tc ankara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü eskiçağ dilleri ve

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ESKİÇAĞ DİLLERİ VE KÜLTÜRLERİ (LATİN DİLİ VE EDEBİYATI)
ANABİLİM DALI
AUSPICIUM ET IMPERIUM: ROMA CUMHURİYET DÖNEMİNDE İÇ
SİYASET VE KEHANET
Doktora Tezi
Çağatay Aşkit
Ankara-2011
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ESKİÇAĞ DİLLERİ VE KÜLTÜLERİ (LATİN DİLİ VE EDEBİYATI)
ANABİLİM DALI
AUSPICIUM ET IMPERIUM: ROMA CUMHURİYET DÖNEMİNDE İÇ
SİYASET VE KEHANET
Doktora Tezi
Çağatay Aşkit
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Mehmet Özaktürk
Ankara-2011
ÖNSÖZ
Yüklek lisans tezimi Cicero’nun yargısal söylevlerinde kullandığı retorik
yöntemler alanında yaptıktan sonra, Latin edebiyatının değişik alanlarında da
uzmanlaşmam gerektiğini söyleyen danışmanım ve değerli hocam Prof. Dr. Mehmet
ÖZAKTÜRK’ün önerisi ve desteğiyle Roma’da din-siyaset olgusu üzerine çalışmaya
karar verdim.
Doktora ders aşamasındaki okumalarım sırasında Roma’nın her
döneminde din ve siyasetin birbirini ne denli büyük oranda etkilediğini fark ettim.
Doktora çalışmasında ortaya koyulması beklenen derinliği göz önüne aldığımda,
tezimi iç siyasi çekişmelerin yoğun olduğu ve din olgusunun bu çekişmelerde önemli
bir rol oynadığını fark ettiğim Cumhuriyet Dönemi ile sınırlandırmayı tercih ettim.
Çalışmalarım sırasında kaynaklara ulaşma konusunda zaman zaman zorluklar
yaşadım. Ancak, Üniversitemizin sağladığı elektronik kaynaklara eklenen veri
tabanları, en azından konumla ilgili yazılmış olan makalelere ulaşma konusunda bana
büyük kolaylık sağladı.
Çalışmalarım sırasında çok sayıda kişinin yardımını gördüm. Yüksek lisans
aşamasından itibaren danışmanlığımı yapan, bu çalışmanın üstesinden hakkıyla
geleceğim konusunda bana güvenen ve desteğini benden esirgemeyen, titizlikle
yaptığı düzeltmeleri ve bilimsel önerileriyle farklı bakış açıları geliştirmemde ve bu
çalışmanın oluşmasında büyük emeği olan Sayın Hocam Prof.Dr. Mehmet
ÖZAKTÜRK’e, eğitim hayatımda büyük emeği olan ve İtalyanca metinleri okuyup
anlamamda benden yardımlarını esirgemeyen Sayın Hocam Prof. Dr. Filiz
ÖKTEM’e, Yunanca kaynakları değerlendirmemde yardımcı olan Sayın Hocam
v
Prof.Dr. Candan ŞENTUNA’ya, sıkıştığım zamanlarda yardımlarına başvurduğum
Sayım Hocalarım Prof.Dr. Gül ÖZAKTÜRK ve Prof.Dr. Fafo TELATAR’a
teşekkürü bir borç bilirim.
Kaynaklara ulaşma konusunda birçok kişinin yardımını gördüm. Yoğun
çalışmaları arasında zaman ayırıp, doktora tezini bana gönderen John NORTH’a,
Hititlerde falcılık ile ilgili kaynaklara ulaşmada desteklerini gördüğüm Prof.Dr. Cem
KARASU, Prof.Dr. Yasemin ARIKAN ve Yrd.Doç.Dr. Sedat ERKUT’a, ihtiyaç
duyduğum kaynakları Viyana Üniversitesi kütüphanesinden bana taşıyan değerli
kuzenlerim Özlem ve İsben ÖNEN’e, gözümden kaçan bazı noktalar konusunda
beni uyaran sevgili meslektaşım ve dostum Tolga ÖZHAN’a, son olarak doktora
süreci boyunca sabır gösterip dertlerimi paylaşan, bebeğimiz Kutay’ın bakımını tek
başına üstlenerek bu çalışmanın ortaya çıkması için en az benim kadar emek veren
sevgili eşim Hazel AŞKİT’e teşekkür ederim.
Nisan 2011
Çağatay AŞKİT
İÇİNDEKİLER
I.
GİRİŞ ................................................................................................................. viii
I.1
Eskiçağ’da Biliciliğe Genel Bakış.............................................................. viii
I.2
Kaynakların ve Modern Araştırmaların Durumu ......................................... xi
I.3
Çalışmanın Amacı ve Kapsamı ................................................................... xv
I.4
Kuruluş Düzeni ........................................................................................... xv
I.5
Teknik Noktalar.......................................................................................... xvi
II. MEZOPOTAMYA’DAN ROMA’YA BİLİCİLİK TÜRLERİ VE YÖNTEMLERİ ... 1
II.1
Divinatio Naturalis ve Artificiosa ................................................................. 1
II.2
Tanrı İşaretlerinin Yorumlanması ................................................................. 2
II.2.1
Eskiçağ Omen Metinleri ........................................................................ 2
II.2.2
İç Organ Falı .......................................................................................... 4
II.2.3
Kuş Falı .................................................................................................. 4
II.3
Roma Dini: Kutsal Törenler ve Kehanetler................................................... 7
II.3.1
II.4
Pontifex’ler ............................................................................................. 8
Prodigia ......................................................................................................... 9
II.4.1
Haruspex’ler ........................................................................................ 11
II.4.2
Quindecemviri Sacris Faciundis .......................................................... 13
II.4.3
Augur’lar .............................................................................................. 15
II.5
Auspicium ve Imperium ............................................................................... 17
II.5.1
II.6
Auspicia Privata ve Publica: ............................................................... 17
Romulus-Remus: Tanrı Onayı Konusunda İlk Anlaşmazlık:...................... 23
III. SINIFLAR ARASI MÜCADELE VE AUSPICIUM ............................................. 27
III.1 Sınıflar Arası Mücadelenin Gelişimi........................................................... 27
III.2 Eskiçağ Kaynaklarına göre Auspicium’ların bu Mücadeleki Yeri: ............. 29
IV. IMPERATORES ET AUSPICIUM ...................................................................... 73
V. NOBILES ET AUSPICIUM .............................................................................. 100
VI. TRIBUNI PLEBIS ET AUSPICIUM ................................................................. 161
VII. SONUÇ ............................................................................................................. 199
VIII.
EKLER ....................................................................................................... 206
VIII.1
Resim 1: Kilden kuzu ciğer maketi ....................................................... 206
VIII.2
Resim 2: Bronz kuzu ciğeri maketi ....................................................... 206
VIII.3
Resim 3: Bronz Haruspex heykelciği .................................................... 207
vii
VIII.4
Resim 4: Vel Saties................................................................................ 208
VIII.5
Resim 5: Numa Pompilius’un Kral İlan Edilişi ..................................... 208
VIII.6
Resim 6: Fasti Consulares ..................................................................... 209
VIII.7
Resim 7: Fasti Consulares’teki İ.Ö. 172 yılına ilişkin kayıt ................. 209
IX. KAYNAKÇA ...................................................................................................... 210
X. TEZ ÖZETİ ....................................................................................................... 221
XI. SUMMARY........................................................................................................ 223
I.
I.1
GİRİŞ
Eskiçağ’da Biliciliğe Genel Bakış
Eskiçağ toplumları evrende gerçekleşen ve kendi bilgi sınırlarını aşan her
türlü doğa olayını, işlenen bir suça karşı tanrıların gönderdikleri ceza olarak
görmüşlerdir. Deprem, salgın hastalık, kıtlık ve savaş gibi bireylerin ve toplumların
kaderini
etkileyen
olayların,
bu
üstün
güçler
tarafından
düzenlendiğini
düşünmüşlerdir. Bilim ve teknolojinin, bu tür doğa olaylarının nedenlerini ortaya
çıkardığı günümüzde bile, bu düşünce yapısının toplumlar içinde ne denli etkili
olduğunu gördüğümüzde, eskiçağ toplumlarındaki bu inanışı daha iyi kavrayabiliriz.
Tek tanrılı ya da pagan dinlerine baktığımızda, aynı olguyla, insanoğlunun işlediği
günahlar karşılığında tanrı ya da tanrılar tarafından, bu dünyada ya da öte dünyada
cezalandırıldığı ya da cezalandırılacağı inancıyla karşılaşırız. Bu nedenle
insanoğlunun tanrıların hoşuna gitmeyecek hareketlerden kaçınması gerekmektedir.
Tek tanrılı dinlerde insanoğlunun uyması gereken kurallar kutsal kitaplarda
belirtilmiş, tanrıyla insan arasındaki aracılık görevini, yani vahiy yoluyla tanrıyla
iletişim kurup isteklerini insanoğluna aktarma işini ise peygamberler üstlenmişlerdir.
Gerekli rituellerin doğru biçimde yerine getirilmesi için din adamları aracı
olmuşlardır. İnsanoğlunun kutsal kitaplarda yazanlara uyduğu takdirde başına
gelebilecek felaketlerden korunabileceği bildirilmiştir.
Pagan dinlerinde ise tanrı isteklerini önceden belirleyen, vahiy yoluyla gelmiş
kutsal kitaplar yoktur. Bireylerin ve toplumun esenliği için, tanrılara karşı doğru
davranış biçimini belirlemek ya da tanrılarla ilişkili olduğunu düşündükleri sorunlara
çözüm bulmak amacıyla, tanrılara danışmak, belirli konularda onların fikirlerini
sormak sıkça görülen bir uygulamadır. Tanrılarla bir çeşit iletişime geçme biçimi
ix
olan bu sanat genel olarak kehanet, fal ya da bilicilik (yun. μαντική (mantikē), lat.
divinatio), bu konuda aracı olan görevliler de kâhin, falcı ya da bilici olarak
adlandırılmaktadır.
Eskiçağ toplumlarında bilicilik devlet yönetim mekanizmasının bir parçası
olarak da kullanılmıştır. Örneğin Lidya kralı Kroisos’un Perslerle yapacağı savaş
öncesi danıştığı Delphoi kehanet merkezinin verdiği yanıt ve Kroisos’un bu yanıtın
gerçek anlamını ancak savaşı kaybettikten sonra anlayabilmesi, bu tür söylenceler
arasında en bilinenidir. Hitit krallarının herhangi bir kentte yazı ya da kışı
geçirmelerinde herhangi bir sakınca olup olmadığını rahipleri aracılığıyla tanrılara
sordurduklarını belirten tabletler pek çoktur. Mezopotamya’dan Çine ve Hititlere,
Antik Yunan’dan Mısır’a ve Etrüsklere kadar uzanan geniş bir alanda bazen bizzat
tanrılar adına yeryüzünde çalışan yöneticileri bazen de yöneticilerin aldıkları
kararları tanrıların onayladığı ve desteklediği gösterilmek istenmiştir.
Roma’da dinle ilgili genel düşünce ve tanrılara bakış eskiçağ toplumlarından
pek de farklı değildir. Tanrılar, gerekli dini törenler yerine getirilmediği zaman, insan
yaşamına zarar verebilen ulu güçler (numen) olarak görülmüşlerdir1. Dolayısıyla
toplumun gönenç ve esenliği tanrılarla insanlar arasında bir sorun olmamasına
bağlıdır. Roma devlet dininin varoluş nedeni devletin tanrılarla barışık olmasını (pax
de(or)um), toplumun tamamını ilgilendiren sorunlar ortaya çıktığı zaman, tanrıların
neye öfkelendiğini öğrenmeyi ve bu öfkeyi yatıştırmak için gerekli önlemleri almayı
gerektirmektedir2. Bu amaçla Roma’da rahip kurulları, tanrıların öfkesini belli ettiği
düşünülen bir takım işaretler (auspicia oblativa) belirdiğinde, öteki eskiçağ
1
Dürüşken, Ç., Roma Dini, Türk Eski Çağ Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 2003, s.1-2.
2
Pax de(or)um için bkz. Bayet, J., Histoire Politique et Psychologique de la Religion Romaine, Payot,
Paris, 1957, s.58; Dumézil, G., Archaic Roman Religion : with an Appendix on the Religion of the
Etruscans, Johns Hopkins University Press, Baltimore, 1996, s.133.; Dürüşken, Ç., Roma Dini, s.1.
x
devletlerine benzer yöntemler kullanırlar. Örneğin, augur’lar tanrı öfkesinin nedenini
anlayabilmek için kuşların hareketlerini izlerler. Decemviri sacris faciundis kurulu
Sibylla kehanet kitaplarına danışırlar. Etrüsk kökenli olan haruspex’ler hayvanların
iç organlarını incelerler. Pontifex’ler ise dini törenlerin doğru bir biçimde
yürütülmesini sağlamakla yükümlüdürler. Bütün bu kurulların eşdeğerleri ya da
benzerleri eskiçağ devletlerinde bulunabilir.
Ancak Roma devlet dinini öteki eskiçağ devletlerinkinden ayıran belirgin bir
fark vardır. Özellikle siyasi erkin güçlüler arasında paylaşıldığı cumhuriyet
döneminde, Romalı siyasetçiler, bilicilik alanında eskiçağ devletlerindekilerle
kıyaslanamayacak kadar etkilidirler. Çünkü az önce değindiğimiz rahip kurullarında
görev alanların birçoğu (haruspex’ler dışında), aynı zamanda senatus üyesidir;
birçoğu devletin en üst kademelerinde görev (magistratus) yapmış, Roma siyasi
yaşamına yön vermiştir. Oysa diğer eskiçağ devletlerinde rahipler genelde
yöneticilerin danıştığı uzman kişilerdir, Delphoi gibi kurumlaşmış olanları vardır,
ama çoğu bağımsızdır, politika ile uğraşmayan profesyonel kâhinlerdir. Cicero’nun
deyimiyle, Romalıların ataları devleti yönetenlerle, tanrılarla ilgili işleri yönetenlerin
aynı kişiler olmasını istemişlerdir; amaçları, bu seçkin ve yüce insanların devleti iyi
bir biçimde yöneterek dini, dini akıllı bir biçimde yorumlayarak da devleti
korumalarıdır3.
Siyasetçilerin etkinliği, devletle ilgili belirli bir konuda tanrının
fikrini sorma (auspicia publica impetrativa) söz konusu olduğunda daha da
çarpıcıdır. Her türlü resmi toplantıdan önce, tanrının izin verip vermediğini öğrenme
görevi rahiplerce değil, toplantıya başkanlık edecek magistratus’larca yürütülmüştür.
Dolayısıyla tanrı isteği ve iradesiyle ilgili yapılan yorumların siyasi sonuçlarının da
olması kaçınılmazdır.
3
Cic. Dom.1.1
xi
I.2
Kaynakların ve Modern Araştırmaların Durumu
Eskiçağ yazarlarından M. Tullius Cicero, Roma tarihi, edebiyatı ve felsefesi
alanlarında olduğu gibi, bilicilik söz konusu olduğunda da en önemli kaynaklardan
biridir. De natura deorum, De divinatione, De legibus, De haruspicum responsis ve
De domo sua yapıtlarında, Roma’da bilicilik ile ilgili ilk elden bilgilere ulaşmak
mümkündür. Livius, Dionysos Halikarnassos gibi tarihçilerin yapıtları yanında
Plutarkhos’un ünlü Yunanlı ve Romalı şahsiyetlerin biyografilerini içeren “Bioi
Paralleloi” adlı yapıtı, Valerius Maximus’un Factorum ac Dictorum Memorabilium
Libri yapıtı siyaset ve bilicik ilişkisi konusunda önemli bilgiler içermektedir.
Cicero, Livius, Dionysos Halikarnassos ve Plutarkhos gibi yazarların
yapıtlarında bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Ancak temel sorun bu
döneme ilişkin yazılı belge yetersizliği değil, bu belgeleri yazanların aşağı yukarı
tamamının İ.Ö. 1.yüzyıl ve sonrasında, yani söz konusu olaylardan yaklaşık 350-400
yıl sonra, yaşamış kişiler olmasıdır. Ayrıca bu yazarlar yapıtlarında, yaşadıkları
döneme ilişkin bir takım olgulardan ve değer yargılarından yola çıkarak geçmişte
yaşandığı düşünülen olayları biçimlendirmişlerdir. Bu bakımdan söz konusu
yazarların bu dönemle ilgili yazdıkları zaman zaman yanıltıcı olabilir ya da tarihi
gerçekleri tam olarak yansıtmayabilir. Ancak bu durum yazılanların yine de önemli
ve incelemeye değer olduğu gerçeğini değiştirmez. Zira, Romalılar dinle ilgili bir
sorun ortaya çıktığında, atalarının benzer durumlarda yaptıklarından yola çıkarak
sorunu çözmeye çalışmışlardır. Dinle ilgili kuralları belirlemek açısından geçmişte
yaşadıkları deneyimler onlar için son derece önemlidir. Dolayısıyla sözlü geleneğin
egemen olduğu, deneyimlerin söylence biçiminde kuşaktan kuşağa aktarıldığı Roma
toplumunda geçmişle ilgili olaylara nasıl bakıldığı, bu olayların nasıl yorumlandığı
konusunda bu yazarlar bize en azından bir fikir vermektedirler.
xii
Roma dini ve siyaseti üzerine günümüze değin yapılmış olan çalışmalar4,
siyasi mücadelelerin büyük bir hız kazandığı İ.Ö. 1. yüzyılda dinin, özellikle de
biliciliğin, siyasal yaşamda ne denli önemli bir rol oynadığını, birbirlerine üstünlük
sağlama amacı güden siyasetçiler tarafından çıkar amaçlı kullandığını bize
göstermektedir. Cumhuriyetin son yüzyılında biliciliğin ve dinin siyasi çıkar uğruna
bu denli sıkça kullanılması, bazı bilim adamlarınca Roma’da devlet dinine olan
inancı zayıflatan ve Hrıstiyanlığın bireyler arasında yayılmasına olanak tanıyan
unsurlardan biri olarak değerlendirilmiştir5. Roma dininin inanç temelinden çok,
gelenek ve işe yarama açısından değerlendirilmesi gerektiğini savunan bazı bilim
adamları ise bu zayıflama görüşüne karşı çıkmışlardır6.
Auspicium ve augur’lar kurulu üzerine yazılmış olan kuramsal eserler de
tartıştıkları konularla ilgili örnekleri genel olarak İ.Ö. 1. yüzyıl içinden seçmişlerdir7.
4
Taylor, L. R., Party Politics in the Age of Caesar, University of Calif. Press, Berkeley,, 1949, s.76-
97; Bergemann, C., Politik und Religion im Spatrepublikanischen Rom, Franz Steiner, Stuttgart, 1992,
s.1-39.; DeMartino, R.M, The Roman Nobility and the State Religion in the Late Republic, PhD,
Rutgers University, 1985.
5
Devlet dinine olan inancın zayıfladığı görüşü için bkz. Wissowa, G., Religion und Kultus der Römer,
C.H. Beck, München, 1912, s.60-72.; Altheim, F., A History of Roman Religion, Methuen, London,
1938, s.328-331; Latte, K., Römische Religiongeschichte, Beck, Munich, 1960, s.264-293; Dumézil,
G., Archaic Roman Religion : with an Appendix on the Religion of the Etruscans, s.526-550.
Şüphesiz Lucretius’un eserinde ve Cicero’nun tanrıların doğasını ele aldığı De natura deorum,
biliciliği değerlendirdiği De divinatione yapıtlarında konuşan ve çeşitli felsefe akımlarının temsilcileri
olan soyluların söylediklerinde dini geleneklere karşı eleştirel bir yaklaşımın var olduğu hemen göze
çarpmaktadır. Bu yapıtları yazan Cicero’nun augur’lar kurulunun başı olduğu ve eserlerinin yapı
bakımından çeşitli felsefe akımlarının görüşlerini yansıttığı göz önüne alınmalıdır. Hayatı boyunca
tanrılarla ilgili söylediği sözler bir kenara bırakılarak, Cicero’nun tanrıların varlığına inanmadığı
söylemek çok zordur. (ayrıntılı bilgi için bkz. Menzilcioğlu, Ç., “Cicero Tanrı-Tanımaz mı?”,
Kutadgubilig 15 (2009): s.77-86.
6
North, J.A, “Conservatism and Chance in Roman Religion”, Papers of the British School at Rome 44
(1976): s.10-12.; Liebeschuetz, J. H. W. G., Continuity and Change in Roman Religion, Oxford
University Press, Oxford, 1979, s.4 v.d.
7
19. yüzyılın sonuna doğru tarihçilerin bilicilik konusuna artan ilgisi birbiri ardına dev kuramsal
xiii
Klasik dönem yazarlarının yapıtları incelendiğinde, İ.Ö. 1 yüzyılın, gerçekten de
biliciliğin siyasi amaçlı kullanıldığını düşündürtecek kadar çok sayıda örnek içerdiği
görülmektedir. İ.Ö.59 yılı consul’ü Bibulus’un, görevdeşi Iulius Caesar’ın yasa
çıkarma girişimini, tanrıların onayını almak için gökyüzünü seyrettiğini bahane
ederek sürekli geciktirmesi8; İ.Ö.55 yılı praetor seçimlerinde rakibi Cato’nun
seçildiğini duyunca consul ve augur olan Cn. Pompeius’un yıldırım sesi duyduğunu
söyleyerek toplantıyı iptal etmesi9; Cicero’nun, tanrının onay vermediğini leri
sürerek P. Clodius’un aedilis seçilmesini engellediği için, yandaşı Milo’yu övmesi10;
tanrı onayını arama zorunluluğunu ortadan kaldırdığı için, Clodius’u eleştirmesi11,
öte yandan bu onayı kendi siyasi çıkarı için kullandığını söyleyerek, Marcus
Antonius’tan yakınması12en bilinen örnekler arasındadır. Cumhuriyetin son
döneminde yaşamış olan Yunan tarihçi Dionysos Halikarnassos “Roma Tarihi” adlı
yapıtında, augur’lardan bazılarının sol tarafta çakan bir şimşek gördüklerini
söylediklerini, ancak aslında böyle bir şey olmadığını belirtmiştir (2.6.2-3).
Roma’da auspicium’ların siyasi çıkar amacıyla kullanılıp kullanılmadığı
konusu bazı modern araştırmacılar tarafından ele alınıp incelenmiştir. Jerzy
Linderski, sınıflar arası mücadele döneminde auspicium’ların rolünü ele aldığı
eserlerin oluşmasıyla sonuçlanmıştır; bkz. Bouché-Leclercq, A., Histoire de la divination dans
l'Antiquité, E. Leroux, Paris, 1879; Valeton, I.M.J., “De Modis Auspicandi Romanorum”, Mnemosyne
17 (1890): s.275-325; Wissowa, G., “Augures”,Pauly, et al. (ed.), Paulys Realencyclopädie der
classischen Altertumswissenschaft vol.2, J.B. Metzlerscher Verlag, Stuttgart,, 1896 içinde: s.23132344. Yirminci yüzyılda ise iki çalışma öne çıkmaktadır; bkz. Catalano, P., Contributi Allo Studio Del
Diritto Augurale, G. Giappichelli, Torino, 1960; Linderski, J., “The Augural Law”, Aufstieg und
Niedergang der römischen Welt 2.16 (1986): s.2146-2312.
8
Suet.. Iul. 20.1; Dio 38.6
9
Plut. Cat.Min. 42.3; Pomp.52
10
Cic. Att. 4.3.3
11
Cic. Red.sen. 11; Sest. 33 ve 56; Har. resp. 58
12
Cic. Phil. 2.81-83
xiv
çalışmasında, eskiçağ yazarları tarafından auspicium’ların patricius’un kalesi ve
siyasi güçlerini korumak için dayanak noktalası olarak yansıtıldığını belirtmektedir13.
Cumhuriyet döneminde din ve siyaset ilişkisini ele alan modern araştırmaların, İ.Ö.
3. yüzyıl, özellikle de bu yüzyılın ikinci yarısı üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir.
Bu konuda yapılan değerlendirmelerde genel olarak iki eğilim karşımıza
çıkmaktadır. Bir grup araştırmacı, bu dönemde tanrı onayı ile ilgili alınan kararlardan
augur’lar
kurulu
üyelerinden
Q.
Fabius
Maximus’un
kazançlı
çıktığını
belirtmişlerdir. Augur’lar kurulu tarafından alınan kararları kişisel çıkar açısından
değerlendirmiş görünmektedirler14. Başka bir grup araştırmacı ise Q. Fabius ve
grubunun bu kararlardan kişisel menfaat elde etmediğini, tek düşündüklerinin
devletin esenliği olduğunu söyleyerek bu görüşe karşı çıkmıştır15. Bu dönemde
auspicium’ların siyasi amaç uğruna istismar edildiği savının çok zayıf olduğunu, Gal
kabileleriyle ve Kartaca ile yapılan savaşların yer aldığı yıllarda devlet dinine özen
gösterilmesinin doğal olduğunu belirtmiştir. İ.Ö. 2 yüzyılda doğrudan din ve siyaset
arasındaki ilişkiyi inceleyen birkaç çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalar
auspicium’ların siyasi amaçlı kullanımının İ.Ö. 2. yüzyılın sonuna doğru
yoğunlaştığını belirtmektedirler16.
13
Linderski, J., “The Auspices and the Struggle of Orders”, (ed.) Eder, W., Staat und Staatlichkeit in
der frühen römischen Republik: Akten eines Symposiums, 12.-15. Juli 1988, Freie Universität Berlin,
Steiner, Stuttgart, 1990 içinde: s.34-48.
14
Münzer, F., Römische Adelsparteien und Adelsfamilien, J.B. Metzlersche Verlagsbuchhandlung,
Stuttgart, 1920, s.74 ve 125-126; Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, Clarendon Press,
Oxford,, 1973, s.49-58.
15
North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the
Second Punic War to the time of Sulla (PhD), Oxford University, 1967, s.428; Develin, R., “Religion
and Politics at Rome during the Third Century BC”, Journal of Religious History 10 (1978): s.3-19.
16
North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the
Second Punic War to the time of Sulla s.430; Rawson, E., “Religion and Politics in the Late Second
Century B.C. at Rome”, Phoenix 28.2 (1974): s.193-212.
xv
I.3
Çalışmanın Amacı ve Kapsamı
Yukarıda saydığımız modern görüşlerden farklı olarak, biz tanrı onayıyla
ilgili kararların sonuçları bakımından zaten siyasi olduğunu, bu nedenle bu konuda
alınan kararların, siyasi çekişmelerin yoğunlaştığı her dönemde, tartışma yarattığını
düşünüyoruz. Şüphesiz bu tür bir sav varsayımlardan öte, antik kaynaklardan bu
konuya ilişkin kanıtların ortaya çıkarılması ve bunların doğru bir biçimde
değerlendirilmesiyle desteklenmelidir. Bu nedenle bu çalışmada cumhuriyet
döneminin ilk yıllarından İ.Ö.1. yüzyıla kadar uzanan zaman dilimi incelenerek
(yaklaşık olarak İ.Ö.450-90), bu dönemde yer alan siyasi mücadelelerde biliciliğin,
özellikle de auspicium’un rolü araştırılacaktır.
I.4
Kuruluş Düzeni
Bu çalışma, din tarihi ya da siyasi tarih çalışmasından çok, esas olarak
cumhuriyet döneminde tanrı onayı (auspicium) ve siyasi erk arasındaki bağlantıyı
belirten eskiçağ kaynaklarındaki bilgilerin kronolojik sırayla değerlendirilmesi ve
yorumlanmasını içermektedir. Çalışmanın birinci ve ikinci bölümlerinde teknik
terimlere açıklık getirebilmek ve okuyucuya kolaylık amacıyla, Eskiçağ’da bilicilik
anlayışı, Roma Cumhuriyet döneminde biliciliğin nasıl ve kimler tarafından
yapıldığı, kullanılan teknik terimlerle ilgili açıklayıcı bilgiler verilmeye çalışılacaktır.
Cumhuriyet dönemi Roma siyasi yaşamının biçimlenmesinde çok önemli bir
payı olduğu düşünülerek çalışmanın üçüncü bölümü sınıflar arası mücadeleye
ayrılmıştır. Bu bölümde şu noktaya odaklanılmıştır: Yaklaşık olarak iki yüzyıl süren
sınıf mücadelesinde auspicium nasıl bir rol oynamıştır? Bu soruna açıklık
getirebilmek amacıyla, ilk olarak plebs’lerin patricius’lardan ne tür istekleri olduğu
ortaya koyulmuş, bu istekler sınıflandırılmış, sonra, patricius’ların bu isteklere yanıt
xvi
verirken auspicium’ları ve biliciliği kendi siyasi çıkarları için nasıl kullandıkları
gösterilmeye çalışılmıştır.
Dördüncü bölümde sınıflar arası uyumun sağlanmasından sonraki yaklaşık
yetmiş yıllık dönem (İ.Ö.300-232) ele alınmıştır. Bu yıllarda Roma’nın birbiri ardına
girdiği savaşlar nedeniyle olsa gerek bu döneme değinen eskiçağ yazarları iç
siyasetten çok dışarıda yapılan savaşlarla ilgili bilgiler vermektedir. Bu nedenle
“Imperatores et Auspicium” adını verdiğimiz üçüncü bölümde, savaş alanlarında
auspicium’ların işlevi ve iç siyasete etkileri üzerinde durulmuştur.
Çalışmanın “Nobilitas et Auspicium” başlıklı beşinci bölümünde,
ortaya
çıkan yeni yönetici sınıfın (nobilitas), yönetim erkini ele geçirmek ya da elinde
tutmak için birbirleriyle giriştiği mücadelede auspiciumları ve biliciliği bir araç
olarak kullanıp kullanmadığı konusu incelenmiştir.
Son bölümde ise İ.Ö.150 ve 90 arasındaki dönemde halk temsilcileri ve
senatus arasında, Roma’nın kaderini etkileyen ve şiddet olaylarıyla sonuçlanan siyasi
mücadele üzerinde durulmuş ve araştırmamız, auspicium’ların bu mücadeleye olan
etkisi üzerine yoğunlaşmıştır.
I.5
Teknik Noktalar
Çalışmada değinilen eskiçağ yazarlarının ve yapıtlarının adları Hornblower,
S., The Oxford Classical Dictionary, 3rd Edition, Oxford University Press, Oxford,
2003 baskısındaki kısaltmalar bölümü temel alınarak kısaltılmıştır.
Aksi
belirtilmediği takdirde, eskiçağ yazarlarının metinleri için Loeb Classical Library
basımları esas alınmış, yapılan alıntıları belirleyen numaralama sistemi de buna göre
düzenlenmiştir.
Çalışma içinde, incelenen olaylar hakkında bilgiler içerdiği görülen epigrafik
kaynaklara da yer verilmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, görev yapmış
xvii
olan consul’lerin adlarının yıl yıl kaydedildiği Fasti consulares ve zaman zaman da
övgü yazıtları (eulogia) kullanılmıştır. Bu yazıtların transkripsiyonu ve yorumu için
Atilio Degrassi’nin Inscriptiones Italiae 13.1: Fasti Consulares et Triumphales,
Roma, 1947 ve CIL (Corpus Inscriptionum Latinarum) yapıtları esas alınmış ve bu
yapıtlardaki sayfa numaralı verilmiştir.
Modern kaynaklara yapılan göndermelerde, ilk seferde künyeler açık olarak
verilmiştir. Çalışma içinde, aynı esere tekrar gönderme yapıldığında, sırasıyla
yazarın soyadı, eserin adı ve sayfa numarası verilmiştir. Kitap adları italik harflerle,
makaleler, kitap bölümleri ve ansiklopedi maddeleri ise çift tırnak içinde yazılmıştır.
Türkçe sözcüklerin yazımında, Türk Dil Kurumu’nun 1998 basımı Türkçe
Sözlüğü esas alınmıştır.
II.
MEZOPOTAMYA’DAN ROMA’YA BİLİCİLİK TÜRLERİ VE
YÖNTEMLERİ
II.1
Divinatio Naturalis ve Artificiosa
Cicero’nun İ.Ö.44 yılında yazdığı De divinatione (Bilicilik Üzerine) yapıtında
konuşan kardeşi Quintus, biliciliği ikiye ayırmıştır ( I.34). Birincisi sanattan yoksun,
doğal olan (divinatio naturalis), gözleme, incelemeye ve geçmiş gözlemlerin
kaydedilmiş sonuçlarına dayanmayan, akıl yürütme ve varsayımdan yoksun olan
biliciliktir. Bu türde uykuda ya da kendinden geçmiş bir ruh haliyle, bir çeşit esrime
durumundayken geleceğe ilişkin öngörülerde bulunulur17. Cicero, Delphoi, Dodona
ve Sibylla Erytrhraea (I.37-39) gibi bilicilik merkezlerindeki kehanetlerin (oracula),
eskiçağda bilicilik yöntemi olarak önemli bir yer tutan rüyaların (I.39-64) bu gruba
girdiğini söylemiştir. İkinci türün genel özelliği ise varsayıma ya da geçmişte
gözlenen ve kaydedilen işaretlerden bir takım sonuçlar çıkarılmasına dayanır (I.72).
Bu bakımdan yetenek gerektiren sanatsal bir biliciliktir (divinatio artificiosa). Bu
bilicilik türünde tanrı işaretleri ikiye ayrılmaktadır. Tanrıların bir şeyden hoşnut olup
olmadığını insanoğluna belli etmek için kendiliğinden gönderdiğine inanılan işaretler
(signa oblativa); Şimşek çakması, gök gürlemesi, gökyüzü ve yeryüzünde görülen
sıra dışı olaylar bu tür işaretlerdir. Diğeri ise, yapılacak bir işe tanrıların onay verip
vermediğini öğrenmek ya da neye öfkelendiğini bulmak amacıyla, onlardan bir işaret
göndermesini istemeye ve gönderilen işareti (signa impetrativa) yorumlamaya
yöneliktir.
17
İki tür bilicilik arasındaki karşılaştırma için ayrıca bkz. Plato, Phdr. 244
2
II.2 Tanrı İşaretlerinin Yorumlanması
II.2.1 Eskiçağ Omen Metinleri
Eskiçağda, sonraki kuşakların yararlanması amacıyla geçmiş deneyimlerin
kaydedildiği, tanrılardan gelen işaretlerin (omina) ne anlama gelebileceğini ve nasıl
yorumlanması gerektiğini gösteren el kitapları türünde kayıtlar sıkça bulunmaktadır.
Nineveh’teki Aššurbanipal kütüphanesindeki tabletlerden Mezopotamya’ya ait bu tür
kayıtlar, başka bir deyişle omen kolleksiyonları günümüze kadar gelmiştir. Bunlar
arasında Enūma Anu Enlil adıyla bilinen kayıtlar, ayın evreleri, güneşin etrafında
gelişen sıra dışı olaylar, şimşek çakması, yıldırım düşmesi, bulutların biçimi,
gökkuşağı, depremler ve rüzgârlar, gezegenlerin ve yıldızların hareketleri, kısacası
gökyüzündeki her türlü olay ve işaret hakkında bilgi vermektedir. Šumma Ālu (eğer
şehir tepede yerleşirse) adıyla bilinen kayıtlarda, yeryüzündeki gündelik yaşama
ilişkin işaretler kaydedilmiş, Ziqīqu adlı kayıtlarda rüyalarla ilgili işaretler ve son
olarak Šumma Izbu’da ise sıra dışı doğumlardan kaynaklanan işaretler aktarılmıştır18.
Bu metinlerin kuruluş düzeni genelde bir gözlemin ya da durumun öne sürüldüğü
koşul cümlelerinin (apodosis) ardından gelen ve görülen olgunun ne anlama
gelebileceğini belirten sonuç cümlesi (protasis) biçimindedir19. Bu tür metinlerin
Mezopotamya’da oldukça yaygın olduğu görülmektir. Örneğin Eski Babil dönemine
18
Bu omen koleksiyonları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Rochberg, F., The Heavenly Writing :
Divination, Horoscopy and Astronomy in Mesopotamian Culture, Cambridge University Press,
Cambridge ; New York, 2004.
19
Bu metinlerin yapısı için bkz. Rochberg, F., “"If P Then Q": Form and Reasoning in Babylonian
Divination”, (ed.) Annus, Amar, Divination and Interpretation of Signs in the Ancient World The
University of Chicago, Chicago, 2010 içinde: s.19-28. Metin örnekleri için bkz. Oppenheim, A. L.,
“A Babylonian Diviner's Manual”, Journal of Near Eastern Studies 33 no:2 (1974): s.197-220.; Geers,
F.W., “A Babylonian Omen Text”, The American Journal of Semitic Languages and Literatures 43,
no:1 (1926): s.22-41.
3
ait omen metinlerine benzeyen Aramice yazılmış metinler bulunmaktadır20. Hitit
kentlerinde yapılan kazılarda Akadca yazılmış, olağandışı doğumlar ve astronomik
gelişmelerle ilgili bu tür metinler bulunmuştur21. Roma’da cumhuriyet dönemi
boyunca senatus’un sık sık görüş aldığı Etrüsk kökenli biliciler olan haruspex’lerin
de gökyüzünde ve yeryüzünde beliren doğa olayları, normal olmayan doğumlar,
hayvanların sıra dışı davranışları v.b. uğursuz görülen işaretler (portenta, prodigia)
konusunda danıştıkları bu tür kitaplar olduğunu biliyoruz22. Kuşların uçuşunu
gözlemleyerek tanrının bir işe onay verip vermediğini bulmaya çalışan augur’ların da
bu tür bir kitaplardan yararlandıklarını söyleyebiliriz (libri augurales). Ancak İ.Ö. 2.
Binyılın birinci yarısına ait Mezopotamya metinleriyle karşılaştırıldığında, Roma
biliciliğinin ayrıntıları hakkında bilgimizin pek az olduğunu burada belirtmemiz
gerekir.
Yukarıda değindiğimiz gibi zaman zaman biliciler kendi elleriyle yarattıkları
uygun ortamlarda tanrılarla temasa geçip, onlardan belirli bir konuda bir işaret
vermesini istemişler, yani iletişimi başlatan taraf olmuşlardır. Bu durumda
tanrılardan belirli bir konuda yanıt isteyen bilici, görüş alanındaki bazı bölgeleri
seçmiş ve sorduğu sorulara karşılık olarak tanrılardan bu bölgelerde bir yanıt
vermelerini istemiştir. Bu alan kimi zaman kurban edilmiş bir hayvanın iç organları
kimi zaman da gökyüzünde ya da yeryüzünde belirlenmiş hayali-sanal bir alan
(templum) olarak karşımıza çıkmıştır. Suya dökülen yağın ya da tütsüden çıkan
20
Annus, A., “On the Beginnings and Continuities of Omen Sciences in the Ancient World”, (ed.)
Annus, Amar, Divination and Interpretation of Signs in the Ancient World The University of Chicago,
Chicago, 2010 içinde: s.1-18.
21
22
De Martino, S., Hititler, çev. Özbayoğlu, Erendiz, Dost Kitabevi, Ankara, 2003, s.102.
Cicero haruspex’lerin kullandığı üç kitap olduğunu söyler: libri haruspicini, fulgurales et
tonitruales (Cic. Div.1.72.)
4
dumanın yayılışı, ağaçtan ya da kemikten yapılmış işaretli çubukların ya da zarların
atılması, yılanların havuzda hareket etme biçiminin gözlenmesi Eskiçağda geniş bir
alanda uygulanan bilicilik yöntemlerindendir.
II.2.2 İç Organ Falı
Mezopotamya’dan Çin’e, Hitit uygarlığından Mısır’a, Yunan’dan Roma’ya
kadar çok geniş bir coğrafyada uygulanmış olan kurban edilen hayvanların iç
organlarını inceleme (extiscipium ya da haruspicium) yöntemi buna örnek verilebilir.
İ.Ö. 1. bin yıl öncesi Mezopotamya ve Etrüsk dönemine ait karaciğer maketlerinin
verdiği bilgiler ışığında, iç organların belirli parsellere ayrıldığı ve her bir bölgenin
belirli bir tanrıyla özdeşleştirildiği ya da özel bir anlam taşıdığı görülmektedir (bkz.
resim 1 ve 2). Tanrının neye öfkelendiğini bulmak amacıyla, yapılacak bir savaş
öncesinde, resmi bir görevlinin görevine başlaması sırasında, v.b.durum ve konularda
tanrının yapılacak işe onay verip vermediği bu yöntem kullanılarak öğrenilmeye
çalışılmıştır.
II.2.3 Kuş Falı
Eskiçağda sıkça uygulanan bilicilik yöntemlerinden biri de kuşların uçuşunun
ve hareketlerinin gözlenmesidir. Asur’da kuş uçuşunu gözleyen bilicilerin (dāgil
iṣṣuri) öteki görevlilerle birlikte krala sadık kalacaklarına ilişkin yemin etmeleri
onların sarayda ne denli önemli olduklarını göstermektedir23. Asur dönemine ait bir
tablette bu rahip, önce bilicilik tanrılarına yakarmakta ve sonra onlardan çeşitli kuş
türlerinin sağından soluna doğru uçmasına izin vermelerini istemektedir. Böylece
23
Oppenheim, A. L., Ancient Mesopotamia: Portrait of a Dead Civilization, The University of
Chicago Press, Chicago & London, 1977, s.371 dipnot 37.
5
sorulan soruya olumlu yanıt verdiklerini belli etmelerini istemektedir24. Hitit
döneminde de bu teknik,
LÚ
MUŠEN.DÙ ve
LÚ
IGI.MUŠEN adı verilen rahipler
tarafından uygulanmıştır25. Önceden belirlenmiş bir alan içinde kuşların yerden
havalanması, uçuş yönü, bir ırmağı aşıp aşmadıkları, gagalarını hareket ettirme
biçimleri birer işaret olarak yorumlanmıştır26. Bu rahipler, kuşların hareketlerini
doğal yerleşim bölgelerinde gözlemek için bazen çok uzaklara gitmişler, uygun kuş
sürülerini yakalayabilmek için uzun süre oralarda kalmışlar, sonra elde ettikleri
sonuçları
mektupla
krala
bildirmişlerdir27.
Kral
ve
kraliçenin
Hattuša’da
konaklamasına tanrıların onay verip vermediği sorulan bu tür bir metin, Roma’da hiç
rastlamadığımız biçimde28, kuşların hareketlerinin nasıl gözlendiğine ilişkin ayrıntılı
bilgi vermektedir;
“…Kartal kalkıp uçtu; gagasını ileriye doğru tutuyor, Harrani
kuşu (ise) yerde (?) ve gagasını ters (?) çevirmiş. Aliliya kuşu “iyi”
parselden çıktı ve öteye doğru gitti. Aršintati kuşu uçarak (?) yolun
ötesine (geçti). Aramnanza kuşu öte tarafa doğru geçti. İkinci günde
zaurlitinzi kuşu…’den, kartal ise iyi ön taraftan iyi parselden geldi ve
gitti. Bir tilki koşarak (?) öteye doğru, yolun öte tarafına geçti gitti.
Üçüncü günde aliliya kuşu öte tarafa doğru gitti; ama kartal dolaşmakta
24
Reiner, E., “Fortune-Telling in Mesopotamia”, Journal of Near Eastern Studies 19 no:1 (1960):
s.29.
25
Rüster, C., Hethitisches Zeichenlexicon: Inventar und Interpretation der Keilschriftzeicen aus den
Boğazköy-Texten, Otto Harrassowitz, Wiesbaden, 1989, s.102 ve 233 ; Ünal, A., “Zum Status der
'Augures' bei den Hethitern”, Revue Hittite et Asianique 31 (1973): s.32; Pecchioli Daddi, F., Mestieri,
Professioni e Dignità nell'Anatolia Ittita, Edizioni dell'Ateneo, Roma, 1982, s.320-321.
26
De Martino, S., Hititler, s.103.
27
Ünal, A., Hititler Devrinde Anadolu II, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2003, s.129-130.
28
Bazı kuşların görülmesinin uğursuz kabul edildiğine Romalı yazarlar değinmişlerdir(örn. Plinius,
HN. 10.30 v.d.). Ancak bu bilicilik türüyle uğraşan augur’ların gözlemlerine bu kadar ayrıntılı bir
biçimde değinildiğine rastlamadık.
6
(?), gagası öteye dönük. Bir büyü yaptık. Aliliya kuşu iyi parselden çıktı
ve gitti. Pattarpalhi kuşu dolaşmakta (?). Harrani kuşu yolun ötesinde
kanat çırparak (?) öte tarafa gitti. (Kuş falcıları) Piyatarhu ve GE6.ŠEŠ
şöyle (yorumlarlar): (Kuşlar) olumlu işaret verdiler.”29
Kuşların hareketlerinin yorumlanmasıyla gerçekleştirilen bilicilik Yunanca
konuşan toplumlarda da kullanılmıştır. Aiskhylos’un Zincire Vurulmuş Prometheus
yapıtında, Prometheus’un ölümlüler için yaptığı iyilikler arasında, kuşların
hareketlerinin de yer aldığı bilicilik türleri sayılmaktadır (484-499) . Platon biliciliğin
iki türünü (naturalis-artificiosa) kıyasladığı Phaedrus yapıtında (244 C), kuşların
gözlenmesi ile yapılan bilicilik türünden bahsetmektedir. Sophokles’in (Ant. 9981005) ve Euripides’in (Phoen. 838-840) tragedyalarında yer alan yaşlı ve bilge
Teiresias kuşlardan aldığı işaretleri yorumlayan - gözleri görmese de yanında
gezdirdiği çocuk bu konuda ona yardım etmektedir - önemli bir bilici tipi olarak
karşımıza çıkar. Ilias destanının başında (1.69) rüya yorumcularının en büyüğü
olarak nitelenen Kalkhas’ın, Troya savaşı öncesinde iki kartalın gebe bir tavşanı
Agamemnon ve Menelaos’un ayaklarının dibine bırakmasını, savaşın uzun süreceği,
ancak sonunda Yunanların galip geleceği biçiminde yorumladığı aktarılmıştır (Aesc.
Agamemnon, 104-30).
Etrüskler’de iç organların incelenmesi ve yıldırımların yorumlanması yanında
kuşların hareketlerini gözlemlemenin de uygulanan bilicilik yöntemleri arasında
olduğunu biliyoruz. Uğurlu ve uğursuz sayılan kuş türlerine değinen Yaşlı Plinius
Historia Naturalis adlı yapıtında (10.37), Etrusca Disciplina’da resmedilmiş, ancak
yüzyıllardır görülmeyen kuş türleri olduğundan bahsetmektedir. Bir Etrüsk kenti
29
Ünal, A., Hititler Devrinde Anadolu II, s.130-131.
7
olan Vulci’de bulunmuş bir mezar’da yer alan İ.Ö. 4.yüzyıla ait bir fresk’te
resmedilen kişi (Vel Saties), başına bir çelenk takmış ve Roma generallerinin zafer
töreni kutlarken giydiği toga picta’ya benzeyen mor renkli bir elbise giymiş bir
biçimde görünmektedir (bkz. resim 4). Freskin üzerindeki yazıttan anlaşıldığı
kadarıyla, Arnza adındaki yardımcısı sol elinde bir ayağı iple bağlı olan bir kuş
tutmaktadır. Resimde tasvir edilen Vel Saties’in yardımcısının bıraktığı kuşun
hareketinden tanrı onayını belirleyeceği anlaşılmaktadır. Bu freskte gördüğümüz
kadarıyla Etrüsk augur’luğunun Hitit’teki gibi uzun gözlemlere değil, Roma’daki
gibi kısa süre içinde sonuç almaya yönelik olduğu söylenebilir.
II.3
Roma Dini: Kutsal Törenler ve Kehanetler
Cicero, De Natura Deorum adlı yapıtında 79 yılı consul’ü, aynı zamanda
pontifex olan Cotta’nın ağzından, Roma dininin kutsal törenler (sacra) ve kehanetler
(auspicia) olmak üzere ikiye ayrıldığını belirtmektedir30. Bir takım belirti ve
olağanüstü olaylardan yola çıkarak uyarıda bulunmaları koşuluyla, Sibylla kitaplarını
yorumlayanları ve haruspex’leri de üçüncü bir tür olarak sınıfladığı görülmektedir.
Aynı yapıtın başka bir yerinde de31 kutsal törenleri pontifex’lerin, auspicium’ları ise
augur’ların yönettiğini belirtmektedir. Başka bir yapıtında dini uygulamalar
konusunda atalarının ne düşündüğünü açıklarken de yine benzer bir bölümlemeye
gitmektedir32. Yıllık dinsel törenler pontifex’lerin, üstlenilen bir işin tanrı katında
30
Cic. Nat. 3.5; “...Cumque omnis populi Romani religio in sacra et in auspicia divisa sit, tertium
adiunctum sit si quid praedictionis causa ex portentis et monstris Sibyllae interpretes haruspicesve
monuerunt, harum ego religionum nullam umquam contemnendam putavi mihique ita persuasi,
Romulum auspiciis Numam sacris constitutis fundamenta iecisse nostrae civitatis, quae numquam
profecto sine summa placatione deorum inmortalium tanta esse potuisset.”
31
Cic. Nat. 1.122; “…cur sacris pontifices cur auspiciis augures praesunt…”
32
Har.resp. 18; “…qui sollemnisque caerimonias pontificatu, rerum bene gerundarum auctoritates
8
uygun olup olmadığı33 augur’ların, yazgıyla ilgili eski kehanetler Apollo kâhinlerinin
kitaplarının, başka bir deyişle Sibylla kitaplarının, bir takım alametlere ilişkin
açıklamalar ise Etrüsk öğretisini uygulayan haruspex’lerin yetki alanına girmektedir.
Buradan yola çıkarak Roma rahipleri de genel olarak iki grupta sınıflandırılabilir.
Sacra, yani kutsal törenler, tapınaklar, tapımlarla ilgilenenler ve bilicilikle
ilgilenenler. Günümüze kadar yapılan çalışmalar bu rahiplik kurumlarıyla ilgili
ayrıntılı bilgiler vermektedir34.
II.3.1 Pontifex’ler
Sacra yani kutsal törenlerle ilgilenen pontifex’ler hayat boyu görev
yapmaktadırlar35. Başlangıçta patricius soyundan gelen üç pontifex olduğu ve biri
öldüğünde yeni pontifex’in kalan ikisi tarafından seçildiği düşünülmektedir36.
İ.Ö.300 yılından sonra kuruldaki rahip sayısı dokuza yükselmiş ve plebs’ler de bu
göreve seçilme hakkını kazanmışlardır. Sulla zamanında on beş, Caesar zamanında
ise on altı rahip pontifex kurulunda görev almıştır. İ.Ö.104 yılından sonra kısmen
augurio, fatorum veteres praedictiones Apollinis vatum libris, portentorum explanationes Etruscorum
disciplina contineri putaverunt.” Val.Max. 1.1.1.’ de Cicero’dan alıntı yapmış gibi görünmektedir.
Sacra ve auspicia ayırımı için ayrıca bkz. Cic. Dom. 41; 42
33
“rerum bene gerundarum auctoritates…” aslında girişilen işleri başarıyla yerine getirme yetkisi
anlamına gelmektedir. Çeviriyi yaparken Watts’ın Loeb baskısında getirdiği yorum bizce de doğrudur.
Zira augur girişilen bir işin auspiciuma, yani tanrı rızasına uygun olup olmadığına karar vermektedir.
34
Beard, M., North, J. A., et al., Religions of Rome 1: A History, Cambridge University Press,
Cambridge ; New York, 1998, s.18-30; Szemler, G. J., The Priests of the Roman Republic: A study of
interactions between priesthoods and magistracies, Latomus, Bruxelles, 1972; Beard, M., “Priesthood
in the Roman Republic”, (ed.) Beard, M & North, J.A, Pagan Priests: Religion and Power in the
Ancient World, Ithaca, New York, 1990 içinde: s.17-48.
35
Pontifex kurulu hakkında genel bilgi için bkz. Wissowa, G., Religion und Kultus der Römer, s.501-
523; Latte, K., Römische Religiongeschichte, s.195-212.
36
Wissowa, G., Religion und Kultus der Römer, s.503; North, J.A, “Religion in Republican Rome”,
(ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient History 7.2 Cambridge University Press, Cambridge, 1989
içinde: s.585-587.
9
halk seçimiyle göreve gelmişler, ancak bu düzenleme Sulla tarafından kaldırılmıştır.
Pontifex
kurulunun
yetki
ve
sorumluluk
alanı
diğer
rahip
kurullarıyla
karşılaştırıldığında oldukça geniştir. Kurban törenlerinin, tapımların, ludi adı verilen
oyunların doğru bir biçimde yürütülmesi, bu törenler ve oyunlar sırasında herhangi
bir aksaklık meydana gelmemesi bu kurulun sorumluluğundadır. Roma ay takvimini
güneş takvimiyle eşitlemek için artık ayı ekleme yetkisi (intercalatio), resmi işlerin
yapılabileceği (dies fasti) ya da yapılamayacağı (dies nefasti), halkın toplantıya
çağırılabileceği günleri (dies comitiales) belirlemek de yine bu kurulun görevleri
arasındadır37. Evlat edinme, vasiyet ve miras gibi konularda da söz sahibidirler38.
Pontifex kurulunda diğer resmi rahipler de görev almaktadır. Iuppiter tapımından
sorumlu rahip olan Flamen Dialis, Mars tapımından sorumlu olan Flamen Martialis,
Quirinus tapımından sorumlu olan Flamen Quirinalis cumhuriyet döneminde
pontifex kurulunun üyeleri arasındadır39.
II.4 Prodigia
Daha önce de belirttiğimiz gibi Romalılar, öteki toplumu eskiçağ
toplumlarında olduğu gibi deprem, salgın hastalık, kuraklık, çok sert geçen kış ya da
yaz mevsimini, zaman zaman iddia edildiği gibi,
gökten taş, et vb. şeylerin
yağmasını, hayvanların ya da insanların normal olmayan doğumları gibi sıra dışı
doğa olaylarını, tanrıların öfkesini gösterdiği uğursuz işaretler (prodigium, portentum
37
İ.Ö.I.yüzyılda bu yetkinin pontifexlerce siyasi çıkar amaçlı kullanımı için bkz. Taylor, L. R., Party
Politics in the Age of Caesar, s.78-80.
38
Bkz. Cic. Leg.2.47 v.d.; Beard, M., North, J. A., et al., Religions of Rome 1: A History, s.25.
39
Flamines Dialis, Martialis ve Quirinalis ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Dumézil, G., Archaic
Roman Religion : with an Appendix on the Religion of the Etruscans, s.151-175.
10
ya da ostentum) olarak algılamıştır40. Tanrı ve toplum arasındaki uyumu sağlamak
için tanrının neye öfkelendiğinin araştırılıp, öğrenilmesi ve bu öfkenin nedeninin
ortadan kaldırılması (expiatio) gereklidir. Haruspex’ler ve decemviri sacris
faciundis’in başlıca görevi budur.
İşleyiş genel olarak şu biçimdedir: İlk olarak prodigium’lar genellikle consul
ya da praetor olan magistratus’a bildirilir (nuntiatio). Consul, bunlarla ilgili bir liste
hazırlar ve senatus’a sunar. Senatus, bu prodigium’lardan hangilerinin devleti
ilgilendirdiğini saptadıktan sonra (susceptio), konuyu araştırmaları ve tanrıların
öfkesinin nasıl yatıştırılacağına ilişkin önerilerde bulunmaları için ya haruspex’leri
ya da decemviri sacris faciundis kurulunu görevlendirir41.
Liebeschuetz, bu
rahiplerin tanrının öfkesinin nasıl yatıştırılacağına ilişkin önerilerinin genelde
harfiyen
yerine
hangilerinin
getirildiğini
belirtmektedir42.
gerçekleştirileceğine
senatus’un
North
karar
önerilen
verdiğini
önlemlerden
ileri
sürer43.
Rosenberger de benzer bir biçimde, söz konusu rahiplerin yetkilerinin sınırlı
olduğunu, tavsiyeleri kabul ya da reddetme, yeniden yorumlama ya da genişletme
40
Roma cumhuriyet döneminde prodigiumlar için bkz. MacBain, B., Prodigy and Expiation : a Study
in Religion and Politics in Republican Rome, Latomus Revue D'Études Latines, Bruxelles, 1982;
Liebeschuetz, J. H. W. G., Continuity and Change in Roman Religion, s.7-29; Beard, M., North, J. A.,
et al., Religions of Rome 1: A History, s.37-39; Rosenberger, V., “Republican Nobiles: Controlling the
Res Publica”, (ed.) Rüpke, J. , A Companion to Roman Religion, Blackwell Publishing, Oxford, 2007
içinde: s.293-298.
41
Rosenberger, V., “Republican Nobiles: Controlling the Res Publica”,
s.295; Kearns, E.,
“Portents”,Hornblower (ed.), Oxford Classical Dictionary, Oxford University Press, Oxford 2003
içinde: s.1227-1228.
42
Liebeschuetz, J. H. W. G., Continuity and Change in Roman Religion, s.9.
43
North, J.A, “Diviners and Divination at Rome”, (ed.) Beard, M & North, J.A, Pagan Priests :
Religion and Power in the Ancient World, Ithaca, New York, 1990 içinde: s.54.
11
yetkisinin senatus’ta olduğunu düşünmektedir44. Macbain, cumhuriyet dönemi
boyunca ortaya çıkan prodigium’larda senatus’un hangi kurula görev verdiğini
ayrıntılı bir biçimde listelemiştir45. Bu liste incelendiğinde senatus’un benzer
durumlarda farklı rahip kurullarına görev verdiği görülmektedir. Örneğin prodigium
olarak kabul edilen ‘bir insana yıldırım çarpması’ esas alınacak olursa, İ.Ö.114 ve 86
yıllarında haruspex’lere, İ.Ö. 295, 217, 216 ve 190 yıllarında ise decemviri sacris
faciundis ya da pontifex’lere görev verildiğini görürüz. Bir ineğin ya da öküzün
konuşması, hayalet görülmesi ve gökten garip bir ses duyulması, bebeklerin
konuşması gibi prodigium’larda aynı durum gözlenmektedir. Dolayısıyla senatus’un
bu kurullara görev verirken kıstasının ne olduğu incelenmesi gereken bir sorun
olarak karşımızda durmaktadır.
II.4.1 Haruspex’ler
Haruspex’ler Etrüsk kökenlidirler ve Etruria’nın önde gelen aileleri arasından
seçilmektedir46. Bu bakımdan Roma’ya özgü rahip sınıfının üyeleri olarak
görülmemelerine karşın, Roma’nın dinsel ve siyasal yaşamında önemli bir rol
oynadıkları kesindir. Cicero’nun sözlerine bakılacak olursa, Romalıların ataları
haruspex’lerin öğretisinde büyük bir güç görmüş ve bundan yararlanmışlardır47.
44
Rosenberger, V., “Republican Nobiles: Controlling the Res Publica”, s.293.
45
MacBain, B., Prodigy and Expiation : a Study in Religion and Politics in Republican Rome, s.82-
116.
46
Cic. Leg. 2.21; “ Prodigia portenta ad Etruscos haruspices, si senatus iussit, deferunto, Etruriaque
principes disciplinam doceto. Quibus diuis creuerint, procuranto, idemque fulgura atque obstita
pianto.”
47
Div.1.3; “…cumque manga vis videretur esse et impetriendis consiliendisque rebus et monstris
interpretandis ac procurandis in haruspicum disciplina, omnem hanc ex Etruria scientiam
adhibebat…”
12
Warde Fowler, onların üç alanda yetkin olduklarını belirtmektedir48. Kamu
binalarına ve heykellere düşen yıldırımların yorumlanması, kurban edilen
hayvanların iç organlarının, özellikle karaciğerinin incelenmesi ve son olarak da
prodigium’ların nedenlerinin açıklanması ve tanrıların öfkesinin yatıştırılması49.
Senatus uygun gördüğü zaman bu konularda haruspex’lere danışmış ve onların
önerilerini dinlemiştir. Haruspex’ler savaş alanlarında hayvanların iç organlarını
inceleyerek tanrıların savaşa izin verip vermediğini de saptamaya çalışmışlardır.
Özellikle cumhuriyetin son iki yüzyılında Romalı komutanların ve siyasetçilerin
kişisel yardımcılığını da yaptıkları görülmektedir. C.Gracchus, Marius, Sulla, Verres
gibi siyasetçi ve devlet adamlarının yanında kendilerine tavsiyede bulunabilecek bir
haruspex bulunmaktadır50. Horster’e göre bu haruspex’lerin görevi, patronlarını
korumak ve başarılı olmalarına yardım etmektir. Bilicilik sayesinde askeri ve siyasi
bakımdan tutkulu önderlerin kendilerini tanrılar tarafından korunuyormuş gibi
sunduklarını ve bunu kullanarak siyasi rakiplerinden bir adım önde olmak
istediklerini belirtmiştir51. Bu gerçek göz önüne alındığında, dindarlığın siyasi alanda
rakiplere karşı sıkça bir silah olarak kullanıldığı sonucu çıkarılabilir. Rekabet
48
Fowler, W. W., The Religious Experience of the Roman People, from the Earliest Times to the Age
of Augustus, Macmillan and Co., London, 1911, s.307-308.
49
Haruspexler ve görevleriyle ilgili genel bilgi için bkz. Wissowa, G., Religion und Kultus der
Römer, s.543-549; Latte, K., Römische Religiongeschichte, s.157-160; MacBain, B., Prodigy and
Expiation : a Study in Religion and Politics in Republican Rome, s.43-59.; Dumézil’in yapıtının
sonuna eklediği “Etrüsklerin Dini” bölümü (s. 625- 696) haruspexler ve Etrüsk öğretisi hakkında
önemli bir kaynaktır. Haruspexlerin kamu binalarına ve heykellere düşen yıldırımları yorumlamasıyla
ilgili bkz., Dumézil, G., Archaic Roman Religion : with an Appendix on the Religion of the Etruscans,
s.637-649.
50
C.Gracchus’un kişisel haruspexi için bkz. Val.Max.9.12.6; Marius için bkz. Sal. Iug. 63 ve Plut.
Mar.8.5; Sulla için bkz. Cic.Div.1.72 ve Plut. Sull. 9.6; Verres için bkz. Cic.Verr.2.3.28
51
Horster, M., “Living on Religion: Professionals and Personnel”, (ed.) Rüpke, J., A Companion to
Roman Religion, Blackwell Malden, MA, 2007 içinde: s.337.
13
içindeki siyasetçilerin haruspex’lerin kurul olarak verdikleri kararları da zaman
zaman kendi çıkarları doğrultusunda yorumladıkları görülmüştür. Cicero ve Clodius
arasındaki çekişme bunun en güzel bir örneklerinden biridir. Senatus, İ.Ö. 56 yılında
Roma yakınındaki bir bölgeden gelen tuhaf sesi prodigium olarak değerlendirmiş ve
konuya açıklık getirmeleri için haruspex’lere başvurmuştur. Onlar, bu tuhaf sesin,
devletin düzenlediği oyunlarda dine aykırılık olduğu ve kutsal alanlara karşı
saygısızlık yapıldığı için, ortaya çıktığını belirtmiştir. Clodius, bilicilerin bahsettiği
bu kutsal alanın kısa süre önce senatus tarafından Cicero’ya geri verilen ev olduğunu
iddia
etmiştir.
Çünkü
senatus
Cicero’nun
sürgüne
gönderildikten
sonra
kamulaştırılıp, tanrıça Libertas’a adanan evini Cicero’ya geri veren bir karar almıştır.
Clodius rahiplerin kararını kendi çıkarı için yorumlayarak bilicilerin bahsettiği kutsal
alanın burası olduğunu söylemektedir. Buna karşın Cicero, söz konusu alanın kendi
evinin bulunduğu alan değil, Clodius’un, sahibini öldürüp zorla ele geçirdiği, içinde
bir tapınak ve sunak bulunan Servius’un evinin bulunduğu alan olduğunu ileri
sürmüştür. Ona göre bu prodigium Clodius’un günahkârlığı ve çılgınlığı nedeniyle
bizzat Iuppiter Optimus Maximus’tan gelen bir uyarıdır52.
II.4.2 Quindecemviri Sacris Faciundis
Bilicilik alanında etkin olan diğer bir kurul da quindecemviri sacris
faciundis’tir. Kurulun üyeleri başlangıçta patricius sınıfından seçilen iki rahipten
oluşmaktadır (duumviri sacris faciundis). İ.Ö.366 yılındaki Licinius-Sextius
yasasından sonra bu sayı ona yükselmiş ve üyelerin yarısı patricius, yarısı da
52
Clodius’un Cicero’yu suçlamasıyla ilgili bkz. Cic.Har.8-9; Cicero’nun Clodius’u suçlaması için
bkz. Cic.Har.10
14
plebs’lerden seçilmeye başlanmıştır (decemviri sacris faciundis)53. İ.Ö.51 yılında bu
sayı on beşe yükselmiştir54 (quindecemviri sacris faciundis). Kurul üyeleri hayat
boyu görev yaparlar. Başlıca görevleri Sibylla kitaplarını korumak, senatus gerek
gördüğünde prodigium’larla ilgili bu kitaplara danışmak ve kitaplardan elde ettikleri
bilgiyi yorumlamaktır55. Söylenceye göre Sibylla kitapları Roma’ya son kral
Tarquinius Superbus zamanında gelmiştir. Kehanetleri içeren kitapları satmak
isteyen yaşlı bir kadın ve Tarquinius arasında geçen çetin pazarlık sonucu Roma
hexametron vezniyle Yunanca yazılmış üç rulodan oluşan Sybilla kitaplarının sahibi
olmuştur56. Iuppiter Optimus Maximus tapınağının yapımı tamamlandığında, rulolar
bu tapınakta, yeraltındaki taş bir sandık içinde muhafaza edilmiştir. Cumhuriyet
dönemi boyunca senatus, Sibylla kitapları konusunda da son sözü söyleme yetkisini
her zaman elinde tutmuştur. Rahipler yalnızca senatus emrettiğinde kitaplara
danışmışlardır. Bu önerileri dikkate alıp almama konusunda son söz senatus’un
olmuş görünmektedir. İ.Ö.293 yılında Aesculapius, 2.Kartaca savaşı sırasında Venus
Erycina ve Magna Mater örneklerinde görüldüğü gibi Sibylla kitapları yabancı
kültlerin Roma’ya girişinde önemli rol oynamıştır57. Bu kültlerin Roma’ya girişi
kitapların tavsiyesi üzerine gerçekleşmiştir. Cumhuriyet dönemindeki tapınakların
adanma ve inşa edilme süreçlerini din ve siyaset açısından değerlendirdiği yapıtında
Orlin, senatus’un Roma’ya yeni bir kült sokarken Sibylla kitaplarını kullanarak,
53
Liv.6.37.12 ve 6.42.2
54
Kuruldaki rahip sayısının on beşe yükselmesi genelde Sulla zamanına atfedilir. Ancak Caecilius’un
Cicero’ya yazdığı mektup göz önüne alındığında (Cic.Fam.8.4.1), bu tarihin 51 yılı olması daha akla
yakın görünmektedir.
55
Dion.Hal.4.62; Cic.Div.1.2.4;
56
Kitapların Roma’ya geliş hikayesi için bkz. Dion.Hal.4.62; Gell.NA.1.19.1
57
Aesculapius kültünün Roma’ya gelişi ile ilgili bkz. Val.Max.1.8.2; Liv.10.47.11; Ovid., Fasti,
1.291-2; Venus Erycina için bkz. Liv.22.9.8; Magna Mater için bkz. Liv.29.10.4-5.
15
başka bir deyişle kararı tanrısal bir kaynaktan geliyor gibi göstererek, kendisine karşı
oluşabilecek muhalefeti hafiflettiğini ileri sürmektedir58.
II.4.3 Augur’lar
Augur’lar da hayat boyu görev yapmaktadırlar. Sürgüne gönderilseler ya da
mahkemede suçlansalar bile görevleri devam etmektedir59. Roma tarihi boyunca
pontifex’lerinkine benzer değişimler yaşamış gibi görünmektedirler. Pontifex’ler gibi
başlangıçta patricius soyundan gelen üç augur olduğu ve daha önce belirttiğimiz gibi
biri öldüğünde yeni augur’un kalan ikisi tarafından seçildiği düşünülmektedir60.
İ.Ö.300 yılından sonra kuruldaki augur sayısı dokuza yükselmiş ve plebs’ler de bu
göreve seçilme hakkını kazanmışlardır. Sulla zamanında on beş, Caesar zamanında
ise on altı augur kurulda görev almıştır.
İ.Ö.104 yılından sonra kısmen halk
seçimiyle göreve gelmişler, ancak bu düzenleme Sulla tarafından kaldırılmıştır.
Augur’lar toplumda devlet dininin baş tanrısı Iuppiter Optimus Maximus’un
gönderdiği işaretleri yorumlayan resmi görevliler olarak görülürlerdi61. Gelecekten
haber vermezlerdi, ancak işaretlere getirdikleri yorumlar, tanrının kendisine danışılan
konuda onay verip vermediğiyle ilgiliydi62. Augur’ların kurul olarak ve birey olarak
58
Orlin, E. M., Temples, Religion, and Politics in the Roman Republic, Brill, Leiden ; New York,
1997, s.105-106.
59
60
Beard, M., “Priesthood in the Roman Republic”, s.40.
Botsford, G. W., The Roman Assemblies from their Origin to the End of the Republic, The
Macmillan company, New York,, 1909, s.105.
61
Cic.Leg.2.20; “Interpretes autem Iovis Optumi Maxumi, publici augures, signis et auspiciis postea
vidento..”
62
Çok sayıda çeviri, Cicero’nun Leg.2.20 deki “…publici augures signis et auspiciis postera
vidento…” cümlesini, augur’ların gelecekten haber verdiği biçiminde yorumlasa da augur’larla ve
augur’luk kurumuyla ilgilenen bilim adamları bu yoruma karşı çıkmaktadırlar62. Cicero’nun Div. 2.70
deki sözleri de bilim adamlarının bu görüşünü doğrulamaktadır.
16
görevlerinin birbirinden farklı olduğu görülmektedir. Kurul olarak başlıca görevleri
augur’luk öğretisini korumak ve gelecek kuşaklara aktarmaktır (disciplinam tenere).
Cicero atalarının bunu çok değerli gördüğünü söyleyerek kendi zamanında bu
görevin artık eskisi kadar önemsenmemesinden yakınmaktadır63. Görev alanlarını
ilgilendiren konularda sorunlu bir durum ortaya çıkar ve senatus kendilerine
danışırsa, ilgili konuda karar alırlar (decreta) ve bu kararı senatus’a bildirirlerdi
(responsa).
