ŞOK VE TEDAVİSİ GİRİŞ Şok terimi ilk kez 1773 yılında Fransız doktor Le Dran tarafından ateşli silah yaralanmaları sonrası gelişen klinik özellikler için kullanılmıştır. Şok; çeşitli cerrahi ve tıbbi hastalıklar sonucu gelişebilen acil tıbbi bir sendromdur Dolayısıyla geri dönüşümsüz komplikasyonlarını, hücre hasarını ve ölümü engellemek için erken dönemde tanı konulup tedavi edilmesi çok önemlidir. Diğer taraftan şok doku kanlanmasında önemli oranda azalma ile karakterize bir tablo olup, bu durumda dokuya oksijen sunumu önemli oranda azalmıştır. Bozulan doku kan akımının etkileri başlangıçta geri dönüşümlü olup, uzamış kan akımı bozukluğu sonucu ortaya çıkan oksijen sunum yetersizliği; v Yaygın hücresel hipoksiye v Hücre membranı iyon pompasında bozukluğa v Hücre içi ödeme v Hücre içi içeriğin hücre dışı boşluğa kaçışına v Hücre içi pH’nin uygunsuz regülasyonu gibi kritik biyokimyasal olayların bozulmasına neden olur. Şoklu hastalarda genel belirtiler (hipotansiyon, oligüri, mental değişiklikler, laktik asidoz) yanında altta yatan bozukluklara (örneğin hematemez üst GİS kanamasını, ürtiker ve wheesing ise anaflaksiyi gösterir) ait belirtiler de görülür. Yaygın damar içi pıhtılaşması (DİC), erişkin solunum yetersizliği sendromu (ARDS), mezenterik iskemi, miyokardial iskemi/ disfonksiyon, hepatik ve renal yetmezlik klinik gidişi karmaşık hale getirebilir. Prognoz şokun şiddetine, tipine, tedavinin başlamasına kadar geçen zamana, eşlik eden hastalıkların bulunup bulunmamasına ve gelişen komplikasyonlara bağlıdır. Tedavisiz şok genellikle fatal olup, erken tedaviye rağmen septik ve kardiyojenik şokta mortalite hızı % 50’nin üzerindedir. Şoklu hastalarda ortaya çıkan bu anormallikler erken dönemde tedavi edilmediğinde hızla geri dönüşümsüz döneme geçerek hücre ölümüne, uç organ hasarına, mültipl organ sistemi yetersizliğine (MOSY) ve nihayet insanların ölümüne neden olur. Dolayısıyla şokun erken tanısı oldukça önemlidir. Yaygın araştırmalara ve yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) agressiv tedavilere rağmen şoka bağlı ölümler oldukça yüksek olup, septik şoklu hastaların ilk ay içerisinde yaklaşık olarak %35-40’ı ölmektedir. Kardiyojenik şoklu hastalarda bu oran %60-90’dır. Hipovolemik şoka bağlı ölümler ise oldukça değişken olup, etyolojiye, hızlı tanınmaya ve tedaviye bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. ŞOKUN DÖNEMLERİ Şok sendromu, başlangıçta sistemik dolaşım bozukluğunu provake eden bir olay ile başlar, daha sonra geri dönüşümsüz uç organ hasarına ve ölüme yol açar. Şokta oluşan fizyopatolojik olaylar genel olarak üç klinik evrede değerlendirilebilir. Preşok: Bu dönem sıcak şok veya kompanse şok olarak ta adlandırılır. Arteriyel baroreflekslerin aktivasyonu ile telafi edici mekanizmalar devreye girer. Periferik direnç artar ve kardiak output arttırılarak kan basıncı yükseltilmeye çalışılır. Şokun bu erken döneminde beyin ve kalp gibi hayati organların kan akımı korunur. Bu dönemde vücuttaki telafı edici mekanizmalara bağlı olarak kan akımının devam ettirilmesi ile hastanın semptom ve bulguları minimaldir. Bu dönem süresince vücudun hemostatik mekanizmaları azalmış kan akımını hızla telafi eder. Önceden sağlıklı olan kişiler de toplam effektif kan volumünde %10’luk azalmaya rağmen, tablo asemptomatik olabilir. Taşikardi, periferik vazokonstrüksiyon ve sistemik kan basıncında orta derecede bir azalma, hipovolemik veya düşük ön yüklü