Küreselleşme ile devlet ve toplum algısının değişmesi devam Risk toplumu: üretilmiş güvensizlik (Giddens) Nükleer çatışma tehlikesi yazarı bu terimi kullanmaya sevk etmiştir. sanayileşme sürecinin tarım alanında ve atölyelerde emekyoğun üretim tarzında yol açtığı sonuçlar bir sanayi toplumu riskiydiler. kitlesel işsizlik, geleneklerin modernleşme ile beraber ortadan kalkması, hastalıklar ve bireyleşme şimdiye dek bilinen toplumsal riskler. Şimdi ise Kuzey yarım kürede üretilen atmosfere zarar verici gazlar güney yarım küreyi de etki altına almaktadır. Risk Toplumu (devam) Üretilmiş güvensizliğin egemen olduğu dünya, sanayi devrimi sürecinin bir ürünüdür. Sanayi devriminin başlangıcında görülen “basit modernleşme”nin başlıca özelliği sermayenin yaygınlaşması ve sanayileşme olgusuydu. Bu süreçlerin önceden hesaplanabilir sonuçları vardı ve kontrol edilebiliyordu. kitleler aynı anda elde edebildikleri bilgi ve haberlere karşı tepki gösterir hale gelmiştir. Bir başka ifade ile iletişimin küresel ölçekte olanaklı hale gelmesi basit modernleşmedeki kontrol edilebilirlik özelliğini ortadan kaldırmıştır. Kişisel bilgilerimizin ne zaman kimin tarafından çalınacağını tahmin edemeyiz. Glokalleşme Coca Cola küresel bir üründür. Ancak DÖNER de aynı şansı yakaladı. Tıpkı McDonald zinciri gibi. Kaybolan dillerin internetten öğrenilmesi imkanı doğdu. Ancak yerel kültür ögesi küresel gerçeklere uygun davranırsa şans bulabilir. Bu nedenle elektrik enerjisi olmayan bölgeler henüz küreselleşme ile tanışamamıştır. Küresel ve yerelin iç içeliği: Glokalleşme Z. Baumann küreselleşmenin en yoğun tartışıldığı dönemde bütünleşmenin yanında bölünme, küreselleşmenin yanında yerelleşme ya da bölgeselleşmenin eş zamanlı cereyan etmesi sürecini ifade için GLOKALLEŞME (docha-kuka) Japonca’da bu kelime “doğduğu ve bağlı olduğu yerde yaşamak” karşılığı kullanılmaktadır. Ancak batıda bu kelimenin kazandığı içerik küresel ve yerel olanın kaynaşmışlığı, iç içeliği olarak anlaşılmaktadır. Küreselin yerele uyarlanması (yeniçeri kıyafetiyle Cola reklamı) Alt kültürlerin yok olması tezine dayalı, bütün dünyada geçerli bir standart dünya kültürü her şeyden önce kapitalist kazanç mantığına ters düşer. Küreselleşme yeni bir olgu mudur? Kavimler göçü İpekyolu 1492 Buharlı makine icadı 1848 Komünist manifestosu 1795’te İmmanuel Kant «evrensel dünya hukuku» Goethe 1827 de «dünya edebiyatı» terimlerini sıkça kullanır oldular. Yeni bir olgu mu? Beck, küreselleşmeyi “mesafenin ölümü” olarak nitelerken Giddens aynı olguyu uzak mekânlarla yoğun sosyal iletişim kurularak “zamansal engellerin ortadan kalkması” olarak betimler. 