küresel iklim değişiminin yavaşlatılmasında

advertisement
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİNİN
YAVAŞLATILMASINDA
ORMANLARIN ROLÜ
NEDİM SARAÇOĞLU
Prof. Dr., Bartın Üniversitesi Orman Fakültesi
Orman Mühendisliği Bölümü
Nedim Saraçoğlu, Küresel İklim Değişiminin
Yavaşlatılmasında Ormanların Rolü , Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 135, Mayıs 2011, ss. 60-71.
• 60
1. KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ
A
tmosferde biriken CO2’in 2/3 ‘ünün fosil yakıt tüketiminden, 1/3’ünün de arazi kullanım değişimi ve
ormansızlaştırmadan kaynaklandığı belirlenmiştir.
İklim değişikliği, hava kirliliği gibi artan çevre sorunlarından dolayı tüm dünyada atmosfer daha az CO2 salan,
fosil yakıtlara alternatif, çevreyi daha az kirleten, yenilenebilir enerji kaynağı olan biyokütle önem kazanmaktadır. Bu
amaçla yetiştirilen ürünler, küresel ısınmanın temel nedenlerinden olan karbondioksiti absorbe ederek depolayacağı
için biyokütle yetiştiriciliği, küresel ısınma problemini azaltacak çözümlerden birisi olarak ele alınabilir. Sürdürülebilir
anlamda üretildiğinde biyokütle, bitki büyümesi sürecinde
alınan miktarda karbonla hemen hemen aynı miktarda karbonu dışarı verir. Bu nedenle biyokütlenin kullanımı, atmosferdeki CO2’nin birikimine katkıda bulunmaz (OGM, 2009).
Yeryüzünün bir diğer önemli karbon havuzu da okyanuslardır. Yeryüzündeki orman ekosistemleri atmosferden her
yıl 100 gigaton (Gt, milyar ton) CO2 almalarına karşın bunun
yarısını geri vermektedir. Yeryüzündeki ikinci karbon havuzu olan okyanuslar ise aldıkları 104 gigaton CO2’in 100’ünü
geri vermektedir. Ormanların bu yönden üstünlükleri de bu
ekosistemlerin bu konuda tek kaynak olduğunu ortaya koymaktadır. Tablo 1’de 1990-2000 yılları arasındaki verilere
göre atmosferdeki CO2 miktarında 3 GT’lik bir artış olduğu
görülmektedir. Dikkatli bir işletmeyle fosil yakıt emisyonlarından kaynaklanan karbondioksitin önemli bir kısmının yersel ekosistemlerde (Yutak Alanları) tutulabileceği ve böylece
MAYIS 2011 - SAYI 135•
iklim değişiminin yavaşlatılması konusunda önemli
bir katkı yapılabileceği belirtilmektedir.
Tablo 1: 1990-2000 yılları arasında karbon kaynaklarının
küresel karbon dengesine katkısı
SALINAN
(Gigaton)
KAYNAK
Fosil yakıt kullanımı
6,3
Arazi kullanım değişimi
(ormansızlaşma)
1,6
E M İ L E N
(Gigaton)
Bitki büyümesi
3,0
Okyanus – atmosfer dengesi
1,7
Toplam
7,9
Denge
3,2
4,7
Kaynak: Asan, 2006
Küresel bazda ormanlar yıllık yaklaşık 0,75 GT
karbon bağlama potansiyeline sahiptir ki, bu atmosfere salınan yıllık 8 GT’lik miktarın önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Diğer taraftan tarım, yerleşim ve
enerji kullanımının neden olduğu ormansızlaşma atmosferik karbon yüküne 1,6 GT’lik bir katkı yapmaktadır (White, 2002).
Ormanlara bağlı olarak küresel ısınma etkilerini
geciktirmede 3 ana strateji üzerinde durulmaktadır
ki bunlar:
1. Mevcut yutak alanlarının (karbon havuzlarının)
genişletilmesi,
2. Yutak alanların korunarak birim alandaki karbon bağlama performanslarının yükseltilmesi,
3. Biyokütle içinde bağlanan karbonun atmosfere
geri dönüşünün geciktirilmesidir.
1. Mevcut Yutak Alanlarının (Karbon
Havuzlarının) Genişletilmesi
Birinci strateji için öngörülen yaklaşımlar aşağıda
açıklandığı gibidir;
a) Orman içi ve dışı ağaçlandırmalar
b) Tarımsal ormancılık sistemlerinin geliştirilmesi
c) Kent ormanları tesisi
Ağaç biyokütlesinin % 50’si karbondan oluştuğundan, çok bozuk (degrade) alanların hızlı gelişen
türlerle ağaçlandırılması kısa vadede karbon bağla-
Plantasyon ormancılığının önemi gittikçe artmaktadır. Bunun nedenleri arasında; doğal ormanlara
göre yüksek büyüme oranları, işletilmelerinin kolay
olması ve idare sürelerinin kısalığı gibi etkenler yer
almaktadır. Teoride; plantasyonlara ağırlık verilmesinin, doğal ormanlara baskıyı azaltacağı da düşünülmektedir. 1997 verilerine göre dünya orman alanının
% 3,8’ ine karşılık gelen 130 milyon hektarının plantasyonlarla kaplı olduğu belirtilmektedir. Bu alanın
% 54’ ü gelişmekte olan ülkelerde yer almaktadır.
1965–1990 arasında plantasyonlardan oluşan karbon havuzlarında 6 kat artış olmuştur (Clausen ve
Gholz, 1998).
b) Tarımsal ormancılık sistemlerinin
geliştirilmesi
Dünya nüfusunun gittikçe artmasıyla insanlar
arazilerinin verimliliğini ve birim alandan elde edecekleri geliri yükseltmenin yollarını aramaya başlamışlardır. Bunu gerçekleştirmenin bir yolu, arazinin
üretim kapasitesini artıracak şekilde tarım ve orman
ürünlerinin zamansal ve mekânsal olarak birleştirildiği tarımsal ormancılık uygulamalarıdır. Tarımsal
ormancılık sistemleri başta az gelişen ülkeler olmak
üzere tüm dünyada denenmektedir. Bu sistemlerin
karbon depolama potansiyelleri sınırlı olsa da küresel ısınmanın geciktirilmesindeki ana stratejiye bağlı
olarak önemli rolleri vardır. Küresel ölçekte tarımsal
ormancılık uygulamaları ile 1995–2050 arasında 7
GT karbon bağlama ve depolama potansiyeli olduğu tahmin edilmektedir (Clausen ve Gholz, 1998).
c) Kent ormanları tesisi
Dünya nüfusunun yaklaşık 3,5 milyarlık kısmının
kentlerde yaşadığı belirtilmektedir (UNDP, 1996).
61 •
DOSYA: HAVA
a) Orman içi ve dışı ağaçlandırmalar
ma açısından en yüksek kazanç vaat edici yol olarak
görülmektedir. Plantasyonlar idare süreleri boyunca
bir karbon havuzu olarak işlev görürler ancak ağaçların kesilmesiyle karbon ekosistemden uzaklaştırılmış olur. İşletme prensiplerinin sonucu olarak kesilen alanlarda arazi hazırlığı ve tekrar ağaçlandırma
kesimi takip eden yıl içerisinde gerçekleştirileceğinden, karbon birikimi çok kısa bir süre için kesintiye
uğrar. Bu şekilde; uygun olan yerlerde, ekonomik
prensiplere göre işletilen endüstriyel plantasyonların
tesisi ile ihtiyaçlar karşılanırken yüksek miktarda da
karbon bağlanabilir.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Şehir ormanları hava kirliliğini azaltma, çok yüksek
ve düşük sıcaklıkları ılımanlaştırma, estetik görünüm
oluşturma gibi hizmetler sunmaktadır. CO2 ile ilişkili
olarak kentler ve civarlarındaki ağaç ve ormanlar iki
yönlü bir rol oynamaktadır. Öncelikle diğer ormanlar
gibi kent ormanları da karbon depolar. İkinci ve daha
önemli olanı ise kent ağaç ve ormanlarının mikro iklimi düzenlemeleridir. Bu şekilde aşırı sıcaklıkları ılımanlaştırmak suretiyle ısınma ve serinleme amaçlı
enerji kullanımının azalmasına yardımcı olurlar.