Augur’lar kurulunun görevlerinden biri de kentin içinde ve dışında
auspicium’ların alınması gereken kutsal alanları (templa) belirlemektir. Bunun için
bildikleri dünyayı çeşitli bölgelere ayırırlar. İlk bölge, kentin kutsal alanı sayılan ve
kentle dış dünyayı birbirinden ayıran pomerium’dur. Gellius’un aktardığına göre64
augur’lar, pomerium’u duvar olmaksızın belirli işaretlerle sınırlamışlar, kentin
etrafını çevreleyen alan olarak tanımlamışlardır. Bu yerin dışında ager effatus
denilen sınırları cippi65 ile işaretlenmiş alan bulunmaktadır. Bunun dışındaki
topraklar ise ager Romanus, Gabinus, peregrinus, hosticus ve incertus olarak
bölümlenmiştir. Buna göre kent sınırları içinde yapılan bir toplantı için auspicium’a
başvurulma işlemi (auspicatio) pomerium içinde yapılmalıdır. Ager effatus denilen
alanın dışında pek toplantı yapılmaz. Magistratus, comitia centuriata’yı toplamak
63
Cic. Nat. 2.9; “Sed neglegentia nobilitatis augurii disciplina omissa veritas auspiciorum spreta est,
species tantum retenta; itaque maximae rei publicae partes, in is bella quibus rei publicae salus
continetur, nullis auspiciis administrantur, nulla peremnia servantur, nulla ex acuminibus, nulli viri
vocantur, ex quo in procinctu testamenta perierunt; tum enim bella gerere nostri duces incipiunt, cum
auspicia posuerunt.”
64
Gell. NA. 13.14.1: “ 'Pomerium' quid esset, augures populi Romani qui libros De Auspiciis
scripserunt, istiusmodi sententia definierunt: 'Pomerium est locus intra agrum effatum per totius urbis
circuitum pone muros regionibus certeis determinatus, qui facit finem urbani auspicii.” Pomeriumun
belirlenmesi ile ilgili olarak ayrıca bkz. Varro, Ling.5.143
65
Sınırı gösteren bir tür taş.
17
için kentten Campus Martius’a geçtiği sırada, pomerium’un dışına çıktığı için geçişle
ilgili özel bir auspicium almalıdır66. Yeryüzünde belirlenen bu bölgelerin hepsi
augur’lar tarafından kutsanmıştır (inauguratio)67.
II.5 Auspicium ve Imperium
II.5.1 Auspicia Privata ve Publica:
Latince kuş anlamına gelen avis ve gözlemek anlamına gelen spicere
sözcüklerinin birleşmesiyle oluşan auspicium tanrıların düşünce ve tutumunu
yansıtan işaretlerdir. Her bir yurttaş kendisi için önemli gördüğü kişisel bir konuda
(evlilik, ailesi ve yeni bir girişimi hakkında önemli bir karar almadan önce.) tanrı
onayı arayabilmektedir (auspicia privata)68. Öte yandan devlet işleri söz konusu
olduğunda Romalılar için, auspicium’a başvurarak tanrıların ne düşündüğünü
öğrenmek son derece önemlidir. Bu iş genelde siyasi ve askeri liderler olan
magistratus’un görevidir. Her bir magistratus, auspicium alma yetkisini kendisinden
sonra göreve gelene aktarmaktadır. Magistratus’ların seçiminde herhangi bir boşluk
olduğunda, örneğin interregnum’a geçildiğinde, normal düzene dönene kadar bu hak
senatus’un patricius sınıfından olan üyelerine dönmektedir69. Devleti ilgilendiren bir
işe kalkışmadan önce magistratus70 tanrıların o konuda ne düşündüğünü öğrenmeye
66
Botsford, G. W., The Roman Assemblies from their Origin to the End of the Republic, s.108.
67
bkz. Beard, M., North, J. A., et al., Religions of Rome 1: A History, s.22.
68
Cic.Div.1.28 ; “Nihil fere quondam maioris rei nisi auspicato ne privatim quidem gerebatur, quod
etiam nunc nuptiarum auspices declarant, qui re omissa nomen tantum tenent.”
69
bkz. Cic.Dom.38; Ad Brut.1.5.4; Asc.Mil.31C; Magdelain, A., “Auspicia ad Patres Redeunt”, (ed.)
Bayet, J. & Renard, M. & Schilling, R, Hommages à Jean Bayet, Latomus, Bruxelles, 1964 içinde:
s.427-473.
70
Censorların da auspicium’a bakma yetkisi olmasına karşın Roma’da toplantılara genellikle consul
ya da praetor başkanlık etmektedir.
18
yönelik işaretleri gökyüzünü gözlemleyip bulmaya çalışır. Bu tür işaretler auspicia
publica impetrativa olarak adlandırılmaktadır. Seçim, yasa yapma ya da senatus
toplantılarından önce ya da seçilmiş olan bir magistratus göreve başlamadan önce, bu
tür işaretler mutlaka aranır.
Toplantıya başkanlık edecek ya da göreve başlayacak olan magistratus
yanında kendisine yardımcı olacak biriyle birlikte, seçimin ya da toplantının
yapılacağı gün, gece yarısıyla şafak vakti arasında71 auspicium’un alınacağı yere
gider. Burada tanrıdan gelecek olan işaretlerin gözlenmesi için uygun bir alan
belirler. Daha sonra burada bir çadır kurulur (tabernaculum capere). Çadır
kurulduktan sonra magistratus yardımcısından sessizliği sağlamasını istedikten
sonra, genelde yüzünü doğuya doğru döner, gökyüzünde dikdörtgen bir alan
(templum) belirler ve gelecek işaretler için bu alanı gözlemeye (spectio) başlar.
Templum’un sağında ya da solununda, önünde ya da arkasında beliren işaretlere göre
yorum yapar. Eğer uygun işareti görmeyi başarırsa gönderdiği olumlu işaret için
Iuppiter’e dua eder. Bundan sonra yardımcısı auspicium’ların uygun olduğunu ilan
eder. Eğer uygun işaret görülemezse bu işlem ve toplantı başka bir güne ertelenir.
Alınan auspicium’ların geçerli sayılması bu işleyişe harfi harfine uyulmasına
bağlıdır. Zira çadırın kurulmasında bir aksaklık olması (vitio tabernaculum captum
esse) ya da sessizliğin bozulması sonradan seçimin sonucunu ya da toplantıda alınan
kararları da geçersiz kılabilmektedir72.
Herhangi bir aksaklık yaşanmaması tanrının yapılmak üzere olan işe onay
verdiği anlamına gelmektedir. Ancak bu onay sonsuza kadar geçerli olmayabilir.
Tanrı düşünce ve isteğini değiştirebilir ve gönderdiği işaretlerle işlemi durdurabilir.
71
Gell. NA. 3.2.10
72
Cic. Nat.2.11; Div.1.33; Liv.4.7.3; Val.Max.1.1.3
19
Bu işaretler auspicia publica oblativa olarak adlandırılır. Auspicia publica
impetrativa’dan farklı olarak burada tanrı ne düşündüğünü göstermek için söz
konusu işaretleri kendisi gönderir. Bu işaretler çadır kurulup aranmaz. En yaygın
auspicia oblativa gök gürültüsü ve şimşek çakmasıdır. Romalılar bu ikisini bir
toplantıyı ertelemek ya da iptal etmek için geçerli bir neden olarak görmüşlerdir73.
Toplantıya başkanlık eden magistratus bu işaretleri kendisi görüp toplantıyı
erteleyebilir74. Bir augur ya da sıradan bir insan bu işaretleri görüp toplantıya
başkanlık eden magistratus’a bildirebilir (nuntiatio). Başka bir magistratus bu
işaretleri görüp başkanlık eden magistratus’u uyarabilir (obnuntiatio). Toplantıya
başkanlık eden magistratus sıradan bir insanın yaptığı uyarıyı dikkate alıp almama
konusunda serbesttir75. Ancak augur’un nuntiatio’su ve başka bir magistratus’un
obnuntiatio’su bağlayıcıdır76. Cicero’nun da belirttiği gibi77, seçim (comitiatus) ve
yasa yapma (concilia) toplantılarını dağıtma, alınan kararları geçersiz sayma yetkisi,
73
Cic.Phil.5.7, “Iove enim tonante cum populo agi non esse fas quis ignorat?”; Div.2.42, “Iove
tonante, fulgurante comitia populi habere nefas”;
74 Plut.Cat.Min.42.3; Pomp.52
75
76
Örnek için bkz. App. B.Civ. 1.30
Linderski, J., “The Augural Law”: s.2196.’ da obnuntiatio’nun bağlayıcılığı olmadığını iddia
etmektedir. Bu bizce pek olası değildir. Çünkü eğer bu doğruysa, İ.Ö.2.yy da çıkarılan ve obnuntiatio
hükümlerini düzenleyen Aelia et Fufia yasaları, Cicero’nun sürgünden döneceği sırada senatus
tarafından gökyüzünün gözlemlenmesine yasak koyulması (Cic.Sest.129) ya da İ.Ö.57 yılında Milo ile
Metellus arasında obnuntiatio’yu bildirmek için yaşanan kovalamaca (Cic.Att.4.3.4) bir anlam ifade
etmeyecektir.
77
Cic.Leg.2.31 “Maximum autem et praestantissimum in re publica ius est augurum cum auctoritate
coniunctum, neque vero hoc quia sum ipse augur ita sentio, sed quia sic existimari nos est necesse.
Quid enim maius est, si de iure quaerimus, quam posse a summis imperiis et summis potestatibus
comitiatus et concilia vel instituta dimittere vel habita rescindere? Quid gravius quam rem susceptam
dirimi, si unus augur 'alio <die>' dixerit? Quid magnificentius quam posse decernere, ut magistratu
se abdicent consules? Quid religiosius quam cum populo, cum plebe agendi ius aut dare aut non
dare?”
20
augur’ların siyasal yaşamda öteki rahip kurullarına oranla daha etkili olduğunu
göstermektedir.
Seçim ya da yasa tasarılarının görüşülmesi sırasında tanrıdan
gelebilecek herhangi bir olumsuz işaret ortaya çıkarsa tek bir augur’un (unus augur)
“alio die” demesi toplantıyı ertelemek için yeterli görünmektedir78. Öte yandan bu
toplantılar sırasında yaşanan bir aksaklığın ya da tanrıdan geldiğine inanılan olumsuz
bir işaretin, sonradan augur’lar kurulu tarafından değerlendirilip, seçilmiş adayların
vitio creati79 ya da vitio facti, çıkarılmış olan yasaların da contra auspicia ferri80 ya
da contra auspicia latas esse81 sayılma olasılığı vardır. Bu durumda, çıkarılan yasa
ya da seçilen aday tanrı onayından yoksun demektir. Senatus, augur’lar kurulunun bu
kararını göz önüne alıp ilgili konuda bir hata oluştuğu yönünde karar verirse,
çıkarılan yasa geçersiz sayılabilir, seçilen kişiye istifa etmesi (abdicare) gerektiği
yönünde uyarıda bulunabilir ve seçim yenilenebilirdi82.
Bazı durumlarda toplantıya başkanlık eden magistratus’un aynı zamanda
augur olduğu da bir gerçektir. Şüphesiz bu durum, siyasi alanda manevra
yapılabilecek oldukça büyük bir esneklik sağlamaktadır. Eğer magistratus toplantının
yapılmasını istemiyorsa, auspicia impetrativa, başlamadan bu toplantıyı henüz
başlamadan engellemek için kendisine bir fırsat vermektedir. Kendi siyasi çıkarına
78
Örnekler için bkz. Cic.Phil.2.83;
79
bkz. Liv.4.7.3; 5.17.2; 6.27.5; 9.7.14; 8.15.6; 9.34.13; 10.47.1; 22.33.12; 23.31.13; 30.39.8; Cic.
Nat. 2.11; 2.74,
80
bkz. Cic.Sen.11, Att.8.3.3
81
bkz. Cic. Har.resp. 48, Vat.5, Phil.3.9; 5.9-10;
82
Cicero’nun Leg.2.31’ de “Quid magnificentius quam posse decernere, ut magistratu se abdicent
consules?” demesi ilk bakışta bu yetkinin augurlar kuruluna ait olduğunu akla getirmektedir. Ancak
doğru işleyişi Nat.2.11’ de “…itaque vitio creatos consules esse. augures rem ad senatum; senatus ut
abdicarent consules; abdicaverunt…” belirtmektedir. Livius ise aynı durum için iubeo fiilini
kullanmaktadır. Liv.22.33.12; “Iis vitio creatis iussisque die quarto decimo se magistratu abdicare…”
bkz. Linderski, J., “The Augural Law”: s.2165 dipnot 54.
21
uygun olmayan kişiler aday olduysa, ya da yasalar teklif edildiyse, toplantıya
başkanlık eden magistratus spectio yetkisini kullanarak bunu daha en başında
engelleyebilir. Öte yandan bir augur olarak nuntiatio yetkisi işlerin nasıl bir seyir
izlediğini görmesine olanak sağlamaktadır. Toplantı sürerken ters giden bir şey
olduğunda, örneğin istemediği bir aday seçilmek üzere olduğunda ya da istemediği
bir yasa kabul edileceği sırada olumsuz olarak yorumlanacak bir auspicia oblativa
toplantıyı durdurmak için yeterli olacaktır. İ.Ö.55 yılı praetor seçimlerine başkanlık
eden Cn. Pompeius Magnus’un başta seçim toplantısına izin verip sonradan rakibi
Cato’nun seçilmek üzere olduğunu görünce, augur olarak yıldırım sesi duyduğunu
söyleyerek toplantıyı iptal etmesini83, consul Antonius’un Dolabella’nın seçileceğini
anlayınca “alio die” diyerek toplantıyı sona erdirmesini84 buna örnek verebiliriz.
Bizce hem Pompeius hem de Antonius seçimi daha başlamadan engellemek yerine,
seçimin nasıl bir seyir izleyeceğini görmek istemiş, sonuç umdukları gibi olmayınca
da augur’luk yetkilerini kullanarak seçimi durdurmuşlardır.
Bu aşamada karşımıza çıkan en önemli sorun, auspicium’ları almada
augur’ların rolüdür. Valeton ve Wissowa gibi bilim adamları, auspicium’ların
alınması sırasında augur’ların magistratus’lara yardım etmek gibi bir görevi
olmadığını söylemişlerdir85. Botsford ve Bailey ise, bunun tersini savunmuş,
augur’ların gökyüzünü gözleyen magistratus’lara yardım ettiklerini belirtmişlerdir86.
83
Plut.Cat.Min.42.3; Pomp.52
84
Cic.Phil.2.81-83.
85
Valeton, I.M.J., “De Modis Auspicandi Romanorum”: s.408 v.d.; Wissowa, G., “Augures”: s.2336-
2337; Wissowa, G., Religion und Kultus der Römer, s.529 dipnot 7.
86
Botsford, G. W., The Roman Assemblies from their Origin to the End of the Republic, s.105; Bailey,
C., Phases in the Religion of Ancient Rome, University of California Press, Berkeley, California,
1932, s.160.
22
Yaşadığı dönemin uygulamalarını eleştiren Cicero’ya bakacak olursak, ‘Romalıların
ataları magistratus’lara yardımcı olması için bu konuda deneyimli kişileri
seçmişlerdir.
Yaşadığı dönemde bu görevin sıradan insanlara verilmesinden
yakınmıştır. Çünkü magistratus’a yardımcı olacak kişi sessizliğin ne anlama geldiğini
bilmelidir ve bu yolla ortaya çıkabilecek herhangi bir yanlışlığın da önüne geçebilir.
Bunu da ancak iyi bir augur başarabilir87.’ Cicero’nun burada söylediklerinden yola
çıkan Linderski Romalıların atalarının yararlandıkları deneyimli kişilerin (periti),
augur’lar olabileceğini söyler, ancak yine de bu konuda kesin bir yargıya varmak
için yeterli kanıt olmadığını belirtir88. Beard, North ve Price ise normal durumlarda
bir augur’un bu tören sırasında magistratın danışmanı olarak ya da bir tanık olarak
orada olduğunu söylemektedirler89.
Cicero’nun
“augures
auspiciis
praesunt”
sözü
göz
önünde
bulundurulduğunda auspicia publica impetrativa’da augur’ların belirgin bir rolü
olmaması şaşırtıcı gelebilir. Ancak augur’ların görevi burada alınan auspicium’un
kurallara uygun olmadığı yönünde bir tartışma ortaya çıktığında başlamaktadır.
Senatus böyle bir tartışma ortaya çıktığında genelde augur’lar kuruluna danışmıştır.
Kurul toplanıp auspicium alma işleminde bir kusur olduğuna karar verirse, senatus
bu öneriyi dikkate alarak işlemin yenilenmesine, seçimin ya da toplantıda alınan
kararın geçersiz sayılmasına karar verebilir.
Eskiçağ kaynaklarında yer alan çelişkili ifadeler bu konuda kesin bir yargıya
varmayı daha da zorlaştırmaktadır. Örneğin Roma’nın ikinci kralı Numa
87
Div.2.71-72 “…Hic apud maiores adhibebatur peritus, nunc quilibet. Peritum autem esse necesse
est eum qui, silentium quid sit, intellegat; id enim silentium dicimus in auspiciis, quod omni vitio
caret. Hoc intellegere perfecti auguris est.”
88
Linderski, J., “The Augural Law”: s.2191.
89
Beard, M., North, J. A., et al., Religions of Rome 1: A History, s.22.
23
Pompilius’un göreve başlaması için tanrı onayına başvurulduğu sırada, bütün işi
augur yapmış gibi görünmektedir (Liv.1.18.6-10). Numa’yı Capitolium tepesine
götürmüş ve yüzü güneye bakacak biçimde bir taşın üzerine oturtmuştur. Kendisi
Numa’nın sol tarafına geçmiş ve bir elini kralın başının üzerine koymuştur, öteki
elinde de augur’ların simgesi olan ucu kıvrık asasını (lituus) tutmaktadır (bkz. resim
5). Daha sonra yüzünü kente dönerek, tanrılara yakarır. Görüş alanındaki bölgede
doğudan batıya doğru hayali bir çizgi çizer. Güneyde kalan bölgeyi sağ, kuzeyde
kalan bölgeyi ise sol olarak adlandırır. Ardından görebildiği en uzak noktada hayali
bir alan belirler. Sonra lituus’unu sol eline alır ve diğer elini Numa’nın başının
üzerine koyar ve şu sözlerle tanrıya seslenir: “Iuppiter baba, eğer elimi başına
koyduğum bu Numa Pompilius’un Roma’nın kralı olması caizse, belirlediğim sınırlar
içinde bize kesin bir işaret göster” Ardından gönderilmesini istediği işaretleri
tanımlamıştır. Bu işaretler gönderilince Numa kral ilan edilmiştir. Buna karşın daha
geç bir dönemde İ.Ö.327’de yapılan bir diktatör atamasında augur’ların bulunmadığı
açıkça görülmektedir90.
II.6 Romulus-Remus: Tanrı Onayı Konusunda İlk Anlaşmazlık:
Eskiçağ yazarlarının Roma kentinin kuruluşuna ilişkin söylencelere yer
verdikleri yapıtlarında imperium ve auspicium arasındaki bağ, açık bir biçimde
görülmektedir91. Söz konusu söylenceye göre insanlar kurulacak kenti Romulus’un
90
91
Bu konuya ileride ayrıntılı bir biçimde değinilecektir (bkz. s.60 v.d.)
Ennius, Ann.1.72-91; Cic.Rep.2.16; “…urbem condidit auspicato…”; 2.51; Nat.3.5; Leg.2.33;
Div.1.3 ve 2.70; Liv.5.52.2. “…urbem auspicato inauguratoque conditam habemus.”; 3.61.5; 6.41.4;
Plut.Rom.9.4-5; Dion.Hal.1.86-87; 2.5.6; Diod.Sic. 8.5; Ov. Fasti 4.813-822; Mommsen krallık
döneminde imperium ve auspicium’un büyük oranda birbirini tamamlayan, farklı bakış açıları altında
aslında aynı fikri ifade eden kavramlar olduğunu belirtir (Mommsen T., Römisches Staatsrecht I,
24
mu yoksa Remus’un mu yöneteceği konusunda karar veremedikleri için seçim
tanrıya bırakılmıştır. Tanrıdan çözüm getirmesini bekledikleri sorun, kent
kurulduktan sonra ikisinden hangisinin imperium’u elinde tutacağı ve kenti
yöneteceğidir?92 Romalıların devlet ve toplumsal meselelerle ilgili dini bir sorun
ortaya çıktığında geçmişte yaşadıkları deneyimlerden yola çıkarak olayları
yorumladıklarını ve karşı karşıya oldukları sorunlara bu yorumlarla bir çözüm
aradıklarını daha önce belirtmiştik.
Ancak insan etkeninin devreye girdiği bu
yorumlar da doğal olarak yeni sorunlar üretebilmektedir. Bu sorunlardan ilki kentin
kuruluş söylencesinde hemen karşımıza çıkmaktadır. Livius’un aktardığına göre (1.67), Romulus ve Remus kenti kimin yöneteceği konusunda auspicium’a başvurmak
için farklı tepelerde yerlerini aldıktan sonra, tanrı onayı anlamına gelen ilk işareti
Remus alır. Altı akbaba görmüştür. Daha sonra Romulus on iki akbaba gördüğünü
söyler. Her iki taraf da kendini kral ilan eder. Biri zaman bakımından tanrının
kendisine öncelik tanıdığını, diğeri ise daha fazla akbaba gördüğünü söyleyerek sayı
bakımından kral olması gerektiğini ileri sürmüştür. Sonuçta bu konuda anlaşamazlar
ve taraflar arasında çıkan kargaşada Remus öldürülmüş ve Romulus kral olmuştur93.
Tanrı işaretlerini yorumlamada iki kardeş arasında çıkan anlaşmazlık ve bu
anlaşmazlık sonucu Remus’un öldürülmesi tanrı iradesinin insanlar tarafından
Verlag von S. Hirzel, Lepzig, 1876, s.86-87; Greenidge de benzer biçimde bu ikisinin aslında aynı
gücün insani ve tanrısal yanı olduğunu söyler (Greenidge, A.H.J., Roman Public Life, Macmillan and
Co., London, 1901, s.162.)
92
93
Liv.1.6.4: “qui conditam imperio regeret”
Dionysos Halikarnassos 1.86-87’de Livius’tan farklı olarak her iki kardeş herhangi bir işaret
görmeden önce, Romulus’un kardeşini aldatmak amacıyla işareti gördüğünü söyleyen hileli bir haber
gönderdiğini belirtmektedir. Diodorus Siculus 8.5’te Romulus’un yaptığını bilinçli bir aldatmadan çok
aceleciliğinden kaynaklanan bir hata olarak değerlendirmektedir. Plut.Rom.9.5’te bazı insanlar
Remus’un gerçekten altı akbaba gördüğünü, Romulus’un ise on iki akbaba gördüğü konusunda yalan
söylediğini belirtmektedirler.
25
yorumlandığı sırada yaşanan anlaşmazlık ve kargaşalara güzel bir örnek
oluşturmaktadır. Her iki kardeş de tanrının gönderdiği işaretleri kendi çıkarı
doğrultusunda yorumlamıştır. Her iki kardeş de kenti yönetmek için tanrının
kendisine onay verdiğini ileri sürmüş ve bunu kullanarak yönetimde hak iddia
etmiştir.
Eskiçağ tarih yazarları bir kent genelde hangi koşullar altında kurulursa, bu
özelliklerini sanki genetik bir kural gibi gelecek asırlarda da sürdüreceğini belirtirler.
Böylece nice iç savaşlara neden olacak Roma’daki bu geçimsizliğin ve
auspicium’ların siyasi çıkar amaçlı yorumlanmasının ilk örneği belirlenmiş gibi
görünmektedir. Dionysos Halikarnassos’un aktardığına göre (2.6.1), Romulus halkı
yönetme konusunda tanrının onayını aldıktan sonra, kendinden sonra geleceklerin de
tanrı onayını alana dek krallık görevini üstlenmemesini bir gelenek haline getirmiştir.
Romalılar uzun süre Romulus’un başlattığı bu geleneğe bağlı kalmışlardır. Yanlızca
krallık döneminde değil, son kral kovulduktan sonra da, consul’lerin, praetor’ların ve
diğer kamu yüksek görevlilerinin seçimini auspicium’ları gözleyerek dinsel açıdan
da geçerli kılmışlardır. Her türlü devlet işine başlanmadan önce de bu tür tanrı
onayına başvurulmasının adeta bir zorunluluk haline geldiğini görüyoruz.
Romalılar savaş alanında da tanrı onayını almaya özen göstermişlerdir.
Tanrının yapılmak üzere olan savaşa onay verip vermediğini anlamak için
başvurdukları yöntem genelde auspicium de tripudiis olarak adlandırılmıştır. Bu
amaçla ordunun yanında bir kafesin içinde tavuklar taşınmaktadır. Savaş başlamadan
önce bu tavuklar pullarii adı verilen görevliler tarafından kafeslerinden salınır.
Kafesin önüne atılmış olan yemleri iştahla yerken yemler gagalarından düşüp yerde
26
sekerse94, bu olumlu bir işaret (tripudium solistimum) olarak algılanır ve tanrının
savaşa izin verdiği düşünülür. Öte yandan tavuklar önlerine atılan yemleri
yemezlerse bu kötüye işarettir. Eğer koşullar savaşı başlatmak ya da ani düşman
saldırısına karşı koymak için çok uygun ise, komutanın olumlu işaret için tavukların
keyfini beklemesi kimi zaman riskli olabilir. Sonucu garanti altına almak amacıyla
kafeslerde tavuklar aç bırakılabilmektedir. Cicero’nun yaşadığı dönemde bunun
yapıldığını biliyoruz95.
94
Cicero Div.2.72’de tripudium sözcüğünün terra (yer) ve pavire (çarpmak, çarpıp zıplamak)
sözcüklerinin birleşmesinden oluşan terripaviumdan türediğini belirtir.
95
Cicero Div.2.73-74: “Nunc vero inclusa in cavea et fame enecta, si in offam pultis invadit, et si
aliquid ex eius ore cecidit, hoc tu auspicium aut hoc modo Romulum auspicari solitum putas?”
III.
SINIFLAR ARASI MÜCADELE VE AUSPICIUM
III.1 Sınıflar Arası Mücadelenin Gelişimi
Sınıflar arası mücadele, cumhuriyet dönemi Roma toplumunun iki ana unsuru
olan patricius ve plebs sınıfları arasında adli, siyasi, ekonomik ve öteki sosyal
alanlarda aşağı yukarı iki yüzyıl boyunca sürmüştür. Krallık döneminde de bu iki
sınıf olmasına karşın, krala verilen mutlak yetkiler nedeniyle böyle bir mücadele
patlak vermemiştir. İki grup arasında bu mücadelenin başladığı yıllarda yönetim
erkinin yani imperium’un genelde patricius’un elinde olduğunu biliyoruz. Senatus
yalnızca patricius sınıfından seçilen senatörlerden oluşmaktaydı. Patricius sınıfından
seçilen consul’ler ve magistratus’lar devleti bir yıllık süreyle yönetmekteydiler.
Yargı alanında da yine patricius egemenliği söz konusuydu. Yasalar henüz yazıya
dökülmemiştir, kamu yüksek görevlileri diyebileceğimiz magistratus’lar geleneğe
göre (mos maiorum) yargı ve komutanlık görevini yürütmekteydi. Bunun yanında üst
düzey din görevlileri yine bu sınıftan olan kişilerden seçilmekteydi. Bu bakımdan
kentin dini açıdan kontrolü de patricius sınıfının elindeydi96.
Plebs’ler ise komşu soyların Roma’ya saldırısını ve asker olarak kendilerine
duyulan gereksinimi fırsat bilerek barışcıl bir boykota gitmişler, devlet içinde bir
devletmiş
gibi
teşkilatlanmışlardır.
Cumhuriyet
döneminin
ilk
yıllarında
oluşturdukları yeni bir meclis (concilium plebis) ve seçtikleri temsilciler (tribuni
plebis) aracılığıyla, patricius’tan önce adli, sonra da sosyal ve ekonomik alanda bir
takım haklar istemiştir. Öteki önemli istekleri ise, adli haklar, yönetimde pay sahibi
96
Beard, M., North, J. A., et al., Religions of Rome 1: A History, s.64.
olabilmek, borçların hafifletilmesi ve toprak reformudur. Ancak bu isteklerini kabul
ettirmeleri kolay olmamış ve oldukça uzun zaman almıştır.
Başkomutanlık görevi yanı sıra adalet işlerine de bakan consul’ler, yazılı
yasalar ve belirlenmiş bir yargılama yöntemi olmadığı için keyfi davranabiliyorlardı.
Öncelikle patricius sınıfından kişilerin çıkarlarını koruyorlar ve aynı ya da benzer bir
suçu işlemelerine karşın bir plebs’e, patricius’a verilenden çok daha ağır bir ceza
verebiliyordu. Ayrıca plebs’lere çok daha ağır koşullarda ve çok uzun süreli askerlik
yükümlülüğü getiriyorlardı. İ.Ö.462 yılında, bu tür haksızlıklara karşı çıkan halk
temsilcisi (tribunus plebis) C.Terentilius Harsa’nın consul’lerin yetki sınırlarının
belirlenmesi konusundaki önerisi üzerinde uzun süren tartışmalar sonunda, plebs’ler
yasaların yazılı hale getirilmesini ve yargı usulünün belirlenmesini kabul
ettirebilmişlerdir97. Bu amaçla oluşturulan üç kişilik kurul, Atina ve öteki Yunan
kentlerine giderek Solon’un yasalarını incelemiştir. İ.Ö.451 yılında hangi suça ne
ceza verileceğinin belirlenmesi ve yasaların yazılı hale getirilmesi amacıyla on kişi
(decemviri) seçilmesine ve bunların consul yetkisiyle donatılmasına karar
verilmiştir98. Bir yıl sonra ikinci kez seçilen decemvir’lerin eklediği iki yasayla on iki
levha kanunları oluşmuş, plebsler en azından hangi suça ne ceza verileceğini ve nasıl
bir yargılama yöntemi izleneceğini belirli hale getirtebilmişlerdir. Yasaların yazıya
dökülmesinin plebs için bir kazanç olduğu söylenebilir. Ancak aynı yasalar onların
yönetimde pay sahibi olabilmelerinin önüne bir engel koymuştur. Decemvir’ler
sınıflar arası evliliği yasaklamıştır. Bu yasak patricius ve plebs arasındaki temel fark
97
Terentilius Harsa’nın önerisi ve bu öneriyle ilgili taraflar arasında yaşanan tartışmalar için bkz.
Liv.3.9.1-3.10.14; Dion.Hal.10.1.2-10.2.6.
98
“Decemviri consulari imperio legibus scribundis” Bu on kişinin isimleri için bkz. Broughton, T. R.
S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, American Philological
Association, New York, 1951, s.45.
olan soylu bir aileden gelme ayrıcalığını daha da kesinleştirmiştir. Sınıflar arası
mücadelenin başladığı yıllarda yalnızca patricius kökenlilerin consul olabildiği göz
önüne alındığında, bu yasak imperium’un patricius sınıfının tekelinde kalması ve
kuşaklar boyu da böyle sürmesi anlamına gelmektedir. Çünkü patricius sınıfından
biriyle evlenen bir plebs’in ya da böyle bir evlilikten doğacak çocukların patricius
sınıfına geçmesini ve imperium’a sahip olmasını olanaksız hale getirmiştir.
III.2 Eskiçağ Kaynaklarına göre Auspicium’ların bu Mücadeleki Yeri:
Geç cumhuriyet dönemi yazılı kaynakları İ.Ö.445 yılı başında halk temsilcisi
C. Canuleius’un sınıflar arası evliliğin serbest bırakılmasına ilişkin bir yasa tasarısını
halk oylamasına (plebiscitum) sunduğunu belirtmektedir99. Ardından dokuz halk
temsilcisi bir tasarı daha sunmuş ve halkın (populus), plebs ya da patricius arasından
istediği kişiyi consul seçme yetkisine sahip olmasını istemiştir100. Imperium’u
ellerinde tutmalarını sağlayan iki ayrıcalığı onların elinden almayı hedef alan bu yasa
tekliflerini patres kabul edilemez bir şey olarak görmüştür. Yasa tekliflerinin hedef
aldığı birinci ayrıcalık soylarıdır (gens). Son kralın kovulmasından sonra imperium’u
elinde tutan iki consul de büyük oranda patricius kökenli aileler arasından
99
Liv.4.1.1; “…de conubio patrum et plebis C. Canuleius tribunus plebis rogationem
promulgavit,…” Cic.Rep.2.63; “…Ergo horum ex iniustitia subito exorta est maxima perturbatio et
totius commutatio rei publicae; qui duabus tabulis iniquarum legum additis, quibus, etiam quae
diiunctis populis tribui solent conubia, haec illi ut ne plebei cum patribus essent, inhumanissima lege
sanxerunt, quae postea plebei scito Canuleio abrogata est, libidinoseque omni imperio et acerbe et
avare populo praefuerunt.”
100
Liv.4.1.3-4; “…processit deinde ut rogationem novem tribuni promulgarent, ut populo potestas
esset, seu de plebe seu de patribus vellet, consules faciendi;” ; Dion.Hal.11.53.1’de C.Furnius dışında
bütün halk tribunlarının bu görüşte olduğunu belirtir; “…οἱ τότε δημαρχοῦντες ἐκτὸς ἑνὸς Γαΐου
Φουρνίου πάντες οἱ λοιποὶ συμφρονήσαντες, ἐν ᾧ τὸν δῆμον ἐποιοῦντο κύριον τῆς διαγνώσεως καθ'
ἕνα ἕκαστον ἐνιαυτόν, εἴτε πατρικίους βούλοιτο μετιέναι τὴν ὑπατείαν εἴτε δημοτικούς.”
seçilmişti101. Bu onlara atalarından kalan bir ayrıcalıktı ve bu ayrıcalığı kendi
kanlarından gelenlere devredeceklerdi. Sırası geldiğinde ve yetenekleri uygun olduğu
takdirde kendi çocukları ve torunları da imperium sahibi olacaktı. Oysa sınıflar arası
evliliğin serbest bırakılmasına ilişkin öneri, onlara göre, tanrılar nezdinde ayrıcalıklı
kanlarının saflığını ve asaletini bozacak, soylarının kendilerine sağladığı hakları
neredeyse tümüyle kısıtlayacaktı102. İkinci ayrıcalık birincisinin bir sonucu olan ve
gerçek sahipleri olduklarını ileri sürdükleri auspicium’lardı. Öteden beri patres
arasından seçilen consul, imperium’a sahip olmasının yanında, toplum adına ve
devlet yararına tanrılarla iletişim kurmaya, yani auspicium’a başvurmaya yetkiliydi.
Consul’lerin seçilemediği durumlarda tanrı onayını (auspicium) araştırma yetkisi
patres’e döner103, onlar da yeni bir consul seçilene kadar aralarından birini göreve
getirirlerdi (interrex)104. Bu tasarının kabul edilmesi patres’in imperium’u elinde
tutmasında başlıca dayanak olan bu iki ayrıcalığı ortadan kaldırmaya yönelikti.
Patres’e göre bu tasarı yasalaşırsa, soyları bozacak, auspicium’ları, yani devleti ve
toplumu ilgilendiren önemli durumlarda tanrı onayını alabilme olasılığını altüst
edecek ve her şey birbirine girecektir. Tüm ayırımlar ortadan kalkınca, kimse ne
kendisini ne de akrabalarını tanıyabilecekti105. Patres’e göre bu tasarı yasalaşırsa,
101
Mitchell, R. E., Patricians and Plebeians : The Origin of the Roman State, Cornell University
Press, Ithaca [N.Y.], 1990, s.20.; Bu konuda farklı düşünen bilim adamı sayısı hiç de az değildir.
Konu s.38 v.d. ayrıntılı olarak tartışılacaktır.
102
Liv.4.1.2; “…qua [rogatione] contaminari sanguinem suum patres confundique iura gentium
rebantur”
103
Auspicia ad patres redeunt
104
Cic. Dom. 14.38; “…auspiciaque populi Romani, si magistrati patricii creati non sint, intereant
necesse est, cum interrex nullus sit, quod et ipsum patricium esse et a patriciis prodi necesse est.”
105
Liv.4.2.5; “Conluvionem gentium, perturbationem auspiciorum publicorum privatorumque
adferre, ne quid sinceri, ne quid incontaminati sit, ut discrimine omni sublato nec se quisquam nec
suos noverit.”
consul’lüğün aşağı sınıftan insanlarla paylaşılması değil, bu yüce yetkinin (summum
imperium) öncelikli sahibi olması gereken soyluların elinden alınıp plebs’e verilmesi
anlamına geliyordu106; Consul’lük makamı patricius dışında hiç kimseye
bırakılmamalıydı, çünkü tanrısal yasa böyle bir görevi elinde tutma hakkını yalnızca
patricius’a vermiştir107. Antik kaynaklarda sınıflar arası evlilik ve plebs’lerin de
consul seçilmesi, ayrıca halk temsilcilerinin sunduğu yasa tasarıları konusunda
patricius’un düşüncelerine ilişkin aktarılanlar bunlardır.
Aynı kaynaklar patricius’un bu önerilere gösterdiği tepki karşısında
plebs’lerin ne düşündüğünü de aktarmaktadır. Onların düşüncelerine Livius, halk
temsilcisi Canuleius’un konuşmasında yer vermiştir: ‘Patricius, plebs’i sürekli küçük
gördüğü için, sınıflar arası evliliğe karşı çıkıyordu. Consul seçilebilme isteği
karşısında patricius, plebs’ler Roma vatandaşı olmasına karşın, bu makama sanki bir
köle ya da bir azatlı layık görülmüş gibi karşı çıkmıştır108. Ellerinden gelse ve
tanrılar izin verse, plebs’ler arasından bir kişinin consul olmasının dini kurallara
aykırı olduğunu söyleyeceklerdi’109. Halkın önüne çıkan consul’e bir halk temsilcisi
plebslerden birinin neden consul olamayacağını sorduğunda, consul Curtius çok açık
bir biçimde yanıt vermiştir; ‘Plebsler’in consul olması mümkün değildi, çünkü hiçbir
plebs’in auspicium’a başvurma yetkisi yoktu. Decemvir’ler, kimin hangi soydan
geldiğinin belli olmaması durumunda auspicium’lar alt üst olmasın diye sınıflar arası
106
Liv.4.1.5; “…id vero si fieret, non volgari modo cum infimis, sed prorsus auferri a primoribus ad
plebem summum imperium credebant.”
107
Dion.Hal.11.56.2; “…τῆς μὲν ὑπατείας μήτε νῦν μήθ' ὕστερον παραχωρεῖν μηδενὶ πλὴν τῶν
πατρικίων, οἷς μόνοις ὅσιόν τε καὶ θεμιτόν ἐστι τυγχάνειν·”
108
Liv.4.3.7; “…et perinde hoc valet, plebeiusne consul fiat, tamquam servum aut libertinum aliquis
consulem futurum dicat?”
109
Liv.4.3.9; “…quin etiam, si dis placet, nefas aiunt esse consulem plebeium fieri.”
evliliği yasaklamışlardı110.’ Plebs’lerin bu sözlere çok öfkelenmeleri son derece
doğal görünmektedir. Çünkü yönetimi paylaşma istekleri, sanki tanrılar plebs’lerden
nefret ediyorlarmış gibi, auspicium’a bakma yetki ya da yetenekleri olmadığı
gerekçesiyle reddedilmişti111. Üstelik sınıflar arası evliliğin yasaklanması bu hakkı
asla elde edemeyecekleri anlamına geliyordu. Plebs’lerin sınıflar arası evliliğin
serbest bırakılmasından elde edeceği tek kazanç insan yerine koyulmak, vatandaş
olarak görülmektir112. Haklarda bir değişiklik olmayacağı için, patricius’un ileri
sürdüğü gibi soylarda bir belirsizlik ortaya çıkması olanaksızdır. İki sınıf arası
yapılan bir evlilikten doğacak çocuk elbette babasının sınıfına dâhil olacaktır113.
İki sınıfın temsilcileri arasında bu tartışmalar sürerken, Volsci, Aequi ve Veii
gibi çevre kavimlerden gelen savaş tehdidi Roma’da yaşanan kargaşayı biraz olsun
yatıştırmış görünmektedir. Plebs’ler askere yazılmaya barışcıl bir boykotla karşı
çıkarak, istekleri kabul edilinceye dek güçlü bir ordu kurulmasına engel
olmuşlardır114. Aslında bu yaptıkları yeni bir şey değildir. Livius plebslerin bu
barışçıl boykot yöntemine daha önce de birçok kez başvurduğunu ve bu direnişin
sonunda bir takım haklar elde ettiklerini belirtir115. Bu olayda da plebs direnişi etkili
110
Liv.4.6.2; “Quod nemo plebeius auspicia haberet, ideoque decemviros conubium diremisse ne
incerta prole auspicia turbarentur.”
111
Liv.4.6.3; “…quod auspicari, tamquam invisi dis immortalibus, negarentur posse”
112
Liv.4.4.12; “… nec quod nos ex conubio uestro petamus quicquam est, praeterquam ut hominum,
ut civium numero simus…”
113
Liv.4.4.11; “Quid iuris tandem mutatur? Nempe patrem sequuntur liberi.”
114
Liv.4.1.2; Dion.Hal.11.54.3-5
115
Örneğin İ.Ö.495’te (Liv.2.24); İ.Ö. 494’te (2.28-30); İ.Ö.481’de (2.43.3-4); İ.Ö.461’de (3.10.8-
3.11.2); İ.Ö.457’de (3.30.3-5). Patricius ve plebs’in sınıflar arası mücadelede sıkça kullandığı
yöntemler için bkz. Ridley, T.R., “Patavinitas among the Patricians? Livy and the Conflict of Orders”,
(ed.) Eder, W., Staat und Staatlichkeit in der frühen römischen Republik: Akten eines Symposiums,
12.-15. Juli 1988, Freie Universität Berlin, Steiner, Stuttgart, 1990 içinde: s.121-122.
olmuş ve patricius’un ileri gelenleri yaptıkları özel bir toplantıyla soruna çözüm
getirmeye çalışmışlardır116. Buldukları çözüm seçimlerde bir değişiklik yapılmaması,
bunun yerine consul’lerin görevini üstlenecek, onların yetkisine sahip olacak askeri
tribun’ların (tribuni militum consulari potestate) seçilmesi olmuştur117. Dionysos
Halikarnassos’a göre patricius’un ileri gelenleri bu sayede bir taşla iki kuş vuracağını
düşünüyordu. İlk olarak, değersiz ve aşağı sınıftan kişiler consul seçilmeyecek ve
böylece consul’lük makamının değeri düşürülmeyecekti. İkinci olarak da, plebs’lere
askeri tribun’luk makamını açarak kamu görevleri üzerinde haksız bir egemenlik
kurmuş izlenimi uyandırmaktan kurtulacaklardı118. Bu şartlar altında seçime gidilmiş
ve consul yetkisine sahip üç askeri tribun İ.Ö.444 yılında göreve başlamıştır119.
Ancak seçilen askeri tribun’lar yalnızca üç ay görev yapabilmişlerdir120. Augur’lar
kurulunun seçimde bir kusur olduğu (vitio creati) yönünde karar vermesinin ardından
tribun’lar kendi istekleriyle görevlerinden çekilmişlerdir. Bu olaylar ilk bakışta akla
bir takım sorular getirmektedir. Augur’lar kurulu neden böyle bir karar vermiş
116
Liv.4.6.5-7; Dion.Hal.11.55.1
117
Liv.4.6.8 ve Dion.Hal.11.56.3: Seçilen kişiler Aulus Sempronius Atratinus, Lucius Atilius, Titus
Coelius olarak belirtilmiştir. Livius bunların patricius olduğunu söylemektedir (4.7.1). Niebuhr ,
L.Atilius Longus’un plebs olduğunu söyleyerek Livius’un yanıldığını, L.Atilius’un kesinlikle plebs
olduğunu ileri sürmüştür (Niebuhr, B.G., The History of Rome vol.2, çev. Hare, J.C, Taylor and
Walton, London, 1838, s.411.);
Buna karşın bkz. Graves, J.T., “Atilius L.”, Smith, W. (ed.),
Dictionary of Greek and Roman Biography and Mythology vol.1, Little, Brown, and Company,
Boston, 1867 içinde: s.405
118
Dion.Hal.11.56.3; “…ταῦτα γὰρ ποιοῦντες οὔτε τὴν τῶν ὑπάτων ἀρχὴν εἰς ταπεινοὺς καὶ ἀναξίους
καταβαλεῖτε οὔτε δυναστείας ἀδίκους ἑαυτοῖς κατασκευάζεσθαι δόξετε μηδεμιᾶς ἀρχῆς μεταδιδόντες
τοῖς δημοτικοῖς.”
119
120
Liv.4.7.1; Dion.Hal.11.61.3
Liv.4.7.3; “…tertio mense quam inierunt, augurum decreto perinde ac vitio creati honore
abiere…” Dion.Halikarnassos’a göre (11.62.1) göreve başladıktan yetmiş üç gün sonra;
“…ἑβδομήκοντα καὶ τρεῖς μόνον ἡμέρας ἀποτίθενται..”
olabilir? Seçimde bir hata olduysa, bunu açıklamak için neden üç ay beklenmiştir?
Bu sorulara kesin yanıtlar vermek, elimizdeki bilgilerin yetersizliği göz önüne
alındığında, oldukça güçtür. Bununla birlikte Livius ve Dionysos Halikarnassos’un
aktardıklarının,
olayların
gelişimine
ilişkin
bir
takım
ipuçlarını
içerdiği
görüşündeyiz.
Livius augur’lar kurulu kararının gerekçesini açıklamıştır121: “Quod C.
Curtius, qui comitiis eorum praefuerat, parum recte tabernaculum cepisset.”
Augur’luk yasası göz önüne alınarak değerlendirildiğinde, bu kararın teknik olarak
yanlış bir yönü görünmemektedir. C. Curtius bir önceki yılın consul’üdür. Doğal
olarak ertesi yılın kamu yüksek görevlileri için yapılacak seçimden önceki gün
Capitolium tepesine çıkmış, orada çadır kurup tanrının seçimlere onay verip
vermediğini öğrenmek için auspicium’a bakmıştır. Herhangi bir olumsuz işaret
görmemiş ve seçim süreci tamamlanabilmiştir. Bunun yanında Livius’un kullandığı
“vitio creati” ve “parum recte tabernaculum capere” sözcükleri de daha önce
belirttiğimiz gibi122 devlet dininin bu tür olaylarda sıkça karşılaşılan teknik
terimlerdir.
Ancak asıl sorun kararın zamanlamasındadır. Çünkü C. Curtius’un
auspicium’a bakmak için çadırı yanlış yere kurduğu zamanında fark edilmiş ve
yardımcıları tarafından uyarılmış olsa, seçim daha baştan ertelenebilirdi. Ama
hatanın üç ay sonra farkına varılmış, bunun sonucunda tribun’lar görevlerinden
çekilmek zorunda kalmışlardır. Öte yandan augur’ların durduk yerde, herhangi bir
neden yokken, böyle bir karar vermesi pek olası görünmemektedir. Olağan işleyişe
göre, augur’lar kurulunun bu tür bir karar verebilmesi için Iuppiter Optimus
Maximus’tan ya da öteki tanrılardan, seçilen görevlilere onay verilmediğini gösteren
121
Liv.4.7.3
122
bkz. s.18-20
bir takım olumsuz işaretlerin gelmesi, olağandışı doğa olaylarının ortaya çıkması,
senatus’un da bu işaretlerin gerçekten tanrılardan geldiğini kabul edip, augur’lar
kurulundan fikir alması gerekmektedir. Ancak Livius’ta ne olumsuz bir işarete ne de
olağan dışı bir doğa olayına ilişkin bir kayıt vardır. Onun tek söylediği consul
yetkisine
sahip
askeri
tribun’luk
makamının
henüz
sağlam
temellere
dayanmadığıdır123. O halde augur’lar işin içine nasıl girmiştir? Dionysos
Halikarnassos bu sürece ilişkin bir ipucu vermektedir. Dionysos’un aktardığına
göre124, seçilen tribun’lar eski bir geleneğe uyarak görevden kendi istekleriyle
çekilmişlerdi. Çünkü tanrının, onların bu görevi sürdürmelerine onay vermediğini
gösteren bir takım işaretler yolladığı ileri sürülmüştür. Halikarnassos’un sözünü
ettiği “θεοπέμπτων τινῶν σημείων κωλυτηρίων” sonucunda, büyük olasılıkla senatus
harekete
geçerek
augur’lar
kurulunu
bu
durumu
değerlendirmeleri
için
görevlendirmiştir.
Livius’ un aktardığına göre125, bazı tarih yazarları söz konusu askeri
tribun’ların seçilme nedeninin siyasi değil, askeri olduğunu belirtmiştir. Çünkü aynı
anda üç cephede savaş tehdidi ortaya çıkmıştır ve iki consul’un bunlarla başa çıkması
olanaksızdı. Yine Livius’tan öğrendiğimiz kadarıyla bu yazarların yapıtlarında
plebs’lerden consul seçilmesine ilişkin hiçbir iz yokmuş; ancak üç askeri tribunun
consul’lere ait yetki ve işaretleri kullandıkları belirtiliyormuş. Bu yazarların yapıtları
günümüze ulaşamadığı için, sağlıklı bir değerlendirme yapmak olanaksızdır. Ancak
123
Liv.4.7.3
124
Dion.Hal.11.62.1; “…κατὰ τὸν ἀρχαῖον ἐθισμὸν ἑκούσιοι, θεοπέμπτων τινῶν σημείων κωλυτηρίων
αὐτοῖς τοῦ πράττειν τὰ κοινὰ γενομένων.”
125
Liv.4.7.2.; “Sunt qui propter adiectum Aequorum Volscorumque bello et Ardeatium defectioni
Veiens bellum, quia duo consules obire tot simul bela nequirent, tribunos militum tres creatos
dicant…”
hem Livius’un hem de Dionysos Halikarnassos’un böyle düşünen yazarlardan farkı,
plebs’lerin consul seçilme taleplerine yer vermeyi yeğlemeleridir.
Günümüz araştırmacılarının bu konuya bakışı birbirinden farklıdır. Livius’un
ilk beş kitabını yorumladığı yapıtında R. M. Ogilvie, plebs’lerin consul seçilebilmesine olanak tanıyan tasarının inandırıcı ve gerçek olmadığını ileri sürmüştür. Bu
savının başlıca iki dayanak noktası vardır. Birincisi, Livius’un kaynak olarak
kullandığı annales yazarı Licinius Macer’in consul yetkileriyle donatılmış askeri
tribun’luk makamının oluşturulmasına ilişkin yorumlarına zemin hazırlamak için
İ.Ö.444 yılında yaşanan siyasi olayları uydurduğudur126. Böyle düşünme nedenini
Livius’ta askeri tribun’luk makamına seçilen ilk plebs olarak, Licinius Macer’in
atalarından biri olan P. Licinius’un gösterilmesi olarak açıklamıştır127. Ogilvie
İ.Ö.400 yılında askeri tribun olan P. Licinius’tan önce de plebs kökenli askeri
tribun’lar olduğunu düşünmektedir. Bu savına kanıt olarak Atilius soyunun plebs
olduğunu ileri sürmüştür. Çünkü ona göre, İ.Ö. 399 yılında consul yetkisine sahip
askeri tribun seçilen plebs kökenli L. Atilius, İ.Ö.444’de askeri tribun seçilen
Atilius’un oğludur128. Buna karşın L. Atilius’un patricius kökenli olduğu ve 399
126
Ogilvie, R.M., A Commentary on Livy, Books 1-5, Oxford University Press, London, 1965, s.527.;
“The first (demand that plebeians should be eligible for election to the consulate) is demonstrably
political invention by Licinius Macer to supply background for his interpretation of the institution of
consular tribunes.”
127
Ibid., s.539-540 “ It is well to notice that L. [Livius] owes the political explanation directly to
Licinius Macer and furthermore that the first plebeian alleged to have been elected to the office was
P.Licinius. That is in fact false. L.Atilius in 444 and Q.Antonius Merenda in 422 were also plebeians.”
128
Ibid., s.542; “L.Atilius: the gens is plebeian (Klebs, R.E., ‘Atilius’). His son was cons.trib. in
399…”
yılındaki askeri tribun’un onun oğlu olmadığına ilişkin görüşler de vardır129.
Dolayısıyla bu konu tartışmalıdır.
Ogilvie’ye göre L. Macer söz konusu olayları kendi soyunun şanını öne
çıkarmak ve plebs’ler için tercih edilir bir tarih oluşturmak amacıyla uydurmuştur130.
Aslında bu ve buna benzer savlar Fabius Pictor, Valerius Antias, Licinius Macer gibi
birçok annales yazarı ve bunlardan yararlanan Livius, Dionysos Halikarnassos gibi
diğer tarihçiler için de sık sık dile getirilmektedir. Bizce bu sav da sağlam
kanıtlardan yoksundur. Çünkü böyle bir görüşü savunmak için söz konusu yazarların
yapıtlarının ulaşılabilir olması gerekmektedir. Ancak bu tarihçilerin yazdıkları ya
tamamıyla kayıptır ya da yapıtlarından az sayıda kırıntı kalmıştır. Dolayısıyla L.
Macer’in söz konusu olayları kendi soyunun şanını öne çıkarmak ve plebs’ler için
tercih edilir bir tarih oluşturmak amacıyla uydurduğu savını ileri sürebilmek için,
Macer’in yapıtının hiç değilse büyük bir kısmının okunabilir olması gerekirdi. Ancak
Cornell’in de dediği gibi131 cumhuriyet dönemi annales yazarlarının dürüstlüğü
konusunda yargıda bulunmak için elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bunun
yanında kentin geçmişine ilişkin bilgiler yalnızca tarih kitaplarıyla sınırlı değildir.
129
Örneğin bkz. Graves, J.T., “Atilius L.”, s.405: “ …a plebeian consular tribune B.C.399 and again
in 396. (Liv.v.13,18; Diod.14.54,90). He must be distinguished from L.Atilius, the consular tribune in
B.C.444 (Liv.iv.7), who was a patrician and, whose cognomen was Longus as we learn from
Dionysius (xi.61).”
130
Ogilvie, R.M., A Commentary on Livy, Books 1-5, s.540.: “ It bears every sign of having been
fabricated by Licinius himself to reflect glory on his family and to promote a favourable history of the
plebs.”
131
Cornell, T.J., “The Value of Literary Tradition”, (ed.) Raaflaub, K.A., Social Struggles in Archaic
Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s.49-50.; Annales yazarlarıyla ilgili ayrıca bkz.
Levene, D.S., “Roman Historiography in Late Republic”, (ed.) Marincola, J., A Companion to Greek
and Roman Historiography vol.1, Blackwell Publishing, Oxford, 2007 içinde: s.278-279.
Roma’da tarih geleneği, ardı ardına gelen kuşakların kendi geçmişleri hakkında neye
inandıklarının ve ne düşündüklerinin bir toplamı olarak tanımlanabilir.
Ogilvie’nin ikinci savı, plebs’lerin de consul seçilebilmesine yönelik
taleplerin tarihsel olmadığı, çünkü İ.Ö.444 yılından önce de plebs kökenli kişilerin
consul’lük yapmış olduğu ve bu kişilerin adlarının Fasti’de yer aldığıdır132. Bu
oldukça yaygın bir savdır ve uzun süredir bilim adamları arasında tartışılmaktadır.
Söz konusu consul’lerin isimleri şunlardır133:
L. Iunius Brutus (509)134; Sp. Cassius Vicellinus (502, 493, 486); Post.
Cominius Auruncus (501, 493); M. Tullius Longus (500); M. Minucius Augurinus
(497, 491); P. Minucius Augurinus (492); T. Sicinius (Siccius) Sabinus (487); C.
Aquillius Tuscus (487); T. Numicius Priscus (469); P. Volumnius Amintinus Gallus
(461); L. Minucius Esquilinus Augurinus (458); Q. Minucius Esquilinus (457); Sp.
Tarpeius Montanus Capitolinus (454); A. Aternius Varus Fontinalis (454); T.
Genucius (consul designatus 451, Decemvir 451); M. Genucius Augurinus (445)
Uzun zamandır tartışılagelen bu kişilerin soyları konusunda genel olarak iki
farklı görüş olduğunu biliyoruz. Bunlardan birincisi yukarıda adı geçen kişilerin
plebs kökenli olduğunu savunmuş, bunun sonucunda da erken cumhuriyet
döneminde patricius’un siyasal yaşama tek başına egemen olduğu görüşüne karşı
132
Ogilvie, R.M., A Commentary on Livy, Books 1-5, s.540.; “…the consulate was already open to
plebeians and there are numerous genuinely plebeian names in the early Fasti.”
133
Drummond İ.Ö.5. yüzyılda Roma’daki siyasal ve kurumsal gelişmeleri ele aldığı makalesinde bu
konudaki görüşlere ayrıntılı bir biçimde yer vermiştir ( Drummond, A., “Rome in the Fifth Century II:
The Citizen Community”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient History 7.2 Cambridge
University Press, Cambridge, 1989 içinde: s.172-242. Cornell, Drummond’un görüşlerini daha da
geliştirmiştir (Cornell, T.J., The Beginnings of Rome : Italy and Rome from the Bronze Age to the
Punic Wars (c. 1000-264 BC), Routledge, London ; New York, 1995, s.252-256.
134
Ayraç içindeki rakamlar kişilerin consul olduğu yılları göstermektedir.
çıkmıştır135. İkinci görüşü benimseyenler ise söz konusu isimlerin uydurma olduğunu
ileri sürerek, patricius egemenliğinin var olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır136.
Drummond’a göre her iki görüş de Fasti’de geçen consul adlarının patricius
olmadığını kabul etmektedir. Drummond, bu isimlerden ikisinin, Tarpeia ve Aternia
soyunun, plebs olduğuna ilişkin herhangi bir kayıt olmadığını belirtmiştir137. Geriye
kalan soylarda ise durum biraz daha farklıdır. Consul olarak kaydedildikleri yılla,
onun soyundan geldiği ileri sürülen kişilerin plebs’lere ait olarak sayılan görevlerde
(örneğin, halk temsilciliği) adlarının ilk geçtiği tarih arasında hatırı sayılır bir zaman
aralığı vardır. Dolayısıyla Fasti’de yer alan adların plebs kökenli olduğu savına karşı
üç olasılık daha ileri sürülebilir. Birincisi, birbirleriyle ilgisi olmayan ailelerin, ister
patricius isterse de plebs olsun, aynı soy adını kullandığı gerçeğidir138. İkincisi,
sonradan, özellikle İ.Ö.367 yılından sonra, plebs’e ait görevlere gelen kişilerin
patricius kökenli birinin azat ettiği kölenin soyundan gelme olasılığıdır139. Çünkü
gayet iyi biliyoruz ki, azat edilen köleler eski sahibinin soy adını alırlar ve bu soy
adını kendilerinden sonra gelen kuşaklara aktarırlar. Üçüncü olasılık da önceden
patricius kökenli olan bir soydan gelen birinin plebs sınıfına ya da plebs sınıfından
135
Drummond, A., “Rome in the Fifth Century II: The Citizen Community”, s.175 dipnot 10.’a göre
ilk olarak
Schaefer A., “Zur Geschichte des römischen Consulats” Jahrbücher für classische
Philologie 113, 1876, s.569-583’te bu görüşü ileri sürmüştür.
136
Ibid., s.175; Cornell, T.J., The Beginnings of Rome : Italy and Rome from the Bronze Age to the
Punic Wars (c. 1000-264 BC), s.253 dipnot 42.’ye göre ilk olarak Beloch, Römische Geschichte bis
zum Beginn der punischen Kriege, Berlin, 1926, s.9-22’de bu görüşü dile getirmiştir.
137
Drummond, A., “Rome in the Fifth Century II: The Citizen Community”, s.175-176.
138
Örneğin gens Sempronia, gens Servilia, gens Claudia, gens Marcellia
139
Cornell, T.J., The Beginnings of Rome : Italy and Rome from the Bronze Age to the Punic Wars (c.
1000-264 BC), s.253; Momigliano, A., “An Interim Report on the Origins of Rome”, The Journal of
Roman Studies 53 (1963): s.118.
gelen birinin de patricius soyuna geçmiş olma olasılığıdır140. Bu da aynı soy içinde
hem patricius hem de plebs aileler oluşması sonucunu doğurur.
Söz konusu isimlerin plebs olduğunun kabul edilmesi bile patriciusun siyasal
alanda egemen olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu gerçeğin daha açık biçimde
görülebilmesi için cumhuriyetin kurulmasından İ.Ö.5.yüzyılın sonuna kadar olan
zaman diliminde, sınıflar arasındaki consul’lük ve consul yetkisine sahip askeri
tribun’luğa ait görev dağılımına göz atmak yeterli olacaktır.
Zaman
Dilimi
Toplam
Görev
Göreve
Gelen
Patricius
Yüzdes Göreve Gelen
Yüzdesi
i
Plebs
İ.Ö.509-483
57
45
(%79)
12
(%21)
İ.Ö.482-456
56
52
(%93)
4
(%7)
İ.Ö.455-428
61
56
(%92)
5
(%8)
İ.Ö.427-401
99
98
(%99)
1
(%1)
Tablo 1141
Tablo incelendiğinde 509-401 yılları arasında toplam 273 görevden yalnızca
22’sine plebs olduğu ileri sürülen kişilerin seçildiğini görüyoruz. Öte yandan
Canuleius teklifinin sunulduğu yıllarda toplam görevlerin yalnızca %8’ine plebs
kökenli kişiler seçilirken, %92’sine patricius kökenliler seçilmiştir. Plebslerin consul
seçilebilme taleplerinin giderek arttığı İ.Ö.5. yüzyılın sonuna doğru yaklaştıkça bu
140
Soyun sınıf değiştirmesi ile ilgili örnek için bkz. Suet.Aug.2; aynı soyun hem plebs hem de
patricius kolu için bkz. Suet.Tib.1
141
Bu tablo Cornell, T.J., The Beginnings of Rome : Italy and Rome from the Bronze Age to the Punic
Wars (c. 1000-264 BC), s.254.’den alınmıştır. Belirtilen görevlere tamamı patricius üyelerden oluşan
decemvir’lik katılmamıştır. Consul, consul suffectus ve tribuni militum consulare potestate
görevlerinden oluşmaktadır. Tartışmalı isimlerin plebs olduğu varsayımından yola çıkarak
hazırlanmıştır.
oranın giderek azaldığı da hemen göze çarpmaktadır. Sonuç olarak, tartışmalı
isimlerin plebs olduğu kabul edilse bile, bu rakamlar patricius’un siyasal yaşama ne
denli egemen olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Öte yandan odaklanmamız gereken nokta Romalıların bu isimler hakkında ne
düşündüğüdür. Acaba bu tartışmalı isimler onlara göre de plebs kökenli miydi? Bu
sorunun yanıtının çok daha geç bir döneme, İ.Ö. 172 yılına ait Fasti kayıtlarında
bulunabileceğini düşünüyoruz. 172 yılı consul’leri olan Popilius Laenas ve Aelius
Ligus’u Fasti Capitolini şöyle not etmiştir142:
C· POPILIVS · P· F·P·N LAENAS
P· AILIVS · P·F·P·N LIGVS
AMBO · PRIMI · DE · PLEBE
Ambo primi de plebe ifadesi ilk defa her iki consul’ün de plebs kökenli
olduğunu açıkça belirtmektedir. 5.yüzyıla ait consul isimlerinden bazılarının plebs
olduğu savı doğruysa, İ.Ö. 493,487 ve 454 yıllarında da aynı anda iki plebs consul
olmuş demektir. Çünkü Fasti’de İ.Ö.493 yılında Sp. Cassius Vicellinus ve Post.
Cominius Auruncus, 487’de T.Sicinius Sabinus ve C.Aquillius Tuscus, 454’te ise
Sp.Tarpeius Montanus Capitolinus ve A.Aternius Varus Fontinalis consul olarak
gösterilmiştir. Bu kişiler plebs kökenli olduğu ileri süren consul’ler arasında
bulunmaktadır.
Ancak Fasti’de ne 493 ne 487 ne de 454 yılları consul’leri için
ambo de plebe ifadesi kullanılmıştır. Oysa aynı Fasti 172 yılında iki plebs’in ilk defa
aynı anda consul olduğunu belirtmektedir. O halde bu kişiler ileri sürüldüğü gibi
plebs kökenliyse, Fasti 172 yılında olduğu gibi neden bunu not etmemiştir? Bize
göre bunun nedeni İ.Ö. birinci yüzyılda Fasti’yi hazırlayanların kendisinin de 5.
142
CIL I1 s.25; Degrassi, A., Fasti Consulares et Triumphales, Ist. Poligrafico dello Stato, Libreria
dello Stato, Roma, 1947, s.50-51., ayrıca bkz. resim 7
yüzyılda adı geçen kişilerin plebs kökenli olduğunu düşünmemeleridir. Elimizdeki
bu veriler göz önüne alındığında, plebs’lerin İ.Ö.444 yılından önce de consul
olduklarına ilişkin ileri sürülen fikirlerin önemli, araştırılmaya değer, ancak henüz
kanıtlanamamış olduğunu söyleyebiliriz. Bu aşamada şunu bir kez daha
vurgulamamız gerektiğini düşünüyoruz: Bizim bu çalışmadaki amacımız gerçekte
neler olduğunu ortaya çıkarmaktan çok Romalıların kendi geçmişleriyle ilgili neye
inandıklarını araştırmaktır.
Eskiçağ yazarları plebs’lerin consul seçilebilme isteği karşısında, patricius
sınıfının olumsuz tutumunu işlerken, auspicium ve imperium arasındaki ilişkiyi
belirgin bir biçimde vurgulamışlardır. Özetlemek gerekirse, patricius, halk
temsilcilerinin sunduğu yasa tekliflerine, plebs’lerin auspicium’a bakma yetkisi ve
hakkı olmadığı, sınıflar arası evliliğin ise kendi soylarını bozacağı gerekçesiyle karşı
çıkmıştır. Yaklaşan savaş tehdidi ve halk temsilcilerinin plebs’ler arasından asker
toplanmasına engel olması sonucunda, geçici çözüm olarak consul yetkisine sahip üç
askeri tribun seçilmiştir. Ancak patricius tanrıların, gönderdikleri işaretlerle buna
onay vermediklerini ileri sürmüş ve hatanın nerede olduğunu bulmaları için yine
patricius üyelerden oluşan augur’lar kurulu görevlendirilmiştir. Kurul askeri
tribun’ların seçiminde bir kusur olduğunu ileri sürünce, askeri tribun’lar görevden
çekilmiş ve kısa bir süreliğine de olsa eski düzene, yani patricius arasından seçilen
iki consul’lü yönetim biçimine geri dönülmüştür.
İ.Ö.444 yılından sonra consul yetkisine sahip askeri tribun’ların sürekli değil,
ama belirli yıllarda göreve seçildiklerini görüyoruz143. Livius’a göre plebs arasından
seçilen consul yetkisine sahip ilk askeri tribun P.Licinius Calvus’tu ve onun dışında
143
Consul yetkisine sahip askeri tribunların isimleri için bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of
the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.52-114.
bütün askeri tribun’lar patricius arasından seçilmişti144. P.Licinius’un seçildiği
İ.Ö.400 yılında Roma, Veii ile yıllardır süren bir savaş içindeydi. Bu savaş nedeniyle
oluşan borç yükü altında ezilen plebs, halk tribun’larının kışkırtmasıyla savaş
vergisini ödemeyi reddediyordu. Paralarını alamayan askerler seslerini yükseltmeye
başlamıştı145. Livius, kendi deyimiyle P.Licinius Calvus’un neden bu göreve
seçildiğine ilişkin yeterli bilgi edinemediği için, başka yazarların bu konudaki
açıklamalarına yer vermiştir. Livius’a göre bazıları onun bu görevi kuzeninin bir yıl
önce atlılara ödediği üç katı para sayesinde elde ettiğini düşünürken, bazıları da
sınıflar arasında uyum konusunda yaptığı olumlu konuşmanın hem patricius’u hem
de plebs’i memnun ettiğini ve bu nedenle patricius’un muhalefetiyle karşılaşmadan
bu göreve seçilebildiğini düşünüyordu146. P.Licinius Calvus’un seçilmesi ve
patricius muhalefetiyle karşılaşmaması plebs’leri cesaretlendirmiş ve ertesi yılın
seçimlerinde
biri
dışında147
bütün
askeri
tribun’ları
plebs
arasından
seçmişlerdir148.Bu seçimlerden sonra tanrıların bir kez daha işin içine girdiği ve o yıl
bir dizi uğursuz işaret (prodigium) gönderdiği biçiminde kayıtlar buluyoruz. Senatus
bu prodigium’ların nedenlerinin araştırılması için Sibylla kitaplarına danışılmasına
karar vermiş, buradan aldıkları tavsiye doğrultusunda Roma’da ilk kez lectisternium
kutlanmıştır149.
144
İ.Ö.400. Liv.5.12.9; Daha önce de belirttiğimiz gibi bu konu tartışmalıdır bkz. dipnot 117
145
Liv.5.12.7
146
Liv.5.12.12; Diod.14.47.1’de yalnızca dört tribunun adını vermiştir; Fasti Capitolini’de altı tribun
ismi de yer almaktadır. (bkz. CIL I1,s.18; Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic
vol.1: 509 BC-100 BC, s.84.)
147
Bu göreve seçilen tek patricius M.Veturius’tur.
148
Liv.5.13.3; Diod.14.54.1; Fasti Capitolini (bkz. CIL I1,s.18; Broughton, T. R. S., The Magistrates
of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.85.)
149
İ.Ö.399. Sekiz gün boyunca Diana, Hercules, Neptunus ve Mercurius'a kurbanlar kesilir, bu
Levene’ye göre Livius’ta yer alan bu prodigium’lar sınıflar arası mücadele ile
doğrudan ilişkilidir150. Gerçekten de Livius bu olaylar sırasında bir sonraki yılın
seçim zamanı gelip çattığında, patricius’un Etrüsk Veilerle yapılmakta olan savaştan
çok bu seçime önem verdiğini belirtmiştir. Consul yetkisine sahip askeri tribun’luğa
plebs’lerden aynı anda bu kadar çok sayıda kişinin seçilmesi patres’e göre yönetim
erkinin plebs’lerle paylaşılması değil, aksine bu en yüce yetkinin plebs’lere
neredeyse kaptırılması anlamına geliyordu151. Bu nedenle patres, imperium’u tekrar
ele geçirmek için kendi sınıfından en gözde kişileri aday olarak göstermiştir.