970’lerden itibaren televizyon yayıncılığı yerküreyi sarmış durumdaydı. Marx, Robertson ve Wallerstein 1500’leri küreselleşme sürecini başlatan zaman dilimi olarak kabul ederler. Giddens 1800’leri (sanayi devrimi) 1960’lardan itibaren herkes bir şeyler hissetti Yeni bir olgu mu? 1989 Berlin Duvarı ASIL DEVRİMCİ GELİŞME: İnternet, sosyal medya Zaman ve mekan algısı değişmiştir. Aynı ülkede toplumun belirli kesimi bugünü yaşarken bazı kesimleri 50 yıl öncesini yaşamaktadır. Afrika hem coğrafya, Londralı ya da Newyork’lu için «getto», Zengin bir Avrupalı için «macera» demektir. Küreselleşmenin dayatmacılık boyutu Batı dünyası kendisini dünyanın diğer bölgelerini küreselleştirme misyonu ile yükümlü gibi görmektedir. Batı dünyası küreselleşmeyi «ekonomik determinizmin» bir gereği gibi sunmakta, «görünmeyen el» efsanesi son derece önemle vurgulanmaktadır. Batı dünyası ile iyi geçinmeyen devletler «başarısız devlet» diye yaftalanmakta ve bu ülkelere dışarıdan müdahalede bulunulması normal karşılanmaktadır. Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu Ülkeler zaman zaman otarşik ya da ihracat ve ithalata dönük ticaret politikaları izlemiştir. Küreselleşme dışa açık ekonomi anlayışının benimsenmesinin kaçınılmazlaştığı bir ekonomi anlayışına yol açmıştır. Geçmişte otoriter devletler kapalı ekonomi politikalarını uygulamayı tercih ettiler. Sanayi devrimi dışa dönük ekonomiye zorlayan nedenlerden biridir. Örnek: 18701914 (yük gemilerinin yaygınlaşması) 1918-1980 arası da aynı trend devam etti. 1991 sonrası… Küreselleşmenin ekonomik boyutu Gerçekte dünya sermayesinin %20 si dünya çapında dolaşımdadır. Ticari ilişkiler dünya nüfusunun %30 kadar olan OECD ülkeleri arasında devinmektedir. Küresel sermaye ulussuzlaşmıştır. (en uygun koşulları nerede görse oraya göçmektedir, bazen de birlikte hareket ederek çevre ülkeleri ekonomik krize sokabilmekte) Dahrendorf küreselleşmeyi; 1-teknoloji finansta kürselleşmeye imkan tanır. 2-küresel kapitalizmin ayakta durması için «sınırlı etkili savaşlar» gereklidir. 3-Küreselleşme henüz sosyal güvenlik gibi mahalli konuları yaygın şekilde etkilemiş değildir. Küresel ekonomi bağımlılık demektir Bölge ülkeleri birbirine ekonomik açıdan bağımlıdır. Bu durumda olan ülkeler kolay kolay savaşa tutuşamazlar. Bölgesel ekonomik krizler dünyanın diğer ülkelerine yansıyabilmektedir. Günümüz küresel sermayesi için «yüksek teknoloji kapitalizmi» de denir. Küresel sermaye üretim artması ile orantılanamayacak şekilde «kıymetli kağıt değişimi» sonucu büyümüştür (aslında şişmiştir) Küresel sermaye için önemli olan verginin (maliyetin) düşük olmasıdır. Küresel ekonomi vatansız mıdır? Küresel ölçekte ekonomik yaptırımlar ile ülkeler yalnızlaştırılabilir (İran, Rusya Federasyonu) Küresel sermaye uluslararasılaşmıştır fakat VATANSIZ DEĞİLDİR. Hiçbir küresel şirket YÖNETİM MERKEZİNİ KENDİ ÜLKESİ DIŞINA TAŞIMAZ. Dünya ticaretinin toplamda 2/3 ü OECD ülkelerince gerçekleştirilmektedir. Dünya dış ticaretinin % 84’ünün, dünya nüfusunun %28’i tarafından gerçekleştirilmektedir. Küreselleşme sosyal alanda da ulusötesileşmeye yol açtı Sosyal etkileşimin (internet) artması siyasi sınırları aşan sosyal sorunlar veya dalgalanmaları mümkün hale getirmiştir. Şiddet artık sadece tek bir toplumla sınırlı değildir. Sınır aşan etkileşimlerin Avrupa coğrafyasında artması kısmen 1950’li yıllarda