şokun klinik belirtileri olabilir. Diğer taraftan distrübütif veya düşük ard yüklü şok sıklıkla periferik vazodilitasyon ve hiperdinamik tablo ile karakterizedir. Bu dönemde taşikardi, periferik vasokonstriksiyon ve sistemik kan basıncında düşme görülür. Şok dönemi: Bu dönemde kompansasyon mekanizmaları yetersiz kaldığından vital organların kan akımı için gerekli arteriyel basınç sağlanamaz. Sonuç olarak beyin, böbrek ve kalpte iskemi oluşur. Artmış sempatik uyarı sonucu şokun çeşitli belirti ve bulguları görülür. Bu dönem süresince düzenleyici mekanizmaların etkisi ile taşikardi, taşipne, metabolik asidoz, oliguri, soğuk ve nemli deri gibi organ fonksiyon bozukluklarının belirtileri ve bulguları ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu semptom ve bulguların aciliyeti tipik olarak aşağıdakilerden bir veya daha fazlasını yansıtabilir. v Düşük ön yüklü şokta etkili kan hacminde %20-25’lik azalmayı v Kardiak indekste 2.5 l/dk/m2 den daha fazla bir düşmeyi v Sepsis sendromunun sayısız mediatörlerinin aktivasyonunu gösterebilir. Uç organ disfonksiyonu: Bu dönemde ilerleyici uç organ disfonksiyonu sonucu geri dönüşümsüz organ hasarı ve ölüm meydana gelir. Ciddi iskemi, toksinler, antıjen-antikor reaksiyonları veya kompleman aktivasyonu sonucu hücre membran hasarı oluşur. Bu hasar kanın hücresel elemanları, kapiller endotel, böbrekler, karaciğer ve akciğer gibi doku ve organlarda da meydana gelir. Arteriyel kan basıncının ilerleyici bir şekilde azalması ile tüm organlarda iskemiye neden olacak kan akımı bozukluğu gelişir. Gastrointestinal sistem mukozasının nekrotik hasan sonucu bir çok bakteri ve toksin sistemik dolaşıma girerek diğer organlarda hasara neden olabilir ve yaygın endotel hasarı sonucu dissemine intravasküler koagülosyan riski ortaya çıkar. Böbrek iskemisi ve hipotansiyon sonucunda akut tübüler nekroz oluşabilir. Koroner arter hastalığı olanlarda koroner iskemi sonucu miyokardın kasılmasındaki azalma hipotansiyonu daha da arttırır. Ayrıca kapilier endotel hasarı sonucu geçirgenlikteki artış ve hücre dışı rnesafeye sıvı ve protein kaçması ile hipovolemi ve hipotansiyon derinleşir. Bu dönem süresince ilerleyici uç organ disfonksiyonu geri dönüşümsüz organ hasarına ve ölüme neden olur. Bu durumda; v İdrar çıkışı azalır, anüri gelişebilir. v Huzursuzluk, ajitasyon ve komaya ilerleme görülebilir. v Asidoz kardiak outputu daha fazla azaltır ve hücresel metabolik olayları değiştirir. v Hastanın ölümüne neden olabilecek mültipl organ sistemi yetersizliğine (MOSY) neden olabilir. Fizyolojik belirteçler: Tüm vücut doku kanlanması sistemik damar direnci ve kardiak output tarafından belirlenir. Sistemik damar direnci damar uzunluğu, kan akışkanlığı ve damar çapının ters oranı ile belirlenir. Kardiak output ise kalp hızı ve atım hacminin bir ürünüdür. Atım hacmi ise ön yük, myokard kontraktilitesi ve ard yüke bağlıdır. Atım hacmi ve kardiak output önemli klinik kavramlar olup, şokun farklı formlarının ayırt edilmesinde önemli rol oynarlar. Azalmış kan akımı direkt olarak azalmış kardiak outputu yansıtırken, azalmış efektif doku kan akımı ile ilişkili olan hiperdinamik şok durumlarında ise artmış kardiak output gözlenir. Bu azalmış efektif kan akımı birçok hümoral ve mikrosirkulatuar olayların karmaşık etkileşimine bağlıdır ve sonuçta bölgesel kan akımı ve hücresel metabolik olaylarda bozukluğa neden olur. Şokun sınıflanması: Genellikle üç önemli şok durumundan söz