Livius’un deyimiyle seçim çalışmalarında yalnızca insanların değil, aynı zamanda
tanrıların
da
yardımına
başvurulmuştur152.
Meydana
geldiği
iddia
edilen
prodigium’ların seçimlerde kullanılan en önemli propaganda malzemesi olduğunu
görüyoruz. Buna göre, ‘tanrılar iki yıl önceki, yani Licinius Calvus’un consul
yetkisiyle askeri tribun olduğu seçimleri onaylamamışlardı ve bundan duydukları
rahatsızlığı Romalılara katlanılmaz bir kış yaşatarak belli etmişlerdi. Halk bu uyarıya
kulak asmayıp bir sonraki seçimlerde askeri tribun’ların çoğunu yine plebs’ler
arasından seçtiğinde, tanrıların öfkesi daha da artmıştı. Kuraklıkla birlikte, ağır ve
baş edilmesi güç bir salgın hastalık göndermişlerdi. Çünkü tanrılar kendilerine
auspicium’lar yoluyla danışıldıktan sonra, onurlu görevlerin sıradan insanlara
tanrıların tasvirleri tahtırevanlarda taşınır ve onlara ziyafet verilir. Söz konusu prodigiumlar ve
lectisternium hem Livius (5.13.4-8) hem de Dionysos Halikarnassos’ta ( 12.8.1-12.9.3) ayrıntılı bir
biçimde verilmiştir. Ogilvie’ye göre bu tören Yunan kökenlidir (bkz. Ogilvie, R.M., A Commentary
on Livy, Books 1-5, s.455.)
150
151
Levene, D. S., Religion in Livy, E.J. Brill, Leiden, 1993, s.177.
Liv.5.14.1; “…non communicatum modo cum plebe sed prope amissum cernentibus summum
imperium”
152
Liv.5.14.2; “…non homines modo sed deos etiam exciebant, in religionem vertentes comitia
biennio habita”
dağıtılmasını ve kuşaklar boyu süre giden soyların bozulup alt üst edilmesini
kendilerine yapılan bir hakaret olarak görmüşlerdi153.’ Livius’a göre halkın
çoğunluğu bundan etkilenerek İ.Ö.398 yılında görev yapacak consul yetkisine sahip
askeri tribun’ların hepsini patricius arasından seçmiştir154.
Bu olayda da patricius’un yaptığı propaganda, Livius’un anlatımında açık bir
biçimde görülmektedir: Plebs’lerden consul ya da onun türevi olan consul yetkisine
sahip askeri tribun seçilmesine tanrıların onay vermediği; her ne zaman plebs’lerden
bir kişi bu makamlardan birine seçilse, tanrıların hemen uyarı niteliğinde bir felaket
gönderdiği; bu uyarı dikkate alındığında işlerin yoluna girdiği, tersi yapıldığında ise
her şeyin daha da kötüye gittiği aktarılmaktadır. İ.Ö. 461’de Terentilius kanunları
tekrar gündeme getirildiğinde, İ.Ö.444 yılında Canuleius teklifiyle ilk kez consul
yetkisine sahip askeri tribun seçildiğinde, İ.Ö.400 ve 399 yıllarında plebs kökenli
kişiler bu göreve seçildiğinde, tanrıların yukarıda sözü edilen türden uyarılarda
bulunduğu ileri sürülmüştür ve bu uyarılar dikkate alındığında, işlerin yeniden
yoluna girdiği belirtilmiştir.
Tanrıların yalnızca siyaset ve yönetim alanında değil, ekonomi alanında da
bir sorun ortaya çıktığı zaman, böyle uyarılar gönderebildiğine inanılıyordu.
İ.Ö.4.yüzyılın ilk yarısında ardı ardına girişilen savaşlar, kendi donanımlarını ve iş
gücünü sağlamak zorunda olan küçük çiftlik sahibi plebs’leri ekonomik olarak daha
da zor duruma düşürmüştür155. Gal istilasının getirdiği yıkıma ek olarak bu savaşlar
nedeniyle alınan vergiler, zaten var olan borçlarını ödemekte güçlük çeken plebs’leri,
153
Liv.5.14.4; “comitiis auspicato quae fierent indignum dis visum honores volgari discriminaque
gentium confundi.”
154
Liv.5.14.5; Dionysos Halikarnassos ve Diodorus’da seçimlerle ilgili herhangi bir kayıt yoktur.
155
İplikçioğlu, B., Helen ve Roma Tarihinin Ana Hatları, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul,
2007, s.71.
genelde patricius olan alacaklılarının karşısında adeta köle durumuna düşürmüş
görünmektedir156. İ.Ö.384 yılındaki Manlius Capitolinus olayı borçlar konusunun
ileride iki sınıf arasında daha büyük bir tartışmaya döneceğinin ipuçlarını
vermiştir157. Livius’un aktardığına göre158, İ.Ö.380 yılında plebs borçları ile ilgili
tartışma iyice alevlenmişti. ‘Bu sırada halk tribun’ları borç miktarını abartarak
plebs’in ezildiğini ileri sürerken, karşı taraf bu miktarı olduğundan az göstermeye
çalışıyordu. Sayım yapılması ve borç miktarının kesin olarak belirlenmesi için Gaius
Sulpicius Camerinus ve Spurius Postumius Regillensis censor seçilmiş ve göreve
başlamıştı. Kısa bir süre sonra censor’lardan biri olan Postumius'un ölümü nedeniyle
öteki censor’un da istifa etmesi ve seçimin tekrarlanması gerekmişti. Sulpicius istifa
etmiş, yeni bir seçim yapılmış, ancak seçimde bir kusur olduğu ileri sürülerek ikinci
seçim de geçersiz sayılmıştı. Üçüncü kez seçim yapılması da sanki tanrılar o yıl
censor seçilmesini istemiyormuş gibi dinen uygun görülmemişti.’159
Livius seçimdeki bu kusurun ne olduğunu tam olarak belirtmemiştir, ancak
kullanmış olduğu vitio creatus ve velut dis non accipientibus sözcükleri bu seçimde
görülen kusurun auspicium’la ilgili olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Söz konusu
hatanın seçim yapıldıktan sonra farkına varılması, bu kararda augur’lar kurulunun rol
oynamış olabileceğini göstermektedir. Kurulun seçimlerle ilgili bu tür bir karar
vermesi olağandır ve senatus augur’ların kararlarına dayanarak daha önce de
seçimleri iptal etmiştir. Buna karşın Livius’un aktardıklarında ilginç olan nokta
156
Nexum için bkz. Cornell, T.J., “The Recovery of Rome”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient
History 7.2 Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s.280-283.
157
Liv.6.18.-20; Plut.Cam.36; Dion.Hal.14.4; Zonaras 7.3
158
Liv.6.27.3-7
159
Liv.6.27.5; “…censores alii vitio creati non gesserunt magistratum; tertios creari velut dis non
accipientibus in eum annum censuram religiosum fuit.”
başkadır. Levene’nin de belirttiği gibi160, halk temsilcileri patricius’un dini kurumlar
üzerindeki egemenliğini kötüye kullandığını ima etmektedir. Halk temsilcilerinin
iddiaları şunlardır: ‘Censor seçiminin yapılmama nedeni siyasiydi. Senatus sayım
yapılmasını ve plebs’lerin borç miktarının ne kadar büyük olduğunun ortaya
çıkmasını istemiyordu. Çünkü plebs’lerin borç miktarının ortaya çıkması
patricius’un onları nasıl sömürüp ezdiğini gözler önüne serebilirdi161. Bunun
yanında, patricius’un yönettiği devlet, fark gözetmeden her yerde savaş yapmaya
çalışıyordu. Amaç, plebs’leri askerlikle yavaş yavaş tüketerek onların gücünü
azaltmak, onlara Roma'da nefes alma, huzur ortamında özgürlüğü akıllarına getirme,
halk toplantılarına katılıp borçların silinmesi ve diğer haksızlıklara son verilmesi
konusunda konuşan temsilcilerini dinleme fırsatı vermemekti.’162
Patricius bu tür oyalamalarla halkı bir süre daha kontrol altında tutmayı
başarmış görünmektedir. İ.Ö.376’da halk temsilcisi seçilen C. Licinius ve L. Sextius
üç maddelik bir yasa tasarısı sunduğu zaman, patricius’un bir kez daha auspicium
silahına sarıldığını görüyoruz. Ancak bu konuya geçmeden önce o yıllardaki siyasi
ortama kısaca değinmek gerektiğini düşünüyoruz. Livius’un aktardığına göre censor
seçiminin engellenmesinden Licinius-Sextius yasalarının önerilmesine kadar geçen
süre içinde (380-376), halk temsilcileri savaşlar sona erinceye kadar hiç kimsenin
vergi ödemeyeceği ve plebs’lerin borcuyla ilgili dava açılmayacağı konusunda
160
Levene, D. S., Religion in Livy, s.209.
161
Liv.6.27.6; “…quia nolint conspici summam aeris alieni, quae indicatura sit demersam partem a
parte civitatis, cum interim obaeratam plebem obiectari aliis atque aliis hostibus;”
162
Liv.6.27.7; “passim iam sine ullo discrimine bella quaeri: ab Antio Satricum, ab Satrico Uelitras,
inde Tusculum legiones ductas; Latinis Hernicis Praenestinis iam intentari arma civium magis quam
hostium odio, ut in armis terant plebem nec respirare in urbe aut per otium libertatis meminisse
sinant aut consistere in contione, ubi aliquando audiant vocem tribuniciam de levando fenore et finem
aliarum iniuriarum agentem.”
senatus’tan garanti istemiş, bu istekleri kabul edilene dek asker toplama işine engel
olmuşlardır163. Ancak savaşlar sona erince, plebs’lerin borçlarıyla ilgili davalar
yeniden başlamış, yeni vergiler getirilmiş, bu nedenle yoksullukları günden güne
artan plebs’ler mallarıyla ödeyemedikleri borçlarını alacaklıları için çalışarak
ödemeye devam etmişlerdir. Borçlarını ödeyemeyenlere ağır cezalar uygulanmaya
başlanmıştır164. Livius bu ağır ekonomik koşullar konusunda plebs’lerin ne
düşündüğünü açık bir biçimde ortaya koymuştur. Buna göre plebs’ler, ‘içlerinden
biri en yüksek makamda yer almadıkça, bu dev borç yükünden kurtulamayacaklarını
düşünüyorlardı165. Patricius imperium’u elinde tutmaya devam ediyor, buna karşılık
plebs’ler protesto etmekten, asker toplama işine engel olmaktan başka bir şey
yapamıyorlardı. Imperium paylaşılmadığı sürece plebs’ler için devlette eşit koşulların
olduğunu söylemek olanaksızdı166. Imperium’u paylaşmayı başarabilirlerse, patres’in
sahip olduğu onur (honor), askeri şan (gloria belli) ve soyluluk (nobilitas) gibi
nitelikleri de elde edebilecekler, bu niteliklerin tadını çıkarabilecekler ve bunları
kendilerinden sonra gelen kuşaklara aktarabileceklerdi167.’
Plebs’ler bu duygu ve düşünceler içinde iken, İ.Ö.376 yılı halk temsilcileri
Gaius Licinius Stolo ve L. Sextius üç maddelik bir yasa tasarısı sunmuştur. Bu
maddelerden ilki, consul yetkisine sahip askeri tribun’luk yerine tekrar iki consul’lü
163
Liv.6.31.4-5
164
Liv.6.32.1; Cornell, T.J., “The Recovery of Rome”,
s.323-345.’de İ.Ö.4.yüzyılda Roma’daki
ekonomik ve sosyal koşulları ayrıntılı bir biçimde ele almıştır.
165
Liv.6.35.1; “Occasio videbatur rerum novandarum propter ingentem vim aeris alieni, cuius
levamen mali plebes nisi suis in summo imperio locatis nullum speraret:”
166
Liv.6.37.4; “…non posse aequo iure agi ubi imperium penes illos, penes se auxilium tantum sit;
nisi imperio communicato nunquam plebem in parte pari rei publicae fore.”
167
Liv.6.37.11; “…quippe ex illa die in plebem uentura omnia quibus patricii excellant, imperium
atque honorem, gloriam belli, genus, nobilitatem, magna ipsis fruenda, maiora liberis relinquenda.”
yönetim biçimine dönülmesi, ancak iki consul’den birinin mutlaka plebs’ler
arasından seçilmesi koşulunu içeriyordu168. İkinci madde plebs’lerin borçlarıyla
ilgiliydi. Buna göre daha önce faiz olarak ödenmiş miktar anaparadan düşülecek,
kalan borç eşit taksitler halinde üç yıllık süreye yayılacaktı169. Son madde ise
herhangi bir kişinin, Roma devletinin ele geçirip kamulaştırdığı topraklardan (ager
publicus) 500 iugerum’dan (yaklaşık 125 hektar) fazlasının mülkiyetini elinde
tutmasını yasaklıyordu170. Bu üç maddelik önerinin yanında sunulan diğer bir tasarı
da Sibylla kitaplarına danışmakla görevli iki rahip yerine (duumviri sacris faciundis),
yarısı patricius yarısı da plebs on kişiden oluşan yeni bir rahip kurulu
oluşturulmasıydı171.
Livius bunları patricius’un zenginliğini hedef alan, ama halkın yararına
sayılabilecek öneriler olarak değerlendirmiştir172. Patricius’un bu yasa tasarıları
hakkındaki düşüncelerini de Appius Claudius Crassus’un ağzından aktarmıştır.
168
Liv.6.35.5; “ ne tribunorum militum comitia fierent consulumque utique alter ex plebe crearetur”
Plut.Cam.39’da Sextius’dan bahsetmez ve Licinius’u ön plana çıkarır. Licinius’u ayaklanma
başlatmakla suçlar; “Μετὰ δὲ ταῦτα Λικιννίου Στόλωνος ἐν τῇ πόλει τὴν μεγάλην στάσιν ἐγείροντος,
ἣν ὁ δῆμος ἐστασίασε πρὸς τὴν σύγκλητον, βιαζόμενος δυεῖν ὑπάτων καθισταμένων τὸν ἕτερον
πάντως ἐκ δημοτῶν εἶναι καὶ μὴ συναμφοτέρους πατρικίους…”
169
Liv.6.35.4; “… de aere alieno, ut deducto eo de capite quod usuris pernumeratum esset, id quod
superesset triennio aequis pensionibus persolveretur”
170
Liv.6.35.5; “…de modo agrorum, ne quis plus quingenta iugera agri possideret.” Drummond, A.,
“Licinius Stolo”, Hornblower, S. (ed.), The Oxford Classical Dictionary 3rd ed., Oxford University
Press, Oxford, 2003 içinde: s.859-860’da, yalnızca Livius’un değindiği borç ve toprakla ilgili yasa
maddelerinin, yapısal siyasi değişiklikler ve sosyo-ekonomik rahatlama arasında bağ kurması
açısından inandırıcı olmasına karşın, yine de şüpheli olduğunu belirtir. Buna karşın Cornell, T.J., “The
Recovery of Rome”,
s.333.’de, borç ve toprak sorununun bu yüzyılda pek çok yasa tasarısının
başlıca amacı olduğunu belirtmiştir.
171
Liv.6.37.12; “…ut pro duumviris sacris faciundis decemviri creentur ita ut pars ex plebe, pars ex
patribus fiat.”
172
Liv.6.35.4; “Creatique tribuni C. Licinius et L. Sextius promulgavere leges omnes adversus opes
patriciorum et pro commodis plebis…”
Claudius Crassus konuşmasında, yapılmak istenenlerin tanrılara özgü dini
geleneklerin ve auspicium’ların küçümsenmesi, onlara saygısızlık edilmesi anlamına
geldiğini belirtmiştir. Çünkü Roma kenti auspicium’larla kurulmuştu, kent içinde ve
dışında her iş auspicium’lar sayesinde yapılmıştı173. Mos maiorum uyarınca
auspicium’lar patres’in güç ve yetki alanındaydı, yalnızca patres’in sahip olabileceği
bir ayrıcalıktı. Plebs magistratus’lardan hiç biri auspicium’lara başvurularak
seçilmemişti174. Auspicium’lar o denli patres’e özgüydü ki, onlar halk oylaması
olmadan kendi başlarına auspicium’lara danışabiliyor ve interrex atayabiliyorlardı.
Üstelik plebs’lerin kamu görevindeyken bile sahip olamadıkları auspicium’lara bir
patres kamu görevinde olmasa bile sahip olabiliyordu175.
Ogilvie, Livius’un kullandığı “privatim auspicia habemus” tümcesindeki
“privatim” sözcüğünü “auspicia privata” olarak yorumlamıştır176. Buradan yola
çıkarak “auspicia privata” ve “auspicia publica” arasındaki ayırımın İ.Ö.300 yılında
çıkarılan ve plebs’lere rahip kurullarına seçilebilme hakkı tanıyan lex Ogulnia’dan
sonraki döneme ait olduğunu, dolayısıyla Livius’un bu konuda kronolojik bir hata
yaptığını ileri sürmüştür. Buna karşın Linderski, Ogilvie’nin “privatim” sözcüğünü
tamamıyla yanlış yorumladığını, Livius’un kullanmış olduğu bu sözcüğün interrex
173
Liv.6.41.4; “ Quid de religionibus atque auspiciis, quae propria deorum immortalium contemptio
atque iniuria est, loquar? Auspiciis hanc urbem conditam esse, auspiciis bello ac pace domi
militiaeque omnia geri, quis est qui ignoret?”
174
Liv.6.41.5; “ Penes quos igitur sunt auspicia more maiorum? Nempe penes patres; nam plebeius
quidem magistratus nullus auspicato creatur;”
175
Liv.6.41.6; “…nobis adeo propria sunt auspicia, ut non solum quos populus creat patricios
magistratus non aliter quam auspicato creet sed nos quoque ipsi sine suffragio populi auspicato
interregem prodamus et privatim auspicia habeamus, quae isti ne in magistratibus quidem habent.”
176
Ogilvie, R.M., A Commentary on Livy, Books 1-5, s.531-532.
atanmasıyla ilgili olduğunu belirtmiştir177. Linderski’ye göre, Cicero ve Asconius’un
belirttiği gibi178, cumhuriyetin son döneminde bile yalnızca patricius senatörler
birinci interrex’i atamıştır ve yeni consul seçilene kadar patricius arasından atanan
interrex’ler beşer günlük süreyle birbiri ardına göreve gelmiştir. Privatus ve
magistratus sözcüklerinin açıkça kamu görevi yürüten ve yürütmeyen ayırımını
belirttiği de göz önüne alınmalıdır. Senatörler herhangi bir kamu görevinde
bulunmuyorlarsa
privatus
sayılırlar.
Livius’un
burada
privatim
sözcüğünü
kullanarak, görevde olan plebs magistratus’larla, görevde olmadıkları halde, interrex
atamak için auspicium’ları kullanma hakkına sahip patricius senatörler arasındaki
karşıtlığı vurguladığı açıktır. Dolayısıyla Livius’un burada bahsettiği auspicia
privata değil, auspicia publica’dır, daha doğrusu auspicia publica’nın patricius
senatörler tarafından, herhangi bir kamu görevinde bulunmasalar bile (privatim),
kullanılabilmesidir. Magdelain, cumhuriyet döneminde devletin, patricius’un
auspicia privata’yı auspicia publica yerine kullanmasına asla izin vermediğini
belirtmiştir179. Bizce de Linderski ve Magdelain’in bu konudaki görüşleri daha akla
yatkın görünmektedir. Dolayısıyla Livius’un kronolojik hata yapmadığı savının
desteklenmesi gerekmektedir.
Appius Claudius Crassus’un konuşmasında, Sibylla kitaplarına danışmakla
görevli rahiplerden yarısının plebs’ler arasından seçilmesine ilişkin yasa tasarısına
karşı çıkarken, dini öğelere yaptığı vurguyu arttırdığını görüyoruz. Crassus’a göre
‘plebs’ler getirdikleri bu öneriyle dini uygulamaları adeta alaya alıyorlardı. Kuşların
177
Oakley, S.P., Commentary on Livy, Books VI-X, Clarendon Press, Oxford, 1987, s.710-711;
Linderski, J., “The Auspices and the Struggle of Orders”, s.35-37.
178
179
Cic. Dom.38; Ad Brut.1.5.4; Asc. Mil.31C
Magdelain, A., “Auspicia ad Patres Redeunt”,
s.454.; “Jamais la constitution républicaine
n’admit la mutation d’auspices privés en auspices publics.”
ötüşüne, yem yemesine bakılarak yapılan biliciliği küçümsüyorlar, bu tür işlerin
önemsiz olduğunu söylüyorlardı. Ancak unuttukları bir şey vardı. Romalıların ataları
bunlara önem verdikleri için, büyük bir devlet kurabilmişlerdi. Buna karşın o sırada,
sanki tanrılarla devlet arasındaki uyumun (pax deum) hiçbir önemi yokmuş gibi,
göksel olan ne varsa kirletiliyordu180.’ Claudius Crassus halk temsilcilerinin
önerilerine ironik biçimde şöyle yaklaşmaktadır181: “O halde bırakalım pontifex’ler,
augur’lar ve rex sacrorum da bayağı halk tabakasından seçilsin. Flamen Dialis’in
tacını sıradan birinin, yeter ki insan olsun, başına koyalım. Kutsal kalkanları,
tapınakların iç odalarını, tanrıları ve tanrılara hizmet etme görevini dinen uygun
olmayan kişilere teslim edelim. Bırakalım yasalar auspicium’lara bakılmadan
çıkarılsın, magistratus’lar auspicium’lara bakılmadan seçilsin; patres ne curia ne de
centuriata meclisinde önder konumda olsun.”
Crassus’un bu sözlerinden de anlayabileceğimiz gibi plebs’lerin rahip
kurullarına seçilmeleri patricius için katlanılamaz bir durumdur. Ayrıcalıklı bir
soydan gelmeyen halk tabakasının (vulgo) bu tür görevlere seçilmesi dinen uygun
değildir, yani nefas’tır. Çünkü plebs’ler tanrılara nasıl hizmet edileceği konusunda
patricius’un kuşaktan kuşağa aktardığı bilgi ve yetkilerden yoksundur. Bu durum
doğal olarak rahip kurulları üzerinde mutlak bir patricius egemenliğini doğurmuş
görünmektedir. Patricius sınıfının iddiasına göre, krallık döneminden beri Sibylla
180
Liv.6.41.8-9; “ Eludant nunc licet religiones: ‘quid enim est, si pulli non pascantur, si ex cavea
tardius exierint, si occecinerit avis?’ Parva sunt haec; sed parva ista non contemnendo maiores vestri
maximam hanc rem fecerunt; nunc nos, tamquam iam nihil pace deorum opus sit, omnes caerimonias
polluimus.”
181
Liv.6.41.9-10; “Volgo ergo pontifices, augures, sacrificuli reges creentur; cuilibet apicem Dialem,
dummodo homo sit, imponamus tradamus ancilia, penetralia, deos deorumque curam, quibus nefas
est; non leges auspicato ferantur, non magistratus creentur, nec centuriatis nec curiatis comitiis
patres auctores fiant;”
kitapları, kuşların uçuşu ve ortaya çıktığı söylenen prodigium’lar, patres’in
oluşturduğu bu kurullar tarafından yorumlanmıştır182. Momigliano’nun, ardından
Mitchell’in de belittiği gibi, rahip kurullarında görev alan patres, kendi alanlarındaki
dini öğretileri (disciplina) koruyup kendilerinden sonra gelenlere aktarıyordu183. Bu
nedenle plebs’in bu bilgilere ulaşıp, tanrıların isteklerini yorumlaması olanaksızdı.
Livius’un aktardığı şu olay buna güzel bir örnektir184:
İ.Ö. 389 yılı için seçilen consul yetkisine sahip (consulari potestate) altı
askeri tribun göreve başlar başlamaz, dini uygulamalarla ilgili (de religionibus)
senatus’a danışmışlardır. Livius’un aktardığına göre, alınan ilk kararlar arasında bazı
anlaşmaların ve on iki levha yasalarıyla birlikte, krallık dönemine ait bazı yasaların
elde edilebildiği oranda incelenmesi vardır. Bu yasalardan bazıları halka zaten
resmen ilan edilmiştir (alia ex eis edita etiam in volgus).
Öte yandan kutsal
törenlerle ilgili olan yasalar (quae etiam ad sacra pertinebant) pontifex’ler tarafından
kasıtlı olarak gizlenmiştir. Bu olay akla hemen şu soruyu getirmektedir.
“Pontifex’lerin bunları saklama amacı ne olabilir?” Bu sorunun yanıtı Livius’un bir
sonraki cümlesinde açığa çıkmaktadır: “…ut religione obstrictos haberent
182
Cumhuriyetin başından İ.Ö.300 yılına kadar bilinen rahiplerin hepsi patricius kökenlidir. bkz.
Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.1-172.
183
bkz. Momigliano, A., “An Interim Report on the Origins of Rome”: s.118.; “Religious authority
has long been recognized as the first and easiest to monopolize because it implied some special
knowledge and some leisure and requiered that respectability aristocrats always have. Religious
authority was indeed what the Roman patricians traditionally tried to keep for themselves”; Mitchell,
R.E., “The Definition of Patres and Plebs: An End to the Struggle of Orders”, (ed.) Raaflaub, K.A.,
Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde:
s.133.; “Those
positions and powers that indicate most clearly who the patres were are the very ones they
monopolized the longest – certain priesthoods and the patrum auctoritas – and all can be shown to be
essentially religious in nature.”
184
Liv.6.1.9-11
multitudinis animos suppressa.” Şüphesiz bu tümce Polybios’un, Cicero’nun ve daha
önce Livius’un kendisinin de dile getirdiği, dinin kalabalık halk kitlesini kontrol
etmek amacıyla kullanıldığı yönündeki siyasal analizle aynı doğrultudadır185.
Appius Crassus’un konuşması Licinius ve Sextius’un sunduğu yasa önerisinin
ertelenmesini sağlamaktan başka bir işe yaramamış görünmektedir. Plebs’in
engellemesi nedeniyle dictator dışında hiçbir magistratus’un seçilemediği dokuz
yıllık bir kargaşa döneminden sonra, decemviri sacris faciundis rahiplerinden
yarısının plebs’lerden seçilmesini öngören taslak, İ.Ö.367 yılında yasalaşmıştır186.
Ardından patricius’un consul’lüklerden birini plebs’e bırakması karşılığında
plebs’lerin, Roma'da adalet işlerini yönetmek üzere patricius arasından bir praetor
ve iki aedilis seçmeyi kabullenmesi, kısa süreliğine de olsa, kargaşaya bir son vermiş
görünmektedir187.
İ.Ö.366 yılında plebs’lerin ilk kez kendi aralarından birini, Lucius Sextius’u
consul seçtirmesi kargaşayı sona erdirmiş olsa da, sınıflar arası mücadeleyi
185
Polyb.6.56; Cic.Div.2.70-71; Liv.1.19.4
186
Liv.6.42.1-3; Plut.Cam.39-42; Levene, D. S., Religion in Livy, s.210.’da Livius’un bu gelişmeyi
plebslerin de consul’lüğe seçilebilmesi yolunda bir adım olarak belirttiğini söyler. Bu durum
plebslerin de pekâlâ dini gücü düzenli olarak kullanabileceğini akla getirmektedir. Licinius-Sextius
yasalarının öncesi ve sonrası, Livius’un anlatımındaki tutarsızlıklar hakkında detaylı bilgi için bkz.
Von Fritz, K., “The Reorganization of the Roman Goverment in 366 BC. and the so-called LicinioSextian Laws”, Historia 1 (1950): s.3-44.
187
Liv.7.1.1; Plut. Cam. 42-43; Ovid.Fasti.1.641-644; Livius iki sınıf arasında varılan anlaşma
sonucunda Ludi Maximi’nin kutlanmaya başladığını belirtir. Plutarkhos’ta Camilus karışıklık sona
erince Concordia’ya bir tapınak adamıştır. Ovidius’a göre, Camillus’un Concordia’ya bir tapınak
adama nedeni halkın silahlanıp patriciusa karşı ayaklanması ve Roma’da oluşan korku ortamıdır;
“Furius antiquam, populi superator Etrusci,
voverat et voti solverat ille fidem.
causa, quod a patribus sumptis secesserat armis
volgus, et ipsa suas Roma timebat opes.”
bitirdiğini söylemek mümkün değildir. Patricius’un ve tanrıların plebs consul’lere
alışması pek de kolay olmamış gibi görünmektedir. Eskiçağ yazılı kaynakları
seçimlerden sonra bir dizi salgın hastalığın ortaya çıktığını ve aralarında Camillus’un
da bulunduğu çok sayıda kişinin yaşamını yitirdiğini aktarırlar188. Plebs kökenli
consul’lerin seçildiği üç yıl boyunca süren salgını, tanrıların gönlünü almak için
düzenlenen lectisternium ve bir takım sahne oyunları da sona erdirememiştir.
Yaşlılar daha önce böyle bir salgının dictator atanarak sona erdirildiğini
belirtmişler189 ve senatus onların önerisine uyarak dictator atanmasına karar
vermiştir. Dictator atanmasından sonra, Livius’un artık salgın hastalıktan söz
etmemesi, tanrıların öfkesinin yatıştığı izlenimini uyandırmaktadır. Ama yanlız
plebs’lerden biri tekrar consul seçilene kadar.
Livius’un anlattığına göre İ.Ö.362 yılında Gaius Servilius Ahala (patricius)
ve Lucius Genucius (plebs) consul seçilmiştir. Halkın kalabalık bir biçimde katıldığı
toplantıda çekilen kura sonucunda Hernicius’larla yapılacak olan savaşın komutasını
Lucius Genucius üstlenmiştir190. Halk büyük bir beklenti içine girmiştir, çünkü ilk
kez bir plebs, auspicium’lara bakarak bir savaşa komuta edecek, savaşın başarısı ya
da başarısızlığı consul’lük makamının plebs’lere açılmasının iyi mi yoksa kötü mü
olduğunu gösterecektir191. Kısa süre sonra Roma’nın yenilmesi ve Genucius'un
Hernicius’lar tarafından tuzağa düşürülüp öldürülmesi bu beklentiyi boşa çıkarmış
188
Liv.7.1.7-10; Plut. Cam. 43; Zonaras 7.24; Plutarkhos ve Zonaras söz konusu salgının ne kadar
sürdüğü ile ilgili bilgi vermez. Salgından Camillus’un ölüm nedeni olarak bahsederler.
189
bkz. Liv.4.21.6-9; Bu yıl atanan dictator T.Manlius Capitolinus “clavi fig(endi) caussa” ifadesiyle
Fasti Capitolini’de not edilmiştir (bkz.Degrassi, A., Fasti Consulares et Triumphales, s.32-33.)
190
Liv.7.6.7;
191
Liv.7.6.8; “ In exspectatione ciuitas erat, quod primus ille de plebe consul bellum suis auspiciis
gesturus esset, perinde ut evenisset res, ita communicatos honores pro bene aut secus consulto
habitura.”
görünmektedir. Öte yandan Livius’un değindiği daha ilginç bir nokta vardır: Bir
Roma consul’ünün ölümüyle sonuçlanan bu olaydan patricius sanki mutlu olmuştur
ve yenilgiyi geçmişte yaptıkları gibi, tanrıların plebs consul’lere razı olmadığı
biçiminde yorumlamıştır. Patricius’a göre yenilginin nedeni açıktır: ‘Plebs’lerden
consul seçilmiş, auspicium’lar dinen uygun olmayan kişilere teslim edilmiştir.
Plebs’ler halk oylamasıyla patres’i hakları olan görevlerden uzaklaştırmayı
başarmışlardır.
Ancak
halk
temsilcilerinin
başkanlığında
auspicium’lara
başvurmadan çıkardıkları yasaların tanrıların gözünde bir değeri yoktur. Tanrılar
kendi kutsal otoritelerini ve auspicium’larını korumuşlar ve bunların intikamını
almışlardır. Dini yetkisi ve de hakkı olmayan biri bu auspicium’lara elini sürer
sürmez, bir ordu komutanıyla birlikte yok edilmiştir. Ordunun komutanıyla birlikte
yok edilmesi, soyların sahip olduğu hakları altüst ederek bir seçim yapılmaması
gerektiğinin bir kanıtı olmuştur192.’
Sonuç olarak plebs’lerin auspiciumlara bakma yetkisi ve hakkı olmadığını
savunarak Licinius ve Sextius yasasına karşı çıkan Appius Cladius Crassus dictator
atanmış ve savaşı yönetmesi için görevlendirilmiştir193. Levene’nin de belirttiği gibi
Claudius Crassus’un dini kurallar bakımından bu göreve uygun olup olmadığı
konusunda herhangi bir kuşku duyulmamaktadır194. Onun dictator’luğunda savaşı
192
Liv.7.6.10-12; “…irent crearent consules ex plebe, transferrent auspicia quo nefas esset; potuisse
patres plebi scito pelli honoribus suis: num etiam in deos immortales inauspicatam legem valuisse?
Vindicasse ipsos suum numen, sua auspicia, quae ut primum contacta sint ab eo a quo nec ius nec fas
fuerit, deletum cum duce exercitum documento fuisse ne deinde turbato gentium iure comitia
haberentur.”
193
Liv.7.6.12 (ayrıca bkz. Degrassi, A., Fasti Consulares et Triumphales, s.34-35; Broughton, T. R.
S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.117.)
194
Levene, D. S., Religion in Livy, s.213.; “ The commander is now Claudius himself, so there is no
question of religious unfittness for office; ”
Romalıların kazanması patricius’un bu düşüncelerini destekler nitelikte bir kanıt
özelliği kazanmıştır.
Patricius’un tümüyle karşı koyup direnmesine karşın, Licinius ve Sextius
yasasının çıktığı İ.Ö.366 yılı ile 356 yılı arasındaki döneme ilişkin Fasti kayıtları ve
Livius’un aktardıkları incelendiğinde geçmişteki durum ve patricius’un tutumuna
göre daha belirgin bir fark ortaya çıkmaktadır. Önceki dönemlerde patricius’un
yarattığı tanrı korkusu nedeniyle eski düzene dönülmesine göz yuman plebs, bu kez
bu korkuya teslim olmamış ve kendi aralarından consul seçmeye devam etmiş
görünmektedir. 366-356 yılları arasında göreve gelen consul’lerin isimlerini
incelediğimizde consul’lüklerden birinin plebs’lere ayrılması konusunda Licinius ve
Sextius yasasının başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu on yıllık dönem
boyunca seçilmiş olan consul’lerin yarısının plebs, yarısının da patricius kökenli
olduğunu görüyoruz195. Öte yandan aynı kaynaklar 355-342 yılları arasında bu
durumun değiştiği izlenimini vermektedir. Nitekim 355, 354, 353, 351, 349, 345 ve
343 yıllarında her iki consul’lük görevini de patricius sınıfından kişiler
üstlenmiştir196. Fasti, plebs’lerin düzenli olarak consul’lüklerden birini almalarının
İ.Ö.342 yılından itibaren lex Genucia ile gerçekleştiğini göstermektedir. Dolayısıyla
Licinius ve Sextius yasasının plebs’lerin consul olabilmesinin yolunu açtığını,
İ.Ö.342 yılındaki Genucius yasasıyla da bunun kalıcı hale geldiğini söyleyebiliriz.
Genucius yasası consul’lerden birinin plebs sınıfından seçilmesini sağlayarak,
plebs’lerin imperiumu paylaşma haklarını da kalıcı kılmıştır. Öte yandan bu durum
doğal olarak auspicium’larla ilgili başka bir sorunu da beraberinde getirmektedir.
195
Fasti Capitolini ve antik kaynaklara göre 366-356 arasında göreve gelmiş consul’lerin isimleri için
bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.114-123.
196
İ.Ö. 355-343 arasında göreve gelmiş consul’lerin isimleri için bkz. Ibid., s.124-132
Daha önce belirttiğimiz gibi patres auspicium’ların yanlızca kendisine özgü
olduğunu ve plebs’lerin auspicium’lara bakma yetisi ve bilgisi olmadığını
düşünmektedir. Plebs magistratus’ları olan halk temsilcileri ve plebs aedilis’leri
auspicium’lara
danışılmadan
seçilmiştir.
Halk
oylamaları
danışılmadan yapılmıştır, yani tanrı onayından yoksundur.
da
auspicium’a
Öte yandan gelenek
uyarınca, consul olan kişinin bu tanrı onayını mutlaka alması gerekmektedir. O halde
bu nasıl sağlanmıştır? Linderski consul seçilen plebs’lerin auspicium’a bakma
hakkını patricius’tan adeta ödünç aldığını söyleyerek, bu soruna çözüm getirmeye
çalışmıştır197. Cumhuriyet döneminin sonuna doğru P.Clodius’un plebs sınıfına
geçme çabasını eleştiren Cicero’nun şu sözleri İ.Ö.1.yüzyılda da auspicium’ların hala
patricius’a özgü görüldüğünü açıkça göstermektedir (De Dom.38):
“…auspiciaque populi Romani, si magistratus patricii creati non sint,
intereant necesse est, cum interrex nullus sit, quod et ipsum patricium esse et a
patriciis prodi necesse est.”
“Eğer patricius kökenli magistratus’lar seçilmemiş olsaydı, aynı
zamanda
herhangi
bir
interrex’de
olmayacağı
için,
Roma
halkının
auspicium’ları kaçınılmaz bir biçimde yok olup giderdi. Çünkü bizzat bu görev
197
Linderski, J., “The Auspices and the Struggle of Orders”, s.41-42.: “Upon their admittance to the
consulship, a strange compromise apparently was reached. The augural doctrine reflects this
compromise; it hardly had invented it. As the patricians did not intend to relinquish the auspicia, it
was agreed that the plebeians would administer their newly won offices with the help of what
techically was the patrician auspices. A plebeian on his election to the consulate would enter as it
were in to patrician shoes: he would use patrician auspices, but he would not have them.; … in the
administration of the consulship and in the use of the auspices there was little difference between him
and his patrician colleague. Both presided auspicato over the comitia populi, had full auspicium and
imperium in the field and could proceed to the appointment of dictator ave sinistra according to the
hallowed auspicial ritual.”
patricius’lara
özgüdür
ve
onlar
bunu
gelecek
kuşaklara
aktarmak
zorundadırlar.”
Cicero burada bir gerçeği dile getirmektedir. Cumhuriyet dönemi süresince,
gerçekten de plebs kökenli kişilerden asla interrex seçilmediğini görürüz. Yönetimde
herhangi bir boşluk meydana geldiğinde, patricius kökenli ilk interrex, tanrının
onayını alıp Roma’yı seçime götürmekle görevlildir. Beş gün içerisinde bu işlemi
gerçekleştiremediği takdirde, kendisinden sonra gelecek yeni interrex yine patricius
kökenli olmalıdır. Seçim gerçekleştiriline kadar, interregnum görevi beş gün süreyle
patricius interrex’ler arasında değişir. Ancak daha sonraları plebs’ler consul’luk
yetkisini paylaşarak yalnızca auspicia impetrativa’yı gözlemleme hakkına ortak
olmuşlardır. Auspicia oblativa hala patricius’un tekelindedir. Auspicium’larla ilgili
seçimden sonra bir sorun ortaya çıktığında, patricius kökenli üyelerden oluşan
augur’lar kurulu konu hakkında karar vermektedir. Plebs’ler henüz bu kurula
girememiştir.
Plebs’ler bu yeni yasalarla imperium’u ve kısmen de auspicium’u paylaşmaya
başlamış olsalar da, herkes gibi onlar da devlet yönetiminde çok önemli bir rolü olan
dini ritüellere uymak zorundaydılar. Pontifex ve augur kurulları hala patricius’un
egemenliğindedir ve bu kurullarda görev yapan rahiplerin hepsi patricius kökenlidir.
Zaman zaman bu kurullarla siyasetçiler arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkabiliyordu.
Örneğin, İ.Ö.327 yılındaki dictator ataması halk tribunları ile augur’lar kurulunu
karşı karşıya getirmiş görünmektedir. Bu olayda da başlıca kaynağımız yine
Livius’tur198. Livius’un aktardığına göre, o yılın consul’lerinin ikisi de Campania’da
Samnitlerle savaşıyordu. Ertesi yılın consul’leri için seçim zamanının yaklaşması
nedeniyle consul’lerden birinin auspicium’lara bakmak ve seçimi dini kurallara
198
Liv.8.23.11-17
uygun bir biçimde gerçekleştirmek için Roma’ya dönmesi gerekiyordu. Ancak her
iki consul’ün de savaşın ortasında, hem de avantajlı bir durumdayken Roma’ya
çağırılmaları uygun görülmeyince, senatus, patricius kökenli consul Lucius
Cornelius’a bir mektup göndermiştir. Bu mektupta seçimleri gerçekleştirmesi için bir
dictator atamasını ondan istemiştir. Cornelius da dictator olarak plebs kökenli
Marcus Claudius Marcellus’u atamıştır. Ancak dictator’un seçiminde bir kusur
olduğu
iddia
edildiği
için,
Marcellus’un
seçim
toplantısını
düzenlemesi
engellenmiştir. Senatus augur’lar kuruluna danışmış ve kurul dictator seçiminin
hatalı olduğuna karar vermiştir199. Halk temsilcileri bu karara karşı çıkmışlar ve
augur’lara kusur olarak görünen şeyin, aslında bir plebs’in dictator atanması
olduğunu iğneleyici bir biçimde söylemişlerdir200. Halk temsilcilerini böyle
düşünmeye iten nedenler şunlardır201: ‘Söz konusu kusurun ne olduğunu bilmek hiç
de kolay değildir, çünkü consul’un kendisi gece yarısı kalkıp sessizlik içinde
dictator’u atamıştır; Auspicium’a bakarken kendisini gören ya da auspicium’ları
geçersiz kılacak bir şey söylediğini duyan herhangi biri yoktur;
Augur’ların
Roma’da oturdukları halde, consul’ün ordugâhta yaptığı hatayı bulmaları
olanaksızdır.’
Livius
onaylamamaktadır,
halk
temsilcilerinin
bu
ve
buna
benzer
itirazlarını
bunların bir sonuç getirmeyecek türden itirazlar olduğunu
belirtmiştir202.
199
Liv. 8.23.14. “Consulti augures vitiosum videri dictatorem pronuntiaverunt.”
200
Liv.8.23.16; “ cui non apparere, quod plebeius dictator sit, id vitium auguribus visum ?”
201
Liv.8.23.15-16; “…nam neque facile fuisse id vitium nosci, cum consul oriens de nocte silentio
diceret dictatorem, neque ab consule cuiquam publice privatimve de ea re scriptum esse nec
quemquam mortalium exstare qui se vidisse aut audisse quid dicat quod auspicium dirimeret, neque
augures divinare Romae sedentes potuisse quid in castris consuli vitii obvenisset;”
202
Liv.8.23.17; “Haec aliaque ab tribunis nequiquam iactata;”
Durumun yukarıda aktarıldığı gibi gelişip gelişmediği ve halk temsilcilerinin
bu itirazlarında haklı olup olmadığı tartışma konusu olabilir. Plebs’ler arasından
seçilen ilk dictator Marcellus değil, İ.Ö.356 yılında bu göreve getirilen C.Marcus
Rutilius’tur. Develin’in belirttiği gibi, patricius ve plebs arasındaki uzlaşma 366
yılının hemen ardından gerçekleşmemiştir. Patres, Rutilius’un da seçimlere
başkanlık etmesini engellemiştir203. Aynı Rutilius 351 yılında censor olmak için
adaylığını koyduğunda yine patricius’un muhalefetiyle karşılaşmıştır. Bununla
birlikte Fasti kayıtları ve öteki antik kaynaklar İ.Ö.356 ile 327 yılları arasındaki otuz
yıllık dönemde çoğunluğu askeri nedenlerle olmak üzere on dokuz dictator’un bu
göreve seçildiğini göstermektedir204. Bunlardan Rutilius ve Marcellus da dâhil olmak
üzere yalnızca üç tanesi plebs kökenlidir. Dahası, bu isimler arasında consul
seçimlerini gerçekleştirmek için göreve getirildiği belirtilen beş dictator’un hepsi
patricius kökenlidir205. Augur’ların verdiği karardaki teknik ayrıntılar bir kenara
bırakılıp yalnızca bu rakamlar göz önüne alındığında, halk temsilcilerinin augur’ları
suçlarken,
kendilerince
haklı
nedenleri
olduğu
söylenebilir.
Ancak
halk
temsilcilerinin ileri sürdüğü gibi, augur’lar kurulunun seçimde bulduğu tek kusur,
Marcellus’un plebs kökenli olması mıdır? Bu tam olarak doğru olmayabilir. Çünkü
yine aynı kaynaklar açıkça göstermektedir ki, kurul 337 ve 334 yıllarında seçilen
dictator’lar C. Regilius Irregilensis ve P.Cornelius Rufinus için de aynı kararı
203
Develin, R., “The Integration of Plebeians into the Political Order after 366 B.C.”, (ed.) Raaflaub,
K.A., Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s.302-303.
204
Bu döneme ilişkin edebi ve epigrafik kaynaklar için bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of
the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.123-146.
205
M.Fabius Ambustus (İ.Ö. 351), L.Furius Camillus (İ.Ö. 350), T.Manlius Imperiosus Torquatus
(İ.Ö. 349), L.Aemilius Mamercinus (İ.Ö. 339), L.Aemilius Mamercinus Pivernas (İ.Ö. 335)
vermiştir ve söz konusu dictator’lar plebs değil, patricius kökenlidir206. Buna ek
olarak İ.Ö.339 yılında göreve gelen plebs kökenli dictator Q. Publilius Philo
hakkında böyle bir karara rastlamıyoruz. Bu örnekler augur’lar kurulunun ve bu
kurulun tavsiyesiyle hareket eden senatus’un bu tür kararları alırken sınıf ayırımı
yaptığı olasılığını zayıflatmaktadır. O halde augur’lar kurulu ve senatus bu dönemde
dictator’ler konusunda böyle bir kararı neden vermiş olabilir? Livius’un İ.Ö.339
yılında ve sonrasında gelişen olaylara ilişkin aktardıkları (eğer doğruysa), bu konuda
varsayımda bulunmamız için bize bir ipucu vermektedir207. İ.Ö.339 yılında göreve
gelen consul’ler T. Aemilius Mamercinus (patricius) ve Q. Publilius Philo (plebs)
Livius’a göre devletinkinden çok kendi çıkarlarıyla ilgileniyorlardı. O yıl her ikisi de
savaş alanındaydı. Plebs kökenli consul Publilius Philo Roma’ya karşı ayaklanan
Latin birliği üyesi kentleri bastırmış, Aemilius Mamercinus ise ordusuyla Pedum
kasabasının üzerine yürümüştür. Bu savaşta Roma ordusu üstün durumda olmasına
karşın,
Aemilius
Mamercinus
henüz
kesin
bir
galibiyet
kazanamamıştır.
Görevdaşının yengi töreni düzenlemesine karar verildiğini öğrenince, Roma’ya
dönmüş ve kendisi için de bir zafer töreni düzenlenmesini istemiştir. Patres’in onun
bu isteğini geri çevirmesi üzerine, Aemilius Mamercinus senatus’tan uzaklaşmış ve
consul’lük görevini Livius’un deyimiyle kışkırtıcı bir halk temsilcisi gibi
sürdürmüştür. Halkın huzurunda Latinum ve Falernum bölgelerindeki topraklardan
plebs’lere yeterince pay verilmediğini söyleyerek senator’leri sürekli kötülemiş,
plebs kökenli olan görevdaşı ise onun bu suçlamalarına ses çıkarmamıştır.
Consul’lerin yetkisine son vermek isteyen senatus yeniden ayaklanan Latinleri
bastırması için dictator atanmasına karar vermiştir. O sırada Aemilius Mamercinus
206
Liv.8.15.6 ve 8.17.4
207
Liv.8.12.4-17
fasces’i elinde bulundurduğu, dolayısıyla dictator tayin etmek için gereken
imperium’a sahip olduğu için, görevdaşı Publilius Philo’yu dictator olarak atamıştır.
Yine Livius’un deyişiyle Publilius Philo plebs için son derece yararlı, ama soylular
için zararlı olan üç yasa tasarısı sunmuştur. Bu yasalara göre plebs meclisinin
toplantılarında alınan kararlar bütün yurttaşlar (omnes Quirites) için bağlayıcı
olacak208; censor’lardan biri plebs arasından seçilecek ve son olarak da, comitia
centuriata’ya
getirilen
yasaları
patres’in
onaylayıp
onaylamadığı
(patrum
auctoritas), söz konusu yasalar bu mecliste oylanmadan önce açıklanacaktır209.
Cornell’e göre patrum auctoritas, teklif edilen yasa tasarılarının usül bakımından
uygun olduğuna ve dini açıdan herhangi bir noksanlık olmadığına ilişkin patres’in
verdiği onaydır. Buradaki auctoritas sözcüğü etimolojik olarak augur’lukla ilişkilidir
ve dini otoriteyi ima etmektedir210. Mitchell’e göre patrum auctoritas senatus
içindeki rahiplerin (patres) tasarılara verdiği dini onaydır. Bu onay yasa tasarılarının
mos maiorum’a uygunluğu ve tanrılarla toplum arasındaki barışı sağlamaya
208
Liv.8.12.15; “ Ut plebiscita omnes Quirites tenerent;” ; Drummond, A., “Publilius Philo, Quintus”,
Hornblower, S. (ed.), The Oxford Classical Dictionary 3rd ed., Oxford University Press, Oxford, 2003
içinde: s.1276’da, bu maddenin İ.Ö.287/86 da çıkan lex Hortensia’nın bir maddesiyle aynı olduğunu
ve büyük olasılıkla uydurma olduğunu belirtmiştir. Publilius Philo’nun dictator’luğunun da şüpheli
olduğunu, ancak diğer yasaları çıkartabilmişse (belki consul olarak), bu durumun, plebs’lerin siyasi
reform için magistratus’lukları kullanması açısından önemli bir gelişmeyi işaret ettiğini söylemiştir.
209
Liv.8.12.15; “ …ut legum, quae comitiis centuriatis ferrentur, ante initum suffragium patres
auctores fierent;” Patrum auctoritasın kökeni ve bu konu üzerine farklı görüşler için bkz. Friezer, E.,
“Interregnum and Patrum Auctoritas”, Mnemosyne 4. no:12 (1959): s.301-329.; ayrıca bkz.
Drummond, A., “Rome in the Fifth Century II: The Citizen Community”, s.185.
210
Cornell, T.J., “The Recovery of Rome”, s.341.; “ It follows that the auctoritas patrum must have
been some kind of confirmation that the law in question was technically acceptable, and in particular
that it did not contain any religious flaws (the word auctoritas is etimologically related to augury and
implies ‘religious authority’.”
yöneliktir211. Momigliano ve Cornell tasarıda yer alan patrum auctoritas ile ilgili
maddenin patres’in devlet işleyişi üzerindeki kontrolünü kısıtlayıcı nitelikte
olduğunu, dolayısıyla patrum auctoritas’ın zamanla formalite haline geldiğini
belirtmişlerdir212. Scullard da benzer görüştedir. Önceleri patres’in bu ayrıcalığını
kullanarak comitia centuriata’da kabul edilen tasarıları, dini kusurları bahane ederek
durdurabildiğini, ancak Publilius yasasıyla bu hataların comitia’ya sunulmadan önce
düzeltilebildiğini belirtmiştir. Scullard’a göre bu durum patres’in gücünün
zayıflamasını sağlamıştır213.
Sonuç olarak, İ.Ö.327 yılındaki dictator atamasında ortaya çıktığı ileri
sürülen dini kusurun ne olduğunu, bilim adamlarının bunca derin araştırmalarına
karşın, tam olarak bilemiyoruz. Çok ender karşılaşılsa da, patricius kökenli
dictator’ların seçiminde de benzer türden dini kusurlar bulunması halk
temsilcilerinin ileri sürdüğü sınıf ayırımı olasılığını biraz zayıflatmaktadır. Livius’un
aktardıklarını ve modern kaynakların bu konudaki görüşlerini dikkate alırsak,
augur’lar kurulunun bu kararlarının altında yatan gerçek neden, Publilius yasalarıyla
devlet yönetimi konusunda siyasi gücü kısıtlanan patres’in, yaşadığı acı deneyimler
nedeniyle, ister plebs isterse patricius kökenli olsun, dictator’lar konusunda daha
dikkatli davranma isteği olabilir.
Söz konusu dictator atamalarında ilginç başka bir nokta daha göze
211
Mitchell, R. E., Patricians and Plebeians : The Origin of the Roman State, s.29-30.: “ The
approval of the patres satisfied ancestral custom and secured divine favor.”
212
Bkz. Momigliano, A. & Cornell, T.J., “Patrum Auctoritas”, Hornblower, S. (ed.), The Oxford
Classical Dictionary 3rd ed., Oxford University Press, Oxford, 2003 içinde: s.1127-1128
213
Scullard, H. H., A History of the Roman World 753 to 146 BC, Routlegde, London, 1980, s.119.; “
By this last privilege (patrum auctoritas) they could block a law passed in the Comitia Centuriata on
the ground of its faulty form; but by Philo’s enactment faults could be corrected and so the power of
the patres was weakened.”
çarpmaktadır. Antik kaynaklar, İ.Ö.339 yılında Publilius Philo’nun ve 327 yılında
Claudius Marcellus’un patricius kökenli consul’ler tarafından dictator atandıklarını
belirtmektedir. Modern kaynaklardan bir kısmı Licinius-Sextius yasa önerilerinden
sonra, patricius sınıfından bazı kişilerin zengin plebs’lerle yakın ilişki içine girdiğini
vurgulamaktadır214. Bir kısmı ise karşıt örnekler bularak bu görüşe karşı çıkmıştır215.
Bizce her iki görüşün de haklı yanları vardır. Sınıfların, özellikle de patricius’un,
eskiden olduğu gibi bir bütünlük ve birlik içinde hareket etmediği görülmektedir.
Plebs ve patricius sınıfından bazı kişiler kendi ortak çıkarlar doğrultusunda yavaş
yavaş bir araya gelmeye başlamışlardır. Ancak bu ortaklık örnekleri, sınıflar
arasındaki tartışmaların tamamıyla sona erdiğini söylemek için yeterli değildir.
Patricius’lardan belirli bir çoğunluğun senatus’ta hala plebs isteklerine etkin bir
biçimde karşı koyduğu görülmektedir. Bu örnekler sınıflar arasındaki ayırımın İ.Ö.
5.yüzyıldaki kadar keskin olmadığı izlenimini de vermektedir.
214
Cornell, T.J., “The Recovery of Rome”, s.344; Cornell, T.J., The Beginnings of Rome : Italy and
Rome from the Bronze Age to the Punic Wars (c. 1000-264 BC), s.342.’de benzer bir görüşü savunur;
“They make it clear that the beneficiaries of the reform were a restricted group of aspiring plebeian
leaders together with a relatively small caucus of patricians who supported them. The principal
figures of this liberal or progressive wing of the patriciate were C.Sulpicius Peticus, L.Aemilius
Mamercinus and Q.Servilius Ahala (who between them shared all the patrician consulships in the
years 366-361), and M.Fabius Ambustus (censor in 363 and father-in-law of Licinius Stolo).” s.463
dipnot 32’de M.Fabius Ambustus için şunları söyler: “Beloch (Röm. Gesch. (1926), 352-353) rejects
this passage as legendary, and substitutes an arbitrary reconstruction of his own, whereby Fabius is
presented as an upholder of patrician privilege and an opponent of the plebs! This has unfortunately
had wide influence (e.g. OCD2, s.v. Fabius Ambustus, 2).” Cornell Fabiusları karıştırmış
görünmektedir. Beloch’un ve ondan alıntı yapan Oxford Classical Dictionary’nin (2nd ed. s.426-427)
bahsettiği M.Fabius Ambustus İ.Ö.360, 356 ve 354 yılı consul’üdür. Cornell’in bahsettiği Marcus
Fabius Ambustus ise 363 yılı censorudur ve tamamıyla farklı bir kişidir ( Broughton, T. R. S., The
Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.117 ve 120.
215
Cornell karşıtı görüş için bkz. Develin, R., “The Integration of Plebeians into the Political Order
after 366 B.C.”, s.302-304.
İ.Ö.300 yılına gelindiğinde, varlıklı plebs’ler arasından bazıları consul,
dictator ve praetor seçilmişlerdir; decemviri sacris faciundis üyelerinin yarısını
kendi sınıflarından seçtirmeyi başarmışlardır. Ancak pontifex ve augurlar kurulu hala
patricius üyelerden oluşmaktadır. Livius’un aktardığına göre halk tribunları Quintus
ve Gnaeus Ogulnius bir yasa önerisiyle patres’in sahip olduğu bu ayrıcalığı ortadan
kaldırmak istemişlerdir. Hali hazırda var olan dört augur ve dört pontifex’e, plebs’ler
arasından seçilecek beş augur ve dört pontifex daha eklenmesini teklif etmişlerdir216.
Gerekçeleri çok açıktır: Plebs’lerin ileri gelenleri daha önce consul’lük görevlerini
başarıyla yürütmüşlerdir, aynı kişiler adına yengi töreni düzenlenmiştir. Yer
alamadıkları onurlu görevler arasında bir tek bu rahiplikler kalmıştır217. Öte yandan
patres’in bu yasa önerisine nasıl tepki gösterdiğini Livius şöyle aktarmaktadır:
Patres, plebs’lerden consul seçilmesi ilk kez önerildiği zaman nasıl endişelendiyse,
bu öneri sunulduğu zaman da aynı biçimde endişeye kapılmıştır. Bu iş kendilerinden
çok tanrılarla ilgiliymiş gibi davranmışlardır. Onlara göre kutsal törenlerin
kirletilmemesini bizzat tanrılar istemektedir. Patres’in devletin başına herhangi bir
felaket gelmemesinden başka dileği yoktur218.
Tasarının oylanması sırasında taraflar arasında yaşanan tartışmada Livius’un
iki kişiliği ön plana çıkardığını görüyoruz. Bunlardan biri tasarının lehinde konuşan
plebs kökenli Publius Decius Mus, diğeri de aleyhte konuşan Appius Claudius
Caecus’tur. Yine Livius’tan öğrendiğimiz kadarıyla her iki taraf da, kendi haklarıyla
216
Liv.10.6.6; “Rogationem ergo promulgarunt ut, cum quattuor augures, quattuor pontifices ea
tempestate essent placeretque augeri sacerdotum numerum, quattuor pontifices, quinque augures, de
plebe omnes, adlegerentur.”
217
Liv.10.6.5
218
Liv.10.7.2
ilgili olarak daha önce Licinius yasa tasarısı tartışılırken, savundukları görüşlerin219
neredeyse aynılarını yinelemişlerdir. Bununla birlikte Livius’un konuyu işleyiş
biçiminde bir fark vardır. Licinius yasası ve Ogulnius yasa tasarısının tartışılması
sırasında yapılan konuşmalar arasındaki önemli bir değişiklik göze çarpmaktadır.
Licinius’un yasa taslağı tartışılırken, aleyhte konuşan Appius Claudius
Crassus’un, Ogulnius yasa taslağı görüşülürken ise, yasayı destekleyen Decius
Mus’un konuşmasına yer vermiştir. Decius Mus’un konuşması Licinius yasaları
tartışılırken aleyhte konuşan Appius Claudius Crassus’a yanıt verir gibidir. İ.Ö.367
yılında yaptığı konuşmada Appius Claudius Crassus’un karşı çıkarken savunduğu
ana nokta, plebs’lerin auspicium’lara bakma yetisi ve hakkı olmadığı, hiçbir plebs
magistratus’un auspicium’lara danışılarak seçilmediğiydi220. O dönem için bu
doğruydu, ancak İ.Ö. 300 yılına gelindiğinde P. Decius Mus’un konuşmasında, başta
babası221 olmak üzere, içerik ve biçem bakımından işleyebileceği çok sayıda örnek
vardı. Plebs kökenli consul’lerin, dictator’ların yönetiminde ve auspicium’ları
altında devlet herhangi bir zarar görmeden pek çok başarı kazanmıştı, çok sayıda
yengi töreni kutlanmıştı222. Lucius Sextius plebs’ler arasından seçilen ilk consul’dü,
Gaius Licinius Stolo ilk magister equitum, Gaius Marcius Rutilius ilk dictator ve
219
bkz. s.47 v.d.
220
Liv.6.41.4-10
221
Publius Decius Mus ile aynı adı taşıyan babası, İ.Ö.340 yılında consul olarak Campania’da
Latinlere karşı savaşırken kendisini yer altı tanrılarına adadıktan sonra, atını düşman saflarına sürerek
hayatına son vermiştir (Liv.8.9.6, Cic. Nat.2.10). Oğul Decius Mus’un da 295 yılında Galyalılar ve
Etrüsklere karşı savaşırken aynı biçimde kendini tanrılara kurban ettiği belirtilir (Liv.10.28.12 v.d.,
Cic. Nat.2.10)
222
Liv.10.7.3-11; 10.8.5; 10.8.8-11; “ L. Sextius primus de plebe consul est factus, C. Licinius Stolo
primus magister equitum, C. Marcius Rutulus primus et dictator et censor, Q. Publilius Philo primus
praetor. Semper ista audita sunt eadem, penes vos auspicia esse, vos solos gentem habere, vos solos
iustum imperium et auspicium domi militiaeque.”
censor, Quintus Publilius Philo ise ilk praetor’du. Bu kişiler seçilirken patres’ten
hep aynı itirazlar gelmişti; Auspicium’lar yalnızca patres’e özgüydü, yalnızca patres
soyluydu, kent yönetiminde ve savaş alanında yasal olarak yalnızca onlar imperium
ve auspicium’a sahip olabilirlerdi. Plebs’ler, bütün istekleri başta reddedilmesine
karşın, yollarına kararlı bir biçimde devam etmişler ve isteklerine ulaşmışlardı. Buna
ek olarak Sybilla kitaplarına danışmakla görevli decemviri sacris faciundis kurulu
üyelerinin yarısı plebs’ler arasından seçilmiş ve yine de devlet herhangi bir zarar
görmemişti223. Hal böyleyken, Roma halkının bu kişilere verdiği onurlar arasına bir
de augur’luk ve pontifex’lik onurunun eklenmesine ne tanrılar, ne de insanlar karşı
çıkardı224. Plebs’ler de pekâlâ pontifex’lere ve augur’lara özgü nişanları
taşıyabilirler, bireysel olarak taptıkları tanrılara devlet adına da tapabilirlerdi225.
Livius’un aktardığına göre tasarı büyük bir çoğunlukla (ingenti consensu)
kabul edilerek yasalaşmıştır. Publius Decius Mus, Publius Sempronius Sophus,
Gaius Marcius Rutulus ve Marcus Livius Denter plebs’ler arasından seçilen ilk
pontifex’lerdir. Gaius Genucius, Publius Aelius Paetus, Maecus Municius Faesus,
Gaius Marcius Rutulus ve Titus Publilius plebs’ler arasından seçilen ilk augur’lardır.
Plebs’lerin eklenmesiyle pontifex sayısı dörtten sekize, augur sayısı ise dokuza
yükselmiştir226.
Ogulnia yasası plebs’lere, daha doğrusu plebs’ler arasında varlıklı olanlara,
223
Liv.10.8.1-2
224
Liv.10.7.9; “Quod cum ita se habeat, cui deorum hominumve indignum videri potest" inquit, " eos
viros, quos vos sellis curulibus, toga praetexta, tunica palmata et toga picta et corona triumphali
laureaque honoraritis, quorum domos spoliis hostium adfixis insignes inter alias feceritis, pontificalia
atque auguralia insignia adicere?”
225
Liv.10.7.12; “…ut quos privatim colimus publice colamus.”
226
Liv.10.9.1-2; Livius pontifex maximus’u bu sayıya dahil etmemiş görünmektedir.
devlet dininde söz sahibi olabilme yolunu açmıştır. Bu yasayla daha önce yalnızca
patricius’un ulaşabildiği bilgilere ulaşabileceklerdir. Gerek pontifex’lik gerekse de
augur’lukla ilgili teknik ayrıntıları öğrenip uygulayacaklar, tanrıların her bir özel
durumda ne istediği, nasıl yatıştırılması gerektiği konusunda karar verme yetkisini
paylaşacaklardır. Magistratus’ların auspicium’ları gözlerken yaptıkları hatalar
(vitium)
konusunda
söz
sahibi
olabilecekler,
auspicia
oblativa’yı
gözlemleyebilecekler ve olumsuz bir işaret gördüklerinde nuntiatio yetkisini
kullanabileceklerdir. Linderski, Ogulnia yasasının bile, plebs’lerin Iuppiter ile olan
ilişkilerini temelde değiştirmediğini belirtmiştir227. Bu görüşü ileri sürerken başlıca
gerekçesi auspicium konusunda magistratus’lar ve augur’ların farklı sorumlulukları,
farklı görev alanları olmasıdır. Auspicium’lar konusunda augur’lar ve magistratus’lar
arasında belirgin bir görev ayırımının olduğu şüphesiz doğrudur. Daha önce de
belirttiğimiz gibi magistratus’lar her önemli işten önce gözledikleri auspicium’larla
devleti yönetirler. Augur’lar ise bir magistratus’un yerine ya da devlet adına
auspicium’lara bakmazlar. Ancak bu ayırımdan yola çıkarak plebs’lerin augur’lar
kuruluna girmesini sağlayan Ogulnia yasasının büyük bir fark yaratmadığı sonucunu
çıkarmak olası görünmemektedir. Çünkü 300 yılına gelindiğinde plebs’ler
magistratus’luklara çoktandır seçilebilmekteydi ve onların auspicium’larla ilgili
haklarına zaten sahip olmuşlardı. 40 yılı aşkın süreden beri consul ya da praetor
olarak auspicia impetrativa’yı gözlemleyebilmektedirler. Buna karşın Ogulnia yasası
o güne kadar yer alamadıkları rahip kurullarına, özellikle de augur’lar kuruluna
girmelerine ve augur olabilmelerine olanak tanıyarak auspicia oblativa konusunda
227
Linderski, J., “The Auspices and the Struggle of Orders”, s.46. “Even the lex Ogulnia that in 300
engeneered the admission of plebeians to the priestly colleges, and in particular to the college of
augurs, did not substantially improve their standing with Jupitter.”
da onlara söz hakkı vermiştir. Gerek kurul olarak, gerkese de bireysel olarak
augur’ların görev, sorumluluk ve haklarını paylaşmalarını sağlamıştır. Üstelik bu
paylaşım consul’lükte olduğu gibi yalnızca bir yıl süreyle değil, yaşam boyu
olacaktır. Çünkü consul’ler için bir yılla sınırlandırılan görev süresi, pontifex’ler ve
augur’lar için geçerli değildir. Bu rahipler ömür boyu görev yaparlar ve biri
öldüğünde yerine seçilecek kişi ölen üyeyle aynı sınıftan olmak zorundadır228.
Dolayısıyla Linderski’nin aksine, Ogulnia yasasının plebs’lerin auspicium’larla
ilişkisi bakımından dönüm noktası olduğu söylenebilir. Asıl önemlisi, ilerideki kendi
siyasi istek ve haklarının auspicia oblativa ileri sürülerek engellenmesi olasılığı
azalmış olacaktır.
Buraya kadar antik kaynakların sınıflar arası mücadeleye ilişkin aktardıkları
imperium ve auspicium açısından değerlendirilmeye çalışılmış ve şu sonuçlara
varılmıştır: Söz konusu dönemde Roma’da siyasi ve dini erkin birbirinden bağımsız,
ayrı birer alan olarak düşünülmediği görülmüştür. Roma’da siyasi gücü elinde
bulunduran patres, auspicium’lara başvurmak ve tanrılarla iletişim kurmak, tanrının
gönderdiği işaretleri yorumlamak ayrıcalığına da sahiptir. Rahip kurullarında görev
alan bu kişiler aynı zamanda senatus üyeleridir, hatta birçoğu consul’lük görevini de
yürütmüştür. Senatus, olağanüstü işaretler ortaya çıktığında, doğaüstü olaylar
meydana geldiğinde, onlara danışarak karar vermektedir. Plebs’ler siyasi erki
paylaşmak istediklerinde, onlara bunun mümkün olmadığı, çünkü siyasi erkin
ayrılmaz bir parçası olan tanrılarla iletişim kurma yetisine ve yetkisine sahip
olmadıkları ileri sürülmüştür. Çok sayıda örnekte gördüğümüz gibi, plebs’lerden biri
yönetim erkini elinde bulundurabileceği bir göreve seçildiğinde, patres tanrının
228
Cornell, T.J., “The Recovery of Rome”, s.343.
gönderdiği işaretleri yorumlama ayrıcalığını kullanarak, tanrıların buna razı
olmadığını ileri sürmüş ve plebs’lerden consul seçilmesini engellemeye çalışmıştır.
Ancak Roma’nın büyümesi ve etrafındaki kentlerle giriştiği savaşların
yanında patricius ailelerin sayısındaki azalma229 nedeniyle plebs’lere duyulan
gereksinimin günden güne arttığı da bir gerçektir. Kendilerine muhtaç olunduğunun
farkında olan plebs isteklerinin peşini bırakmamış, askere yazılmama, vergi ödemeyi
reddetme gibi demokratik mücadele yöntemlerini kullanarak bu hakları birer birer
almayı başarmıştır. Ancak bu hakları plebs’in bir bütün olarak kullanmadığını,
yalnızca varlıklı olanların bu haklardan yararlanabildiğini de belirtmemiz gerekir.
Eskiçağ
kaynaklarının
sınıflar
arası
mücadeleye
ilişkin
anlattıkları,
günümüzde haklı olarak birçok açıdan sorgulanmaktadır. Ama bu kaynaklardaki
hataları bulmaya çalışırken birkaç nokta göz ardı edilmemelidir. Söz konusu döneme
ilişkin bilgi veren birinci el kaynak sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar
azdır. Bu kaynaklar göz ardı edildiğinde, Roma’nın geçmişine ilişkin fazla bir şey
söylemek de mümkün değildir. Bu tür kaynakların, özellikle de Livius’un tarihi
gerçekleri saptırdığı ya da bazı olayları uydurduğu söylenebilir. Ancak bu savları
ileri sürerken unutulmaması gereken şey, saptırma ya da uydurma olarak nitelenen
anlatıların temelinde söz konusu yazarların hayal gücü değil, annales yazarlarının
aktardıkları ve kendi zamanına kadar gelen sözlü gelenek vardır. Livius’un 142
kitaplık yapıtı bu yaklaşımın ulaştığı doruk noktasıdır230. Nitekim Livis’un kendisi
de, yapıtı Ab urbe condita’nın önsözünde içerik olarak yenilik getirmediğini ileri
sürmemektedir, yalnız halihazırda bilinenleri ya da inanılanları başkalarının
229
bkz. Scullard, H. H., A History of the Roman World 753 to 146 BC, s.120.
