Remzi Demir: Philosophia Ottomanica: Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk Felsefesi / III. Cilt: Yeni Felsefe. Ankara: Lotus Yayınevi, 2007. Sonuç s. 231: Bütün bu anlatılanlardan sonra, denememizin başında (nämlich zu Beginn des ersten Bandes, fmw) sormuş olduğumuz soruya artık geri dönebiliriz: Üzerinde araştırma ve tartışma yapmaya değecek nitelikte bir Philosophia Ottomanica (Hikmet-i Osmâniyye) var mıdır? Şayet burada çizilen taslak, herhangi bir gerekçeden ötürü aldatıcı değilse [ki öyle olduğuna inanmıyorum], evet vardır ve felsefenin bazı dallarında bir hayli mütekâmildir; fakat gerçek yüzü ve bu arada „Philosophia Ottomanica“ olarak adlandırmamızı haklı çıkaracak şahsî özelliekleri, ancak ve ancak. (1) Araştırmacıların, [burada sunulan ön-kanıtlara dayanarak] bir Philosophia Ottomanica’nın mevcut olabileceğine dair müstakil bir bilinç geliştirmeleri ve (2) Buna dayanarak, yukarıda belirlediğimiz Philosophia Alanları’na giren bütün eserleri, bilimsel yöntemlere uygun olarak ciddî bir biçimde incelemeleri sonucunda ortaya çıkacaktır. Kuşkucular, son olarak „Bir Philosophia Ottomanica mevcut olabilir; ama Avrupa Felsefesi’ne veya Dünya Felsefesi’ne etkide bulunsun veya bulunmasın, söz konusu Philosophia’nın [veya bunun içerdiği felsefî birimlerin], özgünlüğünden bahsedebilir miyiz?“ biçiminde özetlenebilecek bir karşı çıkışta bulunabilir ve haklı olarak yaratıcı aklın, „eski mahsulleri“ne değil, ama „yeni mahsulleri“ne değer verdiklerini belirtebilirler; aslında kuşkucuların bu çıkışı, iki yolla çürütülebilir: (1) Öncelikle, yukarıdaki kabul doğrultusunda düşünecek olursak diyebiliriz ki bugüne değin mevcut olmadığına inanılan ve dolayısıyla bir köşede unutulan Demir cilt III (2005): Sonuç, s. 2 Philosophia Ottomanica’nın özgün olduğu veya olmadığı nasıl bilinecektir? İyi bilmediğimiz bir şeyin, „özgünlük“ de dâhil olmak üzere temel nitelikleri veya özellikleri üzerine konuşmak risklidir ve yanıltıcıdır. s. 232: Bizim Philosophia Ottomanica terimini çekinmeden kullanmamızın nedeni ise, (a) muayyen bir zaman ve mekânda varolmuş bir toplumun düşünürleri tarafından yürütülen bir „felsefî etkinliği“ adlandırma ihtiyacıyla ve (b) bu etkinliğin sonucu olan „felsefî mahsul“ün, siyaset felsefesi ve ahlâk felsefesi başta olmak üzere bazı kısımlarında özgün çizgiler taşımış olduğunu tesbit etmemizle alâkalıdır. (2) Sonra „özgün“ün kendisi sorgulanmaya muhtaçtır; bir felsefî fikir veya bir felsefî sistem hangi koşullar altında „özgün“ olabilir veya şâyet bunu yanıtlamak güçse, Philosophia alanında [ve düşüncenin diğer alanlarında] mutlak bir özgünlükten süz edilebilir mi? Bence hayır; mutlak bir özgünlük yoktur; ciddî bir tarihî soruşturma, içerdiği veriler veya düzenleme biçimi bakımından yeni gibi görünen felsefe örüntülrinin büyük bir kısmının aslında oldukça „eskiæ olduklarını gösterecektir; öyleyse bizleri bir şeye „özgün“ demek mecburiyetinde bırakan şey nedir? Şayet tarihî yönden „cehâlet“ değilse, (a) muhtemelen aklın başka hiçbir kimsenin muktedir olamadığı yere kadar yürütülebilmesi [küçük, ama aslında en büyük adım!] veya (b) „eski“yi farklı bir dilin Kavramlar Dünyası’nda yeniden kurgulamanın sağlayabileceği fikrî imkânlar sonucunda ortaya çıkacak „yeni bir fikrî uzay“ olmalıdır; şayet birinci şık doğruysa, özgün olduklarını veya olmadıklarını anlamak için, hiç değilse Osmanlı felsefî esrlerinin büyük bir kısmının incelenmesini beklemek, ama ikinci şık doğruysa, bu taktirde de, Whitehead ile birlikte „Bütün felsefe tarihi, Platon’a düşülen dipnotlardan ibarettir.“ demek gerekecektir. Demir cilt III (2005): Sonuç, s. 3 Bu kısa incelemeden şu açığa çıkmıştır ki Philosophia Ottomanica, Birinci Dönem’de daha çok Doğu Felsefesi’nin (veya İslam Felsefesi’nin) ve Üçüncü Dönem’de ise daha çok Batı Felsefesi’nin (veya Hıristiyan Felsefesi’nin) yoğun etkisi altındadır. ... İkinci Dönem ise, Doğu ile Batı Düşünce Birikimleri’nin Türkiye’de buluştukları ve yoğun bir biçimde çatıştıkları bir „Bocalama Çagı“dır ... ... s. 241: Bu çalışmayı bitirmeden önce, önemli olduğuna inandığımız bir bulguyu daha gündeme getirmenin ve tartışmaya açmanın [en azından şu günlerde Avrupa Birliği’ne girme beklentisi içindeki aydınlarımız