Bilim Felsefesi Ömer Demİr Ağaç Yayıncılık Ltd. ş[i. Piyerloti Caddf_,i, Dizdariye Medrese,; Sokağı No: B/B, D.6 Çcrnbcrliraş, 3-1400 ı l 2 n b u i , Tel: 51859 S9 Fak." 518 S9 5B ALTERNATİF ÜNİVERSİTE Ağaç Yayıncılı k Ltd. Şti. Adına Yönetmeni Y:ıy ı n Sahibi ve Genel BEKIR ŞAHIN Yayın Kurulu NARl AVCI MUSTAFA ÖZEL MUSTAFA ;\Rı\olACAN ÖMER DEMlR MURAT çIFTKAYA Kapak ve Iç düzenleme YAZlIM Dizgi IllRIM Baskı, Cilt BAYRAK bı... nbul. 15 AAU5toS 1992 ISBN 97S-316-010-{) © Bu yayın ın A ~ç Yay",c,ı.k tüm hakjan Ltd. Şıl.'nc aittir. Öi'vIER DEMİR 1963 Trabzon doğumlu. 1988 yılında ODTÜ Kamu Yönelimi Bölümünden lisans, 1990 yılında da yüksek lisJns derecesi aldı. Aynı yıl Anado lu Üniversitesi Sosya! Biliıeıler Enstitüsü'nde doktoraya başladı. Halen Anadolu Üniversitesi'nde Araştırma Görevlisidir. Mustafa Acar ile birlikte Sosyal Bilimler Sözlüğü'nü hazırladı. (Ağaç Yayıncılık, 1991). AlternatifÜniversite kitapları, kültürel bayatın ber kesiminin ilgileri düşünülerek ıasııılandı. Yerleşik üniversitenin Batı'da ve bizde açıkça görülen telı boyutluluğuna karşılık, Alternatif Üniversite, çoc~ulcu ve eleştirel bir yaklaşımı hedefliyor. Dolayısıyla, büyük ölçüde tercümeye dayanan yerleşik üniversite anlayışına ve yerleşik kültarelhavaya daha sorgulayıcı farklı bir boyut hazandnmak, Alternatif Üniversite htajJlannın ünde 8elen özelliği olacak. Alternatif Üniversite ldtap ları nı n bir diğer Onemli bedeli de, kurumsal eğitimle halk ara.<;ındaki kOjJuklu/l,u mümkün olduğunca gidermeye çalışmak ... Bilimin ve }"illtünhı, sadece yerleşiı.; kurumsal eğitimin tekelinde oldu/lu yanıLçamasını aşma!;s için, Alternatif Ürdversite kitaplan uygun bir ortam hazırlayacak. Kitle iletişim araçlarının yol açtığı tahribat nedeniyle, bu anaIJtar Idtap/w; berkesin, beıyeıde, kolayca ve kısa sürede okuyabileceği boyut/arda bazır/andı. Batı'daki ve bizdeki benzerlen'ndenfarklı olarak, bu kitaplarda-gerekli oldukçagörsel malzeme kullanmaktan da kaçınmayacağız, Onbeş p,ünde bir yayınlanacak olan Alternaı([ Üniversite kitapları imanağIlinun il8i duyduğu hemen bel' konuyu kapsayan biryelpaze ç'izecek, Böylece, bu dizinin kitaplarını düzenli bir biçirrıde izleyen/et; aynı zamanda, kendi uzmanlık alanlarının yol açtığı ufı,ık daralmasından da kurtulma imkanına kavuşacaklar. Ağ;ı,ç Yayıncılık ıç1NDEKİLER 9 Giriş 15 Pozitivizm Mantıksal 29 Poppe!": Yanlışbmacılık Yahut Eleştirel Akılcılık 39 \\littgenstein: Kuramından Anlamın Dil Resim Oyunb rı na 47 Kuhn: Bilimsel Devrimlerin Yapısı 59 Lıkatos: Bilimsel Araştırma Programları Metodolojisİ 75 ..AJthusser: Teorik Pratiğin Teorisi 83 Feyerabend: Anarşist Bilgi Kuramı veya Kuramsal Çogulculuk 87 Postmodernizm: Büyük Anlatılara Karşı Umutsuz Bir tsyan 95 Antibilim: Modern Bilim Samk Sandelyesinde 109 Sonuç 115 Kaynakça GlruŞ Üzerinde binlerce kütüphane rafını dolduracak yüzbinlerce sayfa dolusu yazı yazılmış olan bir konuda yeni bir kitap yazmak hem çok kolay hem de çok zor. Kolay, çünkü elinizi attığınız her yerde dipnot atabileceginiz bir yığın bilgi bulabilıne imk anınız var. Zor, çünkü bunca kitap varken yeni bir kitap yazmanın ne derece özgünlük ta~ıya­ cağı sorusuna tatmin edici bir cevap vermek zor. Ama hakkında bunca kitap yazılan bilim konusunda söylenebilecek son sözün söylendigini düş ünme k için de henüz çok erken. Bu kitabın yazılışının cia böyle bir amacı yok. Önce:ikle şunu belirtmek gerekir ki bilim, yaygın kanaatio tersine, sadece belirli özelligi olan bir bilgi çeşidi değildir. Bugünkü dünyada bilim, aynı zamanda toplumsal, iktisadi, . siyasal, kültürel ve ideolojik örgütlenmenin merkezini oluşturan, metafizik degerlerle yüklü bir bakış açısının adıdır da. Günlük konuşma dilinden sistemli toplantılardaki konuşmalara kadar her yere nüfuz etmiş bir dünya göriisüdür bilim. Oel ki de bilimin kendisinin bir dünya görüşü veya hakı ş açıs ı oldugunu söylemek yerine, onun bir dünya görüşünün, b ir bakış biçiminin ye niden üretiminin en te md araçlarından biri olduğunu söyl emek dah~ uygun olacaktır. O yüzden birbiriyle hiç alaka sı olmayan dummlarda insanlar görüş, düşünce veya YCiklaşımlanl11 "bilimselolarak konuşmak gerekirse ... ", "son bi- 9 limsel hulgulara göre ... " "bu konudaki bilimin goruşu ise ... " parantezine alarak onlara bir güvenilirlik yahut sagbmlık kazandırmaya çalı sırl ar. Bilim bazan yıldızlardan lxıhseder, baz:ın evlilikte ortaya çıkan sonınıardan, b;:ızan tarım arazilerinin kullanım biçiminden, son zamanlarda da daha sık olmak üzere çevreden, eğitimden, tarihten vs. ba h.sed er. Modern y:ışam tarzının makul bulduğu alanlard;ın birisi seçilip 50n\.1n:ı "logy" eklendiğinde de yeni bir bilimclalı ort:ıya çıkmış olur. Psikoloji, antropoloji, teoloji, semioloji, filoıoji, metodoloji, epistemoloji vs. Her gün yukarıd:ı b:ıhsedilen p;:ır:ıntezleri defalarca bir insana , yahut önemli ödüller veya statüler el de etmiş bir bilim adamım bilimsel olmanın niçin böyle sorguLınanıaz bir statüyü garantilediğini sorarsanız alacıgınız cevap, en iyi ihEimaııe , yine "bilimsel ola· rak ... " paranteziyle başlayan bir başka cümle olacaktır. Çünkü, hHimsel bilginin, bilim retoriği dışında dayandın­ labileceği her türlü temel, bilimin varsayımtanyla çelişe­ cektir. Zira bilimin, bilim retoriği dışında kalınarak meşru­ b.~tırılabilmesi için evrensellik, nesnellik, tarafuızlık gibi özelliklerle tav.sif edilebilecek bir bilgi zeminine ihtiyaç vardır. Ancak böyle bir zeminde bilimin bilim olmayandan farkını ortaya koyur değerlendirmek ve sonunda bilim leIlinde veya aleyhinde bir yargıda bulunmak mümkün olahilecektir. Halbuki yaşadığımız dünyada bilimsel bilgiyi d ('ğerlendirl11eye yarayacak böyle bir bilgi zemini aram:ı­ ya çalışmak, hoş karşılanclığında bile, sonucu olın;ıyan umutsuz ve boş bir çaba olmaktan öte bir anlam taşımaya­ kullanan s ıradan ca k tıf. Çünkü, bu diyarda son sözü bilim söyler. Bilimi de konu~turan modern uygarlığın kendisidir. Yoksa bihm kişi lig i obn ontolojik bir kategori değildir. Bilim konuşmaz , konuşt\lrulur. Birileri bir şeyler söyler ve adını da bilim 10 lıilginin adı bir kez bilim kondu mu ona kargelmek için de mangal gibi bir yürek gerekir. O zaman da bilimi doğruluğu kendinden menkul bir bilgi türü olarak kabullenmekten b;ı~ka yol kalmayacaktır. koy,ular. Bir şı Öte yandan, bilimi sorgulamaktan vazgeçen, fakat onun nasıl bir bilgi olduğunu öğrenmek isteyen birisinin de işi pek koby degildir. Rüyala nı n ı zın yoru muna kadaı' nüfuz etme i~tiyakında olan hilimin niteliği konusunda da bir fikir birliği yoktur. Neyin bilim olduğu neyin olmadığm! ayırmak için elde: bulunduğu savunulan ölçüt!e:r günden güne de,ghmekre, bilim cımh:; ı kendikrine böylesine önemli b ir ikticbr kazandıran bilimin standartlarını koymakta bir türlü uzla 0 amaımıktadırlar. fakat ortada he:rkesin sorgula mak bir yana en ufak bir şüphe bile duymadan boyun eğdiği bir bilim do!;ı~maktadır. Tabir yerindeyse hiçbir sınır tanımadan tüm zihinlerin en ücra köşelerine da!mak- ta, insanlarm en mahrem alanlarında bile hiçbir muhalif bırakmamak için adeta ko! gezmektedir. Yukancla Cla söyled iğimiz gibi, aslında oı1alıkta dolaher şe:Yİ, u'ygun bir isim yahut takıp takarak yerli yeri...'"le yerleştiren, sınırları belirlenmiş bir bilgi türünden ziyade bir uygarlık biçim idir. Bilim de ancak o uygarlığın bütünıügü içinde anlam kazanan bir bilgi kategorisidiL Bu bilgi btegorisinin sahip oldu gu o torite onun içefiğinden şan ziyad(~ bütünlükle olan ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Başka türlü bir bilgin in d eğerini, onun niteliğinin değil de onun bilimsel olup o lm adığının belirlemesinin açıklaması nasıl yapılabilir? Bu yüzden çağdaş dünyayı çevreleyen en gözde bilgilenme yolu ve modern insanın her ~eyden ,'ok güvendiği silahı olan hilimin sorgulanması o hilimin içind e yeşerdiği uygarlığın sorgulaması yapılmadan yapılamaz. Hiçbir uygarlık da o uygarlığın içinde kalınarak toptan sorgulanamaz. 11 Çünkü, uygarlık, sorgulama yönteminizden kavramsal şe­ malannıza ve hatta tüm bili.,'isel ve anlamsal kategorilerinİze nüfuz etmek tedir. Sorgulama onun izni çerçevesinde kalmaya ffiahküm obcaktıf. Okuyucu buradaki kısır döngünün nasıl a ~ ılacağı konusunda hazır bir formül beklememelidiL Dikkat edilirse baştan bed etrafında dönüp dolaştıgı­ merkez kavrammuz olan bilimin bir tanımını dahi vermiş değiliz. Esasen günlük hayata, insanı ku ~al3n tüm iküdJr ilişkilerine böylesine nüfuz etmiş bir kavr::ırru n tanım­ !anın asırıın hiçbir önem i de yoktur. Çünkü, söyleyeceginiz ~eylerden hoşlanmayan birileri yaptığınız tamının hiç de "bilimsel olmaciıgını" söyleyerek sizi devre dışı bırakabilir. Ası! ilgin ab n, bili min hiçbir itiraz kabul etmeyen bir tamIlli bile yoktur. Yani bilim, ins anlık tarihinde çok az karşilaşılan olağanüstü özelÜklere sahip "maymuncuk"lardan birisidir. mız lşin komik yanı, bir zamanlar onu savu nanlara, onun ne eş siz hir bilgi biçimi olduğunu ispatlamaya çalışanlara itihar kaz:ınoırao bilim, şimdi paradoksal bir biçimde, kendi aleyhine yazı yaz~ınıara da itibar kazandırmaktadır. Bugünbatı dünyasında azımsana mayacak bir grur iıhan' ruı­ tibmm satarak gcç iıuncktedir. Bilim hayatın merkezine öylesine yerleşmiş ki, onu övmeniz de yerme niz de para ediyor. Du yüzden bilimin, nasıl insanlık ı uihinin belirli bir dönemindeki özel koşul­ lar ahında ve dönemin siyasal-sosya! iktidar ilişkileri çerçevesinde ortaya çıklıf;ını yahut tüm başarılanna rağmen sebep oldUğu olumsuzluklan dile getiren makale ve kita plar peynil' ekmek gibi kapı~;ıl ınakta ve büyük bir hayranlık ve takdir toplaya rak vecd içinde okunmaktadırlar. Ve böylece yeni yeni bilim da Ilan ortaya çıkmakttidır, bilim 50$yolajisi, bilim antropolojisi, bilim psikolo jisi gibi. Yani yine merkezde bilim vardtr. 12 Fakat bunca gürültüye ragmen, herhangi bir bilgiyi "bilimselolup olmadığı beni pek ilgilendimilyar" diyerek degerlendiren insanlar henüz yok. Çünkü onun uygarlık düzlemi daha oluşmamış. Bu kitap, bütün bu söylenenlerin muhtemel hakları­ kalmalan kaydıyla, hayvan aleminden, bitki alemine, oradan genler dünyasına, diyetten çocuk bakımına, kan koca ilişkisinden, yasal ve anayasal düzenlemelere, fizyolojik saglıktan ruh saglığına kadar lıemen hemen hayatın tüm alanlarını denetiminde mtmaya çalışan modern bilimin ne olduğuna ilişkin yirmmci yüzyıl boyunca yapı­ lan tartışmalarla okuyucuyu tanıştımıak amacındadır. nın saklı Açıktır ki bu çalışmallin da en büyük handikapı, bu kadar soru işareti koymasına rağmen, bir noktaya kadar bilimin sunduğu imkanlar çerçevesinde kalmaya rnahküm olmasıdır, tıpkı okuyuculan gibi. Bunun, özrü kabul edilebilir bir mazeret olup olmadığı da okuyucunun takdiline kalmıştır. 13 ı. ı\iANTIKSAL poz1TlvtZM Yirminci yüzyılın başlannda, 1910'u izleyen yıllarda Viyana kahvehanelerinin birinde her perşembe akşamı toplanan bir grup öğrenci, gecenin geç saatlerine, hatta zaman zaman sabahlara kadar bilim felsefesi üzerine söyleşirler. Kahve sohbetieriyle başlayan bu beraberlik zamanla Jüzepji seminerlere ve sonuçta disiplinli bir ekole dönüşür. Kimler vaf bu çevrede? Moda Schlick, Hans Hahn, P!ıı­ tip Fr"ank, K. Gödel, Rudolf Camap, Orto Neuratlı. Çogunlugunu fizik ve matamatikçilerin oluşturduğu bu çevrenin amacı, anlamlılık ve bilimselliğe bir ölçüt geli~tirmek, böylece yüzyıllardır insan zihninin önünde bir engelolarak duran metaivjğiıı tortularını ayıklayarak bilim ve felsefeyi yeniden tanımlamaktt. Bu amaç 1929'da yaytınLınan programda şöyle ifade ediliyordu: "Amacımız, tek bir bilimin, yani insanlığın edinebiletüm bilgileri; fizik ve psikoloji, doğa bilimleri ve edebiyat, felsefe ve özei bilimler gibi birbirinden tamamen ayn disiplinlere ayırmaksızın içinde toplayan bir bilimin yaratılmasıdır. Bu 'amaca ulaşmanın yolu Peano, Frege, \Vhitehea~1. ve Russell'ın geliştirmiş oldukları mantıksal çözümleme yöntemi'nin kullanılmasıdır. Bu yöntem, bilimi metafizik sortınlardan ve anlamsız önermelerden af1I1dıf­ mak ve aynı zamanda, doğrudan gözlemlenebilir içeıikleceği 15 rini yani 'veril miş olaru' göstennek yoluyla ampirik bilimin ve önermelerini açıklıga kavuştur­ maktır. " Qohansson, 1982, s. 13). anlanunı, kavramlaonı Öncelikle anlamlı olanla olmayanın ayınmını yapmak, daha sonra bilinıle felsefenin konumlaoru yeniden tarumbmak gerektigini düşünüyorlardı. Felsefenin görevi dünyayı betimlemek olamazdı. Çünkü bunu zaten bilimler yapıyorlardı. Felsefe için bilimlerin boş bıraktlgı bir olgusal alan olmadıgına göre o <1.1 ancak bilimlerin ku ll andıkla n kavram ve ispatlama yöntemlerini açıklıga kavuştunnakla ilgilenmeliy& Yani "sözetmekten sözetmek". Bu yolla, felsefenin geleneksel muğlak , kapalı anlatım biçimlerinden, anlam kargaşasınCıan hllı1arılıp bilimin hizmetine sunulması amaçlanıyordu. Böylece çözülmesi umutsuz bir sorular yumagma dönüşen felsefe, bir uğraş alanı olmaktan çıka­ cak bilimin hizmetçisi olacaktı. Felsefeci, birisi metafizik bir şey söyleyene kadar bekleyecek ve söylenenin arJamsız oldugunu gösterdikten sonra susmaya devam edecekti. Winge05tein'in n"actatus\mun yayınlanması çevrenin ivmesini artırır. Yukarıda değinildiği gibi, dolaylı yoldan da olsa Russel ve 'W'hltchead'in de kaıktlanncbn bahsetmek mümkündür. 1929 yılında tam bir eko! haline gelen çevre, konfe rans, aç ıkoturum, makalele rle oluşturduğu çizgiye bir i.sim de koymuştur: Rili..-nsd Dünya Görüşü. 1932 yılı Kasım ayında Gllb<..ort Ryic'den 5clılick'e 11itaben yazılmış bir referans rnektubuyla 22 yaşında bir del ikanlı gruba katılmak üzere Viyana'ya gelir, adı A. J. Ayet". IJmancası tartışn'alara katılmak için yeterli olmadığı için, Schtkk ile Neurath arasındak'i tartışmaları dinlemekle yetinir. Çevre, Aycr'in 1936 yılında yayınlanan Di! Doğ­ ni/Ilk ve Mmıl tk kitabıyla lngilizce bilen dünyaya da açıl­ mıştır artık. 16 1. AI?KAPL4N 1.ARKAPLAN l 1930'ların 1930 lann en güçlü bilim anlayışı olan p.funtıksal lirfuntıksa1 POPozitiviL'lı zitiVi?~'11 Alman felsefe geleneğinin mirasçısıdır. Bu yüzden, yirminci yüzyılın başlarında lsebaşlannda Almanya'daki bilim fe felsefesİ)'le ilgili yaklaşımlara kısaca bir göz atmak yararlı olafesiyle caktır. caklır. yüzyılın sonlarına dogru doğm Alman bilim ve felsefe üç temel yaklaşımın değişik düzeylerde agırlık ağırlık taşıdığı söylenebilir. Bunlar; Mckanikçi Materyalizm, YeniKantçılık ve Yeni-Pozitivizm·di. Yeru-Pozitivİzm'di. 19. camiasında a) Me!Ja;ıihçi Mehmikçi Mate"lya!izm .i\1atel]'alizm göre, madde ve güç bütün varlıkla­ ve makro ve mikrokozmik varoluş mekanik yasalara boyun eğmektedir. Evrendeki hu düzen. lilik hiç bir doğa ötesi ve idealist açıklarrıalara açıklarnalara imbn imkan tanı­ tanı­ maz. Bilimin görevi de madde ve güç arasındaki ilişkiyi ilişkiyi a;J.çıklamaktıf. Evrendeki olgular insan algısından bağımsız hağımsız olarak varlıklarını sürdürürler. eilimsel Bilimsel açıklama bu varlık­ varlık­ iann tabi oldukları kuraliarı kuralian ortaya çıkarmakla çıkarmakb yükümlüdür. Temel araç da gözlemdir. b) Yeııi-Kantçılılz Yeni-Kantph!" Mekanikçi görüşe rın esasını oluştunır Bilgilenme sürecinde nesne-özne ilişkisi ilişkisi üzerine Y;l.pı­ )';;.[11lan tartışmalann tarihi çok eskilere uzanır. mallır. Bilgi Bilgi teorisinde özne-nesne ilişkisiyle ilişkisiyle ilgili olarak iki açıklama açıkLınıa sözkonusuyelu: edilgenci (pasivist) (pa~ivist) ve etkend (activist) (acti-"ist) yaklaşım. yakiaşım. Birinci açıklamaya ;ıçıklamaya göre, özne bilgi sürecinde edilgen edilgen hir hir tavır içindedir. Zihin, önsel bilgi taşımayan taşımayan boş boş bir bir bğl1 bğll gibidir gihidir ve deneyimle edinilen bilgilerin dışında dışında herhangi herham,;i bir bilgiye sahip değildir. Doğru Doğru bilgi hareketsiz ve ve mDttı.· mLid~ı­ halesiz bir insan zihnine doğanın doğanın kendisini keHdisini yazınası)'la F'7!l13sıyla d· cl de edilebilir. Bu bilgi edinme sürednde sürecinde herhangi herhangi hir hir abif abif zihinsel etkiı:ılik etkinlik bilgiye ya bir bir peşin peşin hüküm (bias) (hias) ekleyeekleye·11 i cek veya onu tahrif edecektir. Bu konuda en etkili ekol klasik deneyelliktir. alımış İkinci açıklamaya göre ise zihin, dış dünya üstüne biigi üretirken, hem önsel bilgilere hem de nesneyi bilgi vermeye zorlayan helirli kalıplara sahiptir. Bu kalıptan dış dünya veya nesneier üretmedigi için de bilgi birikimindeki geli~meler onları degiştirmez. Yani herhangi bir zihinsel etkinlik olmaksızın, beklenti veya teorilerin ışığında yorumlanmadan doğa kitabının okunması mümkün değildir. Bu etkcııd yaklaşımın hir mullafazakar, hir de dev·· rimci versiyonu vardır. Muhafazakarlar, dünyaya temel baZI beklentilerle geldiğimizi, onlarla dünyayı "kendi dünyamıza" dönü;.;türdüğümüzü, hu nedenle ömür boyu bu kendi dünyamızın Jıapishanesinde yaşamak zorunda olduğumuzu savunurbr. Buradaki hapishane benzetmesi, insanların birbirine göre göreceliliğine ve öznelliğine değil, ins::ın olmanın zorunlu sonucu olarak sahip olunan kısıth­ lıklara işaret etmektedir. Bu, "kavramsal çerçevemizin hapishanesinde" doğup öldüğümüz fikri esas itibarıyla Kan! tarafından geliştirilmişti. Karamsar Kantç!fu1", bu ha pishane yüzünden gerçek dünyanın hiçbir zaman bilinemeyeceğini düşünürken, iyimser Kantçdru:- ise Tanrı'nın bu kavramsal çer<;evemizi dünyaya uyacak biçimde yarattığını savunmaktaydılar. Fakat zihnin bilgi sürt:cinde etkin rol alclı.~ını sanlOan devrimci etkendler, kavramsal ~emalann geliştirilebile­ ceğini, haua dalı:ı iyi yeni bir tanesiyle degiştirilebilecegir,.­ de ısrarlıydılar. Çünkü, hapishaneleri yaratan bizler olduğıımuza göre onbn yıkahiliriz de (Lakatos, 1986, s. 104). Bilindiği gibi HllIml.lluel Kc.nt dünyayı bilginin konusu olan fenomen Vt. hilginin ulaşamadığı nomen dünyası olarak ikiye ayırınıştı. Fenonıen dünyası insan zihninin, s:ıhip olduğu bilişseI ka.tegodlerle biçimlenelirdiği iıomU1 düny;ısıydı aslında. 18 Temelde üç (ü r bilgi sö zkonusudur. Ö n s el bilgi; deneyden önce de varolan bilgi, sonsal yani deneyden sonra oluşan sentetik bilgi ve (üm maten1:ıtiksel bilgileri içeren önsel sentetik bilgi. Bu çerçeveyi çok f:ız la cl egi~ ı i rmeycn Yeru-Kantçılara göre bilim duyumların genel biçim ve yapılarını ort:ıya koym:ılıdıf. DJ~ dün ya hilgisı, aslımb duyu organhırı yoluyla elde edi len bilgilerin bir ma ntık sa l ili:;kik: r içinlle sunulmasıel ır. Yani dış dünyanın kendisi deği~ll1ez bir veri değildir. Çünkü, insanın :ılgı hiçimi nesneleri belirli form ]ara sokmaktadır. Dolayısıyla hizim :ııg ıl a dı ~ı mız nesne ler dünyas!, a s lı nda duyu orga nlarının süzgeçinden geçmiş görüngüler dünyasıdır. Duyu organbnnın dobymı! olm:'.dan doğrudan nesnelerin kendilerini bil mek m ümkün degildir. l ~ ıe bi li m b u fenomenler dlinya sıııı n yap ısını ke~rc: t­ l!lek ama c ındadır. Bilimsel yasalar, ancak bu ya r ıy! betim!eyeceklerclif. Bu, sonuçta , duyum hiçimlerimiz! keşfe t·· mekk aynı ~eydir. 20. yüzyılın başbnncb Al ııı;ınya 'daki bask:n bilim anLırı~ı buydu. cj l'eııi Po::ifiui;:m !'.Iantıksa! Pozitivi~tkr üzerinde doğrudan etkide bu· lunan daha çok y\'..~ni pozltlv.iz.m anlayı)ıydı. Bu anbYI01Il habası Ernst j"'";w h'cll. M.adı başLıngıçı::;, Yeni-Kantç ıla.ııı! ileri ~;ürdCikkr i n .: hÜlün bilgikl'in temelinde hir önsel unsurun hulund ıığ u flll öngören ilkeyi kabul etmebe·ydi. F;1.kıt daha sonr~:bfl, rli..'snelcrk: iI ~ili bilgi o!u~tu nı[k (.:rı olgu.L.~ r;, daY~H1nıayarı tüm ı.Jnsurh nn ayıklarıma;; ! gı :n.: · · ti~~ ini s<ıvurımaya b,:şbmı.~ı!. :\hcL ';ı \~1rı ~ J :):ıtlH: U göre hi!inı~ei iC;ulein d en(.~y:-;(' l ol:li;ık doğ;'u­ ve hCı~\ ~n dı~ney·s t:l if:ıc.k:'ler dt~. duyu s ~ti güzICIll - hklmdc fonııulc cclilmcliydi. Yani ifadekr, duyumları n ckna :-ıın ik o hu',ıJ< kLç:ı!t!lılı ı,ş bc:timlerinden başka hir şe y deği l di . Bur:ıd:ı hiliırı,d ifak \iıdirgc:nehilcct"i.\ bilinısd 19 dderde önemli bir yer taşıyan matematiksel ifadelerin duyumlara indirgenememesi önemli bir problem yaratmaktaya!. çünkü, olgu dünyasıyla ilgÜi gözlem betimlemeleri bir yıgın kavram ,'e ilişkiden oluşan düzensiz bir veri yıgı­ nıydı. Bu verileri anlamlı bir bütün haline getirecek olan ll1antık~al muhakemenin öneminin gündeme getirilmesi mantıksa i pozitivistlere kalacaktı. Mach, hiç bir metafizik kaygı taşımadan bilim için sağlam bır zemin arayışındaydı. Bu yüzden metafizik VJrbilim ve felsefeye konu edilmesine de karşıl'dı. Metafizik varlıkbr gözlenebilir nitelikte olmadıkları için gözlemsel cümlelerle betimlenernez, dolayısıyb teorik teriınle~e dörıüştürülemezler. Çünkü, bir telimin teorik (erim olabilme~:.i. için nesnelere karşılık gelen kelimelerle te kabuliyet kuralına uygun oIar~,k tanımbnabilmesi gerekir. Kısaca ivIach: bütün anlamİ! önerınelerin dolaysız gözlen} verileriyle ilgili önermelere çevrilebil~ce,ğirıi düşünmektey­ di. lıklann Ayrıca, 1905 ydında Einstein.'in illcşhur iz;ıfiyet reorisi Bunu izleyen yıllarcb .kuantum teorisi gelişti­ !ildi. Fizikteki bu iki gelişme mevcut bilim anlayışlarının gözden dü.;mıe.