Sudan’da Direnişçileri Destekleyen Fransa, Mali’de Hükümeti Destekliyor! Afrika bizim bilinen bir coğrafyamızken maalesef bilinmez bir coğrafyamıza dönüştü. Nesiller arasında bile, bir iki kuşağın ilgisizliği bütün geçmişi unutturup yok edebiliyor. Günümüz dünyasında diğer ülkelerin, Amerika’nın, özelde İngiltere ve Fransa’nın, daha doğrusu tüm Avrupa ülkelerinin Afrika’ya ilgisiyle bizim bu kıtaya ilgimizi kıyasladığımızda biz geçmiş tarihimizle birlikte onların birkaç asrı bulmayan tecrübelerini değerlendirdiğimizde toplamda çok ilerideyiz, daha doğrusu olmamız da gerekiyor. Ama son bir asır biz kendi geçmişimizden epeyce uzak kalmışız, kalmaya da mahkûm edilmişiz. Bugün Uluslararası Hak İhlalleri Merkezi’nin davetlisi olarak sizlere genel hatlarıyla kıtayla alakalı asırlar içindeki birlikteliğimizin bazı ana noktalarından bahsedeceğim. Ne var ki Batı Afrika ülkelerinden, özelde Mali Cumhuriyeti olmak üzere, Senegal, Burkina Faso, Nijer ve Nijerya ile ilgili geçmişte de neredeyse geniş bir bilgi birikimimiz yoktu. Olan kısmını da arşiv belgeleri ve artık okunmayan Osmanlı bakiyesi kitap ve dergilerin sayfaları arasında bırakmışız. Tüm bunlara rağmen kaynaklarımız var, onlar okunduğunda, değerlendirildiğinde geçmişimizin bir parçası olduğu için, onlarla irtibatımız çok zor olmayacaktır. Basit bir mukayeseyle Güney Sudan’ın 2011 yılında Sudan’dan ayrılması esnasında (ki o da bir oldubittiydi ve Batı’nın çok istediği bir şeydi) güneydeki direnişçileri, yani merkezî hükümete karşı isyancıları, aslında Hıristiyan kimliğiyle tanıttıklarını destekleyen Batı, Mali’de tam tersini yapıyor. Yani onların tabiriyle ‘isyancıları’, onların acımasızca ve de tahkir etmek için kullandıkları ‘İslamcı teröristleri’ yok etmek istiyor ve bu defa merkezî hükümeti destekliyor. Batı’nın birçok entelektüelinin, araştırmacısının ifadesiyle, hatta Fransa’da bulunduğum yıllarda bizzat Afrikalı diplomatlardan bile dinlediğim bir şey; dünyada genel olarak beyazlar siyahlara ırkçılık yapar, ama sadece Mali’de siyahlar beyazlara ırkçılık yapıyor iddiasıydı. 2012 yılı Eylül ayında Nijer’e gittiğimizde, siyahî insanların beyazlara inanılmaz derecede ırkçılık yaptıklarını ve bunun çok acı neticelerinin hâlâ devam ettiğini, ırkçılığın her türlüsünün ne kadar kötü olduğunu orada yetkili ağızlardan da dinlemiş ve de böylece bir nebze görmüş olduk, haliyle de hepsi Müslüman olan bu toplum adına üzüldük. Sömürgeci Fransa’nın Bölgedeki Geçmişi Günümüz Batı Afrika ülkelerinden Mali Cumhuriyeti de bu anlamda mevcut sınırları Fransa tarafından çizilmiş, tarihî sınırları yerine yeni sınırlarla oluşturulmuş modern bir devlettir. 1960 yılında bağımsız olurken mevcut sınırları çizildi. Oysaki 1850’lerde Senegal’le başlayan Fransız işgali ve sömürgeciliğinin Mali’de bugün direnişin, isyanın olduğu kuzeydeki Timbuktu ve çevresine gelişi ancak 1890 yılı sonrasında mümkün oldu. Aslında Afrika coğrafyasında bu kadar geniş, birkaç bin km’deki herhangi bir yolun, ulaşım imkânlarının, deniz imkânlarının pek olmadığı bir güzergâhı 40 yılda aşmak da, çok büyük bir gayret ve uğraşı neticesinde olmuştu. 1890’lı yıllarda bu bölgenin tamamına yakınını aştıktan sonra Nijer’e girip buradan bugünkü Libya’nın güneyindeki Fizan’a yaklaşmaları ise 1910’lu yıllara rastlamaktadır. Yine Çad’ın kuzeyini ele geçirmeleri 1917, Cezayir’in güneyini ele geçirmeleri 1918-20 yılları arasında gerçekleşmişti. Yani yaklaşık 70 yıllık bir serüveni var Fransa’nın bu bölgeyi ele geçirmesinin. 1 Fransa Mali’yi ele geçirdiğinde, üzerinde bugün isimleri pek fazla geçmemekle birlikte o gün daha farklı şehirler ve o şehirler çevresinde kurulmuş emirlikler diyebileceğimiz Müslüman devletçikler var. Bunların hepsini birer birer ele geçirdiler. Direnenleri, direnmekte ısrar edenleri ya sürgüne gönderdiler, ya idam ettiler, ya bir şeyi vesile ederek hapishanelere attılar. Bugünkü başkent Bamako bir köy iken sömürge genel valisinin yardımcısının bulunduğu yer olarak yeniden düzenlenip bir şehir görünümü verildi. Bugün kısaca Batı Afrika Ekonomik Topluluğu dedikleri ECOWAS’tan daha geniş olan Fransız Batı Afrikası olarak ifade edilen bölgede yaklaşık 15-16 bağımsız devlet var. Bunların genel valisi de Afrika’nın en batı ucunda Senegal’in başkenti Dakar’ın açığında, bu şehre giden herkesin belki de gezebileceği tek tarihî yer olan, köle ticaretinin yapıldığı Gore Adası, sömürge