Ermeni Soykırımı Tarihi

advertisement
Ermeni
Soykırımı Tarihi
Balkanlardan Anadolu ve
Kafkasya’ya Etnik Çatışma
Vahakn N ~
hm i i *
*y*.
*
%V* • •* o »»*•-J *£■
t< ı *.
■+#< »mm« •
' y.” . > ‘
r ' , ,
“ **
V, -** -
J * * ? J L /.M J* !Jjt. .-,4- v*- /• ». J * *r.
• ■ -» .-U J./ V - *—*
*•*-- ~ •
*
j/ k f jik 1+
B E LG E Y A Y IN L A R I: 584
Türkiye İncelemeleri
Yayına Hazırlayan
R ag ıp Z arak o lu
Birinci Baskı
M ay ıs 2008
ERMEMİ SOYKIRIMI TARİHİ
BALKANLARDAN ANADOLU VE KAFKASYA'YA
ETNİK ÇATIŞMA
VAHAKN R DADRIAM
T ü rk ç e s ı
A L Î ÇAKIROĞ LU
W
belge
yayınlan
Kitabın ilk 103 sayfasını çeviren
Cihan Deniz Zarakoiu'ya teşekkür ederiz.
İÇİNDEKİLER
.r- -
T .
Teşekktır..
K ıs a ltm a la r
■
.
u ü l ......„..;.„„... v..I...;î .
.UT^;.=.,.........
11
........................................13
Ö n s ö z ..................................................................................................15
G ir iş ..............................
..'.............
19
’ • Kısım I
BÜYÖK G Ü Ç LER İN İNSANİ MÜDAHALESİ:
TARİHSEL BİR P E R SP EKTİF..........................................
I....... 33
1. Osmaniı Hukuk Düzeninin Dayandığı Islami Şeriat ve
Milliyet Ç atışm aları.............................................................................35
2. Balkanlar’daki Milliyet ihtilaflarına Bir Tepki
Olarak İnsanî M üdahale....................................................................41
İnsanî Müdahaleler ve OsmanlI Türk Hâkim iyeti..................... 42
Sırp İsyanı ve Rus M üdahalesi.................................................. 45
Yunan Bağımsızlık Savaşı ve Avrupa’nın M üdahalesi........... 47
Kırım Savaşı: İnsanî Müdahalelere Yeni bir İv m e ................... 51
1856 İslahat Fermanı ve Militan İslamcıların Karşı Çıkışları ..56
3. Çatışmaların Tırmanması ve OsmanlI’nın Geçici Çareleri. Şark
Meselesinden Filizlenen v Ermeni Sorunu’nun K ökenleri............59
Avrupa’nın Teokratik Türkiye’y e Hukuken-Siyaseten
Kucak A çm ası............................................................................... 59
Hıristiyan Marunîlerin Katli ve Hıristiyanların Korunmasına
Dönük Yeni Bir P rotokol.............................................................. 61
Balkan İsyanları. Ortodoks Slavlar Arasında Yeni Bir Tür
Müslüman Derebeylerinin Ortaya Ç ıkm ası.............................. 64
Midhad Anayasası........................................................................69
Londra Protokolünden Berlin Anttaşması’n a ............................ 73
Osmaniı Türkiye’sinde Kamu Hukuku ile Ö rf ve Âdet
Hukukunun Hayatî Farklılıkları................................................... 75
Ermeni Sorununun Provakatif Kökeni Bir Fransız B elge si
80
Umutsuzluktan Umutsuz Eylemlere: Ermeni Devrim cileri......82
5
Ktstm II
ERMENİ SORUNUNUN VE TÜRK-ERMENİ
ÇATIŞMASININ KÖKENLERİ.................................
85
4. Yerel Bir Milliyet Çatışmasının Uluslararasılaşmasında
Talihsizlik........................................................................................ 87
Ortaklaşa Abdülhamid’i Devirmeyi Amaçlayan Ermeni ve
Türk İhtilalcileri Arasında Ayrılık.............................................. 87
Ermeni İdari İyileştirme Çabalarının Yararsızlığı.................... 90
5. Şark ve Ermeni Meselelerinin Birbirini Etkileyen Dinamikleri
95
95
Her iki Sorunun Ortak Paydası................
Eımeni-Makedon İşbirliği
........
97
Yunanistan, Girit ve Zeytun......................................................98
Aynı Kökenler Farklı Sonuçlar.............................
103
Kısım III
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE İNSANİ
MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ K A LM A S I...................................... 107
6. İnsanî Müdahale ideallerinin Yerini Alan Çıkarcı Diplomasi........109
Ingiliz Parti Politikasında Bir Piyon Olan Ermeni Sorunu
Ahlaki Bir İkilem :................................................................ 110
Avusturya’nın Katliamlara Rıza Gösterme Politikası............ 120
,
Rusya'nın Rol Değiştirmesi: Ermeni Felaketinin
Dönüm Noktası.......................................................................124
Fransa'nın Rusya’y a Arka Çıkışı ve Fransız Dış Politikasında
Insanseverlik ve Fırsatçılık Arasındaki Gerilim.....................132
Bir Muhalif Fransız Sefiri’nin Destanı..................
139
İnsaniy&tçiliği de Müdahaleyi de Reddeden ■
. ,
Alman Politikası..............................................
147
7. Uzlaşmaz Diplomasinin Güçsüzlüğü:
Ermeniieri Tecrit Eden Zayıflıklar.................................................167
Ermeni/ere Yardım Arayışlarını Zora Sokan Faktörler.......... 167
Antlaşmaların Boş Vaatleri....................................................169
.
Diplomatik Anlambiiim Yoluyla Kıvırtma Faktörü................ 172
6
Kısım IV
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI ...............'..M İ
8. Abdülhamid Katliamları D evri....................................................... 179
Sason Ayaklanması............................................................... 180
Avrupa'nın Sason Ayaklanmasına Zayıf Tepkisi...................184
■ ’’
Sason Katliamının Arkasından Gelen Hınçak Gösterisi
189
Ermeni Katliamının Alt-kültürünü Oluşturan Unsurlar
191
1895-96 Zeytun Ayaklanması.............................................. 201
.. . Van’da Cehennem A te ş i...........................
............,....207
Osmanlı Bankası Baskını......................................................217
Otoritelerin Planlı Programlı Katliamlara
Yeşil Işık Yakmaları................................................................ 224
Kitlesel Cinayet Yoluyla Toplu Cezalandırmaya
Özel Ö m ek.............................................................................229
Katliamların Dini Boyutları.....................................................230
Bütün İmparatorluğu Saran Katliamlar ve İmhanın
Demografisi Ermeni Kayıplarının Niteliği ve Yaygınlığı
238
Katliamın Kültürel ve Alt-kültürel Unsurları Sorununa
Yeniden Bakış
.............................................................. 247
Fladikal Politikaya Alet Edilen Katliam...................................251
9. Geleceğin Habercisi: Abdülhamit Devri Katliamları.................... 257
V. Kısım
YENİ JÖN TÜRK REJİMİNİN SAVAŞLARI VE
KATLİAMLARI VE İNSANİ MÜDAHALENİN RUHUNU
TESLİM ETMESİ.......................................................
263
10. İki Aşamalı Adana Katliamı..........................................................265
İktidarı Ele Geçiren Jön Türklerin Gizli Gündemi.................. .....265
Soykırım Provası Olarak Gerçekleştirilen Katliamlar................. 270
11. Türklerin Balkan Yarımadası’ndan Tahliye Edilmeleri:
Anadolu’da Yeni Bir Tehdit Alg ıs ı................................................ 273
1912 Balkan Savaşı'nda Türklerin Askeri Yenilgileri
273
Şark Meselesinin Ermeni Meselesinde Erimesi................... 282
7
20.
Kemalistlerin Rusya Ermenistanı’na Müdahalesi................. 509
Ankara'nın G izli Em ri: "Ermenistan'ı Fiziksel Olarak
İmha Edin!".........................................................................511
519
Eski İttihadçı Reislepn Yeniden Görevlendirilmesi.
521
Üst Düzey İttihadçı Liderlerin Zorlamaları.............
523
Padişah Hüküm etiyle İş b irliğ i.....................................
Ermenistan Fatihi ve A zerbaycan’ı n H am isi
Kazım Karabekir P a ş a ................................................
524
Savaş Dönemi Teşkilatı Mahsusasının Liderliğinin
Yeniden Faaliyete G e ç irilm e s i...................................
Teşkilatı Mahsusa K ıta Subaylarının D ö n ü ş ü ........
526
527
IX. Kısım
. . . . . .
u .V ....... ....
KARŞILAŞTIRMALI BİR PERSPEKTİFLE
ERMENİ SOYKIRIMIN İNCELENMESİ................................... 533
21.
Ermeni Soykırımında Göze Çarpan Kimi B elirleyiciler...........535
Dokunulmazlığın Dinamiklerine Dair Bir N ot....................... 550
2 2 .1. Dünya Savaşı Alm an Savaş Suçlularının Savaştan Sonraki
Kovuşturulmasında Yaşanan Benzer S o ru n la r.............................553
23. Ermeni Soykırımının Holokost ve Nuremberg
Mahkemeleriyle İliş k is i......................
559
Kurbanlaştınlmanın Potansiyel Hedefleri Olarak
Yahudiler ve Ermenilerin Savunmasızlık Sorunu................ 560
Holokost'un Atası ve İşareti Olarak Görülen
Ermeni Soykırımıyla ilgili Düşünceler................................. 569
Nuremberg’de Çetin Sınav
:.................................. 587
24. S o n u ç ..................................................................................................595
25. S o n sö z .............................................................................................. 601
Ermenilerin Misilleme Eylemleri Sorunu............................. 602
1918 ve 1920de Türklerin Transkafkasya’ya Uzanan
imha Harekatı....................................
608
K a y n a k ç a ...............................................................
617
Konu D iz in i.................................................................
647
Adlar D iz in i.............................i........................................................... 659
10
TEŞEKKÜR
Bu elyazmasının materyali Yale Journal of International Law, Ciit
14, no 2 (yaz 1989}’da bir makalenin hazırlanması için kullanılmıştır.
Bu nedenle dergi yöneticilerine teşekkürü borç biliriz.
s
11
■
KISALTM ALAR
AA= Ausvvârtiges Ami. Alman Ofis Arşivi. Politik Bölüm 1 AO (Ber­
lin, halen Bonn).
Am .= Amerikan • ..... „>.
BA/MA=
;
.’..■■■■\
.
;■,
,• .. V \ f.-v .
Bundesarchiv/Militârarchiv. Federal Alman Cumhuriye-
ti’nin askeri arşivi, Postdam.
B rit. = İngiliz
"şf ;.?•••;• . W
K ••
•
C. J. - Başyargıç
Cmd. = Kraliyet Teklifleri, İngiltere Parlamentosu, Celse Zabıtları.
Cong. Rec. =Kongrs Belgeleri
DAA = Avusturya Diplomasi Arşivi, 19. Yüzyıl,
-
.
DAF = Fransa Diplomasi Arşivi, 19. Yüzyıl.
DAG = Almanya Diplomasi Arşivi, 19. Y üzyıl.. :
,
Doc. = Belge
DZA = Deutsches Zentralarchiv. Eski Demokratik Alman Cumhuriye­
ti (Doğu Almanya) arşivi.
ESCOR = B.M. Ekonomik ve Sosyal Konseyi Resmi Belgeleri
Eur. Parl. = Avrupa Parlamentosu
FO = İngiltere Dışişleri Bakanlığı Arşivi
For. = Yabancı
F.R.D. = Federal Kurallarla ilgili Kararlar
■
•,
V>
... G.A.O. = Genel Kurul Resmi Belgeleri (Birleşmiş Milletler)
f G . A . Res = Genel Kurul Karariarı,
13
,
Gr. Brit. = Büyük Britanya
Int’I = Uluslararası
•
•
K. M. = Kriegministerium. Savaş Bakanlığı, Almanya, Avusturya
I. = Kanun
’
L.N.T.S. = Milletler Cemiyeti Antlaşmalar Dizisi
M.P. = Parlamento Üyesi
N.S. «= Nouvelle Serie. Fransa Dışişleri Bakanlığı Arşivi (AMEE),
Türkiye (Ermenistan) ve Jön Türkler Masaları. Savaş: 887-889. Ciltler,
Türkiye başlığı alttnda 1914 Ağustosundan 1918 Mayısına kadar Erme­
nistan'la ilgili olayları içeriyor.
RG (L) = Rocord Group, ABD Ulusal Arşivi, ABD'nin 1915 yılındaki
dış ilişkileriyle ilgili belgelerin I. Dünya Savaşı ile ilgili eki.
St. = Devlet
stat. = Tüzük
.
•
•
C- ’
Supp. = Ek
v-v
•
T.I.A.S. = Antlaşmalar ve Diğer Uluslararası Muameleler Dizisi
T.V. = Takvimi Vekayi. Adli gazete işlevi gören özel ilavelerinde Türk
Divanı Harbi Örfi işlemlerini veren Osmanlı hükümetinin resmi gazetesi.
U.N.T.S. = Birleşmiş Milletler Antlaşmalar Dizisi
Çift tarih kullanımı üzerine bir not:
Rumi, Julian ya da eski takvim (o.s.) denilen Osmanlı takvimiyle, mi­
ladi adı verilen Avrupa Batı takvimi arasındaki 13 gün fark nedeniyle, ta­
rihle de İki takvim de verilmiştir. Örneğin, Osmanlı Bankası baskını ya
da Osmanlı başkentinde İttihad karşıtı karşı-devrimin patlak vermesin­
de gibi bazı özel olayların tarihlenmesinde, “ 14/26 Ağustos 1896” ve “31
Mart/13 Nisan 1909” şeklinde araya eğik çizgi konulması bu amaçladır.
14
■
.
••. .
;,.v .
'
S.
Î^İVS-
•....
. !
' ■• • ■ ■
ÖNSÖZ
■ İK ;//;
%
:ş;>
i ;
^
v v ’-
v;•: .•'■■• ; •?
evcut araştırmanın iki temel amacı var: 1) Hem resmi Osmanlı-
M
Türk, hem Türkiye’nin savaş dönemi siyasal ve askeri mütte­
fikleri olan Almanya ve Avusturya İmparatorluklarının kapsamlı bel­
ge külliyatıyla I. Dünya Savaşı Ermeni soykırımını incelemek; 2) Bu
soykırımı tarihi perspektife sahip eleştirel bir analize tabi tutmak. Sa­
vaş döneminde Osmaniı İmparatorluğu’nun Ermeni ahalisinin im­
hası, bu perspektifle, Ermenilerin kesintili ve dozu giderek artan kat­
liamlarla giderek yok edilmesini içeren tarihi bir sürecin felaketle son
bulması olarak görülür. Ermeni soykırımının tarihsel boyutlarının
böyle vurgulanmasıyla, soykırımın Türk-Ermeni çatışmasının tarihi­
nin sonuçlarıyla ilişkisi, bütün çıplaklığıyla ortaya açığa çıkar. Bu
yordamla, mevcut araştırmanın Ermeni soykırımının Osmanlı-Türk
otoritelerinin sürüncemedeki yıpratıcı Türk-çatışmasına nihai çözü­
me bağlama girişiminden başka bir şey olmadığı şeklindeki temel
öncül paralellik gösterir. Son tahlilde, burada asıl konu bu girişimin
çatışmanın evrimi ve tırmanmasıyla ilgili diğer tüm konuları aşan bir
soykırım niteliği taşımasıdır.
Bu kitabın başlığının yanı sıra yukarıda kullanılan 'ihtilaf” terimi­
nin yan anlamından gelen herhangi hir yanlış anlamaya yol açma­
mak adına kısa bir açıklama yerinde olacaktır. İhtilafın tarafları olan
Errneriler ve Osmaniı Türkteri arasında güç ve şiddet açısından
15
.
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
hiçbir eşitlik olmaması nedeniyle, eşitliğin tam karşıtının, yani eşit­
sizliğin başlıca unsurlarını burada vurgulamak gereklidir. Başat grup
oıarak yasal konumlan sayesinde yüzyıllardır neredeyse mutlak bir
güç tekelinden yararlanart Tûrkler Ermenileri güç3 üz, hatta güçsüz­
lüğü gerekli kılan bir boyun eğme durumuyla bütünlük arz eden
sayısız suiistimale tamamen açık bir azınlığa dönüştürmeyi ba­
şarmışlardı. Türk-Ermeni ihtilafı, o güç tekelinin suiistimallerinin şid­
deti -Ermenilerin algıladığı anlamda- çekilmez bir durum aldığından
dolayı gözler önüne serilmiştir.
. ••.’•••;
;ı -vin'K».-.
Bu çatışmanın sertliği, Fransa’nın Osmanlı imparatorluğu’ndaki
kıdemli sefiri Paul Cambon tarafından özlü bir biçimde anlatılmıştır.
20 Şubat 1894’de, yani, Abdülhamid devrindeki, 1894-1896 katli­
amlarının başlamasından birkaç ay önce, Paris’e gönderdiği o ünlü,
önemli raporda, Dışişleri Bakanlığı’nı Ermenilere karşı tezgâhlanan
katliam konusunda uyarmıştı. Bu vesileye, Cambon Paris’e Osmanlı
iktidarının katliamları hızlandırmak için, yangına körükle giderek,
sertleşen çatışmayı daha da ağırlaştırma eğilimi taşıdıklarını bildir­
mişti. Söylediği gibi, "Ermenistan’da terör hareketleri, tutuklamalar,
tecavüzlerden oluşan bir rejimin sürdürülmesi azmiyle, [Türkiye]
sanki olaylara karışmaktan zevk duyuyor.” (Par son entetement â
maintenir en Armcnie un veritable regime de terreurs, arrestations,
viols, elle semble â hater les evenements.) [Bu raporun uzun met­
ninden daha fazla ayrıntı için, bkz. s.25, dipnot 45.]
Cambon'un karamsar sezgilerini dile getirmesinden altı ay son­
ra, Sultan Abdülhamid, 1894-96 dcvn yıkıcı seri katliamları 1894
Sason katliamıyla başlatmıştı. Sultanın her zamanki gibi suçu Er­
menilere atmasına cevaben, üst dü2ey Ingiliz yetkilileri Cambon’un
sorunla ilgili eski değerlendirmesini kelimesi kelimesine tekrarlayıp,
teyit etmişlerdi. Dışişleri Bakanı Kimberly Kontu, Türkiye’nin İngilte­
re sefirini yalanlarken, “katliamı [Ermeni] tahriklerinin değil, yozlaş
ve gaddar [Osmanlı] idaresinin yarattığım "1 ifade etmişti. Bu konuda
1
İngiltere Dışişleri Bakanlığı Arşivi. Parlemento Belgelen. 1835. CIK, s.270. 7
..........................
Kasım 1894 tarihli yazışma.
.16
,
ÖNSÖZ
Başbakan Lord Robert Cecii Salisbury de katliamları “ Ermenilerin
tahrik etmediklerini," söyleyerek, "hemen her fırsatta” “Türk makam­
ları ve askerlerinin zulmü teşvik edin rol oynadıklarını ve bazen bu
olaylarda yer aldıklarını”2 ileri sürmüştü.
Böylesine ürkütücü bir konuya daian analiz, faillerin güdüleri ya
da sebepleriyle ilgili soruları akla getirir. Matematik ve felsefeyle,
özellikle de epistemolojiyle kurduğu ilişki her zaman ilgimi çekmişti.
Fakat Viyana Üniversitesi’ndeki hocalarımdan biri olan Prof. Friederich Kainz ile tesadüfen yaptığım bir konuşma bütün düşüncelerimi
değiştirdi. Ermeni olduğumu öğrendiğinde, kendi sınıf arkadaşı olan
Franz VVerfel’in yazdığı Forty Days of Musa Dagh (Musa .Dağ'da
Kırk Gün, Belge Yayıncılık, 1997) adlı romanı okumamda ısrar etti.
Vferfel ona romanı yazma nedeninin, tüm dünyaya edebiyat
aracılığıyla Ermenilerin yaşadığı kitlesel kıyımın cinayetin Yahudiler
için de kötü günlerin gelmekte olduğunu göstermek olduğunu
açıklamıştı. Özünde ne denli trajik ve ürkütücü olursa olsun, o kitap
genç beynimde kalıcı bir elki yaratmıştı. Bir yanda olağanüstü zor
koşullarda insanın acılarına, dayanma gücüne ve kahramanlığa
saygı, diğer yanda dış dünyanın kayıtsızlıkla karşıladığı amansız
zulümler gibi görüngüler, romanın dokusunda düzensiz bîr biçimde
iç içe geçmişti. Beni etkileyerek yeni bir ilgi ve haliyle, yeni araştırma
alanına, yani güçlü bir fail grubun savunmasız bir topluluğu kurbanlaştırmasına yönlendiren de işte buydu. Belli koşullarda, fikirlerin
gerçekten de sonuç verdiği görülüyor.
Bu kitap, Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Amerika'ya sayısız
araştırma yolculuğunu kapsayan onlarca yıllık bir emeğin ürünüdür.
Bu uğraşımda Dana yardımcı olan pek çok kişiye şükranlarımı sun­
mak istiyorum. İngiltere’de Londra ve halen Kew’deki Public Record
Office bu yardımda öne çıkıyor. Kurumun zengin arşivi, İttihadçı
Jön Türk rejimine ve bu rejimin araştırma konumuz olan soykırımın
örgütlenmesine katkısına ilişkin paha biçilmez belgelere ulaşmamı
2
İngiltere Dışişleri Bakanlığı Arşivi. Türkiye no. 2 (1896), s.122,11 Kasım *895 tar­
ihli yazışma.
17
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
sağladı. Müdür Dr. Duncan Chalmer ve Arşiv Memuru G. H. Martin’e
teşekkür ederim. Ayrıca Mütareke döneminde (1918-1920) İstan­
bul'da yayınlanan Türkçe gazetelerin saklandığı Londra, Coiindale’deki, Gazete British Library-Newspapers’dan Douglas S. VVebb’e
de teşekkür etmek isterim. Yine Viyana'daki Avusturya Dışişleri Ba­
kanlığı Arşivi Müdürü Dr. Christine Thomas ve Avusturya Savaş Ba­
kanlığı Arşivi Müdürü Dr. Kurt Peball'e şükran borçluyum; her ikisi
de araştırmamı kolaylaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Ancak
Bonn'daki Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nden gördüğüm yardım
hepsinin ötesindeydi. Son yirmi yılda Bonn’a yaptığım 18 yolculuk
boyunca elimden bu depoları geldiğince tarayabildim. Aslında Al­
manya’nın I. Dünya Savaşında Türkiye'nin başlıca müttefiki ol­
masıyla birlikte, bu ülkenin belge tutulması konusundaki titizliği ve
düzenliliği de araştırmamı genişletmeme yardımcı oldu. Çaba­
larımda bana yardımcı olmak için elinden geleni yapan bu arşivin
sorumlusu Dr. Maria Keipert’e en içten şükranlarımı sunmak istorim.
Elyazmalarınm hazırlanması pek çok insanın katıldığı bir ça­
baydı. SUNY-Geneseo’daki öğrenci-sekreterierimden üçü, Mary
Standish, Miriam Sabin ve Jennifer Jones, dört yıl boyunca kılı kırk
yaran bir çalışma yaptı. Üçü d© tam zamanlı üniversite öğrencileri ol­
malarına rağmen, kendisini h a f t a sonları metnin yazımını da içeren
göreve adeta adamıştı. A rcak sor çıktının asıl sorumluları iki kişiy­
di. Sayın George Shirinian, elyazmasının ilk bölümünün bilgisayara
yüklenmesi işine gönüllü olmakla kalmamış, sonradan elyazmasının
yayına hazırlanmasında idari ayrıntıların pek çoğunun aşılmasına
da aracılık etmişti. Ası! ve son dizgi işinde Ann Roaeh büyük bir
sabırla kendisini verdiği işin tamamlanmasa yardım etmişti.
Son olarak, her biri yurtdışına yaptığım sayısız araştırma gezim
dâhil olmak üzere kapsamlı ve çok yönlü araştırmama cömertçe
destek veren iki Amerikan vakfına -yani, The National Science Fo­
undation ve The H.F. Guggenheim Foundation’a - minnettarlığımı
ifade etmek isterim. Her ne kadar ulaştığım özgül bulgu ve sonuç­
lardan sorumiu olmasalar da, bu kitabın yayınlanmasını, onların ba­
na araştırmamı tamamlamak için gereken fonları sağlama karar­
larına borçluyum.
18
GİRİŞ
Paris'te bir adam öldürülürse, bu bir cinayettir;
Doğu’da elli bin insan boğazlanıyorsa, bu bir sorun olur.
VictorHugo3
irinci Dünya Savaşı'nda, Türk Osmaniı İmparatorluğu yetkilileri
azınlık Ermeni ahalisinin çok büyük bir bölümünü yok ederek,
dünya tarihinin en büyük soykırımlarından birini gerçekleştirdiler,
Onlarca yıl süren zulmün arkasından gelen soykırım, iki yüz bin Er­
meni ’nirı öldüğü 1894-96 ve 1909 dönemlerindeki iki benzer, ama
daha küçük katliam zincirlerinin son halkasıydı. Topları olarak, f.
B
Dünya Savaşı’nda bir milyondan fazia Ermeni öldürüldü. 1918 ilkba­
har ve yazında ve sonra yine Ankara’n ın acemi hükümetinin Karabekir Paşa’nm ordusuna "Ermenistan'ı fiziksel olarak imha elme”
emri verdiği 1920 sonbaharında, Türklerin soykırımı Transkafkasya’daki Rus Ermenistan’ına da yayma girişiminde öldürülen birkaç
yüz b;n Ermeni de bu rakama eklenmeli. Savaş meydanlarında Türkleri defalarca yenmiş olan Avrupa Güçleri bu kitlesel cinayeti önle­
mekte aciz kalmış ya da isteksiz davranmışlardı. Çok daha önemlisi,
3
Peterson'ın Catholic World61, 43 (1895)’incen alıntı: 66S, 667.
19
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
sağladı. Müdür Dr. Duncan Chalmer ve Arşiv Memuru G. H. Martin’e
teşekkür ederim. Ayrıca Mütareke döneminde (1918-1920) İstan­
bul'da yayınlanan Türkçe gazetelerin saklandığı Londra, Colindaie’deki. Gazete British LÎbrary-Nevvspapers’dan Douglas S. VVebb’e
de teşekkür etmek isterim. Yine Viyana’daki Avusturya Dışişleri Ba­
kanlığı Arşivi Müdürü Dr. Christine Thomas ve Avusturya Savaş Ba­
kanlığı Arşivi Müdürü Dr. Kurt PebalPe şükran borçluyum; her ikisi
de araştırmamı kolaylaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Ancak
Bonn’daki Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivimden gördüğüm yardım
hepsinin ötesindeydi. Son yirmi yılda Bonn'a yaptığım 18 yolculuk
boyunca elimden bu depoları geldiğince tarayabildim. Aslında Al­
manya’nın I. Dünya Savaşında Türkiye’nin başlıca mültetiki ol­
masıyla birlikte, bu ülkenin belge tutulması konusundaki titizliği ve
: düzenliliği de araştırmamı genişletmeme yardımcı oldu. Çaba­
larımda bana yardımcı olmak için elinden geleni yapan bu arşivin
sorumlusu Dr. Mana Kcipert’e en içten şükranlarımı sunmak isterim.
Elyazmalarının hazırlanması pek çok insanın katıldığı bir ça­
baydı. SUNY-Geneseo'daki öğrenci-sekreterlerimden üçü, Mary
Standish, Miriam Sabin ve Jennifer Jones, dört yıl boyunca kılı kırk
yaran birçalışma yaptı. Üçü de tam zamanlı üniversite öğrencileri ol­
malarına rağmen, kendisini hafta sonları metnin yazımını da içeren
göreve adeta adamıştı. Ancak son çıktının asıl sorumluları iki kişiy­
di. Sayın George Shirinian, elyazmasının ilk bölümünün bilgisayara
yüklenmesi işine gönüllü olmakla kalmamış, sonradan elyazmasının
yayına hazırlanmasında idari ayrıntıların pek çoğunun aşılmasına
da aracılık etmişti. Asıl ve sön dizgi işinde Ann Roach büyük bu
sabırla kendisini verdiği işin tamamlanmasa yardım etmişti.
Son olarak, her biri yurtdışına yaptığım sayısız araştırma gezim
dâhil olmak üzere kapsamlı ve çok yönlü araştırmama cömertçe
destek veren iki Amerikan vakfına -yani, The National Science Fo­
undation ve The H.F. Guggenheim Foundation'a - minnettarlığımı
ifade etmek isterim. Her ne kadar ulaştığım özgül bulgu ve sonuç­
lardan sorumlu olmasalar da, bu kitabın yayınlanmasını, onların ba­
na araştırmamı tamamlamak için gereken fonları sağlama karar­
larına borçluyum.
18
<ic
v*
'■■■' /V ^ 'O ;=i .
1
fü»! .">>.;!. !#••
V.-İ>;fr ■
:
GİRİŞ
.•
■
•.!}
■
ö>;-'■
V
M ariste b/>- adam öldürülürse, bu bir cinayettir;
Doğu’da elli bin insan boğazlan iyotsa, bu bir sorun olur.
- <İvj.-'> V ' t V i c t o r Hugc3
•: \i r\m :■ '•>. ‘'i\t,’. ?• •;=
\
i':!- ’ •i ' L
İr
.'.V' •••'
,.7 .■■■;'£
•v.
irinci Dünya Savaşı’nda, Türk Osmaniı İmparatorluğu yetkilileri
azınlık Ermem ahalisinin çok büyük bir bölümünü yok ederek,
dünya tarihinin en büyük soykırımlarından birini gerçekleştirdiler.
Onlarca yı! süren zulmün arkasından gelen soykırım, iki yüz bin Frmeni’nin öldüğü 1894-96 ve 1909 dönemlerindeki iki benzer, ama
daha küçük katliam zincirlerinin son halkasıydı. Toplam olarak, I.
Dünya Savaşı’nda bir milyondan fazla Ermeni öldürüldü. 1918 ilkba­
har ve yazında ve sonra yine Ankara'nın acemi hükümetinin Karabekir Paşanın ordusuna “Ermenistan'ı fiziksel olarak imha etme”
emri verdiği 1920 sonbaharında, Türkierin soykırımı Transkafkasya’daki Rus Ermenistan'ına da yayma girişiminde öldürülen birkaç
yüz bin Ermeni de bu rakama eklenmeli. Savaş meydanlarında Türkleri d e k a rc a yenmiş olan Avrupa Güçleri bu kitlesel cinayeti önle­
mekte aciz kalmış ya da isteksiz davranmışlardı. Çok daha önemlisi,
B
3
Peterson’m Catholic World 61, 43 (1895)’inden alıntı; 665, 667.
