Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Performans Ödevi Hz. Muhammed İnsanlara Değer Verirdi Hz. Muhammed (s.a.v.) bir peygamber olarak Allah’ın insana verdiği bu değerin elbette farkındaydı. Bu yüzden hiçbir insanı küçümsemezdi. Bu sebeple konuşan kişinin sözünü asla kesmez, kendisi birine hitap ettiği zaman doğrudan ona yönelir, onun yüzüne bakarak konuşurdu. “İnsan eşref-i mahlukattır” sözü Müslümanlar arasında çok meşhurdur. Sadece biyolojik nitelikleriyle değil, Akıl, irade, düşünme ve düşüncelerini gerçekleştirebilme özellikleri açısından insan, yaratılmışlar içinde en üstün varlıktır. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim’de: “–Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tin Suresi 4. ayet) buyurmaktadır. Hz. Muhammed (s.a.v.), yalan söylediklerini bildiği halde münafıkların, içlerinde gizledikleri niyetlerine değil, ağızlarından çıkan sözlere itibar etmiş, insana verdiği değer sebebiyle onların sözlerini, mazeretlerini dinlemiş, sözlerine göre yargıda bulunmuştur. Peygamberimizin bu tutumunu münafıkların nasıl kötüye kullandıklarını ve kendi aralarında nasıl konuştuklarını Allah bize Kur'an-ı Kerim’de bildiriyor: “(Hakkın düşmanları) arasında “O her söze kulak veriyor” diyerek Peygamber’i yerip kınayanlar var. De ki: Evet, o, hakkınızda hayırlı olanı (duyup dinlemek) için kulaklarını açık tutuyor.” (Tevbe Suresi, 61. ayet) Peygamberimiz, insanların şekillerine, rengine ve ırkına göre ayrıma tabi tutulmasını yasaklamıştı. Bir gün nasıl olmuşsa olmuş, Ebu Zer ile Bilal bir konuda anlaşamamış ve Ebu Zer, Bilal’a: “–Kara kadının oğlu sen de.” demişti. Bilal onun bu sözünden alınmış ve durumu Hz. Muhammed’e (s.a.v.) bildirmişti. Peygamberimiz Ebu Zer’i çağırarak ona: “–Sende cahiliye adetlerinden biri mi var?” diyerek onun yaptığı bu davranışı onaylamamıştı. Ebu Zer söylediğine bin pişman olmuş, hemen yüzünü yere yapıştırıp: “–Allah’a yemin ederim ki Bilal ya hakkını helal edinceye ya da yüzüme basıp geçinceye kadar buradan kalkmayacağım” demiştir. Olay daha sonra tatlıya bağlanıp kapanmıştır. İnsana değer vermek, aynı zamanda insan haklarına saygılı olmak demektir. Her insanın doğuştan sahip olduğu hakları vardır. Her insanın, başkasının hakkına el uzatmaksızın kendi haklarını koruma hakkı vardır. Peygamberimizin uygulamaları bu konuda da bizim için önemli mesajlar içermektedir. Hz. Muhammed Güvenilir Bir İnsandı Olgun yüce bir insanın en büyük özelliklerinden birisi, onun güvenilir olmasıdır. Sürekli yalan söyleyen, verdiği sözleri yerine getirmeyen insanlar, diğerlerinin güvenlerini yitirirler; sevilmeyen, daima kuşku ile bakılan biri olurlar. Peygamberimizin çocukluğu, gençliği, orta yaş dönemi bütünüyle Mekke’de geçti. Abdulmuttalip’in bu yetim torununu Mekke’de bulunan herkes tanır, nasıl biri olduğunu çok iyi bilirlerdi. Orada yaşayan hemen herkesin bir lakabı vardı. Peygamberimize de bir lakap vermişlerdi: “el-Emîn” Bu kelime “İnsana güven veren, güvenilir kişi” demektir. Peygamberimiz bu lakabı fazlasıyla hak ediyordu. Çünkü ne peygamberlikle görevlendirilmeden önce ne de sonra bir kez olsun yalan söylememişti. Buna, Müslümanlığı kabul etmiş olsun olmasın herkes şahitlik ederdi. Onun peygamberliğine şiddetle karşı çıkan putperestler, insanların Hz. Muhammed’e (s.a.v.) yönelmesini önlemek amacıyla çeşitli iftiralar