Bekir PARLAK Yeni şehircilik anlayışı Şehirler, tabiattaki her nesne gibi “değişim” olgusundan bağışık değildirler. Hayat, değişimle mümkündür. Şehirler, bir yandan insanı ve toplumu bağımsız bir değişken olarak doğrudan ve dolaylı şekillerde etkilerken, diğer taraftan bağımlı bir değişken olarak toplumsal, ekonomik, teknolojik, siyasal ve kültürel değişimlerden etkilenirler. Bu değişim, her dönemde ve her yerde aynı olmaz. Değişimin yönü ve gücü, o toplumun karakteristik özelliklerine ve ortam koşullarına göre şekillenir. Şehirlerdeki değişim de buna paralel olarak zamana ve zemine göre elbette farklılıklar gösterecektir. Günümüzde küreselleşme döneminde hızlı değişim sürecinde şehirlerin algılanması ve yorumlanması ciddi bir biçimde değişime uğramıştır. Kentsel politikalar, değişimin tam odağında yer almaktadır. Kentlerin yönetimi, kentlerin fiziki gelişim yönünün belirlenmesi, kentlerdeki soysal, ekonomik ve kültürel gelişmelerin yönlendirilmesi, kentsel refahın arttırılması, sürdürülebilir kentsel büyümenin sağlanması ve kente dair hemen her uygulama, yeni kavramların belirlediği yeni kentsel politikalar çerçevesinde yürütülmektedir. Bunun adı bugün; “Yeni Şehircilik Anlayışı”dır. Nedir bu yeni kavram? Yeni şehircilik yaklaşımı, en açık olarak yeni yaşam biçimine adapte edilmiş bir “kent dizayn etme hareketi”dir. Postmodernitenin kentleşmeye ilişkin düşünüş versiyonu olan terim, 1990’lara doğru geliştirilmiş ve 1993’de yapılan “Yeni Şehircilik Kongresi’nde dünya gündemine yerleştirilmiştir. Kongre sonunda bir sözleşme (Charter of the New Urbanism) ile hukuki zemine oturtulan bu anlayış, dayanağını Atina Sözleşmesi’nin prensiplerinden almıştır. “New urbanism”, kentleşmenin çağdaş argümanlarını kullanarak, kenti, onun mekanını, içindekileri ve çevresindekileri anlama, açıklama ve bu yolla kenti yeniden biçimlendirme çabasının bir ürünüdür. Modernizmi aşan, bilgi tolumu vasfını yakalayan, kenti kompleks bir yapı olarak sistem yaklaşımıyla ele alan bu anlayış, postmodern kenti ya da küreselleşen dünyanın kentini analiz etmeye ve kavramaya çalışır. Bu kavramın ayrıntılı açılımını bu yazının hacmine sığdırmak tabii ki mümkün değil. Şehir anlayışını yeniden yorumlayan ve kurgulayan, kısaca “yeni şehircilik anlayışı” adı verilen söz konusu yaklaşımın temeli, genel olarak aşağıda anlatacağım kavram ve unsurlara dayanmaktadır. Yeni şehircilik anlayışı, her şeyden önce “İnsancıl Kentler”i esas almaktadır. İnsan (yurttaş) odaklı kent kavramı, kentsel politikaların ve uygulamaların merkezine “insan”ı almayı önermektedir. Bu soyut olmaktan öte, gerçeğin tam kendisi olması gereken oldukça somut bir kavramdır. Her şey insan içinse, şehirler de insan içindir ve şehre ait ne varsa insan için olmalıdır. Yani insanın huzurunu, esenliğini, mutluluğunu, rahatını esas almalıdır. Kent yönetimlerinin ana varlık sebebi de zaten budur, öyleyse yönetimlerin biricik amacı da bu olmalıdır. Günümüzün yeni şehircilik anlayışında olmazsa olmaz bir fenomen de “Sürdürülebilir Kentleşme”dir. Bu yaklaşım, kentsel büyüme ve gelişmenin gelecek nesilleri dikkate alarak, yaşamın sürdürülebilir olacağı bir kentsel tasarımı gerçekleştirmeye odaklanır. Kaynakları ve imkanları, bir mirasyedi gibi tüketmek yerine, nesillerimizi de düşünerek hareket etme sorumluluğumuzu hatırlatır. Kentsel toprağı, havayı, suyu, maddi kaynakları, tarihi birikim, kentsel donanımı, bugünden geleceğe sağlıklı ve yeterli bir biçimde taşımamızı talep eder. Yeni şehircilik anlayışının önemli bir yönü de “İdeal Kent” olgusudur. İdeal kent, optimal ölçekte oluşturulmuş, büyüme marjları buna göre tayin edilmiş, planlama ve yatırımlar bu optimaliteye göre gerçekleşen kent anlamına gelir. İdeal kent, yerel ve