D. 9/2012 Birleştirilmiş Yargıtay/Ceza No: 26-27/2012 (Gazi Mağusa Ağır Ceza Dava No: 458/2011) YÜKSEK MAHKEME HUZURUNDA. Mahkeme Heyeti: Narin F.Şefik, Hüseyin Besimoğlu, Ahmet Kalkan. Yargıtay/Ceza No: 26/2012 (Gazi Mağusa Ağır Ceza Dava No:458/2011) İstinaf eden: KKTC Başsavcısı (Davayı ikame eden) - ile - Aleyhine istinaf edilen: Yalçın Şah, Merkezi Cezaevi,Lefkoşa. (Sanık) A r a s ı n d a. İstinaf eden namına: Kıdemli Savcı Cevat Rıza Aleyhine istinaf edilen namına: Avukat Gürsel E Kadri ve Avukat Emre Kadri. Yargıtay/Ceza No: 27/2012 (Gazi Mağusa Ağır Ceza Dava No:458/2011) İstinaf eden : Yalçın Şah, Merkezi Cezaevi,Lefkoşa. (Sanık) - ile Aleyhine istinaf edilen : KKTC Başsavcısı. (Davayı ikame eden) A r a s ı n d a. İstinaf eden namına: Avukat Gürsel E. Kadri ve Avukat Emre Kadri. Aleyhine istinaf edilen namına: Kıdemli Savcı Cevat Rıza. Gazimağusa Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ömer Güran, Kıdemli Yargıç Nüvit Gazi ve Yargıç Ayşen Toroslu’nun 458/2011 sayılı davada 27.2.2012 tarihinde verdikleri karara karşı Başsavcılık ve Sanık tarafından yapılan istinaflardır. ----------------- 2 H Ü K Ü M Narin F.Şefik: Birleştirilerek dinlenen Yargıtay/Ceza 26/2012 ve Yargıtay/Ceza 27/2012 sayılı istinaflar, Gazimağusa Ağır Ceza Mahkemesinin 27.2.2012 tarihli kararından kaynaklanmaktadır. Gazimağusa Ağır Ceza Mahkemesi huzurunda, Fasıl 154 Ceza Yasası’nın 205(1)(3) maddelerine aykırı adam öldürme suçu ile itham edilen Sanık, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından suçlu bulunarak mahkum edilmiş ve Sanığa 9 ay hapislik cezası takdir edilmiştir. Sanık, Yargıtay/Ceza 27/2012’de, mahkumiyet kararının hatalı olduğunu ve takdir edilen cezanın fahiş olduğunu, İddia Makamı ise, Yargıtay/Ceza 26/2012’de, Sanığa takdir edilen cezanın çok az olduğunu ileri sürmektedir. Sanık aleyhine getirilen itham aynen şöyledir: “İTHAM OLUNDUĞU SUÇ Fasıl 154 Ceza Yasası’nın 205(1)(3) maddelerine aykırı adam öldürme. SUÇUN TAFSİLATI Sanık, 28.10.2009 tarihinde, Gazimağusa kazasına bağlı Görneç köyünde, Sönmezler Kahvehanesi önünde, kendisine küfür ettiği gerekçesi ile Cuma Üzümcü’ye, kanuna aykırı bir fiil ile elleri ve ayakları ile vücudunun muhtelif yerlerine vurmak keza yakasından tutup çekiştirip ve yere düşürmek suretiyle, Cuma Üzümcü’nün önceden var olan mevcut kalp damar hastalığının, olayın efor ve stresi ile aktif hale geçmesi sonucu ölümüne sebep oldu.” Cuma Üzümcü’nün ölümü ile neticelenen olayın ne şekilde meydana geldiği ile ilgili olarak, Bidayet Mahkemesi huzurunda şahadet veren, Tanık 6 Hüseyin Bilal, Tanık 7 İbrahim 3 Sönmezler ile Tanık 12 Birol Şah’ın şahadetleri neticesinde, Bidayet Mahkemesi, olayı kararında şu şekilde özetlemiştir: “27.10.2009 tarihinde Görneç köyünde lokanta olarak kullanılan Sönmezler Kahvesinde Sanığın orayı çalıştıran Tanık 6 Hüseyin Bilâl’den Bakan Sunat Atun’un köye geleceği için 10-13 kişilik bir masa hazırlamasını istediğini,Tanık 6’nın işbu masayı hazırladığını, Sanığın ilgili yere 07:30 gibi geldiğini, saat 20.0020.30 raddelerinde Bakan Sunat Atun’un 3 arkadaşı ile birlikte geldiğini ve ordaki köylülerle birlikte oturduğunu, Müteveffa Cuma Üzümcü’nün ise 22.00-22.30 civarında van aracıyla Sönmezler Kahvehanesinin önüne gelerek elektrik direğinin yanına arabasını park edip, kahvehanenin dışında bulunan boş masaya oturduğunu ve kendisinden bir duble viski istediğini kendisinin de Müteveffaya bir duble VSOP içki götürdüğünü, gece yarısını 3-5 dakika geçe Bakan Sunat Atun’un kahveden ayrıldığını, bilâhare Müteveffanın bir duble viski daha istediğini ve götürdüğü zaman yanında ayran da istediğini, ayranı da götürdüğünü, Müteveffanın bir duble viski ve bir ayran daha istediğini ve bunları masasına koyarken Müteveffanın kalkıp aracını 25-30 metre olan elektrik direğinin yanından kahvenin önüne çektiğini, aracının teybinin sesini açmaya çalıştığını, çevre rahatsız olmasın diye ikaz ettiğini Müteveffanın bardağını alıp içeri geldiğini, sohbete katıldığını Belediye Başkan adayı olmak isteyen Sanığa “köylünü arkana al da korkma” “ama” “unutmadım” deyip aralarında 6-7 yıl önce geçen husumeti hatırlattığını, Sanığın ise “Cuma dayı, olayı yanlış bilin” dediğini, Müteveffanın eli ile sus işareti yaptığını, yine Sanığın “bu şekilde yapma Cuma dayı” dediğini, Müteveffanın ise Sanığa “Kuranını sikerim” demesi üzerine birbirlerinin yakasından tutarak ve itekleyerek dışarı çıktıklarını, o sıralarda Tanık 7 İbrahim Sönmezlerin (Saat 1.13’te) Müteveffanın oğlu olan Tanık 14 Eylem Üzümcü’yü babasına bakması için aradığını ancak Eylem Üzümcü’nün telefonu kapalı olduğu için ulaşamadığını, bu arada dışarıda balkonda altta Cuma Üzümcü, üstte ise Sanık olmak üzere yere düştüklerini, oradakiler tarafından ayrıldıklarını, Sanığın Cuma Üzümcü uzaklaştırılırken Cuma Üzümcü’yü arkadan ittiğini ve Cuma Üzümcü’nün balkondan asvalt yola dizleri üzerine düştüğünü, Sanığın tekrar Cuma Üzümcü’den uzaklaştırıldığını, Cuma Üzümcü’nün sekiye oturduğunu ve Sanığa eli ile “gel işareti” yaptığını, Sanığın Cuma Üzümcü’nün yanına gelerek 1-2 sille tokat vurduğunu, Cuma Üzümcü’nün yan tarafa asvaltın kenarına düştüğünü, Sanığın yerde yatan Cuma Üzümcü’ye 2-3 tekme vurduğunu, Sanık ile Müteveffayı tekrar ayırdıklarını, 4 Sanığı Raşit Şah’ın içeri götürdüğünü, Müteveffanın yerde yatır vaziyette olduğunu, araba süremeyecek halde olan Müteveffa Hüseyin Bilal ve Ayhan Şah tarafından koltuk altlarından tutularak van aracın ön kısmına konamadığını ve arka kısmına yatırıldığını, arbede esnasında ise Müteveffanın üst kısmındaki tüm elbiseleri tamamen yırtıldığı ve üst kısmı çıplak olduğundan Erhan Şah’ın aracındaki çarşafla örtüldüğünü ve bu şekli ile Hüseyin Bilâl tarafından Gürsel Sönmezlerin evinin bahçesinin garaj girişine bırakıldığını, Hüseyin Bilâl’ın tekrar kahveye döndüğünü, 1.30- ikiye 20 kala gibi kahveyi kapatıp dağıldıklarını, Müteveffa sabahleyin 28.10.2009 tarihinde saat 08.30 raddelerinde aracının içerisinde bırakıldığı şekil ve vaziyette oğlu Eylem Üzümcü tarafından ölü olarak bulunduğu....” Sanık ile maktul arasında cereyan eden olayın ne şekilde vukubulduğu konusunda, taraflar arasında ihtilâf yoktur. İhtilâf, Sanık ve maktul arasında cereyan eden olaydan sonra, van aracının arkasına, Sanık dışında kişiler tarafından