çağdaş ikdisadi düşüncede sol perspektifler

advertisement
ÇAĞDAŞ İKDİSADİ DÜŞÜNCEDE SOL PERSPEKTİFLER
- ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI, BAĞIMLILIK KURAMI,
MODERN DÜNYA SİSTEMİ TEORİSİ -
Arş. Gör. Yakup AKKUŞ
Atatürk Üniversitesi
İİBF, İktisat Tarihi Anabilim Dalı
1
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ...................................................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM............................................................................................................3
1.1. ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI....................................................................................3
1.2. OSMANLI TOPLUM DÜZENİ.................................................................................4
1.2.1. Sınıf Yapısı..........................................................................................................4
1.2.2. Ekonomi...............................................................................................................5
1.3. ATÜT VE OSMANLI TIMARI.................................................................................6
1.4. FEODALİTE VE OSMANLI TIMARI.....................................................................9
İKİNCİ BÖLÜM................................................................................................................11
2.1. BAĞIMLILIK KURAMI...........................................................................................11
2.1.1. Bağımlılık Kuramının Temel Önermeleri...........................................................12
2.1.2. Kurama Yönelik Eleştiriler..................................................................................13
2.1.3. Kuramın Türk Düşününe Yansımaları.................................................................15
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM.............................................................................................................16
3.1. MODERN DÜNYA SİSTEMİ TEORİSİ...................................................................16
3.1.1. MDST’nin Temel Kavramları..............................................................................16
3.1.2. Modern Dünya Sisteminin İşleyişi.......................................................................18
3.1.3. Teorinin Sosyolojik Boyutu..................................................................................20
3.1.4. Teoriye Yöneltilen Eleştiriler................................................................................21
3.1.5. Teorinin Osmanlı İktisadiyatı Boyutu...................................................................22
SONUÇ YERİNE.................................................................................................................26
KAYNAKLAR.....................................................................................................................27
2
GİRİŞ
Bu çalışma, 1960’lardan itibaren 70’leri de içine alan bir dönemde iktisadi düşünce ve
sisteme sol perspektiften bakan üç teoriyi açıklamayı amaçlamaktadır. Bunlar, sırasıyla
ATÜT, Bağımlılık Kuramı ve Modern Dünya Sistemi Teorisidir (MDST).
ATÜT aslında, Marks’ın toplumların geçireceği aşamalar kabulünün dışında bir yapıdır.
Tarihi toplumsal aşamalara bölen Marks, Asya tipi ülkelerde kendi tarihsel aşmalarının
yaşanmadığını gözlemlediğinde bu ülkelerde niçin bir feodalleşmenin olmadığını ve kapitalist
üretim sistemine niçin geçilmediğini yorumlamaya çalışmıştır. Marks ve Engels’in konu
üzerinde yaptıkları çalışmalar ve yorumlarından sonra uzun bir süre ATÜT konusu
işlenmemiş hatta liberal iktisatçılar tarafından -ATÜT’ün Marksist iktisadın açıklayamadığı
ve teoride önemli bir boşluk oluşturduğu eleştiriler- yapılmıştır. Siyasi ve ekonomik
sebeplerle sol söylemin güçlendiği 60’larda bu üretim tarzı tekrar gündeme alınmış, ATÜT
hem teorik hem de empirik analizlerin konusu haline gelmiştir. Türkiye’de aynı dönemde,
ATÜT konusu özellikle Marksist tabanlı aydın ve akademisyenler tarafından işlenmiştir.
ATÜT’ün temel özelliği, kırsal emeğe dayalı merkezi bir devletin varlığıdır. Bu üretim
tarzında, devlet ülkedeki toprak mülkiyetini elinde bulundurur ve ana gelir kaynağı da bu
topraklar üzerinde tarımla uğraşan kesimin yarattığı ekonomik çıktıdır. Bu üretim tarzının
egemen olduğu Asya tipi ülkelerde, büyük çaplı organizasyonu gerektiren kamu işleri devlet
tarafından yapılır. İşte ATÜT, bazı özelliklerinin Osmanlı toplumsal yapısına benzerliği
nedeniyle Türkiye’de araştırmacıların tarafından ilgi odağı olmuş ve toplumun azgelişmişliği
ATÜT özelinde açıklanmaya çalışılmıştır. ATÜT’ün ilk defa sistemik olarak açıklanması ve
Osmanlı toplumsal yapısıyla karşılaştırılması Sencer Divitçioğlu tarafından yapılmıştır.
İkinci olarak incelenen teori/kuram, aynı dönemlerde Batı’da tartışma konusu olan
Bağımlılık Kuramıdır. Bu kuramın çıkış yeri ve temel inceleme alanı Latin Amerika’dır.
Kuram, Latin Amerika’nın azgelişmişliğine sebep olarak gelişmiş ülkelerin bu ekonomiye
uyguladığı adaletsiz mübadele politikalarını gösterir. Bağımlılık kuramına göre, azgelişmiş
bir ülkenin (AGÜ) kalkınması ancak gelişmiş ülkelerle girdiği ilişkilerin azaldığı/asgariye
indiği dönemlerde mümkündür. Çünkü, gelişmiş ülkeler (merkez), AGÜ’leri (çevre) dış
3
ticarette kendilerinin ürettiği sanayi mallarına muhtaç tutmakta ve bu ülkeleri hammadde
üreticisi ve ihracatçısı konumuna getirerek/zorlayarak sanayileşmelerine engel olmaktadırlar.
Bağımlılık kuramı azgelişmişliği açıklamakta sadece ticareti dikkate aldığı, AGÜ’lerin kendi
iç niteliklerine vurgu yapmadığı gibi açılardan bir çok eleştiri almış, zamanla yerini/gündemi
Modern Dünya Sistemi Teorisine (MDST) bırakmıştır.
MDST, bağımlılık kuramının analizi gibi dünyada eşitsizliğin sebebi olarak gelişmiş
ülkeleri göstermiş yine analizin merkezine de mübadele ekonomisini koymuştur. MDST’ye
göre dünya sistemi, dünya imparatorlukları ve dünya ekonomisi olmak üzere iki sosyal
sistemden oluşur. Teorinin kurucusu Wallerstein, modern dünya sitemini kapitalist dünya
ekonomisi olarak tanımlamış ve dünya imparatorluklarının zamanla bu sistem içerisinde
eridiği/çevreleştiği tezini ortaya atmıştır. Bu teoriye göre, kapitalizmin ortaya çıkmaya
başladığı 16. asırdan itibaren gelişmiş ülkelerin (GÜ) artan mal üretimi ve işçi/alıcı arayışı,
onları azgelişmiş bölgelere yöneltmiştir. Böylece, AGÜ’ler GÜ’lerin sanayi ürünlerini almaya
ve hammadde ihracında uzmanlaşmaya zorlanmıştır. Ticaret yoluyla empoze edilen bu süreç,
sonunda bölgeler arasında toplumsal bir işbölümü yaratmıştır; merkez, çevre, yarı-çevre ve
dışsal bölgeler. Wallerstein’ın teorisinde, gelişmiş/kapitalist ülkeler, merkezi, sömürge
bölgeler çevreyi ve siyasi olmasa da ekonomik sömürüye maruz kalan bölgeler de yarıçevreyi oluşturmuştur. Çevre ve yarı-çevre bölgeler merkezin aksine emek-yoğun çalışan
niteliksiz emeğe sahiptirler. Dışsal bölgeler olarak tasvir edilen yerleri ise Osmanlı ve Rus
İmparatorlukları gibi dünya imparatorlukları işgal etmektedirler.
Üç bölümden oluşan bu çalışmada, teorilerin ortaya atıldığı yıllar dikkate alınarak, ilk
önce ATÜT konusu işlenmektir. ATÜT hakkındaki kısa teorik bilgilerden sonra Osmanlı’nın
ATÜT’le olan benzerlik ve farklılıklarına değinilmekte ve daha sonra Osmanlı tımar sistemi,
feodal üretim tarzı ve ATÜT’ün genel bir karşılaştırması yapılmaktadır.
İkinci bölümde, Bağımlılık Kuramı irdelenmektedir. Kuramın kapsamı ele alındıktan
sonra karşı eleştirilere ve son olarak kuramın Türk düşünce alanına yansımalarına dikkat
çekilmektedir. Üçüncü ve son bölümde, MDST genel hatlarıyla ele alınmakta ve yine teoriye
yöneltilen eleştiriler sıralanmaktadır. Ayrıca, teorinin Osmanlı iktisadiyatı açısından önemi ve
etki ettiği Osmanlı çalışmalarına değinilmektedir.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
1.1. ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI
Asya tipi üretim tarzı (ATÜT) üzerine tartışmalar 1960’larda Fransa’da başlamıştır.
Aynı dönmede, Kemal Tahir, Selahattin Hilav ve Sencer Divitçioğlu gibi aydın ve
akademisyenler bu konuyu Türkiye düşünce alanına taşımışlardır.1 ATÜT’ün, Marx’ın üretim
tarzlarının devinmesiyle ilgili kölelik-feodalite-kapitalizm biçimindeki doğrusal aşamalarına
aykırı olması dolayısıyla, iktisatçılar tarafından ATÜT’ün bu aşamalar içerisinde hangisinin
yerine konulacağı tartışma konusu olmuştur. O dönemde yapılan tartışmalar, Asya ve Uzak
Asya’nın feodal dönemi yaşayıp yaşamadıkları, doğrudan ATÜT’e geçip geçmedikleri gibi
sorular üzerineydi. Türkiye’de ki tartışmalar ise, “Türkiye niçin azgelişmiş idi?”, “Bu durum
ATÜT özelinde açıklanabilir mi?” idi.
ATÜT’ün temel özelliği, tarım ekonomisine dayalı merkezi bir devletin varlığıdır. Bu
sistemde toprak mülkiyeti devlete aittir. Duruma göre, toprak bütün komüne, yönetici sınıfa,
yönetici sınıfın temsilcisi olarak hükümdara (Çin Örneği), egemen aileye, hükümdarın
kendisine ve hatta hükümdarın kişiliğinde temsil edilen ilahi güce ait olarak görülür. 2 Bu
mülkiyet biçimi iki temel sebebe dayanmaktadır; köy topluluklarının kendini destekler
karakteri ve devletin üzerine almış olduğu kamu işleri.3 Köy topluluklarının kendini
desteklemesinden kastedilen, Asya topluluklarında tarım ve el sanatları arasında gelişmiş bir
işbölümünün varlığıdır. Bu ekonomilerde, üretilen ürünün büyük bir kısmının tüketime
ayrıldığı ve geriye kalan kısmın devlete geçtiği “kullanım değerli” bir üretim biçimi söz
konusudur. XIV. ve XV. asırlarda, Asya köy topluluklarının
her birinin kendi içinde
işbölümü bulunmasına karşın, aralarında işbölümü bulunmaması -yani her topluluğun kendi
ihtiyacı olanı üretmesi- sonucu mübadele ekonomisi için gerekli ortam doğmamıştır.4
Devletin üzerine aldığı ve halktan topladığı vergilerle finanse ettiği kamu işleri ise,
orduya silah, malzeme, erzak, insan temini, ulaştırma şebekelerinin kurulması ve geniş
Coşkun Çakır, “Türkiye’de İktisat Tarihi Çalışmalarının Tarihi Üzerine Bir Deneme”, Türkiye Araştırmaları
Literatür Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, İstanbul., 2003, s., 41.
2
Stefanis Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Gözlem Yay., Bilim Araştırma Dizisi, 3, İstanbul,
1980, s., 55.
3
Sencer Divitçioğlu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Sermet Matbaası, Kırklareli, 1981, s., 25.
4
Gülten Kazgan, İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1999, s., 356.
1
5
sulama tesislerinin inşa edilmesidir. Doğu’daki zorlu iklim ve toprak şartlarının sonucu
olarak, sulama problemini devlet üstlenmiştir. Bu gibi büyük çaplı işler, kamu müdahalesini
gerektirdiği için Asya topluluklarında özel mülkiyet ortaya çıkmamıştır.5
Marx, ATÜT’de -feodal düzene karşın- köylünün özel mülk sahipleri karşısında değil
ortaklaşa toprak mülkiyetini sürdüren ve koruyan devlet karşısında bulunduğunu belirtmiştir.
Bundan dolayı, devlet toprak rantını almak için ekonomi dışında bir zorlamaya başvurmak
zorunda kalmamakta ve köylü ancak tebaa olarak yükümlülük duymaktadır.6
ATÜT, temelde ikili ekonomi özelliğini gösterir. Bir yanda kendini destekler köy
topluluklarının hakim olduğu kır kesimi, öte yanda -devleti temsil edenlerin talepleri ile
beslenen ticaret dolayısıyla- kalıplaşmış bir kent kesimi varlığını sürdürmektedir. ATÜT’de
yaratılan artık ürünün hakim sınıfın eline geçişi ticareti, ticaret de sanayinin yerleştiği
şehirlerin gelişmesine sebep olmuştur.7
Marx’a göre, Asya tipi toplumların içsel dinamiğine bağlı bir evrimi olmayacaktır.
Çünkü, toplum ve ekonomi kendi içinde tutarlı yapısını yeniden üretip sürekliliğini devam
ettirmektedir. Buna karşılık Marx, Asya tipi toplumların evriminin kapitalizmin etkisiyle yani
aslında dış etkenlerle yaratılabileceği kanısını taşır.
