1 TÜRKİYE EKONOMİSİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ: GENEL BİR DEĞERLENDİRME I. Cumhuriyetin Osmanlı İmparatorluğundan (Oİ) Devraldığı Miras Oİ’nun siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda gerileme sürecine girdiği dönem ile Batı Avrupa Ülkelerinin Sanayi Devrimini gerçekleştirdikleri dönem neredeyse aynıdır (18.yy sonu–19.yy. başları). Sanayi devriminden önce, 16. ve 17. Yüzyıllarda, Osmanlı hemen her alanda Batı Avrupa ülkeleri ile aynı düzeydeydi. 18 ve 19. yüzyıllarda başta İngiltere olmak üzere diğer Batı Avrupa ülkelerinde makineleşme ve atölye üretiminden fabrika üretimine geçiş hızlanmıştır. 1838 Osmanlı–İngiltere (1864’e gelene kadar da diğer pek çok Avrupa ülkesi ) arasında yapılan serbest ticaret (Balta Limanı) antlaşması. Oİ geleneksel üretim biçimini değiştiremedi. Yeni teknolojinin etkili olduğu dış ticarete konu tüm alanlarda gerileme, Artan rekabet ve kapanan fabrikalar (Pamuklu ve ipek dokuma, tabacılık, tersanecilik, vb.) Dış ticaret yapısı değişmiş sınaî tüketim malları ithal eden, tarımsal ve madensel hammaddeler ihraç eden bir ekonomik yapı ortaya çıkmıştır. Dış ticaret bilançosu açık vermeye başlamıştır: 1854 ilk dış borçlanma. 1881 Duyun-ı Umumiye İdaresi (DUİ) kurulmuştur. Yenilgilerle sonuçlanan ve hem fiziki hem de beşeri sermayeyi yok eden savaşlar: Türkiye cumhuriyeti kurulduğunda nüfusu yaklaşık 13 milyon idi. Osmanlı’daki ekonomik faaliyetin etnik yapısı da Türkiye Cumhuriyet’ine bırakılan mirasta etkendir. Cumhuriyetin Kurulduğu Yıllarda Sosyal ve Ekonomik Durum Geleneksel üretim yapısı devam ediyor. Halkın %11-12’si okur yazar ve %75’i köylerde yaşıyor. 1914 yılı GSMH’sı 241 milyon TL’dir (%54,2 tarım, %12,4sanayi ve %33,4 hizmetler sektörü). Kişi başına düşen ortalama gelir 11,5 TL’dir. 2 Nüfusu 100 bini aşan iki kent vardır: İzmir ve İstanbul. İlki elektrikle 1905 diğeri ise 1910 yılında tanışmıştır. Anadolu halkı 1914–1922 arası yılları savaşarak geçirmiştir. Tarım Ekonominin geleneksel tarıma dayalı yapısı devam etmektedir. GSMH’nın yaklaşık %55’ini oluşturan tarım kesimi nüfusun da %80’ni barındırmaktadır. Serbest dış ticaret, ihracata dönük sınaî tarım ürünlerin gelişimine önayak olmuştur. Fındık, pamuk, tütün ve koza üretiminde kayda değer artışlar olmuştur. DUİ, özellikle tütün ve koza üretimini teşvik etmiştir. Bu dönmede hükümet tarımla ilgili bazı iyileştirme çabaları göstermiş olsa da, geleneksel yapı büyük ölçüde devam etmiştir. 1858 Arazi Kanunu ile toprak üzerindeki Tımar sistemi kaldırılmış ve toprak, fiilen işleyenin mülkiyetine bırakılmıştır. 1920’li yıllarda tarıma elverişli alan 22–23 milyon hektar ve fakat işlenilen alan ancak 11–12 milyon hektardır. Bu toprakların bir kısmı, 1930-40’lı yıllarda çıkarılan çiftçiyi ve göçmenleri topraklandırma kanunlarıyla dağıtılmış, bir kısmı ise, önceki dönemde de olduğu gibi, mahalli eşraf ve ağalar tarafından yağmalanmıştır. Sanayi Oİ 18 ve 19. Yüzyıllarda sanayi devrimini kaçırmış, üstelik bir de sanayileşmiş Avrupa ülkeleri ile serbest dış ticaret antlaşmaları imzalayarak önemli tavizler vermiştir. Zaten geleneksel bir yapı gösteren sanayi bu rekabete dayanamamış ve yok olmaya yüz tutmuştur. Diğer taraftan, II. Meşrutiyete kadar, hâkim iktisadi felsefenin de etkisiyle, Osmanlı’nın sanayileşmesi değil mukayeseli üstünlüğe sahip olduğu tarım ve ticaretinin teşvik edilmesi daha uygun bir seçenek olarak görülüyordu. II. Meşrutiyet, diğer milli akımlar yanında milli sanayi kavramını da gündeme getirmiştir. 1913 Teşvik-i Sanayi Kanunu Muvakkat’i yürürlüğe konmuştur. (Kredi kanalı ve dış rekabetten korunma ile ilgili eksiklikleri vardı). II. Meşrutiyet döneminde sanayinin gelişimi için gerekli insan gücünü yetiştirmek üzere Almanya ile işbirliği yapılmıştır. 