Yazarın, okuyucu ile sohbet edercesine; senli, benli içten bir ifade ile belli bir konuyu anlatmasıdır. Yazar fikirlerini ispatlamak çabası içinde değildir. Ama sohbet havası içinde okuyucuya sorduğu soruları kendisi cevaplayarak fikirlerini savunur. Sohbetin dili sade ve günlük konuşma dilidir. Yüzeysel bir düşünce yazısıdır. Sohbet yazılarında herkesi ilgilendirecek konular seçilir. Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi devriktir. Üslup olarak fıkraya benzerse de gazete yazı türü olması, az sözle çok şey anlatmayı amaçlamaması, dışa dönük olması onu fıkradan ayırır. Edebiyatımızda Ahmet Rasim, Şevket Rado sohbet türüne özel bir önem vermişlerdir. Bir konuda okuyucuya bilgi veren ya da bir düşünceyi açıklayan, kanıtlamaya çalışan gazete ve dergi yazılarıdır. Makalede temel unsur düşüncedir. Makalede amaç bilgi aktarmak ya da görüşlerine okuyucuyu inandırmak olduğundan açık, anlaşılır, ciddi bir dil kullanılır. Seçilen konuya göre uzun da olabilir kısa da. Gazete ve dergilerin baş sayfalarında yayımlanan, yayın organlarının güttüğü amaç doğrultusunda yazılan makalelere de baş makale denir. Bu yazıları yazanlara da başyazar denir. Güçlü bir makale yazabilmek için iyi bir planlamaya gereksinme vardır. Bir düşünce yazısı olduğundan, makalenin giriş bölümünde konu ortaya konur. Genelde bu ortaya koyuş bir iddia biçimindedir. Gelişme bölümünde, bu iddia örneklerle ispatlanır. Sonuç bölümünde de kesin bir yargıya varılır. Makalelerde öğreticilik (didaktiklik) ön plandadır. Makale, öğretmeyi ve bilgi vermeyi hedef aldığı için didaktik bir özellik taşır. Genelde “biz”li anlatım görülür. İleri sürülen düşünceler, çeşitli örnekle ispatlanmaya çalışılır. Bilgi vermek amacıyla her konuda yazılabilir. Her konuda makale yazılabilir. Bu konu günlük olabileceği gibi, felsefi, bilimsel, sanatsal da olabilir. Ama edebi makale elbette sanatla ilgili olanıdır. Makalede belgelere dayalı, kanıtlayıcı ifade vardır. Verilen örnekler açık, net ve sıhhatli olmalıdır. Makale, gazete ile birlikte ortaya çıkmış bir gazete yazı türüdür. Bizde de ilk özel gazete olan Tercüman - ı Ahval gazetesinin çıkmasıyla görülür. İlk makale de aynı gazetede Şinasi tarafından yazılmıştır. Edebiyatımızda Tanzimat döneminden beri görülen makale türünde Namık Kemal, Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Halit Fahri Ozansoy, Yaşar Nabi ünlü birkaç isimdir. Bilim, sanat, politika alanında ün yapmış kişilerin başından geçen olayları anlatan yazılardır. Yazarın kendini okura açtığı bir tür olduğunda içtendir ve bu yönüyle çok tutulur. Anılar belli bir dönemin yorumlandığı yazılar olduğundan tarihi bir belge özelliği gösterir. Ancak bu bilimsel olamaz; çünkü yazarın olaylara kişisel bakışı söz konusudur. Anılarda öznellik hâkimdir. Üslup yönüyle gezi yazısına benzese de, yazarın dış dünyadan çok kendinden söz etmesi anıyı belli eder. Zaten eski edebiyatımızda anı, gezi yazısı hatta tarih iç içedir. Anılar, yazılı olduğu gibi sözlü de anlatılabilir. Yaşanmış olaylar ele alındığı için, anılarda anlatılanlar gerçektir. Bir anının başarılı olabilmesi için, öncellikle ilginç ve ders verici bir olay seçilmelidir. Bu olay, abartmalardan kaçınılarak olduğu gibi aktarılmalı; anlatım açık, içten ve ilgi çekici olmalıdır. Anılarda olaylar, oluş sırasına göre planlı bir biçimde anlatılmalıdır. Hatıra, yazarını mesleğine, huyuna ve mizacına, eğilimlerine göre edebi, askeri ve sosyal bir muhteva taşıyabilir. Herkesin bildiği bir olaya ve ay olaylara büsbütün değişik kişisel bir açıdan bakılması hatıraların değerini artırır. Hatıra eserinde, yazar tarafsız ve ya taraf tutucu olabilir. Bunlar, hatıra için kusur değildir. Tam objektifliğin mümkün olmayacağı hatıra eserlerinde asıl önemli olan dürüstlük ve samimiyettir. Ayrıca gerçeği boğacak derecede hissi ve mübalağalı davranmamak, konunun okuyucuların merakını karşılayacak nitelikte olması da aranan diğer hususlardır. Özellikle Tanzimat’la başlayan anı türündeki yazılar Cumhuriyet