Doç. Dr. D. Sema ARICI KARSİNOGENEZİS NORMAL HÜCRE SİKLUSU Normal bir hücre siklusunda presentetik faz G1, DNA sentez fazı S, premitotik faz G2 Mitotik faz M fazı olarak bilinir. Labil ve stabl hücrelerde rejenerasyon kapasitesi vardır ve bu düzenli olan siklusta her zaman mümkün olmaktadır. Parankim hücrelerinin bulunduğu stroma özellikle bazal membran(BM) organize rejenerasyon için gerekir. BM bozuksa normal orijinine benzemeyen gelişigüzel hücre çoğalması gerçekleşir. Hücre büyümesinde moleküler olaylar growth faktörün(GF) (büyüme faktörünün) normal büyüme kontrol yoluyla ilişkili genlerin salınımını etkileyerek hücre proliferasyonuna yol açtığının anlaşılmasından sonra aşama kaydetmiştir. Ki büyüme kontrol yoluyla ilişkili bu genler protoonkogen olarak tanımlanır. Bu genlerin salınımı normal büyüme ve rejenerasyon boyunca sıkı kontrol altındadır. Bu tür protoonkogenlerin yapısında değişiklik onların kanserin karakteristiği olan kontrolsüz hücre büyümesini sağlayan onkogenlere dönüşümünü sağlar. Gerek normal hücre siklusu için gerekse kanser oluşma basamaklarında önemli olan 3 sistem vardır. 1) Hücre yüzey reseptörleri 2) Sinyal (uyarı) iletim sistemi 3) Transkripsiyon faktörleri 1)HÜCRE YÜZEY RESEPTÖRLERİ Hücre büyümesi uyarı alan ajanın (çoğunlukla bu GF’dür) spesifik reseptörlere bağlanmasıyla başlar. Reseptör proteinleri hedef hücrenin sitoplazmasında,hücre yüzeyinde veya nükleusunda olabilir. Üç tip hücre yüzey reseptörü hücre büyüme ve gelişmesinde önemlidir. Bu reseptörler ile alınan uyarı, uyarı iletim aracılığıyla nükleusa iletilir. 1) İntrinsik kinaz aktivasyonu ile ilişkili resptörler Bu yolla çalışan reseptörler Epidermal büyüme faktörü, Fibroblast büyüme faktörü, Platelet kökenli büyüme faktörü vb. dir. Bu reseptörlerin bir ligand bağlanması için ekstraselüler zincir kısmı vardır. GF’ün bağlanması ile reseptör dimerize olur ve reseptör ligand kompleksi oluşur. Reseptörün dimerizasyonunu reseptör otofosforilasyonu takip eder ki ki bu fosforilasyon sitozolik proteinlerin bağlanması için bölge oluşturur. Reseptör ligand kompleksi dimerize ve fosforile olduktan sonra köprü (Bridging) proteinlere bağlanır ve fosforile reseptör sitoplazmada bulunan ve bir protoonkogen olan ras’ı aktive eder. Ras GTP’az(Guanozintrifosfataz) ailesindendir. İnaktif ve aktif formu vardır. İnaktif formunda GDP’ye (Guanozindifosfat) bağlıdır. Aktive olduğunda GTP’ye döner. Ras’ın aktif formdan inaktif forma dönüşmesini sağlayan GAP(GTPaz aktive eden protein ) dır. Aktive olan ras diğer protein olan raf’a bağlanır buda MAP kinaz(Mitojen aktive eden protein kinaz) uyarı sistemi yolunu aktive ederek uyarı nükleusa iletilir. Uyarı nükleusa girince transkripsiyon faktörleri olan c-jun ve c-fos’un fosforile olur. Bu uyarılarla siklusun S fazına girmesi sağlanır. 2) İntrinsik katalitik etkisi olmayan reseptörler 3) İntrinsik kinaz aktivitesi yok. Ligand bağlanmasını takiben sitoplazmadaki bir veya daha fazla protein kinazı aktive eder. Sitokinler bu yolla etkilidir. 4) G proteinine bağlı reseptörler Hücre büyümesinde pek katkısı yok. 2)UYARI İLETİM SİSTEMİ Ekstraselüler uyarılar alınıp intraselüler uyarıya dönüyor ve hücresel cevap oluşturuyor ve tipik olarak protein kinaz sistemi ile çalışıyor. Hücre büyümesinde önemli olanlar 1) Mitojen aktive eden protein kinaz(MAPkinaz) 2) PI-3 Kinaz(Fosfoinozitid-3kinaz) 3) IP-3 (İnositol lipid) 4) C AMP yolu 5) JAK/STAT(Janus kinaz) sistemi Bunlardan en önemlisi ve sık kullanılanı MAP kinaz sistemidir. GF uyarı sisteminde etkili olan yoldur ve ras bu yolda bilinen protoonkogendir. Inositol lipid yolu proteinkinaz C’yi aktive eder bu da çeşitli hücresel komponentleri fosforile ederek siklusun S fazına girmesini sağlar. CAMP yolu ise adenilat siklaz aktivasyonu sağlanır cAMP artar ve protein kinaz A aktive olur sonuçta hedef genlerin ekspresyonu stimulasyonu sağlanır. JAK/ STAT yolunda örnek sitokinlerdir. Bunların intrinsik kinaz aktivitesi yok. Reseptör sitoplazmadaki protein kinazları aktive eder. 2 3)TRANSKRİPSİYON FAKTÖRLERİ Uyarı iletim yolu ile uyarılar nükleusa iletilir. Nükleusda regülasyon transkripsiyon gen düzeyinde yapılır ve transkripsiyon faktörleri ile kontrol edilir. Hücre proliferasyonunu ayarlayan faktörler c-myc, p53 ve Rb (retinoblastom geni) dur. Transkripsiyon faktörleri