3 I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile Oİ, yabancıları teşvik kapsamından çıkarmış, kapitülasyonları tek taraflı kaldırmış ve gümrük vergilerini yükseltmiştir. Fakat fiziki ve beşeri sermaye kıtlığı ve savaşın ağır şartları altında bu sanayileşme çabası başarıya ulaşamamıştır. Lozan’da, gümrük vergilerinin 1913’teki oranlarının 1927’ye kadar devam etmesi kabul edilmiştir. Osmanlı sanayisinin şu özellikleri taşıdığı söylenebilir: Tüketim malları üretiminde yoğunlaşmıştır. Tarıma dayalıdır. Bölgeseldir. Özel sektör ağırlıklıdır. Rumlar sermayenin önemli bir kısmına sahiptir. Yabancı sermaye payı çok düşüktür. Büyük tesisiler devlete aittir. Teknoloji geridir. Hizmetler Hizmetler sektörü Oİ son döneminde hızlı bir gelişme göstermiştir. Ekonominin adeta dışa açık bir pazar haline gelmesi ile bankacılık, demiryolu işletmeciliği ve dış ticaret alanlarında daha önce görülmemiş bir gelişme kaydedilmiştir. Bu sektörlerin gelişiminde ekonominin dışa açılması ve batılı ülkelerin Osmanlı içindeki ekonomik çıkarlarını artırma çabaları önemli rol oynamıştır. Osmanlı da demir yolu yapımına ayrı bir önem vermiştir. 1863 İlk bankacılık girişimi, Tarım Kredi Kooperatiflerinin Ziraat Bankası’na dönüştürülmesi. 1863 Osmanlı Bankası. 1875 Osmanlı Bankası Devletle imtiyaz sözleşmesi yaparak, devlet bankası görev ve yetkilerine sahip olmuştur. Bu imtiyaz TCMB kuruluncaya kadar devam etmiştir. DUİ ve Osmanlı bankası, devletin para ve maliye politikalarının belirlenmesinde etkin olmuşlardır. Dış Ticaret ve Dış Borçlanma 1838 Osmanlı-İngiltere Balta Limanı Serbest Ticaret Antlaşması. 4 Osmanlının son döneminde hem ithalat hem de ihracat artmış ancak ithalat artış hızı daha yüksek olmuştur. Bu durum artan oranlarda dış ticaret açığı verilmesini ve buna paralel olarak ta dış borçlanmayı zorunlu kılmıştır. 1908–1914 arası dönemde ihracatın ithalatı karşılama oranı %55’tir. Osmanlı hammadde ihraç ve işlenmiş mamul ithal etmektedir. Bu durumda dış ticaret hadleri Osmanlı aleyhine gelişmiştir. 20.yüzyılın başına kadar Osmanlının önemli ticaret ortakları sırayla İngiltere, Fransa ve Avusturya-Macaristan’dır. Takip eden dönemde ise Almanya ve İtalya’nın payı giderek artmıştır. 19. Yüzyılın ikinci yarısı itibariyle hızla artmaya başlayan dış ticaret açıkları bütçe açıkları ile birleşerek dış borçlanmayı zorunlu kılmış ve ilk borçlanma Kırım savaşından hemen sonra 1854 yılında gerçekleşmiştir. Bu süreç artarak devam etmiş ve Osmanlı bir borç sarmalına girmiştir. 1854–1874 kapsayan dönemde toplam 344.3 milyon Osmanlı altın lirası borçlanılmıştır ki bunun 116 milyon altın lirası faiz yüküdür. Her bir borçlanma için bir bölge veya vilayetin vergi gelirleri teminat gösterilmiştir. DUİ 1914–1915 bütçe gelirlerinin %34.3’ne el koymuştur. 1928 tarihi itibari ile Osmanlının borç bakiyesi 161.3 milyon TL’dir. Bu borç 1928 Paris Anlaşması ile mirasçı ülkeler arasında dağıtılmış ve en büyük pay- 84.6 Milyon TL, %52,4- Türkiye Cumhuriyeti Devletine düşmüştür. 1933 yılında yapılan bir anlaşma ile borç yeniden yapılandırılmış ve 50 yılda tasfiyesi karara bağlanmıştır. Türkiye, bu borcu 1954 yılında, vadesinden 25 yıl erken, kapatmıştır. II. Cumhuriyetin İlk On Yılında Ekonomik Gelişmeler Şubat 1923, İzmir, Türkiye İktisat Kongresi toplanmıştır. Katılımcı guruplar: Çiftçiler, Tüccarlar, Sanayiciler ve İşçilerdir. Belirlenen temel hedefler, sanayileşme, tarımın desteklenmesi ve ulaşım alt yapısının iyileştirilmesi olarak sıralanabilir. Alınan önemli kararlar: Yerli üretim teşvik edilmeli ve lüks ithalattan kaçınılmalıdır. Girişim ve çalışma özgürlüğü esastır ancak tekelciliğe izin verilmemelidir. 5 Ekonomik kalkınmamıza destek olmak ve kanunlara uymak kaydıyla yabancı sermayeye izin verilecektir. Dönemin temel nitelikleri: Milli iktisat görüşü, Özel sektör ağırlıklı karma ekonomik yapı, Lozan Antlaşmasının getirdiği hükümler (1929 yılına kadar) Dönemin önemli ekonomi politikası uygulamaları: 1924 İhracata dönük aramalı ithal vergisi kaldırılmıştır. 1925 Aşar vergisi kaldırılmıştır. Demir yollarının millileştirilmesi; kabotaj hakkının yabancılara yasaklanması ve sadece yerli halka tanınması, 1924 İş bankasının kurulması. İş bankasının kurulması ve Ziraat bankasının sermayesinin artırılmasıyla yabancı bankaların payı giderek azalmıştır. 