Osmanlı-İngiliz İlişkileri Türklerle İngilizlerin ilk temasları muhtemelen Haçlı Seferleri sırasında olmuştur. Kral William’ın oğlu Robert komutasındaki İngiliz kuvvetleri, 1097 yılında Haçlı ordusu içerisinde Selçuklu topraklarına girmişlerdi. Bunun ardından ikinci temas 1396’da olmuş ve bu kez Lancaster dükünün oğlu John Beaufort komutasındaki 1000 kişilik İngiliz birliği Niğbolu Savaşı sırasında Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’in karşısına çıkmıştı. İngiltere’de Türklerin faaliyetleri hakkında çok az şey biliniyordu. O devirde Türk, Haçlı Seferleri sırasında Hıristiyanların çarpıştığı Sarazenlerin mirasçısı olarak kabul edilmiş ve bu nedenle bazı maceraperestler Haçlı Seferi geleneğini canlı tutmak için Doğu Avrupa’da Türklere karşı kılıç sallamıştı. Bunun dışında her hangi bir temas söz konusu değildir, nitekim1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından fethi bile İngiliz kroniklerinde kendine yer bulamamıştır. Bu nedenle Osmanlı Devleti, Avrupa’nın büyük devletleri içerisinde yer alan Venedik, Lehistan, Fransa ve hatta Rusya’dan sonra İngiltere ile münasebet kurmuştur. İngiltere ile bu kadar geç temas kurulmasının başlıca nedenleri İngiltere’nin mesafe olarak Türkiye’den çok uzak olması ve İngilizlerin Levant ticaretine sonradan katılmış olmasıdır. Türk tarafından bakıldığından ise, Avrupa ahalisine ayrım gözetmeden “Frenk” adı verildiğinden İngilizler bunun dışında tutulmamıştır. Ancak Türklere karşı savaşan “kefere” arasında İngilizlerin olmayışı ada ahalisine karşı kin tutulmasının önüne geçmiştir. İngilizler her ne kadar Doğu ile ticari ve diplomatik ilişki kurmamışsa da kullanıyorlardı. neredeyse Doğu mallarını Bilindiği üzere yollar İtalya’da bütün yakından tanıyor Hindistan’dan birleşiyor ve başlayan ve buradan Avrupa’nın hemen her köşesine dağıtılıyordu. XV. yüzyılda bu dağıtım işini çoğunlukla Venedikliler yapıyordu. Böylece Hindistan’ın baharatı, Girit şarabı, Türk pamuklu kumaş ve halıları, İran ipeği, Doğu’nun değerli taşları ve her türden zengin nesneler Venedik’ten kalkan gemilerle İngiltere’ye taşınırdı. “Flanders Kadırgaları” olarak bilinen Venedik donanması son dönemde düzensiz olmakla birlikte 1532 yılına kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. Ümit Burnu yolunun bulunmasıyla beraber Doğu malları bu kez Portekizliler tarafından dağıtılmaya başlanmış ve üstelik de İngiltere’ye çok daha yakın olan Anvers kenti bu mallar için antrepo olarak kullanılmıştır. Böylece İngilizler, riske girip uzun yolculuklar yaparak Akdeniz’in doğusuna gitme gereği aldıkları silahlı duymadan bu şehirde alışverişlerini yapmışlardı. Portekizlilerin, Hint Okyanusu’nda önlemler nedeniyle Hindistan mallarının bir ara Akdeniz limanlarına gelmediğine yukarıda değinmiştik. İşte bu nedenle Flanders Kadırgaları İngiltere’ye gidememiş ve İngilizler bilhassa Akdeniz ürünlerinden mahrum kalmıştı. İşte İngilizlerin Levant’ta ilk ticari faaliyetlere başlamaları bu dönemde olmuş, hatta İngiltere Kralı XIII. Henry, Justiniano adlı bir İtalyanı İngilizler adına konsolosluk yapması için Sakız Adası’nda görevlendirmişti. 