ATÜT, Wittfogel tarafından SSCB’deki uygulamayı yermek için kullanılmıştır.
Wittfogel’e göre, Asya tipinden evrilen SSCB gibi sosyalist toplumlarda kollektif sömürme
biçimi devam etmiş, sistem sadece sosyalist mülkiyet tarzına dayanmıştır. Asya tipi
toplumların despot iktidarı, burada bürokrat yönetici sınıfa dönüşmüştür. Sosyalizm bu
uygulamada, sınıf çatışmasını bürokrat yöneticiler ve halk arasında sürdürmüştür.8
1.2. OSMANLI TOPLUM DÜZENİ
1.2.1. Sınıf Yapısı
Klasik dönemde, ekonomisi tarıma dayalı olan Osmanlı İmparatorluğu’nda sınıfsal yapı
da üretim tarzının etkisiyle, yönetenler sınıfı olan askerler ve ulemadan oluşan üst tabaka ile
yönetilenler (reaya) sınıfı olan kentliler, köylüler ve göçebelerin oluşturduğu alt tabakadan
ibaretti. Kentlerde, lonca esnafı ve tüccarlar ile sarraflar yoğunluktaydı.9
Askeri bir karaktere sahip olan Osmanlı İmparatorluğu vergi ve toprak düzenini de
askeri amaçlara/kaygılara göre düzenlemişti. Öyle ki, adalet dairesi denilen ve Osmanlı
düzenini anlatan durağan yapı, askerin öneminden dem vurmaktadır. Adalet Dairesine göre,
Divitçioğu, a.g.e., s.,20.
Selahattin Hilav, “Asya Tipi Üretim Biçimi Üzerine Açıklamalar”, Eylem, Sayı 13., Cilt 2., 1965, s., 4.
7
Divitçioğlu, a.g.e., s., 31.
8
Kazgan, a.g.e., s., 359.
9
Sinan Akşin, “Osmanlı ve Türk Toplumundaki Sınıf Yapısı Üzerine Bir Deneme”, Toplum ve Bilim, Sayı.2,
Yaz 1977, s., 34.
5
6
6
asker olmadan devlet olamazdı. Ekonomi ve finans gücü olmadan askerden, finansmanı
sağlayan reaya olmadan da ekonomiden bahsedilemezdi. Reayanın devlete bağlılığını da
adalet sağlamaktaydı. Dünyaya düzen veren adalet Osmanlı’da şeriat (dini kanunlar) adını
almış devlet de şeriatın en büyük koruyucusu olmuştur.
Osmanlı’da askerin sınıflar içerisindeki ağırlığı mali durumlarından da gözlemlenebilir;
16. asırda, memleket servetinin önemli bir kısmı askeri sınıf lehine geçmiş, askerler iktisadi
durum açısından en yüksek sınıf içerisinde yer almışlardır.10
1.2.2. Ekonomi
İktisadi konularda Osmanlının birinci önceliği, ordu, saray ve bürokrasi de olmak üzere
kent ekonomisinin iaşesidir. Bu önceliğe bağlı olarak, ithalat iç piyasalardaki malların arzını
artırdığı için desteklenmiş, ihracata ise ancak yerli talep karşılandıktan sonra izin verilmiştir.
Hatta, iç piyasalarda darlıklar gözlenince gıda maddeleri ve hammaddelerin ihracatı
yasaklanmıştır. İkinci öncelik ise devlete mali gelir sağlamaktır. İlk ikisiyle yakından ilişkili
olan üçüncü öncelik ise geleneksel düzenin korunması ve yeniden üretilmesidir. Osmanlıda
tüccarların, lonca üyelerinin veya başkalarının hızla zenginleşmeleri düzenin çözüleceği
endişesiyle olumlu karşılanmamıştır.11
Klasik
Çağın
Osmanlı
ekonomisi,
tımar
sistemiyle
anılmaktadır. 12
Osmanlı
İmparatorluğunda, Tanzimat’a kadar teşkilat ve maliye sisteminin gereklerine uyarak vergi
toplama hak ve yetkilerinden önemli bir kısmı dirlik, malikane veya vakıf şeklinde muhtelif
hizmet ve vazife sahiplerine bırakılmıştır.13 Bu sistemde devlet askeri masraflarını finanse
etmek, asayişi sağlamak ve sair amaçlarla ademi merkeziyetçi bir mantık çerçevesinde
ülkenin çeşitli bölgelerinde vergi toplama görevini tımarlı sipahilere vermiş, sipahiler de belli
miktarda asker yetiştirme ve gerektiğinde savaşa hazır bulunma görevleriyle sorumlu
tutulmuştur. Miri arazi sisteminin merkezinde olan reaya ise, geçimlik gelirinden arta kalan
belli bir kısmı da ayni veya nakdi olarak tımarlı sipahi özelinde devlete vergi olarak
aktarmaktadır.
Halil İnalcık, “15. Asırda Türkiye İktisadi ve İçtimai Tarihi Kaynakları”, İktisat Fakültesi Mecmuası, 1953,
Cilt 15, s., 61.
11
Şevket Pamuk, Osmanlı İmparatorluğunda Paranın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 2. Baskı, İstanbul,
2003, s., 12-13.
12
“Timar, Osmanlı imparatorluğunda geçimlerini veya hizmetlerine ait masrafları karşılamak üzere bir kısım
asker ve memurlara, muayyen bölgelerden kendi nam ve hesaplarına tahsili selahiyetiyle birlikte tahsis edilmiş
olan vergi kaynaklarına ve bu arada defter yazılarındaki senelik geliri 20000 akçeye kadar olan askeri dirliklere
verilen isimdir.” Ömer L. Barkan, “Timar”, Türkiye’de Toprak Meselesi, Toplu Eserler 1, Gözlem Yay.,
İstanbul, 1980 içinde, s., 805.
13
Ömer L. Barkan, “Avarız”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 2, 1979, İst., s.,14.
10
7
Miri arazi sisteminin belkemiğini oluşturan tımar rejiminde çiftlikler; küçük parçalara
bölünmüş, tımarlı sipahinin denetimi ve yönetimi altında bulunan reaya çiftlikleri, genelde
önemli memurlara ve padişaha ait olan büyük çaplı hassa çiftlikleri ve askeri vazifelere bağlı
çiftlikler ile büyük özel mülk çiftlikleri görünümündedirler. Devletin yerinden yönetim
mantığıyla öşür, çift resmi gibi vergileri aldığı sistemin özünü oluşturan esas çiftlikler burada
reaya çiftlikleridir.14
Marksist iktisatçılar reaya tarafından devlete aktarılan verginin artık-ürün yoluyla
gerçekleştiğinden bahsetmektedirler. Bu yorumla artık-ürün tabiri, sanayideki artık-değer
yaratma tanımlamasına yaklaştırılmaktadır. Örneğin, Divitçioğlu’na göre, reayanın artıkürünü ortaya çıkarabilmesi için, reayanın kendisini yeniden üretmesi için gerekli olan emekzaman üstünde bir de fazla emek-zaman sarf etmesi ve doğanın da bu artık-ürünü üretme
özelliğine sahip olması gerekir.15
XIV. ve XV. asırlarda, Osmanlı köy ekonomisinde hakim üretim şekli, kullanma değeri
yaratmak için yapılan üretim biçimidir. Bu tanımı açarsak; işbölümüne dayanarak üretilen
mallar bazı ihtiyaçlar için mübadele edilmeyip trampa edilir. Bununla birlikte, ihtiyacın
üzerinde üretilen ürün ya nakdi vergi ödemek ya da gerekli malları almak üzere pazarda
mübadele edilirler.16
Yine aynı dönemlerde, esnaf örgütleri hiçbir şekilde daha fazla ürün peşinde koşmazlar.
Bunun sonucu olarak, ekonomide köy birimlerinin kendine yeter karakterlerinin bir sonucu
olan durağan hal, sanayideki durağan hal ile tamamlanır.17 Ayrıca, ticaret genelde İstanbul,
Edirne ve Bursa gibi büyük ve merkezi şehirlerde şekillenmiştir.
1.3. ATÜT VE OSMANLI TIMARI
ATÜT ile Osmanlı’nın XIV. ve XVI. asırları kapsayan döneminde uygulanan tımar
sistemi arasındaki benzerlikler ve farklılıkları belirlemek için -bu konu üzerinde yoğunlaşan
Ömer L. Barkan, “Çiftlik”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 3, s., 392.
Divitçioğlu, a.g.e., s.,82. Burada yazar, reayayı bir sanayi işçisi toprağı da bir tekstil makinası gibi düşünerek
fazla emek-zamandan bahsetmiş olabilir. Ancak, tarımda mevsimsel üretim sözkonusu olduğu için topraktan
yılda kaç kez ürün alınacağı bellidir. Toprağın ekilecek alanı da kolaylıkla değiştirilemeyeceği düşünüldüğünde
toprak hem mevsimsel şartlar hem de nesnel şartlar yüzünden sanayideki gibi fazla emek-zamana izin
vermeyecektir. Dolayısıyla reayanın bir günde veya bir mevsimde fazla çalışmasının ekonomik manası
olmayacaktır. Yazar, bu konuda ayrıntıya girmemiştir.
16
Divitçioğlu, a.g.e., s., 74-75. Divitçioğlu’na göre, artık-ürün ne köylüye ne de köyden başka birine ait olduğu
için, mübadele ekonomisine katılamayacaktır (a.g.e. s., 78). Ancak, yazarın dediği gibi, eğer nakdi vergi
sözkonusu ise artık-ürünün bir kısmı pazarda mübadele edilerek elde edilen para vergiye yatırılır. Bu durumda,
piyasaya bir şekilde giren nihai mal – kimseye ait olması önemli olmadan- mübadele sonucu o ekonomide belli
bir çarpan etkisi yaratabilir. Yani malı çiftçiden alan kişi bunu pekala başka birine satabilir ve tekrar piyasada
mübadelede kullanmak üzere nakit elde edebilir -ki bunu belirlemek de oldukça zordur. Bursa, Edirne ve
İstanbul’da ticaretin oldukça ilerlediği göz önüne alındığında çarpan etkisi bu merkezi şehirlerde daha fazla
hissedilirdir.
17
Divitçioğlu, a.g.e., s.,98.
14
15
8
yazarların yorumları yardımıyla- toprak mülkiyeti, sınıf yapısı ve kamu hizmetleri gibi
açılardan konuyu irdelemek gerekir.
i. Toprak Mülkiyeti: Osmanlı’da da, ATÜT’de olduğu gibi topraklar üzerinde devlet
mülkiyeti sözkonusudur. Ancak, Osmanlı’nın bu konudaki istisnası, rakabesi devlete ait
topraklar üzerinde serbest mülkler ve vakıf mülkiyetini oluşmasıdır.
ii. Sınıf Yapısı: ATÜT’deki hakim sınıf ve halk ayrımı Osmanlı’da da sözkonusudur.
Yine, Osmanlı’da köylü ne feodal düzendeki gibi serf görünümündedir ne de daha uç bir
konum olarak köle durumundadır. Fakat, Osmanlı ekonomide her faaliyet dalını örgütleyip
denetleyen; yasama-yürütme ve yargı organları ile mali organlara sahip gelişmiş bir devlet
görünümündedir.18
iii. Vergi Yapısı: Köylünün devlete vermekle yükümlü olduğu verginin ATÜT ve
Osmanlı tımar sistemi açısından karşılaştırılması yüzeysel olarak yapılmıştır. Divitçioğlu,
köylü tarafından yaratılan toprak rantının devlete vergi yoluyla geçiş şeklinin Marx’ın
ATÜT’üyle Osmanlı toplumunda birbirine benzediğini belirtmektedir.19 Oysa Yerasimos’a
göre;
“...ideal biçimiyle, ATÜT’de artık ürün üreticinin elinden alınıp el değmeden
devletin hazinesine aktarılır, bunun bir bölümü daha sonra görevlilere verilir.
Ama uygulamada çok kez bunun tersi olur; bu görevliler, artık-ürünün bir
bölümünü gördükleri işin karşılığı olarak alıkoyup gerisini hazineye gönderirler.
Bu iç etmenin derecesi kesinlikle merkezi sistemin gücüne bağlıdır.” 20
Bu alıntıdan, ATÜT’le Osmanlı tımarı arasında -en azından devletin uygulamak istediği
sistem açısından- önemli bir fark olduğu görülüyor. Çünkü, tımar sisteminde tüm reayadan
alınan vergilerin önemli bir bölümü devlet hazinesine değil, o vergiyi kendi nam ve hesabına
toplayan tımarlı sipahiye gitmektedir.21 Üstelik, Osmanlı’da tımara dayanan vergi sistemi
askeri gayelerle yürütülmektedir.
iv. Kamu İşleri: ATÜT’de devletin yaptığı kamu işleri, -iklim ve toprak şartlarından
dolayı- aslen sulama tesisleri, tali olarak da yollar ve diğer kamu hizmetleridir. Osmanlı’da bu
durum farklılık arz eder. İmparatorluğun Anadolu topraklarında, Mısır’da olduğu gibi seller
ve kuraklık görülmez. Dolayısıyla, üretici etken olan insan, düzenlenmesi gereken su
yapısından daha önemli konuma gelmiştir. Reayanın diğer üretim faaliyeti olan savaşın
finansmanında gerekli olması da önemini bir kat daha artırmıştır.22
Divitçioğlu, a.g.e., ss., 119-120.