genel valisinin oturacağı şekilde düzenlenmiş bir yerdi. Yani kıta içerisinde yerliler tarafından herhangi bir saldırı olacağı zaman burayı ele geçirmeleri mümkün olmadığı için genel vali Gore Adası’nda oturuyordu, yardımcısı da Mali’nin başkenti Bamako’da… Bamako’da da şehrin hemen üzerinde bizim Çamlıca gibi Koluba dedikleri bir tepe var, yerel Bambara dilinde ‘Büyük Tepe’ demek. O tepe üzerine bir vali yardımcılığı binası yapmışlar. Bu bina bugün cumhurbaşkanlığı sarayı olarak kullanılıyor. Bunun dışında da Mali’ye Fransa’nın yaptığı gözle görülür herhangi bir eser yok. Bölgeyi işgalinden 1960’a kadar devam eden süreçte Mali halkı Müslüman bir halk, içlerinde çok az sayıda putperest, yani animist insanlar vardı. Belli bölgelerde onların Dogon dedikleri hem etnik bir unsur, hem de Bandiagara dedikleri bir yerleşim yeri vardı. Doğu Mali’de, burada putperest bir kavim var, onların dışındakilerin tamamı Müslüman... Fransızların bölgeye girişi esnasında burada çok büyük bir önder, el-Hac Ömer Tall vardı. Bu kişi burada Fransızların tabiriyle büyük bir imparatorluk kurmuştu. El-Hac Ömer büyük bir âlim, bir mutasavvıf, bir devlet adamı aynı zamanda, kendisi hakkında yapılan doktora tezleri yazılan önemli bir şahsiyetti. Yazdığı eserler 20. yüzyılda çok sayıda Avrupa’da araştırmaya konu oldu. Osmanlı Devleti’nin Bölge ile İrtibatı Timbuktu bölgesi çok eski bir İslam kültür merkezi. Hatta belki de akılda kalsın diye ‘333 velinin kabrinin bulunduğu şehir’ olarak ifade ediliyor. Burada çok önemli âlimler yetişmiş. Osmanlı Devleti’nin de Mali’yle irtibatının en yakın olduğu dönem 16. yüzyılın sonu, 1570’lerden sonradır. Burada Songay adlı bir imparatorluk veya bir sultanlık vardı. Bugün işte kuzeydeki isyancı dedikleri grupların ele geçirdiği Gao şehri onların merkeziydi, hatta Fransızlar ‘Gao İmparatorluğu’ diye kitaplar yazmışlardı. Timbuktu ise daha ziyade hem bu devletle, hem de bunun öncesinde 1300’lü yıllardan 1400’lü yılların ortasına kadar Mali Sultanlığı’nın önemli bir şehriydi. Ama payitaht merkezi Niani şehri idi. Timbuktu’da İslamî eğitim çok gelişmiş ve 1591 yılında burası çok önemli bir merkez olarak Osmanlı ile irtibat halindeydi. Üçüncü Murat zamanında Osmanlı Devleti 1570’li yılların sonunda Libya’nın güneyindeki Fizan’ın idaresini bugünkü Çad-Nijerya topraklarında bin yıl hüküm süren KânimBornu Sultanlığının idaresinden aldı. O zaman Libya’nın güneyi ve Çad’ın, hatta Nijer’in kuzeyini, bu bölgede hüküm süren Bornu Sultanlığı idare etmekteydi. Bu sultanlık 1900’lü yıllara kadar ulaştığında bin yıllık bir sultanlıktı. 1900 yılında Fransızlar tarafından tarihten silindi. Merkezi bugün Nijerya’daki Bornu eyaletinin merkezi olan Mayduguru şehri idi. Bu Bornu Sultanlığı Osmanlı ile özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde yakın ilişkiler kurdu. Ama Kanuni sonrasında, yani özellikle Üçüncü Murat döneminde Fizan’ın tamamıyla Bornu Sultanlığı’nın idaresinden alınıp Trablusgarp’a bağlanmasıyla birlikte, Bornu Sultanlığı’yla Osmanlı Devleti zaman zaman gerginleşen ilişkilere sahip oldu. Ama Fas Sultanlığı ile arasında çok yakın ilişki kuruldu. Adeta Osmanlı’nın merkeziyle kuzeybatısı arasında bir hat oluşturarak bugünkü Mali dediğimiz bölgeye inilmesi engellendi. Bu ittifakla Songay Sultanlığı Fas’ın buraya gönderdiği dört bin kişilik bir orduyla 1591 yılında Timbuktu Fas’a 2 bağlandı. O döneme ait kaynaklara pek fazla eğilmiyoruz, aslında o dönem kaynaklarındaki bilgiler bile Osmanlı-Fas ilişkilerinin ulaştığı boyutu ifade etmeye yeter. O dönemde Fas’ta hüküm süren Sadi Hanedanı’nın başındaki Ahmed el-Mansur aslında Osmanlı Devleti’nin himayesindeki bir sultan iken Timbuktu’yu idaresine aldı. Buradaki bütün ulemayı, buranın zenginliklerini alıp Fas’a götürdü. Hatta bunların içinde çok meşhur bir alim olan Ahmed Baba da vardı ki herkesin saygı duyduğu bir alimdi. 