Çanakkale'den kurtuluş savaşı'nakahramanlar recep şükrü apuhan Çanakkale'den kurtuluş savaşı'na kahramanlar RECEP ŞÜKRÜ APUHAN Bu kitap Emine Eroğlu'nun yayın yönetmenliğinde, Adem Kocal'ın editörlüğünde yayına hazırlandı. Kapak tasarımı Ravza Kızıltug tarafından yapıldı. 1. baskı olarak 2005 Aralık ayında yayımlandı. Kitabın Uluslararası Seri Numarası (ISBN) : 975-263-361-7 Kapak fotoğrafı: Kürşat Bayhan Baskı ve cilt: Prizma Pres Matbaacılık Merter Keresteciler Sitesi Fatih Cad. Yüksel Sok. Tel: (0 212) 637 48 02 İrtibat: Alayköskü Cad. No: 11 Cağaloğlu / İstanbul Telefon : (0212) 513 84 15 Faks : (0212) 512 40 00 www.timas.com.tr timas@timas. com.tr TİMAŞ YAYINLARI/1448 YAKIN TARİH/26 ©Eserin her hakkı anlaşmalı olarak Ti maş Yayınları'na aittir. İzinsiz yayınlanamaz.Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Çanakkale'den kurtuluş savaşı'na kahramanlar RECEP ŞÜKRÜ APUHAN 1958 yılında Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinde doğdu. İlk ve ortaokulu İstanbul, Ankara ve İzmir'de okudu. Lise «* öğrenimini Çanakkale'de, yüksek öğrenimini İstanbul'da tamamladı. Yazar; iletişim, başarı, yönetim, eğitim, tarih ve kültür konularında kitaplar yazdı, konferans ve seminerler verdi. Eserleri: Başarı Dizisi Doğru Yönetim Kesin Sonuç Başarı Yolunda 70 Altın Kural Hedefe Yürürken Başarı İçin Gençlere 33 Çağrı Herşey Bana Bağlı İnsan İlişkilerinde En Etkili Davranışlar Etkili Öğretmenin Temel Davranışları Araştırma-Deneme-Tarih Senin İçin Ağlayacağım Ruhumda Darp İzi Var Türkiye Belgeselinden Notlar Sen Hasan Ben Hüseyin Çanakkale Geçilmez Pozitif Hayat Dizisi Hayatın Kalbine Yürü Sevmeye Geç Kalmadın İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ................................................................„.................................9 I. DÜNYA SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK Sarıkamış........................................................................................15 Çantalarında Birer Avuç Kavrulmuş Arpa Vardı..........................16 Bir Yığın Kar Kucaklamış, Kemiriyordu........................................18 Tarihin Görmediği Sahne...............................................................21 Erzurum..........................................................................................23 Bileklerinde Mekanizmayı Çevirecek Güç Kalmamıştı................24 Sığır Derisi Önce Toprakla Yoğruluyordu.....................................26 Çanakkale........................................................................................29 Orada Düşman Var, Çünkü Sağ Askerimiz Kalmadı....................30 18 Mart 1915...................................................................................32 25 Nisan 1915...............................,.................................................33 Siperde Savaş..................................................................................35 Çekilmeliyiz....................................................................................36 Hanem Tarafına Selâm Ederim......................................................38 Sina.................................................................................................40 Rüzgâr Kar Halinde Eriyordu.........................................................41 Bir Delikten Ateş Kuyusuna iniyor Gibiydik................................42 Suların Üzerinde Solgun Kan İzleri Kalmıştı................................44 Çöl Nankör Bir Şeydir....................................................................45 Gazze...............................................................................................47 Siperin Önünde Patlamamış Mermi Arıyordu..............................48 Bir Subayın Not Defterinden.........................................................49 11. Bölüğün İsmi Unutulmaz.........................................................50 Irak. .52 .53 .54 .55 .56 .58 .59 .61 62 65 3. Alayı Bizden Başka Kim Bilir.......................................... Subayların Nöbeti................................................................. Görülmemiş Bir Olay............................................................ Kıble Ne Tarafta?.................................................................. Galiçya.................................................................................. Düşmanın Son Yıkılışını Görmek İsterim........................... Yattığı Yerden Telleri Tutuyordu........................................ Sırtını Sipere Dayayıp Arkadaşlarına Baktı........................ Yemen.............................................................................................__ 1914'te Pülümür-Yemen Yolculuğu..............................................66 Yolculuk Bitmemişti.............................................................. Çarpıştı Yıllarca Çöllerinde Yemen'in.................................. Gümrü.................................................................................... Emri Alanlar Kucaklaştı........................................................ Niye Geri Dönmedin?............................................................ Bu Mektubu Kars'tan Yazıyorum.........................................., Medine'nin Kuşatılması......................................................... Medine.................................................................................... 1917 Temmuz-Medine........................................................... Ya Resulullah Biz Seni Bırakamayız..................................... Bırakın, Kıtama Gideyim!...................................................... Medine'nin Son Şehidi........................................................... Şimdi Ayrılık Vaktidir............................................................ Batum'da Son Şehitler.............................................. ..67 ..67 ..69 ..70 ..71 .72 .74 .75 .76 .77 .79 .79 ,80 81 ESİRLER VE ESİR KAMPLARI MISIR'DAN SİBİRYA'YA Esir Kampında........................................................................ Kimdi Bu Ramazan ve Mehmet?............................................ Pırasa, Bakla, Kaür Eti............................................................ Gözü Ağrıyanlara Neler Oluyordu?....................................... Esirler Dönerken...................................................................... Japonların Eline Geçen Esirlerimiz................................................OJ. Yunan Propagandası: "Bir Gemi Dolusu Türk'ü Esir Aldık"........92 "İnsanlık Sıyinlo rw;^,,,;-ı» ...........................................93 .85 .86 .87 88 90 91 "İnsanlık Sizinle Övünsün!" Sana Hasretimiz Derin Olacaktır.94 Oraya Kadar Yol Var mı?.............95 Bir Asalet Resmi.............................................................................98 Bu Vahşetin Sebebi Neydi?............................................................99 Türkler Yunan Esirlerine Ne Yaptı?............................................100 Çölde Bir İngiliz............................................................................101 İtalyan Esirler Ne Oldu?...............................................................102 Mehmetçikten Mareşal Rütbesi...................................................104 İkbal, Bana Ne Hediye Getirdin?.................................................105 KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E İzmir..............................................................................................107 "Biz Ölsek Başkaları da Ölecek!".................................................109 Çocuk Kendini Süngüleyen Düşmana Hayretle Baktı................110 Vasıf Nerede?................................................................................111 Bu Millet Ölmez!..........................................................................112 Antep.............................................................................................115 Kıyarız Canınıza...........................................................................116 Antep Silahla Yenilmez!..............................................................117 Şu Ramazan Topu İşe Yaramaz mı?............................................118 Zehirlene Zehirlene Alışırız... Yiyin...........................................119 Sakarya..........................................................................................120 "Nasuh'u Uyurken Süngülediler"................................................122 "Süreyya, Bunların Arasında mı Öleceğim?"..............................123 Çeyizim Milletin Olsun................................................................125 "Üşümez misin Sen Nine..."........................................................127 Tarih Nefesini Tutmuştu..............................................................128 İsimsiz Tepelere İsim Verdiler.....................................................129 Çarmıha Gerilen Ömer.................................................................130 "Yaram Hafif, Saldırın"................................................................131 Ayağa Kalk Sakarya......................................................................132 "Her Zaferin Mayası Sendedir"....................................................134 Dumlupınar........................,..........................................................136 "25. Alay! Tekbir Al!"...................................................................137 Malazgirt'ten Dumlupınar'a.........................................................139 Yanmış Ceset Tepecikleri.............................................................140 "Düşman İmha Edildi".................................................................141 Benim Oğlum Diyorum da Kimse İnanmıyor.............................143 İSİMSİZ KAHRAMANLARIN DESTANI Beni Seninçün Al Kanlara Boyandım..........................................149 İkiyi Üç Eylesin............................................................................150 Çuvallardan Elbise Yapıyorduk...................................................150 Şu Arkadaşa Bakınız....................................................................153 Kara Gözleri ile Bana Bakıyordu..................................................155 Hüseyin'im... Son Yongam...........................................................156 Oğlum, Bana Bir Asker Ver..........................................................157 Bataryama Heybet Geldi...............................................................159 CEPHEDEN MEKTUPLAR Pembe Mendil...............................................................................163 Kim bilir Nerede Kalmıştı Mendilin Sahibi................................164 Nimeti Kanımda, Muhabbeti Ruhumda......................................165 Biz Nasıl Kaybolduk.....................................................................169 Pala ve Tiftik.................................................................................170 Bu Kırıldıktan Sonra Olsun.........................................................171 Ayrılık Belası Kahrolur Bir Gün..................................................173 Oğlum Bize Ne Getiriyorsun?......................................................174 NakiyeHala...................................................................................175 Şehitleri Hatırladın Değil mi?......................................................176 Tuna'dan Meric'e Çekilirken........................................................180 Bir Yadigâr Daha Kırılmıştı..........................................................181 Ötme Keklik, Barışalım................................................................183 İçimizde Akan Nehir....................................................................185 Sakarya, Tuna'yı Unutma............................................................187 Balkanlar'ı Kimlerden Aldık........................................................188 Osmanlı Balkanlar'da Ne Yapü?..................................................188 Arap Ülkelerini Kimlerden Aldık?...............................................190 Osmanlı, Arap Ülkelerinde Ne Yaptı?.........................................190 ŞEHİTLİKLERİMİZ Şehitliklerimiz..............................................................................195 Anadolu Boydan Boya Şehitliktir................................................196 KAYNAKÇA........................................................................................203 ÖNSÖZ Yanda resmini gördüğünüz asker, Birinci Dünya Savaşı'nda Irak Cephesi'nde çarpışan 6. Ordu'ya bağlı 18. Kolordu, 51. Tümen, 9. Alay'dan İstanbullu Yüzbaşı Mehmet Muzaffer'dir. Mehmet Muzaffer Bey, Felahiye Mu-harebesi'nde boynundan ağır şekilde yaralandığında artık ölüm vaktinin geldiğini anladı. Konuşamadığı için cebinden çıkardığı bir zarfın üzerine kurşun kalemle yazarak sordu: "Kıble ne yöndedir?" Yüzbaşı Mehmet Muzaffer'in zarfın üzerine yazdığı ikinci cümle "Kelime-i Şahadet" oldu. Tarih az önce sevgiyi ve inancı görmüştü, şimdi Komutanı görecekti. Bölüğünün bütün gücüyle çarpışmaya devam etmesini sağlamak isteyen Yüzbaşı Mehmet Muzafferin kanlı zarfın üç yerine yazdığı son cümleleri bir hücum ve zafer emriydi: "Bölük intikamımı alsın!" Mehmet Muzaffer Bey üçüncü cümlesini de imzalamak isterken ruhunu teslim etti. Din ve vatan aşkının resmini kanıyla çizerek, yeryüzünün en görkemli insanlık, inanç, vatan sevgisi, kahramanlık ve komutanlık anıtlarından birini kanlı bir zarfın üzerinden yükselterek gitti. Mehmet Muzaffer Bey 10 SON KAHRAMANLAR Kimbilir kime gönderilecek bir mektup için hazırlanmış o zarf, bize gönderilen mübarek bir mektubu taşıdı. Eğer o mektuptan haberdar olabilseydik, eğer o mektubu yazan üstün karakteri evlerimizde, okullarımızda 6. Ordu Komutam Halil Paşa'nın da rica ettiği gibi* şiirlerle, resimlerle yaşatıp çocuklarımıza örnek gösterebilseydik ruhumuz bu kadar yaralanır mıydı ve zihnimiz bu kadar karışır mıydı? O mektup kaybolmasaydı, o mektup sahiplerine ulaştırıl-saydı, o mektup ders kitaplarının başına konsaydı, milli varlığımızı kuşatan propaganda orduları bu kadar rahat hareket edebilir miydi? Bazı milletlerin kendine tarih aradığı bir dünyada büyük tarihimizin çocuklarımızdan esirgenmiş olması milletimizi bütün tehlikelere açık hale getirmiştir. Liselerde okutulan tarih kitaplarında Çanakkale Zaferi'ne kaç cümle ayrıldığını gördüğümüzde birçok ağır probleminde kaynağım görmüş olursunuz. Ne yazık ki ülkemizde "Mehmet Muzaffer'in yiğitliği, inancı, karakteri bu milletin çocuklarından esirgenmez" diyecek tek bir resmi kurum olmamıştır. En kaba taklitçilik, en açık teslimiyetçilik ve yabancı hayranlığı bu ülkenin en önemli kurumlarında kol gezerken tek bir resmi itiraz duyulmamıştır. Ülke, tarihinden koparılıp, o tarihe şan veren değerlerinden uzaklaştırılırken, doğacak tehlike hiçbir resmi kurumda gündemin bir maddesi bile olamamıştır. Bütün milletler tarihlerine, kahramanlarına, milli hatıralarına sahip çıkarken ülkemizde tarihi köklerimize bağlılık, vatan ve bayrak sevgisi küçümsenmiş, bu sevginin dalgalandığı manevi direkler aşağılanmış; yabancı kültürlere teslimiyet ve yabancı çıkarlara hizmetçilik yüceltilmiştir. Mehmet Muzaffer adındaki o büyük karakter 90 yıl öncesinden bize bir defa daha seslenmekte ve o kanlı zarfı bize bir defa daha uzatmaktadır. Bu kitap o zarfı sahiplerine ulaştırabilmek hayali ile kaleme alınmıştır. * Genelkurmay ATAŞE Başkanlığı Arşivi, Albüm 12, s. 61. (Asker Kahramanlar, s. 34) 0 ÖNSÖZ 11 Böylece özellikle gençlerimizde yakın tarihimize karşı bir ilgi uyandırmak, onlara bizi biz yapan kültür ve medeniyetin kaynaklarını hissettirmek, onlarda tarih ve vatan şuurunun oluşmasına yardımcı olabilmek, onları bugünün ve yarının tehlikelerine karşı güçlendirmek istedik. Elbette bu amaçlar çok değerlidir ve çok büyüktür. Bu eserin tek iddiası ise bu amaçlara hizmet etmektir. *** Kitapta belli bir tarih sırası takip ettik ancak asıl ele aldığımız konu o tarihin içinde kendisine verilen bütün görevleri eksiksiz yerine getirmiş Mehmetçik karakteri ve kahramanlığıdır. Kendi içindeki büyükleri keşfedemeyen, onlardan ilham almayan, onların verdiği dersleri öğrenemeyen toplumlarda bütün işler yarım kalır. Onlardan habersiz girişilecek işler o toplumu mahcup eder. Büyüklerini bilmeyen, onları unutan bir millet büyük eserler veremez. Tarihinden faydalanamayan, o tarihin anlamından ve sorumluluğundan uzakta tutulan insanlarla dirençli ve iddialı bir toplum oluşturamayız. Mehmetçik tek gücümüz ve asırların sıkıntılarına, bunalımlarına, nice hile ve şiddet ittifaklarına sevginin, namusun, merhamet ve asaletin vatanıdır. O bütün kötülük ve zulümlere karşı bir medeniyet tavrıdır. Mehmetçik'i anlattığımız olayları belli bir sıraya koyup Plevne'den Dumlupmar'a yürümemizin sebebi ise son 150 yılda yaşadıklarımızı hiç olmazsa birkaç tablo halinde hissettirebilme isteğimizdir. Büyük acılarla çekildiğimiz son vatan parçasında tutunabilmemizin ilk ve en önemli yolu gençlerimize geniş bir coğrafyayı terk ederken başımıza gelenleri anlatabilmektir. Son 150 yılı bilmeyenlerin bugünü anlaması imkânsızdır. Nil'den ve Tuna'dan Sakarya'ya çekilirken yaşadıklarımız Nil ve Tuna'ya giderken yaşadıklarımızdan çok daha öğreticidir. 12 SON KAHRAMANLAR Yüzbaşı Mehmet Muzaffer ve onun gibi kahraman, onun gibi asil yüz binlerce aziz şehidimizden birkaç değersiz cümle ile de olsa bahsedilme şerefini bize nasip eden Allah'ımıza şükrediyor, ondan güzel yurdumuzu tekrar tekrar bize bağışlamasını diliyoruz. Artık Sarıkamış, Çanakkale, Sina, Galiçya, Irak, Sakarya ve Dumlupmar şehidlerinin yanma gitmek ve ot tıkadıkları yaralarının üzerine gözyaşlarımızı akıtarak onların canları ile verdiklerini selamı almak zamanıdır: "Essalamünaleyküm ey Şüheda, ey insanlığın temiz yüzü" Onlara, vurulup yanı başlarına düştüğümüz akşamlardan yazdık. Onlara yıkık bir siperden yazdık. Onlara bir yetim çığlığı ile bütün unutmalardan ve unutturmalardan nefret ederek yazdık. "Mehmetçik" derken, "şehid" derken gözleri yaşaranlara, dualarda ve o selamlarda unutulmamak ricası ile. Recep Şükrü Apuhan Kasım 2005 I. DÜNYA SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 57. Alay'dan bir grup asker.. Sarıkamış Sarıkamış Altınbulak Soğanh'yı biz ne bilek Bizim uşak böyle gezer Ağlu zubm, kara yelek İbrişimin Kozaları Battın Avşar Kazaları Sarıkamış'ta kırıldı Goncagülün tazeleri Yüzbaşılar, binbaşılar Tabur taburu karşılar Yağmur yağıp gün değince Vatan şehitler ışılar.1 1 Ali Kafkasyalı, Halk Şiirinde Kuzeydoğu Anadolu, Sarıkamış Felaketine Avşar Ağıtları, Türk Yurdu, Sayı 122, Ekim 1997. 16 SON KAHRAMANLAR Çantalarında Birer Avuç Kavrulmuş Arpa Vardı Doğu Cephesinde Rus taarruzu 30 Ekim 1914'te başladı. Ruslar sının geçerek Pasinler'e kadar ilerledi. Rusları Köprü-köy'de durduran 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa mevsim şartlan sebebiyle ileri taarruza geçemedi. Başkumandan Vekili ve Savaş Başkanı Enver Paşa 14 Aralık 1914'te Köprüköy'e geldi, 3. Ordu Komutanlığını da üstlendi. Kars, Sarıkamış, Ardahan, Gümrü ve Batum, 1877 Osmanlı-Rus Savaşından beri Rusların elindeydi. Enver Paşa, Sarıkamış-Erzurum arasındaki Rus ordusunu 9. ve 10. Kolordular ile geriden kuşatmayı planladı. 11. Kolordu da Rusları cepheden sıkıştıracaktı. Şimdi olan biteni tarih ağzı açık seyredecektir. Harita üzerinde mükemmel olan plan ne yazık ki -40 derecede kaskatı kesilecek, 22 Aralık 1914-15 Ocak 1915 tarihleri arasında yapılan "Büyük Sarıkamış Çevirme ve Kuşatma Harekâtı" kanlı bir ağıta dökülecektir. Harekât sırasında 9. Kolordu Soğanlı Dağlarında, 10. Kolordu Allahüekber Dağlarında mahvoldu. Kar, tipi ve korkunç soğukta binlerce askerimiz donarak öldü. Binlerce askerimiz yaralandı, uçurumlardan düştü, hastalandı veya yerini kaybetti. İçlerinde çıldıranlar oldu, eller, ayaklar donarak koptu, yüzler yandı, çürüdü. 24 Aralık'ta 10. Kolordu Oltu'nun doğusundan Kop yönüne ilerlerken Albay Abdülkerim, dağ bataryalarını sırtlara çıkarabilmek için buz kayaları üstünde basamaklar kazdırmıştı.2 26 Aralık'ta bir Alayın erlerini toplamak için açtığı sancak altında 80 er toplanmıştı. Bu Alayın mevcudu 800 idi.3 9. Kolordu Soğanlı Dağlarında Rus pusuları ile vuruşarak ilerledi. 26 Aralık'ta 9. Kolordu'dan geriye kalanlar bir Alay bile l.flÜNYA SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 17 değildi. 27 Aralık'ta Çerkezköy tepesine buz tutmuş elleriyle defalarca saldıran 51. Alay'm mevcudu yalnızca birkaç yüz kişiydi. Erzak ve cephane kolları dışında asıl gücü 28 bin er olan 9. Kolordu'dan ocak ayı başında 1000 er kalmıştı. Harekâtın başında mevcudu 40 bin er olan 10. Kolordu'dan şimdi ayakta ve bir arada kalan er sayısı 1800'dü.4 2 Köprülü Şerif, Sarıkamış, s. 235 3 Age, s. 239. Sarıkamış'ta Türk askerleri. 4 Age, s. 254. 18 SON KAHRAMANLAR Belki o karlı dağlan da çaresizlik içinde ağlatan felaket şartlarına rağmen 28 Aralık'ta vücutları donmuş ama kalpleri alev alev 300 kahraman Sarıkamış'a girdi! Orada hemen düşeceklerini biliyorlardı ama yüz yıl sonrasına söylemek istedikleri bir şeyler vardı. "Onlara ölü demeyiniz" ilahi ikazının bütün sırlarını görmüş olan Mehmetçiğin Sarıkamış'a düşen gölgesi de o buzdan dağların üzerinde ateş gibi sıcaktır. İşte felaketin o yakıcılığına rağmen Allahüekber Dağlarını vücutları lime lime aşıp gelmiş birkaç Mehmetçik, Selim İstas-yonu'nda donmuş parmakları ile demiryolunu tahrip etmeye çalışmaktadır. Soğanlı ve Allahüekber Dağlarında bazı tarihçilere göre 30 bin, felaketin tanıklarına göre ise en az 40 bin Mehmetçik şehit olmuştur. Donarak şehit olan askerlerimizin sırt çantalarından çıkan yiyecek, birer avuç kavrulmuş arpadır. 9. Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay Köprülü Şerifin (İlden) içinde yaşadığı felaketi anlattığı eseri şu cümlelerle biter: "Tarihlere ant olsun ki büyük bir Türk ordusu yüksek dağlar üstünde kara kışın tipisiyle, yüzyılların düşmanının güllesi ve kurşunuyla uğraşa, cenkleşe milli bağımsızlık uğruna tümüyle mahvoldu da bir eri sırt çevirmedi. Sarıkamış'ta hiç panik olmamıştır."5 Bir Yığın Kar Kucaklamış, Kemiriyordu 10. Kolordu'nun 30. ve 31. Tümenleri Ruslarla savaşa savaşa 25 Aralık 1914 akşamı Allahüekber Dağlarının kuzey eteklerine ulaştı. Tümenler dinlenme fırsatı bulamadan aynı günün gecesinde dağa tırmanmaya başladı. Saat gece üçtü ve tarih artık 26 Aralık'tı. Felaket orada bekliyordu: 5 age, s. 267. !. DÜNYA^AVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 19 "Konakyerlerinden karanlıkta hareket ettik. Haritaya göre üç saat sonra doruk çizgisindeki boyun noktasını geçeceğiz sanıyorduk. İki katı uzaklıkta yol aldık yine yokuştan kurtulamadık. Topçular bu dik ve derin karlı dağ yolundan nasıl çıkacaklar aklım ermiyordu. En sonunda çıktık. Ama bizi arka tarafı iniş bir boyun noktası değil belki çok geniş ve uçsuz bucaksız bir kar yaylası karşıladı. Yorulmuş ve takatsiz düşmüştük. Tam yayla üstünde, keskin bir rüzgâr ve arkasından şiddetli bir tipi başladı. Bu andan itibaren göz gözü görmez oldu. Kimsenin kimseye yardım etmesi, söz söylemesi, sesini duyurması imkânı kalmadı. Kolordu çözülüp eridi. Hâlâ gözümün önündedir. Yol kenarında karların içine çö-melmiş bir er bir yığın karı kollarıyla kucaklamış, titreyerek, çığlık atarak dişleriyle kemiriyor, tırnaklarıyla kazıyordu. Kaldırıp yola götürmek istedim. En önceki hareketini, çığlığını; dişleriyle, tırnaklarıyla çabalamasını hiç bozmadı ve beni hiç görmedi. Zavallı cinnet geçiriyordu. Böylece şu uğursuz buzullar içinde biz belki on bin kişiden çok insanı bir günde karların altında bıraktık ve geçtik."6 9. Kolordu ise Soğanlı Dağlarında eriyordu. İşte bir asker sırtını dayadığı ağaçta kaskatı kesilmiştir. Diğeri, kırmaya çalıştığı dallar gibi kırılmış, oracıkta kalmıştır. Ve 29. Tümen Komutanı Miralay Arif Beyle iki subay yağmurluklarını çardak gibi başlarına örtmüşler, donmamak için nefesleriyle birbirlerini ısıtmaktadırlar.7 * 9. ve 10. Kolordu'nun 106 subay, 80 er, birkaç at ve bir kırık top kundağından oluşan son varlığı 29 Ocak 1915'te esir edildi. Enver Paşa 3. Ordu'nun komutasını Hafız Hakkı Paşa'ya bırakarak İstanbul'a döndü. Çok geçmeden Hafız Hakkı Paşa'da Erzurum'da tifüsten ölecektir. Kurmay Yarbay Köprülü Şerif Sibirya'da üç yıl süren esaret hayatından sonra 1918'te İstanbul'a kaçmayı başardı. Sonraki yıllarda diplomatlık ve milletvekilliği yaptı. 1952'de öldü. 6 age, s. 232. 7 İsmail Hakkı Sevük, Yurttan Yazılar, s. 459. (Sevük, Ankara Milletvekili olan Arif Bey ile Sarıkamış'ta karşılaşmış ve olayları kendisinden dinleyip 1 Temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet'te yazmıştır.) 20 SON KAHRAMANLAR I. DÜNYA İAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 21 Arkadaşlarının donmuş cesetlerini toplayan askerler... 9. Kolordu'nun 87. Alayı Çerkez köyü denilen Eski Sarıkamış'ı almış ama orada mahsur kalmıştır. Rus kuşatması Alay'in ileri ya da geri gitmesine engel olmaktadır. Birkaç binlik Alay, iki günde birkaç yüze iner. Teslim olmayı reddettiklerinde yalnızca elli kişidirler. Son askerde ölene kadar savaşacaklardır. Yirmi kişi kaldıklarında Alay Komutanı Lütfi Bey, Alay sancağım öper, beyaz bir patiskaya sarar, beyazlara bürünmüş bir çavuşla karargâha gönderir. Çavuş karlar içinde yavaş yavaş sürünerek düşman saflarından geçmiş, karargâha sabaha karşı ulaşmıştır. 87. Alay'dan kurtulan sadece Alay sancağıdır. Bütün Alay o sancağın önünde ölmüştür. Yalnız Lütfi Bey ile son kalan 20 kişi sancak kurtulsun diye sancaksız ölürler. İnsanların birbirlerini nefesleriyle ısıtmaya çalıştıkları bir yerde bu kahramanlık, sözü de dondurur yazıyı da. Belki içimizden gelen, tıpkı İsmail Habib gibi yumruklarımızı sıkarak hıçkırmaktır. Tarihin Görmediği Sahne Rus Kafkas Ordusu Kurmay Başkanı Aleksandroviç Pietroviç elindeki dürbünü gözlerinden çekemeden bağırır: "Delirmiş bu Türkler! Açık hedef olmuşlar!" Binbaşı Mustafa Nihat, Enver ve Hafız Hakkı Paşalardan aldığı emrin nasıl bir emir olduğunu bilir ve ama askerlik namusu itiraz kelimesini silmiştir lügatinden... Mustafa Nihat Bey ve emrindeki 79 kahraman 400 metrelik mesafeyi sekiz saatte alırlar. Hedefe vardıkları zaman artık 18 kişidirler. Mevzilenmek isterler. Nasip olmamıştır ki gece yerini sabah ışıklarına terk ettiği zaman, Pietroviç önce ateş emri verir sonra eline alıp dürbününü tarihin görmediği sahneyi görür. İlk sırada diz çökmüş beş kahraman. Omuz çukurlarında yuvalanmış mavzerleri ile nişan almışlar. Tetiğe asılmak üzereler, aşılamamışlar. Kaput yakaları Allah'ın rahmetini o civan delikanlıların vücuduna akıtmak istercesine semaya dikilmiş, kaskatı... Hele bıyıkları ve sakalları... Her biri birer fütuhat oku gibi dimdik. Ve gözleri... Dinmiş olmasına rağmen kahredici tipinin bile örtüp gizleyip kapatamadığı gözleri. Hepsi açık. İsyan eden ama Allah'larına teslimiyetle bakan gözleri açık. Vallahi açık, apaçık! İkinci sırada bir manzara ki hiçbir heykeltıraş bir eşini meydana getirmeyi başaramamış. Başları korkutucu katılıkta semaya dönük, bilekleri üzerinde kümelenen kara rağmen güçlerini dile getiren, sağrılarmda-ki fişek sandıklarını debelenip yere atmaya tenezzül etmemiş iki katırın başındaki altı esatir güzeli Mehmet... o 2T a •1 ( ta E: 2 &• 03 ~ fi 3 2 c? *ü » r la* 3' c £2 •g S" cb g il ¦o & ota tr eS: O > & a. c fisi £ C" cr cr K CD 5v «2 e. «I o *» C: O C: CD en E? O 3 ' CD CD V! c- 0Q faca rse 11 CD ^ s: fX &) 1-1 CD cr faI- ^ 3 « E CD o' 5' O el CD 13 W CD CL O »« CD "Cd cn t^ cd ta $e 0Q 9 k-'. CL cr ö CD en 5 % er CL O: SO CL cd1 g0Qc Cna C: O. hfl îti (o 3 * g"S." e CL CD g ^ o SL ^J O: e ST ^g!. a. "< m. a e -. > cr < !— cr er CD en w cr V t;3. 0 C CD O O u 10 tr bSİ" 4f S D Od cr 2-Sa D e ^ cr cl cV ^ ^ & 3 CD CL D CL S* cp >-j 1 D CD 2 CL C: Q ^ : CD & ¦i .?||| ü e a. cr ö E: CD I İi D a N E CD >-( 09 Ü r CL İt 2: s? O N D Cr t? o^ O: D IS I§3 D N C 24 SON KAHRAMANLAR Bileklerinde Mekanizmayı Çevirecek Güç Kalmamıştı Yedeksubay Faik (TonguçJ Sarıkamış felaketinden hemen sonra gönüllü olarak Doğu Cephesine geldi. Gördükleri karşısında duyduğu en büyük ıstırap bunları asla anlatamayacak olmaktı. Erzincan-Erzurum arasım cesetlere basa basa geçer Asteğmen Faik. Erzurum'da ise durum korkunçtur: "Hastane yapılan evler hasta ve yaralılarla doluydu. Kasabanın boş yerlerinde her biri 25-30 ceset alabilen geniş çukurlar kazılmış; bunlardan bazıları dolmuş, ötelerin dolması bekleniyordu. Sokaklardan geçerken bir cesedin koluna bacağına basmadan geçmek mümkün olmuyordu." Burası Tortum'dur. Faik ve arkadaşları burada içinde ceset ya da ölmek üzere olan insanların olmadığı bir ev bulamazlar. Tifo ve tifüs hem askeri hem halkı kırıp geçirmektedir. Yaralı askerler perişandır. Açlık ise başka bir felakettir. Asteğmen Faik, 9 Mart 1915 günü 10. Kolordu'nun merkezi olan Narman'a gelir. Burada gördükleri "insanın duygu ve düşüncelerini felce uğratacak" manzaralardır: "Kapısının üstünde Şehitler Mezarlığı yazılı bir levha bulunan dört duvar arasındaki ölü yığınları... Savaştan önce kışla olan büyük bir binada, birbiri üzerine yığılmış ölüler... İplerle sıkı sıkı -sarılmış kurbanların yüklü bulunduğu kağnıların hazin hazin ses vererek gelişleri... Ağızları yarı açık, gözleri sönmüş ölüler... insan eti yiyerek domuz gibi olmuş, yamyamlaşmış bir sürü köpeğin korkunç bakışları..." *** Asteğmen Faik, 30. Tümen 88. Alay'a verildi. Artık harbin içindeydi. 1915 Nisan'mın sonlarına doğru ileri hattı teslim almaya gittikleri bir günde askerlerinin çevreye dağılarak ot topladıklarını gördü. Çünkü o günlerde 480 grama düşmüş asker ekmeği de verilemez olmuştu. I. DÜNY#SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 25 27 Mayıs 1915 günü yeni bir çarpışma başlarken bir gece öncesinden beri aç olan askerler ancak yağsız bir parça bulgur çorbası içebilmişti. Rus siperleri 300 metre ötedeydi. Düşman ateşi gittikçe artıyordu. Asteğmen Faik der ki: "Açlığın tesiriyle bazı askerlerimiz nişan almak, silah atmak şöyle dursun, kuru gürültü yapmak için bile mekanizmayı çevirecek gücü bileğinde bulamıyordu. Sabahtan beri yağan ince yağmur, berbat bir sis, nemli bir soğuk iliklerimize kadar işliyordu. Sefaletin her çeşidi, açlık, Moskof, bizi hedef tutmuş saldırıyordu. Bilinmezdi ki bu taarruzlara nasıl dayanabiliyorduk?" Bu çarpışmada askerlerimizin yarısı şehit olmuş veya yaralanmıştı. Kızıldağ'da bulunan iki Rus makineli tüfeği de 600 metreden siperlerimize ateş ediyordu. Türk tarafında işleyen dörtbeş tüfek vardı. Ruslar siperlerinden çıkmışlar, 150 metreye kadar gelmişlerdi. Faik, bir şehidin tüfeği ile en öndeki Ruslara ateşe başladı. Sonra siperin sağ başından Mehmet Çavuşun sesi duyuldu: "Efendi, kaçıyorlar!" *** 23 Haziran 1916'da Ruslar İmalı Dağı'na taarruz etti. Ertesi günkü muharebede Asteğmen Faik siperlerin birinde alnının derisi bıçakla yüzülmüş gibi kalkmış, eli yüzü kan içinde bir asker gördü. Asker yarasını sardırmak için geriye gitmek istemiyordu. "Aman efendi, bir düşman daha öldüreyim de öyle giderim" diye yalvarıyordu. Başından makineli tüfek mermisiyle vurulmuş bir asker de siperden fırlamış, düşmana doğru koşmaya başlamış az sonra da düşmüştü. Asteğmen Faik 11 Temmuz 1916'da esir edildi. Rus Tümen Komutanı onu sorguya çekerken diyordu ki; "Biz sizden fazla olmadıkça taarruza geçemeyiz."10 10 Faik Tonguç, Bir Yedek Subayın Anıları, s. 171. 26 son KAHRAMANLAR 1915 sonunda Doğu Cephesinde Rus asker sayısı 700 bine çıkmıştı. Türk 3. Ordusu 64 bin mevcuduyla 300 km'lik cepheyi tutmaya çalışıyordu. Sığır Derisi Önce Toprakla Yoğruluyordu 19 yaşındaki Yedek Subay Rıfat ilk gözyaşını Erzurum'a girer girmez duyduğu feryatlarla dökmüştü. Hasta ve yaralılar evlerden başlarını uzatıp "Bizi Moskof a çiğnetmeyin" diye sesleniyordu. Erzincan'dan yeni gelen bu askerlere Hasankale'nin batısında bulunan 10. Kolordu ile irtibata geçmeleri emredilmişti. Rıfat'ın bölüğü yola çıktı. Mangalar kol kola giriyor, karları göğüsleyerek yol açıyordu. 