2. Mevcut Karbon Havuzlarının (Yutak
Alanlarının) Korunması ve Karbon Bağlama
Potansiyellerinin Arttırılması
Bu bağlamda öngörülen yaklaşımları,
a) Mevcut ormanların başta yangın olmak üzere,
kaçak ve usulsüz kesimler ile böcek ve mantar zararlarına karşı korunması,
b) Ormanların biyolojisine uygun silvikültürel işlemler,
c) Ormanların sürdürülebilir ormancılık ilkeleri anlayışına uygun olarak işletilmesi biçiminde özetlemek mümkündür.
3) Ormanların yangın ve diğer zararlara karşı
korunması
Ekonomik kayıplarla birlikte, toprak üzerindeki
orman örtüsünün devam ettirilerek atmosfere CO2
salınışının engellenmesi ve karbon havuzu rolünün
etkin bir şekilde devam etmesi için yangın önleme
çalışmalarının artırılması gerekmektedir. Benzer şekilde, böcek kontrol programlarının yaygınlaştırılması, orman sağlığının iyileştirilmesi ve karbonun
muhafaza edilmesinde önemli bir yöntem olarak görülmektedir. Kaçakçılık ve açma gibi karbonun ekosistemden çıkışına ve havuzun daralmasına yol açan
insan zararlarına karşı da önlemler alınmalıdır.
a) Silvikültürel uygulamalar
Doğal ormanlar ve plantasyonların üretim kapasitesini arttırmak ve yüksek kalitede son ürünler elde
edebilmek için; aralama, budama, gübreleme, diri
örtü kontrolü, yangın ve diğer zararlılara karşı koruma gibi birtakım silvikültürel önlemlerin uygulanması
öngörülür. Aralamalar, kalan ağaçların daha hızlı gelişmesini ve idare sürelerinin kısalmasını sağlar. Böy-
• 62
lece daha küçük alanlardan daha yüksek oranlarda
orman ürünü üretilebilir. Elde edilecek son ürünlerin
kalitesi onların kullanım için tercih edilmesi ve uzun
yıllar karbon depolanması açısından önemlidir.
b) Ormanların sürdürülebilir ormancılık
ilkelerine uygun bir şekilde işletilmesi
Orman ekosistemlerinin dünya karbon döngüsüne katkısı ve bu katkının zaman içinde geliştirilmesi,
sürdürülebilir orman işletmeciliğinin altı temel ölçütünden birisidir. Bu bağlamda ileri sürülen görüşlere
göre, yenilenebilir enerji kaynağı olan ormanların sürdürülebilir ormancılık anlayışıyla işletilmesi hâlinde,
ormanların doğrudan fosil yakıtların yerini alarak
atmosfere salınan CO2 miktarını göreceli olarak
düşürmesi kaçınılmazdır. Orman ürünlerinin uygun
durumlarda beton ve üretiminde yüksek miktarda
fosil yakıt tüketimi gerektiren çelik gibi materyallerle
değiştirilmesi ile de ormanların dolaylı yoldan dünya
karbon dengesine katkıda bulunabileceği düşünülmektedir. Kuşkusuz, orman ekosistemlerinin karbon
dengesine olan bu önemli katkılarının sürdürülmesi,
diğer bir anlatımla bir orman alanının karbon faydasının en üst düzeye yükseltilmesi için, ağaçların büyümeye terk edilmesi ve karbon stokunun artırılması
göründüğü kadar basit bir konu değildir.
Ormanların dünya karbon döngüsünü gözetecek
bir anlayışla işletilmesi için; yetişme ortamı koşulları, potansiyel verimlilik, doğal olaylara duyarlılık,
kullanım yeri ve amacı gibi faktörlerin iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirmelerin
çoğu, klasik orman amenajman planlarının temelini
oluşturan sosyal, çevresel ve ekonomik konuları aşmaktadır.
Değişik işletme şekli ve amaçlarına bağlı olarak
ormanların karbon katkısının sürdürülmesi veya artırılmasında birçok seçenek vardır. Bir meşcere, orman veya bölge için bu seçeneklerin değerlendirilmesi, aşağıda belirtilen kimi ortak kurallara dayanır:
• Orman dikili servetinde depolu karbonun devam ettirilmesi veya artırılması,
• Toprak bozulması ve karbon salınışından kaçınmak için toprak ve ölü örtü zararlarının en aza indirilmesi,
• İşletme faaliyetlerinde ve kesilen ağaçların
MAYIS 2011 - SAYI 135•
ürünlere dönüştürülmesinde enerji verimliliğinin sağlanması,
3. Biyokütle İçinde Bağlanan Karbonun
Atmosfere Geri Dönüşünün Gecikleştirilmesi
• Fosil yakıt tüketimini azaltmada odundan en iyi
şekilde yararlanmayı sağlamak için yapacak ve yakacak odun üretiminin olası son kullanımları karşılayacak duruma getirilmesi,
Ormanlar bağladıkları karbonu kimi zaman yüzlerce yıl bünyesinde tutma özelliklerinden ötürü diğer ekosistemlerden üstündür. Şöyle ki, tarım alanlarında bağlanan karbon fotosentezi yapan bitkinin
türüne göre üretim döneminin sonunda ya doğrudan
çürüyerek, ya da insan ve hayvanlar tarafından tüketilerek, çok kısa bir zaman (bazen 3 aylık bir mevsim, bazen 1 yıl, ortalama 6 ay ) sonra tekrar doğaya
dönmektedir. Aynı süreler mera ekosistemleri için de
geçerlidir. Biyokütle kuru ot biçiminde saklansa bile
mera bitkileri tarafından bağlanan karbon en fazla
bir yıl içinde CO2 şeklinde tekrar atmosfere dönmektedir. Ormanlarda bağlanan karbonun CO2 şeklinde
doğaya dönmesi ise, termik santrallere yakıt sağlayan enerji ormanlarında bile en az 10 yıldır. Bu süreler odun ürününün kullanım yerine ve üretim süresine bağlı olarak 3–4 yüzyıla kadar uzayabilmektedir
(Şekil 2).
• Karbon yönetiminin diğer amaçlar ve uygulamadaki kısıtlarla uzlaştırılması.
Sürdürülebilir Orman İşletmeciliği, ormanlardan
sağlanan ekonomik, sosyal ve çevresel faydaların
sürdürülmesine yönelik etkinliklere odaklanmıştır.
Bu şekilde yorumlandığında Sürdürülebilir Orman
İşletmeciliği; mevcut ormanlarda ve diğer kalıcı
ürünlerde depolanan karbon stokunu artırırken ormanın diğer fonksiyonlarının da devam ettirilmesini
amaçlamaktadır.
Millî park, doğa anıtı gibi korunan alanların sayısı
geçtiğimiz yıllarda dünya çapında önemli miktarda
artış göstermiştir. Hatta bazı ülkelerde sayıları 2–3
katına çıkmıştır (Clausen ve Gholz, 1998). Koruma
statüsü olan alanlarda doğal olarak koruma önlemleri artmakta ve bu da uzun sürede karbon depolamaya olumlu katkı yapmaktadır. Ancak kısa sürede
orman ürünlerine olan talebin başka alanlardan sağlanabilmesi durumunda bu alanlar baskıdan kurtulabilir. Değişik yoğunlukla işletilen orman alanlarında
biriken biyokütlenin ve dolayısıyla bağlanan CO2’nin,
tüketim miktarına bağlı olarak değişimi Şekil 1’de
gösterilmiştir.