1590’lı yıllarda Timbuktu medreselerindeki öğrenci sayısına dair kaynaklar çok farklı rakamlar vermektedirler; yirmi bin, otuz bin, kırk bin, elli bin öğrencinin olduğu yönünde bilgiler var. Ahmed Baba ile bu zenginlik bir ganimet olarak Fas’a taşınınca, Fas Sultanı Ahmed el-Mansur’un ordusu önemli bir kısmı altın olan o kadar büyük bir zenginlikle döndü ki kendisine ‘ez-Zehebî’ unvanı verildi. Ahmed Baba bir gün Ahmed el-Mansurûn huzuruna çıkarıldığında, yani divana alındığında diyor ki; “Bizi niçin Timbuktu’dan aldın getirdin, o gariban dünyamızdan?” Ahmed el-Mansur ise cevaben: “Benim burada çok amansız düşmanlarım var! Portekiz, İspanyol küffarı var! Bunlara karşı sizden destek istiyorum!” Ahmed Baba ona karşılık olarak (bu önemli şahsiyet ile ilgili yapılan doktora tezinden aktarıyorum): “Biz kimiz, sana nasıl yardım edebiliriz! Biz Sahra Çölü’nde, kendi halinde insanlarız. Oysaki hemen yanı başınızda Cezayir’de, Tilimsan’da Türkler var! Onlardan yardım iste! Senin düşmanlarını asıl yenecek olan güç onlar! Bizden sana bir hayır gelmez!” Velhasıl bizim Mali ile 16. yüzyılın başında kurulabilecek olan ilişkilerimize temel teşkil edecek fırsatlar o dönemde bitmiş. Tabi bu bir daha hiç irtibat olmamıştır anlamına gelmiyor. Bu mümkün değil; çünkü buranın Müslüman halkının hac vesilesiyle ve ilim öğrenmek hevesiyle mutlaka Kuzey Afrika’yla ve Kuzey Afrika’da ulaşımın özellikle belli mevsimlerde en kolay yolu olan Trablusgarp’la irtibatları vardı. Buradaki tarikatların, zaviyelerin kıtanın bu iç bölgelerine kadar uzanan müntesipleri vardı. Bu ilişkiler ticaret ve hac yolculuğu esnasında devam ediyor ve Mali halkı Libya’dan yani Trablusgarp eyaletinden, Mısır’dan, Osmanlı coğrafyasından haberdardı. Ancak 19. yüzyılda önce Cezayir’in 1830’da Fransızların işgaline uğraması ile başlayan süreç, daha sonra 1881’de Tunus’un, ardından 1912’de Fas’ın himaye adı altında Fransa’nın eline geçmesiyle tamamlanıyor. Yine aynı yıl Libya’nın İtalya’ya bırakılmasına uzanan süreçte Osmanlı Devleti olabildiğince hamleler yaparak bu bölgeyi, bu bölgenin Müslümanlarını, daha doğrusu bütün Afrika’daki Müslümanların hamiliğini üstleniyor, onlara ulaşmaya çalışıyor. Hicaz’a gelenlerden oraya geldikleri zaman veya bu bölgelere herhangi bir vesileyle gitmiş olanların da verdiği bilgilerle ki arşivde rastladıklarımız birbirini çok kolay tamamlamayan ama parçacıklar halinde irtibatları bize haber veriyor. Bu da, biz şu anda Afrika’ya nasıl ilgi duyuyorsak, aslında bu ilginin yüz yıl önce devlet tarafından ilkinin duyulduğunu gösteriyor. Son bir örnekle bugünkü konumuza geçmek istiyorum: 1900’lü yılların başında İkinci Abdülhamid döneminde İstanbul’da, o dönemin devlet idaresine muhalif olan gençlerinden bir kısmının Fizan’a sürüldüğünü biliyoruz hepimiz. Bu olay vesilesiyle bazı genç subaylar da Fizan’a kadar gönderiliyorlar. O genç subaylardan birkaçı Fizan’dan (Fizan dediğimiz yer aslında bir yer adı değil, coğrafya adı… Burada yüze yakın yerleşim yeri vardı, merkezi şehri Murzuk veya Merzuk olarak ifade edilen kasaba idi) kaçıp Nijer’e iniyorlar. Sene 1907-1908… Nijer’in ortalarında Fransız askerleriyle karşılaşıyorlar. Fransız askerleri onları Nijerya’ya geçiriyorlar. Nijerya’da İngiliz askerleri var, onlar da Londra’ya gitmelerine yardımcı oluyorlar. Nijer’deyken Fransız askerleriyle yaptıkları konuşmaları orada daktilo etmişler. Bu belgelerin bir nüshası Bamako’daki genel vali yardımcılığının tuttuğu arşivde, bir nüshası Dakar’da, bir kısmı da Paris’te Sömürgeler Bakanlığı’na gidiyor. O bakanlıktaki belgelerle Dakar’daki belgeler mikrofilm edilmiş halde Paris’teki Millî Arşiv’de vardı. İlgilendiğim kısımlarını fotokopi çekerken Fizan’dan ayrılıp Nijer’den Nijerya’dan Londra’ya giden birkaç subay ki bunların içerisinde Sami Bey, Celal Bey diye genç subaylar var. Doktora tezimle ilgilendiğim konu ile alakalı olmamakla birlikte belgeler dikkatimi çekti ve okumaya başladım. Bir dosya idi ve başlığı Tibesti’de Türkler idi. Nijer’de Fransız subayları ile görüşen Osmanlı sürgün subaylarının notları 3 Bamako’da daktilo edilmiş vaziyetteki belgelerin yanında kurşun kalemle notlar yazılmıştı. Ancak Paris’teki belgelerde bu notlar yoktu. Bu belgenin daktilo edilen asıl kısmında : “Bu subaylar Abdülhamid düşmanı, padişahlarını devirmek için her türlü düşünceye sahipler, desteklenmeleri lazım!” yazıyordu. Bu şekilde övgü içeren, faaliyetlerini destekleyen ifadeler vardı. Ancak Bamako’daki belgelerin yanına kurşun kalemle yazılanlar: “Bunların söylediklerinin hiçbirine inanılmaz, bunlarda gizli bir Abdülhamid hayranlığı var!” diye not düşülmüştü. Bunu doğrulayan olay ise şu: İkinci Abdülhamid tahttan indirilince Londra’dan İstanbul’a bu genç subaylar geldiklerinde devletten istedikleri ilk iş “Bizi Fizan’a gönderin, ama bu sefer sürgün olarak değil de mutasarrıf olarak, subay olarak gönderin!” oldu. Hakikaten de bu