2300 metre yükseklikte, şiddetli rüzgâr altında ilerlemeye çalıştılar. Eksi 30 derecede 10 km'lik Ziyarettepe yolunu 8 saatte alabildiler. Rıfat, gece bir köye girdi. Köy bomboştu. Yalnızca bir ihtiyar elinde baltası ile kapısının önünde bekliyordu. Rıfat'a "Baba yurdunu terk etmeyeceğim. Bu balta ile bir Moskof öldürüp şehit olacağım ve bu toprakta yatacağım" diyerek ağlamaya başladı. '' ¦'-.-. .\ ¦¦'¦ - * Daha sonra Erzurum istikametine çekilirlerken bu ihtiyarı yanlarına aldılar. İhtiyar büyük bir bakır kazanı sırtına yüklemişti. Baltası da elindeydi. Kazan için "Ecdat yadigârıdır. Götürebileceğim yere kadar götüreceğim" diyordu. Fakat Kargapazarı eteklerindeki Çögender Köyünde Rus taarruzuna uğradılar. Rus makineli tüfeği sustuğunda kılıçlar çekildi. Çarpışma karanlık basıncaya kadar sürdü. Rıfat yaralandı. Kargapazarı Dağı'na tırmanmaya başladılar. Askerlerden birinin başında ağır bir kılıç yarası vardı. Mehmetçik yürüyemedi. Karların içine oturdu. Kelime-i Şahadet getirerek ruhunu teslim etti. İhtiyar da çatışma sırasında ölmüştü. I. DÜNYA S^/AŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 27 Rıfat, 1 Şubat 1916'da 9. Kolordu 28. Tümen 3. Alay ermindeydi. Taburunun 2. Bölüğünde Erzurumlu Yedek Subay Vekili Fethullah isminde bir arkadaşları vardı. Fethullah'm evi hemen yakınındaki cephanelik havaya uçurulunca yıkılmıştı. Yol kenarında iki çocuğu ile oturan karısı, birliği ile ayrılmak üzere olan Fethullah'm arkasından "Bizi bırakıp nereye gidiyorsun" diye feryat etmişti. Sakalıkesik köyünde sığındıkları bir ahır köşesinde Fethullah, karısı ve çocukları için ağlarken 7 yaşındaki oğlu Kerim içeri giriverdi. Çocuk "Babamı bulacağım" diye askerin arasına karışmış, Ruslar Erzurum'a girince geriye götürülememiş, kendisini tanıyan bir çavuş tarafından Fethullah'a getirilmişti. Fethullah hem oğlunu sımsıkı kucaklıyor, öpüp kokluyor hem de "Harp halinde sana nasıl bakacağım" diye inliyordu. 3. Alay 10 Şubat'ta Höbek Dağı'na çıktı. Burada 65 gün tüyler ürperten bir mahrumiyet içinde çırpındılar. Askere 24 saatte bir defa 300 gram ekmek verilebiliyordu. 17 Nisan'da Aşkale civarında Gökdere sırtlarını tuttular. Fethullah Efendi ile oğlu Kerim siperde yan yana yatıp kalkıyordu. 1 Temmuz 1916'da Ruslar bütün cephede taarruza geçti. Fethullah Efendi, Kerim'i Sivas'ta bir okula yerleştirmek için izin aldığı gün şehit oldu. Rıfat haberi duyup siperden sipere atlayarak şehidin yanma geldi. Fethullah Efendi kanlar içinde yatıyor, küçük Kerim babasının göğsüne kapanmış ağlıyordu. Muharebenin üçüncü günü 15 km'lik Tümen cephesinde Türk ve Rus kuvvetleri siperler içinde boğaz boğaza idi. Rıfat, Şubat 1917'de 9. Tümenin 2. Alayına verildi. Şubat sonuna kadar 2500 metre yüksekliğindeki Karadağ'da kaldılar. Burada tuzsuz çorbadan herkese beş altı kaşık düşüyordu. 28 SON KAHRAMANLAR Bölüklere çarık yaması olarak dağıtılan sığır derisi önce top rakJa iyice yoğruluyordu. Aksi takdirde asker bu deriyi közle yip yemekteydi. 2. Alay 15 Şubat 1918 günü Erzincan'a yürüme emri aldı Ruslar çekiliyordu. Erzincan sokakları Ermeni çetelerin öldür düğü halkın cesetleriyle doluydu. 2. Alay ilerleyip Aşkale'ye girdi. Köylerdeki manzara karşısında askerler hüngür hüngüı ağladılar.11 Dalgalan güzel bayrak... Sana biz bu halkı yüce dağ başlarında yol kesmiş karları göğsümüze açarak, çarık yamasını yiyerek, diri diri yakılarak aldık... Sen Kelime-i Tevhidin kırılmaz, bükülmez direğinde dalgalanıyorsun. Orada hep dalgalan. , Cihanın bir belasından bize perva mı kalmıştır... > Çanakkale 11 Rıfat Erda], Bir Yedeksubaym I. Dünya Harbi Hatıraları, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı 7, 8, 9, 1971. Eüzübesmele çektim çıkarken Köye baktım, şöyle yüksek bir yerden Karargâha koştum üç günde erken Kurşunlar atıldı hep düşmana karşı Şehitler buldular göklerde arşı Gaziler döktüler hep sevinç yaşı Ben yorgun değilim içim bir tufan Müslüman'dan var mı savaştan kaçan Türk'tür dünyaya al bayrak açan Anburnu hani toplarında nerde Gazilik arzusu var hangi serde Şehitlik göktedir gazilik yerde Boyabadh Ömer oğlu Mustafa Yazdı bu destanı girerken safa Muradı gitmektir arşı tavafa Bugün bizden vatan razı olacak Nefer şehit, ordu gazi olacak Arıburnu'nda 24 Mayıs 1915 gecesi şehit olan Boyabatlı Mustafa'nın üzerinde bulunan şiirden.30 son KAHRAMANLAR Orada Düşman Var, Çünkü Sağ Askerimiz Kalmadı 13. Tümen 60. Alay 1. Tabur'dan Harputlu Ömer Çavuş, Ça nakkale'de akıllan durdurmaya, hesaplan şaşırtmaya hazırdı 1. Tabur Kirte'deki siperleri tutmuştu. 23 Temmuz 1915 çok sıcak bir gündü. Saat 14.00 civarında düşman denizden ve karadan müthiş bir top ateşine başladı. Sıcak hava şimdi kaynıyordu. Siperlerimiz alev içinde kaldı. Düşman üç saat süren top ateşinden sonra "Türk siperlerinde kimse sağ kalmamıştır" diyerek piyade hücumuna geçti. Ömer Çavuş'un taburu İngilizleri en ön siperlerde karşıladı. Siperler dardı. Askerlerimiz süngülerini tüfeklerden çıkarıp ellerine aldı. Mehmetçik, İngilizlerle boğaz boğaza geldi. Süngü-bıçak gıcırtısı, kazma-kürek şakırtısı, yumruk sille, "Allah, Allah" nidaları, "Hurra" sesleri birbirine karıştı. Siperler cesetle doluyordu. Kanlı boğuşmanın ardından düşmanın büyük kısmı çekilirken, cephe gerisinde savaş <"«¦•"¦ I. DÜNYA S«PAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 31 Ömer Çavuşun "Siperler hep elimizde mi?" sorusunda verdiği cevap bütün Çanakkale'yi anlatıyordu: 'Yusuf Efendi siperlerinin üç mangahk bir kısmında düşman var. Çünkü efendim, orada sağ kalan erimiz yoktur." İşte buydu Çanakkale'de vatan savunması. Son asker de ölmeden düşmana siper verilmezdi. Emir subayı düşmanın eline geçen siperleri görmek istedi. O tarafa doğru ilerlediler. Onları gören düşman ateşe başladı. Onlar da durup çekildiler. Geriye dönerken Ömer Çavuş tertibini anlattı: "Sağ kalabilen askerlerimizi siperlere birer ikişer nöbetçi dizdim. Arttırabildiğim 25 eri de şurada toplu tutuyorum." "Burası emindir artık değil mi?" "Allah utandırmasın kumandanım." _ o^uiiiub savaş emri bekleyen 2. Tabur Komutanı olan biteni anlamak için Emir subayını ileriye gönderdi. Emir subayı siperler arasında dolaşan Ömer Çavuşa rastlayıp sordu: "Vaziyet nasıl Ömer Çavuş?" "Tabur subaylarımızdan kimse kalmadı" dedi Ömer Çavuş. Sonra bir an duraklayıp yutkundu. Gözleri dolu doluydu. Dedi ki: "Erlerimizden de pek kimse kalmadı." Ve hüzünle öne yıktığı başını kaldırdı: "Ama sağlam İngiliz de bırakmadık. " Ayağında çankiarıyla Mehmetçik. Harbe gönüllü katılmış. Emir subayı rastladığı Mehmetçiklerin hatırını sordu. "Gazanız mübarek olsun" dedi. Onlar da az önce yaşadıklarını birer çocuk saflığında heyecanla anlattılar. Siperler arasında yürürlerken Ömer Çavuş buğulu gözlerle şehitlerimizi takdim etti: "Yüzbaşı Feyzullah... Yüzbaşı Kazım... Binbaşı Recep... Teğmen Hamdi... Tabur subaylarımızın tamamı şehit oldu. Yalnız Yüzbaşı Atıf Beyi ağır yaralı olarak geriye gönderebildik. "12 Şehitlerimiz vuruldukları yerlerde huzur içinde yatıyorlardı. Ölü bedenlerde yaralar canlıydı. Kiminin göğsündeki büyük yaralardan, kiminin yüzündeki kesiklerden ince bir kan sızıyordu. Onlar bizim hür ve bağımsız yaşamamız için hayatlarını verdiler. Öyleyse onları unutarak yaşamak, esir yaşamaktır. Unuttuğumuz her şehit, düşmana teslim edilmiş bir siperdir. Vatan için ölmüş insanları unutmak, vatandan vazgeçmektir. 12 İhsan Ilgar, Çanakkale 1915, s. 82. 32 SON KAHRAMANLAR 18 Mart 1915 :L^ı^r^.güçWbi ğaz'ı kolaylıkla gececekt \T ™m ettL Her ^si de Bo ğaz'a 18 Mart öncesi v T ı!ŞÜnÜy°rdu- Onlara göre Bo kertilmişti. Donanma T T mIarlasavunma tamamen cö" şmdan Mehmetçik gali1 & k tOpçusunun bu en büyük sava-Mehmetçik'in kalbindi İd ^InglItere ve Fransa, savunmanın ni düşünmemişti 6 ° U^Unu' orasmın Çökertilemeyeceği O gUn 15Q . bıraktı. Akşam saatlerfnd gazı'ndan kaçarken b" P de yatıyordu. * r Havranh Koca Seyit'i a sürmi E 8111111 5°6 toPunu Çaresiz ?ez ^mıada" Çanakkale B İn§iliz zırhlısı denizin dibin.^,j.aıuı xvoca öeyit'in 27 luya sürmesi, Erenköy Koyu': imlerindeki felaket'1' »™+ı----' kumandanım, kucakl^P düş __iUiVİ ^uuaıaayıp namesi, Erenköy Koyu'na dökülen 26 mayının düşman geçi felaketli patlayışları, kaybettiği gözleri için "Üzülme im, göreceklerini gördüler" diyen Ömer, Çanakkale sonsuza kadar gururla seyredeceği tablolar oldu.13 I. DÜNY^ftAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 33 Çanakkale'yi denizden geçemeyen İngiltere ve Fransa karada savaşmaya karar vererek 25 Nisan 1915'te Arıburnu, Sed-dülbahir ve Kumkale sahillerine çıkarma yaptı. Böylelikle 8 Ocak 1916'ya kadar sürecek kara savaşı başlamış oldu. İngiltere, Fransa ve onunla birlikte savaşan Rusya'nın amacı İstanbul'a ulaşmak, Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalayarak aralarında paylaşmaktı. Savaşın başından sonuna kadar takip eden İngiliz gazeteci Ashmead Bartlett Çanakkale'de savaşacak İngiliz Ordusu için şöyle diyordu: "Ordumuz gerçekten şahane vasfına layıktır ve ancak İngiltere İmparatorluğu'dur ki dünyanın her bir köşesinden böyle bir bat.nlan ingiliz z,rh,,s, Ir resis.able 13 Geçmiş devirlerde hiçbir memleket yoktur ki savaş alanlarına Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar ve Tasmanyalılar kadar düzgün bir askeri kuvvet gönderebilmiş olsun. Bunların oluşturduğu bazı taburlardaki askerlerin boyları ortalama 1.80 cm . olup, her bir şahıs sanki vücut geliştirme ile yetiştirilmiş birer pehlivan gibi gürbüz ve cüsseli idi. "14 25 Nisan günü Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerler Arıbur-nu'na, Fransızlar Kumkale'ye, ingilizler Seddülbahir'e çıktı. Kumkale çıkarması bir aldatmaca idi ve orada savaş sürdürülmedi. İngiltere, Fransa ve bunların sömürgelerinden getirilen askerlerden oluşan Müttefik Ordu, Bartlett'in ifadesiyle bir "Haçlı Ordusu" idi: "Bu sonuncu ve en büyük Haçlı Seferi Osmanlı İmparatorlu-ğu'nun her bir köşesinde kemikleri dağılıp kalmış olan Ortaçağ şövalyelerinin intikamını alacaktır."15 14 E. A. Bartlett, Çanakkale Gerçeği, s. 84. 15 Age, s. 78. << s £r tr 03> 03> Û3> Q3> er oCD ro 3 ¦o * < o q<r ° 5/ 5 § Cü> 03 O0< C: W N oo F £> I?" en N § g-g. ^ O- K 03 03 cr ü ^ en 75. ü m"^ O X" O"' >>r oo ¦ £? CD *£ CD O ^ tr sg»o 01 o <z> 3 03 C >~J I— "~ CD 3Saa CD p5 r-t- 03 cd O - ' o S. cr £L cp_ 3 12 O £3 ^lfslIiltllİJ#ffrif cr ¦ ' >r O B- oT ST ,__ -~ ~ . „ .-, 03 00 ro sr n ffi P- oac cd 0 C-Q- ö cd cro< ö CD ?$&£*O 3 CD CD' 3 C: f O e^ O 2 tr SL O & CD CD c- a İsfMİİİ-If B al Q (O Ö ^^gs? 03 en oT ö 03 en § 3 „ -en O g CL £" cT CD Ü 03 3 03 ğ g ö Ni "S ." „ C at'cr£-O0q0Q C:m pTSSc cd 3 û. a 5r 5 S CT^' S"- O- C: en N CL ti CD a s s co 3. ü Sr c 03 en 03 cd O CD 3 O. BM 03 5 a, a, SŞ cr O g cd c cr 03 03 << 3g 03 2. c a cd S- a. » Ü N ffi ° s. iS. O N" Ş S re Q s" s* s a a. I § 1 §¦ Ü g. g- a" s §: CJQ >-. CD a, ti 2~ 3 5 & a. ta § •g: gr a, 3 -o P i §.<§¦ a s q İN ti o a en ^ 3 2 a « ^ &• S. 3 S^ *¦ ü S-3 •i c«' a' cd s S- a *> ^^ S ? il 3 3 cd g CD E: ¦S' C: p ¦en ¦£ C ^" E 3 3 cd t- N a cr tg $$ 3" °a ct> Cr s: >r 3-g <g 3 5. q- 02 CD S CD Oî 3c ı| >r 5. D c a oqı ^a a: ü S ^ D 3 o- ö: a c§, o- &/ N ^09 İt 'İl II 3 t-^ cr rr§ N Cü •— s: S. < •i E « ^ ül S 5 & p e. ti Cr g-^8 c?^ ?<£< S o- (v « T3 03 t; „, i, m S S o1. P P s ı- ^ 11 £ 5: §: & i â s s. s s CD ı—ı CD CD <« ti CD "f S i? a cd tî *n E: ^ O "Tl - 5" aE çn 03 03 <n 03 ^T !? jd >cn cd aa e: a aö ° ft t CD O, en ^ Q E: •« * gr * Ö. C: h & ^ S, R ^' r' n a n û^5 CD t) D 9- S SIg ^s ö ^3 a tel e a a .s 3 *• fT E?= g; cd- *' -o 3 KD en N . cd' ¦o (D -ı O. (D fi d a, S a, ^ -o g: a §* İ! B- ş- a I s iI•o a. l/l a" ° S 0Q 3 D s s-1 q en Q E"- D >—ı. •8^' 8 Cj N CD D 09 en «i- § S* a "V5" ^' a, ü; >-. Sfl ^e:cı.cd BrS-5-g-c^S:D en g £-3 § g I' 2^ a. •en CD ^llfli?! " ~ CD 1P ^5 .0 es »ü- ti t- S. ft> ^ a afi D cr ^ a. a- d S. a v- a t! Eİ. ^5 Çr S 1:11 £§ a. c 3 a" o* S » S. tt S S-ö. g-S S *• 3 ° ~ 's" 13-"s § ? 1 ^ §- g. <& -S3 9- a, ÖT o o en «a. § - S- S- 2" ¦ * " S5 °r a ü ^ . 09 a. d w &" c: iz a, c: 09 a a os 03 D D D 01 Cr £• fe S' 9 3 ¦en •S CB" P g.a.'s g.& artır^ a. (= a 3 3 n 03 < l-l 03 Kn hÜ 3 ~ 03 en ı___ CD 03 «sı 0Qc CD *- *s ^ E: ü. 00 , ti ^ 3 e? CD 0O' 7ı 1 O d: ¦z. > ><> > -i > I/*. O > f 36 SON KAHRAMANLAR Şimdi anlaşılması lazım gelen bir şey vardı: Acaba bütüı siperler, askerlerimizin elinde mi? Bunu henüz kimse bilmiyor^ du. Siperlerin içi daha vücutları soğumamış, yaralarmdaı kanlar sızan ölülerle ağzına kadar dolmuştu. Bir o kadar de üst üste yatan yaralılar vardı. Bir gün evvel bir insan boyun dan daha yüksek derinlikte olan siperler şimdi gezilemeyecel kadar cesetlerle yükselmişti. Orada burada bombadan parçalanmış kafalar, tersine dönmüş bacaklar, parça parça olmuş kollar bir kat Türk, bir kat İngiliz ölü ve yaralıları bir enkaz halinde yığılmış duruyordu. Bunların üstüne basılacak olursa, düşmana görünmeden siperlerde gezilemiyordu. Bastığımız her yerde bir yaralının bulunuşu onun feryadının yükselmesine sebep oluyor, o sesleri işitir işitmez hemen basacak başka bir yer aramak mecburiyetini gösteriyordu. Üç saat içinde yapılan incelemenin neticesi alındı. Ufak bir kısım dışında bütün savunma hattında düşmandan eser yoktu. Siperlerimizin hepsi Alayımızın elinde idi."*7 Çekilmeliyiz İngiliz gazeteci Bartlett Ağustos 1915'te şöyle yazıyordu: "Türkler unutuyorlardı ki tarihin şan ve şerefle taçlandırdığı Anglo-Sakson ırkı şaşırabilir ama asla yenilmez. "w Çanakkale Savaşı'nın en önemli tarihi kaynaklarından biri olan Bartlett'e bunu söyleten yeni gelen monitörler idi. Bunlar 14 pusluk19 toplar taşıyan özel yapılmış teknelerdi. "Türkler anladı ki bu tekneler 12 milden,20100 librelik21 tahrip mermilerini beyinlerinde patlatıyor. "22 17 Yedeksubay Mimim Mustafa, TTK'nan hazırladığı Çanakkale CD'sinden alınmıştır. 18 Bartlett, age, s. 263. 19 Pus: 2,54 cin 20 Deniz Mili: 1852 m. 21 Libre: 454 gr. 22 Age, s. 264. 37 I. DÜNYA SAVAfi SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK Aynı Bartlett 8 Eylül 1915 tarihli meşhur mektubunda İngilte-Başbakanı Asquith'e "Gerçekleri görelim" diye seslenecektir: "Türklere karşı mutlak büyük başarılar gösterme yolundaki son büyük çabamız Bannockburn Muharebesi'nden beri tarihimizdeki en korkunç ve pahalı fiyasko idi. Ordu acınacak bir vaziyettedir. Savaş gücü büyük çapta kaybolmuş, subay ve erlerin morali çökmüştür. Muhteşem sömürge birlikleri hemen hemen tükenmiştir. Birliklerimizin savaş gemilerinin korumasında az bir kayıpla geri çekilebileceğini düşünüyorum. Gelibolu'da hazinemizin büyük bir kısmını harcadık ve henüz stratejik önem taşıyan bir dönümlük mevki bile elde edemedik."23 Demek ki beyinlerde patlayan Mehmetçik'ti ve akılları başlara getiriyordu. O "cüsseli" sömürge askerlerinin tükenmesi ise bir taraftan Mehmetçik'in demir pençesini gösterirken bir ıara getiriyordu, u cusseıı s ise bir taraftan Mehmetçik'in demir pençesini göî t—a— a~ sömürgeciliğin "şerefini" gösteriyordu. taraftan da: ingiliz askerlerinin kaçarken anlaşılmasın diye arkalarında bıraktıkları kukla askerler. 23 Age, s. 275. 38 SON KAHRAMANLAR Biz Türk eriyiz, şanlı güzel bayrağımız var Tarihimize şan verecek sancağımız var Düşman seni kahreyleyecek kuvvetimiz var Dünyaları tedhiş edecek satvetimiz var Türk'ün ezecek kudreti var kendi ezilmez Dünya şunu bilsin ki Çanakkale Geçilmez!2'* Hanem Tarafına Selâm Ederim 25 Nisan 1915 günü saat 15.00 civarında 57. Alay'm 3. Taburu da taarruza hazırlandı. Diğer iki tabur savaş halindeydi. Alay Komutanı Hüseyin Avni Bey fundalıkların üzerindeki öbek öbek beyazlıkların ne olduğunu sorduğunda Tabur Komutanı şu cevabı verdi: "Erler Allah'ın huzuruna tertemiz çıkmak için çamaşır değiştiriyor. Şehitliğe hazırlanıyorlar." Sonradan kendisi de şehit olacak olan Hüseyin Avni Bey, emir subayına seslendi: "Bize de temiz çamaşır çıkar." *** I. DÜNYA SAW>?I SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 39 "Şehit olursam, sen de sağ kalır ve yurduma uğrarsan onlara söyle ki vatanım için hayatımı bilerek verdim. Oğlum Mehmet vatanına, milletine hayırlı bir insan olmalıdır. Hanem tarafında da selam ederim." Mehmetçiklerin hepsi vasiyetlerini yaptı. Birbirleriyle helalleş-tiler. Bir hacı misi şişesi elden ele dolaştı. Bu kokuyu boyunlarına, sakallarına sürdüler. Birisi elini kaldırıp dua etti. Belki kendisine Fatiha okuyordu. Sonra hep beraber "Alla-hu Ekber" diye tekbir getirdiler. O sırada birisi ayağa kalkıp "Vatanımı kurtar Yarabbim! Kanım helal olsun!" diye bağırdı. Hepsi böyle yapacaktı ki hücum emrini bildiren düdük sesi duyuldu. Hücuma geçtiler. 50 metre ileride bir şehit yığını içinde yerlerini almışlardı. Düşman makineli tüfeği onları gördü. Az sonra orada hayat belirtisi kalmamıştı. "25 Geri döndü mü kim bilir? 4 Haziran 1915 günü başlayan 3. Kirte Muharebesi'nde bir ölüm atılışını Kurmay Albay Hayrettin Anın şöyle anlatır: "Akşama doğru durum çok kötüydü. 2. Taburun 1018 neferinden 105 nefer, 12 subayından 3 subay kalmıştı. Akşam üzeri genç bir subayın 50 Mehmetçik'le sürüne sürüne ilerlediği görüldü. Küçük bir su yarıntısında toplandılar. Subay "Hücum için düdük sesini bekleyin " dedi ve yine sürünerek ileriye gitti. Mehmetçikler birkaç dakikalık ömürleri kaldığını anladılar. Düdük çalınınca geçecekleri hücumda ölüm kesindi. Biri yavaş bir sesle yanmdakine vasiyette bulundu: 24 Necmeddin Sahir, 18 Mart 1918. 25 Apuhan, age, s. 128. ı: Sina ahretten oğar gibi hphzü ufuktan çıkdQ gel ****»*¦ Nihat Asya I. DÜNYA &VAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 41 Rüzgâr Kar Halinde Eriyordu Sina26 Cephesi (Suriye ve Filistin) Süveyş Kanalı'na girişilen askerî harekâtı kapsar. Osmanlı Ordusu'nun amacı Süveyş ve Mısır'ı alıp İngilizlerin Hindistan ile ilişkisini kesmektir. İngiltere ise Filistin'i, Suriye'yi, Irak'ı ve Arap Yarımadası'm tamamen ele geçirmek, buralardaki enerji kaynaklarına hâkim olmak amacındadır. Süveyş Kanalı'na hücum edilebilmesi için Sina Çölü'nün geçilmesi gerekiyordu. 3. Türk Ordusu 1915 kışında Doğu Cephesinde eksi 40 derecede donmuştu. Haziran 1915'te Sina'da sıcaklık gölgede 60 derecedeydi. Sarıkamış'ta ayazın düşürdüğü kollar Sina'da eriyordu. "Rüzgâr kar halinde esiyordu" der Albay Von Kress. "Çekirge istilası îbin Vahası'nı son yaprağına kadar silip süpürmüştü. Çok sıcak bir gündü ve erler susuzluktan son derece ıstırap çekiyorlardı. Bugün dahi kulaklarımda onların "Su... su..." diye yalvaran ümitsiz bağrışlarını duymaktayım. "27 Sina Cephesinde 8. Kolordu 1. Kanal Seferi için Birüsse-bi'den hareket ettiğinde tarih 15 Ocak 1915'ti. Aynı tarihte Sarıkamış Harekâtı bir facia halinde sona ermişti. İngiliz ve Fransız ordularının Çanakkale'ye yüklenmeleri için de yalnızca birkaç ay kalmıştır. Çanakkale Savaşı bütün cephelerde heyecanla takip edilecek, oradan gelen zafer haberi Mehmetçiklere sevinç gözyaşları döktürecektir. Sina, Suriye ve Filistin Cephesinde 4. Türk Ordusu savaşmıştır. 26 Sina yarımadası: Bugün Mısır sınırları içindedir. 27 E. Korgeneral Hüseyin Işık, Yabancı Gözü ile Türkler ve Türk Ordusu, s. 173. 42 SON KAHRAMANLAR Bir Delikten Ateş Kuyusuna İniyor Gibiydik Gösterdiği tabloya dikkatle bakmamızı ister Falif Rıfkı: "Mısır'a gidiyoruz. İnsanlarımız ve hayvanlarımız Rumeli'den, Anadolu'dan, Suriye'den; silah ve mühimmat Avrupa'dan, İstanbul'dan, Bağdat'tan, Halep ve Adana'dan gelecektir. Henüz ne menzillerimiz28 ne de askerî şoselerimiz29 var. Anadolu'dan gelen demiryolunu Konya-Adana arasında Toros Dağları, Adana-Halep arasında Amanos Dağları kesiyor. Bu dik, sarp ve yolsuz dağları arabalar, katırlar ve otomobillerle aşacaksınız. Dahası var. Deniz yolu olmadığı için Adana hattına ve Suriye hattına ne yeni vagon ne de ağır malzeme getirilebilir. Sonra yiyeceği düşününüz. Kudüs ve Lübnan Sancağı;30 Beyrut, Şam, Akkâ şehirleri, hemen bütün sahil kasabaları, hepsi yemek ister ve aynı demiryolu ile onlara da buğday götürmek lazımdır. Ya çöl? Ordunun geçtiği yerlerde ilk yolları develerimizin ayak izleriyle açmıştık. Tih Sahrası üç köşeye benzer. Birçok yerinde insan yaşamaz. Üç köşenin Akdeniz yakasında Cefir badiyesi,31 ortasında Tin badiyesi, cenupta32 Sina badiyesi vardır. Ariş'ten geçenler bir evliya türbesinin etrafını çeviren mezarlığın taşlarından birinde şu kelimeleri okur: 'Yeniçeri Ağası Emir'i Emiran " Türklerin eski Mısır seferinden belki çöller içinde yalnız bu dört kelime kalmıştır. Her sene Haziran'a doğru Cefir badiyesinin havasını korkunç sinek sürüleri basıyor. O vakit kervan develerini bile beze sarmak, konak yerlerinde tütsü yakmak lazımdır. 28 Menzil: Konaklama yerleri. 29 Şose: Geçişe imkân verecek küçük ama özel yol. 30 Sancak: Osmanlı'da idarî birimlerden biri. 31 Badiye: Çöl. 32 Cenup: Güney. I. DÜNYA SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 43 Cenupta Sina badiyesinin dağları uzaktan renkli görünür. Bu müthiş badiyede hiç kaynak suyu yoktur. Biz eski fatihlerin yolundan değil Tih üzerinden hecin33 de-veleriyle geçtik. Çabuk hastalanıp ölen bu develerin yerine çölde aşiret bulup deve satın alıyorduk. Bugün tekerleğin oyduğu izi bir fırtına silip bozar. Nişan koyduğunuz tepe yerini değiştirir. Bir büyük şehir kadar şöhret kazanan İbin, bir fırtına koptuğu zaman kaybolup giderdi. Bir-i Hasana denen noktadan sonra artık sapsarı, ayak bileklerine kadar geçen kumdan başka bir şey yoktur. İnsan bu kumda bir batakta gibi yürür, ayağım güç çeker, her adımda bir günlük yol zahmeti duyar. Çöl ile sıcak insana suyu düşündürür. Uzun bir yaz günü bir çöl yazının günü, bir delikten ateş kuyusuna iniyor gibi gittikçe eriyerek yürüyen asker için bir içim sudan mukaddes ne olabilir? On seneden beri yalnız sefer zamanı Tih sahrasına yağmur düştü. Ordu Kumandanlığı yağmur sellerini setlerle toplattı. Bu ufak çukurlar bin çeşit böcek, mikrop ve daha bilmem nelerle doluydu. Bir gün Ordu Kumandanının yaveri pek pis bir çukurdan matarasının bardağını doldurmuştu. Suyun rengini ve içini gören doktor "Size bu sudan içmeyi men ederim" dedi. Bardağı dudağına götüren subayın kurumuş ve rengi erimiş gözlerinde hiddet bir ateş gibi yandı. Subay kimbilir hangi ölümü getiren bu suyu damla damla, serinliğini ruhunda duyarak içti. Bu bir içimlik su ancak içindeki böcekleri ıslatmaya kâfi idi."34 33 Hecin: Hızlı deve. 34 Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, s. 124. 44 son KAHRAMANLAR I. DÜNYA SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 45 ___ m İngilizler Kanal boyuna 35 bin asker yerleştirmişti. Gerideki mekdeğilyapışıkç^4°™ayiZ''dİy°rdugenÇs'ubay. "Vesu; tngÜİZ kuvveti de 15° bine Ç1^1™^- 15 Ocak 1915'te Kakıyordu. Nefes değil, boğaz™^'' ^^ hernefes göğsümü t™1'* d°ğrU yÜrÜyÜŞe geçen TÜrk askerİ SayiS1 25 bİndL öyle ince bir im ı Ve yuvar^ai bir şevdi b İngiliz ateşi Kanal'm ortasını bir düz çizgi gibi yalamıştı. Mehhanç ve tabancaları adımı ki bunu ancak metçiklerin çoğu o çizgi üzerinde şehit oldu. Kanal hücumundan yava a î; saatj ¦ , ^son hatıra onların sular üstündeki solgun kan izleriydi... "cı auımı içimden b' s°nra hissedebiliyorlardı Yüzü acı acı döven, mesafeleri ve hedefleri karmakarışık Genç subay, uzun h' ^ arir S^bi atıyorum " eden şiddetli bir kum fırtınasına tutulmuşlardı şimdi. Gece yolsordu: ' lr ar'*r'— uzun h' ^ "Sen ne yaptın?" "Hiç... Ateşin durduğu bir zamanda Kanal', avuç su ile ağzımı yıkadım." Kanal... Şehit Mehmetçiklerin naaşları suların içinde yüzmektedir. .. "Hemen hiç talim görmeyen tulumlu askerler hakikaten büyük bir cesaretle suya atladılar. Karşıya ancak küçük bir kıta geçti. Üstlerinden sular akan yaralı-yarasız hu k>v avuç adam ingilizlerin d«mıv ~—' sonra Jcarşılaştığ! ark H larını kaybettiler. Gündüz uçaklardan sakınmak için kum yı^ İımarma gömüldüler... Uçaklardan birinin kuyruğu inip kalktı. Genç subay yeni a ı düşecek bombayı heyecanla beklemeye başladı. Bombayı başıır nm hizasında görür gibi oldu. Artık Sebi Hastanesindeydi. Şimdi onun harbi de yoktu sol bacağı da.36 yarasız bu oldu.' 35 Hançere: Gmhk. -"* Osman,, ordusunun çö,de su ikmali. Çöl Nankör Bir Şeydir "Onlar sağlam, iklime uygun elbiseleriyle, her gün tam yemlenen güzel atlarıyla, lüzumsuz ölümler için ön saflara attıkları sömürge askerleriyle geliyorlar" diyordu başka bir subay. "Biz bazen yaz bazen faş elbisesi giyiyoruz. Atlarımız zayıf. Sayımız az. Ve her ölen askeri yüreğimizden veriyoruz. Ölen, eskiyen, yırtılan her şey canımızdan, memleketimizden bir parça... İngilizler öyle mi? Hiç ziyan yok ki biz kolayca yerine koyabilelim, onlar koyamasm." 36 Age, s. 139. Süveyş Kanalı civarındaki askerlerimiz. 46 son KAHRAMANLAR Çöl nankör bir şeydir subaya göre. Muharebe, kumun ba yerlerini kanla çamur etmekten başka bir iz bırakmaz. Mağaradaki ufak kuvvetimize İngilizler iki süvari bölüğ, bir makineli tüfek, bir cebel topu ve bir uçak filosuyla saldırı Bizim bütün kuvvetimiz yorgun bir piyade bölüğüyle dermaı sız bir istihkâm bölüğüdür. Bu iki bölük bir çelik çember gi! hücumlara karşı biraz bükülür ama hepsini de geri fırlatır. Subay "Burada İstanbullu çocukları görmelisin " der arkadı şma. "Hepsi çölün zahmetlerine ne kadar çabuk alıştılar. O h zim genç arkadaşların bir sene sonra Sina'da kahramanlar gil dolaşacağım düşünebilir miydik?" Cephe deniz tarafından Gazze kasabasıyla Doğu'da Birüsseb kasabasıyla nihayet bulmaktadır. Ara yerde devam eden çıplai şehirsiz, sıcak topraklarda Çanakkale'den, Kafkasya'dan, Irak'ta: gelen son Anadolu askerleri dövüşmektedir. Subay der ki; "Hej bıraktığımız ölü için ümitsiz bir keder duyuyorum. İnsan kun üstünde şehit bırakmaya dayanamıyor. Çünkü ne mezarı ne iz; kalıyor. Bir denizde bile insan bu kadar kaybolabilir." Gazze Neslindeki geçmiş şühedanın adedinden Toprak utanır belki rakamlar utanırken Ön safta koşar ilk ölü şevkiyle ölürsün Arzın yaşayanlardaki zevkiyle ölürsün Erkekçe asîlane kerîmane ölürsün Şöhretlere destanlara bigâne ölürsün Tarihe girersin de bilinmez nedir ismin Tarihi yaparsın gene efsanedir ismin Yoktur yerin üstünde omuzlarda cenazen Yoktur yerin altında bakıyyen bile bazen Kabrin o da yok, varsa kırık bir taşı yoktur Nâşm gibidir, gövdesi yoktur, başı yoktur! Mithat Cemal Kuntay 48 SON KAHRAMANLAR Siperin Önünde Patlamamış Mermi Arıyordu Süveyş Kanalı'na yapılan taarruzların sonuçsuz kalma üzerine 4. Türk Ordusu Sina'yı boşalttı ve 1916 yılının sonu da Gazze37-Şeria-Birüssebi hattına çekildi. Bundan sonra Ga ze Savaşları başladı.38 1. Cihan Harbi'nin bütün cephelerinde yakamızı bir an bi bırakmamış olan cephane, malzeme ve donatım sıkıntısı Ga ze'de de sürüyordu. İşte şu subay, erleri ile birlikte, İngilizler'in şiddetle dö mekte olduğu mevzilerimizin önünde patlamamış mermi atu maktadır. Bir Mehmetçik, top ateşi ve yeri yalayan piyade ata şi altında, dün toprağa gömdüğü bir ingiliz gemi topu mermisi ni çıkarmaya uğraşmaktadır. Bir komutan, hücuma kalkan askerlerden birini anlatıyordu "Uzaktan bizim taarruz kuvvetlerine bakıyordum. Bir nefer39 ce setlerin üstünden geçerken bir şey dikkatini çekti. Dönüp ateş al tında itidal40 ile ölünün kunduralarını çıkardı ve kendi ayağım giydi. Bundan başka ne esvabına*1 ne ceplerine ne çantalarım dokundu. Sonra sağlam ayakkabısı ile hücuma devam etti." Yiğitlik ve dayanıklılık ise şüphesiz Gazze'ye de damgasını vurmuştur. Mehmetçik yalnızca düşmanla savaştığı takdirde asla boyun eğmeyecek, asla yenilmeyecek bir kudrettir. 37 Gazze: Güneybatı Filistin'de Gazze Şeridi denen bölge ve merkezi. 38 Sina Cephesinde Türk Ordusunun Süveyş Kanalı'na yaptığı hücumlar sonuçsuz kaldı. Kanal'a son hücum 4 Ağustos 1916'da yapılmıştı. Bu tarihten sonra 4. Türk Ordusu Gazze, Şeria, Birüssebi çizgisine çekildi. İngiltere Bi-rüssebi hattında saldırıya hazırlanırken Türk Ordusu taarruza geçerek İngilizleri yenilgiye uğrattı. (1. Gazze Savaşı. 26 Mart 1917) 19 Nisan 1917'de başlayan 2. Gazze Savaşında da İngilizler mağlup oldu. Ancak 7 Kasını 1917 tarihinde başlayan 3. Gazze Savaşında Kudüs-Yafa hattına çekilmek zorunda kaldık. İngiltere 9 Aralık 1917'de Kudüs'e girdi. 30 Eylül 1918'de de Irak cephemiz düştü. 39 Nefer: Rütbesiz asker. 40 İtidal: Soğukkanlı. 41 Esvap: Elbiseler. . DÜ»VA SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 49 Mehmetçiğe malzeme götüren trenler. Bir Subayın Not Defterinden "ikinci Gazze taarruzunda ingilizler karadan ve denizden en _Jır toplarıyla üç gün Şeyh Ali Mantar tepesini dövdüler. Cephemizle karşı cephe arasında en elverişli gözetleme yeri burasıydı. Korkunç bir gürültü ile toprağı karıştıran mermiler altında ufak tepenin yüksekliği birkaç metre azalmış, ateş altında bir yanardağa benzeyen tepe; toz, toprak, sarı ve siyah dumanlar içinde boğulmuş idi. Kaç defa türbe, mezar, ağaç ve ateş parçaları ve senelerden beri ılık mezarlarının içinde uyuyan ölülerin kemikleri bize kadar geldi. Bir topçu subayı ile bir telefoncu nefer ara sıra kopan bir telefon teliyle diğer askerlere bağlıydı. Bazen yıkılan toprak tünel ağızlarını kapıyor, subayla nefer nefeslerini boğan bu dar kanalın içinde menfezleri42 yeniden tırnaklarıyla açıyordu. Bir tarassut43 mevkii büsbütün yıkıldığı zaman toprağın altında saatlerce el ve vücutla uğraşıp diğer mevkie geçmek lazımdı. 42 Menfez: Delik. 43 Tarassut: Gözleme, gözetleme. 50 SON KAHRAMANLAR I. DÜlff'A SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 51 f .LJİ^ŞŞ^SİBf* İS*- si ri bahriyeli bir manın hücumlarını kırdı. Yüzlerce defa bomba topunun saplı bomba göğe çıktı, yükseldi emir ve ne kasonra her saniye çoğalan bir hızla düşmanın yürüyen dalgaları Biliyor musmüstüne indi, bütün Gazze topraklarını sarstı. j2. Alavm 11 ıı Bölük siperi bugün pek tehlikeli bir an geçirdi. Arkasından atılan bombalardan birinin muvazenesi46 bozulmuştu. Koca mergununü telâşsız geçir mi bölüğün siperine doğru istikamet aldı. Havadan onun uçuşu-1 en ır bomba batarya nu takip eden gözler iri dairelerle açılmıştı. Ön siperdeki arkadaş-In Ulnandasmda düş- ^armm mahvolacağını gören batarya nefesi tıkanıp bekledi. Korku bilmeyenler kalplerini elleriyle sıkıp gözlerini kapadı. Hâlbuki harple uğraşan 11. Bölük siperinin zavallı askerleri an bu felaketten haberdar değildi. Bir an, bir küçük tesadüf, bomba siperin hemen önündeki yumuşak toprak üstüne düştü ve yalnız toz kalktı. Havada muvazenesi bozulan bomba yan yatmış, tapası47 sağlam kaldığından patlamamıştı. Vakayı gören bir nefer siperinden fırlayıp sapından tuttuğu tehlikeli bombayı omzuna aldı ve İngilizlerin bir saniye kesilmeyen ateşi altında siperler üzerinden atlayarak kestirme bir yoldan bataryanın yanma geldi. Bu sefer bomba hakiki hedefini buldu. 7-etmİŞ b]oluk ağır et a8'rlaşıp durdukta Mehı it F-R-Atay, 2eytindağ 45 Batarya; Toplar. ' metçik savaş bölgesine hareket halinde Tarih böyle kahramanların isimlerini yazmaz ama İkinci Gazze Muharebesinin son gününü görenler 11. Bölüğün ismini unutmazlar."48 46 Muvazene: Denge. 47 Tapa: Top mermisinin ateş alan ucu. 48 Age, s. 169. Irak :oeskier,erln 555=5İbrahim AlâeddinGövsa I. MÖNYA SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 53 3. Alayı Bizden Başka Kim Bilir? Üsteğmen Şükrü Bey, Irak Cephesinde 3. Alayın 3. Bölük .onıutanıydı. Alay Komutanı, Binbaşı Nazmi Beydi. Aradan yılar geçti. Tümgeneral Şükrü Kanadlı, Korgeneral Jazmi Solok'a harp hatıralarını yazacağını bildirdiğinde ondan u cevabı aldı: "Siz Garraf Destanını49 yaptınız. Ama ben o destanı yaza-nadım. Bunu yapacağınızı bildirmenize ne kadar sevindim. O (Mayın destanı yazılırken bana ne yüksek gururlu heyecanlar yaşatmıştınız. Yazınızla aynı heyecanı bir daha yaşadım. İngilizler de bizim Alayın en ön saftaki kahramanlardan olduğunu kabul ederdi. Düşmanda saygı uyandırmak öyle sıradan bir maneviyatla mümkün değildir. 