1925 Şeker fabrikalarının kurulmasını teşvik amaçlı kanun çıkarılmıştır. Bu karar bir tesadüf değil, dönemin ekonomik gerçeklerine uygun bir politika uygulamasıdır. 1929 yeni Gümrük Yasası çıkarılmıştır (İthal ikameci yaklaşım hâkim). 1930 TCMB kurulmuştur. Devlet tekelleri oluşturulmuştur. Oluşan kaynak 1933’den itibaren sanayi yatırımlarına yöneltilmiştir. GSMH ve Sektörel Gelişmeler: 1929 yılına kadar olan süreçte ekonomi yıllık ortalama %17 büyümüştür. Tarım sektörü diğer sektörlerden daha hızlı bir büyüme göstermiştir. GSMH1923 Endeksi=100 iken aynı endeks 1929’da 209,8 ‘dir. 1929 Dünya Buhranı ile birlikte bütün dünyada yaşanan daralma konjonktürü ve olumsuz iklim şartları söz konusu endeksin 1932’de 118’e kadar daralmasını netice vermiştir. 1929’da yaklaşık 110 TL olan KBGSMH 1932’de 78 TL’ye düşmüştür. Tarım sektöründe her ne kadar destekler artırılmış, makineleşme teşvik edilmiş, çiftçi topraklandırılmış, ekili alan artırılmış olsa da geleneksel yapı büyük oranda devam etmiştir. Üretim büyük ölçüde tabiat olaylarına bağlı kalmış ve dolayısıyla GSMH dalgalanmalar göstermiştir. Bu dönemde öncelik sanayinin gelişimi olmuştur. 6 1923–1932 arasında sanayide arzu edilen gelişme sağlanamamış, sanayi büyümesi GSMH büyümesinin gerisinde kalmıştır. Lozan antlaşmasının hükümleri sonlanıncaya (1929) kadar ülke dışa açık (dışa bağımlı) bir ticari yapı sergilemiştir. 1929–1950 tarihleri arasında ise dış fazlayı amaçlayan ithal ikameci ve korumacı (müdahaleci, kısıtlayıcı) politikalar dış ticaretin ana hatlarını belirlemiştir. 1930–1947 arası dönemde–1938 hariç- dış fazla verilmiştir. İkili antlaşmalara ve kotalara dayalı dış ticaret politikası Türkiye’nin ithalat yapısını sanayileşme politikasına uyumlu hale getirmeyi mümkün kılmıştır. En önemli ticaret ortakları İtalya, Almanya ve ABD olmuştur. Para ve Maliye Politikası: “Sağlam para, istikrarlı para; denk bütçe düzgün ödeme” ilkelerine bağlı kalınmıştır. Vergi yükü iktisadi güce göre dağıtılmıştır. Genişlemeci para ve maliye politikalarından uzak durulmuştur. 1924 ilk düzenli bütçe çıkarılmıştır. III. Devletçi Sanayileşme Döneminde Ekonomik Gelişmeler Ekonomi politikası değişikliğinin temel nedenleri: Yapısal sorunlar (Fiziki ve beşeri sermaye kıtlığı, altyapı eksikliği, talep darlığı, kredi mekanizmasının olmayışı, vb.) 1929 Dünya Bunalımının yarattığı daralma konjonktürü. Bu ve benzer nedenlerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1930’ların başında, büyük ölçüde şartların bir gereği olarak, özel sektör ağırlıklı ekonomik yapıdan kamu ağırlıklı karma ekonomik sisteme geçmiştir. Devletçi sanayileşme politikası sosyalizm demek değildir. Türkiye’nin uyguladığı biçimiyle doktriner değil pragmatiktir, geçiş dönemine ait ihtiyaç ve zorunluluklardan doğmuştur. Bu dönemde dahi ekonominin temeli ilke olarak özel sektöre dayanıyordu. Türkiye Ekonomisine has devletçiliğin genel bir tanımı şöyledir: “Devletçilik, özel girişimciliğin ve özel sermayenin işe yarar bir şey yapamayacak kadar zayıf olduğu bir ülkede, devletin ulusal kalkınma ve ulusal savunma temel amacıyla sınaî faaliyette bir öncü, bir yönetici olarak öne çıkması durumudur.” 7 Devletçilik uygulamasının en yoğun olduğu alan sanayi sektörüydü. Sovyet uzmanlar gurubuna hazırlatılan bir sanayi programı, pek çok eksiği ve tutarsızlığına rağmen, 1934 yılında “Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, (BBYSP)” olarak yürürlüğe kondu. Bu planın temel stratejisi temel ihtiyaç maddelerinin ithal ikamesini sağlamaktır. Yerli hammaddeye dayalı bir sanayiye öncelik verilmişti. Ayrıca özel sektöre ucuz ara ve yatırım malı sağlama amacı da güdülmüştü. BBYSP ile kurulması planlanan sınaî tesisiler 5 gurup altında 23 fabrikadan oluşmaktaydı (Dokuma, maden, kâğıt ve selüloz, seramik ve kimya). Planın uygulanmasında yetki ve sorumluluk Sümerbank’a verilmiştir. Uygulamada İş ve Ziraat bankları da rol almıştır. Bu dönem devletçilik uygulaması başarılı olmuştur. Bu başarıda kurulan işletmelerde kârlılık ilkesinin titizlikle uygulanması önemli olmuştur. Planın başarısı, hükümeti cesaretlendirmiş ve ilkinin doğal bir uzantısı ve tamamlayıcısı olarak ve fakat ondan daha geniş kapsamlı İBYSP hazırlığına başlanmıştır. Ancak II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu plan uygulanamamıştır. Devlet bu dönemde BBYSP dışında da pek çok sanayi işletmesi kurmuş ve hayata geçirmiştir. 