fosforile olduktan sonra subselüler lokalizasyonu veya DNA’ya afinitesi değişir, bu da gen ekspresyonunu değiştirir. SONUÇ; Büyüme faktörleri reseptörlerine bağlanır ve onları aktive eder, uyarı iletiminde görevli proteinler fosforile olur, kinazlar serisi aracılığıyla sinyal nükleusa iletilir., transkripsiyon faktörlerinin aktivasyonuyla DNA sentezi başlar ve S fazına giriş sağlanmış olur. HÜCRE SİKLUSU ve HÜCRE BÖLÜNMESİNİN REGULASYONU Büyüme faktörleri moleküler olaylarda etkili ama bunların hücre siklusuna girmesini sağlayan kim? İşte bu olayları regüle eden 2 kontrol mekanizması var. 1) Siklinler 2) Kontrol noktaları; Gerekirse progresyonu geciktirip sonraki siklusa bırakıyor. 1)SİKLİNLER Hücrenin siklusa girmesi ve progresyonları siklinlere bağlı. Siklinler etkilerini siklin bağımlı kinazlarla kompleks yaparak gerçekleştirir. Siklusun her fazında etkili siklinler değişiktir. Örneğin G1’den S’e geçişte siklin D, G2’den M’e geçişte siklin B’ler etkindir. Hücre siklusunda G1’den S fazına geçiş önemli noktadır. Bu dönemde hücreye çoğalması için veya durması için uyarı gider. Bunun kontrolünü sağlayan ise tümör süpresör bir gen olan retinoblastomdur. G1 progresyon gösterirse siklinlerden Dgrubu birikir. Bunlar siklin bağımlı kinazları(SBK) aktive eder. Oluşan siklin/SBK kompleksi Rb’un fosforile olmasını sağlar. Rb fosforile olunca E2F proteinlerini serbest bırakır. Serbest kalan E2F S fazına giriş için gerekli genlerin transkripsiyonunu sağlar ve hücre S fazına girer. DNA sentezi gerçekleşir. Siklin/SBK kompleksinin etkileri SBK inhibitörleri ile ortadan kaldırılır. Bunlar p21, p27, p16, p57, p16, p15, p18, p19’dur. Siklusta bu inhibitörlerle siklusun normal dengesi sağlanmaya çalışılır. Uyarı çoğalma yönünde ise siklinler aktive olur. Durma yönünde ise inhibitörler aktive olur. 3 2)KONTROL NOKTALARI Kontrol noktalarının aktivasyonu hücre siklusunu durdurur. Tamir için zaman verilir. Ve mutasyon olmaması için olanak tanınır. P53 geni DNA hasarında aktive olan ve siklusun inhibisyonunu sağlayarak hücreyi son ana kadar korumaya çalışan tümör süpresör gendir ve en önemli kontrol noktasını oluşturur. Hücre büyümesinin bir diğer ucu büyüme inhibisyonudur ve bunu regüle eden TGF beta dır. Hücre siklusunu S fazına girmeden durdurur. KARSİNOGENEZİSDE TEMEL NOKTALAR 1) Letal olmayan genetik hasar karsinogenezisin kalbidir. Bu tip genetik hasar çevresel faktörler, radyasyon, virusler veya germ hattındaki kalıtım ile kazanılabilir. 2) 3 tip regulatuar gen büyümeyi teşvik eden PROTOONKOGEN, TÜMÖR SÜPRESÖR GEN, ve APOPTOZİS genetik hasarın temel hedefidir. Protoonkogenlerde mutant aleller dominant olarak kabul edilir çünkü normal alel olmasına rağmen hücreleri transforme edebilir. Ancak tümör süpresör genlerde her 2 alellin mutant olması gerekir ki transformasyon devam edebilsin. 3) DNA hasarını regüle eden genler. Hücre proliferasyonunu direkt etkilemez. Diğer genlerdeki nonletal hasarı organizmanın tamir etmesi için etki yaratarak yapar. 4) Karsinogenezis multistep olaylar zinciridir. Moleküler düzeyde progresyon genetik lezyonların birikimi sonucu olur. PROTOONKOGENLER Protoonkogenler hücre büyüme kontrol yoluyla ilişkili genlerdir. Protoonkogen grubunda sayılan genler hücre yüzeyinde etkili, uyarı iletim sisteminde etkili olanlar ve nükleusta görevli olanlar diye 3 grupta incelenir. 1) Hücre yüzeyinde etkili protoonkogenlerden en önemlisi GF’lerdir. Bu gruba ait olanlar sis, hst 1, int 2 ,ve GF reseptör ailesinden c-erb-B1, c-erb-B2, c-erb-B3 ve ret protoonkogenleridir. 2) Uyarı iletim sisteminde etkili olanlar Ras ve abl ‘dir. 3) Nükleusta lokalize olanlar Myc(N-myc, L-myc vb) Bu ürünlerin tümü normal siklusta belli düzen içerisinde çalışırken nasıl düşman haline geliyor ve hücreye zarar veriyor?. İşte protoonkogenler retroviral transdüksüyon ile veya 4 insitu davranışlarını değiştirerek selüler ONKOGENLERE dönebiliyor ve onkojenik potansiyel kazanıyor. Onkojenik potansiyel kazanan genler hücre yüzeyi, uyarı iletim yolu veya nükleusta görevli olanlardan herhangi birinde olabilir. Buna göre hücre yüzeyinde gerçekleşen onkogen olayları; Hücre yüzeyinde gerçekleşen olaylar; GF ve GF Reseptörleri GF’ ü kodlayan genlerde mutasyon onları onkogen haline getirir. Örneğin platelet kökenli GF’ü kodlayan prtoonkogen c