3. Alaydan alınacak ne çok maneviyat dersi vardı. Şimdi 3. Alayı bizden başka kim bilir? Varsın bilinmesin ama onun gelecek nesillere vereceği dersler bilinmelidir değil mi? Malûm ya geçmiş işler geleceği yaparlar. Bu millete güvenilir. İşte böyle 3. Alayların misalleriyle. Gözlerinden öperim." Şükrü Kanadlı Paşa eserini bitirdi ve 1942 yılında Nazmi Solok Paşaya sundu: "Harp tarihimizin şan ve şeref dolu sayfalarına adını kudretli idarenizle, kahramanlıkla geçiren 3. Alay'm şanlı sancağının manevi huzurunda eğilerek sayın komutanıma Alayımızın bütün mensuplarının hürmetlerini arz ediyorum. Aziz Büyüğüm..." 49 İngiltere 23 Ekim 1914'te Bahreyn'e asker çıkardı. 23 Kasım 1914'te Basra'yı işgal ettiler. Arap isyancılar Basra'nın savunulmasını imkânsız kıldı. 28 Eylül 1915 tarihinde 1. Kütülamere Savaşı'm İngiltere kazandı. Osmanlı Devleti Bağdat'ın güneyine çekildi, ingilizler ikinci büyük taarruzlarında başanlı olamadı ve tekrar Kütülamere'ye geldi. Burada kuşatılan İngilizler 5 aya yakın bir süre sonunda teslim olmak zorunda kaldı. General Towns-hend ve kuvvetleri esir edildi. (29 Nisan 1916) Bu savaşta İngiliz ordusu 40 bin kayıp verdi. Türk kaybı da 10 bin civarıydı. Rus ordusu da bu cephede İngiltere'ye yardıma geldi ve doğudan Musul için taarruza geçti. İngilizler de Bağdat için güneyden taarruz ediyordu. 11 Mart 1917'de Bağdat düştü. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'nden sonra da 3 Kasım 1918'de Musul'a girdiler. 54 SON KAHRAMANLAR bili^^^^'^i I. DÜNYA SwAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 55 Ona" yre§inizi burkmuştup ™ > J^ 3' Ahyi hiliy°ruz ve şu a d ^ yiZ der misiniz? Dda ° sanİ1 Bağdat'ta kışlalar... Subayların Nöbeti 3. Alay, 4 Ağustos 1915'te İstanbul'dan trenle yola çıktı, 28 Ey-lül'de Bağdat'a ulaştı, 30 Eylül'de Kuseybe'de ordugâhını kurdu. Alay; Antep, Adana, Balıkesir, Kastamonu, Bursa, Aydın, İzmir, Urfa, Maraş, Konya, Edirne, İstanbul şehirlerinin evlatlarından oluşuyordu. Alay'da Romanya ve Bulgaristan Türklerinden gönüllüler de vardı. Garraf Muharebelerinde mevcudu bir ara 200'e kadar düşen Alayın maneviyatı çok yüksekti. Asttan üste giden her tekmil Alay Komutanı Nazmi Bey'e daima "Yeniden taarruza hazırız!" cümlesiyle ulaşıyordu. Bir muharebe gününün gecesinde Alay, yine azalmış mevcuduyla Dicle'nin sol sahilinde Kütülamare devresine geri alındı. Asker günlerden beri yorgun ve uykusuzdu. Askerin az da olsa uyutulması gerekiyordu. Sağ kalmış bir iki yaralı subay ve alay komutanı "Bu gece nöbeti biz tutacağız" dediler ve askerlerini yatırdılar, sancağm 6 Mehmetçikler sırt sırta uyurlarken komutanları kan çanağına dönmüş gözlerle ve dizlerinin son dermanıyla onların başında nöbet bekliyordu. Görülmemiş Bir Olay 9 Kasım 1915'te 3. Alay İngilizlere taarruz için ilerlemeye başladı. Alay Sancağı 3. Bölükteydi. Sancaktar yakalandı, Sancak muhafızları şehit oldu. 3. Bölüğün kaybı bir anda 30'u bulmuştu. Alayın maneviyatı ise asla sarsılmadı. 6. Bölük Komutanı İstanbullu Yüzbaşı Hasan ve aynı bölüğün takım komutanlarından Gümilcineli50 Teğmen Ahmet de şehit düştüğünde harp meydanlarında görülmemiş bir olay yaşandı. 3. Alay askerleri şehit Yüzbaşı Hasan ile Teğmen Ahmet'in kanlı naaşlarmı ellerinin üzerinde kaldırarak "Allah! Allah!" nidaları ile şiddetli bir hücuma geçtiler. Şehitlerin hücumuydu bu. Irak toprağı bu manzarayı yağmur gibi içine çekti. Biz de bu manzarayı gözyaşı ile çerçeveleyip, düşmandan menkıbeler anlatanlara hediye ediyoruz. 16 Aralık 1915'te Hudeyri Kalesi önündeki yaralılarımızı toplamak için Alay Komutanı Nazmi Bey, İngiliz Generali Charles Townshend'e bir yazı ile müracaat etti. Townshend bu isteği reddetti. Hâlbuki kıtalarımız charies Townshend. 50 Gümilcine: Artık Yunanistan sınırları içinde. 51 Tümgeneral Şükrü Kanadlı, 3. Piyade Alayı Hatıraları, Askeri Mecmua. 'I 56 KAHRAMANLAR emrindeki 13 bin, I I Ne Tarafta? 27 Mart I9i6 ; sürüyordu. I. DÜNYA SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 57 6. Ordu 18. Kolordu 51. Tümen 9. Alay subaylarından İstanullu Yüzbaşı Mehmet Muzaffer Efendi şiddetli bir çarpışma nda boğazından ağır şekilde yaralanarak yere düştü. Her an gelip çatabileceğini düşündüğü ölüm şimdi başının üzerinde ona bakıyordu. Muzaffer Efendi, ölmek üzere olduğu-au hissetti. Konuşmak istiyor ama konuşanııyordu. Boğazından akan kan vücuduna süzülüyor, gözleri yavaş yavaş sönüyordu. Artık çevresindekilere bir şey anlatamazdı. Koynundan kanlanmış bir zarf çıkardı. Zarfa güçlükle yazdığı yazı bir soruydu: "Kıble ne tarafta?" Yüzbaşı Muzaffer dağı taşı titretecek bir sesle Kelime-i Şahadet getirmek isterdi. Ama artık boğazında bir kan şırıltısı vardı. İkinci cümle olarak zarfın ortasına Kelime-i Şahadet'i yazdı. Şimdi kumanda ettiği bölüğüne son emri vermeliydi. Zarfın üç yerine "Bölük intikamımı alsın"yazarak ilk ikisini imzaladı. Üçüncüsünü de imzalamak isterken ruhunu teslim etti.53 O zarf tarihtir... O zarf yemindir... O zarf medeniyettir... Son nefesinde, kanlı bir zar üzerinde Allah'ı ve Onun muazzez peygamberini arayan, son nefesinde bölüğüne komuta eden Yüzbaşı Muzaffer, o zarfın üzerinden gerçek imanın, gerçek vatan, aşk ve gururunun sonsuza uzanan abidesini yükseltmiştir... Muzaffer'i olanlar zafersiz kalmaz... Onu unutmak, her şeyi kaybetmektir... 53 Asker Kahramanlar, s. 32. (Şehit Muzaffer Beyin son sözleri bizzat 6. Ordu Komutanı Halil Paşa tarafından rapor edilmiş, zarf da kendisi tarafından askeri müzeye gönderilmiştir. Halil Paşa, Muzaffer Bey için düzenlediği belgede onun hatırasına sonsuza kadar sahip çıkılmasını ve onun yeni nesillere tanıtılmasını ister.) I. DÜNYA SAVACI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 59 Galiçya Maziye sor, ecdadımı söyler sana şimdi Bir bitmez ufuktum, küre vaktiyle benimdi Çarpardı göğün kalbi hilalin ovucunda Titrerdi yerin talihi merminin ucunda Üstünde uçarken o nişîbin bu firâzm En şanlı şehâmetli hükümdarına arzın Tek bir bahsim sanki inayetti, keremdi İklîli hediyyemdi arazisi hibemdi Âsâbma nabzımdaki ahengi verirdim Kasd eylediğim şekli verir rengi verirdim Dünya bilir iclâlimi ben böyle değildim Ben altı asırdan beri bir kerre eğildim! Mithat Cemal Kuntay Düşmanın Son Yıkılışını Görmek İsterim Ağustos 1916'da Galiçya Cephesine54 giden 15. Kolordu, Eylül 1917'ye kadar burada destan yazdı.55 26 Ağustos 1916'da Ruslar büyük bir taarruza geçti. Gökten taş, toprak, demir, ateş yağıyordu. 62. Alay 1. Tabur 3. Bölük Komutanı Çankırı Çerkeşli Hüseyin oğlu Recep Hilmi başından yaralanmasına rağmen askerinden ayrılmadı. Recep Hilmi ikinci yarayı kolundan aldı. Yine çekilmedi. Üçüncü defa vurulduğunda artık ayakta duramadı, düştü. Harp alanından ayrılmak istemiyordu. Dedi ki; "Ben düşmanın son yıkılışını görmek isterim." Recep Hilmi dördüncü defa vurulduğunda sedye üzerindeydi. Yanındaki Mehmetçikle birlikte şehit oldu. Oradaki tepeye onun adını verdiler. Çanakkale'de Kumka-le'ye yapılan çıkarmayı püskürtenler arasında 31. Alay 10. Bölük Komutanı Üsteğmen Şevket de vardı. Şevket daha sonra Sina Cephesine gönderilmişti. 2. Gazze Muharebesi'nde yine 10. Bölüğün başında çarpışmış, dokuz defa yara almış, bölüğünü terk etmemiş ve şehit olmuştu.56 Onun ele geçirdiği tepeye de "Şevket Tepesi" adı verilmişti. 54 Galiçya: Bugün Doğu Avrupa'da Polonya ile Ukrayna arasında paylaşılmış olan bölge. 55 Galiçya Cephesi'nde savaşan 15. Kolordumuz Alman Güney Ordusu savunma cephesine 22 Ağustos 1916'da geldi. 27 Ağustos 1916'da Romanya, Almanya ve müttefiklerine savaş ilan etti. Türk ve Alman Birlikleri 7 Aralık 1916'da Bükreş'e girdi. İngiliz ve Fransız orduları ise Makedonya'da taarruza geçip 11 Aralık 1916'da Manastır'ı aldı. Burada 10. Kolordumuz vardı. Ruslar bu cephede eylül ayında zehirli gaz kullandı. Bir ayda yaklaşık 7 bin Mehmetçik kaybettik. Türk Kolordusu'nun önce 19. Tümeni sonra 20. Tümeni yurda döndü. Dönüş 11 Eylül 1917'de tamamlandı. Galiçya'daki Türk Kolordusunun orada bulunduğu sürece gösterdiği kahramanlık dillere destan oldu. Alman güney ordusu, kolordumuz dönerken yayınladığı bildiride iki milleti "kan kardeşi" ilan etti. Tabii askerî heyecanla kaleme alınmış bir bildiriydi, çabuk olmasa da sonunda unutuldu... (Savaş Menkıbeleri Dergisi'nden) 56 1915'te Çanakkale'de Türk, s. 21. i 60 son KAHRAMANLAR sonra isimleri şehit olmazsa birkaçı Ç m m,,h f , Çenmezs mi mu]ıafaza edebilseydik... *** I. DÜNYA SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 61 amanın önce kendile telefoncusu Cemil çok ateş alan bir yerde olduğu halde yerini içlenmezsiniz, o isimlerin h terk etmedi. Haberleşmeyi sonuna kadar devam ettirme kara-"u--ı ' rmdaydı. Ateş çok şiddetliydi. Tabur Kumandanı Binbaşı Talat Bey ve 50 Mehmetçik bir anda şehit düşmüştü. 77. Alay l. Tabur 2 B TV Cemil isabet almaması iÇin> yavrusunu kucaklayan bir baba Eylül 1916'da beş Rus asker^ ten Bursalı Nurullah oğlu Ali r gibi telefon makinesini kucakladı. teslim etmek mecburiyetinde T u ^ edÜdL Ali me&* 63- Alav 4" Taburdan Catalcah Mustafa oğlu Cemil şehit ol-vardı. Canını düşünmeden bomb "^ tOrbasinda bir b°mb; duğunda kollarının arasında bir telefon makinesi vardı. Rus'a da ele geçildiği tüfek]e J^V* P^£-_&« kalan ik Mlinmedik, tanımadık, sessiz, gösterişsiz insanların n başardı. . . _ . Sorgu sual edildiğinde hareketinin seb ^^ ^^ yürelderindeki sevgi ve fedakârlık duygusundadır. Onlar sı-"Moskofa ucuza can vermek ü h » "" ?°yle aÇlkladı: rası geldiğinde ortaya çıkarlar ve görevlerini hayatları pahagunahhr." smQ yapamk hesapları şaşırtırlar. Bundan dolayı bugünün gizli düşmanları, o sessiz-gösterişsiz insanların kalplerini hedef almıştır. *** 57. Alay askerlerinden Antepli Tahir Çavuş da 17 Eylül 1916'da takip ettiği Rusların içine düşerek esir olmuş, belinde taşıdığı bıçakla karşı koymuş, süngülenmesine rağmen geri dönmüştü. Tahir siperlerimize geldiğinde bağırsaklarını eliyle tutmaya çalışıyordu. Hastanede şehit oldu. 23 Eylül 1916'da 421 rakımlı57 düşmanın obüs58 «aro^-"Yattığı Yerden Telleri Tutuyordu 20. Topçu Alayı 5. Bataryadan Abdullah oğlu Hüseyin Ça~ --j.u ua 4ü ı Taja ı 57 vuş. birinci hattımızla gözetleme yeri arasındaki telefon bağobüs58 şarapnelleri59 dündİM^ TabUr KararSâm lantısmm korunması ile görevliydi. ev a^ev yandı. Tabur Hüseyin akşama kadar on defa kopan telefon hattını her defasında onararak haberleşmeyi sağladı. Son kırılışında teli onarmaya çalışırken vurularak düştü. Düştüğü yerde teli onarmaya gayret etti ama başaramadı, gittikçe kan kaybediyordu. Haberleşmenin devam etmesi için yattığı yerden tellerin uçlarını birbirine dokundurarak avucunda sımsıkı tuttu. Birinci hatla, gözetleme yeri arasındaki haberleşme onun avucunda tuttuğu tellerle sağlandı. Hüseyin ne yarasına aldırdı ne de teli bırakıp kalkmayı denemediği takdirde ölme ihtimaline... Ruhunu öylece teslim etti... *** 72. Alay 10. Bölük askeri, Urfa'mn Hüseyin Paşa Mahalle-si'nden Hüseyin oğlu Mehmet Çavuş çok yakınında bulunan Rus siperlerine tahammül edemeyerek siperlerin içine atladı ve siperleri ele geçirdi. la Türk askerleri. kim: Denizden yükseklik. 58 Obüs: Patlayıcı madde dolu top güllesi. 59 Şarapnel: Havada Datlav™ „,.•«!--> y madde dolu top g : Havada patlayıp misket saçan top mermisi. 62 SON KAHRAMANLAR tekrar ^ I. DÜNYA SAVAŞI S^IKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 63 gönderin" dedi. Rus]rardım için "Allah, Allah!" nidaları ile o yöne çevrilen askerinin ¦ iÇİn pusuya yattı. Faka!elinpP™tÜldü- Mehnıet esir ' dan ayrılmadı. O da düşmanla boğaz boğaza geldi. Onun sırtında taşıyarak »eri dö d ^^ tbr^m. düşman çekilirken ayağından yaralanıp düştü. Uç 26 Ağustos 1916.i rJTJh ^ehinetçik koşup °m kaldimak ve ^ 8 " pedeki tel örgü engellerimi £ ^f5^ ^ Iafamİ1 ^ emretti: bur 13. Bölük Kumandanı 2^^^ 6L AIay 4- Ti "Düşman tekrar saldırıyor. Beni bırakıp derhal düşmanı kar-üstüne firladı ve haykırdı: usteâmen Abdullah siperi şdaym. Görev başına! Benim artık iş görmeye kudretim yok"fJnrrJi a___. , ... tur Renimln usrasmavm." "Haydi Arap'm bölüğü! Allah, Allah!" Bu karşı hücumda 300 Rus esir edildi. 62. Alayı. Tabur B & 23 Eylül 1916'da mandarıma "Aman Yardımcısı saat kuma *** ^«^ Yozgatlı ismaiI oğlu Rıf §ekİlde Solurken Alay K şdy tur. Benimle uğraşmayın." Gerçekten düşman geri dönmüş ve siperlerimiz önünde yeniden çatışma başlamıştı. Üsteğmen İbrahim'in yaralı vücudu o esnada ayaklar altında kaldı. O günün resmi raporunda ibrahim'in Koding Savaş Hasta- d bildiilktdi ğlu Rıf O günün resmi rp Solurken Alay K nesine götürüldüğü bildirilmekteydi. ! ii Solurke "Bölü^°mutanı ^ Ben ancak ine götürüldüğü bildirily 27 Temmuz 1917 günü orman içindeki siperleri ele geçiren düşmanı sökmek için Mehmet de bölüğü ile birlikte hücumda ıdı. 61. Alay 1. Tabur 1. Bölükten Jandarma Çavuşu Yenipazarlı Abdullah oğlu Faik, Cevattepe'yi ele geçiren düşmana karşı yapılan hücuma katıldı. Kaçan düşmanı takip ederek Rus bomba topunun olduğu yere kadar gitti. Bu sırada ayağından vurulmasına rağmen topu omuzlayıp kalan w ^ --1- T getirdi. Yanında bir ımet, siperierm gen aımuıgı î>naua u^ ^-j sünden yaralandı. Çok bitkindi. Sırtını ara siperine . , _ kadaşlarma baktı. Yorgun, yaralı sesiyle: "Bu siperleri vakti ile biz yaptık. Vermeyiz kimseye!" dedi. CezQsı sordu: lerinin bütün yalvarmalarına Bir yana koşup Mehmet Kimyasal gaz kullanan düşman askerleri. 'V 64 SON KAHRAMANLAR I fi iî Bu sözde hem siperleri bir müddet düşmana vermenin üzüntüsü hem de geri almanın kırık hoşnutluğu vardı. İçi döküldü Mehmet'in. Takati kesildi. Son sözü; "Yaşasın 10. Bölük!" oldu.60 Galiçya 'dan içli bir veda idi. Evet, yaşasın 10. Bölük! Şehitlerimizin hatıralarına gerçekten yakışacak tek bir cümle yazabilmek için neler feda etmezdik ki. Ama biliyoruz; Mehmetçik'in kahramanlığını dile getirmek söz konusu olduğunda her kalem çıtkırıldım, her kalem bitkin, her kalem mahcup olmaya mahkûmdur. En iyisi onu yaşatmaktır, en iyisi Mehmetçik olmaktır. Türk Harp Tarihinin bütün 10. Bölüklerine bir selam olup gidelim. >¦ Yemen Havada bulut yok bu ne dumandır Köyde bir ölüm yok bu ne figandır Şu Yemen illeri ne de yamandır Ah o Yemen'dir, gülü çemendir Giden gelmiyor, acep nedendir Şu dağların ardında redif sesi vpr Sorun çantasında acep nesi var Bir çift yemenisiyle bir de fesi var Yolu Yemen'dir, çölü cehennemdir Giden gelmiyor, acep nedendir? Anonim 60 .=„,,„  66 SON KAHRAMANLAR iril A Mli. 1914'te Püliimür-Yemen Yolculuğu Mehmet Arifin ilk görevi Çemişgezek'te Bölük Komutanlio idi. Çemişgezek'ten Pülümür'e61 atandı ve buradaki bölüğü ijs 1912—1913 yıllarında Balkan Savaşma katıldı. Savaştan sonr; Pülümür'e dönen Mehmet Arifin yeni görev yeri Yem en 'di.6: Mehmet Arif 25 Mayıs 1914 günü Pülümür'den Yemen'e doğru yola çıktı. Kendisini kasabanın dışında uğurlayan halk, ardından dualar ediyordu: "Senden razıyız. Allah selamet versin." Mehmet Arif karlı dağları aşarak iki günde Nazimiye'ye, oradan bir günde Malazgirt'e,63 oradan da iki günde Harput'a64 geldi. Yüzbaşı Mehmet Arife 22 altın harcırah verilmişti. Yol parasını tamamlayabilmek için Harput'taki iki bahçesi ile evini sattı. Mehmet Arif 5 Haziran 1914'te yaylı araba ile Harput'tan yola çıktı. Diyarbakır, Siverek, Urfa üzerinden 10 günde Halep'e geldi. Buradan trene bindi. Hama'yı, Humus'u geçerek Şam'a ulaştı. Burada dört gün bekledi. Yine trenle Beyrut'a hareket etti. Gece yarısı Beyrut'a geldi. İki gün sonra yola çıkan Hidiv Vapuru, Akka, Hayfa ve Gazze'yi geçerek Port Said'e ulaştı. Buradan yine trene binen Mehmet Arif, Süveyş yolculuğuna başladı. İsmailiye'yi geçip gece yarısı Süveyş'e geldi. Burada da birkaç gün vapur bekledi. Vapur önce Sudan sonra Cidde'de bir müddet kalarak Suakin iskelesine uğradı ve nihayet Hudey-de65 iskelesine ulaştı. Tarih, 8 Temmuz 1914'tü. Mehmet Arifin 5 yaşındaki kızı Makbule artık yanında değildi. Az önce vapurda can vermişti. Onu Kızıldeniz'in sol sahilinde bir yere gömdüler. Uzun mu uzun bir yolculuğun verdiği bitkinliğe kızının kaybından doğan elem de eklenmiş, bunaltıcı hava da bunlarla birleşerek Mehmet Arifi yarı baygın bir duruma sokmuştu. 61 Çemişgezek - Pülümür - Nazimiye: Tunceli îli'ne bağlı ilçeler. 62 Yemen: Arabistan Yanmadasi'nm güneyinde devlet. 63 Malazgirt: Muş'a bağlı ilçe. 64 Harput: Elazığ. 65 Hudeyde: Yemen'de Kızıldeniz kıyısında şehir. I. DÜNYA SAVAŞlfARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 67 Yüzbaşı Mehmet Arif, kısa bir süre sonra da 1. Cihan Sava-şı'nm başladığını, Osmanlı Devleti'nin seferberlik ilan ettiğini öğrenecektir. Yolculuk Bitmemişti Mehmet Arifin altınları bitmiş ama yolculuğu henüz bitmemişti. Sanâ'daki66 7. Türk Kolordusu Kumandanlığı ona Ha-cur'daki 120. Alay 3. Tabur 1. Bölüğe tayin edildiğini bildirdi. Mehmet Arif, Hudeyde'den Luhye'ye askerî erzak götüren bir yelkenli gemiye bindi. Dört gün sonra Luhye'ye ulaştı. Oradan iki katırla Zühre'ye doğru yolcu edildi. Bir deve eşyalarını taşıyordu. Güneş doğarken Zühre'ye vardı, güneş batarken Va-zan'a doğru yola koyuldu. Sabaha kadar yürüdü. Güneş doğarken Vazan'da idi. Burada birkaç gün kaldı. Yolculuk dağlara doğru sürecekti, tırmanmaya başladı. Gündüzleri yürüyor, geceleri konaklıyordu. Hicre köyünü, Semerli geçidini, Mediha kalesini geçip 25 Temmuz 1914'te Şahil'e ulaştı. 3. Tabur merkezi ile Hacur Hastanesi burada idi. Tabur yerinde yoktu çünkü Cebeli Kahire denilen yerde savaştaydı. Ateşin içine karıştı Mehmet Arif. Çarpıştı Yıllarca Çöllerinde Yemen'in Hacur'daki birliklerin yiyecek sıkıntısını gidermek üzere İmam Yahya'dan 12 bin kilo dura satın almakla görevlendirilen Mehmet Arif, Şerj Vadisinin doğusundaki dağlara tırmanır ve üç bin metre yükseklikte şiddetli yağmur ve karanlıkta yol alır. Hiç kimsenin sesinin duyulmadığı ıssız bir yerde sığındığı oda bir mescittir. Şöyle anlatır o mescitteki iftarı: "Mescidin içine dolduk. Ekmeklerimizi yağmur suyu ile ıslatıp orucumuzu bozduk.'®7 66 Sana: bugün Yemenin başkenti. 67 Piyade Tuğbay Mehmet Arif Şeyhim, Katıldığım Dört Savaş, s. 20,32,137. 68 SON KAHRAMANLAR Mehmet Arif 5 Mart 1919'a kadar Yemen'de kaldı ve beş yıl boyunca sayısız muharebeye girdi. Şimdi önce Süveyş sonra Tura esir kamplarında ingilizlerin esiriydi. Mehmet Arif esaretten kurtularak 23 Aralık 1919'da İstanbul'a döndüğünde yanında karısı ve oğlu da yoktu. Onları da Yemen'de kaybetmişti. Mehmet Arif, İstiklal Harbi başlayınca Samsun'da Kuvayı Milliye'ye68 katıldı. Çorum'da 64. Alay 1. Taburun kurulmasıyla görevlendirildi. Taburu ile Batı Cephesinde çarpıştı. 28 Aralık 1954 yılında vefat eden Piyade Tuğbay69 Gazi Mehmet Arif Seyhun'un mezar taşı sessiz konuşur: Çarpıştı yıllarca çöllerinde Yemen 'in Aldı rütbesini gaziliğe ermenin Vuruştu istiklal için Anadolu'da Tek gayesi vatana, dine hizmetti Şeref ve huzurla dünyaya veda etti. 68 Kuvayı Milliye: Milli kuvvetler. 69 Tuğbay: Eskiden Tugay Komutanlığı yapan albay. Gümrü Her köşende bin çiçekli bahçeler vardı Göklerinin güneşinden güller yağardı Dağlarının yeşil saçı niçin ağardı Gecelerin niçin hasret çeker hilale? Seni Türk'ün hicranı mı koydu bu hale? Güzel Kafkas! Yeter bu yas uykusu uyan Benzin solmuş, düşmanların kanıyla boyan Bayrak gibi kırmızı ol, güneş gibi yan... Sarıl Türk'ün getirdiği parlak hilale Seni onun hicranı mı koydu bu hale? Celal Sahir Erozan 70 SON KAHRAMANLAR Emri Alanlar Kucaklaştı Ruslar, Ekim 1917'deki Bolşevik İhtilali ile birlikte Doğu Cephesinden çekilmeye başladı. Rusların çekildikleri yerlerde Ermeniler korkunç cinayetlerini sürdürdü. 8 Şubat 1918'de harekete geçen Türk ordusu Erzurum, Trabzon, Van'ı kurtarıp 11 Nisan 1918'de Kars'ı aldı ve ilerleyip Gümrü70 önüne geldi. Kars'tan yola çıkan birlikler hiç durmadan 24 saat yürümüşlerdi. O ana kadar hareket amacı gizli tutulmuştu. 15 Mayıs 1918'de Gümrü Kalesi'ne hücum edileceği anlaşıldı. Tümen Komutanı Cavit Bey şafakla birlikte hücum emrini verdi. Hücuma kalkacak ilk kuvvet iki taburdu. Emri alan askerler birbirlerine sarılıp kucaklaştılar. Borazanın işareti ile silah başı yapıldı. Şimdi herkes, komutanın "Silah al" emrini bekliyordu. Askerler heyecan ve ayrılık hisleri içindeydi. Nihayet avcı taburu komutanın "Silah al!" gürleyişi ile ilk tabur harekete geçti. Asteğmen Ali Galip o anı şöyle anlatıyordu: "Gözlerimizin önünden geçmekte bulunan arkadaşlarımızı bu vesile ile bir defa daha selâmlama fırsatını bulmuştuk. 70 Bugün Ermenistan sınırları içinde olan şehir. Ruslardan tamamen temizlenen Doğu'da ve Karadeniz hattında korkunç Ermeni zulmü artarak sürüyordu. Erivan'da da bir Ermeni Cumhuriyeti kuruldu. 8 Şubat 1918'de Türk Ordusu harekete geçip Erzurum, Trabzon ve Van'ı kurtardı, 11 Nisan 1918'de de Kars'ı geri aldı. Yakup Şevki Paşa Komutasındaki Türk Ordusu 15 Mayıs 1918'de de Gümrü'ye girdi. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sonunda yitirilen topraklarımız 31 Mayıs 1918 tarihli Batum Anlaşması ile yeniden kazanıldı. Ne var ki Mondros Antlaşması (30 Ekim 1918) Türkiye'nin 1914 sınırına çekilmesini şart koşuyordu. Türk Ordusu Kafkasya ve Azerbaycan'ı boşalttı. 31 Ocak 1919'da da Kars, Ardahan ve Batum'u tekrar terk ettik. 13 Mart 1919'da İngilizler Kars'ı Ermenilere verdi. 20 Nisan'da da Gürcistan Ardahan'ı işgal etti. Buralarda yine zulüm ve cinayetler başladı. Harekete geçen Kazım Karabekir Paşa 29 Eylül'de Sarıkamış'ı, 30 Ekim'de Kars'ı geri aldı. 7 Kasım'da alınan Gümrü ise, 2 Aralık 1921 Gümrü Anlaşması ile Ermenistan'a terk edildi. I. DÜNYA SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 71 Şimdi arkadaşlarımız manga kolunda önümüzden geçiyor, verilen istikamete doğru yönelerek yollarına gidiyorlardı. Bir siyah şeride benzeyen taburun bu yürüyüşünü gözlerimizle takip ediyor, içimize sinen bu ayrılış hüznünü göğsümüzün içine çekerek saklamaya çalışıyorduk." Niye Geri Dönmedin? Nihayet Ali Galip'in taburuna da hücum sırası geldi ve o da takımı ile aynı yere doğru yürümeye başladı. Takımlar açıldı ve yayıldı. Ali Galip de askerlerine yön verip geniş aralıklarla onları ilerletti. Tam bu sırada sağdan tek bir Mehmetçik'in mangasından ayrılarak büyük bir hızla koştuğu görüldü. Kayserili Mehmet'ti bu. Ermeni kurşunlarının vızıltısını ve top gümbürtüsünü adeta duymuyor, yalnız başına koşuyordu. Düzlüğü aşmış, gözden kaybolmuştu. Daha sonra tabur da bu düzlüğü aşıp kale karşısındaki sırtlara yamandı. Mehmet buradaydı. Ali Galip sordu ona: Kars'ın Ruslardan geri alınışını gösteren bir illüstrasyon. ,;¥'¦, 72 SON KAHRAMANLAR "O nasıl gidişti! Ben size ateş altında nasıl koşulacağını öğretmedim mi? Hem onca bağırdım arkandan, niye geri dönmedin!" Kayserili Mehmet; "Göğsümde bir bayrak saklıyordum. Onu kaleye dikmek emelindeydim. Emriniz de açıktı ve istikamet Gümrü Kalesiydi" dedi. "Ben takım yanımdan, arkamdan geliyor zannediyordum. Ne top sesi işitiyordum ne de kurşun. Durumu fark ettiğimde çok ilerlemiştim. Geriye döndüğüm takdirde sırtımdan vurulabilirdim. O zaman halim nice olurdu. Belki Mehmet düşmandan kaçarken vuruldu diye düşünenler çıkacaktı. Arka cepheden vurulmamak için başımı bile geriye çevirmedim." Bu, bir büyük ruhun gururudur. Gümrü ele geçirilmiş, bayrağımız Gümrü Kalesi'ne çekilmiştir.71 Bu Mektubu Kars'tan Yazıyorum İshak'larm hıçkırdığı bir gecenin sabahıydı. Uzaklarda ezan sesi titriyordu. Sabire Hanım yatağından fırlayıp namaz kılmaya hazırlandı. Geyik postundan seccadesi 1897 Yunan Harbinde şehit düşen kocasının yadigârı idi. Neden sonra kızma seslendi: "Güzide! Dere bugün pek homurtulu akıyor. Ağaçlar sanki uluyor." "Anneciğim sular çoğalmıştır, rüzgâr vardır." Ağlamaya başladı Sabire Hanım. "Hem de rüyamda Ziya'mı gördüm. Bana uzaktan gülüyor, yanıma gelmiyordu." "Rüya aksine çıkar anneciğim. Ağabeyim gelecektir." Artık Sultandağı'nm karlı tepesindeki kavakların sallandığı fark edilebiliyordu. Güzide her zamanki gibi cephedeki askere eldiven örmeye başladı. 71 Ali Galip Gençoğlu, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, s. 163. !. DÜNYA SAV/#) SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 73 "Anneciğim, lütfederseniz bu eldivene ak saçlarınızdan hilal yapacağım. Kendi saçlarımla da bazı kelimeler işleyeceğim." Aylar sonra postacı bir mektup getirdi. Doktor Yüzbaşı Ziya Bey, Kars'tan yazmıştı. "Anneciğim, Rusya'da esirken mektup gönderemedim. Bir sene evvel Azerbaycan'a kaçabilmiştim. Oradan gönderdiğim iM mektubu alabildiniz mi bilmem. Ordu ile Kars'a girdik. Vakti ile tıbbiyede mektep arkadaşım olan Asadar karşıma çete reisi olarak çıktı. Onun kurşunları ile göğsümden ve elimden yaralandım. Şimdilik tehlike yoktur. Sakın merak etmeyiniz. Sancağımız tarihi kalemizde dalgalanıyor. Bu mektubu acele yazıyorum. Size ve zavallı kimsesiz hemşireme inşallah yine yazacağım. Benden bir emanet gelirse alınız, merak etmeyiniz. Senelerce mektup yazamasam yine merak etmeyiniz. Ağlamayacağınıza bana söz veriniz ki kalbim rahat etsin. Hürmetle sizin ellerinizden, hemşiremin güzel gözlerinden öperim anneciğim. Oğlunuz Ziya" Günler sonra gelen paket içinde bir de mektup vardı: "Şefkatli annem, bu mektubu Kars'tan yazıyorum. îyileştim. Kazan taraflarına gideceğim. Oradan mektup gönderemem. Rica ederim, merak etmeyiniz. Size bir eldiven gönderiyorum. Bunun yalnız şahadet parmağı siyahla örülmüştür. Üzerine beyaz saçla zincir içinde hilal nakşedilmiştir. Öbür eldiven üzerinde de kumral bir saçla "Ey asker! Sana hürmet yolluyorum" yazılı ise de elimi parçalayan kurşun bazı yerlerini bozdu. Memleketimin kim bilir hangi köşesinden hediye edildi bu eldiven, Mm bilir o ak saç kimindir? Hemşiremin bu hamiyet numunesinden ibret almasını pek isterim. Üzerinde kanımdan damlalar taşıyan bu emaneti saklarsanız daima memnun olacağım. Sizleri Allah'a emanet ederim. Oğlunuz Ziya." 74 SON KAHRAMANLAR Güzide'nin kalbi çarpıyordu. Seher vakti gözyaşı dökerek ördüğü eldiven gidip ağabeyi Ziya'yı bulmuştu. Güzide "Ak saç senin annendir. Eldiveni hemşiren ördü." diye yazabilmek için dolup taşmaktadır ama nereye yazacaktır? Zaten Ziya Bey Kars Kalesi'nin yanma gömülmüştür bile. İkinci mektup ile kanlı eldiveni önceden hazırlamış, "Şehit olursam, aileme gönderin."diye arkadaşlarına vasiyet etmişti.72 72 İzzet Ulvi, Hâkimiyeti Milliye, 9.3.1921. (Devrin Yazarlarının Kalemiyle Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, c. 1, s. 483.) > Medine Nedense kimseler anlamaz eyvah! O kadar saf olan dileğimizi Bir ümmî isen de ya Resulullah Ancak sen okursun yüreğimizi Ne kanlar akıttık hep senin için O Ulu kitabın hakhyçün, aziz Gücümüz erişsin ve erişmesin Uğrunda her zaman döğüşeceğiz Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz Can verir cânânı veremez Türkler Ebedi hadım-ül Haremeyniniz Ölsek de Ravza'nı ruhumuz bekler İdris Sabih (Medine'de Karargâh Subayı) Ti 73 Naci Kâşif Kıcıman, Medine Müdafaası, Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı, s. 123. 76 SON KAHRAMANLAR Medine'nin Kuşatılması İngilizler uzun zamandır Arapları bir isyana hazırlıyordu. Bunun için de önden gelen bazı Araplara büyük paralar veriliyor, bunlara yeni kurulacak Arap ülkelerinde krallık, sultanlık gibi vaatlerde bulunuyorlardı. İngiltere'nin asıl amacı bölgedeki enerji kaynaklarını ele geçirmekti. Fahrettin (Türkan) Paşa Hicaz bölgesinde denetimi sağlama görevi ile 31 Mayıs 1916'da Medine'ye geldi. 5 Haziran 1916'da isyan başladı. İsyancılar Mekke'yi ele geçirdi.74 İngilizlerin önderliğinde 12 Temmuz 1917'de de Akabe75 isyancılar tarafından teslim alındı. Medine 1918'e kuşatma altında girdi. 1917 Temmuz - Medine Kuşatma süresince büyük sıkıntılarla katlanacak olan Medine'de şartlar zaten çoktan ağırlaşmıştı. Bütün yokluklara eşlik eden korkunç sıcak 1917 Temmuz ayında gölgede 50 derecedeydi. Güneşte 70 dereceye çıkan sıcaklıkta ceket düğmeleri de, kılıçlar da el sürülemez birer ateştir. Bu alev içinde sürüp giden yiyecek sıkıntısı ise hep umutsuzca bir çare beklemiştir. Fahreddin Paşa çareyi çekirgede bulur ve 7 Haziran tarihli günlük emrinde şöyle der: 74 5 Haziran 1916'da Arap Ayaklanması başladı, Mekke düştü. Eylül 1916'da Taif, Araplara teslim edildi. Temmuz 1917'de Akabe'den çekildik. Asir Bölgesini Ocak 1919'da İngilizlerle bir protokol imzalayarak boşalttık. Fahrettin Paşa 13 Ocak 1919'da teslim oldu. Medine, Arap Yarımadasında savaşarak terk ettiğimiz son yerdi. Arap isyanında çok önemli rol oynayan İngiliz casusu Lawrence Arapların İngiltere tarafından sömürgeleştirilmeleri üzerine 1920 yılında The Times'a gönderdiği bir yazıda şöyle diyordu: "Kurduğumuz yönetim İngiliz yönetimidir ve İngiliz dilinde yürütülmektedir. Bu yönetimi çalıştıran 450 İngiliz yöneticisi vardır, yöneticiler arasında tek bir Iraklı sorumlu yoktur. Türklerin günlerinde hükümet hizmetinde bulunanların yüzde yetmişi Araplardan oluşuyordu. Ordunun ise yüzde doksan beşi Arap'tı." (Beşir Ayvazoğlu, Türk'ün Kültür Coğrafyasında Bir Gezinti, s. 19) 75 Akabe: Ürdün'ün güneybatısında Kızıldeniz'de liman. I. DÜNYA SAVAŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 77 * "Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Yalnız tüyü yok. Temiz şeyler yiyor. Çekirgeye yan gözle bakmak ve ondan tiksinmek nimete nankörlüktür."76 Şartlar gittikçe ağırlaşırken önce Kudüs'ün düştüğü haberi geldi. Ardından, Şam ve Halep düştü. Ama "Çöl Kaplam" Fahrettin Paşa ve mübarek askerleri bizim için 1. Cihan Harbi'ni bitiren 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra da Medine'yi savunacaklardır. O kumandan ve askeri arasında kuvvetli bir gönül bağı vardır. Ödüllendirilmek için yanma çağırdığı bir Mehmetçik ondan üstü kapalı bir ricada bulunur. Parmağmdaki nikel yüzüğü göstererek "Efendim bunlar kararup gidiyor" der. Paşa Mehmetçiğe Milli Savunma yüzüklerinin en parlağından birisini hediye ederken onun kararmış nikel yüzüğünü kendi parmağına takıverir.77 Birinci Dünya Savajı'nda bir Osmanlı askeri. Saray Ressamı Zonaro'ya ait tablo. Ya Resulullah Biz Seni Bırakamayız Medine'deki askerimiz sefalet içinde idi. Aylardır hurma ve çekirge kavurması ile besleniyordu. Hayvanlar için de ne ot ne arpa vardı. Yiyecek ve yem bulmak için Medine dışına çıkan askerimiz kuşatmayı sürdüren asiler tarafından şehit ediliyordu. Fahreddin Paşa askerini öpüp koklayan, kefene bürünüp beyaz sarık sararak Peygamberimizin (sav) mezarım eli ile silip süpüren, askerini alnından öperek siperlere yerleştiren bir komutandı. 76 N. K. Kıcıman, age, s. 110. 77 Age, s. 194. 78 SON KAHRAMANLAR Mondros Ateşkes Antlaşması'nm imzalandığını, Medine'nin terk edilmesi gerektiğini haber aldığında beyninden vurulmuşa döndü. 3 Kasım 1918 günü öğle namazından sonra büyük bir alsancağı göğsüne dolayıp sessizce minbere78 çıktı. Herkes nefesini tutmuş bekliyordu. Fahrettin Paşa sözlerine Peygamberimizin "Ey Nâs"79 hitabı ile başladı: "Ey bütün tarihi eşsiz kahramanlıklar, şan ve şereflerle dolu Osmanlı Ordusu'nun yiğit zabitleri! Ey her cenkte cihanı titretmiş, asla kimseye boyun eğmeyerek daima namus ve din borcunu kanıyla ödemiş yiğit Mehmetçiklerim! Kardeşlerim! Evlatlarım! Gelin hep beraber Allah 'm ve işte huzurunda huşu80 ve vecd81 içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamberinin karşısında aynı yemini tekrar edelim ve diyelim ki Ya Resulullah, biz seni bırakmayız!" Fahrettin Paşa sözlerini bitirdiğinde kendisini Mehmetçiğin kolları arasında buldu. Gözyaşları sel olmuştu. Fahrettin Paşanın Medine'yi teslim etmemek için gösterdiği gayret, öne sürdüğü bahaneler, takip ettiği yollar büyük bir destan meydana getirmiştir. Bu arada dünyanın gözü Medine'ye çevrilmişti. Burada devam eden direniş İstanbul'u baskı altına sokuyordu. Fahrettin Paşa ortaya çıkan bunalım karşısında başka bir şey yapılamayacağı düşüncesi ile 7 Ocak 1919'da, yani Mondros'tan iki ay bir hafta sonra teslim şartnamesini imzaladı. Ama Peygamberimize veda için Harem-i Şerife geldiğinde emir subayına sıcak bir sesle: 78 Minber: Camide hutbe okunan basamaklı kürsü. 