atmışlar, ama ona asla “O bir yalancıdır!” diyememişlerdir. Çünkü herkes Hz. Muhammed’i (s.a.v.) çok iyi tanıdığından böyle bir iftiranın tutmayacağını çok iyi biliyorlardı. Putperestlerin baskı ve eziyetlerinden kurtulmak için bir grup Müslüman Habeşistan’a (Bugünkü Etiyopya) hicret ettiklerinde, o zaman henüz İslam’la şereflenmemiş olan Ebu Süfyan ve adamları Müslüman muhacirlerin peşinden oralara kadar gitmiş ve Habeş kralının huzuruna çıkıp, ülkesine sığınan Müslümanları kötüleyerek, onların iadesini istemişti. Sonradan Müslüman olma şerefine ulaşacak olan bu adil kral, işin gerçek yüzünü anlamak için Ebu Süfyan’a çeşitli sorular sordu. Bu sorulardan biri de şuydu: “– Onun yalan söylediğine daha önce hiç şahit oldunuz mu?” Ebu Süfyan doğruyu söylemek zorundaydı: “–Hayır!” dedi. “Daha önce onun yalan söylediğini hiç görmedik.” Peygamberimiz çok zor şartlarda dahi emaneti iade etme sorumluluğunu asla ihmal etmezdi. Evi, onu öldürmek isteyen putperestler tarafından kuşatıldığında o, Hz. Ali’ye (r.a.) şöyle diyordu: “–Bu gece yatağımda sen yatacaksın; ben hicret ediyorum. Bende bulunan emanetleri yarın sahiplerine ver, sonra sen de yola çık!” Hz. Peygamber’in kısa süre içinde yüz binlerce insanın sevgisini ve bağlılığını kazanmasındaki sırlardan birisi, onun güvenilir bir insan olmasıydı. Biz de Allah’ın ve insanların sevdiği biri olmak istediğimize göre, güvenilirliğimize gölge düşürecek davranışlardan uzak durmalıyız. HZ MUHAMMED DANIŞARAK İŞ YAPARDI İslam’ın temel kavramlarından biri de “İstişâre”dir. İstişâre, Önemli bir karar almadan önce, konuyu araştırmak, bilgisi olan insanlara danışmak, onların fikirlerini öğrenmektir. Yüce Allah hem Peygamberimize, hem de bütün Müslümanlara bu güzel davranışı yerine getirmeyi emreder: “...ve toplumu ilgilendiren her konuda onlarla istişâre et; sonra bir hareket tarzına karar verince de Allah’a güven; çünkü Allah güven duyanları sever.” (Al-i İmran, 159) Peygamberimiz, önemli bir karar vermeden önce mutlaka etrafındaki insanların düşüncelerini öğrenir, kendisine bir öneri teklif edildiğinde bunu dikkate alırdı. Bedir Savaşında ashaptan Hubab isimli zat, Müslümanların mevzilendiği yeri beğenmemişti. Resûlullâh’a (s.a.v.) gelerek: “–Ey Allah’ın elçisi, buraya Allah’ın emriyle mi indin yoksa bir savaş taktiğiyle mi?” diye sordu. Peygamberimiz: “–Savaş taktiğiyle” deyince, Hubab: “–Ey Allah’ın elçisi, Bedir köyünün en sonundaki kuyu etrafında mevzi alalım. Böylece putperestleri susuz bırakmış oluruz.” dedi. Peygamberimiz onun bu teklifini beğendi ve hemen harekete geçtiler. Savaş olup Müslümanlar büyük bir zafer kazandıktan sonra elde edilen esirlerin ne yapılacağı konusunda Peygamberimiz ashabıyla yine istişâre etti. Putperestlerin kendilerine yaptıklarını affedemeyen bazı kızgın kimseler, hepsinin öldürülmelerini önerdi. Peygamberimiz bunu beğenmedi. Affedici olanlar: “–Ey Allah’ın elçisi! Bunlar bizim ne de olsa akrabalarımız, serbest bırakalım” dediler. Peygamberimiz bunu da beğenmedi. Öyle ya, yaptıklarının bir bedeli olmalıydı. Diğer fikirler de dinlendi, sonunda Peygamberimiz şöyle karar verdi: Müşriklerden okuma yazma bilenlerin her biri on kişiye okuma yazma öğretirse serbest bırakılacaktı. Okuma yazma bilmeyen müşrikler ise fidye (tazminat) vereceklerdi. Bu güzel kararla pek çok Müslüman okuma yazma öğrenmiştir. Yüce