1932–1940 yılları arasında yaratılan sabit sermaye yatırımının yaklaşık %50’si kamuya aittir. 1933–1938 arasında GSMH ortalama %7,1 artmıştır. İstihdamın ve üretimin Sektörel dağılımı bir önceki dönemle benzer özellikler taşımaktadır. Bu dönemde her ne kadar hâsıla artmış ise de ortalama faktör verimliliği artırılamamıştır. 1929 Gümrük Yasası ve 1930 Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu (TPKK), dış ticaretin, bu dönemde ithal ikameci stratejiye uygun bir şekil almasına imkân tanımıştır. Para ve maliye politikaları bir önceki dönem ilkeleri korunarak oluşturulmuştur: “Sıkı ve sağlam para, denk bütçe”. 8 Para politikası 1930 yılında çıkarılan TPKK ve TCMB kanunu çerçevesinde oluşturulmuş, artan finansman ihtiyacına rağmen emisyona başvurulmamıştır. Artan kamu harcamaları büyük ölçüde vergileme, borçlanma ve tekel gelirleri ile karşılanmıştır. IV. İkinci Dünya Savaşı Yıllarında ve Sonrasında Türkiye Ekonomisi Ekonomi yönetimi, önceden, savaşın ekonomik koşullarına dönük bir politika planı hazırlamamıştır. Türkiye her ne kadar savaşa girmese de her an hazır bulunmuştur. Savunma harcamalarının payı %40’dan %60’a yükselmiştir. Hükümet TCMB kaynaklarına başvurmuştur. Ekonomide arz talep dengesizliği baş göstermiştir. 1940 Milli Korunma Kanunu ile devlet ekonomiye müdahale alanlarını büyük ölçüde artırmıştır. 1942 Varlık Vergisi (1944’te kaldırıldı). 1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu. Tüm sektörlerle birlikte GSMH’da önemli daralmalar yaşanmıştır. Karaborsa dönemin önemli bir özelliğidir. Olağanüstü fiyat artışları yaşanmış (1938–1945 arası TEFE yaklaşık %400) ve bu durum, gelirin sanayi ve ticaret erbabı lehine yeniden dağılımını netice vermiştir. Sıkı para ve maliye politikaları sürdürülememiştir. II. Dünya Savaşı Yıllarında Bazı Ekonomik Göstergeler 1938–39=100 1944–45 1938–39=100 1944–45 Reel Milli Gelir 75 TEFE 448 Kişi başına gelir 69 Sınai malları fiyatları 357 Sınai üretim 78 Buğday Fiyatları 563 Tarımsal hasıla 69 Tarım Ticaret endeksi 123 Buğday üretimi 63 Para arzı 333 Nominal ücretler 271 Emisyon hacmi 438 Reel ücretler 45 Banka mevduatları 207 9 Bu dönemde yine dış fazla sağlanmıştır, ancak bu ihracatı artırarak değil ithalatı kısarak mümkün olabilmiştir (1940 Milli Korunma Kanunu). Almanya’nın dış ticaretimizdeki ağırlığı devam etmektedir. Bu dönemde gerek ithalat gerekse ihracat miktar olarak büyük oranda düşmüş ancak hem ithal hem de ihraç fiyatları ciddi oranda artmıştır. Bununla birlikte ticaret hadleri bizim lehimize gelişmiş ve böylece Türkiye savaş yıllarında dış fazla verebilmiştir. 1946 Devalüasyonu. 1$=1,29 TL iken 1$=2,80 TL (%54,3 devalüasyon). Devalüasyonun gerekçeleri: İhraç ürünlerine serbest piyasada rekabet üstünlüğü sağlamak ve ihraç stoklarını eritmek, Dış ticarette liberalizasyon girişimlerinin yaratacağı ithalat artışlarını önlemek, IMF üyelik süreci öncesi kurları belirleme tercihi. 1938–45 yılları arasında daha önce görülmemiş oranda (314 milyon dolar) dış kredi kullanılmıştır. Bu derece kredi bulunabilmesinde savaşan ülkelerin Türkiye’nin taraftarlığını veya en azında tarafsızlığını sağlama çabaları etkili olmuştur. Bu kredilerin haricinde de 517 milyon TL dış borç kullanılmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye ekonomisi hem dış fazla vererek altın ve döviz rezervi biriktirmiş hem önemli miktarda dış borçlanmaya gitmiştir. Sonuç olarak bu dönemde net borçluluğunun sıfır olduğu belirtilmektedir. Savaş Sonrası Dönem Savaş yıllarında etki alanı oldukça artan devletçi yaklaşım, savaş sonrası dönemde gerek yurtiçi gerekse yurtdışı faktörlerin etkisiyle yerini daha liberal iktisat politikalarına bırakmıştır: “Yeni Devletçilik” Yurtiçi faktörler Yurtdışı faktörler Birleşmiş Milletler, IMF, WB, OECD ve NATO üyelikleri; 1947 Truman Doktrini çerçevesinde alınan askeri ve 1948 sonrası dönemde Marshall Yardım Programından sağlanan ekonomik yardımlar. 