19
ERMENİ SO YKIRIM I TARİH
savaşta açıkça taa hhü t etm elerine rağm en, savaş sonrasında faille­
ri cezalandıram am aiarıydı. S onuç olarak o dönem in olayları dünya
tarihinin karanlık sayfa lan na 4 göm ülerek, “ unutulm uş soykırım ”5
adını almıştır. B ugün T ürkiye bu katliam ların soykırım kastı olduğu­
nu inkâr ediyor.® 3 u ölçekte bir suç eylem i, en azından belgelere da­
yalı bir teşh ir ve araştırm ayı şart kılıyor. Yine de sonuçlar, uygar
dünyayı Erm eni kuşaklarının çektiği acının derinliğine daha fazla il­
gi gösterm esine yol açabilir. H afta m odern T ü rkiye ’nin halkının daha
aydın kesim lerini Erm eni soykırım ı tarihsel gerçeğini yüzleşerek ka­
bul etm eye bile teşvik edebilir.
80 yıldır, Erm eni ulusu Ermeni soykırımı tarihinin gün ışığına
çıkartılıp araştırılm ası için m ücadolo otm oktodir. A ncak felaketin bü­
yüklüğüne rağrrten,
uluslararası toplum bunun soykırım
niteliği
taşıdığını yeni yeni resm en kabullenm iştir. 1984 N isanında (m üte­
veffa uluslararası hukuk uzm anı Sean M cBride'ın da bulunduğu üç
Nobel ödüllünün do dâhil olduğu) bir grup ünlü, Paris, Sorbonne'da
kurdukları “Halk M ahkem esi”nde Ermeni soykırım ını yargılayarak,
bunun zam an aşım ının uygulanam ayacağı bir soykırım suçu oluştur­
duğuna karar ve rm işti .7 1985 A ğustosunda, 14 yılı aşkın bir süredir
4
Ünlü bir soyki-ım uzmanı Bu karanlık şayiaları "Birleşmiş Vlılıetler'in belleğindeki
kara deli" clarak lanımlıyor. L. Kuper, Genocide: Its Poiitical Use in ths Tv/enUeth
Century (New Haven, CT, 19E1), 219.
5
D. Boyajian, Armenia: The Case of a
ForgoV.en Genooide (Westwood, N.J.,
1972); M. Housepiarı, “The Unremembered Genocide," Commentary 42, 3 (Eylül
1966); 55-71 (bir risale olarak yayınlanmıştır).
6
8kz. örn., K. Güriin, Ermeni Dosyası (1983) (Ermeni çalışmasında kurban-fail rol­
lerini tersyüz ederek, Türklerin soykırım kaslı olduğunu inkar eder); K. Gürün, The
Armenian File: The Myth of Innocence Exposed (önceki ktabın İngilizce çevirisi)
(Ncw York, 1985); Ş. Orel ve S. Yuca, Ermenilerce Talat Paşa 'ya Atfedilen Telgraf­
ların Gerçek Y üzü (Ankara, 1983) (Ermeni katliamlarının merkezden planlandığı­
nı yansıtan telgrafların doğruluğunu inkar eder); I.C. Özkaya, Lğ Peupie Armenien er/es Tentetives de Rendre en Serviiude le Peupie Turc (İstanbul, 1971) (soy­
kırım öncesi ve sırasındaki Ermeni katliamlarından E riteni devrimcileri suçlar).
7
Daimi Halk Mahkemesi, A Crime of Silence: The Armenian Genocide (Londra,
1985),
20
GİRİŞ
çıkm aza girm iş bulunan B.M. İnsan Hakları A ltkom isyonu, 14’a karşı
1 (dürt çekim ser) oyla, Erm eni soykırım ın; tarihsel b ir o lg u o la ra k not
e tti .8 Bağlı bulunduğu B.M. İnsan Hakları K om isyonu ertesi yıl bu ka­
rara ka tıld ı .9 Sonunda, 1987 H aziranında, A vrupa Parlam entosu i.
D ünya S ava şı’ndaki T ü rk katliam larının B.M S oykırım S özleşm esi
kapsam ına giren bir soykırım suçu oluşturd uğu nu ilan e d e re k ,10
P arlam ento'nun Türkiye'nin bu o rg an a üyelik başvurusuna olum lu
yan ıt verm e de n önce, başka koşu lla r dışınd a T ü rk iy e ’nin soykırım ı
tanım ası şartını da getirdi. A vrup a P arlam entosu, bunu reddetm esi
halinde ‘T ü rk iy e ’nin [Avrupa] T opluluğu’na katılm a im kânının d e ­
ğ e rle ndirilm e sind e a şılm a z bir e n g e l’ olacağını da b e lirtti .11 Ayrıca,
8
D.M. CSCOn insan Hakları Kom., Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korun­
ması Altkom. (30nci oturum.) (Madce 57) 7, B.M.: Bel. E/CN.4/EU 2/1985/SR:36
(1985) (29 Ağustos 1985 tarihli 36ııcı toplantının özst kaydı).
9
Altkomisyonur, bulgularını temel aldığı raporun yazarı VVhitaker ve A tkom lsyonur
sağduyusu ile ünlü bir Ingiliz üyesinin konuyu sekiz yıl araştırması önemlidir. BKz.
Ben amin VVhitaker, Revised and updated report on tne questior, o fth e prevention andpunishment o f the erime ctgenocide, 38 B.M. ESCOR nsan Hakları Kom.,
Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Altkom. {Gündem Maddesi 4)
8-9, R.M.: Bel. E/CN.4/Ek 2/198S/6 {1935). Gözden geçirilmiş ve güncelleştirilmiş
bir raporda VVhitaker, Altkomisyonuı müzakerelerinin sonunda bazı düzeltmeler
yapmıştır; örn. 13. notta, "1 milyon”u “%40’ila değiştirmiştir. B.M Rel. F/CN.4fEk
2/1S85/6/Düzslt.1 (198S).
10 Soykırımı Ön eme ve Cezalandırma Sözleşmesi, Bel. 9, 1948, 78 B.M.A.S. 277.
11
Resolutıon on a Roütıcal Solutlon to tne Armenian Ouestlon, Avı. Parl. Kararı Bel.
A2-33/87, No 10 (Ermeni Sorunu), 31 (1987). Karar, Parlamento üyasl olan ve o
organ tarafından Ermeni Sorununun mevcut durumunu araştırmak ve b r rapor
sunmakla görevlenoirilen Siyasi işler Komitesinin Raportörü olarak görev yapan J.
Vandemeulebroucke’m hazırladığı uzun bir raporu esas almıştır. Komite, Türk
kaynak ve yetkilileri dânil olmak üzere bir dizi ilgili kay-ıak ve yetkiliyle görüştükton sorra, “[E .M ] Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi (1948)
kapsamında soykırım olarak tanımlanabilecek tüm eylemler Ermeni halkına yöne­
likti... Du her türlü eylemin birikmesi ve geniş kapsamlı olarak gorçekieştirmesi, taammüdü gösteren kesin yargıları güçlendiımekteıir.” Avrupa Topluluğu Avrupa
Paramentosu. Sesslon Documen’s ingllzce baskısı 1987-88. Seri A, Bel.
A2-33/87 (15 Nisan 1987], 20.
21
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
24 Nisan 1994’te United Press International ve the Associated
Press haber ajansları şu haberi geçti: ‘İsrail, bölgesel m üttefiki Tür­
kiye’nin gönlünü alan sessizlik geleneğine son vererek, Türklerin Er­
meni soykırımı ilk kez resmen kınadı. Dışişleri Bakan Vekili Yossi
Beilin, İsrail Parlam entosu’nda ülkesinin dünyaya soykırımı hatırlat­
ma çabasına katılacağını söyledi. ‘Bazı siyasal avantajlar için bile
olsa, soykırım sicilinin silinm esi girişim inin daim a karşısınca ola­
cağız,' dedi. Türkiye’nin bu suçu inkâr ederek, olayı i ç savaş” ola­
rak değerlendirm esi iddiasını reddeden Beilin, 'Bu bir savaş değildi.
Kesinlikle katliam ve soykırım dı’ diye konuştu.”
Bir milyon Erm eni’nln yok edilişinin modern kamu bilincinde nis­
peten düşük etki, uyandırması, uluslararası toplum un soykırım ey­
lemlerini önlem e veya oezalandırm ayeteneği hakkında ciddi sorular
doğurmaktadır. Pek çok kişi Ermeni soykırımının ardından gelen ey­
lemsizlik ve tepkisizliğin, sonradan II. Dünya Savaşı Yahudi Holokostu’nda kritik bir emsal olduğunu düşünüyor. Gerçekten de, Hitle r’in soykırım planlarının ahlaki ve uygulanabilir olup olmadığına
şüpheci yaklaşanları yatıştırm aya çalışırken, "Sonuç olarak, ougün
Ermenilerin imha edilmesinden süz eden var mı?" dediği söylen­
m ekted ir 12 Am erika Birleşik Devletleri’nin 19 Şubat 1986 tarihinde
onayladığı B.M. Soykırım Sözleşm esinin A.B.D. Senatosu’nda görü­
şülm esi sırasında, bu örnek ilişki defalarca dile getirilmişti. Başta
Senatörler Dole, Boschwitz, Proxmire, Lugar, Levin, Lauterıberg, Riegle, Kerry ve VVilson olm ak üzere pek çok Senatör, Ermeni olayının
tarihi örnek oluşturduğunu vurgulayarak, insanlığın Ermenilerin ka­
derine kayılsız kalması sonucunda Yahudi Holokostu gibi muazzam
bir felakof yaşandığına işaret otm işti .13
••
12 K. Bardak|an. Hitierar.d the Armenian Genocide, (Cambridge, MA, 1985), 6.
13 132 Kongre Değ. S1355-80 (günlük bas. 19 Şuoat 1996). Bu tarihi kanıt, Ameri­
ka Birleşik Devletleri’nde yürürlüğe sokulan ve soykırımın iç hukuk çerçevesinde
ele alınmasını hükme bağlayan son mevzuatı değerlendirirken akılda tutulmalıdır. 1987 Kasımında, Senatörler Joseph Biden, VVilliam Proxmire ve Howard Met■
zenhaıım tarafından yeni bir Federal soykırım ya da soykırım teşobbüsü suçu getirer bir tasan Sonatû’ya sunuldu. Başkan Boagan, 4 Kasım 19B8 günü yasayı
22
G İR İŞ
Nuremberg sonrası dünyadaki başka kurban gruplan da Ermenilere reva görülen kayıtsızlığın sonuçlarından uzak değillerdi ve d e ­
ğiller. Bu bakımdan soykırımcı katliam lar serisi içinde en çok dikkat
çekenler Bangladeş, Kam boçya’da ve Irak’taki Kürt topraklarında
görülenlerdir. Bu örneklerin her birinde devlet sistemleri, savaşlara
çekilm eden önce ayrılıkçı hareketler ve devrimleri baskılarıyla ku­
şatılmıştı. Dolayısıyla, her an patlamaya hazır uluslararası çatışma
koşulları düşünüldüğünde, savaş burada çatışm alara radikal bir çö­
züm yöntemi, bir katalizör gibi görülür. Uluslararası hukuk açısından,
asıl sorun bit yanda savaş suçları kavramı ile öte yanda, insanlığa
karşı işlenen suçlar kavramı arasındaki ilişkidir.
^
v f.
S uçlulara karşı hukuki işlem lerin başlatılm asına karar verilir­
ken, bu ilişkinin önem inin kabul edildiği, son zam anlarda B.M .’nin
günüm üzün “etnik tem izlik” sorunlarına eğilm e çabalarında açıkça
görülür. B.M. G üvenlik Konseyi, 22 Şubat 1993 tarihinde, 808 No’lu
K ararında (1993), eski Yugos avya topraklarında, öze llikle Bosna
_
•
•, uf.i İ lil; >:;i Çtu
_____ '
’;.S<.ı;5 OÇViîi
onayladı. Şimdi soykınm ve soykırım teşebbüsü yirmi yıldan az olmayan hapis ce­
zası ile 1 milyar do'ardan az olmayan para cezası ya da het ikisi ile de cezalandırılabiliyor. Bu hükümler yalnızca Amerika Birleşik Devletleri yurttaş,arına ya da
A.B.D. sınırları içinde işlenen suçlara uygulanır.
Uluslararası Hukuk ve Uygulamaları Bölümü Başkanı J. Griffin ve Amerika Baro­
lar Birliği, Uluslararası Hukuk ve Uygulamaları Bölümü B Maşmış Milletler Faaliyet­
leri Komitesi Başkanı J.F. Murphy, 19 Şubat 1083'do Senato Adli İşler Komitesi
önünde tasarıyı desteklerken aşağıdaki açıklamayı yaptı:
Ermenilere ve Yahudiere karşı işlenen tarihi soykırım örneklerinde gördüğümüz
g ib , soykırım olağanüstü büyüklükte çağdaş bir suçtur ve kendimizi ununla müca­
deleye hazırlamalıyız- ...Yapılacak şey, biraz şaşırtıcı olacak arsa hayli basittir
Uluslararası soykınm suçu Amerika Birleşik Devletlerin ceza hukukuna tabi kılın­
malıdır. Tek kel meyle söyleyecek olursak, -dünyada olcuğu gibi Amerika Birleşik
Devletlerde de- antlaşmaya muhalif bazılarının bile kaoul etmesi gerektiği gibi,
soykınm bir suçtur..
>
...Bu, ülkemiz hukukuna 40 yıl önce alınmış olması gereken iyi bir yasadır.
Şimdi bunun yasalaşmasını destekliyoruz.
J. Griffin ve J. F. Vtudrphy'nin açıklaması, 4 -5 7 (yazarda bulunan yayınlanma­
mış materyal)
23
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
vilayetinde süren bir dizi savaşta savaş suçları faillerini yargılayıp
cezalandırmak için, uluslararası bir mahkeme kurmaya oybirliğiyle
karar verdi.14 Bu girişimin temeli Savaş Zamanında Sivil Şahısların
Korunması’na ilişkin 12 Ağustos 1949 tarihli Genevre Sivil Sözlsşmesi’ydi.15 Burada amaç insanlığa karşı suç işleyen sanıkları ulus­
lararası hukuka göre cezalandırmaktır. Ne var ki, Ermeni Örneği’nin
tarihçesini rehber olacaksa, Nuremberg tipi bir neticeye varılma ihti­
mali son derece zayıf görünüyor.
-p-,
Çok daha önemlidir başka olgu daha var. Mevcut araştırmamızın
göstermek istediği gibi, Ermeni soykırımı imparatorluk fetihleri son­
radan Balkan yarımadasının birçok milliyetine boyun eğdirmeye ko­
yulan Osmaniı Türkleriyle ilişkilerin letiklediği Balkanlar’daki
çatışmaların yan ürünüydü. Şark Meseiesi’nin ortaya çıkışı, Türklerirt kötü yönetimi altında inleyen uyruk milliyetlerin durumunu iyileş­
tirme anlamı taşıyan Balkanlarda reformları amaçlayan diplomatik
arayışların ifadesiydi. Reform arayışların boşa çıkışı, bu milliyetlerin
birer birer Osmaniı boyunduruğunun zincirlerinden kendilerini kurtar­
maları sonucunda bir dizi büyük yangın başlatarak, imparatorluğun
geniş topraklarını kaybetmesine yol açtı. Avrupalı diplomatların aynı
şekilde, Ermeni Sorununun özünü oluşturan Ermeni reformları için
zemin aradıkları Türkiye'nin Asya topraklarındaki paralel gelişmele­
rin yarattığı kaygı, Jön Türkleri bu gelişmeleri etkisiz kılacak yol ve
araçlar bulmaya itti. Uğursuz Ermeni Sorununu şiddet ve radikal
araçlarla çözme eğiiimine sahip militan bir milliyetçiliğin doğuşu so­
nuçtu. Bu aniamda, Ermeni soykırımının Şark Meselesi ile Ermeni
Meselesi’nin doğurduğu problemlerin kesişip iç içe geçtiği tarihsel bir
görüngünün belirmesi olarak ele alınması gerekir.
Ermeni soykırımı öncesi ve sonrasındaki başarısızlıklar,
soykırtmı mahkûm ettirme peşinde koşan günümüzün uluslararası
hukuk uzmanlan ve avukatlarına önemli dersler sunuyor, li. Dün­
ya Savaşı sonrasındaki Nuremberg duruşmaları, soykırımın önlenip
14 Birleşmiş Milletler. Güvenlik Konseyi. 75 D.N.T.S. 287 (1949).
15 Birleşmiş Milletler Antlaşma Dizisi, 75 B.M.A.S. 287 (1949).
24
r :..-
G IH İŞ
cezalandırılması konusunda gönümüzdeki düşünceleri büyük ölçü­
de şekillendirirken, bunlar ortaya kolay kolay çıkmayacak bir dizi ko­
şulun sonucuydu. II. Dünya Savaşı sonunda Almanya, Müttefik kuvvetloro kayıtsız şartsız teslim olmaya mecbur bırakıldı. Müttefiklerin
daha sonra Almanya’yı yönetmesi, bu ülkenin öaşka koşullarda öne
sürebileceği her türlü egemenlik iddiasını ortadan kaldırdı. Ayrıca,
Nazileri adalet karşısına çıkararak cezalandırmak, Müttefiklerin ken­
di çıkarlarına da hizmet ediyordu, çünkü Naziier Müttefiklerin Alman
işgali altında yaşayan yurttaşlarına da zulmetmişlerdi.
Maalesef, Ermenilerin kökleri kazındığı sırada ve daha sonra bu
faktörlerin hiçbiri yoktu. AvrupalI Güçler I. Dünya Savaşı'na yol açan
yıllarda Osmanlı Türkiye'sinde "İnsanî müdahale” stratejisi izleyip,
getişan Ermeni soykırımına tepki olarak. 1915’te “insanlığa karşı iş­
lenen suçlar” kavramım getirmişlerdi. Bununla birlikte, II. Dünya Savaşı’nöan sonra olduğu gibi aralarında bir çıkar birliği yoktu. Ermenilere en çok zarar veren, davalarını savunacak güçlü bir devletin ol­
mayışıydı. Bu yüzden, 1918'in galipleri Türkiye’de iktidarı ele geçir­
mekte olan asi Kemalist rejimle iyi ilişkiler kurmak için, birer birer ve
gönüllü olarak İnsanî kaygılarını bir kenara bıraktılar. Ayrıca, Mütte­
fikler Türklerin yenilginin ardından kendi yönetimlerini sürdürmelerine
de izin vermişlerdi. Sonuçta, yeni Kemalist hükümet kendi egemerlik haklarını dayatarak, Müttefiklerin soykırım faillerini cezalandırma
çabalarını boşa çıkardı. Kesin bir oellrleme yapmak ne kadar zor
olursa olsun, Kamboçya, Bangladeş, Afrika’nın Ruanda gibi bazı bö­
lümlerinde ve Bosna’daki katliamların yakın tarihi, Nuremberg duruş­
malarının başarılarından çok. I. Dünya Savaşı öncesinde soykırımı
önleme çabalarının başarısızlığı ve savaşın bitiminde faillerin cezslandınlmayışının muhtemelen kural halini aldığını bize gösteriyor.
Doğrusu, B.M. Soykırım Sözleşmesi’nin soykırımı uluslararası
hukuk alanına giren bir suç olarak sınıflandırması ne kadar olumlu
bir adım olursa olsun, esas uygulama sorunundan kaçmaktadır.
Aynı şekilde, Nuremberg duruşmaları soykırım eylemlerinin ceza­
landırılmasında umut vaat eden bir uluslararası işbirliği örneği oluş­
tursa da, kişi her koalisyon zaferi örneğinde böyiesi tam bir çıkar bir­
liğine güvenemez.
25
EFMENI SOYKIRIM TA RİH
Ermeni soykırım ını çevreleyen olaylardan başlıca üç ders
çıkarıyoruz. Birincisi, genelde ülkeler kendilerini etkin bir biçm de denetleyem edikleri ya da cezalandıranı ad ıklan için, böyle bir beklenti
de boştur. Hem T ürkiye hem Almanya'da I. Dünya Savaşı son­
rasında açılan davalar; insanlığa karşı İşlenen devlet destekli suç­
ların cezalandırılm asında iç hu<uk yollarına bel bağlamanın yararsız
olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye'de Divanı Harbi Ödiler, Ermenilere
karşı işlenen örgütlü kitlesel cinayet suçunu bolgelemeleri açısından
dikkate değer. Ne var ki, Türk ceza kanunlarına dayanarak açılan bu
davalar çok az sayıda mahkûmiyetle sonuçlandı. Türkiye’nin askeri
yenilgiye tepkisine eşlik eden siyasal karışıklık yargılama işlemlerinin
etkinliğini zayıflatarak, sonunda yok etti. Sonuçta, savaş sonrası Tür­
kiye'sinde iktidarı ele geçiren Kemalist rejim, Avrupah G üçler in da­
valara müdahale etme yetkisini reddeden ulusal egemenlik ilkelerin­
den oaşarıyla yararlandı. Kemalistler ayrıca. Müttefikleri bölen siya­
sal gerilimlcri beceriyle kullanarak Avrupa’nın bu alandaki azmini
zayıflattılar. Türkiye’de. Kemalistlerin zaferini takiben milliyetçi duy­
gulardaki kabarma, savaş suçu sanıklarının kovuşturulmasıyta gü­
dülen amaçlarla çelişiyordu. Bu yüzden, Türk hükümeti ve halkı, bu
davalarda üstü kapalı biçimdo dile getirilen kolektif suçlu damgasını
kabul etm ek islemiyordu.
İlkinden doğan ikinci ders, birliklerini koruyamayan ve sonuç al­
mak için kararlılıkla eylem e geçm eyen uluslararası aktörlerin, baş­
ka bir devletin soykırım eylem lerini önleyem eyecekleri ya da ceza­
landıram ayacaklarıdır. !. Dünya Savaşında İtilaf Güçleri Türk kuv­
vetlerini kesin bir yenilgiye uğrattılar. Dahası, soykırım ın faillerini
cezalandırm a niyetlerini ifade eden 24 Mayıs 1915 tarihli beyannam eleriylo, İngiltere, Fransa ve Rusya Türkiye'nin İttihadçı hüküm e­
tinin soykırım cı eylem lerinin uluslararası hukuk içinde kovuşturulm asının esaslarını belirlediler. Buna rağmen, İtilaf Güçleri soykırımı
cezalandırm ayı başaramadılar. Bunun yerine, iç siyasal ayrılıklar,
rakip omporyal planlar ve ekonom ik çıkarlarla birlikte, Osm anlI'nın
kendi topraklarında kendi uyruklarına karşı işlenen suçların failleri­
ni iç hukuk yollarına başvurarak cezalandırm ayı kendi egem enlik
hakkı olarak görm esine seyirci kalmaları ya da bu konuda isteksiz
26
GİRİŞ
davranmaları sonucu, bütün girişim geri tep ti .16 Bu başarısızlık
şaşırtıcı değildir. Birleşmiş M illeller dâhil, uluslararası sistem, ege­
men ulusların örgütlü şiddet ve kitlesel cinayet örneklerini de içinde
alan eylemlerini genelde onaylar. Ünlü uluslararası hukukçu Leo Kup e r hu soruna açıkça işaret etm iştir:
"
16 Ocak !919'da Paris Baıış Koııleıa ısı toplandığında, gündemdeki İlk macdesavaş
suçlarının cezalandırılması konusuydu. Müttetikler. bu amaçla, Savaş Suçlularının
Sorumluluğu ve Cezaların Uygulanması Komisyonu kurdular. Schooner Exchange ile McFsdden davası, 11 U.S. (7 Cranch) 116(1812)(Marshall, C.J.’in kanaa­
t i n i örnek veren Amerikalı iki temsilci, D şiş eri Bakanı Robert Lansing (Komisyon
başkanı) ve ünlü Dir uluslararası hukuk uzmanı uames Scott, Alman Kayzer inin
muzaffer müttefiklerce yarg lanmasına itiraz etti. Böye bir davanın "ülkelerin mo­
dern uygulamalarında emsalinin bulunmaması nedeniyle, şimdiye dek ulusal ve­
ya uluslararası hukuk açısından bilinmeyen sorumluluk" getireceğini ileri süren
Lansing ve Scott, Müttefiklere ‘siyasal yaptırım” uygulama hakkım tanırken, "ya­
sal cezalar” hakkına İtiraz etti. Carnegle Uluslararası Barış Vakti, Vtolatlons o f ıhe
Lsws and Customs of War: Repon of (he Majorıty and Oissentıng Reports ot ıhe
American and Japanese Memders o! (he Commission on Responsibititıes at Ihe
Conference o f Paris, 1919, Risale No.32 [burada Violstions olarak geçecektir].
Farklı kanaatler s.58-79’dadır.
Aynı nedenle Hrmenilere ycnelik soykırım Müttefiklerce yargılanıp, cezalandırıla­
cak "savaş suçları’ kategorisinden hariç tutuldu. Willis’in ile-i sürdüğü gibi:
1948’e kadar soykırım...açıkça uluslararası bir suç olarak ta m m lan m ayacaktı
vb
1919’da mutobor hükümranlık görüşlorino bağlılık sonucunda gcfcncksct hukuk
alanına ve savaş teamülerine sınırlar getirildi. Lalıey sözleşmeleri... bir devletin
kendi vatandaşlarına yönelik muamelesire [karışmadı]...Bu perspektiften hareket­
le I ürklerin Ermen lere yönelik tiill dahili bir mesele olup, bir oaşka hükümetin yar­
gı yetkisine girmez.
J. İA/illis, Prologue to Nuremberg: The Polriics and Diplomacy o f Punisning War
Criminals ofthe First VVcrld V/ar, (Westport, CT, 1982), 157.
Yine de savaş dönemi Dışişleri Bakanı Lansing. Tûrklerin Ermen ilere yönelk ted­
birlerinin sertliğine hak verdiği için müdahaleyi bir dereceye kadar onayladı. Baş­
kan Wilson’a gönderdiği 21 Kasım 1916 günlü mektupta, Türk hükümetnin, “askori harokât alanında’ yaşadıkları sürece Ermenilen tehcir etme hakkının “az çok
savunulabilir” olduğunu yazdı. Fakat, "tehciri itiraz edilebilir Dir şey olarak görmü­
yorum, ama uygulanmasına eşlik eden korkunç gaddarlık dışında, bu savaşın
tarihçesinde en kararlık sayfalardan birini tsşkil ediyor ve Türk tebaaları olsalar
27
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Sadece küçük ihlallerin değil, yaygın öldürm eler ve soykırıma varan
katliam ların güçlü kanıtları olması halinde bile, Birleşm iş Milletler
devletin egem enliğine toz kondurm az. Bu durum da, hüküm etlerin
kendi halklarını haklarından yoksun bırakm ak için tertiplere girişebilmotorine şaşm am ak gerekir.17
.
Ermeni soykırımının sonuncu ve belki de en korkutucu dersi,
uluslararası aktörlerin sıkı bir eşgüdüm ve kararlılık olmadan, başka
bir devletin zalimce uygulamalarına tepki amacıyla müdahale etme­
leri halinde, girişecekleri her eylemin kurban halkın durumunu iyileş­
tirmekten çok, ağ ulaştırabileceğidir. AvrupalI Güçler, on dokuzuncu
yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başında Türklerin içişlerine İnsanî mü­
dahalede bulunarak, Osmaniı hükümotini (Ermeniler gibi) gayrı
Müslim azınlıklara eşit haklar sağlayan birçok yasal düzenlemeyi ka­
bul etmeye zorlayabildiler. Bu yasalar, reformların fiilen uygulanması
için baskı yapmaya başlayan Ermeni halkının ulusal bilincini yükselt­
ti. No yazık ki, OsmanlIların bu yasaları yürürlüğe sokmaya hiç ni­
yetleri yoktu. Bunları sadece AvrupalIları yatıştırmak, ve böylece, söz
konusu Büyük G üçle rle ayrı ayrı ya da toplu olarak karşı karşıya
gelme tehlikesini savuşturmak için benimsemişlerdi. Avrupah Güçler
reform yasalarının görünürde geçinimosini memnuniyetle kabul
ederlerken, gerçekte hiçbir zaman OsmanlIları zorlamaya girişme­
dikleri gibi, Ermenilere bu yasal hakları sağlamaya çalışırken ihtiyaç
bile zavallı insanlar adına müdahalede haklı olduğumuza inanıyorum," diye ekle­
d i RG (U 59,763.72115/2631 c; Lansir.g Papers, cilt 1, 42-43. Bilindiği kadarıy­
la, Lansing’in selefi VVİlliam Jennings Bryan. sadece bir kez olmak üzere Türki­
ye’deki Büyükelçi Morgentkau 'ya, ‘Türk Hükümetinin Filistin ve Suriye'deki sivil ve
askeri yetkililere katliam ve yağma durumunda Yahudi ve Hıristiyanların can ve
mallarından şahsen sorumlu tutulacaklarına dair ©mir çıkartmasını sağlayın. Bu
acil bir durumdur,” anlamında açık talimatlar vermişti. Bu talimatın'nedeni, Suıiye
ve Filistin'de yükselen anü-Semlüzm dalgası ve savaş sırasında örgütlü pagrom
kaygısıydı. R6 (S) 59.367.116/309a; Papers Helating to Foreign Reiatıons of '.he
U.S.. 1915. Ek. I. Dünya Savaşı, 979.
17 Kuper, [n.2l, 182.
■■ •«*•**»
ı'ev?;
ü i.rî
'. . . V v f t i . r t ••••
28
■i. f
G İR İŞ
duyacakları askeri ya da siyasal destek vermemişlerdi. Öteden seri
Ermeni ve diğer gayrimüslimleri “hoşgörü gösterdikleri gâvuriar” sa­
yan Osmanlı Türkiyesi'ndeki Müslüman çoğunluk, Ermenilerin mey­
dan okuyan bir milliyetçilik kokan yeni güç gösterisini kendilerini “Er­
meni sorunu”ndan kurtaracak bir bahane olarak kullandılar. Böylece, ilk niyetleri ne kadar iyi olursa olsun, AvrupalIların İnsanî müda­
halesi en sonunda soykırıma yol açan koşullan yarattı.
Bu araştırmada, Büyük Güçlerin zoraki benimsedikleri ve uygu­
lamada çekingen davrandıkları İnsanî müdahale ilkesi ile Ermeni
soy kırınımın oluşumu arasındaki ilişkiye odaklanarak, bu soykırımın
bazı ayırt edici özellikleri ortaya çıkarılmıştır. Giriş olarak bunlar ka­
bataslak şöyle konulabilir. Ermeni soykırımı, diğer tiplerden farklı
olarak sadece kurbanlaştıocı Türklerle çatışmalarının tarihine değil,
daha önemlisi, çatışmanın bir dizi kesintili katliamla noktalanan tari­
hiyle ilgilidir. Burada izole bir görüngüyü değil, içte patlak veren mil­
liyet çatışmalarını katliam silahına başvurarak çözme gibi somut bir
mirası ele alıyoruz. Bu anlamda I. Dünya Savaşı soykırımı Turk-Ermeni ilişkileri tarihinde kolayca “bir sapma" olarak betimlenemez.