sis dir, fibroblast GF’ü ise hst-1 ve int-2 kodlar; bu ürünlerde mutasyon ile onkojenik potansiyel gelişir. Transforme hücrelerde otokrin stimulasyon GF üretimini arttırır fakat neoplastik oluşum için yeterli değildir. Yoğun hücre proliferasyonu hücre populasyonunda spontan veya indüklenmiş mutasyonu artırarak malign fenotipe katkıda bulunur. GF’lerin reseptörlerinin onkojenik versiyonları persistan dimerizasyonu ve GF’e bağlanmaksızın aktivasyon kazanmasına neden olur. Mutant reseptörler hücreye sürekli mitojenik sinyaller gönderir. Mutasyon dışında bu reseptörler aşırı eksprese edilerek veya gen yeni düzenlenmesi yoluyla da onkojenik etki yaratırlar. Örneğin, GF reseptörlerinden c-erb B1,2,3 aşırı ekspresyon yoluyla hücreye zarar verirler. Sitoplazmada gerçekleşen uyarı iletim sistemi; GF’ler ile aktive olan hücre yüzey reseptörleri aktive olunca sinyaller membrandan alınıp hücre nükleusuna iletilir. Uyarı iletim sisteminde en iyi bilinen protoonkogen RAS’tır. Ras protein mutasyonu %10-20 tümörlerde olur. İnsan tümöründe tek en sık dominant onkogen anormalliği ras geninde mutasyondur. GF ile indüklenen mitogenez olayında ras önemli rol oynar. Ras blokajı GF’lerin proliferatif cevabını önler. Ras GF ile aktive olunca GDP’den GTP’ye döner aktive olur ve raf’ı hareketlendirir. Raf MAP kinaz yolunu uyararak mitogenez başlatılır. GTP’az aktivitesi ile GTP, GDP’ye döner ve ras sakin hale gelir. Ras’ın düzenli işlemesi GDP ile GTP arasındaki olaylara bağlıdır. Bu olaylar enzimatiktir. Daha önemli bir olay aktif ras ile ilişkisi olduğu bilinen GTPaz aktive eden protein(GAP) varlığıdır ve GAP’ın fonksiyonu ras aktivitesinin kontrol edilemeyen hareketini önlemektir. Eğer ras mutasyonu olursa GAP’ın önleyici etkisi ortadan kalkar ve GTP aşırı olur ve mitojenik sinyaller artar. Nükleer transkripsiyon faktörleri Tüm sinyaller nükleusa girer ve mitotik siklusa doğru regülasyon yapar. Nükleusta lokalize onkogen ürünleri myc-myb- jun ve fos’tur. En önemlisi myc protoonkogenidir. Uyarıyı alan myc max adı verilen protein ile dimer oluşturuyor. Oluşan bu kompleks DNA’ya bağlanıyor ve potent transkripsiyonel aktivatör fonksiyonda bulunuyor. Myc’in diğer üyesi mad ile de 5 max birleşebiliyor ve hücre büyümesinde inhibitör görevi yapıyor. Dolayısı ile myc’in transkripsiyonel aktivitesi sadece myc ile ilgili değil max ve mad proteinlerine de bağlı. Mycmax hücre proliferasyonunu sağlarken max-mad hücre büyüme inhibisyonu yapıyor. Myc’in ayrıca apoptozisi regüle etme fonksiyonu da var. GF ile sinyal gelmez ise ve myc aktive olursa hücreler apoptozise gidiyor. Myc’in onkojenik versiyonu persistan ekspresyonu ile ilgili, sabit transkripsiyona yol açarak neoplastik gelişim oluyor.c- myc bozukluğu Burkitt Lenfomada genlerde translokasyon sonucu oluyor. Buraya kadar sayılan faktörler protoonkogen grubundan olan gen ürünleri olup onkogen haline dönebilen ve neoplastik transformasyonda önemli basamakları oluştururlar. Bu ürünleri hücre siklusuna sokmada etkili faktörlerden siklinlerde gerek normal gerekse onkojenik olaylarda söz sahibi faktörlerdir. Kısaca siklinlerin özelliklerine değinecek olursak; Siklinler ve Siklin Bağımlı Kinazlar Siklin bağımlı kinazlar siklus boyunca eksprese edilir ama inaktiftir. Siklinlere bağlanarak aktivite kazanır. Siklinler siklusun belli dönemlerinde sentezlenir amaçları siklin bağımlı kinazları aktive etmektir. Amaçlarına ulaşınca siklin düzeyi düşer. Siklinler siklin bağımlı kinazları artırırken inhibitörleri siklin bağımlı kinazları inhibe ederk hücre siklusunu kontrol altında tutarlar. G1’den S fazına geçiş en önemli basamaktır. Hücre büyüme sinyali alınca siklinler(siklin D) birikir ve SBK’lara bağlanır. Siklin/SBK kompleksi retinoblastomu aktive eder. Ve hücre siklusa girer. S fazından G2’ye ilerleme ise başka siklinlerin (SiklinA) birikmesi ve up regulasyonu ile olur. G2 nin erken döneminde ise B siklinler aktive olur ve G2 den M fazına geçiş sağlanır. Siklinlerin fonksiyonunu ise siklin bağımlı kinazlar(SBK) ile regüle edilir. Siklin ve SBK larda mutasyon hücre proliferasyonunu teşvik eder. Braya kadar sayılan bu protoonkogenlerin mutant formları nasıl büyümeyi stimule eder ve hangi mekanizmayla protoonkogen haline döner? Önemli 2 değişiklik; 1) Genin yapısında değişklik olur anormal gen ürünü sentezlenir ve aşırı fonksiyona sahiptir. 