başlamış ve 1970’li yıllarda hız kazanmıştır. İnternet aracılığıyla dünyanın hemen her yanındaki muhataplarla veri ve mesaj alışverişi saniyelerle ölçülen bir zaman diliminde gerçekleşebilmektedir. İletişim teknolojilerinin sınır ötesi etkileri «ulus devlet paradigmasınının pörsümesine yol açmıştır». Hukuk Alanında Küreselleşme BM Sözleşmeleri, AİHS Son 25 yılda bilhassa özel hukuk alanında kuralların giderek birbirine paralel hale getirildiği, bu durumun UA Sözleşmelere yansıdığı, 1950’den beri görülen eğilimin ivme kazandığı Avrupa Birliği müktesebatı 27 ülkenin hukuksal düzenlemelerini birbirine önemli oranda yakınlaştırdı. Amerikan filmleri hukuk algısını yakınlaştırmaktadır. Gerçekte dünya hukuku Avrupalılaşmaktadır. Ulus devletler istemeseler de kanunlarını ilişkiler yoğunlaştığı oranda diğer ülkelerle benzeştirme gereği duymaktadırlar. KÜRESELLEŞME VE ULUS DEVLET Fukuyama faşizm gibi sosyalizmin de çökmesinden hareketle artık TARİHİN SONUNA GELİNDİĞİNİ (dünya liberal devletler ne derse o yönde ilerleyeceği) kehanetinde bulundu. Fukuyama’ya göre tarihsel geçmişe baktığımızda liberal siyasi sistem dışında hepsi çökmüştür. Dikatörlüklere de yataklık eden ulusların da varlığı sorgulanır hale gelmiştir. Dünyaya kapitalizm ve demokrasi egemen olacaktır. Gerçekten ulusun sonu da gelmiş midir? ULUS DEVLET: Tarihin derinliklerinde ulus Lat. «nasci» --natio Çiçero: natio-kan bağı Roma’da natio-civitas (devlet) karşıtı, barbar, Müslüman, yabancı 1200-1400 yıllarında-etnik ve siyasi topluluk 1249 tarihli bir kayıtta Paris Üniversitesi öğrencileri Macar, İspanyol, Yunan, Norman diye «natio»lar olarak sınıflanmıştı. Ulusun modern içerik kazanması 17.yüzyılda İngiltere’de krala karşı “ulusun haklarını” koruma görevini meclis yerine getirmekte iken, Fransız Kralı, Fransız ulusunun “şefi” olarak nitelenmekteydi. 1648 Westfalya barışı J.J. Rousseau ulusu ÖZGÜR BİREYLERDEN OLUŞAN İNSAN TOPLULUĞU 1700 lü yıllarda devletler artık ulus terimine daha sıkı sarıldı. Fransız Devrimi ile geleneksel devlet-modern devlet ayrımı yapıldı. Modern devlet karasal sınırları daha kesin ve sınırlarını daha sıkı kontrol eden devletti (ülkesel devlet, karasal devlet) Fransız Devrimi: Egemenliğin meşruluk kaynağı: ULUS, Sieyés Kan bağı ve dil olarak ulus Herder: “aynı dili konuşan” toplum kesimine ulustur. kökeni ve dili aynı olan ulus ortak bir “halk ruhu”na sahiptir. Anderson Danimarkalılar; Goethe, Fichte, Schiller Almanlar için birer ulus mimarı olarak sahnede yerlerini aldılar. (19.yy. masal ve kelime derleyicileri) Ulusçuluk 19.yy.da ideolojik bir siyas akıma dönüştü. 