yerleştirilerek, evine yakın bir yere bırakılan ve ertesi sabah ölü tespit edilen Cuma Üzümcü’nün ölümünün, Sanığın kanunsuz bir hareketinin neticesinde olup olmadığı noktasındadır. Sanık, Bidayet Mahkemesinin, 27.2.2012 tarihli kararına karşı, 15 istinaf sebebi ihtiva eden bir istinaf ihbarnamesi dosyalamakla birlikte, istinafın dinlenmesi esnasında istinafını 4 başlık altında toplamıştır. İstinaf ihbarnamesinde yer alan 1 ve 2. istinaf başlıklarını, Sanığı istinafta temsil eden Avukatı, Sanığın ilk Avukatına olan saygısından dolayı aynen tekrarladığını söylemiş, ancak bu başlıklar ile ilgili olarak hiçbir izahat sunmamıştır. Bu istinaf sebepleri huzurumuzda hiçbir şekilde irdelenmediğinden, bu istinaf sebeplerini geri çekilmiş olarak kabul eder ve incelemeyi uygun görmeyiz. Sanık tarafından ileri sürülen istinaf başlıklarını şu şekilde toparlarız: 5 1. Bidayet Mahkemesi, Fasıl 154 madde 205(1)(3) altında Sanığı mahkum ederken, Sanığın, Cuma Üzümcü’nün ölümü ile sonuçlanan yasadışı eylemi niyet etmesinin yeterli olduğunu kabul etmekle hata etti. 2. Cuma Üzümcü’nün Sanık dışındaki kişiler tarafından van aracının arkasına konarak orada bırakılmasını, Cuma Üzümcü’nün ölümüne neden olacak ayrı bir olay olarak (Novus Actus Interveniens) görmemekle ve Cuma Üzümcü’nün Sanığın kanunsuz bir fiili neticesinde öldüğünü kabul etmekle hata etti. 3. Bidayet Mahkemesi, Adli Tıp Kurumunun raporunu emare olarak aldıktan sonra, bu rapor ile ilgili Tanık 17 Dr.Hüseyin Sarı’nın şahadetine itibar etmekle hata yaptı. 4. Aleyhindeki ithamdan mahkum edilen Sanığa, takdir edilen 9 ay hapislik cezası fahiştir. İlk olarak Fasıl 154 madde 205 (1) (3)’de yer alan suçun unsurlarının tespit edilmesi gerekir. Madde 205 aynen şöyledir: “(1) Any person who by an unlawful act or omission causes the death of another person is guilty of the felony of homicide. (2) An unlawful omission is an omission amounting to culpable negligence to discharge a duty, though such omission may not be accompained by an intention to cause death. (3) Any person who commits the felony of homicide is liable to imprisonment for life.” Bu madde altında, İddia Makamı, bir mahkumiyet kararı için aşağıdaki hususları makul şüpheden ari bir şekilde kanıtlamalıdır: 1. Sanığın, 2. kanunsuz bir fiili ile 6 3. bir kişinin, (burada Cuma Üzümcü’nün) 4. ölümüne neden olduğu. İçtihatlarımızda, Fasıl 154 madde 205’in unsurları ile ilgili olarak Yargıtay/Ceza 45/04 D.6/05’de sayfa 14’de şu karar yer almaktadır: “Sanığın itham olduğu Fasıl 154 madde 205 şöyledir : “205. (1) Yasaya aykırı bir fiil veya ihmal ile başka bir şahsın ölümüne sebep olan herhangi bir şahıs, adam öldürme ağır suçunu işlemiş olur. (2) Yasaya aykırı bir ihmal, öldürme kasdı olmamasına rağmen, bir vazifeyi ifa etmekte gösterilen cezaî suç teşkil edecek bir ihmal derecesindeki ihmaldir. (3) Adam öldürme ağır suçunu işleyen herhangi bir şahıs, ebedi hapis cezasına çarptırılabilir.” Sanığın bu maddeye aykırı olarak, kanunsuz bir fiille adam öldürme suçundan suçlu bulunup mahkûm edilebilmesi için Savcı’nın, maktul’ün ölümünün sanığın kanunsuz bir fiili sonucunda meydana geldiğini, makul şüphenin ötesinde kanıtlaması gerekir. Kanunsuz bir fiilden dolayı adam öldürme suçlarında öldürme niyeti (mens rea) aranmaz. Aranan niyet kanunsuz fiil yapma niyetidir.” Yine Yargıtay/Ceza 30/06 D.10/08’de sayfa 27’de Yargıtay/Ceza 45/04’deki alıntıda verilen aynı sözler yer aldıktan sonra, Yargıtay aşağıdaki görüşe yer vermiştir: “öldürme fiili, Sanığın öldürme fiilinden hemen önceki eyleminin kanunsuz olduğu, İddia Makamı tarafından makul şüphenin ötesinde kanıtlanmışsa Sanık adam öldürme suçundan mahkum edilir. Huzurumuzdaki davada Sanığın öldürme fiilinden önce yaptığı gayri kanuni fiil yere dizlenmiş ihtiyar maktulün sağ koltuk altına bir tekme vurması, tekme neticesinde maktulün odanın içine arka üstü düşmesi ve daha sonra Sanığın maktulün odasında bulunan suç aleti kürek ve tırmığı alıp zarar verecek şekilde, yerde yatan 7 maktule gelişigüzel vurması ve bundan önce maktulün boğazını kablo ile sıkıp boğmasıdır. Burda aranacak niyet, Sanığın gayrı kanuni bir şekilde maktule tekme, tırmık ve kürekle vurmasıdır. Aynı şekilde maktulü kablo ile boğmasıdır. Sanığın tekme vurması ve odanın içindeki tırmık ve küreği alıp maktule zarar verecek şekilde vurması ve maktulü kablo ile boğmasının kanunsuz eylemler olduğu ve maktulün ölümünün bu kanunsuz eylemler sonucunda, Sanığın gönüllü ifadesinde izah ettiği şekilde meydana geldiği ve cinayetin Sanık tarafından işlendiği kanaatinde olup bu hususta bulgu yaparız.” Bağlayıcı olmamakla beraber, Nicos Nikita Fostieri v The Republic (1969) 2CLR 105 sayfa 112’de ise, şu sözler yer almıştır: “The relevant provision in the Cyprus Criminal Code reads as folows:205- (1) Any person who by an unlawful act or omission causes the death of another person is guilty of the felony of homicide. (2) An unlawful omission is an omission amounting to culpable negligence to discharge a duty, though such omission may not be accompanied by an intention to cause death” The substance of the crime lies in the fact that the death of the victim was caused by the unlawful act or omission of the offender. The burden of proof of all the ingredients of the offence lies, under the law of this country, entirely on the prosecution. This was never disputed in the present case; which was tried and decided upon that basis. What constitutes an unlawful omission is expressly stated in sub-section(2) of section 205, which provides that “an omission amounting to culpable negligence to discharge a duty” is an unlawful omission upon which the crime of homicide may be founded “though such omission may not be accompanied by an intention to cause death”. Similar construction must be given to the nature of the unlawful act which caused death. So long as it is established to the satisfaction of the Court that the offender intended the unlawful act which eventually resulted in the death of the victim within the period prescribed by law it is not 8 necessary for the prosecution to prove that the offender intended the death of the victim.” (Suçun esası, mağdurun ölümünün Sanığın kanunsuz fiili veya ihmalinden olmasıdır. Suçun tüm unsurları ile ilgili ispat külfeti İddia Makamına