~irıin en önemli nedenlerineleııdL I-:;mı5 Reichenbadı'ın Bedin Okulu ilc Mudtz &hJJd(in Viyaı',st <,,')yresi, bilim :ınbyışında ortaya çıkan bu krizi aşımi\. ıçin Mc,dı'ın görüşlelini geiiştirmeye, handikaplarını çözmeye, eb;iklelini tamamlamaya çalıştılar. Heı iki okul da Mach'ın teorik kavram ve [fadelerin anbnılllıkiJnn: belirley~~n bir ölçCit obrak doğr. . üa.fn.a üzerindeki l."cırında haklı olmakla heraher matemariğc yer vermemekk bjyük bir yamlgı)'? diJştügü i lokraStllUa anlaşıyodardı. yayınlandı. Üte yandan, Fran,:ız I;J:atern;1likç,:i Hcnn Po in<C,h-e , bilimsel yasabrın ;,s1ll1da bilimin konu edindiği olgubrL il .. gili uyhc;jL'lKbn öre bir anlam ta~lmadıgını iieıi sürmekrey- di. Ona göre insanlar olgulan bir teorik sistem içinde algı­ larlar. Her kavram kullanıldığı sistem içinde anlamlıdır. Teorik sistemlerin gerçekliği açıklamada doğruluklanndan 7.iyade elverişli olup olmadıklarından bahsetmek daha anlamlıdır. Teorik sistemler birer açiklama biçimleri olduklanna göre birden fazla açıklama biçiminin olması gayet nçı[­ malCYr. Bilim elverişli açıklama biçimlerinden daha elverişli olana dogm bir yol izler. Teorik sistemler değişirken deği~­ meyen bilim denilen bir bilgi himesi sözkonusudur. Bu konvansiyonalist (uylaşımcı) bilim anlayışının Newton fiziğinin hala geçerli olmakla beraber krize girdiği buna kar~ı1ık Einstdn fiziğinin popularite kazandıgı dönemlerde ortaya çıkışı bir rastlantı değildir. Sözkonusu yaklaşım, bu farklı iki bilim anlayışının ikisinin de doğnı­ luk payı taşıyabileceğini açıklama girişimiydi. Daha sonraJan Kuhn, bunu daha ileriye götürecek dev~unlıW.: ve süreklilik değil paradigmalar arası geçişleri devrim obrak niteleyecektir. Mach'a göre bilimin konusu teorik terimlerle ifade edilen olgusal düzenliliklerdi. Pomcare ise bu teorik rerimlerin olgularıa ilgili uylaşlJnlardan başka bir şey olmadığı­ m söylüyordu. Eğer teorik terimleri görüngülere ilişkin özelliklerin kısaltılmasından ibaret olan gözlemsel terimlerle tanımlarsanız pozitivizmin temel ilkelerini koruyarak bir sisteme ulaşabileceksiniz. İşte Mantıksal Pozitivist1eı< buOlı yapmaya çalıştılar. Öte yandan,1913 yılında Wh1.tehcad ve Russel'ın PrincijJia Matbematica adlı çalışmaları yayınlanmıştı. Bu çalışma tüm matematiksel önermelerin mantığa indirgenegöstererek 111atematiğe mantıksal bir temel oluş­ turma denemesiydi. Mantıksal Pozitivistler Whitehead ve Russel'ın çalışm3.1arından da yararlanarak M:ach. ve PoiriC" (A.re'nin görüşlerinin sentezinden yeni bir bilim anlayışı bileceğini geliştirdiler. 21 2. MA/V77KSAL pozl71V1ZM1N Tt.ilfEL TEZLER! CI) Bilişsel anlamlılı/a Bir söylenıin bilgi içeriği taşıması veya anlamlı olabilmesi için ya doğrudan olgusal bir dille ya da sonuçta olgusal bir dilin kısaltılması şeklinde ifade edilmiş olması gerekir. Bu şartları taşımayan idddiaiar metafizik, dolayı­ s!yb anlamsızdır/ar. Burada eşsözsel (totolojik) ifadelerle sentetik ifadeda değinmek gerekir. Bilindiği gibi totoloji yükleıni öznesinden ayrı bir bilgi içeriği taşımayan ifadedir. "Bütün evlenmemişler bekardı[" cümlesindeki yüklem "bekardır" özne olan "bütün evlenmemişler"e ilişkin yeni bir bilgi vermediği için bu cümle bir totolojidir. ler ayırımına Aynı şekilde, "Ahmet insandır" cümlesini ele alalım. Bu cümlenin öznesi ';Ahmet", yüklemi ise "insandır"dıf. Ahmet kelimesi insan olmayı içerdiği için bu cümlede de . yüklem, yukarıdakinde olduğu gibi özneyle ilgili fazladan yeni bir bilgi vermediği için totolojik bit cümleelif. Fakat "Ahmet zencidir" cümlesinde ise yüklem özne tar;.ıfından içerilmemekte, yüklem özneyle ilgili ek bir bilgi sunmaktadır, dolayısıyla "Ahmet insandır" önermesinin doğruluğu kelimelerin anlamlarına bağlı olduğu için deneysel ob.rak doğrulanması mümkün değilken Alunet zencidir önermı:­ si yine kavramların anlamlarına bağlı olmakb beraber gözleıme! olarak doğrulanabilir. Ahmet'in zenci olup olmadığı gözlemlenebilir. ışte Mantıksal Pozitivistlere göre, bir ciimle totoloji ve olgusalolarak doğrulanabilir bir içerik de taşı­ mıyorsa anlamsız olarak dcgerlendirilmelidir. değilse b) Dogmlmıabilbiik 1lIJesi Bu ilkeye göre bir önermenin doğru olup olmadığı o önermenin içeriğinin olgularla desteklenip desteklenme- 22 mesine ba t\lıd ıf. Olgubrla d este kle nip destekl enmediği de ancak duyumlar yoluyla tespit edilebilir. Dolayısıyla bir önerrne duyuml:ırla tespit edilebilecek olgular dı~ında il ir içerik taşıy()r~;a bunun dogru o lup olmadıgı beli rlene mci: , "Belli bir kimse, eğer ve ancak, bir tümcerun ;ınıatmak istediği önenneyi nasıl dogruiayabileceğini, yani belli koşul­ lar altında hangi gözleınlerin, kendisini, önerıneyi doğru olarak kabule ya da yanlış olarak reddetmeye götüreceği­ ni biliyorsa, o tümce o kimse için olgusal bir anlam taşır," (Ayer, 1984, s, 16) Burada rak pratUı.: olarak doğruiaruibllirlik ile doğrulanabilirlik arasındaki ayırıma ilke oLada dikkat etmek gerekir. Çünkü, birçok önermenin doğrulanabilir olduğu­ nu bi ldiğimiz halde onu pratik olarak doğnılama iınkaoın­ dan yoksun olabiliriz, Buna göre, örneği n, "dünyanın en yü ksek tepesi Everest tepesidir" önerrnesini pratik olarak d o g rulamamız pek mümkün gözükmernekle beraber ilkece bu önerme doğ nı l3nabillr bir önermedir. Fakat "evrenin özünü oluşturan madde bir evrim halindedir" öne rın e­ si, mümkün ve muhtemel duyu gö zlemleri yle dogru lanmai'ı müınkün olmadı.!?,! için anlamsız bir önerınedir, Bunun gibi duyumlarla ilgili olımıy:ın tüm önemıeler metafiziktir. Metafi 7. ik ol ın:ıs ı yla anlamsız olması aynı şeydir. Tüm etik içerik ıa~ıya n ö nermeler de anlamsızdır. "Bir öııe rnı e­ de hir etik simge bıııun u ~ u , o nun o lgusal içerigine bir şey katmaz. Böylece birisine 'Bu parayı çalmakla ya nlış davrandımz' dediğimde, yalnızca 'Bu parayı çaldınız' ciedigimin ötesinde bir şey savlamış olmuyorum. Bu eylemin yanlış olduğunu eklemekle onun üzerinde yeni bir hildirim yapmış değilim. Yalnızca onu töre! bakımdan onaylamadığınıı bildiriyorum, Bu, 'O parayı pldmız' derken sesime özel bir tiksinme tonu vermiş ya da öyle yazarken ki- 23 mi özel ünlem izleri koymuş olmak gibi bir şeydir. Ses tonu ya da ünlem imleri tümcenin gerçek anlamına bir şey kaımaz. Bu, yalnızc a, bunun anlatımına, konuşanın belli duygularının da eşlik ettiğini göstermeye yarar." CAyer, 1984, ss.101-102). Kısaca ifade etmek gerekirse, "bir teJi min anlaım onun dogrulama yöntemidir" (The meaning of a term is it,> method of verification) (Suppe, 1974 s. 13). Sadece teorik terimler karşılık geldikleri gerçeklik ve ilişkilerie birebir karşılaştınlabilir, dolayısıyla dogrubnabilir olduklan için, bunun dışında kalan tüm terimler veya önerıneler anlamsız birer söz yıgı nından ibarettirler. Yalnız, eger bili~seı an l a mlı söylem, gözlem yoluyla veya deneysel olarak dogrulanabilir ifadelerden oluşacak­ sa, günlük konuşma dilindeki cümlelerin önerTui bir bölümü bu dogrubma ilkesine uygun obrak ifade edilemedigi için anlamsız olmayla yüzyüze gelecektir. O zaman tüm konuşma dilinin yeniden düzenlenmesi gerekecektir. Bu durum '·bunu nasıl dOğrulayabilirsin?" somsunun günlük konuşma dilini mizaha döndünne tehlikesini taşımaktadır. Bir önermenin dogruluğu nasıl sınanabilir? Bunun İ­ çin anbmlı bir cümle nesnelerin dllylJmlanabilen özelliklerini içermeli ve bu özellikler öznelerarası doğrulanabilir nitelikte olmalıdır. Yani, tüm özneler ona aynı anlamı vermelidir. Dolayısıyla önermenin içerdiği iddian ın doğru olup olmadığını araştırmak isteyen kişi bizzat gözlemleyip dogru13ma veya yanlışlamada bulunabilir. Eğer önerme, olgular ve onlar arasında varoian ilişkiler dışında bir unsur t:ı~ıınıyorsa, yani veri bir dil kullanıy o rsa, zaten mevcut kelimeler de duyumlar yoluyla oluşturulduklan için doğ­ nılama diye bir soruıı söz konusu olmayacaktır. Dolayısıy­ la "bu taş bir kilogramdır" dendiğinde, «peki bunun taş 01dugun\.ı nasıl doğrularsmf" diye bir so ru sorulamaz. Eğer birisi soruyorsa onun sorunu epistemolojik değil semantiktif. Ona bir taş alıp göstererek "buna Türkçe'de ta~ denir" diyerek öğretmek gerekir. c) Tümevarım Öte yandan bir olgu ya da deneyiıne karşılık gelen bir iddiarun doğrulanmasıyla, deneyimle ilgili genellernelerin dogrulanması arasında da ayırım yapmak gerekir. "Ahmet'in atı beyazdır" önemıesini doğrularnak içi i! Ahmet'in atı bulunur ve rengi kontrol edilir, beyazsa önel'me doğrulanmış, değilse yanlışlanmış olur. Fakar "Bütün atlar dört ayaklıdır" önermesini doğrulamak için milyonlarca atın dört ayaklı olduğunun görülmesi yeterli değildir. Dolayısıyla bu önefme sadece gözlemler yoluyla doğru lanamaz. Burada başka bir ilke devreye girer: Tümennm. Tüme,rarım, tek tek tikel gözlemlerden hareketle tümel sonuçlara varma yöntemidir. Tikel önermelerin çokluğu yapılacak genellerneye belirli hir güç kazandırsa da bunun mantıksalolarak kesin bir sonuç sağlayıp sağlayaı:nayacağı tartışrnalıdlf. Nitekim bu konuyu daha sonra göreceğimiz gibi Poppet" da tartışacaktır. Tikelden tümele varmanın yanısıra, pratik olarak tümevarım, en fazla deneysel des tege sahip kuramı belirlemek için kuııanılmaktadır. Bazı önemıekrin de doğruiuğu deneysei doğru lamaya konu edilmez. 2+2=4 eşitliği somut olgularla doğru lansa da, aslında bu eşitliğin doğruluğu olgularla karşılaştırıl­ makb sağlanmamaktadır. İki tane elmanın yanına yeni iki tanesini koyduğumuzda toplam elma sayısının dört etmesi 2+2=4 ettigini doğrulamaz, tam tersi gözlemlediğimiz durum bu matematiksel eşitliğin bir ifadesidir. Bu durumda matematiksel önermelerin doğruluğunu deneyden bağım­ sız olarak kabul etmek gerekir. Bu önemıeleri K.•mt, önsel sentetik olarak nitelemişti. Analitik-sentetik önerme tartış­ masında Whitehead ve Russel'ın matematiği mantığa in- 25 dirgeyen çalışmalan, Mantıksal Pozitivistlere, olgular ara· sındaki belirli ilişkileri ifade etmekte olan matematiksel yasalan mantıksalolarak doğru kabul etme kolaylığı sağlı­ yordu, d) Karşı/aş/ın (Tekabulı)'et/Denklik) Kıı ralı Bir teorinin bilimsel olabilmesi için, teorinin öngördümatematiksel bir mantıkla formule edilmeli, teoriyi oluştur~m teorik ifadeler de, gözlemsel ifadelerle açık olarak tanımlanahilecek nitelikte olmalıdırlar, Böylece yapı­ lacak işlemsel ta:m:mlarla teorik ifadeler gözlemsel ifadelere indirgenmekte yahut karşılaşım (tekabuliyetlcorrespondence) sağlanmaktadır. ğü ilişki Özetleyecek olursa':, teorik bvramsal sistem veya d::ıha geniş bir iLıdeyle bilişse! anlam taşıyan simgeler sisteıni ile olgusal gerçeklik arasında isomortik bir ilişki öngören mantıksal pozitivist bilim anlayışı şu varsayımlara dayanmaktadır: i) Gerçekliği bire bir tekabül (isomorfO yoluyla doğru olarak betimleyebilecek bir tek kavramsal sistem olabilir. Sözkonusu sistemlerin birden fazla olması simgelerin değişmesinden başka bir anlama gelmez, Aynen aynı nesneler dünyasını betimJeyen farklı diller gibi, Bilim bize bu dili veriL ii) Olgubn betimleme dışında söylenecek olan her· hangi bir sözün, bire bir tekabülele karşılığı olmadığı, dolayısıyla bir şey anlatmadığı için anlamsız olarak kabul edilmesi gerekir. Bu da, bir sözün anlamlılığının, olgular dünyasında bir betimlemeye tekabül edip etmeme ölçürune göre beiirlendiği anlamına gelir. Sonuç olarak olgu tasvideri dışıncla her söz boş ve anlamsızdır. Ancak Ayer 1975 yılı.nda Bryan Magee'yle yaptığı pozitivistterin en büyük kusurlannın söylediklerinin tamamının yanlış olması olduğunu söyler söyleşide mantıksal 26 ve ekler: "Birincisi, doğn.ıbma ilkesi ke nd isini hiç doğnı dürüst fOffiıiilleştircmedi. Ben birkaç kez denedim, ancık her keresinde içine ya çok az ya da çok fazla şey sokuyordum. Bugüne kadar mantıksal kesin bir formüllerne· ye u!;ı şı!amadl. 1kincisi, indirgemecillit de işlemiyor. Üçüncü~;ü, ınanlik ve matematikteki önerınelerin herhangi ilginç bir anbında çözümleyjei olup olmad ıgı şimdi bana epeyce k~şkulu 1~e1iyo r.. Yine, g eçmi~ e ilişkin önermelerİn hale ili;;;kin öm:nıı t..:l ere tümden indirgenmesi ve onbr için geleceğin afl açıklı ğı yanlış ... " (Magee, 1985, ss. 144- 145 vurgular ekle nm işti r). Ayet' yıllar sonra bir zamanL.ır kendinden emin ve atezlerin yanlışlığını söylerken . temel yanılgmıfl mantıksal Pozitivistterin hala altın st,."ın­ üartı.nın geçe rli olduğunu s~ınmalanna benzetir. Bilindiği gibi altm sGmdactmda piyasadaki madeni ve kağıt paralar mevcut altın stokunu yansıtıyordu. Olgusal gözlem ifadelerine clönüştıırlilemeyen önerınelerin anlamsız oldu ğ unu söylemek, şimdi karşılığında altın buluomayan piyasadaki kağıt paralann d egersiz olduğunu söylemekle aynı Şey. teşli savumıcu!uğunu yaptığı 27 II. POPPER: YN-IUŞLA1V1ACILIK YAHUT ELEŞTİREL AKILCII.IK IGıJ''t R. Popper yirminci yüz)'ıl bilim felsefesi tartışmabn­ bi,ri, Mantıksal pozitivistlerin temel tezlerini eleştire rek yob çikan bu yü zden de tepkici bir nın kö~e taşlarından dü ş iin ür. Popper'in ckşıird i ği stan dart bilinı anlayışı, göılemle­ nen olguscl düny:ıu;ın elde edilen hilginin tümevarıın yöntemiyle genelleştirilmesi, bu genelleştirilç'n gö z !em ve deneye dayanan 0nt;rmek:rJ(!n o l uş;];') kııram la rı n doğru­ bm:! yöntemiyle bilgi dağarcıgmıza akıanımasıni ö nt!ii rüyordu. Bu bilim anlayışı :,;u varsayımlara cbyanmaktayuı: 1. Zihin, nesne ile ilişkiden önce 2. lnsan zihni nesneleri nesnel boştur. obr~(k :ilgıLır. 3. G üzle mlen~'n ulgubnn özelliIderini ve sözkonusu olgular arasınebki ıJi~ki.leri ifade ede n tikel önermekr tümcvnn,nııa genell.~'1cbilir. 4. Duyularm g':",z,:(jmiııcie şıl:ıştınlıp doğruLın;ıb iı(~rı ıe ç i ı.it·"t:rd~ Bu, bilim !eknr olgu cliinp :> ıyla ka fge nelh:;1,dt:f hirJtil!Uld bir sü, biiimin iskeletini OllışlUrl.lrbr. rx) A:j ~i\!ist t tib:l"1eV~r5 ! n(~i bi.rl!-dı-iı~i anla~'ışının var :,:,yımLlflDın "ve ilel'IerncC't tümü Popper tarafında" ek~5tirilir. 29 1. Kuranıdan bağımsız gözlem olamayacağını, çünkü tüm gözlemlerin onları anlamlı kılan bir kuramsal yapı içincle oluşıuğunu, 2. Tikel hilgilerin genellemesiyle tümel hilgi elde etmenin mantıksal hir kesinlik taşımadığını, 3. Bilimselliğin ölçütü sanıldığının tersine doğru lanabilirlik değil yanlışlanabiliılik olduğunu, ve 4. '{aygın kanaatin aksine bilimsel bilginin, doğruların hiriktirilmesiyle değil yanlı~lann ayıklanmasıyla ilerlediğini savunur. Popper'ın tezlerini biraz daha yakından inceleyelim. 1. B/aif llE Bfli.if OLMA YANI A }1J(;UA SOR[;~WJ Poppe!" Ja mantıksal pozitiyi:-;tler gihi bilimle hiiim bir ayırımın nasıl yapılahileceği sonınu­ na eğilir. Onun da hir sınıf çizmeyi gerçeklt'ştirecek ölçü- olmay~ın arasında re ihtiyacı vardır. MantL\:."5al pozitivistler hu ölçüıü, öner- gözlem veya duyuıı-,larla desteklenebiEr bir şekilde formüle edilmelerini ifade eden doğnila."a. bilirlik. obrak belirlemi:;;iercH. Bu, s:ıdece bilimle bilim olmayanı degil. :1\. 11 ı zamanda aDLımlı d"nla anbmlt olmayanı (L birhirinuen ayıran yt'gz!ne öl~,:ü)'dü. Böylec.::e 2iTkJxıı1ıhl-;"S.a bitinlSelilik ö111~şüyorcJıı. melerin ıIlLıhtemel Popper, doğrulanabilirliğiu yerine yanhş1<:ınahlJ..irli­ ği. koyarken bu ül',:ütCll1 ;ınlam!ı oLnl::ı olmayanı dei~ii s:l- ele,.'e hilimsel olanla olrııay:mı hirbirinden aymjığl!l1 S;1VU·· nuyordu. Yani Popper bilim Obııb olıııayan!n :~yınnıınırı y:ıpılnu~ının gert.'!.;:lilı~ '1: kabul ("lnH~kle heraber, hunun an lanı!ı] ık -:ınbll1sızil k ikilemi ('erçeH',-;inde ele ıılınmasıııa k:ırşı cıkm;ıktaydl. On;ı göre anl:ırnlılık kategori.,,[j;j s:ı,dece hılimsel hılgilere özge! kılmak yaIllı.~fi Mı'ıafizik olm:ı\; anlamsız olmak demek değildi. Çünkü, mantık:;;]l pozitivist- 30 le:r, böyle yapmakla anlamlığı olgularla ili~kilendiren yanlı~ bir varsayımdan lık kişiler arasında taya hareket etmekteydiler, halbuki anlamlı­ meydana gelen uylaşurı1ar sonunda or- çıkmaktayelı. 2, YANLlŞLAMAC!LlK '{an!ışlaın3cılıgın esasını oluşturan y:ınlış13.nabilirlik kesi ne anlama gelmektedir? Bundan ) eyin il- kastedildiğini daha iyi anlayabilmek için Popper'm doğrulanabilirlik ilkesine getirdiği eleştirilere yakmd,cn bakmakta yarar var. 1919 izafiyet teorisininin tesredilmesi bakımından önemli bir yıldı. Çünkü o yıl bu izafiyet teorisinin güneşin çekim alanına giren ışınbnn eğilme göstereceklerine yönelik öngöıiisi.inün sınanmasına imkan veren bir güneş tutul ması olacaktı. Popper güneş tutulmasının teoriyi d oğru­ la ma sı veya yanlışlamasından çok meydana gel~cek sonucun bilim metodolojisi açısından önemiyle Hgilenmekteydi. Yapıbn ölçümler sonıında l!,iınların eğildiği saptandı ve sonuçta izafiyet teonsinin öngörüleri d oğru çıktı. Söyiediğimiz gibi POPI'er bu öngöıiinün doğru çıkın :ıs ıyla değil bunun ima ettiği sonuçta ilgileniyordu. Eğe r ö ııg0 rü do,t?ru ç:ıkmasaydı teori reddedilecekli, veya yeni test imkanları yarat3cak şekilde yenide n formu!e edilecdui, Porrer eleştirmenleri bu olayın, bilim adamlarının teorlleri ne zaman terkedecdderini gösteren somut bir örnck obrak Poprer tarafından biraz fazb abartıklı ğını sö".lemektedirler, Çünkü ı~ınl:ı.rın e[~ ilıne diginin sa rt an ması durumunda bilim adambnnın k:wılSll. ,~ 3rtsız tcoriden \'J (;gt~çecekıerine dair bi r g:\l~!l1{inin olm::.ı elıgı gil)i te rsin e ;ıl­ çünılerin sağlıklı yar ıkl madığı \ t'ya IXJ~;t:;ı gcrd<ı'vlerie !eorinin al ınkonma sın ın dalıa büyük bir ihıimal j;i >ıdığı S;ivunu lın::ık t:ıdıf. .:)1 Poppe" izafiyet teorisiyle, l\L-ırks'ın tarih, l~reud'un psikanaliz ve Adler'in bireysel psikolojiyle ilgili teorilerini karş ıla~tınr. Bu üç teorinin savunucubn belirli somut durum veya olayların kurarnhrına nasıl uygun düştüğünü kolaylıkla göstermelerine rağmen hangi koşulların ortaya çıkması durumunda kur::ı mlarını s:ıvlInmakta n vazgeçeceklerini belirtmiyorlardı. Bir örnek vermek gerekirse Adlerci psikolojinin temel ilkesi, in~an eylemlerini aşa~ılık duygusn nun motive eniğidir. Bir nehrin kenarında yürürken nehre düşmüş ,'e boğulınarnak için çırpınan bir çocugu gören adamın muhtemel iki tavnnı bu kuramın ışığında yorunıl;.ıyalıın. Adam, ya ÇOC\1j;u lmrtarmak için nehre atlayacak 'ya daatbmayacaktıf. Eğer 3clam çocuğu kuıtarmak i~"İn nehrc atlarsa :\dinci psikanalist bunu adamın tehlikeye ıag ınen suya atlamaya n::s:ırelli oldligunu ispatlayarak a:;; :ıg ıhk d uygusunu yemneyi amaçladıgına yomcaknr. Et';er adam nehre at1amJzsa o z:ı.man da adam çocık bognlurken bile kıyıda kalma sO,ğukkanlıhğın:ı s:ıhip olllu gumı ispat eder"k a~ a­ ğıhk duygusunu tel;ıfi etmektedir. CChalmers, 1990, s, 87) Adlerci yaklaşımla açık­ bir durumu Adlcr'e antHtlfi mı, Adler'ü1 çocug,u hiç görmeden durumunu Adlenj terimlerle il'.:ı h etmekle hiç güçlük çekmedigini aktarır ve şöyle devam eder: "Hafiften bozulup nasıl böyle~iine emin olahildiğini sordum. ' eıaha önce bin deneyim sayesin de ' diye cevap verin ce de d~ıyanama(bm, 'Bu. yeni vak'ayla, deneyimleriniz binbir etmiş olmalı' dedim". (Magee, 1982, s. 42). nöyIcc\:, bir kuramın doğn.llu gunu onay13y::ı.cak, kuramı destekıeyecek veri bulmanın çok kolay olchığunu farked e n Popper, kuramı nelerin doğrubyacağııım degil hangi d urumlarda kuramm y anlı~lanmış nbc3gınıo ifade edi lmesinin kllntma bilimsellik vasfını kazandıracağını sa:'-Jitekim POPP<-'1- 1919 Ianamayacıp,1l11 dü<,ündCıgü vUIlmaya 32 başlar, yılında Burada Popper, doğ.-ulanabüir1iğL hem önermelerin hem de bilimsel açık lamanın mantıgı açı­ lanndan eleştirmektedir. YanlJş oldugu bilinen yapısal olarak olumlu bazı cümlelerin ilkece clogruianabilecegini fakat yanlışlanamayacagına dikkat çeker. Ömegin, "tepegöz insanlar vardır" önermesini ele alalım. Bu önerme yapısal olarak olumlu ve dogrulanabilir. niteliktedir. Çünkü, yapı­ lacak muhtemel gözlemlerle tepegöz insanlar bulunup bu yargı dogrulanabilir. Öte yandan yaptıgı.ınız gözlemler sonucunda tepegöz insan bulamayışımız mantıksalolarak bu önerrnerün yanlışlığını kanıtlamaı. Belki bizim ulaşamadı­ ğur..!z bir yerlerde tepegöz insanlar yaşamaktadır. Bu durumda eger doğrulanabilirlik bilimselligin öİçü ıü ise en ;3'T!ndan prerı..<;ipte dogrulanabilir bir yapıda oldugu için bu önennenin.bilimsel bir önerme kabul edilmesi gerekir. mantıksal yapısı Popper pozitivist ve empirisistlerin neredeyse yegane bilimsel yöntem olarak sunduklan ilimevat'1.tnUl mantıbai olarak imkan degil imkansızlık içerdigine dikkat çeker. "Bütün kugular beyazdır» önermesini ele alalım. Milyonlarcı beyaz kug u görmüş olmamız "bütün kuğular beya.z(lif" yargısına varmamm 20runlu kılmaz. Çünkli bu, gözlem alarumııın dışıncla kalan bir yerlerde siyah bir kugunun bu!unmadıgını mantıksal kesinlilde garantilemez. Fakat bir siyah kuğu bulunu rsa bu genellerne y.uılışianm~ olur. Yani b u cümle mantıksalolarak dog ru lanamaz ama yanlışlanabilir. Ayeır, mu tlak anlamda dogrulamanın imka nsızl ı~ın ı kabul ederek pratik olaı-.