T.C. NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İLKÖĞRETİM ANABİLİM DALI SOSYAL BİLGİLER EĞİTİMİ BİLİM DALI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI YAKIN DÖNEM AVRUPA TARİHİ FRANSIZ İHTİLALİ SEFA IRMAK 16010200003 Yrd. Doç. Dr. RECEP KÜREKLİ KASIM, 2016 1 FRANSIZ İHTİLALİ Fransız İhtilali’ni tam olarak anlayabilmek için öncelikle Fransız İhtilali öncesi Avrupa’da genel olarak havanın nasıl olduğunu bilmek konuyu daha anlamak ve konuya daha iyi hakim olmak için yararımıza olacaktır. Avrupa’daki devletlere bakacak olursak; 1. KUTSAL ROMA- GERMEN İMPARATORLUĞU (962-1806) “Bu imparatorluk 360’a yakın küçük devlete bölünmüş halde bulunuyordu. Avusturya’nın kontrolünde bulunan bu imparatorluğun en büyük üyesi ise Prusya’dır. 30 Yıl Savaşları dediğimiz ve hemen hemen bütün Avrupa devletlerinin bulaştığı ve esas itibariyle Almanya’da cereyan eden savaşlarda, II. Ferdinand bütün Almanya’yı Katolik yapmak için mücadele etmiştir. Bir bakıma II. Ferdinand din yoluyla Alman Birliği’ni kurmak istemiştir. Sonunda Almanya, 360 kadar devletten meydana gelen dağınıklığını korumuştur.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.23). 2. AVUSTURYA “Avusturya, Hıristiyan alemi içinde en kuvvetli devlet olmakla beraber, her türlü dini ve ırki birlikten yoksun bulunuyordu. Bir Avusturya devleti vardı; fakat bir Avusturya milleti yoktu. Avusturya sınırları içerisinde her ırktan, her milletten, her milletten, her dinden ve her dilden insanlar bulunuyordu. İtalyanlar, Macarlar, Almanlar, Slavlar, Latinler vs. gibi… Protestanlık ve Katoliklik iki ana din unsuru idi. Avusturya’nın bu heterojen yapısı, ihtilal çıktığı zaman, Fransız İhtilali fikirlerinin yayılması bakımından, Avusturya’yı çok korkutmuştur. Görülüyor ki, Avusturya, 18. Yüzyılın ilk yarısında Fransa ile üç defa savaşmıştır. Fransız İhtilali başladığı zaman, Avusturya, 18. Yüzyıl içinde ikinci defa olarak (birincisi 1715-1718) ve Rusya ile beraber, 1787’den beri Osmanlı İmparatorluğu ile savaş halinde idi.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.24-25). 3. RUSYA “18. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa sahnesine çıkan kuvvetli devletlerden biri de Rusya'dır. Çarlık Rusya’sının kuruluşu 16. yüzyılın ortalarına kadar gider, IV. İvan (veya Korkunç İvan), 1533'de Çar unvanını almıştır. "Rus Çarlığı" bu şekilde başlamıştır. IV. İvan 1584'te öldükten sonra Rus Çarlığı, bir süre karışıklıklar içinde kaldı. Nihayet 1613'de Rus Çarlığı'na Mihail Romanov getirildi. Bundan sonra 1917'ye kadar Rusya'yı Romanov (veya Romanof) hanedanı yönetecektir. Romanof hanedanı içinde özellikle iki hükümdar, Rusya'yı güçlü ve büyük bir Avrupa devleti haline getirmiştir: Birinci Petro (1682-1725) ve II. Katerina (1762- 1796). 1. Petro, Rusya'yı daha ziyade bauda ve İsveç'in zararına olarak genişletmiştir. Katerina ise gözünü güneye yani Osmanlı İmparatorluğuna dikmiş ve Osmanlı Devleti’ni yıkmak istemiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntısının üzerine kurmak istediği büyük projeleri vardı. 