli roller oynarken, limbik bileşenler emosyonların üretilmesi, viseral
tepkilere bağlanmaları ve uygun hedeflere yönlendirilmelerinde temel rol almaktadırlar.
Sağ yarı küre normalde negatif (disforik) emosyonel yanlılık gösterirken, sol yarı küre
pozitif (öforik) yanlılık sunmaktadır. Sol taraflı temporolimbik odakların
düşünce
bozukluklarıyla, sağın ise duygudurum bozuklukları ile ilişkili olabileceği öne sürülmüştür
(52).
EMOSYONUN BEYİN GÖRÜNTÜLEMESİ
Duygulanım düzenlenme bozukluğunun sınır kişilik bozukluğu bulgularında merkezi
rolü olduğu öne sürülmüştür. Hayvanlarda ve sağlıklı kişilerde yapılan araştırmalar,
duyguların düzenlenmesinde prefrontal ve limbik bölgelerin (özellikle hipokampus ve
amigdala) kesin olarak rol oynadığını göstermektedir (54). Amigdala, korkuya yanıtın
düzenlenmesinde karar verici rol oynamaktadır (55). Hipokampus ise strese karşı korku
yanıtında rol oynamaktadır (56). PFC’nin de duyguları ve stres yanıtını düzenleyici rolü
vardır. Frontolimbik işlev bozukluğunun duygulanım düzensizliği ve benzer bulguların
oluşumunda önemi olduğu varsayımı kurulabilir (6).
18
Amigdalanın duygusal bilgiyi işlemede, duygusal öğrenme ve bellekte, duygusal yüz
ifadesi oluşturmada önemli bir yapı olduğu düşünülmektedir (57). Amigdala tehdit edici ya da
caydırıcı uyaranla etkinleşir ve ön singulat korteks ile PFC’yi etkiler. ACC bilişsel
değerlendirme sürecinde, duygulanım ve duygudurumun düzenlenmesinde rol alır. Orbital
PFC, amigdalayı düzenleyerek dürtüsel agresyonu engeller. İlgili prefrontal alanların; DLPFC
duyguların bilişle birleştirilmesinde ve ventromedyal PFC duyguların genel olarak
işlenmesinde rol aldığı düşünülmektedir (53). ACC’yi de içine alan medyal PFC, amigdala
üzerindeki engelleyici etkisi ile korku yanıtını bastırır (58).
Bütün bölgelerin birbirleriyle yolaklar vastasıyla bağlantılı olduğu ve anatomik
sınırların kesinlik taşımadığı bilinmektedir (52). Kısaca, amigdala başta olmak üzere limbik
yapıların dış uyaranla etkinleştikleri, ACC dahil frontal yapıları harekete geçirdikleri ve
normal bir kişide, frontal yapıların amigala üzerinde baskılayıcı etki gösterdikleri söylenebilir.
Bu döngüde yer alan frontal yapılar Şekil 1’de gösterilmiştir.
Dürtüsel
kişilerin
korku
uyandırması
gereken
durumlardan
kaçınmamaları
amigdalanın işlev kaybıyla açıklanmaktadır. Bu işlev kaybının prefrontal ve subkortikal
bölgeler arasındaki iletişimsizlikten kaynaklandığı varsayılmaktadır. OFC ve ventromedyal
PFC hasarı olan kişilerde de agresyon gözlenir. Söz konusu bölgelerin sosyal ipuçlarını
işleyerek davranışı düzenledikleri varsayımından yola çıkarak tepkisel agresyondan sorumlu
oldukları söylenebilir (57).
Davidson ve ark. (59), olgulardan tiksindirici resimler karşısında negatif duygularını
bastırmalarını istediklerinde, olguların aynı resimlere karşı negatif duygularını korumaları
istendiğinde gösterdiklerinden daha az ürkme yanıtı verdiklerini belirlemiş ve duyguları
bastırmaya çalışmanın sol PFC’de etkinlik farklılıklarına yol açtığı sonucuna varmışlardır.
Daha sonraki çalışmalarında da, duygusal düzenlenmede subkortikal bölgelerin rolü üstünde
durmuşlar, bu çalışmada olgulardan hoş olmayan resimlere bakarken negatif duygularını
korumalarını istediklerinde, olgularda pasif olarak bu resimlere bakarken ortaya çıkandan
daha fazla amigdala etkinliği kaydedilmiştir (60). Bu nedenle, hem PFC hem de subkortikal
bölgeler negatif duygulanımın düzenlenmesinde rol almaktadırlar (61).
Yaklaşma ve geri çekilme pozitif ve negatif duygulanım olarak kabul edilirler ve bu
iki ana sistem tarafından düzenlenirler. PFC homojen değildir, primatlarda dorsolateral,
ventromedyal ve orbitofrontal bölgelere ayrılır. Ayrıca, bu bölgeler yarı küreler arasında da
fark gösterirler. Örneğin, sol ön PFC pozitif duygulanımın işlenmesinde rol alır ve bu
bölgenin hasarı depresif bulgulara neden olur. Negatif duygulanım oluşturulunca sağ PFC’de,
pozitif duygulanım oluşturulunca sol PFC’de etkinlik artışı gözlenir (62). Psikiyatri yazınında
19
ventromedyal OFC ve orbital PFC, OFC olarak gruplandırılırken, ACC medyal PFC’yi de
içerir (53).
Beynin bazal elektriksel etkinliği kişiden kişiye değişir ve asimetriktir. Erişkinlerde bu
etkinlik; duygudurum, savunma düzenekleri, hatta bazal bağışıklık sistemi işlevleri nedeniyle
bile farklılıklar gösterebilir. Remisyonda olsalar da, duygudurum bozukluğu ya da anksiyete
bozukluğu öyküsü olan kişilerin bazal beyin etkinlikleri, hiç psikiyatrik hastalık geçirmemiş
bireylere göre farklılık gösterir (62).
Primatlarda ve insanlarda amigdala üzerindeki ana engelleyici etkinin sol PFC
kaynaklı olduğu ve bu mekanizma nedeniyle anksiyeteye eğilimi olan bireylerin negatif
olaylar karşısında daha uzun sürede düzeldikleri öne sürülür (62). 6 ay arayla ölçülen
subkortikal glukoz metabolizma oranlarında hipokampus, kaudat, talamus ve sol amigdalada
etkinlik değişiklikleri saptanmazken, sağ amigdalada saptanmıştır. Bu bulgu, sağ amigdalanın
durumsal uyaranlardan etkilendiği düşüncesiyle uyumludur (63).
Cinayet işleyen kişilerle normal kontroller karşılaştırıldığında, cinayet işleyenlerin
subkortikal alanlarında (hipokampus, amigdala, talamus, orta beyin) artmış glukoz
metabolizması tespit edilmiştir. Dürtüsel agresyona bağlı olarak cinayet işleyen kişilerin PFC
metabolizmaları kontrollere göre daha azdır, ancak planlı cinayet işleyenlerle kontroller
arasında ise bir fark bulunamamıştır. Bu veriler, subkortikal bölgelerin agresif dürtülerin
oluşmasından ve prefrontal bölgelerin bu dürtüleri düzenlemeden sorumlu olduklarını
göstermektedir (64).
Dürtüsellik üzerine yapılmış pek çok araştırmadan biri olan Schneider ve ark. (65)
tarafından yürütülen çalışmada, olgular nötral yüz fotoğrafları ile birlikte tiksindirici kokulara
maruz bırakılmışlar ve kontrollerde amigdala ve DLPFC kan akımları azalırken, antisosyal
kişilik bozukluğu olanlarda bu bölgelerde kan akımları artmıştır. Bunun diğer bir anlamı,
sağlıklı kişiler çaba harcamazken antisosyal kişiler duygusal girdileri yorumlamak için çaba
harcamış olmalarıdır.
SINIR KİŞİLİK BOZUKLUĞUNDA BEYİN GÖRÜNTÜLEME
Psikotik bozukluklar, duygudurum bozuklukları ve anksiyete bozukluklarında beyin
yapısı ve işlevi hakkında çalışmaların fazla sayıda olmaları nedeniyle bilgi sahibi olunmuştur.
Kişilik
bozukluklarında
beyin
görüntüleme,
birkaç
psikiyatrik
bozuklukta
birden
görülebilecek kişilik özelliklerinin çalışılmasıyla başlamıştır. Kişilik bozukluklarının
tanımları netleştikçe bu çalışmalar, alt tipler üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır (66).
20
Beyin görüntüleme yöntemleri yapısal ve işlevsel olarak sınıflandırılmıştır.
Bilgisayarlı tomografi (BT) ve magnetik rezonans görüntüleme (MRG) yapısal yöntemlerdir.
İşlevsel yöntemler; bölgesel beyin aktivitesini ölçen nörofizyolojik yöntemler (kan oksijen
seviyesine dayalı fonksiyonel magnetik rezonans görüntüleme [fMRG], pozitron emisyon
tomografisi [PET], magnetoensefalografi, elektroensefalografi) ve belirli protein ve
metabolitlerin ifade ve işlevlerini ölçen nörokimyasal metodlar (magnetik rezonans
spektroskopik görüntüleme, PET, single photon emission computed tomography [tek foton
emisyon bilgisayarlı tomografisi, SPECT]) olarak ayrılabilir (66,67).
İşlevi bozulmuş beyin bölgelerinin kesin konumlarını belirlemenin tek yolu, diğer
anlamda
metabolizma
ve
hacmin
eş
zamanlı
karşılaştırılması
için
görüntülerin
birleştirilmesidir. Bu amaçla, geliştirilmiş PET/MRG tarayıcıları henüz psikiyatrik
bozuklukların beyin görüntülemeleri için kullanılmamaktadırlar (68).
Sınır
kişilik
bozukluğunda
görüntüleme,
1980’lerde
yapısal
görüntüleme
çalışmalarıyla başlamıştır. BT’de frontal lob atrofisine, ventrikül-beyin oranında değişmeye
ve ventriküler genişlemeye rastlanmamıştır (69,70). Bunu izleyen yıllarda MRG araştırmaları
yapılmıştır. İlk çalışmalardan biri olan Lyoo ve ark. (71) tarafından yürütülen araştırmada,
frontal lob hacminde azalma saptanmıştır, ama bu çalışmanın sonuçları teknik nedenlerden
dolayı tartışmalıdır.
Sınır kişilik bozukluğunun travma spektrumu bozuklukları içinde yer aldığı öne
sürülmüştür (72). Travma spektrumu bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğunu merkez
alır ve sınır kişilik bozukluğu dahil, depresyon ve disosiyatif bozuklukları da içerir. Travma
sonrası stres bozukluğunda hipokampus hacminde azalma tespit edilmiştir, ancak bu hacim
kaybının stresle (hipotalamo-pituiter-adrenal eksene) mi? yoksa genetikle mi? ilişkili olduğu
tartışmaları sürmektedir (73,74). Hipokampal hacim azalmasıyla ilgili bulgulara depresyon ve
disosiyatif bozukluklarda yapılan çalışmalarda da rastlanmaktadır (75,76). Sonuç olarak,
erken dönemde yaşanan travmaların hipokampus atrofisiyle ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Travma spektrumu bozukluklarının stresle ilişkisi varsayımı, sınır kişilik bozukluğunun
tersine travma sonrası stres bozukluğunda amigdala değişikliği bulunmaması ile darbe
almıştır (77).
Sınır kişilik bozukluğunda MRG ile hipokampus ve amigdala hacimlerini inceleyen ilk
çalışmada, Driessen ve ark. (78), tüm beyin hacminde değişme olmaksızın, hipokampus
hacminde %16 ve amigdala hacminde %8 azalma bulmuşlardır. İzleyen araştırmalarda da
benzer hacim azalmalarından bahsedilmiştir (79,80). Ayrıca, Tebartz ve ark. (80), sol OFC ve
sağ ACC hacminde de azalma bildirmişlerdir.
21
Nöropsikiyatride yapısal yöntemlerle görüntülenemeyen bozukluklar SPECT ile
görüntülenebilmektedir (81). Sınır kişilik bozukluğunda, ilk fluorin-18 işaretli deoksiglukoz
pozitron emisyon tomografisi (FDG-PET) çalışmasında, sınır kişilik bozukluğu grubunda çift
taraflı üst PFC’de metabolizma azalırken, çift taraflı alt PFC’de metabolizma artışı
saptanmıştır (82). İzleyen çalışmalarda da frontolimbik işlev bozukluğu bildirilmiştir (83,84).