evrensel değer ve ölçüleri iki ana eksene oturtarak, kentsel tasarım ve gelişmenin buna göre yönlendirildiği bir kent algısını ifade eder. “Kavranabilir Kent”, yeni şehircilik anlayışının temel taşlarından bir diğeridir. Kavranabilirlik, bu bağlamda, şehri tüm öğeleri ve özellikleriyle ihata etmek, yani algılayıp anlayabilmek ve devamında bütün bunları kontrol edip yönetebilmek anlamına gelir. Şşehirdeki fiziki ve sosyal gelişmelerden, ekonomik ve ticari aktivitelerden, siyasal ve yönetsel karakteristiklerden, hülasa şehirdeki her şeyden zamanında ve yeterince haberdar olabilmek ve şehri buna göre yönetebilmek, kavranabilir kent kavramının açılımını bize verir. Bu akımın önemsediği bir olgu da “doğaya uyumlu kent tasarımı”dır. Temel felsefesi, “kent doğaya uymalı, doğa kente uydurulmaya çalışılmamalı” düşüncesinde yatmaktadır. “Ekokent” olarak önerilen çevreye saygılı ve çevreyi geliştiren kent anlayışının bir uzantısı olan bu düşünce, kentsel çevreyi, fiziki çevre ve doğal çevre olarak belirler. Bu anlamda fiziki çevrenin doğal çevreye rağmen, onu yıkarak ve yok ederek gelişimine karşı durur. Doğaya uyumlu kentsel tasarımda, bitki, su, hava, toprak, dörtlüsüne dayanan estetik kaygıları öne çıkaran sağlıklı ve temiz kentler hedeflenmektedir. Yeni şehircilik anlayışında iki fenomen daha vardır ki bunlar, kentlerdeki yaşam için çok önemlidir. Biri “Yaygın Kent”, diğeri “Bütünleşik ulaşım” uygulamalarıdır. Yaygın kent, kentsel fonksiyonları ve kentsel mobiliteyi daha geniş bir zemine yayarak, kentteki yoğunluğu hafifletmeyi, böylelikle kentsel yaşamı kolaylaştırmayı ve ferah bir kent atmosferi oluşturmayı amaçlar. Bununun için kamusal hizmet fonksiyonlarını ve birimlerini kentin fiziki mekanına yayarak, kent dokusunun her bölgede aynı gelişmeyi sağlamasına zemin hazırlanmalıdır. “Bütünleşik ulaşım”, kentsel ulaşımı öncelikle kent içi ve kent dışı ulaşım olarak iki ana eksende tasarlamak ve her iki ulaşım boyutunun ana artellerini ve kanallarını, kent içi ulaşımı kolaylaştıracak bir uygulamayla gerçekleştirmeyi hedef alır. Kent içi ulaşımı “yaya ulaşımı” merkezinde değerlendiren bu yaklaşıma göre, kentsel ulaşım, mutlaka “zemin, zemin altı ve zemin üstü” denilen üçlü ulaşım konseptine paralel olarak tasarlanmalıdır. Bunun yanında, su yolu ve hava yolu ulaşımını da buna dahil ederek tam bir entegre sistem halinde kent ulaşımını sağlıklı ve sürdürülebilir kılmak, bütünleşik ulaşım kavramının tamamlayıcısı olmaktadır. Netice olarak, şehirler hepimizindir. Bir şehri kişiselleşmiş politikalarla ya da hayali projelerle veyahut günümüz realitesine ters düşen yatırımlarla yönetmek, artık mümkün değildir, olmamalıdır. Bir şehrin yeniden oluşturulması, değerlendirilmesi, yaşanır kılınması ve kentin stratejik yönetim esaslarının belirlenmesinde kentsel politikalar büyük önem taşırlar. Çağdaş kentsel politikaları ortak akılla ve katılımcı yönetimle belirlemek ve bunları elbirliğiyle istikrarlı bir şekilde hayata geçirmek, bugünün kent yönetimlerinin ve kentlilerin temel sorumluluğudur. Bugün Türkiye geneline baktığımızda kentlerimizde, ama bilhassa metropollerimizde denetimsiz ve sınırsız bir yayılma süreci gözlemlenmekte, kentin kendisini koruyamadığı ve bu haliyle birçok sosyal ve ekonomik sorunlara kaynaklık ettiği izlenmektedir. Bunun önüne geçmek için, kent ve çevresini insan merkezli olarak yeniden ve bütünsel bakış açısıyla ele almak, kentin kendisini koruyacak ve sürdürülebilir kentsel büyümeyi mümkün kılacak yeni yöntemler geliştirmek, yasal ve kurumsal zemin ve uygulama araçlarını buna göre oluşturmak gerekmektedir. Bundan sonraki yazımızda, Bursamızı bu perspektifte ele alacağız ve kentimizi yeni şehircilik anlayışı merkezide değerlendireceğiz.