Deneysel olduğu kader mantıksal olarak da yerleşik bir davranış
modelinin varlığı, böyle bir sapma kavramını akia yatkın kılmıyor. O
halde, bu özel soykırım örneğinin, bir dünya savaşının sunduğu
fırsatlarla sadece boyutları genişleyen bu davranış modelinin
ayrılmaz bir parçası olup olmadığını belirlemek için, araştırma baş
eğmeyen uyruk milliyetlere karşı uygulanan ölümcül şiddetin birikim­
li sicili bağlamında yürütülmelidir. Özetlersek, Ermeni soykırımı pek
çok açıdan belirtilerini sergilediği farklı tarihi boyutlara sahiptir.
I.
Dünya Savaşı öncesindeki on yıllarda, Osmanlı Türklerinin Er-
menilere karşı uyguladıkları seri katliamların en kalıcı özelliklerin­
den biri, faillerin kazandığı dokunulmazlığın sürmesidir. Kendi için­
de, herhangi bir suç eylemiyle ilgili ceza dokunulmazlığı negatif bir
ödül biçimidir. Ne var ki, böylesi bir dokunulmazlık tekrarlanan kat­
liamlar karşısında dönem dönem öyle ya da böyle sürdürüldüğün­
de, ödül yeni teşvikler biçimine bürünür. Bunun nedeni, faiii eski ön­
ceki katliamlara eşlik eden kriz hallerinde olduğundan daha cüret­
kâr ve saldırgan olmaya itmesidir. Nispeten sınırlı Abdülhamid devri
29
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
katliamları ite savaş döneminde yaşanan kapsamlı 1915-18 soykı­
rımı arasındaki ilişkiyi, bağlantı halkasını ourada bulabiliriz.
8 u araştırmada, dokunulm azlık faktörünün olağanüstü önemi,
ayrıca bir başka açıdan Efüyük G üçler’in İnsanî müdahale uygula­
m alarıyla ilişkisi içinde ele alınmaktadır. Tanımı gereği, ceza suçsonrası bir işlem olm akla birlikte, geleceğe taşıdığım ızda cezasız
kalm anın suç-öncesi etkileri olduğu da görülecektir. Bu senaryoda,
gelecekte suçun önlenebilmesi geçm işin örnek cezalarına bağlıdır.
Aslında, cezanın birincil işlevlerinden biri, adalet dağıtmanın ötesin­
de, hukukun verdiği gözdağıyla caydırıcı nitelik taşımasıdır. Söyle
bir ceza yoksa caydırıcılık en azından kuşkulu bir göreve dönüşür.
Bu, bir tarafta m üdahaleci Büyük G üçlerle diğer tarafta müdahale
y edilen rejim arasındaki ilişkiyi gündem e getirir. Elinizdeki kitap, İnsa­
nî müdahalenin yapısal eksikliklerinin doğası gereğ' sadece am aç­
ladığı işlevleri yerine getirm ekte oaşansız kalmayıp, başarısızlığı
sırasında hem en hemen tüm etkilenenlere, özellikle de Osmanlı İmparatorluğu'nun Ermeni ahalisine yarar sağlamadığını göstorocoktir.
Araştırm am ızda iki yapısal eksiklik dikkatle gözden geçirilmiştir, ilki,
bir taraftan Büyük G üçler’in İnsanî müdahale ülküsünü benim serler­
ken yaşadıkları belirsizliklerle, diğer taraftan bu ülküyü uluslararası
ilişkiler arenasında üstünkörü uygulam aya çalışm alarıyla ilgilidir. İl­
kiyle yakından bağlı olan İkincisi, bu Güçlerin görünürde İnsanî he­
defler peşinde koşarken, gizli gündem lerini hayata geçirme çabalannı gösterir. Aralarında güvensizlik ve karşılıklı kuşku tohumlan
ekm eye hizmet ettiğinden, bu olgunun etkin bir müdahalenin olm az­
sa olmaz önkoşulu olan Büyük G üçler’in birliğini baltalamaya, hatta
yıkm aya katkısı hiç de az olmamıştır.
Sorun ekonom ik faktörlerle de daha da içinden çıkılmaz bir hal
almıştır. Bazı Büyük Güçler, özellikle de Fransa ile İngiltere ve son­
radan Almanya, Türkiye’de daha çok bankacılık, kamu borçlan, de­
miryolları ve ithalat ve ticaret alanlarında devasa yatırım lara sahip­
ti. Son derece kârlı olan bu yatırım lara izin vermekle, Sultan Abdülhamid, bu Güçlerin çok etkili ya da zorla müdahale ederek riske a t­
mayı kolay kolay göze alamayacakları kazanılmış haklarının esiri ol­
malarına yardımcı olmuştur. Bu nedenle, bu yatırım lar bir anlamda
30
İHV-i
GİRİŞ
potansiyel yüküm lülüklere dönüşmüştür. 18 9 4 -9 6 döneminde, Os­
manlI i imparatorluğu’n un her köşesinde ve 1909’d a A da na 'd a sürdü­
rülen katliamların karşısında eylem siz kalmaları, bir ölçüde bu Güçle r’in ekonomik çıkarlarına büyük prim verm elerinin onucuydu. Son
tahlilde, katliamlara ve rejimin çr/rümesene rağmen, sultanın tahtını
korumasını sağlamalarının nedeni buydu.
Bütün bu nedenlerin ışığında, Çıkarcı Avrupa Diplorrıasisi’ne iliş­
kin bölüme geniş yer verilmiştir. Bu bölümde, Sultan ve Ermeni So­
runuyla uğraşmaya çalışan Büyük Güçlerin diplom atik tem silcileri
arasındaki karşılıklı ilişkilerin etkileşimin çalkantılı evrelerini, TürkErmeni çatışmasını ve ölümcül sonuçlarını biraz ayrıntılı olarak ince­
lemeye çalışıyoruz. Bu Bölüm, Alm an İmparatoru II. Wilhelm1n Ab­
dülhamid ve Jön Türk İtlihadçıların saltanatları sırasında Osmanlı
Türklerinin elinde olan Osmanlı Ermenilerinin kaderinin çizilmesinde
ve son hüküm lerinin verilm esinde oynadığı önem li rolün a n ­
latılmasıyla öne çıkıyor. II. VVilhelm, otoritesi Ermenilere karşı bir di­
zi katliam ın tasarlandığı, örgütlendiği ve geçekleştiriIdiği her döneme
yayılan tek hükümdar-diplomattı. Bu rol, tüm bu katliam olaylarının
doruk noktasına I. Dünya Savaşı soykırım felaketiyle ulaşmasının,
savaş zam anınca Türk-Alman siyasai ve askeri ittifakıyla örtüşm esir.i cne çıkarıyor. Bilindiği gibi, bu ittifakın temelleri bizzat imparator
tarafından atı'mış ve soykırım kesin olarak onun koruyucu Kanatları
altında tamamlanmıştır. Çok geniş kapsamlı imha saldırısı, burada
soykırımla sonuçlanan farlışm asız bir soykırım kastının delili olarak
görülmüştür.1*
18 ilgili Alman, Avusturya ve Amerika resmi belgelerinin titiz bir incelemesini temel
alan bu kitab n araştırma bulguları, -özsllikle İzmir vs o sıralar Osmanlı Imbaratorluğu’nun başkenti olan İstanbul liman kentlerindeki Ermeni nüfuslarının kader: göz
önüne alındığında- soykırım niyetine ve soykırım sonucuna ilişkin bu yargıyı pe­
kiştirmektedir. Belli iddiaların tersine, bu iki kentin Ermen nüfusunun kaderini bu
Ermerileri tehcirle imhadan muaf tutan Ittihadçıların iyi niyeti değil. İttihadçılaN HO’ layan birtakım zaruretler belirlemiştir. İzmir’de, yerel Alman kumandanı, vilayetin
İttihadçı valisini cebri müdahale tehdidiyle, bölgedeki 'Ermelilerin topyokûn toh
ciri'ni sürdürmeye son vermeye ikna etmiştir. İstanbul'a gelince, Türk tanıklıkları
31
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Bu kitapta kullanılan özgül kaynak ve veriler kategorisi üzerine
son bir not gerekebilir. Bunlar, Osmanlı Türkiyesi ve I. Dünya Savaşı
sırasındaki müttefikleri Almanya ve Avusturya kökenlidir. Özellik, bu
kaynakların aşağıdakileri içerirler:
1. Her biri Türk Divanı Harbi Örfi Soruşturm alarında mahkeme­
ye sunulmadan önce nezaret m em urlarınca onaylanm ış olan gizli ve
çok gizli O sm anlı-Türk devlet belgeleri.
2. T ürk Divanı Harbi Ö rfi’nin bulgularının 6n habercisi ve teyidi
anlamına sahip çok sayıda Alm an ve Avusturya belgesi. Bu belgele­
rin önem ini ne kadar vurgulasak az. Yukarıda belirtildiği gibi, Alm an­
ya ve Avusturya I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin siyasal ve as­
keri müttefikleriydi. Bu ülke temsilcilerinin., çoğu savaş sırasında sırf
kurum içi amaçlarla hazırladıkları “ hizmete özel,” “gizli” ve “çok giz­
li" raporları, eldeki aaşka kaynak ve verilerin boy ülçüşem eyeceği bir
güvenilirlik ve dolaysızlığa sahiptir.
-ifiY K -Y - A b î b . V
;
i.:
'
•
.
s
1 1 ■■■
■■ •
"i '
iifj.v';u'<
■*'*. ■■■■;,•: İr - % î. '■
'
i
■ S
O r . - ■' -
i f
y
r .V ;
-r/ . ■ ■ / * ' i r * ; ' * V
V
'‘ ■'■■■i
-
■T ■
..
'.r
i . . ; ;
i .-i ; :
/i/:
Câhil olmak özere çok sayıda resmi ve gayri resmi tanık iradesi, En neni nüfusun
tehcir ve imhadan hiç de muaf tutulmadığını göstermektedir. Örneğin, resmi Al­
man belgeleri, bu kentten en az 30.000 Eımeni’nin Türk emniyet kuvvetlerince tu­
tuklanıp, tehcir edildiğini açıklıycr. Belirlenen kontenjanlar ölçüsünde, mümkün ol­
duğunca gizli gerçekleştirilen düzenli tutuklamalardan söz ecen başka kaynaklar
vardır. Bu hususlar özellikle vurgulanmaktadır, çünkü geçmişte ve halen, Türkleri
soykırım suç ve sorumluluğundan kurtarmaya hevesli bazı Türk doslu bilim adam­
ları bu sözde muafiyetlerden SÖ2 edebiliyorlar. Yukarıda değinilen türde araştırma­
nın bulgularıyla tamamen çürütülen bu iddialar, bu iki kentin Ermeni halklarının ay­
rı tutulması nedeniyle, Osmanlı otoritelerinin başvurdukları Ermoni karşıtı önlem
lerde ne bir soykırım ne de bir soykırım niyetinin söz konusu olduğunu ifade et­
mektedir, böylece "Ermeni tahrikler ” dâhil olmak üzere birçok nedenden kaynak­
lanan bölgesel katliamlardan söz ediliyor. Bu akıl yürürme çizgisinin ayrıntılı, bel­
gesel bir reddiyesi için, bkz. 14. bölümün 2. dipnotu.
32
Kısım I
BÜYÜK GÜÇLER4) N
İNSANI MÜDAHALESİ*
TARİHSEL BİR PERSPEKTİF
Osmanlı Hukuk Düzenin Dayandığı
İslami Şeriat ve Milliyet Çatışmaları
illiyet çatışmalarının tam bir analizine ilk adım olarak, bunların
ortaya çıkışları ve tırmanmalarında başlıca belirleyici olarak İs­
lamiyet’i incelenmesi gerekir. Gayrimüslim milliyetlerden oluşan bir
kümeyi de kuşatan OsmanlI’nın teokratik devlet teşkilatı çerçevesin­
de yorumlanıp uygulandığı şekliyle, İslam'ın kaideleri ve şaşmaz
dogmaları, egemen Müslümanlarla diğerleri arasındaki ilişkide sü­
rekli bölünme nedeni olmuştur. Birçok yönden, söz bu çatışma, çe­
şitli Balkan milliyetlerinin, fatihler olarak bu tebaalara karşı uzun bir
süredir derebeyi rolü oynayan Türklerle ilişkilerini bozan çatışma­
ların kopyası ve uzantısıydı. Bu anlamda, İslam'ın hem Balkanlar­
da hem de Türkiye Ermenistan’ında sadece sürüp giden milliyet
çatışmalarının kaynaklık etmekle kalmayıp, birbirine benzeyen Şark
ve Ermeni Meseleleri’nin bağlantı halkası işlevi gördüğü de gözlem­
lenebilir. Bu meselelerin patlaması yoluyladır ki on yılların inanç ve
dini yakınlık gibi konuları, uluslararası çalışmaların en ön cephesine
oturtulmuştur.
Dini bir inanç olmakla birlikte, İslam müminleri açısından inancın
sınırlarını aşarak, bir ülkeni toplumsal ve siyasal dokusuna nüfuz
eden bir hayat tarzıdır da. Bu nedenle, İslamiyet'in diğer dinlere karşı
M
35
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
ismen var olan hoşgörüsünü ağır basan ayırımcılık, im tiyaziılık ve
üstünlük eğilimi, Osmaniı Türkiyesi gibi çok etnik topluluk barındıran
ama Müslümanların egemen olduğu bir sistemin kavranmasında ha­
yati önem taşır.
'
Osmaniı teokrasisinin İslami karakteri, Osmaniı devletinin hukuk
teşkilatında temel bîr faktördü. Yüksek siyasal iktidarı elinde tutan
Padişah, (M uham m ed’in halefi ve yüce otoritenin vekili anlamına
gelen) Halife unvanını da taşıması nedeniyle İslam 'ın en yüce koruyucusuydu. Dolayısıyla, Padişah-Halife (Allah tarafından peygam ­
ber vasıtasıyla bildirilen hüküm lerin) takip edilecek yolu anlam ında­
ki Ş eriat denilen İslam hukukunu korum a görevini de üstleniyordu.
Şeriat sadece dini hükümleri değil, em ir ve yasakları Devletin ülke­
sinde yargılam a yetkisini kısıtlayan adlî ve siyasal nitelikteki m evzu­
at da dâhil olm ak üzere, değişm ez ve yanılm az bir ödevler öğretisi­
ni de içine alıyordu.
Osmaniı devletinin benimsediği bu İslâm î doktrinler, gayrı Müs­
lim statüsünü kendi yargı yetkisi içine alıyordu. Osmaniı sistem i sa­
dece bir teokrasi değil, aynı zam anda M üslüm anlarla sosyal ve si­
yasal bakım dan zayıflatılan gayrim üslim ler arasındaki hukuki ilişki­
leri yöneten mutlak hâkimiyet ve itaat ilkesine dayanan tahakkümcü
bir siyasal teşkilattı .1 Ş e ria ttn dayanağı Kuran, çoğunu M uham ­
m et'e M ekke’de indiği söylediği, “kâfirlere,’’ yani "hak dini"ne inan­
m ayanlara karşı cih at açılmasını ve onların katlini em reden yaklaşık
260 ayetten oluşur .2 Dahası "Dinde zorlama yoktur *3 ayetinin yerini,
Muham m ed’in “kâfirlerle savaş ve onlara karşı sert ol*4 em ri alm ış ve
1
Bat Ye’or. DNmmi: Jevts and Chrislians under İslam. 48,49. 62.67.70,76. 84,89.
108, 104-41,143, 154-56. Dok. No. 52, Armenians, 281-88; Bel. No. 53. Obstacles to Christiart Emancipalion 289-90, Jacques Ellul’e Prefaco 26-33. D. Maisol P.
Fcnon, O. Littman çcv. (Londra, 1985) (Bat Ye’or, V. Masriya’nın takma adıdır).
2
Kut'an-ı Ketim Meali (Türkçe Çeviri,
Prof. Dr.YaşarNuri Öztürk,
Sure 47, Ayet 4; Sure 9, Ayet 125;Sure 2,
Sure 8. Ayet 12; Sure 9, Ayel 29, 38 ve 41.
3
A.g.e., Sure 2, Ayet 256.
4
A.g.e., Sure 9, Ayet 73.
36
Hürriyet,1994)
Ayet 211;Sure 3, Ayet 10,13,14,131;
BÜYÜK GÜÇLER'İN İNSANİ MÜDAHALESİ'. TARİHSEL BİR PER S PEK Tir
ayet hükümsüz kalmıştır (mensûh). Topraklan istilacı İslam sa­
vaşçıları tarafından fethedilen gayrimüslimlerin siyasal ve hukuki
durumunu dinsel açıdan belirleyen ayette şöyle denmektedir: “Ken­
dilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhret gününe inanmayan, Al­
lah’ın ve resulünün yasakladığını haram saymayan ve hak dini din
edinmeyenlerle boyun eğerek kendi elleriyle ciıye verecekleri za­
mana kadar savaşın.”6 Bu şart, savaşın sona ermesi ve merhamet
edilmesinin temel ön koşuludur.
Osmanlı İmparatorluğumun, devletin askeri kurumlan ile destek­
lenen İslâmî doktrin ve gelenekleri, Osmanlı sosyo-politik sistemine
tarihi boyunca egemen olan umumi hukuk ilkelerinin ortaya çıkışına
yol açtı. Sukan-Halife’nin yeni gayrı Müslim tebaalarının, bir Akdi
Zimmet yapmaları gerekmekteydi; hükümdar bu sözleşmeyle, kelle
ve toprak vergilerinin ödenmesi ve birtakım sosyal ve yasal haklar­
dan vazgeçmeye rıza gösterilmesi karşılığında tebaalarının, onların
medenî ve dini özgürlüklerinin ve duruma göre mallarının korun­
masını (ismet) garanti ediyordu. Bu sözleşmeler, Osmanlı sistemin­
de, Müslümanlar ve gayrimüslimler arasındaki eşitsiz ilişkileri dü­
zenleyen örf ve âdet hukukunun başlangıcını simgeliyordu. Do­
layısıyla, Osmanlı umumi hukuku, "Müslüman tebaalara göre alt
kasta {indirgenmişi hoş görülen gâvurlar” statüsünü yaratmıştı.6
Türk bilim adamı N. Berkes, bu statünün, uygulanmasındaki zorluk­
ların “hükmettiği konularda [gayrimüslimlerin] eşitliğini kabul edeme­
yen" Şeriattan kaynaklandığını da belirtmişti. “Kanun (yasa) kav­
ramına dayanan [sonraki laik yasalar bile], Müslümanlar ve gayri­
müslimler arasında hukukî eşitlik içermiyorlardı.”7
5
A.g.e., Sure 9, Ayet 29. Ayrıca bak C. E. Boswcrth‘İslam'ın ilk Yıllarında Zimmet
Olgusu/ Christian and Jew$ in the Otoman Empire, 1. Cilt, ed. B. Braude va B.
Lewis. Cildi (New York 1982), 41.
6
7
H Gibb & H. Bovvsn, Islamic Society and Westcilt 1:2 <Oxtortd, 1982). 208.
H Berkes, The Devetopment of Secıılarısm in TurUey (Montreal 1964}, 94. Rus­
ya’nın Osmanlı imparatorluğu Sefiri ve 1895-9$ Ermoni katliamları olayının çağdaşı
Nelidol. 24 Aralık 1896’da Almanya Sefiri Saurma'ya diplomatı* bir dille, Büyük
Güçlerin TOrklerl zorladığı ve "açıkçası uygulanabilir olmayan" “gerçek reformların
37
ERMENİ SOYKIRIMI TARİH!
Osmaniı örf ve âdet hukukunun bu ilkesi, hâkim ve bağımlı sta­
tüleri biçiminde siyasal bir bölünme (dikotomi) yarattı. Müminlerin si­
yasal anlamda örgütlü cemaati demek olan ümmete mensup Müsiümanlar, derebeyleri milleti olarak kalma tıakkı kazandılar. Gayrı
Müslimler ise hoşgörü gösterilen gâvurlar statüsüne indirildiler. Bu
ikiz kategoriler iki dini cemaat arasındaki bölünmelerin sürmesine
yardım ederek, çalışmanın toplumsal yapıya yerleşmesini sağladı.
Dahası, kırılma bu dönemde Osmaniı Türkiyesi'nde meydana gelen
siyasal iktidar mücadelesini de aştı. İttihadçı Jön Türkler 1908'de
Sultan AbdülhamidT tahtan indirerek, yerine geçtiklerinde bile, ege­
men ulus (m illeti hâkime) ilkesini olduğu gibi benimsediler. Tüm Os­
manlI uyruklarına özgürlük, adalet ve eşitlik vaal ederlerken, hâkim
ve bağ'mlı statüler arasındaki bölünmeyi sürdürmeye ant içiyorlardı.
Bu ani, itlihad Fırkası nın yarı resmi yayın organı Tanin gazetesinde
açıkça ilan edilmişti. Başyazarı Hüseyin Cahit, bir başyazısında Tür­
kiye’deki milliyet çatışmasının nihai sonucu ne olursa olsun, “Türk
milleti hâkim millettir (m illeti hâkimedir) ve hep böyle kalacaktır” di­
ye yazmıştı .8
titihadın hâkim millet ilkesine bağlılığı özellikle dikkat çekicidir,
çünkü ittihadçılar İslam öğretilerinin peşinde koşmuyorlardı ittihad,
Devlet'i büyük ölçüde teokrasi olarak yönetmeyi sürdürürken, lider­
leri kişisel olarak ateist ve agnostikti. Ş. Mardin bu dinsizliği şöyle
anlatmıştır: "Kurumsal İslam’a karşı tutumları, nefrete eklenen gü­
vensizlik biçimindeydi...[yine de] dine karşı araçsal bir tutum [geliş­
tirmeyi uygun gördüler].”9 Ayrıca, İngiltere Sefiri Lovvther, 7 Haziran
1909 tarihli raporunda İttihadçı Jön Türk liderlerin Kuran’ı ve temsil
bu katliamlara belli ölçülerde kalk,sı olduğunu itiraf elli. Bu tezinin mantığı, Müslü­
man/ar açısından görûkfüğii gibi, hiçbir Hıristiyan ya da Yahudi’nin “Müslümanlara
boyun eğdiklerinde bile' onlara eşit olamayacağıydı “Eşitliğe yapılan her atıf Av­
rupalI Güçleri aldatmayı amaçlayan göz boyamadan başka bir şey değildi." Die
G rosse P o litik d e r E urop âischon K a bine tte 1871 1911, a li 12, Bölüm 1 , sayfa 245.
8
Tanm (İstanbul), 25 Ekim 1908.
9
Ş. A. Mardin. “Ideology and Religiorı İri llıe Turkish Revolution, "Irıternalional J o ­
urnal o l Mkl 'te East Studles 2 (1971): 207-08.
38
BÜYÜK GÜÇLER İN İNSANİ MÜDAHALESİ: TARİHSEL BİR PERSPEKTİF
ettiklerini “hakir” görecek kadar ileri gittiklerini düşündüğünü belirt­
mişti. 1O Morgenthau bu görüşü ittihadçı liderlerle kişisel ilişkilerine
dayandırarak doğrular. “Şahsen doğrulayabilirim ki, fırkasının mühim
şahsiyetlerinin çoğu gibi o [Talat] da Müslümanlığı zerre kadar umur­
samazdı, bülün dinlerle alay ederdi. Bir keresinde bana ‘Tüm papaz­
lar, hahamlar ve hocalardan nefret ediyorum 'dem işti.... Neredeyse
hepsi ateisti.’" Ne var ki, İslam’ın ülkedeki yaygın etkisinin bilincinde
olan bu liderler, içteki milliyet çalışmalarının kaynaklarını kurutmak
için planlarında dini kullanma yolunu seçtiler. Bir Türk sosyologu “Din
[İttihadçı lar tarafından] popülerlik kazanmak için ajitasyon temeli ola­
rak kullanıldı”*2demişti. Ve Türk siyaset bilimcilerinin merhum duaye­
ni, “İttihadçılar İslamiyet’i ideolojilerinin resmi ve zorlayıcı bir unsuru
olarak benimsemek zorunda kalmışlardı.”11 İltihad’ın eylemleri Os­
manlI Türkiyesi’ndeki siyasal iktidarın kullanılmasındaki temel bir ha­
kikati sergilemektedir: Osmanlı İmparatorluğumdaki asıl iktidar ya da
etki sadece İslam’ın öğretilerini tanıyıp içine aldığı ölçüde var olabi­
lirdi. Türk tarihçilerinin merhum aşağıdaki özet sonucu, bu görüngü­
ye akla uygun bir açıklama getirmektedir: "OsmanlIlar, Ban dün­
yasındaki gibi, din ile devlet işlerini birbirinden ayıramadılar. Son
yıllarına kadar, Osmanlı İmparatorluğu, devlet işlerini fetvalar yoluyla
kontrol etmek için dini kaldıraç olarak kullandı .”14 Bu öğretiler özünde
yeniliğe direnci barındırırlarken, Müslüman uyruklar için yeniliğin ha­
yaletini tehdit edici ve dolaysıyla kabul edilemez buluyorlardı.18
10 F0371/761/22020. dosya 183.
11 H Mor gen! ha u, Ambassador Morgenthau's Story, (Garden City, N. Y., 19181, 20.
323.
12 A Yalman, The Development of Modern Turkey as Measured t>y Us Press. (New
York. 1910), >00.
13 T. Z. Tunaya. Türkiye'de Siyasal Partiler, cilt 3, (lelanoul. 1989). M4.
14 Yusuf H 8ayur, Türk İnkılâbı Tarihi cilt 3, Dölüm 3 (Ankara, 1957), 481.
15 Leon Festınger ın genel Dilişse! uyumsuzluk teorisinde One sürdüğü gibi, biıbiriyle
çatışan inançların, vb. varlığı, Direyin kendi inançlarındaki tutarsızlığım azaltır. O
zam an bu birey, tutarsızlığını onarmak için inançlarına daha sıkı sarılır. L. Festin-
ger, A Theory of Cognitive Dissonance (Stantord, Catforniya. 1957), 263-66.
39
2
Balkanlar’daki Milliyet Çatışmalarına
Tepki Olarak İnsanî Müdahale
nsanî müdahaleyi işler kılmaktaki en büyük güçlük, Büyük Güçler'in, özellikle de Avusturya, Fransa, İngiltere ve Rusya’nın eko­
nomik, politik ve kısmen dini çıkar çatışmacıydı. Sonuç olarak, bu
Güçler kendilerini zaman zaman Balkanlarda isyan eden milliyetler­
le mücadele halindeki Osmaniı padişahlarını savunmak ve bu ne­
denle ödüllerini almak için sırayla birbirlerini tehdit etmek zorunda
kaldılar. Örneğin, Sırbistan’ın üzerine yürüyen Avusturya, birçok
kenti ete geçirerek Belgrat’ı kuşatırken, İstanbul’daki kurnaz sefirle­
ri Mark de Villeneuve’ûn liderliğindeki Fransızlar, Türkleri karşı koy­
maya teşvik etmişlerdi. Bunu izleyen 1739 Belgrat Antlaşmasıyla,
Avusturya ele geçirdiği topraklardan çekilmek, Belgrat’ı da Türktere
geri vermek zorunda kalmıştı. Fransa, diplomatik arenada Osmaniı
İmparatorluğu'nun bütünlüğü ve bağımsızlığını korunmasının ga­
ranti altına alınmasını dile getiren ilk AvrupalI Güç oldu. İki yüzyıldır,
AvusturyalIlar bir yandan Avrupa politikasındaki baş rakipleri Fransa
ile uğraşırken, Türklerle savaş halindeydiler.
Osmaniı padişahları AvrupalIlar arasındaki bu rekabetten yarar­
lanmakta tereddüt duymamışları; aslında bu tür yararlanma teknik­
lerinin geliştirilmesinde kimse onların eline su dökemezdi. Uzun
İ
41
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
süredir, Fransa bir dizi olağanüstü, halta özef imtiyazları içeren or­
tak ticari ilişkilerden yararlanan tek ülke olmuştu. Örneğin, Fransa
daha 1535'te, kendisine ticaret, hukuk ve din alanında imtiyazlar
sağlayan kapitülasyonlar sisteminden birtakım tavizler koparmıştı.
Bu imtiyazlar, Merkezi Güçlerle ittifak kurduğu için, Fransa vo diğer
İlilaf Güçleri'nın düşmanı olan Türkiye’nin tek taraftı biçimde iptal et­
tiği 1. Dünya Savaşı’mn patladığı güne kadar periyodik olarak yeniIenmîşti., İşte bu kapitülasyonlar, Fransa ve Rusya arasında,
1853-56 Kırım Savaşını hızlandıran bir anlaşmazlığa neden olmuş­
tu. Ancak Fransa, daha çeyrek yüzyıl geçmeden, Rusya'nın Türkler
karşısında art arda kazandığı askeri zaferler sonucu 8 afkaniar’a
sızma yollarını kesmek amacıyla Avusturya'yla işbirliği içine girmek
isledi. Rusların üst üste kazandığı zaferlerin sonucunda imzalanan
antlaşmaya güçlü bir vurguyla sokulan "İnsanî müdahale" kav­
ramıyla, Avrupa Diplomasisi Osmaniı-Türklerinin tebaa milliyetler
üzerindeki baskısını hafifletecek bir araca kavuştu.
İnsanî Müdahaleler ve Osmaniı Türk Hâkimiyeti
Büyük Güçler Arasındaki Rekabetin Işığında insani
Müdahalelerin Kökenleri
Rusya’da Büyük Katerina’nın (1762-1796) sallanalı, Avru­
palIların Osmaniı Devleti’nin yönetimindeki birçok Hıristiyan milliyeti­
nin kaderiyle yakından ilgilendiği bir döneme rastlar. Büyük Katerına'nın 1768 ila 1774 arasındaki savaşlarda Türklere karşı kazandığı
zaferlerin arkasından Küçük Kaynarca Antlaşması (21 Temmuz
1774)* imzalandı. 7. Madde (bölüm içinde açıklanacağı gibi) fiuslara, görünüşe göre ama kesin olmayan bir biçimde, tüm Rus Ortodoks
1
Bkz., E. Mears, "Selected Documents," Modem Turkey:A Polltico-Economıc Interpretation, 1908-1923 (Nevv York, 1924), 438-447 içinde. Bu kapitülasyonların fes­
hedilmesi için sayfa 444’e bakın.