Divitçioğlu, a.g.e., s., 121.
20
Yerasimos, a.g.e., s, 55.
21
Bknz. Dipnot 12 (Barkan’ın tımar tanımı).
22
Divitçioğlu, a.g.e., s., 121.
18
19
9
vi. Köy Ekonomisi: ATÜT’de olduğu gibi, Osmanlı’da da XIV. ve XV. asırlarda
kullanma değeri yaratmak için yapılan, köyün kendini işbölümü içindeki tarım ve el
sanatlarıyla desteklediği bir üretim biçimi sözkonusudur. Ancak, Osmanlı’da ikili ekonomi
ATÜT’e göre birbirinden daha fazla ayrılmıştır. Köy ekonomisinin hakim olduğu kır kesimi
ile gelişmiş şehir ekonomisi, XIV. ve XV. asırlarda Osmanlı ekonomisinin öne çıkan
özelliğidir.23 Kırla kent arasındaki ekonomik ilişkinin yoğunluğu, kırın büyük şehirlere
yakınlığıyla doğru orantılıdır.
vii. Durağanlık: Marks’a göre, ATÜT’de otarşi ve kamu işleri sebebiyle içsel
dinamikten yoksun, sağlam, dayanıklı, durağan bir ekonomi söz konusudur. Osmanlı’da,
kamu işleri üretken yatırım değildir. Gelir, vakıf yoluyla verimli olmayan ve bölünemeyen
altyapı yatırımlarına tahsis edilmektedir. Köy üretiminin belli bir düzeyi aşamaması,
gelişmenin ortaya çıkmasını da engellemektedir.24
Ancak, ATÜTve Osmanlı üretim yapısındaki durağanlık, yalnızca bu sistemlere has bir
özellik değildir. Tarihçi Cipolla’nın belirttiği gibi;
“Bilinen ve işletilmiş enerji kaynaklarının sınırlı karakterinin temel sonucu
olarak, geçmişin bütün tarım toplumları büyük kitlenin esas ihtiyaçlarından çok
fazlasını karşılamayı güçlükle başarabilmesi gibi ortak bir vasfa sahip
olmuşlardır. Bu esas ihtiyaçlar, beslenme, elbise, mesken vb. olup çok zaman
yetersiz kalmıştır. Keza, yararlanabilecek kaynakların hemen hepsi tarım, kumaş
yapımına ve inşaata gitmektedir”.25
Divitçioğlu, ATÜT ve Osmanlı tımarı arasındaki, toprak mülkiyeti, sınıflaşma,
durağanlık ve köy üretim şekli gibi benzerliklere ve Marks’ın konu üzerine yaptığı yorumlara
dayanarak, XIV. ve XV. asırlar arasındaki iktisadi temelin, farklı toplumsal şartlardan dolayı
Avrupa’da feodaliteyi yaratırken, Osmanlı’da da ATÜT’ü yaratmış olabileceği yargısına
varır.26
B. Akşit, ATÜT ile köleliğin aynı üretim tarzı olduğunu öne sürer. Akşit’e göre,
Osmanlı toplumsal bünyesi klasik feodalizm özelliğini gösterir. Türk toplumunun gelişmesini
araştırmak için de, bu topluma özgü iktisadi-sosyal bünyeye bakmaya gerek yoktur. Çünkü
ona göre, ATÜT içine giren ülkeler bu tür üretim yaptıkları için azgelişmiş duruma düşmüş
değillerdir; azgelişmiş ülke olmaya şartlandıkları için öyle olmuşlardır.27
Divitçioğlu, a.g.e., ss., 124-25.
Divitçioğlu, a.g.e., s., 125.
25
Carlo M. Cipolla, Dünya Ekonomi Tarihi, )Çev. Ahmet Angın), Kitapçılık Tic. Limt. Şirk. Yay., İst., 1967,
s., 46.
26
Divitçioğlu, a.g.e., s., 134.
27
Divitçioğlu, a.g.e., s., 116.
23
24
10
Niyazi Berkes, Osmanlı toplumsal yapısının Doğu veya Asya sisteminden olduğunu,
Doğu’da feodalite olmadığını vurgular. Çünkü, tüm mülk hükümdara aittir ve reaya da ırsi bir
devlet kiracısıdır.28
Barkan, Osmanlı iktisadi yapısı için ATÜT ve Feodalite yakıştırmalarına olumsuz
bakmıştır;
“...timar sistemi hakkındaki araştırmaların bugünkü durumunun modern bir
tarih anlayışının icaplarına cevap verecek bir seviyede olduğu söylenemez. Bu
yüzden, biraz da bu devri küçümsemek ve lanetlemek gayretiyle, bir taraftan
Balkan milletlerine koyu bir esaret devri yaşatan, zamanını şaşırmış bir
“Osmanlı Feodalitesi” tezi hararetle işlenirken, diğer taraftan feodal düzenin
tam bir ret ve inkarı demek olan “Asya Tipi Üretim Tarzı” doktriniyle
imparatorluğun ekonomik ve sosyal yapı bakımından insanlığın Marks’çı genel
gelişim şeması içindeki “kölelik” ve feodalite çağlarını dahi henüz idrak etmemiş
basit ve ilkel bir varlık olarak asırlar boyunca Ortadoğu’da hakim kalabildiğini
iddia etmek imkanı da hasıl olmaktadır. Bu gibi tezatlara düşmemek için, yeterli
bilgilere sahip olmadan hazır yapılmış ideolojik”modellerle”oynamaktan ve
olayları doktrin uğruna bir takım dar kalıplar içine zorla sokmaya çalışmak
gayretinden vazgeçerek, daha fazla vaka toplayarak çalışmak ve müşahhas tarihi
realiteye kadar inmek zarureti vardır” 29
1.4. FEODALİTE VE OSMANLI TIMARI
Osmanlı’daki sınıf ilişkileri geçmişi sebebiyle Avrupa feodalitesinden farklıdır.
Osmanlı, Abbasi, Büyük Selçuklular, Moğol, Oğuz ve Anadolu Selçukluları’ndan aldığı din,
töre, hukuk, gelenek ve devlet zihniyeti gibi üstyapı kurumlarının etkisi altında kalmıştır.30
Osmanlı’daki köylüyü toprağa bağlayan şartlar dikkate alındığında, bu bağlılık feodal
sistemdeki derebeyine olan bağlılık gibi değil; belki de son derece teşkilatlı bir devlet
yapısının ve idari mali devlet sisteminin zorunlu bir sonucudur.31
Feodal senyörler yalnız toprağın değil aynı zamanda, serfin de hakiki sahibi
durumundadırlar. Oysa, Osmanlı’da sahib-i arz tımarlı sipahidir. Ancak, toprak aslında
padişahındır ve sipahi reaya üzerindeki haklarını ancak devlet memuru sıfatıyla
kullanmaktadır. Ayrıca, sipahinin -feodal beyinin yaptığı gibi- reayaya ceza verme yetkisi de
yoktur.32
Osmanlı’da feodal düzenin olmadığı görüşüne, Kadro grubunun önemli üyelerinden İ.H.
Tökin karşı çıkmıştır. Tökin’e göre, “köylünün hürriyeti” ancak bir lafızdan ibaretti ve
Suavi Aydın, “Aydınlanma ve Tarihselcilik Problemleri Arasında Türk Tarih Yazıcılığı: Feodalite Örneği”,
Toplum ve Bilim, Sayı 91, Kış 2001-2002, İstanbul, s., 71.
29
Barkan, “Feodal Düzen ve Osmanlı Timarı”, Türkiye’de Toprak ... içinde, s., 873.
30
Divitçioğlu, a.g.e., s., 134.
31
Barkan, “XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Toprak İşçiliğinin Organizasyon Şekilleri”,
Türkiye’de Toprak ... içinde, s., 683.
32
Barkan, “Feodal Düzen..., ss., 882-84.
28
11
Osmanlı yapısına damgasını vuran tek hakim düzen derebeylik düzeniydi. Bu görüşü, benzer
yorumlarla 60’ların sosyalist düşünürleri, B. Boran ve İ. Erdostu da paylaşmıştır.33
Divitçioğlu’na göre, Osmanlı ekonomisini klasik feodal üretim tarzından ayıran temel
fark; feodal sistemde vergi/rantın o senyörlükte kalma eğilimi göstermesi, Asya tipi ülkelerde
ise, vergi/rantın ülkenin merkezinde toplanmasıdır. Bu yüzden, feodal sistemde piyasalar
senyörlüklerin ekonomik ilişkileri dolayısıyla yaygınlaşmış, Asya ülkelerinde ise piyasa
merkezin içinde ya da dolayında oluşmuştur.34
Bu yorum ATÜT ve feodal üretim için doğrudur fakat, Osmanlı’daki üretim biçimi için
hem amaç hem de uygulama açısından genelleştirilemez. Çünkü, Ö. Barkan’ın 1527-1528
mali yılı Osmanlı bütçesi verilerini kullanarak yaptığı karşılaştırmalara göre, ülkenin toplam
vergi geliri tutarının % 49.8’i (tımar sisteminin hiç uygulanmadığı Mısır’la birlikte
hesaplandığı zaman %37’si) irili ufaklı tımar sahiplerinin tasarrufundadır. Toplam vergi
gelirlerinden -Mısır dikkate alınmadığında- padişah hasları %39.9, vakıflar %10.3 pay
almaktadır. Üstelik bu gelirlerin % 21-25’i de, Şam, Halep ve Diyarbekir gibi bazı eyaletlerin
özel teşkilat ve türlü hizmetleri için yerinde sarfedilmekte, sonra geriye kalan kısım devlet
merkezine gitmektedir. Sonuçta, Osmanlı’da vergi gelirlerinin yarısı yerinde harcanmakta,
devlet hazinesine gitmemektedir.35 Bu durumda, Divitçioğlu’nun ATÜT ülkelerindeki vergi
gelirlerinin doğrudan merkeze gittiği gerçeğini Osmanlı için de kabul etmek ve taşımak
olanaksızdır.36
Osmanlı tımar sistemi içerisinde istisnai görünüm oluşturan bir sistem de mevcuttur:
“ortakçı kullar”. Avrupa’daki esir sistemini andıran bu uygulama, XV. ve XVI. asırlarda
İstanbul, Bursa ve Edirne gibi bölgelerde gözlenmiş fakat uzun süreli yaşamamıştır.
Osmanlı’da XV. ve XVI. asırlarda sürü halindeki esirlerle işletilen büyük çiftlikler yoktur.
Servaj37 rejiminde olduğu gibi küçük çiftlikler mevcuttur. Bu kul işletmeleri, genelde padişah
haslarında ve bazı büyük vezirlerin emlak ve vakıfları içinde bulunmaktadır. Bu sebeple,
Osmanlı’daki
kulluklar,
devlet
eliyle
teşkil
edilen
servaj
sisteminin
saf
şeklini
göstermektedir.38 Ortakçı-kul sistemi, XVI. asrın ortalarına doğru kaybolmuştur. Örneğin,
İstanbul Haslar kazasının 1530 tarihli nüfus ve vergi tahriri defterlerinde artık ortakçı-kul
olarak kayıtlı kimse bulunmamaktadır.39
Aydın, a.g.m., ss., 68-69.
Divitçioğlu, a.g.e., ss., 140-42.
35
Barkan, “Timar”, ss., 806-807.
36
Ayrıca bknz. metin içinde Yerasimosun ATÜT yorumları, s., 5.
37
Servaj rejiminde, esirler müstakil bir çiftçi halinde küçük toprak parçalarına yerleştirilmektedir. Böylece,
serbest çalışma imkanı bulan esirlerle efendileri arasında, şekilleri ülkenin zirai örf ve adaletiyle düzenlenen bir
nevi ortakçılık ilişkileri doğmaktadır.
38
Barkan, “XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Toprak...”, ss., 665-66.
39
Barkan, “Türkiye’de Servaj Var mı idi?”, Türkiye’de Toprak ... içinde, s., 717.
33
34
12
Tımar sistemini feodal üretim tarzından ayıran bir diğer durum da miras konusudur.
Tımarın oğullara intikali halinde, tayinin başlangıç haddine dönülmesi (kılıç miktarı) ve her
tımar kategorisinde terfi imkanlarının ayrı derecelerle belirlenmiş olması, tımar sahipliğinin
feodal sistemdeki gibi nesiller boyu aile mülkü halinde güçlenmesini engellemiştir.40
İKİNCİ BÖLÜM
2.1. BAĞIMLILIK KURAMI
Bağımlılık kuramı, 1960’larda yükselen sol çizginin öncülüğünde ortaya çıkmıştır. Bu
tarihler, II.Dünya savaşı sonrasında, ABD kökenli Modernleşme tezlerinin eleştiri yağmuruna
tutulduğu bir ortamdır.41 Ayrıca 1960’lar, Wietnam savaşının, Küba ve Çin devrimlerinin
yaşandığı, dünyada ulusal mücadelelerin yoğunlaştığı ve sonuçta, ABD’ye karşı ciddi bir
siyasal muhalefetin olduğu bir dönemdir.42
Böylesine hassas bir dönemde yeşeren Bağımlılık Kuramı (BK), çalışma sahası olarak
Latin Amerika’yı belirlemişti. BK’nın ana varsayımı, gelişmişlikle azgelişmişliğin tek bir
dünya sisteminin birbirine bağımlı, bölümsel yapıları olduğudur.43 Yani, azgelişmiş ülkeler
(AGÜ), modernleşmecilerin söylediği gibi düalist sistemden -geleneksel ve modern
gruplardan- oluşan bir yapı değildi. BK, modernleşme teorilerinin tersine, Latin Amerika’da
iktisadi
kalkınmanın
gelişmiş
ülkelere
olan
ekonomik
bağımlılığı
sebebiyle
gerçekleşemeyeceğini savunuyordu.