aittir. Kanunsuz bir ihmalin ne olduğu, açıkça 205. maddenin 2. fıkrasında kesin olarak belirtilmiştir. Bir görevi yerine getirirken cezai suç teşkil edecek ihmal, böyle bir ihmal ile birlikte öldürme niyeti olmasa dahi, adam öldürme suçunun dayandırılması için yeterlidir. Kanunsuz bir fiilin ölüme neden olmasında da benzeri tanımlama yapılmalıdır. Sanığın, maktulün ölümüne neden olan fiili Sanığın niyet ettiğini, İddia Makamının Mahkemeyi tatmin edecek şekilde ispat etmesi halinde, İddia Makamının, Sanığın Maktulü öldürme niyeti taşıdığını ispat etmesi gerekmez.) Fasıl 154 madde 205 maksatları için, İddia Makamı tarafından, Sanığın maktulü öldürme niyeti olduğunu ispat etmesi gerekmediği görülmektedir. Madde 205 için, İddia Makamı tarafından ispat edilmesi gereken niyet, Sanığın, maktulün ölümüne neden olan kanunsuz fiili yapma niyetidir. Bu olay ile ilgili şahadete bakıldığında, Sanığın maktulün bir lafı üzerine “maktulü yakasından tutarak ve itekleyerek dışarı çıktıklarını”, Sanığın maktulü “arkadan ittiğini”, Sanığın maktule “1-2 sille tokat vurduğunu”, Sanığın yerde yatan maktule “2-3 tekme vurduğu” sözleri yer almaktadır. Sanığın maktulü itmesi, maktule tokat atması ve tekme vurması, Fasıl 154 Ceza Yasası altında darp suçunu teşkil eden davranışlardır. İhtilafsız olgulardan, Sanığın maktulü darp ederek hakiki bedensel incinmesine sebebiyet verdiği 9 tartışmasızdır. Sanığın, maktulü darp etmesinin maktulün ölümüne sebebiyet verip vermediği, olgu meselesi olmakla birlikte, Sanığın maktulü darp etme niyetinin varolduğu ortaya çıkmış bir olgudur. Madde 205 maksatları için gerekli niyet kanunsuz fiili yapma niyeti olduğundan , İddia Makamının, Sanıkta Cuma Üzümcü’yü öldürme niyeti olduğu veya Sanığın kanunsuz fiili neticesinde Cuma Üzümcü’nün ölebileceğini makul olarak öngörmesi gerektiği hususlarını ispat etmesi gerektiği doğrultusunda iddialar mesnetsizdir ve niyet ile ilgili istinaf sebepleri reddedilmelidir. Sanık, Cuma Üzümcü’yü darp ettikten sonra, Hüseyin Bilâl ve Ayhan Şah, Cuma Üzümcü’yü koltuk altından tutarak aracına götürmüşler ve Maktulü koltuğa oturtamadıkları için vanın arkasına üstü çıplak olduğu halde çarşaf örterek, yatırıp bırakmışlar ve aracı maktulün evine değil, komşusunun avlusuna park edip ayrılmışlar; maktulün oğlunun telefonunun kapalı olması nedeniyle cevap vermediği için de ailesine haber veremeden, Cuma Üzümcü’yü aracında öylece bırakmışlardır. Cuma Üzümcü ertesi gün sabah oğlu tarafından van aracın içerisinde ölü bulunmuştur. Sanığın, madde 205 altında mahkum edilebilmesi için, Maktulün ölümünün, Sanığın kanunsuz fiili, yanı darbı neticesinde olduğunun İddia Makamı tarafından ispat edilmesi gerekmektedir. Sanık ile maktul arasında cereyan eden olayın ayrıntıları ile ilgili taraflar arasında ihtilaf yoktur. Ancak Cuma Üzümcü’nün ölümünün Sanıktan kaynaklanan darbe neticesinde olup olmadığı, Cuma Üzümcü’nün olay yerinde değil ertesi sabah ölü bulunduğu cihetle ihtilaf konusudur. Bu nedenle, bu husus 10 ile ilgili Bidayet Mahkemesi huzurunda teknik bilirkişi şahadeti sunulmuştur. Uzman tanık konumuna giren Doktorların şahadetlerini tezekkür etmeden önce, Sanığın hangi koşullarda, hukuken Cuma Üzümcü’nün ölümüne sebep olabileceği ile ilgili hukuki prensiplerin tespit edilmesi gerekir. Sanığın, Maktulü öldürmek suçundan mahkum olabilmesi için, Maktulün ölümü ve Sanığın kanunsuz fiili arasında olgusal bir bağlantı bulunması gereklidir. R.v White (1910) 2 KB 124’de yayınlanan davada; Sanığın annesinin gece uyumadan önce içtiği içeceğe zehir koymasını izleyen ertesi sabah annenin ölü bulunmasına rağmen, annesinin zehirli içecekten çok az içtiği ve ölümünün zehirden değil de, normal nedenlerden bir ölüm olduğu tespit edildiği nedeniyle, Sanık annesini öldürmek suçundan değil, ancak annesini öldürmeye teşebbüs etmek suçundan mahkum edilmiştir. Olgusal bağlantı Blackstone’s Criminal Practice 2006 A.1.22’de şu şekilde izah edilmiştir: “Factual causation is sometimes referred to as ‘but for’ (or sine qua non). Causation, because it can be established only where the alleged result would not have occurred, or would not have occurred at the time or in the way it did, ‘but for’ the defendent’s act or culpable omission.” (Fiil veya ihmal ile ölüm arasında olgusal bağlantı kurulabilmesi için, sonucun, yani ölümün, Sanığın fiili veya ihmali olmamış olsa, o vakitte ve o şekilde olmayacağının belirlenmesi gerekir.) Ölümden, Sanığın hukuken sorumlu tutulabilmesi için de, ölüme, Sanığın kanunsuz fiilinin esaslı ve ağırlıklı bir şekilde neden olmuş olması gerekir. 11 Bu konuda R.v Smith (1959) 2QB 35 davasında, şu görüşe yer verilmiştir: “(ı) ..… if at the time of death the original wound is still an operating cause and a substantial cause then the death can properly be said to be the result of the wound albeit that some other cause of death is also operating. Only if it can be said that the original wounding is merely the setting in which another cause operates can it be said that the death does not result form the wound .... only if the second cause is so overwhelming as to make the original wound merely part of the history can it be said that the death does not flow from the wound.” (Eğer ölüm saatinde, orijinal yara ölüme neden olan esas ve ağırlıklı neden ise, ölümün yara neticesinde olduğu kabul edilebilir. Bu, ölüme sebep olabilecek başka nedenler olsa dahi kabul edilir. Ancak orijinal yara, esas ölüm nedenine bir altyapı oluşturmuş ise, o zaman ölümün yaralanma neticesinde olduğu kabul edilmez. İkinci neden, esas yaralanmayı ancak geçmişte yer alan bir olay konumuna koymuşsa, o zaman ölümün yaralanma neticesinde olmadığı kabul edilir.) Yine, R.v Dysan 1908 2 KB 454 davasında, şu görüşe yer verilmiştir: “The proper question ……… was whether the prisoner accelerated the child’s death by the injuries which he infected December 1907. For if he did, the fact that the child was already suffering from meningitis, from which it would in any event have died before long, would afford no answer to the charge of causing its death: (Rex.v. Martin) (Doğru soru, Sanığın çocuğa, Aralık 1907’de verdiği yaraların ölümünü hızlandırıp hızlandırmadığıdır. Eğer hızlandırmışsa, çocuğun menenjitten dolayı zaten öleceği 12 iddiası, Sanığın çocuğun ölümüne