Şekil 2: Değişik Bitkisel Ekosistemlerde Biriken
Karbonun Depolanma Süresi (Yıl)
Şekil 1: Değişik Yoğunluk İle İşletilen Ormanlarda Biriken
Biyokütlenin Tüketim Miktarına Göre Değişimi
Kaynak: Asan , 2006
Kaynak: Asan, 2006
63 •
DOSYA: HAVA
Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan araştırma
sonuçlarına göre, orman ekosistemleri içindeki karbonun % 74’ü toprak üstünde, % 26’sı toprak altında bulunmaktadır. Toprak üstündeki bölümünün
% 35’ i sürekli olarak ekosistem içinde tutulurken,
% 32,5’ i normal çürüme ve ayrışma ile atmosfere
dönmekte, kalan % 32,5 ise odundan üretilen orman ürünleri içinde bulunmaktadır (Şekil 3). Orman
ürünleri içinde stoklanan karbonun her yıl % 2 oranında azaldığı tahmin edilmektedir.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Şekil 3: Karbonun Orman ve Orman Ürünlerinde
Depolanma Süreci
yokütle olarak depolanması, biyokütlenin kesilerek
enerji istasyonlarına taşınması ve yanma sonucu
tekrar CO2 açığa çıkması süreci bütün olarak düşünüldüğünde bağlanan ve salınan miktarlar eşit olacağından biyokütle enerjisi “karbon nötral” olarak
düşünülmektedir (Şekil 4).
Şekil 4: Bioyakıt Kullanımında Karbon Döngüsü
Kaynak: Asan, 2006
Dünya enerji gereksiniminin büyük kısmı günümüzde fosil yakıtlardan karşılanmaktadır (Tablo 2).
2100 yılına yönelik enerji tahminlerine göre, modellemelerde göz önünde bulundurulan nüfus artışı ve
gelişim hızı dinamiklerine bağlı olarak talebin 514–
2737 EJ/yıl (EJ=1018 joule) arasında olacağı belirtilmektedir.
Ormanların karbon dengesine katkılarının artırılmasındaki yaklaşımlardan birisi de ormanlardan
sağlanan biyokütlenin daha yüksek oranlarda kullanılmasıdır. Ormanlardan sağlanan biyokütle dünya
enerji taleplerinin karşılanmasında önemli katkı yapmaktadır. Tesis edilecek endüstriyel plantasyonlar
ve enerji ormanlarıyla bu katkının daha da arttırılması olasıdır. Odunun fosil yakıtlar yerine kullanılması
karbon bağlamaya yönelik orta ve uzun sürede ümit
veren seçeneklerden birisidir.
Tablo 2: 1990 Yılında Küresel Olarak Değişik Enerji
Kaynaklarının Tüketimi
Kaynak: Asan, 2006
Kaynak
Petrol
EJ/yıl
128
Kömür
91
Doğalgaz
71
Biyokütle
55
Su
21
Nükleer
19
Diğer (güneş, rüzgâr, jeotermal)
<1
Toplam
385
Kaynak: Asan, 2006
Endüstriyel plantasyon ve enerji ormanlarından
sağlanacak biyokütle, bioyakıt olarak fosil yakıtların
yerini alabilir. CO2 nin fotosentezle bağlanması, bi-
• 64
Odun yakıtlı enerji istasyonlarının geliştirilmesinin, ekonomik gelişmeyi de artıracağı yönünde tahminler yapılmaktadır. Yenilenemeyen bir kaynak olan
fosil yakıtlar tükendiğinde, yenilenebilir bir kaynak
olan odun ve odun ürünlerinin gelecekteki küresel
enerji gereksinimini karşılamadaki rollerinin daha
da artacağı beklenmektedir. Bu konuda büyük potansiyel olmasına rağmen bioyakıtların, fosil yakıtlar
yerine ne derece kabul edilebileceği tam bilinmemektedir. Bunun derecesini, bioyakıtları daha verimli
ve çevresel yönden etkili biçime çevirecek teknolojik
ilerlemeler belirleyecektir.
CO2 emisyonlarını azaltmanın bir diğer yolu,
MAYIS 2011 - SAYI 135•
enerji verimliliği düşük materyallerin yerini alabilecek olan odun ürünlerine talebin artırılmasıdır. Orman
ürünleri endüstrisi sürekli değişim hâlindedir. Odun,
odun parçaları ve artıklardan şimdikilere göre karbonu daha uzun zaman depolayacak yeni ürünler geliştirilmektedir. Odunun kimyasal işlemlerle daha dayanıklı ve kalıcı ürünlere dönüştürülmesi ve karbonun
daha uzun süre depolanması sağlanabilmektedir.
Orman ürünlerinin daha çok kullanılmasıyla, karbonu daha uzun süre depolayabilme olanağı sağlanmaktadır. Orman ürünlerinin; alüminyum, çelik
ve beton yerine kullanılması, bu hammaddelerin
üretimindeki fosil yakıt tüketimini de düşürecektir.
Karbon bağlamaya yönelik bu dolaylı etki karbonun
doğrudan orman ürünlerinde depolanmasından daha
önemli olabilir.
2. KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİNİN GÖZLENEN
VE BEKLENEN ETKİLERİ
IPPC’nin Değerlendirme Raporlarına, WMO’ nun
2003 yılında basılan 952 sayılı küresel ısınmaya bağlı
yayınına ve diğer bazı kaynaklara göre, 1860 yılından
günümüze kadar iklimde gözlenen önemli küresel değişiklikler aşağıdaki şekilde özetlenebilir;
• Dünyanın değişik bölgelerinde atmosfer davranışı ile fauna ve floradaki değişikler iklimde olan değişmenin en büyük kanıtıdır.
• Meteorolojik gözlemlere göre yeryüzü ve troposfer ısınmış, stratosfer ise soğumuştur.
• Günlük maksimum ve minimum sıcaklıklarda bir
artış olmuştur. Ancak ortalama minimumlardaki artış
daha fazladır.
• Eski iklim kayıtlarına göre, 20. yüzyılda görülen
ısınmanın süresi ve değeri, son 1000 yılın herhangi bir
döneminde görülenden daha fazladır.
• 20. yüzyıl 1000 yılın en sıcak yüzyılıdır. 1990’lı
yıllar en sıcak 10 yıl, 1998 en sıcak yıl, 2001 ise ikinci
en sıcak yıldır.
• Küresel yıllık ortalama sıcaklık 1990 yılından
1998 yılına kadar yaklaşık 0,7 ˚C artmıştır.
• 20. yüzyılın başından beri Kuzey Yarım Küre’nin
• Geniş karalar üzerinde küresel boyutta daha fazla bir ısınma gözlenmiştir.
• Son yıllarda dünyanın bazı bölgelerinde daha
çok hissedilen ve belirlenen iklim değişikliği özellikle
de sıcaklık artışı, birçok fizik ve sistemleri etkilemiştir.
Bunun önemli sonuçlarını aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür;
• Orta enlemler yüksek enlemlere doğru genişlemektedir.
• Bazı bitki ve hayvanların sayısı azalmıştır.
• Yeryüzü ve troposferdeki sıcaklık artışı nedeniyle
kar ve buz örtüleri alansal ve hacimsel olarak azalmıştır.
• Nehirlerde ve göllerde geç donma, erken çözülme gözlenirken, buzullarda bir gerileme görülmüştür.
• Geçen 30 yıl içinde dünyanın farklı bölgelerinde
olağanüstü hava olayları yaşanmıştır.