insanlar bölgeye bu sefer subay olarak, mutasarrıf olarak, kaymakam olarak gönderildiler ve bunlar 1912-13 yılına kadar Fransızların Libya’ya girmesini Çad’a girmesini engellediler, ancak Libya 1912’de düşünce Afrika’daki son Osmanlı kalesinin düştüğü haberinin alır almaz mecburen çekilmek zorunda kaldılar. Avrupa Son 20 Yıldır Mali’yi Afrika’ya Örnek Olarak Gösteriyordu Mali’deki son gelişmelere gelelim. Fransa bu bölgedeki devletlerin tamamına bağımsızlıklarını verdi. Girerken büyük direnişlerle karşılaştı, ama çıkarken herhangi bir direniş veya Fransızları oradan atma yönünde ciddi bir savaş, Cezayir bağımsızlık savaşı dışında olmadı. Fransa buraları artık bırakmak istiyordu. Bunun birçok sebepleri vardı ve geniş bir konu. Fransa’nın meclisinde bu sömürgeleri temsil eden birer ikişer mebus vardı. Bunlardan bir tanesi de Mali’den Modibo Keita idi. Keita hâlâ Malililerin hakkında hiçbir kötü şey söylemedikleri bir liderdir. 1968 yılına kadar Mali’de devlet başkanı olarak kalan Modibo Keita’yı (‘Modibo’ kuvvetle muhtemel ‘müeddib’ kelimesinin mahalli söylenişi, ‘Keita’ ise ‘sultan’, ‘yönetici’ anlamına gelen ve Mali’de nüfusun neredeyse %10’unun taşıdığı bir soyadıdır). 1968 yılında deviren General Musa Traore 1991 yılına kadar 23-24 yıl ülkeyi bir demir yumruk gibi idare etti. 1991 yılında Traore’nin devrildiği tarihten 2012’ye kadar Mali, sadece Batı Afrika’da değil, bütün Sahraaltı’ndaki 48 ülkeye örnek olarak gösterilen ‘demokratik yapı’, ‘çok partili sistem’ gibi, Batı’nın “Evet Afrika’da Batı’nın değerlerini benimseyebilen, yaşatabilen bir sistem var!” dedikleri yer, özellikle de Batı Afrika’ya örnek gösterilen bir yerdi. Ve tabi Fransa’nın çekilmesinden sonra Mali 1960’tan 1990’a kadar bölgedeki birçok ülke gibi Sovyetler Birliği nüfuzuna düştü. Özellikle Musa Traore’nin ilk dönemleri, Modibo Keita’nın da biraz sosyalist eğilimleri vardı. 1990’ların başına kadar Sovyetler’in bu bölgedeki, genel anlamda Afrika’daki etkinliği (yani Somali’deki durumun da aslında bir anlamda süreci budur) bu tarihte Sovyetler’in yıkılma sürecine girmesiyle birlikte azalınca, Mali de diğer ülkeler gibi daha bir rahatladı. Demokratik sisteme, çok partili sisteme rahat bir geçiş yaptı, darbeyi yapan general bir yıl içerisinde genel seçimlerle sivil bir kişi, hatta bir tarih profesörü olan Alfa Ömer Konare’nin devlet başkanı olmasını sağladı. Alfa Ömer Konare iki dönem devlet başkanlığı yaptı, hatta Mali’de başarılı olduğu için de 2003 yılından 2008’e kadar 5 yıl Afrika Birliği Komisyonu başkanlığı yaptı. Türkiye’yi de bir anlamda Afrika’ya yaklaştıran, stratejik ortak yapan, Afrika Kalkınma Bankası’na üye yapan, 1. Türk-Afrika Devlet Adamları Zirvesi’ni bizzat organize eden ve daha pek çok yeniliği gerçekleştiren kişi Alfa Ömer Konare’ydi. ‘Alfa’ yerel dilde ‘müftü’ demek aslında ve Batı Afrika’da çok yaygın bir isimdir. Halen Gine devlet başkanı da Alfa Conde’dir. Müdahalenin Amacı Bu Bölgenin En Az 50 Yılına İpotek Koymak Afrika Birliği Teşkilatı 1963 yılında çok az ülke bağımsızlığına kavuştuğu bir dönemde, geri kalan yerleri de bağımsızlaştırsın diye o günkü Etiyopya, Fas, Mısır gibi 5-10 ülkenin kurduğu bir teşkilat. 1963’den 2005 yılına kadar aradan geçen 43 yılda Türkiye’ye davet edildiği halde bu teşkilatın başkanları ki içlerinde Tanzanyalı Salim Ahmed Salim gibi liderler de var, hiçbiri Türkiye’nin davetine 4 icabet edip gelmemişlerdi. Yani Afrika üzerindeki menfî Türkiye propagandası aralıksız devam etmişti. Türkiye’nin 2005 yılını Afrika Yılı ilan etmesiyle birlikte ilk defa onun gelişi ve peşinden olayların seyri hepimizin artık malumu… Mali’nin bizim için de böyle bir önemi var. Alfa Ömer Konare’nin devletbaşkanlığının süresi 2002’de dolunca yerine 1991 yılındaki askeri darbeyi yapan Amadou Toumani Toure, 2002 yılından 2012 Nisan ayına kadar Mali Devlet Başkanı olarak görev yaptı ve görevini tamamlamak üzereydi. %65-70 seviyesinde oy alabilen bir liderdi. Elbetteki Afrika demokrasilerinde, çok partili sistemlerde her şeye rağmen bir sürü aksaklıklar vardı. Amerika’da bile bu aksaklıklar varken Afrika’da yoktur demek yanlış olur. Her iki lider, Konare ve Toure, 20 yıl boyunca Mali’yi öyle bir yerden aldılar ve öyle bir yere getirdiler ki… Benim 1993 yılında Mali’ye gittiğimde gördüğüm manzara, Anadolu’nun bir çocuğu olarak ve de yedi yıl Fransa’da yaşayan birisi olarak söylüyorum, inanılmaz