2) Gen ekspresyon regulasyonunda değişim olur, yapısal olarak normaldir ama artmış veya uygunsuz üretimi söz konusudur. a) Nokta mutasyon, en iyi örnek ras mutasyonudur. b) Kromozomal yeni düzen;2 tip kromozomal yeni düzen protoonkogeni aktve eder. 1) translokasyon ve inversiyon Translokasyon sonucu normal fonksiyona sahip gen ürünü Ig ağır zincirine yaklaşır ve bu gen kontrol dışı kalacağı için amaçsız stimulasyona neden olur. Bazı durumda ise translokasyon 6 sırasında mutasyon olur ve genin normal fonksiyonu olmaz. Translokasyon indüklü aşırı salınıma en iyi örnek Burkitt Lenfomadır. Bu lenfomada myc taşıyan segment olan kromozom 8’in kromozom 14q band 32’ye göçü söz konusudur. Bu yer c-myc’i Ig ağır zincirine yaklaştırır ve aşırı ekspresyonuna neden olur. Sonuç olarak spesifik translokasyonlar ile gen ürünleri regulatuar elemanların altına getirilerek protoonkogen aşırı ekspresyonu olur. Genleri bir diğer aktivasyon sebebi DNA sentezi sırasında amplifikasyondur. Bazı tümörlerde amplifikasyon kötü prognoz ile ilişkilidir. Karsinogenezis temelinde protoonkogenler dışında tümör süpresör genlerinde rolü büyüktür. Protoonkogenler hücre büyümesini teşvik eden proteinleri kodlarken, süpresör gen ürünleri hücre proliferasyonunu frenler TÜMÖR SÜPRESÖR GENLER Fizyolojik fonksiyonları hücre büyümesini kontrol etmektir.Tümör oluşumunu engellemek değildir. Knudson adlı araştırmacı 2 mutasyon teorisini destekliyor. Buna göre herediter olan olgularda bir genetik değişiklik ebeveyinlerden birinden gelir ve tüm somatik hücrelerde vardır, İkinci mutasyon ise retinal hücrelerin herhangi birinde olur ki bu ilk mutasyonuda taşımaktadır. Sporadik vakalarda ise her 2 mutasyon aynı tek hücrede somatik olarak vardır. Buna en iyi örnek retinoblastom geninde açıklanmıştır. Mutant kalıtsal Rb geni taşıyan çocuk normaldir(Rb lokusu için heterezigot olduğundan), sadece kanser gelişme riski yüksektir. Mutant allel homozigot olursa kanser gelişir. Tümör süpresör genlerde protoonkogen gibi hücrenin değişik yerlerinde , hücre yüzeyinde, sitoplazmada, nükleusta etkili olanlar şeklinde gruplara ayrılır. Buna göre 1) Hücre yüzeyinde etkili tümör süpresör genler Hücre büyüme ve davranışını regüle eden hücre yüzeyinden salınan çeşitli tipte moleküller vardır. En önemlileri Transforming Growth Faktör(TGF) beta, Kadherin ve Deleted kolon kanser geni (DCC)sayılabilir. TGF beta büyümeyi inhibe edici faktördür. Kadherin hücresel adezyonu sağlar. DCC geni ise hücre hücre ve hücre matriks ilişkisini sağlar çevreden aldığı uyarı ile hücre büyüme ve difensiyasyonunu regüle eder. TGF beta büyüme inhibisyonu yapan genlerin transkripsiyonunu regüle eder. Bunu SBK inhibitörleriyle yapar ve hücre siklusu engellenir. TGF beta’da mutasyon pek çok tümörde görülür. 7 2) Uyarı iletim sistemini regüle eden süpresör genler(Sitoplazmada) Tümör süpresör genlerin bir diğer etkili olduğu alan büyüme sinyalini azaltmaktır. Nöröfibromin 1 (NF1) geni ile Adenomatoz polipozis geni(APC) bu kategoridedir. NF1’de ve APC’de germ çizgi mutasyonu benign tümörlerle ve karsinom prekürsörleriyle ilişkilidir. APC geni vakaları ile doğan bir kişide 1 mutant allel vardır. Yaşam sırasında yüzlerce polip gelişir. Malignite gelişmez , ancak tümör gelişimi için 2 kopyenin de kaybı gerek. Adenomdan kanser gelişimi ek mutasyonlarla mümkün. APC geni sitoplazmada lokalize ve diğer proteinlerle ilişkide ki bunlardan biri beta katenindir. Bu nükleusa girip transkripsiyon faktörlerini etkileyebiliyor. APC’nin görevi katenini yıkmak ve sitoplazmada az bulunmasını sağlamak. APC inaktivasyonu veya kaybı katenin seviyesini artırır ve selüler proliferasyon olur. Katenin mutasyonu da olabiliyor. Mutant katenin APC’nin yıkıcı etkisine direnç gösteriyor. NF1 geni de APC gibi davranıyor. 1 mutant alleli olanda sayısız nöröfibrom gelişiyor, 2: kopyesinde kayıp olunca veya ek mutasyonlarla malign tümör olabiliyor. NF1 geni uyarı iletimini protoonkogenlerden ras ile yapıyor. NF GTPaz aktive eden proteindir, aktif ras’ı inaktif ras’a çevirir. NF1 kaybı olunca ras aktif kalır ve sürekli sinyal iletilir. 