2 1768-1774 savaşı sonunda imzalanan Kaynarca antlaşması Osmanlı İmparatorluğu'nun Karadeniz üzerindeki hakimiyetinin sona erdirilmesinde ilk adımı teşkil ediyordu. Bundan sonra Karadeniz' de, Osmanlı Devleti'nin karşısına daima Rusya çıkacaktır. Fransız İhtilali çıktığında, Osmanlı Devleti ile, Rusya ve Avusturya arasındaki 1787-1792 savaşı ikinci yılında bulunuyordu.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.26-27). 4. İSVEÇ “17.yüyılda İsveç, Avrupa'nın önemli ve güçlü devletlerindendi ve bütün Baltık kıyılarına egemendi. Lakin İsveç bu üstün durumunu, Rusya'nın kuvvetlenip sivrilmesi sonucu, daha 18. yüzyılın başlarında kaybetmeye başlamıştı İsveç ·bundan sonra, Napolyon Savaşları'na kadar Avrupa politikasının dışında kalacaktır. Esasen bu dönemde İsveç, taht ve saltanat mücadelelerinin sebep olduğu bir iç karışıklık içindedir.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.27). 5. İNGİLTERE “Avrupa'nın en güçlü ve büyük devleti olan İngiltere, Fransa'nın en büyük rakibi ve düşmanı olduğu gibi, Napolyon savaşları sırasında, Fransa'ya karşı en güçlü direnmeyi gösteren, bu direnmeyi organize ve finanse eden ve sonunda galibiyeti sağlayan İngiltere olmuştur. Fransız İhtilali çıktığı zaman, İngiltere dünyanın en güçlü denizci ve ticaret ülkesidir. İngiltere'nin denizlerde tartışılmaz bir üstünlüğü vardır ve bu üstünlüğün ilk adımı, yine denizci bir devlet olan İspanya Kralı il. Filip'in, ‘Yenilmez Armada’ sının 1588'de mağlup edilmesiyle atılmıştır. Bu sırada İngiltere'nin başında da Tudor hanedanından Kraliçe Elisabeth bulunuyordu. 1688 tarihinde İngiltere tahtına Orange hanedanından William getirildi. Kral William, 1689 Şubatında, "Haklar Beya11namesi"ni kabul ederek, Parlamento'ya gayet geniş hak ve yetkiler tanıdı. O kadar ki, William hükümdarlığa, bu beyannameyi kabul etmek şartıyla getirilmişti ve beyanname yayınlandıktan sonra, kendisine ve karısı Mary'ye hükümdarlık tacı Parlamento tarafından giydirildi. Yani Kral'a, hükümdarlık etme yetkisini Parlamento vermiş oluyordu. Bu ise, o sırada Avrupa monarşilerinde yerleşmiş olan "İlahi Hukuk" teorisinin İngiltere'de sona erdirilmesi demekti. Ayrıca, Parlamento'nun Kral karşısındaki üstünlüğünü belirten ve Kralın yetkilerini esaslı bir şekilde sınırlayan Haklar Beyannamesi, İngiliz demokrasisinin en önemli belgelerinden biridir. Kara Avrupası'nda İngiltere'nin en büyük rakibi Fransa idi. Fransa'nın Avrupa'da kuvvetlenmesini istemiyordu. Fransa ile gerek İspanya veraset savaşlarında, gerek Yedi Yıl Savaşları'nda karşı karşıya gelmiş ve onu yenmişti. Lakin bir gerçek vardı ki, o da, 18. yüzyıl içindeki savaşların İngiltere'yi ekonomik bakımdan iyice sarsmış olmasıydı. İngiliz maliyesi çok sarsılmıştı. Bundan dolayıdır ki, 18. yüzyıl içindeki zaferler, yüzyılın sonunda büyük bir yenilgi ile kapandı: İngiltere, l 783'te imza ettiği Versay Antlaşması ile, Amerika Birleşik Devletleri'nin bağımsızlığını kabul ederek, kuzey Amerika'daki sömürgelerini kaybetti. 3 1783 Aralık ayında, İngiltere tarihinin en parlak başbakanlarından William Pitt Başbakan oldu. William Pitt, başbakan olduğu zaman henüz 24 yaşında bulunuyordu. Bu ‘harika çocuk’un başbakanlığı Türk tarihi bakımından da önemlidir. Zira İngiltere'nin, 179l'den 1878'e kadar devam eden, ‘Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü koruma politikası’ Başbakan William Pitt tarafından başlatılmıştır.