1882’de Ernest Rénan ulusu, mensubiyet duygusu, ortak tarih, birlikte yaşama arzusu olarak tanımlar ama bunun geçici bir duygu olduğunu da vurgular. Oysa halk bir gerçekliktir. Ulus duygusu yapay mıdır? Ulus inşası önemli oranda kurgusaldır (tarihi olayların yorumu, bilhassa travmalar). Filistinliler Arapça konuşmakla beraber yaşadıkları olaylar onları kendi içinde bir ulusa dönüştürmüştür. Sırbistan Kosova üzerinde hak iddiasını Sırp komutanın Osmanlı padişahına karşı savaşmasını dayanak olarak ileri sürmüştür. Aslında 20.yy.da hem sosyalist hem de liberal ideoloji ulus kavramını sahiplenmiştir. Bazı siyaset bilimcilere göre Ulus ve Demokrasi 1789 Devriminin ikiz çocuklarıydılar. O halde ulus duygusu gerilim üreten ama bir arada yaşama duygusunu da güçlendiren bir psikolojik bağdır. Ulus nasıl tanımlanabilir? 1-bir hiyerarşinin bulunduğu bir otorite, düzen 2-grup içinde manevi bağlılık duyguları ve kendini ortak tanımlama, sosyal dayanışma 3-kendini başka gruplardan ayrı görme BÜTÜN TANIMLARDA «BİZ DUYGUSU» ORTAK UNSURDUR. 1683 II.Viyana Bozgunu, Yemen Türküsü. Ermeniler açısından 1915 tehciri ve Türkiye nefreti Ulusu Siyasetin temeli haline getiren süreç Marx, Weber ve Tönnies kapitalizmin gelişimi ile ulus devletin ortaya çıkışı arasında paralellik kurarlar. Aynı eğilim I. Wallerstein’ın ulusu sosyolojik bir gelişim süreci olarak gören yaklaşımda da buluruz. Ulusun gelişmesinde «biz» duygusu kadar kapitalizmin gelişimi de rol oynamıştır. Sanayi devrimi savunma duygusunu güçlendirerek «biz» duygusunu daha da pekiştirmiştir. Ulusun Baş Aktörlüğü Hanedanlar Vasıtasıyla Üstlenmesi: Wesfalya Düzeni Westfalya barışı ile gelen uluslararası sistemde Devletlerin egemenlik bakımından eşit görülmeleri, her devletin her konuya müdahil olmasını da meşrulaştırdı. Bir nevi hanedanlar üzerinden uluslar arası bir yarış başlamış oldu. iç işlerine karışmama ilkesi, sınırsal egemenlikte güç kullanma ve hukuk kuralları üretme tekelinin sadece ülke devletine ait olması anlayışı Fransız Devrimine kadar tarih, devletler tarihi olarak algılandı. Fransız Devriminin Devleti Ulusa Bağımlı Kılması 1648 Westfalya Barışı ile gelen hanedanların ulusu temsil etmesi anlayışı aydınlanma akımı 1789 Devriminin yol açtığı büyük değişim ile devletin ulusu temsil etmesi, devletin ulus tarafından meşrulaştırılması anlayışına geçiş. Max Weber: modern devlet “ulusun dünyevi iktidar örgütüdür” Ulus ve halk kavramını birbirinden tam olarak ayrılması hiçbir zaman mükemmel bir şekilde başarılamadı Ancak 19.yüzyılda bile pek çok politikacı için devlet bir halk ya da ulus değil bir COĞRAFYA olarak da niteleniyordu. (Maternich, Çar I. Alexander) Gerilim kaynağı olarak ulus Napolyon, İtalyanları Avusturya egemenliğinden kurtulmaları için milliyetçilik ideolojisi adına destekledi. 1815 Viyana Kongresinde Avrupa ülkeleri ulusçuluğu birbirlerine karşı kullanmama yönünde bir uzlaşmaya vardılar. Yeniden benzeri bir uzlaşma için soğuk savaşın sona ermesine kadar beklemek gerekecekti. Buna karşılık Osmanlı devletine karşı özellikle İngiltere kendini küçük ulusların hamisi olarak ilan etti. (Yunanlılar, Fransa ve Rusya: Ermenileri) Genel anlamda modern devletten beklenen Mutlak egemen ulus devlet yönetimleri, başlangıçtan beri devlete atfedilen güvenliği sağlama amacının giderek devlet yönetimi altında yaşayanların refah düzeyini yükseltmeye dönüşmesine aracılık