3) Nükleusta etkili tümör süpresör genler Nükleusta lokalize olan tümör süpresör genler retinoblastom(Rb), p53 ve Wilms tümör(WT1) dür. Retinoblastom(Rb); İlk tanınan tümör süpresör gendir. Hücre siklusunda anahtar rolü vardır. Her hücre tipinde eksprese edilir. Aktif, inaktif formu vardır. Aktif formunda hücre siklusunda G1’den S’e geçerken fren görevi vardır. Hücreler GF ile fosforile olunca Rb inaktifleşir ve fren ortadan kalkar. S fazına giren hücreler bölünmeye başlar. Rb’un bu etkilerinde önemli rol oynayan bir faktörde E2F proteinidir. E2F ile sıkı bağlantıda iken fosforile olunca E2F’yi serbest bırakır ve serbest kalan E2F transkripsiyon faktörlerinin aktivasyonu ile hücrenin S fazına girmesini sağlar. Rb proteini olmazsa veya E2F’nin regülasyonu bozulursa hücre siklusunun moleküler freni bozulur ve hücreler sürekli S fazına girer. Ayrıca Rb görev yaptığı sürece dolaylı yolda onun fonksiyonunu regüle eden ürünler örneğin siklinler ve SBK’lar da ve hatta SBK inhibitörlerinde mutasyon Rb kaybının yarattığı etkileri taklit ederek hücreye zarar verir. Sonuç olarak hücre siklusunun kontrolünün kaybı malign transformasyonun merkezidir ve siklusun 4 anahtarından en azından birinin mutasyonu gerekir. Bunlar Rb, siklinler, SBK’lar ve SBK inhibitörlerinden p16 dır. 8 P53 Geni İnsan tümöründe tek en sık genetik değişiklik için hedeftir. %50’den fazla bu tümörlerde genetik mutasyon olur. P53’ün homozigot kaybı hemen her tip kanserde görülür. Daha nadir olarak bazıları p53’ü kalıtsal şekilde mutant allel olarak bulundurur. Rb geni gibi 1 mutant allelin kalıtımı kişinin malign tümör geliştirmesi için predispozandır çünkü sadece ek bir tek arıza normal olan ikinci alleli bozar. P53 kritik kapı bekçisi gibidir. Moleküler polis de denir. Nükleusta lokalizedir diğer genlerin transkripsiyonunu kontrol etmek primer görevidir. Rb aksine hücre siklusunun bekçiliğini yapmaz. P53’ün acil fren için çağırılması ancak DNA hasarı, radyasyon, mutajenik kimyasallarla temas olduğunda söz konusudur. Genetik materyal zedelenince uyuyan p53 harekete geçer. 2 ana hedefi vardır. 1) Hücre siklusunu durudurmak 2) Apoptozisi indüklemek. p53 ile indüklenen siklus durması G1 fazının geç döneminde olur ve p53 bağımlı SBK inhibitörleri aracılığı ile olur. SBK’inhibitörlerinden bu işte görevli olanı p21 dir. p21 geni siklin/SBK kompleksini inhibe ederek S fazına girme için gerekli Rb fosforilasyonunu engeller. Hücre siklusunda durma hoş karşılanır ve DNA hasarı tamiri için zaman tanınır. DNA hasarı başarı ile tamir edilirse p53 mdm2’ye bağlanıp etkisi sona erer. Eğer DNA hasarı tamir edilemezse son bir umutla apoptozis indükleyen genlere haber gönderir. Bax ve ınsulin like GF(IGF) p53 duyarlı 2 gendir. Bax bcl-2’ye bağlanır ve onu antagonize eder. p21 bax ve growth arrest and DNA damage geni (DNA tamiri sırasında provake edilen) p53 fonksiyonunda anahtar olan genlerdir. p53 bu özellikleri ile genomun gardiyanı olarak da tanımlanır. p53 homozigot kaybı DNA’nın tamir edilememesine neden olur ve mutasyon hücrelerde birikir ve malign transformasyon oluşur. P53’ü aktive eden bir başka faktörde hipoksidir. P53 genleri normal ise hipoksik hücreler apoptozise gidiyor. P53 mutant ise hipoksik hücreler apoptozise direnç gösteriyor. Bu nedenle hipoksi p53 geni inaktif olan hücreleri seçiyor ve hipoksinin artmasına neden oluyor. P53 geni somatik ve kalıtsal mutasyon dışında başka mekanizmalarlada inaktif olur. HPV E6 proteini p53’ü yıkabiliyor. 1997’de p53e benzer p73 geni bulunmuş. 9 BRCA1ve BRCA2 geni Diğer süpresör genler gibi bu genleri kalıtsal olarak mutant biçimde taşıyan kişide meme kanseri gelişme riski yüksek. BRCA-1 ve2'nin’ fonksiyonu tam anlaşılamamış. Protein ürünleri nükleusta lokalize ve transkripsiyon faktörleri ile ilgili. Bazı veriler bu genlerin DNA tamiri ile ilişkili olduğunu söylüyor. BRCA geninde mutasyon hücre büyümesini direkt etkilemiyor, DNA replikasyonunda hatalara neden oluyor ve hücre siklusunu etkileyen genlerin mutasyonuna yol açıyor. Hücre siklusunu p21 aracılığı ile regüle ediyor. APOPTOZİSİ REGÜLE EDEN GENLER Apoptozis enerji bağımlı olaylarda son noktadır ve 4 komponent içerir 1) Uyarı sistemi 2) Kontrol ve integrasyon 3) Ortak infaz fazı 4) Fagositoz Kontrol ve integrasyon dönemi spesifik proteinlerle olur. Bu proteinler ölüm sinyalini infaz programına bağlar. Direk infaz sistemine uyarının gitmesi Fas-Fas ligand ile oluşur. 