Goethals ve ark. (85), sınır ve antisosyal kişilik bozukluklarını, dürtüsellikle ilişkili
kişilik bozuklukları olarak değerlendirip SPECT ile görüntülemiş ve sağlıklı kontrollere
kıyasla hastalarda sağ PFC ve temporal kortekste azalmış serebral kan akımı tespit
etmişlerdir. Dürtüsel kişilerde azalmış PFC metabolizması bildiren çalışmaların yanı sıra
artmış metabolizma bildirenler de bulunmaktadır (82,86).
Serotonerjik etkinliği arttıran fenfluramine (serotonin salgılatıcı/geri alımını önleyici
ajan) prolaktin hormon yanıtı intiharda ve dürtüsel agresyonda azalır (87,88). Halen
serotonerjik
sistem
işlev
bozukluğuyla
ilgili
nöroanatomik
bölgeler
tam
olarak
bilinmemektedir. Preklinik ve insan çalışmaları, OFC ve ACC’nin agresyon düzenlenmesinde
engelleyici rol oynadığını öne sürmektedirler (53,57,58). Coccaro ve ark. (89), 10 aralıklı
patlayıcı bozukluk tanısı olan kişiyle (6’sı başka türlü adlandırılamayan, 1’i sınır, 1’i
narsisistik ve obsesif-kompulsif, 1’i paranoid ve narsisistik, 1’i de obsesif-kompusif kişilik
bozukluğu tanısına sahip) 10 sağlıklı kontrolü fMRI kullanarak karşılaştırmış, öfke anında
hastaların artmış amigdala ve azalmış OFC etkinliği gösterdiklerini bulmuş ve frontolimbik
işlev bozukluğunun agresyon ile bağlantılı olduğu sonucuna varmışlardır.
22
GEREÇ VE YÖNTEMLER
ÖRNEKLEMİN OLUŞTURULMASI
Çalışmaya Ağustos 2005-Mart 2007 tarihleri arasında Trakya Üniversitesi Tıp
Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Polikliniğine başvuran kişiler, ilk görüşmeci tarafından
DSM-IV tanı ölçütlerine göre değerlendirilmeye alındı. Sınır kişilik bozukluğu tanısı alan
hastalar ikinci görüşmeciye yönlendirildi. Kontrol grubu olarak herhangi bir fiziksel ve
psikiyatrik hastalığı olmayan ve gönüllü olan kişiler alındı. Hastalar ve kontrol grubundaki
kişiler çalışma hakkında ayrıntılı olarak bilgilendirildi, sözlü ve yazılı onayları alındı,
“Bilgilendirilmiş Yazılı Onam Formu” imzalatıldı. Bilgilendirilmiş Yazılı Onam Formu ekte
sunulmuştur (Ek 2).
Çalışmaya Alınma Ölçütleri
Hasta grubu: 1. 18-65 yaş arası, kadın ve erkek, 2. DSM-IV ölçütlerine göre sınır
kişilik bozukluğu tanısı alan, DSM-IV Eksen I Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik
Görüşme Kılavuzunun (Structured Clinical Interview for DSM-IV Axis I Disorders [SCID-I])
klinik uyarlaması (SCID-CV) ile nikotin kötüye kullanımı veya bağımlılığı dışındaki eksen I
eş tanıları ve SCID-II ile diğer eksen II eş tanıları dışlanan sınır kişilik bozukluğu olan
hastalar
Kontrol grubu: 1. 18-65 yaş arası, kadın ve erkek, 2. Herhangi bir fiziksel ve
psikiyatrik hastalığı olmayan sağlıklı, gönüllü kişiler
23
Çalışmaya Alınmama Ölçütleri
1. Duygudurum bozuklukları, psikotik bozukluklar, anksiyete bozuklukları, somatoform
bozukluklar, yeme bozuklukları, uyum bozuklukları ve genel tıbbi duruma bağlı herhangi bir
psikiyatrik bozukluk olması
2. Nikotin bağımlılığı dışında madde kötüye kullanımı ya da bağımlılığının olması
3. Son bir hafta içinde nikotin dışında madde kullanımının olması
4. Son bir ay içinde psikotrop ilaç kullanımının olması
5. Sistemik hastalık (endokrin hastalıklar dahil) ya da nörolojik hastalığın varlığı
6. Kafa travması öyküsünün olması
DSM-IV ölçütlerine göre sınır kişilik bozukluğu tanısı alan 102 hasta ve 17 sağlıklı
kontrol çalışma için değerlendirildi. Hasta grubundaki 82 kadından 42 tanesi değerlendirme
sırasında var olan eksen I eş tanıları (16’sı majör depresif bozukluk, 1’i distimik bozukluk,
9’u travma sonrası stres bozukluğu, 1’i yaygın anksiyete bozukluğu ve 15’i SCID-CV’de
diğer eksen I bozuklukları başlığında kodlanan disosiyatif bozukluk) nedeniyle çalışmaya
alınmadı. Hasta grubunda bulunan 19 erkek hastanın ise 7 tanesi var olan eksen I eş tanıları
(2’sinde alkol kötüye kullanımı, 3’ünde alkol bağımlılığı ve 2’sinde çoğul madde bağımlılığı)
nedeniyle çalışmadan dışlandı. SCID-CV görüşmesine alınan 102 hastadan 49 tanesi,
değerlendirme sırasında var olan eksen I eş tanıları nedeniyle çalışma dışı bırakılmış oldu.
Eksen I eş tanısı bulunmayan hasta ve kontrollere SCID-CV’den bir gün sonra SCID
kişilik envanteri verildi. Envantere verdikleri yanıtlar dikkate alınarak SCID-II kişilik
bozuklukları formu uygulandı. Eksen I eş tanısı bulunmayan 40 kadın hastanın 11 tanesi
eksen II eş tanıları (5’inde histriyonik, 1’inde histriyonik ve antisosyal, 2’sinde narsisistik,
2’sinde pasif-agresif ve 1’inde paranoid kişilik bozukluğu) nedeniyle çalışmadan çıkarıldı.
Eksen I eş tanısı olmayan 12 erkek hastanın 6 tanesi (4’ünde antisosyal, 1’inde pasif-agresif
ve 1’inde paranoid kişilik bozukluğu) eksen II eş tanıları nedeniyle çalışmaya alınmadı.
SCID-II görüşmesine alınan 53 hastadan 17 tanesi eksen II eş tanıları saptandığı için
çalışmadan dışlanmış oldu. Kontrol grubundaki kişiler, değerlendirmeler sırasında herhangi
bir eksen I ve eksen II tanısı almadılar.
SCID-CV ve SCID-II görüşmelerinden sonra, yapılan fizik muayene ve laboratuvar
tetkiklerinde patoloji saptanmayan 36 hasta ve 17 kontrolün, çalışmanın beyin görüntüleme
aşamasına geçmesi uygun görüldü. Bu aşamada 36 hastadan 15 tanesi kendi istekleriyle
çalışmadan ayrıldı. 21 hasta ve 17 kontrolün bölgesel beyin kan akımları SPECT ile
görüntülendi. 1 hastanın SPECT görüntüleri, teknik sorunlar nedeniyle işlemlenemedi.
24
20 sınır kişilik bozukluğu hastası ve 17 sağlıklı kontrolün, toplam 37 olgunun verileri
çalışmaya dahil edildi. Hastaların ve kontrollerin sosyodemografik özellikleri ve tıbbi hastalık
özgeçmişleri SCID-CV uygulanması sırasında elde edildi. Ayrıca klinik verilere dayanarak
hasta grubunu kendi içinde değerlendirdik. Hasta grubunda nikotin bağımlılığı ve psikotrop
ilaç kullanım öyküsü bulunan ve bulunmayanlar, fiziksel ve/veya cinsel taciz öyküsü ve
intihar girişimi öyküsü, paranoid düşünce ve/veya disosiyatif bulguları olan ve olmayanlar
sıklık açısından değerlendirildi. Nikotin bağımlılığı ve intihar girişimi sahibi hastalar,
bölgesel beyin kan akımları açısından da diğer hastalarla karşılaştırıldı.
BEYİN GÖRÜNTÜLEME İŞLEMİ
16 kadın ve 4 erkek sınır kişilik bozukluğu olgusunun ve 13 kadın ve 4 erkek sağlıklı
kontrolün bölgesel beyin kan akımları Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp
Anabilim Dalında Tc-99m HMPAO SPECT yöntemi kullanılarak ölçüldü. Olgulara loş ve
sessiz bir odada gözleri açık ve oturur durumda dinlenme halindeyken 925MBq Tc-99m
HMPAO intravenöz olarak enjekte edildi. Enjeksiyon sonrası olgulardan en az 10 dakika
hareket etmemeleri ve konuşmamaları istendi. Enjeksiyondan 60-90 dakika sonra, olgular
sırtüstü yatar durumdayken ve başları yanlardan desteklenmiş olarak çekime alındı. Düşük
enerjili yüksek çözünürlüklü (LEHR) kolimatör takılı, çift başlı gama kamera (Siemens,
Erlangen, Almanya) ile SPECT görüntüleme yapıldı. Toplam 128 düzleme ait görüntü,
görüntü başına 30 saniye süre harcanarak, 360 derecelik dairesel eksende elde edildi. Veriler
128x128 kalıpta kaydedildi. Elde edilen görüntüler Butterworth filtre (cut-off 0.35, order 5)
ve ramp filtre ile işlemlendi. Transaksiyel kesitler, sagital ve koronal görüntüler elde etmek
için AC-PC çizgisi boyunca çevrildi. Tekrar oluşturulmuş kesitlerin kalınlığı 4 mm idi ve
serebellar, serebral korteksleri ve subkortikal yapıları gösteriyorlardı (90).
Kesitlerin
görsel
olarak
değerlendirilmesinden
sonra,
transaksiyel
kesitler
semikantitatif analizde kullanıldı. Çift taraflı kortikal, subkortikal ve serebellar beyin
bölgelerinden (her bir hemisferden 26 alan), altı transaksiyel düzlemde 52 ilgi alanı (regions
of interest [ROI]) için piksel başına ortalama sayımlar elde edildi. Kortikoserebellar bölgesel
beyin kan akımı oranları, 50 alandan elde edilen ortalama sayımların aynı taraftaki
serebellumun ortalama sayımına ayrı ayrı bölünmesiyle hesaplandı. Sağlıklı kontrollerden
elde edilen bölgesel beyin kan akımı oranları kullanılarak 50 alanın her biri için en düşük
başvuru değerleri hesaplandı. Hasta grubunda, en düşük başvuru değerleri üstünde ya da
altında bölgesel beyin kan akımı olan bölgeler anormal olarak kabul edildi. Kesitler, Şekil
2’de gösterilmektedir (90).
25
Şekil 2. Veri analizi için altı transaksiyel SPECT kesitinde çizilen ROI bölgeleri (90)
1. kesit: CE serebellum, R sağ
2. kesit: iF1 alt frontal korteks 1, aT1 ön temporal korteks 1, pT1 arka temporal korteks 1
3. kesit: iF2 alt frontal korteks 2, aT2 ön temporal korteks 2, pT2 arka temporal korteks 2, O1 oksipital korteks 1,
Cc1 singulat korteks 1, NC1 kaudat çekirdek 1, Pu putamen, Th1 talamus 1
4. kesit: iF3 alt frontal korteks 3, Pr1 presantral girus 1, pT3 arka temporal korteks 3, O2 oksipital korteks 2, Cc2
singulat korteks 2, NC2 kaudat çekirdek 2, Th2 talamus 2
5. kesit: sF1 üst frontal korteks 1, Pr2 presantral girus 2, Po1 postsantral girus 1
6. kesit: sF2 üst frontal korteks 2, Pr3 presantral girus 3, Po2 postsantral girus 2, Pc pariyetal korteks
ARAÇLAR
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskı, Eksen I
Bozuklukları için yapılandırılmış klinik görüşme
First ve ark. (91), 1996’da DSM-IV tanı ölçütlerine dayandırarak oluşturmuşlardır.
Çorapçıoğlu ve ark. (92), Türkçe’ye çevirmiş, geçerlik ve güvenilirlik çalışmaları
yapmışlardır. Görüşmeci tarafından uygulanır.