neden olmasına bir müdafaa teşkil edemez.) Yine, R.v Cato 62 Cr. App R. 41 davasında, şu görüşe yer verilmiştir: “As a matter of law, it was sufficient if the prosecution could establish that it was a cause, provided it was a cause outside the de minimis range, and effectively bearing upon the acceleration of the moment of the victim’s death.” (Hukuken, İddia Makamının, maktulün ölümüne neden olduğunu, bunun çok küçük bir katkı dışında bir katkı olduğunu ve esasen maktulün ölüm anını süratlendirdiğini ispat etmesi gerekir.) Bir diğer prensip ise, mağdurun kendine has özel durumu nedeniyle, Sanığın kanunsuz fiilinden beklenebilecek boyuttan farklı bir şekilde etkilenmesinin de, Sanığa bir çare bahşetmeyeceğidir. Sanık, mağduru, olduğu şekliyle bulur. Buna Ceza Hukukunda da, yumurta kafatası kuralı (egg shell skull rule) denmektedir. Aynı kitabın A.1.26’da, bu konuda şu sözler yer alır: “In criminal cases, as in tort, D must ordinarily take his victim as he finds him. If, for example, the victim of his assault is unusually vulnerable to physical injury as a result of an existing medical condition, or old age, D must accept liability for any unusually serious consequences which result.” (Haksız fiillerde olduğu gibi, ceza davalarında da, Sanık, mağduru, olduğu şekliyle kabul etmelidir. Örneğin; eğer mağdur, mevcut bir tıbbi rahatsızlığı veya yaşlılığı 13 nedeniyle fiziki yaralanmaya olağanüstü bir tepki verirse, Sanık beklenmedik ciddi netice için sorumluluk kabul etmelidir.) Sanığın, kanunsuz fiilinden sonra, 3. kişi veya kişiler tarafından yapılan fiil veya ihmalin, Sanığın kanunsuz fiili ile mağdurun ölümü arasındaki bağlantıyı koparacak nitelikte olması halinde, Sanık, fiilinin neticesinden sorumlu tutulmaz. Bu konuda aynı kitabın A.1.27’de şu sözler yer alır: “A defendant will not be regarded as having caused the consequence for which it is sought to make him liable if there was a novus actus interveniens (or new intervening act) sufficient to break the chain of causation between his orginal action and the consequence in question. Although his original act may remain a factual cause, but for which the consequence would never have occurred, the intervening act may supplant it as the imputable or legal cause for the purpose of criminal liability. This intervening act may be the act of a third party, an act of the victim or an unforeseeable natural event, sometimes called an ‘act of God’ These three variants will be considered in turn, but one general point may be made at the outset; no such intervening act can break the chain of causation it it merely complements or aggravates the ongoing effects of the defendant’s intial conduct. Suppose, for example, that D attacks V, inflicting grave injuries, and that V later suffers further injuries, caused by his own foolishness, or by E’s misconduct, or by some natural disaster. If V eventually dies of his cumulative injuries,there can be no question of the chain of causation being broken. The chain of causation can be broken only where the effect of the intervening act is so overwhelming that any intial injuries are relegated to the status of mere historical background. (Bir davalıyı bir sonuçtan sorumlu tutmak isterken, Davalının hareketi ve sonuç arasındaki bağı koparacak mahiyette yeni bir olay veya fiil olması halinde, Davalı o sonuçtan sorumlu tutulamaz. Davalının orijinal hareketi neticeyi getiren olgusal bir neden 14 olarak kalsa da, araya giren fiil, cezai sorumluluk açısından hukuki neden olarak yerini alabilir. Araya giren fiil bir üçüncü kişinin hareketi, mağdurun hareketi veya öngörülemeyen doğal bir olay olabilir. Araya giren fiil, eğer olayı ağırlaştırır veya uyumlu bir şekilde devamını sağlarsa hiçbir şekilde illiyet bağını koparmaz. İlliyet bağı ancak araya giren hareketin, ilk yaralanmayı ancak tarihi bir olgu statüsüne getirdiği takdirde olabilir.” Bu hukuki prensipler ışığında, Sanığın darp fiilinin Cuma Üzümcü’nün ölümüne olgusal olarak sebep olup olmadığına ve olgusal bağlantı bulunduğunun kabul edilmesi halinde, Sanığın, Cuma Üzümcü’nün ölümünden hukuken de sorumlu kabul edilip edilemeyeceğine karar verilmelidir. 28.10.2009 tarihinde, Görneç köyünde, Sönmezler Kahvehanesinde, Sanık ile Cuma Üzümcü arasında yer alan olay ve ondan sonra, Cuma Üzümcü’nün kendi aracının arkasına konarak, aracın komşusunun bahçesine park edilip bırakıldığı hususlarında ihtilâf yoktur. Cuma Üzümcü’nün ölüm sebebi ile ilgili İddia Makamı ve Savunma arasında farklı iddialar ileri sürülmüştür. İddia Makamı, Sanığın kanunsuz fiili, yani kanunsuz bir şekilde Maktulü darp etmesi neticesinde, Maktulde var olan kalp damar hastalığının, olayın efor ve stresi neticesinde aktif hale gelmesiyle, Maktulün öldüğünü iddia etmektedir. İddia Makamı, bu iddiasını ispat etmek için Tanık 11 Dr.İdris Deniz, Tanık 15 Neslihan Köseoğlu, Tanık 16 Dr. Mehmet Özbay ve Tanık 17 Dr.Hüseyin Sarı’yı tanık olarak dinletmiş ve Emare 16 olarak 28.10.2009 tarihli otopsi raporunu, Emare 23 olarak T.C Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi Raporunu, Emare 24 olarak T.C. Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 1. Raporunu ve Emare 26 olarak T.C Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesi Toksikoloji Şubesi Raporunu sunmuştur. 15 Savunma, İddia Makamı tarafından Emare 23, Emare 24 ve Emare 26 Raporların, meselenin tahkikat memuru tarafından ibrazına itiraz etmiş değildir. İbraz edilen evrakta belirtilenler geçerli şahadet konumunda olmakla birlikte, sözlü şahadette olduğu gibi, Bidayet Mahkemesi tarafından şahadet kurallarına göre değerlendirilmelidir. Evrağın muhteviyatını karşı taraf doğru kabul etmediği takdirde, evrak içerisinde yer alan hususların Mahkeme huzurundaki diğer şahadet gibi tezekkür edilmesi gerekir. Evrağın emare yapılmasına itiraz yapılmadığı takdirde, o evrakta yer alan her hususun ispat edilmiş olgu olarak kabul edilmesi yanlıştır. Savunma tarafından Emare 24 raporun, emare olarak tahkikat memuru tarafından ibraz edilmesine itiraz edilmediği, ancak muhteviyatının kabul görmediği, Bidayet Mahkemesi huzurundaki şahadetten görülmektedir. Bu durumda, Bidayet Mahkemesi, raporu destekleyen Dr.Hüseyin Sarı’nın şahadeti ile raporu kabul etmeyen Savunmanın tanıklarının şahadetlerini