döneminde önemli bir tür olmuştur. Anılarını kitaplaştıran yazarlarımızda vardır. Namık Kemal, Magosa Mektupları; Ziya Paşa, Defter – i Amal, Ahmet Rasim, Şehir Mektupları; Halit Ziya, Kırk yıl, Saray ve Ötesi; Hüseyin Cahit, Edebi Hatıralar; Falih Rıfkı, Çankaya adlı eserlerinde anılarını anlatmışlardır. Edebiyatımızda hatıra türünün ilk örneği Babür şah’ın Babür name adlı eseridir. Bir konuda yazarın kişisel düşüncelerini, kesin kurallara bağlamadan, samimi bir dilde ve özgürce anlattığı düz yazıdır. Yazar, kendi kendisiyle konuşur gibi yazar, ileri sürülen görüşlerin ispatlanması zorunlu değildir. Makale ve fıkradan farklı olarak bilgi vermeyi amaç edinmez. Daha ziyade okuyucunun doğruyu bulmasına yardım eder, insanı düşünmeye, yorum yapmaya sevk eder. Denemede yazar kişisel görüşlerini anlatır. Denemede yazar kendine ait olan, gönlünde yaşattığı duygu ve düşüncelerini dile getirir. Kesin bir sonuca varmaz. Deneme, söyleşiye benzer. Bu iki türü birbirinden ayırmak gerçekten çok zordur. Aralarındaki en belirleyici ayırım, söyleşide okuyucuyla konuşuyormuş gibi bir anlatım olmasına karşılık, denemede yazar, kendisiyle konuşuyormuşçasına bir yol izler. Genellikle devrik cümleler kullanılır. Orta uzunlukta bir yazı türüdür. “Ben”li (Öznel) anlatım ön plandadır. Deneme türünün Dünya Edebiyatı’ndaki kurucusu Fransız yazar Montaigne’dir. Daha sonra İngiliz yazar Bacon bu türü geliştirmiştir. Türk Edebiyatı’nda ise en tanınmış deneme yazarları şunlardır: Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin, Vedat Günyol, Oktay Akbal, Salah Birsel, Cemil Meriç, Selim İleri. Hayatın değişik durumlarının sahnede canlandırılması amacıyla yazılan eserlerdir. Asıl adı dramadır. Ayrıca oyun, piyes, temsil olarak da adlandırılır. Tiyatronun kaynağı Eski Yunan’dır. Roma imparatorluğu döneminde gelişen ve çöken tiyatro, Avrupa’da Rönesans’la yeniden canlanmıştır. Tiyatro eserleri konularına göre üç çeşittir: A) Trajedi: İzleyicide korku ve acıma gibi duygular uyandıran, ruhu tutkulardan arındırmak amacını güden tiyatro çeşididir. Konusunu seçkin kimselerin hayatından ya da mitolojiden alır. Kahramanları tanrılar, tanrıçalar ve soylu kimselerdir. Kusursuz bir üslubu vardır. Kaba sözlere yer verilmez. Eser baştan sona kadar ağırbaşlı, ciddi bir hava içinde geçer. Çirkin olaylar, seyircinin gözü önünde gerçekleştirilmez, sahne arkasında gerçekleştirilir. Bu olaylar haberciler tarafından sahnede aktarılır. Üç birlik kuralına uyulur.( Yer, zaman, olay ) Oyunda korolara yer verilir. Ünlü trajedi yazarları; Eski Yunan; Aiskhylos, Euripides, Sophocles. Fransız; Corneille, Racine. B) Komedi: İnsanların ve olayların; gülünç ve çarpık yanlarını sergileyen tiyatro çeşididir. Konusunu, yaşanılan hayattan ve günlük olaylardan alır. Kişiler halktan ve yüksek zümreden her çeşit insan olabilir. Her türlü söze şakaya yer verilir. Kişilerin her türlü davranışları sahnede gösterilir. Birbirini izleyen diyalog ve koro bölümlerinden oluşur. Manzum olarak yazılır. Üç birlik kuralına uyulur. Türün yazarları, Yunan-Aristoohanes, Fransız- Moliere. C) Dram: Tiyatronun tarihi gelişimi içinde trajediyle komedi arasında dram türü doğmuştur. Hayatın acıları ve mutlulukları iç içedir. Klasik tiyatro kurallarının uygulanmadığı bu tür hem şiir hem düzyazıyla yazılabilmektedir. Hayatı olduğu gibi yansıtır. Trajedi ve Komedi kaynaşmıştır. Konusunu günlük yaşamdan ve tarihten alır. Üç birlik kuralına uyma zorunluluğu yoktur. Olaylar, çirkin dahi olsa sahnede gösterildiği gibi kişiler hangi sınıf ve halktan olursa olsun dramda yer alır. Tiyatro ile İlgili Bazı Terimler: Perde: Tiyatro eserlerinde konunun ana bölümlerinden her birine denir. Dekor: Tiyatroda olayın geçtiği yer ile eşyaların tümü. Suflör: Oyunculara, rollerinde unuttukları sözleri sahne gerisinden, seyircilere hissettirmeden hatırlatan kimse. Diyalog: Kişilerin karşılıklı konuşmaları. Monolog: Tiyatro eserinde biri kişinin tek başına konuşmasıdır. Tirat: Tiyatro oyununda kişilerin