Allah Peygamberimizin ve Müslümanların, ortak meselelerini danışarak, istişâre ederek çözmelerini övmüş, şöyle buyurmuştur: “(Onlar öyle iman edenlerdir ki bütün ortak meselelerini) aralarında danışma ile karara bağlarlar.” (Şûra, 38) Devlet yönetiminde, uzman olanların görüşlerinin alınması, verilecek karardan etkilenecek olan insanlardan görüş alınması, işlerin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi açısından önemlidir. Bizler de kendimizle, ailemizle ilgili önemli konularda anne babamıza, güvendiğimiz insanlara sormadan hareket etmemeliyiz. Hz. Muhammed Merhametli Ve Affediciydi Şefkat ve merhamet insanı yücelten ulvî duygulardandır. Merhametin gücü şiddet ve öfkenin gücünden her zaman üstün gelmiştir. Dünya sevgi ve merhamet üzerine kuruludur. Allah’ın 99 güzel isminden biri Rahman biri Rahimdir; her ikisi de O’nun ne kadar çok merhametli olduğunu anlatır. Merhametin kaynağı olan Yüce Rabbimiz, bize elçi olarak gönderdiği peygamberinin kalbini de merhametle doldurmuş ve ona: “–Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107) buyurmuştur. Daha önce, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) başarılı olmasının sırlarından biri, onun güvenilir biri olmasıydı demiştik. Başarısının bir başka sırrını da Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim’inde şöyle açıklıyor: “–...ve (Ey Peygamber!) senin izleyicilerine yumuşak davranman Allah’ın rahmetinin bir eseriydi. Çünkü, eğer onlara karşı kırıcı ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı. Artık onları hoş gör ve bağışlanmaları için dua et.” (Âl-i İmran, 159) Gerçekten de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) insanlara merhametle yaklaşımı, kırıcı ve sert davranmaması, onları kopması mümkün olmayan bağlarla kendine bağlamıştı. Peygamberimiz o kadar merhametliydi ki Müslümanlara olmadık kötülükler yapan, eziyetler çektiren putperestleri bile, eline pek çok cezalandırma fırsatı geçmesine rağmen, affetmiş; onları yenip ortadan kaldırmaktansa kendine çekip kazanmayı hedeflemişti. Bedir Savaşında aldığı esirleri, Müslümanlara okumayazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmış, yıllar sonra Mekke’ye zaferle döndüğünde İslam’ın en azılı düşmanlarını affettiğini ilan etmiştir. Peygamberimizin gönlünden akan bu merhamet seline karşı, putperestlerin lideri olan Ebu Süfyan bile duyarsız kalamamış, sonunda o da şahadet kelimesini söyleyerek Müslüman olmuştur. Kendisi hem yetim hem de öksüz olarak büyümüş olan ve bir çocuk için anne-baba hasretinin ne demek olduğunu çok iyi bilen Peygamberimiz özellikle öksüz ve yetimlerin üzerine titrerdi. O şöyle derdi: “–Kim bir fakir aile veya kimsesiz çocuk bırakırsa onu bize (Allah ve Resulüne) bırakmıştır.” “–Merhamet etmeyene (Allah tarafından) merhamet edilmez.” Rahmet Peygamberi, sadece insanlara değil, diğer canlılara da merhametle davranılmasını isterdi. Yük hayvanlarına gücünün üstünde yük vurulmamasını emrederdi. Daha önce yaşamış toplumlardan bir kadının, bir kediyi hapsederek açlıktan ölmesine sebep olduğu için cehennemlik; bir adamın da susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe, kuyuya inerek ayakkabısıyla su çıkarıp ona içirdiği için cennetlik olduğunu anlatır, hayvanlara karşı merhametli olmalarını çevresindekilere emrederdi. HAZIRLAYANLAR; RAMAZAN YAZICI VE HARUN UZUN