2. Yol ise bcl-2 ile ilgili olan bölümdür. Mitokondriyal fonksiyonu regüle ederek çalışır. Mitokondri permeabilitesini regüle eden çeşitli proteinler vardır. En önemlisi bcl-2’dir. Bcl-2 dış mitokondri membranında ER’da ve nükleer zarda bulunur. Ailenin diğer üyeleri ile regüle edilir. Bu üyeler bcl-2’ye bağlanarak aktivitesini artırır veya inhibe eder. Apoptozisi teşvik eden bax ve bad, inhibe edenler ise bcl-XL dir. Apoptozis için önemli basamak mitokondriden sitokrom C salınımıdır. bax sitok C salınımını teşvik eder ve permeabilite artışına neden olur. Ölüm sinyali ile sitok C salınınca Apaf-1’e bağlanır. (proapoptotik aktive eden protein) ve aktive eder,buda kaspas denilen protein ürününü kamçılar ve hücreyi öldüren sinyaller gider. bcl-2ise sitokrom C salınımını engelleyip mitokondri membranında permeabilite artışını önler. Bu olaylar dengededir. Ancak bazı tümörlerde translokasyon sonucu bcl-2 yer değiştirir ve sürekli eksprese edilir. Örnek B hücreli lenfoma. Burada prolifere hücre olmuyor bunun aksine hücre ölümünün azlığı söz konusu. bcl-2’nin p53 ve c-myc ile de yolları kesişiyor. p53-bax ve c-myc aktivasyonu apoptozisi stimule ediyor. DNA TAMİR GENLERİ Dışardan gelen olası DNA hasarı ile birlikte DNA normal bölünen hücrelerde spontan olarak DNA replikasyonu sırasında oluşan hatalara da duyarlıdır. Genomun bütünlüğü açısında DNA 10 tamiri önemlidir. DNA tamir geninin kanser predispozisyonunda rolü herediter nonpolipozis kolon kanser(HNPCC) sendromunda gösterilmiştir. Bu familyal kolon kanseri ile karakterizedir. HNPCC mismatch tamir genlerinde defekt sonucu oluşur. Mismatch tamir geni DNA replikasyonu sırasında kontrol görevi görür. Örneğin guanin timin çiftleşmesinde hasar varsa tamir geni bunu düzeltir. Bu tip düzeltmeler olmazsa hatalar yavaş yavaş çeşitli protoonkogen ve süpresör genlerde birikir. Ve mutasyonlara izin verir. Mismatch tamir genlerinde bu hatalarla tümör hücrelerinde bu tekrarlar genişler ve normal hücre allellerinde olmayan alleller ortaya çıkar. Bu tür dengesizlik hatalı mismatch tamir geninin göstergesidir. Defektif DNA hasarı ile giden bazı hastalıklar vardır. Bunlar; Xeroderma pigmentozum, Fanconi sendromu,Ataksi telenjiyektazi vb. Ataksi telenjiyektazi (AT)geni DNA hasarına karşı koruyucu görevi var. Hasar olunca p53 aktive olur ve siklusu durdurur. AT geni yoksa p53’ün indüklediği siklus durması olmaz. DNA hasarlı hücreler çoğalmayı sürdürür. TELOMER ve KANSER Hücre birtakım bölünmelerden sonra normal hücre bölünmeyen sakin hücre haline geçer. Hücreler bölünmelerini nasıl hesaplar bilinmiyor. Ama bilinen şudur ki kromozomların sonunda bulunan ve telomer denilen özel bir yapı her hücre bölünmesinde kısalmaktadır. Telomer kısalınca telomerin fonksiyon kaybı olur bu da kromozomun uç uca füzyonuna ve hücre ölümüne neden olur. Bu nedenle telomer kısalması hücre büyümesini sayan saat gibidir. Germ hücrelerinde telomer kısalması telomeraz ile inhibe edilir. Çoğu somatik hücrede bu enzim bulunmaz bu yüzden telomerlerde progresif kayıp olur. Son çalışmalar telomerazın insan hücresine konulmasıyla hayat uzaması olacağını destekliyor. Telomeraz kaybı hücrelerin yaşamını sonlandırıyor ise tümör nasıl yaşıyor. Kanser hücreleri bir yol bularak telomerin kısalmasını engelliyor, bunu da telomerazı reaktive ederek yaptığı düşünülüyor. Telomeraz aktivitesi çoğu tümörde görülüyor. Bu nedenle telomer kısalmasının tümör süpresör etki edeceği düşünülüyor. MULTİSTEP KARSİNOGENEZİSİN TEMELİ Her insan kanseri multipl genetik alterasyon gösteriyor, pek çok onkogenin aktivasyonunu sağlıyor ve bir veya daha fazla supresör gen kaybı oluyor. Bu değişikliklerin herbiri malign tümöre gidişte basamak oluyor. Bu olay en iyi kolon kanserinde açıklanmış (Adenomkarsinom ilişkisi) İlk önce APC süpresör geninde inaktivasyon oluyor, bunu ras aktivasyonu izliyor,ve daha sonra p53 ve bazı tanımlanamayan supresör gen kaybı ile malign transformasyon gerçekleşiyor. 11 TÜMÖR GELİŞİMİNİN BİYOLOJİSİ Malign tümörün doğal hikayesi 4 fazda incelenir. 