edilmekte olup, bunlar; hipovolemik, kardiyojenik ve distrübütif şoktur. Her tip primer olarak kendine özel fizyolojik bir bozulma ile karakterizedir. Hipovolemik şok: Hipovolemik şok azalmış ön yüke bağlı olarak ortaya çıkar. Çünkü ön yük atım hacminin bir determinantıdır ve ön yük düştüğü zaman kardiak outputta azalır. Hipovolemik şok etyolojiye bağlı olarak hemoraji ve sıvı kaybı gibi iki büyük kategoriye ayrılabilir. Hemoraji nedenleri arasında; travma, GIS kanaması, aortik ve ventriküler anevrizma rüptürü, hematom, hemorajik pankreatit ve kırıklar sayılabilir. Sıvı kaybı ise diyare, kusma, ısı çarpması, görünmeyen kayıpların yetersiz tedavisi, yanıklar ve üçüncü boşluğa (intestinal tıkanma, pankreatit, siroz) olan kayıplara bağlıdır. Kardiyojenik şok: Kardiyojenik şok pompa yetersizliğine bağlı olarak gelişir ve fizyolojik olarak azalmış sistolik fonksiyon ve kardiak output ile kendini gösterir. Nedenleri farklı olup, 4 geniş kategoride değerlendirilir ki, bunlar; miyopatik, aritmik, mekanik ve kalp dışı (obstruktif) nedenlerdir. Miyopatiler arasında sol ventrikül myokardının %40’dan fazla nekrozu, sağ ventriküler infarkt, dilate kardiyomyopati, uzamış iskemi veya kardiyopulmoner bypass takiben oluşan stunned myokardium ve ileri septik şokta görülen myokardial depresyon sayılabilir. Hem atrial, hem de ventriküler aritmiler kardiyojenik şok’a neden olabilir. Atrial fibrilasyon ve atrial flatter sırasında oluşan ventriküllerin atrial doluşundaki bozukluk kardiak outputu azaltabilir. Keza ventriküler fibrilasyon kardiak outputu ciddi oranlarda azaltır. Bradiaritmiler ve tam kalp bloku da kardiyojenik şoka neden olabilir. Kardiyojenik şokun mekanik sebebleri arasında papiller kas ve kordo tendinea yırtılmasına bağlı mitral regürjitasyonu gibi valvuler defektler, çıkan aortanın disseksiyonu sonucu akut aort yetmezliği, ciddi aort darlığı gibi hastalıklar sayılabilir. Keza ventriküler septal defekt kardiyojenik şoka neden olabilirken, atrial miksoma ventriküler doluşu engelleyebilir. Rüpture bir ventriküler anevrizma hipovolemi ile birlikte mekanik pompa yetmezliğine neden olabilir. Kardiyojenik şok’a neden olan kalp dışı nedenler arasında; masif pulmoner emboli, ventil pnömotoraks, ağır konstrüktif perikardit, perikard tamponadı ve Eisenmenger sendromuna yol açan ciddi pulmoner hipertansiyon sayılabilir. Distribütif şok: Distribütif şok sistemik damar direncinde ciddi azalmaya bağlı olarak gelişir ve sıklıkla artmış kardiak output ile birliktedir (Tablo 1). Distrübitif şoka neden olan hastalıklar aşağıda belirtilmiş olup, bu hastalıklardan önemli olanları ayrı bir başlık halinde daha detaylı olarak anlatılmıştır. Distribütüf şoka neden olan hastalıklar: v Septik şok, v Sistemik inflamatuvar cevabın aktivasyonu (pankreatik, yanık vs) v Toksik şok sendromu v Anaflaksi ve anaflaktoid reaksiyonlar v İlaç ve diğer toksik reaksiyonlar; böcek ısırmaları, transfüzyon reaksiyonları, ağır metal zehirlenmeleri v Addison krizi v Miksödem koması v MSS ve spinal kord hasarından sonra görülen nörojenik şoktur. Tablo 1: Distrübütif şok tipleri ve tedavi yaklaşımları Etyoloji Tedavi Akut adrenal yetmezlik * Presipitan faktörleri araştır. Elektrolit ve glikoz anomalilerini düzelt. * Hipotiroidizm ve panhipopitüitarizm varsa düzelt. * Sıvı tedavisi: 500 cc/saat, 0.9 nacl , 2-4 saat kullanılabilir. AKB’nı sağlamada IV pressörler ve inotroplar gerekebilir. * IV kortikosteroidler: 24 saat boyunca her 4-6 saatte bir 100-200 mg IV bolus, takiben 24 saat boyunca her 6 saate bir 50 mg.3 ncü günde prednizone ve/ veya fludrokortizon ile oral tedaviye başla. Tanı şüpheli ise ilk doz hidrokortizon için deksametazon kullan ve ACTH stimülasyon testi yap. Anaflaktik şok 1. Nedenleri kaldır. İlaç infüzyınunu kes ve insekt iğnesini çıkar. 