26
Ruhsal bozuklukların tanısal ve sayımsal el kitabı, gözden geçirilmiş üçüncü
baskı, kişilik bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme
Kişi, 120 maddelik envanteri ‘‘evet-hayır’’ şeklinde yanıtlar. Bu kılavuzun
değerlendirilmesi görüşmeciye SCID-II uygulaması sırasında kolaylık sağlar.
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Gözden Geçirilmiş Üçüncü
Baskı, Kişilik Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme
Spitzer ve ark. (93), DSM-III-R tanı ölçütlerine dayandırarak oluşturmuşlardır. DSMIII-R’ye göre kişilik bozukluklarını sınıflar. Sorias ve ark. (94), Türkçe’ye çevirmiş, geçerlik
ve güvenilirlik çalışmaları yapmışlardır. Görüşmeci tarafından uygulanır.
Teknesyum-99m Hegzametil-propilamin Oksim Tek Foton Emisyon Bilgisayarlı
Tomografisi
Olguların bölgesel beyin kan akımı değerlendirilmesi Trakya Üniversitesi Tıp
Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalında yapıldı. Görüntüleme için Teknesyum-99m
hegzametil-propilamin oksim (Tc-99m HMPAO) kullanıldı. Çift başlı (Siemens, Erlangen,
Almanya) gama kamera ve düşük enerjili yüksek çözünürlüklü (LEHR) kolimatör ile
görüntüler kaydedildi. Ham veriler aynı sisteme bağlı bilgisayar ile çözümlendi.
BİLGİLENDİRİLMİŞ YAZILI ONAM FORMU
Hastalardan, uygulanacak işlemi anlatan yazılı bir form aracılığı ile olurları alınmıştır.
YEREL ETİK KURULU ONAYI
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Yerel Etik Kurulu tarafından çalışma protokolü ve
bilgilendirilmiş yazılı onam formu incelenerek 01/09/2005 tarihinde 102/9644 sayılı yazı ile
onaylanmıştır. Yerel Etik Kurulu Onay Formu ekte sunulmuştur (Ek 1).
ARAŞTIRMA PROJESİ ONAYI
Bilimsel Araştırma Projesi olarak 11/10/2005 tarihinde 5110-15376 sayılı yazı ile,
709 numaralı proje olarak onaylanmıştır.
İSTATİSTİK
Elde edilen verilerin istatistiksel analizi Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığına
ait S0064 Minitab Release 13 paket programı (Lisans no: wcp 1331.00197) kullanılarak
27
yapıldı. Gruplar arasında bölgesel beyin kan akımı değerlerinin karşılaştırılmasında
Kolmogorov-Smirnov,
Levene’s
ve
t-testi
kullanıldı.
Sosyodemografik
verilerin
karşılaştırılmasında ki-kare ve Mann-Whitney U testi uygulandı. Bütün istatistiksel
değerlendirmelerde anlamlılık düzeyi 0.05 olarak kabul edilmiştir.
28
BULGULAR
SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLİKLER
Çalışmayı Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Polikliniğine
başvuran 102 hastadan 20 tanesi ve 17 sağlıklı kontrolün hepsi tamamladı. Sınır kişilik
bozukluğu grubu 16 kadın ve 4 erkekten, kontrol grubu 13 kadın ve 4 erkekten oluşmuştu
(Tablo 1). Hasta grubunda yaş aralığı 18-33 ve yaş ortalaması 22.35±4.49 ve kontrol
grubunda yaş aralığı 18-35 ve yaş ortalaması 25.24±4.13’tü (Tablo 2). Hasta ve kontrol grubu
arasında cinsiyet açısından anlamlı fark bulunmadı (p=0.795). Yaş açısından ise istatistiksel
olarak anlamlı fark kaydedildi (z=-2.148, p=0.032).
Tablo 1. Gruplara göre cinsiyet dağılımı
Gruplar
Erkek
Kadın
Toplam
p
n
%
n
%
n
%
Hasta grubu
4
20.0
16
80.0
20
100.0
Kontrol grubu
4
23.5
13
76.5
17
100.0
0.795
Tablo 2. Gruplara göre yaş dağılımı
Gruplar
n
ortalama±ss
z
p
Hasta grubu
20
22.35±4.49
-2.148
0.032*
Kontrol grubu
17
25.24±4.13
*p<0.05.
Medeni durumları incelendiğinde her iki grupta da bekar olgu sayısı evlilerden
fazlaydı, bekar olgu yüzdesi hasta grubunda %75.0 ve kontrol grubunda %88.2 bulundu.
29
Hasta grubu (%85.0) ve kontrol grubu (%94.1) olgularının çoğu ilde yaşamaktaydı. Yaşama
biçimlerine bakıldığında, hasta (%45.0) ve kontrol grubunun (%41.2) arkadaşlarıyla aynı evi
paylaşma oranları, yalnız, anne babayla ya da aileyle yaşama oranlarından fazla bulundu.
Yalnız yaşayan olguların oranı hasta grubunda %5.0 iken, kontrol grubunda %29.4 ile daha
yüksekti. Hasta grubundaki olguların çoğu halen öğrenimlerini sürdürmekteydi (%45.0), bu
nedenle eğitim düzeyine bakıldığında %65.0 ile lise mezunları çoğunluktaydı. Kontrol
grubundaki olguların %64.7’si yüksekokul ya da üniversite mezunuydular ve bu gruptaki
olguların çoğu memur (%58.8) olarak çalışmaktaydı (Tablo 3). Hasta ve kontrol grubu
arasında medeni durum, yaşanan yer ve yaşama biçimi açısından anlamlı fark bulunmadı
(p=0.312; p=0.380; p=0.074). Eğitim durumu ve mesleki durum açısından ise istatistiksel
olarak anlamlı fark kaydedildi (p=0.000; p=0.017).
30
Tablo 3. Hastaların ve kontrollerin sosyodemografik özellikleri
Hasta grubu
Kontrol
Toplam
p
grubu
n
%
n
%
n
%
Medeni
Bekar
15
75.0
15
88.2
30
81.1
durum
Evli
5
25.0
2
11.8
7
18.9
Boşanmış
-
-
-
Köy
-
-
-
İlçe
3
15.0
1
5.9
4
10.8
İl
17
85.0
16
94.1
33
89.2
1
5.0
5
29.4
6
16.2
Arkadaşlarıyla
9
45.0
7
41.2
16
43.3
Anne babayla
5
25.0
3
17.6
8
21.6
Aileyle
5
25.0
2
11.8
7
18.9
Eğitimsiz
-
İlköğretim
6
Lise
Yüksekokul/
Yaşadığı yer
Yaşama biçimi Yalnız
Eğitimi
0.312
0.380
-
-
30.0
-
6
16.2
13
65.0
6
35.3
19
51.4
1
5.0
11
64.7
12
32.4
Halen öğrenci
9
45.0
6
35.3
15
40.6
İşsiz
8
40.0
1
5.9
9
24.3
Serbest
1
5.0
-
1
2.7
Memur
2
10.0
10
12
32.4
0.074
0.000*
Üniversite
Mesleği
58.8
0.017*
*p<0.05.
KLİNİK ÖZELLİKLER
Çalışmayı tamamlayan olgulardan, hasta grubunda 8 (%40.0) ve kontrol grubunda 3
olgunun (%17.6) nikotin bağımlılığı vardı. Kontrol grubunda 2 (%11.7) olgunun yaşam
tablolarında depresyon tanısıyla antidepresan ilaç kullanımı bulunurken, hasta grubunda 13
olgunun (%65.0) çeşitli tanılarla psikotrop ilaç kullanımı vardı (Tablo 4). Grupların nikotin
kullanımları ve psikotrop ilaç kullanımları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi
(p=0.144; p=0.243).
31
Tablo 4. Hastaların ve kontrollerin bazı klinik özellikleri
Hasta grubu
Kontrol grubu
p
n
%
n
%
Nikotin bağımlılığı
8
40.0
3
17.6
0.144
Psikotrop ilaç kullanım öyküsü
13
65.0
2
11.7
0.243
Sınır kişilik bozukluğu grubunda 5 hastanın (%25.0) fiziksel ve/veya cinsel taciz
öyküleri vardı. 14 hasta (%70.0)
en az bir kez intihar girişiminde bulunmuştu. Hasta
grubunda 16 olguda (%80.0) paranoid düşünce ve/veya disosiyatif bulgulara rastlandı (Tablo
5). Kontrol grubunda bu bulgular bulunmamaktaydı. Bu klinik özellikler, Şekil 3’te
gösterilmektedir.
Tablo 5. Hastaların bazı klinik özellikleri
Hasta grubu
var
Yok
n
%
n
%
Taciz öyküsü
5
25.0
15
75.0
İntihar girişimi
14
70.0
6
30.0
Paranoid/disosiyatif bulgu
16
80.0
4
20.0
Şekil 3. Hastaların bazı klinik özellikleri
Sınır kişilik bozukluğu olan hastaların hepsinde duygulanım ölçütlerinden duygulanım
dengesizliği ve bilişsel ölçütlerden kimlik karmaşası görüldü. Bütün hastaların öfkelerini
kontrol etme ve kişiler arası ilişkilerinde sorunları vardı. Paranoid düşünce ve/veya disosiyatif
bulguların bulunduğu hastalarda, bu bulgulara DSM-IV-TR tanı ölçütleri arasında yer
almayan referans düşüncelerinin de eşlik ettiği fark edildi. Dürtüsel intihar girişimlerinde (ilaç
32
içerek, bileklerini keserek) bulunan 14 hastalanın 13’ünde girişim sayısı birden fazlaydı.
İntihar girişim öyküsü olmayan 6 hastanın 2’sinde kendine kıyım davranışı (kollarında
kesiler) belirgindi. Araştırmamıza katılan tüm sınır kişilik bozukluğu olgularında duygulanım
dengesizliği ve dürtüsel agresyon bulguları vardı ve sağlıklı kontrollerin hiçbirisinde yoktu.
BÖLGESEL BEYİN KAN AKIMININ DEĞERLENDİRİLMESİ
İncelenen 50 beyin bölgesinin 20’sinde kan akımları, hastalar ve kontroller arasında
anlamlı farklar gösterdi. Bazal şartlarda incelenen sınır kişilik bozukluğu olan hastalar ile
normal kontrollerin kortikal bölgesel beyin kan akımları arasında; sol üst frontal, çift taraflı
alt frontal, sağ ön ve arka temporal ve sağ pariyetal korteksler, üst kesitlerde sol ve alt
kesitlerde sağ presantral girus bölgelerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılıklar
bulundu (Tablo 6).
33
Tablo
6.
Hasta
ve
kontrollerin
kortikal
bölgelerde
beyin
kan
akımlarının
karşılaştırılması
Sağ hemisfer
Hasta grubu
Kontrol grubu
Ortalama±ss
ortalama±ss
sF1
1.03±0.09
0.99±0.09
sF2
0.99±0.08
iF1
Sol hemisfer
Hasta grubu
Kontrol grubu
ortalama±ss
ortalama±ss
0.148
0.80±0.05
0.74±0.07
0.005*
0.94±0.08
0.074
0.83±0.08
0.75±0.09
0.011*
0.96±0.08
0.90±0.11
0.056
0.76±0.09
0.72±0.09
0.224
iF2
1.05±0.09
0.97±0.10
0.006*
0.83±0.08
0.77±0.06
0.012*
iF3
1.12±0.08
1.01±0.11
0.001*
0.83±0.05
0.74±0.05
0.0001*
aT1
1.01±0.06
0.94±0.07
0.002*
0.77±0.08
0.73±0.09
0.156
aT2
1.07±0.08
0.99±0.07
0.002*
0.81±0.09
0.77±0.10
0.262
pT1
0.99±0.06
0.94±0.09
0.037*
0.85±0.06
0.81±0.07
0.068
pT2
1.05±0.07
0.97±0.09
0.005*
0.86±0.07
0.83±0.08
0.296
pT3
1.05±0.07
0.97±0.09
0.004*
0.88±0.07
0.84±0.09
0.095
Pr1
1.08±0.08
1.00±0.08
0.006*
0.83±0.08
0.78±0.10
0.105
Pr2
1.00±0.08
0.95±0.07
1.106
0.79±0.06
0.76±0.07
0.200
Pr3
1.07±0.11
1.01±0.07
0.052
0.80±0.05
0.74±0.05
0.001*
Po1
0.95±0.08
0.90±0.07
0.060
0.85±0.06
0.84±0.07
0.444
Po2
1.00±0.09
0.95±0.08
0.143
0.83±0.08
0.81±0.05
0.298
Pc
0.94±0.07
0.88±0.07
0.023*
0.86±0.07
0.84±0.07
0.313
O1
0.97±0.07
0.93±0.11
0.203
0.85±0.06
0.83±0.09
0.498
O2
0.97±0.07
0.91±0.10
0.051
0.86±0.09
0.82±0.10
0.241
p
p
*p<0.05.
sF1: Üst frontal korteks 1; sF2: Üst frontal korteks 2; iF1: Alt frontal korteks 1; iF2: Alt frontal korteks 2; iF3:
Alt frontal korteks 3; aT1: Ön temporal korteks 1; aT2: Ön temporal korteks 2; pT1: Arka temporal korteks 1;
pT2: Arka temporal korteks 2; pT3: Arka temporal korteks 3; Pr1: Presantral girus 1; Pr2: Presantral girus 2;
Pr3: Presantral girus 3; Po1: Postsantral girus 1; Po2: Postsantral girus 2; Pc: Pariyetal korteks; O1: Oksipital
korteks 1; O2: Oksipital korteks 2.