birbirlerine karşı söyledikleri coşkulu uzun sözler. Fars: Basit olay ve yergilerle dolu halk komedisidir. Vodvil: Hareketli ve eğlenceli bir konuya dayanan alaycı, taşlamalı komedi. Komedi Santimantal: Güldürürken düşündüren, insanı duygulandıran içli komedi. Piyes: Gerçeklere uygun, ciddi konulu dram. Melodram: Seyirciyi heyecanlandıran, hareketli ve duygusal oyun türü. Feeri: Masal öğelerinden yararlanılarak yazılmış tiyatro eseri. Opera: Tüm sözleri bestelenmiş trajedi veya dram. Operet: Sözlerinin bir kısmı müzikli, bir kısmı müziksiz olan tiyatro eseri. Bale: Konusunu müziğe bağlı hareketlerle gösteren, konuşmanın yer almadığı tiyatro türü. Kostüm: Oyuncuların oyun esnasındaki kıyafetleri Rol: Oyuncuların konuşma ve hareketlerinin tümü. Jest: Herhangi bir şeyi açıklamak için oyuncunun yaptığı el kol hareketleridir. Revü: Operetin daha hafif fakat hiciv, alay, tenkit dolu çeşididir. Skeç: Beş-altı dakikaya sığdırılan tablolar halinde kısa, musikili oyunlardır. Bir çeşidi de radyo skeçleridir. Operet: Sözlerinin müziksiz kısımları müziklerden çok olan tiyatro eserlerdir. Halka hitap etmek için yazılır. Operetlerde renk, ışık, kıyafetler ve dans en göze çarpıcı şekilde kullanılır. Bir sanatçının, bir sanat eserinin iyi ve kötü yanlarını ortaya koyarak onun gerçek değerini belirleyen yazılardır. Eleştiri bir eserin başarılı ve başarısız yönlerini ortaya koymaktadır. Eleştiri yazarı – yani eleştirmen – eser hakkında okuyucuyu bilgilendirir; hem eserin yazarına hem okura yol gösterir. Eleştiriler, genellikle gazete ve dergilerde yayımlanır. Zaman zaman bir araya getirilerek bir kitapta toplanır. Bazı eleştiriler çok uzundur. Böyle eleştiriler kitap olarak yazılır. Eleştiriler, sanattan ve sanatçıdan anlayan kültürlü kişilerce yazılır. Ancak bizler de kendi çapımızda basit eleştiriler yazabiliriz. Eleştiriler de belli plana gör yazılır. Kısa eleştiri yazılarını giriş bölümünde, eleştirilecek kişi ya da yapıt genel çizgileriyle tanıtılır. Gelişmede çeşitli özellikleri, başarılı-başarısız yanları, örneklerle anlatılır. Sonuçta da bir yargıya varılır. Bu yargı; ya olumlu, ya olumsuz, ya da bazı yönlerden olumlu, bazı yönlerden olumsuz olabilir. İki tür eleştiri vardır: İzlenimsel eleştiri ve nesnel eleştiri. İzlenimsel eleştiri (öznel eleştiri);Anatole France’in ilkelerini belirlediği ve eleştirmenin bir eseri kendi zevk ölçülerini göz önüne alarak incelediği eleştiri türüdür. Bu tür eleştirilerde öznel yargılar çok olacağından günümüzde bu tür pek rağbet görmez. Nesnel eleştiri; her eserin değerlendirilmesinde kullanılabilecek belli ölçütler vardır. Eleştirmen mümkün olduğunca kişisel yargılarda bulunmaktan kaçınır. Bilimsel araştırmalardan yararlanarak, eseri ister beğensin ister beğenmesin, tarafsız bir gözle onun değerini ortaya koyar. Avrupa’da Boielau, Saint Beuve, Taine, France eleştirileriyle tanınır. Edebiyatımızda Hüseyin Cahit, Cenap Şehabettin, Ali Canip, Yakup Kadri, Nurullah Ataç, Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, eleştiri alanında yazılar yazan ünlü birkaç isimdir. Yaşanması olası olmayan, kahramanları hayal ürünü ve olağanüstü özellikler taşıyan yazı türüdür. Giriş bölümü ve sonuç bölümü bir tekerleme ile başlar:Evvel zaman içinde,kalbur saman içinde...........,Onlar ermiş muradına,biz çıkalım...........gibi. Olaylar miş'li geçmiş zaman kullanılarak anlatılır. Masallarda olaylar tamamen hayal ürünüdür. Yer ve zaman belli değildir. Kahramanlar insan üstü özellikler gösterir. İyiler hep iyi, kötüler hep kötüdür. İyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Masallarda eğiticilik esastır. Çoğu kez evrensel konular işlenir. Dünya edebiyatında Kelile ve Dimne, Binbir Gece Masalları ünlüdür. Türk edebiyatında Keloğlan en tanınmış masal kahramanıdır. Eflatun Cem Güney masallarımızı derlemiş ve bir kitap halinde yayımlamıştır. Bir yazarın daha çok güncel yani aktüel olaylarla ilgili kişisel görüş ve düşüncelerini anlattığı gazete ve dergi yazılarına denir. Gazetenin