2. Hava yolunu aç. Endotrakeal entübasyon, krikotiroidotomi, trakeostomi gerekebilir. 3. Adrenalin: Hipotansiyon durumunda 1/10000 lik solüsyonundan 1-5 cc IV yolla ve ya endotrakeal tüple verilir. 1-4 mcg/dak IV yol relapsları önler. Deri veya pulmoner belirtilerin varlığında 1/10000 lik solüsyondan her 10 veya 20 dakikada bir cilt altı 0.3-0.5 cc uygula. 4. Sıvı resüsitasyonu: Ekstrasellüler volum açığını kapatmak için agresif IV sıvı tedavisi uygula. (1 litreden fazla SF veya dekstroz 10-15 dakikada) 5. Vazopressörler: Hipotansiyon dirençli ise dopamin (5-20 mcg/kg/dak) veya noradrenalin (NA) (0.5-30 mcg/dak) uygula 6. MAST elbisesi: Dirençli şoktaki hastalarda düşünülebilir. 7. Steroidler:24 saat boyunca her 4-6 saatte bir 100-200 mg hidrokortizon verilebilir.2 saat içinde adrenerjik yolla etki başlar, fakat direkt etkiler 6-12 saattedir. 8. Antihistaminikler: Difenhidramin Hcl (25-50mg) ve H2 blokorler 6-8 saatte IV yada oral yolla verilebilir. 9. Bronkospasm için albuterol (0.5 cc %0.5 lik solüsyonu 2-5 cc SF içinde aerosol olarak her 15-30 dakikada bir verilebilir. Aminofilin: 5-6 mg/kg 20 dakikada verilir, serum düzeyi 10-20 mcg/l ulaşana kadar 0.2-0.9 mg/kg/ saat hızında verilir. * Profilaksi: İnsekt sokmalarına veya ilaç alerjilerine karşı desensitizasyon sağla. Bir yaklaşıma göre 60 mg prednizon, 50 mg.difenhidramin ve 300 mg simetidin lezyon öncesi her 6 saatte bir başlanır. * Yaygın olmayan, 1-2 gün sonra ortaya çıkabilecek relapsları önle. Septik şok 1. Enfeksiyonu eradike ve idantifiye etmek için idrar, kan ve tükrük kültürleri al. Akciğer grafisi, idrar tetkikleri ve antibiyotik tedavisi ile cerrahi drenaj gerekebilir. 2. Sıvı tedavisi: 200 cc normal SF veya laktatlı ringer 5 dakikada verilecek. Cevap yoksa 20 dakikada 1-1.5 lt daha ver. Hala cevap yoksa invazif girişimler ile 1 saatte 2-4 l sıvı ver. Şok başlangıçta şiddetli, dirençli ve pulmoner ödem gelişmişse vazopressörler kullan. 3. Vazopressörler: Dopamin (20 mcg/kg/dak.) cevap yoksa NA (0.5-30 mcg/dak) dopamin renal dozuna ekle. 4. İnotroplar: Dobutamin 5-20 mcg/kg/dak dozunda düşük kardiyak output için dopaminle veya NA’le kombine edilebilir. İntraaortik balon kontpulsasyon (IABP) düşünülebilir. 5. Nosokomial enfeksiyonlardan korunma: İntravenöz ve intraarteriyel kataterler mekanik destek cihazlarının aseptik tekniklerle kullanılması, ellerin yıkanması, hastanın virulan organizmalardan izolasyonu ve hastane surveyans programının oluşturulmasıdır. ŞOKTA SIK GÖRÜLEN KLİNİK ÖZELLİKLER Şokun klinik prezantasyonu şokun tipi ve nedenine bağlı olarak değişebilirse de, bazı bulgular çok daha sık olarak ortaya çıkarlar. Aşağıdaki beş esas özelliğin her birinin değerlendirilmesi şok gelişmesinden şüphelenilen herhangi bir olguda derhal yapılmalıdır. Hipotansiyon (sistolik basınç < 90) şoklu hastaların çoğunda görülür. Bununla birlikte preşok döneminde hipotansiyon hastanın bazal kan basıncına göre relatif olarak düşük olabilir. Sonuçta sistolik kan basıncında 40 mmHg dan fazla bir düşüş beklenen bir şokun göstergesi olabilir. İleri şokta yani geri dönüşümsüz dönemde