79 Nâs: insanlar. 80 Huşu: Saygıyla boyun eğme. 81 Vecd: (Kitapta) Allah sevgisi ile kendinden geçiren yüksek heyecan. :'-:. I. DÜNYA SAV«ŞI SARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 79 "Burada kalacağız" dedi. "Mücaviriz.82 Herhangi bir mücavir gibi..." Fahrettin Paşa bağdaş kurup oturdu. Eşyaları getirildi. Yatak serildi. Paşanın kararı duyulduğunda ortalık karıştı. Osmanlı'ya isyan etmiş olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in oğlu Emir Ali, Biriderviş'teki karargâhında sabırsızlıkla Fahrettin Paşanın teslim olmasını bekliyordu. Olayı duyduğunda, Fahreddin Paşa teslim olmadığı takdirde teslim şartnamesinin diğer maddelerinin de uygulanamayacağım açıkladı. Paşa mutlaka teslim olmalıydı. Fahreddin Paşa, görüşmek için gelen arkadaşlarını ayakta karşıladı. Albay Necip Bey "Vazifemizi yaptığımıza Allahü Te-âlâ şahittir. Paşam, elden ne gelir" dedi. Paşa dimdik ve sessizdi. Bütün silah arkadaşları onu hıçkırıklar içinde kucakladı. Tarihimizin hazin sahnelerinden biriydi. Medine'deki 500 kadar subayımızla 6 bin erimizin tahliyesi unutulmayacak ıstıraplar yaşattı. Halsiz, yaralı Mehmetçikler kafileler halinde Harem-i Şerifi83 ziyaret edip Peygamberimize veda ettiler. İsyancılara katılmamış olan Araplar Mehmetçiğin boynuna sarılıyor, ağlıyordu. Onlar ki ellerindeki İngiliz altınlarını "uğurludur" diye Türk akınlarıyla değiştirmişler, bebeklerine Fahri adını vermişlerdi. Bırakın, Kıtama Gideyim! Medine, Haşimi kuvvetlerine teslim edildikten sonra şehirde yalnızca hasta ve yaralı 200 Mehmetçikle, birkaç subay, üç doktor, bir idare amiri ve bir sağlık subayı kaldı. Mehmetçik dışındakiler Kızılay Heyeti üyeleriydi. ¦ Yeni iyileşip gözünü açan Mehmetçikler olan bitene inanamıyordu. Antakyah topçu eri Ali oğlu Mustafa yalvarıyordu: "Bırakın, topumun başına gideyim." 82 Mücavir: Peygamberimizden ayrılamadıkları için Medine'ye yerleşenler. |§ 83 Harem-i Şerif: Peygamberimizin mezarı. 80 SON KAHRAMANLAR Eskişehirli Ahmet oğlu Ali; "Günaha girmeyin" diyordu. "Bırakın düşmanla çarpışayım." İzmitli Osman oğlu Ramazan hastaneden kaçarken yakalandı. "Nereye bu hasta halinle?" "İki aydır yatıyorum. Karargâha gideceğim!" "Evladım karargâh yok. Paşa da ayrıldı." "Yalan! Burayı bırakıp nereye gider?" Sonunda anlatılanlara inandı Ramazan. Ama şöyle dedi: "Bu da mı başımıza gelecekti. Kaçar Medine'de bir yere saklanırım. Fahreddin Paşa nasıl olsa bir gün yine buraya gelecektir. Aç susuz da kalsam onu beklerim." Medine'nin Son Şehidi İyileşmek üzere olan hasta ve yaralı Mehmetçikler de Harem-i Şerifi ziyaret etmek istedi. Kimi koltuk değneğine kimi arkadaşının koluna yaslanıyordu. Araplar "Fahri'den hatıra" diyerek bu Mehmetçiklere büyük sevgi gösteriyordu. Medine'de kalan son askerlerimizden kırkı hastanede şehit oldu. Diğerleri az çok iyileşip esir kervanına katıldı. Medine'deki son şehidimiz teslim alınma hazırlıkları sırasında durumu tekrar ağırlaşan, listenin en başındaki Mihalıç-cıklı Hüseyin oğlu Hasan'dır. Hastanede vefat eder. Teslim için hazırlanan erlerden Trablusşamlı Mehmet Kasım ağlayarak der ki: "Ne teslim mi beyim? Günahımız ne ki ganemler34 gibi teslim ediliyoruz?" Mehmetçiklerin son istekleri Medine'de şehit olan arkadaşlarının kabirlerini ziyaret etmektir. Kabristana gelip arkadaşlarının kabirlerine kapanırlar, hüngür hüngür ağlarlar. Son askerimiz de teslim alınır ve Medine'de yalnızca Kızılay Heyeti kalır. 84 Ganem: Koyun. i. DÜNYA SAVAŞI5ARIKAMIŞ'TAN SİNA'YA MEHMETÇİK 81 Şimdi Ayrılık Vaktidir Kızılay Heyetimiz de bayrağımızı indirip 400 yıl aşkla hizmet ettiğimiz, en son yine kanımızla canımızla savunduğumuz Hicaz'dan85 pasaportla Şam'a doğru yola çıkar. Orası da artık Osmanlı topraklarına dâhil değildir. Kızılay Heyeti Şam'dan İstanbul'a gelecektir.86 Medine'deki son şehidimiz Mihahçcıklı Hüseyin oğlu Hasan... Bilmem Medine'ye uğrayanlardan bir selam alıyor musun? Bilmem "tanış çıkanlar" var mı? Sen Hasan... Ben Hüseyin... O mübarek dizlerde bekle beni. Secde yerinde kana kana şefkat içeceğiz. Gök ekin gibi biçildik. Eski sevdalara bayrak biçeceğiz. Nice Kerbelalardan aştık da geldik. YaResulullah! Okşa bizi biraz, sev bizi biraz, yorgunuz diyeceğiz... Batum'da Son Şehitler Medine'de Kızılay Heyetinde bulunanlardan Feridun Kan-demir, 1921'de Batum'da87 istihbarat müdürüdür. Orada Fahrettin Paşa ile karşılaşan Kandemir gözlerine inanamaz. Paşa, Mısır'da bir müddet tutulduktan sonra Malta'ya sürülmüş, oradan kurtulunca Anadolu'ya geçmek üzere Almanya üzerinden Moskova'ya, oradan da Batum'a gelmiştir. Peşinde Ermeni komitacılar vardır. Fahreddin Paşa, Anadolu'ya girmeden bir gün önce Batum'da "daha toprağı kuramamış" yepyeni Türk şehitliğini ziyaret eder, dualar okur ve ayrılırken şehitliği bekleyen ihtiyara der ki: 85 Hicaz: Arabistan'da, kuzeyde Akabe'den, güneyde Asir'e kadar uzanan bölge. 86 Feridun Kandemir, Medine Müdafaası. (Bu bölüm bu eserden derlenmiştir.) 87 Batum: Bugün Gürcistan'a bağlı Acaristan Özerk Cumhuriyeti'nin başkenti. 82 SON KAHRAMANLAR "Bu şehitler sana emanet. Din ve vatan uğrunda can verenlere hürmet gösterenlerin makamı cennettir. Bunları zaten sen de bilirsin değil mi baba?" Paşa, Batum'daki son gecesinde de etrafındakilere tembihte bulunur: "Bu şehitler bir Türk yurdu olan Batum uğrunda ölen son Mehmetçiklerdir. Onların bu toprakta akıttığı kan gelecek nesillere çok şey söyleyecektir, birçok vazife hatırlatacaktır. Bunu unutmayın." Ertesi gün sabah erkenden sınıra gelirler. Paşa smır kulesinde dalgalanan bayrağımıza selam durur, bir müddet o bayrağı seyreder. Sonra sınırı geçer ve toprağı öper. Karşısına ilk çıkan Mehmetçiği kucaklayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Hasret bitmiştir. Selam sana Medineli Selam size Batum şehitleri... ESİRLER VE ESİR KAMPLARI MISIR'DAN SİBİRYA'YA Tel örgülerle çevrili Mısır esir kampı ve nöbetçi bir Hintli asker. > Esir Kampında Ey şimdi köyünden pek uzakta Ey şimdi bir yığın kara toprakta Uyanmaz uykuya dalan yiğitler Şehitlik şanını alan yiğitler Ey şimdi sevgili ailesinden Ey şimdi gençliğin her hevesinden Ayrılıp bayrağa kavuşan erler! Ah, o bayrak için ölen neferler! Düşündüm sizlere anlatabilen Bir ilhama sahip olmak istedim Sanat incileri sahtedir, sizden Şiirime bir avuç toprak istedim Enis Behiç Koryürek 86 SON KAHRAMANLAR Türk esirler. Kimdi Bu Ramazan ve Mehmet? 1914-1918 yılları arasındaki 1. Dünya Harbi süresince bütün cephelerde silâh altına aldığımız asker sayısı 2.608.000'di. Savaş sonunda şehit, yaralı, sakat, hastalıktan ölen, esir düşen, kaybolan; yani savaş dışı kalan asker sayımız ise 2.285.000'dir.88 Resmi kayıtları ve olayları inceleyen Prof. Dr. Cemalettin Taşkı-ran esir düşen asker sayımızı en az 202.000 olarak tahmin eder.89 Esir düşen askerlerimiz Hindistan, Mısır, Burma, Kıbrıs, Malta, Yunanistan, Irak, Fransa, Romanya, italya ve Rusya'da-ki esir kamplarına götürülmüşlerdir. Prof. Taşkıran, İrlanda De-nizi'nde Kuzey İrlanda ile İngiltere arasındaki Man Adasında dahi esirlerimizin olduğunu yazar. 1916'da buraya getirilen askerlerimizin bazılarının ismini öğrenebiliyoruz: Ramazan, Mehmet, Hüseyin, Halit, İbrahim... 88 Cemalettin Taşkıran, 1. Dünya Savaşı'nda Türk Esirleri, Ana Ben Ölmedim, s. 47. 89 Age, s. 235. ESİRLEİVE ESİR KAMPLARI MISIR'DAN SİBİRYA'YA 87 Rusya ve Hindistan'daki esir kampları bu ülkelerde çok geniş bir alana yayılmıştı. Birçok askerimiz de özellikle Rusya'da iklim ve yolculuk şartlarının işkenceye dönüşmesi sebebiyle kamplara ulaşamadan yollarda şehit olmuştur. Ne yazık ki gidip de dönmeyenlerin çoğunun hikâyesini bilmiyoruz. "Dedem Doğu Cephesine gitmiş, bir daha da dönmemiş." İşte binlerce ailenin bir cümlelik hatırası... :: : Pırasa, Bakla, Katır Eti Mısır'daki Abbasiye esir kampında Antepli sivil esir Eyüp Sabri Bey de vardı. Eyüp Sabri Bey İngilizlerin Antep'i işgali sonrasında tutuklanmış, 23 Mart 1919'da kampa teslim edilmişti. İngilizlerin korkusu onun ve şehrin ileri gelen memurlarından bazı arkadaşlarının kendilerine karşı bir isyanı örgütle-yebilecek olmalarıydı. Kampa katıldıkları gün İngiliz Binbaşı hepsini çırılçıplak soydu. Bu bilhassa Taşcızade İmam Abdullah Efendi için ölümden beterdi. "İslamlık için böyle alenen çıplaklık haramdır" çırpınmasına İngilizler güldü. Fahrettin Paşanın Medine'de kararmış yüzüğünü bir şeref hatırası olarak parmağına taktığı Mehmetçik, Abbasiye'de nasıl devrilmişti? "'¦M. Türk esirler. 88 SON KAHRAMANLAR Mehmetçik günde 250 gram ekmekle sabahtan akşama kadar kızgın kum üstünde çalıştırılıyordu. Yemek; birlikte pişirilmiş odun gibi kaim ve sert pırasa ile kabuklu kuru bakla idi. Pırasa gibi pişmeyen bakla dehşetli sancı ve ishale sebep oluyor, hastaneye gidenlerin bazıları orada ölüyordu. 1 Ağustos 1919'dan itibaren ingilizler Mehmetçik'e at ve katır eti de yedirmeye başladı. Bu etler dizanteri, uyuz ve başka hastalıklara yol açıyordu. Bazı askerlerimiz de bu yüzden öldü. Bir de gözleri oyulanlar vardı... Gözü Ağrıyanlara Neler Oluyordu? "Mısır'ın Abbasiye Hastanesinde ve teller arasındaki feci manzarayı tarif edebilmek benim iktidarım dışındadır" diyordu Eyüp Sabri Bey: "İngilizler, Ermeni doktorları serbest bırakmıştı. Bunlar da ellerinde miller, kolları sıvalı, sabahtan akşama kadar ameliyat yapıp Türk askerinin gözünü oyuyordu. Tahminen iki binden az olmamak üzere askerimizin bir kısmının iki ve bir kısmmm da bir gözü oyulmuş, bir çoğununda ayakları ve kolları kesilmiştir. Esirlerimiz güneş altında çalıştıklarından kızgın kumun tesiri ile göz ağrısına tutulur, mecburen doktora müracaat ederdi. Doktor eline bir av geçmiş gibi sevinir, bunları hastaneye yollardı. Mehmetçik hastaneye gönderilmemesi için yalvarırsa da zorla oraya gönderilir, on gün sonra gözsüz olarak dönerdi. Kör edilen askerimizin hali ıstırap vericiydi. Otuz kırk asker birbirlerini ceketlerinden tutar, tuvaletlere de, yemek almaya da o şekilde gider gelirlerdi. Sabahtan akşama kadar kumların üzerinde sürünürler, yarı aç yarı tok hayatlarını sürdürürlerdi. Ödemişli Ali Dayının inlemelerine çok ağladım. Biçare elli yaşında olduğu halde silâh altına alınmış. Ödemiş Belediyesi karşısında ufacık bir attar90 dükkânı varmış. Eşyasını satmış, bedelini kimsesiz kalan ailesine bırakıp cepheye koşmuş. Birkaç 90 Attar: Güzel koku veya iğne iplik gibi şeyler satılan yer. ESİRLE*VE ESİR KAMPLARI MISIR'DAN SİBİRYA'YA 89 cephede dövüştükten sonra esir düşmüş. Mısır'a geldiğinde gözünün biri ağrımış, ilaç koydurmak istemiş. Bütün yalvarmalarına rağmen hastaneye yatırılmış, cinayet odasında gözünün biri çıkarılmış. Çektiği ıstırap sebebiyle diğer gözünü de kaybetmiş. Antep'in Urul Köyünden Şaban oğlu Mehmet, Maraş'm Kü-çüknacar Köyünden Mehmet, Aydınlı Ali oğlu Mehmet, Konya Beyşehir'den Hüseyin Onbaşı, Afyon'un Çay Nahiyesinin Ce-did Mahallesinden Hacı oğlu Hasan, Manastırlı Rıza, Erzurumlu Süleyman oğlu Ali ve diğerleri diyorlardı ki; 'Koğuşlara muayene için geldiklerinde gözümüzde ağrı bile yoktu. Gözümüz sadece birazcık kanlanmıştı. Hastanede koydukları ilaçla gözümüzü kan kapladı. Bizi ameliyathaneye sokup gözlerimizi çıkardılar. Çok yalvardık ise de fayda etmedi. Ermeni doktorlar hem gözlerimizi çıkarıyor hem zehirli laflarla kin kusup kalplerimizi de ezip yaralıyorlardı.' Vefat eden askerlerimiz birbiri üzerinde eşek arabaları ile mezarlığa naklediliyor, bir defin merasimi bile yapılmaksızın yine birbiri üzerine hendeklere bırakılıyordu."91 Abbasiye'den kızgın kumları üstünde birbirlerinin ceketlerine tutunmuş, savrula savrula, sarsıla sar-sıla yürüyen gözleri oyulmuş Mehmetçik'in bize ulaşan sesi, çağdan çağa devredilmesi gereken bir "Unutma!" çığlığıdır. Unutma! Unuttuğunda affetmiş olmazsın. Aldanmış olursun... Sağlık Subayı Feridun Kandemir, Medine'den Şam'a doğru yola çıkarken "O an yeryüzünün en yalnız insanlarıydık" diyordu. Unuttukça yalnızlığımız azalmayacak, artacaktır... 91 Eyüp Sabri, Esaret Hatıraları, s. 69-82. d) ri" ıf b o1§ tr £55 en o- ti g. c g s 5 I "3 ^, 3 & <0 C 2^ y m W) t-: O o; 3 5 92 SON KAHRAMANLAR Burada çıkan bir Yunan savaş gemisi, Heymeymoro'yu Midilli'ye çektirdi. Batı Anadolu'yu işgal etmiş olan Yunanlılar, Yarbay Ço-mora'dan esirlerimizi kendilerine teslim etmesini istiyordu! Yunan Propagandası: "Bir Gemi Dolusu Türk'ü Esir Aldık" Yarbay Çomora Yunanlılara "Hayır" dedi. "Ben Türkleri İstanbul'a götürmek için emir aldım." Yunanistan gemiye çeşitli heyetler gönderiyor, tehditlerde bulunuyor, Çomora her defasında "Hayır" diyordu. Yedi ay sürecek gemi esareti başlamıştı. Yunanlılar 2. İnönü Savaşı'nda perişan olup Bursa'ya doğru çekilmişti. Bu yenilgiyi örtmek isteyen Yunanistan "Bir gemi dolusu Türk'ü esir aldık" propagandasına girişti. Uluslararası görüşmeler sonuç vermeyince Yunanlılar gemiyi Pire Limanına çektirdi. Burada da Türk esirleri isteyen Yunan Heyetini Çomora gemiden kovdu. Aylar geçiyor, gemideki şartlar gittikçe ağırlaşıyordu. Yunanlılar gemiye verdikleri erzakı çok azaltmıştı. Gemide salgın hastalık çıktığına dair bir yalanı yaymaktan da geri kalmadılar. Ama bekledikleri olmuyor, ne Türkler ne de Japonlar yılıyordu. Bu arada gemideki askerlerimiz Sakarya Savaşı için Anadolu'ya gönderilen Yunanlıların taşkınlıklarına da hedef oldu. 1921 Temmuz ayının sonuna doğru gemideki 395 hasta, yaralı ve yaşlı esir, Milletler Cemiyeti kararlı ile İstanbul'a gönderildi. Kalanlar 1921 yılının Ramazan ve Kurban Bayramlarını da gemide geçirdi. Milletler Cemiyeti'nin kararma uyan İtalya, esirlerimizi Türk-Yunan Savaşının sonuna kadar bir adada bekletmeyi kabul etti. Heymeymoro, Pire'den ayrılarak Akdeniz'e çıktı ve 18 Ekim 1921'de küçük ve kayalık Azinora Adasına geldi. Esir askerlerimizden ölenler olmuştu. 620 askerimiz 8.5 aydır kaldıkları Heymeymoro gemisinden adaya çıktı. ESİRLER VE |SjR KAMPLARI MISIR'DAN SİBİRYA'YA 93 "İnsanlık Sizinle Övünsün!" Son derece üzgün olan Yarbay Çomora veda konuşmasında "Siz Türkleri tanımış olmaktan hayatım boyunca şeref duyacağım" diyordu: "Sizler, üstün bir karaktere ve fazilete sahipsiniz. Sizler insanlığın övüneceği üstün insanlarsınız. Sizler büyük bir milletin çocuğusunuz. Ben bu gerçeğe şahit oldum. Yaşamak, var olmak ancak sizin ve sizin ayarınızda olanların hakkıdır. En çok hürmeti hak etmiş, inanılır, güvenilir, en yüksek ahlaka sahip, yaşamaya en layık milletsiniz. Zafer sizin olacaktır. Yakından gördüğüm kaypak ve kahpe milletler size gem vuramaz. Çok üzgünüm sizleri sevdiğiniz vatanınıza götüremediğim için... Ve yine çok üzgünüm sizleri bu ıssız, insansız, vahşi yere bıraktığımız için..." Yarbay Çomora, askerlik ve insanlık namus ve şerefinin bir anıtı olarak yalnız kendi ülkesinin değil, sonsuza kadar bizim tarihimizin de parlak bir yıldızı olarak kalacaktır. İtalya, Azinora Adasını salgın hastalıklar ve çok ağır suçlular için sürgün yeri olarak kullanıyordu. Burada yetişen meyve ve sebzeler İtalya'ya sokulmuyordu. Ada zehirli yılanlarla doluydu. Askerlerimiz ot biçerek, yılanlarla mücadele ederek sekiz ay da burada kaldı. Ağır şartlar ve yılan sokması sebebiyle bazı askerlerimiz de orada vefat etti. Son esirler de 25 Haziran 1922'de İstanbul'a getirildi.92 Prof. Cemalettin Taşkıran, eserini, tarihimizin labirentlerinde kaybolmuş nice olayın özeti sayılabilecek şu sözlerle bitirir: "Birinci Cihan Savaşı cephelerinden dönen esirlerimizin bir kısmı vatan savunması için tekrar silahı eline almış ve ülkesini işgal edenlere karşı silahlı mücadeleye girmiştir. Bunların arasında tekrar esarete düşenler de vardır." 92 C. Taşkıran, age, s. 234. (Bu bölüm bu eserden özetlenmiştir. Prof. Cemalettin Taşkıran'ın eseri sahasında ilk bilimsel eserdir.) 94 SON KAHRAMANLAR Sana Hasretimiz Derin Olacaktır Abdullah Ağanın oğlu Süleyman Ağanın oğlu Kahraman 1892'de doğdu. Onun da kulağına "Ya gazi ol ya şehit" diye fısıldandı. Zaman çabuk geçti. Kahraman yaman bir delikanlı oldu. 1. Cihan Harbi'nin ayak sesleri artık köylerde de duyuluyordu. Askere çağırdılar. Kahraman, geniş ailesinin her ocağını tek tek dolaşıp "Vakit geldi... Gidiyorum..." dedi. Herkesten ayrı ayrı helallik diledi. Gidip de dönmemek gelip de görmemek vardı. Ufukta yükselen ateş onu da içine almak için sabırsızlanıyordu. Yolculuk sabahı Süleyman Ağanın huzuruna çıktı Kahraman. Babası onu kapıda bekliyordu. Baba oğul göz göze geldiler. Süleyman Ağa, el pençe divan karşısında duran oğluna doğru yürüyüp elini omzuna koydu. Setçe sıktı. . "Gidiyorsun..." "Gidiyorum baba." "Namus ve şerefimiz sana emanettir. Yüzümüzü kara çıkarma. Ölüm Allah'ın emri. Tereddüt duymayasm. Sana hasretimiz derin olacaktır. Burada her göz her sabah Kahraman'ı arayacak ve unutmayacaktır. Başın dik olsun. Düşmana sırtını dönme. Yuvana kavuşman nasip olursa beni burada bulamayabilirsin. Vasiyetim şudur: Allah'ın sözünden öteye geçme." Süleyman Ağa oğluna sarıldı ve alnından öptü. "Hakkını helal et baba." "Helal ediyorum." Yola hazırdı Kahraman. Ablası Zekiye yanma sokulup bir mendil uzattı. Ana şefkati ile parlayan bakışlarını kardeşinin yüzünde dolaştırıp fısıldadı: "Terleyince terini silersin." Kahraman, mendili mukaddes bir emanet gibi huşu içinde alıp koynuna soktu. Sonra başparmağı ile ablasının göz pmar-larındaki iri incileri aldı. I ESİRLER VE ESİR KAMPLARI MISIR'DAN SİBİRYA'YA 95 "Ağlama..." Asker son defa avluda kaynaşan sevgilere ve sevgililerine bir göz attı. Seslendi: "Beni unutmayın!" Avluda bir çığlık koptu. Tam 7.5 yıl sonra Sana Esir Kampı'ndan esirleri getiren gemi Fatsa açıklarına demir attı. Esaretin ıstırabından vatan toprağında bile kurtulamamış askerler kayıklarla limana taşındı. Bir gözü kör olan Kahraman, takunya ile yola düşüp iki günlük bir yolculuktan sonra Ordu şehir merkezine ulaştı. Belikırıkzâ-de Şükrü Efendi ile evli ablası Zekiye'nin kapısına geldiğinde yorgunluk ve heyecandan bayılmak üzereydi. Kapı çaldı... Zekiye, karşısında duran tek gözlü, dilenci kılıklı, harap ve bitkin adama dikkatli baktı... Kahraman, göğsünden çıkardığı kanlı mendili ablasına doğru uzattı... "Abla..." dedi. "Benim... Kahraman..." Zekiye mendile doğru baktı... Baktı ve oracıkta yığıhverdi. Olan biteni en iyi mendil anlatabilirdi. Ama ne yazık ki onun dili yoktu. Zekiye, kardeşinin 7.5 yıl boyunca yaşadığı her hicrana, her sıkıntıya, her çileye ortak olmak ister gibi mendili günlerce yüzüne sürdü durdu. Oraya Kadar Yol Var mı? İzmir'in Seferhisar ilçesi Tepecik Köyünden Çoban Hüseyin'in oğlu, cepheden dönemedi. Hüseyin, oğlunun Rusya'da esir olduğunu öğrendi. Onun İstanbul'daki yetkililere yazdığı mektup başlı başına bir tarihtir. Istıraplarımızın tarihi... 96 SON KAHRAMANLAR "Muhterem Efendimiz, Anadolu'nun sakin bir köyündenim. Kâh Romanya hudutlarında kâh Karadağ'ın93 balçık ve amansız kayaları arasında tam 18 sene göğsümü vatanıma siper ettim, yorulmaz bir azimle çalıştım. Uzun zaman geçti, köyüme döndüm. Kuzularımla, çocuklarımla 20 sene huzur içinde yaşadım. Fırtınalı bir gün bana haber verdiler ki hain bir kurşun oğlumu ulu dağlar arasında kurtlara kuşlara terk etmiş. Öyle yandım, öyle kederlendim ki ne söyleyeyim efendimiz... Gözümde dünya, gözü kör aklı aptal edecek derecede karardı... Ama günler, aylar, yıllar ne yapmaz ki... İkinci oğlum artık •/; teselli oldu. Bu da büyüdü, memleketine hizmet zamanı geldi. Aldılar, gitti uzaklara. Dağlarda, çöllerde, bozlarda çalıştı. İki sene tatlı hikâyelerini anlatan mektupları geldi. Ondan sonra bekledim, bekledim, esen rüzgârlara, geçen bulutlara, doğan güneşlere sordum. Hiç birisi bana bir şey demedi. Bir gün "Savaş bitti" dediler. Bütün köy bekledik. Lakin bu kadar gidenlerden bir tek kişi döndü. Sordum, bana haber verdi. Oğlum esir düşmüş, Kafkas'ın kuzeyinde Istavropol şehrinde zengin bir Moskof a hizmetçi verilmiş. Vatanına bu kadar hizmetten sonra düşmanına hizmet etmesi bana çok ağır geldi. Ne vakit gelecek diye sordum, aradım. Şanlı Türk Hükümeti son zamanlarda parasız ve zayıf düşmüş, bunun için esirlerini Rusya'dan getirtemiyormuş. Ben düşündüm. Hem hükümete yardım, vatana hizmet ve hem de oğlum u kurtaracak bir çare buldum. Bizzat gidip oğlumu buraya getirmek. Ama oraya kadar yol var mı? Gidilir mi? Navlun94 ücreti ne kadar? Bunu anlayamadım. Bu vatan hizmeti ile fedakârca çalışan heyetinizi biliyordum. Bunun için başınızı ağrıtan şu 93 Karadağ: Balkanlarda Sırbistan ile birleşmiş cumhuriyet. 94 Navlun: Yolcuların vapur parası. ESİRLER VE*SİR KAMPLARI MISIR'DAN SİBİRYA'YA 97 uzun mektubu yazmaya karar verdim iradenize mumca* ediyorum. Acaba oğlumun yanma gidip onu getirebilir mı-y°m?YoUaraçıkmı? Navlun ücreti kaç kuruş? Ne gibi duşun-çelere ihtiyaç vardır? Şu Anadolu köylüsüne merhamet beyefendi hazretleri..."95 Yüreğimiz, oğluna kavuşabilmek için Seferhisar'dan Rusya'ya yol soran Çoban Hüseyin'in evlat hasretine, ıstıraplarına karşı bugün kendisini sorumlu hisseden yüreklerin olsun... 95 Cepheden Mektuplar, s. 111. > Bir Asalet Resmi Sevdiğim okurken yazımı sakın Gözünden şimşekler çakmasın emi Dördüncü yaram pek kalbime yakın Kirpiğin elmaslar takmasın emi Dilerim Allah 'tan sabırlar sana Sırmalı çevreni boyarım kana Çevirme yüzünü cepheden yana Gönlüme o duygu akmasın emi Dalında bıraktım ne çare seni Yurduma bağışla ey gülüm beni Görmeden yandığım o nazik teni Yokluğun alevi yakmasın emi Cerrahlar şaşıyor derin yarama Tarlada gayri hiç beni arama Saçını düzleyip n'olur tarama Yıldızlar boyuna akmasın emi Hikmet Recep ESİRLER VE ESİR KAMPLARI MISIR'DAN SİBİRYA'YA 99 Bu Vahşetin Sebebi Neydi? Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan Ordusu'na esir düşen askerlerimiz Yunanistan'daki çeşitli esir kamplarına götürülmüştü. Bu kamplarda sivil esirlerimiz de vardı. Bunlardan Ahıskalızâde Ahmet, yaşananları şöyle anlatıyordu: "Lutiye'de bir yıl boyunca elbise ve çamaşır vermediler. Yarım ekmek ve sade fasulyeyi alabilmek için dayak yemek mecburiyetinde idik. Bu dayaklar yüzünden ölenler olduğunda Hollanda Büyükelçiliği'ne şikâyette bulunduk ama olaylar geçişti-rildi. Asker esirlerimiz yok ediliyordu." *** Eskişehir'in Akçalan Mahallesi'nden Medrese Müdürü Ali Osman Efendi de "Pislik içindeydik" diyordu: "Ondan sonra müthiş bir dizanteri başladı. Hastalığa yakalananlar çamur içinde yatırılır, hastaneye kabul edilmezlerdi. Bazen günde 10 kişi ölüyordu. Bu şekilde kamp çevresinde büyük bir İslam Mezarlığı meydana geldi. Lutiye'de 18 ay 19 gün kaldım. Senelerce bir fırının alevleri karşısında çalıştırılıp bir gün olsun temiz hava almasına müsaade edilmeyen arkadaşlarımız vardı." *** Eskişehirli öğretmen Gazizâde Hacı Mehmed Sadık da "casus" diye tutuklanıp Milas Adası'na gönderilmişti: "Milas Adası'nda 5 bin sivil esir bulunuyordu. Esirler vapurun ambarına konularak iki gün susuz bırakılmış, bu yüzden 672 sivil esir susuzluktan ölmüştür. Geriye kalan esirler de Milas Adası'nda gıdasızlıktan günde sekiz on kişi kaybetmiştir. Beş bin esirden üç bini geri dönememiştir. Milas'ta altı kişiye bir ekmek verildiğinden esirlerin çoğu açlıktan öldü. Yunan Jandarması esirleri keyfi olarak öldürüyor, bundan sorumlu tutulmuyordu." Yunan Ordusu'nun Anadolu'da halka yaptıklarım anlatmaya çalışan Edremitli bir memur, bunun tam olarak ifade edilemeyeceği düşüncesindeydi.96 96 Eyüp Sabri, Esaret Hatıraları, sh. 145. 100 SON KAHRAMANLAR Bize bu şekilde davranmalarının sebebi Falih Rıfkı'mn şu satırlarmdadır: "Bizimle savaşan Hıristiyan milletler yalnız Türk hâkimiyetine değil, Türk Milleti'ne son vermek istemişlerdir. "9? Türkler Yunan Esirlerine Ne Yaptı? Bütün bu olaylardan sonra Mehmetçik ve millet, esirlerine nasıl davranmıştı acaba? Bunu Kızılhaç da merak ediyordu. Lozan Antlaşmasından önce yapılan karşılıklı esir değiştirme programı ile 10 bin civarında Yunan savaş esirini iade eden Türkiye'nin elinde 352'si subay 4579 Yunan savaş esiri daha kalmıştı. 1923 Şubatında Uluslararası Kızılhaç Komitesi bu esirlerin durumunu denetleyip bir rapor hazırlamak üzere bir Türkiye gezisine çıktı. Komite, Yunanlıların yakıp yıktıkları yerlerden geçerken kendi ifadeleri ile "Bu kadar vahşet ve mezalimde bulunmuş bir ordunun esirlerine" yapılan insanca uygulamayı hayretle karşıladı. Gördükleri inanılır gibi değildi. Yunan esirleri çok rahattı. Zulüm silindirinden geçmiş Uşaklılar, işgalin bitmesinden bir hafta sonra esir Yunan askerlerine süt dağıtmışlardı. Afyon'da halk Yunanlı esirlere 500 kat çamaşır vermişti. Konya'da da halk 350 adet yorganı bulup buluşturmuş, Yunan esirlerin üzerine örtmüştü. Hastanelerde yaralı Türk askerleri yerlerini hasta Yunan esirlere verip yerlerde yatıyorlardı. Esir taburlarmdaki Yunan askerleri Türk askerinin yediği yemeklerden yiyor, onların askerlik şartlarını paylaşmak dışında ayrıca bir uygulama ile karşılaşmıyordu. Esir Yunan subayları, Türk meslektaşlarının ağır maddi sıkıntı yüzünden zamanında alamadıkları maaşları günü gününe ve kuruşu kuruşuna alıyorlardı. 97 Falih Rıfkı, İzmir'den Bursa'ya, sh. 56. (Devrin Yazarlarının Kalemi İle... 2. c, sh. 984.) I ESİRGER VE ESİR KAMPLARI MISIR'DAN SİBİRYA'YA 101 Anadolu'da hiçbir esir garnizonu dikenle tellerle çevrilmemişti. Kızılay Ankara Temsilciliği daha 1921'de Talas'taki Yunan esirlerine 300 takım çamaşır, 300 fanila, 300 çift çorap ve ayrıca para göndermişti.98 Aynı tarihte Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri yarı aç yarı tok yaşıyor, Anadolu büyük güçlükler altında eziliyordu. Türk halkı esirleri korumanın bir şeref meselesi olduğunu, elinden silahı alınmış bir insana el kaldırılmaması gerektiğini düşünüyordu. Türk devlet geleneğinde de esirlere işkence yoktu. Dolayısı ile Türkiye'de esirlere kötü muamele sistemi kurulmamıştı. Eyüp Sabri Bey hatıralarında Antep'ten Mısır'a esaret yolculuğunun son kısmını beş Müslüman Hintli nöbetçinin nezaretinde yaptıklarını, bir ara kaçma fırsatı buldukları halde "Bu Müslüman askerlere İngilizler zulmeder" düşüncesi ile kaçmadıklarını yazar. Bunu da büyük bir doğallıkla asla vurgu yapmadan belirtir. İnsanlığa "Ağalık" yapmak kolay değildir. O ağalık gerçek asalet ister. Asırlarca Haçlı zihniyetine karşı mücadele etmiş bu Fetih Ruhunun boğulması kolay değildi elbet. Ona karşı uygulanan vahşet bir intikam olduğu kadar da bir yıkma yöntemiydi. Onun kendisine olan inancım, güvenini yok etmeye yönelik bir yöntem. Çölde Bir İngiliz Çanakkale'de 3. Tümen 39. Alay, 9. Bölük'te Takım Kumandam olan Şükrü Fuad, 1916 yılında da Sina Cephesinde savaşıyordu. Katya'ya doğru bir keşif yürüyüşü yaparlarken bir kum tepesinin arkasında çırılçıplak bir İngiliz askeriyle karşılaştılar. İngiliz, Katya Muharebesi'nden sonra Kanal'a doğru kaçarken yolunu şaşırmış, kaybolmuş, bir de çöl soyguncuları tarafından soyulmuştu. İngiliz'in üzerini örtüp bölüğe getirdiler. 98 Mesut Çapa. Anadolu'da Yunan Savaş Esirleri, Tarih ve Toplum, sayı 171, Mart 1998 102 SON KAHRAMANLAR İngiliz şimdi onlar için yalnızca yardıma muhtaç bir misafirdi. Şöyle anlatır Şükrü Fuad: "Adamı giydirip donatmak, besleyip kendine getirmek için seferber oldular. Bekir Onbaşı, zavallıya bir kara gömleği çok görmüşler diye söyleniyordu. Hepsi İngiliz'e bir şeyler ikram etmek için yarışıyordu."99 Tıpkı evlerine gelen misafire yaptıkları gibi... Gönlü açık, sofrası açık, eli açık Mehmetçik, çölün de ağasıydı. Irak Cephesinde esir ettiğimiz İngiliz Generali Towshend der ki: "Türklerden gördüğüm insanlık rütbemle ilgili değildi. Türk, savaşta çok çetin dövüşüyor ama esirini aziz bir misafir kabul ediyor. Türkler hainlere bile lütufkâr100 davranıyor, onlara hakaret ve zulme tenezzül etmiyordu. Kendi askerlerim diyordu ki, Türkler esirlerini teselli ediyor, takdime değer ne bulursa esirine veriyor. Bu merhamet duygusu, bu misafirperverlik ve zayıfı ezmemek an'anesi101 Türk'ün mizacına102 tarihin işlediği şeref halesidir.103"104 İtalyan Esirler Ne Oldu? İtalya 1 Ekim 1911'den itibaren 35 bin özel asker, 103 ağır top, 6000 at, 800 kamyon ve 3 uçakla Trablusgarp'ı105 işgal etmeye başladı. Bu kuvvet kısa zaman içinde 100 bine çıkacaktı. Bizim ise orada 3000 askerimiz vardı. İstanbul'dan gelen bir avuç fedaî subay İtalyan işgaline karşı direnişi örgütledi ve müthiş bir savaşa girişti. Yerli halk ise işgalcilere karşı adeta şahlanmıştı. Ne var ki elde makineli tüfek bile yoktu ve ilk makineli tüfekler İtalyanlara yapılan baskınlarla ele geçirildi. 99 Şükrü Fuad Gücüyener, Sina Çölü'nde Türk Ordusu, sh. 39. 100 Lütufkâr: Anlayışlı, hoş, cömert davranan. 101 An'ane: Gelenek. 102 Mizaç: Hal ve yaradılış (Birlikte). 103 Hale: Ayın etrafında görülen ışık dalgası. 104 Cemal Kutay, Trablusgarp'ta Bir Avuç Kahraman, sh. 251. 105 Trablusgarp: Libya. ı ESÜIER VE ESİR KAMPLARI MISIR'DAN SİBİRYA'YA 103 Direnişi örgütleyenlerden biri olan Eşref Sencer Bey yokluklar içinde nasıl kıvrandıkları şöyle anlatır: "Hiçbir savaşta Trablusgarp'ta olduğu kadar yalnızlığımızı hissetmemiştik. Çöl ortasında idik... Yaralarımıza saracak pamuğumuz, sürecek ilacımız bile yoktu. İçinde amonyak vardır diye yaraların üzerine idrar döküyorduk. Biz bu yoksulluk içindeyken Hıristiyanlık âlemi İtalyanlara yardım yağdırıyordu. Kızılhaç Teşkilatı'na mensup prensesler ve Avrupa saraylarım konteslerinden Vatikan Kilisesi'ne kadar hepsi karşımızda idi. Kuzey Amerika'dan, Güney Amerika'dan, Kanada'dan, Yeni Zelanda'dan, Avustralya'dan paketler geliyordu İtalyanlara."106 Yaramızı saracak pamuk bile yokken esir edilen İtalyanlar ne olacaktı? Onlara lâyığı ile bakılabilir miydi? Onlar misafir gibi rahat ettirilebilir miydi? Hayır. Öyleyse ne yapılmalıydı? "İade etmeye karar verdik" der Eşref Bey. 1911'de İtalyanlara yardım yağdıranlar 1915'te hep birlikte karşımıza çıktılar. Onlar önce esir alıp sonra "Ne yapalım?" diye düşünmek istemiyordu. Avustralyalı gazeteci Charles Bean'm 29 Nisan 1915 tarihli notu şöyleydi: "Kampa Türk esirler getiriliyor. Avustralyalıların esirlere hayli kötü gözle baktıkları kesin. Hem Yeni Zelandalılar hem Avustralyalılar kimi durumlarda, en azından ilk karşılaşmalarda hele işler kötüye giderken Türklerden esir alınmaması yolunda emir aldıklarım söylediler bana. Bunlara inanmıyorum ama doğru olabilir..."107 Esir alınabilecek bir duruma düşmüş askerin öldürülmesi Avrupa saraylarının konteslerini üzmüş müdür acaba? 106 Age, sh. 241. 107 Apuhan, age, sh. 158. 104 SON KAHRAMANLAR Mehmetçikten Mareşal Rütbesi ingilizler cephe hatlarının gerisinde bir kilise yapmışlardı. Bir pazar günü teğmen Festings beş altı silahsız askeri ile kiliseye doğru yürüyordu. Fakat yollarını şaşırıp Mehmetçiğin eline düştüler. Mehmetçik İngilizleri esir aldı. Festings Mehmetçikten kendilerini bırakmalarını istedi: "Silahımız yok, ibadete gidiyoruz. Türkler silahsız düşman askerini esir almıyor, bizi bırakmanı rica ederim." Çavuş "Komutanımıza gidelim" dedi ve beraberce Türk takım komutanının yanma geldiler. Takım komutanı Festings'e "Elinizdeki kutsal kitabınız üzerine yemin edin" dedi. Onlar da elbette deyip yemin ettiler. Az sonra Mehmetçik İngilizleri Türk hatlarından çıkarıp serbest bıraktı. Yıllar sonra Teğmen Festings, Genelkurmay Başkanı Mareşal Festings oldu. Londra'da çeşitli ülkelerin askeri ataşeleri108 onun onuruna bir yemekli toplantı düzenledi. Mareşal Festings konuşmasına başlarken "Türk Askerî Ataşesi kim?" diye sordu. Albay Adnan Orel kendini tanıttı. Festings yukarıdaki olayı anlattı ve ekledi: "Eğer Türk Ordusu'nun silahsız düşmana silah sıkmamak ve onu esir almamak geleneği olmasaydı şimdi karşınızda Genelkurmay Başkanı olarak bulunamayacaktım. "w9 Ne yazık ki geleneklerimiz ve Mehmetçik asaleti hep kötüye kullanılmıştır. Çanakkale'de Avustralyalı askerlere savaşın başında nasıl "Esir almayın, vurun!" emri verilmişse Kafkas (Doğu) Cephesinde de Rus Ordusu'na benzer emirler verilmiştir. Asteğmen Faik'in (Tonguç) hatıralarında hem Türk esirlerine yapılan uygulamalara, hem bu konuya şöyle değinilir: "(Esir düştükten sonra)...