10 1946–1950 arası dönem mevcut iç ve dış konjonktüre bağlı olarak, uygulanması planlanan iktisat politikasının esaslı olarak değiştiği bir geçiş dönemi olmuştur. 1946’da hazırlanan “İvedili Sanayi Planı” yine devlet eliyle sanayileşme ve kalkınma hedefini gözeten birinci ve ikinci BYSP’nın daha derli toplu ve geniş bir devamı iken dış ve iç konjonktür dikkate alınarak uygulamaya konulmamıştır. 1947’de dış telkinlerle daha liberal politikalar öngören Türkiye İktisadi Kalkınma Planı hazırlanmış ancak planlanan kadar kredi temin edilemeyeceği anlaşılınca o da uygulanamamıştır. V. 1950–1960 Döneminde Türkiye Ekonomisi Bu dönem devletçi iktisat politikaları yerine kalkınmada özel sektörü merkeze alan liberal iktisat politikası uygulamaları ile başlamıştır. Bu liberal politikalar dış ticaret alanında bir gelişme sağlamakla beraber dış açıkların da artmasını beraberinde getirmiştir. Özel sektör ve yabancı sermaye teşvik edilmiştir. Mevcut KİT’lerin sermayesi ve sayısı artırılmamış ancak özelleştirmelerde yapılamamıştır. Ancak genişleyen iç talebi karşılamada özel sektörün yetersiz kalması, 1954 yılından itibaren devletin KİT’ler aracılığı ile ekonomideki fonksiyonunu artırması ile sonuçlanmıştır. Bu dönemde sanayi öncelikli kalkınma yerine daha dengeli bir kalkınma stratejisi benimsenmiş ve tarım, karayolu, haberleşme ve enerji sektörlerine daha fazla kaynak aktarılmıştır. Tarım daha önceki dönemlere kıyasla daha fazla desteklenmiş ve sektör bir dönüşüm sürecine girmiştir. Genişlemeci para ve maliye politikaları uygulanmış ve denk bütçe önemsenmemiştir. Oluşan açıklar TCMB kaynakları kullanılarak karşılanmış ve bu enflasyonist bir etki doğurmuştur. Bu durum 1954 yılında hissedilir enflasyonist etkiler doğurmuştur. Dış ticaretin liberalizasyonu sonucu beklenen kaynak girişleri olmamış aksine rezervler erimiş ve dış açıklar artmıştır. Bu durumda liberalizasyondan vazgeçilmiş ve 1956 yılında Milli Korunma Kanunu yeniden yürürlüğe konmuştur. 11 1950–53 arası bu dönemin en parlak yıllarıdır: İklim koşulları, Kore Savaşı ve ABD kaynaklı kredi genişlemesi. Tarımın GSMH ve İstihdam içindeki payı sırayla %42,6 ve %85,7’den %39,5 ve %75’e düşmüştür. Sanayide geleneksel yapı değişmemiştir: Yerli tarım ve maden hammaddesine dayalı ve iç tüketime dönük ithal ikameci büyüme devam etmiş, Özel kesim orta ve küçük ölçekte kalmış, Kamu ise alt yapı ve ağır sanayi faaliyetlerinde yoğunlaşmıştır. 1958 Devalüasyonu: Sürekli artan dış açıklar ve enflasyon karşısında sabit tutulan kur, TL’nin değerlenmesi sonucunu doğurmuştur. Rekabetçi olmayan bu kurlarla ihracat zorlaşmıştır. Dış ülkeler yeni kredi olanaklarını bir devalüasyon şartına bağlayınca devalüasyon kaçınılmaz olmuştur. VI. 1960–1977 Döneminde Türkiye Ekonomisi 1961 Anayasası ve Planlama Sivil ve askeri bürokrasi çevreleri, sanayi kesimi, dış kreditörler, dönemin hâkim iktisadi felsefesi ve planlı kalkınma literatürü. 1961 Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. 1962 yılı için yıllık bir plan; 1963–67 arası için 15 yıllık bir perspektif planın ilk halkası olarak birinci beş yıllık kalkınma planı (BBYKP) hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Planların Özellikleri, Stratejisi ve Hedefleri: Ekonominin bütününü kapsar, kısmi değil makro bakışa sahiptir. Kamu kesimi için emredici, özel kesim içinse yönlendiricidir. Kısa, orta ve uzun vadeli ve birbirini tamamlayan bir anlayış hâkimdir. Temel hedef öngörülen GSMH büyümesinin yakalanması olmakla beraber diğer bazı nitel ve nicel amaçlar da güdülmüştür. Dereceleri farklı olmakla beraber tüm planlarda sanayileşme öncelikli hedef olmuştur. 