birlikte inceleyerek, Cuma Üzümcü’nün ölümüne Sanığın darp fiilinin neden olup olmadığına karar vermesi gerekmekteydi. Emare 24 Rapora bakıldığında, 7 sayfalık raporun ancak ½ sayfalık kısmının bu kurul tarafından hazırlandığı, raporun 6 ½ sayfasının KKTC Adli Makamlarından gönderilen iki ifade ile otopsi raporunu, KKTC Devlet Labaratuvarı Müdürlüğünden gönderilen sonuçları ve Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesinin, 9.12.2009 tarihli otopsi raporu ile Kimya İhtisas Dairesinin 8.11.2009 tarihli raporunu ihtiva ettiği görülür. Raporun sonuç kısmı aynen şöyledir: “SONUÇ: 28.10.2009 tarihinde alkol alırken çıkan tartışma sonrası gece baygın vaziyette iken arabasına konularak arabası ile evine yakın bir yere getirilip bırakıldığı, sabah oğlu tarafından evine yakınına bırakılan arabanın 16 içinde ölü olarak bulunduğu bildirilen Cuma Üzümcü hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan veriler birlikte değerlendirildiğinde; 1. Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre kanda saptanan 280 mg/dl etil alkolün öldürücü düzeyde olmadığı, aranan diğer toksik maddelerin bulunmadığı, 2. Otopside tanımlanan makroskopik ve mikroskopik bulgulara göre yaygın travmatik bulguları bulunan kişinin ölümünün kendisinde mevcut kalp damar hastalığının olayın efor ve stresi ile aktif hale geçmesi sonucu meydana gelmiş olduğu kişinin vücutunda tanımlanan; sıyrık ve ekimotik lezyonların tamamının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadıkları oy birliği ile mütalaa olunur.” Huzurumuzdaki davayı ilgilendiren sonuç kısmının 2. maddesidir. Burada “kişinin ölümünün, kendisinde mevcut kalp damar hastalığının, olayın efor ve stresi ile aktif hale geçmesi sonucu meydana gelmiş olduğu” belirtilmiştir. Bu, kurulun kanaatidir. Bu kanaate nereye dayanılarak varıldığı izah edilmemektedir. Bizim Hukuk sistemimizde, bilirkişi kabul edilen bir kurumun görüşünün sorgusuz kabul edilmesi ve o görüşü benimsemesi mümkün değildir. Mahkeme, bilirkişinin kararına etken olan olaylar hakkında bilgilendirilmeli ve kendisi bir kanaate varabilmelidir. Aksi takdirde, mahkeme kendisi karar vermeyip başka birinin kendi yerine karar vermesini kabul etmiş olur. Emare 16 otopsi raporuna bakıldığı zaman, burada otopsiyi yapan Dr.İdris Deniz’in “travmanın kişi üzerinde oluşturacağı stres, korku ve benzeri durumlar ile almış olduğu alkolün etkisi ile kişide mevcut hastalığın kompanse durumundan dekompanse hale gelmiş olabileceği” sözleri yer almakta ve kesin ölüm sebebinin İstanbul Adli Tıp Kurumundan sorulması tavsiye edilmektedir. Durum böyle iken, Emare 24 rapor, Emare 16 otopsi raporundaki soruyu tatmin edecek bir izahat 17 içermemekte ve rapor, otopsi raporunda ifade edilene benzer bir ifadeyle olayın efor ve stresi ile maktuldeki hastalığın aktif hale geldiğini belirtmekle yetinmektedir. Maktulün mevcut hastalığının niçin aktif hale geldiği, yeterli bir şekilde izah edilmemiştir. Dolayısıyla Emare 24 eksik bir rapor olarak kabul edilmelidir. Esasen, Cuma Üzümcü’nün ne şekilde ölmüş olabileceği konusu ile ilgili Bidayet Mahkemesi huzurunda, Emare 24 raporda imzası olan Adli Tıp Uzmanı Doktorun şahadeti ile Savunma tarafından dinletilen Kalp Hastalıkları Uzmanı Dr.Vedat Ertuna ve Adli Tıp konusunda Profesör Dr.Süleyman Serhat Gürpınar’ın şahadetleri vardır. Emare 24 raporda, Kardiyoloji Uzmanı olarak görülen Prof.Dr.Sedat Tavşanoğlu da İddia Makamı tarafından şahit olarak dinletilmemiştir. Bidayet Mahkemesinin, Sanığın darp fiilinin, Cuma Üzümcü’nün ölümüne neden olup olmadığı hususuna sağlıklı bir şekilde karar verebilmesi için, huzurundaki tüm şahadeti değerlendirmeli ve tıbbi şahadet ışığında, Cuma Üzümcü’nün 28.10.09 tarihinde Görneç köyündeki Sönmezler Kahvehanesi’nde, Sanık tarafından darp edilmemiş olsa, van aracına konduktan sonra ölmeyeceği bulgusuna varılıp varılamayacağını tezekkür etmeliydi. Bidayet Mahkemesi ancak huzurundaki tüm tıbbi şahadeti değerlendirdikten sonra, Cuma Üzümcü’nün ölümü ile Sanık tarafından darp edilmesi arasında olgusal bağ olup olmadığına karar vermesi gerekirdi. Bidayet Mahkemesi bunu yapmamıştır. Bidayet Mahkemesi kararında, (Mavi 354)’de savunma tarafından şahadete çağrılan doktorların şahadetleri ile ilgili şu görüşe yer vermiştir: “Bu tanık (Prof. Dr. Süleyman Serhat Gürpınar) kararımızın içeriğinde, Müteveffanın ölüm zamanı tespitinde de değindiğimiz gibi kendisine tevcih edilen her soruyu geniş bir bilgi yelpazesinde cevaplayıp, meseleyi başka mecralara taşımak istediği tarafımızdan gözlemlenmiştir. 18 Kendisine tevcih edilen sorulara spesifik cevaplar vermek yerine kaçamak, genel cevaplar verip Mahkemenin dikkatini sürekli şahadet haricindeki olaylara dağdaştırma gayesi gütmüştür. Esasen Savunmanın her iki tanığının da, aynı saik altında huzurumuzda şahadet verdiği müşahade edilmiştir. Ne var ki Müdafaanın her iki tanığı da İddia Makamı tanıklarının Mahkemeye aktarmış olduğu şahadeti nakzedici şekilde değildi. İddia Makamının mahkemeye aktarmış olduğu şahadeti tamamıyle kabul etmelerine karşın, belki Mahkemenin aklına bir şüphe düşürürüm saiki ile hareket ettikleri açıklıkla görülmektedir.” Bidayet Mahkemesi, esasen, Maktulün kalp rahatsızlığı nedeniyle öldüğünü kabul ettikten sonra, huzurunda var olan Kalp Uzmanının şahadetini tezekkür etmeden, huzurundaki tıbbi şahadeti değerlendirmesi hatalı olmuştur. Yargıtay, Bidayet Mahkemesi huzurunda şahadet veren tanıkların şahadetlerine Bidayet Mahkamesinin inanıp inanmamak hususunda verdiği kararlara genellikle müdahale etmemeyi tercih eder; meğer ki, Bidayet Mahkemesi hata yapsın. Ancak, huzurumuzdaki birleştirilerek dinlenen istinafta, Bidayet Mahkemesinin huzuruna getirilip de tezekkür etmediği ve kabul etmediği şahadet, uzman konumunda 2 doktor tanığın şahadetidir. Bidayet Mahkemesinin huzurunda şahadet veren uzman doktorların bir tanesi kalp uzmanıdır ve Cuma Üzümcü’nün kalp damar hastalığı nedeniyle öldüğü kabul edildikten sonra, bihassa bu tanığın şahadetini teferruatlı bir şekilde incelemeden ve niçin bu teknik şahadeti kabul etmediğini, şahadete dayanarak belirtmeden reddetmemesi gerekirdi. Bidayet Mahkemesi, savunmanın uzman tanıklarının şahadetlerini incelememekle hata yapmıştır. Bidayet Mahkemesi huzurundaki 3 uzman şahadeti incelediğimiz zaman, İddia