• Küresel boyutta geçen 10 yıl boyunca atmosfer
kökenli afetlerin sayısı iki kat artmıştır.
• Birçok tropikal hastalık yüksek enlemlere ve kutuplara doğru yayılmış, salgın hastalıklarda gelişen
teknolojiye rağmen bir artış olmuştur.
• 1861 yılından beri yapılan sıcaklık ölçümlerine
göre, 1998 yılından sonra en sıcak yıl olan 2001 yılında 2371 kişi yaşamını yitirmiş, 13 milyar ABD doları
ekonomik kayıp olmuştur.
• Sıcak kuşağın kutuplara doğru kayması sonucunda mevcut ekosistemler kendilerini yeni koşullara
uydurmak durumunda kalacak, belki de birçok canlı
türü yok olacaktır.
• Yağış rejiminde değişikliğin görüldüğü yerler ile
yağışın şiddetinde ve miktarında artış görülen yerlerde sel, çığ, kütle hareketleri gibi daha birçok doğal
afetin sayısında ve şiddetinde büyük artış olacaktır.
• Uzun süreli yağış azlığı nedeniyle, dünyanın birçok bölgesinde daha etkili kuraklık ve çölleşme gibi
iklim kökenli doğal afetler yaşanacaktır.
65 •
DOSYA: HAVA
• Küresel yıllık ve mevsimlik ortalama sıcaklıklar
1979-1998 döneminde bundan önceki herhangi bir
dönemdekinden daha hızlı bir biçimde artmıştır.
Doğu Asya dışındaki, orta ve yüksek enlemlerinde
geniş karalar üzerindeki bulut kapalılığı % 2 oranında
artmıştır. Buna paralel olarak da buralarda yağışlarda
hızlı bir artış olmuştur.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
• Deniz seviyesinde olabilecek yükselmeler nedeniyle, dünya nüfusunun büyük bir bölümünün yaşandığı alçak kıyı ovaları ile deltalar sular altında kalacaktır.
• Yine deniz seviyesinde görülecek yükselmeden
dolayı biyolojik çeşitlilik büyük zarar görecektir. Çünkü kıyı alanları biyolojik çeşitliliğin en fazla görüldüğü
yerlerdir.
• Bazı bölgelerde yaygın olarak yaşanacak daha
sıcak, nemli ve yağışlı iklim koşulları, zararlı mikroorganizmaların üremesine ve çoğalmasına neden olacaktır.
• Küresel sıcaklıktaki (kara ve deniz yüzey sıcaklığı) artış bölgeler arasındaki oluşacak büyük sıcaklık farkları tropikal ve orta kuşak fırtınaları ile orajların
sıklığını ve şiddetlerini arttıracak etki alanlarını değiştirecektir.
• Kuzey ve güney ülkeleri arasındaki ekonomik
uçurum daha derinleşecek, yoksul ülkeler daha da
yoksullaşacaktır. Bunun sonucunda doğal kaynaklar
fazla kullanılacak ve oluşacak doğal afetler daha çok
can ve mal kaybına neden olacaktır.
Yine yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı
gibi, IPCC’nin senaryolarından başka, bazı atmosferik iklim modelleri de, gelecekte görülebilecek iklim üzerinde değişik sonuçlara varmaktadır. Bunların
birçoğu Doğu Akdeniz Havzasını ve Türkiye’yi de
içine alan suptropikal kuşağın büyük bir bölümünde,
özellikle kış yağışlarının azalacağını göstermektedir.
İklimde doğal ve/veya beşerî nedenlere bağlı olarak
olabilecek değişmeler; fizikî çevrenin bozulmasına,
birçok ekosistemin yok olmasına, deniz seviyesinin
yükselmesine ve ekstrem hava olaylarının görülmesine neden olacaktır. Bunun sonucunda başta insanlar
olmak üzere bütün canlılar, yeni iklim koşullarına uymakta zorlanacak, belki de canlıların önemli bir kısmı
yok olacaktır.
Öncelikle küresel ısınma dünyadaki tüm ülkeler
için bir felaket olmayacaktır. Kuşkusuz yeni durumun
mutlu edeceği kimi ülkeler de olacaktır. Günümüzde
dünyanın genelinde olmasa bile birçok bölgesinde
iklim koşulları zordur. Daha ılıman kışlar ve daha bol
yağış, bu bölgelerde yaşayanların yüzünü güldürecektir. Öte yandan kuraklığın ya da aşırı yağmurlar
yüzünden taşkınların arttığı ülkeler üzülecektir. Sıcak-
• 66
lığın artacağı soğuk ülkelerde ısınma harcamaları düşecektir. Değişen fırtına ve kasırga rotaları nedeniyle
kasırgalardan kurtulan ülkeler sevinirken aynı nedenle
kasırgaların etki alanına giren ülkeler mutsuz olacaklardır. Günümüzde birçok ülke su sıkıntısı çekiyor. Su
sıkıntısı çekerken, genişleyen yağmur kuşağına giren
ülkeler sevinecek, ancak yeni düzende giderek kuraklaşan bölgelerdeki ülkeler üzülecektir.
Bütün bunlara ek olarak küresel ısınmayı durdurmak için alınacak önlemler de kimi ülkeleri zor durumda bırakacaktır. Dünyada sera gazlarının salınımına bir sınırlama getirilmesi planlanıyor. Bu durum fosil
yakıtlarla elektrik üretiminin yerini zamanla biraz daha
pahalı olan alternatif enerji kaynaklarının almasına yol
açacaktır. Enerji harcamalarının artması da gelişmekte olan ülkelerin gelişimini yavaşlatacaktır. Ayrıca yer
altında büyük karbon rezervleri (kömür, petrol, doğal
gaz vb.) bulunan ülkeler de artık o kaynaklarından eskisi gibi yararlanamayacaklardır.
Dünya ikliminin önümüzdeki yüz yıllık dönemde
yeniden dengeye kavuşabilmesi için atmosferdeki
karbondioksitin, okyanusların ve ormanların emebileceği bir düzeye indirilmesi gerekiyor. Bu da yılda bugünkü miktarın yalnızca % 20’sine karşılık gelen en
fazla 1-2 milyar tonluk bir salımla sağlanabilir.
3. DÜNYA GENELİNDE KÜRESEL ISINMAYA
KARŞI ALINAN ÖNLEMLER
Küresel iklim değişimi kısaca; son 150 yıl içinde
atmosferin doğal yapısında fosil yakıt tüketimi ile
doğrudan, ya da sonucu ormansızlaşmaya varan arazi kullanım değişikliği ile dolaylı yoldan insan etkisiyle
oluşan karmaşık süreç sonucunda atmosfer içindeki
CO2 düzeyinin yükselmesiyle iklimde ortaya çıkan değişimlerdir. Bu nedenle, küresel ısınmayı önlemenin,
ya da en azından geciktirmenin biricik yolu, atmosferden emilen CO2 miktarını giderek arttırmamızdır.
Ormanlar, hem diğer ekosistemlere oranla daha fazla
CO2 tüketmeleri ve hem de bağladıkları karbonu çok
uzun süre bünyelerinde tutmalarından ötürü, bu fenomeni önlemede en etkili araç olarak görülmektedir.