34
Subkortikal bölgesel beyin kan akımları arasında ise; sağ putamen, üst kesitlerde çift
taraflı kaudat çekirdekler, sol talamus, alt kesitlerde sağ kaudat çekirdek, çift taraflı talamus
bölgelerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılıklar bulundu. Hasta grubunda, sol alt
singulat korteks dışında bütün bölgelerde kan akımlarında artış tespit edildi. Sol alt singulat
kortekste, hasta ve kontrol grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı. Çift
taraflı singulat korteks, postsantral girus ve oksipital korteksin herhangi bir kesitinin kan
akımlarında iki grup arasında anlamlı fark elde edilemedi (Tablo 7).
Tablo 7. Hasta ve kontrollerin subkortikal bölgelerde beyin kan akımlarının
karşılaştırılması
Sağ hemisfer
Hasta grubu
Kontrol grubu
Ortalama±ss
ortalama±ss
Cc1
1.02±0.11
0.97±0.10
Cc2
0.98±0.09
NC1
Sol hemisfer
p
p
Hasta grubu
Kontrol grubu
ortalama±ss
ortalama±ss
0.239
0.84±0.09
0.82±0.15
0.662
0.96±0.09
0.469
0.81±0.09
0.86±0.07
0.105
0.91±0.08
0.88±0.07
0.173
0.73±0.12
0.70±0.13
0.413
NC2
0.89±0.06
0.83±0.06
0.012*
0.76±0.10
0.64±0.12
0.002*
Pu
0.95±0.09
0.89±0.08
0.046*
0.88±0.07
0.83±0.07
0.063
Th1
0.92±0.08
0.86±0.08
0.020*
0.77±0.06
0.72±0.05
0.023*
Th2
0.84±0.11
0.79±0.11
0.118
0.71±0.07
0.62±0.11
0.005*
*p<0.05.
Cc1: Singulat korteks 1; Cc2: Singulat korteks 2; NC1: Kaudat çekirdek 1; NC2: Kaudat çekirdek 2; Pu:
Putamen; Th1: Talamus 1; Th2: Talamus 2.
35
Hasta grubundan ve kontrol grubundan birer olgunun SPECT kesitleri Şekil 4, Şekil 5,
Şekil 6, Şekil 7 ve Şekil 8’de karşılaştırılmaktadır.
hasta
kontrol
Şekil 4. Sınır kişilik bozukluğu hastasında, sağlıklı kontrole göre ön temporal korteks 1 ve arka temporal
korteks 1 kan akımında artış
hasta
kontrol
Şekil 5. Sınır kişilik bozukluğu hastasında, sağlıklı kontrole göre alt frontal korteks 2, ön temporal
korteks 2, arka temporal korteks 2, putamen ve talamus 1 kan akımında artış
36
hasta
kontrol
Şekil 6. Sınır kişilik bozukluğu hastasında, sağlıklı kontrole göre alt frontal korteks 3, presantral girus 1,
arka temporal korteks 3, kaudat çekirdek 2 ve talamus 2 kan akımında artış
hasta
kontrol
Şekil 7. Sınır kişilik bozukluğu hastasında, sağlıklı kontrole göre üst frontal korteks 1 kan akımında artış
37
hasta
kontrol
Şekil 8. Sınır kişilik bozukluğu hastasında, sağlıklı kontrole göre üst frontal korteks 2, presantral girus 3
ve pariyetal korteks kan akımında artış
Hasta grubunda nikotin kullanan (n=8) ve kullanmayanların (n=12) bölgesel beyin kan
akımları karşılaştırıldığında; singulat korteksin sol alt kesitlerinde ve sağ üst kesitlerinde
istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu. Nikotin kullananlarda kullanmayanlara göre çift
taraflı singulat kortekste kan akımı artışı görüldü (z=-2.546, p=0.011; z=-2.393, p=0.017).
Hasta grubunda intihar girişimi öyküsü olanlar (n=14) ve olmayanların (n=4)
bölgesel beyin kan akımları karşılaştırıldığında hiçbir alanda istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunamadı.
Taciz öyküsü bulunan (n=5) ve bulunmayanların (n=15), paranoid ve/veya disosiyatif
bulgusu olan (n=16) ve olmayanların (n=4) bölgesel beyin kan akımı farkları, istatistiksel
açıdan
kişi
sayısının
gruplar
arası
karşılaştırmaya
uygun
olmaması
nedeniyle
değerlendirilmedi.
Araştırmamızın bulguları şu şekilde özetlenebilir: Kontrol grubuna göre sınır kişilik
bozukluğu olgularında sağ ve sol frontal, sağ temporal ve sağ pariyetal kortekslerinde anlamlı
metabolizma artışı bulunmaktadır. Sınır kişilik bozukluğu olgularında, kontrol grubuna göre,
subkortikal alanlardan sağ putamen, sağ ve sol kaudat çekirdek, sağ ve sol talamusta anlamlı
metabolizma artışı bulunmaktadır. Duygulanım dengesizliği ve dürtüsel agresyon sınır kişilik
bozukluğunun en belirgin bulgularıdır. Sigara içen sınır kişilik bozukluğu olgularının sağ ve
sol singulat korteks kan akımları sigara içmeyenlerden fazladır. Sınır kişilik bozukluğu
38
olgularından intihar girişiminde bulunanların ve bulunmayanların
akımları farklı değildir.
39
bölgesel beyin kan
Hastaların demografik bilgileri Tablo 8’de gösterilmiştir.
22
bekar
il
anne babayla
lise
öğrenci
PK
2
27745
kadın
18
bekar
il
anne babayla
lise
işsiz
HB
3
32465
kadın
19
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
OÇ
4
216551
erkek
18
bekar
ilçe
anne babayla
lise
öğrenci
İB
5
220297
erkek
22
bekar
il
arkadaşlarıyla ilköğretim
serbest
ZC
6
24210
kadın
27
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
memur
BK
7
228246
kadın
18
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
MC
8
220084
kadın
19
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
PG
9
100431
kadın
19
bekar
il
anne babayla
lise
işsiz
EA
10
242943
kadın
20
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
GK
11
45678
kadın
30
evli
il
aileyle
ilköğretim
işsiz
AÇ
12
230337
erkek
22
evli
il
aileyle
ilköğretim
işsiz
NÖ
13
246848
kadın
22
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
HB
14
176484
kadın
23
bekar
ilçe arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
EE
15
151559
kadın
21
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
HY
16
249052
kadın
29
evli
ilçe
aileyle
ilköğretim
işsiz
FÖ
17
10889
kadın
33
evli
il
aileyle
ilköğretim
işsiz
SD
18
105484
kadın
18
bekar
il
anne babayla
lise
işsiz
AA
19
185584
erkek
27
bekar
il
yalnız
üniversite
memur
SG
20
256713
kadın
20
evli
il
aileyle
ilköğretim
işsiz
40
Mesleği
Yaşadığı yer
kadın
Eğitimi
Medeni durumu
66235
Yaşama biçimi
Cinsiyet
1
Yaş
Protokol numarası
AA
Ad soyad
Sıra numarası
Tablo 8. Hastaların demografik bilgileri
Kontrollerin demografik bilgileri Tablo 9’da gösterilmiştir.
il
yalnız
üniversite
memur
MK
22
7153
kadın
27
bekar
il
yalnız
üniversite
memur
BA
23
74635
kadın
23
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
UZ
24
220798
erkek
27
bekar
il
yalnız
üniversite
memur
AA
25
185584
erkek
30
bekar
il
yalnız
üniversite
memur
AK
26
90632
kadın
23
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
AB
27
14310
kadın
26
bekar
il
yalnız
üniversite
memur
NÖ
28
91493
kadın
27
bekar
il
arkadaşlarıyla üniversite
memur
RH
29
123415
kadın
26
bekar
il
arkadaşlarıyla üniversite
memur
DÇ
30
245816
kadın
30
evli
il
aileyle
üniversite
memur
ÖÖŞ
31
6976
kadın
35
evli
il
aileyle
üniversite
memur
TÖ
32
90721
kadın
22
bekar
il
anne babayla üniversite
işsiz
RD
33
184568
erkek
26
bekar
ilçe
anne babayla üniversite
memur
Mİ
34
182709
erkek
22
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
SY
35
398056
kadın
18
bekar
il
anne babayla
lise
öğrenci
EK
36
134406
kadın
20
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
TS
37
88537
kadın
22
bekar
il
arkadaşlarıyla
lise
öğrenci
41
Mesleği
bekar
Eğitimi
25
Yaşama biçimi
Yaşadığı yer
kadın
Yaş
251165
Cinsiyet
21
Sıra numarası
VA
Ad soyad
Medeni durumu
Protokol numarası
Tablo 9. Kontrollerin demografik bilgileri
TARTIŞMA
Araştırmamızda sınır kişilik bozukluğu hastaları ile kontroller arasında bazal bölgesel
beyin kan akımı farklılıkları bulunduğu gösterilmiştir. Kontrollere göre sınır kişilik bozukluğu
hastalarında kortikal bölgesel beyin kan akımlarında; sol üst frontal, çift taraflı alt frontal, sağ
ön ve arka temporal, sağ pariyetal korteks ve çift taraflı presantral girusta istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde artmış kan akımı bulunmuştur. Subkortikal bölgesel beyin kan akımlarında
ise; sağ putamen, çift taraflı kaudat çekirdekler ve çift taraflı talamusta istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde artmış kan akımı bulunmuştur. Bölgesel beyin kan akımlarındaki artış
metabolizma artışı olarak değerlendirilmiştir.
İşlevsel beyin görüntüleme çalışmaları, sınır kişilik bozukluğu bulgularının hepsini
olmasa da çoğunu açıklayan işlevsel olarak bozuk bir beyin ağı ortaya çıkarmaktadırlar. Bu
çalışmalar sınırlı sayıdadır ve sonuçları tutarlı değildir. Bazal metabolizmayı görüntülemek
için yapılmış olan araştırmaları değerlendirirken birçok kişisel farklılığın beyin metabolizması
üzerinde etkisi olduğunu unutmamak gerekir (95).
Sınır kişilik bozukluğunda bazal bölgesel beyin kan akımlarını PET ile görüntüleyen
ilk çalışma, Goyer ve ark. (82) tarafından 1993 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada
DSM-III-R’ye göre, 6’sı sınır kişilik bozukluğu (4 kadın, 2 erkek) sahibi 17 kişilik bozukluğu
olan hasta kontrollerle karşılaştırılmış ve sınır kişilik bozukluğu grubunda çift taraflı üst
PFC’de metabolizmanın azaldığı, çift taraflı alt PFC’de metabolizmanın arttığı tespit
edilmiştir. Çalışma, tanısal geçerlilik açısından (Diagnostic Interview for Borderline Patients
kullanılmış, ancak normalde kesme puanı 7 olması gerekirken çalışmadaki sınır kişilik
bozukluğu grubunda ortalama 3.7 puan elde edilmiştir.) tartışmalı olsa da, ilk olduğu için
kayda değer bulunmuştur. Bu çalışmada tespit edilen frontal korteks metabolizma
42
değişiklikleri araştırmamızın sonuçlarıyla uyumludur. Bu çalışmada çift taraflı üst PFC’de
kan akımının azaldığı ve araştırmamızda sol üst PFC’de kan akımının arttığı görülmüştür.