belli bir köşesinde genel bir başlıkla yazılan fıkralarda mesele kısaca incelenir ve mutlaka bir sonuca varılır. Daha çok alaylı bir dille, bazen eleştiri bazen sohbet tarzında yazılır. Okuyucuyla sohbet ediyormuş gibi bir hava hâkimdir yazılarda. Bunlar, kısa ve kolay anlaşılan yazılardır. Bilgi vermek amacı ön planda değildir. Atasözleri ve nüktelerden yararlanılır. İleri sürülen düşüncelerin ispatlanma mecburiyeti yoktur. Güldürücü fıkralarla karıştırılmamalıdır. Güldürücü fıkralar halk hikâyecikleridir. Bu tür yazıları nükteli hikâyecikler biçimindeki Nasrettin Hoca fıkralarıyla karıştırmayalım. Edebiyatımızda özellikle Ahmet Rasim fıkralarıyla tanınır. Daha sonra Ahmet Haşim, Refik Halit, Peyami Safa sayılabilir. Bir isteğimizin yerine getirilmesi için resmi kurumlara yazdığımız kısa mektuplardır. Özellikleri: —Sorun hangi kurumu ilgilendiriyorsa ona hitap edilerek başlanmalıdır. — Yer ve tarih belirtilmelidir. —Çizgisiz beyaz kâğıt kullanılmalıdır. Kâğıdın arka yüzüne geçilmemeli, çok gerekliyse ikinci kâğıt kullanılmalıdır. — Bilgisayarla ya da daktiloyla yazılmalı; el yazısı kullanılması halinde yazının kitap harfleriyle, açık, okunaklı olmasına özen gösterilmelidir. — Ciddi, resmi, saygılı bir dil ve üslup kullanılmalıdır. — Nesnel olunmalıdır. — Sorun/durum ya da dilek kısa ve açık olarak ifade edilmelidir. Gereksiz ayrıntılara ve kişiselliğe yer verilmemelidir. — İstenen şey yasalara uygun olmalı; yasal çerçeve kesinlikle aşılmamalıdır. Bir şikâyet söz konusuysa sorun mutlaka belgelere ve tanıklara dayandırılarak açıklanmalıdır. — Dalkavukluğa ve yalvarmacılığa asla yer verilmemelidir. — Hiyerarşik düzene dikkat edilmelidir. --Bir konuda üst makamın bilgilendirilmesi amaçlanmışsa "....durumu bilgilerinize saygılarımla arz ederim", üst makamın bir sorunu çözmesi, bir işlemi başlatması isteniyorsa "gereğini saygılarımla arz ederim", yapılacak bir işlem için izin isteniyorsa "izninizi saygılarımla arz ederim" gibi saygı ifadeleriyle son bulmalıdır. — Doğru, düzgün, özenli ve temiz bir Türkçeyle yazılmalıdır. — Yazım ve noktalama kurallarına dikkat edilmelidir. — Mutlaka imzalanmalıdır. — Dilekçe sahibi adını ve açık adresini belirtmelidir. — Dilekçeye eklenecek ek belgeler yazının sonunda "ekler" başlığı altında maddeler halinde sıralanmalıdır. Örnek–1: Atatürk Lisesi Müdürlüğüne, ANKARA Okulunuzun Hazırlık B sınıfı 368 numaralı öğrencisiyim. Babamın iş yerinden okulunuz öğrencisi olduğuma dair “Öğrenci Belgesi” istenmektedir. Bu belgenin tarafıma verilmesi için gereğini yapılmasını saygılarımla arz ederim. Adres: Emre sok. Birlik apt. No:12/17 ANKARA Örnek–2: 22.01.2006 İMZA: Yelda KIZILDAĞ Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Yunanca "espos" sözcüğünden gelmektedir. Mitoloji, efsane, folklor ve tarihi öğeler içerir. Destanlar ve destansı öyküler ilkçağlardan beri dünyanın her yerinde gelenekleri sonraki kuşaklara aktarmak için kolektif olarak yaratılmış edebi biçimlerdir. Kafiye şeması (abab), (cccb), (eeeb) şeklindedir. DESTANLARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ: 1-Hepsinde yarı tanrısal nitelikler taşıyan bir ya da birçok kahramandan söz edilir. Destan bu kahramanın eylemleri üzerine kurulmuştur. 2-Olaylar çok geniş bir kozmik coğrafya üzerinde geçer. Bir destanın dünyası ortaya çıktığı zaman içinde düşünebilecek her şeyi barındıran bütünsel, çok yönlü bir dünyadır. Hemen bütün destanlarda uzun yolculuklar anlatılır. 3-Çoğu destanda olaylara doğaüstü yaratıklar da katılır. 4-Kişiler, olaylar, doğal varlıklar hep gerçek yaşamdaki boyutlarından daha büyük, daha zengindir. 5-Özellikle sözlü destanlarda uzun anlatı, betimleme (tanımlama) ve konuşma bölümleri bulunur. 6-Öykü içinde öyküye yer verilir. Törensel söyleyişler ve kamusal duyarlılık hâkimdir. 7- Destanlar, tarihî ve sosyal olaylardan doğarlar. Bu eserlerde genellikle, yiğitlik, aşk, dostluk, ölüm ve yurt sevgisi gibi temalar işlenir. 