Makamı Tanığı Adli Tıp Uzmanı Dr.Hüseyin Sarı’nın, Mavi 194’de Cuma Üzümcü’ye uygulanan 19 efor, darp, itişme, kakışma sonrası maktulde oluşan stresin kalbe nasıl etki ettiği sorusuna şu şekilde cevap verdiği görülür: “C. Adrenalin, noradrenalin dediğimiz hormanların kana salgılanması ile tansiyon yükselmesi olur, bu tür vakalarda zaten beklenen bir durumdur. Sağlıklı insanlarda da bu salgı olur fakat sağlıklı insanların kalbi sağlam olduğu için bu kişiler bunu tolere edebilirler kalpleri yetmezliğe girmez ancak kalp hastası olan kalp damarlarında darlık olan kişilerde bunu tolere edemezler ve kalp yetmezliğe girebilir.” Mavi 195’de ise tanık şöyle demiştir: “S. Bu Cuma Üzümcü’nün ölümüne esas olan etki nedir? C. 2 olay var. 2 olayla bunu açıklayabiliriz. Biri kişinin kronik kalp hastası olması, ikincisi bir kavga sırasında boğuşmaya ve travmaya maruz kalmış olması. İki faktör vardır bu iki faktörün birleşmesi ile ölüm gerçekleşmiştir. Sadece bir olayla bunu açıklayamayız.” Mavi 200’de ise şöyle denmiştir: “Bu olayda kişide bir hastalık olmakla birlikte harici müdahale ile bu hastalığın aktive olması sonucu ölüm gerçekleşmiş olduğunu söylüyoruz. Dolayısıyle bu bir doğal ölüm değildir, Patolojik ölüm değildir, travma etkisi ile kendi hastalığının aktive olması sonucu oluşmuş bir ölümdür.” Savunma Tanığı Kalp Uzmanı Dr. Vedat Ertunç ise, Mavi 261’de ise şöyle demiştir: “efor tabi ki kalp hastalığı açısından risk faktörü. Risk faktörlerinden biri. Efor kalp krizini tetiklemiş olabilir, olmayabilir de. Neden? Çünkü her efordan sonra o zaman insanların kalp krizi geçirmesi lazım. Belli işte bu bilmediğimiz başka mekanizmalardan dolayı, bilinmeyen başka faktörlerden dolayı kalp krizinin zamanını belirlemek çok zor. Sadece efor sarfetti bu kişi, kalp krizi geçirdi demek kesinlikle yanlıştır. Çünkü olayın içine bir sürü alkol alımından 20 tutun daha önce kalp hastası olduğuna bakın ve işte muhtemelen sigara da kullanıyordur bu hasta, kendine dikkat etmeyen bir kişi raporlardan anlaşıldığı kadarı ile bu kişi efor sarfetmese bile risk faktörlerine bakarak gece uykuda bile kalpten ölebilirdi. Gece uyku sırasında ani olan ritim bozukluğundan kaybedilebilirdi. Biraz tuz alımından fazla aşırıya kaçsa, yemeye kaçırsa kalp yetmezliğinden kaybedilebilirdi. Yani bu vaka ciddi bir kalp hastası kendine kesinlikle dikkat etmesi gerekiyordu. En ufak bir dış faktör sigara alımından tutun, travmaya tutun, işte şeker düzensizliği efor sarfetmesinin hepsi tetikleyebilir. Bunlardan bir tanesini suçlamak kesinlikle yanlıştır.” Mavi 263’de ise şöyle denmiştir: “olayın eforu stresi tabi ki kalp hastalığını kötü hale getirebilir, getirmeyebilir. Bu dediğim gibi 1. maddede alkolün kendi miktarı bile 261 ve 280 o bile kalp hastalığını ortaya çıkarabilir. Olayın travması, işte travma derken psikolojik travma bile bu kalp hastalığını aktif hale getirebilir veya getirmeyebilir. Bu sadece bir faktör üzerinden, ben baştan beri hep aynı şeyi söylüyorum, kusura bakmayın, bu kalp hastalığının bir ciddi risk faktörlerinin yanında bir sürü bilinmeyen risk faktörleri içinden sadece bir tanesi yani sadece buna suçlayarak bu travmayı bu stresi suçlayarak bu kişi kalp krizi geçirdi veya geçirmedi demek kesinlikle yanlıştır.Yani bunu ben özellikle yine söylüyorum. Travma, stres, psikolojik stres, psikolojik travma da diyebiliriz kalp hastalığını meydana getirdi veya getirmedi demek tamamen subjektif bir yaklaşımdır. Çünkü olayın bir sürü fizyo patalojik mekanizması var, yani buna bağlamak yanlıştır kalp krizini. O zaman her travmadan sonra her kalp hastasının kalp krizi geçirmesi lazım. Öyle bir şey olmadığına göre buna tamamen bağlanma yanlıştır.” Mavi 274’de ise: “bu kişi kalp hastası, kalp yetmezliği kroner kalp damar hastası. Bu kadar miktar alkol bile ciddi bir ritim bozukluğu, kompanse olan kalp yetmezliğini dekompanze kalp yetmezliği hale getirebilir. Az miktarda bile biz izin vermiyoruz kalp yetmezliği olan hastalara. Az 21 miktarda hocam çok az içeyim diyor, birazcık, arada, haftada bir bile ona da izin vermiyoruz” doğrultusunda şahadet vererek, maktulün ölümünün sadece travmaya bağlı olarak yer aldığını söylemenin mümkün olmadığını, kalp krizi için birçok başka faktörün etken olmuş olabileceğini ileri sürmüştür. Adli Tıp uzmanı Prof.Dr.Süleyman S.Gürpınar da şahadetinde Mavi 301’de şöyle demiştir: “Peki efendim bu şeyi okudunuz girişte olan çekişme, itişme kavga ne derseniz deyiniz neticesi bir efor sarfedilmiştir. Bu münhasıran bu efora bağlı ölümle neticelendi. Kalp durdu, yetmezlik durumuna girdi diye bilirmiyiz? C.Bunu doğrudan söylemek tıbben mümkün değil. Çünkü kalbin son yetmezlik tablosuna girip durmasına yol açan hangi tür faktörler olduğunu tıbben ayırt etmek çok mümkün değil. Yani hiç mümkün değil, çok mümkün değil derken. Çünkü kalbin hangi faktörleri altında ve örneğin burda stres faktörü çok önemli çünkü stres faktörü dediğimiz bir travma olayı var. Karşılıklı bir travma olabilir. Kişinin kendisi travmaya maruz kalmış olabilir. Kişi kendisi saldırgan davranmış olabilir. Bütün bunların hepsi bir stres faktörü. Bu stres faktörü tek başına öldürücü nitelikte de olabilir, olaydan hemen sonra yaşadığı başka stres faktörleri de ölüme etki etmiş olabilir. O yüzden bunları ayırt etmek hiç mümkün değil tıbben. Burda da zaten Adli Tıp Kurumu’nun raporunda da bizim adetimiz veçhile şu şekilde yazılmamış ona dikkatinizi çekiyorum. 2. paragraf yani sonucun 2. paragrafında “kişinin ölümünün kendisinde mevcut kalp – damar hastalığının, olayın efor ve stresi ile aktif hale geçmesi sonucu meydana gelmiş olduğu’diyor. Burda adli tıp uygulamasında şöyle bir nüans var. Onu bir önceki Mahkemede de ben belirtmiştim şimdi sizin de takdirinize sunmak istiyorum. Sayın Heyete. Şimdi biz travmanın efor ve stresi ile olayın efor ve stresini ayırt ederiz. Travmanın efor ve stresi kişinin kendisinin aktif olmadığı ve kendisinin tamamen pasif olduğu bir durumunda travma kalp hastalığını aktif hale getirmişse, travmanın efor ve stresi ile kalp hastalığını aktif hale getirmesi olur. Ancak olayın efor ve stresi dersek, burda ki Adli Tıp Kurumu, 1. İhtisas Kurulu bu nüansa aslında dikkatini çekiyor. Kişinin de karışmış olduğu bir olay var. Yani kişi sadece travmaya maruz kalmıyor. 