ık do~ı!an.abillrlik ile ilke oiaJralt: oğnıJanabilldik arasında bir ayının yaparak sorunu aşm:,ya çalışır ve arkasından ekler: "Bir varsayım kesil1likle doi~ıulanarnadığı ölçüde, kesinlikle çürütülemez de. Çünkü, be lli gözie mlerin oıuya çıkışını belli bir varsayı­ mın yanlışlıgının kanıtı olarak aldıftırnız zaman" belli ko- 33 şullann var!oluş unu önvarsa y:ın z. Belli bir dummda, bu son derece ol:1biJirlikten uzak olsa olanaksız degildir." (Aya, 1984, s. 19) önvarsayımın yanlışlığı bile, mantıksalolarak Yani mutlak doğmlamacılık gibi mutlak yanlışlamaC1lık da mantıksalolarak imkansızdır. Çünkü gözlemlediği­ niz bir siyah "kuğu"nun siyah bir kuğu mu olduğu yoksa kuguya benzer siyah başka bir canlı mı olduğu yahut yaptığınız gözlemin ne derece güvenilir olduğu sorulannın cevabı sanıldığı kadar kolay değildir. Mutlak anlamda do&;rulama mümkün olmasa da muhte mel gözlemlerin yanlış­ lığını gösterip göstermediğı açısından d e giı, gö zlemlerin en yüksek ihtimalle doğruluğunu' gösterdigi ö nermeJerin bilimselolara k kabul edilmesi gerektiğini savunan yeni dognı1an)2.Ctlı~a da karşı çıkar Popper. "Dünyada deprem olacak" önermesi milyonlarca yıl olmadan geçse de mantıksalolarak yanhşlanına­ yan bir önermed·ir. Bu yüzden de bilgi içeriği yoktur. Çünkü , Popper'a gö re, bir önermenin bilgi içe rigi onun yanlış­ lanabilirligiyle doğm orantılıdır. Yanlışlanabilirlik oranı art.tıkç:ı bilgi içeriği de artar. "1 992 yılında deprem olacak" önennesi öncekine göre oldukça fazla bilgi içerigi taşımak­ tadır. Çünkü bu durumda, 1992 yılında bir depremin 01madıgının gözlemlenmesiyle sözkonusu önerme yanlışlan­ rruş olacaktır. Yani önermenin hangi dummda yanlışlan­ mış oiacagııu gösteren bir mantıksal kurgusu vardır. Eğer önerme «1992 yılının Ramazan ayında Erzincan'da bir deprem olacak" biçimindeyse bilgi içeriği öncekilere oranla çok daha fazladır. deprerıi Bilgi verici içeriğin yüksek olması, doğrulanabilir oldegil yanlışlanabilir olmayı mümkün kılacak bir formulasyonu gerektirmektedir. Yanlı şlanabitme ihti'malinin yüksek olması da, sınanına imkanla nnın yüksek olmasına baglıdır. Bir teori ne kadar kesin bir şekilde ifade edilirse mayı 34 o kadar yanlışlanabilir hale gelir. Örnegin, ışık hızının bir vakum içinde saniyede 299.8xı06 oldugunu ileri süren bir hipotez takriben 300xı06 oldugunu ileri süren hipotezclen daha kesin, dolayısıyla daha yüksek derecede yan1ışlana­ bilir olduğu İçin tercih edilmelidir. Yukandaki deprem örneğinde olduğu gibi, metodolojik açıdan, sonuçta önermenin dognı veya yanlış olması önemli degildir. Önemli olan önermenin mantıksal yapısının onun sınanmasına imkan tanı ması, hangi gözlem veya sınama sonunda yanlış­ lanmış olacağını açıkca ifade eden önermeler içermesidir. Burada hem dogrulanabllirlik hem de yan1ışlanabi­ lirlik kategorilerinin olgusal değil mantıksal bir nitelik taşıdığına dikkat edilmelidir. Bir önerme potansiyelolarak en azından bir yanlış layani mantıksalolarak kendisiyle çelişen bir temel önttme içeriyorsa o önerme yanlışlanabilir demektir. Popper'a göre temel önerıne, belirli bir yer ve zamanda, belirli bir nesneyi konu edinen önerınelerdir. uBurada bir siyah kugu var" önermesi bir temel önerınedir. Bu öneone, "Bütün kugular beyazdır" önermesiyle çelişen temel bir önennedir. Yani bütün kugular beyazdır yasası baz! öner. melere izin verip bazılarını yasaklarnakı,dır. Bir hipotez eğer ona aykın cüşen mantıken mümkün bir veya birkaç gözlem önermesini banndıracak biçimde ifade ediliyorsa, o hipotez mantıksalolarak yanlışlanabilirdir. Sözkonusu önerme veya önermelerin doğruIugunun gösterilmesi durumunda hiporez yanl ışlanmış olacaktır. Bir genellemenin, yahut kuranun blliınsclli&i, en azından bir temel önermeyi yasaklamasına, yani o önermenin dOğru olması durumunda yasanın mantıksalolarak yanlışlanmış olmasına yıeı, bag lıdır. Temel önennelerin doğnı veya yanlışlığının belirlenmesi de yukanda belirtilen mutlak anlamda yanlışbmanın 35 mümkün olup olmadıgıyla ilgili yeni bir tartışm.a başlat­ maktadır. Bu konuya Lakatoo'la ilgili bölümde tekrar dönecegiz. Birisi "Burada bir siyah ıru gu var" dediginde bunun hemen kabullenilecegini beklemek saf1lk olur. Yasa taraftarlan , o kugunun aslında beyaz oldugunu fakat siyaha boyanmış olabileceğini veya gözlemin yanlış yapıldıgmı iddia edebilirler, Hatta gözlemlenen bu hayvanın kugu degB kuguya benzer başka bir hayvan oldugunu bile saVlInabilider. Bu durumda kugu kavramının içeriSinde bir. degişiklik meydana gelmektedir. Bu yüzden olgulara iliş­ kin bildirimlerde bulunan temel önermeleri oluşturan ka'lram1ann tanımlarının değiştirilmemesi ve yardımcı varsayımlarla yanhş layıcı gözlemlerin devre dışı bınıkı!mama­ sı gerekmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse bir önermenİn dognılanması kadar yanlışlanması da problemlidh-. Popper'a göre bilim doğru ile özdeş değildir. Hem NewtQll hem de Einstein kuramlarını bilimsel kabul ediyor:;ak, bu ikisinin ayru anda dogru olması mümkün dcgndir. Üstelik her iki kuram da yanlış olabilir. Bu durumda dogru olmayarı bir kuraıllin pratikte nasıl ImHamlabilir oldugu sonısuyla karşılaşınz. Buna Popper'in cevabı ilginç mantıksal manipulasyon öqıeğidir. Her yanlış önermenin beiirsiz sayıda do.\tru sonuçlan vardır. Bir teorinin varsayımlannın bir veya birkaçının yanlış olması, do!lnıd:ın ıea­ dden saglanan sonuçlann tümünün yanlış oldugu sonucunu getirmez. Önıeğin, bir pazar günü birisi "Bugün günlerden cumadır" dediğinde bu önerme yanlış olur. Fakat ~Bugün pazartesi değildir", "Bugün salı degildir" gibi. ö ne,melerin tümü dognıdur. Buradan şöyle bir sonuca \'af"..Ibiliriz: Kesinlİğini bilmecIıgimiz ama yanlı şlanahilme ihtimali olan bütün önermelerin kullanılabilir dogru sonu çları vardır. 36 3. YANIJ..A.BIlJRCIIJK Bir teori, potansiyelolarak yanlışlanabilir ama pratikte smanamayabilir. Bunun için yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Eğer bir teori potansiyel olarak yanlışlanabilir ve aynı zamanda smanabilirse muhtemel iki sonuç vardır. olumlu sonuç vermişse teori degil d esteklenme kelimesinin kullanılmasıresadüf değildir. Çünkü desteklenmiş olmak dogrulugu ispatlanm.ış olmak anlamına gelmez. Tersinden, Lakatos'a göre , yan lıştanmak da yanlış olduğunun ispatlanması anlamına gelmez. Yanlışlanan bir teori pekala doğnı olabilir. (Lakatos, 1986, s . 108). Burada Popper'm diger bir kavramı devreye girer: Ya("'...ıJ;ıbllidU ~ (faııibHism). Hiç bir zaman I,esin bilgiye ulaştı gı mızı kamdayamayız. Çünkü yamlına her zaman mümkündür. a) Sınamaişlemi desteklenmiştir. Burada doğ.ruianma b) Eğer sınama sonucu olurl15uzsa kuram reddedilir. Az önce söylediğinüz gibi gözlemlerin bir kuramı de~tek­ lemesi onun dögrulugun'J kanıtlarnadı gı gibi reddedUmesi de yanlışlığını kanıtlamaz. Bu konu La!Gıtos'la ilgili bölümde tekrar de alınacaktır. Öte yandan, Popper'ın yönteriU sağlam ve kesin bilgigara ntilememekte, sadece gerçeğe yaklaştıgı­ mlZl, açıklamalarımızın gerçege benzediğini bilmemlze imkan sağladıgmı savunmaktadır. Mantıksal pozitivistler bilginin dOğnılarınbirikmesiyle ilerlediğini savunurken Popper, bilimln ilerlediğini kabul e,mek le beraber bunun doğ­ ru ları n birikmesiyle deği! y., ruışlar.n ayıklanmasıyla mey~ dana geldiğini savunmaktadır. ye ula.şmayı 37 ni. WlTIGENSTEIN: .A..NLA\:.lIN RESIM DtL OYUNLARINA KURAı'vlINDAı"'J Witgenstein bir bilim felsefedsi değiL. Fakat hem birinci hem ikinci dönem felsefesiyle, nerdeyse bir yiizyılın bili m tartışmatanna doğruda n katkısı olan bir dü~ünür. Görü:~led birinci ve ikinci dönem olarak ikiye aynıan \X1ittgenstein, gerçekten düşünce tarihinde eşi ne endc r wstlanır bir biçimde otuz yıl arayla aynı kon uda geli) tirdiği bir biriyle bağdaştınlamaz yaklaşımların her ikisi de halen yaygın 0larak taıtı~ılmakta, hararetle savunulmakta, ele.~tirib1ekte, kısaca dipnot düşülmektedir. 1889-1951 ylUan arasında yaşayan \\ljtgenstein'in bi.rinci dönemine damgasını vuran kitabı Tractatus Logico Pbolosophicus Almanca yazıImiştır. Witgenstein, bu kitapla felsefenin temel sorununu çözdüğüne inandığı için felsefe yapmayı bırakır. 10 yıllık hir aradan sonra yeniden felsefi tartışmalara katılır. Ölümünden sonra 1953 yÜında yayınlanan Philosophische Untersucbımgen ikinci dönem felsefesini olUşturur. Al1ahatlarıyla bu iki felsefeyi gözden geçirelim. 1. BiRiNCi DÖNhEıl Wiltge n.ste in'ın tabı Tractatıdun hirinci dönemini brakteri:~(: eden kicevaplamaya çalıştığı temel solu dilin do- gasının ne oidugudur. Yani, dili mümkün kılan, onun vasaglayan şey nedir? Ona göre bu sorunun cevabı oldukça açıh.'11r. Dil olgular dünyasının bir resmidir. Degişik düzeylerde ortaya çıkan bu resimler aynı zamanda düşünmeyi mümkün kı­ lan düşünce nesneleridirler. Dünya, tek tek yalın olgulara indirgenebilecek bir yapıdadır. Bu yapı, olgulann degişik kombinezonlarla' biraraya gelmesiyle oluşmaktadır. Dil de, olgular dünyasındaki ilişkilerin aynısını yansıtan ilişkilerle kelimelerin biraraya gelmesiyle oluşur. Dolayısıyla dil, olgular dünyasını olduklan şekilde yansıttıgı zaman işlevini yerine getirebilir. . roluşunu Gerçekiigi olgulardan ibaret sayan, dünyada sadece olgulann bulundugunu söyleyen Wittgenstein için sadece olgulann bilgisi elde edilebilecektir. Ona göre cümle, gerçekligin bir tasanmıdır. İfade ile gerçeklik arasında bir uygunluk olduğu için/veya oldugu zaman insan gerçekliği olduğu gibi algılayıp ifade edebilir. "Tasanm ile tasanmlananda özdeş bir şeyin bulunması gerekir, ki biri ötekinin tasarırru olabiısin" (2.161) diyen Wittgenstein'a göre bu ortak şey mantıktır. insanlar mantı­ gm sınırlan içerisinde kalarak düşünür ve cümle kıırarlar. Dile konu olan nesneler de, insanlar onlan düşünmeden önce mantıksal bir bağlantı içindedirler. Bu nedenle dil dünyanın bır remidir ve dilin sınırlan dünyanın sımdandır. "Dilimin »ınırlan dünyamın sınırlannı imler." (5.6) "Mantık dünyayı doldurur; dünyanın sınırlan onun da sınırlandır." (5.61) Gerçeklik üzerine bir şeyler söyleyebilme imkanı, gerçeklik ile dilin her ikisinin de mantıksal bir yapıya sahip olmalanndan kaynaklanır. Bu nedenle, bir önennenin anlaırJı kabul edilebi.1mesi için, dile getirdiği içerik ile kar40 wlık geldiği paylaşma oigular dünyasıyla ortak bir IT1antıksal yapıyı zorunlulugu vardır. gerçekliğin bir tasarımıdır: Çünkü, tümceyi onun ortaya koyduğu olgu durumunu bilirim. Ve tümceyi de anlamı bana açıklanmaksızın anlanm." (4.021) "Tümce, anladığımda, "Tümce, bir olgu (4.023) haglamınm- betimlenmesidir." "Bir tümceyi anlamak, o doğru olduğunda, neyin 01-. gibi olduğunu bilmektir." (4.024). duğu "Türnce ancak bir söyler." (4.03) tasarım olması kadarıyla "Tasanm gerçeklik ile öyle (2.1511) "Dir cetvel gibi (2.1512) bağlıdı r; gerçekliğin bir şey ona dek uzamr." yanma konmuştur." Mantıksal pozltivistlerlc, temel argümanlarından biri olan doğrulanabilirlik/sınanabi!irlik ölçütüne ilişkin göri.iş­ leriyle de paralellikler gösterir Wittgenstein: "Olgulann mantıksal tasarımı düşünecd ir." " T3sanmın doğru mu (3) yanlış ım olduğunu bil me k için, onu gerçeklik ile karşılaştırma;ılz gerekir." (2.223)"' Yani, bir cümle(~e özne ve yüldeın arasındaki ilişkiyi gösteren kipler o cümlenin tekabül ettiği nesneler ara s ın­ daki ilişkiyi resmetmektcdir. Dünya ile böyle bir ilişkisi kurulamayan cümleler anlamsızdır. Önermeler için 3pjamldık durumu, içerdikleri nesne adlarının ve o nesnder arasında öngördükleri ilişkilerin aynısının olgular dünyasında da bulunması durumunda ortaya çık:,r. .Bir cümle kurulduğunda onun anlamlı olabilmesi için, ilk olarak, o cümlerlin içinde yeralan isimler gerçek 41 dü nyada ki nesnelere karşılık gelmelidir. Bu eşitlik saglanmca cü rnlenİn bİrer ögesi obn isimlerin aralanndaki iliş­ ki de dünyadakinin aynısı olması durumunda bu cümle dogrudur. Tersi durumda cümle yanlıştır. Fakat eğer cümleyi oluşturan isimler veya onlar arasında öngörülen ilişki­ ler olgular dünyasında hiç karş ılık bulmayacak bir nitelikteyse bu cüme anlamsızdır. Kısaca anlamlı bir cümle ancak dünyayı resmeden, yarü dünyadaki nesne ve. ilişkilerin dışında, onlarla bagdaşmayan y;ıhut onlara te rs bir ilişki içenneyen bir dil yapısı içinde ifade edilebilir. Bu da dilin yapısıyla dünyanın yapısının aynı olması demeklir. Etik yargılar, dünya ile aralannda böyle bir mantıksal bagıntı kurulamayacağından anlamsızdırlar. Dolayısıyla, ahlaki yargılardünyada karşılıklan olaiçin dilin alanı dışına itilmektedirler. çünkü, dilin işlevi sadece olgulan resmetmekle sınırlıdır. "Aç Ll{tır ki, Etik söylenmege gelmez. "Etik aşk ınd ır. "(Etik ile estetik birdir.)" (6.421) mayac:ıgı "Tümeder hiçbir yüksek şeyi dile getirmezler." (6.42) "D ünya benim istemimden bağımsızdır." (6.373) "Dilediğimiz her şey olup-bitseydi bile, bu gene de, sanki kaderin bir lütfu olurdu, çünkü dünya ile istem arasında hiçbir mantıksal bağ yoktur ki, böyle bir şeyin olmasını saglayabilsin ... " (6.374) "Dünyarun anlamı dışında yatsa gerek ... içinde hiç bir deger yoktur-olsaydı bile hiç değer taşımazdt" (6.41) "Bu yüzden de etikte hiç bir tümce bulunamaz." . ~A~ "Etik olanın taşıyıcısı olarak İstemden söz edilemez." (6.423) 42 Bu cümlelerden de aÇikçı anlaşılabiieceği gibi ahlak ile olgular arasında bir mantıksal bağ yoktur. Bu çerçevede ahlaktan bahsetmek boşunadır, Ahlaki hükü mler veya değer yargıları anlamlı olarak söylenemez, yani anlamsız­ dırlar. Aşkın gerçeklik ise sadece bir kuıunıudur. "Dünyanın içinde nerede rastlanabilir ki, bir özneye?" (5.633) doğa ötesi Peki, dilin işlevi ve doğası ile ilgili özetlediğimiz bu aneyin resmidir? Bir cümlenin anlamlı olabilmesinin en temel şartı, olguları ve onlar arasındaki ilişkileri birebir olarak yansıtmak ise, dil üzerine yapılan bunca tartışmanın anlamlı olab ilmesi için de tüm bu cümlele rin olgu dünyasında birer karşılığının olması gerekmez mi? Witgenstein'in verdiği cevap ilginçtir: çıklamalar "Benim tümederim şu yolla açırnlayıcıdırlar ki, beni anlayan, sonunda bunlann saçma olduklannı görür -onlara tırmanarak- onların üstüne çıktıgında. (Sanki üstüne tır­ mandıktan sonra merdiyeni devirip yıkmas! gerekir.) "Bu tümeden aşması' gerekir, o zaman dünyayı doğru görür." (6.54) "Üzerine konuşulmayan konusunda susmalı." (7) Bunlar Tmctcıtusun SOf1 cümlelerldir: Kitap boyunca savunulan tez dilin dü nyayı temsil ettiği ve bu temsili ortak bir yapıya sahip olmalanna borçlu oldu kbrı nı inceleyen düşünüf, bunun kendisinin bir olgu olm ad ığını farkediyor. Dilin dünya ile ilişkisinin re:s medilebilmesi için dilin dışına çıkılmas! gerekiyor. Fakat insanın böyle bir şansı yok. Görüldügü gibi Witgenstdn ilginç bir paradoksla bitirir kitabı: Dil ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi anlamamn yolu onu açıldayan mode lin saçmalığıru anlamaktan geçmektedir. Sadece bir paradoks değil paradoks içinde para- 43 doks bu; çünkü bu sonu<;ta bir felsefi metmek mümkün degil. yargı, bunu da res- 2. IKiNCi DÖNElIi Tmctatuiu yayınladıktan sonra WıttgeIL'"İ.ef..n uzun bir ara verir. Ölümünden sonra yayınlanan Felsefi Soruştur­ malar kitabı ise en (iz T,·acfafILS kadar, haı ta ondan daha da çok ilgi görür ve bilim felsefesinden antropclojiye kadar bir çokalanda oldukça geniş bir yankı uyandırır. Bu. kitabında yine anlam kaVraITti ve dilin yapısı ile ilgili soru' lara cevap bulmaya çalışmaktadır. Felsefi Soruşturmalara yazdıgı önsözde, geçen süre içinde yapıları eleştirilerin büyük bir kısnunın haklı. cldu~lI nu düşündüğünü ve bT konuda P. Sraffa başta olmak üzere kendisine görüşlerini ileteniere teşekkörlerini sunar (s. VI). Tractatus'tan memn.un değildir, çü nkü dilin dünyamn bir resmi , sadece olguların yahut nesnelerin berimlemesi o larak tanımbnması durumunda gerçek hayattal·--j dilin önemli bir bölümünün dildışı kabul edilmesi gerektigini gö rmüştür. İkinci dönemi, bu sorunu çözme girişimidir. Dil ile dünya a rasında birebir bi r eşitlik öngören denklik teorisine göre "her kelimenim bir anlamı va rd ır. Bu anlam kelime ile çakışmaktadır" (Wittgenstein, 1968, s. 1). Dili meydana getiren de bu kelimelerin kombinezonudur. Bunun kabul edilmesi durumunda dilin kapsamının masa, sandalye ve özel bazı isimlerden öteye gidemeyeceğine işaret eden Wirgenstein, dilin önemli bir bölümünü meydana getiren "hayır", "fakat" , "çünkü" gibi kelimelerin olgusal bir ka rşılıklannın olm adığma dikkat çeker. Kitabın önsözünde, Felsefi Soruşturmaların Tractatus'la beraber basıl m asl11in eski düşünme biçimiyle karş ı­ laştınlına imkanı vercegi için onun anlaşılınasılli kolaylaş- 44 tıracagın1 sjyler. Nitekim ilerleyen sayfalarda sadece olgulara yahut nesnelere tekabül eden kelimelerin dilin bir bölümünü oluşturduğunu kabul etmekle beraber, bunun dilin çok sınırlı bir alanını kapsadıgını, ancak dilin sadece olgu dilinden ibaret olmadıgıill savunur. Fakat ikinci dönem Wirtgefl_",teln'ın dil kavramsalı birincisinden taınamen farklıdır artılc İnsanlann içinde yaşadıkları dünyayı, ancak o dünyayı anlamlı hale getiren . bir dil dolayıınından geçirerek tanıyabıiecek leri için, dili doğru anlayabilmenin yolunun onu oluşturan kelimelerin "ne anlama geldigini" degil, onların " nasıl kullanıldıgmı" arJa maya çalışmaktangeçtigini savunur. Kitabın konusunu oluşturan "dil oyun1an"nın ne oLdugunu açıklarken Wittgenstein, daha çok dilin nasıl ögrerıjldigi yahut ögretildigi üzerinde durur. Wittgenstein, dil oyununu, "içiçe geçırıiş dil ve eylemlerden oluşan bütün" olarak tanımlamaktadır (s. 5). Yani dil, sadece belirli bir iç mantıkla kavranılan biraraya g~tiren bir sistemden ibaret degildir: "Dilin konuşulmasi bir etkiııligin yahut bir yaşam, biçirnin parçasıdır." (s. 12) Dmeri anlamh kılan onlann üretilelikleri yaşam tarzlarıdır: "Denebilir ki, veri olarak kabul edilmesi gereken şey yaşa..-n biçlınle.ddiL" (s. 226. vurgu aslında var). Sonuç olarak denebilir ki, bir hareketin, davranışın gibi, kelimenin, cümlenin yahut işan.::cin anlamı da, karşılık geldigi gerçeklikten değil ögesi oldUğu yahut için· de yeraldıgı sistemdeki konumundan kaynaklanmaktadır. Sosya! sistemler gibi teorik sistemler de (zaten içiçe ge çmiştir bunlar) dünyanın birer yansıması değildirler. Tam tersine farklı sistemler dünyayı farklı şekilde kurarlar. Bu" nun dışsa l bir Olantıgı da yoktur. lvfantık sisteme içictndir, ancak sistemin hütünlügü içinde bir anlamı ve değeri olabilir. anlamı 45 İkinci Wittgenstein , dill dünyanın bir res mi olarak degil, tam tersi dünyanın kendisi aracılıgı ite anlaşıtdıgı bir araç olarak görmeye başlamıştır. Yani dil belirli yaşam biçimleri sonunda ortaya çıkan uylaşımlarla içiçe oluşmakta­ dır ve ancak o yaşam biçimleriyle beraber düşünüldügün­ de bir anlam ifade etmektedir. • Tractatus'dan yapılan alıntılar kitaptaki önefme numarül::ı­ nyb 46 verilmiştir. IV. KUHN: BlLİMSEL DEVpJMLERlM YAPıSı 1. ARKAPUıNI S. Kuhn, fizikçi ve bilim tarihçisL 196o'!ı yıllarda en çok tartışılan ve neredeyse görüşlerine değinmeden bium felsefesi üzerine yazı yazılmay;ıcak kadar merkezıe~en bir düşünür. Bilindiği gibi, 1960 sonrası bilim felsefesiyle ilgili taı1ışmalar bilimsel rasyonalitenin zaman içinde değişmediği noktasında birle şe n Ni.antı.ksal Pozitiyizm ve JE- n I00135 leştirel Akılcılık'ın ele~tirisinde yoğunlaşmaya ba~ıamışıı . 1920 ile 1960 yılları arasında egemen anlayışı simgeleyen Pozitivizm ve Eleştirel Akılcılık, biiimsel bilginin diğer bilgilerden farkı ve elde ediliş yöntemi üzerinde farkiılaşıyor ise!er de bir bilimsel rasyonalitenin varlığı konusunda ittifak halindeyoiler. Mantıksal Bu standart anlayışa alternatif olabilecek bir gelenek bilimsel değişme, bilim adamları topluluğunun içsel yapı- . sı, kendi içlerinde ve cliğer topluluklarla aralarındaki iktidar ilişkileri, inançtarı, içinde yaşadıkları toplumdaki dige r kesim veya araştırma gruplarına bakış biçimleri, bilim ve toplum ara sındaki karşılıklı ilişkiler üzeıinde yoğunlaşıyor­ du. Bu tür çalışmalara örnek olarak anahtar terimleriyie "\fl. V. Quinc'nin "kuramlar için bütünsel çerçeve modeii"ni, Toulm.in'in "kavramsal sistemleriUn!, lakatos' un "bilimsel araştırn;ıa programları"nı ve Kt.~bn'un "paradigma"sı- nı sayabiliriz. Bu çalışmalar arasında Knhn'un pat'adigrria öylesine yaygın bir kullanım alanı buldu ki, neredeyse onun çalışmalarına gönderme yapmadan bilim felsefesinde çalışma yapılamaz hale geldi. kavrarrıı Gerçekten Kuhn'un çalışmalan, bilimsellik anlayışı üzerinde kelimenin tam anlamıyla bir devrim yaratmıştır. Neden Kuhn bu kadar çekici bulundu, bunca insanı etti ve hala meşgul etmektedir? Kanaatimiıee bu sorunun cevabı, paradigma tartışmalannın paradoksa! işle­ vinde aranmalıdır. Kuhn'un çalışması ve o çalışma merkezinde gelişen tartışmalar, bir yandan krize girmiş olan batı­ lı pozitivist bilim anlayışına sistem içi, yani batı medeniyetinin temel parametrelerinin ve eksen aldığı değerlerin komndugu, fakat bu arada diğer uygarlıklardan da "işe yarar" her türlü malzemenin apanımasını meşru ve mümkün kılacak bir zihinsel üretkeniik ortamı hazırlarken, öte yandan da paradoksal bir biçimde batı uygarlığının tahakkümü altında sindirilmiş çevre aydınlanna, batı uygarlığı dı­ şında ve zaman zaman da ona karşı alternatif kuramsal modellerin üretilebileceği cesaretini vererek onlara "itibarlı" bir malzeme sagladı. Asıtnda bu malzemenin itibar sağlaması bile tersinden batı uygarlıgının egemenlik alanının genişlemesini sağla­ maktadır. Kısaca paradigma, paradigınal geçiş gibi kavramlar çevresinde yoğulaşan "paradigma tartışmalan paradigması" bir yandan batı uygarlığının dinamizmini yenilerken, öte yandan da batı-dış! alternatirlerin gündeme gelmesine zemin hazırlaY'ırak paradoksal bir işlev görmeye hala devam etmektedir. meşgul 2. TEMEL KA VRA.MLAR Başta belirttiğimiz zikçi olarak 48 başladı, gibi, Kuhn akademik kariyerine fisonralan bilim tarihi ve bilim fdsefe- sine uzandı. 