12 Ancak bu dönemde sanayileşme 1930’lar sanayi planlarındaki gibi tek kutuplu bir strateji içermez. 3. KP hariç, diğer planlarda ekonomik ve sosyal yapı veri alınmıştır. 3. KP’ da yapısal reform önerileri plan hedefleri arasında sayılmıştır. Yıllık ortalama büyüme hızı ilk iki planda %7, üçüncüde %7,9 ve dördüncüde %8,2 olarak planlanmıştır. Büyüme (g) oranı basit Horrod-Domar büyüme modeli formülü ile hesaplanır: g=I/k. Bu durumun getirdiği bazı kısıtlar da olmuştur. Diğer bir hedef sanayileşmedir. Sanayide miktar artışları kadar yapısal bir dönüşüm de öngörülmüştür: Tüketim malları üretiminden ara ve yatırım malları üretimine geçiş, teknolojik gelişme hedeflenmiştir. Temel strateji hala ithal ikameci sanayileşme olmakla beraber, birinci KP ile artık dayanıklı mal üretimi özel; ara ve yatırım malı üretimi ise kamu sektörü tarafından ikame edilmeye çalışılmıştır. Dördüncü kalkınma planında sınaî mallar ihracatı üzerinde durulmuşsa da bu bir politika değişikliği değildir. Asıl iktisat politikası değişikliği 24 Ocak 1980 karaları ile olmuştur: “İhracata dayalı büyüme stratejisi.” Dış kaynak ihtiyacının azaltılması, istihdam imkânlarının yaratılması, sosyal adalet, adil gelir dağılımı ve bölgesel farkların azaltılması gibi diğer hedefler de planlarda yer almıştır. Büyüme ve Yapısal Değişme 1963–1977 planlı dönemde uzun dönem yıllık ortalama büyüme %6,7 olarak gerçekleşmiş; tarımın payı azalırken hizmetler ve sanayi sektörlerinin payı giderek artmıştır. Bu dönemin sonunda tarımda ekilebilir alanın sınırına gelinmiştir. 1978’den itibaren ekonomi yüksek oranlı enflasyon, dış açıklar, döviz kıtlığı, eksik kapasite kullanım oranları ile kendini gösteren bir bunalım dönemine girmiştir. Yani planlı dönem nicel hedeflere ulaşsa bile sanayileşmenin niteliği böyle bir bunalım dönemini netice vermiştir. Dönem, bu anlamda, tam olarak başarılı sayılamaz. Türkiye, ithal ikameci stratejiyi temel ve dayanıklı tüketim malları üretme aşamasında başarıyla uygulamış ancak daha ileri bir aşama olan ara ve yatırım malları üretiminde istenilen noktaya varılamamıştır: İthalat bağımlığı ve döviz kıtlığı, 13 Ölçek ekonomileri, Korumacılığın yol açtığı olumsuzluklar. İç tasarrufların planlandığı kadar artırılamaması. Bu oran dönem içinde %18’i geçmemiştir. Artan oranlarda TCMB kaynaklarının kullanılması ve 1970’li yılların enflasyonist ortamı. Artan dış finansman ihtiyacı ve kredi maliyetlerinin yükselmesi. Kamu kesimi açıklarının artması. Bu dönemde ithal ikameci stratejiyle uyumlu olarak korumacı dış ticaret politikası uygulanmıştır. Buna rağmen dış açıklar verilmiştir. İhracat geleneksel tarım ürünlerine dayalı olmuştur. Ağustos 1970 Devalüasyonu: Artan dış açıklar, döviz darboğazı ve enflasyonist baskılar devalüasyonla sonuçlanmıştır.1$=9 TL’den 15 TL’ye (%40) devalüe edilmiştir. Bu devalüasyonla 73’sonuna kadar geçici bir iyileşme sağlansa da yapısal sorsunlar ve ayrıca artan enerji maliyetleri dönemin sonunda ekonomiyi yeni bir dar boğaza sürüklemiştir. Türkiye ve GOÜ’ler (1977) GSMH’nın % GOÜ Ortalaması Türkiye Tarımsal üretim 16,4 29,9 Sınai üretim 34,1 22,4 Tasarruf 24,9 17,3 Yatırım 22,7 25,5 İhracat 16,1 4,1 Tarım ihracatı 6,2 1,9 Mamul madde ihracatı 5,5 1,2 İthalat 14,2 12,4 Tarımsal Nüfus/İşgücü 30,7 57 Sınai nüfus/işgücü 23,8 14,2 14 VII: 1978–79 Bunalımı ve 24 Ocak 1980 İstikrar Kararları Bunalımın Nedenleri: Aşırı değerli kur, dış açıklar ve döviz darboğazı, artan dış borç stoku ve kısalan vadeler, 1973–74 petrol krizi ve ticaret hadlerinin aleyhte gelişmesi, Siyasal istikrarsızlıklar, mali ve parasal disiplinden uzaklaşılması: Enflasyonist baskıların artması, Dış açık sorunu, İşsizliğin artması, Kapasite kullanım oranlarının azalması, Kıtlık ve karaborsa. Bunalımdan çıkış için politika arayışları: 1978 ve 79 istikrar programları Acil öncelik dış kaynak sağlanması, ödemeler bilançosu açıklarının finanse edilebilmesi ve borçların konsodilasyonuydu. 