ciddi hipotansiyon görülür ve sıklıkla uygun kan akımı basıncını sürdürmek için vozopressör ilaçlar gerekir. Şok durumunda birçok düzenleyici mekanizmalar azalmış efektif doku kan akımını kompanse eder. Güçlü vazokonstriktif mekanizmalar kanı periferden vital organlara yönlendirir ve böylece kalp, beyin ve splanik bölge kan akımı sürdürülür. Bu duruma istisnalar, erken distribütif şokun hiperemik deri bulgusu ve artmış periferik damar direncini sürdüren mekanizmaların yetmezliği ile ilişkili terminal şok durumunun periferik venodilatasyonudur. Oligüri, renal kan akımının diğer vital organlara şantını gösterir ve intravasküler volüm kaybının objektif bir ölçüsüdür. Şoklu hastalarda hipovoleminin diğer işaretleri; taşikardi, ortostatik hipotansiyon, zayıf deri turgoru, aksiller terlemenin yokluğu ve kuru muköz membranlardır. Şokta sıklıkla karşılaşılan mental durum değişiklikleri ajitasyonla başlar, konfüzyon ve deliriuma ilerler ve belirgin koma ile sonlanır. Şoklu hastalar başlangıçta respiratuvar alkaloza sahiptirler. Bununla beraber şok uzadıkça karaciğer, böbrekler ve iskelet kasından laktatın klirensinin azalmasını yansıtan metabolik bir asidoz gelişir. Şok ilerlerse doku kan akımı yetersizliği ve doku hipoksi ortaya çıkarak aneorobik metabolizmaya bağlı laktat üretimi arttırılır ve asidemi ağırlaşır. Şokta başlangıç muayenesi: Şoklu hastalar seyrek olarak anamnez verirler, hasta hakkındaki bilgiler genellikle yakınlarından ve mevcut tıbbi kayıtlardan sağlanır. Hastanın genel durumu, son zamanlardaki şikayetleri, hastaneye geliş öncesi yakınmaları şokun primer nedenleri hakkında önemli bilgiler verebilir. Araştırlması gereken önemli ipuçları; v Besin ve ilaç alerjileri v Son zamanlardaki ilaç değişiklikleri v Muhtemel akut-kronik ilaç zehirlenmeleri v Önceden mevcut hastalıkları v İmmünsupressif durumlar v Hiperkoagulabl durumlardır. Hastanın fizik muayenesi hızlı ve etkili bir şekilde yapılmalı, çabalar şokun muhtemel nedenlerine yönlendirilmelidir (Tablo II). Hastanın hikayesi, şikayetleri ve bulgularına bağlı olarak fizik muayenede; v Sklerada ikter, kuru konjuktiva, kuru mükoz membranlar, nokta pupil, dilate ve fikse pupil, nistagmus v Boyunda juguler venöz dolgunluk, karotis üfürümü, meningeal işaretler v Akciğerde taşipne, raller, konsolidasyon, egofoni, solunum seslerinin kaybı, sürtünme sesi v Kardiovasküler sistemde düzensiz ritm, taşikardi, bradikardi, S3 galo, üfürümler, derinden gelen kalp sesleri, sürtünme sesi, pulsus paradoksus v Karında; distansiyon, hassasiyet, rebound, barsak seslerinin durumu, hareketli kitle, hepatosplenomegali, assit v Rektal muayene ile azalmış tonus, melena, gaitada gizli kan v Ekstremiteler; şişmiş bacak, üst ekstremiteler arasında kan basıncı farklılığı veya nabız yoğunluklarının eşitsizliği v Nörolojik olarak; ajitasyon, konfüzyon, delirium, koma v Deride soğukluk, nemli veya sıcak deri, hiperemi, raş, peteşi, ürtiker ve selülit araştırılır. Laboratuvar incelemeleri: Şoklu hastalarda başlangıç aşamasında yapılacak aşağıdaki laboratuvar incelemeleri muhtemel nedenleri belirlemede yararlı olabilir. v Tam kan sayımı v Tam idrar tahlili v Temel biyokimyasal testler v Karaciğer fonksiyon testleri v Amilaz-lipaz v Fibrojen, fibrin yıkım ürünleri (FYÜ) v Laktat seviyesi v Kardiyak enzimler v Kültürler v Arteriyel kan gazları v Toksikoloji taramaları v Akciğer grafisi, v Abdominal grafi, ultrasonografi v EKG v Prokalsitonin ölçümü