İki üç gün aralıkla hasta ve yaralı kafileleri geliyor. Sözde tedavi edilmek üzere toplanılıp getirilen 108 Ataşe: Elçiliklerde görevli uzman temsilci-memurlar. 109 Göksel Burhan, Birinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri. ESİRLER VE ESİR KAMPLARI MISIR'DAN SİBİRYA'YA 105 bu zavallıların yüzde onu bile hayatta kalamıyordu. Hastane adı verilen bu çadırlar Türk esirler için birer ölüm yuvası halindeydi. Her sabah 15-20 Anadolu çocuğunun büyük çukurlara birbiri üzerine atıldığını üzülerek izliyorduk. Bir akşamüzeri 30-40 araba geldi. Henüz yarı canlı olan bu bahtsızları odun boşaltır gibi birbiri üzerine atıp gittiler. Sabahleyin arabalardan atılan, ayaklar altında ezilen birçok şehidin yine çukurlara atıldığını sonsuz azap ve elem içinde geriden seyrettik. Bu hal Rusların yazılmamış kanunları olan "Yavaş yavaş yok etme" dedikleri bir katliamdan başka bir şey değildi. Ele geçen esirler bu suretle bin türlü eziyetle yok edileceklerine Rus Başkumandanı "Türklerden esir almak yasaktır!" emrini verseydi daha insanca bir hareket olurdu. Bir zaman böyle bir emir verilmiş. O aylarda hiçbir Türk esiri görülmemiş. Yakalanan her Türk süngülenirmiş. Özellikle Ermeni çetelerden oluşan "intikam taburları" zamanında."110 İkbal, Bana Ne Hediye Getirdin? Osmanlı aslanı yaralı kıvranırken İslam'ın pek çok gerçek dostu onun için ağlıyordu. Müslüman Türk'ün Trablusgarp'tan (Libya) çekilmesi Hint Müslümanlarının da vicdanında bir inilti şeklinde yankılandı. İşte Lahor sokakları tıklım tıklımdı. Hatipler konuşuyor, duygular coşuyor, halk ağlıyordu. Eller dua için semaya açılmıştı. Herkes elinde ve üzerinde ne varsa ortaya atıyor, bunlarla yaralı aslanın imdadma koşmaya çalışıyordu. Bir ara kalabalığın saygı ile geri çekildiği görüldü. İki büklüm birisi, beyaz elbiseleri içinde kürsüye doğru yürüyordu. Bu, Muhammed İkbal'di.111 Söz sultanı kürsüye çıkıp konuşması ile halkı kendinden geçirdi: "Ben şu dakikada kendimi Efendimizin huzurunda görüyorum. Bana diyor ki, "İkbal, bana ne hediye getirdin?" 110 Faik Tonguç, age, sh. 196 (Bu bilgi 23 Temmuz 1916 tarihine aittir.) 111 Muhammed İkbal: Pakistanlı şair ve düşünür. 106 SON KAHRAMANLAR Ben de diyorum ki: "Ya Resulullah! Sultana sultanlık, gedaya112 gedahkyaraşır. Benim gibi bir gedadan sultanlara ne hediye olabilir kd? Evet, asırlar var ki sana bir hediye getiremedik. Bedr'in aslanları, Uhud'un kahramanları, Huneyn'in serdengeçtileri gibi seni sevindiremedik. Ancak şimdi sana öyle aziz bir hediye takdim ediyorum ki onu cennetteki Kevserlere dahi değişmem. Bu hediye, Trablus-garp'ta İtalyanlara karşı savaşan Mehmetçik'ten akan kandır ya Resulullah!"n3 112 Geda: Dilenci. 113 Zaman, Akademi, 29.5.1996. KURTULUŞ SAVAŞİ İZMİR'DEN ANTEP'E mm. Mili' »İli Mücadele kahramanlardan Kara Fatma ve arkadaşlar,. > İzmir Süngümü demir gibi ellerimle kavradım Şanlarla zaferlerle yürüdüm adım adım Her vahşi kaya tuttu bir kartalın yasını Sildi mağrur kartallar silahımın pasını Zulme karşı besledim ruhumda acı bir kin Asırlarca vuruştum yurdum ve hakkım için Yürüdüğüm izlere eğil de hürmetle bak Ecdadımın kanıyla yoğrulmuştur bu toprak Kalsa sınırlarımda tek bir kol tek bir bilek Tarih onu bir kılıç kabzasında görecek! Şamili Rıfat 110 SON KAHRAMANLAR "Biz Ölsek Başkaları da Ölecek!" Yıl 1908. Vefa Lisesinde Coğrafya Öğretmeni Binbaşı Remzi Bey Osmanlı Imparatorluğu'nun genişliğini, vilayetlerini anlatıyordu: "Osmanlı Devleti'nin 30 vilayeti vardır. 7'si Avrupa'da; İstanbul, Edirne, Selanik, Manastır, Yanya, İşkodra, Kosova. 22'si Küçük Asya'da: Bursa, Ege Adaları, Aydın, Konya, Adana, Sivas, Ankara, Kastamonu, Trabzon. 5'i Doğu'da: Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ. 3'ü Irak'ta: Musul, Bağdat, Basra. 3'ü Suriye'de: Suriyye, Halep, Beyrut. 2'si Arabistan'da: Hicaz, Yemen. l'i Afrika'da: Trablusgarp (Libya). Bunların dışında 9 tane de mutasarrıflık vardır: 8'i Asya'da: İzmit, Biga, Bolu, Karasi, Samsun, Cebeli Lübnan, Kudüs, Diri Zor. l'i Afrika'da: Bingazi Mutasarrıflığı.114 Ayrıca Sisam Beyliği ve Mısır ise Osmanlı Devleti'ne vergi veren imtiyazlı memleketlerdendir. Kıbrıs ile Girit geçici olarak yabancı idaresindedir. Osmanlı Devleti'nin toprağı 2.969.600 km2'dir. Osmanlı Nüfusu 24.052.000'dir."115 Binbaşı Remzi Beyin anlattığı bu coğrafya 1908'de elimizde kalanlardır. Yani küçülmüş bir coğrafyadır. Bu dersi dinleyen çocukların bazıları Çanakkale'de, Kafkasya'da, Sina'da şehit oldular. Bazıları sağ dönerek imparatorluğun yıkılışına tanıklık ettiler. 30 Ekim 1918 Mondros Ateş Antlaşması ile birlikte Mehmetçik cephelerden dönmeye başladı. Savaş şimdi Anadolu'da sürecekti. Yunanlılar İngiltere'nin emri ile 15 Mayıs 1919'da İzmir'e askere çıkarıp Ege'yi işgale koyuldu. 114 Mutasarrıflık: Vilayet ile kaza (il ve ilçe] arası idari bölüm. 115 İ. H. Sunata, Gelibolu'dan Kafkaslar'a, s. 607. KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 111 Düş üşmanın tahrip ettiği yollar kadınlar tarafından tamir ediliyordu. su O sırada İzmir Valilik Konağında bulunan bir Türk yedek aıibayı, Morgan ve Smith adlarındaki iki İngiliz subayına gür bir sesle, "Büyük bir millet olduğumuzu ve henüz ölmediğimizi bilin" dedi. ; "Savaşacağız! Biz öleceksek başkaları da ölecektir! "^w I Çocuk Kendini Süngüleyen Düşmana Hayretle Baktı Süngülü Yunan askerleri arasında başı açık kadınlar, sarıkları boyunlarına dolanmış adamlar, yalın ayak çocuklar bir kasırgaya tutulmuş gibi tozu dumana katarak koşuşuyorlardır. Bu kalabalığın arasında bazen yere düşenler oluyordu. O vakit süngülü askerlerden biri geriye kalıyor, bu düşeni tekmeleyerek tüfeğinin dipçiği ile vurarak kaldırmaya çalışıyordu. Bazıları kalkamıyordu ve küfürlerle beş on yerinden süngülenip kalıyordu. Yol, bir çocuk gibi küçülmüş yatan saçları kınalı nineler ve eli yarasının üstüne yapışmış kalmış gözleri yarı açık delikanlıların cesetleriyle dolmuştu. 116 Mehmet Kafkas, Milli Mücadele'de Öncüler. 112 SON KAHRAMANLAR Bu sırada yola doğru koşan bir anne ile elinden tuttuğu yavrusu düşman askerlerini gördüler ve geriye dönüp geldikleri tarafa doğru koşmaya başladılar. O zaman yoldaki kalabalıktan bir süngülü Yunan askeri ayrıldı ve Türkçe "Dur! Dur!" diye bağırarak arkalarına düştü. Anne çocuğu yerde sürüklüyor, bağ kütüklerinin arasında düşe kalka kaçmaya çalışıyorlardı. Düşman yetişmek üzere idi. Elini uzatsa yavrucuğun incecik boynundan yakalayacaktı. Ama buna hacet kalmadı. Çocuk annesinin elini bıraktı, döndü, kollarını havaya kaldırdı: "Teslim! Teslim!" diye bağırdı. Sekiz dokuz yaşında ya var ya yoktu. Lakin o kadar zayıf ve o kadar çelimsiz bir şeydi ki yaşla, cinsle, etle kemikle bir alakası yok gibi görünüyordu. Bütün vücudu bir yaprak gibi titriyordu. Sesi bir küçük kuşun, bir civcivin sesine benziyordu. "Teslim! Teslim!" diye bağırdı yine. Bu tedbir nereden hatırına gelmiş, bu kelimeyi nereden öğrenmişti? Yavrucak vücuduna girip çıkan süngüden daha küçüktü. Kendisini süngüleyen adamın yüzüne hayretle bakıyordu. Birkaç defa "Anne! Anne!" diye haykırdı ve ortasından kırılan bir ince dal gibi iki büklüm yere yuvarlandı.117 Vasıf Nerede? Yunan Ordusu ardında kan, gözyaşı bırakıp ilerliyordu. Ayaklarının bastığı yerden işkence ve zulüm fışkırıyoTdu. Yakup Kadri, Alaşehir'e giden yol üstündeki bir köyde gördükleri karşısında diyecektir ki: 117 Yakup Kadri, Milli Savaş Hikâyeleri, s. 30. (Bu eserde Yakup Kadri anlatılanların gerçek olaylar olduğunu, edebiyata mal olması için hikâyeleştir-diğini bildirir. Yakup Kadri Ege'deki Yunan zulmünü araştıran heyette üyedir. (Tahkiki Fecayi Heyeti) olayı kendisine Şevki Bey adına bir tanık nakletmiştir.) gKURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 113 "Vaktiyle insanlığın en mustarip118 ve en sefil insanlarına sığmak olan katakomplarda119 elimde titrek bir ışıkla adım adım dolaştığımı hatırlıyorum. Burası, insanların insanın kötülüklerinden korunmak için diri diri gömülmeye razı oldukları mezarlardır. İki bin yıllık sahipsiz ölü kemikleri burada yalvaran bir esirin kollan gibi hâlâ ayaklarınıza dolaşır. Lakin bu köy katakomplardan daha ıssız ve örtündüğü paçavralar yolunmuş kanatlar gibi havada sallanarak önümüzden kaçmak isteyen kız, bu kemiklerden daha eski idi." Kimdi bu kız çocuğu? Bir hayalet miydi yoksa? Ama şu merkep iskeleti, şu şişmiş manda leşi, arkadan gelen müthiş bir sadme120 ile öne doğru fırlamış gibi duran şu mescit duvarının dibindeki didiklenmiş, ıslanmış eşya kümeleri ve bunların başında birbirlerine hırlayan şu sıska ve uyuz köpeklerde mi birer hayaldir? Yoksa bu köyde kimse yaşamamış mıdır? Hiç birisi hayal değildir. "Ayaklarım henüz sıcak duran kül yığınlarına gömülüyor. İşte bu küllerin içinde kavrulmuş buğday taneleri, mavi boncuklar ve çarık parçaları görüyorum. İşte bir oyuktan sarkan şu kırmızı mintan parçası..." Kızcağızı bir ahırın köşesinde bulurlar... "Kızım... Yavrum... Biz Müslüman'ız, gâvur değiliz. Anlıyor musun? Biz gâvur değiliz... Söyle bu köyün ahalisi nereye gitti? Sen burada yapayalnız ne yapıyorsun?" Çocuk aralarından sıyrılıp kaçar. Boğuk bir ses çıkarmaktadır. Köyün içini dışını, oyukları kovukları, yaş yığınlarını ararlar, ondan bir iz bulamazlar. Ama aslında bütün izler ortadadır. "Yavrum" der Yakup Kadri. "Senin gibi kaç tane gördüm. Kimi kolunu, kimi bacaklarım, kimi gözlerini, kimi memelerini kaybetmişti. Sen de natıkanla121 idrakini kaybetmişsin. Eğer 118 Mustarip: Istırabı olan. 119 Katakomp: Mezarlık ya da kemiklik olarak kullanılan geniş yeraltı yapısı. 120 Sadme: Birden bire olan patlama. 121 Natıka: Söyleyebilme özelliği. 114 SON KAHRAMANLAR bu taşıdığın o müthiş sırrı hiç kimseye açmadan kendinle beraber mezara götürmek içinse nafiledir." *** Koçaş Köyü ile Gecik Nahiyesi arasında bir yerde ihtiyar bir kadın Yakup Kadri'nin arkadaşlarından birinin önüne çıkıp feryat eder: "Vasıf im!" Kadıncağız onu oğlu sanmaktadır. "Hani altı ay sonra dönecektin... Bu kaçıncı altı ay Vasıf mı!" Ağlar, dövünür ihtiyar kadın Sonra baygın yere düşüp "Vasıf im" diye sayıklamaya başlar.122 Kim bilir kimdi Vasıf? Nerede kalmıştı? Biz "Vasıf bizdik" diyene kadar Vasıf dönmeyecek. Bu Millet Ölmez! Ürgüplü Mustafa Fevzi önce Çanakkale'de sonra da Doğu (Kafkas) Cephesinde savaştı. Burada Ruslara esir düşen Mustafa Fevzi Rusya'daki ihtilalden sonra Sibirya'da bulunan esir kampından kaçarak Polonya'ya geldi. Varşova'da temas kurmak zorunda kaldığı için bir Alman Subayı yüksek bir yere çıkarak onu yanındakilere tanıttı: "Bunlar Türk subayı! Çanakkale'de düşmanı denize dökmüşler, Rus cephesinde savaşıp esir düşmüşler. Oradan kaçmışlar ve şimdi yine cepheye gitmek üzere bir an önce Anadolu'ya ulaşmak istiyorlar. Bu millet ölmez! Yaşasın Türk Milleti!"123 Mustafa Fevzi Anadolu'ya dönüp Kurtuluş Savaşı'na katıldı ve Sakarya Meydan Muharebesi'nde ikinci defa esir düştü. Bu irade karşısında elbet zulüm kalıcı olamazdı. Anadolu ayaklandı... 122 Age, s. 38. 123 Ürgüplü Mustafa Fevzi Taşer'in Hatıraları, Cepheden Cepheye, s. 121. Antep Ben Antepliyim Şahin'im ağam Mavzer omzuma yük Ben yumruklarımla dövüşeceğim : Yumruklarım memleket kadar büyük Bir bayrak dalgalanır Antep Kalesi üstünde Alı kanımdaki al, ah alnımdaki ak Bayraklar içinde en güzel bayrak Düşüncem senden yanadır Hep senden yanadır çektiğim kahır Bu senin ülkende, senin gölgende Düşmesin kara kalpaklar, kirlenmesin duvaklar Korkum yok ölümden, kâfirden yana Alacaksa alsın beni şafaklar Yavuz Bülent Bakiler I 116 SON KAHRAMANLAR Kıyarız Canınıza Antep'i 15 Ocak 1919'da işgal eden İngilizler 29 Ekim 1919'dan itibaren şehri Fransızlara terk etti. Antep direnecektir. Antep bu toprakların düşmana mezar olacağını bir defa daha tarihe kazıyacaktır. Antepli Şahin Beyin Fransız Garnizonu Komutanlığı'na yazdığı mektup, tarihimizin şeref belgeleri arasındadır: "Kirli ayaklarınızın bastığı şu toprakların her zerresinde bir damla Türk kanı karışıktır. Her bucağında bir atanın mezarı vardır. Adı belli olmayan zamanlardan beri Türkler bu top-; raklarda yaşamaktadır. Türk bu topraklara bu topraklar da Türk'e ısındı, kaynadı. Sade siz değil, bütün dünya bir araya gelse bizi bu topraklardan ayıramaz. Sonra sen hiç ömründe "Türk esir yaşamaz" diye duymadın mı ? Namus ve h ürriyet için ölüme atılmak ise bize Ağustos sı-• cağında soğuk su içmekten daha tatlı gelir. Sizler canı kıymetli insanlarsınız. Çatmayın bize. ¦¦? . Bir an evvel topraklarımızdan savuşup gidin. Yoksa kıyarız canınıza. 21 $ubat 1920 Antepli Şahin"124 KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 117 Şahin Bey Fransız askerlerinin içinde Fransız üniforması giymiş Ermeniler de vardı. Bir şehirle bir ülkenin savaşı 1 Nisan 1920'de başladı. 124 Cepheden Mektuplar, s. 79. Antep savunmasında kullanılan toplardan biri. Antep Silahla Yenilmez! "Nisan ortasında korkunç haber geldi" diyordu İsmail Habib. "Norman kumandasında sekiz bin piyade, beş batarya top, tanklar, uçaklar Fırat tarafından yaklaşıyordu. Norman şehri arkadan vuracaktı. Bir kesin uyarı Norman'dan: 'Şehri hemen teslim edin. Yoksa her şeyi yok edeceğim.' Şehir bombardıman altındaydı." Antep bu ilk büyük saldırıyı püskürttü. Fransızlar doğudaki tepelere doğru kaçıyordu. Sonra siper savaşı başladı. "Bütün gün toplar siperlerimizin altını üstüne getiriyor, biz de bütün gece siperleri yeniden yapıyoruz. Akşama kadar ölen sabaha kadar dirilmiştir." Ağustos başlarında Yarbay Anderya kumandasında gelen tümen daha da korkunçtur. 45 top, obüsler, sekiz uçak, sekiz tank... Antep teslim olmaz. "Obüsler şehri zelzeleye tutar..." Savaşın ağırlığı Çınarlı Camii'nin olduğu bölgededir. Antep-liler oraya "Arıburnu" adını verirler. Anburnu... Çanakkale'de Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerin çıktığı, çıktıkları gün perişan edildikleri bölge... 118 SON KAHRAMANLAR 5 Ekim 1920'de Fransızlar burayı saatlerce bombaladı. "Burada kimse sağ kalmamıştır... Seçme Fransızlar avluya kadar girdiler. Ama o ne? Yıkıntılar arasından zehirli bir yaylım ateşi. Düşman kaçıyor..." Tıpkı Çanakkale'deki gibi... 14 Ekim'de Fransızlar yine saldırdı, yine kaçtı. Antep direniyor. Fransa utanç içinde. Kasım 1920'de General Goro geldi. 15 bin asker, 11 batarya top, bir uçak filosu, bir sürü tank Antep'e büyük bir hücum başlattı. Antep'in silahı neydi? "Bir müzeden yağma edilmiş kadar eski silahlar..." 1921 Ocak sonlarında Fransa Antep'e yine saldırdı. "İlk üç tank siperlerimizi çiğniyor. Ama ikinci hattın önüne gelince tankların içindekiler kumandanlarına kadar vurulup düşüyor. Anladılar, Antep silahla yenilmez!" Şu Ramazan Topu İşe Yaramaz mı? Fransız kuşatması uzadıkça cephane sıkıntısı artıyor, fedailer şehir dışına çıkıp cephane buluyordu. Sonunda buna da imkân kalmadı. Öyleyse cephane yapmalıydı. Ama nasıl? "Büyük mağara içindeki sabunhane değişti. Ustalar toplandı. Güherçile ve kükürtten kara barut, tenekelerden fişek kapsülü, kurşun parçalarından top mermisi ve bomba yapıldı. Fişekler adi barutla, bombalar patlamayan düşman mermilerinin dinamitle-riyle dolduruluyor ve bombaların müsademe tıpaları tahtadan torna ediliyordu. Günde 7 bin fişek, 150 bomba yapıyoruz." Şu hantal Ramazan topu acaba bir işe yaramaz mıydı? Yarardı elbet. "Hemen iki tekerlek uyduruldu. Namluya göre torna edilen bir ağacın içine dinamit fitili kondu. Ağacın ucuna da eski toplardan kalma komboz denen yuvarlak bir gülle yetiştirildi. Kurtuluş savaşı izmir'den antep'e 119 Ateş! Gülle sahiden gitti! Karşıdaki düşman siperi karmakarışıktır. Ama gülleyle beraber tekerlek de kundak da gitmişti. Haydi, yeniden gülle, kundak... Her güllede dağılan top yeniden kuruluyor. O uzun çengin cehenneminde ruhlar gene neşesini kaybetmemiş olacak. Ona "Kırk ikilik" adını verdik. Fransızlar şehri aldıktan sonra bu topu Paris'e gönderdiler. Almanların kırk ikiliklerine yenilmedikleri halde Türk'ün Ramazan topunu yenemediklerini göstermek için mi? Yenemediler. Silahımız yenilmedi. Erzakımız bitti. İş silaha kalsaydı şehri almak değil bir adım atamayacaklardı." Zehirlene Zehirlene Alışırız... Yiyin Kuşatma boyunca Antep yalnız Fransa ile değil açlıkla da savaştı. Siperlerimizin gerisine atılan bir beygir ölüsünü kadınlar beş dakikada parçalayıp paylaşıvermişlerdi. "Aç midenin dehşeti" der İsmail Habib. "En son bir yığın acı zerdali çekirdeği var. Zehirlidir, yenmez dediler. Islatırız belki zehri gider dendi, ıslatıldı. Yiyince birçokları zehirlenip hastalanmıştı. Zehirlene zehirlene alışırız dendi, alışıldı. Eğer o çekirdekten daha olaydı, kuvvetlerimiz düşmanı yarıp çıkacak şehri bırakmayacaktı. Antep düşmedi. Antep aç düştü." Antepli "küçülmüş midelerin bir köşeciğinde son çekirdek lokmaları ile" 8 Şubat 1921'de düşmanın kuşatma hattını yarmak için saldırdı. Beş altı bin şehit veren Antep 6 Şubat'ta TBMM kararı ile "Gazi" ilan edilmişti. Antep, artık Gaziantep'tir. 15 bin kişilik Fransız Ordusu'na Ramazan topu ve zehirli zerdali çekirdeği ile karşı koyan Antep'in zaferi, General Goro'nun Fransa Hükümetine bildirdiği şu gerçekte seyredilmelidir: "Antep'in düşmesini görmek için on ay bekledik. Anadolu'da daha bin Antep var.'nZ5 125 İ. H. Sevük, Yurttan Yazılar, s. 85. 120 SON KAHRAMANLAR Antep, yalnız Fransızlara değil diğer işgalcilere de korku verdi. İşgalciler, direniş ruhunun ateşiyle temas ettiklerinde bütün hesaplarının nasıl eriyeceğini gördü. Ya Şahin Bey? Onun asıl adı Mehmet Sait'ti. Yemen'de savaşmış, yiğitliği dillere destan olmuş, er iken subay yapılmıştı. Şahin Bey savaştan sonra döndüğü Antep'te de işgalcilere karşı direnişte ön safları aldı. Kilis-Antep yolunda Fransızların üç piyade taburu ile savaşa tutuştu. 28 Mart 1920'de bu savaşta şehit oldu. Adına türküler yakıldı. Anadolu'da bin Antep binlerce de Şahin Bey vardır... > Sakarya Hâlâ o kanların ateşindedir Ufuklardaki güneş, lambalardaki ışık Hâlâ o kanların şavkından vurur Yüzümüze, gözümüze, kalbimize aydınlık Biliyor musunuz bizim gül hatırımız için kimler Susmuş, kesmiş en güzel yerinde türküsünü? Görüyor musunuz her sabah sofralarımıza asıl, Ekmeğimizi gizlice kimlerin sürdüğünü? O aziz rahmetin çiçekleridir mutlu Bende şiir, onda ümit, sende aşk O aziz rahmetin çiçekleridir kutsal Toprak, bayrak, yaşamak, haykırmak, hak O ulu sabaha bizim küçücük sınıftan sade İki can, 29 Ahmet, 73 Mecit Siz hiç düşündünüz mü bu yurdun her sabahına, Kaç bin gazi düşer ve kaç bin şehit? Zeki Ömer Defne 122 SON KAHRAMANLAR "Nasuh'u Uyurken Süngülediler" Anadolu'nun dört bir yanı düşman işgali altında idi. Sahillerimiz, kasabalarımız topa tutuluyor, uçaklar okulları bombalıyor, çocuklarımız okul bahçelerinde ölüyordu. Düşmanın ve onlarla işbirliği yapan Rum ve Ermenilerin zulüm, cinayet ve işkenceleri sokak sokak ev ev dolaşıyordu. Donanması ile İstanbul'u uzun süredir baskı altında tutan İngiltere 16 Mart 1920'de şehri işgal etti. Sabah erken saatlerde baskm yaptıkları yerlerden biri de Şehzadebaşı Karakolu idi. İngilizler burada askerlerimizi süngüledi. Sabah namazı için uyanmış olanlar da kafaları dipçikle parçalanarak şehid edildi.126 Baskından az sonra gazeteciler oradaydı: "Allah'ım... Yerlere tırnaklarını geçirmiş birinin beyaz dişleri arasından kan sızıyordu. Gömleği göğsündeki yaralara tıkılmış bir diğerini kucakta taşıyorlardı. Basamaklarında kan izleri pıhtılaşan merdivene doğrulduk. Kapı aralığından inlemeler geliyordu. Koğuş kapısının iç tarafında kırık dişleri arasında fıkırdaşan kanları tükürmeye çalışan bir yaralının boğazı süngü ile delinmişti. Arkasını duvara vermişti. Yavaş yavaş kapanan gözlerinde belirsiz bir hicran gölgesi ezilip ıstıraba dönüşüyordu. Kanlı sedirlerden başı aşağıya sarkanlar 'bir yudum su' diye inliyordu. 'Allah aşkına bana bir bakın...' Kanlı başını sallayan bir asker parmaklan kasılan sol avucu-nu uzatarak doğrulmaya çalıştı. Atıldık. 'Yavrum...' Baygın gözlerini araladı. 'Bizi bu hale getirdiler... Ölürsem efendi... Düşkün bir ninem var da... Onu kimler korur... Kasavetleniyorum...' 'Adın ne kardeşim?' 'Nasuh... Babammki de Ahmet...' Kirpikleri ile kanlı göğsünü işaret ederek: 126 Şehzadebaşı Askeri Karakolu'nda uyurlarken süngülenen askerler mızıka bölüğü erleri idi. •KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEDE 123 'İşte, buralarım yanıyor...' dedi. 'Nasuh?' 'Söyle efendi.' 'Evli misin Nasuh?' Zavallı gencin süngü şerhalarından (yarık) kan öbeklenen göğsü kabardı. Yavaşça göz kapaklarını indirdi. 'Yanıyorum efendi... İngiliz etti bunu...' Ve sonra kanlı elini Anadolu'ya doğru uzattı: 'Ninemin yaşlı gözleri yollara bakar. Ona deyin ki...' ... ¦; Bir saniye için koğuş sakinleşti. 'Ona deyin ki, Nasuh adlı oğlunu İngilizler yatakta süngüledi'..."127 Nasuh son nefesinde kahpece öldürüldüğü bilinsin istiyordu. İhtimal, haber gönderdiği ninesi değil; ismini söylemekten, varlığını açıklamaktan dahi çekindiği eşiydi, sevilişiydi. O öyle bir yiğitti... "Süreyya, Bunların Arasında mı Öleceğim?" Yunan işgalinin başladığı 15 Mayıs 1919 günü İzmir'de olanlar korkunçtu. O gün dükkânlar yağma edildi. Yollarda yürüyen insanlar işkence ile öldürüldü. Daha önce yerli Rumların işaret koydukları evlere giren Yunan askerleri buralarda oturan subayları katletti. Çarşafları yırtılan kadınların yüzükleri, bilezikleri toplandı. Demir kasalar; Yunanlı askerler, Rumlar ve Ermeniler tarafından soyuldu. Şehir saatlerce makineli tüfeklerle tarandı. Yunan askerleri öğle vakti Mekteb-i Sultani'ye geldi. Önce okulu soydular, Türk bayrağını indirip ayaklarını sildiler. O sırada 9 yaşında bir çocuğun sesi duyuldu: "Biz olsaydık böyle yapmazdık!" 127 Arif Oruç, Hâkimiyet-i Milliye. 17 Haziran 1920 (Devrin Yazarlarının Kalemi ile... C.l. sh. 483) 124 SON KAHRAMANLAR Okulda bulunan bir Kuran-ı Kerim de ayaklar altında çiğnendi. En küçüğü 7 en büyüğü 16 yaşında olan çocuklar okuldan dövülerek çıkarıldı. Okuldan çıkarılan çocukları başka bir felâket bekliyordu. Yunan askerleri 8 yaşındaki çocukların sırtında dipçiklerini denerlerken yerli Rumlar da esirleri bıçaklıyordu. Az sonra da denize attıkları bir adamı uzaktan nişan alıp vurmaya başladılar.128 İngiltere isabetli bir iş yapmıştı. Cinayet âleti olarak kullandıkları Yunanlılar en az Abbasiye Esir Kampında göz çıkarmak için kullandıkları Ermeniler kadar başarılıydı. O gün İzmir Askerlik Şubesi Başkanı Albay Süleyman Fethi Bey "Yaşasın Venizelos!" diye bağırmayı reddetti ve "Kalpağını çıkar!" emri karşısında Yunanlı subaya, "O kalpak başım boynumdan ayrıldıktan sonra çıkar!" dedi. Yunanlılar Fethi Bey'i süngüleyip öldü diye bıraktılar. Kar-şıyakalı Süreyya İplikçi, Fethi Bey'in kaldırıldığı hastaneye koştu. Fethi Bey ıstırap içinde ağlıyordu. Başının üzerindeki Yunan bayrağım gösterdi: "Süreyya, ben bunların arasında mı öleceğim?" Süreyya orada durmadı, koşup bir Türk bayrağı getirdi. Yunan bayrağını indirip Türk bayrağını Fethi Bey'in başucuna astı. Süleyman Fethi Bey ruhunu teslim etmek üzereydi. Son sözü, "Allah'ım sana şükürler olsun" oldu. 15 Mayıs 1919 günü İzmir'de 17. Kolordu er ve subaylarının başına gelenleri anlatabilecek kelimeler sözlükte yoktur. 350 kişinin Kordonboyu'ndan Patris adlı gemiye sürüklenişleri bir "ölüm yolculuğu" idi.129 Askerlerimizin kimisi Yunan askerleri tarafından süngülenerek öldürülüyor, kimisi kalabalık içinden açılan ateşle can veriyor, kimisi de "Sizi kurtaralım" diyerek çekildikleri dükkânlar içinde katlediliyordu. 128 Doç. Dr Cemal Kurnaz, Ahmet Talat Onay, sh. 195. 129 Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun, 2. C, sh. 83. I *¦ KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 125 Çeyizim Milletin Olsun Yunanistan'ın İzmir'i işgale başladığı 15 Mayıs 1919 günü, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi Belediye Meydanına çağırdığı halka şöyle sesleniyordu: "Karşımıza çıkan düşman 400 yıl hâkim olduğumuz Yu-nan'dır. Türklüğün ve Müslümanlığın son kalesi elimizden alınmak isteniyor. Biz esir yaşamadık, yaşayamayız. Silah yoksa taşla düşmanı tepelemek her Müslümana farzdır. İçimizde yaşayan, vatandaşımız olan Hıristiyanlar bize vediadır (emanettir). Onlara dokunmayacağız." Yürümüş selamsız sabahsız Destursuz girmiş memleketime Yedi çeşit Frenle130 askeri Yalvarmış ihtiyarlar Allah'a Rivayet şöyledir kim Dumanlı bir güz akşamı . Şu mor dağlar efendim Destur demiş de yürümüş Silkinip kalkmış ayağa131 ... Kahramanlar kahramanı Anadolu şahlandı. Birinci Dünya Savaşı cephelerinden yorgun, sakat, bitkin dönmüş er ve subaylar, canını mermi yapacak milletle bütünleşti. Tarihin en rezil işgal hareketine karşı tarihin en büyük ayaklanması başladı. İngiltere'nin yeni silahlarla güçlendirdiği, saldırı planlarını İngiliz subaylarının yaptığı132 Yunan Ordusu Eskişehir'e kadar gelmişti. Yunan Ordusunun zaferiniU) kutlamak için Eskişehir'de bulunan Kral Konstantin'e bir yabancı gazeteci sordu: 130 Frenk: (Burada) Batı ülkelerinden olan. 131 Attila İlhan. 132 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, C. 1, sh. 167. 126 SON KAHRAMANLAR "Ankara'ya da gidecek misiniz?" Konstantin cevap verdi: "Bu ordu ile Ankara'ya değil, cehenneme kadar giderim."133 Gerçekten öyle olacak, cehenneme kadar gideceklerdir. Konstantin'in güveni İngiltere'nin yardımından ileri geliyordu. Mudanya, Gemlik, Tekirdağ gibi sahil şehirleri İngiliz Donanmasının desteğinde işgal edilmişti. Türkiye Yunanistan'la değil, İngiltere ile savaşıyordu.134 Çanakkale'de, Irak'ta, Gazze'de İngiltere'yi ayağında çarıkla perişan eden Mehmetçik tekrar bütün işgalcilerin burnunu sürtmeye hazırdı. *** Çanakkale hezimetinden sonra "Türk'ün karakterini anlamakta başarısız olduk"135 diyen İngilizler "Türk karakteri sömürgeleştirmek için elverişli değil"136 düşüncesi ile son denemede kendilerini ateşe atmıyor, Yunanlıları kullanıyordu. Ama Anadolu karakter savaşında işte silah başı yapmıştı. 6 Mart 1919'da Edremit, 15 Mayıs'ta Denizli, 17 Mayıs'ta Giresun, 18 Mayıs'ta Samsun ve Erzurum, 20 Mayıs'ta İstanbul, 23 Mayıs'ta Sivas, 25 Mayıs'ta Bingöl ve Ağrı ayaklandı.137 Kastamonu'daki direniş teşkilatının (Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) Kadınlar Kolu Başkanı Saime (Ayoğlu) Hanım, faaliyetlerini yürüttükleri Mevlevî dergâhında138 nöbetçiydi. Kapı çalındı, içeriye genç bir kız girdi. Adı Hatice idi. Hatice, Saime Hanım'a bir sepet uzattı: "Yarın evleniyorum. Bu sepette çeyizim var. Gelinliğim de içinde. Bayrağım karalara bürünmüşken ak gelinlik giyemem, tel duvak takamam. Çeyizimi milletimin direnişine bağışlıyorum." 133 İ. H. Sevük, O Zamanlar, sh. 70. 134 D. Avcıoğlu, age, sh. 168. 135 R. Ş. Apuhan, age, sh. 164. 136 Mehmet Kafkas, age, sh. 174. 137 Büyük mitinglerin yapıldığı yüzlerce şehirden birkaçıdır. Age, sh. 25. 138 Mevlevî Dergâhı: Mevlâna'nın yolundan gidenlerin toplanma yeri. KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 127 Saime Hanım sepeti ağlayarak alıp bohçayı açtı. Orada bir iki de altın vardı.139 Konstantin'in ordusunu istediği yere gönderen bir iki altın... "Üşümez misin Sen Nine..." Mustafa Necati, Çerkeş140 önlerinde cephane taşıyan bir kadın kafilesine rastladı. Etrafta kağnıların uzaktan gelen gıcırtısından başka ses yoktu. Bir esrar saklıydı bu seste. Sanki bütün ıstıraplı ruhlar o kağnı gıcırtısında inliyordu. Mustafa Necati, kafileye yaklaştıkça sessizliği yırtan kadın sesleri veya bir çocuk ağlaması duyuyordu. Bir nine karlar üzerinde çıplak ayakları ile yürüyordu. Sırtında bir çocuk bağlıydı. Mustafa Necati, ninenin arabaya bir yorgan sermiş olduğunu fark etti. "Üşümez misin sen nine? Yorganı da çocuğa örtsene." dedi. Nine bu soruya bir anlam veremedi. O sırada kar sepelemeye başlamıştı. Yorganın uçlarını iyice kapatırken hâlâ cevap beklediğini gördüğü Mustafa Necati'ye: "Evladım" dedi: "Millet malıdır bu. Nem kapmasın." Nine, cephaneyi kardan korumaya çalışıyordu. Kafasında bunun bir fedakârlık olduğuna dair en küçük bir düşünce bile yoktu. Başka bir kafilede bir ayağı tahtadan, sakat bir köylüye rastladı Mustafa Necati. O bir gazi idi. Ayağını Çanakkale'de bırakmıştı. Cepheye cephane götüren bu yiğit dört gündür yollardaydı. "Ben de cephede olmalıydım" dedi: "Ama işte hiç olmazsa güllelerim cephede olacak! Düşman kovulana kadar sözüm budur." Şöyle der Mustafa Necati: "Anadolu son sözünü söylemişti."141 139 Asker-Yönetici-İnsan, sh. 88. 140 Çerkeş: Çankırı'nın ilçesi. 141 Devrin Yazarlarının Kalemi İle, 2. C, sh. 734. 128 SON KAHRAMANLAR Türkiye Büyük Millet Meclisi. Tarih Nefesini Tutmuştu Yurdun her tarafında düşman işgaline karşı ayaklanmış olan direniş teşkilatları142 önce düzenli ordu oluşturulmasında rol oynadı sonra da bu orduya katıldı. Direnişçiler, işgalcilerin koruduğu silah depolarından silah kaçırıyorlar, İstanbul'daki bazı fabrika tezgâhlarını ölümü göze alarak gizli yollardan Anadolu'ya taşıyorlardı. Mondros Mütarekesi'ne göre ordumuzun dağıtılması, silahlarını teslim etmesi gerekiyordu. Kazım (Karabekir) Paşa'nm Doğu'da kuruluşlarım ve silahlarını muhafaza ettiği Askeri Birlikler yeni düzenli ordunun en önemli dayanağı olmuştu.143 Mustafa Kemal Paşa'nm Samsun'a geleceği günlerdi. Rum çeteleri bölgede savunmasız halka saldırıp duruyordu. Ancak karşılarında onlara kan kusturan genç subay Süreyya Bey vardı. Süreyya Bey "Gizli Polis" teşkilatı kurmuş, Rum çeteleri ile savaşa tutuşmuştu. Mustafa Kemal Paşa'nm "Geliyorum" telgrafını alan Amasya Müftüsü, Süreyya Beye haber vermiş, o da Samsun-Amasya arasında çetelere karşı gerekli tedbirleri almıştı.144 142 Kuvay-ı Milliye: Milli Kuvvetler 143 Asker Kahramanlar, sh. 51. 144 Cumhuriyet'e Kan Verenler, sh. 110 !*• #KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 129 Amasya, Erzurum, Sivas Kongrelerinden sonra 23 Nisan 1920'de Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Artık Milli Mücadele'nin bir kalbi vardı. Ankara'da açılan bayrak yurdu sarıp sarmalamaya başladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları şan ve şeref için yürüyordu. Tarih nefesini tutmuş seyrediyordu: Türkler ne yapacak? İsimsiz Tepelere İsim Verdiler 28 Mart 1921 günü Yunan Ordusu önce Kanlısırt'ı sonra isimsiz bir tepeyi ele geçirdi. Burası Metristepe-Kanlısırt ve o isimsiz tepeden oluşan bir hattı. 1. Tümen'in 3. Alayından 3. Tabur isimsiz tepeyi düşmandan almak için hücuma geçti. Mehmetçik dipçikle saldırıyordu, süngüsü yoktu. İlk hücum dalgasının en önündeydi 10. Bölük komutanı Üsteğmen Fehmi. İlk şehit o oldu.145 "Hiçbir silah yoktu ellerinden başka, boğuşuyordu Çevrilmişti bir süngü çemberi ile gide gide Nihayet devrildi beş yarayla birden Vuruldu alnından Birinci Mülazım Fehmi Bey" Sıra 9. Bölük Komutanı Yüzbaşı Fahri'de idi. Bölüğünün başında ileri atıldı. Elinde silah kalmadığı bir anda düşman süngüsü ile şehit düştü. "En önde koşuyordu Yüzbaşı Fahri Bey Kaputu omzunda tabancası elinde, Tepe kadar sessiz tepe kadar kocaman Tepe olmak emelinde Pos bıyıklı hilal kaşlı Yüzbaşı Al kan etmiş dağı taşı" 145 Asker Kahramanlar, sh. 58 130 SON KAHRAMANLAR Tepeye üçüncü taarruz yapılıyordu. Bu üçüncü hücumda da 2. Bölük Komutanı Yüzbaşı Ali Rıza şehit oldu. "Hey tepe, tevekkeli boynun üç büklüm Vuruldu göğsünden Ali Rıza Bey, Yüzbaşım vardın mı yüzbaşılara, Selam söyle unutmadık buradayız."146 Tepe alınmıştı artık. İsmi üflendi kulağma: Üç Şehitler Tepesi. Çarmıha Gerilen Ömer 2 gün sonra idi. 30 Mart 1921. Teğmen Ömer Lütfi Kavalca Köyü ile Çamlıtepe'yi ele geçirmesi için emir almıştı. Ömer Lütfi, düşman topçu ateşi altında avcı hattı ile ilerledi, düşmanı bozguna uğratıp onları Karaağaç Köyüne kadar sürdü. Köyde düşmanla boğaz boğaza gelen genç subay yaralanarak düşmanın eline geçti. Kurtuluş Savaşı'nda mermi yapan nineler ve torunları. 