1978 ve 1979 standart IMF istikrar programları: Devalüasyon (78 ve sonra 79’da) KİT zamları Bütçe açığı ve KKBG’nin azaltılması ve TCMB kaynaklarının kullanılmaması: Sınırlı emisyon artışı. (-) Piyasa şartlarına uygun faiz politikası ve tasarruf artışının teşviki İthalatın azaltılıp ihracatın artırılması (-) Yatırımlar (kamu harcaması) azaltılacak kalkınma hızı düşürülecek Ücret ve maaş artış hızı sınırlı olacak (-) Bu tedbirlerin alınmasına karşılık belirli bir miktar dış kredi imkânı doğmuşsa da pratikte bu kredilerin çok azı kullanılabilmiş, önlemlerin çoğu dönemin siyasal ve ekonomik konjonktüründe ya hayata geçirilememiş ya da kararlılıkla uygulanamamıştır. Sonuç olarak her iki istikrar paketi de bunalımdan çıkışı sağlayamamış ve 1980 yılına böyle bir ortamda gelinmiştir. Yeni hükümet bunalımdan çıkış için 24 Ocak 1980’ de Türkiye ekonomi tarihinde gelenekselleşen iktisat politikasını ve felsefesini temelden değiştirecek yeni bir program açıklamıştır. 15 24 Ocak 1980 programının felsefesi Program daha öncekiler gibi kısa vadeli amaçlar da (ödemeler dengesi güçlükleri ve enflasyonla mücadele gibi) taşımakla beraber uzun vadeli temel bir amaca sahipti: “Ekonominin geleneksel sanayileşme stratejisinde değişiklikler tasarlanmıştır.” Programın teorik temeli Neo-Liberal yaklaşımdır. Bu yaklaşım, 1970 ve 80’lerde ortaya çıkan enflasyon ve enflasyonun öncülük ettiği ekonomik istikrarsızlıkların Keynesyen yaklaşıma dayalı genişlemeci iktisat politikalarının bir sonucu olduğu ve bu tip politikaların terk edilmesi gerektiği düşüncesini temel almaktadır. Devletler ekonomiye müdahale etmemeli ve para arzı kontrol altında tutulmalıdır görüşü hâkimdir. Programın temel felsefesi ekonomiye kamu müdahalesini en aza indirerek serbest piyasa ekonomisine işlerlik kazandırılmasıydı. Bu dönemde ithal ikameci sanayileşme politikasından ihracata dönük sanayileşme politikasına geçilmiştir. Programın kısa vadeli amaçları şunlardır: Dış ödeme güçlüklerine çözüm bulmak, yeni kredi bulunması, borçların ertelenmesi, Enflasyon hızının düşürülmesi ve sarmalın kırılması, Atıl kapasitelerin harekete geçirilerek büyüme hızının artırılması (Dikkat, büyüme şuana kadar ilk defa öncelikli hedef değil!) Elbette ki tüm bu amaçlara serbest piyasa mekanizması içinde ulaşmak, programın temel stratejisiydi. 24 Ocak 1980 programının kapsamı ve uygulanan politikalar KİT zamları, para arzı kontrolü (programın çapası), ithalat serbestisi (karaborsa!), kapasite kullanım oranlarının artırılması: Arz talep dengesinin sağlanması ve enflasyonun kontrol altına alınması (1980; 81; 82 sırayla, %108; 36,8; 27,1). Bazı tekellerin kaldırılması, kamulaştırma faaliyetlerinin durdurulması ve iptali, taban/tavan fiyat uygulamalarının sınırlandırılması, KİT’lere fiyat tespiti özerkliğinin verilmesi, faiz haddi ve döviz kurunun piyasada belirlenmesi. 16 24 Ocak 1980’den itibaren yapılan devalüasyonlarla resmi kur ile piyasa kuru arasındaki fark giderilmeye çalışılmış ve aşırı değerli kur’dan kaçınılmıştır. Bu süreç 1989’ da 32 sayılı KHK ile tamamlanmıştır. Dışa açılma politikası çerçevesinde İthalat kısıtlamaları büyük ölçüde kaldırılmış ve ihracat teşvik edilmiş, doğrudan yabancı sermaye’ye önemli teşvikler getirilmiştir. Faizlerin serbest piyasada oluşumu hedeflenmiş, ancak Aralık 1983’te tekrar tavan faizi belirleme yetkisi TCMB’ye verilmiştir. Uygulama sonuçları 24 Ocak-Eylül 1980; Eylül 1980-Aralık 1983 dönemleri: Kısa vadeli amaçlar hâsıl olmuştur: Döviz darboğazı ve kıtlıklar aşılmış, ödemeler bilançosu açıkları finanse edilebilmiş, Enflasyon kontrol altına alınmış, atıl kapasiteler kullanıma sokulmuş, GSMH ilk yıl küçülmüş takip eden üç yıl boyunca büyümüştür (%-1,1; 4,2; 4,6; 3,3). Diğer taraftan, İşsizlik artmış Kamu küçülememiş, Sosyal dengesizlikler büyümüştür. 