8-Anonimdirler. Destan çeşitleri: a) Tabiî destan: Toplumun ortak malı olan ve birtakım olaylar sonucu kendiliğinden oluşan destanlardır. b) Yapma destanlar: Bir şairin, toplumu etkileyen herhangi bir olayı tabiî destanlara benzeterek söylemesi sonucu oluşan destanlardır. İslâmiyet öncesi Türk destanları: 1. Yaradılış Destanı 2. Saka Türklerinin Destanları: a) Alp Er Tonga Destanı b) Şu Destanı 3. Hun Türklerinin Destanı: Oğuz Kağan Destanı 4. Gök Türk Destanları: a) Bozkurt Destanı b) Ergenekon Destanı 5. Siyenpi Destanı 6. Uygur Türklerinin Destanları: a) Türeyiş Destanı b) Göç Destanı Gezilen yerlerin doğal güzelliklerinin, tarihi özelliklerinin, gelenek ve göreneklerinin, yaşam biçiminin, halkın dünya görüşlerinin anlatıldığı yazılardır. Kişi gezi esnasında birçok yer görür, birçok insanla tanışır; bunları hafızada tutmak güç olacağından gezi esnasında not alınır ve gezi yazılarında bunlar hikâye edilir. Gezi yazılarının girişinde gezilen yer tanıtılır. Gelişmede gezilip görülen ilginç yerler anlatılır, bunlarla ilgili duygular sergilenir. Sonuçta da gezinin nasıl sonuçlandığı ve gezen üzerinde ne gibi izlenimler bıraktığı belirtilir. Gezi yazısında yazar daima gezdiği yerleri anlatmalı, uydurma, yanlış bilgiler vermemelidir. Gördüklerini okuyucunun daha iyi algılaması için, karşılaştırma yapar. Okur sanki o yerleri yazarla birlikte gezer gibi olur. Gezilip görülen bir yerin başarılı bir biçimde anlatılabilmesi için, gezi sırasındaki gözlemlerin bir yere not alınması gerekir. Bu notlar, yeri gelince anlatım çalışmalarında kaynak olarak kullanılır. İnsanlar eski çağlardan beri keşif, askerlik, ticaret ve merak sebebiyle seyahat yapmışlardır. Eli kalem tutanların yazdıkları eserler ve ya tuttukları notlar, bu türün ilk örnekleri olmuştur. Seyahat türüne giren eserlerde gezilen yerlerin dış görünüşleri, içe ait özellikleri, insanlarının giyimleri, inançları, örf-adet ve gelenekleri, ahlak ve hukuk düzenleri, refah durumları gibi şeyler ön planda yer alır. Ayrıca o yere mahsus çekici şeyler, yazarın dikkatli bakışları ve güzel üslubu içinde okuyucuya duyurulur. Gezi yazılarına eskiden “Seyahatname” denmiştir. Türk Edebiyatı’nın en tanınmış gezi yazıları şunlardır: Miratü-l Memalik – Seydi Ali Reis / Cihannüma – Kâtip Çelebi. / Seyahatname – Evliya Çelebi. / Hac Yolunda – Cenab Şehabettin. / Frankfurt Seyahatnamesi – Ahmet Haşim / Times Kıyıları – Falih Rıfkı Atay / Anadolu Notları – Reşat Nuri Güntekin. Tarihi olaylarla örülmüş, içlerinden olağanüstü durumla ve kişiler bulunan eserlerdir. Efsanelerde halkın hayal gücü, tarihi olayları akıcılık ve olağanüstülüklerle süslemiştir. Örnekler: Narlıgöl Efsanesi, Ağlayan Kaya Efsanesi... Halk edebiyatı ürünlerinden biri olan efsaneler, geçmişle günümüz arasında kültürel aktarımı sağlayan, insanın ve onun oluşturduğu kültürel yapının anlaşılmasına katkıda bulanan alanlardan biridir. Gerçek ve hayali varlıklara, yer ve olaylara olağanüstü özellikler atfederek oluşturulan, anlatılanların gerçek olduğuna ilişkin inançla birlikte kişinin bireysel - toplumsal yaşamını yönlendiren söyleyeni belli edebiyat türlerinden biridir. Konularına göre şöyle sınıflandırılır; Tarihi yer, kişi ve olaylarla ilgili efsaneler Olağanüstü varlıklarla ilgili efsaneler Hayvanlarla ilgili efsaneler Dinsel konularla ilgili efsaneler Bitki ve ağaçlarla ilgili efsaneler Doğal çevre ve olaylarla ilgili efsaneler ÖRNEK: SUZAN (SUZİ) VE KIRKLARDAĞI Diyarbakır'ın güneybatısında, Dicle Nehri kenarında, Kırklardağı vardır. Bu Kırklardağı'nın arkasında Kırklar Ziyareti vardır. Çocuğu olmayanlar, buraya gelip dilek dilerler. Bir Süryani zengin ailenin de hiç çocukları olmuyormuş. Kadın, Kırklar Ziyareti'ne gelip dilek dilemiş, adak adamış. Bir kızı doğmuş. Adını Suzi (Suzan) koymuşlar. Her yıl doğum gününde, annesi onu süsler, giydirir ve Kırklar'a götürerek, bir kurban kestirirmiş. Suzan böylesine bin nazlarla büyüyüp, güzel bir genç kız olmuş. Müslüman komşularının oğlu Adil'le, birbirlerine aşık olmuşlar. Yine bir doğum yıl dönümünde, annesi