Bağımlılık Kuramı oluşurken üç kaynaktan beslenmiştir. Bunlar, 1950’lerde BM
bünyesinde kurulan ECLA (Latin Amerikan İktisat Komisyonu), Paul Baran ve Paul Sweezy
gibi Amerikalı sosyalistlerin çalışmaları ve Marksist emperyalizm kuramlarıdır.
Latin Amerika ülkeleri, Büyük Buhrandan sonra diğer kapitalist ülkeler gibi kendi içine
kapanarak ulusal kaynaklara dayalı gelişme yolunu seçmişti. Bu yolla, 30’lu 40’lı yıllarda
bazı sektörlerde kayda değer gelişmeler yaşanmıştı. İşte ECLA, BM öncülüğünde bu
değişimlerin yaşandığı bir ortamda doğmuştur.44
Barkan, “Feodal Düzen...”, s., 889.
Modernleşmeci tezler (kalkınma iktisadının tezleri) özde, azgelişmiş ülkelerin (AGÜ) bir evrim süreci
içerisinde gelişmiş batı ülkelerine benzeyeceğini öne sürüyordu. Süreç içerisinde geleneksel yapıya sahip
AGÜ’ler, teknoloji transferleri, iktisadi planlama ve modern bir bürokratik yapılanmanın gelişmesiyle Modern
Batıya ulaşacaktı.
42
M. Asım Karaömerlioğlu, “Bağımlılık Kuramı, Dünya Sistemi Teorisi ve Osmanlı/Türkiye Çalışmaları”,
Toplum ve Bilim, Sayı: 91, İstanbul, Kış 2001-2002, s., 83.
43
Philip J. O’Brien, “Latin Amerikan Bağımlılık Kuramlarına Bir Eleştiri”, Emperyalizm, Gelişme ve
Bağımlılık Üzerine (Der: Melih Ersoy) içinde, 1. Baskı, V Yay., Ankara, 1992, s., 28.
44
Melih Ersoy, “Bağımlılık Okulu Eleştirisine Giriş”, Emperyalizm, Gelişme... içinde, s., 12.
40
41
13
Prebish, Singer ve Furtado gibi ECLA iktisatçıları, Latin Amerika’daki azgelişmişliğin
sebebi olarak dünya ticaret sistemindeki eşitsiz mübadeleyi göstermişlerdir. Bu eşitsizliğe
sebep olan durumlar, düşük fiyatlı hammadde ihracının yapılması, buna karşılık yüksek fiyatlı
makine ve teknoloji ithali ve çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ) varlığıydı. Dolayısıyla, ECLA’nın
belirlediği stratejinin temel amacı ithal ikamesi ve sermaye birikimi modeli olmuştur. ECLA,
bunlara ek olarak ölçek ekonomilerinden yararlanmak üzere bir Latin Amerikan ortak
pazarının oluşmasını arzu ediyordu.45 Fakat, ithali ikame eden yerli sermayenin sonuçta girdi
talebini artırmasıyla ödemeler bilançosu açık vermiş ve Latin Amerika için yine ekonomik
bağımlılık yılları başlamıştır.46 Zaten BK da, ithal ikameci sanayileşme ideolojisi ve siyasi
başarısızlığı açıklama girişimi olarak ortaya çıkmıştır.47
O’Brien’e göre, ECLA’nın yumuşak karnını oluşturan diğer bir durum, yüksek ücretli
ECLA memurlarının uluslararası organ bağlamında ne kadar radikal olurlarsa olsunlar yine de
sanayi burjuvazisinin ideolojisini benimseyen bürokratlar olmalarıydı.48
BK’nın yararlandığı ikinci kaynak olan, Baran ve Swezzy gibi sosyalist iktisatçılar
günah keçisi olarak tekelci kapitalizmi (emperyalizmi) göstermişlerdir. Baran, 1957’de
yazdığı “Büyümenin Ekonomi Politiği” adlı eserinde gelişmiş ülkelerdeki tekelci kapitalizmin
AGÜ’lerin kalkınmasını engellediğini çevre ülkelerde kapitalist yolla kalkınmanın ve
ekonomik bağımsızlığın mümkün olmadığını vurgulamıştır. Hatta ona göre, tekelci kapitalizm
irrasyonel bir iktisadi yapıya sahipti ve bu da Batı’da teknoloji durgunluğuna sebep olacaktı. 49
BK’nın üçüncü kaynağını oluşturan Lenin, Luxemburg ve Buharin gibi Marksistlerin
düşünceleri bağımlılık analizleri içerisine girmiştir. Luxemburg ve Buharin’e göre, bağımsız
sanayileşmenin ve kapitalist üretimin sağlanabilmesi için hem var olan geleneksel politik
örgütlenme biçiminden vazgeçmeli hem de emperyalizmle olan bağlar kopartılmalıydı. 50 Bu
görüşü, BK’nın Marksist iktisatçısı Frank’ta da görmekteyiz. Frank’a göre, AGÜ’lerin
kalkınması ancak göreli olarak gelişmiş ülkelerle girdikleri ilişkilerin azaldığı dönemlerde
mümkündür.51
2.1.1. Bağımlılık Kuramının Temel Önermeleri
O’Brien, a.g.e., ss., 23-26.
Ersoy, a.g.e., s., 12.
47
Şunu da belirtmek gerekir ki, Prebish ve Singer kalkınma iktisadının önemli teorisyenlerindendir. Bu yüzden
BK’nın oluşmasında kalkınma iktisatçılarının payı önemlidir. BK’nın sanki, kalkınma iktisadı görüşünden
bağımsız bir şekilde doğduğu ve bu görüşle hep ihtilaf içinde olduğu sanısını taşımak da doğru olmayacaktır.
48
O’Brien, a.g.e., s., 25.
49
Karaömeroğlu, a.g.m., s., 84.
50
Ersoy, a.g.e., s., 10.
51
Karaömeroğlu, a.g.m., s., 86.
45
46
14
i.Düalistliğin Eleştirisi: Bağımlılık kuramcıları, modernleşmeci görüşün AGÜ’lerin
azgelişmişliğine sebep olarak gösterdiği, modern-geleneksel biçimindeki düalist yapı
varsayımını eleştirmişlerdir. Frank, modernleşme kuramının düalist yapısal analizlerinin
dayanağı olmadığını çünkü, kapitalizmin dünya ölçeğinde gelişen bir üretim tarzı olduğunu
vurgulamıştır. Ona göre, geleneksel ve modern sektörler aslında tek bir gelişme sürecinin
parçasıdır ve gelişmiş ülkelerin modernleşmesi, eşzamanlı olarak siyasi ve ticari ilişkilere
girdiği AGÜ’ler aleyhine iktisadi eşitsizlikleri ve azgelişmişliği beraberinde getirmektedir. 52
ii. Merkez-Çevre Kuramı: Bağımlılık kuramcılarına göre dünya, merkez ülkeler ve
çevre ülkeler olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Gelişmiş ve modern ülkeler “merkezi”, bu
ülkelere bağımlı olarak yaşayan AGÜ’ler ise “çevreyi” temsil etmektedir.
iii. Eşitsiz Mübadele: Eşitsiz mübadeleden kastedilen, AGÜ’lerin
GÜ’lerle girmiş
oldukları –özellikle- ticari ilişkilerdeki dezavantajlı durumlarıdır. ECLA bünyesinde
araştırmalar yapan Prebish ve bağımlılık kuramcısı Emmanuel, eşitsiz mübadeleye vurgu
yapmışlardır.53 Bu kuramcılara göre, merkez-çevre arasındaki ticarette -Ricardo’nun
Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisinin aksine- AGÜ’lerin sürekli olarak düşük değerli
hammadde ihraç etmesi, karşılıklı ticarette bu ülkeleri bağımlı duruma düşürmektedir.
iv. Bağımlı Burjuvazi: Özellikle Marksist bağımlılık kuramcıları, çevre ülkedeki
burjuvazinin dış güçlere bağımlı oldukları ve bu yüzden, anti-emperyalist bir rol
üstlenemeyecekleri görüşündedirler.54 Bununla beraber, sosyalist iktisatçı S. Amin bağımsız
gelişme mücadelesinde ulusal burjuvazinin önemli rol üstleneceği ve böylelikle dünya
ölçeğinde sosyalizme geçileceğini öne sürmüştür.55
2.1.2. Kurama Yönelik Eleştiriler
BK, birçok iktisatçı ve sosyolog tarafından empirik ve teorik açılardan eleştirilmiştir.
Bu eleştiriler, kuramın popülerleşmesini daha da artırmış fakat zamanla ayakta kalmasını
engellemiştir.
i. Empirik Eleştiriler: Cardoso, bağımlılık ve gelişmenin -Frank’ın söylediğinin tersinebir arada olabileceğini belirtmiştir. Çünkü, ÇUŞ’lar ve büyük tekeller artık çevre ülkelerde
sınai yatırımlara yönelmekte ve bu ülkelerin iç pazarlarını önemsemektedirler. Artık tek bir
emperyalist merkez de sözkonusu değildir. Evans da, bağımlı gelişmeyi yerel sermaye, ÇUŞ
Karaömeroğlu, a.g.m., s., 85.
Ahmet İnsel, İktisat İdeolojisinin Eleştirisi, Birikim Yay., 2. baskı, İstanbul, 2003, s., 166.
54
Thomas Angotti, “Bağımlılık Kuramının Politik Sonuçları”, Emperyalizm, Gelişme ve... içinde, s., 134.
55
Ira Gerstein, “Dünya Ekonomisi ve Emperyalizm Kuramları”, Emperyalizm, Gelişme ve... içinde, s., 105.
Gerçi, Amin bu iddiaları şiddetle yalanlamıştır. ( S. Amin, “Gerstein’e Yanıt”, Emperyalizm, Gelişme ve...
içinde s., 123).
52
53
15
ve devletin ortaklığında oluşan üçlü ittifakın örgütlediği bir sermaye birikim modeli olarak
tanımlar. 56
Warren ise, AGÜ’lerin bağımsız sanayileşme sürecine girdiklerini belirtmiştir. Buna
sebep olarak da, sınai üretimin yapısı, finansman kaynakları, teknolojinin niteliği ve iç
pazarın varlığı gibi sanayileşme ölçütlerinin artık AGÜ’lerde gözlendiği yorumunu
yapmıştır.57
ii. Teorik ve Metodolojik Eleştiriler: Marksist iktisatçılar, genel olarak BK’ya en büyük
eleştirileri “sınıf ilişkileri” ve “üretim” dairesinde yapmışlardır. Örneğin Johnson, BK’nın
üretim yapılan yerdeki toplumsal ilişkilerin çelişkisini vurgulamak yerine dikkatleri dolaşım
ve mübadele evrelerine çektiği ve milli sermaye kesiminin sınıfsal ihtiyaçlarına cevap verdiği
eleştirisinde bulunur.58
Oysa Cardoso ve Faletto gibi bağımlılık kuramcıları, sınıf ilişkilerini gözardı
etmemişlerdir. Bu kuramcılara göre, bağımlılık dışsal bir değişken değildir. Bağımlılık, aynı
geniş bağımlılık çevresinde var olan farklı sosyal sınıflar arasındaki toplumsal ilişkiler
sisteminin bir parçasıdır. Çünkü, ekonomik süreç aynı zamanda içinde ekonomik grupların
oluştuğu toplumsal bir süreçtir.59
Berstein ve Leys gibi yazarlar, bağımlılık okulunun tarihsel materyalizmin temel
kavramları ile sosyoloji kavramlarını hiçbir ayrım yapmadan veya aralarındaki temel ayrımı
anlamadan iç içe kullandıklarını belirtmiş ve bu nedenle de mevcut paradigmadan
kopamadıklarını savunurlar. Örneğin, sınıf tanımlamalarını tümüyle gelir, statü ve iş
güvencesi gibi sosyolojik kategorilerle yapılmıştır.60
Bağımlılık kuramcıları, işsizlik, ÇUŞ’lar ve gelir dağılımı gibi konularda ne tür
politikalar izleneceğini açıklıkla ortaya koyamamışlardır. BK’da önerilen ana politika, ulusal
kalkınmayı sağlamak üzere iç yapının değiştirilmesidir. Das Santos ve Cardoso değişikliğin
anahtarı olarak sosyalizmi sunmaktadırlar. Sunkel ve Furtado ise, sınıf mücadelesiz ulusal
kalkınma ve devrimsiz bağımsızlık isteyen reformist ECLA çizgisindedirler.61
Leys, BK’yı sömürü, emperyalizm ve kalkınma gibi kavramların içeriğini
dolduramadığı, sınıflar arası ilişkileri dikkate almadığı ve azgelişmişliğin sebeplerine açıklık
getiremediği gibi açılardan eleştirmiştir. Ayrıca Leys, BK’nın tutarlı bir teorik sisteme bağlı
56
Ersoy, a.g.e., ss.,13-14.