Ormanları bu amaç doğrultusunda işletmek için
öngörülen uygulamaları:
1- Orman alanlarını genişletmek,
2- Çok yaşlı ormanları süratle gençleştirerek biyokütle üretim performanslarını arttırmak,
MAYIS 2011 - SAYI 135•
3- Yeni kurulan ormanlarda hızlı gelişen ve üretim
kapasitesi yüksek olan ağaç türlerini kullanmak,
4- Orman kuruluşlarını olabildiğince değişik yaşlı
ve düşey kapalı hâle getirip buna uygun amenajman
metotları ile işleterek, orman ekosistemlerinde belirli
bir karbon miktarını sürekli muhafaza etmek,
5- Aynı yaşlı ormanlarda idare sürelerini olanaklar
ölçüsünde uzatarak, bağlanan karbonun ekosistem
dışına çıkarılmasını geciktirmek,
6- Bozuk ve üretim performansı düşük baltalık ormanları imar ve ıslah ederek karbon bağlama kapasitelerini arttırmak,
7- Eğimli arazilerde ve su toplama havzalarındaki standart verimli baltalıkları seçme baltalığına dönüştürerek, hem içlerindeki karbonun tutulma süresini uzatmak ve hem de bağladıkları karbonun 2/3
– 3/4’ünün sürekli biçimde ormanda kalmasını sağlamak biçiminde sıralamak mümkündür.
8- Uygun yetişme ortamlarında enerji ormanları
tesisine ağırlık vermek ve termik santrallerde kömür
ile odunun birlikte yakılmasını (co-firing) özendirmektir.
Küresel ısınmayı geciktirmenin bir başka yolu da,
özellikle odunun odun olarak kullanımını yaygınlaştırmak ve ayrıca kullanım öncesinde kimi teknik işlemler
uygulayarak çürüme sürecini uzatmaktır. Bu amaçla
izlenecek politikaları şöyle sıralayabiliriz:
1- Kırsal alanda kütük ev yapımını teşvik etmek,
2- İnşaat sektöründe ahşap kullanımını özendirmek
3- Kâğıt ve selüloz endüstrisinde olduğu gibi, lif
levha ve yonga levha endüstrisinde de geri dönüşüme uygun teknolojilere yönelmek,
4- Bugün için hayalî görünse de, tüketim fazlası
orman ürünlerini toprak altına gömerek orada ayrışmasını sağlayarak, mineral toprak içindeki karbon
miktarını yükseltmektir.
Avrupa Birliği’ne üye 15 ülkenin (EU-15) orman
alanı 115 milyon hektar iken, Avrupa’nın toplam orman alanı 1.039 milyon hektardır. AB Beyaz Sayfa
Raporunun yenilenebilir enerjiler başlığında 2010
yılında Avrupa’da biyokütle-yakıtlı bileşik ısı ve güç
santrallerinin kapasitesinin 20.000 MWe olacağı tahmin edilmektedir. EU-15’e üye olmayan Avrupa ülkelerinden (özellikle Estonya, Latvia ve Litvanya) EU-15
ülkelerine yıllık yaklaşık 50 PS/yıl ölçüsünde büyük
bir odun (orman artıkları) ticareti (özellikle Danimarka,
İsveç ve kısmen Finlandiya) yapılacaktır. Bu biyokütle
ticareti özellikle işlenmemiş ürünler olan odun artıkları
ve hızar talaşı yerine, yüksek enerji yoğunluğu içeren
odun yakacakları olarak odun peletleri ve briketleri biçiminde olacaktır (Duygu, 2003).
Orman biyokütlesi, fosil enerji kaynaklarının, örneğin petrolün kullanımı ile oluşan problemlere bir çözüm olarak “yeşil enerji” ürünlerini sunar. Bu bağlamda, orman biyokütlesi gelecekte biyoyakıtın önemli
bir kaynağı olarak da kullanılabilecektir. Bu nedenle,
orman kökenli sektör Avrupa için daha fazla gereksinim duyulan yenilenebilir enerjinin sağlanmasında,
özellikle AB’nin bu bölgede “yeşil enerji” kaynaklarının teşvik edilmesinde büyük önem taşıyacak etkin
bir rol oynayacaktır (Aydın ve Babalık, 1986).
Orman kökenli sektör odun liflerini ve “yeşil” kimyasalları birlikte kullanarak enerji üretiminde çok etkin
bir platform oluşturacaktır. Bunun bir parçası olarak,
“biyo-rafineri” konsepti; odunun kağıt, “yeşil kimyasallar”, biyoyakıtlar ve “yeşil enerji” üretiminde yeni
bir denge unsuru olmasını öngörmektedir. Sektör, bu
bağlamda, endüstriyel işlemlerde bir “yan ürün” olarak ve daha geniş kullanımı ile de yöresel ısı kaynağı
olarak artan miktarlarda enerjiyi iletme potansiyeline sahip olacaktır (Skytte, Meibom and Henriksen,
2006).
67 •
DOSYA: HAVA
Son yıllarda karşılaşılan petrol krizleri, marjinal tarım alanlarındaki artışlar ve küresel iklim değişiklikleri,
kısa rotasyonlu ormancılığa olan ilginin artmasına neden olmuştur. Bu konuda çeşitli orman ağacı türleri
ile araştırma çalışmaları yapılmakla beraber, biyokütle üretimine en uygun türler olarak kavak ve söğütler öncelik almıştır. Kimi Avrupa ülkelerinde, uygun
yetişme ortamlarında yüksek miktarlarda biyokütle
hasılası sağlayan kavak melez türlerinin (Populus deltoides x Populus nigra, P. deltoides x P. trichorcarpa)
indirekt sistemleri için, yaprak karakteristikleri ve büyüme özellikleri ile biyokütle üretimleri arasındaki ilişkiler araştırılmaktadır (Marron ve ark., 2007). ABD’de
0.18 x 0.18 m ile 2.0 x 2.0 m arasında değişen farklı
dikim sıklıklarında melez kavak klonları ile tesis edilen
plantasyonlarda 5. yıl sonunda 32 ton/ha ile 94 ton/
ha arasında fırın kurusu odun üretilmiştir (De Bell ve
ark., 1992).
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Yeni ahşap yapı sistemleri çok üstün ısı yalıtım
özelliklerini ve yenilenemeyen yapı malzemelerinden
daha az enerji üretimini gerektirir. Bu durum odunun daha büyük ölçülerde kullanımını sağlar. Odun
ve liflerin diğer malzemeler, sektörler ve teknolojiler
ile yeni, yüksek katma değerli ürünler ve hizmetler sağlayan geliştirilmiş işbirliği olanakları sağlanır.
Araştırma alanları olarak, örneğin gen ekonomisi ve
/veya genetik mühendisliği ile fonksiyonel ağaçların
geliştirilmesi (yeni yetişme ortamlarına daha iyi uyum
sağlanması, daha dayanıklı odun, daha az lignin içeriği vd.) nano teknolojinin kullanılması, biyo-teknoloji
ve mikro-elektronikler ile yeni ürün fonksiyonlarının
sağlanması, örneğin yüzey özellikleri ve orman planlaması ve yönetiminde karar verme aracı olarak uydu
görüntülerinden ve modellerden yararlanmaktadır.
Araştırmalar ile uygun mühendislik materyali olarak
onun pazar potansiyelinin artırılması sağlanacaktır
(Tokamanis, 2005).
Avrupa Komisyonu Ocak 2007’de Avrupa’nın
enerji güvenliğini sağlamak ve iklim değişikliği ile mücadele etmek için bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildirinin
amacı, daha düşük karbonlu sürdürülebilir bir ekonomi oluşturmak, alternatif enerji kaynaklarına yapılan
yatırımları desteklemek için bir yol haritası belirlemektir. Avrupa Komisyonu’nun bu bildirisi sonucunda
Avrupa Konseyi de Mart 2007’de yaptığı toplantıda;
1. 2020 yılına kadar sera gazı salınımlarının (1990
seviyesine göre) en az % 20 azaltılması,
2. 2020 yılına kadar enerji verimliliğinin % 20 artırılarak enerji kullanımının % 20 azaltılması,
3. 2020 yılına kadar yenilenebilir enerjinin toplam
enerjideki payının % 20’ye çıkarılması,
4. 2020 yılına kadar ulaşımda kullanılan biyo-yakıt
oranının % 10’a yükseltilmesi hedeflenmiştir.