1950'1i yıllarda özellikle Wittgensı'eill'ın "clil oyunlart" üzerine yazdı kları yIa ilgilendL "Dil oyunlan" kuramı, dilin kendine özgü ku rallanyıa bir bütün oluşturdu­ ğunu, dili oluşturan ögele re anlamlannı bu bütünlüğün verdiğini savunuyordu. Buna göre, dilin hiç bir ögesi veya kuralı bütünlüğün verdiği anlamı bozmadan veya dönüş­ türmeden dışardan anlaşılamazdi. Kııhn'un, bu yakb ~ ımı bil im tarihine uygulamayı denediği söylenebilir. TIur:ıc.i;ıki "dil oyunbn"na br~! lık gelen kavram paradigmadır. Aynen dil gibi, paradigmalar da belirli bir gerçekliğın P3Ylaşılan oft3k terimlerle algılanması ve anlaşılması icin bir kavramsa l çerçeve işlevi görmektedirler. Peki paradigma ne demektir? 1şin ilginç yaN böylesine müessir ve yaygın kullanımı olan paradigma b.vraım­ nın net bir tanımına rastlqrunamaktadır. M..-~-tt:.·nnruı (986) Bilimsel Devrimlerin Ycıpıs(ında Kuhn.'un bu kavramı birbirinden farklı tam yirmi bir değişik anlamda kullandığım tespit ederek, bu değişik kuUanımlann üç grupta top13nabileceğini belirtmektedir (s.65). Kuhn da da ha sonra yazdıklarında ~1ennan'a hak vermektedir. (1(1311.0, 1974, s. 459) Masteı:·iM.!l'ııı tespit .ettigi anlamlardan bazıları şun­ lardır: Bilimsel başarılar, mitIer, felsefe, birbirine bağlı soru lar kümesi, klasik eser, ders kitabı , gelenek, anoloii, metafizik kurgu, model, örüntü, araçbr, siyasal kurumlar kümesi, standart, örgütleyici ilke, epistemolojik bakış açı­ sı, yeni görme biçimi vs. (s. 61-(5). Öte yandan paradigma kavramıl1l Kuhn, <ıoga! bilimlerin ge li ~i ın .seyrinin anlaşılmasında kullanılacak bir kavramsal araç obrak önermesine rağmen, aşagı yukarı bütün sosyal bilim dallannda bu kavramın kui!amlcJığını görmekteyiz. Degi 'ik bilim d aliannda ve değişik yazarların kaleminde paradigma kavramı birbirinden çok farklı anlaın.iar­ da ve çogunlukla da tanımlanmadan kullanılmaktadır. Ta- 49 nımlayarak kullananlara bir kaç ömel<: "dogma" (R.."Clıler , 1981, s. 79), "stil" (peny, 1977, s. 48), "kuram, referans çerçevesi veya kavramsal şema" (Landau, 1977, s. 64), "sosyolojik vernetodolojik açıdan genel kabul gören model" (Yudin, 1980, s. 83), "siyasal toplum" (Woli..'1, 1980, s. 83), veya "belli bir ala nda çalışan herkesin kabul Cltifli doktrinler bütünü" (Menm, 1969, s. 2). Onca farklı kullanıma fagmen paradigma kavramı . s:ınki tartışmasız bir kavram gibi kullanılmaktadır. fakat ya kından bakıldıgmda bu kavrama yüklenen içerikleri n kesİştigi bir ortak nokta vardır. Bu ortak noktanın, bilgi!'in, içinde üretildigi topluluğa izafeten tanımlanması oldugu nu söyleyebili ril. . Fakat bilgiyi onu üreten insanlarla veya o insanların da içinde yeraldığı sosyo-kültürel ortamla kayıt lam ak günümüze özgü, dolayısıyla da yeni bir yaklaşı m d egildir. Yal nız toplumsal yapılardan görece bağımsız olduğu d üşünülen bilimin, özellikle de dogal bilimlerin görecelili.gi nin vurgulanması ve bilime sosyolojik bakış açılany la yaklaş ılması ile paradigma kavramının. ilgi görmesirün pozitivist bilim anlayışının bilim telesefes i tartışmalarında krize girdigi 1950li yıllara tekabül etmesi bir tesadüf olmasa gerektir. Dolayısıyla paradigma tartışmalannın da bir para· digmal çerçevesi sözkonusudur. Bu par.ıdigmai çerçevenin farkında olmadan yapılan tüm çözümleme, somında bir totlojiye dönüşmeye nultku mdur. Bu yüzden bilim ve felsefe arasındaki ilişkilerde göreceliligin vlIfgubndığı tartış­ riıalann iç tutarlılı::;ınm ~:ı.ğlanm;ısı sanıldıgından daha zor ve kritik bir küf1lHh:r. Paradigına tartı,~ınaları paradigması­ nın bu açıd an bii) lik ön<;rru vardı r. Kuhn'a göre bilimsel etkinliğin iki degişik düzeyi varHerhangi bir bilimdah pamdigma oluşturmadan önce dağınık bir dizi faaliyetlere sahip oiabiliL Fakat düze nsiz dır. 50 bu etkinli kkr paradigma sayesinde düzenli ve kendi içinde tutarlı hale getirilirler. Paradig ma sadece çalışma tekniklerini, disiplinın temel varsayımlarını değil, bunlann yanında, sözkonusu varsayım ve yöntemlerin d o g ruluğuna ilişkin bilim adamları topluluğunun ortak i nançlarını da içerir. Paylaşıbn ortak paradigmada, temel sorular ve onlara . verilebilecek kabul edilebilir cevap lann genel çerçevesi çizilmi ~ ti r. Paradigma meşru çalışmanın standartlarını koyar. Bilim a damlanna düşen görev kurallan kon muş bulmacaJa rı tek rar tekrar, ama belki daha önce kullanılınamış tekniklerle yeniden çözmek, böyicce he m bilimsel faaliyette bulunmak hem de pa radigmavı yeniden üretmektir. Olağan b lliu:ı. döneminde bilim adamları paradigmanın diliyle dünya yı lIyuşturmaya yahut uzlaştırmGrya çalışırbr. Pafadigl11a onlar için dünyaya bakılan bir standartlar veya ölçüler yumağıdıf; g(~rç ekligin belirli kuralbrJ uygun olarak a ıgıl:ınnıa .~ını , Ka\T;ı nmaSll1ı ve kavr:ımsa ıı :ışt ırı: nıaS lf11 saglayan bir şaUl0 .dur. 13u ~a blonun bizzat kendisinin doğru vey::! yanlışlıgından b;'ilısetmek aniamlı degildir. Anlamlı olan şablonun uygulandığu gerçelik ile uyum ~agl ~ı.y ıp sağ­ lay;ımadığıdır. O zaman bilim felsefesinin diğer ö nemU bir kavramı olan ilerleme ile ]J3radigmalarm ilişkisini gündeme getirmek gerekir. 3. B1WfSEllLt:1?LEME gibi b ilim t artışmaları n da Berlerne merkezi bir konuma ~;abjpti.r. Bilimsel teo ri lp.ri n birinden diğerine geçerke n aradaki i lişl:iyi hangi k;;warıüa açıkbmak gerekir? Kuhn buna paradigmal geçiş ek:\. Peki neden bir paradigmadan digerine geçer bilim ;J. da ın hl rı? Bu geçişin rasyonel b ir temeli var mıdır, yoksa Tahmin edilı::,ct:p,i kavr;ımı oldı :kça 51 p:.ırad i gnıa l ;ı rdan bir birbiri ne geç mek t amaıııen irrasyonel olaymıdır? Yakından b ;ı.kddıgında, bilim ada mlannın dtiny:ıy a kavramsal çerçevelerini oluşturan paradigm:>.bnnın dış ı nd:! herh::ıngi hir ölçütlerinin ol ma dığı görülür. Dolayısıyla bir par::ıdigmanın içinden bakan kişiye göre o p:ın.digma di ğerlerindt:n cb.ha doğru yahut iyi veya elvefişEelir. Zaten bu yüzden o paradigmaya b a g lanmı ş tır bilim adamı. Bu dumm sadece paradigmaIar i~'in dcgil kültür ve medeniyetler için de sözkonusudur. Fakat her paradigm:1, kültür, medeniyet ve'ya teori için bu durum geçerli o lduğunun kahul ı::dilınesi durumu nd a tam bir gö recelilik içinr.~ saplanılmakta ve içinden çıkılm ası zor bir kısır döngüye girilmektt:dir. baktıkları Bu konuda Kuhu, gorü~ l er i n i b i r:ız lamda bir Uyumu alclığı eleştirilere verdiği · 3tm:ı. kı a ," röjativİst olmadığım k endi~jn j n cevapta mutlak <ın­ söylemektedir. biçimiyle Knh~ [emi onaya çıkan durumu şöyle izah etmektedir: Matc ın;ııiksei hir isparta öncü lle r ve çı karım met o dları önceden verilmektedir. SOnll<;la ilgili bir anlaşmazlı kıa taraflar aşama a~ a nıa çıkarınıJan kontrol ederler. KumHar ve Çlbmm yönteminde bir ihtilaf alınadıgı için anlaşınazlık hu yolla giderilebilir. Yanlış iionuca varan taraf hat~sını kabul eder. f akat eğe r bu kontro l s ıras ında l:Ha Oan n ç ıkanm ku rallannda veya öncülle rde farkltlaşınalan sözkonusuysa ortak bir sonuca varmaları ın ümkü n degi ldir, bu dUnlında ispJt da yapılamaz. Birinci durum normal bilim, ikincisiyse bilimsel. devrimlerİn ortaya çıkışını göstermektedir. (Kuhn, 1986. s. 261) Bu görüşlerinin yumuşatıl mış seçıminde Teori seçiminde hiçbir standardm alınaclıg! yollu eleş­ lirleri de haksız bulur Kuhn. Bu konuda hiç bir standart yok degildir, Basitlik, kesi.n1ik, kapsayıcılık, verimlilik 52 gibi standartların varlığını kabul eder (s. 261). Fakat bu gibi tercih nedenlerinin tercih y;ıp:ırken kulianıldığıl1l fak at bunların tercih kuraltan olmadığına sÖyleyerek bu kavramlann deği~ik ki;iiler tarafından fark lı ~ckilde YOllJ mianabilecegine dikkat çeker. (s. 262) Kulın eleştirmenlerine vt:'rdiği cev:ı p ta bilimsel geliş­ meyle ilgili görüşünün temelde evrimd. olduğunu söyler. ilkel doğa felsefesinden yola çıkan ve bilimsel u zma nlıkla­ rı bir agacın gövdesinden yükselen dallara benzetir ve ekler.· "Bu nedenle hana göre bilimsel geli~ ın e, biyoiojik e\'rim gibi, tekyeniü Cunidirectional ve geridö ndüıüJemcz­ dir (ineversable)." (Kuhn, 1986, s. 264) 4. BIllMSEL DEVRI'{f Karşılaştığı bir sorund:ıI1 dolayı paylaştığı paradigm3.)'ı suçlayan bir bilimadamı, kullandığı aleti suçlayan bir lI stadan farksıdır. Dolayısıyla nonna.l bilim döneminde ortaya çıkan problemlerin çoğu bilimadambnnca kendi beceriksizlik veya ba~ansızlıkbnna bağbnır. Eğer karşıtörnekler veya kuraıdı ~ıl ıklar p3r:1<..ligıncıyı ~ars::ıcak kadar çok sayıda veya güçte değilse bilimadamlan par!idigmalanocb çalış­ maya devam ederler. F:ı kat artan kural<.Ilşllıklar paradigmaya olan güven V~ b:ıglılığı gevşetir. Farklı bakı~ açılan, yöntem ve teknikleıin denenmesine başlanır. Zamanla P~­ radigma bağlayıcı olmaktan çıkar. Münferit çalışıııa lar farklı felsefi ve teorik gerekçelerle savunulmaya başlanı r. Tam bir kargaşa egemendir. Eski a n l ayış önceki güvenilirliğini kaybetmiş fakat yerine tüm Imıhalafetİ s\.lsturacak yeni bir paradigma da konm3nu ş tır. Bu bunalım dönemİ yeni başarılarla desteklenen bir paraciigmayla aşılır. Farklı paradigm al:ırı n savunuculan dünyayı, ona SOnlIan sorulan ve verilebilecek meşru cevapbrın farklı olduklannı düşünürler. Yani paradigmalar hem ontolojik, hem 53 epistemolojik, hem metodolojik ve hem de Jksiyolojik düzeyde bir farklılaşmayı gerektirir!er. ParadigmJların vardığı sonuçların baglayıcılığı öncüllerinin kabul edilmesine bağlıdır. Dolayısıyla öncülleri farklı paradigrnJların ürettiği sonuçların karşılaştırılması anlamsız olmaktadır. Çünkü, paradigmalar eşölçillemezdirler. Ortaya çıkan k.."ll'şıtön:ıekJer veya kuraldış:W1dar pakendini yeniden üretemeyecek düzeyde zorlamaya başlarsa bunalımlar ortaya çıkar. BU1l3lımla beraber arayışlar başbr ve yeni bir paradigma eskisinin yerini alır. Bu geçiş devdmseld1r; aynen sosyal devrimlerde olduğu gibi bilimsel devrimlerde de yeni bilim anlayışı tüm bilgileri kendi merkezinden bakarak ve kendi rengine boyayarak yeniden kurar. Bu nedenle yeni paradigmadan bakıi­ dığındJ herşeyin daha iyiye gittiğinin, yeni paradigmanın eskilerine göre daha iyi olduğunun düşünülmesi g:ıyet normaldir. Çünkü her paradigma bilim tarihini yeniden radigmayı ·yazmaktadır. varlık anlayışına dabu ontolojik temel sözkonusu paradigmayı benimseyen insanların bilinçleriyle iç içe olduğu için çoğunlukla !'orgulanmadan benimsenir. Çünkü varalmanın ne demek olduğu veya neyin var olduğu sorulannı taıtışmak da örtük bir varlık anlayışını gerektireceğinden kısır döngüden kurtulunamaz. Kuhrı paradigmalann bize "populasyonların davranışı konusunda farklı şeyler söylediğini" belii1:erek varlıkla ilgili kavramların farklı paradigmalarda örtüş­ me, birbirini içine alma veya dışlama bakımından mantık­ sal bir ilişkinin kurulamayacağını söyler. Çünkü Suppe'nin (1974) ifadesiyle "p:ıradigmJlar kendi ontolojilerini kabul ettirirler." (s. 205) Her paradigma kendine özgü bir yanır, Paradigmal geçiş epistemolojik düzeyde de köklü bir gerektirir. Kuhn (1970) değişen paradigma 50- dönüşümü 54 nunda "sorulann ve önerilen cevaplann meşrulugunu (geçerliligini) belirleyen ölçütlerde önemli kaymalar" (s. 109) meydana geldigini söyier. Bir paradigmadan digerine geçen yahut bir paradigmadan digerine bakan kişinin hem nereye baktıg mda hem de bakış biçiminde önemli farklı­ lıklar meydana gelir. Bu baglamda p:lnıdigma bir dile benzer, Bir paradigiçinde anlam bulan kavr:ımIar diğer bir paradigmaya anlam kaymasına uğramadan aktanbmazlar, Çünkü kavramların anlamlan paradigm aIann içine gömülüdür ve ancak paradigmalarm, genei prensiplerinin ışığı altında renk kazanabilider, manın Öte yandan paraeligma aynı zamanda "paylaşılan ortak degerler kümesi"dir. (Elgnea, 1985, s. 218) Paradigmabr arası bir değer yargı sistemi o lmadan hiçbir paradigmanın deger yargıları göreli avantaj yahut dezavantaj bakı­ mından kıyas lanıı) eleştirilemez, Kuhncu an lay ı ş ı a interparadigmalk bir değer ),3rgı sistemi mümkün degildir. Ona göre yarışan iki paradigmadan birini seçmek, aynen birbiriyle mücadele halindeki iki veya daha çok siyasal kurumdan birini seçmek gibidir. Her paradigma kendisini, üzerine bina olunduğu degerleri kullanarak savunacağı için paradigmaiar arası tartışmalar döngüsel bir totolojiye dönü~ür (KlIhn, 1970, s, 94\ Bu b aglamcb Kuhn, yarı şa n iki paradigmadan birinin galip çıkmasını sözkonusu pcıra­ digmanın "daha iyi" veya "daha doğru" bir açıkbma gelirmesine değil -çünkü böyle bir kıyaslama yapilamaz-, açık­ lamayı hedefleclii~i gerçekliğe uygu n bir model çıkarmayı başarmasına b ağ l ar, Ya ni "i yi pa radigmalar" yoktur, "b;işa­ nlı paracligmalar" vardır. l(;lfşı1a~tını.amayacak kadar birbirlerinden farklı (incommensurable), özgün ve kendilerine özgü varlık, bilgi ve değer anlayışına sahip olan paradigmal:ır, degişik bir 55 yöntem anlayışına da salıip olmalıdırlar. çünkü hangi sorulilnn anlamlı olduğu, hangi tip cevapların "kabul edilebilir" nitelik taşıdığı, ne tür akıl yüıiitmenin meşru veya "caiz" oldugu benzeri soruların cevapları, paradigmayı cazip kılan efsunu ve iç tutarlılığı ona kazandıran, paradigmanın o özgün mantığının biçimlendirdiği genel prensipkr tarafından belirlenir. Kısaca Kuhn'un deyişiyle, "her paradigma kendi kriterlerini kendisi koyar" (Kuhn, 1970, s. 148); farklı pac:ıdigmahr farklı araç ve yöntemler kullanır­ lar. ToparlaYdeık olarak, Kuhll'a göre bilim iki şekilde yapılabilir: Birinci durumda bir paradigmanın dikte ettiği ilke ve 2raşıırma kO'mlarına uygun olarak yapılan bilim. Buna Normal Bilin. der, Kuhn. Bir de Devrimci Bilim vardır; devrimci bilimde bilimsel etkinliğin ilkeleri değişir. Genellikle normal bHiı:n gerçeklikle ilgili açıklamalarda elde edilen başarilarla başlar. 'iu başarıların dayandığı temeller sorgulanmaz. Çünkü, bir paradigma oluşmuştur. Veri bir paradigma, hem çözümü gereken sorulan tanımla­ yacak, hem de o sOl1..ılara verilebilecek kabul edilebilir c=vapbn belirleyecektir. Sorubr ve ('nlann çözümüne ilişkin çabalar bulmaca çözmeye benzetilebilir. Zira çözüm için gerekli tüm kurallar belirlenmiştir. Oyunun kurallarını değiştirmemek kaydıyia, kurallara uygun olarak parçaları yerli yerlerine yerleştirmektedir biliı,ı adamlan. Ama devıimci bilim tüm kuralları, soru biçimlerini ve cevap olma niteliğini degişime uğratır. Paradigmalar her zaman açıklanmayan örneklerle karSOlUlar, ilk bakışta, ya önemsiz, ya başka bir bilim dalının alanına giren ya da anlamsız kabul edilirler. Bu karşıt örnekler bilikince paradigma eski güvenidiliğini kaybeJerek sarsıntı geçirmeye başlar. Bunu devrim izler. şılaşırlar. Karşılaşılan 56 Kuhn'a göre bilim birikimsel bir süreç demez, dolabilimsel gelişm e yahut ilerlemeelen değil, ancak bilimsel değişmeoen sözedilebilir. ılerleme ve gelişme normal bilim sürecinde yani bir paradigma içinde sözkonusu olabilir, fakat paraeligmabn kar~;ıla~ tlfip bir paradigmanın diğerinden daha iyi açıkladıgın! gösterecek oı1ak kriterler olmadığı için paradigmadan diğerine geçiş devrimsel bir nitelik ta~ır. yısı-la Bilim adaml arı neden bir p;ır.ıdigmad an diğerine geçerler? Kuhn'a göre bir paradigmanın terkedi li ş nedeni, paradigmanın belirled iği çerçevede çözülemeyen sorunlarm yeni arayışlara sürükleyecek kadar fazlalaşmasıdıL Paradigma değişikliğinele bir illgı dönüşüı ü sözkonusudur. Yeni paradigma, insanlara dünyayı daha iyi açıklıyor gözükür. Fakat bunun rasyon e! bir dayanagı yoktur. Çünkü, rasyonalitenin kendisi paradigmanm bir ürünüdür. Yani paradigmalar arasındaki rekabet yahut yan.) birisinin doğ­ ruluğunu ispat yoluyla çözüme kavuşturulamaz_ Çünkü, sorun kavrayışın, algılama biçiminin değişmesinden bynaklan nıaktadır_ D o by ısıyla paradigma deği~ince ge rçeğe daha bir yaklaştığımızı düşünmekten feragat etmemiz gerektigini öğütler Kuhn. 57 V. LAKATOS: BiLlMSEL ARAŞTIRMA PROGRA...MLAR1 METODOLOJlSı Onun yanlışlamacılı­ ğın!, yapılan eleştirile rden de yararlanarak daha rafine hale getirerek, Kuhnctl h azı temalarla yeniden üretmeyi denemektedir. Hem Ku hn \ın hem de Popper'ın görüşlerin­ den yararland ıgı için Kuhn ve Popper'la bir şekilde ilgilenen herkes Laka tos'la d a ilgilenmek zorunda kalnuştır. Imre I.akatos Popper'm öğrencisidir. Lakatos, "Bilimse l Araştırma Programlan Metodolojisi" adlı ma kalesinin önemli bir bölümünü dogrulamacılık ve yanlışlarnacılığın evrimine ayırır. Ona göre asırbr boyu bilgi dendiginde, ya zeka gücü ya da duyularla elde edilen deliller yoluyla ispatlanan., ispat edilmİş bilgi kastedilmişt ir. Bu durumda önemli bir sonın ortaya çıkmakradır: Yerl eşi k bitgi ile süpekülasyon arasındaki mesafe nas ıl nunimize edilecek, meydana gelen değişikliklerin mevcut kurulu yap)yı tamamen değiştirecek nitelikte olması durumunda bu değişim nasıl açıklanacak­ tı r? Daha önce açıkladığımız gibi Popper, bilimdeki bu sü rekli devıime benzer bir seyir izlediğini fakat bu devrimler arasında bir sürekliliğin ve rasyonalitenin varlığını savunurken Kuluı, devrimlerin bilimin tarihinde süreklilikten çok karşılaştmlarnaz bir sıçramalara işaret eldegi~irnjn 59 tigini savunmaktayel!. Bilimsel devrimlerin aradaki sıçra­ ma)'ı ifade ettiği paradigmalar arasında doğru-yanlış , daha dogru, daha yanlış kıyasb ınasıııı yapmamıla imkan verecek bir üst teoriye sahip olmadıgunız için geçişin rasyond bir ölçütü olamazdı. Yani, ne doğruiama ne de yan1ı.şlruna par:ıdigmalar üstü bir ölçüt olarak görülemezdi. Bu nedenle Kuhn hem mantıksal pozitivistleri hem de Popper'j ele~tirınekteydi. L:ı.katos makalesine, Kuhn'un eleştirdigi ve metodolojik yanlışlam.1cı1ık ded iği şeyi kendisinin de daha güçlü gerekçelerle elc~tirdiğini, fakat Kulm'un daha sofistike bir rasyonalite sunan §ofi~;tike yanlışlamaciliğı anlam:ıdığıOl savunarak başlar. (Lakatas, 1986, s. 93) L'1k.c-:ıtos 'a göre, doğrulamacılığın ilk saf biçimi ak1lBu meyanda rasyonalistler, neyin doğru oldu ğunu belirlemeye yönelik bir dizi yöntemler geliştiffiıişlerdi. Diğer bir doğrularnacı yaıda~ım getiı:en empirisisüer de be!idi olgusal önermelerinin merkezde yeraldığı bir tümevanın yöntemi ile sağlam ve güvenilir bilgiye vanlabileceği ni cı.l.J.klır. savunmu ~ brd1. Genel kabul gören eğilime göre, bilimsel dürüstlük ispatl;-illamayacak bir şeyi ortaya sürmeye karşıyelı. Fakat, birndan değinileceği üzere olgulann önermeleri ispatlayamay;ıcagı ve m anııgın hiçbir yanılgıya düşmeden teorinin içt:riğini artıram ayac3g1 gündeıne gelince bütün teorileri n eşit :;eviyede ispatlanı maz oldukla rı kanısı yayılmaya baş­ la dı. Bir grup düşünür tarafından teorilerin eşit seviyede ispatlanamaz nitelikte olmalarına rağmen, elde edilebilir deneysel delil açısımJ:ın her biıinin sahip olduğu ihtimal derecesinin farklı ol dugu ileri sürüldü. DolayısİYla bilimsel dürüstlüğ ün, tamamen ispatlanınayı değil sahip olunan Go destekleyici delillerin sağladığı ihtimalin rekrirdiği savunulmaya başlandı. yüksekliğini ge- Poppeı- ise tliın teorilerin eşit düzeyde i r:ll lanamaz gibi qit düz. ycle ihtimalsiziik taş ıdık bnm savul1maktaydL Bu daha önce gördüğümüz gibi Popper'in tümevanma olan itirazının ta kendisidir. olmaları PoP!leı:'dzm CıJI~t L<,ıkatos sonrJ öne üçe çıkm 8ya başlaynn y.ınhşlama­ ayınr. .l. DOGMA 1'1K. YANLIŞV.MAClLIK Dognı...<ttlk yanhşbm;:ıc ıhl'C, bütün teorilerin yarulahibelirli bir tür deneysel tem e lin yanılamazlığı ni alıkoymaktadıf. (Lakatas, 1986, s. 95). Bu h aliyle dogmatik yanhşbrnacı, m meva.....rr1c:ı:. olmamakla birli kte t::ım bir ô"TIP irisist tir: dcn<.:y sd temelin kesinliğinin teorilere aktnnlabiieceg ini kabul etmektedir. Bu yüzden LakJto5'a göre "dogmatik yanlışlamacılık, dogl1.ılama­ lirliğini cıhgın kabul etmekte fak.ı.t en cJ:ıpnıksız markasıdıL" (s. 96) D 0 cimatik ya nı ış lanı acil.ı!;: , bilimin hiç bir kuramı berJber bazı teorilerin y;:ı.n!l~lığmı taı.il. bh- kesLemkle ortaya koyabilecegini savunmaktadır. Dolayısıyla bilimsel c!üı-ıist!ük deneyle çeiişen tüm kuramlardan vazgeçmeyi gerekt irmek tedir. doğrulayamaınakla l .a kalOs 'a göre dogmatik yanlışlamacılık, iki yanlış varsayıma dayanmaktadıf. Birincisi, teorik veya speki.\Lqtif ön:ermelerie olgusal yahut gö:tJemsd ön erıneleri birbi rinden ayıran d üp,;tl V t: psi.kolojik bir sııımn oldugu varsa yıımdıf. İkinci Var!iayı!11, bir önermenin , o lgusal yahut gôz!emsel (veya temel) olmanın psikolojik ölçütünü yerine getirmesi dunııtıunda onun dogm olduğunun, yani, olgularla 61 ispatlandığırun kabul edilmesidir. Lakatos buna, sel (y::ılıut deneysel) ispat doktrin.i demektedir. Bu iki göııem­ varsayım bir araya gelerek bilimsel olanla olölçütü meydana getirmektedirler: Ancak belirli gözlemlenebilir durumları yasaklayan teoriler "bilimsel"dirler veya bir teori ancak deneysel temele sahib olduğu zaman "biliınsel"dir. mayanı ayıran Lakatos'a göre, psikoloji birinci varsayıının, mantd,;;: ikincisinin, metodolojik yarg1 da bu sınırçizme ölçütünün aleyhine şahitlik etmektedir. Çünkü, "beklentiyle döllenmemiş" hiçbir algı sözkonusu değildir, ve "gözlem kuram yüklüdür"; bu nedenle gözlem önermeleriyle teorik önermeler arasında doğal bir ayının yoktur. Dogmatik yanlışlamacılığın bu birinci varsayımı oba bile mantık ikinci varsaY1Il1ın karşısındadır: hiçbir olgusal önerme bir deneyle ispatlanamal. Çünkü, "önermeler ancak diğer önermeıerden çıkarsanabillr, olgulardan çıkarsanamazlar" CLakatos, 1986, s. 99). Hiç kimse "masay! yumrukbmadan öte" hiç bir cümleyi deneyimden çık2fsayamn. Iak:ıtos'a göre bu, elementer mantıgın en temel noktalanndan biri olmasına rağmen bugün bile hala r::k az insan t3ufından anlaşılmıştır. doğru Eğer olgusal önermeler ispat edilemezlerse, o zaman yandabilkelider. Doiayısıyla teorik ve olgusal önermeler arasındaki uyuşmazlıklar "yanlı~lamal:ır" dan değU tııtarsız­ hizlardan kayn:ıklanmaktadır. Tahayyü! gücümü' teorilerin formüle edilmesinde olgusal öll':rmelerinl:inden daha büyük rol oyıuyabi!ir faka[ sonuçta her ikisi de yanılabilirdirler. Dolayısıyla teorilerin doğnJluğunu ispail-:ııyaı:rıayac.