146 Fazıl Hüsnü Dağlarca, Üç şehitler Destam'ndan KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 131 Aynı gün Karaağaç Köyüne giren ve düşmanı buradan sürüp atan bir bölüğümüz Teğmen Ömer Lütfi'yi bir çam ağacında çarmıha gerilmiş147 ve üzerine gaz dökülmüş olarak buldu. Yunanlılar onu konuşturmak için işkence yapmışlar ve yakarak öldürmek istemişlerdi. Bölük, o tek kelime konuşmadığı için köye girebilmişti.148 Ömer Lütfi yaralarını sardırıp savaşa devam etti. Ta ki düşman denize dökülene kadar. "Tarihi ne zaman açıp okusam Günlerce bir ateş şakaklarımda Günlerce içerim yanar kor olur Bir istek tutuşur dudaklarımda Sonra parça parça dağılır tasam İçim Sakarya'dan teselli bulur."1*9 "Yaram Hafif, Saldırın" Yunanlılar 10 Temmuz 1921'de 11 Tümenle Döğer-Seyitgazi hattına saldırdı. Ordumuzun Sakarya hattında toparlanması gerekiyordu. Yunan Ordusu'nu oyalama görevi 4. Tümen'e verildi. 15 Temmuz'da 4. Tümen tamamen erimişti. Tümen Komutanı Yarbay Nazım artık bölüklere komuta ediyordu. Öğleye doğru dövüşenler 4. Tümen'in son askerleriydi. Yarbay Nazım da göğsünden vurularak düştü, sonra iki yara daha aldı. Öleceğini çok iyi bilen Yarbay Nazım, orduya biraz daha zaman kazandırabilmek için askerlerine "Yaram çok hafif. Bir şey yok. Saldırın!" dedi. Yarbay Nazım şehit olduğunda kazanılan zaman, istenilenden de fazlaydı.150 Aynı günlerde Altınbaş civarında muharebeler devam ediyordu. Acıelma Baskın Müfrezesi Komutanı 9. Tümen 11. Alay'dan Teğmen Mustafa idi. 147 Çarmıha germek: El ve ayaklarından çivilemek. 148 Age, sh. 75. 149 Hamit Macit Selekler. 150 Age, sh. 57. 132 SON KAHRAMANLAR Onun görevi düşman mevzilerini basmak, düşmana büyük kayıplar verdirmek ve sonra da ölmekti. O da öyle yaptı. Acıelma'da düşman mevzilerine girip 60 düşman askerini öldürdü ve şehit oldu.151 Ayağa Kalk Sakarya Yunan Ordusu 100 bin asker, 3000'e yaklaşan makineli tüfek, 400'e yakın top ve 18 uçakla Ankara'ya doğru hücuma geçti. Sakarya'nın doğusundaki kuvvetlerimiz 50 bin asker, 5000 süvari (atlı), 1000 makineli tüfek, 200'e yakın top ve 3 uçaktı. Gerilerden yükselen bir ses ise şöyle haykırıyordu: "Ey Türk vur vatanın bakirlerine Günah-kâr gömleği biçenleri vur Kemikten taslarla şarap yerine Şehidler kanım içenleri vur Vur güzel âşıklar cenazesinden Kırmızı meş'aller yakanları vur Şehvetin raksına yetim sesinden Besteler şarkılar yapanları vur Vur katilin o kızıl sapanlanyla Dünyaya ölümler ekenleri vur Vur zulmün o kanlı urganlanyla Bir kavmi iplere çekenleri vur Vur aşkın ve hakkın zaferi için Vur senden bak dünya bunu istiyor Vur yerde bak tarih senin seyircin Vur gökten bak Allah sana "Vur!" diyor. 151 Age, sh. 74. t KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 133 Vur çelik kolların kopana kadar Olanca aşkınla kuvvetinle vur Son düşman son gölge kalana kadar Olanca kininle şiddetinle vur Vur senin darbenden çıkacak ateş İntikam isteyen bir milletindir Alnında doğacak kırmızı güneş Bu senin ilahî hürriyetindir!"152 . 23 Ağustos 1921'de başlayan Sakarya Meydan Savaşı, 13 Eylül 1921'e kadar, tam 22 gün 22 gece sürdü. Mehmetçik Yunan Ordusu'nun yumuşak yanağına öyle bir Osmanlı tokadı patlattı ki, bu tokattan İngiltere'nin de yanağına kan oturdu. Tıpkı Çanakkale'de olduğu gibi Mehmetçik makineli tüfek yuvalarına dipçikle saldırıyor, tek bir makineli tüfek için önce Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Meydan Muharebesi'nde cephede. 152 Mehmet Emin Yurdakul. 134 SON KAHRAMANLAR Emetli Ali'nin, sonra diğer iki arkadaşının şehit olduğunu görüyor, yine de atılıp makineliyi alıyor, sırtladığı gibi siperine getiriyordu. Tarih 26 Ağustos 1921'di.153 29 Ağustos 1921'de Büyükçalış'm güneyindeki Sivritepe'de düşman mevzilerinin içine giren adam, 16.Alay, 1. Tabur, 2. Bö-lük'ten asteğmen Emin'dir. İşte üç makineli tüfekle dönüyor.154 Sakarya Meydan Savaşı, 13 Eylül 1921'de zaferle bitti. Yunan Ordusu Eskişehir-Afyon hattına doğru kaçtı. Yunan kaybı 40 bin ölü ve yaralıydı. Ordumuz 23 bin şehit ve yaralı verdi. Bütün subay mevcudumuzun beşte biri olan 1350 subayımız şehit oldu. Sakarya Zaferi 10 Ağustos 1920'de imzalanan ve bize yalnızca Ankara ile civarını bırakan Sevr Antlaşması 'm çöpe fırlattı. Öyle bir antlaşma idi ki atıldığı çöplüğü bile kirletti. Sakarya, hürriyet ve istiklâl yolunu açtı. İşgalcilerin ayakları suya eriyordu. 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşmasıyla Fransızlar 25 Aralık 1921'de Gaziantep'ten çekildi. . . Zerdali çekirdeği unundan yapılan zehirli ekmek, şölen tatlısına dönüşmüştü. "Her Zaferin Mayası Sendedir" Başkomutan Mustafa Kemal, Sakarya Zaferi'nden sonra Mehmetçiğe şöyle seslendi: "Takdirim sanadır. Hayretim sanadır. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden temiz, yüreği seninkinden sağlam bir askere rastlanmamıştır. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. 153 Age, sh. 84. 154 Age sh. 78 KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 135 Kanaatinle, İmanınla, İtaatinle, Hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi sağlam ve temiz kalbinle düşmanı alt eden büyük çaban için sana minnet ve şükranımı söylüyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bana verdiği yeni rütbe senindir. Bu rütbe ile yükselen, ordudur. Cenab-ı Allah, giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerini belirleyen soyluluğun, yiğitliğin, kahramanlığın hak ettiği kesin kurtuluşu da nasip etsin."155 Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir ve Fevzi Çakmak'ın da yanında bulunduğu bir toplu resimde. 155 KK Dergisi, 10 Kasım 1988, Özel Sayı. Ank. l: Dumlupınar Geçer tunç adımlar demir göğüsler Geçer Mehmetçikler geçer subaylar Hepsinin alnında zaferden süsler Geçer hayalimde bir bir alaylar Çılgın bir istekle bu şân ahnı Afyon'dan İzmir'e kadar çağıldar Unutmuş at gemi, kılıçlar kını Can canı unutmuş zafere kadar Ne var bu dünyada sana yakışan Alnında bir zafer sabahı kadar Sen Mehmetçik, söyle büyük kahraman Sana zafer kadar yakışan ne var Her yıl bugün olur otuz Ağustos İçime bir zafer havası dolar Başlar dimdik, gözler çelik, yüzler pos Bayrak imil imil, geçer ordular... Ahmet Kutsi Tecer KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 137 "25. Alay! Tekbir Al!" Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbi Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm'm15^ Mayıs 1919. Cepheden yeni dönmüş Osman (Şevki), Reşat (Akyön) ve Ali Galip (Gençoğlu), Çiçekdağ'm sessiz bir köşesinde her gün toplanıp olanları-olacakları konuşmaktadır. Reşat bir telgrafla gelir bir gün: "Bütün Belediye Başkanlıklarına... İzmir ve civarı Yunan'a geçiyor, işgal başladı. Vatan Ordu-su'na iltihak157 ediniz. 15.5.1919. İzmir, İlhak Red Heyeti Milliyesi" Beş yıl cepheden cepheye koşmuş, Baku, Banım, Kars, Gümrü, Ardahan, Artvin, Tiflis, Erivan, Tahran, Tebriz, Hoy, Dilman gibi şehirlerde at oynatmış bu üç arkadaş birbirlerine sarılıp ağlarlar. Yapılacak tek şey savaşı sürdürmektir. Ali Galip de 1. Ordu'ya bağlı 14. Tümen 25. Alay 3. Tabur 12. Bölük'te kaldığı yerden savaşa devam eder. Gümrü Kalesi önünde Kayserili Mehmet'e "Niçin geri dönmedin!" diye soran Ali Galip'tir bu. Ali Galip'in tabum 20 ağustos 1922 günü Şuhut'ta158 idi. 25 Ağustos günü Tabur Komutanı Sami Bey Tmaztepe civarında haber verdi: 156 Yahya Kemal Beyatlı. 157 İltihak: Katılma. 158 Şuhut: Afyon'un ilçesi. 138 SON KAHRAMANLAR "Ordu yarın şafakla birlikte taarruza başlayacak. En yeni elbiselerinizi giyiniz. Hepinizin boy abdesti almış olmasını arzu ederim." 26 Ağustos sabahı ortalık ağarırken Kocatepe'deki topçumuz ateşe başladı. Düşman daha ilk anda bozuldu. 27 Ağustos'ta Mehmetçik süngü hücumuna geçti. Yunan Ordusu Tınaztepe'den kaçarak Sinan Paşa Ovası'na dağıldı. 28 Ağustos günü Ali Galip ve askerleri düşmanın çatılı olarak bırakıp kaçtığı sırt çantalarını buldu. Çantalarda kızlarımızın nişanlıları için hazırladığı saten ve ipek mendiller, eski zamanlara ait işlemeli uçkurlar, kıymetli gömlekler, en nadide el işlemeleri vardır. Ve kızlarımızın kulakları, parmakları koparılarak alınmış kanlı küpeler, yüzükler... 29 Ağustos... Alay Kumandanı askerlerine hitap etmektedir: "Karşımızdaki sırtlar Dumlupmar istikametidir. İla sene evvel çok şehit verdik ama orayı düşmana bırakmak zorunda kaldık. Şimdi başımı çevirip o tarafa bakıyor ve şehitlerimizin nurlarını görüyorum. Onları duyuyorum, bizi çağırıyorlar ve diyorlar ki Allah'ın inayeti ve biz şehitlerin manevî yardımlarıyla zafer sizindir." Alay Kumandanı konuşmasın, "25. Alay, ayağa kalk!" komutu ile bitirdi ve emretti: "25. Alay! Tekbir al!" 25. Alay tekbir getirdi: "Allahuekber, Allahuekber, lâilahe illallah Vallahuekber, Allahuekber velillahilhamd"159 Ruhların en mübarek en aziz türküsü üç defa dalgalandı. Sarıkamış, Kafkas, Sina, Çanakkale, Irak, Yemen, Medine, Galiçya, İran, Romanya, Makedonya şehitleri sırt sırta akın akın dualara katıldılar. 159 Ali Galip Gençoğlu, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, sh. 3, 52, 104. W KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 139 Ve ordu taarruza geçti. Toprağa düşen her şehitle birlikte Anadolu dile geliyor, "Ben Mehmetçiğim" diyordu. Yunan Ordusu kahredildi. Onları Anadolu'ya sürükleyenler de kahroldu. Anadolu'yu sömürgeleştirme hayalî, Yunanistan'ı büyütme rüyası kan gölünde kâbusa dönüştü. 30 Ağustos 1922 günü Mehmetçik Dumlupmar siperlerin-deydi. 1 Eylül 1922 günü Mareşal Mustafa Kemal'in emri yayınlandı: "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" Malazgirt'ten Dumlupınar'a 26 Ağustos 1071. Alparslan komutasındaki Türk Ordusu, Romen Diyojen komutasındaki Bizans Ordusu ile Malazgirt'te karşı karşıyadır. Alparslan mübarek ordusuna "Askerlerim" diye seslenir: "Bugün burada Allah'tan başka sultan yoktur. İsteyen dönsün, isteyen arkamdan gelsin. İşte kefenim. Ölürsem beni bu elbise ile gömün." Anadolu üzerinde yükselen Hilâl, kendisini asırlarca uğrunda dökülen kanlardaki gölgesinde seyretti. Ve Anadolu'daki ışık, asırlarca karanlığın kuşatmasında kaldı. Sakarya da Dumlupmar da o kuşatmayı bir defa daha yarma savaşıydı. 26 Ağustos 1922. 9. Kafkas Alayı 3.Taburundan 9. ve 10. Bölükler Afyon'un doğusunda bulunan Yunan işgali altındaki Kaleciksivrisi'ne taarruza geçti. Bölükler top, tüfek, makineli tüfek ateşi altında tel örgülere yaklaştı. 9. Bölük Komutam Yüzbaşı Sami ile 10. Bölük Komutanı Üsteğmen Hamza elleri ile tel örgü kazıklarını sökmeye başladılar. Asker coştu. Mehmetçik iki komutanın emrine uyarak, kesemediği tel örgülerin üstünden tüfeklerine dayanarak 140 SON KAHRAMANLAR atladı. Kırk beş dakikada düşman siperlerine girdiler ve düşmanı süngüden geçirdiler. Yunan askeri parça parça olmuştu. Mehmetçik tepenin zirvesine ulaşıp buraya dikilmiş olan Haç'ı kırıp attı. Haç'm yerine, rengini şehitlerimizin kanından alan al bayrağımız dikildi. Bu sırada Mehmetçikler ezan okumaya başladı: "Allahuekber Allahuekber Lâilahe illallah!"160 Bölük komutanlarının dışında, orada bulunan Mehmetçikler şunlardı: 10. Bölük'ten Başçavuş Hilmi, Çavuş Hasan, Onbaşı Ahmet. Erler; Hüseyin ve İbrahim. 9. Bölük'ten Başçavuş Hasan, Onbaşı Durmuş ve Ahmet. Erler; Abdülkadir, Nuri, Hasan, Ali. Tek sanatımız vardır bizim: Onları sevmek. Yanmış Ceset Tepecikleri Ali Galip'in içinde bulunduğu birlikler Çanakkale'ye doğru yürüyüşe geçti. Yunanistan'ın Çanakkale civarında İngiltere Donanması'nm himayesinde bir savunma hattı kurmalarını önleme görevi almışlardı. Yürürlerken düşman mezaliminin izleri ile karşılaşıp durdular. Akçay'da onları insan et ve kemiklerinin kömürleşmiş tepecikleri bekliyordu. Yunan Ordusu ele geçirdiği Türkleri üst üste yığıp yakmıştı. Şöyle anlatır Ali Galip: "Hele öldürülerek denize atılmış bir Türk kızının manzarası yürek parçalayıcı idi. Bu manzara sabrımızı tüketmiş, heyecan ve gazabımızı kamçılamıştı. Gayet güzel, 16 yaşlarında bir kızcağız denizin içinde, kenara yakın bir yerdeydi. Deniz dalgası karaya vurduğu zaman kızın yüzü karaya dönüyor, siyah uzun saçları bir yelpaze gibi dağınık, kara tarafına yayılıyordu. Sağ kolu 160 Asker Kahramanlar, sh. 67. -KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 141 karaya açılıyor, sol kol gövdeye yapışıyordu. Dalga denize çekildiği vakit baş sola, saç sola, sağ el gövdeye, sol el denize açılıyordu. Elinden tutup çıkardık, gömdük. Başında bir Fatiha okudum." Türk Ordusu 9 Eylül'de İzmir'e girdi, Kadifekale'ye bayrak çekildi. Yunan Ordusu denize dökülmüştü. 18 Eylül'de son Yunan askerleri de Bandırma'dan atıldı. Ey makber-i muazzam-ı ecdadı titreten Düşman sadâsı! Sus, yine yükselme gölgeden! Kâfir! Hilâl-i râyet-i İslâm'a hürmet et; Toplar boğar hitabını dağlarda akıbet...161 Türk ordusu, izmir'de. "Düşman İmha Edildi" Başkomutan Mustafa Kemal, 30 Ağustos Zaferi'ni 1 Eylül 1922'de millete şöyle müjdelemişti: "...26 Ağustos 1922'de başlayan taarruz harekâtımız Afyonkara-hisar, Altuntaş, Dumlupmar, arasında büyük meydan muharebesi 161 Emin Bülend Serdaroğlu. ti, 142 SON KAHRAMANLAR halinde beş gün beş gece devam etti. Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları'nın cesareti, şiddeti, sürati, Allah'ın yardımının tecellisine vesile oldu. Zalim ve mağrur düşman ordusunun asıl unsurları akıllara dehşet verecek katiyette imha edildi. Milletimizin şuurundan ve ezeli ve ebedi olan imanından vücut bulan ordularımızı, fedakârlıklara lâyık olarak size takdim ediyorum."162 TBMM millî matem olarak 8 Temmuz 1920'de Meclis Başkanlığı kürsüsüne örttüğü kara örtüyü 6 Eylül 1922'de kaldırdı. TBMM'nin Sakarya Zaferi'nden sonra Mareşal rütbesi ile birlikte Gazi unvanı da verdiği Mustafa Kemal, 10 Eylül 1922'de Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ile birlikte İzmir'e girdi. Yunanistan'ın Anadolu'da boğulması üzerine İngiltere bir defa daha sömürgelerine harbe davet mesajı gönderdi. Türk Ordusu İzmir'den sonra Çanakkale'ye gelmiş, buradaki Fransız ve İtalyan kuvvetleri Anadolu sahiline kaçınca İngiltere zor duruma KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 143 Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa ile izmir'e girerken. 162 KK Dergisi, 10 Kasım 1988, Özel Sayı, Ankara. 163 A.g.d. (İsviçreli Binbaşı Otto VVelsch'in yazısından) düşmüştü, ingilizler çareyi Mudanya Mütarekesi'nde buldular. Fakat İsmet (İnönü) Paşa İstanbul'un derhal boşaltılmasını isteyince General Harington "Paşam" dedi: "Şerefle çekilmek istiyoruz."163 İngilizler de İstanbul'u şerefle boşaltıp gittiler... Benim Oğlum Diyorum da Kimse İnanmıyor "Tren bizi Haydarpaşa'dan kaptı, Yirmi saat sonra Selki denilen kıraç bir durakta bıraktı. Nereye gidiyorduk? Adı sanı belirsiz bir şehidin ikinci mezarına... Kimin? Bir şehidin. Ayağım toprağa dokunduğu an senelerdir duymadığım bir titreme bütün vücudumu sarsmaya başladı. Ben bu titremeleri tanıyordum. Beni kırıp geçireceğini biliyordum. Soğuk bir ter buruşuk alnımda toplandı toplandı, sıcak sıcak gelen bir iki damla gözyaşımla karışarak aktı. Sabahın geceden ayazlanmış rüzgârları ruhumu yakan bu ateşi azaltmıyordu. Bir an önce o mübarek mezarın mağfiret164 çevresinde bulunmak istiyordum. Benim acelem diğer iki arkadaşımı da benimle beraber bir askerî taşıta attı. Elâ gözleri çukur çukur olmuş, kaytan bıyıkları dökülmüş, bir kurşun sırtından girerek göğüs kemiklerini hurdahaş165 etmiş, hâlâ kanları kuramamış, süngü uçları ile harap olmuş bir endam, boğum boğum kemik kolları ile bana sarılmak için gözlerimin önünde dolaşıp duruyordu. Kendi kendime, için için söylenerek Balkan Harbi'nde (1912-13) Bulgarların Yenice'de bastırıp süngüledikleri şehit oğlumun tarumar166 hayaline ruhen hitap ederek: 'Gel yavrum, Mazharım, sen de gel! Sen de bize o büyük zaferi kazandıranlardan olan şu şehit kardeşini ziyaret et, bana sarılacağına ona sarıl kal, diyordum.' 164 Mağfiret: Allah'ın günahları affetmesi. 165 Hurdahaş: Paramparça. 166 Tarumar: Perişan. 144 SON KAHRAMANLAR Arabanın içinde onu aramak, onu bir daha görmek emeliyle gözlerimi kapıyordum. Biraz daha gittikten sonra durduk. Uçuşan bayrakların, gezinen halkın, sıralanmış gibi kurulmuş çadırların işaretiyle mezarlığa yaklaşmış olduğumuzu anlıyordum. Çıktığım yokuşta gitmek istemiyormuşum gibi son derece ağır yürüyordum. Bacaklarım titriyor, nefesim kesiliyor, başım dönüyordu. İşte bu dönüş arasındaydı ki Mazhar'ı bir daha gördüm. Önümden gidiyor, bana yol gösterir gibi arkasına bakıp bakıp ilerliyordu. Birdenbire bakışlarım üstü kabarık, yanları küçük küçük taşlarla örülü, bayraklarla dalgalanan bir sade mezara saplandı kaldı. Bu mezar, adı sanı belirsiz bir şehit askerin mezarıydı. Eyvah! Benimkinin adı sanı belli, mezarı belirsiz... Vah yavrucuğum, vah! Ne o? Yanı başımda biri bir şeyler söylüyor. Bir kadın, bir şehit anası... "Bu mutlaka benim oğlum olacak" diyor. Sen bilirsin Yarab-bim! Tufan gibi bir ağlama bütün kuvvetiyle boşandı, geldi gırtlağıma sarıldı, doldu. Boğuluyordum. Trenden inerken hissettiğim o iç titremesi, o ateşli hasret yine nüksetti.167 Gözyaşları-ma karışan o soğuk ter yine geldi. Mazhar'ı orada bırakarak bacaklarımı sürükleye sürükleye ilerilere doğru yürüdüm. Oh! Burada kimseler yok. Melun düşmanın söngün ve mağlup sıkışıp kaldığı Kızılcadağlar, Dumlupmar, sol tarafta bir Çamlıca'ya dayanmış köyceğiz, oyuk, loş duran vadiler, çırpınıp uçuşarak dönüp dolaşarak bir türlü ayrılamayan kuşlar beni o yalnızlığımda oyaladılar. Koca bir milletin istikbale doğru çıktığı bu manzaralar arasında büyük bir velvelenin168 hâlâ uzun akislerini işiterek vicdanımı teselli ediyordum. Bütün bir vatanın ağladığı o kara günlerde buralarda doğan bir güneşin hayat bahşeden169 ışığı ruhumu ısıtıverdi. 167 Nüksetmek: Geri dönmek, depreşmek. 168 Velvele: Gürültü. 169 Bahşetmek: Bağışlamak. * KURTULUŞ SAVAŞI İZMİR'DEN ANTEP'E 145 Hayatımda zaman içinde zamana, zaman ve mekânı olağanüstü bir güçle aşmaya inandığım böyle bir anı bilemiyorum. Öyle zannediyordum ki ben de ölmüş, şimdi dirilmiştim. Neden yaşayan şehitler diyoruz? Yoksa dirilmek, ölmekten daha mı kolaydı? Tanıdık bir ses: 'Merhaba!' 'Evet, merhaba! Esselâm ey ma'şer-i şüheda!'170 Kulaklarım uğulduyor, sert bir rüzgâr yüzüme vurdukça göğsü oynamış bir ağaç gölgesi gibi sallanıyordum. Yine sevdiğim hayallere dalmak üzereydim. Bir ses daha: 'Mutlaka benim oğlumdur!' Yine o kadın... Bir elinde bir torba, diğer elinde bir çıkın, gözleri kuru, dudakları yaş, apul apul171 yürüyor, bana doğru geliyordu. Yaklaşınca kalktım. Dedi ki: 'Benim oğlum diyorum da kimse inanmıyor...' 'Ben inandım.' Öyle sevinçli bir nazarla baktı ki beni de sevindirdi. O kuvvet ile yürüdüm. Diyecektim ki, 'Hatta benim oğlum da yanında!' Fakat diyemedim..."172 Ahmet Rasim, Dumlupmar şehitlerine kalbinde oğlu Maz-har'm acısıyla yaptığı ziyareti böyle anlatıyordu. 170 Maşeri Şüheda: Şehitler topluluğu. 171 Apul apul: Bacakları açarak yürümek. 172 Ahmet Rasim. Şehit Oğlumun Hayal-i Perişanisi, Cumhuriyet, 18 Teşrinisani 1340 (Devrin Yazarlarının Kalemi İle... C. 2 sh. 139.) 146 SON KAHRAMANLAR Süleyman Nazif, "Şehidin Babası" adlı hikâyesini onun adına sunar: "Siz bugün yazı yazanlarımızın ağabeysisiniz. Balkan Savaşı'nda şehit olan oğlunuzun size döktürdüğü gözyaşlarını bile devlet ve millete yapılan iyiliği başa kakmamak için gizlediniz. Yalnız bir kez sokakta gördüğünüz hasta bir erin hangi alaya bağlı olduğunu öğrendiğiniz zaman 'Ah, bizimkinin alayı' yanıp yakılması durdurulamayan kısa bir hıçkırık gibi kalbinizden çıkmıştı. Üstad, şu hikâyeyi adınıza sunmama lütfen izin veriniz..."173 173 Süleyman Nazif... Ve Galiçya. sh. 57 İSİMSİZ KAHRAMANLARIN DESTANI ingiliz saldırısına hazırlanan Osmanlı askerleri, 1915. İSİMSİZ KAHRAMANLARIN DESTANI 149 ¦> Ben Seninçün Al Kanlara Boyandım Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaph biri Dinliyor vecd ile tekrar alman Tekbir'i Ne kadar sâfidi sîmâsı bu mümin neferin Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli , Çok büyük bir işi görmekle yorulmuş belli Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz Vatanın hem yaşayan vârisi hem sahibi o, Görünür halka bu günlerde teselli gibi o Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde Yahya Kemal Beyatlı 150 SON KAHRAMANLAR İkiyi Üç Eylesin 17 Şubat 1855. Gözleve Muharebesi.174 Rus kuvvetleri saldırıyordu. Topçu Bölüğü neferlerinden Is-partalı Koca Halil'e bir gülle parçası isabet etti. Karnı deşilmişti. Ölmek üzere idi. Bir işaretle hemşerisini yanma çağırdı, koynundan çıkardığı bir tüfek kurşununu uzattı: "Hemşerim, ben ölüyorum... Babamı eski Moskof Muharebe-si'nde bu kurşun şehit etmiş... Bana arkadaşları tarafından yadigâr175 olarak gönderilmişti. Bu kurşunu al... Kanımla boyanan gülle parçasını da al... Sağ kalırsan oğluma ver... Ben nasıl biri iki eylemişsem o da ikiyi üç eylesin... Hakkını helal et..."176 Koca Halil din ve devletinin daima ayakta kalması için ömrünce gösterdiği fedakârlığı son nefesinde oğluna devrediyor, ondan da aynısını istiyordu. Çuvallardan Elbise Yapıyorduk 1877, Osmanlı-Rus Savaşı. Plevne177 Ruslar tarafından kuşatılmıştı. Şehirde, Osman Paşa'nm komutasında 40 bin askerimiz vardı. 19 Temmuz-10 Aralık 1877 tarihleri arasındaki kuşatma süresince Ruslar, üçü büyük taarruz olmak üzere Plevne'ye defalarca saldırmışlar, her seferinde de geri çekilmek mecburiyetinde kalmışlardı. Eylül ayından itibaren kuşatma demir pençeye dönüştü. Plevne'ye ne erzak ne ilaç ne de cephane girebilirdi. Yollar tamamen kesilmişti. 174 1853-1856 Kırım Savaşı. Gözleve, Kırım Yarımadası'mn batı kıyısındadır. 175 Yadigâr: Bir olayın veya bir kişinin daima hatırlanması için hatıra, hediye. 176 Erol Orbay, Zaferden Zafere, sh. 51. 9 .. . .... İSİMSİZ KAHRAMANLARIN DESTANI 151 Yaralar kangren oluyor, çürüyen etlerde kurtlar kaynaşıyor, asker yalnızca mısır koçanı ve az bir ekmek yiyebiliyordu. Kadın, çocuk, ihtiyar, dizinde biraz derman kalan herkes askerin yanında savaşıp direniyordu. Şöyle diyecektir yazar Amedee le Faur: "Dünya tarihi böylesini görmedi!"170 Asker artık kâğıtlardan, çuvallardan elbise yapıyordu. Boş çuvallara kurumuş yapraklar veya saman dolduruluyor, vücuda sarılıyordu. Sıtma, dizanteri, romatizma, verem, kırık-çıkık ve açlık da şehri içerden vuruyordu. Bu şartlar altında Plevne'de yaşayan tek bir Bulgar'ın dahi canına dokunulmamış, tek bir yağma dahi olmamıştı. Mahkemeler açıktı ve adalet tam bir tarafsızlıkla uygulanıyordu.179 Şartlar ağırlaştıkça asker birbirine daha çok bağlanıyor, bir kişi dahi "teslim olalım" demiyordu. Hastalık ve açlık Plevne'yi kemirirken Eylül'de yapılan Rus taarruzu da sonuçsuz bırakılmış, Ruslar Romenlerden yardım istemişti. "Eylül savaşının kazanıldığını öğrenen askerler birbirlerine sarılıp ağladılar. Bölük bölük secdeye kapanıp dualar etiler. Karnı parçalanmış bir ere rastladım. O da zafer haberiyle secdeye kapandı ve o durumda can verdi."180 "Güçlüklere, acılara bu derece soylu direnen o yiğitleri sevdim ben, onlara bağlandım" diyordu Dr. Ryan: "Uyuşturucu kullanmadan bacağını kestiğim asker, ben derisini dikerken yüzbaşıya yaralıların isim ve birliklerini yazdırıyordu."181 177 Plevne: Bugün Bulgaristan sınırları içinde. 178 Nail Uçar, Yıllar boyu Tarih, Aralık 1979, Sayı 12, Gazi Osman Paşa Plev-ne'yi anlatıyor. 179 H. Işık, age, sh. 244. (Von Herbert. Plevne Müdafaası. Bir İngiliz Subayının Hatıraları'ndan) 180 Age sh. 247. 181 Age sh. 283. (Dr. Charles Royan. Plevne'de Türk Ordusu emrinde çalıştı. Çanakkale'de karşımıza 1. Avustralya Tümeni Doktoru olarak çıktı. Ancak Çanakkale'deki savaş boyunca göğsünden Osmanlı Madalyası'm çıkarmadı. Bkz. Çanakkale Geçilmez. Recep Şükrü Apuhan) \ 152 SON KAHRAMANLAR Gazi Osman Paşa, 12 Kasım 1877 tarihinde Avrupa Rus Orduları Başkumandanı Nikola'nm mektubunu aldı: "Artık yapacak bir şeyiniz yok. Teslim olun!" Mektubu aynı gün cevaplandırdı Gazi Osman Paşa: "Osmanlı Ordusu'nun şerefini korumak için yapmamız gereken her şeyi henüz yapmadık. Bugüne kadar kanımızı vatanımız ve imanımız için akıttık. Daha da fazlasını yapmaya devam edeceğiz. "182 Aralık 1877'de asker buz tutmuş Plevne yollarında çıplak ayakla dolaşıyor, kadınlar şalvarlarını bozup askere pantolon gibi bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Osman Paşa için tek bir yol kalmıştı. Kuşatmayı yarmak. Düşman eline düşmek kaçınılmaz olsa bile şan ve şerefle dolu Plevne Savunması ancak böyle sona ermeliydi. Paşa 10 Aralık'ta şehirden çıkıp Ruslara hücum etmeye karar verdi. Bulgarların ileri gelenlerini ve papazları çağırtıp şehirde kalacak hasta ve yaralılara dokunmayacaklarına dair Haç ve İncil üzerine el bastırarak yemin ettirdi.183 Sonra düşman eline geçmemesi için sancağımız törenle yakıldı, külleri Mehmetçiklerin gözyaşları içinde rüzgâra savruldu. 10 Aralık 1877 sabahı, son çarpışma için birbirleri ile helal-leşen yaralı, hasta, bitkin askerlerimiz dondurucu soğukta Plevne'den çıktı. Onları, mevcudu 150 bine ulaşmış Rus Ordusu bekliyordu. Rusya "Hıristiyanlık elden gidiyor!" diye feryat edince 35 bin kişilik Romanya Kolordusu da Ruslara katılmıştı.184 182 İbrahim Edhem, Plevne Hatıraları, sh. 20. (Plevne'de Binbaşı) 183 Türk aileler "Bizi keserler" diye ordu ile birlikte Plevne'den çıkacak ama yürüyemeyecek olan hasta ve yaralılar şehirde kalacaktı. Binbaşı İbrahim Ethem bunların odanın bir köşesine yiyecek konsa alamayacak durumda olan elsiz-ayaksız ya da ağır hasta kişiler olduğunu yazar. Plevne Hatıraları, sh. 69. 184 Nail Uçar, Yıllar boyu Tarih, A.g.y. İSİMSİZ KAHRAMANLARIN DESTANI 153 Mehmetçik demir çembere doğru yürürken, Bulgarlar şehirde kalan hasta ve yaralı Türkleri bir kasap gibi doğramaya başlamıştı bile.185 Hâlbuki kuşatma süresince hiçbirinin kılma dokunulmamıştı.186 Vahşetin asalete tahammülü yok. Onlarda biliyorlardı ki Avrupa gazeteleri Plevne'de ne olmuşsa tersini yazacaklardı. Nitekim öyle de yaptılar. Plevne kahramanları, Rusların ateş çemberinde beyaz, saf kar taneleri gibi eridi. Şüphesiz gülümsüyordu Koca Halil zamanın ufkundan, ikiyi üç yapanlara. Her rüzgârda Plevne Ordusunun Sancağım hatırlayınız. Bizim için hatırlamak, yaşamak demektir. Şu Arkadaşa Bakınız 18 Nisan 1897. ., < .-..¦..;.. Türk-Yunan Savaşı başladı. 26 Nisan 1897'de askerlerimiz Yenişehir'i işgal etti. Bazı Yunanlıların korku içinde şehri terk ettikleri anlaşılıyordu. Ama onlar Osmanlı adaletini tanımıyorlar mıydı? Başta esnaf ve tüccar olmak üzere gidenler de kısa zamanda şehre döndü. "Osmanlılar o kadar merhametli davranıyorlardı.ki savaş hukukunun izin verdiği en basit tedbirlere bile başvurulmadı. Osmanlı 185 H. İşık, age, sh. 247. (Von Herbert) 186 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı Balkanlar'da Osmanlı'yı silme savaşıydı. Rumeli ve Doğu Cepheleri'nde sürdü. Plevne'de 10 Aralık 1877 günü yapılan yarma hareketinde Gazi Osman paşa esir düştü. Ruslar ona büyük saygı gösterdi ve kılıcını iade etti. Gazi Osman Paşa 5 Nisan 1900'de vefat etti. Hatıralarını yazmadı. Medine'yi savunan Fahrettin Paşa da hatıralarını yazmayacaktır. Cephelerde büyük zaferler elde eden, büyük sıkıntılar çeken komutanların yazılı belge bırakmamış olmaları bizi paha biçilemeyecek hazinelerden mahrum etmiştir. Bu durum yabancı kaynakları önemli kılmaktadır. 154 SON KAHRAMANLAR Ordusu böyle bir savaş alanında koyun, sığır gibi şeyleri satıcıların istediği fiyattan alıyor, bedelini peşin ödüyordu."187 İngiliz Yüzbaşı Clive Bigham savaşın her safhasının içindeydi: "Kızılay hastanesinin duvarları arasında Türk askerinin gösterdiği metanet ve tahammül sınırsızdır. Bir erin alt çenesi ameliyatla kesiliyordu. Uyuşturucu ilaca da başvurulmamıştı. Ameliyatın ortasında koca aslan doktoru durdurarak yanı başında ıstırap içinde kıvranan ve ameliyat sırasını bekleyen yaralı arkadaşını gösterdi: 'Bana bakmayınız, şu arkadaşa bakınız.' Türkler çok farklı... Yerle gök birbirine karışsa aldıkları emri yerine getirmekten vazgeçmiyorlar. Onların cesaretini, yiğitliğini, sabrını anlatmak için lisan çaresiz kalır. İyi eğitilmiş, iyi donatılmış Türk askerini hiç kimse yenemez." Bu savaşı izleyenlerden birisi de Sir Ashmead Bartlett idi: "Teselya'da188 su kıt ve sıcak dehşetli olduğu halde Osmanlı askeri biz istemeden bize su veriyordu. Türk eri ve köylüsü böyle durumlarda bizim centilmenlerden daha terbiyelidir. Karla Gölü kıyısında hayvan sürüleri ile dolu zengin köyler vardı. Yiyecek bakımından sıkıntıya düştükleri halde Osmanlı askeri bunlara el sürmedi. Alasonya'da Rum aileleri büyük emniyet içinde yaşadılar. Rum çocukları Osmanlı askerlerinin ortasında hiç korkmadan oyun oynuyorlardı. Türk askerinin terbiye ve nezaketi her türlü hayal ve tahminin üstündedir."189 187 H. Işık, age, sh. 279 (Clive Bigham. Teselya'da Osmanlı Ordusu'ndan) 188 Teselya: Bugün Yunanistan'da bir bölge. 189 H. Işık, age, sh. 265 (Sir Ashmead Bartlett. Teselya Mütarekesi'nden) • İSİMSİZ KAHRAMANLARIN DESTANI 155 Yunan halkına savaş sırasında gösterilen hoşgörü ve adaletin daha derinlerde bir anlamı vardı. Çünkü savaş Yunanistan'ın Girit'te190 ve Teselya sınırlarında giriştiği cinayetler yüzünden çıkmıştı. Asalet cevapsız bırakılmadı. Girit'te cinayetler ve siyasi oyunlar sürdü gitti. Girit, Müslüman kanı üzerinde yüzerek yavaş yavaş elimizden çıktı.191 Yunanistan'ın arkasındaki Avrupa araya girerek savaşın bitmesini sağladığında Osmanlı Ordusu Atina'ya yürümekteydi. Kara Gözleri ile Bana Bakıyordu ..¦ 1910. Yenice.192 ; , > Binbaşı Hafız Hakkı, Manastır bölgesinde Bulgar çeteleriyle uğraşmaktadır: "Yenice bataklığında barınan eşkıyaya karşı bir müfreze193 ile gidiyordum. Bataklık kesif194 sazlıkla örtülü ve birkaç adam boyu derinliğinde idi. Sahası günlerce dolaşılamayacak gibidir. Buraya kayıklar ile gidiyorduk. Kayıklar sazlıklar arasındaki akıntılardan gidebilmek için ancak bir metre eninde bir yerden geçer, kolaylıkla devrilebilir ve bir kere devrilince derin batağa saplanan kurtulamaz. Eşkıyanın yeri belli değildir. Yalnız bataklık içindeki küçük odacıklarda siper yapmış, yerleşmiş olduğu haber veriliyordu. Müfreze 3 subay ile 60 erdi. Bataklığa girmeden önce şu emri verdim: 190 Girit: Bugün Ege'de Yunan adası. 191 Avrupa Girit'te reform istiyordu. 1897 Savaşı zaferimizle bitti ama Avrupa "reform" için kurduğu baskıdan vazgeçmedi. Sonunda adaya Hıristiyan vali atandı. Bu ise olayları durdurmadığı gibi Girit'in elimizden çıkmasını kolaylaştırdı. (Osmanlı Devleti Tarihi, Zaman, C.l, sh. 112.) 192 Yenice: Bugün Yunanistan'da bir bölge. 193 Müfreze: Özel görevli küçük askeri birlik. 194 Kesif: Sıkı, yoğun. 156 SON KAHRAMANLAR "Eşkıya ateşi ne taraftan gelirse gelsin, düşmanı görmeyince ve bir hizaya gelmeyince ateş edilmeyecektir. Vurulanlar katiyen of demeyecektir." Muharebeden sonra takip ve arama bir saat kadar sürdü. Şiddetli güneş altında, sazlar arasındaki bataklığın boğucu havası içinde sahile dönüyorduk. Ben öndeydim. Bu gidiş bir buçuk saat kadar sürdü. Sazlar arasından sahil göründüğü bir sırada yanımdaki kayıktan Köprülü Murad, 'Binbaşı Bey' diye bağırdı: 'Rica ederim, kayıkçılar biraz çabuk çeksin. Dayanamayacağım, of diyeceğim.' Başını kaldırmış kara gözleri ile bana bakıyordu. Muharebe esnasında ne of ne de ah diyen olmuştu. Bir kimse vurulmadı sanmıştım. Sonradan baktım ki çoğu ağır yaralı ve bir kısmı şehit olmak üzere 10 er vurulmuş. Köprülü Murad da omzundan, ciğerinden, kalçasından üç kurşun yemişti. Yirmi dört saat sonra şehit oldu."195 Köprülü Murad, 100 yıl sonraki şu ağlayışımıza başını kaldırıp o kara gözleri ile bakıyor mu acaba? Ah! Sen lâyıktın her şeyin en güzeline. Saadet senin haklandı. Bir sabahı varsa şu cihanın senin olmalıydı. Hüseyin'im... Son Yongam196 1916'nm başları. Bilecik Tren İstasyonu. Asker, cepheye gidiyordu. Yağmurlu, soğuk bir geceydi. Kampana çalmış, hareket zamanı gelmişti. Vagonlardan uzanan başlar son defa bir Bilecik gecesine bakıyor, memlekete veda ediyordu. 195 Hafız Hakkı Paşa, Şanlı Asker Ali Çavuş, sh. 14. 