230
Beck, H., “The Early Roman Tradition”, (ed.) Marincola, J., A Companion to Greek and Roman
Historiography vol.1, Blackwell Publishing, Oxford, 2007 içinde: s.265.
anlattığından daha zevkle okunabilir bir biçeme sokacağını belirtmektedir.
Dolayısıyla, yazıldığı dönemde insanların kendi geçmişine nasıl baktığına dair
önemli ipuçları vermektedir231. Bu bakımdan tarihsel değerleri göz ardı
edilmemelidir.
231
De Natura Deorum, De Divinatione yapıtlarındaki tanrının varlığı üzerine tartışmalar ve
Lucretius’un insanları tanrı korkusundan kurtulmaya çağıran sözleri şüphesiz tanrı-insan ilişkisi
konusunda, İ.Ö. I. yüzyılda yaşayan insanlar arasında farklı görüşler olduğunu da göstermektedir.
Ancak aynı eserler tanrı korkusunun Yunan felsefesiyle haşır neşir olunduğu bu dönemde bile ne
kadar etkili olduğunu göz önüne sermektedir.
IV.
IMPERATORES ET AUSPICIUM
Eskiçağ devletlerine baktığımızda, birçoğunun girişecekleri savaş ve sonucu
konusunda tanrının ne düşündüğünü öğrenmek istediklerini görürüz. Örneğin
Mezopotamya’da bulunan karaciğer maketleri, kurban edilen hayvanların iç
organlarına bakma yönteminin İ.Ö. ikinci bin yılda hatta daha öncesinde kullanılmış
olduğunu göstermektedir232. Hititlerde de karaciğer falına yaygın bir biçimde
başvurulmuş olduğunu biliyoruz233. Delphoi’daki bilicilik merkezinin savaşa girip
girmeme konusunda kendisine danışan Lidya kralı Kroisos’a, Spartalılara ve
Atinalılara verdiği ikircil yanıtları Herodotos tüm canlılığıyla aktarmıştır234.
Savaş, eskiçağ devletlerinde olduğu gibi, Romalılar için de tanrıların
iradesine uygun biçimde açılması, yürütülmesi ve sonlandırılması gereken kutsal bir
232
Bārû adı verilen görevliler Babil’de bu yöntemi kullanmışlardır. İ.Ö. 1900-1600 arasına
tarihlenmiş kilden yapılmış bir kuzu ciğeri maketi British Museum’da sergilenmektedir.
233
Dinçol, Ali M., “Hititler”, Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi 1, Görsel Yayınlar, İstanbul, 1982
içinde: s.90-91.
234
Herodotos 1.53 ve 91: Kroisos, Perslere karşı savaşa girip girmemesi gerektiğini danıştığında,
Delphoi’dan ona verilen yanıt “Perslere karşı savaşa girecek olursan büyük bir krallığı yok edeceksin”
olmuştu ve kral kehanette belirtilen büyük krallığın kendisininki olduğunu ancak savaşı kaybettikten
sonra anlayabilmişti. Her.1.66: Bilicilik merkezi Arcadia’yı ele geçirip geçiremeyeceklerini danışan
Spartalılara verdiği yanıtta, Arcadia yerine Tegea’yı onlara vereceğini vaat etmişti. Bu kehanetin
sonucunda Tegea’ya savaş açan Spartalılar onları esir alacaklarını düşünerek yanlarına zincirler
almışlardı, ancak yenilmişler ve canlı kalanlar kendi getirdikleri zincirlere vurularak Tegea’ya
götürülmüşlerdi . Her.7.140 ve 141: Pers savaşı yaklaşırken kendisinden yardım isteyen Atinalılara
Pythia, dünyanın en uzak noktasına kaçmalarını salık vermişti. Bu yanıtla korkuya kapılan Atinalılar
bilicilik merkezine yeniden danıştıklarında, onlara bütün ülkenin işgal edileceği, ancak ağaçtan
duvarların ardında sağlam kalabileceklerini söylemiştir. Atinalılardan bazıları bu yanıtta belirtilen
ağaçtan duvar sözüyle geçmişte ağaçtan bir çitle örülmüş olan Akropolis’in kastedildiğini, bazıları da
Temistokles’in planı olan donanmayı kastettiğini düşünmüşlerdir.
iştir. Fetiales rahiplerinin savaş açarken ve savaşlara son verirken yerine getirdiği
ritueller bu düşünce yapısını açıkça ortaya koymaktadır. Senatus ve halk meclisi
savaş açılmasına karar verdiğinde, bu rahiplerden biri düşman topraklarının sınırına
gelir ve sembolik olarak karşı tarafa bir mızrak fırlatırdı. Savaş sona erdiğinde ise,
anlaşma yapmak için bu rahipler yine düşman topraklarına girer, anlaşma yapıldıktan
sonra taştan yapılmış özel bir bıçakla tanrıya domuz kurban ederlerdi. Romalıların
inancına göre bu eylemle tanrının hem yapılan savaşı hem de anlaşmayı onaylaması
sağlanmış olurdu.
Savaş için yapılan hazırlıklar sırasında da dini geleneklere ne denli önem
verildiği görülmektedir. Komutan235 , ordu için bir toplanma günü ilan ederken
auspicium’a başvurur236. Orduyla birlikte ya da tek başına kentin kutsal sınırlarını
geçerken yine auspicium’a danışır. Savaş için kamp kurulduğunda, ordu arındırılmak
zorundadır. Savaş alanında ise, ordunun başındaki komutan237, bilicilerin yardımıyla,
tanrının o an için savaşa onay verip vermediğini öğrenmekle yükümlüdür. Savaş
başlamadan hemen önce, kurbanların iç organları incelenerek ve kafesten salınan
tavukların önlerine atılan yemleri yiyip yemediği (auspicium de tripudiis) gözlenerek
tanrının ne düşündüğü öğrenilir238. İşaretlerin uygun olması, tanrının yapılacak
savaşa onay verdiğinin ve Roma halkının yanında olduğunun göstergesi kabul
edilmiştir. Ancak tersi bir durum söz konusu olduğunda, yani savaş alanında işler
ters gidip, ordu yenilgiye uğradığında sorumluluk çoğu kez tanrılarla olan iletişimde
235
Bu komuta görevini erken ve orta cumhuriyet dönemi boyunca genellikle consul’ler, dictator görev
başındaysa, dictator üstlenmiştir.
236
Polyb. 6.26.4; Liv.45.12.10
237
Bu komuta görevini erken ve orta cumhuriyet dönemi boyunca genellikle consul’ler, dictator görev
başındaysa, dictator üstlenmiştir.
238
Latte, K., Römische Religiongeschichte, s.119.
bir sorun olmasına, yani pax deum’daki bir kırılmaya bağlanmıştır. Savaştaki
yenilgiyi komutanın askeri becerisinden ya da beceriksizliğinden çok dini nedenlerle
açıklama eğilimi doğal olarak bir takım soruları da beraberinde getirmektedir: Dini
kuralların ihmal edilip edilmediğine ya da o an için yanlış uygulandığına kimler
karar veriyordu? Bu kişilerin siyasi eğilimleri, sosyal ve psikolojik durumları
aldıkları kararlara etki ediyor muydu? Bu kararların bir ölçüde iç siyasete yansıması
oluyor muydu?
Bu soruların yanıtlarını aramak için ilk olarak İ.Ö.362 yılında Herniciuslarla
yapılan savaşa bir kez daha göz atabiliriz239. Roma ordusu ilk defa plebs kökenli bir
consul’ün auspicium’ları altında böyle bir savaşa girmiştir. Kısa süre sonra Roma
ordusu yenilmiş ve consul düşmanlar tarafından tuzağa düşürülüp öldürülmüştür.
Yenilgi plebs’ler arasından consul seçilmesine ve auspicium’ların dinen uygun
olmayan kişilere teslim edilmesine bağlanmıştır. Bu kararı verenler o yıllarda
tanrılarla devlet arasındaki uyumu sağlama ayrıcalığına tek başına sahip olan
patres’ten başkası değildir ve patres’in o sırada siyasi erk konusunda plebs’lerle
çetin bir mücadele içinde olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Patres’e göre tanrılar
kendi kutsal yetkilerini ve auspicium’larını korumuşlar ve bunların intikamını
almışlardır; Dini yetkisi ve de hakkı olmayan biri, bu auspicium’lara elini sürer
sürmez, Roma ordusu, komutanıyla birlikte yok edilmiştir; ordunun komutanıyla
birlikte yok edilmesi, soyların sahip olduğu hakları altüst ederek bir seçim
yapılmaması gerektiğini kanıtlamıştır240. Bu olayda görüldüğü gibi, savaşın
239
240
bkz. s.55-56
Liv.7.6.10-12; “…irent crearent consules ex plebe, transferrent auspicia quo nefas esset; potuisse
patres plebi scito pelli honoribus suis: num etiam in deos immortales inauspicatam legem valuisse?
Vindicasse ipsos suum numen, sua auspicia, quae ut primum contacta sint ab eo a quo nec ius nec fas
yenilgiyle sonuçlanmasında Genucius’un askeri alanda yaptığı hatalardan hiç söz
edilmez. Zaten sonucunu tanrıların belirlediği düşünülen bir savaşta bu gibi sözlerin
yeri de yoktur.
İ.Ö.324 yılında Samnit savaşında geçen bir olay bize tanrı onayının savaş
alanlarında her zaman belirleyici olmadığını göstermektedir. Diktatör L. Papirius
Cursor Roma’dan ayrılmış ve savaş alanına gelmiştir. Ancak kutsal tavuklara
bakmakla sorumlu olan görevlinin (pullarius) uyarısıyla Roma’ya dönüp
auspicium’ları yenilemesi gerektiğini fark eder. Savaş alanından ayrılmadan önce
magister equitum’u olan Q. Fabius Ambustus Rullianus’a yerinde kalmasını ve
düşmanla yakın temasa girmemesini emretmiştir241. Diktatörün ayrılmasından kısa
bir süre sonra, keşif erleri düşman kuvvetlerinin dağınık ve dikkatsiz bir durumda
olduğunu bildirince, Q. Fabius Ambustus Rullianus savaşa girmiş ve düşmanı
mağlup etmiştir242. Diktatörün auspicium’ların yenilenmesi gerektiği konusunda
uyarılması, tanrıların o anda bir savaş yapmaya onay vermediği anlamına
gelmektedir. Dolayısıyla Q. Fabius tanrıların onayı olmadan savaşa girmiştir.
Diktatör Papirius, yardımcısının emre itaat etmemesine çok sinirlenmiş ve Fabius’u
suçlamıştır. Çünkü Q. Fabius bu yaptığıyla yalnızca diktatörün emrine değil, askeri
geleneklere, ataların öğretilerine ve tanrıların iradesine de karşı gelmiştir243.
fuerit, deletum cum duce exercitum documento fuisse ne deinde turbato gentium iure comitia
haberentur.”
241
Liv.8.30.2: “…Papirius a pullario monitus, cum ad auspicium repetendum Romam proficisceretur,
magistro equitum denuntiavit ut sese loco teneret, neu absente se cum hoste manum consereret.”
242
Liv.8.30.3-8; Val.Max.2.7.8 ; Eutropius 2.8.; Bu olay Roma’da bulunan bir yazıtta da geçer; bkz.
CIL I2 s.192) Bello Samnitium | cum auspicii repe|tendi caussa Romam |4 redisset atque inte|rim
Q(uintus) Fabius Amb[ust(i) f(ilius)] | Maximus mag[ister] | equitum iniu[ssu] |8 [eiu]s proelio
c[onflixisset
243
Liv.8.32.7; “…quo tu imperio meo spreto, incertis auspiciis, turbatis religionibus, adversus morem
Cezalandırılacağını anlayan Q. Fabius Roma’ya kaçıp senatus’a sığınır. İ.Ö.362 de
Genucius’u tanrı onayı olmadan savaşa girmekle ve orduyu yenilgiye uğratmakla
suçlayan senatus ve patres, İ.Ö.324 yılında gerçekleşen bu olayda Q. Fabius’u,
diktatör Papirius’un vereceği cezadan koruma yolunu seçmiştir.
İki olay ve sonuçları karşılaştırıldığında ironik ve çelişkili bir durum ortaya
çıkmaktadır. Hem Genucius hem de Q. Fabius tanrı onayı olmadan bir savaşa
girmiştir. Genucius yaptığı savaşı kaybetmiş, Fabius ise kazanmıştır. Patres,
Genucius’u tanrı onayı olmadan savaşa girmekle suçlamış, aynı suçu işleyen Q.
Fabius’u ise diktatörün hışmına karşı korumuştur. Genucius savaşta hayatını
kaybetmiştir. Q. Fabius Maximus Rullianus’u ise parlak bir kariyer beklemektedir.
Bu tarihten sonra İ.Ö.322, 310, 308, 297 ve 295 yıllarında beş kez consul, 315 ve 313
yıllarında da iki kez diktatör seçilmiştir244.
Bu iki olay göz önüne alınıp değerlendirildiğinde, pratik insanlar olan
Romalıların bu konulardaki tutumunu belirleyen etkenlerden birinin de savaşın
sonucu olduğu izlenimi ortaya çıkmaktadır. İ.Ö.293 yılındaki Samnit savaşında
gerçekleşen başka bir olay da bu görüşü destekler niteliktedir. Consul L.Spurius
Papirius Cursor245, Aquilonia’da düşmanla savaşmak için ordugâh kurmuştur. Gece
yarısı kalkmış ve tanrının savaşa onay verip vermediğini öğrenmesi için pullarius’u
auspicium’a bakmaya göndermiştir246. Pullarius, aslında tavuklar yemleri yemeyi
reddettiği halde, consul’e yalan söyleyerek auspicium’ların çok iyi olduğunu
militarem disciplinamque maiorum et numen deorum ausus es cum hoste confligere.”
244
bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.149-
177; Drummond, A., “Quintus Fabius Maximus Rullianus”, Hornblower, S. (ed.), The Oxford
Classical Dictionary 3rd ed., Oxford University Press, Oxford, 2003 içinde: s.583
245
İ.Ö.324 yılındaki diktatörün oğlu
246
Liv.10.40.2; “…Papirius silentio surgit et pullarium in auspicium mittit.”
(tripudium solistimum) bildirir247. Consul L. Papirius Cursor bunun üzerine
işaretlerin olumlu olduğunu ve tanrıların Roma ordusunun yanında olduğunu
askerlerine ilan eder. Savaş hazırlıklarını tamamlamak için harekete geçer. Bu sırada
atlı birliğinden bazı askerler, pullarius’ların kendi aralarında auspicium’ların aslında
olumlu olmadığını tartıştığını duyarlar. Bu durumu consul’ün kuzenine bildirirler, o
da consulü uyarır. Consul aldığı haber karşısında oldukça kendinden emindir.
Consul’e göre eğer auspicium’lar konusunda yalan söylendiyse, bunun günahı
auspicium’ları yanlış bildirenlerin boynunadır. Kendisine yemlerin tavukların
gagalarından düşüp adeta dans eder gibi yerde sektiği bildirilmiştir ve bu hem Roma
halkı hem de ordusu için tanrının verdiği mükemmel bir işarettir. Daha sonra
yüzbaşılara pullarius’ları savaş safının en önüne yerleştirmelerini emreder.
Auspicium’u yanlış bildiren pullarius, ilk çarpışmadan önce Samnit safından
fırlatılan bir mızrak darbesiyle yaşamını yitirir. Aynı anda bir kuzgunun belirmesi ve
ötmesi üzerine consul, asıl suçlunun cezasını çektiğini tanrıların savaş alanında,
Romalıların yanında olduğunu yüksek sesle duyurur.
Wells, Livius’un pullarius’la ilgili aktardığı bu olayın, söz konusu savaşa
değinen öteki iki kaynakta248 yer almadığını söyleyerek, hikâyenin doğruluğu
konusunda şüphe duyulabileceğini belirtmiştir249. Ancak Wells alıntı yaptığı
Levene’nin yorumunu250 oldukça yanlış anlamış görünmektedir. Çünkü Levene söz
konusu yerde, “This story appears in neither of the two other accounts of this
247
Liv.10.40.4; “…cum pulli non pascerentur, pullarius auspicium mentiri ausus tripudium
solistimum consuli nuntuavit.”
248
Val.Max.7.2.5; Oros.3.22.3-4; Bu iki kaynakta savaşın anlatımı Livius’unki kadar ayrıntılı değildir.
249
Wells J.C, De Religionibus sacris et Caerimoniis est Contionatus: Piety and Public Life in
Republican Rome, PhD, Ohio State University, 2004, s.55
250
Levene, D. S., Religion in Livy, s.238.
battle…” derken pullarius’la ilgili hikâyeyi değil, son anda ortaya çıkan kuzgunu
kastetmektedir. Hem Valerius Maximus hem de Orosius’un anlattıklarına
bakıldığında da bu açıkça görülmektedir. Her iki yazar da pullarius’la ilgili hikâyeye
yer vermişlerdir. Ancak Livius’un anlatımında son anda ortaya çıkan kuzgundan ikisi
de söz etmemiştir. Livius’un pullarius’la ilgili aktardıklarının doğru olup olmadığını
saptamak zor görünmektedir. Bu olayın doğruluğunu sorgulayan bilim adamlarının
yanı sıra, Fowler gibi Livius’un bu olayı doğrudan pontifex kayıtlarından aldığını
ileri sürenlerin de olduğunu söyleyebiliriz251. Ancak biz bu hikâyenin doğru olup
olmadığını tartışmak yerine, auspicium’lar konusunda aktardıkları ve verdiği ipuçları
üzerinde duracağız.
İlk olarak sorulması gereken şey, pullarius’un consul’e neden yanlış bilgi
vermiş olabileceğidir. Bu sorunun yanıtı Livius’ta açık bir biçimde yer almaktadır:
Savaş başlamadan önce, hem askerler hem de consul savaş arzusuyla yanıp
tutuşmaktadır. Livius’un aktardığına göre auspicium’a bakmakla görevli olan
pullarius da aynı arzuyu paylaşmaktadır. Kehanet işaretlerinin olumsuz olması
durumunda, savaşın başlaması gecikecektir. Dolayısıyla pullarius, basit bir hileye
başvurup tavukların önlerine atılan yemi iştahla yediğini söyleyerek herkesin
sabırsızlıkla beklediği savaşın bir an önce başlamasını sağlamak istemiştir. İkinci
sorun ise consul’ün auspicium’ların yanlış bildirildiğini haber almasına karşın, yine
de savaşa girme konusunda ısrar etmesidir. Çünkü auspicium’ların uygun olmaması
yapılacak savaşa tanrının onay vermediği anlamına gelmektedir. Consul bu onay
251
Eleştirel görüş için bkz. Szemler, G. J., The Priests of the Roman Republic: A study of interactions
between priesthoods and magistracies, s.41 dipnot 2.; Destekleyen görüş için bkz. Fowler, W. W.,
The Religious Experience of the Roman People, from the Earliest Times to the Age of Augustus, s.331
dipnot 1.
olmadan savaşa girerek büyük bir risk almıştır. Eğer Romalılar savaşı yitirmiş olsa,
bile bile auspicium’ları görmezden gelerek savaşı başlattığı için, Roma halkını ve
ordusunu yıkıma sürüklemekle suçlanacak ve siyasi yaşamı büyük olasılıkla yara
alacaktır. Zira tanrı onayı olmadan savaşa girdikleri için İ.Ö.362 yılında
Genucius’un, 249 yılında P.Claudius Pulcher’in ve 217 yılında C.Flaminius’un
başına gelenler bu tür bir sonucun ortaya çıkabileceğini göstermektedir. O halde
consul Papirius Cursor neden böyle bir riski göze almıştır? Consul Papirius
Cursor’un da bir an önce savaşa girmek için çok istekli olduğunu biliyoruz. Çünkü
Livius’un anlattıklarından bu açık bir biçimde anlaşılmaktadır. Bunun yanında
İ.Ö.324 yılında kendisiyle aynı adı taşıyan babasının yine bir pullarius’un uyarısıyla
auspicium’ları yenilemek için Roma’ya döndüğünde başına gelenler de göz ardı
edilmemelidir. Daha önce belirttiğimiz gibi dictator olan baba Papirius Cursor’un
savaş alanından ayrılıp Roma’ya dönmesi, zaferin şanını magister equitumuna
kaptırmasına neden olmuştu. Eskiçağ kaynaklarında iki olay arasında herhangi bir
ilişki kurulmamasına karşın, Papirius babasının başına gelenleri unutmamış olabilir.
Bu nedenle asıl suçlunun pullarius olduğunu, tanrının suçluları cezalandıracağını ve
kendisinin tanrıya karşı saygısızlık yapmadığını söylemiş olabilir. Sonuçta savaşı
Roma ordusunun kazanması ve pullarius’un öldürülmesi, consul’ün düşüncesini
haklı çıkarmış gibi bir görünüm yaratmıştır. Bununla birlikte tanrı onayı olmamasına
karşın, Romalıların savaşı kazanması yine Romalıların kendi inançlarına ters düşen
bir durumdur. Livius Papirius Cursor hikâyesinin sonuna yaptığı bir eklemeyle bu
durumu düzeltmeye çalışıyormuş gibi görünmektedir252. Buna göre Papirius Cursor
savaşın çetin geçtiği bir anda Iuppiter Victor’a bir tapınak adamış, daha sonra tanrı
252
Liv.10.42.7
düşman birliklerini darmadağın ederse, ona küçük bir kap bal likörü (pocillum mulsi)
armağan edeceğini söylemiştir253. Do ut des anlayışının tipik bir örneği olan bu adak,
Livius’un anlattıklarına bakacak olursak, tanrıların hoşuna gitmiş ve auspicium’ları
olumsuzdan olumluya çevirmişlerdir254.
Modern kaynaklardan bazıları İ.Ö.293 yılında savaş alanında geçenleri, Roma
dininin esnekliği biçiminde yorumlamışlardır. Örneğin Orlin’e göre bu olay, devletin
yalnızca bireylerin birbirlerine karşı davranışlarından değil, aynı zamanda bireylerin
tanrılara karşı tutumlarından da uzak durabildiğini göstermektedir255. Rosenstein,
Roma tanrılarının kendilerine karşı saygısızlık yapanlarla pazarlık da yapabileceği
görüşünü
belirtmiştir256.
Wells
ise
bu
olayı,
Romalıların
tanrılara
karşı
sorumluluklarını yerine getirirken, esnek olabildikleri biçiminde yorumlamıştır257.
Jocelyn, insan etkeninin önemine dikkat çekmiş, işaretlerin insanlar tarafından
yorumlanmasının en az o işaretleri gönderen tanrıların isteği kadar etkili olduğunu
belirtmiştir258. Biz bu konuda Jocelyn’in görüşüne katılıyor ve bu olaydaki belirleyici
etkenin dini yorumlayan insanların ortam koşulları uyarınca gelişen psikolojik
durumu olduğunu düşünüyoruz. Çünkü esneklik dinin değil, ancak dini yorumlayan
253
Plin. HN.14.14.91
254
Liv.10.42.7; “ Id votum dis cordi fuit et auspicia in bonum verterunt ”
255
Orlin, E. M., Temples, Religion, and Politics in the Roman Republic, s.50.; Orlin, Linderski’nin
“Religion in Livy” Livius. Aspekte Seines Werkes. Xenia. Konstanzer Althistorische Vorträge und
Forschungen 31, 1993, s.60-61’de bu olayı daha geniş bir biçimde tartıştığını belirtir. Ancak ne yazık
ki bu makaleye ulaşamadık.
256
Rosenstein, N.S, Imperatores Victi : Military Defeat and Aristocratic Competition in the Middle
and Late Republic, University of California Press, Berkeley, 1990, s.80 ve dipnot 84.
257
Wells J.C, De Religionibus sacris et Caerimoniis est Contionatus: Piety and Public Life in
Republican Rome, s.56
258
Jocelyn, H.D., “The Roman Nobility and the Religion of the Republican State”, Journal of
Religious History 4 (1966): s.102.
insanların niteliği olabilir. Bu olayda da Roma dininin esnekliği değil, o dini
yorumlayan karakterlerin – ki burada pullarius ve consul’dür – koşulların etkisi
sonucu oluşan psikolojik durumları belirleyici etken olmuştur. Zira pullarius ve
consul Papirius savaş için uygun ortam olduğunu düşündükleri ve askerin moralinin
yüksek olduğunu gördükleri için, bu savaşa bir an önce girmeyi çok istemişlerdir.
Her ikisinin de tanrı işaretlerine getirdiği yorumları etkileyen ana unsur onların bu
ruh hali olmuştur.
Gelişen koşullar karşısında komutan, gördüğü bir fırsatı
kaçırmamak için, en azından dini uygulamalarla zaman kaybedip dezavantajlı bir
duruma düşmemek için, sorun çıkaran belirli dini kural ve işlemleri saygınlığına en
az zarar verecek biçimde atlamak ya da ihmal etmek zorunluluğu duymuştur. Bu
çerçevede belirsiz, belki de olumsuz sonuçlar doğurabilecek bazı dini kuralları
mantık yürütüp yorumlayarak, başka bir deyişle dini bir kılıf bularak sakınmıştır.
Aksi durumda tanrı onayını beklemek savaş alanında komutanları çok zor duruma
düşürebilir. Komutanın olumlu işaretler bekleyerek yitirdiği zaman düşmanın
kendisine üstünlük sağlayacak manevraları yapmasına olanak tanıyabilir.
Plutarkhos’un anlattığı İ.Ö.275 yılında geçen bir olay buna güzel bir
örnektir259. Sicilya’yı işgal eden Pyrrhus Italya’da Romalılarla savaş halindedir.
Ordusunu ikiye böler. Bir bölümünü o sırada Lucania’da bulunan consul L.
Cornelius’a karşı gönderir. Diğer kısmını yanına alarak o sırada Benevolentum’da
öteki consul’den yardım bekleyen consul Marcus Curius’un üzerine yürümüştür.
Plutarkhos’un aktardığına göre, Marcus Curius’un bekleme nedenlerinden biri de
kuşların uçuşlarına ve kurbanların iç organlarına bakmakla görevli rahiplerin
259
Plut. Pyrrh.25
olumsuz işaretler olduğunu söyleyerek consul’ün aklını çelmesidir260. Pyrrhus bu
durumun kendisine sağladığı avantajı kullanmak için gece yarısı ordugâhından
ayrılmış ve ani bir baskın yapmak amacıyla yola çıkmıştır261. Gece ormanlık arazide
ilerlerken askerlerinin yolunu kaybetmesi gecikmeye neden olmuş ve ancak günün
ilk ışıklarıyla birlikte tepelerden inerek düşmanın üzerine doğru ilerleyebilmiştir.
Tasarladığı gibi gece baskını yapamasa da Pyrrhus’un ve ordusunun aniden ortaya
çıkması yine de bir anda düşmanı karşısında gören Roma ordusunda bir karışıklık ve
çalkalanmaya neden olmuştur. Romalılar tanrıdan gelecek işaretleri beklerken
Pyrrhus’u tam karşılarında bulmuşlardır. Artık işaret beklemeye zaman yoktur. Zira
savaş kaçınılmazdır. Uzun süredir beklenen işaret bu dönüm noktasında her nasılsa
bir anda gelir. Kurbanların iç organlarını inceleyen rahipler tanrıların savaşa onay
verdiğini
bildirirler.
Savaş
Romalıların
galibiyetiyle
sonuçlanır.
Dionysos
Halikarnassos’a göre, Pyrrhus’un savaşı kaybetme nedeni daha önce tanrıça
Persephone’ye yaptığı saygısızlıktır; Pyrrhus İtalya’da kendine mali kaynak ararken,
Persephone’nin tapınağında yer alan kutsal hazineden altınları almış ve gemilere
yükleterek Tarentum’a göndermiştir; Savaşta yenilmesi bu yaptığından ötürü
tanrıçanın ona karşı duyduğu öfkenin sonucudur262. Dionysos Halikarnassos’un bu
sözleri, Romalılar gibi Yunanlıların da savaşta alınan yenilgiyi tanrılara karşı yapılan
saygısızlığa yorabildiklerini göstermektedir.
260
Plut. Pyrrh.25.2; “…ἔστι δ' ὅτε καὶ μάντεων αὐτὸν οἰωνοῖς καὶ ἱεροῖς ἀποτρεπόντων ἡσύχαζε.”
Plutarkhos’un burada kullandığı μάντεων οἰωνοῖς pullarius’lara, ἱεροῖς ise kurbanların iç organlarına
bakan haruspex’lere karşılık gelmektedir. Dionysos Halikarnassos bu rahiplere değinmemiştir. Onun
ilgilendiği asıl konu Roma consul’ünün tanrılara karşı saygısı değil, Pyrrhus’un tanrıça Persephone’ye
yaptığı saygısızlıktır (bkz. Dion.Hal.22.9-12)
261
Dion. Hal. 20.12.1’ den Pyrrhus’un gece gizlice Roma ordugahına saldırmak istediğini anlıyoruz.
262
Dion.Hal.20.9.3
Roma’da tanrıya karşı yapılan saygısızlığın savaş alanında karşılığını bulduğu
konusunda Eskiçağ yazarlarının en sık verdiği örneklerden biri P. Claudius
Pulcher’in auspicium’ları reddederek savaşa girmesidir263. Bu olay İ.Ö.249 yılında,
1. Kartaca savaşı sırasında, Sicilya’nın batı sahilinde yer alan Drepanum’da264
gerçekleşmiştir. Polybios’un aktardıklarından hem Roma hem de Kartaca için bu
kentin önemli olduğunu anlıyoruz. Romalılar, burayı ele geçirebilirlerse, savaşı
Libya’ya taşıyabileceklerini düşünüyorlardı. Çünkü Drepanum dışında bütün
Sicilya’yı ele geçirmişlerdi. Burayı Romalılara kaptırmaları durumunda Sicilya’da
üslerinin kalmayacağını bilen Kartacalılar ise, tümüyle bu kenti savunma çabası
içindeydiler265. Kartaca donanması Drepanum limanında demirlemişti. Anlatılanlara
göre, Romalılar donanmalarıyla saldırıya geçecekleri sırada, gelenek olduğu üzerine
tanrı onayına başvurulmuş, ancak alınan işaretler tanrının yapılacak savaşa izin
vermediği biçiminde yorumlanmıştır. Consul bu uyarıları dikkate almamış ve savaşa
girmiştir. Savaşın sonucunda Roma donanması yenilgiye uğramıştır.
Polybios dışında266 Eskiçağ yazarlarının tümü söz konusu olayı aktarırken,
birbirine yakın sözler kullanmışlardır. Cicero De divinatione yapıtında, Claudius
Pulcher ve öteki consul Lucius Iunius’un, tanrı onayından yoksun olarak denize
263
Cic. Nat.2.7; Div.1.29, 2.20 ve 71; Liv. Per.19 ve 22.42.9; Suet. Tib.2 ; Val.Max.1.4.3 ve 8.1
abs.4; Flor.1.18.29; Eutr. 2.26
264
Bugünkü Trepani
265
Polyb.1.41.5-6; “…σχεδὸν δὲ περί γε τούτου τοῦ μέρους καὶ τῶν Καρχηδονίων οἱ προεστῶτες
ὡμοδόξουν καὶ τοὺς αὐτοὺς εἶχον λογισμοὺς τοῖς Ῥωμαίοις. διὸ καὶ τἄλλα πάρεργα ποιησάμενοι περὶ
τὸ βοηθεῖν ἐγίνοντο καὶ παραβάλλεσθαι καὶ πᾶν ὑπομένειν ὑπὲρ τῆς προειρημένης πόλεως διὰ τὸ
μηδεμίαν ἀφορμὴν καταλείπεσθαι σφίσιν, πάσης δὲ τῆς ἄλλης Σικελίας ἐπικρατεῖν Ῥωμαίους πλὴν
Δρεπάνων.”
266
Polybios tanrı onayından hiç bahsetmez.
açıldıkları için, son derece büyük bir donanmayı yok ettiklerini söyler267. Yazar sözü
geçen yerde auspicium sözcüğünü kullanmaz, onun yerine yenilginin nedenini “tanrı
onayından yoksun denize açıldıkları için” anlamına gelen “cum vitio navigassent”
yan tümcesiyle açıklar. De divinatione 2.71’de Claudius Pulcher ve Lucius Iunius’un
contra auspicia yani auspicium’lar uygun olmamasına karşın, denize açıldıkları
belirtilmiştir268. Yazarın aynı yapıtın başka bir yerinde kullandığı “tripudium
solistimum” ifadesi ise söz konusu auspicium’ların “auspicium ex tripudiis”
(tavukların önlerine atılan yemleri yiyip yemediğine bakılarak yapılan bilicilik türü)
olduğunu göstermektedir269. Cicero’nun başka bir yapıtına bakacak olursak consul
Claudius Pulcher auspicium’lara karşı çıkmakla kalmamış, aynı zamanda tanrılarla
alay da etmiştir. Kafeslerinden salınan tavukların yem yemediği söylendiğinde,
consul’ün “madem yem yemek istemiyorlar, o halde su içsinler” dediği ve tavukların
denize atılmalarını buyurduğu söylenir270. Livius da tavukların denize atıldığı
konusunda Cicero’yla aynı görüştedir271. Suetonius, Gens Claudia soyundan gelen
kişilerin geçmişte Roma’ya yaptıkları iyilikleri ve kötülükleri aktardığı bölümde
P.Claudius Pulcher’e de değinir. Söz konusu olayı Cicero’nunkiyle benzer biçimde,
consulün tanrılarla alay ettiğini belirterek aktarır272. Valerius Maximus, Eutropius ve
Florus’un aktardıkları da farklı değildir273.
267
Cic. Div.1.29: “…P.Claudius, Appii Caeci filius, eiusque collega L.Iunius classis maximas
perdiderunt, cum vitio navigassent.”
268
Cic. Div.2.71; “ P.Claudius L.Iunius consules, qui contra auspicia navigaverunt,…”
269
Cic. Div.2.20; “…etiamsi tripudium solistimum pulli fecissent L.Iunio et P.Claudio consulibus…”
270
Cic. Nat.2.7; “ …qui etiam per iocum deos inridens, cum cavea liberati pulli non pascerentur,
mergi eos in aquam iussit, ut biberent, quoniam esse nollent.”
271
Liv. Per.19; “ Claudius Pulcher cos. contra auspicia profectus – iussit mergi pullos, qui cibari
nolebant – infeliciter adversus Carthaginienses classe pugnavit,…”
272
Suet. Tib.2; “Claudius Pulcher apud Siciliam non pascentibus in auspicando pullis ac per
İ.Ö.249 yılında gerçekleşen bu olaya ilişkin Eskiçağ yazarlarının aktardıkları
şeyler arasında dikkat çekici başka bir nokta hemen göze çarpmaktadır. Polybios’a
göre Publius Claudius Pulcher savaştan sağ kurtulmuş, ancak Romalılar, onun
savaşta düşüncesizce davrandığına inandıkları için, ona büyük tepki göstermişlerdir.
Bu nedenle yargılanarak ağır bir cezaya çarptırılmış ve hayatını zor kurtarmıştır274.
Cicero bu yargılamayı halkın yaptığını ve Claudius’u mahkûm ettiğini, diğer consul
Lucius Iunius’un ise kendi yaşamına son verdiğini aktarır275. Valerius Maximus ise
mahkemenin sonucu konusunda diğerlerinden farklı bilgiler verir. Buna göre, halkın
Gens Claudia’ya duyduğu nefret göz önüne alındığında Claudius’un hak ettiği
cezadan kurtulması olanaksız görünmektedir. Ancak duruşma sırasında aniden ortaya
çıkan bir fırtına onu mahkûm olmaktan kurtarmıştır. Bu fırtına, tanrıların bu işe razı
olmadığı
biçiminde
yorumlanmış
ve
duruşmanın
tekrarlanmamasına
karar
verilmiştir. Valerius Maximus bu durumu güzel bir biçimde özetler276; “Denizde
çıkan bir fırtına ona dava açılmasına neden oldu, gökyüzünde çıkan bir fırtına ise onu
ceza almaktan kurtardı.”
contemptumreligionis mari demersis, quasi ut biberent quando esse nollent, proelium navale iniit.”
273
Val.Max.1.4.3. ; “ P.Claudius bello Punico Primo, cum proelium navale committere velet,
auspiciaque more maiorum petisset, et pullarius non exire cavea pullos nuntiasset, abici eos in mare
iussit, deicens ‘quia esse nolunt, bibant.” Eutr.2.26; “ P.Claudio Pulchro, L.Iunio coss. Claudius
contra auspicia pugnavit et a Carthaginiensibus victus est.” Publius yerine yanlışlıkla Appius
praenomenini kullanan Flor.1.18.29; “…auspicia contempserat, ibi statim classe demersa, ubi ille
praecipitari pullos iusserat, quod pugnare ab iis vetaretur.”
274
Polyb.1.52.2-3; “Πόπλιος δὲ παρὰ τοῖς Ῥωμαίοις ἠδόξει καὶ διεβέβλητο μεγάλως, ὡς εἰκῇ καὶ
ἀλογίστως τοῖς πράγμασι κεχρημένος καὶ τὸ καθ' αὑτὸν οὐ μικροῖς ἐλαττώμασι περιβεβληκὼς τὴν
Ῥώμην· διὸ καὶ μετὰ ταῦτα μεγάλαις ζημίαις καὶ κινδύνοις κριθεὶς περιέπεσεν.”
275
Cic. Nat.2.7; “ Itaque Claudius a populo condemnatus est, Iunius necem sibi ipse conscivit.”
Div.2.71; “ Iure igitur alter populi iudicio damnatus est, alter mortem sibi ipse conscivit.”
276
Val.Max.8.1. abs 4; “Ita cui maritima tempestas causae dictionem contraxerat, caelestis salutem
attulit”
Eskiçağ yazarlarının, olayın nasıl gerçekleştiğine ilişkin aktardıklarından
çıkarılabilecek ortak görüş, Publius Claudius Pulcher ve görevdaşının auspicium’ları
dikkate almadığı, hatta küçümsediği için, savaşı kaybettiğidir. Bunun yanında
Eskiçağ yazarlarından bazılarının söz konusu olayı nasıl yorumladıklarının da
değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu aşamada Cicero’nun bize aktardığı bilgi
aydınlatıcıdır. Bu olaya, De natura deorum yapıtında tanrısal gücün varlığını
sorgulayan Epikurosçu Velleius’un düşüncelerini çürütmek için kullanılan
örneklerden biri olarak değinilmiştir. Yapıtta Stoacı Balbus’un ileri sürdüğü sav özet
olarak şu biçimdedir: Bir takım örneklerle tanrıların varlığını sorgulamak hatadır.
Zira Roma tarihi tanrıların gücünü küçümseyen komutanların başlarına neler
geldiğini en güzel biçimde yansıtmaktadır277. Örneğin Publius Claudius’un tanrıların
gücüyle bu biçimde alay etmesi, kendisine gözyaşı, Roma halkının başına da büyük
bir felaket getirmiştir. Öteki consul Lucius Iunius ise auspicium’lara, başka bir
deyişle tanrıların iradesine karşı gelmesinin cezasını fırtınada donanmasını yitirerek
ödemiştir. Bu saygısızlık nedeniyle Claudius halk meclisi tarafından yargılanmış ve
suçlu bulunmuş, Lucius Iunius ise intihar etmiştir278. Yine, Gaius Flaminius da
tanrılara karşı görevini ihmal ettiği için, hem kendisinin hem de Roma halkının
başına felaket gelmesine neden olmuştur279. Publius Claudius Pulcher ve Gaius
Flaminius’un başına gelenler, Roma devletinin dini yükümlülüklerini yerine getiren
komutanların
buyruğu
altında
(imperiis)
büyüyüp
geliştiği
biçiminde
277
278
Cic. Nat.2.7; “…ne domesticis quidem exemplis docti numen deorum conprobabimus?”
Ibid. “…qui risus classe devicta multas ipsi lacrimas, magnam populo Romano cladem
attulit.Quid? collega eius Iunius eodem bello nonne tempestate classem amisit cum auspiciis non
paruisset? Itaque Claudius a populo condemnatus est, Iunius necem sibi ipse conscivit.”
279
İ.Ö.223 ve 217 yılı konsülü. Trasimenus gölü savaşında hayatını kaybetmiştir. Bu konuya daha
sonra ayrıntılı bir biçimde değinilecektir.
yorumlanmıştır280. Diğer milletlerle karşılaştırıldığında Romalıların pek çok açıdan
onlara denk ya da biraz daha aşağıda olduğu söylenebilir. Ancak din, yani tanrılara
saygı söz konusu olduğunda, Romalılar onların pek çoğundan üstündür281.
Cicero’nun burada Balbus’un ağzından aktardığı son tümcenin Polybios’un
İ.Ö.2.yüzyılda Romalılar hakkındaki gözlemiyle282 benzerliği de oldukça dikkat
çekicidir. Diğer bir önemli nokta da imperium ve auspicium arasında kurulan yakın
ilişkidir. Roma devletinin, büyüyüp genişlemesinin tanrının onayladığı (auspicatum)
askeri ya da siyasi erke (imperium) bağlı olduğu, tersinin ise Roma’ya felaket
getirdiği vurgulanmıştır.
Publius Claudius Pulcher olayının De divinatione yapıtında ele alınışı
felsefidir ve Chrysippos’tan bu yana çok iyi bilinen bir akıl yürütme biçimindedir.
Cicero kader ve bilicilik bağlamındaki bir tartışmada bu olayı örnek olarak
kullanmıştır. Yapıtın söz konusu yerinde (2.20 v.d.) Cicero’nun kardeşi Quintus,
daha önce her şeyin kaderin sonucu olduğunu söyleyen283 ağabeyi Marcus’a yanıt
vermektedir. Publius Claudius Pulcher ve Lucius Iunius’un başına gelenleri yapıtın
ikinci kitabında bu açıdan sorgulamakta ve dilemma (ikilem) kullanarak ne
düşündüğünü açıklamaktadır. Quintus’un akıl yürütmesine göre, 1.Kartaca savaşında
Roma donanmasının bir kısmının gemi kazası sonucu diğer kısmının ise
Kartacalıların saldırısı sonucu yok olup gitmesi kaderin bir gereği idiyse, o halde
tavuklar son derece olumlu işaretler vermiş olsalardı bile, donanma yine de yok
280
Cic. Nat.2.7;. “ Quorum exitio intellegi potest eorum imperiis rem publicam amplificatam qui
religionibus paruissent”
281
Ibid. “Et si conferre volumus nostra cum externis, ceteris rebus aut pares aut etiam inferiores
reperiemur, religione id est cultu deorum multo superiores.”
282
Polyb.6.56.6
283
Cic. Div.1.127-128
olacaktı. Öte yandan auspicium’lara uyulduğu zaman bu felaket önlenecek idiyse, o
halde bu felaketin gerçekleşmesi kaderin sonucu olmayacaktı284. Marcus Cicero,
Quintus’un bir akıl yürütme biçimi olan dilemmasına şu biçimde yanıt vermiştir;
Auspicium’lar aksini söylemesine karşın denize açılmış olan P.Claudius ve Lucius
Iunius her tür cezayı hak etmiştir. Çünkü tanrılara karşı görevler yerine getirilmelidir
ve ata geleneğine böyle inatçı bir biçimde karşı gelinmemelidir285.
Modern kaynakların bu olaya yaklaşımını genel olarak iki grupta
toplayabiliriz. Birinci grup P.Claudius Pulcher’in auspicium’ları görmezden
gelmesinin gerçek olduğunu savunurken, diğer grup buna karşı çıkmıştır. Örneğin
Münzer bu olayın daha geç dönemde uydurulduğu savına karşılık, tavukların yem
yememesi üzerinde dönen tartışmaların Claudius Pulcher’in yaşadığı dönemin
ruhuna uyduğunu belirtmiştir286. Cornell de Claudius Pulcher olayının tamamının
annales yazarlarının uydurması olduğu biçimindeki görüşün pek mümkün olmadığını
söylemiştir287. Buna karşın Walbank,288 söz konusu olaya Polybios ve Diodorus
Siculus gibi Yunanlı yazarların yer vermediğini, Roma’nın aldığı ağır yenilgiyi
açıklama amacıyla sonradan uydurulmuş olma ihtimalinin daha ağır bastığını
284
Cic. Div. 2.20; “Si enim fatum fuit classes populi Romani bello Punico primo, alteram naufragio,
alteram a Poenis depressam, interire, etiamsi tripudium solistumum pulli fecissent L. Iunio et P.
Claudio consulibus, classes tamen interissent. Sin, cum auspiciis obtemperatum esset, inter interiturae
classes non fuerunt, non interierunt fato.”
285
Cic. Div. 2.71; “Nec vero non omni supplicio digni P. Claudius L. Iunius consules, qui contra
auspicia navigaverunt; parendum enim religioni fuit nec patrius mos tam contumaciter repudiandus.”
286
Münzer, F., “Claudius (304)”,Wissowa, Georg (ed.), Paulys Realencyclopädie der classischen
Altertumswissenschaft vol.3, J.B. Metzlerscher Verlag, Stuttgart,
1899 içinde: s.2858. “ …es
entspricht ebenso dem Geiste jener Zeit…”,
287
Cornell, T.J., “Review: Clio's Cosmetics, Three Studies in GraecoRoman Literature”, The Journal
of Roman Studies 72 (1982): s.206.
288
Walbank, F. W., A Historical Commentary on Polybius, vol.I, Clarendon Press, Oxford, 1957,
s.113-114.
belirtmektedir. Wiseman ise Claudius Pulcher’in başına gelenlere ilişkin söylentinin
Claudia soyuna düşman bir annales yazarının işi olduğunu düşünmektedir289.
Scullard da, Claudia soyunun Romalı birçok yazar arasında pek de sevilmediğini
söylemektedir290.
P.Claudius’un başına gelenler ister gerçek ister annales yazarlarının
uydurması olsun, İ.Ö.1. yüzyıl ve sonrasında bu olayın gerçekmiş gibi kabul edildiği
ve tartışmaların bu inanç üzerinden yürütüldüğü açıktır. P.Claudius Pulcher’in başına
gelenler, auspicium’lara karşı gelen ve ordusunun mahvolduğunu görecek kadar
uzun ömürlü olan bir komutanı bekleyen acı sonun iyi bir örneğidir291. Başka bir
deyişle, daha sonraki kuşaklara, auspicium’lara uyulmadığı takdirde, başlarına neler
gelebileceğini gösteren somut bir uyarıdır. Cicero’nun Pulcher olayına değindiği
yapıtlarında bu düşünceye yaptığı vurgu hemen göze çarpmaktadır292. Amaç, sonraki
kuşaklara ders vermek olduğu için, Drepanum’da gerçekte ne olduğu, P.Claudius
Pulcher’in hangi koşullar altında bu kararı verdiğinin pek bir önemi yoktur. Ancak
bu bizim için önemlidir ve Polybios sayesinde bu konuda biraz olsun bilgi
edinebiliyoruz.
Polybios’un aktardığına göre, Roma’dan gönderilen yardımcı kuvvetler
kampa ulaştığında P.Claudius Pulcher komutanlarıyla bir toplantı düzenler. Bu
toplantıda kurmaylarına tüm donanmayla birlikte Drepanum’a saldırmanın tam
289
Wiseman, T.P., Clio's Cosmetics. Three Studies in Graeco Roman Literature, Leicester, 1979,
s.90-92.: “ The elaboration of Claudius Pulcher’s defeat is, I think, the hostile annalist’s
masterpiece...”
290
Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.36-37.
291
Linderski, J., “The Augural Law”: s.2176.
292
Cicero’nun baş düşmanı Clodius’un, P. Claudius Pulcher’in soyundan geldiği de göz ardı
edilmemelidir.
zamanı olduğunu söyler. Çünkü, tüm Kartaca donanması Drepanum limanında
demirlemiştir. Bununla birlikte, Kartacalıların komutanı Adherbal Roma’dan gelen
yardımcı kuvvetlerden habersiz olduğu için, böyle ani bir baskına karşı
hazırlıksızdır293. Komutanlarının da kendisiyle aynı görüşte olduğunu öğrenince,
adamlarını gemilere bindirir ve Roma donanması gece yarısı denize açılır294. Normal
şartlarda auspicium’lara bakma işleminin bu aşamada gerçekleşmiş olması gerekir.
Polybios bu anlatı içinde tavukların yemleri yememesinden hiç söz etmemiştir.
Ancak onun anlattıklarından, Claudius’un Kartaca donanmasına ani bir baskın
yapmak ve düşman gemilerini limanda demirlemiş bir halde gün ağarırken kıstırıp
yok etmek niyetinde olduğunu anlıyoruz. Onun bu düşüncesine komutanları da
destek vermektedir. Aynı görüşte olmayan bir kişi vardır. O da pullarius’tur.
Dolayısıyla Claudius Pulcher’in önünde iki seçenek vardır. Ya tavukların yem
yemesini incelemek için gün ağarana kadar bekleyecek295 ve ani baskın şansını
yitirecektir, ya da planını uygulayacak ve tavukları dikkate almayacaktır. Sonuçta her
komutanın yapacağı gibi risk almış ve ikinci seçeneği uygulamış, ancak başarılı
olamamış gibi görünmektedir.
Claudius Pulcher’in yargılanması tekrar ele alınacak olursa, bir kaynakta halk
temsilcileri Fundanius ve Pullius tarafından296 comitia centuriata’da vatana ihanetle
293
Polyb.1.49.3-4; “…συναγαγὼν τοὺς χιλιάρχους ὁ στρατηγὸς τῶν Ῥωμαίων Πόπλιος Κλαύδιος ἔφη
καιρὸν εἶναι πλεῖν ἐπὶ τὰ Δρέπανα παντὶ τῷ στόλῳ. τὸν γὰρ στρατηγὸν τῶν Καρχηδονίων Ἀτάρβαν
τὸν τεταγμένον ἐπ' αὐτῶν ἀπαράσκευον εἶναι πρὸς τὸ μέλλον, ἀγνοοῦντα μὲν τὴν παρουσίαν τῶν
πληρωμάτων…”
294
295
Polyb.1.49.5
Ordunun gece yarısı yola çıktığını kabul edersek, tavukların karanlıkta yem yemesi oldukça
zordur.
296
Pullus (tavuk) ve Claudius’u suçlayan halk temsilcisi Pullius arasındaki isim benzerliği dikkat
çekicidir. Konuyla ilgili tartışma için bkz. Linderski, J., “The Augural Law”: s.2176 dipnot 109;
(perduellio) suçlandığı ileri sürülmüştür297. Aynı kaynak, comitia centuriata’ya
konuyla ilgili bilgi verilirken, aniden bir fırtına çıktığını ve tanrının yargılamaya izin
vermediği biçiminde yorumlanarak af kararı verildiğini belirtmektedir298. Valerius
Maximus’a göre299, tanrıların yargılamaya onay vermediği düşünülerek vatana ihanet
suçlaması geri çekilmiştir. Scullard’a göre başarısız ya da görevini ihmal eden
komutanlarını genelde cezalandırmak bir yana, yargı önüne bile çıkarmamış olan
Romalılar için Claudius’un bu mahkemesi sıra dışı bir süreçtir ve bu nedenle
Claudius’un rakipleri tarafından ortaya atılmış olabilir300. Hölkeskamp ise,
Claudius’a karşı yöneltilen suçlamaların senatus’un çoğunluğunun arzusuna uygun
olduğunu belirtir301. Buna karşın Jürgen von Ungern-Sternberg olayın Claudius
soyuna düşman olan plebs’lerin dayanışmasının bir ürünü olduğunu ileri
sürmüştür302. Linderski’ye göre Claudius vatana ihanetten değil, donanmasının yitip
gitmesiyle sonuçlanan başka bir davranışı nedeniyle, yani auspicium’ları
küçümsemesi nedeniyle suçlanmıştır303. Elimizdeki bilgilerin yetersizliği göz önüne
Wiseman, T.P., Clio's Cosmetics. Three Studies in Graeco Roman Literature, s.90.
297
Schol.Bob. 90 Stangl.
298
Schol.Bob. 90 Stangl. “… tempestas turbida coorta est: vitium intercessit.”
299
Val.Max.8.1. abs.4
300
Scullard, H. H., “Carthage and Rome”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient History 7.2
Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s.562.
301
Hölkeskamp, K.J., “Senat und Volkstribunat im frühen 3. Jh.v.Chr.”, (ed.) Eder, W., Staat und
Staatlichkeit in der frühen römischen Republik: Akten eines Symposiums, 12.-15. Juli 1988, Freie
Universität Berlin, Steiner, Stuttgart, 1990 içinde: s.437-438.
302
Ungern-Stenberg, J., “The End of the Conflict of Orders”, (ed.) Raaflaub, K.A., Social Struggles in
Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s.321.; P.Claudius Pulcher’in kızkardeşi
Claudia’nın da 246 yılında Claudius Pulcher’i suçlayan Fundanius (Fundulus) tarafından halkı
küçümsemekle suçlanıp para cezasına çarptırılması bu olasılığın da göz ardı edilmemesi gerektiğini
göstermektedir (Liv. Per.19; Suet. Tib. 2.3; Gell. NA 10.6.2; Val.Max.8.1. damn. 4)
303
Linderski, J., “The Augural Law”: s.2176 dipnot 110.
alındığında kesin bir sonuca varmak oldukça güçtür. Ancak sonuç olarak komutanın
auspicium’ları önemsememesi toplumun esenliğiyle doğrudan ilişkilendirilmiş ve bir
magisratus’un bu nedenle ceza aldığı ileri sürülmüştür.
İ.Ö.3.yüzyılın ilk yarısı auspicium ve imperium açısından araştırılıp
incelendiğinde karşımıza çıkan örnekler yalnız bu irdelediklerimizden oluşmaktadır.
Yukarıda da değindiğimiz gibi elimizdeki kaynaklar bizi iç siyasetten çok savaş
alanlarında auspicium’un ne anlama geldiğini ve savaşlarda alınan yenilgilerin
Roma’da nasıl karşılandığını incelemeye yöneltmiştir. Bu örnekler savaş alanında
tanrı onayının Romalılarca ne derece önemli görüldüğünü göstermektedir.
Rosenstein, Cumhuriyet döneminde savaşta kaybetmiş komutanlar ve soylu aileler
arasındaki rekabeti incelediği değerli yapıtında bu konuya değinmiştir304. Onun bu
çalışmasında belirttiğine göre, yenilgi sonrasında ortaya çıkan panik ve şaşkınlık
durumu Romalılarda tanrıların desteğini yitirdikleri inancının oluşmasına neden
olmuştur. Yenilgiyi dini bir problemin sonucu olarak görmek, söz konusu yenilginin
gelecekte siyasi rekabet konusu haline gelme olasılığını önemli ölçüde azaltmıştır.
Komutanların ordu ve savaş yönetimi konusundaki beceriksizliği ve hataları savaşın
sonucuna ne denli etki ederse etsin, girişilen işte tanrı desteğini sağlayamamanın
sonuçları
bu
hataları
büyük
oranda
gölgelemiştir.
Bu
durum
insanların
yetersizliğinden kaynaklanan yenilgilerin ana nedeninin komutandan çok askerlerin
yetersizliği olarak görülmesi gibi yaygın bir anlayışla birleştiğinde, yenilginin
nedenini dini bir problemde aramak komutanı gerçekte neler yaşandığına ilişkin
sorumlulukların neredeyse tamamından kurtarmıştır. Liebeschuetz de bilicilik
sayesinde komutanın sorumluluğu tanrıyla paylaştığını ve sonradan ortaya
304
Rosenstein, N.S, Imperatores Victi : Military Defeat and Aristocratic Competition in the Middle
and Late Republic, s.55-56 ve 72.
çıkabilecek suçlamalardan kendisini koruduğunu belirtmiştir305.
Rosenstein ve
Liebeschuetz’in görüşleri bir öçüde doğrudur. Auspicium’lara uyduğu halde savaş
alanında düşmanlara yenilen komutanlardan bazılarının bu yenilgilere rağmen siyasi
yaşamlarını sürdürdükleri görülmektedir306.
Öte yandan bu duruma uymayan örnekler olduğunu da belirtmekte yarar
olduğunu düşünüyoruz. Claudius Pulcher bunlardan biridir. Zira auspicium’lara
uymadığı için savaş alanında yenildiği ileri sürülen ve devleti felakete sürüklemekle
suçlanan komutanların hemen hemen hepsi söz konusu savaşlarda yaşamını
yitirmiştir. P.Claudius Pulcher bu konuda istisnadır. O, auspicium’ları küçümseyerek
savaşı kaybettiği ileri sürülen, ancak hayatta kalıp Roma’ya dönebilen tek
komutandır. Bu durum başka hiçbir komutanın neden böyle bir suçlamaya maruz
kalmadığını belki açıklayabilir. Daha önce belirttiğimiz gibi Papirius Cursor da
auspicium’lar uygun olmamasına karşın savaşa girmiştir, ancak savaşı kazanmıştır.
Öte yandan Papirius auspicium’ları küçümsememiş, yalnızca işine geldiği biçimde
yorumlamıştır. İ.Ö. 249 yılında yaşananlar başka bir soruyu daha sormamıza neden
olmaktadır. Auspicium’ları küçümsediği için mahkemeye çıkarılan başka bir
komutan var mıdır? İ.Ö.3. yüzyılın son çeyreğinde İtalya’nın kuzeyindeki Gal
kabilelerine karşı yapılan savaş bu soruya açıklık getirebilir.
İ.Ö.223 yılında Roma, consul’ler C. Flaminius ve P.Furius’un komutası
altındaki ordularla Gal kabilelerine karşı bir savaşa girişmiştir. Gal kabilelerinin
asker sayısı daha fazla olmasına karşın Polybius’un aktardığına göre Romalılar
305
Liebeschuetz, J. H. W. G., Continuity and Change in Roman Religion, s.11.
306
Yenilen komutanlar ve sonrasında siyasi kariyerleri için bkz. Rosenstein, N.S, Imperatores Victi :
Military Defeat and Aristocratic Competition in the Middle and Late Republic, s.179-203.
askeri tribunus’larının başarısı sayesinde bu savaşı kazanmışlardır307. Polybios
dışındaki antik dönem yazarları bu savaşı askeri öneminden çok senatus ve consul
C.Flaminius arasındaki çekişme açısından değerlendirmişlerdir. Plutarkhos ve
Zonaras’ın anlattıklarına bakılırsa, consul’ler savaş için Roma’dan ayrıldıktan sonra,
bir dizi prodigium ortaya çıkmıştır308. Bu sıra dışı olaylardan sonra consul’lerin
seçiminde bir hata olduğuna karar verilmiştir309. Gerek Plutarkhos’un kullandığı
οἰωνοὺς ἱερεῖς ve δυσόρνιθας sözcükleri, gerekse de Zonaras’ın kullandığı τινὲς
παρανόμως ἔλεγον τοὺς ὑπάτους αἱρεθῆναι tümcesi bu kararı augurlar kurulunun
verdiğini ve kararın auspicium’larla ilgili olduğunu açıkça göstermektedir. O halde
prodigiumlar meydana geldiğinde konu senatus’ta görüşülüp daha sonra augur’lar
kuruluna götürülmüş olmalıdır. Kurulun kararı tanrıların consul’leri onaylamadığını,
dolayısıyla görevlerini daha fazla sürdüremeyecekleri (abdicare) anlamına
gelmektedir. Bunun üzerine senatus, consul’lere bir mektup göndermiş ve onlardan
düşmana karşı herhangi bir girişimde bulunmamalarını, derhal Roma’ya dönmelerini
ve görevlerinden ayrılmalarını istemiştir310. Plutharkos’un ve Zonaras’ın anlattıkları
buraya kadar olağan işleyişin uygulandığını göstermektedir. Bundan sonra her iki
consul’ün de Roma’ya dönmeleri ve görevlerini bırakmaları gerekmektedir. Ancak,
Plutarkhos’a göre yanlızca C. Flaminius, Zonaras’a göre her iki consul de senatus’un
307
308
Polyb.2.33.1-5
Plut. Marc.4.1’e göre Picenum’dan geçen bir nehir kan renginde aktığı, Ariminum’dan
gökyüzünde üç tane ay görüldüğü bildirilmiştir. Zonaras 8.20’de Picenum’daki ırmağa ek olarak,
Etruria’da gökyüzünün büyük bir kısmının alev aldığını, Ariminum’da geceleyin gökyüzünü gündüz
gibi aydınlatan bir ışık görüldüğünü, İtalya’nın birçok bölgesinde geceleyin üç ay göründüğünü, son
olarak da Forum’da bir akbabanın günlerce tünediğini belirtir.
309
Plut.Marc.4.2; “οἱ δ' ἐπὶ ταῖς ὑπατικαῖς ψηφοφορίαις παραφυλάττοντες οἰωνοὺς ἱερεῖς
διεβεβαιοῦντο μοχθηρὰς καὶ δυσόρνιθας αὐτοῖς γεγονέναι τὰς τῶν ὑπάτων ἀναγορεύσεις. Zonar.8.20;
“…ὅτι τινὲς παρανόμως ἔλεγον τοὺς ὑπάτους αἱρεθῆναι…”
310
Plut.Marc.4.2; Zonar.8.20
gönderdiği bu mektubu savaşa girip, düşmanları yenene dek açmamıştır. Yine
Zonaras’ın aktardığına göre, savaştan sonra mektuplar açılmış, P.Furius senatus’un
buyruğuna hemen uymuştur, ancak C.Flaminius boyun eğmemiştir. Flaminius’a
göre, savaşı kazanması consul seçiminde bir hata olmadığını kanıtlamıştır. Roma’da
güç sahibi olan kişiler kendisini kıskandıkları için tanrıların istekleri konusunda
yalan söylemişler, auspicium’ları çarpıtmışlardır311. Bu nedenle senatus’un emrine
karşı gelmiş ve daha da ileri giderek, Roma’ya döndüğünde kuşlara ya da bu türden
başka şeylere kanmamayı insanlara öğreteceğini söylemiştir312. Bu sözler sisteme
karşı açık bir meydan okumadır. Siyasal sistemin değişmez bir parçası olan
auspicium’ları açıkça küçümsemiş, daha önce hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi
yaparak senatus’un emrine karşı gelmiş ve görevini bırakmamıştır. Plutarkhos’a göre
Flaminius büyük bir ganimetle kente döndüğü zaman halk onu karşılamaya gitmemiş
ve senatus’un emirlerine karşı gelip auspicium’larla alay ettiği için, zafer töreni
kutlamasına karşı çıkmıştır. Ancak Flaminius zafer töreni kutlamış, daha sonra halk
tarafından görevinden ayrılmaya zorlanmıştır313. Zonaras ise Flaminius’un dönüşünü
farklı anlatır. Flaminius ve Furius Roma’ya döndüklerinde senatus tarafından emre
itaat etmedikleri için suçlanmış ve belki de zafer töreni kutlamaları engellenmeye
çalışılmıştır. Ancak halk Flaminius’a duyduğu sevgi nedeniyle senatus’a karşı gelmiş
ve halk oylamasıyla komutanların zafer töreni kutlamasını sağlamıştır. Zafer töreni
311
Zonar.8.20; “…ὁ δέ γε Φλαμίνιος ἐπαιρόμενος τῇ νίκῃ τήν τε αἵρεσιν αὐτῶν ἀπεδείκνυ δι' αὐτῆς
ὀρθῶς ἔχουσαν καὶ διὰ τὸν πρὸς αὐτὸν φθόνον ἐνέκειτο καὶ τοῦ θείου τοὺς δυνατοὺς
καταψεύδεσθαι.”
312
Ibid. “…διδάξειν καὶ τοὺς οἴκοι ἔφη μήτ' ὄρνισι μήτ' ἄλλῳ δή τινι τοιούτῳ προσέχοντας
ἀπατᾶσθαι.”
313
Plut. Marc.4.3
kutladıktan sonra consul’ler görevlerinden ayrılmışlardır314. Livius da Flaminius ve
senator’ler arasında Flaminius’un consul’lüğü ve zafer töreni kutlaması konusunda
bir çekişme olduğunu belirtmiştir315.
Plutarkhos’un aktardığı gibi, halkın Flaminius’a karşı gelmesinin pek de
mantıklı görünmediğini belirtmemiz gerekir. Çünkü Flaminius homo novustur. Halk
temsilciliği yapmış ve halkın oyu sayesinde 223 yılında consul seçilmiştir. Üç yıl
sonra yine halkın oyu sayesinde censor seçilip, Via Flaminia ve Circus Flaminius’u
inşa ettirmesi, 217 yılında tekrar consul seçilmesi arkasındaki halk desteğinin
sürdüğünü göstermektedir. Bu nedenle Flaminius’un dönüşüyle ilgili Zonaras’ın
aktardıkları daha doğru olabilir. Hem Zonaras hem de Plutarkhos, Flaminius’un zafer
töreni kutladıktan sonra consul’lük görevinden ayrıldığını söylemişlerdir. Ancak
epigrafik kaynaklar bunu doğrulamamaktadır. Fasti Capitolini’ de C.Flaminius’un ve
P.Furius’un consul’lüğü bıraktığına ilişkin herhangi bir kayıt yoktur. Oysa Fasti bu
nedenle görevini tamamlayamayan consul’leri “vitio facti abdicarunt” deyişiyle
kayıt altına almıştır.
Eskiçağ kaynaklardan edindiğimiz
bilgiye
dayanarak
Flaminius’un,
Claudius Pulcher gibi, auspicium’ları küçümsediği gerekçesiyle dava edilmediğini
söyleyebiliriz. Yazılı belgelerde ve arkeolojik kaynaklarda bu duruma ilişkin hiçbir
değinme ya da belirti yoktur. O halde bu olay, auspicium ve savaş konusunda daha
farklı bir sonuç çıkarabileceğimizi göstermektedir. Savaş alanında komutanın
sorumluluğu tanrıyla paylaşmasını sağlayan bilicilik, özellikle de auspicium, yenilgi
sonrasında ortaya çıkabilecek politik çekişmelere karşı belirli bir ölçüde kalkan
görevi görmektedir. Öte yandan bazı komutanlar savaş alanında zaman zaman risk
314
Zonar.8.20
315
Liv.21.63.2
alarak sorumluluğu tanrılarla paylaşmayı reddetmişlerdir. Papirius ve Flaminius gibi
komutanların aldıkları bu risk ancak savaşı kazandıkları zaman işe yaramış ve
böylece kendilerine herhangi bir zarar getirmemiş görünmektedir. Ancak Claudius
Pulcher örneğinde gördüğümüz gibi sonuç yenilgi olduğunda, sorumluluğu tanrılarla
paylaşmamanın ağır yükünü tek başlarına omuzlarında taşımak zorunda kalmışlar ve
yenilginin tek sorumlusu olarak gösterilmişlerdir. Flaminius’un yaptığı şüphesiz
cesaret isteyen bir iştir. Bu yaptığı o yıllarda olmasa bile ileride başına başka işler
açmıştır316. Her consul’ün ya da komutanın böyle büyük bir sorumluluğun altına
girmek istememesi anlaşılabilir bir durumdur.
Savaşta auspicium’ların uygun olup olmadığına ya da dinsel kurallara uyulup
uyulmadığı konusunda karar veren kişilerin içinde bulunduğu sosyal ve psikolojik
durumun, bu kişilerin askeri taktiklerinin ve siyasi eğilimlerinin söz konusu kararları
alırken zaman zaman etkili olduğunu söyleyebiliriz. İ.Ö.362 yılında Genucius’un
sosyal durumu, yani plebs olması, rakip sosyal sınıf olan patricius tarafından savaşı
kaybetmesinin başlıca nedeni olarak gösterilmiştir. İ.Ö.293 yılında Papirius Cursor
ve pullarius’un psikolojik durumu, yani bir an önce savaşa başlamak için çok istekli
olmaları, auspicium’ları aslında öyle olmadığı halde, olumlu görmelerini sağlamıştır.
İ.Ö. 275 yılında Pyrrhus’un ordusunu bir anda karşısında gören consul M.Curius’un
psikolojik durumu da farklı değildir. Savaşa başlamak üzere hazır bir biçimde
bekleyen düşman ordusuna, “bekleyin tanrılar henüz savaşmamıza izin vermiyor”
demesini beklemek gülünç olurdu. Bu psikolojik durumun etkisiyle günlerdir
tanrıdan beklenen olumlu işaretler düşman ordusunun yaklaşması sayesinde bir anda
ortaya çıkıvermiştir. Claudius’un durumunda ise komutanın savaş taktiği
316
Bu konu sonraki bölümde ayrıntılı olarak ele alınacaktır. s.101 v.d.
auspicium’ları dikkate almamasında etkili olmuş gibi görünmektedir. Zira, gün
ağarıp da tavukların yem yemesini beklerken kaybedeceği zaman, limanda sıkıştığını
düşündüğü düşmanı geceleyin ani bir baskınla yok etme fırsatını kaybetmesine neden
olabilirdi. Roma’ya döndüğü zaman yargılanmasında ise siyasi eğilimin etkili olduğu
söylenebilir. Plebs’ler arasında pek sevilmediği ve plebs temsilcileri tarafından
mahkemeye verildiği göz önüne alındığında, bu olasılık daha da kuvvetlenmektedir.
C.Flaminius’un durumunda siyasi rekabetin, auspicium’ların çiğnendiği biçiminde
karar alınmasına etkisi daha belirgindir. Flaminius’un söylediğine göre senatus
içinde etkili olan kişiler tanrı işaretlerini çarpıtarak onu engellemeye çalışmışlardır.
Başka bir deyişle yönetimi elinde bulunduran soylular (nobilitas) siyasal rekabette
auspicium’ları kendi siyasi çıkarları için kullanmışlardır.
V.
NOBILES ET AUSPICIUM
İ.Ö.367 yılındaki Licinius-Sextius yasalarıyla birlikte plebs’lerin consul
seçilebilmelerinin önünde yasal olarak herhangi bir engel kalmamış, İ.Ö.342
yılındaki Genucius yasasından sonra da iki consul’lükten biri plebs’lere ayrılmıştır.
Aynı biçimde İ.Ö. 300 yılındaki Ogulnia yasasıyla plebs kökenliler rahip kurullarının
içinde yer almaya başlamışlardır. Dolayısıyla önemli kamu yüksek görevlerine
seçilebilme hakkı söz konusu olduğunda plebs’lerle patricius arasında teoride bir
fark kalmamış gibi görünmektedir. Ancak bu paylaşım hakkının uygulamada plebs
sınıfının tabanına yayıldığını söylemek güçtür, özellikle de İ.Ö. üçüncü yüzyılın
başından itibaren, en yüksek kamu görevlerinin, gerek patricius gerek plebs kökenli
olsun, çoğu kez belirli ailelere mensup kişilerce yürütüldüğü ve aynı aileden gelen
kişilerin adlarının consul listelerinde sıkça yer aldığı görülmektedir317. Dolayısıyla
patricius sınıfının geçmişte sınıf ayrımına dayanmış olan siyasal ve dini alandaki
egemenliğini, güçlü plebs aileleri de içine alan yeni yönetici sınıfa, nobilitas adı
verilen aristokratik yapıya devrettiği görülmektedir318.