<ığLOJlZ gibi Ydn!ışhk­ km! da ısp:-!tbyamaya (s.100). 62 Kısaca söylemek gerekirse, "yumuşak, ispatlanmamış 'teorilerle' katı ispatlannuş'olgusal temel' arasında bir sınır yoktur: Bilimin bütün önermeleri teorik ve tedavisi imkansız bir şekilde yanıJabilirdirler" (s. 100). Bu konuya ilk Kant clikkat çekmiş, hilimin konu cdincligi önermelerin hiçbir şekilde boş bir zihne duyularla yazılmaclığı gibi böyle önermelere ne indirgenebilir ne de onbrdan çıkarsanabilir olduklarını, bu yüzden olgusal önermeterin belidibir tür teorik önermc" 'r o Jd ukb nnı görmüştü. Lakatos'a göre Poppe;: deneycilere karşı Kant'ın yanında yeralmakla kalmayıp bir adım daha ileri giderek bilimin önermelerinin sadece teorik değil aynı zamanda tahmini (conjeetura!) olduklannı söylemektedir. v ar:;a yım bir yana bilimselolanla olmayan araçizme ölçütü de bilim metolojisiyle u y'1lşma­ maktadır. Deney sonuçlan, her ,ne kadar deneysel kanıtiaf­ b. ispatlanıYOfsa da reddetme güçleri oldukça sınırlı. olacaktır: "En itibarı! teoriler bile herhangi bir gözlemlenebilif durumu yasakla mada başansız olmaktadırlar" (s. 100). Bu iki sında sınıf Sonuç olarak, Wka·oo'a göre bütün bilimsel teOfiler sadece eşit biçimde doğruluğu ispat b namayan Cunprovabie) ve ihtimal dahilinde olmayan (i rnprobable) değil aynı zamancb eşit bir şe kilde yanlışlıkla n da ispatlanamazdırbr (undisrrovable). Bu yüzden sadece teorik önermelerin değil, b ilirnde kullanılan bütün önermelerin yantl a bilirliği kabul e dildiginde, bir bilimsel rasyonalite teorisi olarak dogmatilo( doğnıl.a.ıTh'K ili.ğın tüm biçimleri tamamen çökme!ctedir (s.103). 2. MEIDDOLqflK 1~4NLIşrhifACJUK I.a!mlo5 deva m, eder, ' eğer bütün bilimsei ifadeler yaruTabilir teori lere dayanıyodarsa, o zaman buntarın eleşti­ risi ancaktutarsızlık rıçısınd;m yapılabilir (s. 1.03). Peki bu 63 durumda hangi anbmda bilim deneyseldir? Eger hilimsel teoriler hem <ıog ru l ug u ispatlanarnaz, ihtimal dışı ve yanIış lıg ı da ispatlanamaısa bili m , şüpheeilerin söylediği gihi, boş bir spekülasyondan ibaret bir {iey midir? Bilimsel geliş me diye bir şey yok mudur? ı-Hl.t1 şüphecilige karşı olabilir miyiz? Bilimsel eleştiriciliği ya nılab ilirlikte n koruyabilir miyiz? Yanılabili rci bir bilimsel gelişme teorisine s·ahip olmak mümkün müdür? Eğer bilimsel eleştiri yaru labilir ise, hangi t~nıe l e dayanara k bir teo riyi tasfiye edeb il e ceğiz? l.akatos, her şeyini bilime adamış bilim ada mlanrt! ve daha fazla ürkütmt;>den, bu .sorulara en ilgi çeki- dostlannı ci cevab ı metodolojik mekted ir. yanlışlamacılığın verdigini söyle- Ona göre metodolojik ~Iamacılı1~ uylaşımcılıgın bir markası olduğu için önce u yl:ışıfficılıga biraz değin­ mekre yarar var. M.antıksal pozitivizmin arkaplanını irdelerken uylaşımctlıga deg inmi.şıik. Poincare, M.i liY ud Ve Le Roy gibi uylaşımcilar, bilim adamlarının kararl~ınmn önemi üzeri nde durmaktaydılar. Bilim adamlan bir teori ile ilgili bir karar verdikten sonra ortaya çık:ı ca k "kura! dışı­ hkl an" yan hipotezlerle veya "uylaşı ıncı manevralarla" çözerler. Bu muhafazakar uyla.,,'illnCılık, önce bir deneme yaönemli bir karar aldıktan sonm kendimizi kapaıtı g ı mız hapishaneden ç ıkmaya ınuktedir olamayacagı­ mız dezavantajını taşımaktadır. Bu yaldaşım, uzun süre muzaffer olmuş teorilerin tastlye edilmesi problemini çözememektedir. Bu yaklaşıma göre deneyler genç kuramları redeımek i<;in göreli güce sahiptirler, fakat yerleşmiş, es·· ki teoıileri deg iı. Sonuçta bilim geliştikçe deneysel delillerin gücü azalmaktadır. nılmı yapıp Lakatos'a göre bilim lerifıin 64 adarrılannın belirli bir süre sonra kavramsal çerçevebir hapishane- yıktıamayacak yönelik eleştiriler devdmd uylaşt,mçıJi­ iki rakip okulunu ortaya çıkarmaktadır. Bunbrdan birisi Dulıem'in basitçiliği (simplisizm) diğeri de Popper'in metodolojik yan l ı.şiaına~ ığı.yıdl. ye döni.işecegine ğın Duhem, teorilerin sadece "çürütnıelerin" ağırlığıyla çökmedigiyle ilgili uylaşımcı tezi kabul etmekte fak;:l( sürekli tamirlerin ve hunlar sonuncb teorinin hasitligini kaybelmesinin onu çökertehilecettini ve yerine yenisinin ik:ı­ mı.=sini gcrekcirecegini ileri sürmektedir. f:ıkat burada yanlı~lama) öznei zevke veya bilimsel modaya yahut teorinin gözddiğine terkedilmektedir. Popper'in metodolojik ya!l,lışlamacılığı ise hem uyhem de yanlışlamacıdır. Uylaştmcılardan, anlaş­ mayla kararbştırılan ifade/eıin tümel d egıı tekil olduğun u s:1vu n:ır:ık, dogmatik yanlışla.rnac ıl..qrda n ise böyle hir ifadenin doğruluk değerinin olgularla dı.:: ğ il , bazı durumlarda, anlaşmayla kırarlaştırılabileceğini savunarak brklıiaş­ bşınıcı maktadır. h'i:etodolojL'lç yaııl 1Şlan~cılığa göre, hilim adamları yorumlarken, deneysel teknikleri kullanırken , bu y.u ıl ah iili' teo rilerin ı~ı gında yaparlar. Bu teorilı.::ri helir- o l gu ları i~i li hağlamlarda kullanıyor olmalarına rağmen onla rı sına ­ nan teoıiler olarak degil sorunsal olll~turmayan arkapb...·ı b ilgisi olara k görürkr. en ha~al1lt teori!erimizi duolarak kullanı r ve sınamaya tabi tutuLtGik ıearil e ri dogmatik yanlışla rnaClnın bL! ı.>, öl.leıııs el teori anlanmın ötesinı.:: kadar genişletir. !\'!etodolojik yanlışlarna c ı yuhnınızın uz:ıntı!arı Öte yandan dogmatik yan!ı~lamacı ile meıodol o jik önemli farklaıcdan birisi de neyin dogru okluğu komısundaki ölçütte yatmaktadır. Belirli bir ba ğlamda olıı~:.ın deneysel temelin koriyk lIYU~l1l;t nıası durumunda teorinin yan lışlandığı söyl enebilir; fakat bu y,ın I J~laınacı arasında 65 sözkonusu teorinin yanlışlığının ispatlandıg! anlamında değildir. Bu durumda bile sözkonusu teori dogru olabilir. Yani, doğnı olanı eleyip yanlış olanı kabul etmemiz pekala mümkündür; bu risk göze alınmalıdır. Eğer bir teori yanlışlarunışsa, onun dogm olmasi dudogruyu elemi~ olma riskine ragıncn o tasfiye edilmelidir. Bu metodoiojinin alternatif maliyeti de budur; Vf~ merodolojik yanlı~lamacıya göre bu, bilimin gelişme ihtimali için ödenrrıesi gereken bedeldir. Hımunda Bövle bir durumda bazı teorilerin elenrnöini mümkün kılacak bir yol bulunamaması haHnde bilimsel geliş­ meden değil kmstarı bahsedilebileceği açıktır. Aynen :Oa.!~­ wİn'in evrim kuranımda çevreye en iyi uyum saglay:m canlının hayatta kalabileceğini söylemesi gibi, burada da ancak en iyi uyum sağlayan teorilerin hayatta kalabileceı~i söylenmektedir. Burada bir oyuna düşmekten bizi koruyacak olan şey de t.İ(.·jfieydir CLakatos, 1986 s. 108). I\Js;ıca, m(:todolojik yasılış1arrla<:lhl:ta bir teoriyi reddetmek jle onun yanlışlığuu ispat etmek bir birbirinden ;~­ yınlmaktadır. Bilimsel olanla olmayana ilişkin yenj bir aynştırın ölçüt öne sürülmektedir. Ancak belirli "gözlemlenebilir" dummlan yasaklayan ve bu ylizden "yallLışlan3.bi­ ien" ve reddedilebilen teoriler "bilimsel"dir; veya bir teoii eğer bir "deneysel temel" ra~ıyorsa bilimseldir (yahut k;:ı~ bul edilebilirdir). Bu. dogmatik yanlışbmacılılSınkinden çok daha liberai bir ölçüttür. Ucisi arasındaki f~rk bazı kavf2malann Ufrı3k içinde yzzılarak elde ettikleri değişik anbmda yatmakt:dır. 3. SOF1S71KE YANLIŞIAMAG1fJK Sofistike 66 yan1ışlamacılığa göre, bir teori eğe,- öncekin- den (yahut rakibinden) farklı olarak artan deneysel içerikle destekleniyorsa yani, eger yeni olgulann ke.şfine göıü­ rüyorsa ancak o zaman "bilirnsd" veya "kabuledilebilir" bir teoridir. Dogmatik yanLışlamacılığa göre, bir teori kendisiyle bir gözlem önermes iyle yanlışbmr. Sofistike yanlış­ lamacı!ıga göre ise bir teoıi, T teorisi diyelim, sadece ve sadece a~agıda ki özellikleri taşıyan bir r teorisinin öne sürülmesiyle yanlışlarur: çelişen ı. r, T'den daha fazla deneysel içerigc sahi p olnıa lı­ yani 1"nin ıştgı altında mu htemel olmayan hatta y;ıs:ü,. lana n yeni olgula r öngörmelidir. dır, 2. 1"', T'nin ö nceki tüm başanlamu açıkbınalıdır, yani 1'nin reddedilmeyen tüm içerigi (gözlem hatabnnın sınır­ l;ırı dahilinde) T'nin muhtev;1sında da içerilmelidir. 3. T"m fazla içeriginin bir kısmı deneyselolarak destekienmektedir. (Lakatas, 1986, s. 116) Eger bir teori bu özeilikleri yerine getiren bir pırob ­ k . ra . kayması meydana getiriyorsa o teori ilerı 3,öruı:iicii ­ dür (progressive) ve bu nedenle biiimseldir. Ege, p . b l.em kayması bu özellikleri yerine getimıi yorsa o zaıt)~n v teori YOzIaştınCıdır (degenerating) ve bu yüzden sahtebiHm. olarak görülmeli ve reddedilmelidir. (Lakatos, 1986, s.118) Hedeme, problem kaymasının ilerictici veya yozlaştırı­ olma derecesine, hangi teoriler dizisinin bizi yeni o lgular keşfetmeye götünne derecesine bagltdır. cı Böylece sofisıik e yanlışlamaoltk, sorunu, hir teo rinin değerlendirilmesinden bir dizi twdnjn dE'lierk:ııJirilm c:-.i­ ne kaydırrnaktadıf. D iğerlerinderı yai~ tıhnış L.:ir teorinin hilimselliginden veya bilimsel olam"m ;:ısınd;:;n b:;.hsedilemez. Ya lnız başına hiçbir deney, deneysel rapor, gözlem i- 67 fadesi veya çok iyi desteklenmiş alt-seviyeli yanlışlayıcı bir hipotez yanlışlamaya neden olmaz. Çünkü daha iyi bir teori olmadan yanlışlama olmaz. Deneylerimiz mevcut teoriyle çelişse de yeni bir teori ortaya çıkana kadar eldeki teoriyi savunmaya devam ederiz. Çünkü, yanlışlama teori ile deneysel temel ar.lsındaki bir ilişki degil fakat teoriler ile özgün deneysel temeller ve yanşmanın ortaya çıkardığı deneysel büyüme arasında çoklu bir ilişkidir. göre soııstike metodolojik yanlışiamacılık, deneycilikten deneyimin belirleyiciliğini, Kanftan bilgiye erkenci yaklaşımı, uyIaşımcılıktan da metodolojide kararlann rolünün önemini almak suretiyle degişik geknekleri harmanlamaktadır. Sonuçta, 4. tatGıtos'a ARAŞTIRMA Başta PROGRAMLARI da degindigimiz gibi, ı..akatos'un araştırma programları, 50fıstike yanlışlamacılığın Kulın'un paradigsöylenebilir. Bilinefiği gibi, Kuhn'da, paradigmal geçişin, yani bilimsel de\·rimlerin hir rasyanalitesi yoktu. Bu nedenle farklı paradigma!:ı.r birbiriyle eşölçillemezlik ilişkisi içindeydiler. Bu da bilinlin diğer bilişsel etkinliklerden farkının ne olduğu sorusuna çok anlamlı bir cevap verilmesini engelliyordu. Lakatos bu sorunu çözmeyi denemiştir. m~Janna uyarlanışı olduğu Bunu yaparken :Lakatos, dört yeni kavram ileri sürer: çekirdek, koruyucu ku~ak, pozitif keşif ve negatif keşif. Bütün bilim' d ara~tırma programları birer katı çekird.ek ve onu <;e\ ,deyen kor1lVucu k--uşağa salliptider. Katı <;ekirclek programın ayırıcı yastidır ve progranun geliştiri­ leceği temel hipotezlerden oluşur. Mesela, Kopemik astronomi<;inin btı çekirdeği, dünya ve diğer gezegenlerin Katı güne~in etrafında döndüğü, dünyanın güneş etrafındaki 68 dönüşünü günde bir yılda kendi etrafındaki dönü~ünü de bir tamambdıgı varsayımlarıdır. Katı çekirdeği değişikliğe uğratacak araştırma programı durumda bilim ad~lıTıbrı, içinde kalarak bunu b3şıraınazlaı. Bu demektir. araştırma p rogra mı değişmiş Bütün etkinlik bu çekirdege d aya lı o la rak yapıbGl.ğl için onun yanlışl3nm amasına çalısı l ır. Fakat dogmatik uylaşım~ılıkta olduğun un tersine burada bu katı çeki rdeğin çökmesi nin mümkün olduğu ve bunun daha iyi ve b;ı~;ırılı başka bir programın va rlığına lxığlı oldugu savunulur (s. 134). Lakatos bunu bdirtirken özellikle programın çöküşü nün Duhem'de ol du ğu gibi esietik değil nL.'1!ltiksa1 ve deneysel nede nlere dayandığı üzerinde durur (s. 134). Gözlem vep deneyle ortaya çıkan durumla program bir uyumsuzluk ortaya çıkınca bunun öncelikle katı çekirdekte n degil ba ~b nedenlerden kaynaklandığı düşünülür ve ad hoc hipotczlerle çeli~k i giderilmeye çalı­ şılır. Yardımcı hipotez ve ad hoc hipotezlerin geliştirildiği arasın d a alan kOTi.IYUCU kuşaktır. Ar:.ı~ tımıa progrdmının negatif kcşifı bu katı çek irdeği sorgulamaya yönelmemizi yasaklar. Bunu yapmak yerine bütün yardımcı hipotezlerimizle koruyucu kuşağa yönelmenlİzi ve o nu manipuk etmemizi dikte eden programın bir de: pozitif keşili vardır. Negatif keşfin tersine araştırma programının bu yönü bilim achı mianna ne yapmamalarını değil ne yapmaları gerektiğini söyler. Yani, koru yucu kuşakt:ı meydana gelehilecek çürütülebilir değişkenlerin nasıl ma n ipııle edilebileceğine, çürütülmemek için nasıl daha karmaşık hale get i rileceğine yönelik program kahramanbn · tarafından ileri süıi.ilen doğrud a n yahut dolaylı önerileri içerir. Çünkü, hiç bir araştırma programı kural dışıIıklardan ve karşıt örneklerden kurtulmayı başaramaz. Onlara karşı konınınayı becere meyen program da uzun ömürlü olamaz. 69 Programın pozitif keşifi bilim adamlarını kural dışı­ (anomaHes) denizinde bogulmaktan korur. Koruyucu kuşakta meydana gelen değişikliklerin ileri götürücü bir problem kaymasına neden olması durumunda araştır­ ma programı başanh, tersine yozlaştırıcı bir problem kaymasına götürmesi durumunda da program başansızdır. (Lakatos, 1986, s. 133). lıklar Bilimsel gelişmeyi saglamak için bilim adamları, katı çekirdege dokunmamak kaydıyla, yeni sınama imkanları ortaya çıkaracak, yeni olguların keşfini mümkün kılacak her türlü yöntemle komyucu kuşag! geliştirebilider. Dolayısıyla ıa..lrutos metodolojisinde iki şey programı dejenere eder, yahut çökertir. Birincisi, yeni test imkanı yaratmayan ad hac hipotezler. İkincisi, katı çekirdeği sorgulamaya yönelen etkinlikler. Birinci dummda, karşıt örnekler yahut kmaldışılıkla­ için programın komyucu kuşağına eklenen yahut eskisiyle değiştirilen yardımcı hipotezler, yeni test imkanlan yaratmadıkları, dolayısıyla programa olumlu bir katkıda bulunmadıklan gibi programın gelişmesini de engelleyerek onu dejenere edecekleri için hemen terkedilmelen gerekir. Bir hipotezin terkedilip edilmemesi gerektigine deneysel sınamalar sonunda karar verilir. Neyin kalıcı neyin ise gidici olduguna bilim adamları bu deneylerin eş­ liğinde karar verirler. mı açıklanabilmesi 1kinci durumun gerçekleşebiimesi için sözkonusu programa rakip, onun açıkladıgı olgulann yanısıra, açıkla­ yamadıklannı da açıklayabilen, hatta eski programda hiç gündeme gelmeyen yeni olgulann keşfine de İıTLkan sağla­ yan yeni bir programın ortaya çıkması zorunludur. Başka türlüsü, bilim adamı için bastlgı dalı kesmeye kalkmak olacaktır. 70 Burada sorulabilecek önemli bir soru, farklı araştırma ve birbirleriyle olan iii ş-· kilerinde kıyaslarup kıyaslJn a mayacaklandıL programlarının nasılortaya çıktıgı Bu konuda Lakatos, Kuhn'un nalv yaruışL'lffiocı1ığı. reddetmekle haklı old uğu nu teslim eder, fakat b u nu yaparken sofıstike metodolojik yanlış1amacılıguı da içi nlı...: yeraldığı her türlü yanlışlamacılığı reddetme yamışma düş­ tüğünü belirtir. Hume'a göre bilimin gelişmesi tiimevarunsal ve k · rasyoneldi. Calnap bunun tümev-••nmsal ve n~syond old ugunu savundu. Popper ise bu gelişmenin tü meV3nms:ü o lmayan fakat f"a:)-yoncl bir süreç izlediğini söylemekıeyd i. Kııhn için ise bilimsel bilginin izlediği seyir n e rumevaronsa! ne de i'mJ--yone1di Çünkü, ona göre paradigmaların deg işmesine neden olan krizler ve biriken ku raldı ş ıIık lar arasında. rasyonel bir ilişki sözkonusu degildi. Pa radigmalar eşölçü1emczdi, çünkü, her paradigma kendi standartlarına sahipti ve par.:ı digmalar üstü rasyonel standartlardan bahsetmek anbımııdı . Bilimsel d~Tlıul.er tü m s t:ındartl a­ nn değişmesiyle sonuçlanan köklü değişildi kteıi içermekteydi. l akatos, Kuh.1.'un bu ko nuda yanıldıiı mı idd ia ederek benzer yanılgıların daha önceleri de yaşa ndıg m;;. d ikkat çeker. Yegane bilimsel rasyonalitenin doğrı..:Jruı.ibilirlik olduğunu kabul ed e nl~ rin, doğrul ana bilirligin çökmesi nden sonra umutsuzl ug::ı kapılıp, bilimsel rasyonalitenın umutsuz bir çaba olduguna inarak ti.im gayretlelin bilimsel etkinliklerin organize edildi ğ i zihne yönlendirild igini belirtir. Bunun ardınd a n yegane r:ls)/onalitenin 1l~!v 1'~ ılışL'UIı:ı<.;~­ lık oldugunu dü~ünenler için benze r bir clummun ya şan­ dıgı, K uha'un farkının birey bilim adamlannın cleğil bilirn adamları toplulugunuıı zihninde meydana gelen deg işimi konu edinmesi olclugunu iddia eder. 71 L:lli.atos'a göre }(ıı.'1!l ' un hatas ı , Popper'm ibi sürdü· gü ve kendisinin <.le geli;:;ı ir<.liği sofis ıi ke yanlışlamacılıgı gözden kaçifl113sıdır, Lakatos, Popper'la iigili kanşıklıkları da önlemek için piyasada üç Popper olduğundan bahseder. Pop per-O, Popper-l ve Popper-2. Popper-O, Lakatos'a göre, bir kelime dahi yayınlama­ yan, Ayet' tara fından i(at edilen ve "eleştirilen" bir dogın:ı­ ı ik yanlı şlama cıdır. La.katos, sonunda kendi çalışm:ılarınIn bu honiagı öldı:ire ce,Çiini umduğu nu söyler (5.181). Popper-!, bir nalv.:, Poppeı'-2 de bir oo:fGtike yanGerçek Poppet' ise 1920'lerde dogmatikten naive metodolojik yanlışlaına cılı ğ! geliştiren, 1950'lerde sofi stike y:ınlı~ l :ını:1cllıg ın kabul kurallanna ulaşan kişidir. Fakat yanlışlama kuraHannelan hiçbir zaman vazgeçmelışbmacıdıf. miştir. L'lkatos, ileriye götürücü yahut yoz.laştırcı problem temei itibariyle bu gerçek Popper'a dayandırıldığını özellikle vurgular. kaymaları arasındaki ayırıcı sınmn Son uç o la rak. 3.f;l;;llrma rrogramlannm da d Oğru ve kesin o!ar.:ık hciiriemek mümkfın değildir. Fakat yarışan programlar arasmda bazılan ileriye götü.rücü veya geliştirki adımlar atarken diğerleri yoilaştıncı adım mıyorsa tercih birindden y:ma olur. Fakat, bil' programın üretıigi ek varsayım l an n bugün yozla~tırıcı olması ilaniha ye yozlaş tırıu ol:ıcagı anlamına gdınc z. Programın konı.­ yucu kuşağında yapıbcık hir dc g ijikliğin kazandıracağı yeni ke~it1er onu diğerlerinden daha başarılı kıbbi l ir. Ancak, bilimsel gelişm en i n !ıir hedcdi olarak hiz ad hoc hipotezler üretmeye başlayan araştırrna programını terketmeli,. ona rakip ve ileri götiiriicü hipotezler üretmeye devam eden programa destek vcrrne Hyiz. Çünkü, bilimsel araştınna p rogr:ımbrının l1ishi J e ğı::ri, anc:ık geliştirici veya yanlı .'lığını 72 YOflaştıncı 011113 uerecekrlne güre kar~ll;:ışlJrıbbilir. Laka- tos'a göre, bilimin gelişmesiyle ilgili bilim t::ırihinden hare- ketle çıbrılabilecek yegane rasyonalite de budur. 73 VI. ALTHUSSER: TEORIK PRATİGIN TEORİSİ Althusser saf bilim felsefesi tartişmalarında çok önemli bir yeri olan düşünürlerden dcgil. Belki ona bir bilim felsefedsi demek de yanlış, fakat hem sol gelenek içinde açtı!!,ı yeni tartışma konuları bakımından, hem de eserlerinin kaynaklık ettiği yeni düşünce ekollerinin çoklugu açısın­ dan ilginç bir konu mu var. Geleneksel epistemoloji tartışmalarının açmazlarına marksist bir çıkış noktası araması ve literatüre kazandırdığı önemli kavramlar açısından da üzerinde durmaya değe r. Althusser, M ark s' ın ~fıl ozofl a r ş i mdiye kadar dünyayı yorumlamakla yetindner, önemli olan onu degiştirmektir" şeklindeki meşhur tezinin 1845 yılında söylendiğine dikkat çekerek ar:ıd:m bunca yıl ge mes ine rag men niçin henüz dünyayı degiştirecek bir marksist felsefenin o!uşturu­ lamadığı sorusuyla baş la r. Ona göre, felsefe hakikati arama nın veya bulmaya çalışmanın bir yolu değil, sınıf mücadelesinde bir tarafa destek verip o tarafın teorik alanda kavgasını .sürdürmenin a r:ıç l ann dan biıidir. Değişik tari hsel dönemlerde yaşayan düşünürler sınıf mücadelesi içi ndeki konumlan ve tercihlerine uygun olarak birbiriyle u z.i3şması mümkün olmayan idealist veya materyaiist iki egi!imden birine destek verirler. Zanıarı içindeki, formülasyonlan değişse de tüm felsefeler öz itibariyle ya materya- 75 list yahut ideallsttirler. Idealist yahut materyalist da lir. onların toplumsal sınıflarla olan ilişkileriyle olmaları belirlenebi- Althusser'e göre felsefenin yöntemi ve konusu biliminkinden oldukça farklıdır. Felsefe tez ileri sürer. Bu tezlerin doğrulı.ığu ve yanlışlğ! sözkonusu değildir. Felsefi önerrneler için ancak uygun veya 'uygun de/ıil nitelemesi y~ıp d :.1b ilir. Do ğ ru veya ya nlış olma k bilimsel önermelerin özelliğidir, Felsefi öne rme krin amacı do ~ru ile düzmece fikiden ayırmak olduğu için, bilimin old ugu anlamda fdsefenin bir ne:mesi yoktur (Althusser, 1984, s. 10). 1. TEMEL KA ITR,.