1530’lara kadar seyrek de olsa yapılan seferler durmuş, neredeyse 30 yıl boyunca İngilizler Levant bölgesinde görülmemiştir. Sonraki dönemde kurulan büyük şirketler bu dönemde olmadığından ticaret küçük çaplı ve bireysel olarak yapılıyordu. Bu durum tüccarları korsanlara karşı kolay lokma yapıyordu. İngilizlerin Osmanlılarla doğrudan ilk teması 1553 yılında olmuştur. Anthony Jenkinson adlı İngiliz tüccar İran seferi için Halep’te konaklayan Kanuni Sultan Süleyman’ın huzuruna çıkarak kendisi ve mümessili için bir ticaret müsaadesi almayı başarmıştı. Buna göre Jenkinson veya mümessili Osmanlı limanlarına uğradığında Fransız ve Venediklilerin sahip oldukları imtiyazlardan faydalanacak, belirli gümrük vergisinden başka hiçbir vergi vermeyecekti. Bu ilk ticaret müsaadesi kişiye özel olup sadece Jenkinson ve mümessilinin yararlanabileceği şekilde düzenlenmişti. Üstelik bundan ne Jenkinson ne de bir başkası yararlanmamış, herhangi bir İngiliz gemisi Türk limanlarına gelmemişti. Bu tarihten sonra 25 yıl İngiliz ticaret gemileri Levant bölgesinde görünmemiştir. Anthony Jenkinson ve diğer İngiliz tüccarlarının amacı bir şekilde Hindistan ticaretine entegre olmaktı. Bunun için farklı yol arayışına girmiş ve bu vesile ile 1555 yılında Ruslarla anlaşarak Moskova Kumpanyası’nı kurmuşlardı. Ruslarla oldukça kârlı bir ticaret yaparken öte yandan da İran üzerinden Hürmüz’e ulaşmanın çabası içerisindeydiler. Nitekim Jenkinson Kafkaslarda ve Orta Asya’da dolaşmış, ticari bağlantılar kurmaya çalışmıştı. Bu durumun farkında olan Osmanlılar, İngilizlerin bu emellerini baltalamak düşüncesiyle, 1562 yılında İran Şahı’na bir elçi gönderdilerse de bundan bir sonuç çıkmamıştı. Bunun üzerine 1578’de Azerbaycan ve Şirvan ele geçirilerek İngilizlerin planlar yaptıkları yol üzerine kontrol sağlanmış oldu. Dolayısıyla İngilizler tekrar Osmanlı padişahına dönmek zorunda kaldılar. İngilizlerin Osmanlı Devleti’ne yüzünü dönmesinin bir nedeni de İspanyollarla artan düşmanlıktı. Elizabet İngilteresi, Katolik İspanya ile dini nedenler dışında siyasi ve iktisadi alanlarda da sorunlar yaşamaya başlamıştı. Bu sorunlar doğal olarak İspanya hakimiyetindeki Anvers ile olan ticareti de etkilemiş ve bu durumda İngilizler yeni pazarlar aramaya başlamıştı. İngiltere Kraliçesi Elizabeth, tahta çıktığında Doğu ticareti bütünüyle Katolik devletlerin elinde olup bu ticarete ortak olmak kolay değildi. İspanyol donanmasının engellemeleri yanında Osmanlı Devleti ile ticari anlaşmalar yapıp kendi bayrakları altında ticaret yapma hakkı olan Fransız ve Venediklilerin engellemelerinin de bertaraf edilmesi gerekiyordu. Eski gücünü kaybetmiş olsa da Venedikliler Levant’ta hâlâ etkiliydiler, Fransızlar ise 1536 yılında elde ettikleri kapitülasyonlar sayesinde kendilerini kabul ettirmişlerdi. Osmanlı Devleti ile ticari temas noktasında ilk teşebbüs Londralı iki tüccar Edward Osborne ve Richard Staper tarafından atılmıştır. Bu iki tüccarın temsilcisi olan William Harborne, Bâbıâli’ye sunulmak üzere Kraliçe Elizabeth tarafından yazılmış bir tavsiye mektubu ile Ekim 1578’de Lehistan üzerinden karayoluyla İstanbul’a geldi. Harborne, yaptığı görüşmeler neticesinde 1579’da Bâbıâli’den Venedik, Lehistan ve Fransız tüccarların sahip olduğu haklar nispetinde kendisi ve temsilcisi olduğu iki tüccar için ticaret izni almayı başardı. Harborne, Kraliçe Elizabeth’e hitaben bir mektup ve ticaret müsaadesi ile Londra’ya dönmüştü. İstanbul’da kaldığı süre zarfında ticari meselelerle ilgilenen Harborne, aynı zamanda İspanya’ya karşı işbirliği imkânlarını da araştırmıştır. Harborne’un dönüşünden sonra İngilizler, Türklerle olan ilişkilerini iki noktada yoğunlaştırarak geliştirme çabası içerisine girdiler. Birincisi, kendi bayrakları altında ticaret yapmak, ikincisi de İspanya’ya karşı Osmanlı Devleti’nin desteğini sağlamak ve hatta mümkünse ittifak yaparak birlikte savaşa girmekti. Bu iki hususta yapılan çabalar bir süre sonra semeresini vermiş ve 1580 yılında verilen ahidnâme ile İngilizler, Osmanlı limanlarında serbest ticaret hakkı kazanmıştı. 