Nobiles (soylu) sıfatından türeyen nobilitas sözcüğü atalarından biri geçmişte
en yüksek görevlere (dictator, consul ya da consul yetkisine sahip askeri tribun)
seçilmiş olan kişilerin soyundan gelenlerin tümünü tanımlamaktadır. Bu tür aileler
317
Örneğin İ.Ö.366- 200 yılları arasında plebs kökenli gens Atilia 13; gens Fulvia
11; gens
Sempronia 10; gens Genucia 7; gens Claudia Marcella 7; gens Decia 6; gens Licinia ve gens
Caecilia Metella 4’er consul çıkarmıştır.
318
Nobilitas ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Gelzer, M., The Roman Nobility, (tr) Robin Seager, Basil
Blackwell, Oxford, 1969; Brunt, P.A., “Nobilitas and Novitas”, The Journal of Roman Studies 72
(1982): s.1-17.
sahip oldukları siyasi güç ve sosyal ilişkiler sayesinde, magistratus seçilebilmek için
doğal olarak diğer adaylardan daha avantajlı bir konuma sahip olmuşlardır. Daha
önce ailesinde consul’luk yapmış, rahip olmuş biri bulunmayan kişiler arasından
ancak üstün niteliklere sahip olanlar (homines novi) bu çemberi kırıp, söz konusu
görevlere yükselebilmiştir. Ancak bu kişilerin sayısı iki elin parmaklarını
geçmeyecek kadar azdır. Nobilitas rahip kurullarına seçilme konusunda da büyük bir
avantaja sahiptir. Zira İ.Ö.104 yılına dek, bir rahip öldüğünde kurulda boşalan
üyeliği, kamu görevinde olduğu gibi halk değil, öteki rahipler kendi aralarında
yaptıkları seçimle belirlemişlerdir ve bu seçim sırasında genellikle daha önce rahiplik
yapmış kişilerin soyundan gelenler yeğlenmiş görünmektedir319. Bu uygulamanın bir
sonucu olarak belirli siyasi ve dini düşünceler gelenek gibi süreklilik kazanmıştır. Bu
bakımdan nobilitas’ın Roma’da hem siyasi hem de dini konulara yön verdiği
söylenebilir. Dolayısıyla akla gelebilecek ilk soru “nobilitas dini konulardaki
yetkilerini kendi siyasal görüşlerini desteklemek için kullanmış mıdır?” dır.
İlk olarak bir homo novus olan C. Flaminius ve nobilitas arasındaki çekişmeyi
ele almak konuyla ilgili ön bilgi edinme açısından yararlı olacaktır. Önceki bölümde
belirttiğimiz gibi, İ.Ö.223 yılında senatus’un, ordularıyla birlikte sefere çıkmış olan
consul’leri seçimlerinde dini bir ihlal olduğu gerekçesiyle Roma’ya geri çağırması ve
consul’lerden biri olan Flaminius’un, senatus içinde söz sahibi kişilerin kendisini
kıskandığı için, tanrıların işaretlerini bilinçli olarak saptırdığını söylemesi, bu
dönemde dinin, özellikle de auspicium’ların Roma siyasi yaşamında sınıflar arası
319
Ayrıntılı bilgi için bkz. Szemler, G. J., The Priests of the Roman Republic: A study of interactions
between priesthoods and magistracies; Hahm, D.E., “Roman Nobility and the Three Major
Priesthoods, 218-167 B.C.”, Transactions and Proceedings of the American Philological Association
94 (1963): s.73-85.
mücadelede olduğu gibi, yeniden önem kazandığını göstermektedir. Flaminius ve
senatus’un ileri gelenleri arasındaki çekişme aslında çok daha önceye, onun İ.Ö.232
yılındaki halk temsilciliğine kadar gitmektedir. Bu yıl içinde C. Flaminius daha önce
ele geçirilmiş olan Picenum’daki toprakların bireylere (viritim) dağıtılmasını öngören
bir yasa taslağı sunmuştur320. Cicero, Livius ve Valerius Maximus’un konuyla ilgili
anlattıklarından senatus’un bu tasarıya karşı çıktığını anlıyoruz321. Cicero, bu
tasarının Q. Fabius Maximus Verrucosus’un ikinci consul’lüğü sırasında gündeme
geldiğini belirtir, ancak bu pek olası görünmemektedir. Q. Fabius’un İ.Ö.265
yılından beri augur olduğu doğrudur ve tasarıya karşı çıkarken siyasal konulara değil
de auspicium’lara vurgu yapmış olması onun bir augur olarak konuştuğu izlenimini
vermektedir. Fabius’a göre devletin menfaati gözetilerek yapılan şeyler en iyi
auspicium’lar sayesinde yapılmış, devletin zararına yapılmış işler ise auspicium’lara
karşı gelinerek yapılmıştır. Bu sözler Fabius’un consul olarak değil de, augur olarak
tasarıya karşı çıkmış olma ihtimalini daha kuvvetli kılsa da, Fabius’un muhalefeti
konusunda bilim adamları arasında tartışma olduğunu belirtmeliyiz322. Cicero’nun
320
321
Polyb. 2.21.7-8
Cic. Sen.11; “…C.Flaminio tribuno plebis, quoad potuit, restitit agrum Picentem et Gallicum
viritim contra senatus auctoritatem dividenti…” Liv.21.63.2; “…veterum certaminum cum patribus,
quae tribunus plebis et quae postea consul…” Val.Max.5.4.5; “ nam cum tribunus plebis legem de
Gallico agro viritim dividendo invito et repugnante senatu promulgasset,…”
322
De Sanctis’e göre senatus içinde Flaminius’un tasarısına karşı çıkan grup Fabius’un da içinde
bulunduğu gruptur (bkz. De Sanctis, G., Storia dei Romani Vol. 3: L’Eta Delle Guerre Puniche Parte
1, Bocca, Milano, 1916, s.333 dipnot 181.); Cassola, Fabius ve Flaminius’un siyasi görüş bakımından
yandaş olduğunu belirterek muhalefet fikrine karşı çıkmıştır (bkz. Cassola, F., I Gruppi Politici
Romani nel III Secolo A.C, Instituto di Storia Antica, Trieste, 1962, s.344.; Scullard’a göre Flaminius
o dönemde daha özgürlükçü politikalardan yana olan Aemilius-Scipio grubu ile birlikte çalışmaktadır.
232 yılında Aemilius ve Publicius’un consul’lüğü sırasında Flaminius bu tasarıyı getirdiği zaman,
Q.Fabius Maximus’un da içinde yer aldığı senatörlerden büyük bir grup bu tasarıya karşı çıkmıştır. Bu
sert muhalefetin başlıca nedeni Flaminius’un bu tasarıyı senatoyu önemsemeyip doğrudan halk
Brutus yapıtını incelediğimizde Flaminius ve Fabius’a birbiri ardına yer verildiğini
ve her ikisinin de iyi birer konuşmacı olarak tanımlandığını görüyoruz323. De
Inventione yapıtında ve ayrıca Valerius Maximus’ta Flaminius’un tasarısına yalnızca
senatus’un değil, bütün nobilitas’ın, hatta kendi babasının bile karşı çıktığı ileri
sürülmektedir324. Oğlu tasarıya destek aramak için halk meclisinde konuştuğu sırada,
babası onu kürsüden indirdiği için, hainlikle suçlanmıştır. Bu olayın İ.Ö.1.yüzyılın
başlarında retorik okullarında constitutio definitiva örneği olarak kullanıldığını
biliyoruz.
Öte yandan Fasti Capitolini bu yıllarda Fabius’un da içinde yer aldığı
augur’lar kurulunun seçimler sırasında dini kurallara uyulması konusunda duyarlı,
siyasi yaşamda da etkin olduğunu bize göstermektedir. Picenum’daki toprakların
bireylere dağıtılmasını öngören tasarıdan bir yıl sonra, yani 231 yılında T.Manlius
Torquatus ve Q.Fulvius Flaccus censor seçilmişler, ancak seçimlerinde dini bir kusur
işlendiği ilan edilince (vitio creati), görevlerinden ayrılmışlardır. Bu kararın
gerekçesine antik kaynaklarda herhangi bir değinme yoktur, ancak yerlerine seçilen
censor’lardan biri augur’lar kurulu içinde yer alan Q.Fabius Maximus ve diğeri de
240 yılı consul’ü M.Sempronius Tuditanus’tur. Burada ilginç olan nokta, seçimde
meclisine getirmiş olmasıdır (bkz. Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.53-54.) Develin ise
var olan delillerin Fabius’un Flaminius’un tasarısına karşı çıktığını açıkça gösterdiğini ifade
etmektedir (bkz. Develin, R., “The Political Position of C.Flaminius”, Rheinisches Museum für
Philologie 122 (1979): s.270.) ; Staveley’e göre bu güvenlik düşünülerek sunulmuş bir tasarıdır ve
Flaminius, var olan sınırın gerisinde yurttaşlardan güçlü bir set oluşturarak, ager Gallicus’u hem
düşman akınlarına karşı etkin bir siper hem de Po Vadisi’ndeki Galyalılara karşı girişilecek bir
saldırıda muhtemel bir fırlatma rampası olarak kullanma niyetindedir. (bkz. Staveley, E.S, “Rome and
Italy in the Early Third Century”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient History, Vol.7.2,
Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s.433. )
323
Cic.Brut.57
324
Cic.Inv. rhet. 2.52; Val.Max.5.4.5
dini kusur işlendiğine karar verenlerden biri olan Fabius Maximus’un görevden
ayrılanların yerine censor seçilmesidir. İ.Ö. 223 yılında Gal kabilelerine karşı
savaşa giden Flaminius ve P.Furius’un vitio creati ilan edilmesi de yine augur’lar
kurulunun işidir. Ertesi yıl augur’lar kurulunun bir üyesi olan M.Claudius
Marcellus’un consul seçilmesi de dikkat çekicidir. Seçimlerinde dini açıdan kusur
olduğu söylenip görevlerinden ayrılmaya zorlanan görevlilerin yerine augur’lar
kurulundan bir üyenin atanması ilk bakışta dini yetkilerin siyasi çıkar amacıyla
kullanıldığı izlenimini vermektedir. Plutarkhos, Flaminius ve Furius’un görevi
bırakmalarının ardından, Marcellus’un nasıl consul olduğunu bize anlatmaktadır325.
Consul’ler görevlerinden ayrıldıktan sonra, interregnuma gidilmiştir. Büyük
olasılıkla kendisi de bir augur olan ilk interrex, Marcellus’u consul olarak atamıştır.
Marcellus da Cn.Cornelius Scipio’yu öteki consul olarak seçmiştir. Görevinden
ayrılmaları istenen magistratus’ların yerine geçen bu augur’ların seçimle değil de
atamayla iş başına gelmeleri auspicium’ların siyasi amaçla kullanıldığı kuşkularını
daha da arttırmaktadır. Buna karşın daha sonra, İ.Ö.215 yılında, Marcellus’un da
tanrının onay vermediği gerekçesiyle magistratus’luk görevlerinden ayrılmak
zorunda kalması böyle bir sonuç çıkarmak için aceleci olmamamız gerektiğini
göstermektedir.
Flaminius’un augur’lar kurulu kararıyla görevinden ayrılmasına neden olan
başka bir olayı Plutarkhos ve Valerius Maximus’tan öğreniyoruz. İ.Ö.221 ya da 220
yılında dictator M. Minucius Rufus yardımcısı olarak (ἵππαρχος= magister equitum)
C. Flaminius’u atadığında, fareye benzer bir hayvanın ciyaklaması (sorex326)
325
Plut.Marc.6.1
326
Romalıların occentus soricis adı verilen fare türü bir hayvanın ciyaklamasını uğursuz bir işaret
olarak algılamaları için bkz. Plin. HN.8.223
duyulduğu için, yapılan oylama sonucunda dictator’un ve yardımcısının görevden
ayrılmalarına
karar
verilmiştir.
Plutarkhos’un
Marcellus
yapıtında
geçen
“…ἀποψηφισάμενοι τούτους, αὖθις ἑτέρους κατέστησαν” tümcesini Perrin, “buna
halkın karar verdi” biçiminde çevirmiştir (Loeb Classical Library Edisyonu, s.447).
Ancak yaşlı Plinius’un belirttiği gibi (HN.8.223) occentus soricis, yani fare
ciyaklamasının auspicia oblativa olduğu gerçeğinden hareketle, Plutarkhos’un
kullandığı ἀποψηφισάμενοι participiumu augur’lar kurulunun ya da onların
görüşüne başvuran senatus’un yaptığı bir oylamaya değiniyor olmalıdır. Zira halkın
bir dictator’un görevini bırakması için oylama yapması pek olası görünmemektedir.
Plutarkhos bu olaydan yola çıkarak Romalıların inancıyla ilgili gözlemini şaşkınlıkla
aktarır. Ona göre bu kadar küçük olaylarda bile son derece titiz davranan Romalılar
hiçbir zaman batıl inanca kapılmazlar, çünkü geleneklerini asla değiştirmezler, asla
onların dışına çıkmazlar
(Plut.Marc.5.4). Valerius Maximus da hikâyeyi aynı
biçimde anlatmaktadır, ancak bir farkla; Onun anlatımında görevinden ayrılan
dictator Minucius değil, Q.Fabius Maximus’tur (Val.Max.1.1.5). İki antik kaynak
arasındaki bu çelişki modern çalışmalarda da görülmektedir.
Bazı araştırmacılar, Valerius Maximus’un sözlerinin gerçeğe daha yakın
olduğu görüşünü yeğleme eğilimindedir. Bu savları için dayanak noktaları özetle
şunlardır: CIL I2. 1, s.193’te yer alan Fabius’a övgü yazıtı onun iki defa dictator
seçildiğini göstermektedir ve Livius, Fabius’un ikinci dictator’luğunu 217 yılına
tarihlemiştir (Liv.22.9.7) O halde Fabius’un ilk dictator’luğu 217 yılından önce
gerçekleşmiş olmalıdır. 221 yılına kadar kimlerin dictator olduğu Fasti’de
listelenmiştir. Söz konusu dictator’lar arasında Fabius’un adı geçmez, çünkü
Fasti’nin 221-219 yılları arasını gösteren kayıtları günümüze ulaşmamıştır.
Dolayısıyla Fabius’un ilk dictator’luğu Fasti’nin kayıp olduğu bu üç yıllık döneme
tarihlenmelidir. Dictator ile birlikte görevden ayrılan magister equitum Flaminius,
220 sonu ya da 219 başında censor olduğu için, Fabius’un ilk dictator’luğu ancak
221 yılında olabilir327. Buna karşı çıkan öteki grup ise Plutarkhos’un anlatımını daha
gerçekçi olarak kabul etme eğilimindedir328. Onların ileri sürdüğü nedenler de
şunlardır: Kurul kararıyla görevini bırakmak zorunda bırakılan kişi Q.Fabius
Maximus ise bu ilginç bir durumdur; Çünkü Q.Fabius Maximus’un kendisi de
augur’dur, ayrıca bu görevi 265 yılından beri yani, 44 yıldır sürdüğünü göz önüne
alınırsa büyük olasılıkla kurulun en tecrübeli üyesidir; Dolayısıyla augur’lar
kurulunu yönlendirebilecek gücü vardır; Bununla birlikte kendisine yardımcı olarak
en büyük rakibini yani C. Flaminius’u seçmiş olması akla hiç de yatkın
gelmemektedir; oysa Flaminius, Minucius için son derece doğal bir seçim olacaktır;
Dolayısıyla 220 yılında Minucius seçimleri gerçekleştirmek için dictator seçilmiş ve
yardımcısı olarak Flaminius’u seçmiştir; Sözü geçen uğursuz işaret nedeniyle
görevden ayrılmış ve Fabius onun yerine dictator seçilmiş olabilir; Her iki grubun
görüşleri özet olarak böyledir. Eldeki veriler doğrultusunda hangi grubun haklı
olduğuna karar vermek güçtür. Ancak bu konuyla ilgili ileri sürülen savlardan ortak
bir sonuç çıkararak belki şu söylenebilir. Söz konusu dictator’un Fabius mu yoksa
Minucius mu olduğunu ve Flaminius-Fabius arasında bir çekişme olup olmadığını
327
Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.274-275; Cassola, F., I Gruppi Politici Romani nel
III Secolo A.C, s.262-268; Develin, R., “Religion and Politics at Rome during the Third Century BC”:
s.13; Develin, R., “The Political Position of C.Flaminius”: s.271-273.
328
Dorey, T.A, “The Dictatorship of Minucius”, The Journal of Roman Studies 45 (1955): s.92-96;
Staveley, E.S, “Review: I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C by Filippo Cassola”, The
Journal of Roman Studies 53 (1963): s.186; Staveley, E.S, “Rome and Italy in the Early Third
Century”, s.453 dipnot 60.
açıklığa kavuşturmak için çabalarken, her iki grup ta Flaminius’un bu karar
sonucunda görevinden ayrılmak zorunda kaldığını kabul etmektedir. Tanrılar
Flaminius’un görevde kalmasını bir kez daha onaylamamıştır ve Plutarkhos’un söz
konusu pasajda bu gerçeğe vurgu yaptığı açıkça görülmektedir. Uğursuz ses, dictator
(ister Fabius ister Minucius olsun) atandığı sırada duyulmamıştır. Aksine δικτάτορος
ἵππαρχον
ἀποδείξαντος
Γάϊον
Φλαμίνιον
tümcesinde
kullanılan
genitivius
absolutus’un gösterdiği gibi dictator, yardımcısı olarak C.Flaminius’u atadığı
zaman/atadığı için duyulmuştur. Buradan yola çıkarak tanrıların karşı çıktığı
düşünülen kişinin dictator değil, senatus’un ve aynı zamanda augur’lar kurulunun
karşı çıktığı C.Flaminius olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.
Eskiçağ yazarları, Flaminius ve Roma devlet diniyle ilgili başka bir
çatışmasının İ.Ö. 217 yılındaki ikinci consul’lüğü sırasında yaşandığını aktarırlar.
Livius seçimlerin ardından yaşananlara ayrıntılı bir biçimde değinmiştir (21.63.1-15).
Buna göre, Flaminius consul seçildikten sonra, bu görevi üstlenmesi için gerekli dini
yükümlülüklerini önemsemeden gizlice kentten ayrılıp Ariminum’a gitmiş, görevine
bu eyalette başladıktan sonra, Arretium’da kışı geçiren ordunun başına geçmiştir.
Rakipleri onun bu davranışını şöyle yorumlar: Flaminius adeta kaçar gibi kentten
ayrılmıştır. Çünkü görevi üstleneceği gün Iuppiter Optimus Maximus’un tapınağına
yaklaşmaktan kaçınmıştır. Arasının hiç de iyi olmadığı senatus’a danışmak
istememiştir.
Latin
oyunlarını
başlatmamış,
Iuppiter
Latiaris
için
kurban
kesmemiştir. Auspicium’ları aldıktan sonra Capitolium tepesine çıkıp gerekli
adaklarda bulunmamıştır. Askeri pelerinini giyip, consul’lüğünü ilan eden nişanları
takmak ve lictorlar eşliğinde eyaletine gitmek yerine, sanki sürgüne gider gibi gizlice
ve alelacele kentten ayrılmıştır. Görevini Roma yerine Ariminum’da üstlenmeyi,
toga praetexta’sını ev tanrılarının huzurunda değil, yabancı topraklardaki küçük bir
meskende giymeyi yeğlemiştir. Flaminius bu yaptığıyla yalnızca senatus ile değil,
aynı zamanda tanrılarla da savaşmaktadır (non cum senatu modo, sed iam cum dis
immortalibus C.Flaminium bellum gerere). Mart ayı ortasında Flaminius’un durumu
senatus’da bir kez daha görüşülür (Liv.22.1.5). “Quod enim illi (Flaminio) iustum
imperium, quod auspicium esse?” tümcesinden anladığımız kadarıyla bu toplantıda
da senator’lar Flaminius’un görevini tanrının henüz onaylamadığını, dolayısıyla
yönetme yetkisinin de geçersiz olması gerektiğini dile getirmişlerdir.
Bir consul’ün göreve başlarken, yerine getirmesi gereken dinsel kural ve
törenlere ilişkin de bilgi veren Livius’un bu sözleri, akla şu soruyu getirmektedir:
Flaminius bu tür bir tepkiyle karşılaşacağını bile bile, Roma’dan ayrılmak için neden
bu kadar acele etmiştir? Bu davranışını yalnızca devlet dinine önem vermemesi ile
açıklamak zordur. Çünkü yalnızca bu düşünceyle hareket ederek gerekli törenleri
yerine getirmeden Roma’dan ayrılmakla bir şey kazanamayacağı, aksine rakiplerinin
konumunu
güçlendireceği,
kendisine
karşı
yürütülen
kampanyadan
da
anlaşılmaktadır. O halde bu kadar acele etmesinin başka bir nedeni olmalıdır.
Plutarkhos ve Livius bu konuda bize bir ipucu verirler (Liv.22.3.10; Plut.Fab.3.1).
Her iki yazarın bu durumla ilgili aktardıkları Roma’dan hızla ayrılıp Ariminum’a
giderken Flaminius’un aklında devlet dininden çok güvenlik kaygısı olduğunu
düşünmemize neden olmaktadır. Alpleri geçip İtalya’ya giren ve daha sonra
Trebia’da Roma ordusunu mağlup eden Hannibal’i Roma’dan elinden geldiğince
uzak bir yerde karşılamak istemiştir. Livius’un ona atfettiği ve saldırıya geçmek için
öteki consul’ü beklemesini salık veren komutanlarına sitem ederek söylediği şu
ironik sözler bu görüşümüzü desteklemektedir329: “O halde bırakalım Hannibal
elimizden kurtulup İtalya’nın altını üstüne getirsin, her şeyi yakıp yıkarak Roma
surlarının önüne ulaşsın. O halde senatörler, bir zamanlar Camillus’u Veii’den
çağırdıkları gibi330, beni, yani C.Flaminius’u da Arretium’dan çağırana dek,
yerimizden kıpırdamayalım, öyle mi?” Plutarkhos’un da ona atfettiği benzer bir söz,
Flaminius’un savaşın Roma’ya yaklaşmasına katlanamayacağını ve Camillus gibi
düşmanla Roma’nın içinde çarpışmak istemediğini açıkça göstermektedir331. Bu
sözleri,
kentten hızla ayrılırken, askeri ve stratejik nedenleri göz önünde
bulundurduğu olasılığını kuvvetlendirmektedir.
Ancak yanıt verilmesi gereken bir soru daha vardır. Flaminius, her şeye
rağmen, gerekli dinsel törenleri hızla yerine getirdikten sonra, kentten ayrılamaz
mıydı? Şüphesiz bu da önündeki seçeneklerden biriydi, ancak en azından kendisinin
bunu mümkün görmediğini Livius’un anlattıklarından çıkarabiliriz (21.63.1-6).
Seçildiği görevi üstlenebilmek için tanrının onayını almak zorundaydı ve geçmişte
yaşadığı deneyimler bunun hiç de kolay olmayacağını göstermişti. 232’de halk
temsilcisiyken çıkardığı yasayı tanrıların onaylamadığı söylenmişti. 223 yılında
consul olarak Gallia Cisalpina’da savaşırken yine aynı gerekçeyle geri çağrılmış ve
zafer töreni kutlaması engellenmeye çalışılmıştı. Son olarak 221 yılında yine tanrı
onayı olmadığı gibi bir nedenle görevinden ayrılmak zorunda bırakılmıştı. Livius’a
329
Liv.22.3.10: “…Hannibal emissus e manibus perpopuletur Italiam vastandoque et urendo omnia
ad Romana moenia perveniat, nec ante nos hinc moverimus quam, sicut olim Camillus a Veis,
C.Flaminium ab Arretio patres acciverint.”
330
M.Furius Camillus İ.Ö.391 yılında halk meclisi kararıyla sürgüne gönderilmiş, ertesi yıl Roma Gal
kabileleri tarafından işgal edilince, senatus tarafından sürgünden geri çağırılıp dictator ilan edilmiştir.
331
Plut.Fab.3.1: “ Οὐ μὴν ἔπεισε τὸν Φλαμίνιον, ἀλλὰ φήσας οὐκ ἀνέξεσθαι προσιόντα τῇ Ῥώμῃ τὸν
πόλεμον οὐδ' ὥσπερ ὁ παλαιὸς Κάμιλλος ἐν τῇ πόλει διαμαχεῖσθαι…”
bakacak olursak, 218 yılında lex Claudia de nave senatorum’a tek başına ve etkili
destek vererek kendisine karşı olan senator’leri daha da kızdırmıştı332. Livius’un
kullandığı “adiuvante Flaminio” ve “suasori legis Flaminio” sözcükleri, onun bu
tasarının yasalaşması sırasında aktif bir rol üstlendiğini açık bir biçimde
göstermektedir. Yine Livius’a göre büyük tartışmalar arasında yasalaşan bu tasarı,
destekçisi Flaminius’a halkın sevgisini (favorem apud plebem) kazandırarak ertesi yıl
consul seçilmesini sağlamıştır333. Öte yandan aynı tasarı, nobilitas’ın kendisine
düşmanlık beslemesine neden olduğu için (invidia apud nobilitatem), seçildiği görevi
üstlenebilmesi için gerekli olan “tanrı onayını” zora sokmuştur. Çünkü tanrı onayı
konusunda karar verecek kişiler nobilitas kesiminin içinde yer almaktaydı. Flaminius
durumun farkındaydı ve düşmanlarının bu konuda yalan söyleyerek, tanrının
gönderdiği işaretleri çarpıtarak (auspiciis ementiendis) kendisini engelleyeceklerine
inanıyordu. Bir an önce ordunun yanına gitmek istemesine karşın, Latin oyunlarını
bahane ederek ve consul’lüğü üstlenmesine ilişkin başka engeller çıkararak onların
kendisini kentte tutacaklarını düşünüyordu. Geçmişte de önüne çıkan bu tür engelleri
bir şekilde aşmayı başarmıştı. Dolayısıyla 217’de kentten gizlice ayrılırken, belki de
aklında bu düşünce vardı. 223 yılında yaptığı gibi devlet dinini önemsemeyerek risk
332
Halk temsilcisi Q.Claudius, senatus’un tüm muhalefetine karşın, herhangi bir senatörün ya da
senatör çocuğunun 300 amphoradan fazlasını taşıyabilecek kapasitede ticaret gemisine sahip olmasını
yasaklayan tasarıyı halk meclisinden geçirerek yasalaştırmıştır. İçeriğinden de anlaşılabileceği gibi bu
yasa doğrudan, senatörlerin ticari alanındaki ayrıcalığını hedef almaktadır.
333
Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.44.’te Flaminius’un ikinci kez consul seçilmesini,
senator’lerin savaş yönetimindeki başarısızlıkları karşısında, halkın duyduğu memnuniyetsizliğinin bir
yansıması olarak değerlendirerek bu görüşe karşı çıkar. Develin, R., “The Political Position of
C.Flaminius”: s.276.’da Livius’un bu anlatısının Flaminius karşıtı geleneğin ürünü olduğundan
emindir.
almış, Hannibal’e karşı kazanacağı bir zaferin kendisini haklı çıkaracağını düşünmüş
olabilirdi. Ancak bilindiği gibi aldığı risk bu kez işe yaramamıştır.
Flaminius’un gerçekte ne düşündüğünü kesin olarak bilemiyoruz, ancak
Eskiçağ yazarları genelde, onun devlet dinini hiçe sayarak kentten ayrılmasını
tanrıların gönderdiği uğursuz işaretlerin bir parçasıymış gibi işleyip yansıtmıştır.
Nitekim bu tür tutum ve işleyiş Eskiçağ tarih ve biyografi yazımının tipik bir örneği
olarak karşımıza sıkça çıkar. Kişilerin siyasi ve askeri görevlerinde düşüş ve
yükselişinden önce bu tür olağanüstü olaylardan sıkça söz edilir. Trasimenus gölü
kenarındaki savaştan önce de İtalya’nın dört bir yanında doğaüstü olaylar
(prodigium) gerçekleştiği bildirilir. Örneğin, kalkanlardan kan aktığı, Antium’da
hasat zamanı başakların üzerine kan bulaştığı, gökten alev saçan taşlar düştüğü,
Falerii’de gökyüzünden düşüp etrafa yayılan tabletlerden birinde “Mars mızrağını
sallıyor” yazdığı, bazı askerlerin üzerine yıldırım düştüğü, Sicilya’da bazı askerlerin
mızraklarının aniden alev aldığı, Roma’da Mars heykelinin terlediği Eskiçağ
kaynaklarında aktarılmaktadır (Plut.Fab.2.2-4; Liv.22.1.8-20; Val.Max.1.6.5; Oros.4.
15. 1). Senatus ve rahipler tanrıların öfkesini yatıştırmak için çok sayıda dini ayin
gerçekleştirirler334. Plutharkhos bu doğaüstü olayların hiçbirinin tutkulu ve ateşli bir
kişiliği olan Flaminius’u yıldırmadığını söyler (Plut.Fab.2.4). Eskiçağ yazarlarının
birçoğu, tanrıların Flaminius’un kendisine de uyarı niteliğinde bir çok işaret
gönderdiğini, ancak Flaminius’un bunlardan etkilenmediğini aktarır. Örneğin
Ariminum’da consul’lük görevini üstlenirken, kestiği kurban elinden kurtulmuş ve
kanı
çevredeki
herkesin
üzerine
bulaşmış,
ama
Flaminius
yerinden
kıpırdamamamıştır (Liv.21.63.13-14). Savaşın başladığı gün ortaya çıkan olumsuz
334
Liv.22.1.16-20; Alınan önlemlerin ayrıntılı incelemesi için bkz. MacBain, B., Prodigy and
Expiation : a Study in Religion and Politics in Republican Rome, s.36-37.
işaretleri de görmezden geldiği söylenir (Cic.Div.1.77-78; 2.21,67,71; Nat.D.2.8;
Liv.22.3.11-13;Val.Max.1.6.6; Sil.Pun.5.55 v.d). Savaş alanında kutsal tavukların
yem yemediğini ve savaşın ertelenmesini öneren biliciye, “auspicium’lar gerçekten
harikalar, tavukların karnı açken başarı kazanmak mümkün, ama toksa imkansız”
diyerek alaylı bir biçimde yanıt verdiği söylenir. Sancağı topraktan çıkaramadığını
söyleyen askeri “yoksa senatus’tan savaşmamı yasaklayan bir mektup daha mı
getiriyorsun?” diyerek azarlamıştır. Değindiğimiz bu yazarların hemen hemen
hepsi335 Flaminius ile ilgili olayları anlatmaya başlamadan önce ya da anlattıktan
sonra, hep benzer sözler kullanırlar: “Flaminius tanrıların iradesine ve gönderdiği
işaretlere aldırmayarak hem kendisinin hem de Roma devletinin başına büyük bir
felaket getirmiştir.” Flaminius’un Trasimenus savaşında hayatını kaybediş anı bile
adeta tanrıların kendilerine karşı yapılan saygısızlığın intikamını aldığı biçiminde
yorumlanıp aktarılmıştır. Ducarius isimli bir Gal askerinin Flaminius’u 223 yılındaki
savaştan hatırlaması ve Galyalıların intikamını alıyorum diyerek öldürmesiyle, sanki
tanrılar yalnızca İ.Ö.217 yılındaki saygısızlığın değil, 223 yılında auspicium’ları
önemsememesinin de intikamını almış gibi gösterilmiştir.
Günümüz araştırmacılarından bazıları eskiçağ kaynaklarının, özellikle de
Livius’un, Flaminius’un tanrılara karşı tutumu konusunda anlattıklarına şüphe ile
bakmaktadır. Örneğin Scullard, Flaminius’un 217’de kentten ayrılışı ile ilgili
Livius’un aktardıklarının Polybios’unkiyle çeliştiğini belirtir336. Polybios, Livius’un
aksine Flaminius’un Roma’dan ayrıldıktan sonra Ariminum’a değil, Arretium’a
gittiğini belirtmektedir. Walbank da Scullard ile aynı görüştedir337. Her ikisi de bu
335
Polybios bu yazarlar arasında istisnadır.
336
Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.44 ve dipnot 3.
337
Walbank, F. W., A Historical Commentary on Polybius, vol.I, s.410-411.’de Livius’un Roma’dan
gerçeği göz önünde tutarak, Livius’un halka ve halk liderlerine karşı senatus
geleneğini savunan karşıt yazın geleneğini izlediği sonucunu çıkarır. Buna karşın
Livius 22.2.1’de diğer consul tanrıları yatıştırmakla meşgulken, Flaminius’un
ordusuyla birlikte Ariminum’dan hareket edip, Arretium’a ulaştığını belirtmektedir.
Bu da Polybios ile Livius’un anlattıklarının bir noktada örtüştüğünü gösterebilir.
Beard, Livius’un, Flaminius kentten ayrıldıktan sonra, meydana gelen doğaüstü
olaylara ilişkin anlattıklarını şüpheyle karşılamaktadır. Ona göre bu olayları
aktarırken senatus’u sürekli olayların merkezine koyması, Livius’un politik olarak
etki altında kaldığını göstermektedir. Stewart, Livius’un Flaminius’un auspicium’ları
almadan Roma’dan ayrılmasını anlattığı bölümü, diğer antik kaynaklarda yer
almadığı için, şüpheyle karşılar338.Vaahtera ise, Flaminius’un devlet dininin
kurumlarını kontrolünde tutan nobilitas’ın kendisini engellemesinden korktuğu için,
törenlerden bazılarını yerine getirmiş olabileceği varsayımını ileri sürer339. Ancak bu
görüşler, Flaminius karşıtı bir yazınsal gelenek olduğunu saptamaktan ya da
kanıtlamaktan öteye geçememektedir. Hiç biri Flaminius’un yukarıda değindiğimiz
kaynaklarda neden tanrılara karşı saygısız biri olarak gösterildiğini açıklamak için,
yeterli değildir. Staveley bu konuda daha doyurucu bir açıklama yapar. Ona göre,
eldeki bütün veriler Flaminius ve Fabius Maximus’un siyasi bakımdan iki azılı rakip
olduğunu göstermektedir. Fabius, augur kurulundaki en yetkin ve etkin üye olarak,
Flaminius’un önce ilk consul’lüğü ve sonra yengi töreni kutlama konusunda
karşısına çıkarılan engellerden birinci derecede sorumludur. Staveley’e göre,
ayrılınca nereye gitmiş olabileceğini ayrıntılı bir biçimde incelemiştir.
338
Stewart, R., Public Office in Early Rome: Ritual Procedure & Political Practice, The University of
Michigan Press, Michigan, 1998, 20014, s.37 dipnot 74.
339
Vaahtera, J., Roman Augural Lore in Greek Historiography, Franz Steiner Verlag, Stuttgart, 2001,
s.28.
Flaminius karşıtı yazın geleneğinin, Fabius’un akrabası ve dostu olan Fabius
Pictor’ın işi olduğu neredeyse kesindir340. Aslında çok daha önce Gelzer’in dile
getirdiği bu görüş341, Livius’un 22.7.4’te Trasimenus gölü kenarında gerçekleşen
savaşla ilgili olarak “ o dönemde yaşamış olan Fabius Pictor’u kaynak olarak
kullandım” sözü de göz önüne alınacak olursa, büyük olasılıkla doğrudur ve bu
durum Flaminius karşıtı geleneğin kaynağı hakkında bize en azından bir fikir
vermektedir. Öte yandan bu geleneğin nedenini yanlızca Fabius-Flaminius arasındaki
siyasi çekişmeye bağlamak bize göre konuyu oldukça dar bir alana hapsetmektir.
Trasimenus gölü kenarındaki savaştan sonra Roma’da yaşananlar incelemekte
olduğumuz yazın geleneği konusunda bize daha kapsamlı bir açıklama sunabilir.
Savaş sonrası kentte oluşan kargaşa ve umutsuzluk ortamında Q.Fabius Maximus
dictator seçilmiş ve kendisine Roma’yı koruma görevi verilmiştir. Dictator’un
önünde zor bir görev olduğu açıktır. Hannibal karşısında hem askeri hem de
psikolojik bakımdan yenilgiye uğramış olan kent halkını toparlamak ve içinde
bulundukları yılgınlıktan kurtarmak için birleştirici bir güce ihtiyacı vardı. Uzun
süredir augur olan Fabius dinin pekala bu işe yarayabileceğini düşünmüş
görünmektedir. Bu nedenle önce senatus (Liv.22.9.7-8), sonra da halk önünde
(Plut.Fab.4.) yaptığı konuşmalarda, alınan yenilginin nedeninin askerlerin korkaklığı
değil, onlara komuta eden consul’un dini gelenekleri küçümsemesi ve hatta hor
görmesi olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla içine düştükleri durumdan kurtulmak için
tanrılara gereken özeni göstermeleri gerektiğini belirtmiştir. Böylece savaştaki
başarısızlığın nedeni tek bir kişiye indirgenip yüklenmiştir. Senatus, tanrıların
öfkesinin nasıl yatıştırılacağını öğrenmeleri için önce decemviri sacris faciundis’i
340
Staveley, E.S, “Rome and Italy in the Early Third Century”, s.452.
341
Gelzer, M., “Römische Politik bei Fabius Pictor”, Hermes 68 (1933): s.153 v.d.
görevlendirir. Sibylla kitaplarına danışan bu kurul Iuppiter için büyük oyunlar
düzenlenmesi, Venus Erycina ve Mens için bir tapınak adanması, supplicatio,
lectisternium ve ver sacrum törenlerinin yapılması gerektiğini bildirmiştir.
Plutharkhos’un Fab.5’te “Τῶν μὲν οὖν πολλῶν ὁ Φάβιος τὴν γνώμην ἀναρτήσας εἰς
τὸ θεῖον, ἡδίω πρὸς τὸ μέλλον ἐποίησεν·” tümcesinde belirttiği gibi Fabius toplumun
düşüncesini tanrılarla olan ilişkiye yönlendirerek, onların geleceğe daha umutla
bakmalarını sağlamıştır. Öte yandan başarının zeka ve erdem sayesinde elde
edileceğini bilen Fabius’un, oyalama ve vur-kaç taktikleriyle Hannibal’i durdurmaya
çalıştığı belirtilmiştir. Fabius, Cunctator lakabını uyguladığı bu taktik nedeniyle
almıştır. Altı ay dictator olarak görev yaptıktan sonra muhtemelen Kasım ayında
görevinden ayrılmıştır.
Auspicium ve imperium arasındaki bağlantıya açıklık getirme bakımından
önemli unsurlar içeren başka bir olay da 216 yılı seçimleridir. Bu sırada yaşanan
olayları Livius bize şu şekilde aktarmıştır (Liv.22.33.9-12); ‘Senatus’un emri
doğrultusunda kent praetor’u savaş nedeniyle Roma’dan uzakta olan consul’lere bir
mektup göndermiş ve bir tanesinin gelecek yılın seçimlerini yapmak üzere Roma’ya
dönmesini istemiştir. Consul’ler bu mektuba verdikleri yanıtta, askeri nedenlerden
dolayı cepheden ayrılıp Roma’ya gelmelerinin devlete zarar vereceğini, dolayısıyla
seçimlerin interregnum’a gidilerek yapılmasını tavsiye etmişlerdir. Patres seçimi
yapmak üzere consul’ler tarafından bir dictator atamasının daha doğru olacağına
karar verince, consul’ler, L.Veturius Philo’yu dictator atamıştır. Philo da kendisine
yardımcı olarak (magister equitum) Marcus Pomponius Matho’yu seçmiştir. Ancak
Veturius Philo ve yardımcısı göreve başladıktan on dört gün sonra seçimlerinde dini
bir kusur olduğu söylenerek, görevlerinden ayrılmaları emredilmiştir.’ Livius’un
kullandığı “iis vitio creatis iussisque die quarto decimo se magistratu abdicare”
tümcesinden söz konusu dini kusurun auspicium ile ilişkili olduğu sonucunu
çıkarabiliriz. Ne yazık ki, augur’lar kurulunun atanan dictator’u tanrının
onaylamadığına ilişkin kararını hangi gerekçeye dayanarak verdiğini, söz konusu
vitium’a neyin neden olduğunu Livius aktarmamıştır. Augur’lar kurulunun kararı
sonucunda, senatus interregum’a gidilmesine karar vermiş, patres ilk interrex olarak
Gaius Claudius Cento’yu, ardından da Publius Cornelius Asina’yı seçmiştir.
Consul’lerin ordulara komuta etme görevi de bir yıl uzatılmıştır. Son derece
tartışmalı geçen, C.Terentius Varro ve L.Aemilius Paullus’un consul seçilmesiyle
sonuçlanan 216 yılı seçimlerine ikinci interrex Publius Cornelius Asina başkanlık
etmiştir.
Livius’un bu seçimle ilgili aktardıkları arasında bizim için öncelikle ilginç
olan, Varro’yu destekleyen halk temsilcisi Quintus Baebius Herennius’un
Konuşmasında söyledikleridir (Liv.22.34.9-11). Bu kişi, dictator’un seçimleri
tamamlamasını engelledikleri için, hem senatus’u hem de augur’lar kurulunu
suçlayarak kendi desteklediği aday olan Varro’ya sempati kazandırmaya çalışmıştır
(Cui non apparare id actum et quaesitum esse ut interregnum iniretur, ut in patrum
potestate comitia essent?) . Ona göre nobiles yıllar boyu savaş peşinde koşmuş ve
Hannibal’i İtalya’ya getirmiştir. Savaştan uzak durmaları olası iken, her türlü hileye
başvurup Roma’yı savaşa sokmuşlardır. Consul’ler Fabius’a özgü taktikleri
(Fabianae artes) kullanarak savaşı uzatmıştır. Bu durum bütün soyluların arasında
bir uzlaşma noktası olmuştur. Dolayısıyla gerçek bir plebs, bir homo novus - ki bu
Gaius Terentius Varro’dur - seçilmedikçe savaşın sona ermesi olası değildir. Çünkü
kökeni plebs olan soylular (plebeios nobiles), kutsal görevlere kabul edilmişler ve
patres’in onları küçümsemesinden kurtulunca, kendileri plebs’lere tepeden bakmaya
başlamışlardır. Patres’in asıl amacı, interregnum’a giderek seçimlerin kendi
kontrollerinde yapılabilmesini sağlamaktır. Patres istemediği halde, seçimi
gerçekleştirmesi amacıyla bir dictator atandığı için, augur’lar kurulunu kullanarak,
dictator’u sanki tanrı onaylamıyormuş gibi göstermişlerdir. Bu karar sayesinde
istedikleri olmuş ve interregnum’a gidilmiştir (id postea, quia invitis iis dictator
esset dictus comitiorum causa, expugnatum esse, cum vitiosus dictator per augures
fieret. Habere igitur interregnum eos).
Livius’un 216 yılı seçimleriyle ilgili anlattıkları pek çok açıdan sorgulanmaya
uygundur ve modern kaynaklar tarafından sorgulanmıştır da. Bazıları Livius’un,
kendi aktardığı olayların siyasi bakımdan önemini, yani Aemilus-Scipio grubu ile
Fabius grubu arasındaki siyasi çekişmeyi ve bu çekişmenin önemini gözden
kaçırdığını ileri sürmüştür342.
Örneğin Friedrich Münzer’e göre, Livius’un
seçimlerde Varro’nun adaylığına nobilitas’ın bir bütün olarak karşı koyduğu ifadesi
doğru değildir, çünkü nobilitas o sırada kendi içinde bölünmüştür ve fikir ayrılığı
içindedir; Fabius ve augur’lar kurulu iki grup arasındaki çekişmede etkin bir rol
oynamıştır. Scullard da temelde Münzer’in görüşünü izleyerek, augur’lar kurulunun
atanan dictator’u tanrı onaylamıyormuş gibi göstermesinin altında kurulu idare eden
Fabius olduğunu ileri sürmüştür. Scullard bu savını özetle şöyle savunur: Consul’ler
ilk başta Roma’ya dönmelerinin uygun olmayacağını ve seçimlerin interregnum’a
gidilerek yapılmasını tavsiye etmişlerdi; Bu öneri Aemilius-Scipio grubundan olan
consul Servilius’a değil, Fabius taraftarı olan diğer consul Atilius Regulus’a aittir;
Ancak Aemilius grubunun liderliğinde senatus bu öneriyi reddetmiş ve kendi
342
Münzer, F., Römische Adelsparteien und Adelsfamilien, s.125-126; Scullard, H. H., Roman
Politics, 220-150 B.C, s.49-51.
adamları olan consul Servilius, Veturius Philo’yu dictator atamıştır. Buna karşın
kendi adaylarının fazla bir şansının olamayacağını düşünen ya da Varro’nun
seçilmesini engellemek isteyen Fabius, augur’lar kurulunu devreye sokmuş ve
Veturius’un dictator’luğunu dinsel bahaneyle geçersiz kılmıştır. Ancak bu girişimi
geri tepmiştir, çünkü seçimleri gerçekleştirmesi içinin atanan ikinci interrex
P.Cornelius Asina kendi grubundan değildir.’ Öte yandan Dorey, Münzer ve Scullard
gibi iki grup arasında bir mücadele yaşandığını belirtmesine karşın, vardığı sonuç
bakımından küçük bir farkla onlardan ayrılmıştır343. Onun vardığı sonuç kısaca
şöyledir: ‘İki grup arasında bir mücadele yaşanmış, ancak sonuçta Aemilius
Paullus’un tek aday olması konusunda uzlaşmışlardır. Çünkü, Aemilius Paullus,
Scipio grubunun önde gelen bir üyesi olmasına karşın, Fabius için kabul edilebilir bir
adaydır. Bu nedenle Fabius augur’lar kurulunu kullanarak seçimleri geçersiz kılma
tehdidinden vazgeçmiştir.’ Cassola, Aemilius ve Scipio aileleri arasında kalıcı bir
ittifak olduğu görüşüne karşı çıkmış ve bu iki ailenin geçici bir ittifakla Varro’yu
desteklemiş olabileceklerini ileri sürmüştür344.
Günümüz araştırmacılarından bazıları da Fabius’un kendi grubunun
çıkarlarını korumak için augur’lar kurulunu yönlendirdiği görüşüne karşı
çıkmıştır345. Örneğin Patterson, Romalıların, Hannibal ile yapılan savaşlar sırasında,
consul seçerken, gruplar arası çekişmeden çok adayların askeri ve siyasi alanındaki
343
Dorey, T.A, “The Elections of 216 B.C.”, Rheinisches Museum für Philologie 102 (1959): s.249-
252.
344
Cassola, F., I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C, s.370-371.
345
Gelzer, M., “Review: Roman Politics 220-150 B.C. by H. H. Scullard”, Historia: Zeitschrift für
Alte Geschichte vol. I no:4 (1950).; Develin, R., “Religion and Politics at Rome during the Third
Century BC”: s.14.
deneyimlerini ön planda tuttuğunu belirtmiştir346. Ancak daha önce consul olmamış
ve ordu yönetmemiş olan C.Terentius Varro’nun, Patterson’un çizdiği bu tabloya
uymadığını belirtmeliyiz. Öte yandan Gelzer, Fabius’un augur olarak görevini bu
biçimde kullanmasını pek olası görmemiştir. Ayrıca Roma’nın ölüm-kalım savaşı
verdiği bir sırada Fabius’un parti politikalarıyla uğraşmış olamayacağını belirtmiştir.
Sumner, consul’ün atadığı dictator’un augur’lar kurulu tarafından dinen kusurlu
gösterildiği görüşüne, dolayısıyla Fabius’un kurulu kendi çıkarı için kullandığı
görüşüne karşı çıkmıştır347. Başlıca gerekçesi şöyledir: ‘Fasti Capitolini’de bu olay
“vitio creati abdicarunt” biçiminde belirtilmemiştir. Aksine Veturius Philo ve
Pomponius Matho’nun adları “comitiarum habendarum caussa” biçiminde not
edilmiştir. Bu ifade interregnum’a gidilmediğini, Aemilius Paullus ve C.Terentius
Varro’nun dictator Veturius Philo’nun başkanlık ettiği seçim toplantısında 216 yılı
consul’leri olarak seçildiğini göstermektedir’. Develin de Sumner gibi Livius’un halk
temsilcisi Baebius’un ağzından aktardıklarının pek de inandırıcı olmadığını ileri
sürmüş ve Fabius’un augur’lar kurulunu kendi siyasi çıkarı için kullandığı görüşüne
karşı çıkmıştır348.
Yukarıda değindiğimiz bu araştırmacıların neredeyse hepsi, Livius’un 216
yılı ile ilgili anlattıklarının tamamını ya da bir kısmını yanlış bulup, kendi görüş ve
varsayımları doğrultusunda yeniden biçimlendirmeye çalışmışlardır. Erich S. Gruen,
izlenen bu yöntemin çekici olmasına karşın, doğruyu göstermediğini söyleyerek
Livius’un metninin genel olarak gösterilenden daha fazla saygıyı hak ettiğini
346
Patterson, L. M., “Rome's Choice of Magistrates during the Hannibalic War”, Transactions and
Proceedings of the American Philological Association 73 (1942): s.319-340.
347
Sumner, G.V., “Elections at Rome in 217 B.C.”, Phoenix 29 (1975): s.252.
348
Develin, R., “Religion and Politics at Rome during the Third Century BC”: s.14.
savunmuştur349. Çünkü ona göre Livius’un anlattıkları kendi içinde tutarlıdır ve
kesinlikle temelsiz değildir. Ardından Twyman de benzer görüşler dile getirmiştir350.
Biz bu ikisinin görüşüne büyük oranda katılıyoruz. Bu olayların yaşandığı sırada,
halk Hannibal karşısında uygulanan oyalama taktikleri yerine, bir an önce sonuç
verebilecek, daha aktif politikalardan yana tavır koymuş görünmektedir. Halk
temsilcisi Baebius Herennius’un konuşması bu düşünceyi açıkça sergilemektedir.
Baebius’un kullandığı “Fabianae artes” sözcüğünü metin içindeki yeri ve bağlamı
bakımından değerlendirecek olursak, bu sözcüğün Fabius’un augur’lar kurulunu
kendi çıkarları açısından kullandığını kastetmediği görülmektedir. Aksine bu
sözcüğü kullanarak, Fabius’un dictator’luğu sırasında uyguladığı savaş tekniğine Hannibal ile açık bir meydan savaşında karşı karşıya gelmemek, bunun yerine
ordusuyla yakındaki tepelerden onu takip ederek, vur-kaç taktiğiyle olabildiğince
fazla zarar vermek - değinmiş olması daha kuvvetli bir olasılıktır. Plutharkhos’un
aktardıkları da bununla paraleldir (Fab.14.). Livius’un anlattıklarından o sırada
Roma’da, Hannibal karşısında hangi stratejinin uygulanması gerektiğine ilişkin iki
görüş var gibi görünmektedir. Yukarıda değindiğimiz gibi bunlardan biri halkın ve
büyük olasılıkla senatus içinden bir grubun da desteklediği, atılgan olma, bir an önce
sonuç alma stratejisi, öteki ise Fabius ve onun gibi düşünenlerin savunduğu daha
tedbirli davranma stratejisidir. Fabius’un dictator’luğu sırasında da bu çekişme
kendini göstermiştir. Fabius, Hannibal’i oyalama yolunu seçerken, yardımcısı
Minucius Rufus ve diğerleri tarafından suçlandığını unutmamamız gerekmektedir
349
Gruen, E. S., “The Consular Elections for 216 BC and the Veracity of Livy”, California Studies in
Classical Antiquity 11 (1978).
350
Twyman, B.L., “The Consular Elections for 216 and the Lex Maenia de Patrum Auctoritate”,
Classical Philology 79 (1984): s.285-294.
(Liv.22.12-13; 22.23.1-3; Plut.Fab.5; Appian.Hann.12; Polyb.3.89-90 ve 3.94.8-10).
216 yılı seçim konuşmasında Baebius’un “Fabianae artes” sözcüğüyle, nobilitas
tarafından savaşın kasıtlı olarak uzatılmasına ve bu sayede iç siyasete hakim olma
çabasına vurgu yaptığı açıkça görülmektedir.
Dictator Veturius Philo ve yardımcısı Pomponius Matho’nun augur’lar
kurulu tarafından “vitio creati” ilan edilmesine gelince, ilk bakışta Sumner tespitinde
haklı gibi görünmektedir. Çünkü gerçekten de Fasti Consulares’ te, magistratus’ların
seçiminde dini kusur ilan edildiği durumlar not edilmiştir. Ancak bu örneklerin
hepsinde “vitio facti abdicarunt” ifadesinden sonra “in eorum loc(um) facti sunt”
notunun düşüldüğünü ve yerlerine seçilen ya da atanan görevlilerin belirtildiğini
görürüz. Oysa 216 yılında seçimlerinde dinen kusurlu bulunan dictator’un yerine
atanan kimse olmamıştır. Dolayısıyla bu ifade belki de bu nedenle Fasti’de not
edilmemiş olabilir351. Öte yandan Livius’un anlattığı bu olay, İ.Ö.327’de
gerçekleştiğini
söylediği
başka
bir
dictator
atamasıyla
büyük
benzerlik
göstermektedir. O olayda olduğu gibi bunda da uzakta olan iki consul’e mektup
gönderilerek, seçimleri gerçekleştirmeleri için Roma’ya dönmeleri istenmiş, ancak
askeri nedenlerden dolayı bu mümkün olmayınca, senatus onlardan (327’de patricius
kökenli consul’den) dictator atamalarını istemiştir. Her iki olayda da augur’lar
kurulu kararı doğrultusunda senatus tarafından consul’un atadığı dictator ve
yardımcısı vitio creati ilan edilmiştir. Her iki durumda da Livius, dictator’u ve
yardımcısını tanrının neden onaylamadığına ya da ne tür bir kusur bulunduğuna
ilişkin herhangi bir ipucu vermemiştir. Aynı biçimde her iki olayda senatus ve
351
Degrassi, A., Inscriptiones Italiae, Vol. 13: Fasti et Elogia, Fasc. 1: Fasti Consulares et
Triumphales, Libreria Dello Stato, Roma, 1947, s.119.; Sumner’in kendisi de bunun mümkün
olabileceğini belirtmiştir ( Sumner, G.V., “Elections at Rome in 217 B.C.”: s.252 dipnot 7.)
augur’lar kurulu yetkilerini siyasi çıkar elde etmek için kötüye kullandıkları ileri
sürülerek halk temsilcileri tarafından suçlanmıştır. Bu benzerlikten yola çıkarak
gerçek nedenleri bulmak ve bir sonuca varmak için elimizde yeterli kanıt yoktur,
ancak söz konusu benzerlik oldukça ilginçtir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi 216 yılı seçimleri konusunda Livius’un
anlattıklarının kendi içinde tutarlı olduğunu belirten Gruen’in görüşlerini genel
olarak paylaşıyoruz. Gruen, Livius’un bu olayları sanki patricius ve plebs arasında
bir sınıf mücadelesi yaşanıyormuş gibi aktardığını ve ifadelerinin bu bakımdan
anakronik olduğunu söyleyerek, onu eleştirmiştir352. Ancak biz bu konuda Gruen’den
farklı düşünüyoruz. Şüphesiz halk temsilcisi Baebius’un konuşmasında eskiden
yaşanmış olan sınıf mücadelesini andıran bir takım ifadeler vardır. Konuşmanın
birçok yerinde patres aleyhine sözler söylemiştir. Bu bakımdan sanki patres ve plebs
arasında önceden büyük ölçüde bitmiş olan sınıf mücadelesi ilk bakışta tekrar
canlanmış gibi görünebilir. Ancak Baebius’un konuşması eskiden yaşanan sınıflar
arası mücadeledekinden çok daha farklı unsurlar içermektedir. İ.Ö. 300 yılından
sonra augur’lar kurulunda plebs kökenli üyelerin sayısı patricius’larınkinden çoktur
(5 plebs, 4 patricius). Dolayısıyla eskisi gibi bir sınıf mücadelesi olsa plebs
kökenlilerin sayıca daha fazla olduğu kuruldan böyle bir karar çıkması güç olurdu.
Oysa
Baebius’un
konuşmasında
daha
önceki
sınıf
mücadelesiyle
kıyaslayamayacağımız başka bir noktaya vurgu yapılmıştır. Sınıf mücadelesinin sona
ermesinden sonra önceleri yalnızca patricius kökenlilerin erişebildiği görevlere
seçilen plebs kökenli soylular da halk temsilcisinin eleştirilerinden paylarını almıştır.
Yani Baebius’un hedefinde yalnızca plebs karşıtı olan patres değil, plebs soylularının
352
Gruen, E. S., “The Consular Elections for 216 BC and the Veracity of Livy”: s.62 ve 69.
da içinde yer aldıkları nobilitas vardır. Bu nedenle gerçek bir plebs ve homo novus
olarak nitelediği, bir kasabın oğlu olan Terentius Varro’yu desteklemiştir. Söz
konusu seçimlerde Varro’nun karşısına çıkan plebs kökenli consul adaylarına göz
atmak bize daha açık bir fikir verecektir. Livius, Varro’nun rakiplerini şöyle tanıtır:
“…duobus nobilium iam familiarum plebeis, C.Atilio Serrano et Q.Aelio Paeto,
quorum alter pontifex, alter augur erat, Terentius consul unus creatur…” Buradan
da anlayabileceğimiz gibi Varro’nun seçimlerdeki rakipleri olan C.Atilius Serranus
(augur) ve Q.Aelius Paetus (pontifex) nobilitas üyeleridir ve her ikisi de rahiptir.
Halk temsilcisi Baebius’un konuşmasında hedef aldığı “plebeios nobiles” tanımına
tam olarak uymaktadırlar. Bu rakipler arasında Varro’nun seçilmesi plebs
seçmenlerin bu seçimlerde nobilitas içinde yer alan ve daha önce consul’luk yapmış
tecrübeli adaylara iyi gözle bakmadıklarını göstermektedir. O halde halk temsilcisi
Baebius’un dile getirdiği görüşlerin uygulanan taktiğin ve bu taktiği uygulayanların
(senatus, patres, nobilitas, augur’lar kurulu) eleştirisi gibi algılanabileceğini
düşünüyoruz. Flaminius’un Hanibal karşısında daha aktif, bekleyen değil, hareke
geçen politikalardan yana olduğunu daha önce belirtmiştik353. Varro da aynı
politikayı savunur gözükmektedir ve bu bakımdan her ikisi de dönemin etkili ismi
Q.Fabius Verrucosus (Cunctator) ile sorun yaşamıştır. Dolayısıyla belki bu ikisi
birbirini izleyen politikaları uygulayan kişiler olarak görülebilir ve halk içinden,
özellikle de plebs kökenlilerden destek aldıkları söylenebilir. Şüphesiz Polybios bu
konuda daha kesin konuşabilmemizi sağlayabilirdi, ne yazık ki, o 216 yılı
seçimlerine hiç değinmemiş, yalnızca seçimin sonucunu vermekle yetinmiştir
(3.106.1).
353
s.108 v.d.
Livius’un aktardığına göre seçimlerden sonra senatus da oylama taktiğinden
vazgeçmiş, orduların sayısı arttırılarak, Hannibal’in karşısına çıkmaya karar
verilmiştir (23.36.1). Ancak Trasimenus savaşından sonra, Cannae’da alınan ikinci
yenilgi Fabius Maximus’un oyalama taktiklerinde belki de haklı olduğunu gösterir
gibidir. Eskiçağ yazarlarının, özellikle de Livius’un savaş sırasında yaşanan olaylara
yaklaşımında belirgin bir fark görülmektedir. C.Terentius Varro, demagogluk
açısından Flaminius’a benzer biri olarak tanıtılmasına karşın, dini geleneklere ve
tanrılara, Flaminius’un aksine, saygılı bir kişi olarak betimlenmiştir354. Livius
savaştan önce bir takım prodigium’ların meydana geldiğini belirtir (22.36.7-8), ancak
bunlar Trasimenus savaşından öncekilerle karşılaştırıldığında neredeyse önemsiz gibi
görünmektedir. Şaşırtıcı olan, normalde bu tür şeylere pek değinmeyen Polybios’un
bile, savaştan önce bazı prodigium’ların gerçekleştiğini belirtmesidir (3.112.8-9).
Ancak uğursuz sayılan işaretlerle tutumlarını açığa vurduğu sanılan tanrıların öfkesi,
devlet dininin mekanizmaları (Sibylla kitapları) devreye sokularak dindirilmiştir
(Liv.22.36.9; Ea prodigia ex Libris procurata). Polybios alınan önlemleri şöyle
değerlendirir (3.112.9): “Tehlikeli durumlarda Romalılar hem tanrıları hem de
insanları yatıştırmak için bir çok şey yaparlar ve böyle anlarda alınan önlemlerden
hiç birini yakışıksız ya da değersiz saymazlar.”
Savaş sırasında da tanrının gönderdiği düşünülen bir takım kötü işaretlerin
meydana geldiği söylenmiştir; consul’ler geçmişte yaşanılan olaylardan dolayı, bu
sefer tanrı uyarılarını dikkate almış görünmektedirler. Livius olayı şöyle aktarmıştır:
‘Ordular karşı karşıya geldiğinde askerler bir an önce saldırıya geçmek için çok
isteklidir. Hatta saldırı işareti verilmezse komutansız gideceklerini söylerler. Varro
354
Antik kaynaklar arasında bir tek Valerius Maximus, Varro’nun aedilis olarak görev yaptığı sırada,
tanrıça Iuno’yu öfkelendirdiği ve bu nedenle Cannae’da yenildiğine inanıldığını belirtmiştir (1.1.16).
ilk önce saldırı emrini vermek ister, ancak Paullus biraz daha beklemekten yanadır.
Auspicium’a başvurur ve bu amaçla getirilen tavukların önlerine atılan yemleri
yemeyi reddetmesi üzerine, Varro’ya bir adam göndererek durumu bildirir.
Varro’nun bu habere canı sıkılır, ancak Claudius Pulcher ve Flaminius’un başına
gelenleri hatırladığı için, tanrıların iradesine karşı çıkarak saldırıya geçmeyi
düşünmez. Saldırıdan vazgeçildikten kısa bir süre sonra, iki kişi gelir ve Hannibal’in
tuzak kurduğunu bildirir. Yani, consul’ler tanrıların iradesine saygı gösterdikleri için,
hem kendilerini hem de ordularını olası bir felaketten kurtarmışlardır.’ Livius bu
olaylardan çıkardığı sonucu “di prope ipsi eo die magis distulere quam prohibuere
imminentem pestem Romanis” sözüyle ifade etmiştir; “O gün bizzat tanrılar,
Romalıları bekleyen felaketi engellememişler, yalnızca ertelemişlerdir.”
Cannae savaşı öncesi Roma ordusunun Hannibal’inkinin iki katı olması
şüphesiz aceleyle girişilecek bir meydan savaşını daha cazip kılmış olabilir. Ancak
Fabius gibi Trasimenus gölünde yaşanan savaştan ders alanlar ve Hannibal’in
uyguladığı savaş taktiklerini bilenler oyalama taktiğine başvurmuşlardır. Şüphesiz
Cannae’da alınan ikinci yenilgi Fabius’un izlediği stratejinin daha doğru olduğunu
kanıtlamış ve siyasi alandaki etkinliğini arttırmış görünmektedir. Uzun yıllardır
yürüttüğü augur’luk görevine ek olarak, İ.Ö.216 yılında, savaşta ölen Aemilius
Paullus’un yerine pontifex seçilmiş, İ.Ö.215 ve 214 yılında arka arkaya iki kez consul
olmuştur. Bu seçimlerde Fabius’un rahiplik yetkilerini siyasi çıkar amaçlı kullanıp
kullanmadığı günümüzde de tartışılmaya devam etmektedir. Ancak biz bu
tartışmalardan söz etmeden önce, Eskiçağ tarih yazarlarının konuyla ilgili
aktardıklarına kısaca değineceğiz.
Livius olayı şöyle aktarmıştır (23.31.7-14); ‘215 yılı için L.Postumius
Albinus (patricius) ve Tiberius Sempronius Gracchus (plebs) consul seçilmiş ve
görevlerine başlamışlardı (23.24.1-3). L.Postumius Albinus kısa bir süre sonra Gal
kabilelerine yenik düşüp öldürülünce, yerine bir consul seçilmesi (consul suffectus)
gerekmiştir. İnsanlar (homines), Nola’da Hannibal’e karşı verdiği başarılı mücadele
nedeniyle, M.Claudius Marcellus’un consul olmasını istemişlerdir. Ancak Marcellus
seçimin yaklaştığı bir sırada, orduları değiştirme bahanesiyle Campania’ya
gönderilince (23.31.5-6), senatus içinde mırıldanmalar başlamıştır. Bunun üzerine
seçimi yürütmekle görevli consul Tiberius Sempronius Gracchus, devletin içinde
bulunduğu kritik durumun böyle bir görevlendirmeyi zorunlu kıldığını ve Marcellus
kendisine verilen görevi tamamlayıp geri dönene kadar, iyi niyet göstergesi olarak
seçimlerin yapılmayacağını bildirmiştir. O, Roma’ya döner dönmez de, seçimlerin
yapılması emredilmiştir. Yapılan seçim sonucunda M.Claudius Marcellus büyük bir
çoğunlukla (ingenti consensu) consul seçilmiştir. Ancak tam görevine başlayacağı
sırada gök gürültüsü duyulur. Senatus augur’lar kuruluna danışır, onlar da verdikleri
yanıtta, Marcellus’un seçiminde dini bir kusur (vitio creati) varmış gibi
göründüğünü, başka bir deyişle, tanrının bu seçimi onaylamadığını ilan ederler. Daha
sonra patres, aynı anda plebs kökenli iki consul seçilmesini tanrıların onaylamadığı
söylentisini halk arasında yayarlar. Marcellus bu karara hiç itiraz etmeden uyar ve
görevinden ayrılır, yerine deneyimli augur Q.Fabius Maximus consul seçilir.’
Plutarkhos’a göre M. Claudius Marcellus’un Nola’da kazandığı başarı, birbiri
ardına aldıkları yenilgilerden sonra, Romalıları cesaretlendirmiş, karşı konulamaz
düşmanla
değil,
kendileri
gibi
yenilebilecek
bir
düşmanla
savaştıklarını
düşünmelerine ve böylece morallerinin biraz olsun yükselmesine neden olmuştur
(Marc.11.4). Ancak Plutarkhos seçimle ilgili olayları Livius’a göre daha halk yanlısı
bir biçimde aktarmıştır (Marc.12.1): ‘…kazandığı başarılar nedeniyle halk meclisi
(δῆμος), Marcellus’u ölen consul’un yerine geçmesi için Roma’ya çağırmıştır.
Magistratus’ların karşı koymasına rağmen, o seferden gelene kadar seçimleri
ertelemiştir (…βίᾳ τῶν ἀρχόντων355 ὑπερέθετο τὴν κατάστασιν, ἕως ἐκεῖνος ἦλθεν
ἀπὸ τοῦ στρατοπέδου.) O Roma’ya döner dönmez, seçimler yapılmış ve Marcellus
oyların tümünü (πάσαις… ταῖς ψήφοις) alarak consul seçilmiştir. Gök gürültüsü
duyulduğunun söylenmesi üzerine, Marcellus görevden ayrılmıştır. Askeri yetkileri
elinden alınmamış, proconsul ilan edildikten sonra, Nola’ya ordusunun yanına
dönmüştür.’
215 yılı seçimleri diğer bir kaynak olan Fasti Capitolini’de de şu biçimde not
edilmiştir:
“Ti(berius) Sempronius Ti(beri) f(ilius) Ti(beri) n(epos)
Gracch(us) L(ucius) Postumius A(uli) f(ilius) A(uli) n(epos) Albinus III
/ [hi]c in praetura in Gall(ia) occis(us) / est quod antequam ciretur / in
eius l(ocum) f(actus) [e(st)] / [M(arcus) Claudius M(arci) f(ilius)
M(arci) n(epos) Marcellus II] / [vitio factus abd(icavit) in e(ius)
l(ocum)] / [f(actus)] est / Q(uintus) Fabius Q(uinti) f(ilius) Q(uinti)
n(epos) Maxim(us) Verruc(ossus) III”356.
Bu ifadeden de anladığımız kadarıyla 215 yılı için Tib. Sempronius Gracchus
ve Postumius Albinus consul seçilmişler, ancak Postimus Albinus Gallia’da
öldürülünce (yazıt, consul seçildiği haberi kendisine verilmeden önce, praetor’luk
görevinde yaşamını yitirdiğini belirtmektedir.), yerine Marcus Claudius Marcellus
355
Burada “ἄρχων” sözcüğü Latince magistratus karşılığı olarak kullanılmıştır. Zira aynı paragrafa
baktığımızda Plutarkhos’un Latince consul karşılığında “ὕπατος” sözcüğünü kullandığını görürüz.
356
Degrassi, A., Inscriptiones Italiae, Vol. 13: Fasti et Elogia, Fasc. 1: Fasti Consulares et
Triumphales, s.46-47.
seçilmiştir. Marcellus’un seçiminde de dini açıdan bir kusur bulunduğu için, yerine
Quintus Fabius Maximus Verrucossus seçilmiştir. Eskiçağ kaynaklarının 215 yılı
için yapılan consul seçimlerle ilgili aktardıkları bunlardır.
İ.Ö.215
yılı
seçimlerinde
yaşananları
teknik
açıdan
şu
biçimde
değerlendirebiliriz; O gece, hayatta olan tek consul Tiberius Sempronius Gracchus,
Capitolium tepesine çıkmış, tanrının yapılacak olan seçime onay verip vermediğini
kuşların uçuşuna bakarak (auspicia impetrativa) değerlendirmiş olmalıdır. Ertesi gün
oylamaya geçildiğine göre, tanrının seçime izin verdiğinin düşünülmesine yol açan
bir işaret görülmüş ya da en azından olumsuz bir işaret meydana gelmemiştir.