-tJ JL "1 '{ a) Pratikler Althusser, Marks ' ın altyap ı- ü styapı ili şkisi nin sanıldığı gibi e ko n omik d eterminizmi getirmedi ğini savunur. Ona göre tOplumsaloluşum birbirinden görece bağll1ı sız düzeylerden ve bu düzeylere tekabul eden pratiklerden meydana gelir. Son tahlilde ekonomi diğe r düzeyleri etkilese de, bu hirebir bir helirleme anlamında değildir. Ekonomik düzey siyasal, ideolojik ve teorik pratiklerin etkinli- . ğini belirleme anlamında son kertede belirleyicidir; fakat bu bir ekonom izm değil dir. Bu dört temel pratiği kısaca gözden geçirelim. Pratik, beli rl i bir insa n e meği ve üretim araçlarının sonucunda, belirli bir ham madden in, belirli bir ürüne dönü~türülmesi süredelil'. Bu çerçevede Althusser, doğanın insan emeği ile dönü;ıtürülmesine ekonomik p",tik; mevcut toplumsal ili~kilerinde\'rim yoluyla dönüş­ tüıiilmesine siyasal pratik; kişilerin bilinçlerinin dönüştü­ rülmesine id<''Dlojikpratik; ve kuramsal araçlarla yöntemleri bir araya getirerek hilgi üretmeye de teorik pr-atik demektedir. (Althu sser, 1970, s. 316) kullanılması 76 Alrhusser'e gör~ hu fa rklı düzcykr :ır:ı sındaki ili~kile­ rin karma~ıkıığ[, zaman zaman onların bağımsız alanlarını görmemizi engellemekıe, bizi indirgemeci ve determinist yoru mlara sevkedebilmekıedir. h) Soml/sa! (Problematik) Sorunsal, bir kavranun anlamını içinde b z:ındığı kavram kümcsi JCll1ektir. Kavramlar ancak kendi sorunsa!!arı çerçevesinde doğru :ınla~ılabilir!er. F:" 'dı sorunsallar;ı ait kavramlar benzer şeyleri ifaJe ediyor gözükseler de bu anlamsal özde,şliği gösterıneı. ':.,.ünkü, ka\TJ.mL:ırın içinde anlam kazandıkları referans kavramlarının farklıb.':iması, söz konus\.! kavramlann anlam içeriklerinde de değişiklik o!ın;ısmı gerektirecektir. Bu bağbmda sonıtar da değişik soru nsallarda aynı değeri ta<jımayacaklardır. Bir sorunsal içinde :ınlamlı bir soru ba~ka bir sorunsal içinde anlamın! yitirebilecektir. Sorunsallar, teorilerin içine gömülüdürler hem onbn derinden eıkilerler, hem de onbrdan etkilenerek dönü~ü­ me uğrarıar. Althusser"e göre farkLı sorunsaiLm içine ;:ılan bir bilgi birikiminden bahsetmek çok fazla anlamlı değildir Bir sonınsaım çerçevesi içinde birikimsel bi lg iden söz edikhilir. Fak3t deği~ik sorunsallar arasında birikimse! hir bilgi birikimi ,~6zkonıı,"'u değildir. Buradaki anlamıyla sorunsal kavramı, en azından bazı yönleriyle T.S. Kuhn\ın pa...rad i gnıa b\'l'anıına çok benzem ektedir. Bilindiği gihi K UM paradigma kavramını, doğal bilimlerin gdhiminde görükn dön(.i.~ümlerin niteligini çözümlemek amanyhı bılLının:ıyı önerm iş olmasına rağmen terinıin anlamını, belli hir varlık, bilgi ve yöntem :ın ı :ıyı.~ının 'evrelediği deger, amaç, ilke ve bilgi ü ret imini mümkün kııacak her tl'dli teknik-p ratik ve teorik araçlan j,,~erecek kadar esnek ve geniş tutmu~tu. Bu nedenle SOf1.l11sm ve paradigma kavramları 77 farklı baglamiarda üretilmiş olmalarına rağmen çogu zaman biri d igerinin yerine ikame edilerek kullarulmaktadır­ lar. c) Epistemolojik Kopma Kavram BachcI.-ırd'da, ku ramsal üre[İm sürecinde bilim öncesi kavramlar sistemi ve ideolojik açıklama biçiminde n bilim.sel açıklama biçimim! geçerken meydana gelen köklü kopuşu ifade etmekteydi. Althusser kavrarrıı i· çerigini çok fazla dönüşüme ugmtmadan alıp, yeni bir formu!3syonla Marİi:..<;'ın çalışmalarının ondan önceki Alınan felsefesi, İngiliz İktisadı ve Framıa Sosyalizminden farkım betlrnlerken kullarunaktadıL d) Semptomik O/mma Temel kavromian arasında yeralan sl.':ffiptomik okuma ve ii:slbPJiıkrıimi Althusser, Freud'dan alıp dönüştür­ müştü r. Sc:mptomik ok"1.UD.a, bir metinin, sözkonusu metinde açıkca ifade edilmeyen ama metnin problematigi içinde saklı anlamın ortaya çıkarılarak okunmasıdır. Tıpkı bir hastanın konuşması sırasmda doğrudan söyleyemedigi ama ifadelerine yansıttlğı bilinçaltlnın çözümlenmesi gibi. Bir başka ifadeyle, semptomik okuına bir metin içerisinde dağınık olarak cevaplanan ama sorusu sorulmamiş SOmlann ortaya çıkarılıp cevapiarla bütünleştiıilerele yeniden ifa de edilmesidir. Althusser bu yöntemi Freud'dan aldığını 3 çıkça belirtir (Althusser, 1970, s. 16). e) Osthelirleninı Öte yandan üstbellikolm , Freud 'J a rüyalann çö:ı: Limlemnesinde k ull:ıru la n 78 15ooy2l1 for:ır..a~"Y0nu bir kavramdı. Althusse r ise kavprntik1erin birbiriyle olan iiişkilerini ifade etmek için kullarunaktadır. Buna göre belirli bi r tarihsel dönemde bir SQşya! formasyonu oluştu­ mn degişik düzey ve pratikler hem parçası oldukları bütünden etkilenı ne kte hem de onu etkilemektedirler (}Jtramı oluşturan husser, 1970, s. 315). Bu kiasik altya pı-üstyapı anlayışın­ dan daha farklı bir kavrdmsa! çerçeve getirmektedir. Son t3hlilde ekonomik pratik belirleyici ise de bu birebir bir belidemecilik degildir. j) Yapısal Nedensellik Buradan Althusser'in yapısal ne d ensellik d ed iği diger tir anahtar kavramı karşımıza çıkıyor. Ona göre, ]'.furks'tan önce felsefede iki ayrı nedensellik kavrari1l bulunmaktaydı. Bunlardan birisi, bir ögenin digerleri fızerin­ deki etkileriniaçıkl aya n ama bütünün parçal:ırı üzeriDlieki etkilerini betimleyemey;en doğrusal nedensellllı::, digeri de parçanın bütün tarafından belirlendigini açıklarken parçayı bütünün özüne indirgeyen açıldaytCl nedenselliItti. Yapısal n edensellik kavr.ırrlı ise, bu iki tür nedensellikten farklı olarak neden-sonuç ilişkisini, hem bütünü, onu oluşturitn ögelerin etkilerinin dışında tutmadan hem de onu t:..mamen herhangi bir ögesine indirgemeden karşılıklı etkii.e sim çerçevesinde :ıçıkl am:ıkta dır CAh.h us.se r, 1970, s. 130-90). Bu durumda nedenlerle wnuçlar iç içe geçmekte ve her neden bir sonuç, her sonuç bir neden olmakt,ıdır. 2. BILGi SOREC! A.1thusser'e göre geleneksel. epi.<;temolo;Ucdn bilgi SGmnuna y;:ık!aşım ı ~fi.nda temelde bir lı ata söıkoml.'i uuur. Bilgi, bilen ö zne ile bilinen nesne arasıncL'! bir ilişkl ola rak tasavvur edilir. Bu yaklaşıma göre bilgiye konu obn nesne ciekti.f gerçekiigin kendisidir. Yani bilgi, gerçek nesnelere (elwbul eden ka H.ı mlann bir araya g~ ıirilm es iyı e oluşturu­ lur. Jı.Jthu.sser, biii'inin nesnesiyle gerçek nesneyi ayırarak Ona göre "gerçekli ğ in düzeni ile düşüncenin düzeni degi~ebilir Ve bu ikisi arasında bir tekabuliyer sözko· nusu de.~i1dir" (Counihan, 1976, s. 16). Gerçeklik ona karişe b:ış lar. 79 şılık gelmesi için ür<;;ıi!t:n kavram klimesin<.len her zaman clalu zengin ve çok yönlüdür. Althusser, i n:-ın ın zihninden b:ığıı ıı.'iIZ , onun hilr,isin<.len önce de sonra da varolan bir nesn ekr dünyasının varlığını bbul etım:kle matcf) -ali'ittir. Ama hilgi üretimini maddi üretim sürecinden b ağ ımsız, kendine özgü geJi~lııe dinamikleri ve görece özerkliği olan ve zihinde b:ı ş !ayıp zihinde biten bir süreç olarak ü\Dımbrken de materyalizmin sınırlarını zorlamaktadır. Ona göre, kuramsal uygula manın hammaddesi gerçek nesneler değil, gerçekliğe yakıştırılan özeııiklerin soyu[lamaland ırlJr. nu soyuıbınabr belirli dönemlerde karşılaşılan ve çözüm potansiyeli taşıyan sorunlar karşısında belirirler. Bu yönüyle SOnlul(:ln iıan:keıl e üretiise de ayn bir üretim alanının nesnesi haline gdirler. Sonuçta, bilgi nesnesi somut nesneden tamamen fJrklt bir niteliğc büru · nür. Bu nedenle hilginin nesnesi gerçek nesne degildir, fakat bilginin nesnesi yoluyla hakkında bilgi edinilen .şey gerçek nesnediL Alth us::;er Am iens S3"un m:ısınua , <::ğer hilgi süreci gerçek nesneyi değil, ama yalmzca sezgisini, önce kavr<ımlara daha soma da d ü~üncenin soımıllına d ö ni"ı ::; tlırü ­ ym"a ve eger her süreç, ı\lark.'i'IIl tekrarladığı gihi ger~:ek nesnede değiİ, düşüncede gerçd:leşiyor,~a. o uın a n. "<1üşünc(;oin gCfç'ek nesne dolaylsıyLı ve onu tanımak i.;'İn ge r<:ek. nesneden başka bir "madde" üzerine çalıştığını, dii:;üncenİn somurunu üretmek için dönüşüm sürecinde gerçe k nesnenin yerin i lut:ın geçici hi(;imler üz\:'rinde çalı:~tığınJ kahul etn (:k gerektiğini söylemektedir. AILliLlS!icr'in hu h;ı.~larnda Spinoza\bn e~inlenerl'k verd iği örnek de ilginçtir: Daire fikri daire dcğildi.ı~, köpek k,1.Vran11 lı.avhunaz. Bilgi nesnesinin dönü,~ürnc uIi,r:ı ın :ısı sonuncb gerçek neSi1t.:ye ili~kin bilgi dt:rinle ~ir. f akat gerçe k dünya ile o na 80 ilişkin sahip oldugumuz bilginin ne derece örtü~tüğünü bilmemiz mümkün degildir. Çünk ü bilgimizin dogrultığu­ nu gösteren şeyonun açıkla yabilme niteliği degildir. Tam tersine bilgirün doğru olmasının sonucunda açıklayabilme özelliği gelir. Burada bilgi nesnesi ile "gerçek" nesne araslildaki ine olduğu gündeme gelmektedir. Geleneksel cpistcınolojilerin temel uğraşı alanlanndan biri de bu )'llilSULU teorisidir. Yani dış dünya insan Zihnine mi yansı­ ımıktadır yoksa insan zihni dış dünyadan bağımsız bir şe­ kilde işleyen kendine ö zgü mekanizmaLıra mı sahiptir. Eğer, materyalist deneycilerin söyledif;i gibi, hilgi nesnel dünyanın insan zihnine doğrudan yansıması biçiminde ortaya çıkmıyorsa çok önemli bir epistt:rnolojik sorun gündeme gelmektedir. Zira eğer, dış dünya insan zihnine yansıyorsa ve bu· yansıma insanlann içinde yeraldıkhın toplum, kültür veya yapının sınırları çerçevesinde gerçeklikle olan ilişkilerinin farklılığının dogal ve zorunlu bir sonucu olarak degi.';;ik düşünme biçimlerini ve o dü~ünme biçimlerinin kendine özgü kavramlarını üretmeyi gerektiriyors:.L bilginin dOğrulugu vey:ı geçerliliginin hiç hir nesnel ölçütü yok demekrif. İnsanbr ister kendileri tercih eısin, isterse kendilerini o konumda bulsunlar, içinde yeraldıkları nesnd durumun ve kendi dışlarında varolan ve va rlıgm! an~ C'Jk kendi suhjektiviteleri dolayımından geçirerek hilehileçekh;ri nesnel gerçeklik hakkında değişik bilgi ediniyorlarsa, bu bilgilerin hiç birisi digerine göre daha gerçek, daha dogru vt:ya daha saglam değildir. lişkinin Dış d ünya ile kavramlar dünyası ili şk isi diye h ilinen bu soruna da Althusser'in yaklaşımı farklıdır. Althusser, ne:ine ik özne arasındaki ilişkiyi araştıran epistemolojilerin ideolojik oldu Au nu ve gerçekte böyle hir sonın olm3dığından dolayı bu epistemolojilerin yanI15 sorular reşin·~ 81 de koştukları için getirdikleri açıklamalara bile bakmadan temelden reddedilmelen gerektigini söylemekle yetinif. Bu cevap veya yaklaşım, soruna tatmin edici bir cevap aramak yerine onu yok sayarak ondan kurtulmayı amaçlıyor izknimi vermektedir. Althusser'in buradaki tavrı Wittgenstein'ınkiyle Daha önce de kısaca öı.etIediğiıniz gibi \)T!itgcnstein'in di! ile dünyanın ilişkisiyle ilgili, yani dilimizin dış dünyanın bir resmi mi olduğu, yoksa dış dünyanın dilimizle mi kurulduğu ile ilgili soruna, iki olumlu cevabı varaynıdır. dır. mrinci Wi"genstein'a göre dil dünyanın bir resmidir; dilin yapısı ik dünyanın yapı sı özdeşıir. Eger dünyayı tanı­ mak istiyorsak, onun kavramsa l ifadesi olan dille karşılıklı ilişkisini anlamak zon..ındayız. ıkind 'Wittgenscehı ise tam tersi olarak dilimizin dünyanın zihnimizdeki yansıması 01mad ıg ını, tersine nesneler dünyasının her topluluflun kendine ö zgü dilinin dolayımmd an gecerek bili:1chilir h<ıl e geldigini söyiem •..:ktc )ir. Ama bura d:ı sık sık so,u lan , acaba kavmmlar ile gerçeklik arasındaki ilişkinin niteliği nedir, sorusunun cevabının verHemeyeceginl söyler \YIittgenstein. Çünkü böyle bir cevap dil alanın dı~ına çıkm ayı gerektirir, o da imbınsızdır. Althusser de kavr:ımlar ile o bvr;ımların nildedigi gerçeklik a~sındaki ilişkinin bilint:mey(~ceginc!en öte bir şey söylememektedir. VII. FEYERABEND: ANARŞiST BİLG1 KURArvn YAHUr KURA1-1SAL ÇOCULCULUK Paul Feyerabend modern bilimle ilgili yöntem t;ırtışınala­ ıma katılırken bilinun diger bilgilen Ole türleri ile ilişkilerini ve toplum-bilim konusundaki yargılarm sorgulanması gerektiğini de gündeme getirir. ~ Mantıksal pozitivizmden itibaren biEmin felsefe tartış­ malaondaki t::ır(ı~ııı a sız üstün konumunu sorgub.rken tartışrnabnn eksenini kaydı or Feyerabend. Neyin bHimsel oLduğu yahut bilim olanla olmayanın birbirinden ayırd t:d itmesini mümkün kilacak öl çütlı~rin nder olduğu o kadar önemli degildir artik. Çünkü, hi!" bilginin bilimsel Oırn~N , ona ins~nl:ı. nn 1t::::ıtini zonmlu kı !:ıcnk bir nitelik ka za ndır­ mn. i'~ihayet bilimsel bilgi oe ~;ı ir, san:ıt , etkb iyat, sihirbaz]ık, din vs. ile ilgili biıgiler gibi bir bilgidir. Onu kendiliği nden üstün kıbcak bir ölçütümüz yoktur. Kitap veya makalelerine ko-yduğ1.l Topll11l/11 Bi/(me .K.rı:} ! Nasıl K(),'/I/I l(//~)"I z-, ÖZll, r"i,r Bir Toplumda Ritim, )'Öllfenıi:'· Hayır hend'in başlıkla rd:m da :.miaşılaca,t;ı iiLere Feyecı­ ilgi!;i bi1iınin ı:op i u rnsal i~levi noktas ı nda o . . gibi tenıel {.Lll-\la~ı na kıadIL F<'1'c uıbcnc 'e göre, bilim ad a mlarının yür ütt ligü çı­ !ışınaların sonuçbnnın halkın yat;amı üzerinde bir etkisi oldugu dummlarda, balkm bu kararlara katılması demok- 83 wtik haklar arasında sayılm::ı.lıdıf. Sonuçlanna katlanacak obnbr sadece bilim adamlan olmadığına göre sıradan insanl:.ırın da bilimsel kararların toplumsal politika haline getirilmesinde söz sahibi olmaları, herkmgi hir siyasal kararın uygulanmasında insanların söz sahibi olmasından nitelik obrak farklı değildir. Zira çağdaş dünyada, insanların lehine oldugu kadar aleyhine de, sonuçlanan hir dizi bilimsel gelişme sözkonusudur. Çevreden insan sağlığına kadar bir dizi alanda ortaya çıkan olumsuz sonuçlar önemli kitle ho~nutsuzluklarına neden olmaktadır. Bu a13.nda yapıian protesto eylemlerinin zaman geçtikçe marjinal hareket olmaktan çıkmaları toplumların gelecekte bilime karşı daha da duyarlı olacağını göstermektedir. Öte yand:m Feyerabend, bugün Batı hiliminin yeryüzündeki tartışılmaz egemenliğinin onun sahip olduğu sağ­ Lım ilke ve mantık-ran yahut yöntemden değil hizmet ettiği uygarlığın egemenliğinden kaynaklandığına işaret ederek hilime içkin bir rasyonelliğin sözkonusu 0lamayacağı11l iddia eder. Bu kitap boyunca görüldüğü üzere bu iddia çok özgün hir nitelik taşımamaktadır. ÖZR,ür Bir Toplumda Bilim'in Türkçe lxıskısına yazdı­ bu konuda ~öyıe demektedir: '"Bilim adamJ::ın ğı öıı';özde bilinmeyen bir malzemeden binalar diken ve ancak yapı­ larını hitirdiklen sonra haklarında bir hükme varahilen miımrlar gibidir: Ayağa kalkabilirler, düşebilirler, bir ara konumda öylece kalabilider kimse bilemez" CFeyerabend, 1991, s, 12). Hic,:bir teorinin herhangi bir hata içermeksizin kendisini destekleyen bir kanıta sahip olma garantisi yoktur. Eğer teorisiz yaşamak istemiyorsak, ki bu mümkün değil, O zaman her teoriyi kuşatan sapmaların ayıklanmasına imkan verecek araçlara sahip olmamız gerekir. Bunu da alternatifler saglar. 84 Alternatifler sadece ortak zeminden hareketle farklı yorumlar üretmekle sınırlı değildir. Çünkü, daha önceki bölümlerde de üzerinde durulduğu üzere, teoriler olgular üzerinde bir noktaya kadar anlaşmaya varabilider. Çünkü insan bilgisi olgu ve olaylan düzenler. Farklı bilgi türleri olayların farklı düzenlenmesi demektir. Değişik düşünen insanların dünyayı kendi teorik yapılannın elverdiği ölı;ü­ ler içerisinde ve sahip olduklan dilin imkanları çerçevesinde algıl:ıyacaklarından dolayi olgu, nesne ve olaylar arasında yansıma teorisinin iddia ettiği gibi tüm insanların ort3.k olarak aynı şekilde algılayacakları kendiliğinden bir düzenin olmadığı, yani farklı teoıilerin kritize edilebileceği bağımsız ve ortak bir deneysel temel ve gözlem dilinin olmadığından dolayı, hangi tür bilginin başarılı olacağının . önceden bir garantisi yoktur. Bunun için birbirine altern3.tif tüm bilgilerin birbirleriyle yanşmasına imbn tanınmalı­ dır. Buna Feyerabend çoğalma (proliferation) ilkesi demektedir. Çoğalma ilkesi ı;adece alternatiflerin icad edilmesini önermekle kalmayıp aynı zamanda çürütülen teorilerin tasfiye edilmesini de önleyici bir işlev görmektedir. Çünkü, çürütülen teori gündemde kaldığı sürece rakip teorinin içeriğine katkıd3. bulunacaktır (Feyembend, 1981, ss. 104-108). Bu tam bir kuramsal veya yöntembilimsel çoğuIcu­ luktur. Ne teorilerin birbirlerinin yerini almabrı ile ilgili ilkelere; ne de bir teorinin doğruluğunu garantileyen ölçütlere s3.hip almadığımız için her türlü bilgiye yanşma şansı vermen1İz ve bunun art3.mını hazırlam3.I11ız en güvenli yol olacaktır. Yanlı~ görü~, açıklam3. yahut teorilerin egemenliğini önlemek amacıyla bilimsel bilgi adı verilen ve aslında tarih boyunca değişmeyen bir rasyonelliği olmayan bilgi türünü egemen kılmak, bir siya~al ideolojiyi değişik gerekçeler göstererek, alternatiflerine hayat hakkı tanımaksızın, egemen kılmaktan farklı değildir. 85 Teori yahut iddia br ancak onları onaylayan bir tavırla desteklenmesi durumunda etkili olacaklan için, insanların onayının yanlışlıklara götürecegi korkusu atılarak he r bilgiye yahut birbirine alternatif teoriye kendini ifade şa nsı­ nın ve ri lmesi özgü, bir toplumun kendini yeniden üretebilmesinin de temel şartıdır. Sonuç itibariyle, bilim adamlan diktatoryası ile din ada mlan yahutsiyaset adamlarının diktatoryası a rasında bir nitelik brkı yoktur. Çünkü bilimin doğa ~;ın da , onu kurtaneı yapan bir şey yoktur. 86 VIII, POSTMODERNtZM: BÜ\i:ıK AJ"-iL<\TILARA KARŞI UMUTSUZ BİR ISYAN Bilim, kültür, sanat, kısaca hayata ilişkin tüm insanı yorum, açıklama, proje yahut öneriler demeti de hayatın akış! içinde dönüşmektedir. Insanlık tırihi hep geriye dognı yaz ıldıgı için in~;ınıann değer yargılan ve o deger yargı­ tanyla örülmüş kavramsal şemalan değiştikçe tarih de değişmektecÜr. Batı medeniyet! merkezli kumlan insınlık {::ırilıi asl ın­ da modem dönenlİn tarihe bakışından başka bir şey değil. dir. "Modem", Türkçe "çagdaş" demek, fakat literatürde modem dönem terimi başlangıcı 1300'lü yıllara uzanan Rönesans dönüşümünün biçimlenelirdiği dönemi ifade ctmek üzere kullanılmaktadır. Kelimeyi sözlük anlamıyla kullanacak olursak bügü nkü modern dünyanın önemli bir bölümü artık "postmodern dönem"! yaşamaktadır. 1,ARKAPL4N Gayet açıktır ki, modern-postmodern ilişkisi gelenek'iCl-modem ili kisi gibi öncekinden farklılığı ifade etmek üzere kullarulmaktadır. Batı tarihinde geleneksel dönem düşüncede, toplum örgütlenmesinde ve değ er yarg ı­ lMında nihai referans kJynağı olarak T:ın rı' nın kabul ed ildigi dönemdir, Bilginin üretinLi ve dağıtımı kilise kurumu 87 tarafından örgütlenmektedir. Tüm siyasal ve kültürel kuru mlar da kendilerini bu merkez elfafında bir yerlere yereleştirmektedirler. Tanrı'nın her şeyin nihai kaynagı olduğu fikıi tüm toplumlar ve zamanlar için geçerli hayat nizanu ve açıklama biçimleri sunma)'! zorunlu kılıyordu. İnsanla­ nn görüşl eri değil Tanrı'nın buyrukları önemliydi. İnsanlar kendi görüşle rini de Tanrı buyruk hnnm dolayımından geçirerek sunmak dıınımıındaydılar. Modern dönemde ise gerek bilginin değeri, kaymğı, üretimi ve bölüşümü konusunda, gerekse toplum örgütlenmesinde soyut insan kategori~i Tanrı'nın yerini almaya ba~bdı. ı nsan ak ıl mutlak bilginin, eger hö~rle bir hilgi mümkün;;e, kaynağıyelı. Evrene ilişkin bilgiler insan aklı, duyuları, ve deneyimlerinin dolayıınından geçecektir şim­ di. Siyasal anbmda mutlak itaat da bundan böyle göklerden yere inip soyut devlete hasredilecektir. Tarihin yara tıcısı olan insanın, hem onu yaratırken hem de degerlendirirken d1Şsal hir hilgiye ihtiyacı. yoktur artık. Bu aydınlanma projesi insanlığın büyük hir coşku ile pe şind en koş:1cıg ı yeni hedct1er yaratmıştır. Bu hedeflerin gerçekleşmesi için yeni bilgi alanları gerekiyordu . Bilim bu alanlardan en önemlisiydL Dışsal bir bilgi otoritesine başvurmadan her türlü bilgi nin değerli k:ıbul edilmesi durumuncb. milyonlarca deği­ şik insan gibi milyonlarca degj~ik bilgi ortaya çıkacaktır. Bu bostan ancak, bazı insani bilgileri hayatın merkezine yerle~tirmek suretiyle kurtulmak mümkündü . Nit ek im öyle de oldu; bilim kategorisine giren bilgiler modern insanın mukaddes metinleri haline gddiler. Zaman çevirirni, aklı ve onu destekleyen deneyimi mutlak bilgi kaynağı, insanı da bu bilgi kaynağını kul13nmak suretiyle evreni sınlf.)ız dÖnÜ~!Üfme hakkına salıi p ontik bir kategori olarak tanımlayan aydınlanma geleneği88 ins:ın, toplum ve evrcne ili~kin bütünse! açıklamalar sunan mouem projenin de ;L~ınd)gın:ı şa hit oldu. nin ideallerini içkin; Modern proje, insana indirgenemeyen tüm bilgi ve değerleri hayattan kovma idealini uzun yıııar ıl1lıhafaza etmesine rağmen 20, yüzydın ikinci yamından itibaren ortaya çıkan tablo bu ideallerin gerçekle~me :jansının çok düşük o ldugu nu ima etmeye b;ı~bdı. nu geli~ınele ri bir kaç madde halinde özetleyelim. tık obr:ık, uzun yıllar bir misyoner edasıyla diğer ül- kelere empoze edilmeye phşılan, iktisadi ve siyasal modellerin !'ianıl dı g ı gibi evre nsel ilkelere değil, tam::ı.rncn ge!işmiş ülkder lehine kUll..l lmuş egemenlik ilişkilerine dayandıgı yaygın olarak kabul edilmeye b:ı~landı. Ö rneğ in iktisadi kalkınma için önerilen tüm strateji ve moddler bir noktada tıkanmaktadir. Batı dünyasının uzun yıllar talan, gasp, köle erneği, kolanizasyon ve fetihler yoluyla sağbdı ­ ğı ve bugünkü te knolojisini üstüne kurduğu sermaye birikiminin, şimdiki geri kalmış , veya zzgclişmi.ş yahut d:ıha az rahat~ız etmek üzere kelimenin yumuşatılmış biçimiyle söyl eyecek olursak: gel i ş mekte olan ü lkeler için a'im yollarla sağlanması mümkün olmadığına, çünkü mevcut dünya ekonomisinin kendini yenıden üretelıilmesi için belirli ülkelerin diğerlerinden daha çok tüketmesi yahut tasimıf etmesi zamnlu olduğuna ~öre, hu ;ızgeli~mi~ligi n ortadan kaldırılnwsı teorik olarak bile mümkün gözükmemektedir. Zira, düny:.