1580 tarihli ahidnâme, Venedik ve Fransa’nın sahip olduğu ayrıcalıkları İngilizlere de vermiş ve bundan sonra kendi bayrakları altında ve sadece % 5 vergi vererek ticaret yapma imkânına kavuşmuşlardı. 1 Yalnız bu ahidnâmenin yürürlüğe girmesi Elizabeth’in bir büyükelçi gönderip siyasi münasebetleri başlatmasına bağlanmıştı. Osmanlı Hükümeti’nin İngilizlere verdiği ticaret izni 1536’dan beri Osmanlıların Avrupa’daki yegâne müttefiki olan Fransa’yı rahatsız etmiş ve hatta Venediklilerle birlikte olası bir anlaşmanın önüne geçmek için yoğun çaba sarf etmişti. Fransız elçisinin yakınmaları bir süre sonra karşılık bulmuş ve Fransa’nın gönlünü kırmadan İngilizlerle anlaşmanın yolları aranmıştır. Bu vesile ile Sultan III. Murad, Fransa Kralı III. Henry’ye bir mektup yazarak onun onayını almadan Kraliçe ile müzakereye girişmek istemediğini ve yine onun onay vereceği bir kişinin İngiltere büyükelçisi olarak gönderilmesinin uygun olacağını bildirdi. Böylece Fransa ile mevcut durum korunacak, ilaveten İngiltere ile de siyasi ilişki kurulacaktı. Fransa’nın siyasi Fransa’nın İstanbul elçisi Germigny’ye göre İngilizlere verilen ticaret izninin sebebi bu ülkeden ithal edilecek ürünlerin öneminden kaynaklanıyordu. Papa, bütün Hıristiyan devletlere Türklere savaşlarda kullanılacak malzemenin satışını yasaklamıştı. Buna karşılık Protestan İngilizler, başta demir, kalay ve kurşun olmak üzere yasaklı malların satışını vaat edince İran savaşlarının devam ettiği günlerde böyle bir vaat Türkleri ticari izin için ikna etmeye yetmişti. Yani iki ülkenin karşılıklı beklentileri bu yakınlaşmanın sebebini oluşturmaktadır. 1 manevraları ile bu dönemde İngilizlerle anlaşma çalışmaları rafa kaldırılmış ve bu Harborne’da ülkesine dönmüştü. Harborne ülkesine döndükten sonra Kraliçe Elizabeth, aralarında Osborne ve Staper’in de bulunduğu 12 tüccara 11 Eylül 1581 tarihinde Türkiye ile ticaret imtiyazı vermiş ve diğer tüm İngiliz vatandaşlarına Osmanlı topraklarında ticaret yapmayı yasaklamıştı. Böylece Türkiye Kumpanyası’nın kuruluşu gerçekleştirilmiş, ardından da 1583 yılında William Harborne hem İngiltere’nin ilk büyükelçisi hem de kumpanyanın ticari temsilcisi olarak İstanbul’a gönderilmiştir.2 Fransız elçisi Germigny, Harborne’un huzura kabul edilmesi halinde Türk-Fransız ittifakının sona ereceği tehdidini savursa da 24 Nisan 1583 günü Harborne huzura çıkıp el öpmüş, güven mektubu ile birlikte beraberinde getirdiği hediyeleri takdim etmişti. Kraliçe Elizabeth’in gayesi sadece ekonomik kazanç elde etmek değildi. 1580 yılında Portekiz’i hâkimiyeti altına alarak gücünü daha da artıran İspanya Kralı II. Filip, her geçen gün İngilizler için daha da korkutucu bir düşmana dönüşmüştü. Bu nedenle Kraliçe, hem Filip hem de diğer Katolik devletlere karşı Sultan III. Murad’ın siyasi desteğini almanın ve hatta mümkünse Osmanlıları İspanyollara karşı savaşa sokmanın çabası içerisindeydi. 1575 yılında da Kraliçe, Luccalı bir İtalyan olan Acerbo Velutelli ve arkadaşlarına 10 yıl süreyle Venedik ticaret tekelini vererek Venedik Kumpanyası’nın kurulmasını sağlamıştı. 2 Bu dönemde Osmanlıların da İspanya’yı büyük bir tehdit olarak gördüğü bir gerçekti. Ancak devam eden İran harpleri Osmanlıları yeni bir savaşa girmekten alıkoymuş, böylece Kraliçe’nin arzusu hayata geçmemiştir. Harborne ve takipçilerinin çabaları siyasi amaçları gerçekleştirmede işe yaramadıysa da ticari olarak önemli ilerlemelerin kaydedildiğini söylemek mümkündür. Çeşitli yünlü kumaşlar, kalay, çinko, kurşun ve tavşan derisi getiren İngiliz gemileri Levant limanlarından ham ipek, çivit, çırçır, kınnap, frenküzümü, gazyağı, şarap, şap, anason, kuru üzüm, baharat ve tiftik gibi çeşitli ürünleri götürmüş ve bu ticaretten % 300’lere varan kârlar elde edilmişti. 