Bulgumuz; subkortikal bölgeler tarafından oluşturulan dürtülerin kontrol edilmesinde, sol
PFC’nin ana engelleyici etkiye sahip olduğu düşüncesiyle uyumludur (57,62). Frontal korteks
dürtü kontrolünde, bellekte ve yürütücü işlevlerde önemlidir (52). Saptadığımız frontal
korteks işlev bozukluğunun hastaların dürtüsel agresif belirtilerini açıkladığı düşünülebilir.
De La Fuente ve ark. (83), PET kullanarak, kontrollere kıyasla 8 kadın ve 2 erkek sınır
kişilik bozukluğu hastasında premotor, prefrontal alanlarda, ACC’de, talamik, kaudat ve
lentiküler çekirdeklerde azalmış metabolizma bulmuş, fakat bu çalışmanın sonuçları bazı
hastaların benzodiazepin bağımlısı olmaları nedeniyle kısıtlı kalmıştır. Frontal, talamik ve
kaudat çekirdekte belirlenen işlev bozukluğu araştırmamız sonuçlarıyla uyumludur. Farklı
olarak ACC’de metabolizma değişikliği saptamadık. Araştırmamızda, hasta grubunda sol
singulat girusun alt kesitinin metabolizmasında azalma saptadık, ancak bu farklılık iki grup
arasında istatistiksel olarak anlamlı değildi. ACC, frontal korteksten ayrı düşünülemez.
Ayrıca, singulat korteks metabolizmasının nikotin kullanımı ile değiştiği gösterilmiştir, yani
nikotin kullanımını dışlamayan çalışmalarda singulat korteks işlev bozukluğunun kaynağını
saptamak olası değildir (96).
Bir başka PET çalışmasında bazal metabolizma farklarını ölçmek amacıyla Juengling
ve ark. (84), ilaç kullanmayan 12 kadın sınır kişilik bozukluğu hastası (eş tanısı olan hastalar
çalışma dışı bırakılmamış) ile 12 sağlıklı kadın kontrolü karşılaştırmışlardır. Hasta grubunda
çift taraflı ACC, çift taraflı üst frontal giruslar, sağ alt frontal girus ve sağ presantral girusun
operküler bölümünde
artmış metabolizma ve sol kuneus ve sol hipokampusta azalmış
metabolizma saptamışlardır. Bu çalışmada bulunan artmış frontal ve presantral girus kan
akımı
araştırmamız
sonuçlarıyla
uyumludur.
Yöntem
nedeniyle
hipokampusu
görüntüleyememiş olsak da, araştırmamızda subkortikal yapılarda da metabolizma değişikliği
saptadık. Limbik yapılar emosyunun oluşturulmasında, kortikal yapılardan daha önemli
olduklarından, subkortikal bölgelerde artma yönünde işlevsellik bozulmasının, sınır kişilik
bozukluğunun patofizyolojisine daha uygun bir açıklama olduğu düşünülebilir.
Soloff ve ark. (97), eksen I eş tanılarını SCID-I ile dışladıkları ve PET ile görüntüleme
yaptıkları araştırmada, 5 sınır kişilik bozukluğu hastasını (4’ünde intihar girişimi öyküsü
bulunan) 8 kontrol ile karşılaştırmışlar ve hasta grubunda çift taraflı PFC, sol üst temporal
girus ve sağ insular kortekste azalmış metabolizma göstermişlerdir. Temporal kortekste
bozulmuş kan akımının saptanması, araştırmamız sonuçlarını desteklemektedir. Takip eden
çalışmalarda Soloff ve ark. (98), yine eksen I eş tanıları olmayan sınır kişilik bozukluğu
43
hastalarını ele almışlar ve 13 kadın (dürtüsel özellikleri bulunan) sınır kişilik bozukluğu
hastasını 9 kadın kontrolle karşılaştırdıkları araştırmada hasta grubunda çift taraflı medyal
OFC’de azalmış metabolizma saptamışlardır. Bu çalışmaların önemi, eş tanıları dışlamış
olmalarından kaynaklanmaktadır. Aynı grup tarafından yapılmış olmasına rağmen, frontal
korteksin farklı bölgelerinde işlev bozuklukları saptamışlardır. Bu, aynı yöntem kullanılsa da,
sınır kişilik bozukluğunda beyin görüntüleme çalışmalarının sonuçlarıyla ilgili yorum
yapmanın henüz çok erken olduğunu göstermektedir. Beyin bölgelerinin sınırlarını çizmek ve
görüntüleme yöntemlerinde fikir birliğine varmak çok zordur. Sonuçta bölgelerin görevlerinin
duygu düzenlemesiyle ilgili olduğu düşünülerek, farklı beyin haritaları kullanmadan önce
işlevleriyle ilgili kesin bilgiler elde etmeye çalışmak gerekmektedir.
Fiziksel ya da cinsel tacizin beyin görüntülemesine olan etkilerini araştıran Schmahl
ve ark. (99), taciz öyküsü bulunan sınır kişilik bozukluğu hastası 10 kadın ile taciz öyküsü
bulunan ama sınır kişilik bozukluğu olmayan 10 kadını karşılaştırmışlar. Terk edilme
senaryoları okunarak terk edilme anıları hatırlatılan sınır kişilik bozukluğu hastalarında,
kontrollere göre çift taraflı DLPFC ve sağ kuneusta artmış kan akımı, sağ ACC, sol temporal
korteks ve sol görme asosiasyon korteksinde azalmış kan akımı kaydetmişlerdir. Schmahl ve
ark. (100) takip eden benzer yöntemli çalışmalarında, kontrollere göre sınır kişilik bozukluğu
hastalarında sol medyal PFC ve sağ fusiform girusta artmış kan akımı ve sol OFC (üst ve orta
frontal korteks), sağ hipokampusta azalmış kan akımı saptamışlardır. Aynı çalışmada, sınır
kişilik bozukluğu olan ve olmayan kadınların doğrudan karşılaştırılmasında, sağ ACC ve çift
taraflı OFC metabolizma azalmasının sınır kişilik bozukluğu hastalarında daha fazla olduğu
bulunmuştur.
Lange ve ark. (101), fiziksel ya da cinsel taciz öyküsü olan sınır kişilik bozukluğu
hastası 17 kadında bazal metabolizmayı değerlendirmiş ve belirgin disosiyatif bulguları olan
bu kadınlarda kontrollere kıyasla, sağ ventromedyal temporal ve sol medyal pariyetal
kortekste azalmış kan akımı kaydetmişlerdir. Araştırmamızda sınır kişilik bozukluğu olan
hastaların çoğunda paranoid düşünce ve/veya disosiyatif bulgular vardı, temporal ve pariyetal
kortekslerde saptadığımız metabolizma değişikliği, bu çalışmanın sonuçlarıyla uyumludur.
Temporal korteksin nesne tanımada, pariyetal korteksin mekansal dikkatte rolü olduğu
bilinmektedir (52). Bu bölgelerdeki işlev bozukluklarının frontal ve limbik alanlarla olan
bağlantılarından kaynaklanması daha olası bir açıklamadır.
Araştırmamızda DSM-IV tanı ölçütlerine ve SCID-II verilerine göre hastaların hepsi
duygulanım dengesizliği göstermekteydi. Sadece 4 hastada dürtüsellik ön planda değildi ama
bütün hastaların öfkelerini kontrol etmede sorunları bulunmaktaydı. Çalışmamızın sonuçları,
44
duygulanım dengesizliği ve dürtüsel agresyonun sınır kişilik bozukluğunun temel bulguları
olduğu ve beyin
frontolimbik işlev bozukluğunun bu bulgulardan
sorumlu olduğu
düşüncesiyle uyumludur (5,6). Dürtüsellik grup B kişilik bozukluklarının yanı sıra birçok
diğer psikiyatrik bozuklukta da (örneğin; davranım bozuklukları, dikkat eksikliği
hiperaktivite bozukluğu, madde bağımlılığı, iki uçlu duygudurum bozukluğunun manik
epizodu, dürtü kontrol bozuklukları) görülebilir. Duygulanım dengesizliği ise sınır kişilik
bozukluğuna özgü görünmektedir (24,102).
Dürtüsellikle ilgili farklı veriler bulunmaktadır, genelde çalışmalar dürtüselliği
derecesine göre değerlendirmiş, ancak belli başlıklarda toplamamıştır (82,85,86). Dürtüsel
agresyonla ilgili görüntüleme çalışmaları; normal kişilerde, kişilik bozukluklarında ya da
dürtüsel agresyon görülen bazı eksen I bozukluklarında yapılmıştır. Metabolizma farkı
gösterilen bölgeler farklı olsa da, bütün çalışmalar frontolimbik işlev bozukluğunu dürtüsel
agresyondan sorumlu tutmaktadırlar (53,57,58,64,65,89). Araştırmamız dürtüsel agresif
özellikleri bulunan sınır kişilik bozukluğu hastalarında frontolimbik işlev bozukluğu tespit
ederek, psikiyatrik bozuklukların etiyolojileri araştırılırken endofenotipik yaklaşımlardan yola
çıkılabileceği düşüncesini desteklemektedir.
Araştırmamıza katılan erkek hastaların sayısı, hasta ve kontrol gruplarında az olduğu
için, erkek ve kadın sınır kişilik bozukluğu hastalarının birbirleriyle ve ayrı ayrı aynı
cinsiyetteki kontrollerle karşılaştırılmaları yapılamamıştır. Sınır kişilik bozukluğu hastalarının
yaklaşık %75’ini kadınlar oluşturmaktadır, bu da erkek sınır kişilik bozukluğu hastalarına
ulaşmakta neden zorlandığımızı açıklamaktadır (27,32). İstirahat durumunda bazal bölgesel
glukoz metabolizmasının cinsiyet farkıyla değişmediği gösterilmiştir (103,104). Cinsiyete
bağlı farkların performans uygularken belirdiği görünmektedir (105).
Sınır kişilik bozukluğu olan hastalar sıklıkla erken erişkinlik dönemlerinde, ciddi
duygulanım dengesizlikleri ve dürtü kontrollerinde bozulmalar
başlayınca tanı alırlar.
Patolojik kişilik özellikleri genelde ergenlik döneminde görülmeye başlar, tanı ölçütlerini
karşılayan çocuk ya da ergenlerde sınır kişilik bozukluğu tanısının koyulabileceği
söylenmektedir. Bozulma ve intihar riski genç erişkinlik döneminde en fazladır. 40’lı yaşlarda
sınır kişilik bozukluğu tanısı nadirdir, çünkü zamanla kişilerarası ilişkilerde ve
işlevselliklerinde kararlı olma eğilimindedirler (1,25). Araştırmamıza alınan hastaların çoğu
erken erişkinlik dönemlerindeydi. Çoğunun ilk bulguları ergenlik dönemlerinde başlamış ve o
dönemde davranım bozukluğu tanısıyla psikotrop ilaç kullanmışlardı. Son bir ay içinde
psikotrop ilaç ve son bir hafta içinde nikotin dışında hiçbir madde kullanımı olmayan
45
hastalarımızda değerlendirmeler ve SPECT çekimi sırasında eksen I ek tanıları
bulunmamaktaydı.
Araştırmamızda, hasta grubu ve kontrol grubunun yaş ortalamaları arasında anlamlı
fark saptanmıştır. Beyin metabolizması yaşa bağlı olarak değişmektedir. Serebral
metabolizma 2. yaşta erişkin değerlerine ve 3-4. yaşlarda en yüksek değerlere erişir, yaklaşık
9. yaşa kadar bu şekilde yüksek düzeylerde seyreder ve 20’li yaşlara dek giderek azalır. Yaşla
birlikte serebral perfüzyonda gözlenen bu azalmanın 37 yaşından itibaren belirginleştiği
gösterilmiştir. Araştırmamızda da olduğu gibi, erken erişkinlik döneminde beyin
metabolizmasının sabit olduğu söylenebilir (106).
Araştırmamızda klinik verilere dayanarak hasta grubu kendi içinde değerlendirilmiştir
(nikotin bağımlılığı ve psikotrop ilaç kullanım öyküsü). Nikotin kullanımı ve intihar girişimi
öyküsü bölgesel beyin kan akımları açısından da karşılaştırılmıştır.