ıd:ı ki tüm ülkelerin aynı gelişm iş'lik düzeyine U~ laşmaları durumunda dünya ekonomisi mevcut dinamizmini kaybedecek, yani çökecektir. Ha tta , çevre sorunları, ekolojik denge ile ilg ili dünya ortaya çıkan sorunların çözümünde bile :iiimürü ilişkisinin çok açık bir şekilde sürdürülıne~i iste nmektedir. Hem ulusal ülke sınırl::m i\,:inde hem de uluslararası dü- ölçeğinde 89 zeydc sanayileşme sonucu ortaya çıkan kirlibJiin maliyetinin çogu onu üreımeyenIere yahut onun nimetlerinden en az yararlananlara y'ÜkIenmektedir. Aynı şekilde siyasal modeller de eskisi kadar kutsallık Demokrasi ve insan hakla n söylemlerinin taşıdıkları çifte standartlann da ortaya çıkması, insan merkezli batı düşüncesinin tüm versiyonlarının sorgulanmalarım kolaylaştırmakta, o nla rın tüm ins a n lığın degil, beli rli insanların yahut toplumlann çıkar ve mutl uluğunu amaçladığı inancını paylaşa nLmn sayısı günden güne artma kt açjır. Özellikle üçüncü dünya olarak nitelenen ve bir çok açıdan karantina altında tutulması uygun göıiiIen coğrafya-o larda yaşayan ve Batı dı ~mda da değişik gelenekleri tanı­ ma imkanına sahıp aydmb.rın kendilerinin ve içinde yaşa­ dıkları topiumlannın konumlarının bilincine varmaları, farklı dü nyalar arasında ki egemenlik ilişkilerinin dayatı ıg ı söylem diktatoryasını daha kolay görmelerini sağlam::ı.kta­ taşımanı :ıkı:ıdır. dır. ikinci olarak, milyonlarca insanın bir hayat tarzı; kapitalizme muhalif entdlcktüellerin de alternatif kuramsal açıklama modellerine kaynaklık edecek bir bakış açısı 01.,[,ık ümit bağlad ığı lV'ı..arksizm.in de diger büyük anlatılar gibi tökezlemesinin yarattığı büyük bir hayal kırıklığı insan-merkezli projelere ka rşı bütünüyle bir isyan atmosferi yara i mıştır. Üçüncü olarak, fe:miruzmm modern söylemin toptan ge rektirecek köklü eleştirileri de modernizme yeni kalele r kaybettirmiştir. Feminizmin gördüğü iş­ lev ve uğradığı dönüşümle ilgili iki yönlü paradoksa dikkat çekmek gerekir. Modernizmin en önemli tezlerinden biri kadınlan geleneksel ilişkiler dünyasındaki ikincillikten kurtarma vaadidir. Bu çerçevede egitim, ~aglık, sosyal güvenli k V~ çalışl1l<\ imkanlan nm kadınlan da içine alacak sorgulanmasını 90 biçimde bnn genişletil mesi, kadınlara seçme ve seçilme gibi siY<1s:ı 1 hakda verilmesi en popüler ve destek bulan hedeflerdi. Bugün fem inizmin, modern projenin sunduğu insan kategorisinin ve bu kategori merkezinde dünyaya ilişkin geti[(ji~i ıçık lamalann insanların tümünün bakış açısını yansıtnı Jk an lamında evrensel olmadığı, sadece erkeklerin, haıt :ı d:ılı :ı da sınırlı anlamda "n atılı, orU sınıf ve beyaz crkegin" gözüyle çizilmiş bir proje olduğu eleştirisi sanat, edebiyat ve estetiğin yanısıra sosyal bilimlerin yöntem tartışmalannın da en önemli konulanndan biri haline geldi. İkinci paradoks inodernizme köklü eleştiri getiren feminizmin postmodern femini zm olar.ık ıı~radığı dönüşüm­ dür. Postmodem femirı.izme göre, kadın/erkek ikilemine dayalı obrak üretilen erkek egemen "iililir veya patriarki gibi bil)~;ıkan1atı1.'tr kurma, böylece kadın/erkek sorununu çözme ideali de modernist bir nitelik taşımaktadır. Fakat sonuç itibariyle, kendilerinin de modernist bir nitelik taşıdığı şeklindeki postmodern eleştiriye rağmen feminist eleştiriler postınod erniznıin ortaya çık ışına kaynaklık eden gelişmeler arasında önemli bir yer tutmaktadır. Dördüncü olarak, özellikle antropoloji alanında yapı­ lan çalışmalar sonunda, modern batı düşüncesinin en çok kullandığı referans noktalanndan biri olan "insan dogası" kavramının içeriğinin büyük oranda kültür ba~mlı oldugumın gösterilmesi, tüm insanları içine alan genellemelerio asl ında belirli bir kültürün içinde anlamlı olan davranış biçimlerinin ve o davranış biçimlerini sembolize eden kavranıların etnosentıik bir şekilde diğer kültürlere de dayatıl­ masından başka bir i'ey olmadığı sonucunu getim1iştir. Nitekim bu bağlamda ileri sürülen, modern İnsanın tüm hayatını ona göre planladığı ve gelirinin bOyıik bir kısmını ondan korunmak üzere ayırdıg ı en önemli korkusu olan 91 savaşın iddiası kültürel obrak yaratılan tarihsel hir olgu modern insanı derinden sarsmaktadır. olduğu Beşinci olarak, gerek bilgisayar gerekse iletişim teknolojisinde meydana gelen gelişmelerin bilginin kolay ve ucuz olarak adem-i merkeziyetçi bir biçimde dünyaya yayılmasının toplumsal yapıda meydana getirdiği dönüşüm ele modernizmin ideallerinin gerçekleşmesini imkansız kıl­ mıştır. Her ne kadar makro anlamda bilgi ve iletişim ağın­ cla bir tekel söz konusu ise de yerel olarak farklılıklar eskisinden daha hızlı olarak ortadan kalkarken hiyerar~ik bilgilenme modeli delinmiştir. Yaygın iletişim bombardı­ m::ıI1ı, tekelüzeliğin sığlığına ve monotonluğuna içten içe hir tepki getirmiş, ortadan kalkmaya zorlanan özgün1ük!cr ve yereilikler daha bir önemli hale gelmeye başlamış­ tır. Bu saydığımız ve bunlara eklenebilecek dünya ölçeortaya çıkan yabancılaşma, iletişim imkanlarının gelişmesiyle farklı yerel kültürler arası etkileşimin artmasiDIll yarattığı kültürel çoğulculuk, özellikle sanayileşmi.) ülkelerde refah düzeyinin artması buna karşılık sosyal ideallerin ortadan kalkması sonucu hayatın tekdüzeleşme­ sinin verdiği manevi tatrrıinsizliğin a..-unası, hazelliğuı temel ya~am felsefesi haline' gelmesi, toplumsal hiyerarşi, nin ve o hiyerarşiyi oluştman statülerin anlamsızlaşınası sonucu otoritdere itaat eğiliminin azalması, insanlığa kurtuluş vadeden ideolojilerin gün begün dökülmesi.. gibi diğer gelişmeler sanayi toplumunun ve modern kavramsalın önemli bir dönüşümün eşiğinde olduğunu ibde etmektedir. ğinde Peki postmodernizm nedir? Du sonınun cevahı en iyi postmodernizmin ne olmadığı betimlenerek verilebilir. Çünkü postmodernizm eliye tutarlı, kendi içinde bütünlük arzeden ne bir yaşam tarzı ne ele bir teori vardır. Zaten 92 karşı çıkılan da budur. Hayatın, toplumun, hilginin, rasyonel yeniden i n~ aasının insanlara ümit dolu masallar sunmakta olduğu doğrudur. (Ingilizce "narrative" kelimesinin 'rürkeçe'ye masal değil de "anlatı" obrak sanki farklı bir kavrammış izleninıi verilerek çevrilmesinin modern projeye göre biçimlenmiş olan zihinleri çok fazla fahaLsıı etmemek için uygul:man bir taktik olduğunu bir parantez cümlesi olarak belinelım.) Ama sonunda sunulan şey bir masaldan başka bir şey Hberalizm., eşitlli{çilik, m..'1rksizm, feminizm vs. her bırer lTı3saldırlar. Bu masallar hayatın içiçeli ği ni, çok renkliliğini ve tüm özgüllüklerini yok etme pahasma kud e ğildir. nılmaktadırlar. ,'vbsalsız rine küçük mektedir. olmayacağına hayat ıııa salları göre bÜyiık masallar yetercih etmek cbha az zararlı görül- 2. POS7jifODl::J?A1zM!S TEMEL TEZU'Rl Her ne kadar sInırbn belirli bir bütün niteliğinde de- ğil se dı: postmod~ rnizm aşağıda sıralayacağımız, çoğu modernizmin y::ıdsmması sonucu elde edilen özelliklerle betin)lenmektedir, 1. Ruhun diyalektiği, işçilerin kurtuluşu, sınıfrm: topıum, insanlığ1.n. ilerlemesi, gibi büyük öyküler içeren kalkınma, aydmlarıma. .. açıklama biçimlerine brşı çıkıl­ maktadıf. 2: Homojen hir toplumun ancak bas kı yoluyla kuruiçin böyle bir toplum ided! taşıyan tüm yakla· şımIara kaq;ı mücadele verilmelidir. labileceği 3. Hiç kimsenin elinde toplumun bütününde :ramari ve nıc:handzn ba~Ul15r.z olaı-ak ne olup bittiglni kavrayacak ve aktaracak ne bir teori ne de dil sözkonusudur. 93 Çünkü dil ile toplum içiçed ic Özne nesneden, h;;i toplumdan soyutlanarak algılanamaz. 4. Tüm me-..aan1atılar insanları kapsayacak metadil veya yoktur. büyük anlatılara tercih edilmelidir; yerine küçüklbüyük anlatı ölçütüne göre degerlendifme ya p ı l ın::ı lıdıf. 5. Küçük anlatılar doğruluk/yanlışhk ayınm! 6. devlet Anlatılann cazibelefine karılarak tarih felsefesi ve politikası yapılması tehlikelidir. 7. İnsanhğın kurtuluşu için büyük anlatılar üretmek yerine yerel degerlerle sınırlı anlatılarla yerel ölçekli mücadeleler yapılmalıdır. 8. Evrensel değerleri yakalamak uğnına özgünlükler ve özgüllükleri yol"etmemek iç:in yerel değerler peşinde koşulmail, in:;a n ve toplumların henze ~(!n özell iklerden ziyade farklılaşan özellikleri bilime konu edilmelidir. 9. ln.,>anlara yol gösterecek ıek bir soyut akıı kategorisi işlevsel degildir. Akıl da. deneyim de tek tek insanlarla anlam kazanır. Bu yüzden tümel akıl kategorisi arkasına s;ı klanarak toıaliıer söylemler üretilmcmcHdir. 10. Emrrisizm ve rasyonallznün yaptığı gibi gerçeklibilgisi nihai özlere veya temellere indirgenemez. Bu yüzden in di rgem~dliğe , özcülü ğe ve temeIcill~e b rşı direnmek gerekir. Dogru];:ır ulaşılan degi! üretilen k HegorilerdiL Bu nedenle hiçbir anlayış yahut yaklaşım bu kategorileri kendi tekeline alamaz. ğin 11 Farklı bilgi y;ı.hut blUm önerileri, onlara sahil' çı­ kan insanlar tarafından kendilerine yüklenen an IJ nıla ra göre deger kazanırlar. Bunun dışında ölçüt aramak !)('!yhude bir çabadır. 94 IX. ANTlBlUM: MODERN mUM SANIK SAı"JOAlYESlNDE Modern bilimin yüz yıllardır süren kayıtsız hegemonyası 1960'lı yıllann sonu ve yetmişli yıiların başından itib :ın: n sorgulanmaya başlandı. Başka sosyal hereketlerle iı;,: içe gelişen ve genelolarak modern bilime olumsuz bir bakış açısıyla yakla ~an bu sosyal ve düşünsel hareket antibilim olarak bilinmektedir. Bu yüzden antibilim hareketinin sadece bir entellektüel karşı çıkış degn, bunun yanında ve daha da önem li olarak bir sosyal hareket olarak degerlendirilmesi gerekmektedir. Hippi, çevre veya feminist hareketlerde olduğu gibi geniş kitlelerden çok marjinal grupiardan destek ;11arak gelişen antibilim, bilim kadar onunla doğrudan yahut dolaylı o!3fak ili~ki içinde olan teknolojik gelişme ve modern yaşam tarzmın dayattıgı, tüm. özgünlük ve özgüllükleri potasında eriten tekdCıze, monoton yaşam tarzına karşı da bir başkaldındır aynı zama nda . Kendi içinde ne teorik ne de pratik hir bütünlüğü olmayan fakat modern bilim ve teknolojiden rahatsızlık ortak payd:ı sında hulu ş::m antibilim hareketinin üç ana kaynaletan beslendiği söylenebilir. 95 1.ARKAPLAN a) Bilim ve TeJ..molojİnin Yarattığı Hoşnutsuzluk Bilim karşıtı görüş ve hareketlerin ortaya çıkışının en önemli nedenlerinden biri, öncelikle modern bilim ve onun uygulaması olan teknolojinin ortaya çıkardığı beklenmeyen ve istenmeyen sonuçlann kamuoyunda uyandırdığı tepkilerin sürekli artması ve toplumsal bir boyut kazanmasıdır. Bu tepkiler temelde iki türlü ortaya konmaktadır. Birincisi bilimin uygulanmasında siyasal veya toplumsal tercihlerin oynadığı rolün yeniden gözden geçirilmesi ve böylece insan, toplum ve çevre üzerinde olumsuz etkileri olan bilimsel geli~melerin denetim altına alınmasına yönelik taleplerin olu~turduğu görece muhafazakar tepki. 1kincisi, sadece bilimin uygulanmasında degil bizatihi bilimsel düşünüşün kendisinde varolan bazı özelliklerden kaynaklanan sorunların giderilmesini bilim rasyonalitesinin değiştirilmesine bağlayan ve bu yüzden birincisine oranla daha köklü dönüşümler gerektiğini savunan radikal tepki. Aslında sonuç itibariyle her iki tepkinin kaynağını uygulamadaki olumsuzluklar teşkil etmektedir. h) Doğu Düşüncesi ve Mist is izm i Antibilimin beslencliği ikinci kaynak Doğu etkisidir. 19(iO'1ı yıllara kadar Doğu uygarlıklan, Batı için gizemliliği­ ni korumakla beraher geriliğin, gelişememenin, ilerleyememenin veya medeni olamamanın damgasını taşıyordu. Bu etnasentnk bakış açısı, batı bilimine karşı bir doğu biliminin olahileceğine ihtimal vermiyordu. Bilim tekti ve o da en gelişmiş haliyle Batı'daki biliındİ. Doğu kültürünün, özellikle de Hint Ye Çin'in kapılan aralanınca sadece değişik bir kültür ortaınının değil, aynı zamanda değişik bir bilim anlayışının da varlıgı görülmeye başlandı. Her ne kadar tüm Doğu araştırmaları Batı biliminin standartlan ile yapılıyor ise de en azından Doğu bilimi ve 96 Batı bilimi niteIemesini mümkün kılacak farklılıkların oldugu tezi daha geniş kesimlerin ilgisini çekmeye başladı. Zamanla bu dogu bilgi birikimi batı biliminin eleştiri­ sinde kulianılan temel malzemelerden birisi oluverdi. c) Eleştirel Yahut Radikal Teori Antibilim tartışmalarının üçüncü kaynag! Eleş+Jre1 yahut Radikal Teoridir. Bilindigi gibi Marksizmin iktisadi ve sosyal öngörülerinin gerçekleşmemesi veya tam iddia edilenin tersi biçiminde gelişmelerin ortaya çıkması üzerine marksist düşünürler Marks'ın kitaplarından yeni gündem maddeleri çıkarmaya başlamışlardır. Bunlar arasında Marks'ı yeniden okum::! girişimleri oldugu gibi onun üzerinde pek durulmayan yabancılaşma teorisi gibi (hha çok kapitalizmin değişik boyutlardan eleştirilmesini amaçlayan görüşleri daha da geliştiriIdi. Bu alanda ekoller ortaya çık­ tı. Bu bağlamda, kadın hareketinden çevre hareketlerine kadar bir çok alanda ismi marksist olmasa da esasta çeliş­ kiyi ön pl:ma çıkaran yaklaşımlar alternatifler sunmaya başladılar. Neo-Marksist yahut eleştirel yaklaşım taraftarlan, bifebeksi veya sosyolojisi tartışmalannda daha çok bi!ginin sosyal işlevi üzeıinde durmaktadırlar. Önceleri, burjuva bUllrJ ve emekçi bilim.i olarak yapılan ;"yınmın çok işlevsel oln:adığı görü!ünce toptan bir hilim eleştirisi yapıl­ maya başlanmı~tır. Bülıa göre, modern bilim hem tarihsel Oldrak oruJYci çıkışı hem de bugün kulianılış biçimi açısın­ dan top!unı~;al .;dişkilerden ve bu çeli:;.kilerin kurumsal yenider. üretiminden bağımsız değildir. Topıi.ımsal düzen, <: knge teorisyenlerinin söyledikleri gibi insanların nzasıyla ık;::ı!, ürdün tuzmın egemen kıldığı sınıfla diğerleri ;,r:ı­ sınd:ıki )rap!s~ll ';elişkinin neden oldugu baskıyla kurulur. Yani ~;onuçta ortaya çıkan nza, aslında kurumsallaşmış çeİim lişkidir. 97 Bu bağlamda düşünüldügünde, toplumun yeniden üretimini sağbyan diger araçlar gibi bilim de bu çelişkinin içinde üretilmektedir. Sahip oldugu ve diğer bilgilenme biçimlerinden onu ayıran epistemolojik özellikler bilimi egemen sınıfın lehine işleyen sistemin yeniden üretiminin af:ıslanndan birbi olmaktan kurtaracak nitelikte değildir. Bu yüzden bilim de sömürü sisteminin bir ürünüdür ve onun işleyişinin en gliçlü araçlanndan birisidir. Sömürülen yahut eziknlere sundugu imkanlar, aynen devletin sunduklan gibidir. Devletin tarafsizlığı ile bilimin tarafsızlığ! arasında sadece bir alan farkı vardır. Devlet siyasal üretimin, bilim de bilgi üretiminin birer ürünüdürler. Özetlediğimiz bu bakış açısı eleştirel bakmanın ötesinde biiime bir alternatif yaklaşımı getirmediği için çok yaygın olarak paylaşılmamalda beraber aslında önemli soru işaretleri ortaya atmaktadır. Esas itibariyle çelişki yaklaşımılli benirnseyen bir çok insan herşeye rağmen kapitalizm eleştirisinin bile ancak bilimin dikte ettiği rasyonalite ile yapılabileceği ve tüm cazibelerine rağmen bilinün dışındaki bilgi yoııarnun "babi" olmaktan kurtl1lamayacaklan inancını paylaşmakta, bilirrün "biricildiğinin" ve "özgüııügünün" tepelenmesi durumuncia üzerinde oturduklan. dalı kesmiş olacaklarını farketmektedirler. Çünkü, aydınlanma sonrası modern dünyada "pozitif hlgi"den ba~ka mürşit aramak tam bir şaşkınlıktır ve şaşkınlık da öyle kolay göğüs gerilecek bir ilham degildir. 2. Antibilinzin Te-mel Tez/eri Antibilim hareketinin genel kaynaklarına değindikten sonra temel argünunlarını da ~öyle özetleyebiliriz. 1. içinde yaşadığı dünyayı insan istediği biçimde tümüyle dönüştürme hakkına ve imkanına sahip degildir. 1nsanın temel aktör olduğu sooytıl sistem ile dogaıun te- 98 mel aktörü oldugu ekosistem bir bütün olarak ekososya! sistemi oluşturur. Ekososyal sistemde insanın müdahaleleri dengeyi ekosistem aleyhine çevirecek nokt:a~'a geldiği zaman hem doga hem de insan için tam bir tehlike sözkonusudur. Bu noktada modern bilim ve onun uygulaması olan teknoloji insanoğluna daha önceki dönemlerde görÜlI11emiş oranda bir enerjiyi kU,llanabilme imkanı yaratmıştır. Bu ekososyal sistem için önemli bir tehdit unsurudur ve bunun sorumlusu da büyük oranda bilimdir, Sanayileşme sonunda bugün gelinen noktada deniz, hava, su, çevre kirlenmesi yanında gürültü kirliligi ve kültürel kirlilik de önemli boyutlara varnuştıf. Tüm bu olumsuz sonuçlann temelinde, modern bilimin gelişmesine zemin hazırlayan insana dogayı sınırsız dönüştürme 'hakkı tanıyan ve insan aklını da hiç bir sınır tanımaksızın bilgi üretiminin yegane otoritesi yapan aydın1a."llP..a zihniyeti yatmaktadır. Dolayısıyla modernleşmenin bu istenmeyen sonuçlannın faturasının önemli ölçüde modern hilime ait olduğu kabul edilmelidir. 2. Bilim sahip olduğu totaliter niteliği ile bir din biçimine bürünmüştür. Yerleşmiş modern bilim ilc Batı'da kurumsallaşmış dinin işlevlerinin benzerliğine dikkat çekiierek, dinin geleneksel toplumdaki konumunun yarattıgı ileri sürülen problemlerden dolayı ona yapılan itirazların aynen bilim için de geçerli olması gerektigi savurlulmaktadır, Bu görüşe göre, çağdaş toplumlardamodern bilim, tamamen Orta çag Avrupasındaki Hıristiyanlıgın gördügü işlevleri yüklenmiştir, Bu yüzden Hıristiyanlıga geleneksel toplumsal yapıdaki konumu nedeniyle getirilen tüm e!eşti­ rileri modern bilim fazlasıyla haketmektedir. Orta çag Avrupasında dinin işlevi neydi, kısaca özetleyelim: a) Din, hem evrene hem de onun içinde yeralan tüm varlıklara bir tanım getirmekteydi. 99 oldugu kadar insanın da bu dünyabir anlam vermekteydi. c) Toplumsal düzeyde kabul görecek ve baglaY1Cı nitelikteki meşru bilme biçimi ile bilgilerin ölçülerini, içerigini ve sınırlannı belirlemekteydi. b) Diger daki canlılara varlıgına cL) Din, hem so!:tyal hem de bireysel amacıyla gerek duyulan sosyal denetimin devletle işbirligi yapmaktayd!. hayatın idamesi için saglanması e) Bireysel ahlaki ilkeleri tanımlamakta ve toplumun tümü için gerekli normlan belirlemekteydi. t) Bireylere ruhsal gelişimleri için yol ve yordam göstermekte, onlara ruhsal destek saglamakta ve olumsuzluklan aşmalan için teseIli vermekteydi. Geleneksel Batı toplumunda dinin yerine getirdigi bu işlevlerin aşagı yukan tamamını, modern toplumda bilim üstlenmiştir: a) Bilim, nesnel dünyayı tanımlamakta, evrendeki konum ve davranış biçimlerini ortaya koy- varlıklann yapı, maktadır. b) Sağlam ve güvenilir bilgi yöntemlerini göstermektedir. c) tlerleme ve refahın nasıl elde edilebileceginin yollannı göstermektedir. d) Metafizik değerlerden ve batıl inançlardan "anndı­ nlmış" bir dünya görüşü kazandırmaktadır (Bilimsel Dünya Görüşü). e) Hakiki L .ışit olarak her türlü fizyolojik, biyolojik, sosyal, siyasal, psikolojik sorunun tek çözüm kapısını oluşturmaktadır (zaten sorunlar da ait olduklan bilim dalı cinsinden ifade ediliyorlar: "Sosyolojik", "Psikolojik", "tıb­ bi" vs.). 100 Böylesine hayatın tüm vechelerini kıskacına alan bilimin, hem bütün bunlan yapıp yapamayacagı, hem de totaliter bir bakış açısı ortaya koyarak insanın bilimin tanımı dışında kalacak diger potansiyel imkanlanru geliştirmesi­ nin önüne engel koydugu için eleştirilmesi gerektigi savunulmaktadır (Ravetz, 1979, ss. 28-29). Bu konuda Okulsuz Toplum'da Illich şunlan söylemektedir: "Günümüzdeki okul sist~mi tarih boyunca güçlü kiliselerde bulunan üç katlı işlev görmektedir. Okul, hem toplumun mitinin mahzenidir, hem mitin karşıtlıklanrun kurumlaştıgı, hem de mitle gerçeklik arasındaki uyuşmaz­ lıklan yeniden .üreten ve ôrten ritüellerin geçtigi alandır." (Illich, 1985, s. 52) 3. Bilimin toplumsal örgütlenme içerisinde, sanki herkesin yarannaymış gibi bir görüntü altında, belirli toplumsal kesimlerin lehine işleyen bir ideoloji işlevi gördügü de bilime yöneltilen diger önemli eleştirilerden biridir. Bu eleştiri, bilimsel araştırmalara aynlan dünya kaynaklannın % 95'inil} dünya ölçeginde zengin ülkeler, ulusal devlet sınırlan içinde de zengin kesimler lehine kulla':' nıldıgı iddiasıyla sınırlı kalmamakta, daha ötelere gidilerek bilimin temel varsayımlannin sınıfsal çıkarlann gereklerinin bir sonucu olarak ortaya çıktıgı savunulmaktadıf. Modern bilimin kavramsal çatısının" oluşmasında iki temel etkiden sözedilebilir. Birincisi, Bacon'ın etkisidir. F. Bacon, deneyimle elde edilecek bilginin insana, içinde yaşadıgi şartları çok daha iyi hale getirecek büyük bit güç kazandıracagıru düşünmekteydi. İnsan hayatında böyle radikal bir degişiklik yaratabilmesi için önce bilginin kendi içinde bir ilerleme kaydetmesi gerektigini savunuyordu. Bunu yapmanın tek yolu bilgiyi önyargılan, zihinsel kur- 101 gulan ve inançlan işin içine katmadan deney ve gözleme da yandırmaktan geçmekteydi. İkinci etki R. Descartes etkisidir. Kartezyen düalizın, iki dünyayı birbirinden kesinlikle ayırınıştı: Bir tarafta nesnel olgu, madde, ya...fli f'ız.iksel gerçeklik dünyası.; diger tarafta da öznel zihln, bilinç, kişisel deneyim ve değer­ lerdünyası.. Bu düalitede bilim nesnel dünyada at koşturacak, öznel dünyayı mümkün oldugu kadarişlerine kanştırma­ yacaktır. Bu ayınma aydınlanmanın insana dogayı sınırsız dönüştünne yetkisi veren anlı-oposentrik ontolojik birey kavraylŞi da eklenince bilim kendine ait bir kutsal alan oluşturdu. Peki, bu gelişmelerin sosyal haglamı nedir? Yani, toplurTISa! gruplann bu bilim kavramsalıyla ilişkileri nasıl bir seyir izleyerek gelişmiştir? Buradaki öznellik-nesnellik ayırımı sadece epistemoloik nitelikte olup entellektüel amaçlara mı hizmet etmektedir? Antibilim savunucuları bu sorulara, bilimin toplumsal gruplar açı~ından tarafsız olarak gelişmediğini belirli kesimlerin çıkarlan istikametinde yol aldığım, öznellik-nesnellik gibi kavramsallaştırmalaon da bu bağlamda değer­ lendirilmesi gerektiğini söyleyerek cevap "ermektedirler. Robert :Frank (979), 18. yüzyıl devrimci burjuvazisinin Hıristiyanlığın sıınduğu Tanrı-kul ilişkisini reddetmesi sonucunda ortaya ç!.; n ,::r::iL:;meler ile öznellik-nesnellik ayırımlarının kurum.. .l kız::ınması arasında bir paralelliğin olduğunu savunur. DÖ!lemin buıiuvazisi, aklın ve doğanın çizdiğinin dı~ında hiç bir sınırlamaya olumlu bakmamaktaydı. Dolayısıyla bütün kısıtlamaların kaldınlması­ m savunmaya başlamıştı. Egemen toplumsal güç haline gelince, önceki torlumsal yapıda kendi konumlarını Tanrı'nın gönderdiği bUYlUklara göre belirleyen insanların ye102 ni bir bilgi kaynağına ihtiyaçları oldugu OJ1aya çıktı. Bu bilgi kaynağı burjuvazinin kendisi olamazdı, çünkü buıiu­ vazinin de önü nde boyun eğmesi gereken bir bilgiye ihtiyacı vardı. Aranan bu bilgi bulundu: D oğ:Ü düzenin im::ın tarafından müdahale ed il meden elde edilen nesnel bilgisi. İnsanların deger yargıl arı ve onların ışığında biçimk:buna k ars ılık nesnel d ünyanJn nesnel bilgisinin herkesin itaat edecegi yegane bilgi haline gelmesi kendiliğinden olan bir ş ey degildir. Bu şekilde yeni kunılan toplumda herkesin itaat edeceği bir bilginin toplumda egemen konumda bulunan insanların çıkarlarına hizmet etmesi veya en azından anlam engel olmaması en temel gereklil iktlr. Böylece soyut "Tarın" inancı "Nesnellik"le yer deği .'