Pulmoner kateterizasyon: Pulmoner kataterizasyon septik şoklu hastalarda kardiak output, pulmoner kapiller wedge basınç ve periferik damar direnci gibi hemodinamik ölçümlerin değerlendirilmesinde sıklıkla kullanılır. Elde edilen bu değerler şokun tipinin ayırt edilmesinde yararlı olabilmektedir. Ayrıca Swan-Ganz katateri ile sağ ventriküler kateterizasyon sıvı tedavisinin gözlenmesinde, vasopresör ajanların titre edilmesinde ve hemodinamikler üzerine mekanik ventilatör değişikliklerin etkilerinin ölçülmesinde yararlıdır. Bu potansiyel avantajlarına rağmen, birçok yoğun bakım doktorları bu kateteri kullanmaktan çekinirler. Bundan sonraki bölümlerde şok çeşitleri daha geniş bir şekilde anlatılacaktır. Diğer taraftan yukarıda bahsedilen bütün şok tiplerinde en önemli olay vazodilatasyon ve buna bağlı olarak oluşan hipotansiyon olduğundan, şok terminolojisinde vazodilatör şoktan da söz edilmektedir. Aşağıda vazodilatör şok, mekanizması ve yeni tedavi stretejilerinden de geniş olarak bahsedilecektir. Tablo II: Şoklu hastanın stabilizasyonu ve kontrolü Hava yolu *Endotrakeal entübasyon, mekanik ventilasyonun gerekli olduğu durumlarda ve yüksek riskli hastalarda (şuur bozukluğu ve masif hematemez) solunumu sağlamada gereklidir. Solunum *Tümü için ilave oksijen. *Mekanik ventilasyon endikasyonları: Solunum hızının 30/dak. üzerinde olması, yardımcı solunum kaslarının kullanılması pO2 < 40 mmHg ve şiddetli respiratuar asidozdur. Kardiyojenik şokta oksijenasyon/ventilasyon için gerekmese dahi yararlı etkileri nedeniyle miyokardın O2 ihtiyacı ve solunumun çalıştırılması için düşünülebilir. Dolaşım *En azından iki IV yol sağla. (16 gauge veya daha büyük) *Eğer oskültasyonda akciğerler temizse, IV sıvılar (kristaloid, kolloid, kan), vazopressorler (dopamin 10-50 mcg/kg/dak. ve/veya noradrenalin (NA) 0.5-30 mcg/dak) kullan. Eğer hipotansiyon dirençli ve pulmoner ödem yoksa daha kabul edilebilir bir tansiyon ölçülünceye kadar MAST takımı uygulanabilir. *Pulmoner ödem mevcutsa tedavi etyoloji ve hemodinamik parametrelere bağlıdır: - Kan basıncı <60 mmHg: NA (0.5-30 mcg/dak). Sistolik basınç 70-80 mmHg ise dobutamin (5-20 mcg/kg/dak) ekle, NA’ni kes ve dopamini renal dozda (2-4 mcg/kg./dak) dene. - Miyokard iskemisine gidiş varsa: acil intraaortik balon pompa (IABP), kardiak katater ve PTCA veya CABG kullanılabilir. Şiddetli sol ventrikül disfonksiyonunda veya refrakter şokta kalp transplantasyonu düşünülebilir. - Akut valvuler stenoz/yetmezlik: Acil kardiyak kateterizasyon ve balon valvuloplasti, kapak replasmanı veya onarımı IABP mitral yetmezlik ve aort stenozunda değerlidir, ancak orta ve şiddetli aort yetmezliklerinde kontrendikedir. *Asidoz, hipoksemi ve hipotermide inotropik ajanlar ve vazopressörler daha az etkilidir. *Eğer hasta beta bloker alıyorsa, glukagon (5-0 mg. IV bolus ve 2-5 mg/saat dozunda infüzyonla) non adrenarjik mekanizmalar vasıtasıyla kalp inotropisini artırabilir. *Eğer hasta kalsiyum kanal blokerleri alıyorsa ve hipotansiyon devam ediyorsa %10 kalsiyum klorid (5-10ml.IV 5-10 dakikada) ventriküler fonksiyonları düzeltebilir. *Aritmiler Tedavi hedefleri O2 satürasyonu >%90, ortalama kan basıncı >60mmHg,idrar çıkışı >20ml./saat, şuur açık ve oryante, metabolik asidoz düzelecek (pH 7.37.5) ve vücut ısısı >35 c olacak. Gözlem Kan basıncını takibi için intraarteriyel yol; idrar çıkışının takibi için idrar sondası; O2 satürasyon ölçümlü bir termodilüsyon pulmoner arter