ettiler. Böylece devletin görevinin belli bir kara parçasını kontrolü ve burada güvenliği sağlaması olduğu anlayışına yeni unsurlar eklenmiş oldu. Sosyolojik olarak ulus Sosyolojide toplum “devletin egemen olduğu alan” olarak ele alınır. Bu bakış açısında toplumu belirleyen şey ulus devletin iktidar ve gücüdür. Bundan dolayı toplumlar adlandırılırken “devlet toplumu” olarak ifade edilir. Fransız, Amerikan veya Alman toplumu ile bu adla anılan devletlerce kontrol edilen karasal sınırlar içinde yaşayanların tümü kast edilir. Bu nedenle politika terimi de toplumla değil devletle bağlantılı olarak ele alınır. Devlet, sahip olduğu kitle iletişim araçları ve eğitim vasıtasıyla bireyleri “devlet-ulus” ile bağlantılı hale getirebilir. (liderlerin davranışı, Saakaşvili örneği) Ulus Devlet İdeolojisi Karşıtlığı Westfalya düzeni aslında hanedanlıkların egemenliğe sahip olduğu kabulüne dayalıdır. Bu nedenle ulus devlet ideolojisi karşıtlığı söz konusudur. Westfalya anlayışında siyasetin öznesi hanedan, ulus devlette ise ulustur. Kutsal dinler, hümanizm, evrenselcilik akımları Sosyalist kuram (devleti sınıf üzerinden anlamlandırma) Yukarıdaki temel yaklaşımlar egemenliği açıklamakta farklı meşruluk dayanaklarından hareket eder. Ulus Devletin Geçirdiği Önemli Evreler Yayılma dönemi: 19.yüzyıl ortalarında ulus devlet düşüncesinin 1848-49’da yaşanan işçi ayaklanmalarına rağmen ciddi bir siyasal sistem alternatifi yoktu. Batı Avrupa’da devlet ulusu inşa ederken Almanya örneğinde olduğu gibi Orta Avrupa’da “ulus, devleti inşa etmiştir”. Ulusun devleti inşa etmesi aslında bir seçkinler ve devlet adamları projesiydi. Bu nedenle Almanya’da da ulus devlet inşası “yukarıdan aşağı”, devlet eliyle uygulanan bir proje niteliğindedir. Ulus Devletin Evreleri (devam) Ulus devletlerin uluslararası ilişkilerde tartışmasız egemen oldukları zaman diliminde devletler bu alanda tekel oluşturdular. 1840- 1960 arasındaki zaman diliminde ulus devlet en güçlü ve yegâne örgütlenme biçimiydi, o kadar ki; bu dönem milliyetçiliğin de en ateşli dönemiydi. Sosyalist devletler bile ülkelere ilişkin sosyalist yönetimleri o ülkenin uluslarına izafeten adlandırmayı tercih ettiler. Parçalanan üst kimlik ve yeni alt kimlikler Günümüzde ulusu belirleyen unsurlara folklorik unsurların da eklemlendiği dikkati çeker. (Yunanlıların baklavayı, Ermenilerin yufkayı kendi adlarına tescil ettirmeye çalışmaları, Büryan kebabının Siirt ve Bitlis arasında tartışma konusu olması) Ulusal kimlik unsurlarının birer tüketim malzemesine dönüşmesi yeni bir gelişmedir. Yakın zamana kadar Türk bayrağının giysilerde kullanılması suçtu. ABD ise bu yönde kullanımı özellikle teşvik eder. Çok parçalı toplumu bayrağı etrafında ortak paydada buluşturmaya çalışır. “Üst kimlik” çerçevesinde kırılma ve parçalanma anlamına gelen öne çıkan yeni kültürel öğeler yeni etnik ya da alt gruplar için bütünleştirici bir sürecin taşıyıcısı olabilir. (Newruz darbe döneminde yasaklanarak bir alt kimliğe dönüştürüldü, oysa