1588 yılında İngiltere donanmasının İspanyolları mağlup etmesi İngiliz tüccarların Akdeniz’de daha güvenli seyretmesine yol açmış ve bu sayede ticaret hacmi de genişlemişti. 1592 yılında sona eren imtiyaz yenilendiğinde Türkiye ve Venedik Kumpanyaları birleştirilerek daha büyük bir faal “Levant Kumpanyası” kurulmuş ve İngilizlerin faaliyetleri artarak devam etmiştir. XVII. yüzyıla bakıldığında Türk-İngiliz ilişkileri sadece siyasi açıdan önem taşımış, siyasi bakımdan ilişki kurulmamıştır. Ticari olarak adı geçen yüzyılın ilk çeyreğinde Hollanda’nın Akdeniz ticaretinde faaliyete başlaması bölgede yeni bir hareketliliğe sebep olmuştu. XVI. yüzyılın son çeyreğinde Akdeniz ticaretine katılan Hollandalılar, kapitülasyon alana dek İngiliz veya Fransız bayrağı altında ticaret yapabilmiş, 1612 yılından itibaren kendi bayrakları altında ticaret yapabilme imkânı bulabilmiştir. XVII. yüzyılda Türk-İngiliz ilişkilerine bakıldığında siyasi temaslardan ziyade ticaretin ön plana çıktığı görülmektedir. İç savaş yıllarında ticaretin duraksaması dışında İngilizler Levant’ta yoğun ticari faaliyetlerde bulunmuş, 1660 yılında Cromwell koruyuculuğu dönemi sonrası düzenin tesis edilmesiyle birlikte ticari faaliyetlerde büyük artış olmuştur. Ancak bu yüzyılda İngilizlerin ticaret hacmi Bâbıâli’ye daha yakın olan Fransa’nın hep gerisinde kalmıştır. İngiliz kumaşları, kalite olarak Fransız kumaşlarından üstün olmalarına rağmen, Türk pazarında daha çok Fransız kumaşları satılıyordu. Levant bölgesinin iklimine daha uygun kumaş üreten Fransızlar, mesafe olarak daha yakın olmanın avantajını kullanarak ürünlerini İngilizlere göre çok daha ucuza satıyorlardı. Daha kaliteli kumaşa yüksek bedeller ödemeye hazır bazı kesimler olmakla birlikte müşteri kitlesinin çok büyük kısmı ucuz ürünleri, yani Fransız kumaşını tercih etmiştir. Osmanlı Devleti’nin Avusturya ve Rusya’ya karşı giriştiği savaş sonrası 1739 yılında imzalanan Belgrat Anlaşması müzakereleri sırasında Fransız Büyükelçisi Marquis de Villeneuve Türkler lehine arabuluculuk yapınca, 1740 yılında Fransızlar eskisinden çok daha kârlı kapitülasyonlar elde etmişlerdi. Bu dönemde Fransız ticareti olağanüstü bir hızla artış göstermişti. Devrim öncesi Türkiye’nin Avrupa ile toplam ticaretinin beşte üçünü Fransa karşılarken, İngilizler sadece beşte bir oranında ticaret yapabiliyordu. 1776-1783 yılları arasında İngiliz donanmasının Amerika savaşlarında olması Akdeniz’de ticareti İngilizler adına adeta durma noktasına getirmişti. Öyle ki 17791783 yılları arasında tek bir İngiliz gemisi İstanbul’a gelememişti. XVIII. yüzyılda Akdeniz’de ticari üstünlük Fransızların elindeydi. İngilizler, Yedi Yıl Savaşları sırasında Hindistan’ın tek hâkimi olduklarını göstermişlerse de çok geçmeden Amerika’daki sömürge topraklarını kaybederek ciddi bir darbe yemişlerdi. Dolayısıyla Hindistan, İngiltere için çok daha önemli bir hale gelmiş, Hindistan’a yönelik tehditler İngilizleri daha fazla korkutur olmuştur. Yedi Yıl Savaşları sırasında yedikleri darbelerden muzdarip olan Fransızlar, İngilizlerin canını yakmak için harekete geçmişti. İngilizlerin en hassas oldukları yer Hindistan’dı, fakat Fransız ordusunun Hindistan’a doğrudan saldırı yapma imkânı yoktu. Bunun için hedef olarak Hindistan’a giden yolun ağzındaki topraklar, yani Mısır seçilmişti. Böylece Mısır, iki büyük gücün, İngiltere ve Fransa’nın Hindistan yolunda yeni mücadele sahası olmuştur.