kateteri ile yapılacak CVP ile pulmoner arter basıncı, PCWP, kardiyak output, pulmoner arter direnci, sistemik vasküler direnç, mikst venöz oksijen satürasyonu ve arteriyel oksijen satürasyonu ölçülür. Diğer Acil laboratuar ölçümleri ve arteriyel kan gazı ölçümleri için 30 cc kan al ve şu durumları tedavi et: *Hipoglisemi: 1 ampul IV 50 takiben tiamine 100 mg IM (Wernike ensefalopatisinden korumak için) *Narkotik ajanların fazla kullanılmasında (Morfin ve meperidin gibi): Naloksan 0.4-2.0 mg IV her beş dakikada bir maksimum 10 mg’a kadar. Geç relapsları önlemek için tekrar dozları gerekebilir. *Benzodiazepin kullanılması (diazepam, klordiazopoksit), flumazenil 0.2 mg. IV her 5-10 dakikada bir hasta uyanıncaya kadar veya saatte 3 mg.a kadar. Geç relapsları önlemek için tekrar dozları gerekebilir. *Adrenal yetmezlik veya hasta steroid alıyorsa hidrokortizon 100-200 mg IV her 4-6 saatte bir. *İlaç yüksek dozları: Sindirim sisteminden ilacın uzaklaştırılması (gastrik lavaj, aktif karbon, kolon irritasyonu ve/veya spesifik ajanlara bağlıysa hemodiyaliz) ve spesifik antidotunun verilmesi ve zehir danışma merkezinin aranması. *Kriz: Diazepam 0.1-0.2mg/kg. IV dakikada 1-2 mg hızla; tekrar dozları gerekebilir. Solunum depresyonu gelişmişse mekanik ventilasyon ve endotrakeal intübasyona hazırla. Rekürrenslerin önlenmesinde fenitoin ve fenobarbital kullanılabilir. (15 mg/kg dakikada 25-50 mg’ı geçmeyecek şekilde. Unutma *Şok birden fazla nedenle olabilir (GİS kanaması (hipovolemik şok) akut MI (kardiyojenik şok); septik şok, akut adrenal yetmezlik (distrübütif şok) stresin indüklediği gastrit (hipovolemik şok. Tüm hastalarda anamnez, fizik muayene, EKG, akciğer grafisi ve tam kan kimyası bakılmalıdır. *Aşikar bir neden var mı, Sepsis var mı, GİS kanaması var mı, miyokard iskemisi, aritmi, iletim bozukluğu var mı; adrenal yetmezlik şok durumuna katkıda bulunuyor mu; ilaç yüksek dozları mümkün mü? *Beklenen komplikasyonlar: Laktik asidoz, miyokart iskemisi, aritmi ve iletim bozuklukları (devamlı EKG monitörüzasyonu), hepatik disfonksiyon, DIC, strese bağlı GİS kanaması, adrenal yetmezlik, sepsis, böbrek yetmezliği, ARDS. VAZODİLATÖR ŞOK Akut hemorajik veya kardiyojenik şok durumlarında arteriyel kan basıncındaki gereğinden fazla düşüşü önlemek için periferik dolaşımda oluşan ileri derecedeki vazokonstrüksiyon yeterli kan akımının sağlanması için oluşan kompansatuvar bir cevaptır. Diğer taraftan septik şokta daha sıklıkla görülen hipotansiyon damar düz kas hücrelerinde kasılmasındaki yetersizlik sonucu oluşmaktadır. Böylece vazodilatör şok sadece periferik vazodilatasyona bağlı hipotansiyona değil, vazopressör ilaçlara cevap yetersizliğine bağlı olarak ta oluşabilmektedir. Vazodilatör şokun nedenleri: Vazodilatör şokun en sık nedeni sepsis olup, ülkemizde yaklaşık olarak yılda 40.000 den fazla vakadan sorumludur. Uygunsuz doku oksijenizasyonuna yol açan nitrojen ve karbon monoksit (CO) intoksikasyonu gibi nedenler vazodilatör şoka neden olabilirler (Tablo III). Hipovolemik ve kardiyojenik şoka bağlı olarak gelişen hipoptansiyonlu ve azalmış doku kan akımlı hastalarda başlangıç probleminin düzeltilmesi hipotansiyonu düzeltemeyebilir. Çünkü, ileri dönemlerde periferik vazodilatasyon giderilemeyecek düzeyde olabilir. Geri dönüşümsüz veya geç faz hemorajik şok olarak ta bilinen kanamaya bağlı uzamış ve ciddi hipotansiyonlu hastalarda vazodilatör şoku volüm kayması takip eder. Metformin