Ersoy, a.g.e., s., 14.
58
Ersoy, a.g.e., s., 17.
59
O’Brien, a.g.e. s., 29.
60
Ersoy, a.g.e., s., 18.
61
O’Brien, a.g.e. ss., 39-40.
57
16
olmadığını, kullandığı kavramların da bilimsel olmaktan çok ideolojik olduğu yargısına
varır.62
Kay, bağımlılık kavramının azgelişmişlik sürecinin doğasını kavrayamadığını ileri
sürer. Bunun sebebi olarak da, Ortodoks iktisat teorisi ile devrimci ifade tarzlarının eklektik
bir bileşimi olan teorik çerçevenin kullanılmasını gösterir.63
Bağımlılık okulu, bilim dünyası kadar, siyasi hayatı da etkilemiştir. BK’nın
modernizme karşı protesto yaklaşımlı kalkınma söylemleri, merkezi denetime dayanan, dışa
kapalı ve temel iktisadi kararların teknik danışmanlarca verildiği popülist/sol söylemli bir
teknokrasinin iktidar söylemi haline gelmiştir.64
2.1.3. Kuramın Türk Düşününe Yansımaları
Türkiye’de daha 30’larda, Kadro topluluğunun düşünenleri BK’nın benzer tezlerini dile
getirmişlerdi. Kadrocular da, -bağımlılık kuramcılarına gibi- Osmanlı’nın iktisadi açıdan geri
kalmışlığını Avrupa’nın iktisadi açıdan güçlenmesi ve sömürüsüyle ilişkilendiriyorlardı.
Kadrocular sorunu, ülke içi yapılarda arama yerine, paranoid bir tarzda dışsal sömürü ve bu
sömürünün işbirlikçisi Hristiyan azınlıklarda aramışlardır. Kadronun önemli ideologlarından
Şevket S. Aydemir, Frank’ın 60’larda söylediklerini yıllar önce benzer bir şekilde,
Türkiye’nin sanayileşmesinin ancak emperyalist ülkelerle minimum iktisadi ilişki içerisinde
olduğu zaman gerçekleşeceğini ileri sürer. İşbirlikçi burjuvazinin ulusal kalkınmayı
engellediğini öne süren Aydemir, Türkiye gibi ülkelerin sosyalizm ve kapitalizm dışında bir
üçüncü yolla kalkınmaları gerektiği üzerinde durmuştur.65
60’larda ise, BK ve Kadrocu tezlerden etkilenen Yön Dergisi çevresinin düşünenleri
yine benzer düşünceler ortaya atmışlardır. Osmanlı’nın 15. ve 16. asırlarda feodal bir
görünüm sergilediğini düşünen D. Avcıoğlu, kapitalizme geçişi engelleyen sebepleri
Osmanlı’nın üretim tarzına özgü şartlarda değil, Batı’nın dünyayı sömürgeleştirmesinde
aramaktadır. Bu süreç içerisinde sömürgeleşen Osmanlı toplumunun yapısı işbirlikçi
burjuvazi yoluyla Türkiye Cumhuriyeti’ne taşınmıştır. Avcıoğlu’na göre, yapılması gereken
emperyalizmin Türkiye’deki ajanları olan bu unsurları tasfiye etmek üzere “milli” sınıfların
işbirliğine dayanan bir “Milli Demokratik Devrimdir.”66
Yön dergisi yazarlarından Niyazi Berkes de, Batı kapitalizminin Türkiye’ye girmesiyle
milli bir kapitalist ekonominin gelişmesinin engellendiğini, Türkiye’de farklı bir
Colin Leys, “Azgelişmişlik ve Bağımlılık: Eleştirel Notlar”, Emperyalizm, Gelişme ve... içinde, s.,77-80.
Leys, a.g.e., s., 75.
64
İnsel, a.g.e., s., 168.
65
Karaömerlioğlu, a.g.m., s., 86.
66
Aydın, a.g.m., s., 72.
62
63
17
kapitalistleşme sürecinin yaşandığını vurgular. 60’ların sonlarında Mihri Belli’nin
önderliğindeki Milli Demokratik Devrim hareketi üyeleri, Frank’ın -kapitalizm ve
emperyalizmle ilişkiye giren her coğrafyanın bir şekilde artık kapitalist sayılması gerektiğitezinden farklı olarak; ülkede kapitalizmin gelişmediği ve hala feodal bir toplum yapısının var
olduğu düşüncesindedir.67
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3.1. MODERN DÜNYA SİSTEMİ TEORİSİ
Modern Dünya Sistemi Teorisi (MDST), 1960’lardaki ATÜT ve Bağımlılık Kuramı
tartışmalarını takiben, 1970’lerde, teorinin kurucusu Immanuel Wallerstein tarafından
gündeme getirilmiştir. Neo-Marksist bir teori diyebileceğimiz MDST, esasen bağımlılık
kuramının daha gelişmiş bir biçimi gibidir. Wallerstein ilk baskısını 1974 yılında yaptığı
eseriyle68 dünyadaki iktisadi düzenin işlerliğine ve kapitalizmin tarihselliğine farklı açılardan
bakarak olumlu olumsuz birçok eleştiri almış ve teori o dönemin bilimsel gündemine
yerleşmiştir.
Wallerstein’ın dünya sistemli bir teoriye ilgisi kendi alanı Afrika tarihiyle ilgili
sömürgecilik sonrası kalkınmaların/kalkınamamaların analizini yaptığı çalışmaları üzerinden
doğmuştur. MDST,
ilgilenmektedir.
tarihsel
Bağımlılık
gerçekliğe sistemik
Kuramı
ise
bakmakta, tekilden çok bütünle
tümevarımcı
bir
yöntemle
azgelişmişlik
problematiğinden yola çıkmıştı. MDST, Batı’da kapitalizmin gelişmesini orada olduğu farz
edilen içsel ve özsel birtakım özelliklerinin varlığıyla değil tarihsel birtakım koşulların orda
ortaya çıkmasına bağlamaktadır. MDST, BK’nın yanı sıra Fransız Annales ekolünden ve
emperyalizm teorilerinden de etkilenmiştir.69
MDST, tarih-dışı analizler olarak tanımlanan Oryantalizm ve Modernleşmeciliğin
kültürel ve kurumsal analizlerinin karşısında yeni seçenekler ve yeni bir yöntem oluşturmaya
çalışmaktadır. Dolayısıyla, bu teori çevre ülkelerin durağanlık, köylü ekonomileri, sömürülen
kırsal emek, gelenekselcilik ve otoriter devlet yapısı gibi azgelişmişlik niteliklerinin sanıldığı
gibi bu ülkelerin içsel özellikleri olmadığını öne sürer. Bu teze göre, sayılan özellikler
Batı’nın etkisi ile önemli yapısal değişikliklere uğrayan bir toplumun dönüşmüş yapılarıdır. 70
Karaömerlioğlu, a.g.m., s., 87.
Immanuel Wallerstein, The Modern World–System: Capitalist Agriculture and the Origins of the
European World-Economy in The Sixteenth Century, Academic Press, INC, New York, 1974.
69
Karaömerlioğlu, a.g.m., s., 89.
70
Huricihan İnan, “Osmanlı Tarihi ve Dünya Sistemi”, Toplum ve Bilim, Sayı: 23, Güz 1983, ss., 19-21.
67
68
18
3.1.1. MDST’nin Temel Kavramları
i. Dünya Sistemi: Wallerstein, dünya sistemini görece olarak diğer gruplardan farklılık
gösteren özerk ve birbirlerine bağlı birçok toplum takımlarından oluşan bir bütünlük olarak
görür. Bu toplumsal sistemdeki her grup, sistemi yeniden şekillendirmek üzere birbirleriyle
mücadele etmektedirler.71 Bu sistem, sınırları ve yapıları olan, üye gruplardan oluşmuş,
yasalara sahip, tutarlı bir sosyal sistemdir.72 Dünya sistemi içerisinde, dünya imparatorlukları
ve dünya ekonomisi olmak üzere iki farklı sosyal sistem vardır.
ii. Dünya İmparatorlukları ve Dünya Ekonomisi:
Dünya imparatorluğu, dünyanın
birçok ülkesinde tek bir sistem olarak görülen ve güçlü devletlerin birbirine bağlanmasıyla
oluşmuş, diğer ülkelerin ekonomilerinin bağımlı olduğu politik sistemdir. Bu sistemlere örnek
olarak, Osmanlı ve Rus İmparatorlukları gösterilir. Dünya ekonomisi ise, savaş ve ekonomik
mübadele ile birbirine bağlanmış çeşitli politik sistemlerden oluşur.73
Dünya imparatorluğu, merkezi bir siyasal gücü olan, iktisaden kendi kendine yetme
gücü daha fazla ve bürokrasinin ekonomik artık üzerinde önemli bir tasarruf imkanına sahip
olduğu bir bütünlüktür. Dünya ekonomisi, çok merkezli siyasal yapıların bulunduğu ve
merkezi bürokrasinin görece güçsüz olduğu sistemlerdir.74
iii. Modern Dünya Sistemi (Kapitalist Dünya Ekonomisi): Wallerstein, dünya sistemini
tekil kapitalist dünya ekonomisi olarak tanımlar ve bu mekanızmanın öteki dünya
ekonomileriyle (sosyalist ekonomiler) karşılaştırılamayacağını ifade eder. Ona göre, zaten tek
bir sistem varsa ötekilerin varlığı ya da anlamları yoktur. Wallerstein, kapitalist sistemi 16.
asırdan itibaren başlatır ve bu sistemin tarihi sürecine “modern dünya sitemi” adını verir.
Dünya sistemine modern kavramını da 1789 Fransız devrimini dikkate alarak ekler.75
Wallerstein’in kapitalist sistemde vurgu yaptığı kilit öğe sermayedir. Sermaye birikmiş
zenginliğin başka bir adıdır. Ona göre, tarihsel kapitalizm doğal bir sistem olmak şöyle
dursun açıkça saçma bir sistemdir. Çünkü, kapitalistler, daha fazla sermaye üretmek amacıyla
Nurgün Oktik & Füsun Kökalan, “Immanuel Wallerstein;Tarihsel Kapitalizmin Analizi ve Dünya Sistemi”,
Doğu-Batı, Yıl:4, Sayı: 17, 2001-02. s., 122.
72
Wallerstein, a.g.e., s., 347.
73
Oktik & Kökalan, a.g.m., s., 122.
74
Karaömerlioğlu, a.g.m., s., 90.
75
Modern kavramı, yeryüzünde yaşayan tüm insanlığın bir ilerleme süreci içerisinde bulunduğu ve sürekli olarak
yeninin ve iyi olanın arzu edilmesi olarak ifade edilir. Dolayısıyla, “ilerleme” fikrinin bu sistem içinde temel
yapı taşı olması bize modern kavramın sunmaktadır ( bknz. Oktik & Kökalan, a.g.m., s., 123-124). Aslında,
Wallerstein kapitalizmin ilerici olduğunu düşünmez; ilerici sözünün yalnızca tarihsel olarak daha sonra gelen ve
kökenleri kendisinden önceki bir şeyle açıklanabilen anlamında kullanılmadığı sürece buna inanmadığını belirtir.
Wallerstein’a göre, bu tarihsel sistemin moda ettiği haklılığı kendinden menkul ilerleme ideolojisiyle öyle
dolmuşuz ki, kapitalizmin olumsuzluklarını kabul etmekte bile zorlanıyoruz (bknz. I. W., Tarihsel Kapitalizm,
ss., 35-36). O halde, Wallerstein’ın biliçli olarak “modern” kavramını kullanmasını belki de “ironik” olarak
algılamalıyız.