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.28-30). 6. HOLLANDA VE BELÇİKA “Hollanda, 1648 Vestfalya antlaşması ile, İspanyol egemenliğinden kurtularak bağımsızlığını almıştı ve Avrupa'nın sömürgeci devletlerinin başında geliyordu. İhtilal çıktığı zaman 2,5 milyon kadar bir nüfusu olan bu ülkenin, hiç kara ordusu yoktu. Hollanda bir kara ordusuna sahip olmaması dolayısıyla, İhtilal savaşlarının daha ilk safhasında, 1795'te, Fransa'ya yenilecek ve Fransa'nın işgaline uğrayacaktır. Napolyon, 1810'da Hollanda'yı tamamen Fransa'ya ilhak edecektir. Bugün Belçika denen topraklara gelince, Fransız İhtilali patlak verdiğinde, buraları Avusturya Hollanda’sı adı ile Avusturya'ya ait bir bölgedir. 1714'e kadar İspanyol Hollanda’sı adı ile anılan bu topraklar, 1714 Reichstadt barışı ile Avusturya'nın egemenliğine geçmiştir.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.30-31). 7. PORTEKİZ VE İSPANYA “Portekiz'in adı, 15. yüzyılın büyük keşifleri sırasında çok geçmiştir. Alvarez Cabral'ın 1500 yılında Brezilya'yı keşfetmesi ile Portekiz, geniş Brezilya topraklarını ele geçirmiştir. Portekiz'in bu yükselişi ve kuvvetli durumu çok uzun ömürlü olmamıştır. Bunda özellikle İspanya'nın güçlenmesinin etkisi olmuştur. İspanya'nın en yüksek dönemlerinden biri olan Filip zamanında, 1580'de, Portekiz İspanya'nın egemenliği altına girmiştir. Portekiz, yakasını İspanya'dan ancak 1640'da kurtarabilmiştir. Bundan sonra da İspanya, Portekiz'in yakasını bırakmak istemediği için, Portekiz de, bu tarihten sonra, İspanya'ya karşı İngiltere'ye dayanma yoluna gitmiştir. Ne var ki, Portekiz artık Avrupa'nın büyük devletlerinden değildir. Devamlı iç mücadeleler bu ülkeyi çok sarsmıştır. Portekiz'in çöküntüsü bütün 18. yüzyıl boyunca da devam etmiştir. Bundan dolayıdır ki, Napolyon'un İspanya ile beraber Portekiz'i de işgali gayet kolay olmuştur.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.31). 8. İTALYA “18. yüzyılın sonlarında İtalya, coğrafi bir kavramdan ibarettir. Yarımada ile daha kuzeylerde irili ufaklı 14 tane devlet vardı. Bunların başlıcaları, Sardunya Krallığı (Piyemonte, Savua, Nis ve Sardunya adasını kapsamaktadır), Venedik Cumhuriyeti, Cenova Cumhuriyeti, Parma Dükalığı, Modena Dükalığı, Toskana Büyük Dükalığı, Roma' da Kilise Devleti ve İki Sicilya Krallığı'dır.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.32). 4 9. İSVİÇRE “İsviçre, 17. Yüzyıldan beri 13 kantondan meydana gelen bir ‘Konfederasyon’dur. İsviçre'nin bağımsız bir devlet olarak tanınması, 1648 Vestafalya Antlaşması iledir. Fakat İsviçre Avrupa politikasında önemli bir rol oynamaktan uzaktır. Napolyon, 1798' de İsviçre'yi işgal edecek ve burada 1803 yılına kadar devam edecek olan bir Helvetya Cumhuriyeti kuracaktır. Napolyon, 1803'te İsviçre'yi tekrar bir Konfederasyon haline getirecektir.