Suzi'yi, hizmetçilerle beraber kurbanını kesmek üzere, Kırklar Ziyareti'ne göndermiş. Arkalarından habersizce Adil de gelmiş. Hizmetçilerin kurban kesme telaşından yararlanan Suzi, Adil'le beraber, dağın arkasına dolanmışlar ve orada sevişmişler. Kırklar Ziyareti, bu beraberliği bağışlamamış ve ziyaret Suzi'yi çarpmış. Kız On Gözlü Köprü'nün orada, Dicle'de boğularak ölmüş. Suzi'nin ölümünden sonra, Adil de aklını yitirmiş. Suzan - Suzi Türküsü Kırklardağı'nın yüzü Karanlık sardı düzü Ben öleydim Suzi-Suzi Ziyaret çarptı bizi Köprü altı kapkara Anne gel beni ara Saçlarım kumlara batmış Tarak getir de tara Köprünün orta gözü Sular apardı düzü Ben öleydim Suzi-Suzi Dicle ayırdı bizi Günü gününe yazılan olaylar, duygular, düşünceler ve bunlarla ilgili yorumların, izlenimlerin tarih atılarak yazılmasına günlük denir. Ne gün yazıldığını belirtmek için tarih atılan, çoğu zaman her günün sonunda o gün olup bitenin, sıcağı sıcağına anlatıldığı, olaylarla ilgili yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı yazılardır. Her gün yazıldığı için kısa olan bu yazılar, yazarının hayatından izler verdiğinden içten ve sevecendir. Günlükler, olayları yaşayan kişi tarafından tutulur. Kısa yazılardır. Osmanlı döneminde, saraylarda olayları günü gününe yazan vakanüvislerin eserleri günlüğe benzer. Günlüğe Ruzname de denir. Günlük ile anı arasındaki en belirgin fark; günlüğün tarih ile yazılmasıdır. Ayrıca günlükte anlatılanlar, anlatanı çok fazla etkilememiş olabilir. Oysa anıda çarpıcı olaylar anlatılır. Bu türün ünlüleri, Oktay Akbal, Suut Kemal Yetkin, Seyit Kemal Karaalioğlu’dur. Bir kişinin hayatının anlatıldığı yazılardır. Bunlarda amaç o kişiyi tüm yönleriyle ( hayatı, eseri, kişiliği, görüşleri vs.) tanıtmaktır. Biyografilerin başlangıcında, yaşamı anlatılacak kişi kısaca tanıtılır. Bu ara, doğum ve (ölmüşse) ölüm tarihleri belirtilir. Sonra sırasıyla yaşamın önemli yanları anlatılır. En sonda da toplum içindeki yeri belirtilir. Kuşkusuz bu planlama hep böyle kalmaz. Yazarlar, kimi zaman daha değişik yöntemler kullanabilirler. Biyografi açık, sade bir dille anlatılan kişinin devrini, çevresini dikkate alarak yazılır. Biyografi kişisel bir tarih yöntemidir. Bunun için yalın bir dil, açık bir üslup ve kolay bir anlatım yolu seçilmelidir. Biyografisi yazılan, yani hayatına yer verilen kişi din, ilim, sanat, edebiyat, politika ve diğer sahalarda tanınmış olmalıdır. Ünlü kişilerin hayatlarını konu alan, bunları roman tarzında işleyen edebî yazılara biyografik roman denir. Divan edebiyatında şairleri anlatan bu tür eserlere tezkire denirdi. Türk edebiyatında bunun ilk örneğini Ali Şir Nevai vermiştir. Önemli biyografiler ve yazarları: Tek Adam ( Şevket Süreyya Aydemir), Kâtip Çelebi ( Orhan Şaik Gökyay ) , Mehmet Akif (Mithat Cemal Kuntay ) , Peyami Safa ( Beşir Ayvazoğlu ). Tanınmış kişilerin hayatlarını ya da hayatlarındaki önemli dönemleri ön plana çıkararak kendileri tarafından anlattıkları yazılardır. Çoğu zaman bunlarda sanatçı kendiyle beraber aile büyüklerinden, çevreden, aile içi durumlardan da söz eder. Otobiyografide doğumdan itibaren otobiyografinin yazıldığı ana kadar yaşananlardan anlatmaya değer olanlar yazılır. Edebiyat, sanat, siyaset, spor vb. alanlarda ünlü bir kişi; diğer insanlarca bilinmeyen yönlerini, başarısını nelere borçlu olduğunu ve nasıl kazandığını anlatmak amacıyla otobiyografisini yazar. Otobiyografi her ne kadar öznel bir anlayışla kaleme alınsa da gerçekler göz ardı edilmemelidir. Herhangi bir olayı veya olguyu gezip görme yoluyla araştırma ve incelemelere dayandırarak anlatan bir yazı türüdür. Temel amaç, bir gerçeği gözler önüne sermektir. Röportaj, tek bir yazıdan oluşabileceği gibi bir yazı dizisi halinde de olabilir. Yalın ve çarpıcı bir anlatımın dikkat çektiği bu yazı türünde inceleme ve araştırmalarda kişilerle yapılan konuşmalara da yer verilir. Gezi yazısından ayrılan tarafı, fotoğraflarla desteklenmesidir. Ayrıca gezi yazısında gezilip görülen yerlerin özellikleri