Türk ülkelerinde en uzun milli tatil 21 marttadır) Ulus Devlet Hangi İşlevleri Yerine Getirir? kamu düzenini sağlar. (iç ve dış güvenlik) Kamu yararını sağlar Diğer uluslar karşısındaki gelir farklılığı ve ekonomik kalkınmışlığı kendi ulusu lehine korumayı hedefler. Ulusal ekonomiyi inşa Başka ulusların zenginliğini kendi ulusu lehine döndürmeye çalışma Ulus Devlette tıkanmalar 19.yy.da başlayan sürecin bir sonucu olarak 20.yüzyılda siyasi partilerin benimsenmesiyle beraber demokratik ulus devletlerde iktidar değişimi ve kamu yararını hayata geçirme siyasi partiler üzerinden hayata geçirilmeye başladı. Ancak partiler doğal olarak belirli toplumsal kesimlerin desteğini almayı hedeflediler. Partilerin seçim aracılığı ile ulusal iradeyi somutlaştırmaları, siyasete ilginin azalması ile yetersiz gibi algılanmaya başladı. Tıkanmalar Egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olduğuna ilişkin algı, ulus devlet otoritelerinin aldıkları kararların uluslararası sistem ya da stratejilerce sonuçsuz bırakılması, Ulusal düzeyde siyasetçilerin uluslararası koşulları dikkate almak zorunda kalmaları Ekonomi politikaların dış dünya koşullarına önemli oranda bağımlılığı Bu etkenler genel seçimlerle inşa edilen temsili demokrasiyi ve ulusal egemenliği nispeten tartışılır hale getirmektedir. Sosyal Devlet nedir? (liberal devlet ile ilişkisi?) 1789 anlayışı: hukuk önünde herkesin şanslarının eşit kabul edilişi 1844 işçi ayaklanmaları Sosyal yardım devleti (devlet toplumsal mali imkanları «kardeşlik» anlayışı ile farklı kesimlere de yansıtmalı) 1929 ekonomik buhranı II. Dünya Savaşı sonrası anayasaları 1961 anayasası m.10, 1982 anayasası m.5 Ulus Devlette asıl tıkanma: Sosyal devletin buhranı Yaşanan deneyimler ulus devletin sosyal ve ekonomik sorunları da egemenlik tasarrufları ile çözmesi anlayışı benimsendi. 1930’ların ekonomik bunalımları ulus devletin daha önce fazlaca üzerinde durulmayan ekonomi alanına el atmasıyla sonuçlanacaktı. II. Dünya savaşı sonrasında bu deneyimlerin de katkısıyla ulus devletlerin sosyal devlet niteliği aldıkları görülür. Devletin ekonomide ve kamu hizmetini yerine getirmede aktifleşmesi, kamu kaynaklarının dağıtımını arttırdı, bu durum zaman zaman yolsuzluklara yol açtı. Sosyal devlette tıkanma (devam) Küreselleşme toplumsal alanda bireyleşmeyi, daha yoğun iletişimi ve teknoloji kullanımını teşvik ederken bağımsızlaşan bireyleri ideolojilerden ve politik konulardan uzaklaştırdı. Devletin sağlık, işsizliğin önlenmesi gibi konularda toplumsal doyum sağlaması psikolojik olarak zor. Temsili demokrasi yeterli tatmini sağlamaktan uzak kalmaktadır. Siyasi ve ekonomik parametrelerin değişmesi I. Dünya Savaşı bir nevi ulusların güç paylaşımı savaşıydı. Ama sosyalist devrim devletin sadece ulusun kurduğu bir yapı olmadığını ortaya çıkardı. Böylece siyaseti Marx dahil ulusa dayalı açıklayan, toplumun sınırlarının ulusa dayalı devletçe çizileceğini öngören öğretileri ağırlıklıydı. II: Modernde ise sınır aşan sosyal ve ekonomik etkileşimler siyasal dinamikleri daha farklı gözle incelemeyi dayattı. Hangi parametreler değişti? 