1) Hedef hücrede malign değişim,transformasyon 2) Transforme hücrenin büyümesi 3) Lokal invazyon 4) Uzak metastaz Bunların bir kısmı tümöre bağlıdır,örneğin ikiye katlanma zamanı gibi, birkısmı ise anjiogenezis gibi kişinin cevabını gösterir. Tümör büyümesini etkileyen faktörler; 1) Hücre büyümesinin kinetiği 2) Tümör anjiogenezisi 3) Tümör progresyon ve heterojenitesi TÜMÖR HÜCRE KİNETİĞİ Orijinal transforme hücre en az 30 populasyon 2’ye katlanması gerkir ki 10 üzeri 9 hücre olsun. Bu klinik olarak tanınabilir en küçük boyuttur. Buna karşın sadece 10 ileri katlanma tümörün 10 üzeri 12 olması için gerekir. Solid tümör klinik olarak tanındığı anda hayat siklusunu tamamlamış demektir. Tümöral hücrelerin bulunduğu 2 ortam vardır. Proliferatif veya replikatif havuz denilen kısım ve nonproliferatif havuz.. Proliferatif havuzdaki hücreler ve tümöral hücreler büyüme fraksiyonunu oluşturur. Erken fazda tümörün büyümesi prolifertif havuzda olur. Tümör büyümeye devam ettikçe proliferatif havuzu terkeder. Bu terketme besinlerini kaybetmesi veya dökülmesi nedeniyle olur.Nonprolifertaif havuzda G sıfır fazındadır veya diferensiye durumdadır. Kanserli hücrenin çoğu G-sıfır veya G1 fazındadır. Böylece klinik olarak fark edilen tümör proliferatif havuzda değildir. Tümörün hangi hızda büyüdüğü hücre üretiminin ölümüne oranına bakılarak yapılır. Tümör hücre kinetiğinde önemli noktalar 1) Tümör büyüme hızı büyüme fraksiyonuna bağlıdır ve hücre üretimi ile ölümü arasındaki denge önemlidir. 2) Tümör hücresinin büyüme fraksiyonu kemoterapiye duyarlılığı ile de ilişkilidir. Çünkü çoğu kemoteropatikler hücre siklusuna etkilidir. Yani nonproliferatif havuzdaki tümöral hücreler yavaş gelişir ama ilaç tedavisine dirençlidir. Prolifertaif fazda olanlar hızlı büyür ve ilaçlara duyarlıdır. Bu nedenle tümörlerde tedavi yaparken amaç onları hücre siklusuna sokmak yani G sıfır fazından çıkarmaktır. 12 TÜMÖR ANJİOGENEZİSİ Tümör kinetiğinden başka tümörün büyüme hızını modifiye eden faktörlerden biri kan akım dır. Tümörler kanlanmadıkça 1-2 mm’den öteye gidemezler ve bu çapın üzerinde tümör büyüyemez çünkü hipoksi p53’ü aktive ederek apoptozisi indükler. Neovaskülarizasyon çift etkiye sahiptir. Hem dokunun gıda ve oksijen ihtiyacını sağlar hem de yeni damarların endotel hücrelerinden tümör hücrelerinin büyümesini sağlayacak polipeptitler salgılanır. PDGF,İGF,GM-CSF gibi. Angiogenezis sadece tümör gelişiminde değil metastazda da önemlidir. Büyüyen tümörler kan akımını nasıl temin ederler. Tümörler ilişkili anjiogenik faktörler tümör hücresi tarafından veya inflamatuar hücrelerden gelişebilir. En önemli anjiogenik faktörler VEGF ve bFGF dir. Son çalışmalar tümör hücrelerinin hem anjiogentik hem de antianjiogenetik faktörleri indüklediğini ortaya koymuştur. Antianjiogenezis faktörleri Trombospondin 1 dir. Deneysel ve klinik çalışmalar pek çok tümör gelişiminin erken döneminde anjiogenezisin indüklenmediğini göstermiştir. İn situ olarak yıllarca kalır, daha sonra muhtemelen mutasyonların birikimine bağlı bazı tümörler anjiogenik fenotipe döner. Moleküler temelde de anjiogenik faktörlerin artışı veya inhibitör mekanizmaların kaybı söz konusudur. Kan damarları 2 yolla yapılır 1) Vaskulogenezis; Primitif vasküler ağ embryonik gelişim süresince anjioblast denen endotel hücre prekürsörlerinden yapılır. 2) Anjıogenezis veya neovaskülarizasyon; Önceden var olan damarların yeni damar oluşturmak üzere kapiller tomurcuk geliştirmesi Anjiogenezis Basamakları; 1) Bazal membranın proteolitik yıkımı 2) Endotel hücresinin anjiogenik stimulusa göçü 3) Endotel hücre proliferasyonu 4) Endotel hücre maturasyonu, kapiller tüp oluşumu 5) Periendotelyal hücrelerin endotelyal tüpleri desteklemek için toplanması ve damarın fonksiyon görüp devamlılğının sağlanması Bu basamakların her biri GF’ler, vasküler hücreler ve ekstra selüler matriks ile kontrol edilir. Vaskülogenezisde en çok rolü olan VEGF’dir(Vasküler endotelyal GF). Ve anjiopoetindir. Erken vasküler gelişim de VEGF anjioblastlar üzerindeki reseptörüne bağlanır ve endotel 13 hücre proliferasyonu gerçekleşir. Bunu takiben ikinci reseptör ile bağlantı kurulur ve kapillerin tüp formasyonu indüklenir. Anjiopoetin 1 endotel üzerindeki reseptörler ile ilişkiye girer ve periendotelyal hücreleri toplar ki yeni oluşan damarlar stabilize olsun. Anjiopoetin damarın basit endotelyal tüpten daha vasküler yapı alması için çalışır. TÜMÖR PROGRESYON ve HETEROJENİTESİ Çoğu malign tümör monoklonal olmasına karşın klinik olarak tanındıkları anda heterojen olurlar. Moleküler düzeyde tümör progresyonu ve heterojenitesi değişik hücrelerde multipl mutasyonların birikiminden kaynaklanır ve farklı karakterde subklonlar oluşur. Orijinal transforme hücrede ek genetik hasarı indükleyen nedir?. Transforme hücre genetik olarak stabl değildir, bup53 kaybından veya DNA tamirinden sorumlu genlerin kaybından kaynaklanabilir. Buve belirlenemeyen pek çok olay tümör hücresini klonal yayılım boyunca spontan mutasyona maruz bırakır. Tüm bu olaylar immun ve nonimmun baskılara cevap veren subklonlar oluşumuna neden olur. Heterojenite tümör klinik olarak belirgin olmadan başlar. 