1984–89 Dönemi: Döviz kuru, faiz oranı, dış ticaret ve yabancı sermaye politikalarında liberalizasyon, İMKB faaliyete geçirildi, Bankalar Arası Para Piyasası etkinleştirildi ve TCMB APİ’lere başladı, Genişletici para ve maliye politikaları uygulandı: 1984–87 arası büyüme ve fakat kaçınılmaz olarak KKBG ve enflasyon da hızlandı. Kamu açıkları hızla artmış, iç ve dış borçlanma ile finansmana başvurulmuştur. Kamu dış borç stoku hızla artmıştır (1981’de 14,6 milyar $ iken 1991’de 50,5 milyar dolar). KKBG’nin artması, faiz ve dışlama etkisi. 1981–1983 dönemi ortalama yıllık büyüme yaklaşık %4; 1984–87 ise 6,7’dir. Enflasyonist ortam, sürdürülebilir büyüme ikilemi! 17 Bu dönemde borçlar yine borçlanarak ödenebilmiş, faizler artmış, vadeler kısalmıştır. Ülkenin her yıl net borçluluğu artmıştır. Sonuçta ekonomi bir borç faiz sarmalına girmiş ve bu durum 1994 yılında yine bir krizle sonuçlanmıştır. (Mali disiplin ve Faiz Dışı Bütçe Fazlasının önemi!). Kamu bu dönemde küçülmemiş, aksine daha fazla kaynak kullanmış, borç stoku artmıştır. Sanayileşme hedefi de özel sektöre bırakılmıştır. Özel sektör ise turizm gibi geri dönüşü kısa vadeli olan sektörlere yönelmiştir. VIII. Türkiye Ekonomisinde 90’lı Yıllar Piyasa ekonomisi koşullarında dışa açık kalkınma stratejisi devam etmektedir. 1984–87 dönemi: Ekonomide serbestleşme politikaları devam etmiştir. Yıllık ortalama büyüme oranı %6,7’dir. Cari açık ve dış borç stoku artmış, Fiyat istikrarı hedefinden uzaklaşılmıştır: Sonuç olarak sürdürülebilir bir büyüme ortamı sağlanamamıştır. Bütçe disiplini sağlanamamış kamunun borçlanma gereği artmıştır, Borç finansmanında artan oranlarda TCMB kaynaklarına başvurulmuş, Borç stoku, faizler artmış vadeler kısalmış ve ekonomi, borç-faiz sarmalına girmiştir. 1988–93 dönemi: İç talep genişlemesine dayalı büyüme stratejisi, İstikrarlı olmamakla birlikte, GSMH yıllık ortalama%6,1 büyümüş ancak enflasyon da %60’ın üstünde seyretmiştir. 18 1991–99 dönemi dikkate alındığında yıllık ortalama büyüme %3’ün altında kalmış ve II. Dünya Savaşı döneminden sonraki en kötü performans olmuştur. Dış borç stoku artmaya devam etmektedir. (1980, 1989, 1993 yıllarında sırayla 15,2; 41,7 ve 67,3 milyar $) KKBG-Borç stoku ilişkisi ve bankacılık kesimi, 1989 32sayılı KHK, Para ikamesi (dolarizasyon) hızlanmıştır, 1993 yılında hızla artan dış ticaret açıkları, Yüksek faiz-düşük kur ve döviz/faiz arbitrajı 1994 başlarında faizler düşük tutulmuş, DİBS talebi azalmış ve fazla likidite dövize hücum etmiştir: 1994 Krizi: 5 Nisan 1994 İstikrar Programı: Kısa vadeli hedefler için Ortodoks şok politikalar; orta ve uzun vadeli hedefler için heteredoks, tedrici politikalar öngörülmüştür. Kamu harcamaları, kamu ücret ve maaşları ve para arzı artış hızı belirli ölçülerde sınırlanmış ve bir anlamda çapa olarak kullanılmıştır. Kısmen amaca ulaşılmıştır. KİT ürünlerine yüksek oranlı şok zamlar-talep yönlü enflasyonist baskılar kontrol altına alınmaya çalışılmış, Serbest döviz kuru rejimine geçiş, Faiz oranlarının artırılması, Zorunlu karşılıklar ve disponibilite oranları yeniden düzenlenerek para arzı kontrol altına alınmak istenmiş, 19 Kamu gelirlerini artırmaya dönük tedbirler alınmış, Dış ticaret açığının kapatılmasına dönük önlemler alınmış ancak amaca ulaşılamamış, KİT’lerin özelleştirilmesi, özelleştirilemeyenlerin kapatılması karara bağlanmış ancak kayda değer başarılar sağlanamamış, Sosyal güvenlik açıklarının ve tarım destekleme alımlarının sürdürülebilir ve rasyonel bir zemine oturtulması amaçlanmış ancak bu adımda da başarı sağlanamamıştır. Sonuç olarak, 5 Nisan 1994 İstikrar programı ile reel sektörde çok ciddi daralmalar pahasına finans piyasaları kontrol altına alınabilmiş, ekonomi %6 küçülmüş, işsizlik artmış, dış ticaret hacmi daralmıştır. Ekonomide yapısal sorunlar çözülerek kalıcı bir istikrar sağlanamamıştır. Enflasyon %70–80 bandında seyretmiş ve istikrarsız bir ekonomik yapı oluşmuştur. Bu olumsuz şartlar altında 90’ların sonuna gelinmiş ve IMF ile 18 aylık bir Yakın İzleme anlaşması üzerinde mutabakat sağlanarak 2000 yılı başında uygulamaya konulmuştur.