bir şeydi. Uçaktan indiğim, Mali’ye ayak bastığım gün yaptığım ilk iş havayolu acentesinden bilet alıp o gün Mali’den ayrılmaktı. Fakat bilet işlemlerinde çıkan problemlerden ötürü dönemedim. Fakat bir hafta kaldıktan sonra Mali’yi de sevdim, Mali insanını da sevdim ve bu ülkede kalmaya başladım. Fakirlik, yoksulluk, kelimelerle tarif edilemeyen şehirde, Bamako’da gördüğüm manzaradan sonra, 2010 yılında iki defa gittiğim Bamako’nun ne hale dönüştüğünü gördüm. Ve bu iki devlet adamının arkasında Muammer Kaddafi gibi bir adam vardı; Mali’de o zor dönemde devlet televizyonunu kurmuş, bazı önemli yollar yapmış, birtakım hayatı kolaylaştırıcı şeylere el atmıştı, 2010 yılında, 50. bağımsızlık yılında bakanlıklar dahil olmak üzere tüm bakanlıkları içine alan bütün hükümet binasını büyük bir kompleks içerisinde muazzam bir site halinde yaptırdı, hatta adı da Kaddafi Sitesi idi. Bir devlet düşünün, bakanlık binasını dahi yapamıyordu. İmkânları yok değil, ama bunlar kendilerine ait değildi. Bugün de değil, yarın da olmayacak belki de! Şu son yapılan müdahalenin yegâne amacı Afrika’nın, en azından bu bölgesinin, batı tarafının en az 50 yılına ipotek koymaktır. Yapılan izahlar, Fransa’nın kendisini anlatmak için kullandığı ifadeler ile asıl niyeti arasında ne kadar çok fark olduğunu biz değil bizzat bazı Fransızların yazdıklarından bile okuyarak öğrenebiliyoruz, başka bir şey okumaya gerek bile kalmıyor. Yani bazı Fransızlar ifadelerinde ülkelerinin oradaki asıl niyetini öğrenmek için yeterlidir. Libya Kilit Ülkeydi Bu bölgedeki gelişmeler çerçevesinde Libya kilit ülke haline gelmişti ve bu ülkenin Afrika’daki hayati faaliyetlerini mutlaka yıkmak gerekiyordu. Afrika’daki taşları yerinden oynatmak için, yani Libya’ya saldırı planları uygulamaya konulduğu anda en büyük feveranı Mali Devlet Başkanı yaptı. “Böyle bir şey olamaz, bu Afrika’nın mevcut durumunun sonu olur!” dedi. Hakikaten sonun başlangıcı kendisinin askeri darbeyle yıkılmasıyla alevlendi. Yani Kaddafi 2011 yılı Ekim ayında öldürüldüyse, o da beş ay sonra 2012 yılı Mart ayında darbeyle indirildi. Mali’de 15 milyon civarında bir nüfus var, 1.2 milyon km2’nin üzerinde yani Türkiye’nin bir buçuk katı büyüklüğünde toprakları var. Bu sene, 2012 yılı Temmuz ayında Mali’ye gittiğimizde, kaldı ki biz genelde böyle ülkelere gittiğimizde başkentte ve çevresinde gezeriz, ülkeyi tanıdık der döneriz. Bu defa öyle yapmadık ve 700 km. kadar yol alarak ülkenin bölünmüş bölgesinin son şehri, Fransa’nın da müdahalede koz olarak kullandığı Mopti’ye gittik. Buraya yakın başka havaalanı olmadığı için, kuzeye müdahale etme imkanı kalmıyordu, buradaki havaalanı kuzeydeki direnişçilerin eline düşecek olursa bir daha buraya müdahale imkânı kalmıyor diyen Fransa ki artık uzaya bile uydular gönderen devletler tabi ki Shara çölüne de mutlaka gideceği bir yol bulurdu. Ama bunu bahane ederek bu senenin, ayni 2012 yılının sonuna kadar müdahale etmeyi düşünmediği halde, alenen beyan ettiği halde, aniden müdahale etti. Fakat Mopti’ye 20 km uzaklıktaki Kona kasabasına direnişçilerce girilmesini bahane ederek “Mopti Düşecek!” diyerek yerleşti. Şimdi 15 milyon nüfusun içerisinde en büyük unsuru en az %30-40’lık oranını Bambara soylular oluş5 turuyor ve Malili denince de asıl tarif edilen bunlardır. Tarihî olarak Mali’nin devamı olan unsur bunlardır. Burkina Faso’da kitle olarak yoğun, bu ülke nüfusunun belki yarısına yakını, belki daha fazlasını bunlar oluşturuyor. Fildişi Sahili’nde de yoğunlar, Senegal’de varlar, Moritanya’da az da olsa Bambara mevcut, Gambia’da, Gine-Bissau’da, Liberya’da, bütün Batı Afrika’da 50 milyona yakın insanın Bambara dili konuştuğunu biliniyor. Mali’deki bir diğer etnik unsur Sarakole dedikleri bir etnik unsurdur. Bu ırk tarihî Mali Sultanlığı’nı kuranların soyundan gelenler ve tüccar insanlardır. Angola’ya kadar, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne kadar bütün Batı Afrika’da ve Fransa’da bulunan Malililerin tamamına yakını bu soydandır. Bunlar tamamen tüccar sınıfı oluşturuyorlar. Pöl diye bir ırk var, Fransızlar Pöl diyorlar, Araplar Fulani demektedirler. Bu ırk neredeyse Kızıldeniz ile Atlas Okyanusu arasındaki bütün Sahel’de (Kuzey Afrika’nın güneyini çevreleyen Büyük Sahra Çölü arasında bir kıyı, şerit oluşturduğu için Sahel yani Sahil diye adlandırılmış) hayvancılıkla geçinen, çobanlıkla geçinen bir unsur. Mali’de