Eskiçağ kaynaklarında buna ilişkin herhangi bir kayıt olmamasına karşın, o günün
sabahında seçime geçilmesi bu görüşümüzün doğru olduğunu göstermektedir. Hem
Plutarkhos hem de Livius’un aktardığına göre, M. Claudius Marcellus oyların
neredeyse tümünü alarak yeni consul seçilmiştir. Bu yazarların aktardıkları da Fasti
ile uyum göstermektedir. Marcellus göreve başlayacağı sırada357 (cui ineunti
consulatum), gök gürlemiştir. Romalıların inancına göre bu gök gürültüsü, tanrının
bir şeylerden hoşnut olmadığını gösteren bir işarettir (auspicia oblativa). Livius’un
kullandığı “vocati augures” sözcüğü konunun önce senatus’da görüşüldüğünü, daha
sonra, soruna açıklık getirmeleri için augur’lar kurulunun görevlendirildiğini
göstermektedir. Kurul konuyu görüştükten sonra, senatus’a verdiği yanıtta
(responsa), Marcellus’un seçiminde bir hata varmış gibi göründüğünü (vitio creatum
videri) belirtmiştir. Livius’un bu kararı aktarırken kullandığı “videri” sözcüğü ve
Plutharkhos’un “rahipler halktan çekindikleri için Marcellus’un seçilmesini açık bir
357
Consul suffectus olduğu için en kısa sürede göreve başlaması gerekmektedir.
biçimde engellemekte tereddüt ettiler” tümcesi358 augur’ların bu kararı alırken
oldukça zorlandıkları kanısını uyandırmaktadır. Bu düşünceyi destekleyebilecek
birkaç neden daha olabileceği görüşündeyiz. Öncelikle Marcellus’un kendisinin de
kurulun bir üyesi olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Buna ek olarak, Cicero’nun
aktardıkları doğruysa (Fam.3.10.9), augur’luk görevine seçilme koşullarından biri
de, kuruldaki üyelerden herhangi biriyle kişisel bir düşmanlığın olmamasıdır.
Dolayısıyla Marcellus’un kuruldan biriyle kişisel düşmanlığının olduğunu söylemek
güçtür.
Günümüz bilim adamlarından bazıları359 augur’lar kurulunun aldığı bu
kararın arkasında yine en yaşlı üye olarak kurulu yönlendiren ve bu karardan
doğrudan yarar gören Q. Fabius Maximus olduğu görüşündedirler360. Scullard,
Marcellus’un bu karara itiraz etmemesine şöyle bir açıklama getirmiştir: Ailesi plebs
kökenli olan Marcellus, patricius olan Claudia soyunun değil, Fabia soyunun
yandaşıydı ve bu iki adam arasında özel bir anlaşma vardı; Fabius’un sonradan
Marcellus’u hileyle 214 yılı consul’u seçtirmesi bu varsayımı daha anlaşılır
kılmaktadır; Dolayısıyla Marcellus’un görevden ayrılması, halkın ateşli isteklerini
yumuşatmak amacıyla Fabius-Marcellus arasındaki bir anlaşmanın sonucunda
gerçekleşmiş olabilir; Aynı anda plebs kökenli iki consul seçilmesinin ardından
şimşek çakması Fabius ve yandaşlarına augur’lar kurulu aracılığıyla buna itiraz etme
ve patricius kökenli bir consul’e yer açma fırsatını vermiştir.
358
Marc.1.12; “…τῶν ἱερέων οὐκ αἴσιον τιθεμένων τὸ σημεῖον, ἐμφανῶς δὲ κωλύειν ὀκνούντων καὶ
δεδιότων τὸν δῆμον, αὐτὸς ἐξωμόσατο τὴν ἀρχήν”
359
Münzer, F., Römische Adelsparteien und Adelsfamilien, s.74; Scullard, H. H., Roman Politics, 220-
150 B.C, s.58; Briscoe, J., “The Second Punic War”, (ed.) Astin, A. E., Cambridge Ancient History 8,
Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s.70.
360
Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.58; Briscoe, J., “The Second Punic War”, s.70.
Bazı araştırmacılar ise Fabius’un kendi çıkarları için augur’lar kurulunu
yönlendirdiği görüşüne karşı çıkmıştır. Örneğin Develin, bu savlarda kuşku
duyulabilecek pek çok nokta olduğunu şu biçimde açıklar:361 ‘Fabius bu tür hilelere
başvurmuş olsaydı, bunun diğer augur’ların ve soyluların gözünden kaçma olasılığı
çok azdı; ayrıca, Fabius’un hatayı ortaya çıkaran, yani şimşek çaktığını söyleyerek
seçime itiraz eden augur olduğuna ilişkin belirgin bir kanıt da yoktur; Marcellus’un
yerine patricius kökenli biri seçilecekti ve Fabius açık bir tercihti;…olayları siyasi
açıdan değerlendirip, tekrar yapılandırma çabaları Fabius’u, etkinliği (auctoritas)
şüphe götürmez olmasına karşın, augur’lukla ilgili işleri kontrol ediyormuş gibi bir
konuma yükseltmiş görünmektedir; Buna inanmak güçtür. Düşüncesinin kurul içinde
bir ağırlığı olduğunu kabul etsek bile, gerekçesinin ne olduğu konusunda kuşku
duyamayız; …O sırada, devletin çıkarlarının ön planda tutulduğu, yalnızca iyi
komutanlara değil, tanrılarla iyi ilişkilere de sahip olmayı gerektiren bir dönem
yaşanıyordu; Dini kötüye kullanmaya zaman yoktu ve bu tür bir davranış hoş
görülemezdi; Tanrıları gücendirme riski, Hannibal’in Roma’yı tehdit ettiği bir
zamanda, göz ardı edilmemeliydi.’
Münzer ve Scullard haklı olarak, augur’lar kurulu kararıyla “vitio creati” ilan
edilen adayların362 yerine, çoğu kez Q.Fabius Maximus’un seçilmesini göz önüne
alarak, bu kararlardan hep Fabius’un kazanç sağladığını, dolayısıyla bu kararların
ardındaki kişinin Fabius olduğunu söylemişlerdir. Bu büyük oranda doğru bir
saptamadır. Ancak 215 yılındaki karar nedeniyle görevinden ayrılmak zorunda kalan,
Marcellus da bir augur’dur. Üstelik daha önce İ.Ö.223 yılında “vitio creati” ilan
361
Develin, R., “Religion and Politics at Rome during the Third Century BC”: s.15-16.
362
İ.Ö. 231 yılında censor’lar T.Manlius Torquatus ve Q. Fulvius Flaccus; 215 yılında consul M.
Claudius Marcellus .
edilen C.Flaminius ve P.Furius’un yerine consul seçildiği unutulmamalıdır363.
Develin bir konuda haklı gibi görünmektedir. Çünkü, antik kaynaklarda, augur’lar
kurulunun aldığı kararın ardındaki kişinin Fabius olduğunu gösteren herhangi bir
kayıt bulunmamaktadır. Ancak aynı kaynaklarda Fabius Maximus’un o yıllarda
Roma siyasetinde oldukça etkili olduğuna ve zaman zaman siyasi yaşamı
yönlendirdiğine ilişkin ifadelere de rastlanmaktadır. İ.Ö.214 yılı için yapılan
seçimlerle ilgili tartışmalar buna güzel bir örnektir.
Fabius Maximus bir önceki yılın, İ.Ö.215 yılının consul’ü (consul suffecus)
olarak seçimlere başkanlık etmiştir. Livius gelişen olayları şöyle aktarır (Liv.24.7.1224.9.5).: Seçimlerde ilk oyu veren centuria Aniensis’in gençleri, Titus Otacilius ve
Marcus Aemilius Regillus’u consul seçince, Fabius Maximus bu durumu eleştiren bir
konuşma yapar. Savaş tecrübesi bakımından Hannibal’e denk, onunla mücadele
edebilecek yeterlikte bir komutan seçilmesini ister. Ona göre, ilk oyu vererek seçimi
başlatan centuria’nın consul olarak yeğlediği kişiler, bu niteliklere sahip değillerdir.
Fabius’un adaylardan biri olan M.Aemilius Regillus’a itiraz etme nedenini ise şu
biçimde anlatır (Liv.24.8.10)364: M. Aemilius Regillus flamen Quirinalis’tir365;
Orduya komuta etmek için kentten ayrılması tanrıya karşı sorumluluğunu
aksatacaktır; Dini görevlerini yerine getirmek için kentte kaldığında ise savaşla
ilgilenemeyecektir; Dolayısıyla iki görevi aynı anda yerine getirmesi olanaksızdır.
Fabius, öteki aday Titus Otacilius’a da akrabası olmasına karşın askeri yetenek
bakımından yetersiz olduğunu söyleyerek karşı çıkmıştır (Liv.24.8.11-20). Çünkü,
363
bkz.s.104
364
“M. Aemilius Regillus flamen est Quirinalis, quem neque mittere a sacris neque retinere possumus
ut non deum aut belli deseramus curam.”
365
Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.305.’te
Aemilius Regillus’un flamen Martialis olduğunu ve Livius’un hata yaptığını belirtmiştir.
215 yılında bir donanma oluşturulmuş, bu donanmanın komutanlığına getirilen Titus
Otacilius’a üç görev verilmiştir. Afrika kıyılarını yağmalamak, İtalya sahillerini
güven içinde tutmak ve Kartaca’dan Hannibal’e deniz yoluyla yardımcı kuvvet ve
erzak ulaştırılmasını engellemek. Ancak Fabius’a göre Titus Otacilius bu
görevlerden hiçbirini başaramamıştır. Son olarak Trasimenus ve Cannae savaşını
hatırlatarak, askeri yetenek ve auspicium bakımından daha yeterli iki consul
seçmeleri için halkı uyarır ve ilk oyu veren centuria’nın tekrar oy kullanmak için
çağırılmasını istemiştir.
Livius’un aktardığına göre bu arada Titus Otacilius bağırarak, Fabius
Maximus’un consul’lüğünü devam ettirmek istediğini ve bu nedenle böyle
konuştuğunu söyler. Bunun üzerine consul Fabius Maximus lictor’lara Otacilius’un
yanına gitmelerini emreder ve Otacilius’u fasces’in hala baltalarla birlikte taşındığını
söyleyerek tehdit eder366. Tekrarlanan seçim sonucunda Q.Fabius Maximus ve M.
Claudius Marcellus consul seçilirler367. Ancak zaman, Otacilius’un Fabius’u
suçlamasında çok da haksız olmadığını göstermiştir. Çünkü İ.Ö.214 yılında askeri
yetenek ve auspicium bakımından yeterli olmadığını ileri sürerek Otacilius’a karşı
çıkan Fabius, yine seçimlere başkanlık ettiği ertesi yıl, yani 213’te, öz oğlu consul
seçilince, askeri yetenek ve siyasi kariyer bakımından Otacilius’tan çok daha yetersiz
366
Savaşta consul’ün mutlak otoritesini simgeleyen fasces içinde yer alan baltalar, magistratus kente
girdiğinde verdiği kararların temyize açık olduğunu göstermek için çubuk demetinden çıkarılırdı.
Ancak Fabius Maximus savaş alanından doğruca seçim meydanına geldiği için bu baltalar hala
durmaktadır.
367
Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.58.’de o yıl Marcellus’un consul seçilmesinin bir
önceki yılın telafisi olduğunu belirtir. Develin, R., “Religion and Politics at Rome during the Third
Century BC”: s.15. ‘te bu görüşe şiddetle karşı çıkmıştır.
olmasına karşın, sesini çıkarmamıştır. Oysa Hannibal hala Roma’yı tehdit
etmektedir368.
Scullard’ın belirttiği gibi Fabius ve Marcellus arasında bir anlaşma yapılmış
olabilir. Çünkü Marcellus İ.Ö.216 yılından itibaren Nola’da Hannibal’e karşı
başarıyla mücadele etmekteydi. Ertesi yıl consul seçildiği takdirde, komuta ettiği
orduyu değiştirmesi gerekecek, bunun yanı sıra Nola’da, Hannibal’in karşısına
kurulmuş cephe için, kendisi kadar deneyimli olmayan yeni bir komutan atanacaktı.
Böyle bir değişimin Nola’da yürütülen direnişi zayıflatacağı düşünülmüş olabilir.
Nitekim, olaylı geçen seçimlerin hemen ardından Marcellus’un proconsul yetkisiyle
Nola’ya tekrar gönderilmesi bu olasılığı kuvvetlendirmektedir. Ancak Eskiçağ
kaynaklarında bu varsayımları destekleyecek kanıt bulunmamaktadır. Bize göre,
Romalılar, auspicia oblativa türlerinden biri sayılan gökgürültüsünü tanrının
yapılmakta olan işi onaylamadığını gösteren en belirgin işaretlerden biri olarak kabul
etmiştir369. Onlara göre tanrının onaylamadığı bir işi sürdürme olasılığı yoktur.
P.Claudius Pulcher’in ve C.Flaminius’un tanrının isteklerine uymadıkları için,
savaşta yenildiklerine karar verilmesinin ardından çok kısa bir süre geçmiştir.
Bununla birlikte, Livius’un da dediği gibi çok iyi bir komutan ve deneyimli bir augur
368
Plutarkhos’un 214 yılı seçimleriyle ilgili aktardıkları Livius’unkinden oldukça farklıdır. İlk
oylamadan ve Fabius’un karşı çıktığı consul adaylarından hiç söz etmediğini görürüz. Plutarkhos’a
göre (Marc.9; Fab. 19), Fabius Maximus Verrucosus ve M.Claudius Marcellus’un 214 yılı için
birlikte consul seçilmeleri, Hannibal’e karşı savaşın yürütülmesi konusunda halkın tercihini
yansıtıyordu. Çünkü insanlar Fabius’u savunma taktikleri, Marcellus’u ise saldırı taktikleri
bakımından başarılı buluyordu. Bu nedenle iki komutanın birbirlerine üstün yeteneklerini birleştirmek
amacıyla ikisini bazen aynı anda consul seçmişler, bazen de dönüşümlü olarak consul ve proconsul
seçerek savaş alanına göndermişlerdi. Plutarkhos, Poseidonius’tan alıntı yaparak, Romalıların
Fabius’u kalkan, Marcellus’u ise kılıç olarak adlandırdıklarını aktarmıştır.
369
Cic. Phil.5.7; “Iove enim tonante cum populo agi non esse fas quis ignorat?” ; Div.2.42; “Iove
tonante, fulgurante comitia populi habere nefas.”
olan Marcellus’un consul seçilmesi, neredeyse herkes tarafından arzu edilmiş
olabilir. Eğer söz konusu olumsuz işaret auspicia impetrativa olsaydı, augur’lar
dışında hiç kimse kuşların uçuşunun nasıl değerlendirildiği konusunda bilgi sahibi
olamayacağı için, onlar da belki bu olumsuz işareti görmezden gelebilir, halktan
saklayabilirlerdi. Sonuçta her ne kadar savaş alanındaki auspicium’larla da ilgili olsa
Cicero’nun Marcellus’a atfederek dile getirdiği “ si quando rem agere velet, ne
impediretur auspiciis, lectica operta facere iter se solere” sözü370 sık sık
Marcellus’un kendisinin de bu tür hilelere başvurduğu düşüncesini desteklemektedir.
Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, söz konusu olumsuz işaretin gök gürültüsü
olduğudur. Bu olumsuz işareti, kapalı bir tahtırevan içinde dolaşarak görmezden
gelmek ya da halktan gizlemek mümkün değildir. İnsanlar kuşların uçuşunu
gözlemlemenin teknik ayrıntıları konusunda bilgi sahibi olmayabilir, ancak hepsi,
resmi bir iş görülürken, gök gürlemesinin, tanrının yapılan işten hoşnut olmadığı
anlamına geldiğini bilirler. Bu nedenle senator’lerin ve augur’lar kurulunun, çok
istekli olsalar bile, Marcellus’un görevine devam etmesini sağlamaları zor
görünmektedir. Ancak bu olumsuz işareti Marcellus’un şahsına zarar vermeden
açıklayabilirlerdi. Livius’un aktardığı “volgoque patres ita fama ferebant, quod tum
primum duo plebeii consules facti essent, id deis cordi non esse.” “patres, ilk kez iki
plebs consul seçilince, tanrıların bundan hoşlanmadığı söylentisini halk arasında
yaydılar” tümcesi bu tür bir açıklama yolu olabilir. Ertesi yıl Marcellus’un consul
yapılması bu haksızlığın bir tür onarımı gibi görünmektedir.
Öte yandan bu açıklama başka bir anlama da gelebilir. Patres iki plebs’in
aynı anda consul seçilmesinden gerçekten hoşlanmamış olabilir. Çünkü İ.Ö.342
370
Cic. Div.2.77
yılından o güne kadar genelde consul’lerden biri patricius, biri de plebs sınıfından
seçilmiştir. Şüphesiz bu bir yasa değildir, ancak 172 yıl boyunca uygulama bu
biçimde olmuş, zamanla gelenek haline gelmiştir. 215 yılında plebs olan Tib.
Sempronius Gracchus ve M. Claudius Marcellus’un consul seçilmesi bu geleneğin
sona ermesi demektir. Dolayısıyla patres yasayla değil, ama gelenek gereği kendi
hakkı olduğunu düşündüğü consul’lüklerden birini plebs sınıfına kaptırmak
istememiş olabilir. Eskiden yalnızca patricius sınıfından kişilerin seçilebildiği curio
maximus’luk görevine, İ.Ö.209 yılında ilk kez plebs kökenli C.Mamilius Atellus
seçildiği zaman gösterilen tepki, patricius kökenlilerin kendi ayrıcalıkları olan
görevleri plebs’lere kaptırmak istemedikleri savını desteklemektedir371. Öte yandan
İ.Ö.172 yılında aynı anda plebs kökenli iki consul seçildiği zaman, hiçbir tepki
gösterilmemesi, daha doğru bir deyişle bu seçime itiraz edildiğine ilişkin hiçbir kayıt
olmaması, aynı savın doğruluk payını azaltmaktadır.
İ.Ö.3.yüzyılın sonunda augur’lar kurulunun sıra dışı sayılabilecek bir
kararına daha rastlıyoruz. Livius bu olayı şöyle aktarmıştır (30.39.8):
“P. Aelius Tubero et L. Laetorius aediles plebis vitio creati
magistratu se abdicaverunt, cum ludos ludorumque causa epulum Iovi
fecissent et signa tria ex multaticio argento facta in Capitolio posuissent.
Ceralia ludos dictator et magister equitum ex senatus consulto fecerunt.”
Livius’un burada kullandığı “vitio creati magistratu se abdicaverunt” tümcesi
kararın augur’lar kurulu tarafından alındığını, Aelius Tubero ve L.Laetorius’un
seçiminde auspicium’la ilgili bir sorun olduğunu göstermektedir. Ne yazık ki, bu
konuda tek kaynağımız olan Livius kurulun hangi olumsuz işaret nedeniyle böyle bir
371
Liv.27.8.1-3.
karar aldığını belirtmemiştir. Ancak kullandığı sözcüklerden bir sonuca varmak
olasıdır. Öncelikle Livius, bu iki magistratus’un, plebs oyunlarını (Ludi Plebeii) ve
bununla bağlantılı olarak Iuppiter için düzenlenen şöleni gerçekleştirdiklerini,
Capitolium
tepesine
üç
gümüş
heykel
diktiklerini
söylemiştir.
O
halde
magistratus’ların görevden ayrılmasına neden olan kusur, magistratus’lar senatus
kararıyla göreve başladıktan sonra gerçekleşmiş olmalıdır. Bu da augur’lar
kurulunun aldığı kararın auspicia impetrativa ile ilgili olmadığını gösterir. O halde
magistratus’ların görevden ayrılmasına neden olan olumsuz işaret auspicia oblativa
olmalıdır. Burada asıl ilginç olan, kararın neden dolayı alındığı değil, kime karşı
alındığıdır. Zira, Livius’un aktardığına göre, P.Aelius Tubero ve L.Laetorius aedilis
plebis, yani plebs magistratus’larıdır. Roma tarihinde o ana kadar augur’lar
kurulunun yanlızca plebs kökenlilerin seçilebildiği magistratus’luklara ilişkin karar
aldığı, onlar üzerinde yaptırım hakkı olduğu başka bir olaya rastlamıyoruz.
Bize göre augur’lar kurulunun bu dönemde aldığı kararları yalnızca dini
geleneklere, savaş stresine ve Hannibal’in Roma üzerinde kurduğu baskıya
bağlayarak, dinin politik amaçlı kullanılmadığını ileri sürmek, dinle ilgili bu
kararlara itiraz edenlerin görüşlerini yok saymak anlamına gelmektedir. Çünkü savaş,
Hannibal ve sonunda yok olma tehdidi, bu kararları alanların üzerinde ne kadar baskı
yarattıysa, bunlara itiraz edenlerin üzerinde de aynı ölçüde baskı yaratmış olmalıdır.
Öte yandan yalnızca bu kararlara itiraz edenlerin görüşlerinden yola çıkarak,
augur’lar kurulunun bu kararlarından Fabius’un sürekli kazançlı çıktığını, dolayısıyla
augur’lar kurulunu kişisel çıkarı için kullandığını ileri sürmek de pek inandırıcı
görünmemektedir. Zira bu düşünce, ne Livius’un ne Plutarkhos’un ne de diğer antik
kaynakların Fabius için çizmiş olduğu kişiliğe uymaktadır. O halde söz konusu
kararlar ve bunlara yapılan itirazlar nasıl değerlendirilmelidir?
Augur’lar kurulu üyeleri yalnızca tanrılarla toplum arasındaki ilişkinin doğru
bir biçimde yürümesini gözeten din adamları değillerdir. Daha önce belirttiğimiz gibi
eskiçağ devletlerinin pek çoğunda görülmeyen bir biçimde, bu kurul üyeleri aynı
zamanda aktif siyasetin içinde doğrudan yer alırlar. Kentin kutsal yaşamına yön
verdikleri gibi, siyasal yaşamına da yön verirler. Şüphesiz, hepsinin Roma’nın
esenliğine ilişkin kendi siyasi görüşleri vardır ve dinle ilgili kararlar verirken, bu
siyasi kimliklerini bir kenara bıraktıklarını düşünemeyiz. Dolayısıyla, bu dönemde
alınan kararların ve buna yapılan itirazların, kişisel çıkardan çok, Roma’nın esenliği
için hangi politikaların izlenmesi gerektiğine ilişkin nobilitas içinde yaşanan fikir
ayrılıklarıyla ilgili olduğunu düşünmek daha doğru görünmektedir. Örneğin İ.Ö.231
ve 223’te alınan kararlar ve buna yapılan itirazlar Roma’nın kuzey sınırı konusunda
nobilitas içinde yer alan iki karşıt görüşle yakından ilgilidir. Bir grup ager
Gallicus’un askeri strateji bakımından alınması gerektiğini savunurken, augur’lar
kurulunun da – tamamı olmasa bile çoğunluğu - içinde yer aldığı diğer grup buna
karşı çıkmıştır372. İ.Ö. 217 ve 216 yılında alınan kararlar ise Hannibal’e karşı hangi
politikaların izleneceğine ilişkin yaşanan tartışmalarla ilişkilendirilebilir. Daha önce
belirttiğimiz gibi, kurul üyelerinin büyük bir kısmının yer aldığı grup, Hannibal’e
karşı oyalama taktiklerini yeğlerken, bu kararlara itiraz eden öteki kesim, daha
saldırgan, daha atak politikalar izlenmesi gerektiğini savunmuştur. Sonuç olarak şu
düşünceyi savunabiliriz: Kurul kararlarını yalnızca savaş, Hannibal ya da dini
geleneklere bağlayarak dinin politikada bir araç olarak kullanılmadığını ileri sürmek
372
bkz. s.102 dipnot 322
ya da yalnızca bu kararlara itiraz eden kişilerin görüşlerinden yola çıkarak dinin
kişisel çıkar amaçlı kullanıldığını savunmak, iki karşıt görüşten bir tarafı haklı
görmek anlamına gelen bir tutum takınmak demektir. Bize göre kanıtların yeterince
kesin olmadığı bu tür bir durumda nobilitas ya da karşıt gruptan birini savunmak
yerine,
zıt
kesimlerin
koşullar
uyarınca
uygulamak
istedikleri
stratejileri
değerlendirerek sonuca gitmenin yeterli olabileceği görüşündeyiz. Bir yanda,
augur’lar kurulu üyeleri dini ve siyaseti gerçekten devletin menfaati için en uygun
gördükleri biçimde kullanarak karar vermiş gibi görünmektedirler. Öte yandan,
onların aksini düşünen, devletin menfaatinin başka politikalara ve stratejilere bağlı
olduğuna inanan ve bu kararlardan etkilenen karşıt kesim ise, söz konusu kararların
kendilerini engellenmeye yönelik olduğunu, dolayısıyla dinin politik amaçlı olarak
kullanıldığını ileri sürmüştür.
Livius’un İ.Ö.176 yılına ilişkin aktardığı bir olay, magistratus’ların nobilitas
içinden yeterince destek gördükleri zaman, tanrı onayı konusundaki engelleri daha
kolay aşabildiklerini göstermektedir. Söz konusu olay, zamanca ve içinde yer alan
kişiler bakımından İ.Ö.3. yüzyılın son çeyreğinde görülenlerden farklı olsa da, siyasi
eğilimlerin tanrı onayı konusunda ne kadar etkili olduğunu anlamamızı sağlayacaktır.
Livius olayın gelişimini özetle şöyle aktarır (41.14.7- 41.15.5): ‘176 yılı için consul
seçilen Gnaeus Cornelius Hispallus ve Quintus Petilius görevlerine başlayacakları
gün, adet olduğu üzere Iuppiter’e birer öküz kurban etmişlerdir. Ancak Quintus
Petilius’un kestiği kurbanın karaciğerinin başı bulunamadığı senatus’a bildirilmiştir
(in iocinere caput non inventum). Senatus, Q. Petilius’a uygun işaretleri daha fazla
kurban keserek aramasını emreder. Ardından consul’lerin gidecekleri eyaletlerin
belirlenmesi için görüşmeler başlar. Bu görüşmeler sırasında, kurban kesmekle
görevli olan kişi (victimarii), o sırada senatus’daki görüşmelere katılan consul
Gnaeus Cornelius’a kesmiş olduğu boğanın karaciğerinin eridiğini söyler. Gnaeus
Cornelius bunu senator’lere bildirir. Senator’ler bu olayın şaşkınlığını henüz
üzerlerinden atamamışken, diğer consul Q. Petilius üç boğa kestiğini, ancak hala
uygun bir işaret bulamadığını söyler. Bu olay karşısında senatus, Petilius’un aslında
diğer tanrılar için uygun işaretleri bulduğunu, yalnızca tanrı Salus için uygun
işaretlerin eksik olduğunu ve bunlar bulunana dek, kurban kesmeye devam
edilmesini buyurur. Tanrı onayını gösteren uygun işaretler bulunamamasına karşın,
senatus consul’lerin her birinin hangi eyalete vali olarak gideceğini kurayla belirler.
Daha sonra, consul’lerin göreve başlarken yerine getirmesi gereken
işlemlerden biri olan Latin Festivalinin kutlanmasına geçilir, ancak bu festivalde
gerçekleştirilen kurban töreni sırasında Lanuvium magistratus’u Roma halkı için dua
etmeyi unutunca, durum senatus’a bildirilir. Livius’un aktardığına göre senatus,
konuyla ilgili olarak pontifex kuruluna danışmış, kurul verdiği yanıtta Latin
festivalinin tekrar edilmesi gerektiğini ilan etmiştir. Consul’lerden biri olan Cn.
Cornelius Scipio festivalden dönerken hastalanır ve kısa bir süre sonra yaşamını
yitirir.
Livius’un aktardıklarından consul’lerin görevi üstlenecekleri sırada tanrı
onayı konusunda sorun yaşadıkları anlaşılmaktadır. Ancak bu sorun auspicium ile
değil, ama yerine getirmeleri gereken kurban töreniyle ilgilidir. Senatus, bu konuda
karar vermeye yetkili pontifex kurulunun görüşünü almıştır. Hem senatus hem de
pontifex kurulu görevlerine başlayabilmeleri için consul’lere destek olmuş ve uygun
işaretleri bulana değin kurban kesmeye devam etmelerini buyurmuştur. Consul Cn.
Cornelius Scipio’nun pontifex kurulu üyelerinden biri olmasının belki bu kararda
etkili olduğunu söyleyebiliriz. Sonuçta iki consul’ün de pontifex kuruluyla herhangi
bir sorun yaşamadığı açıkça görülmektedir.
Öte yandan augur’lar kurulunun onlara, özelikle de Q.Petilius’a aynı
hoşgörüyü gösterdiğini söylemek güçtür. Petilius, ölen consul’un yerine Gaius
Valerius Laevinus’u seçtiğini ilan etmiştir373. Fasti Capitolini kayıtları da bunu
doğrulamaktadır374. Ardından Ligurialılarla süregelen savaşın komutasını devralmak
için hızla eyaletine gitmiştir. Livius’un aktardığına göre, Q. Petilius, kendisi
eyaletine varmadan önce, savaşın kazanılmasından ve böyle bir yenginin kendisine
sağlayabileceği onuru kaybetmekten korkmaktadır. Bu nedenle önceki yılın consul’ü
C. Claudius’a bir mektup yazarak, komutası altındaki orduyu kendisine teslim etmek
üzere Galya’ya getirmesini ister. Diğer consul Valerius Laevinus birkaç gün sonra
yanına gelince, hızla savaş alanına giderler. Q.Petilius ilk çarpışmada yaşamını
yitirir, ancak ölümü ordudan saklanır. Roma savaştan galip çıkar.
Livius’un aktardıklarından consul’ün ölümü konusunda sonradan senatus
tarafından bir soruşturma başlatıldığını ve augur’lar kurulunun bu soruşturmada
etkin bir görev aldığını anlıyoruz. Kurul olayın tanıklarını sorgulamış ve şöyle bir
karar vermiştir (41.18.7-8):
“Tum sortiti, quia non ab eadem utrumque parte adgredi hostem
placebat, regiones quas peterent. Valerium auspicato sortitum
constabat, quod in templo fuisset; in Petilio id vitii factum postea
373
Liv.41.17.6: “ Q. Petilius consul collegam, qui extemplo magistratum occiperet, creavit C.
Valerium Laevinum.”
374
Bkz. Degrassi, A., Inscriptiones Italiae, Vol. 13: Fasti et Elogia, Fasc. 1: Fasti Consulares et
Triumphales, s.48-49.: “[Cn(aeus) Cor]nelius C[n(aei)] f(ilius) L(uci) n(epos) Scipio Hispallus / in
mag(istratu) mortuus est in eius / l(ocum) f(actus) e(st) / Q(uintus) Petillius C(ai) f(ilius) Q(uinti)
n(epos) Spurinus in mag(istratu) / postea quam sibi conleg(am) subrog(avit) / occis(us) e(st)/ C(aius)
Valerius M(arci) f(ilius) P(ubli) n(epos) Laevinus.”
augures responderunt, quod extra templum sortem in sitellam † in
templum latam foris ipse oporteret.”
Augur’lar kurulunun kararına göre: iki consul aralarında düşmana kimin
hangi taraftan saldıracağını belirlemek için kura çekmiştir. Valerius’un belirlenen
kutsal alanın içinde (in templo), auspicium’a uygun biçimde kura çektiği
belirtilmiştir. Petilius’un kura çekiminde ise dini açıdan kusur olduğu (in Petilio id
vitii factum) belirtilmektedir. “Quod” bağlacıyla başlayan ve Petilius’un yaptığı
hatanın nedenini açıklayan yan cümle ne yazık ki eksik olduğu için uygun
prosedürün ne olduğunu tahmin etmek zordur. Ancak söz konusu vitium’un kuranın
çekilmesi gereken kutsal alanla ilgili olduğu söylenebilir. Livius’un burada
kullandığı templum sözcüğü consul’ün komuta çadırını ve bu çadırın önündeki,
kurban kesilen, iç organların incelendiği alanı göstermektedir375. Savaştan önce
tavukların yem yemesine bakarak tanrının savaşa onay verip vermediğini araştırma
işi (auspicium ex tripudiis) yine bu alanda yapılmaktadır ve komutanın çadırı
tabernaculum augurale işlevini görmektedir376. Kalan metinden anlaşıldığı kadarıyla
Petilius, kura kâğıdını bu alanın dışında kura kabına koymuş (quos extra templum
sortem in sitellam), bu olumsuz karar da Petilius’un bu davranışına dayanılarak
alınmış görünmektedir. Consul’ün ölümünü soruşturan augur’lar kurulu kutsal
tavuklarla ilgilenen görevliyi dinlemiş ve şu kararı vermiştir (Liv.41.18.14): “Super
tam evidentem tristis ominis eventum etiam ex pullario auditum est vitium in auspicio
fuisse, nec id consulem ignorasse.” Bu karara göre, savaştan önce Petilius’a tanrının
savaşa onay vermediğini gösteren bir işaret olduğu, büyük olasılıkla kafeslerinden
375
376
Linderski, J., “The Augural Law”: s.2174.
Valeton, I.M.J., “De templis Romanis”, Mnemosyne 23 (1895): s.61-64; Linderski, J., “The
Augural Law”: s.2174.
salınan tavukların önlerine atılan yemleri yemediği söylenmiş, ancak consul bu
uyarıyı dikkate almamıştır. Tanrıların iradesini görmezden gelmesinin cezasını
hayatıyla ödediği ileri sürülmüştür. Augur’lar kararlarında Petilius’un tanrıların
iradesine saygı göstermediğini ve bu nedenle cezalandırıldığını belirtmişlerdir.
Görüldüğü üzere augur’lar kurulu Q.Petilius ile ilgili kararlarında pontifex’ler kadar
hoşgörülü davranmamıştır. Bunun nedenini anlayabilmek için dönemin augur’larıyla
Q.Petilius’un ilişkilerine göz atmak yararlı olacaktır.
“Q.Petilius” adına ilk olarak halk temsilcisi olduğu 187 yılında rastlıyoruz.
Livius’un aktardığına göre, annales yazarı Valerius Antias, Petilius’un o yıl P. Scipio
Africanus’u daha sonra da kardeşi Lucius Scipio’yu, Antiochus’tan rüşvet almakla,
ardından da bu parayı zimmetine geçirmekle suçlayarak bunların mahkemeye
verilmesini öngören bir yasa tasarısı sunduğunu belirtmiştir377. Çok sayıda eskiçağ
kaynağı bu olayı doğrulamaktadır378. Aulus Gellius bu suçlamanın arka planında
Scipio Africanus’un siyasi rakibi M. Cato olduğunu söyleyen kişiler bulunduğunu
belirtmiştir379. Plutharkos’a göre de Scipio ailesine yöneltilen suçlamaların perde
arkasında Cato’nun parmağı vardır380. Livius, öteki halk temsilcileri Quintus ve
Lucius Mummius’un Petilius’ların yasa tasarısını veto ettiğini, ancak M. Cato’nun
Mummius’ların gözünü korkutarak vetoyu geri çektirttiğini söylemiştir (38.54.11 377
Liv.38.50.5
378
Polyb.23.14 (isim vermemiştir); Plut. Cat.Mai.,15.1-2; Gell.4.18.7-12 ve 6.19.1-2; App. Syr.40;
Val.Max.3.7.1g. ; Dio fr.63; De vir. ill.49.17; Zonar.9.21
379
Gell.4.18.7-12: “Petilii quidam tribuni plebis a M., ut aiunt, Catone, inimico Scipionis, comparati
in eum atque inmissi desiderabant in senatu instantissime, ut pecuniae Antiochinae praedaeque in eo
bello captae rationem redderet; fuerat enim L. Scipioni Asiatico, fratri suo, imperatori in ea prouincia
legatus.”
380
Plut. Cat.Mai.,15.1-2; “τῆς δὲ πολιτείας φαίνεται τὸ περὶ τὰς κατηγορίας καὶ τοὺς ἐλέγχους τῶν
πονηρῶν μόριον οὐ μικρᾶς ἄξιον σπουδῆς ἡγησάμενος. αὐτός τε γὰρ ἐδίωξε πολλούς, καὶ διώκουσιν
ἑτέροις συνηγωνίσατο, καὶ παρεσκεύασεν ὅλως διώκοντας, ὡς ἐπὶ Σκιπίωνα τοὺς περὶ Πετίλιον.”
12). Eskiçağ yazarlarının bu açıklamaları, Petilius’un Cato’nun yandaşı ve
politikalarının destekçisi olduğunu göstermektedir.
Petilius’un siyasi eğilimini belirledikten sonra, tekrar İ.Ö.176 yılına dönüp
augur’lar kurulu üyelerinin kimler olduğuna bir göz atmak yararlı olabilir. Kurul
üyelerinden biri, Petilius’un suçladığı Scipio Africanus’un oğlu ve Lucius Scipio’nun
yeğeni P. Cornelius Scipio’dur. Bir diğeri, Cato’nun censor olduğu 184 yılında,
aleyhinde sert bir konuşma yaptığı ve senator listesinden adını çıkarttığı T.Quintus
Flamininus’tur381. O dönemde görevde bulunan augur’lardan biri de Tib. Sempronius
Longus’tur. Longus, Cato’nun siyasi alandaki rakiplerinden biridir. Yaşlı Cato’nun
“contra Tiberium Sempronium Gracchum” başlıklı bir konuşmasının bulunması (her
ne kadar günümüze pek bir şey kalmamış olsa da) Tiberius Longus’u da eleştirdiğini
göstermektedir382. Plebs kökenli augur’lardan biri de P.Aelius Paetus’tur. Livius’un
aktardıkları doğruysa, P.Aelius Paetus, Scipio grubunun güçlü bir destekçisidir ve
Scipio Africanus ile dostça ilişkiler kurmuştur383. Petilius ile ilgili kararları alan
augur’lardan bir başkası da L.Aemilius Paullus’tur. Aemilia ailesi ile Cornelia ailesi
arasında gerek evlilik gerekse de evlat edinme yoluyla güçlü bir bağ kurulduğunu
biliyoruz. P.Scipio Africanus’un eşi Aemilia, L.Aemilius Paullus’un kızkardeşidir384.
L. Aemilius Paullus’un oğlu, P. Scipio Aemilianus adından da anlaşılacağı gibi,
sonradan P.Cornelius Scipio tarafından evlat edinilmiştir385. Dolayısıyla L. Aemilius
381
Liv.39.42.5 – 39.43.5.; Plut. Cat.Mai.,17.; Flam.16; bkz. Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150
B.C, s.157 v.d.
382
Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.259 v.d.
383
Liv.32.7.3; ayrıca bkz. Cassola, F., I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C, s.410 v.d; North,
J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second
Punic War to the time of Sulla s.400.
384
bkz.Polyb.31.26.1.
385
bkz. Polyb.31.23.5; Plut. Aem.5.5; Liv.44.44.1-2
Paullus’un Scipio’larla olan aile bağları onun Petilius’a karşı bir tutum izleyebileceği
olasılığını kuvvetlendirmektedir. Plebs kökenli augur’lardan biri olan M.Servilius
Pulex Geminus’un da bu yıllarda Scipio ailesinin politikalarını desteklediği ileri
sürülmektedir386. Kurul üyelerinden biri olan Tib.Sempronius Gracchus bu olaylar
sırasında Roma dışında, Sardinia’dadır387. Diğer üye bir önceki yılın consul’ü,
Petilius’un bir mektup yazarak orduyu Galya’ya getirmesini istediği C. Claudius
Pulcher’dir. Onun siyasi eğilimi konusunda bir şey söylemek güçtür388. Kurulda yer
alan plebs kökenli son üyenin adı ise bilinmemektedir.
Görüldüğü gibi, kurul üyelerinden büyük bir bölümünün Petilius’un ve
yandaşı olduğu Cato’nun politikalarına karşı çıkmış kişilerden oluşması, verdikleri
kararlarda da siyasi eğilimlerinin etkisi olabileceğini düşünmemize neden
olmaktadır. En azından bu kararlarda pontifex’ler kadar hoşgörülü olmadıkları
kesindir. Dini törenler yerine getirilirken, bir ölçüde yanlışlık yapılması doğaldır.
İ.Ö.176 yılında uygun tanrı işaretini bulana kadar kurban kesmeye devam edilmesi
kararı göstermektedir ki, eğer kurul üyeleri magistratus’a karşı ön yargılı değilse,
bazı kusurları görmemezlikten gelebilmektedirler. Pontifex kurulunun aldığı kararlar
bu izlenimi uyandırmaktadır. Ancak augur’lar kurulu kararlarında gördüğümüz gibi,
magistratus ve kurul üyeleri arasında geçmişe dayanan bir düşmanlık ya da siyasi
386
North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of
the Second Punic War to the time of Sulla s.230 ve 400.
387
Liv.41.17.1-4
388
Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.189.’da C.Claudius Pulcher’in Fulvius grubuyla
birlikte hareket ettiğini belirtmektedir. Öte yandan North, J.A, The Interrelation of State Religion and
Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.400.’de
Claudius Pulcher’in de Petilius’a karşı olabileceğini ileri sürmüştür.
rekabet olduğunda, yapılan hatalar küçük bile olsa, aleyhte karar çıkması için yeterli
olabilmektedir.
Öte yandan Petilius’un ölümü rahiplerin siyasi olarak değerlendirilebilecek
başka bir karar almasına neden olmuş görünmektedir. Bu kararı yine Livius’tan
öğreniyoruz (41.18.16): “Periti religionum iurisque publici, quando duo ordinarii
consules eius anni, alter morbo, alter ferro perisset, suffectum consulem negabant
recte comitia habere posse” Bu karar İ.Ö. 176 yılında seçimle işbaşına gelen
consul’lerden biri olan Cn.Cornelius Scipio Hispallus’un hastalık sonucu, diğer
consul Q.Petilius’un ise savaşta öldüğünü, ölen consul’ün yerine atanan kişinin
(consul suffectus), 175 yılı seçimlerini dini kurallara uygun bir biçimde yerine
getiremeyeceğini belirtmektedir.
Bu kararı hangi rahip kurulunun aldığı, ayrıca
Livius’un “periti religionum iurisque publici” ifadesiyle kimleri kastettiği de bir
tartışma konusudur. Bu sorunla ilgili genel eğilim, Livius’un bu deyimi augur’lar
kurulu için kullandığı yönündedir389. Çünkü, söz konusu karar consul suffectus’un
auspicium’a bakma hakkı olup olmadığıyla, dolayısıyla seçimleri dini kurallara
uygun bir biçimde yerine getirip getiremeyeceği ile ilgilidir ve Livius’un kullandığı
“recte” sözcüğü, dini kurallara aykırı anlamına gelen “vitio” sözcüğünün karşıtı
olarak, dini kurallara uygun anlamına gelen augur’lukla ilgili bir terimdir390. Buna ek
olarak, Cicero’nun De divinatione yapıtında “peritus” sözcüğüyle ilgili yaptığı
389
Bkz. Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.189; Linderski, J., “The Augural Law”:
s.2184-2185. Karşıt görüş için bkz. North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in
Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.397.
390
Linderski, J., “The Augural Law”: s.2185.
açıklama da, Livius’un “periti religionum iurisque publici” deyimiyle augur’ları
kastettiği görüşünü desteklemektedir391.
Scullard, augur’ların bu kararını, o sırada siyasal yaşamda etkili olan Fulvius
grubunu denetleme girişimi olarak değerlendirmiştir. Bu grubun augur’lar kurulunda
pek etkili olmadığını ileri sürmüştür392. Bu sav doğal olarak augur’lar kurulunun bu
kararı verirken siyasi dürtülerle hareket ettiği, başka bir deyişle dini yetkilerini siyasi
amaçları doğrultusunda kullandıkları anlamına gelmektedir. Bununla birlikte
Livius’un “Q. Petilius consul collegam… creavit C. Valerium Laevinum” tümcesi,
Valerius Laevinus’un halk tarafından seçilmediği, Petilius’un kendisi tarafından
atandığı izlenimini uyandırmaktadır. Bu varsayımdan yola çıkarak, çoğunluğunu
karşıt görüşten siyasetçilerin oluşturduğu augur’lar kurulunun Petilius’un atadığı
Laevinus’u engellemek istedikleri de söylenebilir. Ancak, Livius’un metninin geri
kalanının eksik olması bu konuda sağlıklı bir değerlendirme yapılmasını oldukça
zorlaştırmaktadır. Çünkü augur’lar kurulunun bu kararı hangi gerekçeyle verdiği, bu
karardan sonra nelerin yaşandığı ve de sorunun nasıl çözüldüğü belli değildir.
Laevinus’un seçimleri dini kurallara uygun bir biçimde gerçekleştiremeyeceği
söylendiğine göre, seçimin yapılabilmesi amacıyla ya interregnum’a gidilmesi ya da
bir dictator atanması (comitia habendi caussa) gerekmektedir. Ancak Livius’ta ve
benzer durumların kaydedildiği Fasti Capitolini’de buna ilişkin hiçbir kayıt yoktur.
Buna karşın Linderski’nin görüşünün doğru olduğunu ve kurul kararının
consul suffectus’un auspicium’a bakma hakkının sınırlarıyla ilgili olduğunu kabul
391
Cic. Div.2.71-72: “Hic apud maiores adhibebatur peritus, nunc quilibet. Peritum autem esse
necesse est eum qui, silentium quid sit, intellegat; id enim silentium dicimus in auspiciis, quod omni
vitio caret. Hoc intellegere perfecti auguris est.”
392
Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.189.
edecek olursak, söz konusu kararın siyasi bir yönünün olduğunu söyleyebiliriz. Bazı
Eskiçağ kaynaklarında bu olaydan yaklaşık olarak 40 yıl önce, augur Q.Fabius
Maximus’un İ.Ö.214 yılı seçimlerini consul suffectus olarak gerçekleştirdiği açıkça
belirtilmiştir393. Eğer consul suffectus’un seçimleri gerçekleştirmek için auspicium’a
bakma hakkı olmadığına ilişkin bir kural olsaydı, aynı kuralın 214 yılında da geçerli
olması gerekirdi. Ancak oldukça ayrıntılı bilgi sahibi olduğumuz 214 yılı
seçimlerinde bununla ilgili hiçbir kayıt bulunmamaktadır. O halde augur’lar kurulu
214 yılında consul suffectus’un auspicium’lara bakma hakkı konusunda sessiz
kalırken, 176 yılında, benzer bir durumda Valerius Laevinus’a neden karşı çıkmıştır?
Şüphesiz iki olayda karar veren augur’lar farklı kişilerdir, olaylar farklı zamanlarda
gerçekleşmiştir. Ancak kurulun belli kuralları varsa, bunların herkes için eşit biçimde
uygulanacağını beklemek de doğaldır. Q. Fabius Maximus’un 214 yılında augur’lar
kurulunun en tecrübeli üyesi olması, Valerius Laevinus’un ise 176 yılında kurulda
görev alan birçok üyenin düşmanı olan Q. Petilius tarafından atanması belki bu
kararlardaki farklılığa bir açıklama getirebilir. Ama bu açıklama da söz konusu iki
kararda kurallardan çok, siyasi görüşlerin ya da kurul üyeleriyle kişisel ilişkilerin
etkili olduğu anlamına gelecektir.
Bununla birlikte 176 yılında kurulun daha önce örneği olmayan yeni bir karar
almış olabileceği de ileri sürülebilir. Ancak bu sav da neden 176 yılında ve neden
özellikle bu olayda böyle bir karar alındığını sormamıza neden olacaktır. Bu sorulara
verilecek yanıtlar, bizi yine Q. Petilius ve Valerius Laevinus’un siyasi görüşlerinden
ya da kurul üyeleriyle kişisel ilişkilerinden başka bir noktaya götürmeyecektir.
393
bkz.s.131 v.d.
Bu yıllarda consul’lerin eyaletlerine gitmek için Roma’dan ayrılırken dini
törenlerin yerine getirilmesiyle ilgili kurallara uyup uymadıkları konusunda,
toplumda ve siyasetçilerde bir titizlik olduğu da görülmektedir. Örneğin kendisi de
bir augur olan İ.Ö.177 yılı consul’u C. Claudius Pulcher komutayı devralmak için
Istria bölgesine gittiğinde, önceki yılın consul’leri M. Iunius Brutus ve A. Manlius
Vulso, gerekli dini törenleri yerine getirmediği gerekçesiyle Claudius’un
imperium’unu reddetmişlerdir394. Bunun üzerine C. Claudius Pulcher, Roma’ya
dönerken görevdeşine önce bir mektup göndermiş ve zaman kaybetmemek için
gerekli törenleri kendisinin yerine onun tamamlamasını istemiştir395. Livius’un
aktardığına göre, Claudius Pulcher daha sonra neredeyse mektubun daha hızlı yol
almış ve Roma’ya gelerek gerekli törenleri kısa bir süre içinde yerine getirip, aynı
hızla tekrar eyaletine dönmüş ve komutayı devralmıştır396.
İ.Ö.168 yılında augur’lar kurulunun benzer bir kararına daha rastlıyoruz. Bu
yıl için consul seçilen L. Aemilius Paullus, bir süredir Yunanistan üzerindeki
hakimiyetini arttıran Perseus’la savaşmak için Macedonia’ya gönderilmiş, öteki
consul C. Licinius Crassus ise Perseus’la yapılacak savaşta gerekli olacak adam ve
araç-gereç desteğini sağlamak için İtalya’da kalmıştır. O yılın sonunda L. Aemilius
Paullus kazandığı yengi nedeniyle büyük bir üne kavuşmuştur. Livius’un aktardığına
göre öteki consul C. Licinius Crassus ise augur’lar kurulunun verdiği bir karar
nedeniyle başarı kazanmasını sağlayacak olanaklardan yoksun kalmıştır. Livius
augur’lar kurulunun verdiği kararı şöyle aktarmaktadır397: “ Iam primum cum
394
Liv.41.10.7
395
Liv.41.10.11
396
Liv. 41.10.12-13
397
Liv.45.12.10
legionibus ad conveniendum diem edixit, non auspicato templum intravit. Vitio diem
dictam esse augures, cum ad eos relatum esset, decreverunt.” Daha önce de
belirttiğimiz gibi normalde sefere çıkacak olan consul ya da komutan auspicium’a
danışmak ve komutasına verilen ordularla buluşmak için bir gün belirlemek
zorundadır. Söz konusu karardan önce Crassus, İ.Ö.168 yılının ilk aylarını Aemilius
Lepidus’un komutası altında, Macedonia’da savaşacak lejyonları toplayarak
geçirmiştir398. Kendisine de iki Roma legion’unun ve 10.600 kişiden oluşan
müttefikler ordusunun komutası verilmiştir399. Kararın içinde geçen “vitio diem
dictam esse” ve “non auspicato templum intravit” tümcelerinden anlaşıldığı
kadarıyla Crassus, toplantı gününü belirlerken bir hata yapmış, auspicium’a
danışmayı unutmuş görünmektedir. Yapmış olduğu bu hata nedeniyle tanrı
onayından yoksun bir biçimde ilan ettiği toplanma günü geçersiz sayılmış, ordulara
komuta etme yetkisi (imperium) elinden alınmış ve kendisine tahsis edilen Roma
legion’ları kent yakınlarında tutulmuştur. Licinius Crassus karardan sonra Gallia
Cisalpina’ya geçmiş ve orada Latin müttefiklerinden oluşan ordusuyla kışı
geçirmiştir.
John North, augur’lar kurulunun aldığı kararlarla bazı siyasi sonuçlar elde
edebildiğini, İ.Ö.168 yılındaki bu olayda elde edilen sonucun ise, Crassus’u
kazanabileceği bir askeri başarı umudundan yoksun bırakmak olduğunu belirtmiştir.
Böyle düşünme nedenlerinden ilkini şu biçimde açıklamıştır400: ‘Kuzey İtalya,
Macedonia savaşı boyunca sakin bir görev yeri gibi görünmektedir. Orada görev alan
398
Liv..44.21.5.-10;
399
Liv.44.21.11
400
North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of
the Second Punic War to the time of Sulla s.411.
consul’ün görevi yöneticilikten çok da öteye geçmemektedir. Doğu’da zafer
kazanmak ve zengin ganimetler elde etme olasılığı varken, Kuzey İtalya’da görev
almayı oldukça sinir bozucu bulan magistratus’lar ve senatus arasında bu yıllarda
defalarca sürtüşme yaşanmıştır401.’ Bu verilerden yola çıkan North, Crassus’un da
senatus ile bir sürtüşme yaşamış olabileceği için, aleyhinde karar alınabileceğini ima
etmektedir. Plutharkhos’un aktardıklarına bakıldığında402, Romalıların Aemilius
Paullus’u, Perseus’a karşı yapılacak savaş için, istemediği halde komutan olarak
atadığı görülmektedir. Aynı biçimde CIL I.2,1 s.194 eulogium XV ‘de Paullus’un bu
göreve atandığı belirtilmektedir. Bu iki kaynağın aktardıkları temel alınarak bir
değerlendirme yapıldığında, Crassus’un bu atamadan rahatsız olabileceği ve Doğu’da
yengi kazanma ve varsıllık elde etme olasılığı varken, Kuzey İtalya’ya atanmasına
içerleyerek senatus’la bir sürtüşme içine girebileceği söylenebilir. Eğer kuraldışı ve
özel bir uygulama ile Galia Cisalpina eyaletine vali atanmış olsaydı, North’un
varsayımı haklı görülebilirdi. Ancak diğer antik kaynaklar bu olasılığın zayıf
olduğunu, consul’lerin nerede görev alacağının atamayla değil, olağan işleyişe uygun
bir biçimde kura çekilerek belirlendiğini göstermektedir. Örneğin Cicero De
divinatione 1.103’te bu konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: “L. Paulus consul
iterum, cum ei bellum ut cum rege Perse gereret obtigisset,…” Loeb Classical
Library edisyonunda bu tümce, “ When L. Paulus was consul the second time and
had been choosen to wage war against King Perses..” biçiminde İngilizce’ye
çevrilmiştir. Çevirideki “had been choosen” ifadesinden yola çıkarak, L. Paulus’un
Macedonia savaşı için seçildiği ya da görevlendirildiği düşünülebilir. Ancak
401
I North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of
the Second Punic War to the time of Sulla., s.404
402
Plut. Aem.10
tümcenin Latince’si şüpheye yer bırakmayacak kadar açıktır. Cicero’nun burada
kullandığı “obtingere” fiili çekilen kura sonucunda payına düşmek anlamındadır403.
Livius’un konuyla ilgili aktardıkları da Cicero ile aynı doğrultudadır ve kura çok
daha açık bir biçimde belirtilmiştir404: “ Itaque designatos extemplo sortiri placuit
provincias, ut, cum utri Macedonia consuli…” Cicero ve Livius’un kullandığı
“obtingere” ve “sortire” fiilleri, senatus’un consul’lerden birinin Macedonia’ya
gideceğini, ötekinin ise Kuzey İtalya’da görev alacağını kararlaştırdıktan sonra,
kimin hangi bölgeye gideceğinin kura ile belirlendiğini göstermektedir.
North’un augur’lar kurulu kararını siyasi olarak değerlendirmesinin ikinci
nedeni ise, Crassus’un dini tören sırasında yaptığı hatanın, kurayla belirlenen
bölgeye gittikten belirli bir süre sonra ortaya çıkmasıdır. North, eldeki veriler
doğrultusunda bunun nedenini kesin olarak bulmanın olanaksız olduğunu, ancak
Crassus’a karşı alınan kararın zamanlamasında politik amaçlı hile olduğunu
düşündürecek çok sayıda neden bulunduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte kararın
olayın gerçekleşmesinden çok sonra alınmasının, augur’lar kurulunun içinden ya da
dışından birilerinin Crassus’un yaptığı hatayı istismar ettiği düşüncesini akla
getirdiğini ileri sürmüştür.
Her ne kadar elimizde bu konuda kesin bir yargıya varmaya yetecek veri
bulunmasa da, Crassus’un, Macedonia savaşı sonrasındaki davranışları ile ilgili antik
kaynakların aktardıkları göz önüne alındığında, kararın siyasi amaçla alındığını
söylemek bir bakıma zor gibi görünmektedir. Çünkü savaşın kazanıldığı haberi
geldiğinde Crassus’un Roma’da olduğu ve kutlamaları organize ettiği görülmektedir.
Haberci, yengiyi muştulayan mektubu getirdiğinde, consul Crassus arabasına binmiş
403
Glare P.G.W, Oxford Latin Dictionary, Oxford University Press, New York, 2005, s.1128
404
Liv.44.17.7
ve o sırada oyunları kutlamak için toplanan halka bu mektupları göstermiştir405.
Senatus’u toplamış ve mektupları orada da okutmuştur406. Ardından bütün
yurttaşların şükranlarını sunmaları için Roma’daki tüm kutsal binaları açtırmıştır407.
Bizce bunlar haksızlığa uğradığını düşünen, kıskanç ve senatus’la sürtüşme içinde
olan birinin sergileyeceği tutum ve davranışlar değildir. Dolayısıyla augur’lar kurulu
kararının siyasi içerikli olması pek olası görünmemektedir. Ama öyle olduğu
varsayılsa bile, Licinius Crassus’un bundan hiç yakınmadığı, aksine davranışından ve
yaptığı işlerden anlaşıldığı kadarıyla, hayatından memnun olduğu açık bir biçimde
görülmektedir. Bu nedenle North’un yaptığı gibi408, İ.Ö. 177 yılındaki C. Claudius
Pulcher’in başına gelenlerle bu olay arasında yapılan bir karşılaştırmadan yola
çıkarak, Crassus’un neden auspicium’ları yenilemek için Roma’ya dönmediğini,
Claudius’un yaptığı gibi neden diğer consul’e bir mektup yazarak kendisinin yerine
auspicium’ları almasını istemediğini sorgulamak da bizi bir sonuca ulaştırmayacak
gibi görünmektedir.
İ.Ö.162 yılı consul seçimlerinde yaşanan bir olay, kentin kutsal alanı kabul
edilen pomerium’a giriş ve çıkışlarda tanrı onayına başvurmanın Romalı yöneticiler
için ne kadar önemli olduğunu gösteren başka bir örnektir. P. Cornelius Scipio
Nasica Corculum ve C. Marcius Figulus bu yıl için consul seçildikten sonra, görev
yerlerine gitmişler, ancak kısa bir süre sonra seçimlerinde dini bir kusur olduğu ileri
sürülerek görevlerinden ayrılmaları istenmiştir. Çok sayıda Latince ve Yunanca
kaynakta bu olaya değinildiği için, consul’lerin görevlerini bırakmalarına neden olan
405
Liv. 45.1.7
406
Liv. 45.1.8
407
Liv. 45.2.7
408
North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of
the Second Punic War to the time of Sulla s.406-407.
dinsel yanlışın ne olduğu ve bu kararın nasıl alındığı konusunda ayrıntılı bilgilere
ulaşabiliyoruz409. Cicero De natura deorum yapıtında söz konusu hatanın ne
olduğuna ve nasıl fark edildiğine ilişkin şunları aktarır: İ.Ö. 163 yılında ikinci kez
consul olan Tiberius Sempronius Gracchus görev süresinin sonunda ertesi yılın
consul seçimlerine başkanlık etmiştir. Seçimde verilen oyları toplamakla görevli olan
kişi (rogator), consul seçilenlerin adlarını bildirdikten sonra, aniden yaşamını yitirir.
Graccus bu olayı hiç önemsemeden seçimleri tamamlar, ancak ani gelişen bu olaydan
halkın rahatsız olduğunu hissettiği için, konuyu senatus’a bildirir. Oylama sonucunu
getiren memurun düşüp ölmesini, tanrıdan gelen ve bir şeylerin yolunda gitmediğini
gösteren bir belirti (auspicia oblativa) olarak gören senatus, Cicero’nun deyimiyle
gelenek olduğu üzere haruspex’lere danışılmasına karar vermiştir. Olayı inceleyen
haruspex’ler seçimlere başkanlık eden kişinin (rogator)410 usulüne uygun
davranmadığını bildirmiştir. Seçimlere başkanlık eden kişi bizzat Tib. Sempronius
Gracchus’tur. Dolayısıyla, haruspex’lerin kararı doğrudan kendisini hedef aldığı için,
öfkeden küplere binen Gracchus, “ ben, hem consul hem augur olarak, üstelik
auspicium’lara da danıştıktan sonra, oylama işlemini başlattığım halde, usüle uygun
davranmadım, öyle mi? Siz barbar Etrüskler, kim oluyorsunuz da Roma halkının
auspicium’ları hakkında karar verme hakkını kendinizde görüyor ve seçimlerin
geçerliliği konusunda yorum yapabileceğinizi düşünüyorsunuz?” sözleriyle Etrüsk
409
Cic. Nat.2.10-11; Div.1.33 ve 36, 2.74; Q Fr.2.2.1; Plut. Marc.5; Val.Max.1.1.3 ve 9.3.2; Fasti
Capitolini (bkz. Degrassi, A., Inscriptiones Italiae, Vol. 13: Fasti et Elogia, Fasc. 1: Fasti Consulares
et Triumphales, s.50-51.) ve Fasti Antiates Maiores (bkz. Ibid., s.160 v.d.)
410
Cicero’nun söz konusu paragrafta hem seçim sonucu getiren kişi hem de seçime başkanlık eden
kişi için “rogator” sözcüğünü kullanması yalnızca bizlerin değil, aynı zamanda Romalıların da
kafasının karışmasına neden olmuş görünmektedir. Bu nedenle De divinatione yapıtında (2.74) bir
açıklama yaparak bu karışıklığı ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.
kökenli bilicilere senatus’tan çıkmalarını emretmiştir. Çünkü seçim işlemleri
sırasında
herhangi
bir
hata
yapmadığı
konusunda
kendisine
son
derece
güvenmektedir. Ancak, seçimi tamamlayıp eyaleti Sardinia’ya döndükten kısa bir
süre sonra, Gracchus, augur’lar kuruluna bir mektup göndermiş ve augur’lukla ilgili
kitapları okurken seçimler sırasında ne hata yaptığını hatırladığını bildirmiştir.
Cicero’nun aktardığına göre411 Gracchus, seçim öncesi tanrı onayını öğrenmek için
auspicium’ları gözleyeceği çadırı, kentin kutsal alanı kabul edilen ve her giriş çıkışta
auspicium’a başvurulması gereken pomerium’un dışındaki Scipio’nun bahçelerinde
kurmakla, kendisinin hata işlediğini yazmıştır. Çünkü, sonradan senatus’u toplamak
için kente dönerken pomerium’a girmiş, senatus toplantısından sonra, çadırına
dönmek için tekrar pomerium’un dışına çıkarken, auspicium’a danışmayı
unutmuştur. Gracchus, bu nedenle consul’lerin seçiminde dini bir kusur olduğunu
bildirmiştir. Augur’lar kurulu konuyu senatus’a getirmiş, senatus seçilen consul’ler
P.Cornelius Scipio Nasica Corculum ve C. Marcius Figulus’un görevi bırakmaları
için öneride bulunulmasına karar vermiştir. Onlar da bu karara uyarak, görevi
bırakmışlardır.
Cicero De divinatione yapıtında, De natura deorum’dakine benzer sözcükler
kullanarak bu olaya yine değinmektedir412. Her iki yapıtta da Gracchus’un
auspicium’lara danışmadan pomerium’un dışına çıktığını ve bunun bir hata (vitium)
olduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte, De natura deorum yapıtındaki “…vitio
sibi tabernaculum captum fuisse hortos Scipionis…” ve De divinatione yapıtındaki
411
Cic. Nat. 2.11; “…vitio sibi tabernaculum captum fuisse hortos Scipionis, quod cum pomerium
postea intrasset habendi senatus causa in redeundo cum idem pomerium transiret auspicari esset
oblitus;”
412
Cic. Div.1.33; “qui cum tabernaculum vitio cepisset imprudens, quod inauspicato pomerium
transgressus esset, comitia consulibus rogandis habuit.”
“…cum tabernaculum vitio cepisset” tümceleri Gracchus’un auspicium’ları
gözleyeceği alanı seçerken de bir hata yaptığını göstermektedir. Ancak Cicero,
Gracchus’un işaretleri gözleyeceği alan için Scipio’nun bahçelerini seçmesinde ne
gibi bir kusur olduğunu açık bir biçimde belirtmemiştir413. Valerius Maximus da414,
Cicero’nun aktardığı gibi, Tiberius Gracchus’un görev yaptığı Sardinia’da dini tören
usulleriyle ilgili bir kitabı okurken, yaptığı hatanın farkına varması üzerine, augur’lar
kurulunu durumdan haberdar ettiğini,
kurulun da konuyu senatus’a bildirdiğini
belirtmektedir. O da hatanın augur’luk çadırının yerleştirildiği alan ile ilgili
olduğunu söylemiş, ancak ayrıntıya girmemiştir. Fasti Capitolini ve Fasti Antiates’te
seçilen consul’lerin dini bir hata nedeniyle görevi bıraktıkları “vitio facti abdicarunt.
In eorum locum facti sunt…” tümcesiyle not edilmiştir415. Ancak söz konusu
vitium’un ne olduğu bu kaynaklarda da belirtilmemiştir.
Öte yandan Marcellus adlı yapıtının bir bölümünde416 bu olaya değinen
Plutarkhos’un, Gracchus’un auspicium’a danışmadan pomerium’un dışına çıkmasıyla
413
Söz konusu tümcelerin çevirisini yapanların da bu konuda zorlandıkları görülmektedir.
De
divinatione’nin Loeb edisyonunda İngilizce çeviriyi yapan William Armistead Falconer söz konusu
tümce için iki seçenek sunmuştur (bkz. Cicero, De Divinatione, (tr.) W.A.Falconer, Harvard
University Press, Cambridge, 1996, s. 262 dipnot 2 ve s.263) De natura deorum yapıtının çevirisinde
ise çadırın kurulacağı alan ile ilgili kusur ve auspicium’a danışmadan pomerium’un dışına çıkılması
ile ilgili kusur arasındaki ayırım yeterince vurgulanmamıştır (bkz. Cicero, De natura deorum, (tr.)
H.Rackham, University Press, Cambridge, 1933, s.135) Yapıtın Türkçe çevirisi iki kusur arasındaki
ayırımı daha güzel bir biçimde belirtmektedir (bkz. Cicero, Tanrıların Doğası, (çev.) F.Gül
Özaktürk& Fafo Telatar, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006, s. 76)
414
415
Val.Max.1.1.3 ve 9.3.2
Degrassi, A., Inscriptiones Italiae, Vol. 13: Fasti et Elogia, Fasc. 1: Fasti Consulares et
Triumphales, s.50-51ve 160 v.d.
416
Plut. Marc.5; “ὅταν ἄρχων ἐπ' ὄρνισι καθεζόμενος ἔξω πόλεως οἶκον ἢ σκηνὴν μεμισθωμένoς ὑπ'
αἰτίας τινὸς ἀναγκασθῇ μήπω γεγονότων σημείων βεβαίων ἐπανελθεῖν εἰς πόλιν, ἀφεῖναι χρῆν τὸ
προμεμισθωμένον οἴκημα καὶ λαβεῖν ἕτερον, ἐξ οὗ ποιήσεται τὴν θέαν αὖθις ἐξ ὑπαρχῆς.”
ilgili kusura hiç değinmediği ve bu bakımdan konuyla ilgili verdiği bilgilerin Cicero
ve Valerius Maximus’un verdiği bilgilerle karşılaştırıldığında, yetersiz olduğu
görülmektedir. Buna karşın, auspicium’ları gözlemek için kurulan çadırın yeri
(tabernaculum) ile ilgili aktardıkları, Gracchus’un Scipio’nun bahçelerini seçmekle
hata yaptığını belirten, ancak bunun nedenini açıklamayan öteki kaynaklardaki
eksikliği tamamlaması açısından değerlidir. Plutarkhos’un anlattığına göre, kuşların
uçuşunu gözlemleyerek tanrının iradesini öğrenmek amacıyla kent dışında bir eve ya
da bir çadıra yerleşmiş olan bir magistratus, kesin işaretleri almadan önce, herhangi
bir nedenle tekrar kent sınırları içine girmek zorunda kalırsa, dönüşünde işaretleri
gözlemek için yeni bir ev ya da çadır bulmalıdır. Tiberius Sempronius Gracchus
buna dikkat etmemiş ve iki kez aynı evi – De natura deorum yapıtına göre
Scipio’nun bahçelerini – kullanmıştır. Plutarkhos’a göre, yaptığı bu yanlışı sonradan
fark eden Gracchus, konuyu augur’lar kuruluna değil, doğrudan senatus’a iletmiş,
senatus seçilen consul’lere bir mektupla durumu bildirmiş, onlar da Roma’ya dönüp
görevlerini bırakmışlardır. Bazı bilim adamları, Plutarkhos’un anlatımındaki bu
farklılığın nedenini, Cicero ve Valerius Maximus’unkinden ayrı bir kaynak
kullanmış ya da kullanmış olduğu kaynağı yanlış yorumlamış olabileceği görüşünü
ileri sürerek açıklamaya çalışmaktadır417. Cicero’nun söz konusu olayı aktarırken
kullandığı “ut e patre audiebam” tümcesi418 bunun mümkün olabileceğini
göstermektedir. Cicero bu olaylarla ilgili bilgilerini babasından duyduklarına
dayandırmaktadır. Ancak auspicium’larla ilgili detaylı bilgilerin tümünü babasından
duyması pek olası değildir. Bunun yerine kendisi de bir augur olan Cicero’nun
417
Valeton, I.M.J., “De Modis Auspicandi Romanorum”: s.244-245; Vaahtera, J., Roman Augural
Lore in Greek Historiography, s.150.
418
Cic. Nat.2.10
babasının aktardıklarını, augur’lukla ilgili sahip olduğu teknik bilgiler ışığında
biçimlendirerek yeniden yazmış olduğunu düşünmek herhalde yanlış olmayacaktır.
Öte yandan seçilmelerini tanrının onaylamadığı ileri sürülen consul’lerden
biri olan Scipio Nasica’nın, Gracchus’un görev bölgesinin bir parçası olan
Corsica’da görevlendirilmesi, günümüz araştırmacılarından bazılarının bu olayda
politik çıkar sağlandığını düşünmelerine yol açmıştır. Örneğin Lilly Ross Taylor,
Gracchus’un belki de kendisinden sonra consul seçilenlerin politikalarını
beğenmediği için, onların göreve devam etmelerini engellemiş olabileceği
varsayımında bulunmuştur419. Scullard ise, bu olaydaki politik bağlantıyı daha açık
bir biçimde vurgulamış, Gracchus’un, kendi yerine seçilen Scipio Nasica’yı,
consul’lükten uzaklaştırmakla, kendi bölgesi olan Corsica’dan da uzak tutmaya
çalışmış olabileceğini belirtmiştir420. Ona göre kişisel ihtiras, aile bağlarının -Tib.
Sempronius Gracchus ve Scipio Nasica Corculum, P. Cornelius Scipio Africanus’un
kızlarıyla evlidir, yani bacanaktırlar- önüne geçmiştir. Buna karşın John North, bir
takım gerekçelerle bu görüşlerin kuşkulu olduğunu ileri sürmüştür421. İlk olarak
Scipio Nasica’nın Gracchus’la yer değiştirme olasılığının zayıf olduğunu belirtir.