anlatılırken, röportajda inceleme ön plandadır. Dar anlamda karşılıklı konuşma olan röportaj ile gezi yazısının değişik bir şekli olan röportaj karıştırılmamalıdır. Yaşanmış veya yaşanması muhtemel, gerçek veya gerçeğe yakın olayların belli bir düzen içerisinde anlatıldığı, yer, zaman ve şahısların belli olduğu uzun yazılardır. Yer ve zaman kişilere bağlı olarak ayrıntılı bir biçimde anlatılır. Roman belli bir olay etrafında gelişir ve olaylar ayrıntılarıyla anlatılır. Çoğu zaman şahıs kadrosu geniştir. Kişiler ayrıntılı olarak tanıtılır. Çevrenin tanıtımına özen gösterilir. Türk edebiyatında Tanzimat’tan sonra görülür. İlk örneği Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı romanıdır. Batı romanı ölçüsünde en başarılı romanı Halit Ziya Uşaklıgil yazmıştır. Namık Kemal, Mehmet Rauf, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Peyami Safa diğer ünlü romancılarımızdır. Konularına göre şöyle adlandırılır: Psikolojik roman, töre romanı, macera romanı, tezli roman, köy romanı, tarihi roman, egzotik roman, mektuplu roman, bilim-kurgu romanı, biyografik roman... — Tarihi Roman: Konusunu tarihten alır. — Töre Romanı: Toplumun yaşayış tarzını, geleneklerini, adetlerini işleyen romandır. — Psikolojik Roman: Ruh çözümlemelerinin yapıldığı romanlardır. — Egzotik Roman: Uzak ve yabancı ülkelerin doğa ve insanlarını anlatan romandır. — Tezli Roman: Bir görüş veya düşünceyi savunan romandır. — Polisiye Roman: Dedektif hikâyelerini anlatan romandır. Ayrıca romanlar, etkilendikleri edebi akımlara göre “klasik roman, romantik roman, realist roman, natüralist roman” gibi adlar alırlar. Hikâye ile Roman Arasındaki Benzerlikler: a) Her ikisinin de yazarı bellidir. b) Her ikisinde de giriş, gelişme ve sonuç bölümleri vardır. c) Her ikisinde de gerçek veya gerçeğe yakın olaylar anlatılır. d) Her ikisinde de olağanüstü özelliklere sahip olmayan, normal yapıda kahramanlar (kişiler) vardır. e) Her ikisinde de olayların geçtiği zaman ve mekân bellidir. Hikâye ile Roman Arasındaki Farklar a) Hikâye kısa ve orta uzunlukta bir yazı türüdür. Roman ise uzundur. b) Hikâyede kişi sayısı romana göre daha azdır. c) Hikâyede genellikle bir tek olay anlatılırken, romanda birbirine bağlı olaylar anlatılır. d) Hikâyede olaylar kısa bir zamanı kapsar, romanda ise genellikle uzun bir zaman söz konusudur. e) Romanlarda olayın geçtiği dönemin siyasi, sosyal, tarih durumu hakkında bilgi edinilir. Bu durum hikâyelerde pek yoktur. f) Hikâyelerde sınırlı bir mekân söz konusudur. Romanlarda ise olaylar daha geniş bir coğrafyada meydana gelir. Olmuş ya da olması mümkün olayları belli bir plan çerçevesinde yer ve zamana bağlı olarak anlatan kısa yazılardır. Genel hatlarıyla romana benzer fakat romandan kısadır. Hikâyeler, çoğunlukla, birkaç sayfa uzunluktadır. Hikâyede kişiler, romandan azdır ve romanda olduğu gibi olaylar ve kişiler anlatılırken derin ayrıntılara girilmez. Hikâyeler bir tek olay anlatmak amacıyla yazılır. Derin çözümlemelere pek elverişli sayılmaz. Hikâyede olaylar genellikle yüzeyseldir. Kişiler çoğu zaman hayatlarının belli bir anı içinde anlatılır. Genellikle kişilerin tek yönü üzerinde ( çalışkanlık, titizlik, korkaklık vs. ) durulur. Olay-Durum(Konu):Her öykü temelde bir olaya dayanır. Diğer bir deyişle olay ya da durum, öykünün konusunu oluşturur. Olay ya da durum gerçek yaşamdan alınabileceği gibi yazarın hayat gücünün ürünü de olabilir. Kişi-Kişiler: İnsansız bir olay ya da durum düşünülemez. Bu nedenle öykünün temel öğelerinden biri de insandır. Olay ya da durum içinde anlatılan insana, öykünün kişisi denir. Öykü kişisi insanin dışında başka varlıklar da olabilir. Yazar onu insan gibi düşünerek anlatır. Öyküde kişi sayısı azdır. Yer ve Zaman: Her öykü, açıkça belirtilsin ya da belirtilmesin belli bir yerde ve zamanda geçer. Olayın akışına bağlı olarak kısa bir zaman dilimi ele alınır. Diğer bir deyişle öyküde bir zaman dilimi, bir ya da birden çok yer söz konusudur. Dil-Anlatım: Öyküdeki bütün öğelerin