Hasta grubunda nikotin kullanan ve kullanmayanlar arasında çift taraflı singulat
korteksin (solda alt kesitlerin ve sağda üst kesitlerin) bölgesel beyin kan akımları
karşılaştırıldığında, nikotin kullananların singulat kortekslerinde artmış bazal metabolizma
tespit edilmiştir. Nikotinin kortiko-bazal ganglia-talamus devresindeki nöral iletimi arttırdığı
öne sürülmektedir. Buradaki nöral ileti, direkt olarak nikotinik asetilkolin reseptörleri
açısından zengin talamus ve vizüel korteks arasında ve/veya indirekt olarak striatum ve
çekirdek akumbenste monoaminooksidaz engellenmesi ya da dopamin salınımı tarafından
gerçekleştirilir. Dikkat ve bellek işlevleri sırasında, nikotinin PFC (dorsolateral ve
ventrolateral) ve ACC’de metabolizma artışına neden olduğu gösterilmiştir (96,107).
Hasta grubunda intihar girişiminde bulunanlar ve bulunmayanlar karşılaştırıldığında
herhangi bir alanda bölgesel beyin kan akımları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmamıştır. İntihar girişiminde bulunan kişilerle normal kontrolleri karşılaştıran
çalışmalar, PFC’de metabolizma azlığı tespit etmişlerdir (108). İntihar girişiminde bulunan
kişilerin en az bir psikiyatrik tanıları vardır, ama bu çalışmalarda intihar girişimine neden olan
bozukluklar belirtilmemiştir. Araştırmamızda intihar girişimini, sınır kişilik bozukluğu grubu
içinde karşılaştırdığımız için fark saptamadığımız söylenebilir.
Beyin bölgeleri arasındaki kan akımı farkları, serebellum ile karşılaştırma yapılarak
hesaplanmaktadır (90). Son zamanlarda, sadece motor düzenlemeden sorumlu olduğu
düşünülen serebellumun, emosyonun ifade edilmesinde de rol oynadığı gösterilmiştir
(109,110).
Beyin görüntüleme yöntemlerindeki ve görüntü analizlerindeki farklar, çalışmaların
farklı bulgularına katkıda bulunmaktadır. Analiz için Goyer ve ark. (82) ve De La Fuente ve
46
ark. (83) tarafından da kullanılan, yüksek duyarlılık sağlayan ROI’lar kullandık. Günümüzde
çoğu çalışmada, duyarlılığı düşük, ancak çalışmalar arasında bölgelerin karşılaştırılmasına
olanak sağlayan istatistiksel parametrik haritalama (statistical parametrical mapping)
kullanılmaktadır.
Halen izlenen değişikliklerin hangilerinin yatkınlık göstergeleri olduğu, hangilerininse
sınır kişilik bozukluğuyla ilişkili olduğu bilinmemektedir. Bu ayrımı yapabilmek için kişilik
özellikleri üzerinde duran çalışmaların yanı sıra bozukluğun bazal durumuna da bakmak
gerekir.
47
SONUÇLAR
Araştırmamızda, sınır kişilik bozukluğu olan hastalar ile sağlıklı kontrollerin dinlenme
koşullarındaki bölgesel beyin kan akımlarını Tek Foton Emisyon Bilgisayarlı Tomografi
yöntemi ile karşılaştırdık. Ayrıca klinik verilere dayanarak hasta grubunu kendi içinde
değerlendirdik.
Araştırmamızın sonuçları şu şekilde özetlenebilir:
1.
Sınır kişilik bozukluğunun patofizyolojisinde kortikal-subkortikal bölgeler
arası işlev bozukluğu rol oynamaktadır.
2.
Subkortikal bölgelerdeki artmış metabolizmanın, frontal bölgelerin artmış
metabolizmalarına rağmen subkortikal bölgeleri engelleyememesinden
kaynaklandığı düşünülmektedir.
3.
Sınır kişilik bozukluğunda kategorik yaklaşım, boyutsal yaklaşımla
(aralarında duygulanım dengesizliği, dürtüsel agresyon, disosiasyon,
kişilerarası ilişki sorunları sayabileceğimiz belirtilerden yola çıkarak)
desteklenebilir.
4.
Beyin görüntüleme değişikliklerinin, bozukluğun temel bulgularıyla da
uyumlu olduğu saptanırken, sınır kişilik bozukluğunun klinik boyutları göz
önüne alınarak yürütülen endofenotip araştırmalarına beyin görüntüleme
çalışmalarının katkıda bulunabileceği düşünülmektedir.
48
ÖZET
Kişilik bozuklukları toplumda sık görülür. Ayaktan tedavi gören ve hastanede yatan
kişilik bozukluğu hastalarının çoğu sınır kişilik bozukluğu tanısı alır. Eş tanı yoğunluğu ve
hastaların egosintonik olmaları tanı koymayı zorlaştırır.
Bu çalışmanın amacı, halen kesin tedavileri bulunmayan kişilik bozukluklarının tanı
aşamasında en tartışmalısı olan sınır kişilik bozukluğunun daha iyi anlaşılabilmesi ve
psikiyatrik bozukluklar içindeki yerini alabilmesinin sağlanmasıdır. Bunun için, Ruhsal
Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskıya göre Eksen I Bozuklukları
için Yapılandırılmış Klinik Görüşme, Klinik Uyarlaması ile değerlendirilen ve eş tanısı
olmayan 20 sınır kişilik bozukluğu hastasının beyinlerinin dinlenme durumundaki kan
akımları Tek Foton Emisyon Bilgisayarlı Tomografi yöntemi ile görüntülenmiş,
bu
görüntüler 17 sağlıklı kontrolün beyin kan akımlarıyla ve Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve
Sayımsal El Kitabı, Gözden Geçirilmiş Üçüncü Baskıya göre Kişilik Bozuklukları için
Yapılandırılmış
Klinik
Görüşme
ile
elde
edilen
hastaların
klinik
bulgularıyla
karşılaştırılmıştır.
Sonuç olarak, sınır kişilik bozukluğu hastalarının beyin kan akımlarının kortiko-limbik
yapılar arasında işlev bozukluğuna işaret edecek şekilde normal kontrollerden farklılık
gösterdiği bulunmuştur. Bu değişikliklerin bozukluğun temel bulgularıyla da uyumlu
olduğunun saptanması, sınır kişilik bozukluğunun klinik boyutları göz önüne alınarak
yürütülen
endofenotip
araştırmalarına
beyin
bulunabileceğini düşündürmektedir.
49
görüntüleme
çalışmalarının
katkıda
Anahtar kelimeler: Sınır kişilik bozukluğu, Tek Foton Emisyon Bilgisayarlı
Tomografi, duygulanım dengesizliği, dürtüsel agresyon
50
DETECTION OF REGIONAL CEREBRAL BLOOD FLOW IN
BORDERLINE PERSONALITY DISORDER
SUMMARY
Personality disorders are frequently seen in the general population. Most of these
patients treated for personality disorders, whether they are outpatients or inpatients, have the
diagnoses of borderline personality disorder. Because of high comorbidity and patients’
egosyntonicity, diagnosis is hard to establish.
This study aims to make better understanding of the borderline personality disorder
which is the most diagnostic wise controversial personality disorder, for it to take its part in
the psychiatric literature.
For this purpose, 20 borderline personality disorder patients
assessed with Structured Clinical Interview for Diagnostic and Statistical Manual of Mental
Disorders-Fourth Edition Axis I Disorders, Clinical Version and had no comorbid diagnoses
have been assessed with Single Photon Emission Computed Tomography, these images are
compared to the cerebral blood flow of 17 healthy individuals and the clinical data that has
been gathered via Personality Disorders assessment of Structured Clinical Interview for
Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders-Third Edition-Revised.
In conclusion, borderline personality disorder patients cerebral blood flow differed
from the controls’ and showed corticolimbic dysfunction. As we have found this
dysfunctional network’s compatibility with the main symptoms of the disorder, this made us
come to the conclusion that neuroimaging may contribute to the endophenotype studies which
consider the clinical dimensions of borderline personality disorder as the basis.
51
Key words: Borderline personality disorder, Single Photon Emission Computed
Tomography, affective disturbance, impulsive aggression
52
KAYNAKLAR
1. Svrakic DM, Cloninger CR. Kişilik Bozuklukları (Çeviri: A. Doruk). H. Aydın, A.
Bozkurt (Editörler). Kaplan and Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry. 8th
ed. Ankara: Güneş Kitabevi; 2007. s.2063-104.
2. American Psychiatric Association. Practice guideline for the treatment of patients with
borderline personality disorder. Washington DC: The Institute; 2001.
3. Zimmerman M, Mattia JI. Differences between clinical and research practices in
diagnosing borderline personality disorder. Am J Psychiatry 1999;156(10):1570-4.
4. Skodol AE, Gunderson JG, Pfohl B, Widiger TA, Livesley WJ, Siever LJ. The
borderline diagnosis I: psychopathology, comorbidity, and personality structure. Biol
Psychiatry 2002;51(36):936-50.
5. Lieb K, Zanarini MC, Schmahl C, Linehan MM, Bohus M. Borderline personality
disorder. Lancet 2004;364(9432):453-61.
6. Schmahl C, Bremner JD. Neuroimaging in borderline personality disorder. J Psychiatr
Res 2006;40(5):419-27.
7. Sorias S. Kişilik bozuklukları. Güleç C, Köroğlu E (Editörler). Psikiyatri Temel
Kitabı. Ankara: Hekimler Yayın Birliği; 1998. s.723-49.
8. Kernberg OF (Çeviri: M. Atakay). Sınır durumlar ve patolojik narsisizm. İstanbul:
Metis Yayınları; 1999.
9. Özçürümez G, Tanrıverdi N, Zileli L. Sınır kişilik organizasyonu temelinde narsisistik
kişilik bozukluğu ve yapay bozukluk: Psikanalitik psikoterapi süreci. Türk Psikiyatri
Dergisi 2002;13(2):152-60.
10. American Psyhiatric Association. Diagnostic and statistical manual of mental
disorders-first edition. Washington, DC: The Institute; 1952.
53
11. American Psyhiatric Association. Diagnostic and statistical manual of mental
disorders-second edition. Washington, DC: The Institute; 1968.
12. American Psyhiatric Association. Diagnostic and statistical manual of mental
disorders-third edition. Washington, DC: The Institute; 1980.
13. Amerikan Psikiyatri Birliği (Çeviri: E. Köroğlu). DSM-IV tanı ölçütleri başvuru el
kitabı, yeniden gözden geçirilmiş baskı. Ankara: Hekimler Yayın Birliği; 2000.
14. Dünya Sağlık Örgütü (Çeviri: O. Öztürk, B. Uluğ). Ruhsal ve davranışsal bozukluklar
sınıflandırması (ICD-10). Ankara: Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği; 1993.
15. Zanarini MC, Gunderson JG, Frankenburg FR, Chauncey DL. Discriminating
borderline personality disorder from other axis II disorders. Am J Psychiatry
1990;147(2):161-7.
16. Zanarini MC, Vujanovic AA, Parachini EA, Boulanger JL, Frankenburg FR, Hennen
J. Zanarini Rating Scale for Borderline Personality Disorder (ZAN-BPD): a
continuous measure of DSM-IV borderline psychopathology. J Personal Disord
2003;17(3):233-42.
17. Koenigsberg HW, Harvey PD, Mitropoulou V, Schmeidler J, New AS, Goodman M et
al. Characterizing affective instability in borderline personality disorder. Am J
Psychiatry 2002;159(5):784-8.
18. Zanarini MC, Gunderson JG, Frankenburg FR. Cognitive features of borderline
personality disorder. Am J Psychiatry 1990;147(1):57-63.
19. Skodol AE, Oldham JM, Bender DS, Dyck IR, Stout RL, Morey LC et al.
Dimensional representations of DSM-IV personality disorders: relationships to
functional impairment. Am J Psychiatry 2005;162:1919-25.
20. Widiger TA. Five factor model of personality disorder: integrating science and
practice. J of Research in Personality 2005;39:67-83.
21. Widiger TA, Simonsen E, Krueger R, Livesley WJ, Verheul R. Personality disorder
research agenda for the DSM-V. J Personal Disord 2005;19(3):315-38.
22. Widiger TA. Borderline personality disorder: the DSM-V process. Proceedings of the
1st Phenotype Conference: 2006 Oct 19-20; New York, USA.
23. De Fruyt F, De Clercq BJ, Van de Wiele L, Van Heeringen K. The validity of
Cloninger's psychobiological model versus the five-factor model to predict DSM-IV
personality disorders in a heterogeneous psychiatric sample: domain facet and
residualized facet descriptions. J Pers 2006;74(2):479-510.