Çünkü Gracchus’un asıl eyaletinin Sardinia olduğunu, diğer consul Thalna’nın
ölümünden sonra Corsica’nın Gracchus’un yetki alanına eklendiğini söyler. Buna ek
olarak Gracchus, Corsica’da çok uzun süre kalmamıştır. İ.Ö.162 yılının ortalarında
Roma’ya dönmüş ve aynı yılın sonunda da elçilik göreviyle Roma’dan ayrılmıştır.
Ayrıca bu karardan doğrudan etkilenen Scipio Nasica ve Tib.Sempronius Gracchus
419
Taylor, L. R., Party Politics in the Age of Caesar, s.84.
420
Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.227.
421
North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of
the Second Punic War to the time of Sulla s.417.
arasında bir düşmanlık olduğuna ilişkin hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Aksine her
ikisi akrabadırlar. İkinci olarak, North, Gracchus’un hatasını itiraf ettiğinde içine
düştüğü durumu ele almıştır422. Seçim sonucunu getiren görevli aniden düşüp öldüğü
zaman, haruspex’lerin bu olayı yorumlama biçimine çok öfkelenen Gracchus,
senatus’taki toplantıda onlara karşı küçük düşürücü sözler sarf etmişti. Ancak
hatasını sonradan hatırlayıp itiraf etmesi üzerine, haruspex’lerin verdikleri kararda
haklı oldukları ortaya çıkmıştı. North’un deyimiyle, haruspex’lere karşı davranışında
hatalı olduğunu kabul etmek, Gracchus için son derece küçük düşürücü olmalıydı.
Öte yandan yaptığı hatayı gizlemek ve bu sayede aptal gibi görünmekten kurtulmak,
onun için daha kolay bir yol olurdu. Dolayısıyla Gracchus’un seçimin iptal
edilmesinden elde edeceği bir kazanç yoktu.
Eskiçağ yazarlarının bu olayı aktarış biçimlerinin de North’un düşüncelerini
destekler nitelikte olduğunu belirtmemiz gerekir. Özellikle Cicero, Gracchus’un bu
olaydaki davranışını, atalarının kendilerinin yanıldığını kabul etme pahasına bile
olsa, dini kurallara ne denli büyük önem verdiğinin kanıtsal bir örneği olarak
sunmuştur. Ayrıca bu karara hiç karşı çıkmadan görevlerini bırakan consul’lerin
davranışları da takdir edici sözlerle övülmüştür. De natura deorum yapıtında
Cicero’nun Stoacı Balbus’un ağzından aktardığı şu sözler bunun güzel bir örneğidir:
“Son derece bilge, belki de herkesten üstün olan o [Gracchus], devletin dini
uygulamalarında karışıklığa yol açmaktansa, hatasını saklayabilecekken, açıkça
söylemeyi yeğledi; konsüllerse dine karşı gelerek görevde kalmaktansa, en yüce
görevi zaman geçirmeden bırakmayı yeğlediler.” 423 Dolayısıyla Eskiçağ yazarlarının
422
North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of
the Second Punic War to the time of Sulla, s.418
423
Cicero, Tanrıların Doğası, (çev.) F.Gül Özaktürk& Fafo Telatar, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara,
aktardıklarında Gracchus’u böyle davranmaya iten en önemli neden, kişisel menfaat
elde etme düşüncesinden çok, seçimleri tanrı tarafından onaylanmamış komutanlara
Roma ordularını teslim etmenin tehlikeli olacağı inancı gibi görünmektedir.
Bu gerçeklere karşın, yine de akıl karıştırıcı birkaç nokta olduğunu
belirtmemiz gerekmektedir. Birincisi, seçim sonuçlarını getiren görevlinin aniden
düşüp ölmesi tanrıdan gelen uğursuz bir işaret olarak kabul edilip senatus’ta
tartışılırken, nerede hata yapılmış olabileceği mutlaka araştırılmış olmalıdır.
Gracchus, 42 yıldır görev yapan son derece tecrübeli bir augur olduğu halde, onun,
yaptığı hatayı yeni consul’ler göreve başlamadan önce fark etmediğini kabul etsek
bile, o sırada ona eşlik edenlerden ya da augur’lar kurulundan birinin pomerium’un
dışına çıkılırken auspicium’a danışılmadığına ilişkin hatayı görüp ya da hatırlayıp,
onu uyarması gerekirdi. Çünkü, daha önce de belirttiğimiz gibi, ne zaman
pomerium’un dışına çıkılsa, tanrı onayına başvurulması gerektiği augur’lukla ilgili
temel kurallardan biridir. Gerek her yıl yapılan seçimler sırasında seçime başkanlık
eden kişi, gerekse de seçimlerden sonra eyaletlerine gidecekleri sırada consul’ler,
pomerium’un dışına çıkarken auspicium’a başvurular. Senatus’un ve augur’lar
kurulunun bu kuralın ihlal edildiği gerekçesiyle geçmişte verdiği birçok karara daha
önce değindik. Üstelik Gracchus 177 ve 168 yıllarında buna benzer kararlar veren
augur’lar kurulunun üyesiydi. İkinci olarak İ.Ö.162 yılı seçimlerinde bu temel kuralı
hiçbir augur’un hatırlamadığını varsaysak bile, haruspex’ler seçime başkanlık eden
kişinin hata yaptığını belirttiği zaman, bu hatanın farkına varılması gerekirdi. Ancak
ne Gracchus ne augur’lar kurulu ne de senatus onların bu uyarısını dikkate almıştır.
Eskiçağ yazarları bu olayda politik çıkar elde etme umudundan hiç söz etmezler.
2006, s. 77
Bunun yerine Gracchus’un augur’lukla ilgili kitapları Sardinia’ya giderken yanına
aldığına, belki can sıkıntısı nedeniyle bu kitapları okuduğuna ve bu okuma sırasında
şans eseri yaptığı hatayla ilgili bir pasaj görüp, büyük bir dürüstlükle hatasından
döndüğüne Romalıları inandırmak isterler.
VI.
TRIBUNI PLEBIS ET AUSPICIUM
Roma ikinci ve üçüncü Kartaca savaşlarını kapsayan dönemde, topraklarını
her yönde genişleterek, Akdeniz’in egemen gücü konumuna gelmiştir. Sallustius, bu
dönemde, Roma toplumundaki ahlak ve siyasi uyumun en üst seviyeye ulaştığını424,
halk meclisi ve senatus’un, devleti ortaklaşa, birlik içinde yönettiğini belirtir425. İ.Ö.
ikinci yüzyılın ortalarında Roma’da yaşamış olan Yunanlı tarihçi Polybios, Roma
devlet yönetimini üç erk arasında (consul’ler, senatus ve halk meclisi) dengeli bir
biçimde paylaştıran, monarşi, aristokrasi ve demokrasinin bir karışımı olarak
nitelediği bu kendine özgü devlet yapısının başarısını aktarırken, hayranlığını
gizlemez426. Yönetim erklerinden biri, yetki alanını diğerlerinin aleyhine olacak
biçimde aşıp, ötekilerin üzerinde egemen olma amacını güttüğü zaman, diğerleri onu
engelleyebilecek ve durdurabilecek olanaklara sahiptir. Birbirine bağımlılık ilkesi
sayesinde oluşan bu status quo, erkleri uyum içinde çalışmaya zorlamıştır. Roma’nın
Akdeniz’in en büyük egemen gücü konumuna gelmesine katkıda bulunan en önemli
nedenlerden biri, belki de Polybios’un “daha iyisini bulmak mümkün değil” diye
nitelediği bu siyasi sistemdir.
Dış tehditler ve savaşlar içeride birliği büyük ölçüde sağlamıştır. Kartaca’nın
yıkılmasından sonra bu dengelerin yavaş yavaş temelinden sarsıldığını görürüz. O
dönemin doğrudan tanığı olan Polybios, Romalıları bir arada tutan unsurlar içinde en
424
Sall. Hist.1.11
425
Sall. Iug. 41.2
426
Polyb. 6.11-18
önemlilerinden birinin kendi varlıklarına yönelik dış tehditler olduğunu şu sözlerle
anlatmaya çalışmıştır427:
“…ne zaman onları uyum içinde hareket etmeye ve birbirlerini
desteklemeye zorlayan, ortak çıkarlarına yönelik bir dış tehdit ortaya
çıksa, devletin gücü öyle büyük bir duruma gelir ki, hepsi içinde
bulundukları anın gereğini yerine getirmek için var güçleriyle
yarışırken, gerekli olan hiçbir şey savsaklanmaz. Hem kamusal hem de
bireysel alanda kendilerine biçtikleri görevi yerine getirmek için
birlikte
çalışırlarken,
hızla
uygulanması
gereken
hiçbir
plan
başarısızlıkla sonuçlanmaz. Bunun sonucunda, bu kendine özgü
yönetim biçimi, belirlenmiş olan her hedefe ulaşma konusunda karşı
konulmaz bir güç kazanır.”
Senatus’un, consul’lerin ve halk temsilcilerinin, savaş zamanı gösterdikleri bu
uyum ve birlikte hareket etme becerisini barış zamanında gösteremediklerini de şu
sözlerle belirtir428:
“Ne zaman dış tehditten kurtulsalar, iyi talihlerinin ve
başarılarının sonucu olan bolluğun meyvelerini toplamaya başlasalar,
refahın tadını çıkarırken, sık sık olduğu gibi kibir, küstahlık,
dalkavukluk ve tembellik nedeniyle bozulmaya başlasalar….”.
Diğer Eskiçağ kaynaklarında da, Polybios’un bu gözlemine benzer ifadelere
rastlarız. Örneğin, ikinci ve üçüncü Kartaca savaşı arasındaki dönemde ahlak ve
siyasi uyumun en üst düzeye çıktığını belirten Sallustius düşman korkusundan
kurtulunca, toplum içinde anlaşmazlığın, itibar hırsının ve aç gözlülüğün arttığını,
nobilitas’ın saygınlığı, halkın da özgürlüğü bir tür aşırı tutku haline getirdiğini, her
427
Polyb. 6.18.
428
Ibid.
birinin işleri kendi çıkarına göre yürütmeye başladığını belirtir429. Plutarkhos’a göre,
yaşlı Cato’nun “Kartaca yıkılmalıdır” sözüne “ Kartaca esirgenmelidir” sözüyle karşı
çıkan P. Cornelius Scipio Nasica Corculum, Kartaca tehdidini, Roma’daki kalabalık
halk kitlesinin çılgınlıklarını dizginleyen bir gem olarak görüyordu;
Halkın,
yengilerin ve refahın getirdiği kibir ve küstahlık içinde, senatus’un otoritesini
reddettiğini çok önceden görerek Kartaca tehdidine katlanılmasını istemişti; Buna
karşın yaşlı Cato, egemenliklerine yönelik bu tür dış tehditlerin, tümüyle ortadan
kaldırılması gerektiğini, ancak bu sayede içeride yaptıkları hatalara bir çare bulmak
için özgür olabileceklerini düşünmüştü430.
İ.Ö.2.yüzyılın ikinci yarısının, senatus’u oluşturan yönetici soylu sınıf ile
halk temsilcileri arasındaki siyasi mücadelenin sertleştiği, iç savaşın tohumlarının
atıldığı, sancılı bir dönem olduğu günümüzde neredeyse tüm araştırmacılar
tarafından kabul edildiğine göre, Yaşlı Cato’nun içeride yapılan hataları çözmek için
gerekli gördüğü özgür ortam düşüncesinin gerçekleşmediği açıktır. Aksine Gracchus
kardeşler ve Saturninus gibi halk temsilcileriyle, var olan düzenin korunmasından
yana olan senatus üyeleri arasında yaşanan şiddetli tartışmalar ve dökülen yurttaş
kanı sonucu, az da olsa var olan özgür ortam yitirilmiş, iç savaşların yolu açılmıştır.
Daha da ironik olan, Tiberius Gracchus’un öldürülmesiyle sonuçlanan ve iç
savaşların başlangıcı olarak kabul edilen olayları başlatan kişi, zamanında yaşlı
Cato’nun Kartaca’ya ilişkin görüşlerine karşı çıkan P. Cornelius Scipio Nasica
Corculum’un oğlu P. Cornelius Scipio Nasica Serapio’dur.
429
Sall. Hist.1.11; Iug.41.5
430
Plut. Cat.Mai. 27.1-4
Roma’daki bu kargaşa döneminin oluşmasında ekonomik nedenlerin öne
çıktığı görülmektedir.
Polybios’un dediği gibi Roma toplumu savaş zamanı bir
bütün olarak çalışmış, üzerine düşeni yapmış, ancak savaşta kazanılan zaferin
getirdiği varsıllık toplumda eşit oranda dağıtılamamıştır. Savaşlarda ele geçirilip
kamulaştırılan topraklar (ager publicus), censor’larca kiraya verilirken ya da
satılırken, küçük ve orta düzeydeki çiftçiler, gerek ekonomik güç gerek bu
toprakların kendilerine verilmesini sağlayacak siyasi ilişki bakımından büyük toprak
sahipleriyle rekabet edememişlerdir. Bu toprakların büyük bölümünü ele geçiren
zengin soylular, Appianos’un deyimiyle zaman zaman ikna yoluyla, zaman zaman da
güç kullanarak, yanlarındaki küçük çiftlikleri de ele geçirince, daha sonra Ortaçağ’da
feodal yapıda yeniden görüleceği gibi, çok geniş arazilere (latifundia) sahip
olmuşlardır. Çok sonraki bir dönemde, Nero zamanında, yaşlı Plinius latifundia’ların
İtalya’yı yıkıma sürüklediğini üzülerek belirtmiştir431. Büyük çiftlik sahipleri
arazilerinde genelde savaş esiri olan köleleri çalıştırarak kazançlarını daha da
arttırmışlardır. Kölelerin kullanılması zenginlere birçok avantaj sağlamıştır. Ergin
kölelerin düşük iş gücü maliyeti getirmesinin yanında, onların çocuklarından da ek iş
gücü olarak yararlanılmıştır. Askerlik hizmetinden muaf olmaları nedeniyle onları
çalıştırmak özgür kişileri çalıştırmaktan çok daha kârlı görünmektedir. Köleliğe
dayalı bu yeni düzen, Roma’da oturan ve siyasetin içinde aktif rol alan büyük çiftlik
sahiplerine ithalat yoluyla daha fazla kazanç sağlayan bir mekanizmaya
dönüşmüştür. Köle emeğine dayalı üretim yapan eyaletlerdeki büyük çiftliklerden
getirilen tahılın, maliyetin düşük olması nedeniyle, Roma’da ucuza satılması, onlarla
rekabet edemeyen İtalya’daki küçük çiftlik sahiplerinin toprağını satarak Roma’ya
431
Plin. HN.18.35: Nero zamanında Africa eyaletinin yarısının altı toprak ağasına ait olduğunu
belirtir.
göç
etmesine
neden
olmuştur.
Öte
yandan
özgür
yurttaşlar
çiftliklerde
çalışamadıkları ya da karın tokluğuna iş bulabildikleri için, vergiler ve askerlik
hizmeti nedeniyle daha fakirleşmişlerdir. Kısacası, Roma orta sınıfı olan köylülerin
sayısı giderek azalmıştır. Orta sınıfın yok olmaya başlaması, zenginle fakir
arasındaki uçurumun artması, mevcut düzenin sürmesinden yana olan soylular
(optimati) ve onların yandaşları ile halkın bu biçimde yaşamını sürdüremeyeceğini
savunan halkçılar (populares) arasında siyasi kavgaların ve sosyal karışıkların
çıkmasına neden olmuştur. Üzerinde çok sayıda çalışmanın yapıldığı bu sosyal
karışıklık ve siyasi mücadele ortamı, auspicium’lar ile olan ilgisi ve bu konuda
içerdiği bilgiler bakımından değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Elimizdeki bilgiler daha önceki dönemlerle ilgili olanlardan nitelik
bakımından biraz daha farklıdır. Çünkü bundan önceki bölümlerde değindiğimiz
olayları aktaran Eskiçağ kaynakları söz konusu olayların gerçekleştiği andan çok
daha sonraki bir döneme, İ.Ö. birinci yüzyıla aitti. Ancak, İ.Ö. 2.yüzyılın ortalarında
Roma diniyle ilgili olarak ilk kez o dönemde yaşamış bir yazarın, İ.Ö. 160 civarında
tutsak olarak Roma’ya getirildikten sonra, uzun yıllar burada birçok olaya tanık
olmuş ve yönetici sınıfla yakın ilişkiler kurmuş olan Polybios’un gözlemleri
sayesinde bilgi edinmekteyiz432. Polybios’un, Roma’da dini geleneklere verilen
önemden, dini törenlerde gösterilen özen ve titizlikten etkilendiği görülmektedir.
Daha da önemli olan, yasadışı arzularla dolu dediği halkı kontrol etmek amacıyla
dinin yöneticiler tarafından bir araç olarak kullanıldığı yönündeki gözlemidir.
Romalıların bu bakımdan Yunanlılardan çok daha farklı olduğunu söylemiştir.
Ancak dinin bir araç olarak nasıl kullanıldığının ayrıntılarını ne yazık ki vermemiştir.
432
Polyb. 6.56.6
Öte yandan Polybios’un çizmiş olduğu bu tabloda yer alan halkın, dinle
kandırıldığından çok da habersiz olmadığını, ekonomik ve siyasi alanda baş gösteren
memnuniyetsizliğin ve tartışmaların dinle ilgili kurumlara da sıçradığını düşünmemiz
için geçerli bulgular vardır. Bunlardan biri, rahip kurullarında boşalan üyeliklerin
halkın yapacağı seçimle doldurulmasını öngören, İ.Ö.145 yılı halk temsilcisi C.
Licinius Crassus’un yasa tasarısıdır. Tasarı hakkında tek kaynağımız Cicero’dur.
Yazarın De amicitia yapıtında konuşturduğu Laelius, rahipleri seçme yetkisini
kurullardan alıp halkın lütfuna bıraktığı için, Crassus’un tasarısını avam, halkçı
(popularis) bulur ve bu nedenle eleştirir433. Cicero, Laelius’un yaptığı güçlü
konuşmanın, ikna ediciliği sayesinde ve tanrılara duyulan saygının yardımıyla halk
meclisi üzerinde etkili olup, tasarının reddedilmesi amacına eriştiğini belirtir. Yazar,
Brutus yapıtında434 ise, Laelius’un tasarıya karşı çıkarken yaptığı bu konuşmanın son
derece hoş ve konunun gerektirdiği kutsallığa yakışır olduğunu söylemiştir. De
natura deorum’dan435 öğrendiğimiz kadarıyla Laelius, tanrılara saygı duyulması
gerektiği konusunda konuşurken, pontifex yasasından, ataların geleneklerinden ve
Kral Numa’dan miras kalan küçük kutsal kaplardan söz etmiştir. Cicero’nun
aktardıklarından tasarının halk meclisinde reddedildiği anlaşılmaktadır. Elimizdeki
verilerin bunlarla sınırlı olmasına karşın, yine de bir takım sonuçlar çıkarılabileceğini
düşünüyoruz.
C. Licinius Crassus bu yasa tasarısını sunana kadar, dört büyük dini kurulda
görev alan rahiplerden biri yaşamını yitirdiğinde, yerine seçilecek kişi kurul üyeleri
433
Cic. Amic. 96: “…quam popularis lex de sacerdotiis C. Licinii Crassi videbatur; cooptatio enim
collegiorum ad populi beneficium transferebatur.”
434
Cic. Brut.83
435
Cic. Nat.3.43
arasında
yapılan
bir
oylamayla
belirleniyordu436.
Kurul
üyelerinin
yeni
görevdeşlerini seçtikleri bu sürece cooptatio deniliyordu. Adayın ya da adayların
kurul üyelerinden hiçbiriyle kişisel düşmanlığının olmaması en önemli koşullardan
biriydi. Dolayısıyla cooptatio yöntemi, bir yandan istenmeyen bir kişinin kurullara
girmesine engel olduğu, diğer yandan da üyeler arasındaki fikir ayrılıklarını azalttığı
için, kurulların bir bütün olarak hareket etmelerine olanak sağlıyordu. Bu bakımdan
dinin afyon gibi bir yatıştırıcı olarak kullanıldığına ilişkin Polybios’un gözlemini,
uygulamada gerçekleştirebilecek yapılardan biri ve belki de en önemlisi bu rahip
kurulları gibi görünmektedir. Halk temsilcisi C. Licinius Crassus’un o güne kadar
uygulana gelen geleneksel düzen ve yöntemin değiştirilmesini öngören yasa tasarısı,
yalnızca soylu üyelerin karar verebildiği bu yapıya bir meydan okuma gibidir. Bu
tasarının hedefinin yalnızca rahipler mi yoksa rahiplerin de içinde yer aldığı yönetici
sınıf mı olduğunu tam olarak belirlemek güçtür. Çünkü Crassus’un genel olarak
optimati’ yi hedef almış olabileceği düşüncesini destekleyen başka bir olay daha
vardır. Cicero, De amicitia 96’da, Crassus’un halka hitap ederken yüzünü Forum’a
dönme geleneğini başlatan kişi olduğunu söyler. İlk bakışta ne anlama geldiği pek de
anlaşılmayan bu hareketin, Plutarkhos’un C.Gracchus’un hayatını anlattığı yapıtında
yer alan bir bölümün eşliğinde değerlendirildiği zaman, aslında sembolik bir anlam
taşıdığı görülmektedir437. Plutarkhos, Gaius Gracchus’tan önceki halk temsilcilerinin
436
İ.Ö. 3. yüzyıldan sonra pontifex maximus seçiminde farklı bir yöntem uygulanmaya başlanmış,
otuz beş tribus arasından kura ile belirlenen on yedisinin oy verdiği özel bir toplantıda, pontifex
kurulu üyeleri arasından seçilmeye başlanmıştır. Licinius’un önerisi bu yöntemin diğer kurullar için
de uygulanmasını amaçlamaktadır. Bu seçim yöntemi İ.Ö.104 yılında çıkan lex Domitia ile diğer rahip
kurulu üyelerinin seçimi için de uygulanmaya başlanmıştır. Konuyla ilgili biblografya için bkz.
Taylor, L. R., “The Election of the Pontifex Maximus in the Late Republic”, Classical Philology 37
(1942): s.421 dipnot 1.
437
Plut. C.Gracch. 5
Forum’da halka hitap ederken yüzünü senatus’a döndüğünü belirtmiştir; İlk kez C.
Gracchus konuşma yaparken sırtını senatus’a, yüzünü Forum’a çevirmiş ve bu
hareketiyle sembolik olarak konuşmacıların senatus’a değil, halka hitap etmesi
gerektiğini ima etmiştir. Plutarkhos, bu yeniliği yanlışlıkla C.Gracchus’a atfetmiş
olsa da, konuşurken yüzünü Forum’a dönmenin aslında senatus’a sırt çevirmek gibi
sembolik anlam taşıdığını anlamamızı sağlamaktadır.
Tasarıya karşı çıkarak onun yasalaşmasına engel olan Laelius’un rahip
kurullarında görev alan kişilerle, özellikle augur kurulu üyeleriyle arasının iyi olduğu
anlaşılmaktadır. Büyük olasılıkla bu konuşmayı yaptıktan dört yıl sonra, yani İ.Ö.
141 yılında, önceden desteklediği cooptatio yöntemiyle augur seçilmiş ve yakın
dostu P. Cornelius Scipio Aemilianus Africanus ile birlikte kurulun üyelerinden biri
olmuştur438. Öte yandan belki yönetici sınıfa tepkilerini göstermek için, belki
rahiplerin yetkilerini halkın yararına kullanmadıklarını düşündükleri için, belki de
kendileri bu görevlere seçilmeyi başaramadıkları için, halkçılar arasında rahip seçim
usulü konusunda duyulan rahatsızlık devam etmiş görünmektedir. Örneğin, İ.Ö. 104
yılında, başka bir halk temsilcisi Cn. Domitius Ahenobarbus, ölen babasının yerine
rahip seçilemeyince, sinirlenip aynı tasarıyı yeniden gündeme getirmiş ve bu sefer
kabul edilen tasarı yasalaşmıştır439. Bu konuya ileride daha ayrıntılı olarak
değinilecektir440
Karşıt görüşlü iki siyasi grubun dini kurumların yetkileri konusunda
anlaşmazlık içinde olduğunu gösteren iki yasa daha vardır: Leges Aelia ve Fufia. Bu
438
439
Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.478-479.
Cic. Leg.agr. 2.16 ve 18, Corn.2, Ad Brut. 1.5.3; Asc. Corn.79-80C; Suet. Ner.2.1; Auct. ad
Her.1.20; Dio Cass.37.37
440
bkz.s.178 v.d.
yasalar hakkında bildiklerimiz büyük ölçüde Cicero’nun, siyasi rakibi P.Clodius’un
çıkarmış olduğu bir yasayı eleştirdiği sırada söylediklerine dayanmaktadır. Bu
sözlerden anlaşıldığı kadarıyla çoğunlukla tek bir yasaymış gibi algılanan lex Aelia
ve lex Fufia içerik olarak, yasa tasarılarının zamanlaması ve tanrının rızasının olup
olmadığı
konusunda
bir
takım
düzenlemeler
getiriyordu441.
Lex
Aelia,
magistratus’lara yasa tasarılarının görüşüldüğü sırada tanrıların düşüncesini
öğrenmek için gökyüzünü gözleme (de caelo servare), olumsuz bir işaret gördükleri
takdirde, bunu toplantıya başkanlık eden diğer magistratus’a bildirme (obnuntiatio),
dolayısıyla araya girerek yasa tasarısının görüşülmesini engelleme (legi intercedere)
yetkisi veriyordu. Görünüşe göre bu yasalar consul, praetor gibi magistratus’lara
daha önce sahip olmadıkları bir yetkiyi, halk meclisinde yasalar görüşülürken,
gökyüzünü gözlemleme ve olumsuz bir işaret gördükleri takdirde, araya girip
toplantıyı durdurma yetkisini veriyordu. Aynı hak, consul’ler ya da praetor’ların
başkanlık
ettiği
toplantıların
durumunda
halk
temsilcilerine
de
tanınmış
görünmektedir. Ancak çok eskiden beri zaten veto yetkileri olan halk temsilcileri için
bu yetki çok da büyük bir ayrıcalık gibi görünmemektedir. Lex Fufia ise resmi işlerin
yapılamayacağı günlerde yasa tasarılarının görüşülemeyeceğine ilişkin hükümler
içeriyordu. Daha açık bir biçimde söyleyecek olursak, önceden dies comitiales olan
441
Cic. Red.sen. 11: “…quo inspectante ac sedente legem tribunus plebis tulit, ne auspiciis
optemperaretur, ne obnuntiare concilio aut comitiis, ne legi intercedere liceret: ut lex Aelia et Fufia
ne valeret:” ; Sest. 33: “ Isdemque consulibus sedentibus atque inspectantibus lata lex est, ne
auspicia valerent, ne quis obnuntiaret, ne quis legi intercederet, ut omnibus fastis diebus legem ferri
liceret, ut lex Aelia, lex Fufia ne valeret.”, Sest. 56; “…mitto eam legem quae omnia iura religionum,
auspiciorum, potestatum, omnis leges quae sunt de iure et de tempore legum rogandarum, una
rogatione delevit.”; Prov.cons. 46; “…qua re aut vobis statuendum est legem Aeliam manere, legem
Fufiam non esse abrogatam, non omnibus fastis legem ferri licere; cum lex feratur, de caelo servari,
obnuntiari, intercedi licere…” ; Har. resp. 58: “…sustulit duas leges, Aeliam et Fufiam, maxime rei
publicae salutares : censuram exstinxit: intercessionem removit: auspicia delevit:”
seçimlerden önceki yirmi dört günlük süreyi, dies nefasti’ye çevirerek bu günler
içerisinde yasa tasarısı sunulmasını ve görüşülmesini yasaklamıştır442.
Bu iki yasanın tarihine gelince, Cicero kendi rakibi P.Clodius’a karşı
kendisini desteklemeyi reddeden İ.Ö.58 yılı consul’ü L. Calpurnius Piso Caesoninus
aleyhinde yaptığı konuşmasında “Aelia ve Fufia yasaları çıkalı aşağı yukarı yüzyıl
oldu” ifadesini kullanmıştır443. Söz konusu konuşma İ.Ö. 55 yılında senatus’ta
yapıldığına göre, bu iki yasanın yürürlüğe girme tarihi İ.Ö.2.yüzyılın ortaları
olmalıdır444. Bu tarih bizi Licinius Crassus’un rahip seçim yönteminde değişiklik
öngören tasarısından önceye götürmektedir. Lex Aelia ve lex Fufia’nın tarihi kadar,
hangi amaçla çıkarıldıkları da önemlidir. Cicero bu konuda da önemli ipuçları
vermiştir.445 Sürgünden döndükten sonra senatus’ta yapmış olduğu bir konuşmada
atalarının bu yasaları halk temsilcilerinin çılgınca girişimlerine karşı (contra
tribunicios furores) devletin güvencesi olsun diye çıkardıklarını belirtmektedir.
Calpurnius Piso’ya karşı yaptığı konuşmada446, bu yasaları huzurun ve güvenliğin
442
Taylor, L. R., “Forerunners of the Gracchi”, The Journal of Roman Studies 52 (1962): s.23.
443
Cic. Pis. 10; “ Centum prope annos legem Aeliam et Fufiam tenueramus…”
444
Modern kaynaklardan büyük bir kısmı bu tarihin İ.Ö.158-145 arası olduğunu söylemektedir: bkz.
Frank, T., “Italy”, (ed.) Cook, S. A. , The Cambridge Ancient History vol.8, Cambridge University
Press, Cambridge, 1930 içinde: s.367; Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic
vol.1: 509 BC-100 BC, s.452-453; Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.28.; Taylor, L. R.,
“Forerunners of the Gracchi”: s.22 ve dipnot 21; North, J.A, The Interrelation of State Religion and
Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.462 dipnot
227. Buna karşın Sumner’ın bu tarihin ancak İ.Ö.132 yılı olabileceği yönündeki değerlendirmesi,
Cicero’nun centum prope annos ifadesini çok zorlamaktadır. (bkz. Sumner, G.V., “Lex Aelia, Lex
Fufia”, The American Journal of Philology 84 (1963): s.344-350.
445
Cic. Red.sen. 11: “…quae [lex Aelia et Fufia] nostri maiores certissima subsidia rei publicae
contra tribunicios furores esse voluerunt.”
446
Cic. Pis. 9
siperi olarak tanımlar. Cicero’nun bu sözlerini yorumlayan Asconius447, devlete zarar
vereceği düşünülen yasaların lex Aelia’nın magistratus’lara verdiği obnuntiatio
yetkisi kullanılarak engellendiğini belirtmiştir. Cicero, İ.Ö.59 yılı halk temsilcisi
Publius Vatinius’u Lex Aelia ve lex Fufia’nın hükümlerine uymamakla suçladığı
konuşmasında
448
atalarının bu niyetlerinde başarılı olduklarını, yasalardaki
hükümleri kullanarak birçok kez halk temsilcilerinin çılgınca hareketlerini
bastırdıklarını söylemiştir. Aynı konuşmanın devamında Gracchus kardeşler,
Saturninus ve Drusus gibi halk temsilcilerinin bunların arasında yer aldığını
belirtmiştir. Cicero’nun bu sözlerinin ne ölçüde doğru olduğu, ayrıca Lex Aelia ve lex
Fufia’nın bu halk temsilcilerinin çıkardıkları yasaları engellemek için kullanılıp
kullanılmadığı bir tartışma konusu olabilir.
Konu gereği, ilk olarak Tiberius Gracchus’un yasa tasarısının ele alınması
uygun görülmektedir. Daha önce değindiğimiz gibi Tiberius’un halk temsilcisi
olduğu yıllarda ekonomik sorunların yarattığı sosyal dengesizlik olduğunu
belirtmiştik. Tiberius, göreve başlar başlamaz toplumdaki bu dengesizliği ortadan
kaldırmayı amaçlayan bir yasa tasarısı sunmuştur. Tasarı İ.Ö. 367 yılında çıkarılmış
olan, devletin ele geçirip kamulaştırdığı toprakların (ager publicus) 500 iugerum’dan
(yaklaşık 125 hektar) fazlasına sahip olmayı yasaklayan Licinius-Sextius yasasının
uygulanmasını öngörüyordu. Yasaya aykırı olarak bu miktar’dan fazlasına sahip
olanların toprağı ellerinden alınacak ve Roma ordusunun bel kemiğini oluşturan
küçük toprak sahiplerini yeniden güçlendirmek için küçük parseller halinde halka
dağıtılacaktı. Bildiğimiz kadarıyla Tiberius’un tasarısı yasalaşmıştır, ancak senatus
447
Asc. Pis.8.1
448
Cic.Vat.18: “…quae leges saepe numero tribunicios furores debilitarunt et represserunt”
kendi kontrolünde olan hazinenin kullanımı konusunda sürekli engel çıkararak toprak
dağıtım işini engellemeyi başarmıştır.
Tiberius Gracchus ve auspicium’larla ilgili bilgiler, onun öldürüldüğü gün
fark etmiş olduğu ve görmezden geldiği söylenen uğursuz işaretlerden ibarettir449.
Şafak vakti bir pullarius yanında auspicium’a bakmak için kafeste taşınan tavuklarla
birlikte Tiberius’un evine gelir. Tavukların önüne yemleri atmasına karşın
tavuklardan hiçbiri dışarı çıkmaz. Pullarius kafesi kuvvetli bir biçimde sarsınca,
yalnızca bir tavuk dışarı çıkar, ama yemlere dokunmaz. Onun yerine sol kanadını
kaldırır, ayağını gerer ve doğruca kafese geri döner. Bu uğursuz işarete canı
sıkılmasına karşın Tiberius, halkın Capitol’de toplandığını öğrenince, dışarı çıkmaya
karar verir. Eşikten geçtiği sırada ayağı takılır ve sendeler. Ayağını eşiğe öyle sert
vurur ki, başparmağının tırnağı kırılır ve kan ayakkabısından dışarı sızar. Uğursuz
işaretler görünmeye devam eder. Yoluna devam ederken, birbiriyle kavga eden
kuzgunlar görünür. Kuzgunlardan birinin ağzından bir taş parçası düşerek
Tiberius’un ayağına gelir. Capitol’e ulaştığında uğursuz sayılan başka olaylar da
gerçekleşir450. Görüldüğü gibi antik kaynaklarda aktarılan bu uğursuz işaretlerin
tümü, tanrının Tiberius’un yaptıklarını onaylamadığı ya da tanrının isteklerine karşı
gelen birinin başına neler gelebileceğini gösteren belirtiler olarak (auspicia oblativa)
algılanabilir. İçlerinden yalnızca biri, kafesten salınan tavukların yem yiyişinin
incelenmesi auspicia impetrativa’dır. Bu da şüphesiz herhangi bir resmi amaç
taşımadığı ve Tiberius’un evinde gerçekleştiği için auspicia privata’dır. Dolayısıyla
antik kaynaklarda auspicium’lar bahane edilerek Tiberius’u engellemeye yönelik
resmi bir girişim olduğu yönünde hiçbir kanıt yoktur. Onun zenginlerin çıkarlarını
449
Plut. Ti.Gracch. 17; Val.Max. 1.4.2; Obs. 27a
450
Val.Max. 1.4.2
hedef alan tasarısı göz önüne alındığında bu durum oldukça ilginç görünmektedir.
Başlangıçta, Tiberius’un toprakla ilgili tasarısını senatus ve rahip kurulu üyelerinden
bazılarının desteklemiş olması belki bunda etkili olabilir451. Belki de aktarılan bu
olaylar Tiberius Gracchus karşıtı anti propaganda olabilir. Ama kesin bir şey
söylemek olası görünmemektedir.
Öte yandan Tiberius’un kardeşi Gaius Gracchus’un halk temsilciliği sırasında
bir yasanın dini gerekçelerle iptal edildiğine ilişkin ipuçları bulunmaktadır. Gaius,
halk temsilcisi olduğu iki yıl boyunca senatus’un yetkilerini kısıtlayıcı nitelikte
birçok yasa çıkarmıştır. Örneğin, Polybios’un halkı senatus’a karşı itaatkâr olmaya
zorlayan en önemli etkenlerden biri olarak gördüğü452 “mahkemelerdeki yargıçlık
görevini” kısmen senator’lerden alıp atlı sınıfına devretmiştir. Mali konular
senatus’un yetki alanında olmasına karşın, halk meclisinden, halka düşük fiyattan
buğday dağıtılmasını öneren bir yasa çıkartır. Çıkartmış olduğu bu yasalar sayesinde
451
Tiberius’un kayın pederi, princeps senatus olan Appius Claudius Pulcher, 133 yılı consul’ü,
pontifex P.Mucius Scaevola, pontifex P. Licinius Crassus tasarının oluşmasına katkı sağlayarak
desteklerini göstermişlerdir (Cic. Acad. 2.13; Plut. Ti.Gracch. 4). Augur’lar kurulu üyelerine gelince:
Tiberius’un kendisi augur’dur. Kayın pederi ve tasarısının fikir babalarından biri olan Appius
Claudius Pulcher augur’lar kurulu üyelerinden biridir. Tasarının oluşmasına katkı sağlayan P.Mucius
Scaevola’nın kardeşi, augur Q.Mucius Scaevola da büyük olasılıkla Tiberius’un tasarısını
desteklemiştir. Augur’lardan biri olan Q. Caecilius Metellus Macedonicus, Lintott’a göre tasarının
amacına sempati duyuyordu, ancak Tiberius’un yaptıklarını onaylamıyordu (bkz. Lintott, A.,
“Political History, 146-95 B.C.”, (ed.) Crook, J. A.& Lintott, A.& Rawson E., The Cambridge Ancient
History vol.9, Cambridge University Press, Cambridge 1992, 20067 içinde: s.74.) Diğer iki üye,
Cornelius Scipio Africanus Aemilianus (o sırada Roma dışındadır) ve Caius Laelius’tur. Her ne kadar
Appius Claudius Pulcher ve grubunun siyasi rakibi olsalar da, onların da Tiberius’un yaptıklarını
değil, ancak tasarısının amacını desteklediklerini düşünmemiz için geçerli nedenler vardır. Çünkü
yakın dostu Scipio Africanus’un desteğiyle consul seçilen C. Laelius, 140 yılında senatus’a benzer bir
tasarı getirmiş, ancak Plutarkhos’un deyimiyle etkili kişilerin karşı çıkmasından dolayı korkup tasarıyı
geri çekmiştir (Plut. Ti.Gracch. 8.; ayrıca bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman
Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.479; Lintott, A., “Political History, 146-95 B.C.”, s.60.
452
Polyb.6.17.7-8
sahip olduğu halk desteğini daha da arttırmıştır. 122 yılında başka bir halk temsilcisi
olan C. Rubrius’a destek vererek, yeni koloniler kurulmasını öngören tasarının
yasalaşmasını sağlamıştır. Ardından, bir önceki yılın consul’ü Fulvius Flaccus’la
birlikte Kartaca’da kurulacak yeni koloninin yerini belirlemek için seçilen üç kişilik
komisyonda görev almıştır. Eski Kartaca şehrinin bulunduğu yeri, kurulacak yeni
koloninin yeri olarak belirledikten sonra oraya 6000 kişinin yerleştirilmesini
öngörmüşler ve Roma’ya dönüp tüm İtalya’dan bu 6000 kişiyi belirlemişlerdir.
Appianos’a göre bu sırada gerekli işleri tamamlamak üzere Kartaca’da kalmış olan
görevliler, senatus’a bir mektup göndererek, Gracchus’un ve Fulvius’un koloninin
yerini işaretlemek için kullandıkları sınır taşlarını kurtların yerlerinden çıkarıp etrafa
dağıttıklarını belirtir453. Plutarkhos başka uğursuz işaretlerin de görüldüğünü belirtir.
Aniden ortaya çıkan bir fırtına Roma sancağını parçalara ayırır. Kasırga, sunakların
üzerinde duran kurbanları yerinden kaldırıp dağıtır ve Gaius’un diktiği sınır
taşlarının ötesine savurur. Biliciler, bu olayları yeni kurulacak koloniye tanrının izin
vermediği biçiminde yorumlarlar454. Senatus, yaptığı toplantının ardından Kartaca’da
koloni kurulması için çıkarılmış olan yasanın (lex Rubria) iptal edilmesini önerir455.
Bu karar karşısında çılgına dönen Gaius Gracchus ve Fulvius Flaccus senatus’un
kurtlar konusunda yalan söylediğini iddia ederler ve yandaşlarıyla birlikte toplantının
yapıldığı Capitolium’a giderler. Burada iki taraf arasında başlayan çatışma Gaius
Cracchus ve Fulvius Flaccus’un öldürülmesiyle sonuçlanmıştır.
Eskiçağ yazarlarının aktardıklarından anladığımız kadarıyla bu yasa dini
gerekçelerle iptal edilmiştir, ancak bu iptalin auspicium’larla bir ilgisi olup
453
Plut. C.Gracch. 11; App. B Civ. 1.24; Obseq. 33
454
App. loc.cit.
455
App. loc.cit.; Plut. C.Gracch. 13.3
olmadığını anlamak için biraz daha ayrıntılı bir inceleme yapmak gerekmektedir. Bu
olayda bir magistratus’un Lex Aelia ya da Fufia’nın hükümleri uyarınca, obnuntiatio
yetkisini kullandığını düşünmemizi gerektiren bir durum yoktur. Çünkü bir
magistratus itiraz etme hakkını ya toplantı başlamadan önce ya da toplantı sırasında,
kullanabilir. Oysa lex Rubria’nın iptali uzun süre sonra, görevliler bu yasa uyarınca
Kartaca’da kurulacak koloniyi düzenledikten sonra gerçekleşmiştir. Görünen o ki,
uğursuz işaretler bildirilince senatus, ilgili rahip kurulunun görüşüne başvurmuştur.
Appianos, bu rahip kurulu için μάντις sözcüğünü kullanmıştır. Bu sözcük Yunanlı
yazarlar tarafından hem haruspex hem de augur’lar için kullanılabilen bir terimdir.
Weinstock ve Rawson senatus’un augur’lar kuruluna başvurduğunu ileri
sürmüşlerdir456. Ancak her ikisi de varsayımlarının nedenlerini açıklamamıştır. Bu
görüşe karşı çıkan Macbain, augur’ların bir toplantı sırasında şimsek çakması ve
kuşların uçuşu dışındaki işaretleri yorumlamadıklarını ileri sürmüştür457. Ancak
Linderski’nin
değerli
çalışması,
augur’ların
etkinlik
alanının
Macbain’in
düşündüğünden çok daha geniş olduğunu göstermiştir458. Augur’lukla ilgili Yunan
tarih yazarlarının kullandığı terimleri incelediği eserinde Vaahtera, Appianos’un
eserinin başka yerlerinde her iki rahip kurulu için aynı sözcüğü kullanmış olduğunu
gösterdikten sonra, bu olayda kastedilen rahip kurulunun haruspex’ler olduğunu ileri
sürmüştür459. Çünkü prodigium’ların onların uzmanlık alanına girdiğini söylemiştir.
Ancak cumhuriyet dönemindeki prodigium’ları inceleyen Macbain’in yapıtından
456
Weinstock, S., “Obnuntiatio”,Wissowa, G. ve Kroll, W. (ed.), Paulys Realencyclopädie der
classischen Altertumswissenschaft vol.17, J.B. Metzlerscher Verlag, Stuttgart, 1937 içinde: s.1732;
Rawson, E., “Religion and Politics in the Late Second Century B.C. at Rome”: s.197.
457
MacBain, B., Prodigy and Expiation : a Study in Religion and Politics in Republican Rome, s.75.
458
Linderski, J., “The Augural Law”: s.2146-2312.
459
Vaahtera, J., Roman Augural Lore in Greek Historiography, s.82-83.
böyle bir standart olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Senatus benzer prodigium’larda
zaman zaman farklı rahip kurullarına görev vermiştir. Son olarak bu olayı tartıştığı
bölümde North, önce kesin bir karar vermenin zor olduğunu ve senatus’un İ.Ö.99
yılında olduğu gibi her iki kurulun da görüşünü almış olabileceğini belirtmiş, ancak
olayı özetlediği son bölümde kararı büyük olasılıkla haruspex’lerin vermiş
olabileceğini söylemiştir; Augur’ların görüşü alındığına ilişkin hiçbir kanıt
olmadığını, ancak senatus onlara danışmış olsa bile, bir yasanın iptal edilmesine
karar verecek yetkilerinin yok gibi göründüğünü eklemiştir460. Bizce bu varsayımdan
haruspex’lerin sanki bir yasaya iptal kararı verme yetkisi varmış gibi bir sonuç
çıkmaktadır. Şunu iyi biliyoruz ki bir yasayı iptal etme yetkisine yalnızca senatus
sahiptir. Öte yandan Appianos’un
μάντις sözcüğüyle augur’ları kastettiğini
düşünmemize yol açacak nedenler de vardır. Bu olaydan yaklaşık 25 yıl önce, P.
Cornelius Scipio Aemilianus Africanus’un, Kartaca kentini yerle bir ettikten sonra,
Roma’nın en büyük düşmanının doğuşuna tanıklık etmiş olan bu alanı, insanlar
yerleşmesin, sonsuza dek koyunların otlağı olarak kalsın diye lanetlemiş olduğu
söylenmektedir461. Gaius’un koloni kurmak için sınır taşlarıyla işaretlediği alan,
Appianos’un aktardığına göre, tam da burasıdır. Dolayısıyla bu lanetin kaldırılması
ve buranın dini bakımdan iskan edilebilir bir konuma getirilmesi gerekmektedir.
Cicero’nun söylediği “…publici augures, …urbemque et agros et templa liberata et
effata habento” sözü, senatus’un bu olayda augur’ları da görevlendirmiş
olabileceğini göstermektedir462. Ancak hemen belirtmemiz gerekir ki, elimizdeki
460
North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of
the Second Punic War to the time of Sulla s.432-435.
461
App. B Civ. 1.24
462
Cic. Leg. 2.21
veriler, senatus’un hangi rahip kurulunun görüşüne başvurduğunu kesin olarak
belirlemek için yeterli değildir. Öte yandan hangi kurula danışıldığı konusunda farklı
görüşleri savunan modern araştırmacıların tümünün birleştiği ortak nokta, Gaius’un
yürüttüğü politikalara karşı olanların, Roma’ya iletilen uğursuz işaretleri fırsat
bilerek, Kartaca’da bir koloni kurulmasını engelledikleri ve arkasındaki halk
desteğini azaltma amacıyla Gaius Gracchus’a karşı kullandıklarıdır. Bizim
görüşümüz de bu yöndedir.
Optimati, Gaius’un arkasındaki halk desteğini azaltmak için başka yollara da
başvurmuştur. Bir başka halk temsilcisi olan M. Livius Drusus’u ön plana çıkarmış
ve bazı yasa tasarılarını veto etmesini sağlamıştır. Bu sırada ona lojistik destek de
vermişlerdir.
Kartaca ve Tarentum’da iki koloni kurulmasını öngören Gaius’un
yasasını gözden düşürmek amacıyla, Livius Drusus’a İtalya’da ve Kartaca’da toplma
on iki koloni kurma ayrıcalığı tanınmıştır. Appianos’un deyimiyle halk, on iki koloni
haberine o kadar sevinmiştir ki, Gaius’un yasalarına dudak bükmüşlerdir.
Plutharkhos’un aktardığına göre, Drusus’un bu kolonilere yerleşecek 3000 fakir
yurttaşa vergiden muaf olma sözü vermesi ve bir konuşma yaparak, bu iyilikleri
senatus’un uygun gördüğünü açıklaması, halkı Gaius’tan uzaklaştırıp, optimati’ye
karşı daha uysal hale getirmiştir. Appianos ve Plutarkhos bu değerlendirmelerinde
haklı gibi görünmektedirler. Zira, Kartaca’da koloni kurulmasını öngören lex
Rubria’nın iptal edilmesini sağlayacak tasarı senatus’ta değil, başka bir halk
temsilcisi M. Minucius Rufus’un teklifiyle halk meclisinde oylanmıştır Gaius’un
öldürülmesinden kısa bir süre sonra, yine halk meclisinden çıkarılan bir yasayla,
fakirlerin toprak dağıtımından elde ettikleri hisseleri satabilmelerine izin verilmesi,
Gaius’un toprak dağıtımı konusunda çıkardığı yasaların geçerliliğini ortadan
kaldırmış görünmektedir463. Tiberius’un toprak dağıtımını öngören yasa tasarısına
karşı da benzer bir strateji uygulandığını görüyoruz. Onun toprak yasasını da diğer
halk temsilcisi Marcus Octavius veto etmiştir. Çünkü, Plutharkos’un dediğine göre,
125 hektardan çok daha fazlasına sahip olan Octavius, Tiberius’un yasasından zarar
görecek insanlardan biriydi464. Dolayısıyla optimati tarafından kolayca ikna edilmiş
olmalıdır. Ancak Tiberius’un halk meclisinde geleneklere aykırı olarak onu görevden
aldırıp yasaları geçirmesi, iki taraf arasında yaşanan şiddet olaylarının fitilini
ateşlemiştir.
Cumhuriyet
dönemi
boyunca
halkın,
eski
taleplerinden
kolayca
vazgeçmediğini ve eninde sonunda isteklerine bir biçimde ulaştığını anlıyoruz.
Cumhuriyetin ilk yıllarında patres’in, Orta Cumhuriyet döneminde nobilitas’ın
muhalefetine karşın, halkın sayısal üstünlüğünü de kullanarak taleplerini kabul
ettirdiklerini bu çalışma boyunca göstermeye çalıştık. Geç Cumhuriyet döneminde de
aslında durum çok değişmemiş gibi görünmektedir. Örneğin, 145 yılında Licinius’un
teklif ettiği ve optimati’nin karşı çıktığı rahiplerin seçim yöntemine ilişkin tasarı, İ.Ö.
104 yılında tekrar siyasi tartışma konusu olur. Daha önce belirttiğimiz gibi, bu yılın
halk temsilcisi Gnaeus Domitius Ahenobarbus, ölen babasının yerine kendisinin
değil de, M. Aemilius Scaurus’un pontifex kuruluna seçilmesine sinirlenerek, rahip
kurullarına yeni üyelerin kabul edilme yöntemini değiştiren bir yasa çıkarmayı
başarmıştır465. Lex Domitia de sacerdotiis olarak adlandırılan bu yasa, yeni üye
463
App. B Civ. 1.27
464
Plut. Ti.Gracch. 11
465
Suet. Ner. 2.1; Asconius, Domitius’un pontifex kurulu tarafından değil, augur’larca reddedildiğini
(Asc. 21C) . Bu konu bilim adamları arasında çokça tartışılmıştır. Geer, Suetonius’un ifadesinden yola
çıkarak Scaurus’un pontifex olduğunu ve Asconius’un ona augur diyerek yanıldığını ileri sürer (bkz.
Geer, R. M., “M. Aemilius Scaurus (Suetonius Nero ii.1 and Asconius on Cicero Pro Scauro 1) ”,
seçme yetkisini rahip kurullarından alarak, 35 tribus’un 17’sinin katıldığı özel bir
kurula devretmiştir. 17 tribus’un seçtiği adayın, yine ilgili rahip kurulu tarafından
cooptatio yöntemiyle atanmasını sembolik de olsa zorunlu kılmıştır466. Lex Domitia
de sacerdotiis yaklaşık olarak 25 yıl boyunca yürürlükte kalmış, daha sonra optimati
egemenliğini yeniden ve oldukça sert bir biçimde inşa eden Sulla tarafından
kaldırılmış, ancak Iulius Caesar’ın teğmeni Labienus tarafından tekrar yürürlüğe
konulmuştur467. Rahip seçim yönteminde sıkça yaşanan bu değişikliklerin sonucunda
bazı ilginç gelişmeler de olmuştur. Lex Domitia de sacerdotiis’in senatus tarafından
kabul edilmesinin ardından, Domitius Ahenobarbus pontifex seçilmiş, normalde
kurullardan birine seçilmesi zor görünen C.Marius ise augur olmuştur468. Cornelius
Sulla, lex Domitia’yı kaldırıp eski sisteme döndükten sonra, rahip kurullarının üye
sayısını 15’e çıkartmış ve kara liste uygulaması nedeniyle rahiplerden bazıları
öldürülünce, boşalan üyeliklere onun destekçileri seçilmiştir469. İ.Ö.63 yılında halk
temsilcisi Labienus’un teklifiyle, lex Domitia’nın tekrar yürürlüğe girmesi sayesinde,
uygun yaşta olmamasına ve henüz praetor’luk yapmamasına karşın Caesar, çok umut
bağladığı halkın oyuyla, pontifex maximus seçilmiştir470.
Classical Philology 24 (1929): s.292-294. Buna karşın, Ernst Badian, Asconius’un daha iyi bir kaynak
olduğunu savunmuştur (bkz. Badian, E., “Sulla's Augurate”, Arethusa 1:1 (1968): s.29 v.d.) J.A.North
ise Domitius’un her iki kurul tarafından reddedilmiş olabileceğini ileri sürer (bkz.North, J.A, The
Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic
War to the time of Sulla s.671.).
466
Cic. Leg.2.18
467
Dio Cass.37.37.1; Liv. Per.89
468
Cic. Ad Brut.1.5.3; “ C. enim Marius, cum in Cappadocia esset, lege Domitia factus est augur.”
469
Bkz. Taylor, L. R., “Caesar's Colleagues in the Pontifical College”, The American Journal of
Philology 63 (1942): s.402 v.d.
470
Dio Cass.37. 37.1-2
Geç Cumhuriyet döneminde halk temsilcileri rahip seçim yöntemi konusunda
olduğu kadar, ekonomik ve yapısal değişiklik taleplerinde de ısrarcı olmuş
görünmektedir. Gracchus’ların başlattığı girişimin başarısızlıkla sonuçlanması,
ekonominin daha da kötüye gitmesiyle sonuçlanmıştır. Küçük toprak sahipleri Roma
ordusunun bel kemiğini oluşturduğu için, onların sayısındaki azalma doğal olarak
askeri gücün de zayıflamasına yol açmıştır471. Gracchus’lardan sonraki dönemde
Roma ordusu aynı anda birçok yerde savaşmış ve oldukça zor durumlara düşmüştür.
Önce Afrika’da Iugurtha’ya karşı uzun süren bir mücadele verilmiştir. Bu sırada
Roma yönetici sınıfın çaresizliğini, ahlak bakımından nasıl yozlaştıklarını, alınan
rüşvetleri Sallustius, Bellum Iugurthinum adlı yapıtında tüm canlılığıyla aktarmıştır.
Iugurtha’yla yapılan savaş sürerken, kuzeyden gelen Germen kabileleri Roma’yı
tehdit etmeye başlamıştır. İ.Ö. 109, 107 ve 105 yıllarında Roma orduları ardı ardına
üç kez bu kabileler tarafından yenilgiye uğratılmışlardır. Askeri alandaki bu
başarısızlıklar, atlı sınıfına mensup bir aileden gelen C. Marius adında bir generale
alanında sivrilme fırsatı vermiştir. Seçme, paralı askerlerden kurduğu yeni bir ordu
sayesinde, önce komutanı L. Cornelius Sulla’nın çabalarıyla Iugurtha savaşını
sonlandırmış, ardından Germen kabilelerini mağlup etmiştir. Kente döndüğünde,
Roma’yı Gal istilasından kurtaran ikinci bir Camillus olarak selamlanmıştır.
Yönetici sınıfın devlet ve savaş yönetiminde gösterdikleri başarısızlık, onları
halk temsilcilerinin eleştirilerine açık bir duruma getirmiş ve daha halkçı
politikaların uygulanmasına yol açmıştır472. Marius, bir yandan Roma ordusunu
yeniden yapılandırırken, öte yandan halk temsilcileri adeta Gracchus kardeşlerin
yapmak istediklerini gerçekleştirir gibi, soyluların gücünü zayıflatmaya yönelik bir
471
Bkz. App. B Civ. 1.27
472
Lintott, A., “Political History, 146-95 B.C.”, s.94.
takım yasalar çıkarmaya başlamışlardır. Örneğin yukarıda ele aldığımız, 104 yılı halk
temsilcilerinden Domitius’un rahip seçim yöntemini kısmen de olsa halka devreden
tasarısı bu bağlamda değerlendirilebilir. Diğer bir halk temsilcisi C. Cassius
Longinus halk tarafından yargılanıp suçlu bulunan ya da imperium’dan yoksun
bırakılan kişilerin senatus üyeliğinden de çıkarılmasına ilişkin bir yasa tasarının halk
meclisinde onaylanmasını sağlamıştır473. İ.Ö. 101 yılı halk temsilcisi C. Servilius
Glaucia, zimmete para geçirme ile ilgili davalara bakan yargıçların tamamının atlı
sınıfından seçilmesini öngören bir yasa çıkarttırmıştır474. Eskiçağ kaynaklarında
Marius’la işbirliği içinde çalışan halk temsilcilerinin arasında en azılısı L. Appuleius
Saturninus olarak gösterilmiştir. İ.Ö.103 yılındaki halk temsilciliği sırasında,
Marius’la birlikte Afrika’da savaşmış olan emekli askerlerden her birine 100
iugerum toprak verilmesini sağlayan bir yasa çıkartmış, Gracchus’ların başına
gelenlerden sanki ders almış gibi, bu yasa tasarısını veto etmeye kalkışan bir başka
halk temsilcisi M. Baebius’u taraftarlarına taşlatarak Forum’dan kaçırtmıştır475. İ.Ö.
100 yılında görev yapacak olan halk temsilcilerinin seçiminde Nonius adındaki
birine yenik düşünce, onu gizlice öldürtmüş ve ertesi sabah onun yerine aceleyle halk
temsilcisi seçilmiştir476. C. Marius’la işbirliği yaparak Germen kabilelerine karşı
savaşmış emekli askerlere Gallia Transalpina’dan toprak verilmesini öngören bir
yasa tasarısını halk meclisine getirmiştir477. Ancak bu tasarıda alışılmadık ve tuhaf
bir madde daha vardır. Buna göre, halk meclisi tasarıyı onaylayıp yasalaştırdığı
473
Ayrıntılı bilgi için bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509
BC-100 BC, s.559.
474
Bkz. Ibid., s.571-572
475
Auct.Vir. Ill. 73.1
476
Liv. Per. 69; App. B Civ. 1.28; Plut. Mar. 29.1
477
Liv. Preiochae 69; App. B Civ. 1.28
takdirde, senator’lerin tümü beş gün içinde bu yasaya uyacaklarına ilişkin yemin
edecekler, yemin etmeyi reddedenler senatus üyeliğinden atılacaklar ve yirmi talent
ceza ödeyeceklerdir. Yasanın görüşüleceği gün belirlenir ve Saturninus ülkenin her
tarafına haberciler göndererek, daha önce Marius’un ordusunda savaşmış olan emekli
askerleri kente çağırır.
Tasarının görüşülmesi sırasında büyük tartışmalar yaşanır. Teklifin
yasalaşmasını istemeyenler seslerini yükseltirler, ancak Saturninus ve yandaşlarının
saldırısıyla Forum’dan uzaklaştırılırlar. Ardından karşı taraf auspicia oblativa olan
yıldırım sesi duyulduğunu ileri sürer. Appianos bu olumsuz duyuruyu (obnuntiatio)
kent kalabalığının (πολιτικὸς ὄχλος), De viris Illustribus’un yazarı ise çok sayıda
soylunun (multi nobiles) yaptığını belirtir478. İki kesim arasında tekrar bir çatışma
durumu yaşanır, ama sonuçta Saturninus’un tasarısı yasalaşır. Marius’un araya
girmesiyle senator’lerin yasaya uyacakları konusunda yemin etmeleri sağlanır479.
Saturninus ertesi yıl da halk temsilciliğine seçilir, ancak seçimler sürerken Glaucia
ile birlikte öteki halk temsilcisi adayı Memmius’u öldürmeleri kentte büyük bir
karışıklığa yol açar. Bu olayların ardından senatus, Saturninus ve Glaucia’yı devlet
düşmanı ilan eder. C. Marius onlara verdiği desteği çekmek zorunda kalır ve Glaucia
ile Saturninus Capitolium’da yakalanıp öldürülür, Cicero’nun ileri sürdüğüne göre
Saturninus’un çıkardığı yasalar senatus kararıyla geçersiz sayılır480.
478
479
App. B Civ. 1.30; Auct.Vir. Ill. 73.1
C. Marius’un siyasi rakiplerinden biri olan Q. Caecilius Metellus Numidicus yemin etmeyi
reddedince, Saturninus’un başka bir tasarısıyla sürgüne gönderilir.
480
Cic. Leg. 2.14’te kardeşiyle arasında geçen şu diyalog böyle düşünmemize neden olmaktır:
“Marcus: O halde Titia ve Apuleia yasalarını yok mu sayıyorsun?
Quintus: Evet, Livia yasalarını bile yok sayıyorum.
Marcus: Evet, özellikle senatus’un bu yasaları bir çırpıda, tek bir cümlecikle iptal
ettiği göz önüne alınırsa, haklısın.”
Halk temsilcilerinin obnuntiatio yetkisi kullanılarak engellendiği sözünü
doğrulayabilecek bir takım unsurlar içeren bu olay, auspicium’lar açısından
incelemeye değer görünmektedir. Eskiçağ yazarları her ne kadar bu yasaların hangi
gerekçelerle iptal edildiğini doğrudan belirtmeseler de, senator’lerin yasaya
uyacaklarına
ilişkin
yemin
ettikleri
sırada
yaşananları
aktaran
Appianos,
Saturninus’un çıkardığı yasaların iptal edilmesi için senatus tarafından iki gerekçe
gösterilmiş olabileceğinin ipuçlarını vermektedir. Bellum Civile 1.30’da yemin
konusu senatus’un gündemine geldiğinde yaşananları şu biçimde anlatır: C. Marius,
bu yasa konusunda çok istekli olan halka açıkça karşı çıkmaya korktuğunu
söyleyerek, küçük bir hileye başvurmayı önerir; Buna göre senator’ler yasa geçerli
olduğu sürece, ona uyacaklarına ilişkin yemin ederek halkı sakinleştireceklerdir;
Daha sonra yasanın, güç kullanılarak (πρὸς βίαν = per vim) ve yıldırım sesi
duyulduğunun bildirilmesine karşın (βροντῆς ὠνομασμένης = contra auspicia)
çıkarıldığı için, atalarının geleneklerine ve tanrıların iradesine aykırı olduğu,
dolayısıyla geçersiz olduğu söylenecek ve senator’ler yeminin bağlayıcılığından
kurtulacaklardır. Appianos, Marius’un bu teklifini senator’lerin yemin etmelerini
sağlamak için bir hile olarak nitelemiştir. Ancak, adının şiddet olaylarına karışması
sonucu, Marius’un ve atlı sınıfının desteğini yitirdikten sonra, Saturninus’un
çıkarmasını sağlamış olduğu yasa, Appianos’un hile olarak nitelediği aynı
gerekçelerle, yani auspicium’lara aykırı olduğu ve güç kullanılarak çıkarıldığı
gerekçeleriyle iptal edilmiş olabilir.
Buna karşın Saturninus’un yasalarının iptal edilmediğini düşünen modern görüşler için bkz. North,
J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second
Punic War to the time of Sulla s.441-442.; Vaahtera, J., Roman Augural Lore in Greek
Historiography, s.157.
Saturninus’un içinde yer aldığı şiddet olaylarını göz önüne alacak olursak, lex
Apuleia’nın güç kullanılarak çıkarıldığını ileri sürerken, senatus’un geçerli neden
bulmak için pek zorlanmamış olduğunu tahmin edebiliriz. Öte yandan bu yasanın
geleneklere ve auspicium’lara aykırı bir biçimde çıkarıldığını ilan eden senatus’un
dayanak noktası şüphesiz toplantı sürerken yıldırım sesi duyulduğunun ilan edilmesi,
yani obnuntiatio olmalıdır. Appianos’un kullandığı “ὁ δὲ πολιτικὸς ὄχλος ἐβόα” ve
De viris illustribus’ta geçen “multi nobiles …clamarunt” tümcelerinden, bu itirazın
usulüne uygun olarak, toplantıya başkanlık eden kişiye yüksek sesle duyurulduğu
anlaşılmaktadır. Ancak toplantıya başkanlık eden kişi bu itirazları dikkate almamış
ve tasarının görüşülmesine devam edilmiştir. O halde bu itirazın kimler tarafından
yapıldığı önem kazanmaktadır, çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi481
obnuntiatio’nun yasal geçerlilik kazanması ve toplantının durdurulabilmesi için,
itirazın kimin tarafından yapıldığı önemlidir. Zira, yanlızca augur’lar ve
magistratus’lar obnuntiatio yetkisini kullandıkları zaman, yürütülmekte olan toplantı
durdurulmak zorundadır. Sıradan kişilerin itirazlarını kabul edip etmeme yetkisi ise,
toplantıya başkanlık eden magistratus’un elindedir. Appianos’un sözünü ettiği
πολιτικὸς ὄχλος, yani kent kalabalığı şüphesiz sıradan insanlardır. Dolayısıyla
toplantıya başkanlık eden kişi, - büyük olasılıkla praetor olan Glaucia –bu itirazları
dikkate almamış olabilir. Öte yandan De viris illustribus’un yazarının kullandığı
multi
nobiles
sözcüğü
itirazı
yapan
kişiler
arasında
augur’ların
ya
da
magistratus’ların da olabileceğini düşündürmektedir. Eğer bir augur bu yasaya itiraz
etmişse, bu büyük olasılıkla yasaya boyun eğeceğine ilişkin yemin etmeyi reddeden
481
bkz.s.19 v.d.
ve daha sonra bu nedenle sürgüne gönderilen Q. Caecilius Metellus Numidicus482
olabilir. Ancak Eskiçağ kaynaklarında bu görüşü destekleyebilecek, ya da konuya
açıklık getirebilecek somut bir değinme olmadığı için, bunun zayıf bir olasılık
olduğunu belirtmemiz gerekir.
Elimizdeki verilerle şu sonuçlara varabiliriz: Kendini Gracchus kardeşlerin
bir devamı olarak gören L. Appuleius Saturninus, C.Marius’un ve atlı sınıfının
başlangıçta kendisine verdiği destekle, senatus ve optimati’nin yetkilerini kısıtlayıcı
bir takım yasalar çıkarmıştır. Ancak daha sonra karıştığı şiddet olayları arkasındaki
desteğin azalmasına yol açmış ve sonuçta senatus consultum ultimum ile devlet
düşmanı ilan edilmiştir. Her ne kadar Marius onun yakalanıp yargılanmasını arzu
etmiş olsa da, tıpkı Gracchus kardeşler gibi Capitolium’da öldürülmüştür. Senatus,
büyük olasılıkla lex Aelia ve Fufia’nın obnuntiatio yetkisini düzenleyen
hükümlerinden yararlanarak Saturninus’un çıkardığı yasayı iptal etmiştir. Ancak
Gracchus kardeşlerin Saturninus’u etkilediği gibi, Saturninus’da kendinden sonraki
kuşağı etkilemiştir. Optimati ve populares arasında yaşanan şiddet olaylarının açtığı
yara kanamaya devam etmiştir. Saturninus’un öldürülmesinin üzerinden 36 yıl
geçmesine karşın, populares üyelerinden birinin onu öldürenlerden hesap sormaya
çalışması bunun bir göstergesidir483.
482
109 yılı consul’ü Q. Caecilius Metellus Macedonicus’un augur’luğu için bkz. Broughton, T. R. S.,
The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.532.
483
İ.Ö.63 yılında halk temsilcisi Titus Labienus, yaşlı senator C. Rabirius’u Saturninus’u öldürdüğü
için vatana ihanetle suçlamıştır. Bu konuyu araştırmakla görevlendirilen Iulius Caesar ve amcası
Lucius Caesar tarafından suçlu bulunmuştur. Dio Cassius’un aktardığına göre (37.27) Rabirius bu
kararın bozulması için halka başvurmuştur. Comitia centuriata’da Cicero’nun savunduğu Rabirius
(savunmanın metni için bkz. Cicero, Rab. perd.) yine Dio Cassius’a göre, halk tarafından da suçlu
bulunmak üzereyken praetor ve augur olan Metellus Celer davanın geleneklere aykırı bir biçimde
yürütüldüğünü söyleyerek, mahkemeyi durdurmuş, yargılama sonuçsuz kalmıştır.
Saturninus’un öldürüldüğü yıl diğer bir halk temsilcisi Sextus Titius’un
sunduğu yasa tasarısı da auspicium’lara aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir.
Bu tasarı ve olayların gelişimi hakkında pek az bilgiye sahibiz. Cicero Leg. 2.14’ te
bu tasarının senatus kararıyla, 2.31’de ise augur’lar kurulu kararıyla (decreto
conlegi) iptal edildiğini söylemektedir. Bildiğimiz kadarıyla augur’lar kurulunun bir
yasayı iptal etme yetkisi yoktur. Yanlızca senatus bir konuyla ilgili kurulun görüşünü
sorduğu zaman, inceleme yaparlar ve işlemler sırasında dini bir kusur işlendiğine
karar verirlerse, senatus’a bu konuda öneride bulunurlar. Kurulun görüşünü dikkate
alarak yasayı iptal etme, senatus’un yetkisindedir484. Dolayısıyla Cicero’nun
Leg.2.14’te bahsettiği gibi lex Titia büyük olasılıkla augur’lar kuruluna danıştıktan
sonra senatus’un kararıyla iptal edilmiş olmalıdır. Öte yandan Cicero bu tasarıya
değindiği De legibus yapıtındaki iki parçada da (2.14 ve 2.31) tasarının ne ile ilgili
olduğuna ve iptal kararının hangi nedenlerle verildiğine değinmemiştir. Valerius
Maximus ve Livius’un yapıtında yer alan prodigium’ları derleyen İ.S. 4. yüzyıl
yazarı Iulius Obsequens, bu konularda daha ayrıntı bilgi vermektedirler
485
. Her iki
yazarın aktardıklarından lex Titia’nın halka toprak dağıtılmasıyla ilgili olduğunu
anlıyoruz. Valerius Maximus, tasarının Sextus Titius’a halk desteği sağladığını
belirtir. Obsequens’in aktardığına göre diğer halk temsilcileri karşı çıkmasına
rağmen, Titius tasarıyı halk meclisine getirmiştir; Görüşmeler sırasında halk
meclisinin üzerinde (supra contionem) kavgaya tutuşan iki kuzgun gaga ve pençe
484
Linderski, J., “The Augural Law”: s.2165 dipnot 54.