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.32-33). Genel olarak Avrupa’nın durumunu özetleyecek olursak Fransız İhtilalinin öncesinde Avrupa’da halk yoksul, güçsüz; buna karşılık krallar ve kiliseler zengin ve güçlüydü. Bu dengesizlik, 1789’daki ihtilalle patlama noktasına geldiğini söyleyebiliriz. Avrupa’da yer alan bunalım, dinin fazla etkisi ve baskısı halkta bir birikmişlik, gerginlik yaratmış olup bunun sonucunda da bir isyan hareketinin başlaması birbiriyle ilişkili olan olaylar silsilesidir. Avrupa kendi içinde dağılgan, savruk bir görüntü vermekte; Avrupa halkları da kendi aralarında sürekli bir savaş halinde olmuştur. Bunun dışında Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya nazaran ferah durumu, İslamiyet’in gelişmesi ve yayılması, Osmanlı hükümranlığı altında yaşayan Müslüman- Müslüman olmayan bütün tebaada barış ve sükunetin var olması gözden kaçmamalıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nda 1579-1699 yıllarında Duraklama dönemine karşılık buluyordu. Tam da bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu dünyada üç kıtaya yayılmış, en geniş sınırlarına ulaşmış vaziyetteydi. 1699’dan sonra ise Gerileme Devrine giren Osmanlı, özellikle Avrupa’daki topraklarını kaybetmeye başlamış, kendisini Doğuya bakan, Doğuya yönelen bir anlayışla hareket etmeye başlamıştır. Tam da Fransız İhtilalinin yaşandığı yılda Osmanlı İmparatorluğu Rusya’yla savaş halindeydi. Bu savaşın adı da 1787-1792 OsmanlıRus Savaşıdır. “Kaynarca Antlaşması imzalandığında, Rusya'nın başında II. Katerina bulunuyordu. En büyük arzusu, Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkıp, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Hıristiyanları kurtarmak (!) ve İstanbul'u ele geçirmekti. Yukarıda belirttiğimiz gibi, 1774 Kaynarca Antlaşması ile Kırım Hanlığı'nın bağımsızlığı kabul edilmişti. Bu, Rusya'nın Kırım Hanlığı'nı yıkmak ve kendi egemenliği altına almak için atılmış bir adımdı. Kırım'ın ele geçirilmesi Katerina için daha büyük tasarıların ilk adımını teşkil ediyordu. Kınm'ın işgal ve ilhakından sonra, Katerina, Karadeniz kıyılarında kaleler, tersaneler ve donanma inşa ettirmeğe başladı. Bütün bu hazırlıklar Grek Projesi denen bir planın hazırlıklarıydı. Eğer Osmanlı Devleti Avrupa'dan tamamen çıkarılırsa, yani İstanbul'da ele geçirilirse, o zaman başkenti İstanbul olan ve Rusya'ya bir ittifak ile bağlı bulunacak bir "Grek Devleti" yani Bizans Devleti kurulacak ve bunun başına Katerina'nın torunu Konstantin, kral olacaktı. 5 William Pitt'e göre, Osmanlı Devleti Avrupa dengesinin büyük bir ağırlığını teşkil etmekteydi. Eğer Osmanlı Devleti parçalanacak veya zayıflayacak olursa, Avrupa dengesi Rusya'nın lehine bozulacaktı. Rusya'nın Avrupa'da güçlenmesi halinde, bütün Avrupa'nın güvenliği tehlikeye düşebilirdi. Ne olursa olsun, William Pitt, İngiltere'nin, bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu'na karşı 1878'e kadar izleyeceği bir politikanın temelini atmıştı. Bu politika da Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü korumak ve savunmaktı.