Öte yandan, biyo-yakıtların kullanılan toplam petrol içindeki payının 2010 yılı hedefi % 5.75 olarak belirlenmiştir. Ancak, bütün Avrupa Birliği (AB) ülkeleri
aynı duyarlılığı göstermediği için bu orana ulaşmak
zor görülmektedir. 2005 yılında biyo-yakıtlar içinde
biyo-dizelin oranı % 81.5, biyo-etanolün oranı % 18.5
olarak gerçekleşmiştir. 2020 yılı hedefini yakalamada
biyokütle enerjisinin rolü büyük olacaktır. 2007 yılında
biyo-yakıtlardan 102 milyar kWh elektrik enerjisi üretilmiştir. Bu oran geçmiş beş yıla göre % 100’lük bir
• 68
artış demektir. Biyokütle enerjisi son yıllarda doğrudan bina ısıtmalarında da kullanılmaya başlanmıştır.
AB, 2020 yılında üç % 20 hedefine ulaştığında,
yeşil enerji üzerinde çalışan 2.8 milyon kişi olacağı;
ayrıca, AB’nin millî gelirler ortalamasının % 1 artacağı, elektrik fiyatlarının % 7 oranında düşeceği ve
doğalgaz ithalatının % 16 oranında azalacağı tahmin
edilmektedir. Ülkeler bazında düşünüldüğünde yeşil
enerji üzerine 1.4 milyon kişi çalıştıran Almanya’nın
en kârlı çıkan ülke olacağı düşünülmektedir. Kârlı çıkacak diğer ülkeler ise orman ve çiftçilikten elde edilen atıkları biyo-yakıt yapımında kullanan ülkeler olan
Finlandiya, İsveç ve Letonya olacağı beklenmektedir
(Biçer, 2009).
Sürdürülebilir, güvenli ve rekabetçi enerji için
Avrupa’nın tehditlere ortak yanıt vermesinin zorunlu
olduğunu kaydeden Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso, “Avrupa dünyaya yeni, hatta belki de
sanayi-sonrası diyebileceğimiz bir devrimle, düşük
karbonlu bir ekonominin geliştirilmesinde öncülük
etmeli” dedi. Avrupa Komisyonu’nun hedefi, yarım
milyar Avrupalının enerjilerini kıtada istedikleri şirketten alabilmelerini sağlamaktır. 10 yıldır bu alanda sarf
edilen çabalara rağmen hiçbir ülkede tam anlamıyla
rekabet sağlanmadığı görüşü yaygındır. Bunun için
enerji şirketlerinin üretici ve dağıtıcı olarak bölünmesi
öngörülüyor.
Komisyon, öncelikle AB enerji politikası açısından
iki önemli konuya vurgu yapıyor; bunlardan biri enerji
arz güvenliği, diğeri de iklim değişikliği sorunu. Avrupa Çevre Ajansı Proje Direktörü Ethem Karakaya,
raporda bu iki konunun vurgulanmasının temel nedenini şöyle açıklıyor: “Avrupa Komisyonu’nun geleceğe yönelik yapmış olduğu enerji projeksiyonları, enerji
kullanımında önemli artışın olacağını gösteriyor. Daha
da kaygı verici olanı ise, bu enerji talebini karşılamak
için ithalata bağımlılıkta önemli bir artışın öngörülüyor
olması. Yani, bugünkü eğilim ve politikaların devam
etmesi durumunda, şu an için % 50 olan enerjide
dışa bağımlılığın, 2030 yılına gelindiğinde % 65 olacağı bekleniyor. Bu durumda, Avrupa’da enerji arzı
güvenliği sorununu gündeme getiriyor.”
Bilim insanları, küresel ısınmanın insanoğlunun
karşılaşacağı en büyük çevresel problem olduğu ve
sürenin daraldığı konusunda aynı görüşü paylaşıyor.
Bu yargı Avrupa Birliği tarafından da kabul görüyor.
MAYIS 2011 - SAYI 135•
Bu bağlamda asıl sorunun enerji talebinde önemli
artış öngörülürken, sera gazı emisyonlarının Kyoto
hedeflerinden daha aşağılara nasıl çekileceği konusu
olduğunu söyleyen Karakaya, Komisyon’un mevcut
durumun sürdürülebilirlik açısından yeterli olmayacağını düşündüğünü ve yeni bir sanayi devrimine yol
açacak “düşük karbon ekonomisine” geçişin altyapısını oluşturacak politikaları ve yol haritasını belirlediğini dile getiriyor (Tokat, 2007).
Avrupa Birliği (AB), uluslararası çevre yükümlülüklerine uymak amacıyla dünyanın ilk Emisyon (salım)
Ticaret Programı’nı devreye soktu. Karbondioksit
(CO2) ve diğer beş gazın ticaretine izin veren program
resmî olarak 1 Ocak 2005’te başladı. Program, bir
şirketin doğaya salabileceği sera gazlarının miktarına kısıtlama getiriyor; ancak işletmeler açık piyasada
(sera gazları) kota tahsislerini alıp satma hakkına sahip olacak. Salım Ticaret Programı (STP), Avrupa’nın
karbondioksit salımlarının yaklaşık yarısını yapan
12.000 tesisi kapsıyor. AB bu programı, 1997 Kyoto
İklim Değişikliği Protokolü kapsamında sera gazlarının miktarını azaltma anlaşmasının bir bölümünü yerine getirmek amacıyla başlattı. AB, Kyoto Protokolü
kapsamında üstlendiği yükümlülükleri karşılamaya
gayret ediyor; salım ticareti de Birliğin çevreye karşı
sorumluluklarına ne derece bağlı olduğu konusunda
vereceği ilk sınav olacak. Sanayileşmiş ülkeler, Kyoto
Protokolü kapsamında, 2008 ile 2012 yılları arasında
6 temel sera gazı salımlarının toplamını 1990 seviyelerinin altına indirmekle yükümlü bulunuyor.
Ulusal Tahsisat Planları, üye ülkelerin toplam salım miktarlarının şirketlere ne oranda dağıtılacağının
saptanmasına yardımcı oluyor. Bu, ilk ticari dönem
olan 2005-2007 arasında her üye ülkenin payına düşen toplam salım miktarı ile STP’nin kapsamı altına
girecek işletme sayısını öngörme zorunluluğu getiriyor. Buradaki temel fikir, üye ülkelerin ulusal tahsisat
planlarına göre enerji ve sanayi sektörlerindeki salım
miktarlarının sınırlanması, böylece işlevsel bir pazarın
oluşması, sonuçta da salım azatlımı hedeflerinin sağlıklı bir biçimde hayata geçirilmesini kapsamaktadır.
STP, Avrupa Birliği’nin 25 ülkesindeki 12.000 in üzerinde enerji ve sanayi tesisini kapsıyor. Tesis sayıları
ülkeden ülkeye değişmektedir. Program kimi küçük
ülkelerde 50-4000 arasında tesisi kapsamına alırken,
kimi ülkelerde de 1.000 ile 2.500 arasında tesis program kapsamına girmektedir.
1 Ocak 2005 tarihinden itibaren her firma salım
rakamlarını izleyecek ve her yılın sonunda denetçi
kuruluşun onayına sunulacak bir yıllık rapor hazırlayacaktır. Bu, firmalara finansal problemler yaşamamak
için her yıl raporlayarak teslim edecekleri salım miktarlarından emin olma zorunluluğunu getirecektir. Üye
ülkeler ise her yılın Şubat ayı sonunda salım tahsisat
miktarlarını yayınlayacaklardır. Bu da ülkelere firmalardan doğru beyan almak için sıkı denetim yapma
zorunluluğunu getirecektir. Her üye ülke aynı zamanda AB Komisyonu’na konuyla ilgili düzenli yıllık rapor
sunmak zorundadır. Program bu şekliyle bünyesinde
sıkı bir denetim mekanizmasını da taşımaktadır. AB
Komisyonunda salım ticareti ile ilgili bir veri merkezi
işlevi görecektir. Komisyon üye ülkelerden gelen raporlar doğrultusunda birlik ölçeğinde yıllık rapor hazırlayacaktır. Bu işleyiş zinciri STP’nin işlev ve performansına yön verecektir.