için] yaralı olduğuna inanıyorum: Eğer buraya kadar yazılanlara bir kez daha süratle bakılacak olursa görülecektir ki burada tasvir etmeye çalıştığımız Philosophia Ottomanica’nın her döneminde ve aşağı yukarı her alanında Avrupa Düşüncesi’nin mimarları olduklarına inanılan birçok filozofun [hem de bir kurucu veya bir kaynak olarak] isimleri geçmiştir; bunlardan bazıları [Fârabî, İbn Sînâ, İbn Rüşd ve İmâm Gazzalî gibi] Doğulu ve diğer bazıları ise [Eski Çağ’da Platon ve Aristoteles başta olmak üzere Yunanlı ve Yeni ve Yakın Çağlar’da ise Descartes başta olmak üzere Fransız, Haeckel başta olmak üzere Alman veya Spencer başta olmak üzere İngiliz filozofları gibi] Batılı’dır; öyleyse bu kanıt ortalık yerde dururken, Philosophia Ottomanica’nın „Avrupalı“ olmadığı söylenebilir mi veya Avrupa Düşüncesi [İngiliz, Fransız ve Alman Felsefeleri’ni bir yana bırakalım] bir Portekiz Felsefesi’ni, bir Leh Felsefesi’ni veya bir Bulgar Felsefesi’ni içerir, ama bu felsefeyle müşterek köklere ve kahramanlara sahip olduğunu gösterdiğimiz bir Türk Felsefesi’ni kapsamaz denilebilir mi? Philosophia Ottomanica’yı teşkil eden düşünürler arasında, meselâ bir Dogen’in, bir Lao Demir cilt III (2005): Sonuç, s. 4 Tze’nin veya bir Buda’nın değil de, Platon’un, Aristoteles’in, Plotinos’un veya Descartes’ın, Spencer’ın, Bergson’un, Durkheim’ın ve diğerlerinin isminin ve eserlerinin geçmesi, aslında bu soruyu nasıl cevaplandırmamız konusunda gerekli olan bütün ipuçlarını temin etmektedir; öyleyse hep birlikte şu neticeyi kolaylıkla çıkarabiliriz ki Türk Felsefesi, Avrupa Uygarlığı içinde değerlendirilmesi ve yorumlanması gereken bir felsefedir; bu nedenle, felsefe tarihi açısından bakıldığında, bu ikisi arasındaki bilinen bağları gizlemek yerine, bilinmeyen bağları gün ışığına çıkarmak ve sonuçta da Türkler’in Avrupa Uygarlığı’na dün değil, belki de Anadolu’ya geçtikleri gün (1071) girmiş olduklarını artık kabul etmek gerekecektir! ... s.242: Bugün, üniversitelerimizin Felsefe Bölümleri’nde, ekseriyetle bir „Türk Felsefesi Anabilim Dalı“na [veya en azından bu alandaki çalışmaların sonuçlarını öğrencilere duyurmayı amaçlayan ve onların, kendi düşünce tarihlerini tahkir etmelerini değil, ama tetkik etmelerini sağlayan birkaç lisans dersine] rastlanmayışı, acaba boyutlarının büyüklüğü sebebiyle içimizde büyük bir korku ve endişe uyandıran söz konusu „çarpık bakış“ ve „yabancılaşma“ ile açıklanamaz mı? s. 243: Bir ülke düşünün ki üniversitelerindeki araştırmacılardan bir kısmı, „Felsefe tarihimiz [ve bu arada bilim tarihimiz] incelenmelidir ve öğretilmelidir.“ diyebilme „cesareti“ni (!) gösterdikleri için, bazı meslektaşları tarafından „istihza“ ile karşılansın ve böyle bir uğraşıya belirli bir vakit (veya bir ömür!) ayırdıkları için, „boş işlerle uğraşmak“, „şovenistlerle dans etmek“, „havanda su dövmek“ veya „evrensellikten uzaklaşmak“ gibi teranelerle suçlansın!!! İdeal bir Felsefe Bölümü’nde yer alacak Türk Felsefesi Anabilim Dalı, iki temel Wie und wozu türkische Philosophie? Demir cilt III (2005): Sonuç, s. 5 konu üzerinde çalışacak ve ulaşmış olduğu sonuçları, öğrenciler ve meslektaşlar başta olmak üzere, bütün Bilim Dünyası’na duyuracaktır: (1) Türk Felsefesi Tarihi’ni araştıracak ve böylece, başlangıcından günümüze değin Türk Düşünürleri tarafından üretilen felsefî bilginin, hem dökümünü çıkaracak, hem de temel niteliklerini belirleyecektir. (2) Çağdaş Türk Bireyleri’nin ve Çağdaş Türk Toplumu’nun, felsefî yönden incelenmesi gereken en temel sorunlarına eğilecek ve Batı Felsefesi ile Doğu Felsefesi’ne [yani kısacası insanlığın müştereken yarattığı bütün felsefî mirasa] dayanarak, söz konusu sorunların doğru bir biçimde kavranmasını ve uygun bir biçimde çözümlenmesini sağlayacaktır. Bu incelemeden çıkan pedagojik sonuç ise şudur: Türk Üniversiteleri’ndeki Felsefe Bölümleri, yeniden tasarlanmalı ve buralarda, hiç değilse bireyseltoplumsal mevcudiyetimizi anlamlı kılacak ve yukarıda sunduğumuz programı uygulayacak düşünürlerin ve araştırmacıların yetişmelerini sağlamak maksadıyla, „Türk Felsefesi“[veya daha az tedirgin edecekse, „Türk Düşüncesi Tarihi“] Anabilim Dalları kurulmalı veya kurulmuşsa, muntazam bir biçimde çalışmaları sağlanmalıdır. [SON]