intoksikasyonuna bağlı laktik asidoz gibi vazodilatasyona yol açan nedenler, mitokondrial hastalıklar ve siyanid zehirlenmesi gibi durumlar da kardiovasküler kollapsa neden olabilmektedirler. Tablo III: Vazodilatör şokun nedenleri v Sepsis v Yetersiz doku oksijenasyonu - Nitrojen intoksikasyonu (hipoksik laktik asidoz) - Karmonmonoksit intoksikasyonu v Uzamış ve ağır hipotansiyon - Hemorojik şok - Kardiyojenik şok - Kardiyopulmoner bypass v Muhtemel vazodilitasyona bağlı şok - Metformin intoksikasyonu - Mitokondrial hastalıklar - Siyanid zehirlenmesi - Kardiak arrest (elektrik aktivitenin yokluğu) Vazodilatör şokun nedenleri arasında; anaflaksi, karaciğer yetersizliği, glikokortirod eksikliği gibi nedenler sayılabilirse de, bu durum tam kabul görmemiştir. VAZODİLATÖR ŞOKUN MEKANİZMASI Vazodilatör şokun bütün şekillerinde plazma katekolamin düzeyleri artmış ve renin anjiotensin sistemi aktive olmuştur. Oluşan vazodilatasyon ve hipotansiyon damar düz kas hücrelerindeki kasılma yetersizliğine bağlıdır. Bu mekanizma ile ilgili olarak birkaç neden ileri sürülmüş olup, bunlar; uzamış hipotansiyona bağlı damar hücrelerinin ölümü, doku tarafından yetersiz oksijen ekstraksiyonu ve vazodilatör etkili prostoglandinlerin aktivitesinin artışıdır. Vazodilatör şok; vazodilatör mekanizmaların uygunsuz aktivasyonu ve vazokonstriktür mekanizmaların yetersizliğine bağlı olarak oluşmaktadır. Solubl guanilat siklaz aktivasyonu ve cGMP oluşumuna bağlı nitrik oksit sentezindeki bozukluk miyozin defosforilasyonuna ve böylece vazodilatasyona neden olmaktadır. Ayrıca nitrik oksit sentezi ve metabolik asidoz düz kas hücrelerinin plazma membranında ATP duyarlı K+ kanalları ve kalsiyuma duyarlı K+ kanallarını aktive eder. Oluşan membran hiperpolarizasyonu noradrenalin ve anjiotensin II’ye bağlı vazokonstrüksiyonu önler. Böylece bu hormonların yüksek düzeylerine rağmen hipotansiyon ve vazodilatasyon devam eder. Bu belirginliğin aksine olarak hipotansiyon varlığına rağmen vazopressinin plazma miktarı düşüktür. Bu beklenilmeyen bir durumdur, çünkü plazma vazopressin miktarı septik şok ve erken faz hemorajik şokta belirgin olarak yükselmiştir. Bununla beraber hormonun başlangıçta fazla salınması sonraları kayba neden olabilir ve böylece vazopressinin plazma miktarı arteriyel kan basıncını sürdürmek için çok yetersiz kalır. Hemorajik şokun başlangıç fazı süresince ve septik şokta vazopressin kan basıncının sürdürülmesine katkıda bulunur. Böylece damar düz kas hücrelerinde vazopressin konsantrasyonundaki düşüş hipotansiyona neden olabilmektedir. Vazodilatör şokun patogenezinde anahtar komponentlerin belirlenmesi (ATP duyarlı K+ kanallarının aktivasyonu, nitrik oksit sentezinde artış ve vazopressin yetmezliği) tedavide yeni stratejilerin geliştirilmesine neden olabilir. Bununla beraber vazodilatör şokun patogenezinde aşırı NO üretimi önemlidir. Hali hazırda bu amaçla selektif iNOS inhibitörleri geliştirilmektedir. Düz kas hücrelerinde K+ kanallarının NO vasıtasıyla aktivasyonunun spesifik olarak blokajı mümkündür ve bu nedenle vazopressör cevaplar düzeltilebilir. Damar düz kas hücrelerinde bulunan ATP duyarlı K+ kanallarını spesifik olarak bloke eden sülfonilüre gibi ATP duyarlı K+ kanal inhibitörleri tedavide diğer bir hedeftir. Sonuç olarak denilebilir ki, membrandaki K+ kanallarının ve cGMP bağımlı sinyalizasyonun endojen blokeri olarak vazopressin yeni tedavi stratejilerinde önemli bir yere sahip olabilir.