2
Anlaşmanın İngilizce metni, J. Hurewitz'n, Diploıvacy in the Near and Middle Eası,
A Documentary Record: 1535—1914, cilt 1 tPrirıceton, N. J „ 1956), 54-61 içnmde. Fransızca metin, A. Schoff, Les Relormes et la Protection des Chrestens en
Turguie 1673-1904, (Paris. 1904), 12-13
42
BÜYOK GÜÇLERİM İNSANİ MÜDAHALESİ: TARİHSEL BİR PERSPEKTİF
Kilisesi üyeleri ve halta (Rumlar ve Bufgarlar gibi) tüm Ortodoks te­
baa adına müdahalede bulunma hakkını veriyordu. Aynı Antiaşma’nın 16. Maddesi gereği, Moldavya ve Galiçya Prenslikleri, ka­
zandıkları bir dizi imtiyaz ile bu tavizin derhal ve doğrudan yararlan­
maya başladılar.1 9 Ocak 1792 Yaş Antlaşmasfnın 4. Maddesi ve 28
Mayıs 1892 Bükreş Antlaşması’nın 5. Maddesi uyarınca, bu imtiyaz­
lar Rusların müdahaleci baskılarını artıracak şekilde genişletildi. Akkerman Antlaşması’nın 8 . Maddesi ve 14 Eylül 1829 Edirne Antlaş­
m asının 6 . Maddesi’ne göre, Sırptara da benzer imtiyazlar tanındı.
1774-1856 arasında, “ Rusya, her ne kadar Ortodoks Hıristiyanların
korunmasıyla sınırlı da olsa, Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçek bir
İnsanî müdahale hakkından yararlandı,"4 Böylece, devletler genel
hukukunda t'iMervention d ’humanite diye adlandırılan bir adet baş­
ladı. Bu antlaşmanın insani müdahale ilkesinin benimsenmesiyle
İlişkisi yönünden. Şark Meselesi'nin doğuşu ve billurlaşmasındaki
büyük önemini düşünerek, kısa bir tarihsel özet yerinde olacaktır.
Küçük Kaynarca, Tuna üzerinde Silistre yakınlarında yer alan bir
köydür (günümüzde de Kaynarca adıyla anılan köy, Bulgaristan'ın
kuzeydoğusunda yer alır). Bu antlaşmanın İnsanî müdahale ilkesinin
gelecekteki kullanımı ve kötüye kullanımıyla ilgili aydınlatıcı bir arka
plan sunan siyasal geçmişi şöyle özetlenebilir. Fransız-Rus anlaş­
mazlığının eski Fransız-Avusturya anlaşmazlığının yerini almasıyla
siyaset sahnesine birbirini dengeleyen iki başrol oyuncusu çıktı:
Rusya Çariçesi II. (Büyük) Katerina ve Fransa Dışişleri ve Savaş Ba­
kanı, Choiseul Dükü Etienne Francois. Katolik Fransa'ya kıtadaki
üstün konumunu yeniden kazandırmaya can atan Francois ile birlik­
te, Siavlar ve Doğu Orlodoksluğu’nun koruyucusu Rusya, bir engel
ve tehdit olarak görülüyordu, Francois, Fransa’nın İslanbut sefiri
Vergennes’e OsmanlIların Rusya'ya askeri olarak karşı koyması için
3
4
Bkz. A. Mandetstam, bas Armenische Problem im Lichte des Vetker-und Menschenrechts, Irvslilul tür Internatkmales Recht an def Univ. Kiel jSer i Dersler ve Mo­
nografiler] 12 (Berlin 1931) 12.
A. Mandelsîam, /e Probleme La Socrte des Nations et les Puissances devant Armenlen (Paris. 1926). 6 [Revire Generale de Droil İnini. Publ.in özel baskısı).
43
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
gerekeni yapması talimatı verdi. Bu dönemde, Yunanistan, Bosna
ve Karadağ’da cirit atan Rus ajanların faaliyetleri, bu halkları Os­
manlI egemenliğinden kurtuluşlarının yakın olduğuna inandırdı. Ger­
çekten de, 1770 yılında H. Katerina, Balkanlar'daki halkları Padişa­
ha karşı isyana teşvik etmek için elinden geleni yapıyordu.
Vergennes, Padişah III. Mustafa’yı ilk işaretleri görülen isyanları
önlemek için saldırmaya teşvik ederken, Türkler çok geçmeden S
Ekim 1768 tarihinde Rusya'ya savaş ilan edecek gerekçeyi buldular.
Bu ülkeyi Osmaniı topraklarına, örneğin, Tataristan’a girmek, Polon­
ya’nın egemenliğini ihlal ederek Rus politikalarını dayatmakla suçlu­
yorlardı. Sonuç, 1769’da Dînyeper’de ordusu büyük yenilgiye uğra­
yan Türkiye için felaketti.
İngiltere tam bu noktada, İngiliz Amirali Elphinstone komu­
tasındaki donanmasıyla Baltık Denizi’nden Akdeniz’e ve Anadolu
kıyılarına doğru ilerleyen Rusların yanında çatışmaya katıldı.
Fransız Bakan Francois’nın bu hareketi durdurma çabalarına karşı
koyan İngiliz hükümeti Fransa’ya, Rus donanmasını durdurmak için
girişilecek herhangi bir hareketin casus belli (ç.n. savaş nedeni)
sayılacağını belirten bir nota verdi. Türkler, karada ve denizde uğ­
radıkları yenilgilerden önce, isyankâr tebaa halklardan, özellikle de
Rusları kurtarıcıları olarak gören Yunanlıların yanında Sırplar ve Romenlerden ağır vergiler alıyorlardı. İngilizlerin yardımıyla Rus arma­
dası, Sakız Adası’nda saldırdığı Türk donanmasına ağır zayiat ver­
direrek Çeşme limanına sığınmaya zorlamış, burada ateş gemileriy­
le Türk filosunu tamamen ortadan kaldırmıştı.
Bu deniz zaferlerini karadakiler takip etti. Kırım, Moldavya ve
Galiçya (Romanya), II. Katerina'nın ordusunun eline geçti. Fakat bir
kez daha, Rusların başarılarından tedirgin olan AvrupalI Güçler’den
biri Türklerin yardımına koştu. Rusların Tuna’yı geçmesi halinde,
Türklere yardım için bir ordu gönderme tehdidini savuran bu Güç
şimdi de Avusturya'ydı. Yaklaşan Avusturya-Rus savaşının Prusya
İmparatoru II. (Büyük) Frederick’in müdahalesiyle engellenmesi so­
nucunda Polonya paylaşıldı. Hâlâ devam eden Rus-Türk savaşıysa,
nihayet 1774 yılında Küçük Kaynarca Antlaşması’n m imzalan­
masıyla son bulacaktı.
44
BÜYÜK GÜÇLER İN İNSANI MÜDAHALESİ: TARİHSEL BİR PERSPEKTİF
Bu antlaşmanın çığır açıcı önemi, yan ürünü olarak geleceğin
Ermeni Meselesini de doğuracak olan Şark Meselesi'yle yakın iliş­
kisinden gelir. Bu meselenin özü, Osmanlı otoriteleriyle değişik bi­
çimlerde sürekli baskı altında tutulan gayrı Müslim tebaa milliyetler
arasında sürüp giden çatışmaydı. Bu ihtilafın tehlikeli sonuçlarını
hafifletmek isteyen İnsanî müdahale ülküsünün girmesi, Avrupa dip­
lomasisinin dalaverecilikte sınır tanımamasına hizmet etti. Oysa Bü­
yük Güçler bu ülküyü diplomatik dalavere ve oyunlarına alet ederek
birer piyona dönüştürdükleri milliyetlerin yararına kabul etmişlerdi.
Aynı şekilde, Türkiye de Büyük Güçler’i birbirine düşürerek, onların
gerçek İnsanî müdahalelerini de zorlaştıran kendi manipülasyon
oyununu geliştirdi. Süreçte, tebaa halklar zaman zaman çok ağır be­
deller ödediler. Rusları kurtarıcıları olarak görerek isyan eden Yu­
nanların, 1770'de Mora ve Ege .adalarında kızgın Türkler tarafından
bastırılırken ödedikleri ağır bedel ve kurbanların şiddetle ceza­
landırması, o tehlikeli anlarda müttefikleri tarafından kaderlerine terk
edilmeleriyle mümkün olabilmişti.
Büyük Güçler'in bu davranış çizgisi. Şark Meselesi ve sonradan
Ermeni Meselesi’ni efe alırken bir model olarak sık sık karşımıza
çıkacaktır. İnsanî müdahale pratiğinin getirdiği yükümlülüklerin ge­
nel çerçevesi bu dönüm noktasında ortaya çıkmıştır.
Sırp İsyanı ve Rus Müdahalesi
Türklerle Balkanlar'daki gayrı Müslim tebaaları arasındaki
çatışma dini kanallara itildikçe, Yunanistan ve Slav ülkelerinde en
başta Ortodoks din adamları bu gruba Türklere karşı isyan ruhunu
aşılayıp yönlendirmişlerdi. Yüzyıllardır bu din adamları Türk fatihle­
rin hâkim olduğu bir ortamda etnik öz-korumayt ve varlığını sürdür­
meyi hedefleyen etnik bilincin arta kalan havarileri olarak görev yap­
maktaydılar. Her ne kadar 1789 Fransız Devrimi'nin bulaşıcı dina­
miklerinin itici gücünden yararlanmışsa da 1804 Sırp isyanı, bu sü­
recin doruk noktası ve bir anlamda, sonradan Hefenleri bağımsızlığa
kavuşturacak olan Yunan isyanının da öncüsüydü. Balkanlar'daki ilk
büyük ulusal ayaklanma örneği olarak, bu ayaklanma Şark Meselesi’nin evriminde de bir kilometre taşıydı.
45
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Bununla beraber, bu olayda işaret edilmesi gereken paradoksal
bir unsur vardır. Sırplar Osmanlı başkentindeki hükümetten ziyade,
yerli halkı yıldıran Belgrat'taki Türk garnizonundaki yeniçerilere is­
yan etmişlerdi. Dahası, Sırpları sonunda 1806'da kovdukları garni­
zonun gözü dönmüş yeniçerilerine karşı savaşa teşvik eden vilaye­
tin Türk valisinden başkası değildi. Ancak Sırpların kazandığı
bağımsızlık, Türklerin bir fırsatını bulup bölgeyi tekrar fethettikleri
!81 3’de yeniden kaybedildi.
Bu büyük başarısızlıkta Sırplar, uluslararası politikanın kay­
paklıklarından ve dost Güçlerin güvenilmezliğinden ötürü derin bir
hayal kırıklığı yaşadılar. Daha önce Yunanlıların başına gelen
Sırpların da başına geldi. Padişah II. Mahmut ile Çar f. Aleksander
arasında barışı sağlayan 1812 Bükreş Antlaşması’nın 8 . Maddesiy­
le, Sırplar koruyucuları Ruslar tarafından yarı yolda bırakılmış, sah­
te vaatlerim bir işe yaramadığı görülmüştü.
Ancak yeni Osmanlı yönetiminin acımasızlığı, 1815’de yeni bir
isyanı ateşledi. 1819'da Türkiye, Sırbistan vilayeti sakinlerine Os­
manlI egemenliğini şart koşan sınırlı özerklik vermek zorunda kaldı.
1821 'de Yunanistan Bağımsızlık Savaşı’nın başlaması ve Rusya’nın
başarılı askeri müdahalesiyle, Çar I. Nikola’nın ültimatomuna boyun
eğen Türkiye, 7 Ekim 1826 da Akkerrnan Konvansiyonu’nu imza­
ladı.5 Bu Konvansiyonla, Türkiye Sırplara tam bir otonomiye an­
lamına gelebilecek tavizler verdi. Konvansiyon’un şartları. Türklere.
sınırlarını Dvina, Save, Tuna veTimok nehirleriyle sınırlanan bir böl­
ge içinde sekiz müstahkem garnizon kurmalarına izin vermekle bir­
likte, Sırbistan prensliğinin başka yerlerinde yaşamalarını yasakla­
yan 1829 Edirne Antlaşması5 ite teyit edildi. Bu şekilde elde editen
hayli geniş özgürlükler, sadece Sırpların Osmanlı hükümdarına öde­
meye devam edecekleri haraç ile sınırlıydı.
5
Bkz. Schopolf. Reform s (n. 2), Tekst no. 10, sayla 15.
6
A.g.e. Tekst no. 11. sayfa 16.
46
BÜYÜK GÜÇLER İN İNSANI MÜDAHALESİ: TARİHSEL BIH PERSPEKTİF
Yunan Bağımsızlık Savaşı ve A vrupa ’nm Müdahalesi
(Prototip Bir Etnik Temizliğin Önlenmesi)
Rusların Sırbistan lehine girişimleri, kurtuluş peşinde koşan
Sırplarla olan dini ve etnik yakınlıklarından oldukça etkilenen eylem­
lerdi. Ancak Yunanlılar örneğinde farklı nedenler söz konusuydu.
Rusların OsmanlI egemenliğindeki Yunanlıların koruyucusu olma id­
diası, Ortodoks Kilisesiyle ortak kimlik, dini faktöre olağanüstü önem
affedilmesine hizmet ediyordu. Bu iddialar, yukarıda anlatıfan Küçük
Kaynarca Antlaşması nda hayat bulup meşrulaştırılmıştı. Fakat Yu­
nanlı din kardeşleriyle ilişkilerini çevreleyen tarihi eskilere dayanan
bir miras vardı.
1780’de vücut bütan ve 1781 Avusturya-Rusya Antlaşması’nda
imparator II. Josephln onayladığı II. (Büyük) Katerina’nın Yunan
planının hortlamasına işaret etmekteyiz. Türkler Avrupa’dan atıla­
cak, II. Katerina’nın torunu (henüz iki yaşındaki) Konstantin’in impa­
rator olarak başına geçeceği eski Yunan imparatorluğu yeniden ku­
rulacak ve AvusturyalIların ödülüyse Balkanların tüm batı yarısına
konmak olacaktı. Rusların bu tasarılarının farkında olan Yunanlılar,
1814’de Odessa’da iki Yunanlının aracılığıyla Rus hükümetiyle
yakın ilişki halindeki Fitiki Etaria (Dostlar Derneği) adlı gizli bir ihtilaîd örgüt kurdular, içlerinden biri bu cemiyetin de üyesi olan zamanın
Rus Dışişleri Bakanı olan Rum asıllı Kont Capodistrias idi Diğeri,
Yunan isyancı hareketinin lideri. Çar’ın yaverlerinden olan Rus ge­
neral subayı Aieksandros İpsilanti’ydi.
1821 Şubatında Moldavya’da girişilen ilk isyan teşebbüsünün
zamansız olduğu ortaya çıkmış, çünkü ne yerli Romenfer ne de
Rus Çarı Macaristan’a kaçmak zorunda kalan ve hapsedileceği bu
ülkede bir yıl sonra ölen İpsilanti’ye yardım etmişti. Fakat bir ay
içinde ihtilal ateşi Mora ve bazı komşu Yunan adalarına sıçradı.
Kendilerini ezenlere karşı uzun yıliarın biriken öfkesini vahşice dışa
vuran ve düşmanlarının kökünü kazımaya yemin eden Yunanlılar,
küçük bir azınlık olan yerli Türkleri katlettiler. Sonuçta ortaya çıkan
vahşet ve savaş döngüsü tüm Balkan yarımadasını sardı. Türkler
22 Nisan 1821'de Paskalya Yorlusu’nun şafak vakti Adrianople
47
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
(Edirne), Selanik ve Tirnovo Başpiskoposlarıyla birlikte Yunanistan
Patriğinin idamlarının da dâhil olduğu bir dizi eylemle misilleme
yaptılar. Daha sonra Tesalya, Makedonya ve Anadolu’daki Hıristiyanları topyekûn katletmeye giriştiler. Büyük Güçler'in, özellikle de
Ortodoks Kilisesinin hamisi Rusya'nın tepkisi gecikmedi. Rusya,
bazı ağır şartların ve taleplerin yer aldığı bir ültimatom verdi. Bu ül­
timatoma cevap verilmemesi üzerine, Rus sefirini Osmanlı başken­
tinden çekmeleri savaşın yaklaştığının bir işaretiydi.
Yunanlılara gelince, Mora’da Türklerin başlıca kalesi olan Tripolitsa'yı ele geçirdikten sonra yaklaşık 10.000 Türk’ü katlettiler. Bunu
Yunanlıların Anayasa ve bağımsızlık ilanı izledi. 1822 Nisan’mda,
Türklerin Sakız Adası’ndaki misillemeleri de ani ve çok ağır oldu.
Adanın tüm nüfusu, yaklaşık 30.000 Yunanlı cezalandırılmış, çoğu
kılıçtan geçirilirken, binlerce genç kız köle olarak götürülmüştü.
Sakız Adası’nı ele geçiren Türk filosu, daha sonra, Amiral C. Kanaris’in komutasındaki Yunan filosu tarafından imha edilmişti. O döne­
min deniz savaşlarında sıkça kullanıldığı gibi, Yunan filosuna ait bir
ateş gemisi, Türk Amirali Kara Ali Reis’İn sancak gemisini mahmuzlayarak. amiral ve 1.000 adamıyla beraber havaya uçurmuştu. Panik
içinde kaçan Türk filosunun diğer gemileri Çanakkale’ye sığınmıştı.
Yine de, “gâvur cellâdı" ayan Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali
Paşa ve oğlu (ya da bazı kaynaklara göre üvey oğlu) İbrahim Paşa’nın desteğini alan Türkler karşı saldırıya geçtiler. İbrahim Paşa
Kasos, Türklerse Psara halkını imha etmek için ilerliyorlardı. İbrahim
Paşa Mora’ya doğru ilerlerken, öldürmeye ve etrafı yakıp yıkmaya
devam etti, ilerleyen ortak Türk-Mısır orduları ilkin stratejik önemde­
ki Misolongi kasabasını, sonra da Atina’yı kuşatıp ele geçirdiklerin­
de, Yunanistan imhanın eşiğindeydi. Ancak, sonunda. Büyük Güç­
ler, özellikle İngiltere ve Rusya Yunanlıların yardımına koştular. De­
niz ve kara kuvvetlerini kullanarak yendikleri Türkleri ve müttefikleri
Mısırlılara boyun eğdirdiler.
Genelde tarihte, özeldeyse Şark Meselesi’nin tarihinde dönüm
noktası olan İki Büyük Güç’ün ortak yürüttükleri silahlı müdahale,
özel bir açıklamayı hak etmekledir. Hiç kuşkusuz, Ingiltere ve Rus­
ya’nın Yunanistan'ın yanında yer alma kararında belirleyici olan
48
BÜYÜK GÜÇLERİN İNSANI MÜDAHALESİ: TAfitHSEL BİR PERSPEKTİF
faktör, Türklerin ve ayanlarının Yunan halkına karşı giriştiği büyük
katliamlardı. Avrupa kamuoyunun ezici çcğunluğunea desteklenen
bu Güçler, özellikle Mısır Beyi İbrahim’in yıkımdan kaçan Yunanlıları
köle olarak götürmeyi ve yerlerine Mısırlıları yerleştirmeyi planladığı
söylentileri ayyuka çıktığında alarma geçtiler. Türkler tarafından red­
dedilse de, İngiltere'nin İstanbul Sefiri Stratford Canning’in beyanat­
ları, bu söylentileri doğrulamaktadır. Hatta ingilizler bizzat gönderdik­
leri bir deniz subayı aracılığıyla, İbrahim’i böyle bir planı olduğunu
yazılı olarak reddetmedikçe, İngiltere'nin Akdeniz filosuna bu planın
uygulanmasını engelleme emri verileceği konusunda uyardılar.
Bu, modern çağlarda bir “etnik temizlik” prototipinin ortaya
çıkmasına karşı büyük bir caydırıcı eylem, bir çeşit "insani müdaha­
leydi. Müdahale, o zamanlar Batı Avrupa’da, özellikle de İngiltere
ve Fransa’da filizlenmekte olan Helenist hareketten büyük ölçüde
etkilenmişti. Eski Yunan felsefesi, sanatı ve edebiyatına - yüceltme
derecesinde - bu yaygın bağlılığın en göze çarpan ismi Lord
Byron’dı. Gönüllü olarak Yunan isyancıların saflarına katılan şair. 19
Nisan 1824’de Missolonghi muharebe alanında Helen davası uğru­
na hayatını feda etmişti.
Bu Yunan davasına kendini kaptırma eğiliminin istisnası, Avus­
turya Şansölyesi Prens Metternich, Avrupa'da istikrar ilkesinin ne
pahasına olursa olsun en ateşli savunucularındandı. Yunanlıları böl­
ge barışı ve huzurunu tehdit eden, bölgeye isyancı fikirler yayan
sıradan asiler olarak gören Matternich, Rusları Yunanlıları destekle­
mekten vazgeçirmeye çalışıyordu. Prense bakılırsa, en iyisi onları
kaderleriyle baş başa bırakmaktı. Yunanlıların, modern Yunanistan
tarihi boyunca, özellikle de Türklerle askeri çatışmaya girmek zorun­
da kaldıkları zamanlarda sürüp giden hastalıkları, yani birlik olama­
ma ve hizipçilikleri, yaşadıkları çıkmazı daha da ağırlaştırmıştı
Türklere karşı mücadelelerinde kendi aralarındaki hanedan kavga­
larıyla zayıf düşen Sırpları da yiyip bitiren aynı hastalıktı.
Bu gözlemlerin amacı, Büyük Güçler'in farklı ölçülerde baskı gö­
rürken, aynı zamanda “milliyetçilik virüsünün bulaştığı” milliyet ve
azınlıklar adına yaptıkları İnsanî müdahalelerin tarihiyle yakından il­
gili bir müdahale modelinin ortaya çıkışına işaret etmektir.
49
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Yunanistan Kurtuluş Savaşı (18 21 -183 0) sırasında, savaşı so­
na erdirm ek için dışarıdan gelen bir dizi girişim, bu "hum anite” te­
masını geliştirm işti. İngiltere ve Rusya, Yunanistan’a Türk egem en­
liği altında sınırlı özerkjik sağlam ak için işbirliğine gitm işti .7 Bunu,
Türkiye'yi uyararak çalışm alara son vorm em esi halinde üç Büyük
Gücün Yunanistan'a askeri yardım yapacağını söyleyen bir karara
Fransa’nın da İngiltere ve Rusya’ya katıldığı 1827 Londra Antlaş­
m ası 8 izlem işti Londra Antlaşm ası n m G iriş kısmında, bu çabanın
amacı Avrupa barışına hizmet ederken, aynı zam anda un sentım ent d'hum anite'yi (İnsanî biı duyarlığı) yansıtm aktır deniliyordu .4
5.
Madde. A ntlaşm a’ya taraf ülkelerin hiçbir toprak talebi olmadığını
ifade ederken ,10 Türkiye'nin başka bir ateşkes talebini daha reddet­
mesi, Rusya ile yeni bir savaşla birlikte, bu ülkenin hem Asya hem
de A vrupa'da önemli toprak kayıplarına yol açlı. Savaş 1830'da Yu­
nanistan'ın tam bağım sızlığı ile sona erdi. Ingiltere, Fransa ve Rus­
ya ’nın Osmaniı hükümetine Yunanistan’ın bağım sızlığını tanıma
kararlarını bitdirdiği 8 Nisan 1830 Notası, “bu m utsuz m emleketleri
harap eden sıkıntıları sona erdirm enin ve halta Osmaniı İmparatoılu ğ u n u n mevcudiyetim kuvvetlendirm enin zorunlu bir insanlık öde­
vini yerine getirm e” isteklerinin bir tekrarını içeriyordu .11 Bu sözde
"İnsanî m üdahaleler,” 1839 G iıfhane Hatt-ı Hüm ayunu ve 1856 Is­
lahat Fermanı ile tesis edilen ikiz Tanzimat reformlarını kapsayan
S özleşm e nin esasını oluşturuyordu .14 İlk kez gayrı Muslimlerın
eşitliği ilkesini tanıyan G ülhane Hatt-ı Hümayunu neredeyse İhti­
lalci bir hamleydi. Oysa tüm niyet ve amaçlan yönünden bu ferman
7
Bu amaç 1826 St Petersourg Protokolü ile ortaya konmuştur. G. Ndraciounghian
Ftecueil D'Actes lntemationaux de L’Empire Ottoman. 1789-1856. Vcl. 2 (Paris
1900), Doc. No. 37.
8
A g e. Doc. No 42 sayfa 139-34 Bıı antlaşm a 6 Tem m ıi7 18?7’de imzalanmıştır,
9
A o e sayfa T31
10 A.g.e., s 132.
11 A g.e. sayfa 18G. (3 Şubat 1330 Londra Protokolü).
1 2 Aşağıdaki 17. Dipnota bakın.
50
BUYÖK G UÇLER'İN İNSANİ MÜDAHALESİ: TARİHSEL BİR PERSPEK70
"kadük” kaldı .13 Bu model gelecekte de tekrarlanacaktı.
Kırım Savaşı: İnsanî Müdahalelere Yeni Bir İvme
Yukarıda işaret edildiği gibi, 1839'un bir devamı olan 1856 Isla­
hat Fermanı, Büyük G üçler arasında sürekli değişen yeni saflaşm a
ve rekabetler doğuran ve Şark M eselesi’ni yeni yönlere iten bir dizi
diplom atik ve askeri inisiyaittin en üst noktasıydı. Bu G üçter’i birbirleriyte sert m ücadelelere iten başlıca dürtü, Yakındoğu’da hegem on­
yayı ele geçirerek, bağımlı bir devlet olarak Tüfkiye üzerinde belli öl­
çülerde hâkimiyet kurma hırslarına gem vuram ayışiarıydı. Mısırlı
ayanının 8 2 4 -1 8 2 8 sürecinde Yunan Kurtuluş Savaşında Türklerin
yanında yer alması. Şark M eselesi nin oynak ortam ına dalan Büyük
G üçle rin ilişkilerini daha da karmaşıklaştırmış, sonunda M ısır’ın
kendisi bir çekişm e konusu olmuştu.
Rusya, nihayetinde kendi genişlem e hırsının yanı sıra, Şark M e­
selesi’nin Osmanlı İm paratorluğu’nun Slav ve O rtodoks Hıristiyan
tebaalarının azınlık statüsünün unsurları gibi temel yönleriyle ilgile­
nirken, Mısır ve çevresinde yeni hegem onya peşinde koşan Fransa
da tabloya katıldı. Bu, Latin cemaati dâhil, Osmanlı İmparatorluğu ’nun Kaleciklerinin durum uyla geleneksel ilgisinin bir uzantısıydı.
Tam bu noktada İngiltere’nin, Yakındoğu diplom asisine etkili girişi
sonucu, Fransa ve Rusya'nın yukarıda belirttiğim iz planları az çok
sekteye uğradı. İlkin Dışişleri Bakanı, daha sonra Yunan Kurtuluş
Savaşı’yla örtüşen 1 8 22 -27 dönem inde Başbakan olarak. Rus­
ya ’nın genelde Yakındoğu meselelerini, Ö2elde Osmanlı imparatortuğu’nun kaderini tek başına belirleme hakkını reddeden politikanın
temelini atan kişi C annirtg’di. Bu doktrin, Dışişleri Bakanı olarak bir
tek Büyük Gücün, özellikle de Rusya’nın böyle bir tekelini reddeden
geleneği yerleştiren Lord Palm erston tarafından da benimsenerek,
titizlikle uygulandı. Palmerston, bunun yerine bir çeşit Avrupa koalis­
yonu biçiminde, ortak düşünce ve eylem ler yönlem ini koydu.
13 E- E-ngelhartdt, La Turguie et le Tanzimat ou Histoire des Retcrmes dana L'Empire Onomars, Vol. 1 (Paris 1882), 142.
51
ER M EN İ SOVKIRIMI TARİHİ
Bu bağlamda, Paimerston Türkiye’nin bölüşülmesi önerilerini
reddediyor, çünkü Osmanlı İmparatorluğu ’mın can çekiştiğine ya da
Çar I. Nikola’nın ünlü deyimiyle, ölüm döşeğinde hasta bir adam ol­
duğunu öne süren yaygın görüşe katılmıyordu. İngitizlerin tutumu,
bunun tersine, imparatorluğun toprak ve diğer açılardan bütünlüğü­
nü koruyarak, bu tutumu 1815 Avrupa tttihadı’nın Türk politikasının
temel taşı haline getirmeyi amaçlıyordu. Sonradan Disraeli’nin uy­
gulayacağı bu politikanın benimsenmesi, Ruslara Türkiye üzerinde
ayrıcalıklı bir koruma hakkı veren 1833 Hünkâr iskelesi Antlaşması’nın da aralarında bulunduğu mevcut bazı antlaşmaların bir ke­
nara itilmesine yol açtı .14Ancak tam da bu politika, o ana kadar Şark
Meselesi’yie ilgili problemleri ele alırken kontrollü bir uyum sergile­
yen İngiltere ve Fransa arasında bir anlaşmazlık doğurdu, ihtiras­
larıyla Osmanlı İmparatorluğumun bütünlüğünü tehdit eden Türki­
ye’nin Mısır Valisi Kavalah Mehmed Ali Paşa’yı desteklerken, Fran­
sa Başbakanı Louis Adolphe Thîers, tıpkı Rusya’nın benzer
hırslarına olduğu gibi Fransa’nın da Yakındoğu'daki eski arzularına
karşı çıkan Paimerston'u karşısına almıştı.
Yeni bir Avrupa koalisyonu için çalışan Palmerstone, Avusturya,
Prusya ve hatta Rusya’yı yanına çekmeyi başardı. Böylece, İngilte­
re’nin Fransa’yı Avrupa İttihadı’nın bu yeni saflaşmasının dışında
tutarken, bir yandan diğer Avrupa devletlerinin ortak iradesini de
dayatmasını getirdiği çifte aşağılamaya öfkelenen Thiers, büyük bir
Avrupa savaşının patlak vermesi riskini göze alarak, ateşle oyna­
ma siyasetini seçti. Ancak, sonunda Palmersion’un küstahlık deni­
lebilecek boyun eğmez kararlılığı ve Yurttaş Kral Louis Philiipe'in
boyun eğen kararsızlığının birleşmesi, böyle bir savaşın önüne
geçti.
Rusya iie İngiltere’nin arasında on yıl içinde gelişen, en sonunda
İngiltere, Fransa ve Türkiye’nin Rusya’ya karşı birlikte savaştıkları
1853-56 Kırım Savaşını doğuran benzer bir kamplaşmada tarklı bir
durum söz konusuydu. İngiltere için temel sorun aynıydı: Ne hiçbir
14 Bkz. Schopott, Retormes [n.2]. Metin 12,17.
52
BÜYÜK GÜÇLERİN İNSANİ MÜDAHALESİ: TARİHSEL BİR PERSPEKTIf
Büyük Güç’ün Osmanlı İmparatorluğu’nu zorlayarak kendisine
bağımlı bir devlete dönüştürme girişiminin başarı kazanmasına ne
de bu imparatorluğun dağılıp parçalanmasına izin verilmelidir. Bu
politikanın mantığının temelinde yatan, İngiltere ve Rusya'nın, Os­
manlI İmparatorluğu’nun toplumsal ve siyasal açıdan devrini ta­
mamlaması nedeniyle, güçlü devletlerin istilasına büyük ölçüde
karşı koyacak durumda olduğu biçimindeki ortak görüştü. Fransa ve
Rusya’nın tersine, İngiltere’nin Osmanlı imparatorluğu milliyetlerinin
hiçbiriyle dini bağı yoktu. Dolayısıyla, bu bağlardan doğan yükümlü­
lük ve duygusal etkilenmelerden nispeten uzak kaldığından, din kar­
deşleri üzerinde koruyuculuk iddia edecek bir gerekçesi yoktu. Bu
anlamda, az çok önyargısız taral konumuyla İngiltere, Türkiye ile
daha rahat dostane ilişkiler kurabilecek durumdaydı. Kırım Savaşı’nı
doğuran krizle birlikte, bu rol en ön plana çıktı.