24. Siever LJ. Endophenotypes in the personality disorders. Dialogues Clin Neurosci
2005;7(2):139-51.
25. Tyrer P, Seivewright H. The stability of personality disorders. Psychiatry 2005;4
(3):29-31.
54
26. Torgersen S, Kringlen E, Cramer V. The prevalence of personality disorders in a
community sample. Arch Gen Psychiatry 2001;58(6):590-6.
27. Widiger TA, Weissman MM. Epidemiology of borderline personality disorder. Hosp
Community Psychiatry 1991;42(10):1015-21.
28. Crawford TN, Cohen P, Johnson JG, Kasen S, First MB, Gordon K et al. Self-reported
personality disorder in the children in the community sample: convergent and
prospective validity in late adolescence and adulthood. J Personal Disord
2005;19(1):30-52.
29. Ekselius L, Tillfors M, Furmark T, Fredrikson M. Personality disorders in the general
population: DSM-IV and ICD-10 defined prevalence as related to sociodemographic
profile. Personality and Individual Differences 2001;30:311-20.
30. Lenzenweger MF, Loranger AW, Korfine L, Neff C. Detecting personality disorders
in a nonclinical population. Application of a 2-stage procedure for case identification.
Arch Gen Psychiatry 1997;54(4):345-51.
31. Samuels J, Eaton WW, Bienvenu OJ, Brown CH, Costa PT, Nestadt G. Prevalence
and correlates of personality disorders in a community sample. Br J Psychiatry
2002;180:536-42.
32. Johnson DM, Shea MT, Yen S, Battle CL, Zlotnick C, Sanislow CA et al. Gender
differences in borderline personality disorder: findings from the Collaborative
Longitudinal Personality Disorders Study. Compr Psychiatry 2003;44(4):284-92.
33. Links PS, Mitton JE, Steiner M. Predicting outcome for borderline personality
disorder. Compr Psychiatry 1990;31(6):490-8.
34. Links PS, Heslegrave RJ, Mitton JE, van RR, Patrick J. Borderline psychopathology
and recurrences of clinical disorders. J Nerv Ment Dis 1995;183(9):582-6.
35. Mehlum L, Friis S, Irion T, Johns S, Karterud S, Vaglum P et al. Personality disorders
2-5 years after treatment: a prospective follow-up study. Acta Psychiatr Scand 1991;
84(1):72-7.
36. Modestin J, Villiger C. Follow-up study on borderline versus nonborderline
personality disorders. Compr Psychiatry 1989;30(3):236-44.
37. Tucker L, Bauer SF, Wagner S, Harlam D, Sher I. Long-term hospital treatment of
borderline patients: a descriptive outcome study. Am J Psychiatry 1987;144(11):14438.
38. Zanarini MC, Frankenburg FR, Dubo ED, Sickel AE, Trikha A, Levin A et al. Axis II
comorbidity of borderline personality disorder. Compr Psychiatry 1998;39(5):296302.
39. McGlashan TH, Grilo CM, Skodol AE, Gunderson JG, Shea MT, Morey LC et al.
The Collaborative Longitudinal Personality Disorders Study: baseline Axis I/II and
II/II diagnostic co-occurrence. Acta Psychiatr Scand 2000;102(4):256-64.
55
40. Zanarini MC, Frankenburg FR, Hennen J, Reich DB, Silk KR. Axis I comorbidity in
patients with borderline personality disorder: 6-year follow-up and prediction of time
to remission. Am J Psychiatry 2004;161(11):2108-14.
41. Zimmerman M, Mattia JI. Axis I diagnostic comorbidity and borderline personality
disorder. Compr Psychiatry 1999;40(4):245-52.
42. Paris J, Gunderson J, Weinberg I. The interface between borderline personality
disorder and bipolar spectrum disorders. Compr Psychiatry 2007;48(2):145-54.
43. Şar V, Akyüz G, Kuğu N, Öztürk E, Ertem-Vehid H. Axis I dissociative disorder
comorbidity in borderline personality disorder and reports of childhood trauma. J Clin
Psychiatry 2006;67(10):1583-90.
44. Davids E, Gastpar M. Attention deficit hyperactivity disorder and borderline
personality disorder. Prog Neuropsychopharmacol Biol Psychiatry 2005;29(6):865-77.
45. Siever LJ, Torgersen S, Gunderson JG, Livesley WJ, Kendler KS. The borderline
diagnosis III: identifying endophenotypes for genetic studies. Biol Psychiatry 2002;
51(36):964-8.
46. Skodol AE, Siever LJ, Livesley WJ, Gunderson JG, Pfohl B, Widiger TA. The
borderline diagnosis II: biology, genetics, and clinical course. Biol Psychiatry 2002;
51(36):951-63.
47. White CN, Gunderson JG, Zanarini MC, Hudson JI. Family studies of borderline
personality disorder: a review. Harv Rev Psychiatry 2003;11(1):8-19.
48. Torgersen S, Lygren S, Oien PA, Skre I, Onstad S, Edvardsen J et al. A twin study of
personality disorders. Compr Psychiatry 2000;41(6):416-25.
49. Joyce PR, McKenzie JM, Luty SE, Mulder RT, Carter JD, Sullivan PF et al.
Temperament, childhood environment and psychopathology as risk factors for
avoidant and borderline personality disorders. Aust N Z J Psychiatry 2003
December;37(6):756-64.
50. Paris J. Implications of long-term outcome research for the management of patients
with borderline personality disorder. Harv Rev Psychiatry 2002;10(6):315-23.
51. Zanarini MC, Frankenburg FR, Hennen J, Reich DB, Silk KR. Prediction of the 10year course of borderline personality disorder. Am J Psychiatry 2006;163(5):827-32.
52. Mesulam MM (Çeviri: B.Bilgiç, İH. Gürvit). Davranışsal nöroanatomi. Davranışsal
ve kognitif nörolojinin ilkeleri. İstanbul: Yelkovan Yayıncılık; 2004:1-119.
53. Johnson PA, Hurley RA, Benkelfat C, Herpertz SC, Taber KH. Understanding
emotion regulation in borderline personality disorder: contributions of neuroimaging. J
Neuropsychiatry Clin Neurosci 2003;15:397-402.
54. Davidson JR, Irwin W. The functional neuroanatomy of emotion and affective style.
Trends in Cognitive Sciences 1999;3:11-21.
56
55. Davis M, Whalen PJ. The amygdala: vigilance and emotion. Mol Psychiatry 2001;6
(1):13-34.
56. Phillips ML, Drevets WC, Rauch SL, Lane R. Neurobiology of emotion perception I:
the neural basis of normal emotion perception. Biol Psychiatry 2003;54(5):504-14.
57. Blair RJ. Neurocognitive models of aggression, the antisocial personality disorders,
and psychopathy. J Neurol Neurosurg Psychiatry 2001;71(6):727-31.
58. Morgan MA, Schulkin J, LeDoux JE. Ventral medial prefrontal cortex and emotional
perseveration: the memory for prior extinction training. Behav Brain Res 2003;146(12):121-30.
59. Davidson JR, Putnam KM, Larson CL. Dysfunction in the neural circuitry of emotion
regulation-A possible prelude to violence. Science 2000;289(5479):591-4.
60. Hare TA, Tottenham N, Davidson MC, Glover GH, Casey BJ. Contributions of
amygdala and striatal activity in emotion regulation. Biol Psychiatry 2005;57(6):62432.
61. Canli T, Amin Z. Neuroimaging of emotion and personality: scientific evidence and
ethical considerations. Brain Cogn 2002;50(3):414-31.
62. Davidson JR. Anxiety and affective style: Role of prefrontal cortex and amygdala.
Biol Psychiatry 2002;51:68-80.
63. Schaefer SM, Abercrombie HC, Lindgren KA, Larson CL, Ward RT, Oakes TR et al.
Six-month test-retest reliability of MRI-defined PET measures of regional cerebral
glucose metabolic rate in selected subcortical structures. Hum Brain Mapp 2000;
10(1):1-9.
64. Raine A, Meloy JR, Bihrle S, Stoddard J, LaCasse L, Buchsbaum MS. Reduced
prefrontal and increased subcortical brain functioning assessed using positron
emission tomography in predatory and affective murderers. Behav Sci Law 1998;
16(3):319-32.
65. Schneider F, Habel U, Kessler C, Posse S, Grodd W, Muller-Gartner HW. Functional
imaging of conditioned aversive emotional responses in antisocial personality
disorder. Neuropsychobiology 2000;42(4):192-201.
66. Tauscher J, Klein N, Kapur S. Functional neuroimaging in psychiatry. In: Panksepp J
(Ed.). Textbook of biological psychiatry. New Jersey: Wiley-Liss Inc; 2004. p. 16786.
67. Broderick DF. Nöropsikiyatride nörogörüntüleme. Psychiatr Clin North Am
2005;28:1-18.
68. Herholz K, Herscovitch P, Heiss D. Data acquisition, reconstruction, modelling,
statistics. In: Herholz K, Herscovitch P, Heiss D (Eds). NeuroPET (111). Springer;
2004. p. 187-233.
57
69. Snyder S, Pitts WM, Jr., Gustin Q. CT scans of patients with borderline personality
disorder. Am J Psychiatry 1983;140(2):272.
70. Lucas PB, Gardner DL, Cowdry RW, Pickar D. Cerebral structure in borderline
personality disorder. Psychiatry Res 1989;27(2):111-5.
71. Lyoo IK, Han MH, Cho DY. A brain MRI study in subjects with borderline
personality disorder. J Affect Disord 1998;50(2-3):235-43.
72. Bremner JD. Does stress damage the brain? Biol Psychiatry 1999;45(7):797-805.
73. Kitayama N, Vaccarino V, Kutner M, Weiss P, Bremner JD. Magnetic resonance
imaging (MRI) measurement of hippocampal volume in posttraumatic stress disorder:
a meta-analysis. J Affect Disord 2005;88(1):79-86.
74. Nemeroff CB, Bremner JD, Foa EB, Mayberg HS, North CS, Stein MB. Posttraumatic
stress disorder: a state-of-the-science review. J of Psychiatric Research 2006;40(1):121.
75. Colla M, Kronenberg G, Deuschle M, Meichel K, Hagen T, Bohrer M et al.
Hippocampal volume reduction and HPA-system activity in major depression. J
Psychiatr Res 2007;41(7):553-60.
76. Vermetten E, Schmahl C, Lindner S, Loewenstein RJ, Bremner JD. Hippocampal and
amygdalar volumes in dissociative identity disorder. Am J Psychiatry 2006;163 (4):
630-6.
77. Gilbertson MW, Shenton ME, Ciszewski A, Kasai K, Lasko NB, Orr SP et al. Smaller
hippocampal volume predicts pathologic vulnerability to psychological trauma. Nat
Neurosci 2002;5(11):1242-7.
78. Driessen M, Herrmann J, Stahl K, Zwaan M, Meier S, Hill A et al. Magnetic
resonance imaging volumes of the hippocampus and the amygdala in women with
borderline personality disorder and early traumatization. Arch Gen Psychiatry 2000;
57(36):1115-22.
79. Schmahl CG, Vermetten E, Elzinga BM, Douglas BJ. Magnetic resonance imaging of
hippocampal and amygdala volume in women with childhood abuse and borderline
personality disorder. Psychiatry Res 2003;122(3):193-8.
80. Tebartz van EL, Hesslinger B, Thiel T, Geiger E, Haegele K, Lemieux L et al.
Frontolimbic brain abnormalities in patients with borderline personality disorder: a
volumetric magnetic resonance imaging study. Biol Psychiatry 2003;54(2):163-71.
81. Trzepacz PT, Hertweck M, Starratt C, Zimmerman L, Adatepe M. The relationship of
SPECT scans to behavioral dysfunction in neuropsychiatric patients. Psychosomatics
1992;33(1):62-71.
82. Goyer PF, Andreason PJ, Semple WE, Clayton AH, King AC, Compton-Toth BA et
al. Positron-emission tomography and personality disorders. Neuropsychopharmacology 1994;10(1):21-8.
58
83. De la Fuente JM, Goldman S, Stanus E, Vizuete C, Morlan I, Bobes J et al. Brain
glucose metabolism in borderline personality disorder. J Psychiatr Res 1997;31:53141.