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.37-43). Yukarıdaki bilgilere de bakıldığı zaman Avrupa’nın da Osmanlı’nın da çok da rahat bir konumda oldukları söylenemez. Zamanı geldiğinde Avrupa Osmanlı’yı etkilemekte, zamanı geldiğinde de Osmanlı Avrupa’yı etkilemektedir. Ancak 17. yüzyıl ve 18. yüzyılda dünya üzerinde genel bir hakimiyet arayışı ve kaotik bir durumun hakim olduğunu görebiliriz. Fransız İhtilali’nden önce genel olarak Avrupa ve Osmanlı böyleyken Fransız İhtilalinin aniden meydana geldiğini elbette söyleyemeyiz. Tabii ki Fransız İhtilalinin gerçekleşmesinde birtakım sebepler olacaktır. “İhtilalin Fransız toplumu ile ilgili yapısal sebepleri vardır. Esasında Fransız İhtilali'ni hazırlayan asıl bu yapısal sebeplerdir ki, bunları üç kısımda toplamaktayız: Sosyal, fikri ve ekonomik sebepler.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.53). 1. SOSYAL SEBEPLER “İhtilal çıktığı sırada Fransa'nın sosyal yapısı şu görüntüyü vermekteydi: Halk üç sınıfa ayrılmıştır: Asiller (La Noblesse) sınıfı, Ruhban sınıfı (Le Clerge) yani Kilise veya din adamları sınıfı ve Halk Sınıfı (Tiers Etats). Bu üç sınıfın üstünde de, ülkeyi tam manasıyla otoriter bir şekilde yöneten ve Bourbons hanedanına mensup Kral (XVI. Louis) ve ailesi geliyordu. En geniş ayrıcalıklara sahip sınıf Asiller sınıfıydı. Geniş topraklara sahip olan asiller, bu topraklarda köylüleri çalıştırırlar; fakat gelirlerin çok büyük kısmını kendileri alırlardı. Köylünün toprağı Asillerindi. Köylü toprağından yeteri kadar yararlanamazdı. İkinci sınıf Ruhban, yani din adamları sınıfıydı. Bu sınıf da geniş topraklara sahipti. Halk veya Ahali sınıfına gelince, bu sınıfa, bankacılar, tüccar ve sanayiciler gibi zengin kimselerin meydana getirdiği Büyük Burjuvazi ile, memur, doktor, avukat vs. gibi aydınların meydana getirdiği Küçük Burjuvazi ve nihayet köylüler giriyordu. Bu sınıf, her türlü ayrıcalıktan yoksundu. Bütün vergileri bu sınıf ödüyordu. Tabiatıyla, eşitsizliğe ve ayrıcalıklara dayanan Fransa’nın bu toplumsal yapısı, ihtilali kolaylaştıran bir faktör olacaktır. Özellikle Halk, mutlak hükümdarın otoritesinin zayıfladığı anda, infial ve tepkisini derhal ortaya koyacaktır.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.53-54). 6 2. FİKRİ SEBEPLER “18. yüzyıl Fransa’sı, siyasal liberalizmin öncülüğünü yapan birçok filozof ve aydının yayınlarına sahne olmuştu. Diderot (1713-1784) da yayınlamış olduğu ansiklopedisinde, esaret, vergi adaletsizliği, adaletsizlik vs. gibi kavramları halka izah etmiş ve halkı aydınlatmaya çalışmıştır. Voltaire (1694-1778) ise, özellikle Kiliseye hücum etmiş, ve vicdan ve fikir hürriyetini savunmak suretiyle, Kral'ın iktidarının ‘ilahi hak’ka dayanmadığını göstermiştir. Mamafih, Voltaire, halkın yönetime katılmasını istememiştir. Bu fikir adamlarının hepsi İhtilali görmeden ölmüşlerdir.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.54-55). 3. EKONOMİK SEBEPLER “İhtilalden önceki Fransız toplumunun ekonomik durumuna gelince: Fransa'nın ekonomik durumu ile sosyal yapısı bir çelişki içinde bulunuyordu. 18. yüzyılda özellikle sanayi alanında meydana gelen gelişme Yeni inkılaplar, Fransa'yı da etkilemişti. Üretim artmış, tüccar ve sanayici zenginleşmişti. Fakat, Fransa'nın ayrıcalıklı sınıflar sistemi, sermaye sahipleri ve zenginlerin, kuvvetleri oranında, siyasal ve sosyal hayata katılmasına Ye etki yapmasına imkan vermiyordu. Bu durum, özellikle büyük Burjuvazi için söz konusuydu. Bu anormal durumun devamlı olması elbette ki beklenemezdi. Burjuvazi, ilk fırsatta gücünü gösterecekti. Göstermeye çalışacaktı.