71
19
sermaye üretmektedirler.76 Wallerstein’in sisteme modern kavramını eklemesinin temel
belirleyicilerinden biri de Fransız Devrimi döneminde bir sermaye devrinin yaşanmasıdır.77
iv. Merkez-Çevre-Yarı Çevre Bölgeler: Modern dünya siteminde -yani kapitalist sistem
içerisinde- merkez, çevre ve yarı çevre biçiminde toplumsal bir işbölümü oluşmuştur. Bu
işbölümünü yönlendiren merkezdeki sermayeyi ve siyasi gücü elinde bulunduran güçlü
devletlerdir. Çevre bölgeler, eski sömürge ülkelerini ifade ederken, yarı çevre bölgeler, 16.
asırda Venedik ve İspanya, 17. asırda İsveç, 20. asırda ve bugün için Brezilya ve Güney
Afrika gibi ülkelerden oluşmaktadır. Bu sıralamada, kilit konumda olanlar yarı çevre
bölgeleridir. Wallerstein’e göre yarı çevrelerin dünya sisteminde gerçek anlamda özerk
olmaları düşünülemez. Bu ülkeler sanayileşmelerini tamamlayamamış ancak çevre ülkelere
nazaran daha iyi durumdadırlar. Yarı çevre konumundaki ülkeler merkez statüsü için rekabete
girerler. Bu durum, doğal olarak dünya sistemini sürekli bir dengesizlik içerisinde tutar.78
v. Dünya Kültürü: Teorinin genel içeriğinde fazla yer kaplamasa da sosyolojik içerikli
dünya kültürü kavramı teoride yerini almıştır. Wallerstein, özellikle Batı Avrupa’da meydana
gelebilecek bir toplumsal değişme hareketinin bütün dünyayı etkileyeceğini ve bu değişmenin
zamanla kendini diğer bölgeler de göstereceğini kabul ederek “dünya kültürü” kavramına
ulaşır.79
3.1.2. Modern Dünya Sisteminin İşleyişi
1500’lerde meydana gelen dönüşüm Avrupa da ortaya çıkan yeni bir dünya
ekonomisinin tarihte ilk kez kendini pekiştirip kapitalist üretim tarzını ve dünya ekonomisinin
yapısal özelliği olan devletlerarası sistemi geliştirmesidir. Zamanla kapitalist üretim tarzı
temelli dünya ekonomisi dünya imparatorlukları ve mini sistemleri kendi içine katmıştır. 80 Bu
süreç yirminci asırda tüm dünyayı içererek yeni tarihsel durumu yani tekil bir dünya sistemini
ortaya çıkarana kadar devam etmiştir.81 Sistemin işleyişi ve çevreleşme süreci aşağıdaki gibi
özetlenebilir;
16. asırdan itibaren, metaların ve insanların dolaşımı ve mübadelesi sürecinde dünya
ekonomisi sürekli olarak genişler ve sonuçta dünya çapında niteliksel ve hiyerarşik bir
toplumsal işbölümü ortaya çıkar; merkez, çevre, yarı-çevre ve dışsal bölgeler. Merkez
Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, (Çev: Necmiye Alpay), Metis Yay., 1. bası, İstanbul, 1992, s., 11 ve 35.
Oktik & Kökalan, a.g.m., s., 124.
78
Oktik & Kökalan, a.g.m., s., 125.
79
Oktik & Kökalan, a.g.m., s., 128.
80
Burada, kendi bünyesine katılmaktan kastedilen, aşağıda ayrıntılı biçimde bahsedileceği gibi; bir bölgenin
üretim süreçlerinin -sermaye birikimi dürtüsü gereklerine uygun bir biçimde- kapitalist dünya ekonomisinin
bütünleşmiş işbölümünün bir parçası haline gelmesidir. Bu durum çoğunlukla mülkiyet yapısı ve toplumsal
üretim ilişkilerinde değişmeler gerektirir. Genellikle bu süreç emeğe yönelik yeni baskıları içermektedir.
Dolayısıyla, “ çevreleşme “ birçok durumda emek üzerindeki toplumsal bir baskı getirmiştir.
81
I. Wallerstein, Hale Decdeli,Reşat Kasaba, “Osmanlı İmparatorluğunun Dünya Ekonomisiyle Bütünleşme
Süreci”, Toplum ve Bilim, (Çev: Ali Selman), Sayı: 23, Güz 1983, s., 42.
76
77
20
bölgelerde nitelikli emek biçimleri ve kapitalist ekonomiler sözkonusudur. Çevre ülkeler ise
niteliksiz emek biçimleri ve tarımın ağırlığıyla karakterize edilir. Merkezle çevre arasındaki
eşitsiz mübadeleden bir artık transferi gerçekleşmektedir. Çevre ülkeler dünya sisteminin
parçası haline gelmeleriyle, iktisadi faaliyetlerini merkezdeki üretim ve dolaşımın (dış ticaret
yollu mübadelenin) mantığı çerçevesinde düzenlerler. Çevre bölgeler giderek belli malların
üretiminde ve merkeze ihracında uzmanlaşır, merkezden teknolojik içerikli yoğun metalar
alırlar. Yarı çevre ülkeler, tampon rolü oynayan bölgelerdir. Dışsal bölgeler ise dünya
ekonomisinin dışında olan kendi kendine yeterli Osmanlı ve Rus İmparatorlukları gibi büyük
dünya imparatorluklarıdır.82
Sistem artık ticaret yoluyla birbirine eklemlenmiş durumdadır. Rekabet koşullarının
yaratılmasıyla da sistemde birikimin en üst düzeye çıkarılması hedeflenmiştir. Daha çok meta
alıcısı bulunmasıyla çevre ülkelere doğru bir yönelim ve alıcı kültürünün hızla yayılması
sağlanmıştır. 15. asrın sonlarında başlayan bu yayılma 19. asrın sonlarında tüm dünyayı
kaplar.83 Wallerstein bu durumu şöyle anlatır;
“...genel olarak dış alanlar kapitalist dünyanın değil, kapitalist dünya dış alanların
peşinde olmuştur. Ne zaman askeri yolla belirli yerler ele geçirilse, kapitalist
girişimciler şaşmaz bir biçimde orada gerçek pazarlar bulunmadığından yakınarak
sömürge yöntemleri yoluyla “beğeni yaratma” işlemlerine girişmişlerdir. Pazar
açıklaması düpedüz tutmuyor. Düşük maliyetli işgücü arayışı, çok daha
savunulabilir bir açıklama. Dünya ekonomisine katılan her yeni bölgede dünya
sisteminin ücret düzeyi hiyerarşisinde en altta yer alan reel ücret düzeylerinin
yerleştiği, tarihsel bir olgudur.”84
MDST’ye göre, dünya ekonomisinde merkezle çevre arasında eşitsiz bir mübadele
sözkonusudur. Çevre ülkelerde üretilen toplam karın (ya da artığın) bir kısmı merkeze
aktarılmaktadır. Wallerstein’a göre merkez-çevre kavramları gerçekte iktisadi akışların
coğrafi yapısını yansıtmaktadır.85
Wallerstein, hiyerarşik yapılanan dünya sisteminin tek merkezli olduğunu vurgular.
Dünya sisteminin tek merkezli olması, sistemin çeşitli bölgelerinin yükselişlerini aynı
zamanda diğerlerinin düşüşü ile ilişkilendirir ve buna Londra ve Amsterdam şehirlerini örnek
Karaömerlioğlu, a.g.m., ss., 90-91.
Oktik & Kökalan, a.g.m., s., 124.
84
Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm..., s., 34.
85
Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm..., ss., 27-28. Burada Wallerstein, bir ekonomideki üretim, dağıtım,
bölüşüm ve mübadele süreçleri içerisinde vurguyu mübadeleye (tüketim veya ticaret) yapar ve mübadelenin
diğer süreçler üzerindeki etki gücüne dem vurur. Böylece MDST’ de, Marks’ın üretime dayalı “sermayedaremekçi çatışması”, sınırları aşarak sermayeye sahip “merkezle” emek-yoğun bir ekonomiye sahip “çevre”
arasındaki çatışmaya döner ki bu tip coğrafyaya dayanan bir analizde mübadele ekonomisinin öne çıkarılması da
doğaldır.
82
83
21
gösterir. Buna karşılık kendisi de MDST bağlamında eserler veren J.Abu-Lughod
Wallerstein’inkinden üç asır önce oluşan bir dünya sisteminin (Avrupa-Ortadoğu -Çin) birden
çok merkezi olduğunu ve hegemonik güçlerin yükselmesinin diğer parçaların zararına
olmadığını iddia etmiştir. Ona göre,sistemin bir parçasının gelişmesi diğer parçasına da
olumlu bir etki etmektedir.86
Modern dünya sisteminde, siyasal alandaki dünya imparatorluğunun tersine ekonomik
olarak bir birleşme sözkonusudur. Siyasal birlik yoksunluğu dinamik bir toplumsal sistem olan
dünya ekonomisinin (kapitalist ekonomi) güçlü yanlarından biridir. Merkezi denetim
yoksunluğundan dolayı ekonomik aktörler daha fazla özgürlüğe sahiptir. Bu hareket özgürlüğü
de onların servet biriktirme ve küresel ölçekte servetlerini geliştirme fırsatlarını güçlendirir.
Sonuçta dünya ekonomisinin bu özellikleri, servet dağılımında eşitsizliği artırarak dünya
çapında bir kaosa sebep olmaktadır.87 Dolayısıyla, 16. asırda ortay çıkan “kapitalist dünya
ekonomisi” gibi ekonomiler asalak bir bürokratik sınıfa gerek kalmadan üreticilerin daha
doğrudan sömürüldükleri yapılar olması nedeniyle etkinlik açısından dünya imparatorluğuna
göre daha üstündür.88
3.1.3. Teorinin Sosyolojik Boyutu
Wallerstein’a göre Merkez, Modernleştirme (Batılılaştırma) etiketi altında çevre ve yarıçevre bölgelere Avrupa dilini dayatmakta, belli teknoloji ve törelere göre eğitim yaptırmakta
ve yasalarla ilgili çeşitli değişiklikleri zorlamaktadır. Bu uygulamalar, ya askeri bir otorite
tarafından ya da eğitmenlerce gerçekleştirilmektedir. İzlenen bu yolla verimlilik adı altında
sınıflandırılan bir işçi sınıfı ve batılılaştırma ile oluşturulan bir burjuva sınıfı ortaya çıkmakta
ve dünya genelinde yeni bir tabakalaşma sisteminin oluşmasına sebep olmaktadır.89
Wallerstein, bugün içinde bulunduğumuz koşulların bir dünya düzeni değil dünya
düzensizliğinin yarattığı kaos ortamı olduğunu vurgular. İlerleme temelli olan modern sistem
20. asrın başından itibaren bu anlayıştan uzak bir karışıklık süreci yaşamaktadır.
Wallerstein’göre şimdi yeni bir düzene girmekle beraber dünya ekonomisinin parçalanma
sürecini yaşamaktayız. Bu yüzden “yeni bir dünya düzeni” yaratılmalıdır. Bu oluşum için
özne olarak
“grupları” önerir. Yeni sistemin yaratılabilmesi için öz bilinçli, içi içe
geçmişliklerinin farkında olan gruplara ihtiyaç olduğunu vurgular. Bu gruplar, birleşmiş bir
biçimde daha üst düzeylerde gruplaştırılabilirler. Gruplar, siyasi açıdan egemen güçlerin
sebep olduğu statüko ve ekonomik eşitsiz örgütlenişe karşı bir silah konumundadırlar.
Karaömerlioğlu, a.g.m.,s., 91.
Oktik & Kökalan, a.g.m., ss., 127-128.
88
Karaömerlioğlu, a.g.m., s., 90.
89
Oktik & Kökalan, a.g.e., ss., 127-128.
86
87
22
Önümüzdeki yıllarda bugünden farklı olarak, dünya pazarının işleyişinden çok dünya
siyasi ve kültürel yapılarının işleyişi sözkonusu olacaktır. Wallerstein, temel sorun olarak
sistemde demokrasinin yokluğu anlamına gelen büyük eşitsizliklerin varlığından bahseder.
Eşitlikçi, tam olarak demokratik bir tarihsel sistemin istenildiği anlayışı sergilenmedikçe
dünya sisteminin çöküşünden kurtulmak olanaksızdır.90
3.1.4. Teoriye Yöneltilen Eleştiriler
Dünya sistemi perspektifi, çevreleşme dönüşümüne tek yanlı ekonomist bir yaklaşım
getirdiği için eleştirilmektedir. Bu eleştirilere göre, Avrupa’daki ticaret yapısındaki
değişiklikler çevrede sosyo-ekonomik ve siyasal değişiklikleri etkileyen en önemli unsur
olarak ele alınmaktadır. Açarsak; MDST modernleşme kuramının kültürel özcülüğünü ve
bundan doğan tarih dışı bakış açısını yadsımakta başarılı olmakla birlikte, özgül yerel –
bölgesel- tarihleri ve kapitalizm öncesi toplumlardaki sınıf ilişkilerini açıklamakta başarısız
kalmaktadır.Bu sebeple, çevredeki farklılık gösteren gelişme biçimlerini açıklayamamaktadır.
Öte yandan H. İnan’a göre, farklı dünya bölgelerindeki gelişmenin özgül biçimlerinin
anlaşılabilmesi için devlet, akrabalık ilşkileri, din ve hukuk gibi ekonomi-dışı yapıların da göz
önüne alınması gerkir. Kapitalizm öncesi toplumlardaki sosyo-ekonomik değişme üzerine
yapılan araştırmalar bu ekonomi-dışı ilişkilerin sınıf ilişkilerinin yapısını belirlediği ve
üretilen artığı çekme olanaklarını sağladığını öne sürer.91
Sınıf ilişkilerine vurgu yapan eleştirilerden biri de, Klasik Marksist argümanlarıyla
Robert Brener ve Eric Wolf’tan gelmiştir. Brener, teorinin nitelik değil nicelik üzerine inşa
edildiğini iddia eder. Sınıf mücadelelerinin sonucu ortaya çıkan bir kapitalizm yerine,
işbölümü ve niceliksel gelişmenin –dolaşım ve mübadelenin- bir sonucu olarak sınıf
mücadelelerine varılır. Wolf, kapitalizmin kapitalizm olabilmesi için üretim düzeyinde
tanımlanması gerektiğini öne sürer.92 Gerstein de, Brener ve Wolf gibi MDST’de kapitalizmin
dolaşım açısından ele alınmasını ve sınıf mücadelesinin kaynağına inilmemesini
eleştirmiştir.93 Wallerstein, Gerstein’e verdiği yanıtta, Marks’ın “dünya pazarında yarışma,
kapitalist üretimin temeli ve yaşamsal unsurudur” sözünü hatırlatarak kendisinin dolaşımcı
olduğu eleştirisine “Marks’tan daha fazla dolaşımcı değilim” cevabını vermiştir. Sınıf
90
Oktik & Kökalan, a.g.e., ss., 129-131.