de epeyce var bunlardan, Nijer’de, Sudan’da ve bütün Batı Afrika’da, Nijerya’nın kuzeyinde oldukça etkililer. Fulaniler bütün Batı Afrika’da İslam’ın yayılmasında, özellikle 16. yüzyıldan sonra çok çok etkili oldular. İki önemli merkezleri var; biri Senegal’de Futa Toro, diğeri de Fildişi Sahili’nde Futa Calon. Ve bunların en büyük liderlerinin başını Nijerya’daki Osman Dan Fodio çekiyor. İkincisi el-Hac Ömer diye bahsettiğim kişi… Bunlar Fulani ırkından ve onlara akraba ırklardan. Mali’de bugün problemlerin merkezine oturan Tuareglerle ilgili çok farklı tezler var. Bunların Kafkas ırkı olduğunu söyleyenler var, Avrupa’dan bölgeye indiğini söyleyenler var, kendileri daha çok Fenikelilerin soyundan geldiklerini söylüyorlar. Berberilerden geldikleri fikri çok yaygın olmasına rağmen kesinlikle alakamız yok diyenler de var. Ama bir şey varsa, gerçekten de Tuaregler dilleriyle, örfleriyle, yaşayış biçimleriyle kendilerine has özellikleri olan bir kavimdir. Kökenleri ile ilgili tartışmalar bir kenara, Tuaregler diye bir gerçek var ve Büyük Sahra Çölü’nde yaşayabilen, oranın yazına, serin havasına, yağmuruna dayanıklı bir millet Tuaregler. Onlar kendilerine aslında Tuareg denmesinden de hoşlanmıyorlar. Tamaşek diyorlar, alfabeleri Tifinag alfabesi, hâlâ konuşuyorlar ve yazıyorlar ve Fenikelilerden geldikleri ile ilgili yegâne bağlantıyı bunun üzerinden kuruyorlar. Abdülhamid’e Mektup: Fransızlar Bize ‘Haydut’ Diyecekler, Sakın İnanmayın! Tuaregler dünyada Avrupa üzerinden gündeme geldiler. Daha önce Büyük Sahra Çölü’nde yaşıyorlardı. Avrupalı seyyahlar bu bölgeye 1790’dan itibaren yüz yıl kadar süren seyahatlerde Tuareg dünyasını tanıdıklarında bunları daha kolay anlamak için ikiye böldüler: Kuzey Tuaregleri ve Güney Tuaregleri diye. Kuzeydekiler Cezayir ve Libya’nın güneyinde Ezgar (Ajjer) ve Hogar isimli iki büyük kabile idi. Bunların da güneydekiler ise Mali ve Nijer’de kalanlar. Ayrıca Çad’da, Burkina Faso’da, Nijerya’da ve Moritanya’da da 50 bin, 100 bin, 300 bin kişilik Tuareg topluluklar var. Ancak Tuaregler 8 milyon km2’lik bu Sahra Çölü’ndeki en büyük unsurken, bugün yaşadıkları her ülkede azınlık konumunda varlıklarını sürdürme mücadelesi veriyorlar. Hiçbir ülkede çoğunluk değiller. En yoğun oldukları yer Nijer devleti sınırlarında kalan Agadez bölgesidir. Her ülkede, buna Cezayir ve Libya da dâhil, tecrit edilmiş ve itilip kakılan insanları oluşturuyorlar. Bunlara ilk defa ciddi anlamda sahip çıkan Kaddafi oldu ve bunların bir zamanlar daha geniş imkânlara sahip olmasını sağladığı için bugün Libya’da da artık sevilmiyorlar. Böyle bir tecrit olma durumları hâlâ devam ediyor. Biz bunların Mali’de çok azını tanımıştık ama geçen sene Eylül ayında Nijer’e gittiğimizde ve onlara misafir olduğumuzda gördük ki, Osmanlı’ya karşı hayranlıklarının ölçüsünü anlamak çok zor gerçekten. Kurulan az irtibata rağmen tarihte hiçbir millete gönüllü olarak bağlanmayan Tuaregler Osmanlı Devleti’ne gönüllü olarak kendileri bağlamışlar. Osmanlı Devleti’nin hicri 1324 tarihli devlet salnamesinde, yani 1907-08 yıllarında Osmanlı’ya bağlı bütün kazaları sayarken Fizan’â bağlı Ezgar Tevarık 6 kazası ismi geçiyor. Şimdi salnameyi inceleyen birisi buranın Fizan’a bağlı bir yer olduğunu anlasa bile ama nerede olduğunu bilemez. Aslında bugün Nijer’in kuzeyiyle Libya, Cezayir’in kesiştiği tam bugün çatışmaların olduğu yerde bir kaza. Yani Osmanlı kendi kayıtlarına bile bir kaza merkezi olarak Tuareglerin önemli bir kolunun adını yazıyor. Tuareglerle ilk ciddi temas 1881 yılında Cezayir’in güneyindeki Hogar veya Hagar olarak ifade dilen Cezayir Tuaregleri şeyhi Muhammed bin Yusuf ile oldu. Fransızlar Cezayir’in bugünkü güney sınırından Mali’ye geçen noktaya ilerleyebilmek için tam 70 yıl uğraştılar. Nasıl Batı Afrika’da 70 yıl uğraştılarsa, o çölü geçmek için de 70 yıl uğraştılar ve karşılarındaki en büyük engel Hogar Tuaregleri şeyhi Muhammed bin Yusuf’tu. Muhammed bin Yusuf bölgesine gelen bir Fransız albay komutasındaki 500 kişilik bir birliğe, “Buraya gelmeyin, istemiyoruz sizi, sizin niyetinizi biliyoruz, Cezayir’i işgal ettiniz!” dediği halde Fransızlar bölgeye girince yapılan savaşta, komutan Albay Flatters dâhil hepsini öldürdüler. Bunun üzerine Muhammed bin Yusuf İkinci Abdülhamid’e Arapça bir mektup yazdı. Bu mektupta başlarından geçen olayı anlatıyordu ve “Bize silah gönderin!” diyordu. Ancak 1878 