Salım ticaretinde birim fiyatlar süreç açısından en
önemli konulardan birisidir. AB Komisyonunun salım
tahsisat fiyatlarının ne olması gerektiği konusunda
herhangi bir görüşü bulunmuyor. Fiyatı, serbest piyasanın diğer alanlarında olduğu gibi arz ve talep
dengeleri belirleyecektir. Pazarın aracı kuruluşları
salım tahsisatları için fiyat belirlemeye başladılar. Komisyon, tahsisat pazarına herhangi bir müdahalede
bulunmuyor ki bu tavır diğer alanlarda olduğu gibi bu
alanda da rekabet hukukuna uygun düşüyor. Salım
ticaret piyasalarında 4 Ocak 2005’te ilk resmî alım
69 •
DOSYA: HAVA
Dünyada küresel ısınma ile mücadeleyi amaçlayan Kyoto Protokolünün öngördüğü üç mekanizmadan (Ortak Uygulama, Temiz Kalkınma Mekanizmaları ve Salım Ticareti) biri olan Salım Ticareti Programı
küresel iklim değişikliği ile mücadelede bir köşe taşı
özelliğini taşıyor. Program, dünyada karbondioksit
emisyonları (salımları) ile ilgili ilk uluslararası ticaret sistemi olarak biliniyor. Avrupa’nın karbondioksit
salımlarının yarıya yakınını temsil eden 12.000 tesisi
kapsayan STP’nin amacı AB üye ülkelerinin Kyoto
Protokolü’nün gereklerine uyabilmelerine yardımcı olmaktır. Salım ticareti yeni çevresel hedefler anlamına
gelmekten ziyade, Kyoto Protokolü’nün öngördüğü
hedeflere uyum için ucuz çözümler sunuyor. Ülkelerin
ya da firmaların salım tahsisatı ticareti yapmaları, söz
konusu hedeflere en ucuz maliyetle ulaşılması amacını taşımaktadır. Bu bakımdan STP, diğer önlemlerin
hayata geçmesi için büyük önem arz ediyor.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
satım işlemlerinde karbondioksitin salım fiyatı ton
başına 8.40 € (Avro) olarak gerçekleşmiştir (Anonim,
2005).
Günümüzde insanlığın yaşamını sürdürüş biçimi yüzünden, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonuna
geldiğimizde, sanayi öncesi dönemle kıyaslandığında
küresel ısıda yaklaşık 7 derecelik bir artış oluşacaktır.
Bu ısı artışı, 15.000 yıl önce yaşanan buz devrinden
sonraki dönemde gerçekleşen ısı artışından daha
fazla ve daha büyüktür. O dönemde dünya ısısı ortalama 5 derece arttı, ancak bu artış 5.000 yıldan fazla
bir zaman aldı. Bu değişim doğal nedenlere bağlı idi.
Ancak içinde bulunduğumuz dönemdeki iklim değişikliği insan eliyle gerçekleşiyor. İnsan, çok miktarda
fosil enerji kullanıyor, diğer bir deyimle kömür, petrol
ve gaz yakıyor. Çok fazla ormanı yok ediyor, tarlaları
ve çayırları yanlış yöntemlerle işleyerek iklime zarar
verici bir tarım işletmeciliğini yürütüyor. Eğer bu durum değişmezse, önümüzdeki dönemlerde, bugün 7
milyar olan insan nüfusunun yaklaşık onda biri, deniz
seviyesi yükseleceği için yaşama alanlarını terk etmek zorunda kalacaktır.
Bu büyük tehlikenin farkına varılmasına rağmen
önüne geçilememiştir. 1992 yılında Rio de Janerio’da
toplanan dünya zirvesi bu yöndeki ilk adım olarak,
uluslararası hukuk temelinde alınan bir kararla sera
gazı yoğunluğunu düşürerek “iklim sisteminin olumsuz etkilenmesini önleme amacını kararlaştırmıştır.
Beş yıl sonra kırka yakın sanayi ülkesi ve eski Doğu
Bloku ülkeleri tarafından imzalanan Kyoto Protokolü
ile iklimi etkileyen gazların salımının azaltılması ya da
en azından sınırlandırılmasına karar verilmiştir. Ne var
ki Rio’da 1992’de verilen söz de, Kyoto’da edilen yemin de bugüne kadar etkili bir sonuç sağlamamıştır.
İklimi etkileyen gazlar içinde en önemlisi olan karbondioksit (CO2) Rio Konferansı’ndan bu yana yaklaşık üçte bir düzeyinde artarak yılda 3 milyar ton
gibi bir miktara yükseldi. Kyoto Protokolü’nün emisyon azaltımı görevi yüklediği sanayi ülkelerinin iklim
gazı salımları 1990’dan bu yana toplamda azalmadı,
hatta küçük miktarda artış bile gösterdi. ABD dahil
olmak üzere sanayi ülkeleri bugün yeryüzündeki toplam emisyonun yarısından sorumludurlar. Bu ülkeler
emisyon salımlarını tamamen durdursalar bile CO2
salımının kontrolünde iki derecelik hedefin sağlanması garantili değil, çünkü gelişmekte olan ülkelerin
emisyon salımları sürekli bir yükseliş içindedir. Bugün
• 70
insanlığın bir iklim felaketine doğru hızla yol aldığını
söylemek abartı olmaz. Tehlike bu kadar büyükse,
neden sorunun çözümü için yeteri ölçüde üzerine gidilmiyor? Temelde bunun yanıtı basit: Buradaki sorun
iklim değişikliği ile mücadelede başvurulması gereken teknik yol ve yöntemlerin bilinmemesinde değil,
enerjinin kullanımında verimliliğin gözetilmesi, fosil
yakıtların yerine yenilenebilir enerjilere yönelinmesi ve
yaşam tarzında değişiklik yapılması çözümün anahtarlarıdır.
İklim araştırmacıları, iki derecelik ısı artışının etkilerinin iyi kötü dengelenebileceği konusunda ortak
görüşe sahiptirler. İki derece sınırı, 100’den fazla ülke
tarafından ulaşılacak bir hedef olarak görülüyor ve G8
ülkeleri de İtalya’da L’Aquila’da yaptıkları zirve toplantısında bu hedefi benimsediler. Bu hedefe iyi kötü ulaşılması demek, insanlığın 2050 yılına kadar kullandığı,
ekonomik olarak çıkarmaya değer fosil yakıt miktarının
dörtte biriyle yetinmesidir. Bu da hiç alışık olmadığımız
biçimde ve olağanüstü derecede kendimizi kontrol altına almamız gerektiği anlamına geliyor. Diğer bir deyişle: Önümüzdeki kırk yıllık dönem içinde insanlığın
elinde toplam 750 milyar tonluk daha CO2 “emisyon
bütçesi” var; mevcut CO2 salımı dikkate alındığında
daha bu sürenin yarısına gelmeden bu bütçe eriyip gidecektir. “Yükün dağılımı” konusunda yaşanan kavga,
bugün kamuoyunda tartışılan iklim politikası, aslında
eldekinden vazgeçme kapsamında ele alınıyor. Aslında dikkat edilmesi gereken konu, iklim dostu ekonominin getirdiği yeni olanaklar olmalıdır.