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.55). Temel olarak bu üç temel sebepleri incelediğimiz zaman da Fransız İhtilali’nin planlı, programlı yapılan bir isyan, bir hareket olmadığını; yıllar süren bir süreç insanları bu hareketlenmeye sürüklediğini çıkarabiliriz. Fransız Devrimine gelecek olursak; İhtilalden önceki Fransa meclisine göz atmamız gerekir. Bu meclise ‘Etats Generaux’ denilmektedir. “Etats Generaux yani Genel Meclis Fransa'da Fransız Devriminden önceki dönemde görev yapmış bir parlamentoydu. Fransız monarşisi toplumu üç ana kesime ayırmıştı: Birinci kesim din adamları, ikinci kesim soylular, üçüncü kesim ise halkın diğer bölümlerinden oluşuyordu. 1302 yılında ilk defa olarak kral toplumun üç kesiminin birlikte temsil edildiği bir parlamentoya izin verdi. Bu meclis toplumun bütün kesimlerini içerdiği için Genel Meclis anlamında Etats Generaux olarak anılır. 1789 yılında büyük bir mali sıkıntıya düşen Kral XVI Louis Etats Geneaux’yu tekrar göreve çağırdı ama olaylar monarşinin yıkılarak cumhuriyet yönetiminin kabul edilmesiyle sonuçlandı. 1789’da ise Etats Generaux, tabakaların güç tartışmaları nedeniyle düğümlendi. Üçüncü, yani halkın oluşturduğu tabakanın Ulusal Meclisi oluşturmasıyla sona erdi ve Fransız Devrimi'nin başlamasının işaretini verdi.” (Wikipedia) “Tabii bu olay, Kralın otoritesini sarsan bir gelişmeydi. Artık Fransa'yı Meclis yönetiyordu.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.60). 7 Bu gelişmelerden sonra “Kurucu Meclis iki yıl çalıştıktan sonra bir Anayasa hazırladı ve bu Anayasa 14 Eylül 1791 'de Kral tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Böylece Fransa' da Meşruti Monarşi başlamış oluyordu. 1791 Anayasası Mostesquieu'nun ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesine göre hazırlanmıştı. Yürütme yetkisi krala aitti. Yalnız kral o mevkiye, ‘Allah’ın inayeti ve halkın isteği’ ile gelmişti. Bakanların atanması krala aitti. Yasama gücü, yani kanun yapma yetkisi Meclis'e aitti. Kral bu kanunları uygulamakla yükümlüydü. Yalnız, Meclis üyeleri, yılda en az üç işçi gündeliği vergi ödeyen seçmenler tarafından seçilecekti. Görülüyor ki, seçim hakkı gerçek anlamda demokratik esasa dayanmıyordu. Kurucu Meclis, ‘milli egemenlik’ kavramını böyle düşünmüştü. Yargı ise, doğrudan halk tarafından seçilen yargıçlar tarafından kullanılacaktı. Bu şekilde Kurucu Meclis görevini tamamlamış oluyordu. Bu sebeple yeni bir Meclis seçildi ve ‘Yasama Meclisi’ (Assemblee Legislative veya sadece Legislative) 1 Ekim 1791 'de ilk toplantısını yaptı. Böylece Kurucu Meclis dönemi bitmiş ve Yasama Meclisi dönemi açılmış oluyordu.” (Armaoğlu F. 2016 İstanbul: s.60-61). 8 KAYNAKÇA 1. Armaoğlu, F. (2016). 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi(1789-1914), Timaş Yayınları, İstanbul. 2. https://tr.wikipedia.org/wiki/États_généraux 3. https://tr.wikipedia.org/wiki/1789_États_généraux'su 9