1968’de Harvard’lı ekonomistlerden R. Cooper: “pazarlar uluslararasılaştığında geleneksel iktisadi yöntemler ya önemini kaybedecek ya da bir hiç noktasına inecektir”.(ekonomide ulusötesileşme) Toplumsal ulusötesilik sosyal ve siyasi alanda giderek yaygınlaşacağı daha sonra gözlemlenecektir. Devletin sosyal sorunları çözmekte yetersiz kaldığı, devletin bu nedenle alanının daraltılması, özelleştirmeler hep devletin verimsizliği esasından açıklanmaya çalışıldı. Küresel şirketler Küresel dev holdinglerin –BP, Mercedes-Benz veya Toyota’da olduğu gibi- dünyanın hemen her köşesinde faaliyet gösteriyor olmaları, çalışanlarının bu şirketlere karşı bağlılık ve dayanışma yükümlülüğünü kendi yaşadıkları ülke insanlarına tercih etmeleri riski taşımaktadır. Geri kalmış ülkelerde uluslararası STK’larda iş bulmak başlı başına bir sektöre dönüşmüş durumdadır. Beyin göçünün yoğunlaşması Dünya genelinde yaşanan zengin ülkelere dönük göçler hem göç veren ülkelerin nüfus yapısında hem de göç alan ülkelerin demografisinde değişimlere neden olmaktadır. Göç veren ülkeler daha çok genç, yetişmiş, nitelikli elemanlarını kaybetmekte, ciddi bir nüfus artışı sorununun baskısı altında kalmaktadırlar. Nüfusun geri kalanında genellikle vasıfsızlık ağır basmaktadır. Şirket evlenmeleri Bir ülkedeki güçlü bir şirketin başka bir ülkedeki şirketi devralması artık olağan karşılanmaktadır. Bu durum siyasi sınırları ve ulusal aidiyeti belirsizleştirmektedir. Ulusal bağlardan kopuk nitelikteki büyük şirket birleşmeleri, “en azından küçük devletlerin bağımsızlıklarını tehdit edici boyutlar alma eğilimi göstermekte ve ilgili devletler bu tür durumlarda çaresiz duruma düşebilmektedirler”. Örneğin Société Générale şirketi 1980’li yıllarda Belçika ekonomisinin üçte birine direkt ya da dolaylı olarak hâkim konumundaydı. Ulusal otoritelerin yetkisinde daralma Küresel pazarın genişlemesi hukuku, hem ulusal hem de uluslararası ölçekte alabildiğine rekabeti hızlandıracak şekilde değişmeye sevk etmektedir. Türkiye 2001 de anayasasına tahkimi koymak zorunda kaldı. U. Beck: Değişen parametreler ulus devleti kendi içinde bir tükenişe sürükledi. Artık «dünya politikası» değil «dünya iç politikasından» söz edilmeli. (olup biten her şey güçlü devletlerin ilgi alanında!) Küresel şirketlere karşı nasıl bir tepki gelişebilir? Küresel şirketlerin ulusal makamların hareket alanını daraltmasına ulusal tepki nasıl gelişebilir? Ulusal ekonomi, ulusal sermaye ve devlet (askeri ve sivil bürokrasi) birlikte hareket ederek çok uluslu sermayenin ülke ekonomisine egemen olmasını engellemeye girişebilirler. Bununla beraber içinde bulunulan ortamda kapalı bir ekonomi mümkün görünmemektedir. Ulus Devletin Güç Kaybı Küreselciler ulus devleti sorun üreten bir kurum olarak sunmaktadırlar. Buna göre devlet «eskimiş» bir örgütlenme biçimini temsil etmektedir. 