ABD dahil olmak üzere sanayi ülkeleri bugün yeryüzündeki toplam emisyonun yarısından sorumludurlar. Bu ülkeler emisyon salımlarını tamamen durdursalar bile, CO2 salımının kontrolünde iki derecelik hedefin sağlanması, gelişmekte olan ülkelerin emisyon salımlarının sürekli yükseliş içinde bulunması nedeniyle
garantili değildir. Bu nedenle de bu hedefe ulaşılması,
ekonomik atılım içindeki, özellikle de büyük nüfuslu
Çin ve Hindistan’ın işbirliği yapmasına bağlı olmaktadır. Ancak şunu da unutmamak gerekiyor: Çin’de kişi
başına CO2 salımı 4,3 tonla, Hindistan’da 1,1 tonla
ABD’nin (19 ton) ya da Almanya’nın (10 ton) belirgin
biçimde altındadır. Ayrıca bir de bugünün ileri sanayi
ülkelerinin, dünya nüfusunun sadece % 20’sini oluşturmasına karşın, sanayileşmeden bu yana atmosfere
salınan CO2 miktarının dörtte üçünden sorumlu olması gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Oysa insanlığın
MAYIS 2011 - SAYI 135•
yoksul çoğunluğu bugüne kadar iklim sorununun ortaya çıkmasında pek de pay sahibi değildir.
Dünya İklim Konseyi IPPC’nin tavsiyesi, sanayi ülkelerinin 1990 yılına kıyasla 2020’ye kadar emisyonlarını % 25-40 arası azaltmaları şeklindedir. Sanayi ülkeleri içinde en çok emisyonun sorumlusu olan ABD,
IPPC’nin açıkladığı rakamların kaldırılması pek olası
olmayan bir yük getirdiği düşüncesindedir. Almanya ise emisyon miktarını üst sınır olarak beklenen %
40 düzeyinde azaltma hedefini benimsedi, ayrıca bu
hedefe ulaşılması da olası görülüyor. Çünkü Almanya şimdiye kadar bunun yarısını gerçekleştirmiş durumdadır. Almanya’nın bugün saldığı emisyon, 1990
yılına göre % 20 daha azdır. Görünen o ki, Almanya Kyoto hedefini (2012 yılına kadar 1990’a göre %
21’lik azalma) başka ülkelerin emisyon hakkını satın
almaya gerek duymadan tutturacak az sayıdaki ülkelerden biri olacaktır.
Almanya, benimsediği % 40’lık hedefe ulaşmak
için yeni siyasi kararlara gerek duyuyor. İki sivil toplum örgütü olarak Germanwatch ve CAN (Climate
Action Network Europe) 2008 sonunda dünyada en
çok CO2 emisyonuna neden olan altmış kadar ülkenin
durumunu değerlendirdi. Bu değerlendirmede ödüllendirmeye değer bir ülke çıkmadı; ancak İsveç ve
Almanya bu alanda en ileri ülkeler olarak ilk sıraları
aldılar. Almanya’nın bu iyi sonucu almasında önemli
bir etken iki Almanya’nın birleşmesidir. Eski Doğu Alman devletinde emisyon yoğun üretimin son bulmasıyla CO2 emisyonlarında hızlı bir azalma gerçekleşti.
Kimi gözlemciler bu durumu, Almanya’nın kucağına
gökten düşen bir başarı “Wall-fall-profit” olarak adlandırdılar.
KAYNAKLAR
Anonim, 2005. AB Sera Gazları Ticaret Programını Başlattı. Global Enerji Dergisi, Şubat 2005, 48-50, İstanbul.
Asan, Ü., Destan, S., Özkan,Y. 2006. Küresel Isınmanın
Önlenmesinde Ormanların Rolü ve Önemi. Türk Ormancılığında, Uluslar arası Süreçte Acil Eyleme Dönüştürülmesi Gereken Konular, Mevzuat ve Yapılanmaya Yansımaları Sempozyumu, 22-24 Aralık 2005,
231-241, Antalya.
Aydın, S., Babalık, H. 1986. Enerji Ormanlarının Önemi,
Stratejisi, Plan ve Proje Düzenleme Teknikleriyle
Uygulama Esaslarının Gözden Geçirilmesi. OGM
Ağaçlandırma ve Silvikültür Daire Başkanlığı, Enerji
Ormanları Şube Müdürlüğü, 9 s., Ankara.
Biçer, M., 2009. Yenilenebilir Enerjide AB’nin Yol Haritası.
Global Enerji Dergisi, Kasım 2009, Sayı:63, 36-38.,
İstanbul.
Clausen, R.M., and Gholz, H.L., 1998. Carbon and Forest
Management. USDA Forest Service.
De Bell D.S., Clendenen , G.W., Zasada, J.C., 1992. Wood
biomass production of Populus clones under five
short-rotation density and harvest regimes. USDA
Forest Service, Pasific Northwest Research Station,
Forestry Sciences Laboratory, Olympia-Washington, 12 p.
Duygu, E., 2003. Biyokütle ve Enerjisi. TMMOB Elektrik
Mühendisleri Odası Dergisi, Sayı:412.
Maron, N., Dillen, S.Y., Ceulemans, R., 2007. Evaluation
of leaf traits for indirect selection of high yielding
poplar haybrids. Environmental and Experimental
Botany, 61, 103-116.
OGM, 2009. Yenilenebilir Enerjide Orman Biyokütlesinin
Durumu. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Biyoenerji Çalışma Grubu Raporu,
Haziran 2009, 133 S., Ankara.
Saraçoğlu, N. 2010. Küresel İklim Değişimi, Biyoenerji
ve Enerji Ormancılığı. Efil Yayınevi, 300 S., Ankara.
Skytte, K., Meibom, P., Henriksen, J., 2006. Electricity
from biomass in the European Union with or without biomass import. Biomass&Bioenergy, 30(2006),
385-392.
Tokamanis, C., 2005. Innovative and sustainable use of
forest resources. Vision 2030. A technology platform initiative by the European forest-based sector.
15 February 2005, Brussels.
Tokat, S. 2007. Avrupa Küresel ısınmaya Çözüm Buldu
: Post sanayi Devrimi. Global Enerji Dergisi, Şubat
2007, 15-18, İstanbul.
White, R.M., 2002. Sequestering Carbon Emissions in the
Terrestrial Biosphere. Washington Advisory Group
LLC.
71 •
DOSYA: HAVA
Ancak Almanya’nın başarısını yalnız bu etkene
bağlamak haksızlık olur. Başarının arkasında özellikle
“Yenilenebilir Enerjiler Yasası” nın 66. Maddesi yatıyor. Bu madde; güneş, rüzgâr, su ve biyokütle gibi
yenilenebilir kaynaklardan enerji üretenlere, en yüksek getiri uygulamasıyla, piyasada rekabet edebilme
olanağı sağlıyor. Gıpta edilecek durum, pek güneşli
olmayan Almanya’nın fotovoltaik enerji tesislerinin
kurulmasında dünyada birinci sıraya ve rüzgâr enerjisinde ise ABD’den sonra ikinci sıraya çıkma başarısını göstermiş olmasıdır. Bugün Almanya’da 20.000
rüzgâr çarkı dönmekte, elektrik piyasasında % 15’lik
düzeye ulaşılmakta ve 280.000 kişiye iş olanağı sağlanmaktadır. 1990’lı yıllarda çıkarılan “Yenilenebilir
Enerjiler Yasası”nın itici gücü olmasaydı “yeşil” enerjilerin durumu bugün çok daha gerilerde olurdu. Yeşil
teknoloji ve uygulamaları tüm ülkeler için gelecekte
ekonomik başarıyı da belirleyecek önemli büyük bir
gelişimdir (Saraçoğlu, 2010).
Download