Geçmişini düşünürsek, boş yere büyük bedeller ödenen bu Av­
rupa yangınının Şark Meselesi açısından ne gibi sonuçlar doğurdu­
ğunu tahlil ederken, bu Sorun etrafında süren çekişmelerin gidi­
şatını etkileyen birtakım faktörlerin nasıl içi içe geçtiğini görmek
sarsıcı olabilir. Birincisi ve de en önemlisi, dini unsurları ve iddialar­
la beslenen militan milliyetçilik dalgasının yükselişidir, Beytüllahm ve
Kudüs'teki Kutsal Mekanlar’ın muhafaza hakkı konusunda tartışan
Latin ve Yunanlı keşişler arasındaki çatışma yüzünden, Fransa ve
Rusya soruna çözüm bulmak üzere kendi aralarında gizli müzake­
relere başlamışlardı. Fransa Latinlerin, Rusya ise Yunanlıların hak­
larının önceliğim destekliyordu. Laik milliyetçiliğin uzlaşmaz unsur­
larıyla desteklenen Doğu Ortodoksluğu ile Roma Katolikliği
arasındaki uzlaşmaz çıkar çelişkileri, bu yüzden nispeten küçük hir
anlaşmazlığı her an patlamaya hazır bir volkana çevirmeyi ba­
şarmıştı. Sanki tırmanan çatışmanın dini boyutlarım vurgulamasına,
diğer Katolik devletler, yani Avusturya, Ispanya, Sardunya, Portekiz,
Belçika ve Napoli de Latin keşişlerin davasını destekleyen Fran­
sa’nın yanında yer aldılar.
İkincisi, belli başlı aktörlerin kişilikleri, özellikle mizaçları birbir­
lerine karşı tutumlarını ciddi biçimde etkilemiştir. Dönemin ulusal
kurtuluş hareketlerinin en başta gelen iki savunucuları ve gelişim
53
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
halindeki Şark Meselesi’nin etrafındaki anlaşmazlıkların mimarları
olan III. (Louis) Napolyon ve Çar I Nikola, bu örneğe tam oturuyor.
Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için, Çar Osmaniı
başkentindeki militan sefiri Prens Aleksandr Mençikof'u kullanmıştı.
Otokrasi, atılganlık ve en önemlisi, Fransa’nın Avrupa'da, ama en
başta Yakındoğu’da eski "ihlişarrV’ını canlandırma eğilimi taşıyan
yeni türden bir Fransız milliyetçiliği dürtüleriyle hareket eden III. Na­
polyon. Roma Katoliklerinin savunucusu rolünü oynamaya başladı.
Kapitülasyon Sistemi’nin 28 Mayıs 1740 versiyonunda yer alan 3 3 36. ve 82. Maddelerdeki hükümlere dayanılarak ,15 Fransa’ya yu­
karıda belirtildiği gibi, Les Lieux Saint&üe (Kuisal Topraklar, Filistin}
bazı ayrıcalıklar verilmişti. Söz konusu olan, özellikle Kudüs'teki
hac yerlerinin ve Beylüllahım’daki Doğuş Kilisesi’nin yönetimiydi.
1852’dc Napolyon, Sefiri De Lavaletle aracılığıyla Sultan Abdülmec il’i bu imtiyazları Fransa'ya geri vererek, böylece Ortodoks Rum­
ların karşı iddialarının geçerli olduğunu reddetmeye ikna etti. Olay­
ların bu şekilde gelişmesiyle. Napolyon'un iddialarını hafife alarak,
kendi emperyal hırslarım dizginleyemeyen Çar Nikola, konuyu gün­
demin baş sırasına oturtmaya karar verdi. 1853 de, özel ve tam yet­
kili elçisi Mençikof'u, biraz da askeri geçmişi itibariyle kendisini yön­
lendirme küstahlığından dolayı, burnunu sürtmek amacıyla azleder­
miş gibi İstanbul’a gönderdi. Sefir Padişahı ne etkileyebildi ne de ik­
na edebildi.
Ne var ki, bu girişimi büyük oranda boşa çıkaran. 1825’de Baş­
bakan kuzeni George Canning'in Osmaniı başkentine sefir atadığı
Sir Stanford Canning’in, bu oyunda ustaca oynadığı roldü. S efil’in
1812’de başlayan Türkiye'deki diplomatik hizmeti çeşitli aralıklarla
1858'e kadar sürecekti. İngiltere’nin Türkiye üzerinde hiçbir büyük
gücün denetim tekelini kabul etmeme politikasına bağlı olan Canning, Osmaniı başkentindeki diplomasinin kapalı kapıları arkasında
Mençikof’u devre dışı bıraktı. Oysa İngiltere sefirinin başlangıçta
esas amacı, anlaşmazlığı ihtilafı dostane ve mümkünse Çarı tatmin
15 Bkz. Schopolf, A.g.e. Metin 5. s.5.
54
BÜYÜK GÜÇLERİN İNSANI MÜDAHALESİ: TARİHSEL DIR PEGSPCKl II
edecek bir biçimde çözmekti. Fakat Çarın gizli gündemi, Filistin'de­
ki Rum keşişleri adtna açıkça ilan etmiş olduğu mütevazı talepleri
fersah fersah aşıyordu. Kendisinden önce gelen akıl hocası Palmerslon gibi, Canning de boyun eğmez katılığının İngiliz diplomatla
uzlaşmaya hevesli olan Sultan ın esnekliğine ağır basmasından do­
layı başarıl olmuştu.
Paradoksal bir şekilde, İngiltere bu başarısıyla, Osmanlı başken­
tinde, önce Fransa, sonra da Rusya’nın eline geçirmesine itiraz et­
tiği nüfuz tekeline geçici de olsa sahip oldu. Canning'in (Fransa'nın
Doğu Akdeniz’e kendi hegemonyasını dayatmak için İngiltere’yi sa­
vaş ile tehdit ettiği 1846 Mısır-Osmanlı krizinde, Rusya’nın desteği­
ni alma başarısı gösterdikten sonra) 1852’de istifa ederek, Vikont
unvanı ile Lord Stratford de Redcliffe olarak atandığı düşünüldüğün­
de, bu sonuç daha büyük önem kazanıyordu. O, ingilizlerin Türki­
ye’nin herhangi bir Büyük Gücün vesayetine girmesini engelleme
azmini temsil ediyordu. Gerçekte, 1853 ilkbaharında Rum keşişler
adına yaptığı talebe, Rusya’nın Balkan yarımadasında yaşayan
Hıristiyanların koruyucusu olduğu iddiasını da ekleyen Çar II. Nikola’nın esas amacı bu vesayetti. Padişahın, ilk talebi kabul ederken,
İngilizlerin teşvikiyle bu ek iddiayı reddetmesiyle birlikte, Rusların
(853 Temmuzunda Viyana’da Büyük Güçler'in buldukları oldukça
muğlâk uzlaşma formülünü reddetmesi, aynı yılın Ekim ayında
Kırım Savaşının patlak vermesine yol açtı. Bir yıl sonra Fransa, İn­
giltere ve Sardunya, Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında bu savaşa
katılırken, Avusturya ve Prusya gibi diğer Büyük Güçler çeşitli baha­
nelerle savaşa katılmaktan kaçındılar.
Bazı diplomatik ilişkilerdeki gizli gündemlerin hayati öneminin özellikle de diplomatik dilde anlambilimin güçlü rolünün- altının çizil­
mesi açısından, bu olaylar zincirine özgü koşullara kısaca göz at­
mak yerinde olacaktır. Ruslar, hangi Büyük Gücün Hıristiyan dinini
ve kiliselerini koruyacağını belirtmeksizin, "une protection constante de la religion chretienne et des eglises de cette relıgion' u şart ko­
şan Küçük Kaynarca Antlaşmasının 7. Maddesiyle ilgili yorum­
larından hiçbir tavİ2 vermiyorlardı. O sıralar Osmanlı ve Rusya
arasında kaçınılmaz gibi görülen savaşı geciktirme çabasındaki,
55
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Büyük Güçler -İngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya- 1853 Tem­
muzunda Viyana’da bir araya gelerek, ünlü Nota'yı kaleme aldılar.
Bu Nota’da, Türkiye’nin Küçük Kaynarca Anlaşmasının (ve ayrıca
1829 Edirne Antlaşmasının) ‘Hıristiyan dininin korunm asfnı öngö­
ren “lafzına ve ruhuna" bağlılığına dikkat çekiliyordu. Böylece 7.
maddedeki anlambilimsel muğlaklığı bu şekilde koruyan Büyük
Güçler, en azından o an için Rusya ve Türkiye’yi yatıştırmayı umu­
yorlardı. Rusya, N otayı bu şartlara yüklediği anlam dâhilinde kabul
etmişti; yani koruma hakkını kullanacaktı. Ancak anlaşılan bu olay­
da hükümetinin arzuları hilafına hareket eden Ingiliz Büyükelçisi
Stratford Canning’in tahrikiyle, Türkiye Rusların yorumunu reddet­
miş ve kendi yorumunda ısrar etmişti; Söz konusu koruma, Rusya
gibi yabancı bir Devlet tarafından değil, Osmanlı otoriteleri ta­
rafından yapılacaktı. Bu, Türkiye’nin 1853 Mayısında Büyük Gûçler’e gönderdiği ve yabancı bir Devlete “istiklaline ve Padişahın te­
baaları üzerindeki en temel haklarına halel getirilmeden” Rum Orto­
doks tebaalarına bazı hak ve ayrıcalıkları garanti etme hakkını ke­
sinlikle vermeyeceğini belirttiği N ola’ya da uygundu.
Rusya’nın Türklerin yorumunu ve söz konusu maddeyi buna gö­
re değiştirme önerisini reddetmesine yol açan kilitlenme, Türkiye’nin
Büyük G üçlerin verdiği Viyana Notası'nı aynen etmediğinin de işa­
retiydi. En önemlisi, Stranford Canning’in teşvikiyle, Osmanlı impa­
ratorluğu kendi topraklarında Ortodoks inancı ve kilisesine bağlı
Hıristiyan tebaalarına ilişkin olarak Rusya’nın genel korumacılık id­
diaları ve planlarına kararlı bir şekilde meydan okuyordu. Bu mey­
dan okuyuş Türkiye’nin hızlandırmayı göze aldığı Kırım Savaşı’nı
doğurdu. Yine de Küçük Kaynarca Antlaşmasının bu 7. Maddesi,
sonradan Rusların Osmanlı padişahlarına Çarın, koruyuculuk olm a­
sa bile, hiç değilse insanî müdahale hakkına dönük taleplerini kabul
ettirme çabasına zemin teşkil etmiştir.
1856 Islahat Fermam ve Militan
İslamcıların Karşı Çıkışları
Türklerin hızlandırdığı Kırım Savaşının (1853-1856) sonuna
doğru, Büyük Güçler Osmanlı İmparatorluğu’na barışın bir önkoşulu
56
BÜYÜK GÜÇLER İN İNSANİ MÜDAHALESİ: TARİHSEL BİR PERSPEKIIİ'
olarak, kendi özgür iradesiyle (proprio motu) Güihane Hatt-ı Hümâ­
yûnunun devamını getirmek zorunda olduğunu bildirdiler .11 Türkiye,
bir öncekinin şartlarını yinelemekle kalmayıp, gayrı Müslimlere yö­
nelik ayrımcılığı ve onların aşağılanmalarını da yasaklayan 18 Şu­
bat 1856 tarihli ikinci Osmaniı Islahat Fermanı ile cevap verdi.17 Ye­
ni mevzuattan tatmin olan Büyük Güçler, Şubat ve Mart 1856da Pa­
ris Kongresi'nde bir araya gelerek 30 Mart 1856’da Paris Antlaşması’nı 18 imzaladılar. Bu Antlaşmada, Rusya Türkiye'deki Hıristlyanlar üzerinde hamiliğe ilişkin başka talepler ileri sürmekten vazgeçti
ve Büyük Güçler, 9. Maddede, yeni Osmaniı Islahat Fermanını
memnuniyetle karşıladıklarını belirttiler .19
Ama Türkiye’deki köktendinciler ve laik milliyetçiler 1856 Islahat
Fermanını reddettiler. Türk halkı, gerek gayrı Müslimler için eşitlik
fikrini gerekse Hıristiyan milliyetleri adına müdahalede bulunan Avru­
palI devletlerin etkisini reddediyordu. İslamiyet’in “Müminlerinin siya­
sal hayatıyla bütünleşme" başarısı, büyük bir tehditle yüz yüzeydi.
Bir Türk tarihçisinin söylediği gibi, resmi yasalar “Şeriattan türe­
yen ve [diniyle tanımlanan milliyetlerin] millet sistemine dayanan bir­
takım uygulamalara a ykırfydı ve sorun, “ Büyük Devletlerin milletler
lehine müdahaleleri..." ile daha da karmaşık hale geliyordu .20 Yine,
16 M. Rofıı Jaequemyns, Armenie, Armcnians and Troaties ILondra, 1891) Bu
çatışma dana önce Belçika Uluslaraıası Hukuk Enstütüsü’nün yayın organı R&vue de Droit International et de Legtslatlorı Compareede 1887 ve i889’da yayınla­
nan iki makalenin yeniden gözden geçirilmiş halidir.
17 Bu iki hareketin de İngilizce metinleri için bakınız Hurewitz, Diplomacy ,r.2], Cil:1,
113-16 {!B39 Gûlhane Hatt-ı Hümayunu), 149-63 (1856 Acti. Ayrıca bakınız F.
Bailey. Rritish Poitcy and the Turitısh Reform Movement: A Study ın Anglo-Turkisb
Relations 1826-1863 (New York, 1S70). 277-79 (Act ol Gûlhanel. 287-91 (1856
Reform Act). Fransızca metnler için ise bkz. Nnradourıghian Recueil, [n.7],
288-90 (1839 Act), A.g.e. 18S6 1878, Citt; 3 (Paris, 1902), 83-88
18 Paris Antlaşmasının İngilizce ınetni için bakınız Hurcvyilz Diplomacy [rt.2], 153-56:
Fransızca metni için bakmi2 Noradoungtıian, Recueil [n.7], Ckt 3, 70-79.
19 Noradoungtıian, Recueil [n.7]. Cilt: 3, 74.
20 N. Berkes, The Devoleopmentol Secularism in Turkey (Montreal, 1964), 147.
57
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Davison’un da ileri sürdüğü gibi, "[1856 Fermanının] büyük bir kısmı
İngiliz, Fransız ve Avusturya sefirleri tarafından dikte ettirilmişti.1,21
Bir Türk tarihçiye göre, a günlerde halk feryat ediyordu: “Bugün ata­
larımızın kanlarıyla kazandığı mübarek milli hakkımızı kaybettik, Miliet-i hâkime bu hakkından mahrum bırakılmıştır. Gün, İslam âlemi
için matem günüdür.”2* Gerçekten de AvrupalI Güçlerin Osmanlı
Türkiye’sindeki “İnsanî müdahale” çabaları, Türk politikasının kök­
tenci gerçeklerine şiddetle aykırıydı. Uzun geçmişi olan gelenek ve
görenekleri temel alan ve devlet içinde bir egemen bir ulusa işaret
eden İslâmî ört ve âdet hukuku ilkesi, Avrupa kamu hukukunun si­
yasal ve sosyal eşitlik ilkeleriyle taban tabana zıttır. AvrupalI Güçler
kendi hukuk İlkelerini resmi Türk hukukuna empoze etmeyi ba­
şarırken, Türklerin İslâmî örf ve âdet hukukuna süregelen bağlılığı
AvrupalIların çabalarını boşa çıkarıyordu. Sadece AvrupalI Güçlerin
birleşik ve etkin çabası, Osmanlı Türkiyesi'nin İslam kültürü içindeki
değişime karşı köklü direnişi kırabilirdi.
21 R Davidsoıı, "Turkish Atlitudes Concernıng Christıan-Musllm Equ<ılity İn ıhe Nineleeth Centory; American Histoncaı fie v ıe w 5S ( 1954): 857.
2 2 A. Cevdet Paşa, Tezakir. Cilt; 1, C. Saysun, ed. (Ankara, 19S3), 68.
58
3
Ç a tış m aların T ırm an m ası ve O s m a n lI ’n ın
Geçici Ç areleri. Ş ark M e s e le s i’nden
F ilizlenen Erm eni S orunu’nun Kökenleri
Avrupa’nın Teokratik Türkiye'ye Hukuksaİ-Siyasal
Yönlerden İnanamaz Şekilde Kucak Açması
ir önceki bölümde ifade elliklerimiz, Şark Meselesi’rsin emper­
yalizm, milliyetçilik, zalim despotizm ve Büyük Güçlerin müda­
haleciliği gibi birbiriyle kesişen eğilimlerinin ortasında kendisini berraklaşlırmaya başladığı koşul ve süreçleri bazı ayrıntılarıyla açıkla­
mayı amaçlıyordu Bütün bu gelişmelerde İngiltere paradoksal bir
rol oynamıştı. Osmanlı imparatorluğu’nun bütünlüğünün korun­
masında ısrar etmesi, istemeyerek de olsa imparatorluğun çeşitli
bölgelerindeki milliyet gerilimleri ve çatışmalarının artmasına lıız ka­
zandırmıştı. Gerçekten de, bu korumanın sonucunda Tütkiye kötü
yönetimini ve periyodik baskılarını rahatlıkla sürdürebilmiştir. Milliyet
çatışmalarının tırmanması, kâh Büyük Güçler arasında varılan bir
uzlaşmanın sonucu kâh içlerindeki uyumsuzluk ve düşmanlığın kay­
nağı olan değişik tür müdahaleleri gerekti kılmıştı.
Bu araştırmanın ilerideki bölümlerinde göreceğimiz gibi, gelecek
on yıllarda Balkanlar ve Türkiye'nin Asya topraklarında ortaya çıka­
B
59
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
cak olan bîr dizi kanlı olay, bu gelişmelerin yan ürünüydü. Türki­
ye’nin ne Hıristiyan olmayan bir devlet olarak Avrupa Htihadı’na
katılması ne de Kırım Savaşı biter bitmez, Avrupa kamu hukuku sis­
temini kabul etmesinin fazla bir yardımı dokunmuştu, ilk reform ha­
rekeli, Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ıum ilan edildiği 1839’da Türki­
ye'nin ittihad'a alınmasını zaten kabul etmiş olan Fransa, bu ülkenin
bağımsızlığını onaylayıp toprak bütünlüğü garanti etmeyi önermişti.
Kamu hukuku açısından, Avrupa’nın idari yapısının 1648’de küçük
bir grup Hıristiyan devletler ve prensliğin Vestfalya Barışı’nı imzala­
masıyla ortaya çıktığı düşünülürse, İslâmî bir yapıya sahip Türki­
ye’nin kabulü Avrupa’daki uluslar topluluğunun hukukî karakterini al­
lak bullak etmişti. Gerçekten de, Avrupa’nın Türkiye’yi uygun bîr or­
tak olarak kucaklaması, esas itibariyle teokratik bir yapıya sahip
Türkiye'nin azınlıklarına kötü davranmaya devam etmesi ve patla­
maya hazır bir ihtilaflar kazanına dönmesi dolayısıyla, kaçınılmaz
bir biçimde çarpıklık ve uyumsuzluklara yol açmıştır.
Bu nokta tam otarak kavranmadan, Şark Meselesi ve dolayısıyla
Ermeni Meselesi yeterince anlaşılmayacaktır. Son tahNlde, bu ikiz
sorun büyümüş ve sonunda, iki farkiı ve zıt hukukî-siyasal sistemin
çatışması nedeniyle, dünya iki büyük felaketi yaşamıştı. Vestfalya’da, dini dogmaların hukuk ilkesine bağlı kılınması, dolayısıyla lai­
sizmin bir uluslar ailesi sisteminin üzerinde yükseleceği temel olarak
kutsanması kararlaştırılmıştı. Fakat Osmanlı imparatorluğu, ege­
menliğinin büyük bir bölümünde, tanımı gereği ve olayların da gös­
terdiği gibi, laikleşemeyen bir teokrasiydi ve öyle de kalmıştı. Kalıcı
olarak saptanmış, değişmez dini öğretilerden türeyen yasalar,
bırakın ıslah edilmeyi, değiştirilemez bile. Türk tarihçilerinin rahmet­
li duayeni, Osmanlı İmparatorluğumun sonuna kadar temelde teok­
ratik bir devlet olarak kaldığını ifade ederken bu gözlemi teyit ediyor­
du. (Bkz. 1. Kısım, n. 14),
Dahası, burada söz konusu olan sadece teokrasi değil, 1.
Kısımda ve bu kısmın ilerideki bölümlerinde açıklandığı üzere, diğer
teokrasi biçimleri gibi sadece devlet işlerinde zorlayıcı olmakla kal­
mayıp, holistik niteliği nedeniyle kapsamlı da oian İslam teokrasisi­
dir. İnsanî mevcudiyet ve çabanın her türlü alanını kuşatan ve onları
60
B Ü Y Ü K G Ü Ç L E R İN İN SA N İ M Ü D A H A L E S İ: TA R İH S E L SIR P E R S P E K T II
bütünleştirmeyi amaçlayan bir yaşam biçimi olarak İslami teokrasi,
sadece devlet, toplum ve ekonominin dokusuna nüfuz etmekle kal­
maz, ayrıca İslam'ın doktrinleri söz konusu olduğunda saldırı gibi gö­
rülen dini ve laik tecavüzlere de karşı koyar. Her şeyden öte, İslam,
ayetleri arasındaki birçok uyumsuzluk ve tutarsızlık barındırmasına
karşın, Kuran dini sınırları dâhilinde anlaşıldığı kadarıyla, adalet sağ­
ladığına inanılan yasalann yanı sıra hukuk kurallarının zorunlu bir
çerçevesini oluşturur. Sonuç olarak İstam, sadece cihat değilse bile
savaş yoluyla fetih olgusunu yücelten askeri bir din değil, aynı za­
manda “kâfirler” açısından ayrımcılığı da temel alan bir dindir. Avru­
pa kamu hukukunun özü, yani evrensel eşitlik bağlamında değerlen­
dirildiğinde, Kuran’da resmedildiği ve Şeriatta yazıldığı üzere İslam,
sadece "tüm Müslümanların eşitliği’ni tanır, dolayısıyla ayrımcılığını
savunur ve gayrimüslimleri Batı’nın kamu hukukunda yer alan bir­
takım haklardan, özellikle siyasal haklardan ve bir ölçüde de olsa,
kamu haklarından mahrum etme hakkına sahip olduğunu ileri sürer.
Son kertede sorun, iki sistem arasında bir eşitlik tesis etmenin im­
kânsızlığına indirgenmektedir -bir taraf, dünyevi olanla kutsal olanı
ayırmayı seçerken, diğeri, bunları birleştirmekte ve sonsuza kadar iç
içe tutmakta ısrar etmektedir.
Hıristiyan Marunilerin Katli ve Hıristiyanları
Koruyan Yeni Bir Protokol
Yaklaşık 40.000 Katolik Marunî’nin kurban edildiği ve 500'den
fazla kilise ve 40 manastırın tahrip edildiği bu kitlesel cinayet, şimdi
Lübnan ve Suriye’nin bir parçası olan bölgede, Müsiümanfar ve
Hıristiyanlar arasında biriken düşmanlığın sonucuydu. Bir kez daha,
dini farklılıklar ve bunun siyasal bölünmelere yansıması, her iki gu­
rubun ilişkilerini zehirlemişti. Din konusu. İmparatorluğun Müslümanlarıyla gayrı Müstimlerinin eşitliğini getiren 1856 Islahat Fer­
manının kabulüyle birlikte bir ıstırap kaynağı olmuştu Birleşemeyen
Martinilerin iç çatışmalarından ve ayrılıklarından yararlanan Müslü­
man Türkler ve Dürzîler, durumu kontrol altma almak ve Marunîler
üzerindeki egemenlik kurmak için ele eie vermişlerdi.
61
E R M E N İ S O Y K IR IM I T A R İH İ
Kıyımta ilgili olarak beklenen uluslararası tepkilerden kaygı du­
yan ıslahatçı Türk Hariciye Nazırı Fuat, 600 askerden oluşan bir bir­
lik ve çok sayıda m em ur ile birlikte derhal Beyrut ve Şam ’a gitti, H e­
men düzeni sağlayıcı ve»cezalandıncı önlem ler aldı; yüzlerce vagon
dolusu çalınm ış mal eski sahiplerine iade edildi; suçlular tutuklandı
ve divanı harbi örfi duruşm alarını takiben 56 hükümlü Şam sokak­
larında idam edildi ve 1111 de kurşuna dizildi. Kurşuna dizilenler
arasında Şam valisi, bir albay, iki yarbay ve üç binbaşı da vardı.' Bu
aceleciliğin bir nedeni de, Fransızların adaleti sağlam a girişim lerin­
den önce davranm aktı.
Yine de, İngiliz Dışişleri Bakanı Palm erston’un liderliğindeki Bü­
yük Güçler, Fransa'ya askeri müdahalede bulunma yetkisi verdiler.
Bir İngiliz donanması ve bir Rus savaş gem isinin de bulunduğu,
yarısını birleşik Avrupa gücünün oluşturduğu 6.000 kişilik Fransız
sefer kuvveti, barış ve düzeni sağlama göreviyle 2 Ağustos 1860’da
B eyrut’a çıktı
Lübnan’da Fransız etkisini artıracak tek taraflı bir
Fransız m üdahalesinden kaygı duyan İngiltere, kondi donanm a­
larının bir denge unsuru olmasını düşünmüştü.
Ası! önem lisi, Büyük G üçler’in bu m üdahalesini gözdağıyla sa­
vuşturm a çabası içindeki Fuat Paşa’nm. kişise! ricalarda bulunma­
dan önce, bölgede kontrolsüz çetelerin Hıristiyanlara karşı katliam­
lar yapabileceğinden dem vurm uş olmasıdır. Fransız Dışişleri Ba­
kanı Thouvenet, bu tehdide, böyle bir şeyin kural tanımaz hükümet­
lerin azınlıklara yönelik suiistim allerine karşı müdahaleyi boğmak
için bir emsal oluşturacağı gerekçesiyle kulak asmadı. {Bkz. 7. Kıs.,
dipnot 16.)
Büyük G üçler BabIâli'ye ihtarda bulunm aya ve baskı yapm aya
devam ederlerken, Batı hukuku ile İslam dininin bağdaşm azlığı, Bü­
yük G üçler'in askeri m üdahalesini gerektiren biiyûk bir uluslararası
1
Aiı R ıza-M e h m ed G aiib. G e ç e r A s ırd a D e v le t A d a m la rım ız . T. Çetin, ed. {İstanbul,
1979). Suriye ve Lübnan’da bu milliyet çatışm aları olayının çağdaş derinlemesine
bir analizi için. bkz. Leila havvaz, a n O c c a s ıo n lo r vvar. B tım c C o n tlıc t in L e b a n o n
a n d D e /n a scu s (Berkeley, t9 9 4 ).
62
B Ü Y Ü K G U C L E R 'IN İN S A N I M Ü D A H A L E S İ; T A R İH S E L B İR P E R S P E K III
olayla böylece ortaya çıkm ıştı. 3 Ağustos 1860 tarihli Paris Protoko­
lü gereğince eylem lerini İnsanî olarak betimleyen Büyük Güçler, m ü­
dahalede bulundular. Bu m üdahale kısa süre içinde 9 Haziran 1801
tarihli Reglement'Ğe formüle edildiği şekliyle Lübnan’a özerklik sağ­
ladı ve buraya Hıristiyan bir G enel Vali atandı.
Avrupai) Güçler ile Osmaniı im paratorluğu arasında, Lübnan’d a ­
ki müdahalenin ana hatlarını belirlem ek üzere varılan Anlaşmaya,
“düzen" sağlam a isteğini, katliam a karşı "Hıristiyanların korunması"
isteğiyle birleştirecek şekilde, Protocols p o ur le reiablissm ent de la
tranguilite en Syrie et la protection des Chreliens (Suriye'de sükû­
netin yeniden tesisi ve Hıristiyanların korunması için protokolleri)
denildi.2 Bu tormü! Parts Barış A ntla şm asfm n 9. Maddesinin ilk
fıkrasına uygundu, ancak bu maddenin, "Padişahın tebaası ile ilişki­
le rin i ve onun bölgesel yönetimini kapsayan ve T ürkiye’nin içişleri­
ne (“ soit coltectivement, soit separem enf') karışmayt yasaklayan
ikinci fıkrasına ters düşüyordu. 9. M addenin metni şöyle der:
Zatı Ş ahanelen, teb aasın ın re fahın a yakın ala ka göstere rek, durum
lanın, d in ve soy farkı gö zetm e ksizin , iyileştirirke n, İm p ara torluğ u’nun
H ıristiyan nüfuslarına karşı âlicen ap niyetle rini g ö ste re n bir ferm an
çıkarttı ve bu husustaki sam im iyetinin b ir d e lili olsun diye, kendi irad e­
s iy le ha zırlana n bu ferm anı taraflara ilan e tm e y e k arar verm iştir. Taraf
D evletle r bu ferm anın kıym et-i âlisini kabu! ederler. A lenen idrak e d il­
m e lid ir ki, her halü kard a m e vzubah is D evletlere, ister m üştereken iste r
m ü nhasıran, P adişah H azre tlerin in teb aalarıyla m ü nasebetlerine veya
İm p a ra to rlu ğ u ’nun idare-i d â h ills in e m üdahale etm e hakkı verilm em ekte d ir .3
2
G. Noradoungtıian, Recevil D'Actes
tntematiûnaux de rEmptıc Of/onum.
1856-1878, Cilt 3 (Paris, 1902), 144-49 ({Regtement); 125 (Protokolün
Fransızca metni)).
3
J. Hurev/itz. Diplomacy in Near and Middle Easl. A Documentary Report:
1538-1914. CM 1 (Prineeton, N. Jersey, 1956). 154 Orijinal Fransızca metin için
bakınız Noradounghian, Recueil [n.2], 74.