1980’li yıllarda ABD’de Reagan ve İngiltere’de Thatcher yönetimleriyle uygulamaya konan liberal ekonomi yanlısı ekonomik ve sosyal politikalar “yeni muhafazakarlık” olarak adlandırılır. (özelleştirmelerle devletin ekonomi alanından çıkarılması) Ulus Devletin Güç Kaybı (devam) Artık devletlerin görevinin dünya üzerinde serbest ticaretin gerçekleşebilmesi için barışı koruma, üretimin artırılması ve barışı tehdit eden karışıklıkları önlemekle görevlidir (yeni muhafazakarlar) Yeni muhafazakarlar aynı zamanda Amerikan barışı, İngiliz Uluslar Topluluğu gibi görüşlere yakın ve savunucu oldukları dikkati çeker. Küreselciler güç kaybını tartışmaya gerek görmeden kabul etmektedir. Güvenlik ve egemenlik alanında yıpranma Nükleer silahlar ulus devletleri başka devletlerle savunma ittifakları kurmaya zorladı. Soğuk savaş döneminde ideolojik kamplaşma Artan uluslararası hukuk metinleri 1960 yılında 15.000 olan uluslararası sözleşmelerin sayısı 1997 de 55.000’e ulaşmıştır. Ekonomi, çevrenin korunması alanlarında imzalanan sözleşmelerdeki artış bu sayıların artmasında önemli faktörlerdendir. AİHM kararları, yargı yetkisinin kısmen devri Uluslararası kuruluşların sayısında artış BM dışında birçok bölgesel ve küresel devletler arası örgüt ortaya çıkmıştır. Artık uluslararası NGO’lar da sayısal olarak oldukça artmıştır. Aslında birer dernek olan bu NGO’ların üyeleri birçok ülke vatandaşlarından oluşur. Küreselleşmeyi destekleyen merkezler sivil toplumcu örgütlenmeleri dünya genelinde hedef aldıkları ulus devletleri ve ulusalcı örgütlenmeleri yıpratmak amacıyla destekleyerek bir araç olarak kullanmaktadırlar. Güç kaybı ne kadar gerçek? Ulus devletin yeni teknolojiler sayesinde daha da güç kazandığı Örneğin OECD ülkelerinde vergilerin gayrı safi milli hasılaya oranı 1980 ve 1990’da %32,8 iken; 1996 da %35,6 ve 1997 de %37,2 ye ulaşmıştır. Küreselleşmeyi sürekli dile getiren güçlü devletlerin yöneticilerinin kendi ulus devletlerinin geleceğinden hiçbir şüphe duymuyorlar. Özel mülkiyetin hukuk kuralları ile garanti altına alınması, mülkiyetin saldırılara karşı korunması, yatırımların güvenliği gibi gereksinimler ancak ulus devletçe sağlanabilir. Devlet kuramında melezleşme Ralf Dahrendorf yeni bir sınıftan söz etmek gerektiğini savunur. Bu sosyal sınıfı temsil edenler Bill Gates gibi yeni iletişim ve bilgi teknolojisine hâkim olanlardır. Bu sınıfa mensup olanlar birbirlerinin farkında olmakla beraber dünyanın çok farklı bölgelerindedirler. Bu nedenle “küresel bir sosyal sınıf”tan bahsedilebilir. 19 yy.daki saf teoriler yerini karma yapılara bırakmıştır. Devlet kuramında melezleşme Ulus devletin başlıca varlık nedeni güvenliği sağlama işlevidir. Bu görevi düzenli şekilde yerine getirip getiremediği bazen küresel terör saldırılarında olduğu gibi kuşkulu duruma düşebilmektedir. Aynı toprak üzerinde hem merkezi devlet hem bölgesel yönetim hem de başka uluslar üstü bir otorite yetkili olabilmektedir. Bu durumun özellikle doğu-batı gerginliği kırıldığından beri artan bir eğilim olduğu söylenebilir.