485
Val.Max. 8.1. damn.3: “ Sex. quoque Titium similis casus prostrauit. erat innocens, erat agraria
lege lata gratiosus apud populum” ; Obs.46; “ Sex. Titius tribunus plebis de agris dividendis populo
cum repugnantibus collegis pertinaciter legem ferret, corvi duo numero in alto volantes ita
pugnaverunt supra contionem ut rostris unguibusque lacerarentur. Aruspices sacra Apollini litanda et
de lege, quae ferebatur, supersedendum pronuntiarunt.”
darbeleriyle birbirlerini parçalamışlardır. Bu uğursuz işaretlere karşın, Cicero’nun
kullandığı “lex Titia” sözünü göz önüne alarak tasarının yasalaştığını söyleyebiliriz.
Konunun senatus gündemine alınmasını sağlayan olağan üstü işaret belki
Obsequens’in söz ettiği kuzgunların kavgası olabilir. Ancak onun belirtiğine göre,
senatus bu konu hakkında augur’lar kuruluna değil, haruspex’lerin görüşüne
başvurmuştur. Haruspex’ler de tanrı Apollo’nun yatıştırılması ve görüşülmekte olan
tasarıdan kaçınılması gerektiği yönünde öneride bulunmuşlardır.
Cicero lex Titia’nın augur’lar kurulunun, Obsequens ise haruspex’lerin
önerisiyle iptal edildiğini belirtmiştir. Her iki antik kaynağın aktardıkları arasındaki
farklılığın nedenini ya da hangisinin doğru olduğunu bulmak elimizdeki verilerle pek
olası görünmemektedir. Obsequens’in sözünü ettiğini iki kuzgunun kavgası,
prodigium olarak değerlendirilebilir ve prodigium’lar genel olarak haruspex’lerin
uzmanlık alanına girmektedir. Senatus bu nedenle onlara danışmış olabilir. Öte
yandan Cicero’nun augur’lar kurulunun bu yasa tasarısının iptal edilmesinde etkin
bir rol oynadığı yönündeki sözlerinden şüphe etmek de pek olası görünmemektedir.
Çünkü Cicero kararın verildiği dönemin yakın tanığıdır. Bu karar verildiğinde Cicero
henüz yedi yaşındadır, bu doğru, ancak bu olayı, doğrudan tanık olan kişilerden
duyup dinleme olasılığı çok yüksektir. Cicero ve Obsequens’in yapıtlarındaki
birbiriyle çelişen iki ifadeyi inceleyen günümüz bilim adamları, senatus’un her iki
kurula da danışmış olabileceği sonucunu çıkarmışlardır486.Biz de onların bu
düşüncesine katılıyoruz. Lex Titia, bir takım olağanüstü işaretler bahane edilerek
iptal edilmiştir. Senatus bu kararı alırken tasarının görüşülmesi sırasında ya da
486
North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of
the Second Punic War to the time of Sulla s.443-446; Rawson, E., “Religion and Politics in the Late
Second Century B.C. at Rome”: s.193-212.
sonrasında meydana gelen olağanüstü işaretle ilgili olarak büyük olasılıkla her iki
kurula da danışmıştır.
Bu aşamada yanıt bulunması gereken bir sorun daha bulunmaktadır. Lex
Titia’nın iptal edilmesinin ardındaki gerçek neden ne olabilir? İlk olarak Sextus
Titius’un, özellikle Cicero tarafından, aynı yıl senatus consultum ultimum ile
öldürülen Glaucia ve Saturninus’un politikalarının destekçisi ve yandaşı olarak
gösterildiğini söyleyebiliriz. Cicero retorik ile ilgili yapıtlarından birinde487, Sextus
Titius’u, insanoğlunun gördüğü en utanmaz adam olan C. Servilius Glaucia ve eski
Attik komedya’da utanmazlığı ile ünlü olan Atinalı Hyperbolus’un öğrencisi olarak
sunar. Diğer bir yapıtında da o yılın consul’ü Marcus Antonius ve Sextus Titius
arasında geçen ve mitolojik motiflerle işlenmiş bir diyalogtan bahsetmiştir. Sextus
Titius kendisinin Kassandra olduğunu söylediğinde, Marcus Antonius ona, senin
Kassandra’na karşılık Oileusoğlu Aias rolünü üstlenebilecek çok sayıda kişi
sayabilirim diye yanıt verir488. Bize göre, Sextus Titius’a karşı çıkılmasının en
önemli nedeni, Gracchus’larla birlikte başlayan değişim hareketine karşı, optimati
üyelerinden birçoğunun var olan düzeni korumaya yönelik muhafazakar tutumları ve
değişim nedeniyle uğrayacakları zarara gösterdikleri tepkidir. Şüphesiz Sextus
Titius’un, Saturninus’a hayran olması ve onun politikalarını devam ettirmeye
çalışması da bahane olarak kullanılmıştır. Zira, eskiçağ kaynaklarından öğrendiğimiz
487
Cic. Brut.225
488
Priamos’un kızı olan Kassandra, Paris’in Helena’yı kaçırmasının kentin mahvına neden olacağı
yönünde kehanette bulunmuş, kimse ona inanmamış, ancak sonradan kehanetinin doğruluğu ortaya
çıkmıştır. Troya’nın yağmalanışı sırasında Oileosoğlu Aias onu sarıldığı Athena heykelinden zorla
koparmış ve namusunu kirletmiştir. Sextus Titius söz konusu parçada kendisinin Kassandra olduğunu
söylerken, kentin mahvolacağına ilişkin öngörülerine, Kassandra’nınkiler gibi kimsenin inanmadığını,
ancak günün birinde doğruluğunun ortaya çıkacağını ima etmektedir. Buna karşın Marcus
Antonius’un ona şaka yollu verdiği yanıt da oldukça ilginçtir.
kadarıyla, Sextus Titius evinde, vatan haini ilan edilen Saturninus’un bir heykelini
bulundurduğu için, daha sonra yargılanmış ve suçlu bulunmuştur489.
İ.Ö.91 yılında yine bir yasanın auspicium’lara aykırı olduğu gerekçesiyle
iptal edildiğini görmekteyiz. Optimati üyesi olan M. Livius Drusus, halk temsilcisi
seçildiği bu yılın başında, senatus içinde etkili kişiler olan Licinius Crassus ve M.
Aemilius Scaurus’un desteğiyle, Roma’nın içinde bulunduğu başlıca sorunları
çözmeye yönelik çok sayıda madde içeren bir yasa tasarısı (lex Livia) sunmuştur.
Tasarısına toprak ve tahıl dağıtılmasını öngören bir madde koyarak, plebs sınıfının
desteğini kazanmaya çalışmıştır490. Senatus’un atlı sınıfından seçilecek üç yüz yeni
üyeyle genişletilmesini öngören maddeyle atlı sınıfının, C. Gracchus’un tasarısından
sonra yalnızca atlı sınıfından seçilen mahkemelerdeki jüri üyelerinin bu genişletilmiş
senatus yapısı içinden seçileceğini belirten maddeyle de senatus’un desteğini
kazanmaya çalışmıştır491. Tasarıya eklediği ve atlı sınıfının rüşvet alma suçuyla
yargılanmasına olanak tanıyan başka bir madde, yine senatus’un desteğini
kazanmaya yönelik olarak değerlendirilebilir492. Son olarak, Roma vatandaşlık hakkı
verilmesini öngören bir maddeyle, İtalya’daki soyların desteğini kazanmaya
çalışmıştır. O yıl içinde toprak dağıtımı için iki komisyon kurulması (decemviri agris
dandis assignandis ve quinqueviri agris dandis assignandis) ve bu komisyonlarda M.
Livius Drusus’un adının yer alması, toprak dağıtımı ile ilgili maddenin yasalaştığı
489
Cic. Pro Rab. Perd.24; Mahkemede atlı sınıfından yargıçların görev yaptığını belirtir. Val.Max.
8.1. (damn.) 3; Yargılamanın halk meclisinde yapıldığını belirtir.
490
Liv.Per.71; Vell.Pat. 2.13.2; App. B Civ. 1.35; Auct.Vir. Ill. 66.4 ve 10; CIL I21, s.199 (Drusus’a
övgü yazıtı)
491
Liv.Per.70 ve 71; App. B Civ. 1.35; Flor.2.5.4; Auct.Vir. Ill. 66.4 ve 10
492
Cic.Clu.153, Rab. Post. 16, Off. 2.75; Diod. Sic. 37.10.3; App. B Civ. 1.35
izlenimini uyandırmaktadır493. Buna ek olarak tarih yazarı Livius’un, Periochae 71.
bölümde kullandığı “iudicariam quoque pertulit” ifadesi juri üyelikleriyle ilgili
maddenin de yasalaştığı düşüncesini güçlendirmektedir. Senatus’un atlı sınıfından
300 yeni üyeyle genişletilmesini öngören maddenin yasalaşıp yasalaşmadığı
konusunda ise bir kanıt yoktur. Ancak İ.Ö.91 yılının sonuna doğru, tasarının
destekçisi ve Drusus’un hocası Licinius Crassus’un ölümünden sonra, bu yasanın
kendi çıkarlarına zarar vereceğini düşünenler yasaya karşı çıkma konusunda
birleşmişlerdir. O yılın consul’ü ve augur olan L. Marcius Philippus’un tavsiyesiyle
senatus lex Livia’nın iptal edilmesine karar vermiştir. Kısa bir süre sonra Drusus
öldürülmüş, sonucunda vatandaşlık hakkını kendi bilekleriyle almak için birleşen
müttefikler ordusu Roma’yı aniden basmıştır ve üç yıl sürecek olan müttefikler
savaşı patlak vermiştir.
Meselenin siyasi yönü de oldukça ilginçtir. Daha önce belirttiğimiz gibi bu
tür tasarılar genelde populares yanlısı halk temsilcilerinden gelmiş ve optimati
üyelerinin büyük bir bölümü bu tekliflere karşı çıkmıştır. Örneğin C. Gracchus’un
halk üzerindeki etkisi, Drusus’un babası Livius Drusus’un yaptığı siyasi oyunlarla
azaltılmıştır. Oğul
Drusus,
Cicero’nun
aktardıkları
doğruysa,
Saturninus’u
öldürmeye koşanların başında yer almıştır494. Ancak, İ.Ö.91 yılında işler tam tersine
dönmüş gibi görünmektedir. Senatus’ta etkili olan optimati üyelerinin önde gelen
isimleri - Licinius Crassus, Aemilius Scaurus ve senatus içinde çok etkili olduğu
söylenen Livius Drusus’un kendisi495 -bu tasarının yasalaşmasında etkili olmuşlardır.
493
bkz. CIL I21, s.199 (Drusus’a övgü yazıtı) ; Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman
Republic, vol.2: 99 B.C.- 31 B.C., American Philological Association, New York, 1952, s.23.
494
495
Cic. Rab.perd. 24
Cic. Mil. 16 “ …nobilissimus vir, senatus propugnator atque….paene patronus…M.Livius
Senatus’ta görülen bu ani politika değişikliğinin nedeni ne olabilir? Livius Drusus’un
asıl amacı nedir? Appianos’un aktardığına göre496, Livius Drusus bazı İtalyan
kavimlere Roma vatandaşlık hakkı verilmesini sağlamak için söz vermiştir, asıl
amacı budur. Hedefine ulaşmak için Roma iç siyasetinde etkili olan unsurlardan
kendisine destek kazandıracak nitelikte bir yasa çıkarttırmıştır. Ancak sonuçta,
senatus, atlı sınıfı ve hatta vatandaşlık hakkı kazandırmak için uğraştığı İtalyan
kavimler bile kendisine karşı birleşmişlerdir. İ.Ö.1. yüzyılda yaşamış olan tarihçi
Diodoros Siculus ise, Appianos’tan farklı olarak, bazı İtalyan kavimlerine verilen
sözün Livius Drusus’un kişisel düşüncesi değil, senatus’un politikası olduğunu
belirtmektedir497. Daha önce bu kavimlere vatandaşlık hakkı verilmesi için uğraşan
populares üyelerinden İ.Ö.125 yılı consul’ü Fulvius Flaccus senatus tarafından
engellenmiştir. İ.Ö.122 yılında C. Gracchus’la birlikte halk temsilcisi seçilmiş, ikisi
de müttefik durumundaki İtalyan kavimlere oy hakkı verilmesi için çalışmışlar,
ancak optimati üyeleri tarafından öldürülmüşlerdir498. Bu durum göz önüne alınacak
olursa, senatus ve optimati politikasındaki bu ani ve köklü değişikliğin önemli bir
nedeni olması gerekmektedir. Belki de müttefik konumundaki İtalyan kavimlerin
artan baskısı karşısında artık bir adım atma gereğini hissetmişlerdir ya da
Gracchus’un yaptığı değişiklikler sonucu etkilerini yitirdikleri yargıç sisteminde
yapılacak yenilikler için İtalik kavimlerin yardımına ihtiyaç duymuşlardır499. Zira,
Drusus”; Vell.Pat.2.13.2: “ M. Livius Drusus, vir nobilissimus, eloquentissimus, sanctissimus, meliore
in omnia ingenio animoque quam fortuna usus.”
496
App. B Civ. 1.35-36
497
Diod. Sic. 37.2.2
498
App. B Civ. 1.34
499
Brunt, P.A., “Italian Aims at the Time of The Social War”, The Journal of Roman Studies 55
(1965): s.107; Gabba, E., “Rome and Italy: the Social War”, (ed.) Crook, J. A. & Lintott A. & Rawson
E., The Cambridge Ancient History vol.9, Cambridge University Press, Cambridge, 1992 içinde:
Diodoros Siculus’un aktardığına göre, senatus, bazı İtalyan kavinlere böyle bir söz
vermişler, bunun karşılığında oy hakkı elde ettikleri zaman, plebs’le yaşadıkları
kavgada kendilerini desteklemelerini istemişlerdir. Velleius Paterculus’a bakacak
olursak, Drusus’un asıl amacı İtaliklere vatandaşlık hakkı vermek değil, senatus’a
eski saygınlığını yeniden kazandırmak ve atlı sınıfına kaptırdıkları ayrıcalığı geri
almak, başka bir deyişle, mahkemelerdeki juri üyeliği hakkını atlı sınıfının
tekelinden çıkarıp yeniden senatus’a vermektir.
Görüldüğü gibi eskiçağ yazarları Livius Drusus’un bu yasayı çıkartmaktaki
gerçek amacı konusunda birbirinden farklı şeyler söylemişlerdir. Buna karşın tümü,
bu yasanın senatus tarafından iptal edildiği konusunda aynı görüşü paylaşmaktadır.
Bu durum doğal olarak insanın aklına şu soruyu getirmektedir: Lex Livia, senatus’a
eski saygınlığını kazandırmak ya da plebs’le yaşadıkları sorunlarda, İtalyan
kavimlerin desteğini elde etmek amacıyla çıkarılmışsa, o halde senatus, kendi
çıkarına olan bir yasayı niye iptal etmiştir? Bu olayları tanıklarından dinlediğini
belirten Cicero, De oratore yapıtında anlattıklarıyla bize ipucu vermiştir500. Livius
Drusus başlangıçta, senatus’un otoritesini kuvvetlendirmek için halk temsilciliği
görevini üstlenmiştir. Ancak o yılın consul’ü olan L. Marcius Philippus, başından
beri Livius Drusus’a ve çıkardığı yasaya karşı çıkmıştır. İ.Ö.91 yılının sonuna doğru,
senatus’un ileri gelenlerinin yürüttüğü politikaları da şiddetli bir biçimde eleştirmeye
başlamıştır. Consul’ün yürüttüğü politika, Cicero’nun deyimiyle Livius Drusus’un
arkasındaki senatus desteğini zayıflatmaya ve halk temsilcisi olarak gücünü
azaltmaya başlamıştır. L. Marcius Philippus halk meclisinde yaptığı başka bir
konuşmada,
o
sıradaki
senatus’un
tutumu
karşısında
devleti
yönetmeyi
s.111.
500
Cic. De or. 1.26 ve 3.2-5
sürdüremeyeceğini açıkça belirtmiştir. 13 Ekim 91’de Licinius Crassus senatus’ta
yaptığı bir konuşmayla Drusus’u ve yasayı savunmuştur. Dolayısıyla bu tarihte
senatus çoğunluğunun, az bir farkla da olsa, hala Livius Drusus’u desteklediği
anlaşılmaktadır. Ancak bu konuşmadan on gün sonra, Drusus’un ve yürüttüğü
politikanın en büyük destekçisi Licinius Crassus yaşamını yitirmiştir. Onun
ölümünden sonra Drusus’un çıkardığı yasa nedeniyle zarar göreceğini düşünenler,
yani L. Marcius Philippus’un başını çektiği senatörler ve Q. Servilius Caepio’nun
harekete geçirdiği atlı sınıfı, Drusus’a karşı birleşmiştir. Appianos’un şu sözü bu
durumu çok güzel açıklamaktadır: “senatus ve atlı sınıfı birbirlerine karşı
olamalarına rağmen, Drusus’tan nefret etme konusunda birleştiler”501.
Bu iptalin nedeni konusunda eskiçağ yazarları birbiriyle, hatta Cicero
örneğinde göreceğimiz gibi zaman zaman kendi aktardıklarıyla çelişen bilgiler
verirler. Örneğin, Cicero De legibus yapıtı 2.14’te söz konusu yasaların senatus
kararıyla iptal edildiğini, aynı yapıtın 31. bölümünde senatus’un bu kararı bir augur
ve o yılın consul’u olan L. Marcius Philippus’un tavsiyesiyle aldığını belirtmiştir. In
Vatinium konuşmasında (23), lex Aelia ve Fufia’nın içerdiği hükümler kullanılarak
engellendiklerini ileri sürdüğü halk temsilcileri arasında Livius Drusus’un da adını
saymıştır. De Domo yapıtının 41. ve 50. bölümünde ise lex Livia’nın, İ.Ö.98 yılında
çıkarılmış olan lex Caecilia ve Didia’da502 yer alan hükümlere dayanılarak iptal
edildiğini söylemiştir. Asconius ise lex Livia’nın auspicium’lara aykırı olarak
çıkarıldığı için iptal edildiğini belirtmiştir. Buna karşın tarihçi Livius yasadaki toprak
ve buğday dağıtımı ile ilgili maddenin zor kullanılarak (per vim) yasalaştırıldığını
501
App. B Civ. 1.36
502
Bu yasa, tasarıların sunulması ile yasalaşması arasında üç günlük bir sürenin geçmesini zorunlu
kılmış, ayrıca bir tasarı içine bir çok maddenin sokulmasını yasaklamıştır.
söylemiştir, ancak yasanın iptal edilmesinden hiç bahsetmemiştir. Lex Livia’nın iptal
gerekçesine ilişkin eskiçağ yazarlarında geçen ifadelerin oldukça karışık olması
sağlıklı bir sonuç çıkarılmasını da güçleştirmektedir.
Günümüz araştırmacıları bu konuda pek çok değişik düşünceler ileri
sürmüştür. Örneğin E.G Hardy 1913 yılında yazdığı bir makalede, lex Livia’nın
Cicero’nun söylediği gibi lex Caecilia ve Didia’ya dayanılarak iptal edilmiş
olamayacağını savunmuştur503. Çünkü, toprak ve buğday dağıtımı, juri üyeliklerinin
yeniden düzenlenmesi, senatus’a atlı sınıfından yeni üyelerin kabul edilmesi gibi son
derece önemli konuların tek bir yasa altında toplanmasını pek olası görmemiştir.
Buna ek olarak yasanın çıkmasını sağlayan Livius Drusus ve onu destekleyen
Licinius Crassus ve Aemilius Scaurus’un yedi yıl önce lex Caecilia ve Didia’yı
çıkaran partinin temsilcileri olduğunu, dolayısıyla kendi çıkardıkları yasayı, böyle
herkesin göreceği bir biçimde, alenen ihlal etmelerinin olanaksız olduğunu ileri
sürmüştür. Bunun yerine Periochae 71 de belirtildiği gibi mahkeme üyelikleriyle
ilgili tasarının, toprak ve buğday dağıtımı ile ilgili olan tasarıdan sonra yasalaştığını
söylemiştir.
Öte yandan Asconius’un aktardığı doğruysa ve lex Livia, auspicium’lara
aykırı biçimde çıkarıldığı gerekçesiyle iptal edildiyse, tasarının görüşülmesi
sürecinde dini bir kusur işlenmiş olmalıdır ya da Saturninus örneğinde gördüğümüz
gibi tanrının tasarıyı onaylamadığını gösteren bir işaret gönderdiğine ilişkin yapılan
bir itiraz (obnuntiatio) görmezden gelinmiş olmalıdır. Ne yazık ki eskiçağ yazarları
böyle bir olaydan hiç söz etmemiştir. John North yine de böyle bir olasılığın
bulunduğunu, ancak senatus’un bu konuda mutlaka augur’lar kuruluna danışmış
503
Hardy, G.E. , “Three Questions as to Livius Drusus”, The Classical Review 27 (1913): s.262.
olması gerektiğini belirtmiştir504. Cicero’nun bu olaya değinirken Philippus’un augur
görevine önem verdiğini, ama işlediği konu augur’lar kurulundan bahsetmesi için
ideal olmasına karşın, buna hiç değinmediğini söylemiştir. North, bu veriler ışığında
Asconius’un yanıldığını, buna karşın lex Livia’nın, Cicero’nun belirttiği gibi, lex
Caecilia ve Didia yasalarındaki kimi maddelere dayanılarak iptal edilme olasılığının
koşullara daha uygun ve daha tutarlı olduğunu ileri sürmüştür. Ancak North’un bu
savı kabul edilecek olursa, Cicero De domo yapıtında söyledikleriyle, yalnızca
Asconius’un aktardıklarını çürütmekle kalmaz, konuyla ilgili söylediği kendi
sözlerini de geçersiz kılar. Örneğin, In Vatinium konuşmasında, atalarının
obnuntiatio yetkisi kullanarak bazı halk temsilcilerini engellediğini ileri sürerken,
söz konusu halk temsilcilerinin arasında Livius Drusus’un da adını saymıştır505. Eğer
lex Livia’nın yasalaşması sürecinde ya da sonrasında dini bir kusur işlenmediyse ve
bir tasarının içine birçok madde eklendiği için iptal edildiyse, o halde Cicero’nun
söylediği bu sözün anlamı nedir? De legibus yapıtında (2.31) söz konusu olaya
değinirken, kuşkusuz North’un da belirttiği gibi Philippus’un consul ve augur olarak
senatus’a yasayı iptal etmesi yönünde öneride bulunduğunu söylemiş ve augur’lar
kurulundan bahsetmemiştir. Ancak, bu olaydan hangi bağlam içinde söz edildiği
gözden kaçırılmamalıdır. Cicero, lex Livia’nın iptal edilmesine augur’ların
yetkilerinin ne denli büyük olduğunu belirtmek için değinmiştir ve gerçek amacını
daha iyi görmek için North’un yaptığı alıntıya ek olarak, Cicero’nun bir sonraki
tümcede ne söylediğine bir bakmak yeterli olacaktır. “ quid (sc. religiosum) leges
504
North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of
the Second Punic War to the time of Sulla s.453-454.
505
Cic. Vat. 23; “…qui primum eam rem publicam quae auspiciis inventis constituta est isdem
auspiciis sublatis conarere pervertere, deinde sanctissimas leges, Aeliam et Fufiam dico, quae in
Gracchorum ferocitate et in audacia Saturnini et in conluvione Drusi…”
non iure rogatas tollere, ut Titiam decreto conlegi, ut Livias consilio Philippi
consulis et auguris? Nihil domi, nihil militiae per magistratus gestum sine eorum
auctoritate posse cuiquam probari? Eğer lex Livia’nın yasalaşması sürecinde dini bir
kusur işlenmediyse, leges non iure rogatas tollere….ut Livias consilio Philippi
consulis et auguris?... ifadesi nasıl açıklanabilir? Lex Caecilia ve Didia’da
auspicium’larla ilgili bir hüküm olabileceği ve Drusus’un yasalarının bu hükme
dayanılarak iptal edilmiş olabileceği savı506 da bunu açıklamak için yeterli değildir
ve varsayımdan öteye geçemez. Çünkü, lex Caecilia ve Didia’da auspicium’larla
ilgili bir hüküm olduğuna ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Jerzy Linderski senatus’un
konuyu augur’lar kuruluna götürmek yerine, augur olan Philippus’un tavsiyesi
doğrultusunda hareket etmeye karar vermiş olabileceğini ileri sürmüştür507. Bize göre
bu daha yeğlenebilir bir varsayımdır. Ancak yine de bu konunun gündeme
gelebilmesi için tanrının yapılan işe onay vermediğini gösteren, uydurma da olsa bir
takım işaretlerin ortaya çıktığı ileri sürülmeliydi.
Daha önce de belirttiğimiz gibi eskiçağ yazarları, tasarı görüşüldüğü sırada
dini bir kusur işlendiğine ilişkin herhangi bir şey söylememişlerdir. O halde Cicero
ve Asconius’un değindiği gibi yasa, tanrının izin vermediği bahanesiyle nasıl iptal
edilmiş olabilir? Bize göre İ.Ö.91 yılında meydana geldiği ileri sürülen
prodigium’lar, bu kararın alınmasında etkili olabilir. Yaşlı Plinius, Iulius Obsequens
ve İ.S. 4. yüzyılda yaşamış olan Paulus Orosius’un aktardığına göre, Livius Drusus
henüz hayatta iken, kentte birçok prodigium meydana gelmiştir. Plinius, iki dağın
506
Hardy, G.E. , “Three Questions as to Livius Drusus”: s.261-263; North, J.A, The Interrelation of
State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of
Sulla s.452.
507
Linderski, J., “The Augural Law”: s.2165, dipnot 54.
büyük bir gürültüyle birbirine çarptığını, daha sonra ikisinin arasından ortaya çıkan
alev ve dumanın gökyüzüne kadar yükseldiğini anlatmıştır508. Iulius Obsequens de
hem Roma’da hem de çevre kentlerde, güneşin batıdan doğması, yedi gün boyunca
gökyüzünden taş yağması, Circus Flaminius’ta bulunan Pietas tapınağına (aedes)
yıldırım düşmesi gibi aklın sınırlarını zorlayan doğa olaylarından söz eder.
Orosius’un aktardığı uğursuz işaretlerde de (prodigia dira) aşağı yukarı
Obsequens’inkilerle aynıdır. Üç eskiçağ yazarı da bu prodigium’ların Livius
Drusus’un
halk
temsilciliği
sırasında
gerçekleştiğini
söylerler.
Üçünün
aktardıklarından da senatus’un bu uğursuz işaretler konusunda haruspex’lere
danıştığı anlaşılmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi prodigium’larla ilgili bir
liste hazırlayıp bunu senatus’a sunma görevi consul’e aittir509. Zayıf bir olasılık da
olsa, Crassus’un ölümünden sonra, consul Philippus, bu prodigium’ları senatus’un
gündemine getirmiş,
haruspex’lerin verdikleri yanıtlara, bir augur olarak kendi
görüşünü de ekleyerek, yasanın iptal edilmesi gerektiğini söylemiş olabilir. Senatus
da consul’ün bu tavsiyesi doğrultusunda, herhangi bir rahip kuruluna danışmadan
lex Livia’yı iptal etmiş olabilir. Zira, bu olaydan sekiz yıl önce, İ.Ö.99 yılında,
yalnızca bir pontifex’in uyarısını yeterli görüp tanrının öfkesinin yatıştırılması için
harekete geçen senatus’un, bu sefer de bir augur ve consul’ün uyarısıyla böyle bir
karar alması olanaksız değildir. Crassus’un ölümünden sonraki siyasal ortam, bu tür
bir karar için uygun görünmektedir.
İ.Ö. 2. yüzyılın ikinci yarısında auspicium’ları ve halk temsilcilerinin
çıkardığı yasaları incelediğimiz bu bölümün sonucu olarak şunları söyleyebiliriz: Bu
508
Plin. HN. 2.199; “…montes duo inter se concurrerunt crepitu maximo adsultantes recedentesque,
inter eos flama fumoque in caelum exeunte interdiu…”
509
bkz.s.10
dönemde halk temsilcileri tarafından tasarlanıp önerilen ya da onların çabasıyla çıkan
yasaların genel olarak iki başlık altında toplandığı görülmektedir. Bunlardan birincisi
toprak dağıtımı, halka düşük fiyattan buğday verilmesi, koloni kurulması gibi
ekonomik nitelikli yasalardır; öteki ise kalıcı mahkemelerdeki (quaestiones
perpetuae) juri üyelerinin ve rahip kurullarının seçimi gibi yapısal nitelikli
yasalardır. Her iki alandaki değişimin var olan düzendeki egemen grubun çıkarlarına
zarar vermesi kaçınılmaz görünmektedir. Ekonomik nitelikli yasalar yönetimde
bulunanların maddi çıkarlarını, yapısal nitelikli olanlar ise siyasi yetkilerini hedef
almaktadır. Dolayısıyla var olan düzenin sürmesinden yana olanlar, Tiberius
Gracchus zamanındaki siyasi olayların gelişiminde gördüğümüz gibi, zaman zaman
kendi yandaşları olan öteki halk temsilcilerini kullanarak bu yasalara engel olmaya
çalışmışlar ya da Gaius Gracchus örneğinde gördüğümüz gibi, bazen dini gerekçeleri
kullanmışlardır. Ancak optimati’nin kullandığı bu tür yöntemler ya da araçlar
değişim isteğini ertelemekten başka bir işe yaramamış görünmektedir. Zira kısa bir
süre sonra, L. Appuleius Saturninus ve Sextus Titius gibi halk temsilcileri benzer
tekliflerle yeniden ortaya çıkmıştır. Onların yasaları da auspicium’lara uygun
olmadığı gerekçesiyle iptal edilmiştir. M. Livius Drusus gibi, uygulanan politikaların
sorunlara kalıcı çözüm getirmediğini anlayan bazı optimati üyeleri kalıcı çözüm için
çaba harcamışlardır. Ancak önerdikleri çözüm yönteminde her kesimin kendi
haklarından fedakârlık yapması gerekeceği için, yasayı çıkaranlar siyasi olarak zayıf
düştükleri ilk anda, çıkardıkları yasaların dini nedenler gerekçe gösterilerek iptal
edilmesi sağlanmıştır. Görüldüğü üzere Roma’nın bu dönemde yaşadığı sorunlar
yasalar aracılığıyla çözülmeye çalışılmış, ancak taraflar siyasi ve maddi çıkarlarını
ön planda tuttukları için başarılı olamamıştır.
VII.
SONUÇ
Auspicium, yani devlet ve toplumla ilgili her türlü girişimi tanrının onaylayıp
onaylamadığını öğrenmeye çalışmak, Roma’da Krallık ve Cumhuriyet Dönemi
boyunca bir gelenek olarak varlığını sürdürmüştür. Eskiçağ yazarlarının, tarihi bir
gerçekmiş gibi Romulus’un da Roma’yı tanrı onayını alarak kurduğunu vurgulaması
bu geleneğe mitolojik bir kanıt ya da destek de kazandırmıştır. Çalışmada
değindiğimiz çok sayıda örnek, Romalıların genelde bu tür kararlara, birkaç istisna
dışında, harfiyen uyduklarını göstermektedir. Bu bakımdan devlet idaresinde
auspicium’un belirleyici bir rolü olduğu söylenebilir.
Sınıflar arası mücadele döneminde siyasi gücü elinde bulunduran patres, aynı
zamanda tanrı onayı konusunda yorumda bulunma ve karar verme yetkisine sahiptir.
Roma toplumunun sayıca çoğunluğunu oluşturan plebs sınıfı, sınıflar arası evlilik
konusunda ve devlet yönetiminde pay sahibi olabilme gibi sosyal eşitlik taleplerini
dile getirmeye başladığında, ‘tanrı onayı’ patres tarafından önlerine çıkarılan en
önemli engelleme aracı olmuştur. Çalışmamızın ikinci bölümünde yer verdiğimiz
birçok
örnekte
görüleceği
gibi,
plebs’lerden
biri
yönetim
erkini
elinde
bulundurabileceği bir göreve seçildiğinde, patres dini alandaki yetkisini kullanarak,
tanrıların bu seçime razı olmadığını ileri sürmüş ve plebs’lein yönetimde pay sahibi
olmasını engellemeye çalışmıştır. Başka bir deyişle dini alandaki yetkisini
kullanarak, siyasi alandaki yetkisini korumayı denemiştir.
Savaş alanları için de benzer bir durum söz konusudur. Eğitimli ya da
eğitimsiz Romalıların büyük bir çoğunluğu savaşta aldıkları yenilginin, tanrılarla
iletişimde var olan sorunlardan kaynaklandığına inanma eğilimindedirler. Bu
nedenle, Cumhuriyet tarihi boyunca hemen hemen her savaştan önce, komutan ve
orduyla birlikte yolculuk eden biliciler, tanrının savaşa izin verip vermediğini
öğrenmeye çalışmışlardır. Bu gelenek, yenilgi durumunda, komutanların tanrıya
karşı sorumluluklarını yerine getirmiş görünmesine ve savaş sonrası kendilerine
yöneltilebilecek olası suçlamalardan kurtulmasına yardımcı olmuştur. Tanrı onayına
uyduğu halde savaş alanında yenilen komutanlardan birçoğunun siyasi kariyerine
devam ettiği göz önüne alınırsa, tanrı onayına uymanın, savaş alanında sorumluluğu
tanrıyla paylaşmanın siyasal bir kalkan görevi gördüğü söylenebilir. Öte yandan bazı
komutanların askeri taktik gereği tanrı onayını önemsemeyip, sorumluluğu tanrıyla
paylaşmayı reddederek risk aldıkları görülmektedir. O zaman belirleyici etken
savaşın sonucu olmuştur. Savaşı kazandıkları takdirde alınan risk işe yaramış ve
herhangi bir suçlamayla karşılaşmamışlardır. Ancak sonuç yenilgiyse, tanrı onayını
almadıkları için suçlamalarla karşı karşıya kalmışlardır.
Savaşta auspicium’ların olumlu olup olmadığı ya da dinsel kurallara uyulup
uyulmadığı konusunda karar veren kişilerin içinde bulunduğu sosyal ve psikolojik
durumun, ayrıca bu kişilerin askeri taktiklerinin ve siyasi eğilimlerinin söz konusu
kararları alırken zaman zaman etkili olduğunu söyleyebiliriz. İ.Ö.362 yılında
Genucius’un bir plebs olarak sosyal durumu, yani tanrılarla iletişim kurarak, onların
düşüncelerini öğrenme hak ve yetisinin olmadığı biçimindeki düşünce, rakip sosyal
sınıf olan patricius tarafından savaşın kaybedilmesinin başlıca nedeni olarak
gösterilmiştir. Buna karşın sonraki yıllarda plebs sınıfından başka komutanlar da
savaş kaybetmişler, ancak onlara böyle bir suçlama yöneltilmemiştir. İ.Ö.293 yılında
Papirius Cursor ve pullarius’un psikolojik durumu, yani bir an önce savaşa başlamak
için çok istekli olmaları, olumsuz auspicium’ları olumlu görmelerine neden olmuştur.
İ.Ö. 275 yılında Pyrrhus’un ordusunu bir anda karşısında gören consul M. Curius’un
psikolojik durumu da farklı değildir. Savaşa başlamak üzere hazır bir biçimde
bekleyen düşman ordusuna, “bekleyin tanrılar henüz savaşmamıza izin vermiyor”
demesini ummak gülünç olacaktır. Bu psikolojik durum ve ortamın etkisiyle
günlerdir tanrıdan beklenen olumlu işaretler düşman ordusunun aniden görünmesiyle
birlikte bir anda ortaya çıkıvermiştir.
İ.Ö. 3. yüzyılın son çeyreğinde, iç siyasi çekişmelerin ve tanrı onayı
konusundaki tartışmaların yeniden yoğunlaştığı görülmektedir. Roma’nın kuzey
sınırı ve Hannibal’e karşı uygulanacak strateji gibi devletin geleceğine ilişkin
sorunlar bu tartışmaların ana konusunu oluşturmuştur. Siyasi ve dini meselelerde
karar verme yetkisine sahip kurumların başında bulunan soylular, daha önce
kendilerini birkaç kez yenmiş olan Hannibal’e karşı bir meydan savaşından kaçınıp,
vur kaç taktikleriyle onu zayıflatma stratejisini benimsemiş görünmektedirler. Öte
yandan plebs’ler ve temsilcileri, düşmana karşı bir an önce sonuç verebilecek, daha
aktif, daha saldırgan girişimlerden yana bir duruş sergilemektedir. Bu nedenle kendi
isteklerini yerine getirebilecek kamu görevlilelerinin seçilmesini sağlamışlardır. Bu
dönemde Fabius Maximus Cuntator’un başını çektiği augur’lar kurulunun tanrı
onayını gerekçe göstererek, daha önce görülmemiş bir sıklıkta, siyasal yaşama ve
magistratus seçimine karıştığı görülmektedir. Eskiçağ yazarları hem bu müdahaleyi
yapanların gerekçelerini hem de buna karşı çıkanların görüşlerini aktarmışlardır.
Çalışmamızın içinde göstermeye çalıştığımız gibi günümüz araştırmacılarının bir
kesimi kararları alanların, bir kesimi de karşı çıkanların haklı olduğunu savunacak
biçimde konuyu işlemektedirler. Bu iki görüş de çalışmamız içinde değerlendirilmiş
ve bize göre eksik olan yanları belirtilmiştir. Eldeki veriler bizde, augur’lar kurulu
kararlarının kişisel menfaat elde etmek amacından çok, nobilitas’ın uygulamak
istediği politikaları destekler nitelikte olduğu izlenimini uyandırmıştır. Hannibal
karşısında ardı ardına alınan yenilgilerden sonra, din duygusunu birleştirici bir unsur
olarak
kullanmışlar
ve
kentteki
umutsuzluk
ortamını
ortadan
kaldırmaya
çalışmışlardır. Öte yandan bu kararlardan etkilenen plebs kökenli kişilerin yaptıkları
itirazlar son derece doğaldır ve haklı yönleri de vardır. Bazı bilim adamlarının
belirttiği gibi, augur’lar kurulunun Roma’da her zaman kötüye işaret olan şimşek
çakması gibi bir olguyu, olmadığı halde, varmış gibi göstermesi zordur 510. Ancak bu
durum, söz konusu kararların siyasi bir sonucu olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Şimşek çakması auspicium’un tanrısal yanıdır. Ancak bu şimşek çakmasına, “tanrı
iki plebs’in aynı anda consul olmasına izin vermiyor” biçiminde bir yorum
yapıldığında ve bu yorumdan hareketle seçilenlerden birinin görevden ayrılması
istendiğinde, yalnızca dini değil, aynı zamanda siyasi sonuçlar doğuran bir karar da
verilmiş demektir. Bu kararlar savaş ortamı ve var olma mücadelesi ile de
açıklanamaz. Çünkü kararlardan etkilenenler de aynı savaş ortamında yaşamaktaydı,
eğer var olmak için bir mücadele verildiyse, bu mücadeleyi, kararlardan etkilenip
görevlerinden ayrılmak zorunda kalanlar da vermişlerdir.
İ.Ö. 2. yüzyılın ilk yarısında tanrı onayıyla ilgili tartışmaların önceki elli yıla
oranla yok denecek kadar azaldığı görülmektedir. Bu dönemde tanrı onayına karar
verenlerin önceki döneme göre daha ılımlı davranmaları belki bu tartışmaların
azalmasını açıklayabilir. İ.Ö. 215 yılında, iki plebs’in aynı anda consul seçilmesi,
tanrının onay vermediği gerekçesiyle engellenmişti. Ancak 172 yılında iki plebs aynı
510
Her ne kadar tarihçi Dionysos Halikarnassos İ.Ö. 1.yüzyılda augur’lardan bazılarının bunu
yaptığını söylemiş olsa da.
anda consul seçilmiş ve herhangi bir tartışma yaşanmamıştır. 176 yılında kestiği
kurbanın iç organlarında tanrı onayını gösteren işaretleri bulamadığını bildiren
consul Q. Petilius’a, senatus “uygun işaretleri bulana kadar kurban kesmeye devam
et” biçiminde yanıt vermiştir. Bu elli yıllık dönemde tanrı onayının siyasi olarak
kullanıldığını düşündürebilecek bir iki olay vardır, ama bunlar İ.Ö. 3. yüzyılın ikinci
yarısındakilerle karşılaştırıldığında önemsiz gibi görünmektedir.
Öte yandan İ.Ö. 2. yüzyılın ikinci yarısı için aynı şeyleri söylemek zordur.
Büyük çiftliklerin sayısının artması ve buralarda özgür yurttaşlar yerine kölelerin
çalıştırılması sonucu, Roma ordusunun belkemiğini oluşturan orta sınıf köylülerin
sayısındaki azalma, kentin giderek işsizlerle dolması Roma’nın başlıca sorunlarıdır.
Senatus üyelerinden küçük bir bölümün desteklediği halk temsilcileri, bu sorunlara
çözüm üretmek amacıyla bazı yasa önerileri sunmuşlardır. Bu yasa tasarıları
arasında, toprak dağıtımı, halka düşük fiyattan buğday dağıtılması, yeni koloniler
kurulması gibi ekonomik, mahkemelerdeki jüri üyelerinin ve rahip kurulu üyelerinin
seçimi gibi yapısal nitelikli olanlar çok tartışılmıştır. Var olan düzenin sürmesinden
yana olan varsıl kesimin, bu tasarıları kimi zaman öteki halk temsilcilerinin veto
yetkisini kullandırarak, kimi zaman da tanrı onayını gerekçe göstererek engellediği
görülmektedir. Bu kararları alanlar söz konusu yasaların devletin çıkarına olmadığını
ileri sürerken, karşıt grup kararların alınmasına neden olan tanrı işaretlerinin
uydurulduğunu söylemektedir. Bu yasalar iptal edildikten kısa bir süre sonra, başka
bir halk temsilcisinin benzer yasa önerileriyle yeniden ortaya çıkması, kullanılan bu
yöntemlerin sorunları çözmediği, yalnızca ötelediğini göstermektedir.
Roma cumhuriyet döneminde tanrı onayı ve siyasi erk ile ilgili genel bir
değerlendirme yapacak olursak, devlet yönetiminde bu iki unsurun birbirinden ayrı
bağımsız alanlar olarak görülmediğini söyleyebiliriz. Her türlü devlet işinden önce
tanrıdan onay alma bir gelenek olarak varlığını sürdürmüştür ve bundan
cumhuriyetin sonuna değin asla vazgeçilmemiştir. Bununla birlikte siyasal
anlaşmazlıklar ve tanrı onayı konusundaki tartışmalar arasında doğru orantı olduğu
söylenebilir. Roma’nın kuruluş yıllarında Remus’un Romulus’a, sınıflar arası
mücadele döneminde plebs temsilcilerinin patres’e, İ.Ö. 3. yüzyılın son çeyreğinde
halk temsilcilerinin nobilitas’a, İ.Ö. 2. yüzyılın ikinci yarısında ise populares
üyelerinin optimati üyelerine, İ.Ö. 1. yüzyılda Cicero’nun Marcus Antonius’a karşı
yaptığı itirazların özünde bir farklılık yoktur. Her biri karşı tarafı tanrı onayını siyasi
çıkar amacıyla kullanmakla suçlamaktadır. Tanrı onayına karar verenler ise bu
itirazlara devletin menfaatini öne çıkarak yanıt vermişlerdir.
Öte yandan, bu çalışmada yaptığımız gibi, daha geniş bir zaman dilimini ele
alarak, auspicium ve imperium arasındaki ilişkinin tarihçesini incelemek, tanrı onayı
ve siyasi erk arasında karşılıklı bir etkileşim olduğunu göstermiştir. Tanrı onayı
konusunda alınan kararlara yapılan itirazlar, bu konunun Roma toplumunda bir
dogma, tartışılamayan ve değiştirilemeyen kurallar silsilesi olarak görülmediğini
göstermektedir. Sosyal, ekonomik ve siyasal koşullarla birlikte, insanların içinde
bulunduğu psikolojik durum değiştiğinde, tanrı onayı konusundaki görüşlerin de
değişebildiği görülmektedir. Örneğin cumhuriyetin erken döneminde, kent henüz
büyümemişken, plebs’lere ihtiyacı olmadığını düşünen patres, yönetim yetkilerini bu
sınıfla paylaşmaya uzun süre yanaşmamıştır ve tanrı onayını engel olarak
göstermiştir. Ancak zamanla patricius ailelerin sayısı azaldığında ve plebs’ler vergi
ödemeyi reddetme, askere yazılmama v.b. yöntemlerle gösterdikleri pasif direniş
sayesinde kendilerine olan ihtiyacın ne kadar çok olduğunu kabul ettirdiklerinde,
plebs’lerin consul olması önündeki tanrı engeli de zaman içinde kalkmıştır. İ.Ö. 3.
yüzyılın başından itibaren artık hiç kimse plebs sınıfından olan birinin consul
seçilmesine tanrının onay vermediğini dile getirmez olmuştur.
İ.Ö. 3. yüzyılın
sonunda her iki consul’ün de plebs sınıfından seçilmesini tanrının onaylamadığı ileri
sürülürken, İ.Ö. 2. yüzyılın ortalarına doğru buna itiraz eden kimse kalmamıştır.
Yukarıda belirttiğimiz gibi auspicium ve imperium arasındaki karşılıklı etkileşim
birçok kez kendini göstermiştir. Cicero’nun belirttiği gibi, Romalıların ataları devleti
akıllı bir biçimde yöneterek dini, dini akıllı bir biçimde yorumlayarak da devleti
korumayı amaç edinmişlerdir. Kimi zaman tanrı onayının, siyasal yapıyı
belirlediğini, kimi zaman siyasal yapının tanrı onayının yorumlanmasında önemli
etkisi olduğu görülmektedir.
V
VIII.
EK
KLER
VIIII.1 Resim
m 1: Kilden
n kuzu
ciğer maketi
Tarihi: İ.Ö
Ö.1900-16000
Uzunluk: 14,600 cm
Genişlik: 14,600 cm
Buluntu yeri:
y
Sippar, Kuzey Irak
k
Müze: Brritish Museuum
Katalog no: ME 926668
m 2: Bronz kuzu
k
ciğerii maketi
VIIII.2 Resim
Tarihi: İ.Ö
Ö. 2 yy. sonuu- 1. yy. başı
Buluntu yeri: Settimaa, Gossolenggo, İtalya
Müze: Muusei Civici di
d Palazzo Farnese
F
VIII.3 Resim 3:: Bronz Haruspex hey
ykelciği
Tarihi: İ.Ö
Ö. 4.yüzyıl
Uzunluk: 17.7
1 cm
Buluntu yeeri: Tiber neehri kıyısı
Müze: Greegorian Etruuscan Museu
um
Katalog noo: 12040
VIII.4 Resim 4: Vel Saties
VIII.5 Resim 5: Numa Pompilius’un Kral İlan Edilişi
VIII.6 Resim 6: Fasti Consulares
Şu anda Roma’da Musei Capitolini’de sergilenmektedir.
VIII.7 Resim 7: Fasti Consulares’teki İ.Ö. 172 yılına ilişkin kayıt
IX.
KAYNAKÇA
Altheim, Franz, and Harold Mattingly. A History of Roman Religion. Methuen,
London, 1938
Annus, Amar, “On the Beginnings and Continuities of Omen Sciences in the Ancient
World”, (ed.) Annus, Amar, Divination and Interpretation of Signs in the
Ancient World The University of Chicago, Chicago, 2010 içinde: s.1-18.
Badian, Ernst, “Sulla's Augurate”, Arethusa 1:1 (1968): 26-46
Bailey, Cyril, Phases in the Religion of Ancient Rome, University of California Press,
Berkeley, California, 1932
Bayet, Jean. Histoire politique et psychologique de la religion romaine, Payot, Paris,
1957
Bayet, Jean, Marcel Renard, and Robert Schilling. Hommages à Jean Bayet,
Collection Latomus, 70. Bruxelles, 1964.
Beard, Mary, “Priesthood in the Roman Republic”, (ed.) Beard, M & North, J.A,
Pagan Priests: Religion and Power in the Ancient World, Ithaca, New York,
1990 içinde: s.17-48.
Beard, M, North, J.A. ve Price, S.R.F., Religions of Rome. 1, A History, Cambridge
University Press, Cambridge, 1998
Beck, H., “The Early Roman Tradition”, Marincola (ed.) A Companion to Greek and
Roman Historiography Vol.I, Blackwell Publishing, Oxford, 2007 içinde,:
s.259-265
Bergemann,C., Politik und Religion im Spätrepublikanischen Rom, Palingenesia,
Franz Steiner, Stuttgart, 1992
Botsford, George Willis, The Roman Assemblies from their Origin to the End of the
Republic, The Macmillan Company, New York,, 1909
Bouché-Leclercq, A., Histoire de la divination dans l'Antiquité, E. Leroux, Paris,
1879
Briscoe, John, “The Second Punic War”, (ed.) Astin, A. E., Cambridge Ancient
History 8, Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s. 44-78
Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC,
American Philological Association, New York, 1951
---------------., The Magistrates of the Roman Republic, vol.2: 99 B.C.- 31 B.C.,
American Philological Association, New York, 1952
Brunt, P.A., “Italian Aims at the Time of The Social War”, The Journal of Roman
Studies 55 (1965): s.90-109
---------------, “Nobilitas and Novitas”, The Journal of Roman Studies 72, (1982): s.117
Cassola, Filippo, I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C, Instituto di Storia
Antica, Trieste, 1962
Catalano, Pierangelo, Contributi Allo Studio Del Diritto Augurale, G. Giappichelli,
Torino, 1960
Cicero, M.T., Tanrıların Doğası, (çev.) F.Gül Özaktürk& Fafo Telatar, Dost
Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006
Cornell, T.J., “Review: Clio's Cosmetics, Three Studies in GraecoRoman Literature”,
The Journal of Roman Studies 72 (1982): s.203-206
Cornell T.J., “The Recovery of Rome”
Wallbank F.W, Astin A.E (ed.), The
Cambridge Ancient History Vol.7.2, Cambridge University Press, Cambridge,
1989, 20065 içinde: s.309-350
Cornell T.J., The Beginnings of Rome: Italy and Rome from the Bronze Age to the
Punic Wars (c.1000-264 BC), Routledge, London; New York 1995
---------------, “The Value of Literary Tradition” Raaflaub (ed.) Social Struggles in
Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s.47-74
Degrassi, Attilio, Fasti Consulares et Triumphales, Ist. Poligrafico dello Stato,
Libreria dello Stato, Roma, 1947
DeMartino, R.M, The Roman Nobility and the State Religion in the Late Republic,
PhD, Rutgers University, 1985 (Roman Nobility)
De Martino, Stefano, Hititler, (çev). Erendiz Özbayoğlu, Dost Kitabevi, Ankara,
2003
De Sanctis, Gaetano, Storia dei Romani Vol. 3: L’Eta Delle Querre Puniche Parte 1,
Bocca, Milano, 1916
Develin, Robert, “Religion and Politics at Rome during the Third Century BC”,
Journal of Religious History 10 (1978): s.3-19
---------------, “The Political Position of C.Flaminius”, Rheinisches Museum für
Philologie 122 (1979): s.268-277
---------------, “The Integration of Plebeians in to the Political Order after 366 B.C.”,
Raaflaub (ed.) Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing,
Oxford, 2005 içinde: s.293-311
Dinçol, Ali M., “Hititler”, Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi 1, Görsel Yayınlar,
İstanbul, 1982
Dorey, T.A, “The Dictatorship of Minucius”, The Journal of Roman Studies 45
(1955): s.92-96
---------------, “The Elections of 216 B.C.”, Rheinisches Museum für Philologie 102
(1959): s.249-252
Drummond A., “Rome in the Fifth Century II: The Citizen Community” Wallbank
F.W ve Astin A.E (ed.), The Cambridge Ancient History Vol.7.2, Cambridge
University Press, Cambridge, 1989, 20065 içinde: s.172-242
---------------,“Licinius Stolo” Hornblower S.(ed.), The Oxford Classical Dictonary,
3rd ed., Oxford University Press,Oxford, 2003 içinde: s.859-860
---------------, “Publilius Philo, Quintus” Hornblower S.(ed.), The Oxford Classical
Dictonary, 3rd ed., Oxford University Press,Oxford, 2003 içinde: s.1276
---------------, “Quintus Fabius Maximus Rullianus”, Hornblower S.(ed.), The Oxford
Classical Dictonary, 3rd ed., Oxford University Press,Oxford, 2003 içinde:
s.583
Dumézil, Georges. Archaic Roman Religion, with an Appendix on the Religion of the
Etruscans, University of Chicago Press, Chicago, 1996
Fowler,W., The Religious Experience of the Roman People, from the Earliest Times
to the Age of Augustus, MacMillan and Co., London, 1911
Frank, T., “Italy”, (ed.) Cook, S. A. , The Cambridge Ancient History vol.8,
Cambridge University Press, Cambridge, 1930 içinde:s.326-356
Friezer E., “Interregnum and Patrum Auctoritas” Mnemosyne 4.12 (1959), s.301-329
Gabba, E., “Rome and Italy: the Social War”, (ed.) Crook, J. A. & Lintott A. &
Rawson E., The Cambridge Ancient History vol.9, Cambridge University Press,
Cambridge, 1992 içinde: s.104-128
Geer, Russel M., “M. Aemilius Scaurus (Suetonius Nero ii.1 and Asconius on Cicero
Pro Scauro 1) ”, Classical Philology 24 (1929): s.292-294
Geers, F.W., “A Babylonian Omen Text”, The American Journal of Semitic
Languages and Literatures 43, no:1 (1926): s.22-41
Gelzer, M., “Römische Politik bei Fabius Pictor”, Hermes 68 (1933): s.129-166
Gelzer, Matthias, “Review: Roman Politics 220-150 B.C. by H. H. Scullard”,
Historia: Zeitschrift für Alte Geschichte vol. I no:4 (1950): s.634-642
---------------, The Roman Nobility, (tr) Robin Seager, Basil Blackwell, Oxford, 1969
Graves, J.T., “Atilius L.”, Smith, W. (ed.), Dictionary of Greek and Roman
Biography and Mythology vol.1, Little, Brown, and Company, Boston, 1867
içinde: s.405
Greenidge, A. H. J. Roman Public Life, Macmillan and Co, London, 1901.
Gruen, Erich S., “The Consular Elections for 216 BC and the Veracity of Livy”,
California Studies in Classical Antiquity 11 (1978): s.61-74
Hahm, David.E., “Roman Nobility and the Three Major Priesthoods, 218-167 B.C.”,
Transactions and Proceedings of the American Philological Association 94
(1963): s.73-85.
Hardy, G.E., “Three Questions as to Livius Drusus”, The Classical Review 27
(1913): s.261-263
Horster, Marietta, “Living on Religion: Professionals and Personnel”, (ed.) Rüpke,
Jörg, A Companion to Roman Religion, Blackwell Malden, MA, 2007 içinde:
s.332-341
Hölkeskamp, K.J., “Senat und Volkstribunat im frühen 3. Jh.v.Chr.”, (ed.) Eder, W.,
Staat und Staatlichkeit in der frühen römischen Republik: Akten eines
Symposiums, 12.-15. Juli 1988, Freie Universität Berlin, Steiner, Stuttgart,
1990 içinde: s.437-457
İplikçioğlu, B., Helen ve Roma Tarihinin Ana Hatları, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
İstanbul, 2007
Jocelyn, H.D., “The Roman Nobility and the Religion of the Republican State”,
Journal of Religious History 4 (1966): s.89-104
Kearns, Emily, “Portents”, Hornblower (ed.), Oxford Classical Dictionary, Oxford
University Press, Oxford 2003 içinde: s.1227-1228.
Latte, K., Römische Religiongeschichte, Beck, Munich, 1960
Levene D.S, Religion in Livy, Brill, Leiden, 1993
---------------,“Roman Historiography in the Late Republic” Marincola (ed.) A
Companion to Greek and Roman Historiography Vol.I, Blackwell Publishing,
Oxford, 2007 içinde: s.275-289
Liebeschuetz, J.H.W.G., Continuity and Change in Roman Religion, Oxford Univ.
Press, Oxford, 1979, repr. 2007.
Linderski, Jerzy, “The Augural Law”, Aufstieg und Niedergang der römischen Welt
2.16 (1986): s.2146-2312
---------------, “The Auspices and the Struggle of Orders” Eder (ed.), Staat und
Staatlichkeit in der frühen römischen Republik: Akten eines Symposiums, 12.15. Juli 1988, Freie Universität Berlin. Stuttgart: Steiner, 1990 içinde: s.34-48
Lintott, A., “Political History, 146-95 B.C.”, (ed.) Crook, J. A.& Lintott, A.&
Rawson E., The Cambridge Ancient History vol.9, Cambridge University Press,
Cambridge 1992, 20067 içinde:s.40-103
MacBain,B., Prodigy and Expiation: A Study in Religion and Politics in Republican
Rome, Latomus Revue D'Études Latines, Brussels, 1982
Magdelain,A. “Auspicia ad patres redeunt” Bayet, Jean, Marcel Renard, and Robert
Schilling. Hommages à Jean Bayet, Collection Latomus, 70. Bruxelles, 1964
içinde: s.427-473
Marincola J.,(ed.), A Companion to Greek and Roman Historiography, 2 Vol,
Blackwell Publishing, Oxford, 2007
Menzilcioğlu, Ç., “Cicero Tanrı-Tanımaz mı?”, Kutadgubilig 15 (2009): s.77-86
Mitchell R.E, Patricians and Plebeians: The Origin of the Roman State, Cornell
University Press, Ithaca and London, 1990
---------------, “The Definition of Patres and Plebs: An End to the Struggle of Orders”
Raaflaub (ed.) Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing,
Oxford, 2005 içinde: s.128-167
Momigliano A., “An Interim Report on the Origins of Rome” The Journal of Roman
Studies 53 (1963): s.95-121
Momigliano A. & Cornell T.J., “Patrum Auctoritas” Hornblower S.(ed.), The Oxford
Classical Dictonary, 3rd ed., Oxford University Press,Oxford, 2003 içinde:
s.1127-1128
Mommsen Theodor, Römisches Staatsrecht I, Verlag von S. Hirzel, Leipzig, 1876
Münzer, F, “Claudius (304)”,Wissowa, Georg (ed.), Paulys Realencyclopädie der
classischen Altertumswissenschaft vol.3, J.B. Metzlerscher Verlag, Stuttgart,
1899 içinde: s.2857-2858
---------------, Römische Adelsparteien und Adelsfamilien, J.B. Metzlersche
Verlagsbuchhandlung, Stuttgart, 1920
Niebuhr B.G, The History of Rome vol.2, (tr.) Hare J.C, Taylor and Walton, London,
1838
North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life
from the end of the Second Punic War to the time of Sulla, PhD, Oxford
University, 1967
--------------- “ Conservatism and Change in Roman Religion” Papers of the British
School at Rome 44 (1976): s.1-12
North,J.A, “Religion in Republican Rome”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge
Ancient History 7.2 Cambridge University Press, Cambridge, 1989
içinde:s.573-624
---------------, “Diviners and Divination at Rome”, (ed.) Beard, M & North, J.A,
Pagan Priests : Religion and Power in the Ancient World, Ithaca, New York,
1990 içinde: s.49-72
Oakley S.P., Commentary on Livy, Books VI-X, Clarendon Press, Oxford, 1987
Ogilvie R.M, A Commentary on Livy, Books1-5, Oxford University Press, London,
1965
Oppenheim, A. Leo, “A Babylonian Diviner's Manual”, Journal of Near Eastern
Studies 33 no:2 (1974): 197-220
---------------, Ancient Mesopotamia: Portrait of a Dead Civilization, The University
of Chicago Press, Chicago & London, 1977
Orlin, E.M, Temples, Religion and Politics in the Roman Republic, Brill, Leiden;
New York 1997
Patterson, L. Marcia, “Rome's Choice of Magistrates during the Hannibalic War”,
Transactions and Proceedings of the American Philological Association 73
(1942): s.319-340
Pecchioli Daddi, Franca, Mestieri, Professioni e Dignità nell'Anatolia Ittita, Edizioni
dell'Ateneo, Roma, 1982
Rawson, Elizabeth, “Religion and Politics in the Late Second Century B.C. at
Rome”, Phoenix 28.2 (1974): s.193-212
Reiner,E. “Fortune-Telling in Mesopotamia”, Journal of Near Eastern Studies 19
no:1 (1960): s.23-35
Ridley T.R, “Patavinitas among the Patricians? Livy and the Conflict of Orders”
Eder (ed.), Staat und Staatlichkeit in der frühen römischen Republik: Akten
eines Symposiums, 12.-15. Juli 1988, Freie Universität Berlin. Stuttgart:
Steiner, 1990 içinde: s.103-138
Rochberg, Francesca, The Heavenly Writing : Divination, Horoscopy and
Astronomy in Mesopotamian Culture, Cambridge University Press, Cambridge
; New York, 2004.
---------------, “"If P Then Q": Form and Reasoning in Babylonian Divination”, (ed.)
Annus, Amar, Divination and Interpretation of Signs in the Ancient World The
University of Chicago, Chicago, 2010 içinde: s.19-28
Rosenberger, Veit, “Republican Nobiles: Controlling the Res Publica”, (ed.) Rüpke,
Jörg, A Companion to Roman Religion, Blackwell Publishing, Oxford, 2007
içinde: s.292-303
Rosenstein, N.S, Imperatores Victi : Military Defeat and Aristocratic Competition in
the Middle and Late Republic, University of California Press, Berkeley, 1990
Rüster, Christel, Hethitisches Zeichenlexicon: Inventar und Interpretation der
Keilschriftzeicen aus den Boğazköy-Texten, Otto Harrassowitz, Wiesbaden,
1989
Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, Clarendon Press, Oxford, 1973
---------------, A History of the Roman World 753 to 146 BC, Routledge, London,
1980
---------------, “Carthage and Rome”, Wallbank F.W, Astin A.E (ed.), The Cambridge
Ancient History Vol.7.2, Cambridge University Press, Cambridge, 1989, 20065
içinde: s. 486- 569
Staveley, E.S, “Review: I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C by Filippo
Cassola”, The Journal of Roman Studies 53 (1963):s. 182-187
Staveley, E.S, “Rome and Italy in the Early Third Century”, (ed.) Walbank, F. W.,
Cambridge Ancient History, Vol.7.2, Cambridge University Press, Cambridge,
1989, 20065 içinde: s.420-455
Stewart, R., Public Office in Early Rome: Ritual Procedure & Political Practice, The
University of Michigan Press, Michigan, 1998, 20014
Sumner, G.V., “Lex Aelia, Lex Fufia”, The American Journal of Philology 84
(1963): s.337-358.
---------------., “Elections at Rome in 217 B.C.”, Phoenix 29 (1975): s.250-259
Szemler, G. J. The Priests of the Roman Republic. A Study of Interactions between
Priesthoods and Magistracies. Collection Latomus, v. 127. Bruxelles, 1972.
Taylor, L. R., “The Election of the Pontifex Maximus in the Late Republic”,
Classical Philology 37 (1942): s.421-424
---------------, “Caesar's Colleagues in the Pontifical College”, The American Journal
of Philology 63 (1942): s.385-412
---------------, Party Politics in the Age of Caesar. Sather Classical Lectures, 22.
University of California Press, Berkeley, 1949
---------------,
“Forerunners of the Gracchi”, The Journal of Roman Studies 52
(1962): s.19-27
Twyman, B.L., “The Consular Elections for 216 and the Lex Maenia de Patrum
Auctoritate”, Classical Philology 79 (1984): s.285-294
Ungern-Stenberg, J., “The End of the Conflict of Orders”, (ed.) Raaflaub, K.A.,
Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde:
s. 312-332
Ünal, A., “Zum Status der 'Augures' bei den Hethitern”, Revue Hittite et Asianique
31 (1973): s. 27-56
Ünal, A, Hititler Devrinde Anadolu II, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2003
Vaahtera, J., Roman Augural Lore in Greek Historiography, Franz Steiner Verlag,
Stuttgart, 2001
Valeton, I.M.J, “De Modis Auspicandi Romanorum” Mnemosyne 17, (1890), s: 208263, Mnemosyne 18: 406-456
---------------, “De templis Romanis”, Mnemosyne 23 (1895): s.15-79
Von Fritz K., “The Reorganization of the Roman Goverment in 366 BC. and the socalled Licinio-Sextian Laws” Historia 1 (1950): s.3-44
Walbank, F. W., A Historical Commentary on Polybius, vol.I, Clarendon Press,
Oxford, 1957
Weinstock, S., “Obnuntiatio”,Wissowa, Georg ve Kroll, Wilhelm (ed.), Paulys
Realencyclopädie
der
classischen
Altertumswissenschaft
vol.17,
J.B.
Metzlerscher Verlag, Stuttgart, 1937 içinde: s.1726-1735
Wells J.C, De Religionibus sacris et Caerimoniis est Contionatus: Piety and Public
Life in Republican Rome, PhD, Ohio State University, 2004
Wiseman, T.P., Clio's Cosmetics. Three Studies in Graeco Roman Literature,
Leicester, 1979
Wissowa, Georg, “Augures”, Pauly, A., et al. (ed.), Paulys Realencyclopädie der
classischen Altertumswissenschaft vol.2, J.B. Metzlerscher Verlag, Stuttgart,
1896 içinde: s.2313-2344
---------------, Religion und Kultus der Römer, München, 1912
X.
TEZ ÖZETİ
Aşkit, Çağatay, Auspicium et Imperium: Roma Cumhuriyet Döneminde
İç Siyaset ve Kehanet,
Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Mehmet
ÖZAKTÜRK, xvii+220 s.
Eskiçağ
toplumlarından
birçoğunun
tanrılarla
iletişim
kurmak
için
başvurdukları kendine özgü bilicilik yöntemleri ve bu yöntemleri uygulayan rahipleri
vardır. Ancak Roma devlet dinini öteki eskiçağ devletlerinkinden ayıran belirgin bir
fark vardır. Özellikle siyasi erkin güçlüler arasında paylaşıldığı cumhuriyet
döneminde, Romalı siyasetçiler, bilicilik alanında eskiçağ devletlerindekilerle
kıyaslanamayacak kadar etkilidirler. Roma devlet dinini gözetmekle görevli
rahiplerin büyük bir bölümü, aynı zamanda senatus üyesidir; birçoğu devletin en üst
kademelerinde görev yapmış, Roma siyasi yaşamına yön vermiştir. Roma rahiplerini
öteki devletlerdeki çağdaşlarından farklı kılan bu özellik uygulamada daha çarpıcıdır.
Seçim, yasa yapma gibi resmi toplantılarda ya da savaş alanında, kuşların yaptığı
hareketleri gözleyerek auspicium’a başvurma, yani tanrının onayını alma
zorunluluğu vardı. Kamu yüksek görevlileri genelde comitia centuriata’da halk
oyuyla seçiliyordu, ancak bu yeterli değildi. Seçim sürecinin ya da seçilen görevlinin
aynı zamanda tanrı tarafından da onaylanması bekleniyordu. Tanrıdan geldiğine
inanılan olumsuz bir işaret rapor edildiğinde,
senatus, ilgili rahip kuruluna
danıştıktan sonra, seçimde bir hata olduğuna karar verirse, seçilen görevliyi tanrının
onaylamadığına inanılıyor ve sonucunda görevi bırakması bekleniyordu.
Bu bakımından Roma bilicilik sistemi, özellikle de auspicium’ların ve
augur’ların Roma devlet yapısı içindeki rolü, eskiçağ yazarları, hatta augur’ların
kendi arasında bile tartışma konusu olmuştur. Tanrıdan geldiğine inanılan işaretlerin
siyasi çıkar sağlamak amacıyla yorumlanıp yorumlanmadığına değinen çok sayıda
modern araştırma bulunmaktadır. Bu araştırmalarda genel olarak iki eğilim göze
çarpmaktadır: Bunlardan birincisi, uygun ortam oluştuğunda, auspicium’ların
yönetici sınıf tarafından siyasi amaçlı olarak kötüye kullanıldığını ileri sürmektedir.
İkinci eğilim ise, dinin Roma devleti için çok önemli olduğunu, özellikle de devletin
yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı kriz anlarında, bu tür hilelere başvurarak
tanrıları gücendirme riskinin alınamayacağını belirtmektedir. Cumhuriyet Döneminin
belirli bir evresine odaklanıldığında, eskiçağ kaynaklarının da bu savları desteklediği
görülmektedir. Bu çalışmada, Cumhuriyet döneminin tamamına yakını auspicium ve
imperium açısından incelenerek farklı bir bakış açısı getirme amaçlanmıştır.
XI.
SUMMARY
Aşkit, Çağatay, Auspicium et Imperium: Divination and Politics in Roman
Republican Period, PhD Thesis, Advisor: Prof. Mehmet ÖZAKTÜRK,
p.
xvii+220
Almost all nations in antiquity had their institutions, instruments and methods
of divination to learn the divine will concerning their affairs past, present and future,
and diviners working as mediators to interpet the signs asserted to have been
received from the divine beings. What is interesting to note in the case of the Roman
state cult is that, although these aspects of the divination and diviners of the state
religion in many respect show great similarities to those of the other states paticularly
in the east Mediterranean Sea and Mesopotamia, the status and functions of the
diviners and the priests differ from those of the other ancient states, as many scholars
have pointed out before, in that the offical Roman diviners and priests were in
general senators who had also the right to hold magistracies.
Roman politicians of aristocracy managed the entire state cult themselves,
instead of leaving it in to the hands of seperate priesthoods recruited from elsewhere
and specialized in their particular field. In practice, what distinguished Roman
politicians and priests from their foreign contemporaries was even more noteworthy.
The taking of auspices, literally “watching the birds” (avis, specio), was obligatory
before any public transaction, just as assemblies of election and legislation and also
at the battle field before the fighting. Generally, the magistrates were chosen at
comitia centuriata by the popular vote, but it was not sufficient. The authority of
them also needed divine sanction, the set phrase denoting to this authority was
“auspicium imperiumque”. When unfavorable auspices were announced by an augur,
and if the senate, after consulting the college of augurs, declared a magistrate vitio
creatus, this magistrate was considered to be lacking God’s consent and was
consequently expected to resign.
In this respect Roman divinatory system, particularly the role of auspices and
augurs in Roman constitution, have became a debatable question even in ancient
times and also among the augurs themselves. There are a lot of modern works written
about the possibilities of interpreting the religious sings for one’s political advantage.
Two main trends of arguments are strongly marked in these discussions: One asserts
that the auspices were manipulated by the governing class when it suited their
political purposes. The other supports the thought that the religion was of so great
importance to the Romans that they could not take the risk of offending the gods,
especially in the times of crises. Although these assertions or viewpoints would find
sufficient support from ancient sources, therefore are inevitable, yet this study will
make an attempt to argue that having examined thoroughly all the republican period
in terms of auspicium et imperium, in the light of more material, it is possible to
prove something different from the ones mentioned above.
Download