Osmanlı-Rus Savaşı yeni bitmiş, birçok sıkıntılar vardı. “Silah göndermeyebilirsiniz fakat İstanbul’daki Fransız sefirinin bizim hakkımızda yamyamlar, vahşiler, haydutlar gibi ifadelerine inanmayın!” diyordu. Şimdi Mali’deki Tuareglerin ‘İslamcı terörist’ olduklarına inanalım! Bakın o günkü Tuareg şeyhi İstanbul’a bu mesajı iletirken, aynen şu ifadeleri kullanıyor: “Bizden haydut diye bahsederlerse buna inanmayın! Biz sizi halife olarak biliyoruz, size tabiyiz, müslümanız, Hz. Muhammed’in ümmetiyiz, sizden farkımız yok!” Ama bugün Fransa bütün dünyaya “Bunlar İslamcı teröristtir!” diyor. Hatta biraz da aralarına ayrılık koyup “Azavad’ın bağımsızlığı için uğraşan Azavad Milli Kurtuluş Hareketi laik bir harekettir!” diyor. Bu hareketin en önde gelen liderleriyle yapılan röportajları okuyorum, “Bu bize yapılan en büyük iftiradır. Biz laik falan değiliz. Kuran bizim kitabımız, bizim anayasamız olursa temel olarak Kuran’ı esas alırız.” diyorlar. Fransa’nın 50 Yıl Önce Çekilirken Bıraktığı Fitne Ateşi Hâlâ Yanıyor! Fransa Mali’nin kuzeyindeki bu bölgeden 1960 yılında çekilirken kendilerine Sahra Çölü’ndeki, Afrika’daki en büyük engeli çıkaran Tuaregleri kazanmak için, onları Hristiyanlaştırmak için çok uğraştılar, misyonerler gece-gündüz çalıştılar. Özellikle Fransa’da sembol bir isim olan misyoner Charles Foucauld adındaki kişiyi dahi öldürüyorlar ki bu olay da Fransızları çok kızdırmıştır. Fransızlar Tuareglere “Sakın Mali’nin güneydeki siyahlara itaat etmeyin, onlar geçmişte sizin kölelerinizdi!” diyor. Güneydekilere de diyor ki “Bu Tuaregler hayduttur, sakın bunlara bağımsızlık falan vermeyin!” Fitneyi aralarına bırakıp gittiler. O fitne ateşi hala yanıyor. Birkaç defa parlamış; 19621963’te parlamış. Ben 1993 senesinde Mali’deydim. Bir gün başkentten otobüse bindim Timbuktu’ya gidiyordum. Beni yolun yarısında zor ikna ettiler “Şu anda iç savaş var, seni öldürürler!” diyerek. Dönmek zorunda kaldım ve o zaman gidemedim. Ensaruddin Hareketi Nasıl Doğdu? Tuaregler en son 2006 yılında merkezî hükümetle anlaştılar. Az önce bahsettiğim her iki devlet başkanı Tuareglerle masa başında Cezayir Antlaşmaları ve değişik antlaşmalarla Cezayir’in de araya girmesiyle hep bir sulh ortamı oluşturdular. En büyük sulh ortamı da 2006 yılında oldu. 2006 yılındaki ortamda Tuareglerin eli silah tutan erkekleri orduya alındılar; asker yapıldılar, subay yapıldılar. Sivil görev yapabilecek olanlara sivil görevler verildi. Ve şu anda bütün kuzeyi, Azavad bölgesini elinde tutan İyad Ag-Gali Cidde’ye konsolos tayin edildi Mali hükümeti tarafından. Cidde’deyken orada Selefî bir grupla irtibatı olduğu gerekçesiyle Suudi Arabistan onu istenmeyen adam ilan edip ülkeden çıkarınca o da Pakistan’a gitti. Bir müddet Pakistan’da kalıp döndü denmektedir. Ancak kendisiyle 7 ilgili bilgi medyada pek geçmiyordu, ben ismine hiç denk gelmemiştim. Bu arada Kaddafi’nin düşmesiyle birlikte 2006 yılında orduya alımlar sırasında orduya giremeyen eli silahlı 700 ila 3000 kişi Libya’ya gidiyor ve bunların başında da Muhammed Ag Necim vardı. Muhammed Ag Necim Kaddafi öldüğünde Libya’nın güneyindeki en büyük şehir olan Sebha komutanıydı. O ve beraberindekiler Cezayir üzerinden geliyorlar ve Mali’nin en kuzeyindeki iki üç kasabayı 2012 Ocak ayında ele geçiriyorlar, Mali ordusundaki 70 kadar askeri de öldürüyorlar. Bu Mali Devlet Başkanı Amadou Toumani Toure’nin “Libya olayı bizi bitirecek!” öngörüsünün başlangıç hareketiydi bu olay ve Azavad Milli Kurtuluş Hareketi adına yapıldığı söylenirken bir anda Ensaruddin denilen hareket patladı. Ve bu hareket kısa zamanda bütün şehirleri ele geçirmeye başladı. Bu süreçte hareketin başındaki İyad’ın yanında baktılar ki dört tane Cezayirli Mağrip el-Kaidesi üyesi, hatta örgütün kurucularının önde gelenlerinden olduğu söylenilen Abdulkadir Drukdel, Muhtar Belmuhtar, Yahya Ebu Hammam ve Ebu Zeyd adında dört kişi var. Bunlar çok entelektüel birikime sahip, ya da orduda bulunmuş insanlar değiller. Mesela Muhtar Belmuhtar belki de Afganistan’a bizzat Amerikalıların götürdüğü bir adam... Bu adamlar belki mektepli, okullu, diplomalı değiller ama o coğrafyada dönen dolaplardan haberdar olan insanlar… Bu dört Cezayirlinin Ensaruddin’in yanında oldukları söylendi. Bu tabi yine bize medyadan gelen bilgiler… Dünyadaki haberlerin %80’inin Reuters, AFP, BBC ve CNN gibi üç dört medya kuruluşundan geldiği ifade