84. Juengling FD, Schmahl C, Hesslinger B, Ebert D, Bremner JD, Gostomzyk J et al.
Positron emission tomography in female patients with borderline personality disorder.
J Psychiatr Res 2003;37(2):109-15.
85. Goethals I, Audenaert K, Jacobs F, Van den EF, Bernagie K, Kolindou A et al. Brain
perfusion SPECT in impulsivity-related personality disorders. Behav Brain Res 2005;
157(1):187-92.
86. Vollm B, Richardson P, Stirling J, Elliott R, Dolan M, Chaudhry I et al.
Neurobiological substrates of antisocial and borderline personality disorder:
preliminary results of a functional fMRI study. Crim Behav Ment Health 2004;
14(1):39-54.
87. Coccaro EF, Kavoussi RJ, Trestman RL, Gabriel SM, Cooper TB, Siever LJ.
Serotonin function in human subjects: intercorrelations among central 5-HT indices
and aggressiveness. Psychiatry Res 1997;73(1-2):1-14.
88. New AS, Trestman RL, Mitropoulou V, Benishay DS, Coccaro E, Silverman J et al.
Serotonergic function and self-injurious behavior in personality disorder patients.
Psychiatry Res 1997;69(1):17-26.
89. Coccaro EF, McCloskey MS, Fietzgerald DA, Luan Phan K. Amygdala and
orbitofrontal reactivity to social threat in individuals with impulsive aggression. Biol
Psychiatry. In press 2007.
90. Çermik TF, Kaya M, Uğur-Altun B, Bedel D, Berkarda S, Yigitbaşı ON. Regional
cerebral blood flow abnormalities in patients with primary hyperparathyroidism.
Neuroradiology 2007;49(4):379-85.
91. First MB, Spitzer RL, Gibbon M, Williams JBW. Structured clinical interview for
DSM-IV axis I disorders, clinician version (SCID-CV). Washington, DC: American
Psychiatric Press; 1996.
92. Çorapçıoğlu A. SCID-I klinik uyarlama. Ankara: Hekimler Yayın Birliği; 1999.
93. Spitzer RL, Williams JBW, Gibbon M. Structured clinical interview for DSM-III-R
personality disorders (SCID-II). Washington, DC: American Psychiatric Press; 1987.
94. Sorias S, Saygılı R, Elbi H, Vahip S, Mete L, Nifirne Z. DSM-III-R kişilik
bozuklukları için yapılandırılmış klinik görüşmesi (SCID-II). İzmir: Ege Üniversitesi
Basımevi; 1990.
95. Beauregard M. Mind does really matter: evidence from neuroimaging studies of
emotional self-regulation, psychotherapy, and placebo effect. Prog Neurobiol 2007;
81(4):218-36.
96. Brody AL. Functional brain imaging of tobacco use and dependence. J Psychiatr Res
2006 August;40(5):404-18.
59
97. Soloff PH, Meltzer CC, Greer PJ, Constantine D, Kelly TM. A fenfluramine-activated
FDG-PET study of borderline personality disorder. Biol Psychiatry 2000;47(6):540-7.
98. Soloff PH, Meltzer CC, Becker C, Greer PJ, Kelly TM, Constantine D. Impulsivity
and prefrontal hypometabolism in borderline personality disorder. Psychiatry Res
2003; 23(3):153-63.
99. Schmahl CG, Elzinga BM, Vermetten E, Sanislow C, McGlashan TH, Bremner JD.
Neural correlates of memories of abandonment in women with and without borderline
personality disorder. Biol Psychiatry 2003;54(2):142-51.
100. Schmahl CG, Vermetten E, Elzinga BM, Bremner JD. A positron emission
tomography study of memories of childhood abuse in borderline personality disorder.
Biol Psychiatry 2004;55(7):759-65.
101. Lange C, Kracht L, Herholz K, Sachsse U, Irle E. Reduced glucose metabolism in
temporo-parietal cortices of women with borderline personality disorder. Psychiatry
Res 2005;139(2):115-26.
102. Moeller FG, Barratt ES, Dougherty DM, Schmitz JM, Swann AC. Psychiatric aspects
of impulsivity. Am J Psychiatry 2001;158(11):1783-93.
103. Baxter LR, Jr., Mazziotta JC, Phelps ME, Selin CE, Guze BH, Fairbanks L. Cerebral
glucose metabolic rates in normal human females versus normal males. Psychiatry Res
1987;21(3):237-45.
104. Tyler JL, Strother SC, Zatorre RJ, Alivisatos B, Worsley KJ, Diksic M et al. Stability
of regional cerebral glucose metabolism in the normal brain measured by positron
emission tomography. J Nucl Med 1988;29(5):631-42.
105. Andreason PJ, Zametkin AJ, Guo AC, Baldwin P, Cohen RM. Gender-related
differences in regional cerebral glucose metabolism in normal volunteers. Psychiatry
Res 1994;51(2):175-83.
106. Karabacak Nİ. Pediatrik nöropsikiyatride fonksiyonel beyin görüntüleme ve beyin
SPECT uygulamaları. Türkiye Klinikleri Pediatri Özel Dergisi 2004;2(1):1-7.
107. Gotti C, Zoli M, Clementi F. Brain nicotinic acetylcholine receptors: native subtypes
and their relevance. Trends Pharmacol Sci 2006;27(9):482-91.
108. Van Heeringen K, Audenaert K, Bernagie K, Vervaet M, Jacobs F, Otte A. Functional
brain imaging of suicidal behaviour. In: Otte A, Audenaert K, Peremans K, Van
Heeringen K, Dierckx R (Eds). Nuclear medicine in psychiatry. 1st ed. Berlin:
Springer; 2004. p. 475-86.
109. Turner BM, Paradiso S, Marvel CL, Pierson R, Boles Ponto LL, Hichwa RD et al. The
cerebellum and emotional experience. Neuropsychologia 2007;45(6):1331-41.
110. Schutter DJ, van HJ. An electrophysiological link between the cerebellum, cognition
and emotion: frontal theta EEG activity to single-pulse cerebellar TMS. Neuroimage
2006;33(4):1227-31.
60
61
EKLER
EK I
EK II
BİLGİLENDİRİLMİŞ OLUR FORMU
Bu katıldığınız çalışma bilimsel bir araştırma olup, araştırmanın adı ‘Sınır kişilik
bozukluğu hastalarında bölgesel beyin kan akımının değerlendirilmesi’dir.
Bu araştırmanın amacı, sınır kişilik bozukluğu hastaları ve sağlıklı kontroller
arasında bölgesel beyin kan akımlarında farklılık olup olmadığını araştırmaktır. Bu
araştırmada size standart bir psikiyatrik tarama formu uygulanacaktır, kolunuzdan verilecek
bir ilaç ile bölgesel beyin kan akımınız tek foton emisyon bilgisayarlı tomografi (SPECT)
kullanılarak ölçülebilecektir. Bu araştırmada yer almanız öngörülen süre bir ay olup,
araştırmada yer alacak gönüllülerin sayısı 40 kişidir.
Bu araştırma ile ilgili olarak araştırıcının önerilerine uyma sizin sorumluluğunuzdur.
Bu araştırmada sizin için, kullanılan SPECT çekimlerinde verilen ilacın düşük dozda
(direk akciğer X ışını görüntülemesinden daha az) radyasyon etkisi olası risktir; ancak sizin
için bireysel bir yarar söz konusu değildir. SPECT çekimleri hamileler ve süt veren annelere
uygulanmamaktadır.
Araştırmaya bağlı bir zarar söz konusu olduğunda, bu durumun tedavisiyle ilgili
araştırma grubu herhangi bir sorumluluk yüklenmemektedir. Araştırma sırasında sizi
ilgilendirebilecek herhangi bir gelişme olduğunda, bu durum size veya yasal temsilcinize
derhal bildirilecektir. Araştırma hakkında ek bilgiler almak için ya da çalışma ile ilgili
herhangi bir sorun, istenmeyen etki ya da diğer rahatsızlıklarınız için 02842357641-1145
no.lu telefondan Dr. Rugül Köse’ye başvurabilirsiniz.
Bu araştırmada yer almanız nedeniyle size hiçbir ödeme yapılmayacaktır; ayrıca, bu
araştırma kapsamındaki bütün muayene, tetkik, testler ve tıbbi bakım hizmetleri için sizden
veya bağlı bulunduğunuz sosyal güvenlik kuruluşundan hiçbir ücret istenmeyecektir. Bu
araştırma Trakya Üniversitesi Araştırma Fonu (kurum/kuruluş) tarafından desteklenmektedir.
Bu araştırmada yer almak tamamen sizin isteğinize bağlıdır. Araştırmada yer almayı
reddedebilirsiniz ya da herhangi bir aşamada araştırmadan ayrılabilirsiniz; bu durum herhangi
bir cezaya ya da sizin yararlarınıza engel duruma yol açmayacaktır. Araştırıcı bilginiz
dahilinde veya isteğiniz dışında, uygulanan tedavi şemasının gereklerini yerine getirmemeniz,
çalışma programını aksatmanız veya tedavinin etkinliğini artırmak vb. nedenlerle sizi
araştırmadan çıkarabilir. Araştırmanın sonuçları bilimsel amaçla kullanılacaktır; çalışmadan
çekilmeniz ya da araştırıcı tarafından çıkarılmanız durumunda, sizle ilgili tıbbi veriler de
gerekirse bilimsel amaçla kullanılabilecektir.
Size ait tüm tıbbi ve kimlik bilgileriniz gizli tutulacaktır ve araştırma yayınlansa bile
kimlik bilgileriniz verilmeyecektir, ancak araştırmanın izleyicileri, yoklama yapanlar, etik
kurullar ve resmi makamlar gerektiğinde tıbbi bilgilerinize ulaşabilir. Siz de istediğinizde
kendinize ait tıbbi bilgilere ulaşabilirsiniz (tedavinin gizli olması durumunda, gönüllüye
kendine ait tıbbi bilgilere ancak verilerin analizinden sonra ulaşabileceği bildirilmelidir).
Çalışmaya Katılma Onayı:
Yukarıda yer alan ve araştırmaya başlanmadan önce gönüllüye verilmesi gereken
bilgileri okudum ve sözlü olarak dinledim. Aklıma gelen tüm soruları araştırıcıya sordum,
yazılı ve sözlü olarak bana yapılan tüm açıklamaları ayrıntılarıyla anlamış bulunmaktayım.
Çalışmaya katılmayı isteyip istemediğime karar vermem için bana yeterli zaman tanındı. Bu
koşullar altında,bana ait tıbbi bilgilerin gözden geçirilmesi, transfer edilmesi ve işlenmesi
konusunda araştırma yürütücüsüne yetki veriyor ve söz konusu araştırmaya ilişkin bana
yapılan katılım davetini hiçbir zorlama ve baskı olmaksızın büyük bir gönüllülük içerisinde
kabul ediyorum.
Bu formun imzalı bir kopyası bana verilecektir.
Gönüllünün,
Adı-Soyadı:
Adresi:
Tel.-Faks:
Tarih ve İmza:
Velayet veya vesayet altında bulunanlar için veli veya vasinin,
Adı-Soyadı:
Adresi:
Tel.-Faks:
Tarih ve İmza:
Açıklamaları yapan araştırmacının,
Adı-Soyadı:
Görevi:
Adresi:
Tel.-Faks:
Tarih ve İmza:
Olur alma işlemine başından
görevlisinin/görüşme tanığının,
Adı-Soyadı:
Görevi:
Adresi:
Tel.-Faks:
Tarih ve İmza:
sonuna
kadar
tanıklık
eden
kuruluş
* Bu örnek form araştırıcılara fikir vermek için formda bulunması gereken asgari
bilgiler verilerek hazırlanmıştır, gerektiğinde eklemeler yapılmalıdır. İstendiğinde Etik Kurul
sekreterliğinden ya da Tıp Fakültesi web sayfasından temin edilerek ve üzerinde gerekli
düzenlemeler yapılmak suretiyle kullanılabilir (ör. bu paragraf, metindeki noktalı kısımlar ve
parantezler çıkarılmalı ve uygun şekilde düzenlenmelidir). Gönüllünün beyan ve imzası,
bilgilendirme metninin devamı şeklinde olmalıdır; kesinlikle ayrı sayfalarda olmamalıdır.
Konuyla ilgili olarak T.Ü. Tıp Fakültesi Etik Kurul yönergesi okunmalıdır.
2
Download