196 Yonga: Son parça. yİSİMSİZ KAHRAMANLARIN DESTANI 157 Kumandan Abdülkadir Bey sık sık çakan şimşekler altında istasyonun bir köşesinde heykel gibi duran bir anayı fark etti. Bu duruş içini ezmişti. Koşarak yanma gitti. "Ana" dedi: "Bir isteğin var mı?" Göz çukurlarında şimdiden bir hasret birikmiş olan ana, künyesini okuyan bir asker gibi cevap verdi: "Söğüt'ün Akgünlü Köyünden Mehmed oğlu Hüseyin'in anasıyım. Aslanımı yolcu etmeye geldim." Abdülkadir Bey son defa ana oğlu kucaklaştırmak istedi, Hüseyin'i buldurdu. Ana oğluna sarılıp öpüp koklamaya başladı. Analarımız bizi koklaya koklaya öper değil mi? "Yiğidim benim" diyordu: "Dayın Sıpka'dan, baban Dömeke'den, ağaların Çanakkale'den dönmedi. Son yongam benim, Hüseyin'im..." Abdülkadir Bey içli bir sesle dedi ki: "Demek sizin ailenin erkekleri hep şehit oldu ana..." Eteklerinden yağmur, gözlerinden yaşlar akan bitkin ana "Oğul" dedi: "Bizim köyün mezarlığına elli yıldır delikanlı gömülmedi. Hepimiz ölsek de ne çıkar, vatan sağ olsun. "197 Oğlum, Bana Bir Asker Ver 1937. Tarsus. Topçu Alayı tatbikat için dağılmıştı. Çadırlar henüz kurulmuştu ki, şiddetli bir yağmur başladı. Her taraf çamur kesildi. Akşam yatma saatine yakın beli bükülmüş ihtiyar bir kadın geldi. Asteğmen Ahmet Cemil ihtiyarı çadırına buyur etti. Ne istiyordu acaba? İhtiyar, "Hey oğul" dedi genç subaya: 197 Zaman, 19 Mart 1996, Nevzat Bayhan. 158 SON KAHRAMANLAR "Kaçkaç'tan198 beri bizim köyün yakınlarına gelen ilk askerler oldunuz. Ben hep bunu beklerdim. Ne olur bana bir asker ver, evimde ağırlayayım." Ahmet Cemil bu isteği reddetti: "Olmaz nine... O zaman bütün askeri köye dağıtmak gerekir." İhtiyar kadın yalvardı: "Dağıtın hey oğul! Kapışırız onları... Sen ver askerimi, kimseye göstermem..." "Nine ne yapacaksın askeri?" Nine ağlamaya başlamıştı. Anlattı: "Ocağımız şenlikti ya oğul... Dağıldık, kırıldık. Torunum Recep'i everecektik, tam güvey olacaktı, savaşa gitti, dönmedi. Ardından gelin de inceldi, toprağına düştü. Ben yalnız kaldım. O askeri ver oğul... Güvey yatağını açtım, odayı temizledim. Recebimin yerine sabahlasın orada. Son bir muradımdır..." Ahmet Cemil gözyaşlarını tutmaya çalışarak "Havayı görüyorsun nine" dedi: "Gök delindi, yer batak. Asker evini, odanı, yatağı berbat eder. Üstümüz başımız perişan, çizmeler su dolu." Nine "Feda olsun hey oğul" derken Ahmet Cemil yanma gelen Bekir Onbaşı'yı kenara çekip durumu anlattı, gün ışırken kimseye görünmeden dönmesini emretti. Nine, "Ezana kadar uyumam, elimle getiririm" diyordu. Sabah tam zamanında döndü Bekir Onbaşı. Yağmur hâlâ dinmemişti. Nine bir hendeğin gerisinde kollarını sallamakta, teşekkür ve veda etmekteydi. Ahmet Cemil, "Bekir, acaba yatak ne hale geldi?" dedi. Hâlbuki Bekir kim bilir hangi toprakta kalmış olan Recep'in yatağına yatmayı içine sindirememiş, kıyamamıştır o yatağa. "Yastığı yorganı ezdim, buruşturdum, ortasını çukur ettim. Karyolanın altına uzandım. Kim görse yatıldıgmı zannederdi." "Ya nine uyandırmaya gelince?" "Uyumadım ki kumandanım... Tetikte bekledim." İnsanlığın tadı da işte böyle bir şeydir. 198 Kaçkaç: Çukurovahların Fransız - Ermeni zulmünden Toros Dağları'na göç etmesi. İSİMSİZ KAHRAMANLARIN DESTANI 159 Bataryama Heybet Geldi 1940. Eğitimlerini tamamlayan acemi askerler bayraklarla donatılmış toplar arasında yemin etti. Törenden hemen sonra Çavuş Rıfat Baykara, Batarya Komutam Teğmen Ahmet Cemil'in yanma sokuldu: "Komutanım, acemiler sancağı merak ediyorlar, yakından görmek istiyorlar." Ahmet Cemil duygulandı. Hemen alay komutanından izin alıp şeref salonunu düzenlemeye başladı. Takım komutanlarına da "Bölüğü bir saat sonra getirin" dedi. Bir saat dolduğu halde bölük görünmeyince Ahmet Cemil kızdı: "Sebep nedir?" "Komutanım" dediler: "Bölük yıkanıyor, çamaşır değiştiriyor. Sancağın yanma abdestsiz yaklaşmak istemiyorlar." Az sonra bölük yedi sıra halinde şeref salonuna girmeye başladı.199 Her bir Mehmetçiğin yüzünde hayret, hayranlık ve nur vardı. Çehreler bembeyaz olmuştu. Her biri ait olduğu dünyadan dönüp gelmiş, üzerinden sıcakkanlar akan bir şehidi görüyor gibiydi. Üzerinde çöllerin alevini, dağların buzlarını taşıyan bu Alay Sancağı şimdi rengindeki kanı şırıl şırıl salona döküyor, binlerce son nefesi ipliğinden çözüyordu sanki. Teğmen Ahmet Cemil sancağın tarihini anlattı, alay defterinden bazı bölümleri okudu. Alayın Romanya, Kafkasya, Balkan, Çanakkale ve İstiklal Savaşı hatıraları idi bunlar. Bu Sancak, tam beş sancaktar çavuşun peş peşe şehit olduğu meydanlar görmüştü. Ahmet Cemil nihayet sancağı yeşil çuhalı masa üzerine açıp yaydı. Sancak; gönderi, atlası, ay yıldızı, sırmaları, alay numarası, hamaylı ve bozkurt kuyruğu perçemi ile Mehmetçiğin gözlerini kamaştırdı, göğsünü kabarttı. 199 Ahmet Cemil Akıncı, Mehmetçikle 30 Yıl, sh. 116. 160 SON KAHRAMANLAR Ama bu kadarı yetmiyordu onlara. "Sancağı öpmek isteriz" dediler. Sancaktar çavuş, mübarek sancağı kaldırdı. Mehmetçikler birer birer gelip okşadılar, kokladılar sancağı. Gözleri dolu doluydu hepsinin ve derin, ilâhî bir ürperiş içindeydiler. Kendilerinden önce savaş meydanlarında ruhlarını teslim etmiş o temiz arkadaşları ile kucaklaşabilmenin ürperişi idi bu. Mehmetçik şehitlerle sarmaş dolaş olmuştu. Hiçbirisi sancaktan ayrılmak istemiyordu. Çoğunun dualar ettiği görülüyordu. Bu, şehitlere biraz daha sokulmaktı, bu destanın öncesine sonrasına, görünenine görünmeyenine karışıp gitmekti. Hepsi hissetti o salonda birilerinin olduğunu, birilerinin onları gözlediğini, birilerinin kara gözleriyle onları seyrettiğini. Koca Halil de oradaydı... Plevne'nin kar taneleri de... Çanakkale'nin yiğitleri de... Teğmen Ahmet Cemil der ki: "O günden sonra bataryama bir heybet geldi." Gürler zaferin teranesiyle Coşkun sesi bir topun derinden Bir hükmü gazanferanesiyle Şimşekler çakar şarapnelinden Aktıkça ateş bataryalardan Afâh boğar köpüklü bir kan Bilsin bunu kâinatta herkes Hakk'm sesidir bu gürleyen ses Binler yaşa ordu heybetinle Arslan kesilir cidal içinde200 200 Topçu Marşı'ndan. CEPHE'DEN MEKTUPLAR '.&¦ '¦¦ Şeydi Be5ir esir karanda bulunan bir Türk subaymın ağabeyine yazdığı mektubun zarfı. > Pembe Mendil Ey yüksek dağların karlı göğsünde Ebedi uykuya dalan yiğitler! Ey taçsız nişansız kabri üstünde Yıldızlardan kandil yanan yiğitler Bir öksüz aşk ile andıkça sizi Kalbimiz titriyor hıçkırıklarla Gönüller özlüyor hayalinizi Hummalı bir hicran içinde hâlâ Vaktiyle bu ilde gazalar eden Yiğit ceddinize kavuştunuz mu? Sizi yâd ettikçe bilemem neden Bir gurur yakıyor dertli ruhumu Yusuf Ziya Ortaç 164 SON KAHRAMANLAR Kim bilir Nerede Kalmıştı Mendilin Sahibi "Bir pembe mendil görmüştüm cephane hurçlarmdan201 birinin içinde. Dört kenarı el işi ajurla202 işlenmiş, itina ile katlanmıştı. Katlantı yeri toplu iğne ile tutturulmuştu. O gün bu gün açılmadığı, iğne yerinin ipek üzerindeki pas izlerinden anlaşılıyordu. Ajurların kucaklaştığı yerde iki harf pembe zemin üzerine yeşil ipekle ne de itina ile işlenmişti: D.L Garip içli bir önsezi ile elime alamadığım bu pembe ipek mendile öylesine dalmıştım ki Eşref Bey203 sonunda tahmin ve hayal hükümlerinden beni uyardı: "Bu" dedi. "Teşkilat-ı Mahsusa'da204 vazifeli zabitlerden birinin hanımı veya aile fertlerinden birinin mektubu olsa gerek. Teşkilat-ı Mahsusa'da hizmet edenlerin adresleri gizli olduğu için mektuplar merkeze gelir, dağıtımı biz yapardık. Bir sebeple sahibini bulamamış olacak, isterseniz açın okuyun." O anî irkilmeyi hâlâ duyarım yüreğimde. Bir aile gizliliğine el ve göz atmak hayâsızlığının acısı birden kalbimi burkuver-mişti. Sonra düşündüm. Kim bilir nerede kalmıştı mendilin özlenen sahibi? Galiçya'da mı, Yemen'de mi, Sina Çölü'nde mi? Kafkas'ın buzlu yamaçlarında mı? Çanakkale'de mi? Hangi taşsız şehit kümelerinin içindeydi. Düşündüm ki pembe mendil de başlı başına tarihtir. Okunması ve okutulması vazifedir. Huşu duygusu içinde iğneyi çıkardım. Katlar arasında ev çiçeklerinin kuru yaprakları vardı. Renk renkti bunlar. Sonra samani dediğimiz açık sarı renkte büyücek bir zarf. içinde mektupla beraber fotoğraflar da olduğu anlaşılıyordu. Yırtmaya kıyamadım. 201 Hurç: Meşin ya da kilimden büyük heybe. 202 Ajur: Kumaş kenarlarına işlenen gözenekli süs 203 Eşref Sencer Kuşcubaşı: Gizli örgütün ikinci adamı. 204 Teşkilat-ı Mahsusa: Enver Paşa'ya bağlı Türk gizli örgütü. «T CEPHE'OEN MEKTUPLAR 165 Mahremiyetini zamkının koruma kudretine emanet etmek isteyen parmakların olanca gücü ile kapattığı anlaşılan zarfı yırtmadan açmak çok zor oldu. İki fotoğraf vardı içinde. Birisinde tertemiz bir genç anne yüzü... Çarşaflı, peçesin"' açmış, iki tarafında bir kız bir erkek iki yavru... ikinci fotoğrafta aynı çocuklar. Bu sefer genç annenin yerini nur yüzlü beyaz başörtülü yaşlı bir hanım almış... Anneanne veya babaanne. Evvelâ uzun mektubu sonra fotoğrafların arkasını okudum. Hafızamın, zamanın silemeyeceği yerinin emanetidir o inci gibi güzel yazı. İmza, pembe mendilin ajurlarının kucaklaştığı yerdeki iki harfi açıklıyordu: Dürdane-Lütfi... Dürdane Hanım Binbaşı Lütfi Bey'in bugünün söyleyişi ile karısıydı. Mektupta geçen aileniz, refikanız, zevceniz kelimelerinden anladım bunu. Yine mektuptan o yaşlı hanımın Lütfi Bey'in annesi olduğunu anladım. "Muhterem validem, valideniz" kelimeleri geçiyordu. Önce mektubun tarihine baktım. 19 Ağustos 1915... Birinci Dünya Savaşı'mn içindeyiz. Mehmetçik dokuz cephede dövüşüyor. Savaşm ağır şartlarının ülke üzerinde etkisini sürdürdüğü buhranlı günlerde Dürdane Hanım, nerede hangi düşmanla savaştığım bile bilmediği zevci Binbaşı Lütfi Bey'e şöyle yazıyordu: Nimeti Kanımda, Muhabbeti Ruhumda Allah'ın lütfü ile iyilerdi. Oğlu Hüsameddin sınıfını pekiyi ile geçmişti. Babasına lâyık bir evlat olmanın ahdi içindeydi. Kızı Mürüvvet beklenen ders yılında mektebe başlama hazırlığm-daydı. Eksik olmasın dedesi Rasim Beyefendi alâkadar oluyordu. Elbette ki bu lütufkâr ilgiler, vatanı için savaşan kendisinin doldurulmaz yerinin sahibi değillerdi. Olsundu. Gençtiler. Birlikte daha çok güzel günler göreceklerdi. Hasretler dinecekti. 166 SON KAHRAMANLAR Savaş çok şeyi değiştirmişti. Kıtlık ve pahalılık vardı. Bahçenin bir bölümünü kendisinin de sevdiği ve tanıdığı Bostancı Murtaza Efendiye sebze bahçesi haline getirtmişlerdi. İhtiyaçlar buradan karşılanıyor, kalanları da bahçesi olmayan komşulara dağıtıyorlardı. Tavukların sayısı artmıştı. El tezgâhında dokuduğu patiska ve mermerşahi205 ile ev halkının giyecekleri yenilenmişti. Üzerine adını eli ile işlediği iç çamaşırlarını önümüzdeki haftalarda gönderecekti. Eğer bulunduğu yer soğuksa lütfen bildirsindi. Yün çorap, kazak, atkı örer, bu emek kendisine dünyaların huzurunu getirir, o da onları giyerken zevcesinin yanı başında olduğu duygusu ile teselli bulurdu. Belki çocukça bulacaktı ama hoşgörsündü: İaşe teşkilatı aylardan beri ilk defa iki okka un vermişti. Bununla kendisinin ve çocuklarının çok sevdiği kurabiyelerden yapmıştı. Şeker olmadığı için yerine pekmez kullanmıştı ama tadı yine de güzel olmuştu. İşte onlardan birkaç tane kavanoza koyup ayırmıştı. Dö-nünceye kadar saklayacaktı. Onsuz huzurla tadamamıştı. Sanki bunları neden yazıyordu? Bu anlattıkları onların ayrılmaz bağlarla süregelmiş hayatlarının en tabii, yok olması düşünülemeyecek belirtileri değil miydi? Mürüvvet'in çeyiz sandığı için hazırladığı etamin206 takım tamamlanmak üzereydi. Artan parçaları Kur'an-ı Kerim mahfazasına yetiyordu. İsm-i Celâl'i207 Hafız Mustafa Efendiye yazdıracak, yeşil ipekle işleyecekti. Dede Beyden el yazması Enâm-ı Şerif208 armağanı sözünü almıştı. Çocukların elbise ve ayakkabılarının bildikleri olmasından üzülmesindi. Yepyeniydi hepsi... Memleket ölüm kalım savaşı veriyordu. Allah, devlete ve millete zeval209 vermesindi. Din ve vatan düşmanları kahrolacak, 205 Mermerşahi: Tülbende benzeyen ince bez. 206 Etamin: Pamuk, keten gibi şeylerden dokunmuş delikli ince kumaş. 207 İsm-i Celâl: Allah. 208 Enamı Şerif: Enam Suresi ile diğer bazı surelerden oluşturulmuş küçük kitap. 209 Zeval: Düşme, gerileme, yok olma. » CEPHE'DEN MEKTUPLAR 167 o eski güzel günler, bolluk ve rahatlık geri gelecekti. O zaman gönüllerine göre yenilerini alırlardı. Dürdane Hanım, yaklaşan bayramın üç günlük yaşantısını da eşine anlatıyor, eğer mektubu zamanında eline geçerse iznini istiyor, düşüncesini soruyordu. Birinci gün artık hayatta nefes nasibi kalmamış aile büyüklerinin kabirleri ziyaret edilecekti. Ondan sonra Hüsameddin mektep hocasının elini öpmeye gidecekti. Dede Bey ve muhterem validesinin ellerini öpmeye, hayır duasını almaya gelecek olan yakınlar ve mahallelinin gelişlerini bekleyecekler, ikinci ve üçüncü gün ziyaretlere çıkacaklardı. Hiç üzülmesin ve merak etmesindi. Mektuplarında bütün akraba, dost, komşulara selamlar, hürmetler, küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperim demiyor muydu? Kendisinin nezaket ve vefasını bilen hayat arkadaşı, o vatanı için hudutlarda kanını dökerken bu asil ve yüce hislerini sahiplerine gereği gibi aktaracaktı. Bu, zevce olarak kendisinin mukaddes210 vazifelerinin arasındaydı. Fotoğrafların arkasındaki satırlarda muhabbet, hasret, vefa, hayranlık, sadakat burcu burcu buhardandı. Fakat şikâyetin zerresi yoktu. İki torunu arasındaki muhterem Valide Hanımefendi oğlunu dünya gözü ile bir kere daha görebilme özlemini beş vakit secde duası olarak iletirken kadere rızanın tevekkülü içinde sabır abidesiydi. İmzasının üzerinde "Nimeti kanımda, muhabbeti ruhumda" dediği "Aziz ve mükerrem"211 zevcine Dürdane Hanım şu inancı veriyordu ki, yuvasının başına dönünceye kadar çocuklarının saf kalbi onun için çarpacaktı. Resimlerine elemle değil, gururla baksmdı. Binbaşı Lütfi Bey pembe mendili alamadı... 210 Mukaddes: Kutsal. 211 Mükerrem: Saygıya lâyık. 168 SON KAHRAMANLAR Dokuz cephede dövüşen o şanlı ordunun hangi safmdaki isimsiz şehiddir bilmiyorum. Fakat diyeceğim ki o, kafasında ve kalbinde Dürdane Hanım'm hakikatlerini beraberinde götürmenin huzuru içindeydi."212 Biz Nasıl Kaybolduk Cephe gerisinin Dürdane Hanımları cephedeki bütün çarpışmaların galipleri arasındadır. Devlet kuran kadınlardır onlar. Onların sabırları, sevgileri, şefkat ve fedakârlıkları zafere dönüşmüştür. Onlar asırlar boyu evlatlarını, eşlerini, bu toprağın bağrına göndermiş, Alay Sancakları gibi ufkumuzda dalgalanmışlar-dır. Nice savaşları sessizce onlar idare etmiş, onlar kazanmıştır. Nasıl sormazsınız Dürdane Hanım'm Lütfi Bey için sakladığı o üç beş kurabiye ne oldu? Lütfi Bey'in artık dönmeyeceği anlaşıldığında sessizce atıldı mı, yoksa gözyaşları ile ıslatılıp bir ıstıraba katık mı edildi? Dürdane Hanım başımızda asırlarca esecek bir haysiyet bestesi olarak dimdik duruyor. Onu yıkmadan bizi yıkamayacaklarını bilenler, o fedakâr ve sevgi dolu kalbe nasıl da hücum ediyorlar. Sahiplerine ulaşamayan binlerce mektup... Bize gelin. Bize gelin ve hatırlatın bize o üstün ahlakı, o hasreti, o karakteri, o vefayı. Sahiplerine ulaşamamış mektuplar gibi bir ağlayabilsek... Bir ağlayabilsek... Biz nasıl kaybolduk anne? Biz nasıl kaybolduk... 212 Cemal Kutay, Pembe Mendil, sh. 12-18 CEPHE'DEN MEKTUPLAR 169 l.'arjı mı1'./' 'i ¦¦ ' hıblı m' /. . /' . " . , . İl ' I. ' 1 . " I . • - " Unluk ıııuhıı ıııını .1/-1/1 ,.,.,,, .,: 1, /,-/ r .. m./', w- .1 ¦ ;.,. .. ,,'„.. ..,->¦,¦ . ' -11 .'¦¦ ; 1 . .,'11,/ itli ' , >. 1 , ,. ., /,.¦„. '.„/..,,.......ir . -. ,„ , ,1 uu.l,,:, . 1...../'¦«' ,, .. ' '..','., 1,; Bil İl,. .1 I J.. ı. V , 'ı/ı sun ıwh'\ı\ \ ' ,'.,..... ı/<- 1 ¦¦</.. '¦ :,///-,//;/<. , ı , \VlCiltli, Imi',1,1 ¦ı \'dt'l,t'l . i Man / ' . .m'ı unu • •: • Kzmdı Mak\aı > 'n'lun ûlünıU 11> .. ,'>»/!»! . ,. î il' ' ... Hu .<•'!( 1 ,,/, ' </ // K, e1 , .. S.-i ¦/ılı' " l/i/«J , anmanla ¦'. ¦'.'> toptu "Ve hakkınızı helal edin..." (Cephe'den Mektuplar'dan) CEPHE'DEN MEKTUPLAR 171 > Pala ve Tiftik O kadar dolu ki toprağın şanla Bir değil sanki bin vatan gibisin Yüce dağlarına çöken dumanla Göklerde yazılı destan gibisin Ey bütün cihana bedel Türk ili Açtığın cenklerin yoktur evveli Tarih bir nehirdir ki coşkundur seli Sen ona nispetle umman gibisin. Bir yandan hep böyle taştın köpürdün Bir yandan cefalı bir ömür sürdün Fakat ne derece ezildinse dün Şimdi yine tunçtan kalkan gibisin Halit Fahri Ozansoy Bu Kırıldıktan Sonra Olsun Yıl 1897 idi. Savaşın213 başladığı duyulduğunda her yer bayraklarla donatıldı. Geceler aynı geceydi ama anaların uykusuna yine hasret yine ıstırap karıştı. Saat dörde geliyordu. Atının dizginini kapıdaki halkaya iliştiren Yüzbaşı Yusuf içeriye girdi. Kaputunu çıka- rırken avluda kendisini bekleyen Sabriye ile göz göze geldi. Elindeki lambayı merdivene bırakan Sabriye acılı bir heyecan- la sordu: "Doğru muymuş?" Yusuf başını salladı: "Sen asker kızı değil misin? Ölüm her yerde var." Evlenmelerinin üzerinden bir yıl geçmişti ve Sabriye hamile idi. Yusuf un boynuna atılıp ağlamaya başladı. Bir müddet öyle kaldılar. Sonra yavaşça çekildi genç kadın: "Ne zaman?" "Yarın." "Ne kadar çabuk!" "Bir saat içinde kışlada olacağım." Sabriye'nin gözleri bir şeyler anlatabilmek için yanarken merdivenin başından bir kadın göründü. Yüzü buruşmuş, gözlerinin kenarı kıvrıntılar içinde, kaim kaşları beyazlamış, başına giydiği fes üzerine sardığı yemeniler arasından kınalı saçları dökülen ihtiyar bir kadındı bu. Müslime Hanım. Merdivenden zorlukla üç dört basamak inip titrek bir sesle sordu: "Ne var kızım?" "Bey gidiyor." "Nereye?" "Muharebeye." İhtiyar, basamağa çöktü, mırıldandı: 213 Osmanlı-Yunan Savaşı. 172 SON KAHRAMANLAR "Rüyasını görmüştüm." Yusuf gidip anasının elini öptü. İhtiyar kadın gözlerini oğlunun metin çehresine dikmiş, ona hasret ve sevgi ile garip garip bakıyordu. Gözlerinden akan iki damla yaş yanaklarından süzülürken oğlunu zayıf kolları ile kendisine çekerek alnından, yüzünden öptü. Ana, bir gurur duygusu içinde, yıllar önce muharebeye gittiği gün "Böyle günde düşman ağlasın" diyen kocasını hatırladı. "Baban sağ olup da seni görmeliydi oğul." "Anne, Sabriye'yi sana ve ikinizi de Allah'a emanet ediyorum. Hakkını helâl et." Bir an birbirlerini bir daha görebileceklerine dair hiçbir ümitleri kalmadı. Yusuf, Sabriye'ye döndü: "Düşman kurşunu o kadar tesir etmez, beni senin üzüntün öldürür, üzülme." Müslime Hanım bir şeyler getiriyordu. Avluya kadar indi, elindeki kırmızı, uzun, eski torbayı açtı, ipleri kalın bir pala çıkardı. Üzeri gümüş işlemeli bir km içinde, kayışları kırmızı çuhaya işlenmiş beyaz sırma ile süslü kısa ve geniş bir kılıçtı bu. Besmele çekerek palayı oğlunun beline sardı. "Oğlum, bu babanın palasıdır. Vasiyeti böyle idi. Bu kırıldıktan sonra olsun..." Ana yüreği "Bu pala kırılmadan canını verme" diyememişti. "Bu kırıldıktan sonra olsun" diyebiliyordu. "Düşmanla sonuna kadar dövüş. Palan da kırılmadan toprağa düşme" anlamına geliyordu bu. Yusuf bu hazineyi görmemişti. Babasının temiz ruhu yardımına yetişmiş gibi tüyleri ürperdi, gözleri yaşardı. Pala ona çok yakışmıştı. İhtiyar kadın yine çantadan çıkardığı meşin kaplı bir pazu-bendi oğlunun koluna taktı. "Bunda Fetih Ayetleri yazılıdır." Yusuf kolundaki pazubendi öperken ihtiyar, gözündeki yaşları silerek elindeki çıkını oğluna teslim etti. * CEPHE'DEN MEKTUPLAR 173 "Yaralanırsan, saracak tiftik ve bez bunun içindedir. Bunlar da sana benim yadigârım." Gece ağlıyordu şimdi. Ayrılık zamanı da gelip çatmıştı. Son sözünü söyledi Yusuf: "Doğacak çocuğuma erkek olursa Mehmet Galip, kız olursa Emine Firdevs ismini koyun." Allahaısmarladık. Evdeki feryat, nal seslerine yetişemedi... Ayrılık Belası Kahrolur Bir Gün Yusuf ilk mektubunda şunları yazmıştı: "Benim canımdan aziz anneciğim, Senin ağarmış saçların, ihtiyar vücudun benim için en sevimli hazinedir. Oğlun seni unutamaz. İşte gece yansı, ben yine sizi düşünüyorum. Başka endişem yok. Beni teselli eden, vatan için savaşmaya davet edilmiş olmamdır. Vatan aşkım yakıcıdır, çaresi de canı feda etmektir. Ben sizin sevginizi hak edebilmek için cesaret ve metanetimi gösterebilmeliyim. Sen, babasına lâyık bir oğul olduğumu anlamalısın. Sabriye, namus ve temizliğine denk bir eş olduğumu anlamalıdır." Zarfın içinden çıkan ikinci mektup Sabriye içindi: "Azizem, Gözyaşlarını hissediyorum, onlar benim. Ben burada seni muhafaza ediyorum, sen de orada beni muhafaza et. Ayrılık belası kahrolur bir gün, mademki hayatımız birdir. Sabır ve tahammül insanı cennete ve saadete götüren iki melektir. Allah'tan başka yardımcı bulunmaz. Zaman geçer, yine birlikte oluruz." 174 SON KAHRAMANLAR Oğlum Bize Ne Getiriyorsun? Yusuf un bir sonraki mektubu Selanik'ten214 geliyordu: "Azizem, Harp meydanına bir karış yol kaldı. Belki bu son mektubum olur. Sana kalben bağlıyım. Orada duyacağın korku beni burada titretir, korkma. Sana veda edemem. Ölsem de ruhum seninle. Ölüm, ebedi karargâhtır, bizi birleştirir. Azizem, hareket emri geldi, gidiyoruz." Ordu Tırnova'ya215 girerken Yusuf yaralandı. Annesinin verdiği tiftiği yarasına koyup yine annesinin verdiği bezle yarasını sardı. "Merhemden daha çok tesir etti, akan kanım derhal durdu" diyordu: "Kolumdaki pazubend beni kuvvetten düşürmedi. Daha da yiğit oldum. Babamın palasına güneş çarptıkça parıl parıl parlıyor. Üzerine rahmet nuru iniyor zannediyorum." Annesi Müslime Hanım, Yusuf un Tırnova'dan gönderdiği altı liranın üç lirasını askerler için toplanan yardıma kattı. Mehmet Galip sabah namazı saatinde uyanıyor, annesi ile babaannesini ezandan önce uyandırıyordu. Bir sabah yine uyandıklarında Müslime Hanım dualar okuyarak gezinmeye başladı. Rüyasında oğlunu görmüştü. Sabri-ye'ye anlattı: "Yeşil bir ata binmiş Yusuf um. Atın kuyruğu yerlerde sürünüyor. Yusuf da yeşil bir kaput giymiş, boynunda Kelam-ı Kadim asılı, bir hoca ile konuşuyor. Büyük, geniş bir meydan. Beni görünce yaklaştı, ellerimi öptü. Dedim ki, oğlum bize ne getiriyorsun? Eli ile Kelam-ı Kadim'i göstererek "Cenab-ı Allah'ın sözünü" dedi. Bana doğru uzattı; öptüm, yüzümü gözümü sürdüm. Misk gibi kokuyordu."216 214 Selanik: Bugün Yunanistan'da 215 Tırnova: Bugün Bulgaristan'da. 216 Ahmet Rasim, Asker Oğlu. (Bölüm, bu eserin bütününden kurgulanmıştır.) > Nakıye Hala Bekler elbet viran eller şimdi teselli Yaslı kalan gönüllere ümidin eli Hülyalardan ve geçmişten çiçekler serper Bu toprakta gömülüdür yer yer emeller Hayatınız şehitlerin ölümleridir Şimdi aşkın sahilleri hicran yeridir Gümüş renkli ufuklardan süzülen rüzgâr Yeşil yollu cennet olsun gittiğim diyar Hayır artık ne hülyaya ait bir emel Ne dalgalı zümrüt gözler ne bir ipek el Bu kimsesiz sahillere dalıp ağlarım Artık benim dinmeyecek hıçkırıklarım İhsan Mukbil 176 SON KAHRAMANLAR CEPHE'DEN MEKTUPLAR 177 Şehitleri Hatırladın Değil mi? Ağustos sonlarının en sıcak, en ağır, fakat yıldızlı gibi duran bir akşamıydı. Nakiye Hala'mn mor damarları çıkmış çilli yumuşak elini her zamanki gibi alelade öptüm. "Berhudar ol oğlum." Gittim, yanma oturdum. Oyalı yeşil tülbendinin altından çıkan kökleri ak, uçları kına kırmızısı saçları, bir tek dişi bile kalmadığından içeri çökmüş ince uçuk dudakları, akları sarıya dönmüş soluk gözlerinin üstünde ağır ağır inip kalkan gözkapakları, buruşuk yanakları, çıkık göğüs kemikleri ile bu akşam hâli bana pek dokundu. "Nakiye Hala, sıcaklarla nasılsın? Bursa mı sıcak İstanbul mu?" Nakiye Hala, babamın sütannesinin büyük kızı imiş. Kendisi Morali217 olup göçten sonra bütün ömrünü Bursa'da geçirmiş. Orada evlenmiş, orada çocuklarını askere göndermiş bir mübarek ihtiyar idi. Askerliği, askerleri pek severdi. İstanbul'a geldikten sonra en büyük eğlence gezisi çoğu cumalar Kabataş'a kadar giderek buradan askerlerin dönüşünü seyretmekti. Karakolların önünden geçerken nöbetçiye "Selamünaley-küm oğlum!" diye mutlaka aşinalık etmek âdetindeydi. Yolda gördüğü neferlerle birkaç söz etmeye pek merakı olduğundan o fırsatları hiç kaçırmaz, bazen onlara yemiş ya da tütün alıp verirdi. Nakiye Hala'nm kaldırım üstünden sökülmüş iri taşları, oğlu gibi sevdiği askerler ayağını çarpıp incitmesin diye kaldırıp bir kenara koyduğu çok görülmüştür. "Oğlum Selimiye Kışlası buradan çok uzak mıdır?" Selimiye tarafına bakarken o nuru soluk kara gözlerinin uzaklarda pek uzaklarda hazin bir şeyler görür gibi gülümseyerek yaşadığını gördüm. "Hala, Selimiye Kışlası'nı niçin sordun?" 217 Mora: Bugün Yunanistan'da. "Hiç..." Bu "hiç" şu mübarek kadının bütün ömrü, bütün hayat macerası, bütün mazisi idi. Renksiz dudaklarının arasında bir içli dua, bu akşamın ruhanî güzelliğine karışarak Allah katma doğru uçtu. Oh! Şu dakika önümde, üç şehit anası bu kadm ne ulvi ne meleksi bir güzelliğe büründü. Gözlerinin ucundan uçan övünç nurunun gülümsemesi, soylu şefkat parıltısı, beni kendimden geçirdi. "Şehitleri hatırladın değil mi?" Yüzüme şefkatle bakarak eski yaralarını gösteren ihtiyar bir gazi gibi hazin bir neşe ile yavaşça "Evet.." dedi: "Böyle bir yaz akşamıydı. Hüseyinciğimi sormaya gitmiştim. Bir zabit deftere baktıktan sonra 'Yakında gelecek' dedi. Sonra çıkıyordum. Bir nefer yanıma sokuldu. 'Hüseyin Ağa bizim kavuşamadığımız rütbeye kavuştu. Şehit oldu.' dedi. Ağlamadım. Zaten babası bana onlar memede iken 'Ya gazi ya şehit' diye süt verdirirdi. Ne ona, ne Hasan'ıma, ne de damadıma teessüf ederim. Ahi-rette beni bekleyecek şu üç kurbanımdan başka bir şeyim yok. Elbet onlar bana şefaat edeceklerdir. Gönüllü giden damadımın şahadet haberi geldiği zaman kızım ne kadar olsa taze, cahil olduğundan hayli teessüf etti. Zaten zayıftı. İflah olmadı. Üçüncü ay vefat etti. Tazelik, yeni gelinlik ne gariptir. Ayrıldığı gece nasılsa kocası kendi kendine: 'Bulmak güzel olmaz mı Yarın hak divanında Göğsü al al yaralı Nişanlını yanında...' Diye bir türkü söylemiş. Kızcağızım bütün hastalığında kendisini kaybettiği zamanlar bu türküyü tekrar ederdi. Şimdi ben de ancak onların hayalleriyle vakit geçirebiliyorum. Artık bunlar benim için dört kanattır değil mi evladım? 178 SON KAHRAMANLAR Hasan'ımm şehit olduğu haberi geldiğinde babası şükür secdesine kapanmıştı. O zamandan beri ne vakit gönlüme bir bulut düşse, bir keder gelse gözümü kapayınca onlar gözümün önüne yaraları ile gelirler, gülerek ellerimi, yüzümü öperler..." Sonra göğsünden muska gibi ince bir muşambada sarılı, buruşmuş, kat yerleri yıpranmış bir kâğıt çıkararak dudaklarına götürdü. Sararmış gözlerinden ağır ağır damlayan iki katre yaşla ıslattı: "Hüseyin'in son mektubu..." diye bana uzattı. ! "... Baba, Hasan şehit oldu. Üç gün önceki muharebede yiğitçe çarpıştıktan sonra şehit oldu. Düşerken yanında idim. Bir kurşunla şakağından, iki kurşunla göğsünden yaralanmış, bir gülle de sağ elini götürm üstü. Kendi elimle gömdüm kardeşimi. Onu, senin hediyen olan yatağanla beraber defnettim. Kınını da taş yerine başucuna diktim. Ah babacığım, düşmana ne şiddetle saldırdık görseydin. Düşman ileride karabulut gibi geliyordu... Biz iki bölükten ibarettik. Yıldırım gibi bir hücum gösterdik... En önde çarıkları çözülmüş, fesi düşmüş, başı açık, yalınayak Hasan koşuyordu... Koşuyordu. Kuş gibi, rüzgâr gibi, alev gibi koşuyordu." Sular kararmaya başlamıştı. Uzaktan bir ishak ara sıra kesik kesik ötüyordu. Gözlerim sulanmıştı. Halanın, toprağının altında kıymetli bir vücudun kemiklerinin döküntüsünü taşıyan bir mezar taşma benzeyen solmuş çehresine baktım. Hareketsiz duruyordu. Kâğıdı yine evvelki gibi muntazaman büktüm, iade etmek istedim. "Bana bir kere daha okusana... Ne olur?" dedi. Okuyamadım... Kalktım. Nakiye Hala'nm ellerini öptüğüm zaman, Hasan'la Hüseyin'in, o iki mübarek şehidin anası, kelime-i şahadeti tekrar ediyordu. Üç yıl sonra bir cuma sabahı Hala'nın vefat haberini aldım. Yüreğime zehir gibi bir acılık çöktü. m CEPHE'DEN MEKTUPLAR 179 Hala'nın tabutu, kırmızı yemenisi üstünde eskice bir şalı ile camiye doğru gidiyordu. Cuma namazından sonra bütün cemaat cenaze namazında bulundu. Cemaatin mühim kısmı Mehmetçiklerden meydana geliyordu. Edilen duaya o merhumenin şehit çocuklarının silah arkadaşları "Amin" dediler. Tabut, yine Mehmetçiklerin kolları üzerinde yükseldi. Üsküdar'a götürülmek üzere Kabataş'a geçirilen tabutu cadde üzerinde o anda oradan geçmekte olan iki üç tabur asker karşıladı. Sanki mazisini bilirlermiş gibi tabutun önünden hürmet hisleri içinde Fatihalar okuyarak ağır ağır geçtiler. Bu bir şehitler anasına ilahî mükâfattı.218 218 Hikmet Dizdaroğlu, Müftüoğlu Ahmet Hikmet, sh. 51-59. CEPHE'DEN MEKTUPLAR 181 Tuna'dan Meric'e Çekilirken Tuna boylarında sıra selviler Tan yeri estikçe sessiz ağlarmış Gül Bahçelerinde baykuşlar öter Şu viranelikler eski bağlarmış. Söğüt dallarında hasta serçeler Eski akın destanını heceler Tuna ağlıyormuş bazı geceler Göğsünde kefensiz şehitler varmış Bozulan bağların üzümü acı Âsi köle kesmiş eski haracı Yine yedi kral giymişler tacı Şahin yuvasını kargalar sarmış Kırık minarelerden duyulmaz ezan Hep ocaklar sönmüş devrilmiş kazan Bir inilti duydum sandım bir ozan Sesime ses veren karlı dağlarmış Haydi eski ozan al sazı ele Düşmanlar içine düşsün velvele De ki hor bakmayın bu durgun sele O, yetmiş bir kavme ahn çıkarmış Mehmed Fuad Köprülü Bir Yadigâr Daha Kırılmıştı Dokunduğu elleri düşüren, çarptığı yüzleri kavuran rüzgâr, soluduğu her yeri yakıp gitti. Sonraları nam salacak bir ayaz vardı şimdi. Sürünerek geldikleri kapı önlerinde incecik ağlayışlarını duyurabilen kedi yavruları kurtuldular. Şehir kaskatı kesilmişti. Kıpkırmızı bakan mangalı karıştıran Hayriye Hanım, bir köşede yan yana oturan iki oğluna döndü. Elleri bükülmüş belinde, civanlarını uzun uzun seyretti. Gidip yanlarına çöktü. Çocuklar, analarının ellerine kapandılar. Hayriye Hanım oğullarının boyunlarını kokluyor, yüzünden gözünden öpüyor, "Ömer'im!" "Halil'im!" diye inliyordu. Uzun bir ağıttı. Üçü de biliyorlardı ki bir daha birbirlerini görmeleri çok zor, hatta imkânsızdı. Sabaha karşı "Kalkın" dedi Hayriye Hanım. "Vakit tamam..." İki delikanlı çoktan hazırlanmışlardı. Yanlarında birer büyük heybeden başka bir şey olmayacaktı zaten. Hayriye Hanım, dünyanın en ağır kapısını yavaş yavaş açıp oğullarını dışarı çıkardı. Buzdan bir kalıp haline gelmiş havada güçlükle ilerleyip avluyu geçtiler ve bahçe kapısının dışına çıktılar. 1393'ün Tırnova'sı, 1396'nm Niğbolu'su, Vidin'i, Dobruca'sı çoktan geride kalmıştı. Dış kapının önünde 1915 Kırcaalisi'nin göç yolu vardı. Hayriye Hanım aylardır oğullarına "Kaçın kurtulun" diye yalvarmış, sonunda bu geceki göçe kalkmaları için onları razı etmişti. 1878'den beri kaçıncı göçtü bu? Bulgar zulmü yalnız canları değil, haysiyetleri de yakar ölmüş, bıçak kemiğe dayanmış, 1912 göçlerinin dalgaları 1915'e de vurmuştu. Hayriye Hanım, avlunun önünde oğullarına tekrar tekrar sarıldı. Gözyaşları içinde yine onları öpüp kokladı. Birer kuru dal halindeki ellerini o yağız yüzlerde dolaştırıp "yavrularım" diye ağladı. Delikanlılar, kabaran yüreklerinden taşan hıçkırıklara söz geçiremediler. Analarının göğsünde sarsıldılar. 