63
ER M E N İ S O YK IR IM I TA R İH İ
Balkan İsyanları. Ortodoks Slavlar Arasında Yeni
Bir Tür Müslüman Derebeylerinin Ortaya Çıkması
Bu isyanlar etnik topluluklar ve uluslar arası ilişkilerin karmaşık
bir sürecinin sonucuydu, feuntar, Şark Meselesi’yle birlikte Ermeni
Meselesi’nin yönünü belirleyen diplomatik girişimlerin sonucunda
ortaya çıktılar. Bu girişimler bir taraftan 1856 Paris Barış Antlaş­
masını vs diğer taraftan da bu Antlaşmanın ardından gelen yeni bir
Türk iç ya da ulusal hukukunun temeli olan 1856 Osmanlı Islahat
Fermanını üretti. Biiyûk Güçler’in, Ruslara karşı kazanılan Kırım Sa­
vaşı zaferinde uğrunda çok büyük bedeller ödedikleri Türkiye’yi,
declaration des droits olarak adlandırılan bu Haklar Beyannamesi'ni
hazırlamaya ikna etme yetenekleri, Türkiye’nin insan haklarına özel
bir vurguyla Avrupa hukuk sistemine başarılı bir şekilde entegre ola­
cağı umudunu doğurdu. Güçlük, esas olarak Türk iç hukukîlik ilkele­
rini, medeni hukukunu, örneğin, uluslararası hukukun ilkelerinin gelirdiği dış yükümlülüklerle birleştirme içindeydi. Balkan isyanları, bü­
yük ölçüde, Türkiye’nin 1856 Islahat Fermanında yer alan şartlara
uymayı başaramamasının sonucuydu; bu başarısızlık, uluslararası
anlamda bağlayıcı yasal bir belge olan Paris Barış Antlaşmasfnda
şart koşulan hükümlere yönelik ihlaller demekti. Tanzimat reform­
larını resmen kabul etmesine rağmen, Osmanlı rejimi, bu konudaki
ayrıntılı konsolosluk ve elçilik raporlarıyla dolu otan Avrupa diploma­
tik arşivlerinin gösterdiği gibi, tebaa milliyetlere karşı baskı ve sindir­
me politikalarına devam etti.
Türkiye'nin Avrupaî düşünce yapısına ayak uydurması için üste­
sinden gelmesi gereken engelier gerçekten çetindi. Yukarıda da
işaret edildiği gibi, teokratik hükümet biçimine hayat veren İslam il­
ke ve dogmaları, Osmanlı devlet yöneticilerinin imparatorluğun
gayrı Müslim tebaalarıyla ilgili olarak izleyip, büyüttüğü boyun eğdirici emperyalizme özel bir dinamizm sağlıyordu. Bu gerçeğin an­
laşılması, Kırım Savaşının başında, Lord Palmerston’u kraliyeVailesi ve Başbakan Aberdeen’le karşı karşıya getirerek, İngiliz siyasal li­
derleri arasında bir çatlak yaratmıştı. Kraliçe Victoria’nın yeğeni ve
kocası olan Prens Consort Albert, Kırım Savaşma Türklerin yanında
64
B Ü Y Ü K G Ü Ç L E R İN İN SA N İ M Ü D A H A L E S İ: TA R İH S E L BİR P E R S P E K TİF
girmenin mantığı île ilgili şüphelerini açıkladığı 21 Ekim 1853 tarihli
bir Memorandum’da, örneğin, bazı İngiliz politikacılarının, İngilte­
re'nin savaşa "Osmanlı imparatorluğu’nun bütünlüğünü” korumak
için müdahale ettiği iddiasını tartışmıştı. Dahası, Türklerin ebedî
"cahil, barbar ve zorba” karakterleriyle Hgili olarak kendisinin ve Kra­
liçesinin umutsuzluklarını da dile getirmişti. Paimerston konuyu bu
açıdan ele aldığında, lo rd Aberdeen ona, Türklerin resmi kararna­
meleri, onları uygulama niyet veya yeteneği olmaksızın baskı
altında çıkarttıklarını söyleyerek cevap verdi ve ekledi: “Onların bü­
tün sistemleri kökten tehlikeli ve gayriinsanîdir.”
Fakat söz konusu isyanları sadece veya temel olarak Os­
manlI’nın kötü yönetimi ve baskısıyla açıklamak kolaycılık olur. Yu­
karıda işaret edildiği gibi, 1789 Fransız ihtilali sonrasında, Osmanlı
rejiminin Balkanlardaki milliyetlere yönelik çirkin muamelesini tetikleyici bir mekanizma haline getiren, Avrupa’da ve başka yerlerde
milliyetçiliğin yükselişiydi. Henüz olgunlaşmadığı dönemlerde, çeşit­
li Balkan vilayetlerindeki ilkel milliyetçilik, Müslüman egemenliğine
karşı bir siper olarak gördükleri Doğu Ortodoks Kilisesi’yte da­
yanışma ifadesinden ibaretti. Bu egemenlik, 14. yüzyılda Osmanlı
Türklerinin Balkan yarımadasını ele geçirip Sırp imparatorluğu’nun
ve Yunan Palaeolog İmparatorluğu’nun etkisine son verdiğinde ku­
rulmuştu.
Fakat Doğu Ortodoks Kilisesi, bir antamda, modern milliyetçiliğin
yükselen arzularına tam olarak cevap vermiyordu. Etnik kuşatmayı
ve ulusal sınırları aşan ünlversalist (ç.n. sonunda herkesin İlahî affa
uğrayacağı inancı) bir bakış açrsına sahipti. Ancak Saikan milliyet­
leri az ya da çok istisnaî ve kendilerinin sayabilecekleri bir tür kimlik
arayışt içindeydi. Birçoğu Slav soyundan geldiği için, Rusya bir Slav
Patrikliğinin kurulmasına ve böyleee, başta Sırplar, Makedonlar ve
Bulgarlar olmak üzere Balkan Slavlarının ihtiyaçlarını karşılayacak
yeni bir dini otoritenin oluşturulmasına yönelik bir hareket geliştirdi­
ler. Böyleee 10 Mart 1870’de uysal bir Padişah, bir İmparatorluk İradesi’yle, İstanbul'daki Rum Patrikhanesi’nden ayrı ve bağımsız, ye­
ni bir dini otorite olarak, bir Bulgar rahibin başında olacağı Piskopos­
luk kurdu.
65
ER M E N İ S O YK IR IM I TARİHİ
Türklerin, bir düzeyde lütulkâr gözüken bu eylemi, bir başka dü­
zeyde, Osmanlı hükümetinin daha yüksek amaçlarına hizmet ettiği­
ne ilişkin kuşkuları haklı çıkaracak kadar tahripkârdı. Kısa süre için­
de, artık tek bir dini otoriteye bağlı olmayan Yunanlılar ve Bulgarlar
arasında ciddi bir düşmanlık gelişti. Ardından bir Bulgar Patriğe duy­
dukları nefret bir Rum Patriğe duyduğundan daha az olmayan
Sırpların düşmanlığı baş gösterdi. Sırp kilisesi, Rum Patrikliğinin üs­
tünlüğünü, ancak 1776'da İpek’tekı Sırp Patrikhanesi durdurulduk­
tan sonra tanımıştı; Prens Miloş’sa. 183Tde, bir Metropolitle birlik­
te Belgrat’ta bir Ulusal Kilise kurarak iptal etmişti. Yine de, Slav Pis­
koposluğunun faaliyeti, Balkan yarımadasındaki Slav dayanışması
bağının gelişmesine önemli bir ivme kazandırıyordu.
Ancak bu Slav dayanışmasının, İslamiyet'in resme girmesi üze­
rine oldukça zayıf olduğu görüldü. Doğu Ortodoksluğunun başının
ruhanî otoritesi altında, Hıristiyanlık, iki farklı etnik grup olan Slavlar
ve Rumlar arasında, bir nebze de olsa, bir uyum sağlayabildi. Fakat
örneğin ortak bir etnik soy kimliğinin tanımı olan Slavizmin. dini aidi­
yetin Müslüman ve Hıristiyan çizgileriyle ayrıtmış Bosnalıiar ve Hersekliler açısından sadece önemsiz değil, çok da yıkıcı olduğu an­
laşılıyordu.
Balkan isyanları, bu kitabın ilerideki bölümlerinde göreceğimiz
gibi, Ermeni varyantının gelişimindeki benzer aşamaları haber veren
Doğu Sorunun bu özelliğiyle çok yakından ilgilidir. İsyanların patlak
vermesinin nedeni ve bir anlamda temel kaynağı. Bosna-Hersekli
Müslüman ve Hıristiyan Slavlar arasındaki mayalanan ihtilaftı Bu vi­
layetlerin 15. yüzyılda Osmanlı Türkieri tarafından fethini takiben,
yerli halkın bir bölümü, bir çıkar beklentisiyle veya rahat etmek için
İslam dinine geçti. Özellikle Bosna, aristokratların -mülklerini işgal­
cilere terk etmek yerine ellerinde tutma arzusuyla din değiştiren bü­
yük toprak ağalarının- yaşadığı bir vilayetti. Bu insanlar, büyük bir
gönüllükle, İslam’ı ve Müslümanların gayrimüslimler nezdinde sahip
oldukları baskın statüyü temel alan Osmanlı teokratik sistemine dâ­
hil oldular. Dolayısıyla, herkesin hukuk önünde eşit olduğunu ilan
eden 1839 ve 1856 Tanzimat Islahat Fermanları, onlarda, Türki­
ye’deki dini köktencilerde olduğu kadar nefret uyandırmıştı.
66
B Ü Y Ü K G Ü Ç L E R T N İNSAN* M Ü D A H A L E S İ: TA R İH S E L BİR P E R S P E K TİF
Bosna ve Hersekle bu koşullar altında ortaya çıkan rejim, Os­
manlI İmparatorluğu’nun diğer vilayetlerindeki genel durumun üç
aşağı beş yukarı aynısıydı. Feodal beylerin köylülere boyun eğdir­
mesi, cebrî vergiler ve çürümüş bir mahkeme sistemi bu rejimin bel­
li başlı özellikleriydi. Bosna’daki İngiltere Konsolosu Holmes’un da
belirttiği gibi, yargı sistemi “açık rüşvet ve yolsuzluklar"ı esas alıyor­
du .4 Bu gelişmelerin sonucu, Hıristiyan inancından Slavların, sürekli
baskı altındaki tebaalar sınıfına indirgenmeleriydi. Sorunlar, Osmanlı
İmparatorluğu’nun, yurtdışından aldığı büyük borçlar dolayısıyla
1874’de girdiği mali çöküş ve tahttaki Sultan Abdülaziz’in gereksiz
savurganlıkla daha da karmaşık bir hal aldı. Borçlar ödenememeye
başladığında, borçlar üzerindeki faizlerin yarısı reddedildi. En önem­
lisi de. Türkiye zaten ekonomik olarak çökmüş olan insanlara yeni ve
ağır vergiler yükleyerek, bir kez daha son çare olarak tebaalarına yö­
neldi. Bu, bardağı taşıran son damla olmuştu ve Bosna ve Hersekli
köylüler kendilerine zulüm eden, Müslüman olmuş yerel feodal dö­
neklere ve onların işbirlikçileri, Osmanlı başkentindeki merkezi otori­
telerin denetiminden uzak kalan Türk memurlarına isyan ettiler.
İsyan ateşinin bölgede, Karadağ, Sırbistan ve Bulgaristan’daki
diğer Slav toplumlarına da sıçraması, gene! bir yangına dönüşme­
ye eğilimli böylesi bir ateş için verimli toprakların var olduğunun
kanıtıdır. Dış tetikleyici mekanizmalar da işbaşmdaydı. Rusya’nın
öncülüğündeki panslavist akımlar, bu etkenlerin en önemlisiydi. Böl­
gede faaliyet gösteren ajanların oluşturduğu ağa güvenen İstan­
bul’daki Rus Sefiri i Kont Ignalyef, Slavlar arasındaki mevcut Türk
düşmanlığına vurgu yaparak, milliyetçilik ateşini körüklüyordu Saf
Sırp soyundan gelen yurtlarından edilmiş ve savaşçı Slavlardan
oluşan ve geçit vermez dağların erişilmez dağlarında Türklere mey­
dan okumaktan pek kaçmamış küçük bir milliyet olarak, Kara­
dağlılar, bu ajitasyona en fazla karşılık verenlerdi. Fakal olayın en
önemli aktörleri, alavizmin bazı öğelerini barındıran tu tk u la rı Rus­
ların panslavizmden yararlanma hırslarına uygun düşen Sırplardı.
4
Büyük Britanya. B lue Books, Tnrkey No. 16 (1887). D o l. N o 2 i , p. 45.
67
ER M E N İ SOYK IRIM I TARİHİ
Rusya’nın, Büyük Güçler'in kuşkuyla yaklaştıkları 1856 Paris Barış
Antlaşmasının Karadeniz’le ilgili hükümlerini 1870'de reddetmesi,
uluslararası arenadaki prestijini biraz güçlendirmişti. Bunun dışında,
Osmaniı egemenliğini tekrar tanımış olan bu Barış Antlaşması Rus­
ya'nın Sırbistan üzerinde hamiliğini kullanma hakkını açıkça reddet­
miş olsa da, Sırbistan her bakımdan Rusya’nın himayesi altındaydı.
Ayrıca, daha önce Türkleri Sırbistan'daki garnizonlarını terke zorla­
yan da Rusya idi. Elbette Rusya’nın asıl ödülü, Karadeniz’den çıkışı
ve Ege’ye geçişi sağlayan Boğazlar ile birlikte İstanbul olacaktı.
Ruslar tarafından cesaretlendirilen ve hatta teçhiz edilen Sırplar,
Karadağ, Bosna ve Hersek’i bir araya getiren ortaçağdaki Sırp İmpa­
ratorluğu’nu canlandırma ülküsünün peşindeydiler. 1389 da Osmaniı
Türklerine yenildikleri Kosova Meydan Muharebesinin ölümcül so­
nuçlarını düzeltme isteği, Sırp topraklarından Osmaniı işgalinin tüm
izlerini kazıma ve en önemlisi Osmaniı egemenliğine son verme
hırsı, Sırplar açısından ulusal bir dava haline gelmişti. Sırbistan üç
yüzyıldır Osmaniı hâkimiyetinin sonucu olarak büyük acılar çekmişti.
İsyancılar, Bosna'daki AvrupalI konsoloslara yakınırlarken, din
özgürlüğü, vergi sistemi reformu konusunda garantide ısrar ediyor­
lar ya da hep beraber göç edebilecekleri bir Hıristiyan ülkesine ge­
çiş isliyorlardı. Ülke yabancı bir güç tarafından geçici olarak işgal
edilmedikçe, sürekli ıstırap çekmektense ölmeyi tercih edeceklerini
ifade ediyorlardı.
Temmuz 1875’de, Bosna ve Hersek halkı, Osmaniı yönetimine
karşı ayaklanmıştı. 30 Aralık 1875’de, Avusturya Şansölyesi Andrassy, Paris Barış Antlaşması imzacılarına, reformların, özellikle de
Müslümanlarla Hıristiyanların kanun önünde eşitliğine ilişkin hükmün
uygulanmasını sağlamak ve denetlemek için bir Müslüman-Hıristiyan Komisyonu nun kurulmasını önerdi.6 Padişah, 13 Şubat 1876’da,
5
E. Engelhard!, La Turçuie el la Tanzimat ou des Reformes dans t'Empire Ottoman, CİH 2, (Paris, 1882), 146-48. Tüm metnin Fransızeası için bakıni2 , A. Schoport, Les Reformes el la Protection des Chretines en Turtftııe, 1S73 1904,179-80.
İngilizcesi için bakınız, E. Hertslet, The Map otEurope by Treaıy, Cilt 4, (Londan,
1875), 2418-29.
68
B Ü Y Ü K G Ü Ç L E R İN İNSANİ M Ü D A H A L E S İ: T A R İH S E L BİR P E R S P E K TİF
bir kez daha öneriye rıza gösterdi. Kan dökülmesi hiç azalmadan
devam ederken, Büyük Güçler (kendisine daha önce danışılmadığı
için tepki gösterip katılmayı reddeden İngiltere dışında) Andrassy
(Motası'nm devamı niteliğindeki Berlin Memorandumunu 13 Mayıs
1876 günü ilan ettiler. Memorandum, Türkiye'den ateşkes ilan etme­
sini, Hıristiyanlara silah bulundurma hakkını tanımasını ve Büyük
G üçlerin konsolosları tarafından reformların denetlenmesi ilkesine
rıza göstermesini istiyordu.
Ateşkesin sonunda. Büyük Güçler’irı belirttiği şartlar karşılan­
mamışsa, baskı seçeneği değerlendirilecekti. İngiltere bu oluşuma
katılmayı reddettiği fakat bunun yerine donanmasına tek taraflı ola­
rak Besika Körfezi'ne gitmesini emrettiği için, tasarlanan müdahale
suya düştü. Tüm itidal çağrılarına karşın, Karadağ ve Sırbistan, 30
Haziran ve 1 Temmuz 1876’da Türkiye’ye karşı savaş ilan ettiler.
Sırp ordusu büyük oranda Rus gönüllerden oluşuyor ve bir Rus ge­
nerali tarafından komuta ediliyordu. Savaşır» ileri bir aşamasında
Rusya’nın verdiği bir ültimatom Türkleri Belgrat üzerine yürümekten
alıkoydu. Ancak isyancılar giderek üstünlüğü ele aldılar ve Türklere
bir dizi yenilgi tattırdılar. Burada tarihî bir modelin tekrarı yerinde ola­
caktır. 1853-56 Kırım Savaşı arifesinde olduğu gibi, bu olayda da,
etnik çekişmelerin de dâhil olduğu yerel ihtilaflar, esas sorunun şid­
detini artırdı ve bir veya daha çok Büyük Oevleti içine alacak yeni bir
ihtilaf boyutuna genişletti. Balkan Savaşı da büyük bir silahlı bir
çatışmaya, neredeyse uluslararası bir savaşa yo! açacak 1877-78
Rus-Türk savaşına yol açmıştı.
Midhad Anayasası
Osmanlı Türkiye’si, Avrupa’nın reformların uygulanması konu­
sunda denetimini önlemek için çabuk davranıp Midhat Anayasası­
nı kabul etti.* Belgenin getirdiği liberal hükümler, geçmişteki Re­
form Hareketlerini daha da geliştiriyordu. 8 . Maddosi bütün Osmanlı
6
Osmanlı Anayasası (Mithad), American Journal ot International LavVda basılmıştı
2 (Supp. teoa) Anayasa nın Fransızca tercümesi bakınız Schoff. Reloımes (n.5)
102.
69
E R M E N İ S O Y K IR IM I TA R İH İ
tebaasına din gözetmeksizin yurttaşlık hakkı tanıyordu 7 9. Madde,
kişisel özgürlükleri garanti altına alıyordu .8 17. Madde, “ahvali dini
ve mezheb'ıyeden maada” kanunlar önünde eşitliği ve herkesin eşit
hak ve görevlere sahip olduğunu söylüyordu.® Bunun yanında Ana­
yasa İslam’ın üstünlüğünü de kabul ediyordu. 4. Maddeye göre, Pa­
dişah, Halife olarak İslam’ın koruyucusu olarak tarif ediliyordu .'0 5.
Maddede, “Zatı Hazreti Padişahın nefsi hümayunu mukaddes ve
gayrimesuldür” deniyordu .11 11. Maddede, İmparatorluk içinde yaşa­
yan diğer inançlara dini ayrıcalıklar tanımakla beraber “Devleti Os­
maniye'nin dini İslam’dır" denmekteydi.*2
Ne var ki, ne yeni anayasal garantiler ne İslâmî düşüncenin di­
ğer dini inançlara hoşgörüsünün bir ifadesi olan 11. Maddedeki “im­
tiyazlar", gayrı Müslimlerin hukukî ve siyasal alandaki gerçek sorun­
larına deva oldu. Halife-Padişah bizzat bu Anayasanın hayata geçi­
rilmesine engel oldu .13 Buna ek olarak, modern Türk milliyetçiliğinin
önemli simalarında Tekin Alp, 11 Maddeyi gayrimüslimlerin ayrı tu­
tulmalarını ve dışlanmalarını sağlamak amacıyla oluşturulmuş “yük­
sek tecrit duvarı '1 olarak tanımlayarak, Türklerin gayrimüslimlere,
özellikle de Ermenilere dini özerklik verildiği biçimindeki iddialarını
reddediyordu 14 Fransız uluslararası hukuk uzmanı Engeihardt, 19.
yüzyılda Türkiye’de yapılan reformları incelediği ünlü çalışmasında,
7
Osmanlı Anayasası, 367
8
Ag.e.
9
Ag.e. 369.
10 Ag.e. 367.
11 Ag.e.
12 Ag.e. 368.
13 Bu engellere değindiği kitabında, Mithat Paşa’nın oğlu Padişahın dini temelde yü­
rütülen ayrımcılıklara, ön yargılara 3 0 n verecek planlara k a r ş ı olan kökteşmiş nef­
retinden bahsetmektedir. Bakınız A. Mithad, Life vt Mithat Paşa, (Lonoon, 1903),
108, 141-42.
14 T. Alp, Turtsmus unü PanturhısmuŞ, (Weimar, 1915), 8 . Osmanlı Anayasasının
11 . Maddede geçen “imtiyaz" kelimesinin aynı zamanda “ayrılıkçılık" veya
“farklılık' anlamına da gelebileceğine dikkat edilmelidir.
70
B U Y O K G Ü Ç L E R İN İN S A N I M Ü IIA M A L E S I: TA R İH S E L DİR P E R S P E K T İF
“imtiyaz” görüşünü benzer şekilde reddetmiş ve bunun, zorlama bir
uygulama, “devlet, din antagonizmasının getirdiği bir ayrım” uygula­
ması olduğunu ve diğer dinlere açısından “Müslüman kibri” ile güç­
lendirildiğini belirtmiştir .18 Bu uygulama, Kuran'ın 5. Suresi, 51. Aye­
tinde müminlere yönelik Öğütleri temel alır: "Ey insanlar, Yahudilerle
Hıristiyanlardan dost edinmeyin... . Sizden kim onları dost edinirse
şüphe yok ki o da çınlardandır... ." İmparatorluğun gayrı Müslim mil­
liyetlerine verildiği söylenen “imtiyaz" iddiasıyla ilgili olarak, tanınmış
bir Ortadoğu uzmanı olan Tekin Alp, 14. Dipnotta belirtildiği gibi, bu
Tanzimat donemi icatlarını “kâğıt üstünde imtiyazlar” diye niteliyor­
d u .18 Bu engelleme, hiçbir yerde vilayetlerdeki adatet işleyişi kadar
açık değildi. 1879-1801 dönemini kapsayan on iki British Bltıa Book
arasında en öğretici olanı, Britanya Dışişleri Bakanlığının (Osmanlı
imparatorluğu ’n un m uhtelif Vilayetlerinde Hususi Hukuk, Ceza ve
Ticaret Mahkemelerinde A dli idareye dair Raporlarında) gayrimüs­
limler aleyhine rüşvet, "bilerek yalancı şahitlik,” yolsuzluk yapan hâ­
kimler ve dini olmayan nizamiye mahkemelerde ceza yasalarının ih­
lali ile ilgili sayısız olayı aktardığı Turkey No. 8 'dir .17 AvrupalI diplo­
matların ve tarihçilerin yaptıkları bu gözlemler, Osmanlı hukuk siste­
minin Avrupa ile kıyaslandığında arzu edilenin çok ötesinde kaldığını
15 Engelhart, La Turguie, [n.5], CİI12, 239-300.
16 W Yale, The Near East. A Modem Hıstory, Yeni baskı, (Arn Arbor, Mictıigan,
1968), 30.
17 İngiliz Dışişleri Bürosu’nun bu resmi yayınları Ingiliz Dışişleri Bürosu, Blue Book.
TurKey [bundan sonra Blue Book. Turkey No 10 (1879)] A Q e. no. 1 (1880);
A.g.e., no 4 (1880), A.g.e., no. 7 (18801; A.g.o., no.9 (1880); A g e no 23 (1880);
A.g.e., no. 5 (1881); A.g.e., no. 6 (1881), A.ge., no. 10 (1881). Londra'ya rapor
veren
Kişiler
aralarında Yüzbaşı (daha sonra Binbaşı) Troller, Yüzbaşı( daha son
ra Binbaşı) Everett, Yüzbaşı Clayton. Teğmen (sonra Albay) Cfıermside, Yarbay
VVılson ve Yüzbaşı Steward’ın da olduğu Ingiliz Ordusu subaylarıydı. Ayrıca
bakınız M. Rolin-Jaequemyrs, Armenia, ıhe Aımenians and Treaties (London,
1891), 45 , 73-76. Bu eser ilkin, Belçika Uluslararası Hukuk EnsütüsCı’nün yayın
organı olan Revuecie Oroit International el de Legıslatlon Compare’de 1887 ve
1889(da çıkan iki makalenin gözden geçirilmiş halidir. Çevirmen belirtilmemişlir.
71
ER M EN İ S O YK IR IM I TA R İHİ
ve ‘'mahkemeler(in) çok kötü halde” olduğunu belirlen Türk tarihçisi
Baybur'un değerlendirmesiyle uyumludur.”
Osmaniı hukuk işlerinde uzman Belçikalı bir hukukçu, yeni ana­
yasanın üstü kapalı hedefjerinden bazılarının allım çiziyordu:
Bu belgeden açıkça anlaşılmaktadır ki, yeni yasanın amacı, Avrupa'nın,
BabIâli’den iyi niyetli sözler ve göstermelik yasalardan fazlasını yap­
masını talep etmesini olabildiğince geciktirmekti. Diğer bir deyişle, bu
güzel dili kullananların niyeti sadece, hâlâ Türk hâkimiyeti altında yaşa­
yan Hıristiyan ulusların çıkarlarının Paris Barış Antlaşmasında zımnen
belirtilmiş olduğu gibi, resmen ve açıkça Avrupa uluslararası hukukunun
koruması altına girmesini engellemekti.19
Yeni anayasa, başıbozuk Türk askerlerinin yaklaşık 15-20 bin
Bulgar kadın ve çocuğu katlettikleri 1876 Bulgar isyanının hemen
sonrasında kabul edilmişti. “Bulgar vahşeti”20 olarak bilinen -ve İn­
giliz Başbakanı Gladstone’u TCırkleri Avrupa’dan dışlamayı talep
eden bir broşür yazmaya iten- bu gaddarlıklar Haziran ve Temmuz
1876’da Sırplar ve Karadağlılarla yapılan savaşları ateşledi, Gladstone’un broşürü, Ingiliz kamuoyunu harekete geçirdi; birkaç gün
içinde 40.000 kopya satıldı. Fransız yazar Maurois’in, broşürün ru­
huna ilişkin kaleme aldığı gibi, “ ...insanoğlunun insanlık dışı türü
Türkler... olup bitenler karşısında öfke duymayacak, Avrupa hapis­
hanesinde ne bir mücrim ne de bir yamyam vardır.”2’ Osmaniı Türkleri, İngiliz ve Fransızların ateşkes görüşmeleri ile ilgili çabalarını
reddettikten sonra, Türkler 30 Ekim 1876 tarihli Rus ültimatomuna
18 Y. H. Bayur. Türk İnkılap Tarihi Cilt 3, 3. Bölüm (Ankara, 1957). 481-82.
19 Rolirt-Jaequemeyns, Armama, [n. 17], 33. Bu konu ile ilgili çok lipk bir görüş Türk
yazar Sına Akşın taralından, 100 Soruda Jön Türkler ve ittihad ve Terakki, (İstan­
bul, 1980)'de belirtilmiştir.
20 J. Maıiott, The gasternOuestıon (An Historical Study in Europsarı Diplomacy), 4.
Baskı (Glasgorv, 1958), 318-34.
21 A. Maurois, Dtsraeli, (Chautagua, M. Y., 1930), 308.
72
B Ü Y Ü K Ö Ü Ç L E R İN İN SA N I M Ü D A H A L E S İ TA R İH S E L BİR P E R S P E K TİF
boyun eğdiler.22 Ne var ki, bunu takiben toplanan İstanbul Konfe­
ransı, Türkiye'nin A v ru p a lIla r gözetiminde rıza göstermesini sağla­
mayı başaramadı. Gerçekten de Türk hükümetinin yeni bir anaya­
sayı kabul etmesi, yukarda belirtildiği gibi, sadece bu reform ta ­
sarılarının boşa çıkartılmasına hizmet etti. Bu ilana tepki olarak Bri­
tanya Başbakanı Salisbury’nin önderliğindeki Avrupa ittifakı, O s­
manlI imparatorluğunu, anlaşmazlığın yol açacağı kötü sonuçlar
hakkında uyardı.23 İstanbul Konferansının nafileliğine karşın, barışı
koruma telaşındaki İngiltere, bir çözüme ulaşma çabalarında ısrar
etti ve diğer Büyük Güçter’ls beraber Rusya’nın Londra Büyükelçisi
Kont Suvalofun hazırladığı protokolü destekledi.
Londra Protokolü’nden Berlin Antlaşması’na
31 Mart 1877 tarihli Londra Protokolü, AvrupalIların baskı altında­
ki milliyetler ve azınlıklar adına OsmanlI’nın iç işlerine nispeten
uyumlu bir müdahalesinin son ifadesidir. 9. Madde, atlı imzacı ülke­
ye, Osmanlı İmparatorluğumun sözünü tutup tutmadığını "dikkatle
gözleme" (de veliler avec soin) yetkisi veriyordu. Büyük Güçler’in “bir
kez daha sukutuhayale uğratılması halinde" birbirlerine danışma­
larına ve ortak hareket etmelerine imkân sağlıyordu .24 Ek olarak, ge­
nel bir barış (la paix generale) arayışı hareketlerine rehberlik ede­
cekti. Tam yetkiH Türk Temsilcisi, protokolü aşağıdaki gerekçelerle
reddetti:
22 Ültimatom için. bkz. Noradounghian. Recııetl (n.2). 399,
23 Ag.e., 480. Uzun süren İstanbul Konloransı'nm (27 Aralık-20 1876 Ocak 1877)
detayları dokuz protokolde toplanmıştır; Ag.e., 400-93. Ayrıca bakınız Das Sfaalsarchiv, Cilt 32 Nolar 5964-71,15-33, H. V Kremer- Auenrode ve P Hırsch ed.,
(t.eipzig, 1877) (19th yüzyıl Alman arşivi) Ibundan sonra Das Slaatsarchıve].
24 Engelhard!, Turquia [n. 5), 178. Protokolün Fransızcası için bakınız Moradoung
hıan, Recuil [n.2|, Doc. No. 840, 496 ve Schopoff, Retormes ln. 6 ), 3 :34 , Doc No.
45, p. 334.