İnan, a.g.m., s., 25.
92
Karaömerlioğlu, a.g.m., s., 92.
93
Ira Gerstein, “Dünya Ekonomisi ve Emperyalizm Kuramları”, Emperyalizm, Gelişme ve… içinde, s., 98.
91
23
mücadelesine değinmediği eleştirisine de sınıf ilişkilerine kitabının en güçlü bölümü
olduğunu belirttiği Beşinci Bölümde yer verdiğini ifade eder.94
Diğer bir eleştiri, dışsal faktörlerin ülkelerin kalkınmasında oynadığı rolün
abartılmasıdır. Sistemi yönetenin merkez olması nedeniyle içsel olanın dönüştürme ve
merkeze (dışsal olana ) direnme potansiyelinin MDST içinde hemen hemen kaybolduğu iddia
edilmiştir.95
Ancak, Wallerstein’in tümdengelimci mantığı ve dünya ekonomisi sistemi kavramı
dikkate alındığında, bu sistemin bütün olarak ele alındığı anlaşılır. Dolayısıyla, sistem
içerisindeki merkez ve çevre ülkeler zaten sistemin içselindedir. Sistem açısından bakılırsa,
bu sisteme ancak dışsal bölgelerden (örneğin dünya imparatorluğundan) bir etki olduğu
zaman içsel-dışsal ayrımından bahsedilebilir. Yani, Wallerstein’in kullandığı yöntem ve
kavramlar -yöntemi veri alan- bu içsel-dışsal ayrımına dayalı eleştirilere pek de izin
vermemektedir. Onun yerine, belki ilk başta kullanılan yöntem ve tanımlamalar
eleştirilmelidir.
Wallerstein’ın merkez-çevre ayrımına da eleştiriler yapılmıştır. S. Stern, 16. ve 17.
asırlarda Latin Amerika’da nitelikli, niteliksiz ve ortakçı emek biçimlerini üçünün de bir arada
yaşabildiğinden bahseder. Yani, merkezde nitelikli, çevrede ise niteliksiz emek varsayımı
teorinin yumuşak karınlarından birisidir.
Bergesin ve Pietersen, MDST’nin dünya ekonomisinin oluşmasında tarihsel olarak
askeri gücün aslında serbest ticaretten çok daha önemli ve merkezi bir yeri olduğunu ve
teorinin bunu ettiğini öne sürerler. Onlara göre, dünyanın çeşitli bölgelerinin dünya sitemi
içerisine çekilmesinde itici gücü -ticaretteki eşitsiz mübadeleden çok- Avrupalıların çevre
ülkelerdeki acımasız askeri ve daha sonraki siyasi güçleri oynamıştır. Ancak, MDST’nin
çevredeki dinamiği -teorinin yapısı gereği- dikkate alması zordur.96
Johnson, dünya ekonomisi tanımlarının bütün olumsuz çağrışımlarıyla birlikte sonuçta
emperyalizm kuramının yerine geçtiğini ifade eder. Kapitalizm, merkez ekonomileri, “dünya
kapitalist sitemi” ise merkez ekonomileri ile çevresel olanları anlatmaktadır. Johnson’a göre,
bütün bunlar ideolojik tartışma örnekleridir yoksa bilimsel materyalist tartışmanın değil. 97
3.1.5. Teorinin Osmanlı İktisadiyatı Boyutu
Wallerstein, “Sınıf Mücadelesini Gördüğümüz Zaman Nasıl Tanıyoruz; Ira Gerstein’e Yanıt”, Emperyalizm,
Gelişme ve… içinde, ss., 126-128.
95
Karaömerlioğlu, a.g.m., s., 92.
96
Karaömerlioğlu, a.g.m., s., 93.
97
Carlos Johnson, “Emperyalizm ve Bağımlılık Kuramlarında İdeolojiler”, Emperyalizm, Gelişme ve… içinde,
s., 165.
94
24
Osmanlı imparatorluğu, MDST tanımlamalarına göre bir dünya imparatorluğu
konumunda olması ve ömrünün sonlarına doğru çevreleşme eğilimleri gösterdiği için
Wallerstein’in önemli biçimde ilgi alanına girmiş ve teori çerçevesinde yapılan birçok
araştırmanın konusu olmuştur. Wallerstein’e göre, 1750 öncesi dışsal bölge olarak karakterize
edilen Osmanlı bu tarihten sonra dünya sistemi içine çekilerek çevre konumuna girmiştir.98
Gerçi
Osmanlı’nın
çevreleşme
dönemi
konusunda
verilememektedir. Wallerstein, H. Decdeli ve
kesin
bir
tarih
veya
dönem
R. Kasaba’yla yaptığı çalışmada tarih
konusunda tereddütünü göstermiş çevreleşme için belli bir aralık ver(e)memiştir.99
Osmanlı’nın Avrupa ile bütünleşme tarihini 16. asra kadar geri çeken M. Çizakça
bütünleşmeyi 1550-1650 ve 1830-1900 olmak üzere iki dönem ayırmıştır. Çiazkaça’ya göre,
bütünleşmenin erken safhaları olan ilk dönem ile olgunlaştığı ikinci dönem rasındaki periyot
(1650-1850) ise Avrupa ilgisinin Hint Okyanusu’na odaklanma ve Osmnalı sanayi sektörünün
toparlanma dönemidir.100 Kasaba, dünya ekonomisine katılma dönemi olarak 1750-1815
aralığını gösterir. 1800-1876 yılları arasında ise, sisteme katıldığı dönemden çevre bölgeye
doğru itilmiştir.101 İslamoğlu-İnan ve Keyder’e göre, Osmanlı’da 17. asra kadar ATÜT, 17.
asırdan 19. asra kadar feodalleşme eğilimi vardır. 19. asrı izleyen dönemde ise, Osmanlı
çevreleşerek bir kolonyal devlet haline gelir ve kapitalizmle eklemlenir.102
Kapitalist dünya ekonomisi genişledikçe Osmanlı, üretim sistemlerini, devlet yapısını ve
toplumsal yaşamı örgütleyen kuralları yani ideolojisini yeniden biçimlendirmiştir.103 Osmanlı
örneğinde dünya ekonomisine açılış süreci diğer çevre ülkelerdeki gibi, tüccarlar ve büyük
toprak sahiplerinin Avrupalı sermayedarlarla ittifakı sonucu değil, Avrupa devletleriyle
merkezi bürokrasi arasındaki pazarlıklar, baskılar ve adım adım uzlaşmalar yoluyla
ilerlemiştir. Ekonominin dışa açılması ve Osmanlı maliyesinin Avrupa sermayesinin denetimi
altına girmesi sürecindeki en önemli dönüm noktaları, 1838’de imzalanan dış ticaret
anlaşması, 1854’de başlatılan dış borçlanma süreci ve 1850’lerden itibaren demiryolları
yapımı konusunda yabancı sermayeye verilen imtiyazlardır.104
Niyazi Berkes, 1838’e kadar Türkiye’nin Avrupa’nın ekonomik ve siyasi ağına dahil
olmadığını öne sürer. Çünkü, bu anlaşmayla ticaretteki tekeller kaldırılmış, dış ticaret
Karaömerlioğlu, a.g.m., s., 91.
Wallerstein, Decdeli, Kasaba, a.g.m., s., 46.
100
Ebubekir Ceylan, “Dünya-Sistemi Teorisinin Osmanlı Tarihi Çalışmalarına Yansımaları”, Türkiye
Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, İstanbul, 2003, s., 83.
101
Reşat Kasaba, Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Ekonomisi; On dokuzuncu Yüzyıl, (Çev: Kudret
Emiroğlu), Belge Yay: 194, 1. Bası, Ekim 1993, s., 44-46.
102
Aydın, a.g.m., s., 73.
103
Wallerstein vd., a.g.m., s., 50.
104
Şevket Pamuk, “Bağımlılık ve Büyüme: Küreselleşme Çağında Osmanlı Ekonomisi”, Doğu-Batı, Yıl:4, Sayı:
17, 2001-02, s., 38.
98
99
25
yabancıların lehine olacak şekilde düzenlenmiştir. Yerel üretici ve esnafın çözülmesine neden
olan bu süreçte, yabancıların Osmanlı ticaretindeki etkinliği artmış özellikle kapitalist dünya
ekonomisiyle bütünleşmenin yoğun olarak hissedildiği bölgelerde işbirlikçi bir sınıf
oluşmuştur. Böylece, İstanbul, İzmir ve İskenderun gibi liman şehirleri dünya ekonomisiyle
bütünleşmenin yoğun olarak yaşandığı yerler konumuna gelmişlerdir.105
Wallerstein, Decdeli ve Kasaba, Tanzimat Fermanının ilanıyla Osmanlı’nın artık dünya
ekonomisi içerisindeki “çevre” konumunun meşrulaştığını ileri sürmüşlerdir. Onlara göre,
Tanzimat Fermanı, devletin artık bağımlı olduğu bir sistemde ekonomik artıktan kendine
düşen payı güvence altına almaya girişebileceği yasal bir çerçeve sağlıyordu.
19. asrın ikinci yarısında devlet yapısı Avrupa mali sermayesinin Osmanlı’ya sızmasına
izin vermiştir. Bu dönemde başlayan demiryolu yapımı “ikili devlet anlaşmaları” temelinde
gerçekleşmiştir. Bu ve benzeri (telgraf gibi) altyapısal yatırımlar Avrupa sermayesiyle finanse
edilmiş, ilişkilerin yoğunlaşmasıyla iki bölge arasında yapılan ticaret de artmıştır. Ayrıca,
Duyun-ı Umumiye, temelde yozlaşmış Osmanlı bürokrasisinin Avrupa mali sermayesi
tarafından belirlenen sınırlar içerisinde tutulmasına hizmet etmiştir. 106
Küreselleşmiş siyasal yapının çevreleşmenin ekonomik süreçleri ile uyum sağlamasında
son aşama Wallerstein vd.’ne göre Jön Türk hükümetinin kurulmasıdır. Bu hükümetin ulusal
ekonomi ve ulusal burjuvazi yaratma gibi somut girişimleri, Almanya’nın dünya ekonomisi
içinde merkez statüsü kazanma mücadelesinde Osmanlı’nın da yarı-çevre olarak dünya
ekonomisinin işleyişinden kazançlı çıkma ve Almanya ile müttefik olma gibi bir girişimi
temsil ediyordu. Wallerstein vd., “Osmanlı aslında çevresel yapılanmasını tamamlıyordu”
yorumunu yapmışlardır.107
MDST’nin çevre ülkelerin çevreleşme sürecinde geçireceği evreler üzerine genelci
yorumları Osmanlı özelinde doğrulanmamıştır. Örneğin, artan Avrupa talebine bir yanıt
olarak zor gücüyle pazara yöneltilmiş emek veya ortakçı kullanan ticari çiftliklerin ortaya
çıkması savı, Ş. Pamuk’un bir çalışmasıyla tartışılır duruma gelmiştir. Pamuk 19. asırdaki
Osmanlı tarımı üzerine yaptığı araştırmada üretimin küçük köylü işletmelerinde
gerçekleştiğini göstermiştir. Üstelik ayanın gücü büyük ölçekli ticari çiftliklerden
kaynaklanmayıp
iltizam
sistemi
sonucu
ekonomik
artığa
el
koyabilme
ve
pazarlayabilmesinden kaynaklanmaktadır.108 Zaten, büyük ölçekli tarım çiftlikleri 19. asrın
105
Ceylan, a.g.m., s., 84.
Wallerstein vd., a.g.m., ss., 49-50.
107
Wallerstein vd., a.g.m., s., 51.
108
Şevket Pamuk, “Osmanlı Tarımında Üretim İlişkileri; 1890-1913”, Toplum ve Bilim, Sayı: 17, Bahar 1989,
3-50; İnan, a.g.m., ss., 26-27.
106
26
sonlarında bazı Arap bölgeleri dışında hiçbir bölgede yaygın toprak işletme sistemi olarak var
olmamıştır.109
MDST’nin toplumsal işbölümü sonucu olarak bir süre sonra çevre ülkelerinde tek ürüne
dayalı
üretim
sistemine
(monokültür)
geçileceği
tezi
de
Osmanlı
örneği
için
doğrulanmamıştır. Orhan Kurmuş, Avrupa’nın Osmanlı pamuğuna artan talebine ve
İngiltere’nin Batı Anadolu’dan pamuk ithalatını artırma çabalarına karşın monokültür üretime
kayma olmadığını ve köylü üretiminin örgütlenmesinde bir değişiklik yaşanmadığını ortaya
koymuştur.110
İlkay Sunar, Osmanlı Devletinin ayandan görece özerkliğini buna karşılık ekonomik
bağımsızlığını artıran ayanın devlete olan siyasal ve hukuksal bağımlılığını vurgular. Ona
göre, ayan ne devlet üzerinde egemenlik kurabiliyor, ne de toprak ile emeği yeterince
bütünleştirebiliyordu. Sunar aynı zamanda, 19. asırdaki uluslararası devletler sisteminin
Osmanlı’nın kurumsal yeniliklerle yeniden yapılanmasını sağlayarak devleti ayanlara karşı
güçlendirmiş olduğunu da ileri sürer.111
1820’lerden sonra Osmanlı-Avrupa dış ticaretinde önemli artışlar gözlenmiştir. Osmanlı
gibi ülkeler giderek merkezin hammadde deposu ve ürünlerini sattıkları Pazar haline
gelmiştir. MDST’ye göre en önemli etkilerden biri Avrupa sermayesinin çevresel bölgelerde
yayılmasıyla buralardaki yerel sanayiyi ve zanaatları yıkmasıdır. Osmanlı’da 1820-1860
arasında 10000 zanaat çökmüştür. Ancak bazıları işlerini başka alanlara kaydırmışlardır.