22 Kişi de olayın içinde ve bu olay dolayısıyla kişinin de saldırganlığı yani bu saldırganlık fiziksel saldırganlık olmayabilir, sözlü de olabilir, fiziksel de olabilir. Onun stresi faktörü de kişiyi etkilediği anlamına geliyor Adli Tıp Kurumu’nun bu raporu.” Mavi 315’de ise: “Konuşmamın başında da söylediğim gibi alkolü devamlı kullanan bir kimsenin alkollü iken ani ölümüne maruz kalma şansı her zaman çok yüksektir. Alkolün öldürücü düzeyde olmasına bağlı değil. Çünkü bu kişinin bir kere karaciğer yetmezliği var ve her alkol aldığınızda karaciğer o alkolün zehirini detoksifiye etmek için ayırca çalışıyor ve bu kişinin karaciğeri de zaten yetmezliğe girmiş durumda. Yani hem ağırlığı azalmış hem de zaten hücresel olarak yağlanmaya başlamış. Dolayısıyle bu kişinin ve karaciğer yetmezliğinin de kalp üzerine etkisi var. Yani biz Adli Tıp uygulamasında bu tür ölümlerle çok karşılaşıyoruz. Yani alkol almış kişilerin, alkolik kişilerin karaciğerde de alkole bağlı hastalıkları olan kişilerin öldürücü düzeyde olmaksızın da ani ölümleri ile karşılaşıyoruz. Bu hangi mekanizma ile oluyor. Karaciğerin üzerinden kalbe yüklenme + kalbin ritim bozukluklarına yol açması nedeni ile alkolün kendisi tekrar söylüyorum öldürücü düzeyde olmasa bile ani kalp ölümlerine yol açabilir.” demiştir. Savunmanın 2. tanığı da, efor ve stresin, Cuma Üzümcü’nün hastalığını aktif hale getirebileceğini kabul etmekle birlikte, Cuma Üzümcü’nün Sanığın kanunsuz fiili dışında bir nedenden dolayı, (alkol alımı gibi) hastalığını aktif hale getirmiş olabileceğini; Cuma Üzümcü’nün sırf Sanığın darbı neticesinde hastalığının aktive edildiğini söylemenin mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Yani savunma tanıkları, İddia Makamı tarafından şahadette ifade edildiği şekilde, Cuma Üzümcü’nün, Sanığın, kanunsuz fiili neticesinde hastalığının aktif hale getirebileceğini kabul etmekle beraber, hastalığın başka nedenlerle de aktif hale gelmiş olabileceğini söylemektedirler. İddia Makamı tarafından ibraz edilen Emare 16 otopsi raporunda da, Cuma Üzümcü’nün alkol alması nedeniyle 23 hastalığının aktif hale gelebileceği İddia Makamı Tanığı Dr. İdris Deniz tarafından da ifade edilmiş bir husustur. Bir ceza davasında, İddia Makamı, Sanığın itham edildiği suçu işlediğini, makul şüphenin ötesinde ispat etmelidir. (Yargıtay/Ceza 29/73) Savunma tarafından ileri sürülen olgular ve izahatın makul bir şüphe yaratması durumunda, Sanığın suçu makul şüphenin ötesinde kanıtlanmadığından, Sanığın beraat ettirilmesi gerekir. Bidayet Mahkemesi huzurundaki uzman tanıkların şahadetleri neticesinde, İddia Makamının Cuma Üzümcü’nün Sanık tarafından darp edilmesi neticesinde mevcut hastalığının aktif hale gelerek, ölümüne neden olduğunu makul şüpheden ari bir şekilde ispat ettiği kabul edilebilir mi? Sanık Görneç’teki kahveye gitmeden önce içki içmiş, kahvede de içki içmeye devam etmiştir. Kavgadan önce oturduğu yerden bara kadar yürüyebilecek kadar iyi durumda olduğu anlaşılmaktadır. Barda, Sanık ile aralarında sözlü atışma sonrası, Sanık ile aralarında itişme kakışma olmuş, Sanık ile birlikte Cuma Üzümcü yere düşmüş ve Sanık tarafından darp edilmiştir. İtişme, düşme ve darp sonrası, Cuma Üzümcü Sanık dışında kişiler tarafından aracına koltuk altlarından tutularak götürülmüş ve karşı koyması neticesinde aracın ön tarafına oturtulamayarak van aracın arkasına bırakılmıştır. Otopsi raporunda yer alan koltuk altlarındaki izler, vefat etmesinden öncesine ait araca taşınmasından meydana gelen izler olarak kabul edilmiştir. İddia Makamı tanıkları, Cuma Üzümcü’nün bu halini sarhoş olmasına atfetmişlerdir. Bidayet Mahkemesi huzurundaki tüm şahadetten, İddia Makamının iddiasının bu yönde olduğu kabul edilmelidir. Cuma Üzümcü’nün aracına konma safhasında rahatsızlığının aktif hale geldiğine dair bir iddia, İddia Makamı tanıkları tarafından ileri sürülmüş değildir. 24 Cuma Üzümcü, Sanık dışında kişiler tarafından aracına zorlanarak götürülmüş, karşı koyduğu nedeniyle, aracın ön kısmına oturtulamadığından arka kısmına yatırılmış, üzeri örtülmüş ve bırakılmıştır. Araç Cuma Üzümcü’nün evine götürülmemiş, komşusunun avlusuna bırakılmıştır. Evinin kapısı çalınıp haber verilmemiş, oğlunun telefonunun cevap vermediği gerekçesiyle Cuma Üzümcü araç içerisinde bırakılmıştır. Cuma Üzümcü’yü bu şekilde bırakan kişiler ile ilgili İddia Makamının herhangi bir soruşturması veya iddiası olmamış, bu kişiler aleyhine soruşturma açılmamıştır. Her halükarda, Cuma Üzümcü’nün ölüm nedeninin kavga sonrasında araçta bırakılması neticesinde vukubulduğuna dair, savunmanın ciddi bir iddiası veya şahadeti de yoktur. Otopsi raporunda, Cuma Üzümcü’nün ölümünün ekim ayında yarı çıplak, kapalı bir araçta bırakılması neticesinde olduğunu gösteren bir ibare olmadığı gibi, bu doğrultuda da şahadet verilmiş değildir. Oksijensiz kalma iddiaları, organların kan dolaşımı aksadığından ileri gelen bir oksijensizlik olup, araçta kalmadan dolayı meydana gelen bir oksijensizlik iddiası değildir. Bu şartlarda novus actus interveniens, yani illiyet bağını koparacak yeni bir fiil olduğunu kabul edecek şahadetin Bidayet Mahkemesi huzurunda olmadığı kabul edilmelidir. Cuma Üzümcü’nün ölüm saati ile ilgili karşılıklı iddialar yapılmıştır. Bidayet Mahkemesi kararının Mavi 346-347’de ifade edildiği gibi; Tanık Dr. İdris Deniz’in savunma tarafından istintak edilmeyen şahadetinde belirtilen yani 27.10.2009 – 24.00 ile 28.10.2009 - 03.00 arası öldüğü bulgusunu Bidayet Mahkemesi kabul etmekte hatalı değildir. Bidayet Mahkemesi huzurundaki şahadet ışığında, 01.15’de Cuma Üzümcü halen hayatta olduğundan, 28.10.09 tarihinde Cuma Üzümcü’nün 01.15 ve 03.00 arası öldüğünü kabul etmekle Bidayet Mahkemesi hata yapmamıştır. 