73
E R M E N İ S O Y K IR IM I TA R İH İ
[Protokol] Padişahın şerefine ve serbestliğine hakarettir... Bu hükümlere
rıza gösterm ektcnse, m uvaffak olunm am ası halinde, b ir yahul iki vilaye­
tin kaybıyla neticelenecek muhtemel bir harple yüz yüze kalm ak bile da­
ha ehvendir...[Protokol] P aris Sulh Paktının IX, Maddesinin fiilen ilgası
olmuştur... Bu ecnebi müdahale, Hükümetin ne pahasına olursa olsun
rıza gösterem eyeceği bir utançtır .0
Türkiye'nin Londra Protokolünü resmen reddetmesinden tam iki
hafta sonra, 24 Nisan’da, Çar Avrupalı Büyük Güçler in ikna yoluyla
elde edemedikleri şeyi güç kullanarak güvence altına almak için or­
dularına sınırı geçme emri verdi. Bu savaş ilanıyla ilgili yorumda bu­
lunan Britanyalı tarihçi J. Marriott, “Rusya, süregeler! tahriklere rağ­
men. takdire şayan bir sabır ve metanetle hareket etmiş ve Avrupa
İttifakına riayet etmeye azami gayrel göstermiştir, l ürk her zamanki
kurnazlık ve inatçılıklarını sergilemiştir" diyordu.2*
Bir yıldan daha kısa bir süre içinde hem Kafkas hem de Balkan
cephelerinde yenilgiye uğrayan Türkiye barış istedi ve Rusya'nın
dikte ettiği 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos Antlaşması aşağılayıcı ve
ezici şartlarını kabul etmek zorunda kaldı. Ancak İngiltere ve Avus­
turya’nın öncülüğündeki beş İttihad Gücü, bu Antlaşma’darı dışlan­
malarına itiraz edip, Rusya'yı 1856 Paris Barış Antlaşmasının 9. ve
12. Maddelerindeki şartlara göre yeniden gözden geçirmeye ve ye­
niden yazmaya zorladılar. Sonuç, Balkanlar’daki üç Hıristiyan milli­
yetinin (Sırbistan, Romanya ve Karadağ) bağımsız devlet statüsü
hakkını kazandığı ve Bulgaristan’ın Osmaniı vesayeti altında özerk­
lik elde ettiği 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşması oldu. Antlaşma
ayrıca Doğu Rumeli'ye, Balkan dağlarının güneyine, Osmaniı yöne­
timi altında özel bir düzenleme yaparak, Büyük Güçler’in kabul ede­
ceği Hıristiyan bir vali atıyordu ve 23. Maddesinde, Selanik, Kosova
25 Bu aktarını İngiliz Dışişleri Bakanı Derby Kontu’nun 9 Nisan 1877’de İstanbul'da­
ki Elçisi ile olan yazışmasından alınmıştır. Pas Staatsarchive. {n. 23], No. B360.
156-7; ayrıca bakınız Engelhard!, Turquıe (n. 5], 17(5 (9 Nisan 1877 Osmaniı
Dışişleri Bakanı Sadet Avrupa'nın "aşağılayan koruma” ile ilgif tutumunu kınıyor.)
26 Mariotl, Eastern Ouestıon, ]n. 20], 333.
74
B Ü Y Ü K G Ü Ç L E R İN İN SA N İ M Ü D A H A L E S İ. TA R İH S E L BİR P E R S P E K H I
ve Manastır vilayetlerini kapsayan Makedonya için özel reformlar
öngörülüyordu .27 1905’de, Büyük Güçler Türkiye'ye, Makedonya’da­
ki reformlar üzerinde Avrupa denetimini sağlayacak bir hüküm da­
yatmalarına rağmen, 1908 Jön Türk İhtilalini takiben yeni hükümete
bir jest olarak bu taleplerinden vazgeçtiler.
Mariott, Berlin Antlaşmasını "Şark Meselesinin tarihinde mühim
bir kilometre taşı" olarak nitelemekteydi.2® Bir Rus hukuk uzmanı
Olan Mandelstam, bu Antlaşmayı doğuran 1877-1878 Rus-Osmaniı
Savaşını “ une veritable guerre d'humanite' olarak övüyor ve Berlin
Antlaşmasının maddelerini Türkiye’nin Paris Barış Antlaşmasının
hükümlerini ihlal etmesinin cezası olarak ve Antlaşmanın kendisini
de Osmanlı İmparatorluğunda baskı altındaki ırklar adına “l ’intervention collective d'hum anite'nn en açık manifestosu olarak niteli­
yordu. “Din farkı" gözetmeksizin, "sivil ve siyasal haklar, arnme istih­
damı, meslek ve endüstriyel meşgalelerin serbestçe ifa edilmesi”ni
garanti altına alan 62. Maddeyi, Madelstam, bir çeşit "beşerî haklar
beyannamesi’ olarak değerlendiriyordu .29
Osmanlı Türkiye’sinde Kamu Hukuku ile Örf ve
Âdet Hukukunun Hayatî Farklılıkları
Büyük G üçler’in insani müdahaleye başvurmalarının, uluslara­
rası ilişkileri belirleyen bazı kuralların getirilmesine yardımcı olduysa
27 A.gg., 341—16. 3 Ağustos 1878'do Berlin’de imzalanan vo Osmanlı Imparalorluğu'nun 26 Ağustos 1878’de onayladığı Berlin Anılaşmasının İngilizce metni İçin
bakınız, Büyük Brilanya, Partlamenlary Papers 83.690-705 (1670). Bu sürecin tu­
tanakları için ayrıca bakınız, Pas Slaalarchıve, [n.23] Cilt 34 (1878} Nolar
6765-73, 226-81. Anlaşmanın orijinal olan Fıanszca metin için Sakını. A g e..
No 6773, 277-91. Ayastefaros Antlaşması için bakını, A.g.e-, No. 6718, 38-48.
Berlin Antlaşmasının 58-53. maddelerinin metni için bakınız, Hurewıtz. Diplomacy, |n.3[, 189-91. Noradounghian kitabına ayrıca Ayastetanos Antlaşması’nın
Fransızca metnini de ekleyiştir. Noradounghian. Recueıl. |n ?], 609-21.
28 Marriott, Eastern Ouestion [n 20], 345.
29 A. Mandelstamm, La Societe des Nationset tes Puissances devanı te Ptobtenki Aımenien (Paris, 1926) (Revue Generale de Dreni Intnl. Publ. Özel baskısı], 17r». 1, 18.
75
ER M ENİ SOYKIRIM I TARİHİ
da” Türkiye’d e yaşayan azınlıkların yaşam larına pek etkisi olm uyor­
du. Büyük G ü ç le rin Osmaniı Türkiye’sine dönük müdahaleleri, böl­
gede ve dolaylı olarak da tüm A vrupa’da barışı tehdit eden iç ihtilaf­
ları önlem eyi am açlıyordu.'Ancak m ilitan İslâmî m illiyetçilik, Osmaniı
sosyal sistem inde başarılı hukuk reform larının yapılması rçin gerek­
li siyasal imkânları ortadan kaldırıyordu. Kendileri için egem enlik
hakkı olarak gördükleri istibdatta ısrar eden Osmaniı Türkleri, kökle­
ri kendi toplum iannın gelenekleri ve göreneklerinde yatan baskıcı
bir ideolojiyle, Büyük G üçler’in hakem olma politikalarını engelledi­
ler. Bu tepki, uluslararası hukukun altında yatan bir gerçeği açığa
çıkartmaktadır. B riely’nin şöyfe der: “ 'Milletlerarası hukuk 1 terim iyle
alakalı tefsirimizi genişletmeliyiz. Bunun sadece m ahkem eler ta­
rafından tatbik edilecek birtakım prensipler olduğunu düşünm ekten
vazgeçmeli ve sulh ve düzen esasında milletlerarası hayatın hukuki
teşkilatlanm asını da ihtiva ettiğini anlam alıyız. Böyle bir teşkilat, si­
yasal ve ilaveten adlî nizam m etotlarının sulhsever ve derli toplu bir
şekilde kullanımını tem in etmelidir. Milletlerarası hukukun kangren
olm uş hususî m eselelerle alakası... kötü durumları düzelm ek için
m üracaat edilecek siyasal usullerin... bugün olduğundan nispeten
daha m ühim olacağını gösteriyor .”31
30 25-30 Mar! 1858’daki Paris Konferansında, örneğin, böytesi dört kural ka'oul edil­
di: 1. Hükümet izniyle yapılan korsanlıklar yasaklandı. 2. tarafsız bir bayrak düş­
man mallarını kapsar ve kaçak mallan korur; 3. kaçak olanlar hariç düşman bay­
rağı taşıyan tarafsız mallara el konulamaz; 4. ablukanın sonuç alıcı olması için et­
kili olması gerekir. Bakınız G. Hackworth, International Law, i (1943): 24-26. Rus­
ya, 13 Mart 1871 Londra Konferansı Protokolündeki Paris Barış Antlaşmasının
Karadeniz ile ilgili hükümlerini reddetiğı zaman, Ingiltere, İtalya, Avusturya-Macaristan, Almanya, Rusya ve Osmaniı İmparatorluğu temsitclleri bunu “anlaşmacı
güçlerin dostane anlaşması olmadan hiçbir gücün kabus edilmiş bir anlaşmalardan
feragat edemıyeceği veya bunun hükümlerini değiştirme hakkı olmadığını belirten
milletler hukukun temel bir ilkesi olduğunu” ilan ettiler, d. Scott, Cases on tnüernalional Lsnv, 468 (2. Baskı, 1822)'da bulunan British and Foreign State Papers,
1870-1871, 61: 1198,
31 J. L. Brterly, "The Rute ot Law in the International Society” Nordiak Tıdskrift tor In­
ternational Red, Açta Scandavica Juria Genttum, 7 (1936): 3, 15.
76
S U Y U K G Ü Ç LER İN İNSANİ M Û O AH ALESİ: TAR İH S EL 8(R P ER S P C K TK
G ayrim üslim azınlıkların eşitliği ve korunm ası ile Türkiye'ye zor­
la kabul ettirilen kam u hukuku bir Avrupa-Hıristiyan dam ga taşıyor
ve Osm anlı toplum unun örf ve âdet hukuku ilkeleriyle çelişiyordu.
Bunu, Tanzimat reformlarının çerçevesinde bu yasaların yürürlüğe
girm esine izin veren selefinin ardından lahta çıkan Sultan Abdülaziz'den daha iyi kim se bitemezdi. Önde gelen T ürk hukukçusu Cev­
det Paşa, bu padişahın "Tanzimat ıslahatının idaresinin hukukî uh­
delerle m ünasip bir tarzda tanzim edilm esinin lazım geldiğine dair
kanaati yok etm eden bir monarşi olarak hükm etm ek mümkün olm a­
yacaktır" biçim inde sürekli şikâyette bulunduğunu belirtir.”3* Halefi
Abdülham id, 11 Aralık 1882’de İstanbul’daki Britanya M aslahatgü­
zarına Ermeni reform larının "u n em pechem ent in te rie u f nedeniyle
uygulanam adığını fısıldayan Sadrazam Sait Paşa'nın itirafını pay­
laşıyordu kİ bu, Maslahatgüzarın da iyi bildiği gibi, Saray tarafından
getirilen engellere yapılan bir gönderm eydi.” Sonuç olarak, Müslü­
m anların üstünlüğüne ilişkin İslâm î örf ve âdet hukuku ilkeleri, bu ka­
mu hukuku kurallarını her zam an geçersiz kılıyordu. Reform ların ne­
den hâlâ hayata geçm ediğini merak eden Büyük G üçle r’e, Sadra­
zam Fuat Paşa, "Âdetleri ıslah etm e [usullerinin) çaresi nasıl bulu­
nacak, kim bilir?” karşılığını veriyordu.” Fuat’ın yakını olan bir baş­
ka Sadrazam Ali Paşa "Lâkin cihanın hangi m em leketinde, asırların
itiyat ve âdetlerinin tesirlerini basit bir kanunî »ahavvülle yahut Hükü­
m etin istidadında tabavvülle bir gün içinde silm ek müm kün olm uş­
tur” bahanesine sığındığı söylenir.” Colom bia Üniversitesi G azete­
cilik Okulu eski Dekanı, Türkiye'de doğmuş ve büyümüş Talcot W iiliams, reform ların neden “başarısız* olduğunu incelerken, “Doğu’da
âdetler, kanunlardan, mahkem elerden ve otoriteden daha kudretlidir
3 2 Prof. Reşat Kaynar, Türkiye'de Hukuk Devleti Kurma Yolundaki Hareketler (İstan­
bul, 1960), S5.
3 3 F0424/132, Doc. No. 147, p. 220. Temsilci Hugh VVyndham idi.
3 4 R. Davison, "Turktsh Attitudes Concerning Christian-Muslim Eouality in the NineteenttıCentury’’, American Historical Rewew 59(1954) 853.
35 Bkre Book, Turkey, Doc. No. 18. (1877): açıklamanın tam metni içir» bakınız, Bat
Yo’or, The O him m Jews and Christians under İslam iLondon, 1985i, 288-90.
77
E R M E N İ S O YK IR IM I TARİHİ
ve eski âdetler... imparatorluğun ekseri kısmında hâlâ kudretledir],"
diye yazıyordu .36
1856 Islahat Fermanının hemen sonrasında Sadrazam Reşit Paşa’nın Padişaha gönderdiği bir Memorandumun çeşitli bölümleri,
Osmaniı hükümetinin yıkıcı amaçlarını gösterir. Bu Memorandum’da, Reşit Paşa, reformlarının asıl amacının, aldatıcı metaforlarla kamuoyundan gizlendiğin (setredildigiriı) kabul eder. Bu süreç, te­
laşa yol açmaktan ve Müslüman nüfusun kutsal geleneklerine ters
düşmekten kaçınmak anlamına geliyordu. Gayrı Müslimlere “tam
serbestiyef ve “tam müsavat" garanti etmenin mantığını sorgular­
ken, Reşit Paşa, kendi beklentilerinin altını çiziyordu. Altı yüz yıllık
biı imparatorluğun, kendi içsel karakterini, “tamamıyla zıt ve muha­
l i f Pir şeye dönüştürüp dönüştüremeyeceğini merak ediyordu. Padi­
şaha, ilan edilmiş amaca bakılmaması gerektiği, Ferman metninin,
ilanında ısrar edenleri “muğlâk paragraflarda iğ fa l1’etmek için düşü­
nülmüş “maharetli kelimeler’e dayandığı konusunda garanti veriyor­
du .37 Bu ifadelerin önemi göz ardı edilemez. Reşit, genelde, Os­
manlI reform hareketinde bir öncü olarak görülür. Sadece altı kez
Başbakanlık görevini yürütmekle kalmayıp, aynı zamanda
1837-1858 döneminde üç kez de Dışişleri Bakanlığı yapmıştır. 1839
Islahat Fermanının metni ona mal edilir,3* Başka kaynaklar onu, İs­
lam'a ve kurallarına sıkı sıkıya bağlı, ikili ve kaçamak konuşmalarla
Büyük Güçler’i oyalayan biri olarak niteler. Yeni ölen Sultan II. Mah­
mut’un hatalarını eleştirdiği ünlü tezkeresinde, hükümdarı, “hor ve­
sileyle itaat etmesi lazım gelen Hazreti Peygamberin hukukunu her
daim ihmal etti’ğ i için suçlamıştı .39 Reşit’in çeşitli memuriyetlerini in­
celeyen bir Fransız tarihçisi, onu reformlar için çabalıyor gözükse
de esas olarak statükonun korunmasıyla ilgilenen bir muhafazakâr
36 T. WHiams. Turkey: A Worlc Problem of Today (Garden City, N. Y„ 1921). 2B5.
37 A. Cevdet Paşa, Tezakin Cilt 1 C. Baysın baskısı. {Ankara, 1953), 79.
38 F. E. Baüey, British Policy andTurkish Reform Movemeni: A Studuy in Anglo-Turkish Relations 1826-1863 (New York, 5970), 586,193-205.
39 A.g.e., 274.
78
etiYOK öOÇLER'İH İNSAN I MÜUAHALESI; TA8IHSH. BİR PEH3PEKII!
Olarak tanımiar.40 Bu görüş, Reşit'in imparatorluğun Hıristiyanlartna
siyasal haklar verilmesi fikrine genel anlamda muhalif olduğuna işa
ret eden bir Türk hukuk uzmanı tarafından da desteklenmektedir .41
Kamu yaşamıyla ilgili olarak hayli tecrübeli bir başka Türk yazarı bı
konuda çok daha serttir. Burada, eğitim ve bilim alanında önde ge­
len ve İttihadçı rejiminde hem Maarif Nazırlığı hem de Devlet Şurası
Reisliği olarak görev yapan ve Kemalist Büyük Millet Meclisi’nde is
tanbul Mebusu olan Abdurrahman Şereften söz ediyoruz. İstekler
ve dolayısıyla Reform girişimlerine ilişkin yalan yanlış iddiaları ciddi
ye almadığını söylerken şöyle konuşuyordu:
Tanzimat reformları, yani hukuk devletinin teşkil edilm esi fikri kâğıt üze­
rinde kalmaya mecbur. Bırakalım konuşsunlar, ilan etsinler ve memleke
dâhilinde ve haricindeki İnsanlarla hemfikir olsunlar. Lâkin herkes [Tan
zimat Fermanını kaleme alanlar] bildiğini okuyacaktır. Bu, ekseri insanır
hukuk devletinden anladığı budur 42
Avrupalı bir bakış açısından hareketle, konuyu doğru bir pers­
pektiften değerlendiren, Şark Meselesi'nin yaratılıp yönlendirilmesi
ne katkıda bulunan diplomatlardan Marquis Salisbury olmuştur, f
Ağustos 1878’de, İngiltere Dışişleri Bakanıyken, Osmanlı başkentin
deki sefiri Sir Layard’a, "Muhammedi ırklar... âdetlerine ve fikrî itikat
iarına ecnebi bu tarz müesseseiere, en azından şimdi, hazır değil
ter,” diyordu .43 Nitekim Avrupalı G üçlerin İnsanî müdahale çabaları
Türkiye’nin yazılı hukukunda bazı reformlara gidilmesini sağlamı'
olsa da, bu yazılı hukuk maddeleri reformların fiilen hayata geçiril
meşinde tamamen yetersiz kaldı.
40 M Destfühes. Confidences sur ia Turauie (Paris, 1855), 37-73.
41 Kaynar, Türkiye'de (n. 32), 38
42 A.g.o, 11.
43 D. Şimşir. British Documents on Oliomun Armenirır.r, CılM <1856-1800), Doc. No
81, (Ankara, 1982), 191.
79
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Ermeni Sorunu ’nıtn Provakatif Kökeni
Bir Fransız Belgesi
Yapısı gereği, AvrupalI, G üçter’in uluslararası çabalarının, Ermeni­
lerin durum unu ağırlaşlırm a potansiyeli vardı. Osmanlı imparatorluğu'nun tebaa milliyetlerinin bilinç ve umutlarını beslerken, güçlerini
aynı oranda artırmayı düşünmeyen uluslararası aktörler, imparatorlu­
ğun yöneticilerine baskılarının düzeyini artırarak bu milliyetlere daha
fazla zarar verm e bahanesi veriyor, hatta teşvik ediyordu. Ermeni So­
runu, on dokuzuncu yüzyılın son on yılında, asıl anlamını bulduğu
Türk-Erm eni çatışm asının motorlarına biraz daha yakıt yükleyerek,
kendini böyle başlatıp billurlaştırdı. Berlin Antlaşm ası’nda verilen söz­
lerden cesaret alan Ermeniler, eibette beklentilerin artmasına yol
açan yeni bir ulusal bilinç ile geliştirdiler. Münferit hak aramalar, Os­
manlI sistem ine has suiistimallere edilgen bir şekilde boyun eğme ge­
leneklerini aşındırm aya başladı. Buna ek olarak, göçmen Ermeni en­
telektüelleri bu suiistimalleri protesto etmek ve vaat edilen reformların
uygulanmasını zorlamak için Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde kom ite­
ler kurdular. Osmanlı rejimi bu tahriklere direndikçe ve bu reformların
uygulanmasını anlamlı bir şekilde reddettikçe, ülke içinde ve dışında
Ermeni ihtilalci hücreleri ortaya çıktı ve mücadeleye hazırlandı. Pa­
ris’e gönderilen Expose historique de la çue stion armörtienne başlıklı
bir raporda, uzun dönem Fransız Büyükelçiliği yapan Paul Cambon,
“Ermeni Sorununun” doğuşunu günümüze taşımıştır:
Yüksek rütbeli bir Türk zabiti bana, "Ermeni meselesi henüz namevcut
lâkin biz yaratacağız."... 1861 senesine kadar Ermeni istiklâli fikri mev­
cut değildi. İnsanlar, Osmanlı hükümranlığı altında normal bir idare ha­
yaliyle sadece basit reformlar talep ediyorlardı,.. Bab-ı Âli'nin hareketsiz­
liği, Ermenilerin hüsnüniyetinin zayıflamasına sebep oldu. Islahat ifa
edilmemekte. Zabıtanın cebren para toplamaları aynen devam ediyor ve
adalet inkişaf etmiyordu... İmparatorlukta bir uçtan öbür uca, zabitanın
irtikâpları, rodd-i adalet ve can emniyetinin olmayışı mevzubahisti... Er­
meni diasporası idari hataları ifşa etmeye başladı ve bu arada basit ida­
ri beceriksizlik halini milli bir zulme tahvile muvaffak oldu. Türklerin Ber­
lin Paktını ihlal etmelerini AvrupalIların dikkatine arz etti ve böylelikle
80
GÖYÜK G Ü Ç L E R İ N İN S A N İ M Ü D A H A L E S İ T A R İH S E L B İR ’ E R S P E K T I f
Ermeni nüfusunun 2İhninde Ermeni muhtariyeti fikri soktu. Fransa. Er
menilerin görüşme taleplerine kulak asmadı ama Oladstoneütı İngilte­
re'si ciddiye aldı: Ermeni ihtilalci hareketi İngiltere'den başladı...44 Sanki
Ermenileh tahrik edecek bir şey yokmuş gibi, Türkter yaptıklarıyla
sıkıntıyı büyütmekten geri kalmadılar. Ermenilerin tezgâh peşinde olduk­
ları iddia edildikçe, Ermenifer gizli faaliyetlere girmeye başladılar; Erme­
nistan’ın mevcut olmadığı iddia edildikçe, Ermenifer kendi mevcudiyet
hakikatini ortaya koymaya başladılar... Gizli faaliyet yürütenlerin ceza­
landırılması, Ermenistan’da tam bir terör rejiminin hâkim olması, tevkif­
ler, cinayetler, tecavüzler, bunların hepsi, Türkiye’nin masum bir halkla
alakalı hadiseleri hızlandırmaktan haz aldığını gösteriyor. Hakikatte, Er­
meni Meselesi Rusya ile Ingiltere arasındaki husumetin ifadesinden
başka bir şey değildir... Ermenistan nerede başlıyor, nerede bitiyor?45
Raporun devam ında Cambon, Osm aniı hüküm etinin güya tasar­
ladığı bir çözüm olarak, Erm enilerin M ezopotam ya’ya gönderilm esi­
nin akla uygun olup olmadığını kehanette bulunuyorcasına sorguluyordu, Mezopotam ya İleride, I. Dünya Savaşında, Ermeni soykırımı
vadisi olacaktı.
8 u expose’öe ortaya konan, Cam bon’un, kabaca Ermeni Sorunu
olarak tanımlanan Türk-Ermeni ihtilafının doğuşu ve gelişmesindeki
ana soruna koyduğu teşhistir: Osmaniı otoriteleri Ermenileri meşru
müdafaaya zorlam a niyetiyle önemsiz konuları kasten kızıştırıyorlardı.
44 Alman meslektaşı Sayrma İle yaptığı bir görüş alışverişinde, Rus Elçisi Nelidot,
Emıenitef sadece elle tutulur Avrupa’dan gelen bir müdahalenin yokluğundan do­
layı değil ama aynı zamanda devam eden kattiamtar yüzünden amaçlarına ulaşa­
mamaktadırlar. The Diplomatic Archives ot Foreign Ministry ot Germony (Dic Dip
kjmatischen Aklen des Austvarttgen Amtes) Die Grosse Politik der Curopaischen
Kabinene 1871-1914 (Bundan sonra DAG olarak geçecektir) citt tu. Oer Natıe
und Feme Osten. Doc. No. 2426, p. 69. J. Lepsius. A. Barihokty ve h 1hımme
baskısı. 3. Baskı. (Bertin, 192?)
45 Diptomatic Archives of Foreign Minisliry o f Frence ( Documenls Diptomatgues
Français), Cüt 11, Doc. No. 60, p. 71-74. Ayrıca bakınız, Uvre Jaune,' Aftaires Armenies. Projets de reformesdans l'Empire Ottoman 1893-1897. Doc. No. 6 , p. 1013(1897).
81
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Bu bağlamda, “tam bir terör rejimi, tevkifler, cinayetler, tecavüzler ..”e
maruz kalan “masum bir halkla alakalı hadiseleri hızlandırmaktan
haz alıyor” hükmü, Ermeni ihtilalci hareketinin yükselişi bu “terör rejim rnin bir yan ürünü olarak incelendiğinde özel ilgiyi hak eder.
Umutsuzluktan Umutsuz Eylemlere:
Ermeni Devrimcilerinin Doğuşu
1878’de, Büyük Güçler Berlin Antlaşmasının 61. Maddesi'ne da­
yanarak, tasarlanan reformlara “nezaret" etmeyi ve baskı altındaki
nüfusa refah getirmeyi üstlendiklerinde, bu rejimin kurbanlarının
umutsuzluğu bir süre ertelenmişti. Hayal kırıklıkları birbirini kova­
ladığında da, iyi kötü edilgen nitelik taşıyan tahammülleri, sonunda,
Türkiye içinde ve dışında, umutsuzluk düzeyini belirlemek ve bun­
dan yararlanmak isteyen Ermeni ihtilalci hücrelerinin yayılmasıyla
birlikte mücadelecilik öğelerini de içselleştiren bir umutsuzluğa dö­
nüştü. Tarihçi Roy Douglas'ın da gözlemlediği gibi, “ Ermeni devrim­
cileri,” “Büyük G ûçler’in gerekli tepkiyi gösterememeleri sonucunda
umutsuzluğa itilmiş” olmaları nedeniyle Türk-Ermeni çatışmasının
kızışmasında yer alıyorlardı.4* Hamid döneminin çağdaşı bir başka
yazar, kendi kişisel gözlemlerinden yola çıkarak, Osmanlı başken­
tindeki Ermeniler arasında şiddetli umutsuzluğu hâkim olduğunu ak­
tarıyordu: “ Şayet Ermeniler cihanın en sulhsever ve itaatkâr halkı ol­
masalardı, bu şehir çoktan kül olmuştu, zira onları çaresizliği itecek
her şey mevcut.” Ayrıca, “Tazyik belli bir sınırı aştığında ve insanlar
yeise düştüklerinde, daima bu tarz ihtilalci teşkiller ortaya çıkar.
Bunlar Türkiye’deki mevcut halin sobebi değil neticesidir...” diyerek,
“Türk hükümetinin Ermenilere muamelesi”ne işaret ediyordu .47 Bu
46 Roy Dougias, 'Britah and Armenian Ctuesıion 1894-7'' The Histo'ical Journal 19,
1 (1976): 124
47 “Constantinople Massanı-©" Contemporsry R e 70 (Octnher 1896): 458. 459.
Yazarın ismini açıklamaması bir dipnotta şu şekilde açıklanmıştır: “malum neden­
lerle." Bu makale muhtemelen, o günlerde İstanbul’da görev yapan vo çok iyi bil­
gi alan bir İngiliz diplomat tarafından kaleme alınmıştır.
82
B Ü Y Ü K G Ü Ç L E H 'İN İN SA N I M Ü D A H A L E S İ: T A P İ H S E l BİR P E R S P E K T İF
görüşler, Alman Kayzeri II. Wilhelm taralından geliştirilen Alman po­
litikasıyla aynı çizgide olan Abdülham idle ters düşebilecek herhan­
gi bir plana katılmakta gönülsüz olan Alman Sefiri Anton von Saurma-Jeltsch tarafından da doğrulanmaktadır. Berlin’deki Şansölyesi­
ne gönderdiği 4 Ekim 1895 günlü raporunda, Ermenilerin onlar için
atılan adımların boşa çıkması nedeniyle umutsuzluğa itilmemiş ol­
salardı, böyle şeyler olmazdı, diye yazıyo rd u 48
Alman Sefirin sözünü ettiği şey. 13/26 Ağustos 1896’da Ermeni
Devrimci Federasyonu, Taşnak fırkasının “özgürlük savaşçılarımdan
oluşan seçilmiş bir grubun, İngiliz ve Fransızlarca kontrol edilen, fa­
kat Osmanlı devletinin hâzinesini etkileyen mali konularda bir tür te­
kel olarak çok sıkı korunan, imparatorluğun en önemli bankası Osmanlı Bankası’nda gerçekleştirdiği başarılı baskındır. Silahlı eylemin
amacı soygun değil, Büyük G irçler ’e Padişahı reformları hayata ge­
çirmesi konusunda zorlamaları için baskı yapmaktı. Sonuç, İstanbul
sokaklarında üç gün süren yaklaşık 6,000 Ermeni’nin kurban edildi­
ği bir kıyım oldu. İhtilalcileri harekete geçiren faktörleri yorumlayan
Büyükelçi Combon kısaca şöyle diyordu: "Çaresizliğe düşen bu in­
sanlar, bir şeyler kazanmak için her şeyi göze almışlar’ (Ces gens
reeduits au desespoir veulent jo ue r te tout po ur te tout) **
Son tahlilde, ayrıntılarına ileride ayrıca değineceğimiz baskının
nafile olduğu anlaşıldı ve Osmanlı başkentinde, bir yıldan az bir sü­
re içinde ve Büyük G üçler’in temsilcilerinin gözleri önünde gerçek­
leştirilen ikinci bir kıyım da, -büyük oranda. Fransız Büyükelçisinin
Paris’e gönderdiği raporda sözünü ettiği “ İngiltere ve Rusya
arasındaki husumet'' nedeniyle- cezasız kaldı.
48 DAG |r». 44], Doc. No. 2426, şifre No. 138, 69.
49 Paul Cambon, Correspondance 1870-1924 CİM f, (1870-1898) (Paris, 1940), 412.
83
Kısım İt
ERMENİ SORUMUNUM
YE TÜRK-ERMEMİ
ÇAT IŞ MAS İMİM KÖKE MLERİ
4
Yerel Bir Milliyet Ç atışm asın ın
U luslararasılaşm asında Talihsizlik
Abdülhamid’! Birlikte Devirmeyi Amaçlayan
Ermeni ve Türk İhtilalcileri Arasında Ayrılık
1
89 4-9 6 katliamlarının engellenemeyişiyle birleşen Ermeni dev*
rimci hareketinin yenilgisi’ , Avrupa'daki, özellikle de Londra, Pa­
ris ve Cenevre’deki Ermeni devrimci liderlerini durduramadı; Padi­
şah ve rejimi aleyhine kampanyalarına ülke dışından devam ettiler
Bu Avrupa başkentlerinde, aynı şekilde Hamid istibdadından kurtul­
mak için mücadele eden Türk muhaliflerinden oluşan küçük bir gru­
bunun varlığı. Padişaha karşı koordinelt bir kampanya yürütmek için
ihtiyaç duyulan mevcut kaynaklan birleştirmek amacıyla onlarla uz­
laşma arayan bu Ermeniler için bir fırsattı. Çok çeşitli muhalıt grup­
ları bünyesinde toplayan her iki grubun liderleri, 1902 ve 1907'de ol­
mak Ü2ere iki koz buluştular; Yunanlılar ve Yahudilor başta olmak
üzere, başka milliyetlerin temsilcileri bu toplantılara katıldılar; daha
1
Du harekelin kökenleri ve gelişimi için bakınız, Louise Nalbandımın, 77te Armenian
Revoiutionary Movement {Berkley, 1963).