.;nıiştir . Hllistiyanlığın egemen olduğU toplumda boyun eğilmeye layık yegane otorite Tanrı iken bilimin egemen olduğu toplumda ise bu soyut otorite nesnellik olmuştur. nen görüşlerinin başka insanları baglayıc! alınaması Bu nesnellik aynen Tanrı inancında olduğu gibi son rahlilde inanca, kabu!lenmeye dayanmaktaydı, bunu n dı­ şın<.la hiçhir dayanağı ve redded ilmesi durumunda uygulayacağı hiçbir ya p tırımı yoktu. Buna rağmen insanlar nesnetlige karşı çıkmak gibi bir yüreklilik gösteremediler, Orta Çağ'da kiliseögretisine brşı gelenlere din adamlarının yaptlgı gibi bilim adaml arı tarafınd a n aforoz edilmekten korktular belki. Amibilimcilere göre öznel duygu, istek, görüş ve 3 maçbon karışmadığı bu "nesne! bilgi"nin egemen olanların lehine çalış~m bir bilgi oldu ğu çok az insan tarafından kavranmaktadır. Çünkü, dünya insanlann onunla ilişkile­ riyle ~ürekli dönü~mekıed ir. Bilimin de içinde yerald ıgı bu sosyal süreç bir bütün olarak insanların bilinçlerini de etkilemekte( !ir. Kısaca ifade etmek gerek irse, "öznel görüş"lerc karşı 103 "nesnel bilgi" karşıtlıgı biçiminde kendini gösteren söylem, öznelerin kendilerini tanıınıayıp itaat edecekleri ortak bir O{9rite ihtiyacının sonucu olarak ortaya çıkmış ve nesnel gerçeklikle onun bilgisini, dünyanın belirli bir yerinde tarihsel olarak ortaya çıkan sosyal, iktisadi , siyasal güç dengelerine paralel olarak hayatın merkezine yerleştirmiş­ tir. Bunun sonucu olarak öznellik-nesnellik ayımnma dayanan modern bilim de tarihsel ve toplumsallığı çerçevesinde değerlendirilmeli ve sorgulanmalıdıL 4. Bilim, insanlıgın büyük bir çogunluğunun aleyhine olan atom bombası, nükleer silah, kıtalar arası fü ze veya askeri teknoloji g eli~tirmeye hizmet etmektedir. Bilim ve teknolojinin sağladıgı imkanlar uluslararası güçler dengesini güçlüler lehine güçle ndirme kte, ulusların kendi kaderlerini tayin hakL:ın nı elde etmelerini imkansızlaştırarak tam bir bağımlılık yara rm:ıktadır. Ayrıca bilim, sunduğu yöntem ve sagladığı bilgilerle bir ülke içi nde de güçlülerin hakiI'niyetini daha da pekiş­ tirmekle mevcut iktidar ilişkilerini hem yeniden üretmekte hem de daha da güçlendirmektedir. Zonınlu egitim, istihbarat, ve diger denetim imkanları tarihin önceki dönemlerine oranl a simdi çok daha denetçi ve merkeziyetçi bir toplum yapıs ı ortaya çıkarmaktadır. ,. Bilim artık tek tek insanların denetlcyemeyeceği büyüklükte p rojdere yönelmekte ve dünyayı bir anda yok edecek kadar enerjinin belirli insanlann elinin altında topLınmasın a imkan s:ığbmakta dıf. 6. Bilimsel araştırma kurumları, egitim kurumlan topluma verdiklerine bakmaksızın bizzat kendilerinin"varlıgıııı yeniden üretebilmek için çok önemli kaynaklan tüketmektedirler. Birer araç olmaktan ziyade birer amaç haline gelmektedirler. "Dünyanın her yanında oku lun gizli müfredau bilimsel bilgiyi kılavuz alan bürokrasinin verimU ve 104 yararlı oldugu mitine inandırır insanlan" (Jllich, 1985, s. 98). Böylece temelden teslim alıp ömür boyu içinde dola~ac:ı ldan çarka çeker onlan. İnsanın özgürlügüne vurulan bir d arbedir bu. 7. Bilim adamları sahip oldukları imkanlarla siyasetçilerle de işbirligı yaparak toplum üzerinde hegemonya kuran güçlü bir baskı grubu haline gelmektedirler. 8. Bilim insanın diğer bütün alternatif bilgi üretme sadece devre dışı bırakmakla kalmayıp aynı zamanda onlan köreltmektedir de. imkanlannı 9. Bilimin geliştirciiJ5ı kimyasal ilaçlar ve tedavi yöntemleri bir taraftan insan sağııgını koruyor görünürken, diğer taraftan da yeni hastalıklarla daha çok insanın neredeyse alışkanlık düzeyinde yaygın olarak hasta olmasına neden olmaktadır. Sağlıklı insanbr üz.erinde yapılan ilaç ve diğer denemeler uzun vadede bilinmeyen bir yığın 0lumsuz sonuçlara neden olma ihtimali taşımakw.dlf. Ayrıca çok bÜyük bir sektö r ılaline gelmiş olan eczacılık daha basit ve ucuz tedavi yöntemlerinin duyulmaması ve geiiştiril­ meme-si için ulushrara sı düzeyde etkin bir lobi haline gelmisti r. 10. Tarımda verimlilig! artırmak amacıyla kullamlan kimyasal ilaçlar ve gübreler sadece insanın değil, doğanın kend isini yeniden üretebilmesinin önünde de önemli bir engel gibi durmaktadır. Bu nedenle bir çok organizmanın nesiinin yeryüzünden silinmesine şahit olunmaktadır. D:ı­ . ha fazla yararlanmak için doganın aşırı kullanımı uzun vadede tarım arazilerini veıimsiz çorak topraklara dönüştü­ recektic U. Her toplumda önemli bir sınıf haline gelen başta doktorlar olmak üzere tüm sagIık personeli için hasta insanlar bir geçincne nesnesi haline geldiğinden insana bakışın niteliği deği.;ımiş, insanlar bu sektör gözünde ne ka105 dar çaresiz hasta olurlarsa o kadar degerli hale gelmişler­ dir. Bu da insana verilen degerin pazar degerine düşmesi­ ne neden olmakta, toplumsal ahlakı degerlerin dejenere olmasını ıcolaylaştırm:iktadır. 12. Bilimin geliştirdigi üretim ve medya teknolojisi sonucunda tüm insanlar tekdüzeleşmeye ve kitleselleşme­ ye başlamıştır. Bu durumda bir çok insan için kimlik sorunu önceki dönemlere oranla daha belirgin olarak oıtaya 'çıkmaya başlanuş, hayatın anlanu sorgulanır hale gelmiştir. 13. Bilimsellik söylemi, nesnellik adına ortaya çıktıgı ve onu tekeline aldıgı için genel anlamda eleştirinin önünü kapamakla, özelolarak da farklı düşünme biçimlerini yok etmekle totaliter bir bakış açısının yerleşmesine uygun zemin saglamaktadır. 14. Bilginin bölünerek hayatın tüm alanları kendi birer uzmanlık alanına dönüştürülmesi sonucunda, insanlar dünyaya uzmanlık alanlanrun pencerelerinden bakar hale gelmekte ve hem diger bilgilere hem de dünyaya karşı yabancılaşma ortaya çıkmaktadır. Bu yabancı­ laşma insanlann iradelerini uzman sıfatını taşıyan insanlara teslim etmeleri sonucunu getirmektedir. 1;. Bilimsel ve teknolojik gelişme dünyanın bir tarafında açlık, sefalet, yetersiz beslenmenin olduğu, diğer tarafında da korkunç israflann yapıldığı dengesiz bir kaynak başlanna dağılımına yardımcı olmaktadır. 16. Araştırmalann öncelik sırası değişmektedir. Bilimsel üretim arz ve talebe göre işleyen pazara yönelik bir meta üretimi haline geldiği için kaynaklar toplum için gerekli olandan çok pazar degeri olan bilgi alanlanna kaydı­ nlrnaktadır. 17. Bilginin değerden uzaklaştırılması nedeniyle, bilim neden oldugu olumsuz sonuçlardan ayn gibi sunulmaktadır. Bu yüzden tüm insanlıgı yok edecek projelerde 106 çalışan bilim adamları herhangi bir ahlaki kaygı taşıma­ makta, bunu ahlaki tercihlerinden bagımsız olarak yaptık­ larını düşünmektedirler. 107 X. SONUÇ Bilim felsefesinde, teknik ayrıntılar bir yana bırakılacak olursa, temel tartışma konusu bilimsel bilginin niteliği ve onu diğer bilgilerden ayıran özelliğinin ne olduğudur. Fakat buna bakarak, bilim felsefesinin bilinun önünden gittiğini, yani bilim felsefesinin getirdigi açıklamalara göre bilimin yol aldıgmı söylemek gerçeği tersinden ifade etmek olacaktır. Bilim felsefesi tartışmalanna aktif olarak katılan felsefecilerin çoğunun meslekten bilim adamı olmaları bu sonucu değiştirmemektedir. Öte yandan, bir bilim dalında uzmanlaşanlarm, bilim felsefesi de dahil, genel anlamda feisefeye pek ilgi duymadıkları, hatta onu lüzumsuz bir uğraş gibi görerek küçümsedikleri de çok sık rastlanan bir olgudur. Böylesi bir durumda bilim adamlarının. bilim felsefesinin ışığında yol aldıklarını söylemektense, felsefecilerin bilimin itibanndan. da faydalanmayı göz önünde tutarak onun felsefesini yaptıkbnnı söylemek daha makuL. Dolayısıyla bilim felsefe.c:i ile bilimsel bilgi üretimi ;lf3sınciaki ilişkide bilim, daima felsefeyi öncelemektedir. hilimin felsefi bir arkaplanı olmadığı Tabii ki bilimsel bilgi üretiminin de bir felsefi arkaplanı vardır, tlpkı sosyal, siyasal kültürel Bu söylediğimiz, şeklinde anla~lımamJlıdır. 109 veya psikolojik bir arkaplanının olması gibi. Fakat bilim adamlarının, n~yin bilim olduğuna dair ölçüler vermeleri ve araştırma alanlarını belirlemeleri için dört gözle ortaya çı­ kacak bilim felsefecilerinin yollarını beklemedikleri de gayet açıktır. Tersine bilim felsefecileri, bilim tarihinden yola çıka­ rak bilim adamlannın çalışmalannda ve ileri sürdükleri görüşlerde "başarılı" olmalarını neyin sağladığını, onların etkinliklerini hangi "ölçütlerirı" yahut "süreçlerin" bHimsel kıldığını araştırmaya ÇJ.lıştıkları için bilim felsefesi bilimi daima arkadan izlemektedir. Eğer bilime yol çizmeyecekse, bilim felsefesinin varoseheh-i hikmeri nedir? Bilim adamlannın kendilerine akıl verecek, onlara yol gösterecek felsefecilere ihtiyaçlan olmadığına göre bilim felsefecisinin muhatabı kimdir? Bu sorunun cevabı gayet açıktır: Bilim hayranları. KılŞkusuz bilim adamİarı da özellikle boş zamanlarında, yahut dinlenirken kendileri ve etkinlikleri için neler söylendiğine bakacaklardır, fakat bilim felsefecisinin birinci mu hata bı kitledir. Buradaki kitle magazin okuyucusu anlamında değildir kuşkusuz; entellektüel kitledir kastedilen. luşunun U.fı böyle dolandırarak sonunda nereye varmak istemerak eden okuyucuların sabrını taşırmadan ağ­ zırTldaki haklayı çıkarayım: Eğer modeı"D. bilim, pğda,ş toplum örgütlenmeshıin ele.seninde yeralan bir bilgi üdiğimi retim alamysa bilim felsefesi de bu alanın en sadık ve vazgeçiIm.cz muhafızıdU". Calıit Külebi için anlatılır; (bir yerden okumadığırrı İ­ çin kişi haşkası da olabilir) bir gün müfettiş olarak girdiği edebiyat dersinde tesadlifen kendi şiirinin o günkü dersin konusu olduğunu görür. Sessizce arka sıralardan birine 0turarak dersi dinlemeye koyulur. Ögretmen şairle müfettişin aynı kişi olduğundan habersiz dizeleri tek tek tah[.aya 110 yazar ve konuştunır. "Burada şair şunu söylemek istemektedir, şairi anlamak için şu konuyu da açıklamak gerekir, burada şair şunu ima eder görünmektedir... " diye uzar gider hocanın açıklaması. Dersin. bitiminde kendisini taruttıktan sonra sorar Cahit Külebi: "Hocam ben bu şiiri yazarken söylediklerinizin hiçbirini aklımın ucundan bile geçirmemiştim, bunları nerden çıkardınız?" Öğretmen hiç bozuntuya vermeden pişkin pişkin cevabını yapıştırır: "Yazması sizden, konuşturması bizden." Bilim felsefecileriyle bilim adamları arasındaki ilişki de bir bakıma böyle. Bilim adamları bilimi üretir, bilim feIsefecileri de onu, bilim tarihinin de yardımıyla, belirli mantıksal ilişkiler çerçevesinde yeniden kurarlar. Bilimle ilgili şüpheleri izale ederler, bilimle bilim olmayanm f~'U üzerinde özellikle durarak insanlann )'anlışlıkIa bilim diye başka bilgilere saygı duymasının önüne geçmiş oluriar. Mantık.~l pozitivizIn daha 'sonraki tüm bilim felsefecileri tarafından kıyasıya eleştirilmi~tir. Niçin? Çünkü neyin bilim olduğu konusunda getirdiği açıklama çok sınırlı. Eğer mantıksal pozitivistiere kalacak olursa bugünkü bilimin önemli bir kısmının anlaIIL'iIZ diye bir köşeye atılması gerekir. Olur mu öyle şey! Ölçüleri öylesine geniş tutmak gerekir ki, bilimsel olabilecek tüm etkinlikleri içine alabilsin. Onlann bilimselolup olmadıgına aslında biiim adamlan onla n üreterek daha önceden karar veriyorlar. Ne bilimsel yazılann yayınlandığı dergilerin editör kurulunda, ne de laboratuarlarda görev başında bilim felsefedsi bulunur. Üstelik bilim felsefeeilerİnin dergileri de ayndır. "her şey gider" derken alkış degil. Bilimi dar alanlara hapsetmek yerine onu hayarın tüm alanlanna nüfüz edecek şekilde serbestleştinnektedir, her şeyin gittiği yerde, bilim çok daha rahat gidecektir çünkü: Nitekim Feyerabeııd' in, tufanına tutlılması boşuna 111 Diğer yandan bilim felsefesiyle ilgili tartışmalarda, modern bilim konusunda sarfedilen aykın sözleri okuyup vecde gelenlerin, heyecanları yatışınca, başta da söylediği­ miz gibi, bilim felsefecisinin daima önünden giden bilimin arkasından koşup ne edip edip ona bir şekilde meşruiyet kılıfı uydurma gayretkeşliğinin ne bilimi ne de bilim adamlarını en ufak bir şekilde rahatsız etmeyeceğini farketükleri zaman soluğu antibilimde almalarına da pek şaş­ mamak gerekir. Bu yüzden, bilim felsefesindeki anti-pozitivist çıkışla­ ortaya atılış amaçları ne kadar farklı olursa olsun somıçta, olası bir zihinsel muhalefeti, daha ortaya çıkmadan, etkisiz kıldığı ve böylece bilimin güvenle yol almasında önemli bir işlev gördüğü yargısı da yabana atılmamalıdır. rın, Öte yandan postmodenıb"! ve ~nt.ibilim dalgasının önemli ve "makul" tezleri olmakla birlikte bunların bir büdurumunda moo.er:nb'i: ve bi.llın­ bir işlev yüklenebileceklerini düşünmek, çok büyük bir iyimserlik oIacaktlf. Belki Ahmet Kara'nın deyişiyle modernizmin tasallutundan zarar gören kesimlerin entellektüel repeıtuarlannda bulundurması yarnh birer söylem bunlar. Ama hepsi bu. kadar. tün oiarak ele 2lırunasi §dd dalgadan çok farklı Yirminci yüzydın dü~ünürleri arcısında önemli bir yere sahip olan J. A. Schı.:ı..mpete.c 1942 yıllnda yazdığı, bir çok dilin yanısıra Türkçe'ye de çevrilen Kapitalizm, Sosyalizm ve DCti10krasi iSiıııii ünlü ('sednde, kendi kendine sorduğu "kapitalizm yaşarabillr mil" sorusuna verdiği "hayır bjç: zannetmiY01l.ım" cev,!. ,ının ardından kapitalizmin nasıl, bnıiarımn ileri s\1nlügü gibi başamızlığı yüzünden değil, tam tersi bizzat kl'ncii haşarılarıyia kendi sonunu hazırla­ yacağırl1 açıklamaya koyulur. gı Kapitalist sürecin dinamiklerini ve cııriIllinin gbsterdiseyri açıkladıkLın sonra ScnuJ"npc-ter, hepsi ,mun birer 112 yan ürünü olarak gelişen, okuma yazma oranı, eftiiiın öğ­ retim ve ba~h başına önemli iktisadi bir sektör haline gelen kitap, dergi, oneteterin yanısıra diğer ileti~jm imkanlarının da geli!şınesi sonucu sayılan günden güne anacak olan entcllektüellerin, özell ikle de m:ınevi tatminsizlik yüzünden, doğal mahrumiyetleri de sisteme yiıklemek suretiyle, üstelik arkı.larına önemli bir kitle desteg i de toplayar:ık, kapitalist sistemin çökertilmesinde önemli bir rol üstleneceklerini ileri sürmüştü. Schumpeter bunbn yazarken ne postmodentizme ne de antilıiliıne şahit olmuştu ama eminim doksanlı yıllara kadar yaşasaydı, "Gördünüz mü? Ben size dememiş miydim" derdi ~1eyecanJa. Gerçi henüz kapitallı..min selasınl vennek için zaman biraz erken, ama öldüğü zaman cenazesi ni defnetmeI..;: amacıyla çok sayıda gönüııü cemaatin hazır beklediği kuş­ kusuz. Siz bu müstakbel mevtanın adını isterseniz Aydmlarun.a projesi, modernizm, çağda!jlaşma, büyük anlatı ·· . b'l' ,""I d onerru, UllTICilik'l , lıat·,ı.ıne u.uaş:ına, san... ] ~cşrı'''':: , e.mpery<tırun. gelişme, kalkınma, ilerieme ... vs . o la rak da değişti­ rebilirsiniz: lnsanlıgın umudunur: onun yok edilmesine bağ landıgı çagdaş dünyanın günah keçisidir o. 113 KAYNAKÇA Althusser, 1. (969). For Marx. Translated by B. Brewster. New York: Pathean Books. Althusser, L. Balihar, E. (1970) Reading CapitaL. Translated by B. Bre\\'1er. L.ondon: Kew L.eft. Althusser, 1. (984). Felsefe ve Bilim Adanzlarıııııı Felsefesi. çev. Ö. Sezgin. Ankara: Birey ve Toplum Yayınlan. Kendiliğinden Ayer, A. L (984). Dii, Do,qm!uk ve Mant/!z. çev. V. Bacikadirogıu. btanbul: :vletis Yayınları. Bechler, Z. (1981) "What have they done to Kuhn". Biririkb, l, Gruender, D., ve Agazzi, E. (Der.). Tbeoı)' Chaii{!,e, Ai/eien! A.\'İomalfes and Gali!eo 's Metbodolo/ZV içinde vol. 1. (ss. 63-86). London: D. Reidel Publishing. Calineseu, İlL. (987). Fiue Faces of Modemily. Durham: Duke University Press. Chalmers, A. (990). Bilim Dedikleri ,'ley. çev. H. Arslan. Ankara: Vadi Y;ıyınları. Counihan, T. (1976). "Epistemology and :-icİence: Feyerabend and Leeotın." Ecoııonı)' aııd Soiet)', 5/1. Duben, 1. 11., ve Vngel, D. (Der.). (991). Çağd17ş ve Sanat. İstanhul:Plastik Sanatlar Derneği Ya- Düşünce yınları. 11i )- Elguea, ]. (985). "Paradigms and Scientific Revolutions in Development Theoıies". Developmeııt and Cbange, 16213-233. Feyerabend, P. (981). Realism, Ratioııa/ism aııd Scientific Metbod. Prulosoprucal papers vol. 1. London: Cambridge University Press. Feyerabend, P. (989). Yönteme Hayu: çev. A. Inam. Ara Yayıncılık. İstanbul: Feyerabend, P. (1991). Özgıır Bir Toplımıda Bilim. çev. A. Kordam. ıstanbul: Ayrıntı Yayınları. 011 Foster, H. (Der.). (986). 17Je Aııli-aestbetic: Essays Postmodern Cıı/ture. \X1ashington: Bay Press. Franck, R. (979). "Knowledge and Orinion." Nowotny, H., ve Rose, H. (Der.). Caunter-Movt?ıııeııls in Ibe Scieııces. İ<,jnde (5s.39-56). London: D. Reidel Publishing Company. Illich, 1. (1985). Okulsuz Toplum. çev. T. B. Üstün. Ankara: Birey ve Toplum Yayınları. ]ohans:-;oo, ı. O 983). "AngIasakson Bilim Fe b efe:.; i. " çev .. Alpay. Yazka Felsefe, 4/5. Kitaplar. Hacking. i. (Der.). (981). York: Oxford LTniversit)' Press. Scieılt[(ic Revafutioııs. Ne,,,,, Kara, A. (1992). Postmodern epistemolojiler ve modern bilim Tab:ıkoğlu, A., ve (elenk, S. (Der.). Bil/!,i, Bi/im ue ls/anı içinde, (ss. 153-167). !stanbul: lSAV Yayınbn. Kuhn, 1'. S. (1970). 17Je Siruclltre of Scientific Revoluticms. second ed. Chicago: Chicago University Press. Kuhn, T. S. (974). Second thoughts on p:ıfildigms. İ­ çinde Suppe, F. (DeL). 17J(' Structure of Scienti./k Theof'ies içinde, (ss. 458-517). London: University of Illinois Press. Kuhn, T. S. (986). "Reflections of My Critics." İçinde 116 L:ı katos , 1. and Ivlusgran:, A. (Der.). Crfticism and tbe Growtb oj Knowledge içinde, (ss. 231-270). London: Cambridge University Press. L.akatos, i. (986). Falslfıcation anel the MethoclohJh'Y of Scientific Research Programmes. Labtos, i. and ]"'Iusgmve, A. (Der.). Crificism and the Groıvtb oj Knowledge içinde, (ss. 91-196). London: Cambridge University Press. L:nıdan, 1.. (977). Progress and lts ProMems. London: Routledge & Kegan PauL. Lyorard, J. (990). Postmodern Dumm. çev. A. Çigdem. lstanbul: Ara Yayıncılık. I\1ckelvey, C. (991). Beyond EıbllOceıztn'sl1l: A 17.eof Mm:x"'.), COilcepr of Scieııce. London: Green""oocl Press. l\1agee, B. (982). Karl Popper'ın Bilim Felsefesi ue SÖ'aset j(;:ramı. çev. M. Tunpy. Istanbul: Remzi kitabevi. C01/structioız Magee, B. (985). l'eııi D/ışı/n Adamları. Çevirjyi derleyen M. Tıınç:.ıy. Ankara: Birey ve Toplum Yayınları. Masterman, M. (986). The Nature of :ı P::ıradig m. L1katas, ı. and Musgrav<;:" A. (Der.). Criticism and tbe Growtb of Kııoıı:/eclge ü; inde, (·;s. 59-89). London: Cambridge University Press. l\oL:n..-,vell, N. (984). From Kııou:/edge to Wisdom: A Reva/u/ian in Ibe Aiıııs and .1fethods of Scieııce. London: BasH Black-well. ~feJko, M. (969). T7.ıe Nature of Civilizatim!s. Porter Sargem Fubiish-ef. BOSKı n : Perıy, N. (977). "A coopar:ı.! i\'t! Analysis of Paradigm Proliferatian" , BritishJourııal ofSocioloPJ', 28(1) 38-50. Popper, K. R. 09(8). Aç.ıL~ Toplum' ue Düşmmı!an. Ankara: Türk Siyasi İlimkr Dernegi Yayınlan. 117 Popper, K. R. (959). The l ogic of Scientific Disco- uery. London. Ravetz, J (1979). Anti-cstablisment Science in Some British Journals. Nowotny, H., ve Rose, H. (Der.). Comıter -MoIJements in tbe Sciences içinde, (ss. 27-37). London: D. :Keielel Puhlishing Company Sanıp, M. (988). An hıfmducfOfY Guide to Postmul Pos/modemism. New York: Harvester Strııcturalism Wheatshcaf. Schumpeter, ]. A. (1950). Capitalism, Socialism and Dqlliocracy. New '1{ork: Harper & Brothers Publishers. Sunar,!. (1986). Düşün ve Top /um. Ankara: Birey ve Toplum Yayınları. Suppe, F. (1974). 77Je Structum of Scientific Th(}ories. London: University of Illinois Press. \Vingenstein, 1. (968). Philosophical bıvestigatiom. Tranbted by G. E. M. p..nscombe. New York: lvlacmillan Publbbing. Wittgensrein, 1. (985), Tractatus Logico-pbilosophhiAnı oba .İstan bul: B/F/S yayınları. cus.çev: O. Wolin , S. (980) Par:ıcligms and Political Tbeories. Guning, G. (DeL). Paradigms and RevaluNom içinde, (ss. 160-190. London: University of Norte Dame Press. Yudin, B. G. (1981). The Sociological and the Methoclologtea! In the Study of Changes in Science. Hintikka , ]., Gnıender, D., ve Agazzi, E. (Der.). Tbeo1}' Chaııge, Aııci­ and Galileo's Merbodologv içinde, vol. 1. London: D . Reklei Publishing. eııt-Axiomatics Zeka, N. (Der). (1 990). Postmodemizin. İstanbul: kıyı Yayınlan llS