25 Cuma Üzümcü’nün ölümü, Sanığın kanunsuz fiili, yani Sanığın Cuma Üzümcü’yü darp etmesi neticesinde mi olmuştur? Sanık tarafından Cuma Üzümcü darp edilmemiş olsa, Cuma Üzümcü’nün öldüğü yer ve saatte ölmeyeceği, Sanığın darbının neticesinde Cuma Üzümcü’nün öldüğünü İddia Makamı makul şüpheden öte ispat edebilmiş midir? Bidayet Mahkemesi bu soruyu, İddia Makamı tanıklarının şahadetlerini doğru ve tatmin edici kabul ederek olumlu cevaplamıştır. Bidayet Mahkemesi madde 205’in unsurlarını incelerken, madde 211(d)’i kullanmıştır. İstinaf eden Sanık, madde 211’in madde 205 maksatları için kullanılamayacağını, bu maddenin sadece madde 210 maksatları için kullanılabileceğini ileri sürmüştür. Fasıl 154 madde 203’den 213’e kadar, “Taammüden Katil ve Adam Öldürme” başlığı yasada yer almaktadır. Bu kısımda yer alan maddelerde gerek bu maddelerde yapılan tadilatlardan önce orijinal şeklinde, gerekse tadilat sonrası, ‘ölüme neden olma’ veya ‘ölüme sebep olma’ ibareleri yer almaktadır. Madde 211’de ise, ölüme neden olma tabirinin tanımı verilmektedir. Bu nedenle, madde 211’in sadece madde 210 için geçerli olduğunu kabul etmek yanlış olur. Netice itibarıyla, Bidayet Mahkemesinin madde 211’i kullanmakla hata yaptığını kabul etmek mümkün değildir. Bidayet Mahkemesi kararında; madde 205’in unsurlarını sıraladıktan sonra, ithamnamenin tafsilat kısmında yer alan “ölümüne sebep olma” sözleri nedeniyle, Fasıl 154 madde 211’i de incelemiş ve Sanığın, maktulü darp etmekle kanunsuz bir harekette bulunduğunu ve bu fiiliyle de madde 211(d)’de izah edildiği gibi maktulün olümünü hızlandırdığından, ölümüne sebep olduğunu kabul etmiştir. 26 Esasen Bidayet Mahkemesi “Cuma Üzümcü, Sanık tarafından darp edilmemiş olsaydı ölmeyecekti” görüşünü kararına taşımamıştır. Bidayet Mahkemesi Sanığın darp etmesinden sonraki bir zaman zarfında Cuma Üzümcü’nün öldüğü gerçeği ışığında, ölümün Sanığın darbı neticesinde olduğunu kabul ederek, Sanığı mahkum etme yönüne gitmiştir. Bidayet Mahkemesi, yukarıda ifade edildiği gibi; Savunma tanıklarının şahadetlerini yeterince değerlendirmemiştir. Otopsiyi yapan Dr. İdris Deniz otopsi raporunda hastalığın maktulün alkol alması nedeniyle de aktif hale gelebileceğini ifade etmesine rağmen, Adli Tıp Kurumu bu noktayı yeterli bir şekilde izah etmemiş ve aydınlatmamıştır. Savunma uzman tanıkları da, otopsi yapan Adli Tıp Uzmanı ile aynı doğrultuda Cuma Üzümcü’nün hastalığının darp dışındaki nedenlerden (ki bunlar arasında alkol alımına da yer vermişlerdir) dolayı aktif hale gelmiş olabileceğini izah etmişlerdir. Bidayet Mahkemesi huzurunda, yukarıda aktarılan Dr.Vedat Ertunç ve Profesör Dr.Süleyman S.Gürpınar’ın şahadetleri ışığında, Sanığın sırf Cuma Üzümcü’yü darp etmesi neticesinde, Cuma Üzümcü’nün kalp damar hastalığının aktif hale geldiğini kabul etmek mümkün değildir. Bu durumda, Savunmanın Sanık lehine bir şüphe yaratmaya muvaffak olduğunu kabul etmek gerekir. İddia Makamı ise, gerek Emare 24 Adli Tıp Kurumunun raporunun eksik olması nedeniyle, gerekse bir kalp uzmanını şahadete çağırmamış olmakla, Savunmanın yarattığı şüpheyi ortadan kaldıramamış ve Sanık lehine bir şüphe oluşmasını önleyememiştir. Sanık lehine Savunma tarafından yaratılan bu şüpheden, Sanığın faydalandırılması gerekmektedir. Bu nedenle, İddia Makamının Sanık aleyhindeki Fasıl 154 madde 205 altında getirilen ithamı makul şüpheden ari bir şekilde ispat ettiğini 27 kabul etmek mümkün değildir. Bu durumda, Sanığın, Bidayet Mahkemesinin Fasıl 154 madde 205 altında, Sanığı mahkum etmekle hata yaptığı doğrultusundaki istinaf sebebi haklıdır. Sanık, istinafında muvvaffak olmuştur ve Sanık adam öldürme suçundan beraat etmelidir. Sanık aleyhine ikame edilen ithamdan beraat etmesine rağmen, Bidayet Mahkemesi huzurundaki şahadette, Sanığın, Cuma Üzümcü’yü 28.12.2009 tarihinde Görneç’te, Sönmezler Kahvehanesinde darp ettiği görülmektedir. Sanığın, Cuma Üzümcü’yü darp ettiği hususunda taraflar arasında ihtilâf yoktur. Fasıl 155 madde 145 altında, sanığın, mahkeme huzurunda mevcut şahadetten mahkum olabileceği başka bir suç bulunması halinde, Yargıtayın yeni bir itham altında sanığı mahkum etme yetkisi vardır. (Koutrouzas v The Republic (1972) 10 JSC 1324) Fasıl 155 madde 145 (1)(c) aynen şöyledir: 145.(1) Yargıtay olarak Yüksek Mahkeme mahkumiyet aleyhine yapılan bir istinafını karara bağlarken, bu Yasanın 153.maddesi kurallarına bağlı olmak koşuluyla :........... “(c) Mahkumiyeti iptal edebilir, ibraz edilen şahadetle istinaf edenin İlk Mahkemede mahkum edilebileceği herhangi bir suçtan ötürü istinaf edeni mahkum edebilir ve gerekli cezaya çarptırabilir.” Fasıl 154 madde 243 ‘de hakiki bedensel zarara neden olan darp suçu şu şekilde izah edilmiştir: “243: Any person who commits an assault occasioning actual bodily harm is guilty of a misdeameanour and is liable to imprisonment for three years.” “243. Bedensel fiili zarar veren eylemli bir saldırıda 28 bulunan herhangi bir kişi, hafif bir suç işlemiş olur ve üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilir.” Madde 145(1)(C) altında, bu safhada, Bidayet Mahkemesi huzurundaki ihtilâfsız şahadet ışığında, Sanığın 28.10.09 tarihinde, Görneç’te, Sönmezler Kahvehanesinde Cuma Üzümcü’yü darp ettiği, darp neticesinde Cuma Üzümcü’nün hakiki bedensel incinmeye düçar kaldığı ,İddia Makamı tanıklarının şahadeti ve otopsi raporunda İddia Makamı tarafından makul şüphe ötesinden ispat edildiğinden, Sanığı, Fasıl 154 madde 243 altında 28.10.2009 tarihinde, Gazimağusa kazasına bağlı Görneç köyünde, Sönmezler Kahvehanesi önünde, kendisine küfür ettiği gerekçesi ile Cuma Üzümcü’ye kanuna aykırı bir fiil ile elleri ve ayakları ile vücudunun muhtelif yerlerine vurmak, keza yakasından tutup çekiştirip ve yere düşürmek suretiyle, Cuma Üzümcü’nün hakiki bedensel incinmesine neden olacak şekilde darp ederek, hakiki bedensel zarara uğramasına neden olmak suçundan mahkum ederiz. Sanığa ceza takdir etmeden önce Sanık Avukatına söz hakkı veririz. (Avukat Emre Kadri Mahkemeye hafifletici nedenlerini sundu.) Fasıl 154 madde 243 için öngörülen azami ceza 3 yıldır. Dava ile ilgili tüm olguları, Sanığın 28.10.2009 tarihinde tutuklandığını, 27.2.12 tarihinden itibaren hükümlü tutuklu olarak cezaevinde olduğunu da dikkate aldıktan sonra, Sanığa mahkum ettiğimiz dava ile ilgili olarak hapislik cezası takdir etmeyi uygun görürüz. Hapislik cezasının süresini ise, bu olaya has olgular ışığında 9 ay olarak tespit ederiz. 29 Netice itibarıyla, Sanık Fasıl 154 madde 205 adam öldürme suçundan beraat eder, ancak madde 243 altında Cuma Üzümcü’yü hakiki bedensel zarara uğratacak şekilde darp etme suçundan mahkum edilir. Sanığa mahkum olduğu davadan 9 ay hapislik cezası takdir edilir. Ceza süresi, Bidayet Mahkemesi karar tarihi olan 27.2.12 tarihinden hesaplanacaktır. Narin F.Şefik Yargıç 8 Ağustos, 2012 Hüseyin Besimoğlu Yargıç Ahmet Kalkan Yargıç