hareket halinde olmasını sağlayan yazarın anlatımıdır. Anlatım yazardan yazara değişebilir. İki tür hikâye görülür; a)Olay Hikâyesi: Maupassant tarzı da denir. Olay esastır. Bizdeki temsilcisi, Ömer Seyfettin’dir. b)Durum Hikâyesi: Çehov tarzı da denir. Olaydan çok insanın belli bir zaman dilimindeki durumu anlatılır. Bizdeki temsilcisi, Sait Faik Abasıyanık’tır Olay yazılarında iki tür anlatım kullanılır: a-)Birinci Kişili Anlatım: Olayın, bir başkasının başından geçmiş gibi anlatımıdır. b-)Üçüncü Kişili Anlatım: Olayın, bir başkasının başından geçmiş gibi anlatımıdır. Genel olarak insan dışındaki varlıkların kişileştirilmesi ve konuşturulması esasına dayanır. Belli bir ahlak dersi vermek amacı ile insanlar arasında geçmekte olan ibret verici bir olayı, hayvanları ve cansız varlıkları konuşturarak anlatan yazı türüdür. Genellikle manzum yani şiir şeklindedir. Fakat düzyazı biçiminde olanları da vardır. Didaktik (öğretici) bir yazı türüdür. Dünya edebiyatında ilk ve önemli fabllar Hint yazarı Beydeba’ya aittir. Beydeba’nın fablları Kelile ve Dimne adli bir eserde toplanmıştır. Kültürümüzde bu türün ilk örneklerine Mevlana’nın mesnevisinde rastlarız. Şeyhi’nin Har namesi de tabi bu sahada önemli bir eserimizdir. Genel anlamda kişinin bir haberi, olayı, arzuyu bir başkasına anlattığı yazılardır. Haberleşme aracıdır. Çeşitleri şunlardır: a)Özel Mektup: Hısım, akraba, eş-dost ve tanıdıklar arasında yazılır. En önemli özelliği gizliliğidir. Özel mektupların anlatımları içtendir. Hitap, giriş, gelişme, sonuç bölümlerinden oluşur. Eş dost, yakınlar arasında gidip gelen mektupların belirleyici özelliği, bunların içten, doğal, yalın oluşlarıdır. Çünkü mektup yazarı, bir dostuyla, arkadaşıyla dertleşmek, sevinçlerini paylaşmak için yazar. Açık ve içten davranır. Samimi bir dil kullanılır. Gözlemler, duygular, düşünceler, yorumlar, özlemler bu mektuplara konu olabilir. Özel mektuplar kendi aralarında birtakım çeşitlere ayrılır: ”Haberleşme, kutlama(tebrik),teşekkür, çağrı(davet) mektupları” başlıcalarıdır. b)Resmi Mektup: Devlet daireleri arasındaki resmi yazılardır. Ismarlama mektupları, bir kişi ya da kuruluşa yazılan mektuplar, resmi bir makama yazılan dilekçeler birer iş mektubudur. İş mektuplarında istekler açık ve eksiksiz olarak belirtilmeli, saygılı bir dil kullanılmalıdır. İş mektuplarının başlıcaları da “dilekçeler, ısmarlama(sipariş) ve resmi mektuplarıdır.” c)İş Mektubu: Devlet daireleri ile vatandaşların veya özel kuruluşların birbirlerine yazdıkları mektuplardır. Dilekçe ve sipariş mektupları bu türe örnektir. d) Edebi Mektuplar: Şair ve yazarların birbirlerine yazdıkları, edebiyatla ilgili düşüncelerini, anılarını anlattıkları mektuplardır. Bu tür mektuplar açık olarak bir gazetede ya da dergide yayımlanır. Yazar birine hitaben herhangi bir konudaki görüşlerini, duygularını anlatır. Ancak asıl amacı bunları herkese duyurmaktır. Mektup, Divan edebiyatında da kullanılmıştır. Fuzuli’nin “Şikayetname” adlı eseri bu türdendir. Tanzimat’tan sonra ise gazetelerde yayımlanan birçok açık mektup görülür. Bazı yazarlar mektuplardan oluşan romanlar da yazmışlardır.Halide Edip’in “Handan” romanı bunlardan biridir. Bir hatip tarafından, açık meydanlarda veya kapalı salonlarda belli bir maksatla toplanmış halka söylenen sözlere hitabet (nutuk) denir. Bunlar önceden veya sonradan yazıya geçirilir. Hatip, bu sözleri söyleyen demektir. Hitabet, dini, askeri, siyasi, ilmi olabilir. Hatip, söyleyeceği sözlerin taşıdığı fikre kesin inanmış olmalıdır. Konu dinleyicilerin hepsini ilgilendirmelidir. Anlatım; kesin ve açık olmalıdır. Gereksiz edebi sanatlara yer verilmemelidir. Hitabet türünün bütün dünyadaki en muhteşem örneği Peygamber Efendimizin veda hutbesidir. Askeri alanda Yavuz Sultan Selim Han’ın Çaldıran Seferi sırasında, Alparslan’ın Malazgirt Harbi öncesinde yaptıkları ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk gençliğine hitaben yaptığı kısa konuşmalar yine bu türün en önemli örneklerindendir.