182 SON KAHRAMANLAR İki karaltı göç kafilesine doğru ilerlerken Hayriye Hanım, Seyfullah Efendi ailesinin son enkazı halinde avlunun önünde çırpındı durdu. Neden sonra soğuktan ve ayrılık acısından halsiz düşen vücudunu avluya sürükleyip eve döndüğünde yalnızlığın beyni uyuşturan ağır kokusu ile bayılacak gibi oldu. Sönmeye yüz tutmuş mangalın yanına büzülüp oğullarının taze hayaline daldı. Osmanlı, Balkanlar'da bir defa daha parçalanmıştı. Bir hatıra daha parça parça olmuş, bir yadigâr daha kırılmıştı. Ömer ve Halil önce Edirne'deki bir misafirhanede kaldılar. Sonra Ömer, Çanakkale; Halil, Musul Cephesine sevk edildi. Harp bittikten sonra Halil, Edirne Tatarköy'e yerleşti ve ağabeyi Ömer'i aramaya başladı. Bu arada kendisine madalya verileceğini duydu. "Kim verecekse söyleyin" dedi: "Devletim masrafa girmesin... Yeni masraf olmasın..." Edirne'deki misafirhaneden bu yana birbirlerini görmeyen kardeşler, vücutlarında birçok şarapnel ve kurşun yarasını, gönüllerinde annelerinin ve birbirlerinin hasret ağrısını taşıdılar. İlkinden kurtulmak mümkün değildi, ama şu hasret yükü bir yere yıkılabilirdi. Halil, ağabeyi Ömer'i ararken, harpten sonra Uzunköprü'de219 bir handa çalışmaya başlayan Ömer de kardeşi Halil'i arıyordu. Kırcaali'den ayrıldıktan 8 yıl sonra yine bir haber geldi Halil'e: "Tarifine benzer bir adam Uzunköprü'de hancılık yapıyor. Var git bakalım o mu?" Yıllardır her habere koşan Halil, alaca bir ümitle yola koyulup Uzunköprü'ye geldi. Hanı buldu. İçeride üç beş kişi vardı. Onlara sordu: "Ömer diye biri var mı burada?" "Var" dediler: "Eve gitti. Hemen hanın yanındaki ev..." 219 Uzunköprü: Edirne'nin ilçesi. * CEPHE'DEN MEKTUPLAR 183 Halil dönüp evi buldu. Bakalım bu Ömer, ağabeyi Ömer miydi? Kapıyı çaldı ve beklemeye başladı. Az sonra kapı gıcırtı ile açıldı. Ağabeyi Ömer karşısında duruyordu. Göz göze geldiler. İkisi de bir an sekiz yıl önceki Kırcaali ayazma gidip döndüler. Ve hasret yükü oraya yıkılıverdi. İki kardeş ağlaşarak kucaklaştılar. Birbirlerine öyle sarılmışlardı ki Ömer'in tek bacağı bu sert yumağa dayanamadı. Odanın ortasına devrildiler. Hayriye Hanım'ı, sekiz yıl öncesinin o namlı ayaz gecesinin sabahında, mangalın yanında büzülmüş bir halde ölü olarak bulmuşlardı. Bir elinden Seyfullah Efendi'nin doksan dokuz-luk kehribar tespihi sarkıyordu. Bir eli beyaz tülbendinin ucunu kavramış, orada sımsıkı asılı kalmıştı. Dizlerinde Ömer'le Halil'in birer hırkası vardı. i . ¦; Mangal tamamen sönmüştü. Bir daha da hiç yanmadı. Tarihimizin Ömer'e, Halil'e, Seyfullah Efendi'ye, Hayriye Hanım'a bakan yüzü öğrenilmedikçe, öğrenilen diğer taraflarının fazla bir önemi olmayacaktır. ! Ötme Keklik, Barışalım Birinci Dünya Savaşı sürüyordu. Başkumandanlık, gördüklerini bütün canlılığı ile anlatabilecek önemli yazarları cephelere davet etti. Ahmet Rasim de Romanya Cephesine gidecekti. Sofya'dan trenle Osmanlı karargâhına doğru yol alan Ahmet Rasim, gece dalga dalga yayılan kalın bir sesle uykusundan uyandı. Bir Balkan türküsü gecenin sessizliğini yırtıyordu. Şaşırdı, türküyü Rodop Türkçesiyle okuyan Bulgar üniformalı genç bir subaydı. Ötme keklik barışalım Sılamıza kavuşalım Senden ötmek benden gülmek Yolumuzda ağlaşalım / 1 184 SON KAHRAMANLAR Garibim bu vatanda Garip kuşlar ötende Gariplik o zamandır Baş yastığa yetende Trenin basamaklarına oturmuş, gözleri yıldızlı gecenin boşluklarında derdini döken bu sesin sahibi, çoktandır çekildiğimiz topraklarda kalan evlatlarımızdan biriydi. "Evlâd-ı Fatihan" derler onlara. Beraber ağlaştılar. Dünkü fetih hatırasının bugünkü ıstırap verici tablosu karşısında hıçkı-rır Ahmet Rasim: "Tuna'nın acısı hiç de yüreğimde böylesine yer etmemişti."220 Falih Rıfkı, Tuna kıyılarından seslenirken "Öyle nehir, dağ, ova isimleri olur ki bir medeniyet başlı başına onlarsız anlatılamaz." der: "Osmanlı İmparatorluğu'nun derinliğine, genişliğine büyüklüğünü düşününüz. Eğer bir gün Osmanlı Türklüğünün tarihini yazmak isteyen bir şaire bu coğrafyanın içinden bir isim vermek isterseniz Tuna'dan başkasını seçebilir misiniz? Tuna, Osmanlı Türklüğünün bağrından akar. Bu tarihi neresinden dinleseniz onun çağıltısını duyarsınız. Akınlar, zafer ve bozgunlar! Ve hepsinin peşinden ileri veya geriye doğru bitip tükenmeden göçler!" *** Sırbistanlı bir dostu bir gün Belgrat yakınlarında nehir boyunu göstererek şöyle der Falih Rıfkı'ya: "Buraya iyi dikkat ediniz. Bazı milletler belki bütün tarihlerinde şu toprak parçasının içtiği Türk kanı kadar kan kaybetmemişlerdir."221 220 Cemal Kutay, Tarih Ne Zaman İbrettir, sh. 60. 221 F. R. Atay, Tuna Kıyıları, sh. 6. * CEPHE'DEN MEKTUPLAR 185 İçimizde Akan Nehir İsmail Habib Sevük, Tuna kıyılarım gezerken "Asıl büyük vatanında suyu kuruyan Türk, asıl büyük suyunu Tuna'da buldu. O koca nehir yalnız toprağın koynunda değil, içimizin derinliğinde akıyor" der: "Tuna gelir deli deli Kıyıları çalkar seli Rüzgârın inilder geçer Ne güzelsin Tuna yeli" Tuna'yı kanla aldık, canla sevdik, şanla verdik. "Ataman Dağı'dır Tuna'nın başı ,, Eksik olmaz Serhatlann savaşı Kan ile yoğrulmuş toprağı taşı Serhatlan çalkar seli Tuna'nın" Bir ara önümdeki Tuna'yı unuttum. Ecdadın Tuna için yakuttan sel sebil gibi akan kanını seyrediyorum. Tuna bizimdir. Tuna'nın ilk büyük savaşını yaptığımız yer, mavi tepelerini seçtiğimiz Niğbolu. Beş asır sonra aynı sular üstünde Yahya Kemal'in beytini okuyorum: Canavarlar kaçıyormuş gibi gür bir doludan Bir salib222 ordusu kaçıyor Niğbolu 'dan İşte Plevne'nin iskelesi Somovit. Plevne, o kandan ve şandan anıt yarım asrın öteki ucundan tarihin uçsuzluğuna bakıyor. Plevne dedikleri küçük kasaba Rus askeri çoktur gelmez hesaba 222 Salib: Haç-Haçh. VI 186 SON KAHRAMANLAR Sayısız düşman saf saf dalgalar halinde saldırıyor. O küçük kasaba kale değildi. Alelacele toprak kazıldı. Yumuşak toprak birdenbire demir gülleleri yutan tuhaf bir dev oluyor. Tuna'yı geçtiler, yalçın kaleleri aldılar, şimdi bir çevre toprakla yeniyoruz. Çevrilen kırk bin Mehmetçik, çeviren yüz binlerin ortasında altı ay savaştı. Düşman şaşkın, dünya hayran... Çıplak toprağın önünde fen ezildi, mantık yuvarlandı. Kuvvet, yiğitliğe diz çöküyor, sayı azme mağlup. Fakat imdatçı yok. Plevne'nin içinde ordu kuruldu . Osman Paşa sol yanından vuruldu Hiçbir yaralı esir, galibine o kadar büyük görünmedi. Yenenler, yenilenden utanıyor. Bulgarların Plevne'de Osman Paşa'ya karargâh olan küçük ve beyaz evi niye dikkatle sakladıklarını anlıyorum. Bütün Bulgaristan o evden doğmuştur. Esirgedikleri bir hatıra değil, kendi beşikleri. O ev düşmeseydi Tuna hâlâ bizim-di. Beyaz ev, beyazlaşmış bir kor gibi içimi yakıyor. Gurup vakti Vidin'e geldik. İskeleden sonra daha ilerde başka bir kilise, onun önünde diğer bir minare. Bu minareler şahadet parmakları gibi bir şey ispat ediyorlar. Vardık. Bütün geçmiş haykırıyor: "Varız, onlara sor." Minare bana hiç bu kadar nurdan bir dua gibi görünmedi. Gurbette minare yalnız din değil, milletmiş de. Tuna... Tuna... Bırakmanın azabı, görmenin zevkinden çok üstün. Gözlerimde en haşmetli güzelliğe bakmanın pırıltısı var. Fakat içimde kıvrılan bu hıçkırık niye?"223 Tuna'mn verdiği hüzünle Adakale'den geçerken "Unutmak ki, mezarların en sefilidir" diyen Sevük, Tuna'yı hicranla dolaşır: "Sızımızda, kesilen bir damar acılığı var." 223 İ.H. Sevük, Tuna'dan Batı'ya, sh. 40. CEPHE'DEN MEKTUPLAR 187 Sakarya, Tuna'yı Unutma Çocuğum bana gel emri var, Duyuyorum kapıda bir rüzgâr Grebene'den, Koniçe'den Üsküp yahut Prizren 'den Gelmiş olabilir belki. Yani Tanrı misafiri. Bizim gibi rüzgâr da muhacir22'1 A be aç kapıyı girmelidir Varsın ev soğuşun azıcık Rüzgâr da bizim gibi bir kul Ismmalıdır kızancık225 Şöyle anlatır Beşir Ayvazoğlu: "Bu şiirde geçen Grebene, Konice, Üsküp, Prizren gibi isimler buralardan Türkiye'ye yakın zamanlarda göç etmiş olanlarla Hüsrev Hatemi gibi hususi bir Rumeli Nostaljisi geliştiren şairler dışında hiç kimse için fazla bir anlam taşımıyor. Halbuki çok değil yetmiş seksen yıl öncesine kadar biz Türkler için Bursa, Eskişehir, Konya, Erzurum, Sivas ve diğerleri neyse Üsküp, Prizren, Priştine, Konice, ve Kalkandelen de o idi. O kadar sıcak, o kadar hatıra yüklü, o kadar bizden. Fethettiğimizde adlarından başka varlıkları olmayan küçük köylerdi hepsi de. Meselâ Üsküp. Yıldırım Beyazıt tarafından 1392 yılında fethedilmiş, 1914 yılında elimizden çıkmış. Yani şimdi Makedonya Cumhuriyeti'nin başkenti olan bu güzel şehirde tam 522 yıl oturmuşuz, 522 yıl..."226 224 Muhacir: Göçmen. 225 Hüsrev Hatemi. 226 B. Ayvazoğlu, Türk'ün Kültür Coğrafyasında Bir Gezinti, sh. 49. 188 SON KAHRAMANLAR CEPHE'DEN MEKTUPLAR 189 Sakarya Tuna'yı tamamen unuttuğunda artık hiçbir nöbete güvenilemez. Bizim için hatırlamaktan daha sağlam bir nöbet yoktur. Balkanlar'ı Kimlerden Aldık Osmanlı'dan önce Balkanlar'da siyasi durum neydi? "Yarımadada Bulgaristan, Sırbistan, Bosna Krallıkları, Romanya'da iki prenslik ve küçük Balkan devletçikleri vardı. Doğuda Bizans İmparatorluğu, kuzeyde Macaristan Krallığı, Balkanlar'a egemen olmak istiyordu. Batıdan iki İtalyan devleti, Venedik Cumhuriyeti ve Napoli Krallığı da Balkanlar'dan el çekmiyordu. Kuzeydoğuda Polonya Krallığı da Romanya'yı baskı altmda tutuyordu. Bu devletlerin hepsi Katolik, yalnız Bizans Ortodoks'tu. Balkan kavimleri ise çoğunlukla Ortodoks'tu. Katolik yönetimindeki ülkelerde Ortodoks Balkanlılar çok ağır şartlarda yaşıyorlar, mezhep hürriyetine sahip bulunmuyorlardı."227 Orhan Gazi'nin büyük oğlu Gazi Süleyman Paşa 1353'te Gelibolu'ya ayakbastı. Süleyman Paşa'nm kardeşi 1. Sultan Mu-rad Han, Orhan Gazi'nin ölümüyle 1362'de tahta geçti ve Balkanlar'm fethi başladı. Balkanlar'ın fethi 1683 yılında doruk noktasına ulaştı. Milyonlarca Türk, Anadolu'dan Balkanlar'a geçti. Balkanlar'da büyük Türk şehirleri ortaya çıktı. Balkanlar binlerce Türk bayındırlık eseri ile süslendi. Osmanlı Balkanlar'da Ne Yaptı? Hans Barth "Türk Savun Kendini" adlı eserinde der ki: "Eğer Türkler Hıristiyanlığın reçetelerine göre hareket edip de kılıç zoru ve ateşte yakma tehdidi ile Müslümanlaştırsa idi ki o devirde bu normal karşılanırdı- bugün ne Ermeni sorunu ne Girit sorunu olurdu."228 227 Yılmaz Öztuna, Rumelini Kaybımız, sh. 17. 228 Süleyman Kocabaş, Tarihte Adil Türk İdaresi, sh. 87. î Avusturyalı Türkolog Anton Cornelers Schaendinger ise şunları söylüyordu: "İskender batıdan doğuya, Hind'e kadar yayıldı. Dârâz doğudan batıya uzandı. Lâkin hiçbiri Osmanlı Türkleri gibi diğer insanların kültür ve din hürriyetine saygı göstermedi. Osmanlılar harikulade bir düzen kurarak asırlarca kendilerinden olmayan insanlarla barış içinde yaşadılar. Onun içindir ki Avrupa'da dört asır boyunca kalabildiler."229 Romanya Adalet Bakanlarından Dissescu'nun sözleri bütün Balkan Milletleri için geçerlidir: "Biz Romenler bugünkü varlığımızı Türklerin yüce büyüklüğüne borçluyuz. Biz onların yerine herhangi bir komşu milletin hâkimiyetine girmiş olsaydık yeryüzünde bir tek Romen kalmazdı."230 Yunan kralı XII. Konstantin'in sözleri de hemen hemen aynıdır: "Milletimiz asırlarca Türk hâkimiyetinde yaşadığı halde milli kültürünü ve dil bütünlüğünü muhafaza edebilmiştir. Demek ki Türklerde adalet ve insanlık var. Hâlbuki Balkanlı Slavlar imkân bulsalar Ege'de bir tek Yunanlı bırakmayacaklardır."231 Macarların, Arnavutların, Boşnakların ve Sırpların da düşünceleri farklı değildir. Balkan Milletlerinin benzeri ifadelerine dair sayısız belge vardır.232 Balkanlar'ın elimizden çıkma sürecinde başrolü Rusya oynamıştır. Aynı rolü Ortadoğu'da İngiltere oynayacaktır. 229 Age sh. 86. (24.8.1989, Zaman'da Neriman Öztürkmen'le mülakat.) 230 Age sh. 88. (Galip Kemali Söylemezoğlu, Siyasi Dağarcığım, sh. 65.) 231 Age sh. 89. (Gn. Niko Andonekea'nm Faulokratia Politika İstari Ellados adlı eseri. sh. 65.) 232 Yılmaz Öztuna, Tarih Sohbetleri, sh. 126. 190 SON KAHRAMANLAR Arap Ülkelerini Kimlerden Aldık? "Mısır'ı bir Türk devleti olan Memlûkler'den aldık. Tahta çıkan Memlûk Sultanları da, Memlûk Ordusu da Türk'tür. Osmanlı 1516-1517'de bu devleti ilhak ederek Mısır'ı, Sudan'ı, Suriye'yi, Lübnan'ı, Filistin'i, Hicaz'ı, Yemen'i, Ürdün'ü ve Anadolu'nun Memlûk yönetimindeki parçalarını aldı. Bu suretle Osmanlı Devleti adeta bir Türk-Arap Devleti haline geldi. Irak'ı Türkmen Devleti olan Safevîler'den aldık. Zaten Mısır'dan doğuda kalan ve Meşrık denen bütün Arap ülkeleri XI. Asırdan beri Selçuklu ve Türk hâkimiyetinde idi. Diğer Türk Devletlerinden sonra Osmanlı bunlara vâris oldu. Cezayir, Tunus ve Libya'yı, bu ülkeleri Hıristiyanlaştırmaya ve Latin Amerika haline getirmeye kararlı olan devrin en büyük Hıristiyan devleti İspanya'dan aldık. Kuzey Afrika'da bir Endülüs faciasının yaşanmasını önledik, tarihin seyrini değiştirdik. Fas'ta milli bir hanedan vardı. Orada eyalet kurmadık. XVI. Asırda bu ülkeyi himayemize almakla yetindik. Gerçi Fas'la savaştık ama ancak İspanya Ve Portekiz'le ittifak ettiği derecede. Osmanlı Devleti, İmparatorluk kurarken diğer Türk devletleri ile savaştığı ölçüde asla Araplarla savaşmamıştır. Acaba Osmanlı hangi belli başlı Arap ülkelerinin istiklâline son verdi? Hicaz ve Yemen gibi ülkeleri Memlûk Devleti'ndeki statüleri ne ise o şekilde yönetmeye devam etti. Bütün Arap ülkelerini bayındırlık eserleriyle donatarak şenlendirdi. Bu ülkelerden hiç asker almayarak veya pek az alarak hepsini azılı İslam düşmanlarına karşı 400 sene savundu."233 Osmanlı, Arap Ülkelerinde Ne Yaptı? Cezayirli Albay Muhandul Hacc: "Osmanlı geldiğinde biz korsandık, yüzlerce kabileden oluşuyorduk. Millet oluşumuzu Türklere borçluyuz."234 233 Süleyman Kocabaş, age, sh. 119. 234 Age.sh. 121. • CEPHE'DEN MEKTUPLAR 191 Mısırlı Dr. Memduh Azzam: "Türkler İslam'ı şerefle savundular. Türk sömürgeciliği yalanını ortaya atanlar bugünkü sömürgecilerdir." Suudi Arabistanlı Prens Muhammed bin Faysal: "Suudi Arabistan'da öğrenimim sırasında tarih okurken tarihi Türk sömürgeciliği diye öğreniyordum. Hâlbuki bu, tarihe atılmış bir iftiradır. Türk Devleti hilafet merkezi idi ve Türk sömürgeci değildi."235 Tunus Milli Kütüphane Müdürlerinden Osman Ka'ak: "Evet, bu Türk tarihinin en şanlı devrelerinden biridir. Avrupalılar bunları anlatmıyorlar, inkâr ediyorlar. Tunus'a milli benliğini veren Türk idaresi ve Türk dönemidir. Onlardan önce Tunus yoktu ve onlardan sonra da Tunus her zaman vardı. Bize has kurumları bize bırakanlar da Türklerdir. Bugün bir Afrika Müslümanlığı varsa bunu Türklere borçluyuz."236 Mısırlı Profesör Muhammed Harb: "Osmanlı olmasaydı Tunus ve Cezayir Hıristiyan olurdu. Portekiz vardı ve Arap Körfezi'nde idi. Osmanlı olmasaydı şimdi Kuveyt Farsça konuşuyor olacaktı. Osmanlı olmasaydı İran bütün Arap âlemini eline geçirecekti."237 E. Korgeneral Hüseyin Işık konuyu şöyle özetler: "2000 yıla yakın bir süreden beri Asya, Avrupa ve Afrika'da birçok devlet kurduk. Fakat başta din ve soydan olanlara daima hoşgörülü davrandık. Fransız yazar Stephane Lausanne, Balkan Savaşı'nda Türklere yapılanları üzüntü ile izlemiş ve 'Eğer Türkler isteselerdi sınırları içinde yaşayan ve başka din ve başka soydan olanları tümüyle ortadan kaldırabilirlerdi. Buna kimse karşı koyamazdı.' demiştir. Şimdiye kadar Türklerin 235 Nevzat Köseoğlu, Kitap Şuuru, sh. 68. 236 S. Kocabaş, age, sh. 227. 237 Bu konuda geniş bilgi için: E. Korgeneral Hüseyin Işık, Yabancı Gözüyle Türkler ve Türk Ordusu, Ankara. 1995. 192 SON KAHRAMANLAR egemenliği altında hiçbir millet veya etnik grup varlığını yitir-memiştir. Bu hoşgörüye karşılık Romen tarihçi Yorga'nın Yunan isyanı için dediği gibi Yunanlılar bir günde Türklerin yüzlerce yılda öldürdükleri Yunanlılardan faza Türk öldürmüşlerdir. Bizim için af, zaferin zekâtıdır."238 238 Hudut: Sınır. ŞEHİTLİKLERİMİZ Yahya Çavuş Şehitliği i »Ör. Şehitliklerimiz Beş yerde yaram var yazamam mektup Çoktandır oğlumdan haber yok deyip Elin beş vakit namazda açıp Kendini kedere salmasın anam Gurbette ölürsem adımı anma Ayrılık. Hiç bana yanma Şehittir evlâdın bir ölü sanma Gözlerin yaşlarla dolmasın anam Kalkıp da kuşlarla seher seher Bana bir Fatiha okursan eğer O büyük armağan ruhuma değer Ellerin saçını yolmasın anam Muallim Hikmet Recep 196 SON KAHRAMANLAR Anadolu Boydan Boya Şehitliktir Balkan Savaşı'ndan (1912-13) sonra Bulgaristan sınırları içinde 4 milyon Bulgar'a karşı 3 milyon Türk kaldı. Ve 9 şehitlik: Burgaz, Varna, Şumnu, Eskizağra, Filibe, Pazarcık, Rusçuk, Silistre, Sofya. Ünlü denizcimiz Cezayirli Gazi Hasan Paşa da Rusçuk şehitliğinde yatıyordu. I. ve II. Kosova Savaşlarının da cereyan ettiği eski Yugoslavya toprakları üzerinde kalan şehitliklerimiz şunlardı: Pirlepe, Üsküp, Çaçak, Versaç, Belgrad, Leskofça, Taşlıca, Nis, Ustu-rumca ve diğerleri. Galiçya'da 14 şehitliğimiz vardı: Hotin, Protektora, Valoska, Nitra, Treniçe, OIcoçiç, Miciçot, Vepolika şehitlikleri bunların bir kısmıdır. Polonya'daki şehitliklerimizin sayısı 13 idi. Stry, Drohobeç, Pokof, Podolokya, Ohalin, Lamberg, Samhor, Korzati, Karakovi, Lipilçadonna, Lipiçnagorna, Grodot, Berezemsil şehitlikleri. Bu şehitlikler yalnızca Birinci Dünya Savaşı şehitlerinindir. Arnavutluk'ta bıraktığımız hatıra İşkodra ve Drac şehitlikleridir. Yunanistan'daki şehitliklerimiz şunlardı: Midilli, Sakız, Sisam, Limni, Akropolis, Girit, Pire, Selanik, Yanya, Golos, Korgu, Preveze. Radoyus Köyünde 50. Tümen'in yaptığı şehitlik. Serez'de Nuri ve Tevfîk Beylerin çiftliğindeki şehitlik. 1897'nin en kanlı savaşının geçtiği Milona geçitindeki şehitlik. Tuz Gö-lü'nün tepesinde Abdülezel Paşa'nm şehit olduğu yerde 50 kahramanımız için bırakılan kitabe, Golos'taki İslam mahallesinde künyeleri belli 400 Mehmetçiğin yattığı şehitlik. Rusya Kışlası kapısı içinde savaş sırasında ve sonra esir ve yaralı iken öldürülenler için daha sonra dikilen taşlar. Yenişehir'de Sultan Mu-rad'm yaptırdığı caminin avlusuna gömülenler için yaptırılan şehitlik. Bunlar Yunanistan'daki hatıralarımızın bir kısmıdır. Şimdi Orta Avrupa'ya geçiyoruz. f ŞEHİTLİKLERİMİZ 197 Macaristan ve Polonya'nın geniş topraklarında yüzlerce şehitliğimiz kaldı. Niğbolu'dan sonra açılan kapıdan gidişte ve dönüşte yüzlerce şehitlik serptik oralara. Ve Rusya. 1570 yılında Osmanlı Devleti'nin muhteşem teşebbüsü, Anadolu'yu deniz yoluyla Orta Asya'ya bağlamak üzere Don ve Volga nehirleri arasında bir kanal açmak ve Hazar'a bağlamaktı. Bu teşebbüs iç ve dış sebepler yüzünden sonuçsuz kaldı. Dokuz yerden başlayan kazıları yürüten kuvvetlerimiz Rus saldırıları sonunda çok sayıda şehit verdi. Bu şehitler, dört şehitlikle tarihin hafızasına emanet edildi. 1711 Prut Savaşı'nın hatırası Prut Şehitliği, Türk-Rus Sa-vaşlan'nın öncü nişanı gibi... Çünkü bu tarihten sonra 1. Cihan Savaşı'nın sonuna kadar Ruslarla defalarca kapışmışızdır. Yüz binlerce evladımız bu savaşlarda şehit olmuş, bugünkü Türk ve Rus toprakları üzerinde sayısız şehitlik bırakılmıştır. Bugün Odesa olarak bilinen, Karadeniz kıyısındaki Hoca Bey'de şehitliğimiz vardır. Sivastopol'da şehitliğimiz vardır. Hani şu adına "Sivastopol önünde yatan gemiler / Atar nizam topunu yer gök inler" diye türküler yaktığımız Sivastopol'da. Baku'de, Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de 5000 şehidimizin şehitliği vardır: 1917'de Kafkasları petrol için işgale başlayan İngilizlere karşı dövüşürken orada bırakmışızdır o canları. Kafkasya'nın her tarafında şehitliğimiz vardır. Bir zamanlar bunun için demişizdir: Kafkasya dağlarında çiçekler açar, Altın gümüş olmuş sırmalar saçar, Bozulmuş Moskoflaryel gibi kaçar, Kader böyle imiş heybetli Ana, Canım feda olsun öksüz vatana! Ubuhkent'in (Petrovsky) güneyindeki Tarki Dağı bölgesinde, Gümrü'de kale içinde, Gence'de Müslüman mezarlığında, 198 SON KAHRAMANLAR Tiflis'te, Karakilise'de, Erivan'da, Azoteki'de, Çürüksu'da, Ba-tum'da, Anapa'da şehitlerimiz, şehitliklerimiz vardır. Ruslar, Birinci Dünya Harbi'nde esir ettikleri askerlerimizin bir kısmını Sibirya'ya göndermişlerdi. Sibirya'da şehitliklerimiz vardır. Vladivostok'da, Irkutsk'da, Kranovarsk'da, Tomsk ve Omsk şehirlerinde nice Mehmetçik, ağır hayat şartları altında şehit olmuşlardır. Son bilinenler Mençuri'de, Habaruski ve Harbin'deydi. Letonya'da şehitliğimiz vardır. Cesis şehrinde... 1877-78 Osmanh-Rus Harbi'nde Plevne'de esir edilen askerimizin bir kısmı oraya gönderilmişti. 163 evladımız, ocaklarından yurtlarından çok uzakta, Cesis'te vefat edip kaldılar. Şimdi İran'dayız. Birinci Dünya Savaşı'nda İran'ın, kuzeyi Ruslar, güneyi İngilizler tarafından işgal edildiğinde biz yine oradaydık. Samlaş şehri civarında 2500'den fazla Mehmetçik bıraktık... Dize, Bend, Şemelkaân, Canuslu, Daşkada, Haydarabâd kasaba ve köylerinde şehitliklerimiz vardır. Sn* Dağı yamaçlarında Ruslara karşı harekete geçen 13. Kolordumuzun 1300 şehidi yatıyor. Avena ve Yergaver şehitlerinin sayısı bilinmiyor. Bestun mıntıkasında 6000 mezar var. Başka? Tebriz, Rilman, Savcıbulak, Rumya, Âf, Hemedan, Eseda-bad, Elvan Dağı, Cengaver, Sahne, Kirmanşah, Mahidest, Ger-net, Paytak, Kasr-ı Şirin'de binlerce şehidimiz yatıyor. Ya Arap Ülkeleri? Arap Yarımadası üzerindeki Türk yönetimi Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethi ile Osmanlı'ya intikal etti ve 400 yıl devam etti. Sudan, Yemen gibi ülkeler Arap dünyasının uç bölgeleri sayılır ve buraları da ağıtlanmıştır, türkülenmiştir... Çünkü buraları da kanla sulanmıştır... ff ŞEHİTLİKLERİMİZ 199 Halep (Suriye) ve çevresindeki savaşlarda 36. Tümenimiz erimiş, binlerce evladımız toprağa çiçek çiçek serpilmiştir. O şehitlikten şimdi sadece bir yüzbaşımızın mezar taşı kalmıştır... Çünkü şehitlik, Fransızların hazırladığı şehir planlarına göre yerle bir edilmiştir. Şam ve Zahle'de de şehitliğimiz vardır. Yine Suriye'deki Dumba ve Kelkele şehitliklerimizi Fransızlar şehitlik yapmışlardır. Şam'da Sultan İkinci Abdülhamid'in inşa ettirdiği Hamidiye Kışlası'nın bahçesinde bir başka bina için Suriyelilerin yaptığı kazıda er ve subaylarımızın üniforma, harp madalyası, apolet, düğme, madeni para, şahsi eşya ve kemik kalıntılarına rastlandı. Bunlar, Fransızların yağma ettikleri şehitliklerden toplanıp buraya gömülmüştü. Zahle Kenti çevresinde kurulan askeri hastanelerde şehit olan askerlerimizin yattıkları topraklar da şehitliklerimizden biridir. Bu topraklar Osmanlı Harbiyesi mezunu Albay Hüsnü Zaim'in yönetimi zamanında bize armağan edilmiştir. Gazze'yi alabilmek için İngilizler üç büyük taarruzda bulunmuşlar, buna karşı koyan 3. ve 16.Tümenimiz burada binlerce şehit vermiştir. 21 Ekim 1917'de sayıca çok üstün kuvvetlerle başlayan İngiliz saldırısı sonunda 15 gün boyunca Birüsebbi'de 5000 şehit bıraktık. .53. Tümen şehitleri Kudüs'te yatıyor. 19. Tümen şehitleri yine Kudüs'te... Şeria Vadisi'ndeki Eriha'yı korumak isteyen 20. Kolordumuzun 3000 şehidi vadide, buradan yükselecek ağlamaklı ama erkekçe bir "Merhaba!" bekliyor. Doğu Ürdün'de Salt'ta, Nablus ve Yafa'da şehitliklerimiz var. Mısır'da 1517-1918 arası Anadolu renginde akan kan var yine. Tellükebir, Zagazig, Seyyidbeşir, İskenderiye, Kussa, Abba-siye, Seydibeşir, Belbeyis, Tura, Kosta; Mısır'da şehitliklerimizin olduğu bölgeler. 200 SON KAHRAMANLAR Irak'ta Dicle kıyısında, Hânikin, Kerkük, Süleymaniye, Re-vandiz'de şehitliklerimiz var. Hicaz'da Medine şehitlerimizi biraz daha yalandan tanımıştık. Fas, Tunus, Cezayir şehitlerimizden mahrum değil. Libya, şehitlerimizi biliyor, taşıyor. Trablus, Bingazi, Derne, Fizan'da şehitliklerimiz var. Aceylat çevresinde kum tepelerinde Zivare, Zanzur, Bineyşe, Kırkkarış, Humus ve Tâcurâ'da evlatlarımız yatıyor. İngilizler; Filistin, Irak, Hicaz, Çanakkale cephelerinde esir aldıkları askerlerimizden bir kısmını Hindistan ve Birmanya'ya gönderdiler. Aralarında yaralıların da olduğu bu esirlerden çoğu vatanına dönemedi. Kampların çevresine gömüldüler. Hindistan'da; Bel-leri'de, Semerpol'da, Nikadalay'da, Tugon'da şehitliklerimiz var. Birmanya'da ölenler, Tuayetiniyo, Meilikita, Shwobo, Pan-cio'ya gömüldüler. Birmanya'dan Güney Çin'e geçmeyi başaran esir askerlerimizin hiçbirinin mezarı bilinmiyor. Berlin'de şehitliğimiz var. Yapılış tarihi 1863'tür. Orada Rus baskısına karşı başkaldıran Macarlara ve Polonyalılara yardım için giden askerlerimiz yatarlar. Birinci Dünya Savaşı'nda bu şehitlik büyütülmüştür. Verdun'da Alman-Fransız/İngiliz çarpışmaları devam ederken oraya giden (1914-18) Osmanlı Gizli Servisi'ne bağlı 20 kişilik fedai grubundan şehit olan 16 evladımız yatar. 1889'da Japonya'ya dostluk ziyareti için giderken batan Osman Paşa komutasındaki Ertuğrul Harp Gemisi'nin 540 şehidi Japonya'da Kaşinozaki şehitliğinde hatırlanır. Kore Savaşı'na katılan tugayımızdan 800 şehit bu ülkede yatıyor. Kıbrıs, şehitler adaşıdır, şehitlikle doludur. Ve ne yazık ki bu şehitliklere sahip çıkılamamış, çoğu resmi kayıtlar üzerinde kalmış, zamanla silinip gitmişlerdir. 11 * ŞEHİTLİKLERİMİZ 201 Biz burada şehitliklerimizin bazılarının ismini vererek okuyucularımızın, Osmanlı Coğrafyasına, Türk tarihine bir de şehitliklerimizin üzerinden bakmalarını arzu ettik. Şehitliklerimizi yakıp yıkanlar da onlara sahip çıkmayanlar da tarihin önemli suçluları arasında yerlerini almışlardır. Biz şimdi biliyoruz ki hepimizin yüreği ayrı bir şehitliktir ve orada şehitlerimiz layık oldukları şekilde hatırlanacaktır. Ya Anadolu? 1911'de şehitliklerimizin belirlenmesi için girişilen hamlede görüşüne ve bilgisine başvurulanlardan biri olan Hafız Hakkı Paşa raporunda şöyle der: "Vatanımız huduttan hududa şehitliktir!"239 Çanakkale Şehitleri Abidesi 239 Cemal Kutay. Şehitlerimiz. (Bölüm, bu eserden alınmıştır. Daha birçok şehitliğimiz için esere başvurulmalıdır.) KAYNAKÇA 1915'te Çanakkale'de Türk, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Deniz Basımevi, 1957. Ahmet Cemil Akıncı, Mehmetçikle 30 Yıl, Atlas Kitabevi, İstanbul, 1971. Ahmet Rasim, Asker Oğlu, Haz. Doç. Dr. Erol Ülgen, Arba Yayınları, İstanbul, 1996. Ali Galip Gençoğlu, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Haz. Erhan Palabıyık, Kültür Bakanlığı Yay, Ankara, 1998. Asker Kahramanlar, Haz. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1988. Asker, Yönetici, İnsan, KKK. Yayınları, Ankara, 1995 Beşir Ayvazoğlu, Türk'ün Kültür Coğrafyasında Bir Gezinti, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1991. Cemal Kurnaz, Doç. Dr., Ahmet Talât Onay, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990. Cemal Kutay, Pembe Mendil, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1982. Cemal Kutay, Şehitlerimiz, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1980. Cemal Kutay, Tarih Ne Zaman İbrettir?, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1981. Cemal Kutay, Trablusgarp'ta Bir Avuç Kahraman, Posta Kutusu Yayınları, İstanbul, 1978. 204 son KAHRAMANLAR Cemalettin Taşkıran, Birinci Dünya Savaşı'nda Türk Esirleri, Ana Ben Ölmedim, Türkiye İş Bankası Kültür Yay, İstanbul, 2001. Cepheden Mektuplar, MSB, Haz. Hülya Yarar, Mustafa Delialioğ-lu, Ankara, 1999. Cumhuriyete Kan Verenler, Haz. Nail Ekici, Derman Boyladı, Mehmet Alatekin, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1973. Devrin Yazarlarının Kalemiyle Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, C. 1, Haz. M. Kaplan, İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci, A. Uçman, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981 Devrin Yazarlarının Kalemiyle Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, C. 2, Kültür Bakanlığı Yay, Ankara, 1992. Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, C. 1., İstanbul Matbaası, 1974. Ellis Ashmead Bartlett, Çanakkale Gerçeği, Çev. Bahriye Kıdemli Kurmay Yüzbaşı Rahmi. {Ashmead Bartlett'in Çanakkale Raporları, İstanbul, 1916) Notlandırarak Günümüz Diline Hazırlayan, Muzaffer Albayrak, Yeditepe Yayınları, İstanbul, Şubat 2005. Erol Orbay, Zaferden Zafere Türk Kahramanları, Sayı 6, 16 Ekim 1971. Eyüp Sabri, Esaret Hatıraları, Haz. Nejat Sefercioğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, 1978 (Eserin orijinal adı "Bir Esirin Hatıraları, Antep'te İngiliz Tecavüzünün Başlangıcı ve Türk Üserasma Zulüm ve İşkenceler" dir, Ankara, 1338 (1922). Öğüt Matbaası) Faik Tonguç, Birinci Dünya Savaşı'nda Bir Yedek Subayın Anıları, Türkiye İş Bankası Kültür Yay, 2. Baskı, Nisan 1999. Falih Rıfkı Atay, Tuna Kıyıları, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1938. Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, MEB Yay, İstanbul, 1970. Feridun Kandemir, Medine Müdafaası, Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler, Nehir Yayınları, İstanbul, 1991. H. Işık, E. Korgeneral, Yabancı Gözüyle Türkler ve Türk Ordusu, Gn. Kur. Bşk. Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Baş. Yay., Ankara, 1995. KAYNAKÇA 205 Hafız Hakkı Paşa, Şanlı Asker Ali Çavuş, Haz. Mehmet Açıkgözoğlu, Sinan Yayınları, İstanbul, 1973. Hikmet Dizdaroğlu, Müftüoğlu Ahmet Hikmet, TDK Yayınları, Ankara, 1964. Hüseyin Işık, E. Korg., Yabancı Gözüyle Türkler ve Türk Ordusu, Gn. Kr. Bşk. Yay, Ankara, 1995. İ. Hakkı Sunata, Gelibolu'dan Kafkaslara Birinci Dünya Savaşı Anılarım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2003. İbrahim Edhem, Plevne Hatıraları, Tercüman 1001 Temel Eser, Haz. Seyfullah Esin, İstanbul, 1979. İhsan Ilgar, Çanakkale 1915, Ak Yayınları. İstanbul, 1969. İsmail Habib Sevük, O Zamanlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981. İsmail Habib Sevük, Tuna'dan Batı'ya, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2000. İsmail Habib Sevük, Yurttan Yazılar, Kültür Bakanlığı Yayınları. Köprülü Şerif (İlden), Sarıkamış, Haz. Sami Önal, Türkiye İş Bankası Kültür Yay, 3. Baskı Nisan 2003, İstanbul. Mehmet Arif Seyhun, Piyade Tuğbay, Katıldığım 4 Savaş, Kültür Bak Yayınları, Ankara, 2000. Mehmet Kafkas, Milli Mücadelede Öncüler, (3 Cilt), Nü Yayınları, İzmir 1991. Naci Kaşif Kıcıman, Medine Müdafaası, Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı?, Sebil Yayınları, İstanbul, 1976. Nevzat Köseoğlu, Kitap Şuuru, Genç Sanat Yayınları, Tarihsiz. Osmanlı Devleti Tarihi, Editör Ekmeleddin İnsanoğlu, Zaman, İstanbul, 1999. Recep Şükrü Apuhan, Çanakkale Geçilmez, Timaş Yayınları, İstanbul, 2005. Süleyman Kocabaş, Tarihte Adil Türk İdaresi, Vatan Yayınları, İstanbul, 1994. 206 SON KAHRAMANLAR Süleyman Nazif, Malta Geceleri, Fırak-ı Irak Ve Galiçya, Haz. İhsan Erzi, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, 1979. Şükrü Fuad Gücüyener, Sina Çölü'nde Türk Ordusu, Kitap ve Ev-rak-ı Matbua Neşriyat Evi, İstanbul, 1957. Şükrü Kanaldı, E. Tümgeneral, 3. Piyade Alayı Hatıraları, 137 sayılı Askeri Mecmua, 1 Haziran 1945, Askeri Matbaa. Ürgüplü Mustafa Fevzi Taşer'in Hatıraları, Cepheden Cepheye, Esaretten Esarete, Haz. Eftal Şükrü Batmaz, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2000. Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun, 2. C, Timaş Yayınları, İstanbul, 1989. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Milli Savaş Hikâyeleri, Varlık Yayınları, İstanbul. Yılmaz Öztuna, Rumeli'ni Kaybımız, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1990. Yılmaz Öztuna, Tarih Sohbetleri, Ötüken Yayınlan, İstanbul, 1988. DERGİLER Hayat Tarih Mecmuası, Sayı 7, 8, 9 - Ağ. Ey. Ek. 1971 (Rıfat Erdal, Bir Yedeksubaym Birinci Dünya Harbi Hatıraları.) Kara Kuvvetleri Dergisi, 10 Kasım 1988, Özel Sayı, Ankara. Savaş Menkıbeleri Dergisi, Gn. Kur. Harp Tarihi Başkanlığı Yiğitlikler Serisi, No 2, Ankara, 1973. Tarih ve Toplum, Sayı 171, Mart 1998 (Mesut Çapa. Anadolu'da Yunan Savaş Esirleri.) Türk Yurdu, Sayı 122, Ekim 1997 ( Ali Kafkasyalı, Halk Şiiinde Kuzeydoğu Anadolu, Sarıkamış Felaketine Avşar Ağıtları.) Yıllarboyu Tarih. Sayı 12, Aralık 1979 (Nail Uçar, Gazi Osman Paşa Plevne'yi Anlatıyor.) * KAYNAKÇA 207 ŞİİRLER Enver Behnan Şapolya, İstiklal Savaşı Edebiyatı Tarihi, Ak Kitabe-vi, 1968. Necat Birinci, Doç. Dr., Kahramanlık Şiirleri Antolojisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990. Şükrü Elçin, Prof. Dr., Yurt Duyguları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay, Ankara, 1980. Ziver Tezeren, Çanakkale Savaşları Kahramanlık Şiirleri Antolojisi, Çanakkale Seramik Fabrikaları A.Ş. İstanbul, 1990. SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİ Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Milliyet İslam Ansiklopedisi, TDV. Osmanlıca-Türkçe Sözlük, Mustafa Nihat Özön, inkılap ve Aka K., İstanbul, 1979. Türkçe Sözlük, Dergah Y. İstanbul, 1989. den Soğanlı Dağlarında 87. Alay'dan geriye kalan yalnızca Alay sancağı idi. Çanakkale'de derelere daldırılan mataralara kan doluyordu. Gazzede siperlerin önünde patlamamış mermi aradık. Felahiye'de Yüzbaşı Muzaffer şon sözünü bir zarfın üzerine yazdı: "Kıble ne yöndedir?" Dumtupınar'da Üsteğmen Hamza dikenli telleri elleriyle parçaladı. Onlar yeryüzünün en yalnız insanlarıydılar... Kan, ter ve gözyaşı ile örülmüş günler, binlerce şehit ve gazi... I. Dünya Savaşı'nın ve Kurtuluş Savaşı'nın unutulmaz anları 'm kalemiyle bugünlere taşınıyor... Bu kitap; 1914-1922 yılları arasında en çetin imtihanlardan yüzünün akı ile çıkmış bir aşkı anlatıyor. Belki o hüzne, hasrete, o mektupları kaybolan adamlara karışmak istersiniz... Belki o yalnızlığa bir son vermek istersiniz diye... YTL