edilir, bunların doğruluğunu test etme imkânımız yok. Ama bir şey biliyorsak mesela İyad Ag Gali, 2006 yılında hükümetle anlaşmadan önce bile mesela 2003 yılında başkent Bamako’da Yüksek İslam Konseyi Başkanı “Benim camimde cemaatimdendi. Her gün benimle namaz kılan, çocuğu benim Kuran kursumda okuyan, benim yakınım bir insandı!” diyor. Böyle bir şey yapmasına onlar da anlam veremiyorlar ama irtibatları sıkıntılı dönemde bile devam etti. Mali’deki merkezî hükümetle kuzeydeki Ensaruddin hareketini kuran İyad arasındaki bağlantıyı hem merkezî hükümet adına, hem de kuzeydeki Tuaregler adına Yüksek İslam Konseyi üyeleri sağlıyordu, hatta biz de Türkiye olarak mağdur insanlara yardımlarımızı gönderirken Yüksek İslam Konseyi aracılığıyla yardımları gönderip dağıtmaya çalıştık. Gelelim MUJAO Hareketi’ne; ‘Batı Afrika’da Tevhid ve Cihad Hareketi’… Bunun içindekilerin daha çok bölgesel olduğu, yani Nijerya’dan, Nijer’den, Mali’den, Cezayir’den, her yerden elemanların olduğu bir karma hareket olduğu söyleniyor. Tabi bunlar ne kadardır, bilemiyoruz. Şimdi benim açımdan kötü bir şey oldu, beklemediğim bir şey; Müslümanlar Fransa’nın Mali’ye gelişini dualarla karşılıyorlar. Bunun temel sebebi; Mali’nin kuzeyinin güneyden ayrılmasının güneylilere kaybettireceği çok bir şey yok, ama tarihen de o bölge güneyin bir parçası değildi. Yani Bambara ırkıyla orası arasında hiçbir irtibat yok aslında. Fakat öğrendiler ki, veya son yıllarda biliyorlar ki, burada petrol var, altın, uranyum, demir, çimento var, yani burada kıymeti haiz her şey var. Hayal kuruyor onlar da tabi, “Burası koparsa bu imkânlardan tamamen mahrum kalacağız!” diyorlar. Yoksa onlarla aralarında geçmişte böyle bir kucaklaşma, samimiyet yok. 50 yıldır zaten bir savaşın, bitmeyen savaşın etkisiyle onları itaat altına alsalar bile aslında uzun vadede barışma şartları çok fazla yok. Aslında olması gerekiyor, olabilir de. Neden? Çünkü hepsi Müslüman, hepsi de samimi Müslüman… Burada olmayan şey, Müslümanlar arasındaki irtibat. Ta sömürgeciliğin başlangıcından itibaren Müslümanlar arasına konulan nifak hala devam ediyor. Mezhep Farklılıkları İçsavaşa Sebebiyet Veriyor! En basit bir örnek verelim: 1993 yılında Mali’ye gittiğim zaman, camilere gidiyoruz namaz kılıyoruz, beyaz tenli birini görünce Avrupalı, hatta papaz bile zannediyorlar zannediyorlardı. Beyaz bir adam, şehirde geziyor, bu çok nadir rastlanılan bir durum. Kafama Faslıların şapkalarından koyum, bu sefer Arap zannettiler. Camilere giriyorsunuz; kıyamda herkes bizim gibi ellerini bağlıyor. Hemen yanındaki bir camiye giriyorsunuz; bir tane elini bağlayan yok, hepsinin elleri salık vaziyette ve camiler halk 8 diliyle ‘ellerini bağlayanların’ ve ‘ellerini sallayanların’ camileri olarak geçiyor. ‘Ellerini sallayanlar’ Malikî mezhebinden, ellerini bağlayanların durumu ise şu: Fransızlar 1890’dan 1960’a kadar Malililerin Hicaz’a gitmesini neredeyse tamamen yasakladılar. Arap ülkeleriyle irtibatlarını kestiler. Kaçakgöçek gidenler veya daha sonrasında gidip-gelenler Arabistan’da 1960 yılı sonrasında okuyan gençler, oradan etkilenerek ellerini bağlamaya başladılar. Bunlara Vehhabi dediler ve bunun üzerine kitaplar var ‘Mali’de Vehhabilik’ diye. Yani inançta, akidede böyle bir şey yok, sadece geleneksel uygulamaların bir kısmını bırakıp o güne kadar halkın alışık olmadığı uygulamalar var (özellikle de bu el bağlama olayında) ve içsavaş çıkıyor bunun için, bir sürü insan ölüyor. Mali’nin de böyle bir kaderi var. Yani bırakın kuzeyi, güneydeki Müslümanlar arasında bile, aynı dilden, aynı ırktan, aynı soydan olan insanlar arasında bile sırf el bağlama sebebiyle 1990’lı yıllarda bile camileri ayrılmış vaziyetteydi ve birbirlerine küfür damgası vuruyorlardı; özellikle Arap ülkelerinden etkilenenler geleneksel anlayışı devam ettirenlere… Son Bir not da Mopti şehriyle ilgili; 94 yılında bir öğretmen dedi ki; “Ben iki gün önce Mopti’deydim.” Arabistan’da okuduğu için Arapçası çok iyiydi. “İmam hutbe duasını okurken Osmanlı padişahına dualar okuyordu; ‘Allahım onu başımızdan eksik etme! O bizim halifemiz, sultanımız’ diyordu, şok oldum!” dedi. Yani o geleneksel bir uygulama, Osmanlı’dan alınan ufacık bir sızıntı, Osmanlı gitmiş, üzerinden 70 yıl geçmiş olmasına rağmen hala devam ediyordu. Bizim de irtibatımızı devam ettirmemiz gerekiyor. Ben sizleri epeyce yordum, kusura bakmayın. Teşekkür ederim. 9