Quatert, zanaatların yıkılmasıyla kırsal kesimde Avrupalı kapitalistlerle rekabet eden özellikle
kadın ve kısmen de çocuk emeğine dayanan bir endüstrileşme biçiminin ortaya çıktığını iddia
eder. Ayrıca, MDST Osmanlı’nın şehirlerin iaşesi meselesini ve ticareti kontrol altında tutma
girişimleri gibi uygulamalarını açıklamakta güçlük çekmektedir.112
Pamuk 19. asır için Osmanlı’yı diğer çevre ülkelerden ayıran kendine özgü niteliklerini
şöyle sıralar;
-
merkezi devletin ve bürokrasinin diğer toplumsal sınıflar karşısındaki göreli gücü,
-
resmen sömürgeleşmenin hiçbir zaman sözkonusu olmaması,
-
imparatorluk üzerinde merkez ülkeler (emperyalistler) arsındaki rekabetin varlığı,
-
tarımsal işletmelerde küçük ve orta işletmelerin önemli ağırlığı,
109
Ceylan, a.g.m., ss., 89-90.
İnan, a.g.m., s., 27.
111
İnan, a.g.m., s., 29.
112
Karaömerlioğlu, a.g.m., ss., 93-94.
110
27
-
çözülme ve dağılmaya karşın 19. asır Osmanlı devletinin üç kıtaya yayılmış güçlü
bir imparatorluğun devamı oluşu.113
Ayrıca Quataert, -MDST’nin öngördüğü biçimde- Osmanlı’nın dünya sistemine
pürüzsüz bir şekilde katılmamasına sebep olarak Osmanlı’nın çevreleşme sürecindeki iki
temel niteliğine değinir. Bunlar, -Pamuk’un belirttiği gibi- dolaysız sömürgeleşme sürecinden
geçilmemesi ve devletin uymak durumunda olduğu “uluslararası hukuk” ile kendi “geleneksel
hukukuna” dayalı ikili hukuk yapısıdır.114
SONUÇ YERİNE
Bu çalışmada, 60’lı yıllardan sonra iktisadi düşüncede ağırlığı hissedilen, iktisadi
yaşama sol perspektiften bakan üç analiz incelendi. Bunlardan ilki olan ATÜT, toprak
mülkiyetinin devlete ait olması, durağan bir ekonomik yapı sergilemesi ve köylü üretim
özelliğine sahip olması gibi nedenlerle, dönemin Türk düşünenleri tarafından Osmanlı toplum
yapısına benzetilerek toplumun azgelişmişlik sebepleri, bu çerçeveden açıklanmaya
çalışılmıştır. Ancak, bu uğraşlar sanki teoriyi hayata uyarlama değil de mevcut hayatı teoriye
yaklaştırma onun yapısına oturtma eylemleri gibidir. Çünkü, genelde Marksist teoriyi temel
alarak analize koyulan bu çalışmalar, klasik teorinin dışına çıkamamış ve mevcut belli
kavramları hem Osmanlı hem de ATÜT özelinde farklılıkları dikkate almadan
kullanmışlardır.
Kapsamı kısaca verilmeye çalışılan ikinci analiz, Bağımlılık Kuramıdır. Bağımlılık
kuramcıları azgelişmiş ülkelerin (çevrenin) gelişememesinin sebebi olarak gelişmiş ülkeleri
(merkezi) göstermişlerdir. Bu adaletsiz durum, her iki taraf arasındaki eşitsiz mübadeleden ve
merkezin bunu körüklemesinden kaynaklanmıştır. Bu kuram, bir çok taraftar bulmuş fakat
zamanla yerini daha gelişmiş bir perspektif sunan Modern Dünya Sistemi Teorisine (MDST)
bırakmıştır. MDST de, bağımlılık kuramı gibi azgelişmişliği ülkelerin iç dinamiklerinden
ziyade merkezin çevreye uyguladığı adaletsiz siyasi ve ekonomik uygulamalarında aramıştır.
Sosyologlar ve ekonomistler tarafından yapılan birçok eleştiriye ve çalışmaya konu olan bu
Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi; 1820-1913, Yurt Yay., Ankara, 1984, s., 127128.
114
İnan, a.g.m., ss., 31-32.
113
28
teori, “modern dünya sistemini”, “kapitalizm” olarak tanımlar ve coğrafi olarak yaptığı
analizin merkezine ülkeler arası eşitsiz mübadeleyi/ticareti koyar.
Bugün, bu tartışmalar artık gündemini kaybetmiştir. Bu duruma birçok sebep
sunulabilir; siyasi ortamın artık 60-70’ler gibi sola söz hakkını pek vermediği, insanların artık
kapitalizmle iç içe olduğu dolayısıyla olaya artık dışarıdan bakamadıkları ve bu teorilerin
gerçeği açıklamakta hem teorik hem de empirik olarak zayıf oldukları gibi sebepler ortaya
konulabilir. Aslında her şeyiyle eksiksiz/tam bir teori hiçbir zaman olamaz; dolayısıyla bu
teoriler de- kendileri buna pek yanaşmasa da – bir yönüyle hep eksiktirler. Ancak, bu teorileri
sürekli olarak göz ardı ettikleri konular/şeyler üzerinden eleştirmek, teorileri anlamayı
güçleştirecektir. Teori kendine bir tez belirler ve bu tezine yoğunlaşarak olguları açıklamaya
koyulur. Dolayısıyla, bu arada göz ardı edeceği – ya da metot, ideoloji gibi nedenlerle
bahsetmekten çekineceği- konular olacaktır. Bu yüzden teorileri, -kuramsal ve metot
açısından bir sorunu yoksa!- göz ardı ettiği değil de vurgu yaptığı şeyler üzerinden eleştirmek
hem o teorinin olgunlaşmasına hem de her iki tarafın da gerçeği bulma amacına yardımcı
olacaktır. Böylece yeni sorular ve yeni cevaplar ortaya çıkacaktır. Bu yöntem belki “global
anlamayı” güçleştirir ama, gölün oluşması için de damlalara ihtiyaç yok mudur?
KAYNAKLAR
Akşin, Sinan; “Osmanlı ve Türk Toplumundaki Sınıf Yapısı Üzerine Bir Deneme”,
Toplum ve Bilim, Sayı.2, Yaz 1977.
Angotti, Thomas; “Bağımlılık Kuramının Politik Sonuçları”, Emperyalizm,
Gelişme ve Bağımlılık Üzerine (Der: Melih Ersoy) içinde, 1. Baskı, V Yay.,
Ankara, 1992.
Aydın, Suavi; “Aydınlanma ve Tarihselcilik Problemleri Arasında Türk Tarih
Yazıcılığı: Feodalite Örneği”, Toplum ve Bilim, Sayı 91, Kış 2001-2002.
Barkan, Ömer L.; “Timar”, Türkiye’de Toprak Meselesi, Toplu Eserler 1,
Gözlem Yay., İstanbul, 1980.
; “Avarız”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 2, 1979. İst.
; “Çiftlik”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 3
; “Feodal Düzen ve Osmanlı Timarı”, Türkiye’de Toprak Meselesi,
Toplu Eserler 1, Gözlem Yay., İstanbul, 1980.
; “XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Toprak
İşçiliğinin
Organizasyon Şekilleri”, Türkiye’de Toprak Meselesi,
Toplu Eserler 1, Gözlem Yay., İstanbul, 1980.
29
; “Türkiye’de Servaj Var mı idi?”, Türkiye’de Toprak Meselesi,
Toplu Eserler 1, Gözlem Yay., İstanbul, 1980.
Ceylan, Ebubekir; “Dünya-Sistemi Teorisinin Osmanlı Tarihi Çalışmalarına
Yansımaları”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1,
İstanbul, 2003.
Cipolla, Carlo M.;Dünya Ekonomi Tarihi, (Çev. Ahmet Angın), Kitapçılık Tic.
Limt. Şirk. Yay., İst., 1967.
Çakır, Coşkun; “Türkiye’de İktisat Tarihi Çalışmalarının Tarihi Üzerine Bir
Deneme”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 1, Sayı 1,
İstanbul., 2003.
Divitçioğlu, Sencer; Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Sermet Matbaası,
Kırklareli, 1981.
Ersoy, Melih; “Bağımlılık Okulu Eleştirisine Giriş”, Emperyalizm, Gelişme ve
Bağımlılık Üzerine (Der: Melih Ersoy) içinde, 1. Baskı, V Yay., Ankara, 1992.
Gerstein, Ira; “Dünya Ekonomisi ve Emperyalizm Kuramları”, Emperyalizm, Gelişme
ve Bağımlılık Üzerine (Der: Melih Ersoy) içinde, 1. Baskı, V Yay., Ank, 1992.
Hilav, Selahattin; “Asya Tipi Üretim Biçimi Üzerine Açıklamalar”, Eylem, Sayı 13.,
Cilt 2., 1965.
İnalcık, Halil; “15. Asırda Türkiye İktisadi ve İçtimai Tarihi Kaynakları”, İktisat
Fakültesi Mecmuası, 1953, Cilt 15, s., 61.
İnan, Huricihan; “Osmanlı Tarihi ve Dünya Sistemi”, Toplum ve Bilim, Sayı: 23, Güz 1983.
İnsel, Ahmet; İktisat İdeolojisinin Eleştirisi, Birikim Yay., 2. baskı, İstanbul, 2003.
Johnson, Carlos; “Emperyalizm ve Bağımlılık Kuramlarında İdeolojiler”
Emperyalizm, Gelişme ve Bağımlılık Üzerine (Der: Melih Ersoy) içinde, 1.
Baskı, V Yay., Ankara, 1992.
Karaömerlioğlu, M. Asım; “Bağımlılık Kuramı, Dünya Sistemi Teorisi ve
Osmanlı/Türkiye Çalışmaları”, Toplum ve Bilim, Sayı 91, İstanbul, Kış
2001-2002.
Kasaba, Reşat; Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Ekonomisi; On dokuzuncu
Yüzyıl, (Çev: Kudret Emiroğlu), Belge Yay: 194, 1. Bası, Ekim 1993.
30
Kazgan, Gülten; İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitapevi, İstanbul,
1999.
Leys, Colin; “Azgelişmişlik ve Bağımlılık: Eleştirel Notlar” Emperyalizm, Gelişme
ve Bağımlılık Üzerine (Der: Melih Ersoy) içinde, 1. Baskı, V Yay., Ank, 1992.
O’Brien, Philip J.; “Latin Amerikan Bağımlılık Kuramlarına Bir Eleştiri”,
Emperyalizm,
Gelişme ve Bağımlılık Üzerine (Der: Melih Ersoy) içinde, 1.
Baskı, V Yay., Ank, 1992.
Oktik, Nurgün & Füsun Kökalan, “Immanuel Wallerstein;Tarihsel Kapitalizmin Analizi
ve Dünya Sistemi”, Doğu-Batı, Yıl:4, Sayı: 17, 2001-02.
Pamuk, Şevket; Osmanlı İmparatorluğunda Paranın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
2. Baskı, İstanbul, 2003, s., 12-13.
; “Bağımlılık ve Büyüme: Küreselleşme Çağında Osmanlı
Ekonomisi”, Doğu-Batı, Yıl:4, Sayı: 17, 2001-02.
; Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi; 1820-1913, Yurt Yay.,
Ankara, 1984.
Wallerstein, Immanuel ; The Modern World–System: Capitalist Agriculture and
the Origins of the European World-Economy in The Sixteenth
Century, Academic Press, INC, New York, 1974.
; Tarihsel Kapitalizm, (Çev: Necmiye Alpay), Metis Yay., 1. bası, İstanbul,
1992.
; Hale Decdeli,Reşat Kasaba, “Osmanlı İmparatorluğunun Dünya
Ekonomisiyle Bütünleşme Süreci”, Toplum ve Bilim, (Çev: Ali Selman), Sayı:
23 Güz 1983.
; “Sınıf Mücadelesini Gördüğümüz Zaman Nasıl Tanıyoruz; Ira Gerstein’e
Yanıt”, Emperyalizm, Gelişme ve Bağımlılık Üzerine (Der: Melih Ersoy)
içinde, 1. Baskı, V Yay., Ankara, 1992.
Yerasimos, Stefanis; Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Gözlem Yay., Bilim
AraştırmaDizisi, 3, İstanbul, 1980.
31
32
Download