14 METASTAZ BİYOLOJİSİ Malignitenin biyolojik belirteçleri invazyon ve metastazdır. Metastatik olay 2 basamakta incelenir. 1) Ekstraselüler matriks invazyonu(ECM) 2) Vasküler yayılım Ekstraselüler Matriks İnvazyonu Dokular bir seri kompartmanlar içinde organize olmuştur ve 2 tip ECM ile birbirinden ayrılmıştır. 1) Bazal membran 2) İnterstisiyel bağ dokusu ECM’in herbir komponenti kollogen,glikoprotein ve proteoglikanlardan oluşmıştur. Tümör hücresinin metastatik olaylarda ECM ile değişik aşamalarda temasa geçmesi gerekir. Kanser hücresinin ilk önce alttaki bazal membranı parçalaması, daha sonra interstisiyel bağ dokusunu geçmesi ve dolaşıma karışması söz konusudur. ECM invazyonu birkaç basamakta gerçekleşir. 1) Hücrelerin biribirinden ayrılması 2) Matriks komponentlerine yapışma 3) ECM yıkımı 4) Tümör hücrelerinin migrasyonu Normal hücreler birbirine ve çevrelerine çeşitli adezyon molekülleri ile tutunmuştur. Bunlardan kadherin önemlidir. Epitelyal dokuda homotipik adezyonu düzenler ve epitel hücrelerini birarada tutar. Tümör hücrelerinde kadherin sekresyonu azalır ve hücreler birbirinden ayrılır. Tümör hücrelerinin birbirinden ayrılmasını matriks komponentlerine yapışma izler. Çevre ECM’e penetre olabilmek için tümör hücrelerinin önce matriks komponentlerine yapışması gerekir. İnvazyon ve metastaz için önce laminin ve fibronektine tümör hücrelerinin yapışması gerekir. Bazal membran veya interstisiyel ECM’e tümör hücrelerinin yapışmasının ardından migrasyon için geçiş yolu arar. Matriks invazyonu sadece pasif büyüme basıncıyla değil aynı zamanda ECM komponentlerinin enzimatik yıkımı ile olur. Tümör hücreleri kendileri veya konakçı hücresini indükleyerek proteolitik enzim salgılar ve proteazlar artar. Normalde proteaz ile antiproteaz aktivitesi dengededir. İnvazyon kenarında denge proteaz lehinedir. 3 tip proteaz vardır. 1) Matriks metalloproteinaz 2) Serin 3) Sistein Bu proteazlar kollojeni epitel ve vasküler bazal membrandan ayırır ve tümör hücrelerinin migrasyonu için yol açılmış olur. 15 İnvazyonun bir diğer aşamasında tümör hücrelerinin parçalanmış bazal membran ve proteoliz zonundan itmektir. Migrasyon 2 molekülle idare edilir. 1) Tümör motilite faktörleri 3) Matriks komponentlerinin klivaj ürünleri(laminin) Motilite faktörleri içinde Hepatosit growth faktör vardır. ECM yıkımının ardında motilite faktörleri ile tümöral hücreler invaze olacağı bölgeye doğru itilir. Klivaj ürünlerinin büyümeyi teşvik eden,anjiogenik ve kemotaktik etkileri vardır. Kemotaksiyle tümör hücreleri ECM’e taşınır Vasküler Yayılım Dolaşımda tümör hücreleri kümeler yapar. Buna homotipik adezyon denir. Tümör ve kan hücre arasındaki agregasyon heterotopik adezyondur. Platelet tümör agregatları tümörün yayılımı ve implantasyonunu arttırır. Tümör embolisinin ekstravazasyonu endotele invazyonla ilişkilidir. Bunu bazal membran yıkımı izler. Her organ metastazı doğal drenaj yolunu takip etmeyebilir, bazılarının metastazı organa özeldir.. Bunun nedenleri; 1) İlk etapta ekstravazasyon için endotele tutunmalıdır. Tümör hücreleri adezyon molekülleri salgılar ki bu moleküllerin ligandları hedef organın endotelyal hücrelerinde salınır. 2) Bazı hedef organlar kemoçekiciler salabilir tümör hücrelerini o bölgeye toplar. 3) Bazı vakalarda hedef organ çevreye geçirgen değildir. Ekim için ve tümör büyümesi için iyi bir ortam değildir,tüm kolonisinin oluşumunu engelleyebilir. . Metastazın Moleküler Genetiği Metastatik hücrelerin pek çok özelliğinin olması gerekir. Adezyon reseptör salımı,kollojenaz üretimi,motilite faktörleri gibi. Kadherini kodlayan gen veya metalloproteinaz inhibitörü metastaz süpresör gen olarak tanımlanır. Nm23 antimetastatik gen olarak bilinir ve bunu eksprese edenlerin düşük metastaz potansiyellerinin olduğu belirtiliyor. 16