87
E R M E N İ S O Y K IR IM I TA R İH İ
sonra yayınlanmak üzere belli noktalarda uzlaşıldığma ilişkin
muhtıralar düzenlendi.
Gerçekten de, Abdülhamid rejimini yıkmayı amaçlayan Türk mil­
liyetçi harekelinin kökenleri, Osmanlı başkentinde Padişah sultasına
meydan okuyan Ermeni siyasal partilerinin ihtilalci eylemlerinin on­
larda bıraktığı etkiye dayandırılabilir. Bu olaylardan önce, 1889’da
Askerî Tıp Akademisinde gizlice kurulmuş Ittihad ve Terakki Cemiye­
ti, şiddet eylemlerine başvurmaya hevesli değildi. Fakat silahlı müca­
deleden çekinmeyen ve Büyük Güçler'in dikkatini çekmeyi başaran,
böylece Padişahı gözünü korkutan bu Ermeni devrimcilerinim nispi
başarısı, bazıları hâlâ şiddete karşı çıksa da, bu kararsız Türkleri Pa­
dişahın rejimine meydan okuma konusunda cesaretlendirdi. Bu yeni
hareketin özünde, reformların sadece belirli bir azınlığın değil “bütün
Osmanlı cem aati’nin yaranna olduğu fikrinin yayılması yatıyordu.
Gizlice yayınladıkları muhtırada, “devletimizin başı ve AvrupalIlara
itibar eden Bab-ı Â li’ye hakaret etmeye cüret eden” Ermenileri
azarlıyorlardı. Muhtıra, “Ermeni yurttaşlarımızın bu küstahlıklarına
esef ediyoruz. Biz Türklerde, umum OsmanlIlar gibi, hürriyet ve ısla­
hat talep ediyoruz. [Bu itibarla] Ermenileri cezalandırmak yerine, za­
limlerin binalarını, karmaşanın, despotizmin ve zulmün merkezi Babı Â li’yi, Şeyhülislamı ve Yıldız Sarayını yıkalım..." Bütün bunları söy­
ledikten sonra, diyor, Türk tarihçisi Kuran, 'İfade tarzından da anla­
yabileceğimiz gibi, JönTürkler, Ermeni ihtilalcilerinin faaliyetlerinden
tahrik olmuşlardı .”2
Sonunda, Padişahın 1908’de kansız bir askeri darbeyle devrildi­
ği kampanya başarıyla sonuçlansa da, Abdülhamid’e karşı birleşen
Türk-Ermeni cephesinin narinliği, cephenin erozyona uğrayacağı­
nın ve yeni bir Türk-Ermeni ihtilafının ortaya çıkışının kaçınılmaz ol­
duğunun habercisiydi. Birleşik cephenin üzerinde dolaşıp duran, bu
2
Ahmet Bede/i Kuran, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyetinde in­
kılap Hareketleri (İstanbul, 1959), 158-59.1902 ve 1907’dekî J5n Türk Ittihadçıiar
ile Ermeniler arasındaki görüşmeler için baknız. Ag.e. 344-364. 443-449 ve Ernest E. Ramsaur, The Young Turks. Prelüde to Revolution ol 1908 {Beyrut, 1965).
14-6, 22-4.
88
E R M E N İ S O R U N U M U N V E T Ü R K -E R M E N İ Ç A K IŞ M A S IN IN K Ö K E N L E R İ
birlikteliği tahrip ve sonunda yok etmekle tehdit eden uğursuz gölge,
vilayetlerde reform isteyen Ermeniler adına Avrupa müdahalesinin
golgesiydi. O zamanlar Hamid rejimine muhalil ve güya Ermeni ihti­
lalcilerin müttefiki olan, ayrıca Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesi h ü ­
kümlerini hayata geçirme taahhüdünü programlarına almaya ka­
rarlılıkla direnen bu Türk liderleri, sonunda I. Dünya Savaşı Ermeni
soykırımının mimarları oldular. Aralarında, Paris’teki önde gelen ittihadçı muhalifler Dr. Nazım ve Behaeddin Şakir de vardı. Abdülhamid’in aynı Antlaşma maddesine duyduğu öfkeyi katliama başvura­
rak göstermiş olduğunda, hemen hemen başka her konuda Padişa­
ha karşı çıkan muhalif Jön Türkler bu konuda onunla özdeşleşiyor­
lardı. Rejimlerdeki değişime karşın, Ermeniler ve Türkler arasındaki
bu çatlak, Türk-Ermeni ihtilafının ilerleyen aşamalarının demirbaşı
olacak şekilde sürüyordu.
Bunun içindir ki, neredeyse tüm Türk tarihçileri ve siyasal liderle­
ri Ermeni Sorununun kökenini, altı Büyük Devletin ve Türkiye’nin im ­
zaladığı 1878 Berlin Antlaşmasının 61. Maddesine dayandırma eği­
limindedirler. En başta gelenler, Danişmend3, Enver Ziya Karal4 ve
Ateşkes döneminde Ermenilere karşı girişilen katliamları soruşturan
Türk Askerî Mahkemesinin Başsavcısı Reşat’tı; Reşat, Kabine
nazırlarının davasındaki kapanış mütalaasında, Berlin Antlaşmasını
Türk-Ermeni ihtilafının kaynağı olarak nitelemişti,5 Acemi Türkiye
Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı Ahmet Ferit (Tek) de. Meclisin 16
Ekim 1921 tarihli gizli oturumunda, Berlin Antlaşmasını Türk-Ermeni
ihtilafının ve ‘ bu ihtilafla paralel trajedinin nedeni olarak göstermiş­
ti6 ve modern Türkiye üzerinde uzman Feroz Ahmet de, kendisine
göre, Ermeni Sorununu uluslararasılaştırarak Türk-Ermeni ihtilafını
3
İsmail Hami Danişmend, izahlı Osmaniı Tarihi KronolojisiCil I. 4 (İstanbul 1061),
358-59.
4
Enver Ziya Kartal, La Oueslıon Armenienm (1878-1923) K. Darsan taralından
çevrilmiştir (Ankara, 1384). 9-10.
5
L'Entonle, (İstanbul’da yayınlanan günlük Fransızca gazele)26 Haziran 1919.
6
Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları, Cilt. 2. iAnkara 1985). 343
89
E R M E N İ S O Y K IR IM I TA R İH İ
ateşleyen Ermeniler için reformlar şart koşan Berlin Antlaşmasının
61. Maddesine işaret etmişti.7
Ermenilerin İdari İyileştirme Çabalarının Yararsızlığı
Ancak, titiz bir kronolojik bakış açısıyla gidersek, Ermeni Sorunu’nun, birinci Osmanlı Meclisi nin, 1877-78 Rus-Türk savaşının ilk
günlerinde gerçekleştirilen oturumlarından birinde Ermeni cemaati
ile Osmanlı merkezî hükümeti arasındaki bir anlaşmazlık sorunu
olarak ortaya çıktığını görürüz Rum, hatla Türk mebuslarının bile
desteklediği birkaç Ermeni mebusu, Ermeni milleft Osmanlı anava­
tanını savunma niyetini sergilerken, sınır bölgelerinde binlerce Er­
meni’nin, içinde Kürtlerin de bulunduğu nizami ve başıbozuk yağ­
macı Osmanlı askerlerince saldırıya uğramakta ve katledilmekte ol­
duğuna dikkat çekiyordu .8 Savaşla ilgili bu ihtilaf konusundan ayrı
olarak, daha derin bir ihtilaf kaynağı öne çıktı ve bir Cumartesi gü­
nüne denk gelen 4 Haziran 1877'de, yeni Osmanlı Meclis-i Mebusanında gündemi meşgul etti. Giderek gelişen ve sonunda Ermeni
Reformları diye adlandırılan bir konuydu bu ve bu itibarla, Ermeni
Sorununun özünü oluşturmaktaydı. Ana hatlarıyla, a) baştan ayağa
silahlı Kürt aşiretleri tarafından doğu vilayetlerindeki silahsız Ermenilere karşı düzenlenen yağmalar: b) bu yağmalara eşlik eden ve
ardından devam eden cezaî muafiyet; c) yerel ve merkezi yetkilile­
rin suç ortaklıklarım içeriyordu. Reayaların temsilcileri Osmanlı sos­
yal sistemindeki eşitsizliklere karşı seslerini Osmanlı tarihinde ilk
kez açıkça ve resmen yükseltiyorlardı.
İlk konuşmacı. Rum mebusu Soulides’di Ermenilerin içinde bu­
lundukları durumu Balkanlar’da yaşayan ve Avrupa'yı acılarına
karşı duyarlı kılıp, çareler bulabilen Rum ve Bulgarların durumu ile
mukayese etti. Ardından sözlerine 'Bu vasıtadan mahrum Ermeniler,
7
Feroz Ahmet, Chriastians and Jenis İn Ihe Oltoman Empıre Cilt, l 'deki "Unıonıst
Relalions with the GreeK, Armenıan and Jevvish Communitıes ol Ottoman Empıre.
1900-14" B. Braude ve B. Leıvıs baskısı. (Nevv York, 1982), 404-423.
8
A. O. Sarkıssian, History of the Amenian Oeeslion to 1885, (Urbana, İL, 1938),
University of Klionis Buüetin. Cilt Xxxv, 80 (3 Haziran 1938): 58-60.
90
ERMENİ SORUNUNUN VE TÜRK-ERMENİ ÇATIŞMASININ KÖKENLERİ
kaderlerine sukut içinde boyun eğdiler. Lâkin Devlet-i Âliye'nin en
sadık ve itaatkâr reayası Ermenilerin, Kürtlerin canından bezdirme­
si, katletmesi reva mıdır?" diyerek devam etti. Gensorusunu, “bu
katlanılmaz hale acilen nihayet verilmesi” talebiyle bitirdi. Onu taki­
ben kürsüye, Erzurum’un Ermeni mebusu Hamazasp Ballaryan
çıktı. Muş, Van ve Erzurum’un diğer bazı sancaklarındaki Kürt aşi­
retlerin suiistimalleri sayıp döktükten sonra, yetkililer tarafından ya­
kalanan suçlulara nasıl davranıldığım ayrıntılarıyla aktardı. Rüşvet
karşılığında, kendilerini suçlayanlara karşı daha bir bilenmiş olarak
suç işlemeyi sürdürmeleri için serbest bırakılıyorlardı, “ isimlerini ver­
mekten imtina ettiğim ziyadesiyle vali ve mutasarrıf, Kürtlerle şeriki cürüm. İki tabur asker meseleyi halletmeye kâfi gelecekken, Kürt­
lerin niye cezalandırılmadığı sualim üzerine aldığım cevap, bu me­
selenin altında hikmet-i hükümetin yattığıydı. Çok sonra bunun ne
demek olduğunu idrak ettim: Ermenilerin, Ermenistan’da [Türki­
ye’nin doğu vilayetleri] isyana teşebbüs etmeleri halinde, bastırmak
için Kürtlere muhtaç olacaktık.
“İlaveten, bu Kürtler, Rusya'yla harp halinde muhtemel gönüllü
kıtaları olarak görüldüler... . Kürtler hangi vesileyle bu itimadı hak
etliler acep, ne yaptılar, ne faydaları oldu ki?” Bir sonraki konuş­
macı, bir başka Rum mebusu Vasilaki’ydi; o da önceki iki mebusun
suçlama ve önerilerine katılıyordu. BabIâli'nin önerilen çareleri aci­
len hayata geçirmek için kararlı adımlar atması gerektiğini söyledi.
“Müslüman mebusların hepsi, meselenin teşhisi ve bu üç mebusun
arz ettiği hal çaresi teklifleriyle hemfikir olduğunu söyledi ."5 Padişah
bu tavsiyelere kulak asmamakla kalmadı, askeri başarısızlıklar ve
1877-78 kışında kendisi aleyhine Müslüman ve gayrı Müslim mebuslarca dile getirilen şikâyetlerin monarşiye zarar verdiğin: düşü­
nerek Meclis-i Mebusanı tatil etti. Ancak, Padişahın, özellikle Erme­
ni vilayetlerindeki tebaalarının hoşnutsuzluğu, 1877-1878 Rus-Ti'ırk
savaşının zaruretlerine bağlı değildi. Yaklaşık çeyrek yüzyıl önce,
9
Bu ayrıntılar, o zamanlar İstanbul'da çıkan en önemli Ermeni gazetesinden
alınmıştır. Masis. No. 1985, 7/19 Haziran 1877. Giriş yazısında, editör, iki Yunan
mebusunun gösterdiği yüksek İnsani duyarlılıktan dolayı minnetlerin belirtmekledir.
91
ER M E N İ S O Y K IR IM I TA R İH İ
1853-55 Kırım Savaşı sırasında Türkiye’nin müttefiki olarak, Kars
kalesini Ruslara karşı kahramanca savunan seçkin Ingiliz generali
Sir Fenwick Williams, "Ermeni vilayetlerinde günlük hayatın her
alanına işleyen baskı rejimini ağır ifadelerle kınıyordu. Bu bağlam­
da, Türk hükümetini, “muhtemelen cihanda eşi emsali olmayan bir
despotluk” diye nitelerken, "Türk zabıtasının hayatını ve mizacını
yansıtan rezaleti anlatmaya kelimeler kâfi gelmez’’ diyordu .'0
Başka bir deyişle, konu, çapulcu Kürt aşiretlerinin Türk valileri ve
astlarıyla beraber uyguladığı kanunsuzluk ve eşkıyalıklarla yüz yü­
ze kalan Ermenileri engelleyen yapıyla ilgiliydi. ErtneniJerin kendile­
rini korumak için silah taşıma hakkını reddeden teokratik ilkeler ve
dogmalarla destekli Osmaniı sistemi, bir kural olarak tepeden tırna­
ğa silahlı Müslüman Kürtlere hem avantaj sağlayarak hem de teşvik
ederek Ermenileri hedefe yerleştiriyordu. Türk-Ermeni ihtilafı, baş­
langıçta, otoritelerin -çok çeşitli nedenlerle ve çok çeşitli sınıf ve
gruptan memurun çabasıyla- iltihaplanmasına gizlice izin verdikleri
bir Kiirt-Ermeni ihtilafıydı esas olarak. Kürt-Ermeni çatışmasının her
geçen gün Türk-Ermeni çatışmasına doğru evrilmesi, Kûrtlerin gide­
rek büyüyen çapul eylemlerine yönelik bu resmi hoşgörünün bir so­
nucudur. Ermenilere karşı yapılan yerel ve bölgesel yağmaların
altında yatan kültür, bir ölçüde, Osmaniı başkentindeki merkezî oto­
ritelere egemen kültürün gizli yüzünün yansımaları olduğu görülü­
yordu. Ermeni cemaatinin liderleri yağmaların temposunun art­
masının, ne tesadüf ne de dahli olan yerel faillerin kararlılıklarının bir
ifadesi olduğunu idrak etmeye başlamışlardı. Dahası, yerinde bir
adlandırmayla 'nizam altında haydutluk ”11 temelinde, yerleşik Erme­
ni nüfusuna karşı yapılan saldırılara imkân veren gevşek bir yapının
varlığı fark ediliyordu.
Ermenilerin Kürtlere karşı arayış içinde oldukları aranan çözüm­
ler özünde de. Türk-Ermeni çatışm asının ileri aşamalarında da az
10 Blue Book, Turkey No. 17 (1877), Doc. No. 6 . p. 3.
11 Emile J. Dilon, “The Conditicn Armenia" Contemporary Roviw LXVIII (1895):
153-54; James Bryce, Trarıscaucasia and Ara/al (London, 1896). 465.
92
E R M E N İ S O R U N U N U N V E T Ü R K -E R M E N I Ç A T IŞ M A S IN IN K Ö K E M L C n ı
çok aynıydı: haksızlıklara ve zulme karşı idari çareler ve birikmiş
yanlışların bir ölçüde düzeltilmesi. Ayrılıkçılık veya bağımsızlık fikri,
en az devrimci mücadele fikri kadar uzaktı. Ermenileri imparatorlu­
ğun diğer milliyetleriyle karşılaştıran Türk tarihçisi Karal, T ü rk kültü­
rünü benimsemiş ve diğer Osmanlı cemaatleri gibi bağımsızlık pe­
şinde koşmayan” Ermenilerden övgüyle söz eder .12 Buna karşın,
söz konusu milliyetlerin isyana ve Osmanlı otoriteleriyle kavgaya gi­
rişmelerinin, sonunda Büyük G üçler’in müdahale ve desteğini sağ­
lamak açısından, Ermenilerin otoritelere yaptıkları başvurulara ve
taleplere güvenmelerinden çok daha verimli olduğu açıktır. Bu ger­
çek, Ermeni Patriği Nercess'in, Osmanlı başkentindeki Ermeni Milli
Meclisinin isteklerini iletmek amacıyla Ingiltere Sefiri Sir H. E lliotla 6
Aralık 1876’da yaptığı bir görüşmede dile getiriliyordu. Sefirler bir
araya gelerek (Aralık 1876-Ocak 1877 İstanbul Konferansı) Rusların
bastırdığı bir Rus-Türk savaşının çıkmasını engellemeye çalışacak­
lardı. Bulgar katliamı, Bulgaristan’da patlak veren ayaklanma ve
Sırbistan ve Karadağ ile Türkler arasında savaş patlak vermesi so­
nucunda böyle bir savaş için şartlar olgunlaşmıştı. İstanbul Konfe­
ransı, gelecekteki sıkıntılardan kaçınmak için Osmanlı İmparatorlu­
ğumu yeni bir reform planını kabul etmeye ikna edecek ve bölgeyi
yatıştıracak düzenlemeler yapacaktı. Patrik Nercess, Konferansın
Ermeni Reformları konusunu da ele almasını teklif ediyordu. Büyü­
kelçi, konferans gündeminin Balkanlar’daki karışıklıklarla sınırlı ol­
duğunu söyleyip öneriyi reddettiğinde, “Patrik cevap verdi... şayet
Avrupalı Devletlerin sempatisine mazhar olm ak için ihtilal lazım ge­
lirse, böylesi bir harekete teşebbüs etmek zor olm az .’13
12 Karal. La Otjeslion Armenifmne [n 4], 7.
13 FO 424/46, Doc. No. 336, kayıt No. 1337, Büyük Elçi Elliot'un 7 Aralık IR7S larihliOışiŞleri Bakanı Dcby Kontu’na gönderdiği rapor; bakınız, Bluo Book. Turke/ No.
2 (1877), 34.
93
5
Şark ve Ermeni M eselelerinin
Birbirini Etkileyen Dinamikleri
Her İki Soruıiun Ortak Paydası
S
orun terimi, diplomatik dilde, Osmanlı İmparatorluğu’nun ya­
kasını hiç bırakmayan milliyet çatışmalarına tahammül etme fik­
rini ifade eden bir örimecedir. Esas itibariyle bu ihtilafların ortak bir
kökeni olup, evrimleşip şiddetlendikçe de kaçınılmaz surette birbiriterini etkilerler. Gerçekten de, “Ermeni Sorunu" olarak nitelenen
Türk-Ermeni çatışmasının kökleri, Osmanlı Türklerinin Balkanlar’da
Makedonlar, Giritliler, Yunanlılar, Bulgarlar ve Sırplarla sürdürdükleri
ve “Şark Meselesi” olarak nitelendirilen çatışmalarla neredeyse
aynıydı. Her iki sorunun altında yatan faktörler çakıştıkça, zaman 2 3 man birbirleriyte değiştirilebilir bir şekilde söz ediliyorlardı. Gerçekten
de, her iki sorunun da altında yatan ortak unsurlar, uluslararası an­
lamda tanınıyor ve Şerlin Antlaşması (1878) gibi tek bir yasal belgey­
le uluslararası hukukun ilgi alanına sokuluyordu. Bu Antlaşma ya so­
kulan iki maddeyle. Büyük Güçler iki yerel ihtilafı uluslararası diplo­
masi arenasına çıkartıp, oniarı uluslararasılaştırmakla kalmadılar,
aynı zamanda, bu ihtilafların ortak kaynağının altını çizerek, Şark ve
Ermeni meselelerinin kesiştiği ve bir biçimde birbirlerini koşulladığı
95
ER M ENİ S O YK IR IM I TA R İHİ
ortak bir payda belirlediler. Bu ortak payda, Paris Antlaşmasının hü­
kümlerine ve eşzamanlı olarak yayınlanan ve imparatorluğun gayrı
Müslim tebaalarına kanun önünde eşitlik garanti eden İmparatorluk
Fermanına karşın varlığını sürdüren Osmaniı baskısının hazır ve
nazır olmasıydı. Sonuç olarak Balkanlar’da, Osmaniı askeri birlikle­
ri ve tesislerine karşı gerilla tarzı saldırılarda bulunarak Osmanlt
baskısına son vermeyi amaçlayan bazı ihtilalci gruplar ortaya çıktı.
Bu baskınlar, -Osmaniı yöneticilerine ve bazen de birbirilerine karşı
silaha sarılan Bulgar, Yunan ve Sırp ihtilalci grupçukları veya birey­
sel özgürlük savaşçıları- komitacılar dönemini getirdi.
Türkiye, 23. ve 61. Maddeler gereği, Makedon ve Ermeni
azınlıklann yaşadığı vilayetlerde bir dizi yeni reformlar yapmayı ta­
ahhüt ettiğinden, Büyük Güçler’in, bu maddelere dayanarak gele­
cekte Türkiye’nin bu azınlıklara dönük muamelesinden sorumlu tu­
tabilirlerdi. Dolayısıyla Berlin Antlaşması, imzacı altı Devletin Şark
Meselesi’nden büyük oranda çevresinde döndüğü eksen niteliğinde­
ki Makedonya ve doğu Türkiye’deki Ermeni nüfusu adına İnsanî mü­
dahaleleri meşrulaştıran araç olarak ortaya çıkmıştır, iki sorunun,
reformların nafile olduğu bir kez daha görüldüğünden dolayı çözü­
me ulaşmadığı ileri sürülebilir. İhtilalci grupların ortaya çıkışı doğru­
dan doğruya bu durumla ilgilidir. Marriott'un işaret ettiği gibi,
Hakikatte, Türk kötü idaresinin hikâyesinde üzücü bir yeknesaklık vardır.
Her yerde olduğu gibi burada da, didinip duran köylüler cebren para al­
ma ve şantaj ve zulümlere maruzdu. Sırf Hıristiyan oldukları için, Müslü­
manların elinde inliyorlar; Memleketlerini istila eden Arnavut eşkıyaların
gayrimeşru soygunlarına maruz kalıyorlardı; Müslüman ağaların ve ver­
gi memurlarının resmi ve gayri resmi taleplerini karşılamaya mecburdu­
lar; mahkemeler dertlerine çare olamıyordu; canlan, malları, şerefleri
İdarî zümrenin insafına kalmıştı.'
1
J. Marriott, The Eastern Ouestion: An Historical Study in European Diplomacy, 4.
baskı, yeniden basım (Glascow, 1958), 415.
96
ERMENİ SORUNUNUN VE TÜRK-ERMENİ ÇATIŞMASININ KÖKENLERİ
Sonunda isyan eden Sason Ermeni köylülerinin sefaletine ben­
zerlik ne kadar çarpıcı. Makedonya isyanına katılan bir tarih öğren­
cisinin, oluşum aşamasında bu isyanın ilh a m aldıkları ve isyan fik­
rini ödünç aldıklan”* (8 . Kısımda ele alınacak) Sason örneğinden et­
kilendiği yönündeki açıklaması aynı derece önemlidir. Padişahın tam
da Büyük Güçler’in Sason olaylarını hızlandıran haksızlıkları gider­
meye çalışmış oldukları Mayıs 1895 Islahat Projesine karşı çıktığı
sırada (Haziran 1895), Sofya merkezli MakedonyalI devrimciler, beş
yüz yıldır OsmanlIların, yerli Hıristiyanları sömürgeleştirerek ve Müs­
lüman yaparak ali kıran baş kesen feodal beyler gibi hüküm sürmüş
oldukları Makedonya'da ilk devrimci saldırılarım yapıyorlardı.
Ermeni-Makedon İşbirliği
Ermenilerin, Osmanlı yöneticilerine yönelik Makedon gerilla
saldırılarının örgütlenmesine katkısı, Sason örneğinde olduğu gibi,
sadece bir roi modeli olmakla sınırlı değildi. Gizlice ve kod adlarıyla
çalışan çok sayıda Ermeni patlayıcı uzmanı et bombalarının ve
bombaların yapımında yer almıştır. Bunlardan biri, bir kimyager ve
"Osmanlı rejimi aleyhine terörist faaliyet teşkilatının başı”ydı; bir Er­
meni ihtilalci grubuna mensuptu. Makedonlar. İstanbul’da “usta bir
bomba imalatçısı’ run yardımını alıyorlardı. Deneyler ve yapım iş­
lemleri Bulgaristan’da Sofya'da yürütülüyor, Bulgar polisi ve diğer
yetkililer “faaliyetlere göz yumuyortar”dı. Sablût’taki bîr fabrikada,
bomba tahrip kalıplarının yanı sıra hançer ve kama gibi silahlar da
üretiyorlardı. Bir Ermeni uzman, 'ihtilalcilere gaz bombalarının nasıl
yapıldığını” öğretiyordu. Bu Ermenilerden birinin öğrencileri, “başka
yerlerde, hatta Sofya’da bile, iiave fabrikalar tesis etti ve bu fabrika­
lar sırası gelince usta bomba imalathaneleri oldu." Makedonlar,
ayrıca Rusya’da, Odesalı birçok Ermeni’den ve “mükemmel birer
havaî fişek uzmanı, bomba dökümcüsü ve suikast bombası uzmanı”
2
Duncan M. Pery, The Macecionian Revolutionary Organization’s Armenian Connedion", Armenian Ftevievv 42,1/165 (ilkbahar 1989). 63.
97
ERMENİ SOYKIRIMI TAniHİ
ve yeri geldiğinde patlayıcıların imalatını hızlandırmaya gelen iki Ermeni’nin de yardım aldılar.
Tüm bu işbirliği, İstanbul'da temas kurdukları Ermeni ihtilalcileri­
ne güçlü bir yakınlık duyan M aked onların giriş imleriyle kotarılıyordu.
Bir türlü gerçekleşemeyen en büyük planlan, Sultan Abdülhamid’ö
suikast düzenlemek ve eşzamanlı olarak Selanik ve İstanbul’daki iki
Osmanlı Bankası binasını 1900 yılında havaya uçurmaktı; bu amaç­
la fark edilmeden iki tünel kazımışlardı. Makedon isyancı önderlerin
yaptığı tanıklıklara göre, “Ermeniler son derece yardımsever ve faıdeliydi... Makedon İhtilalci Teşkilatına yardım etmekten hazzediyor­
lardı zira hasımları müşterekti ve aynı dava için mücadele ediyor­
lardı ."3 Bu tür karşılıklı yardımlaşma örneklerine, komandovari bir
baskınla Osmanlı Bankası’nı ele geçiren Ermeni ihtilalcilerinin itiraf­
larında da rastlanır. Bu ihlilalciler, baskının ardından, silahlarını Ma­
kedonyalIlar kanalıyla edindiklerim açıklamışlardı.4 Ayrıca onları
Türkiye'den kaçırıp Marsilya’ya götüren Fransız vapurunun güverte­
sinde, Makedonya üzerinden döniip Türk rejimine karşı yeni
saldırılar başlatacaklarına yemin ediyorlardı .5
Yunanistan, Girit ve Zeytun
Şark Meselesi'nin bir başka bileşeni, Girit Adası nın staiüsüyie il­
gili ezeli Türk-Yunan ihtilafıydı. Girit'teki hoşnutsuzluk, Mariott’un da
gözlemlediği gibi, Türk kötü yönetimi ve baskısının bir parçasıydı;
G iritlile rin
kaderleri,
Osm anlı
irrp a ra lo rlu ğ u 'n d a k i d iğ e r reayalar
arasında aşina olduklarım ızla hemen hemen aynıydı; fahiş ve gayrinizamî vergiler; M üslünıanlaıa ve Hırıstiyanlara gayrimüsavı muam ele; mah-
3
4
A g.e., 62, 63, 64. 65, 66.
Huuslıabadovıv Hai Heghapokhagan DaslınaMzcutiaı ı (Ermeni Devrimci Fede­
rasyonu Anı Sina) ( I 890-1 St>0), (Boston, 1950), 282.
5
Blue Book, Turkey No. 1(1897) Elçi Herbert'ın 24 Ağustos 1896 raporu, Doc. No.
25, p.17.
98
ERMENİ SORUNUNUN VE TÜRK-ERMENİ ÇATIŞMASININ KÖKENİ I III
kem elerdeki adaletsizlik; Tanzimat ve Hatt-ı Hüm ayun’da verilen vanik;
rin redd i ifası ve bu gibi şeyler .6
Sonuç olarak, ada Yunanistan ile birleşme eğilimli bir dizi ayak
(anma eylemine tanık oluyordu. İngiiizlerin araya girmesi üzerine
Padişah sonunda, 25 Ekirr, 1878 günü Halep Antlaşması vücut bu­
lan birlakım ıslahalçı lavizlerde bulundu .7 Fakat 1889“da, Padişahın
hüküm eti. Büyük G üçlor'in pek ilgi göstermedikleri bir anda
bastırılan bir isyanı kışkırtarak anlaşma şartlarını ihfal etti. Bu baskı
rejiminin yan ürünlerinden biri de, Makedonya'daki Yunan çıkarlarını
korumayı ve Girit’in anavatan Yunanistan’la birleşmesini sağlamayı
hedefleyen ihtilalci gizli örgüt Ethnike Hetaireia'nın doğuşuydu. Pa­
dişah, 1895'de adanın Hıristiyan Genel Valisini görevinden alarak
Halep Antlaşmasının şartlarını bir kez daha ihlal ettiğinde, Yunanis­
tan ve adada yükselen milliyetçilikten beslenen sosyal huzursuzluk,
1896-97 Girit ayaklanmasının patlak vermesine yardımcı oldu Bü­
yük Güçler bu kez müdahale ederek. Padişahı Haiep Antlaşmasının
hükümlerini yeniden tesis etmeye ve nihayetinde İstanbul’daki Osmanlı Bankası’na yapılan Taşnak baskısının (bu konu 8 . Kısımda
tartışılacaktır) arifesinde, 25 Ağustos 1896’da, Girit adası için yeni
bir reform taslağını kabul etmeye zorladılar.
Bundan sonra, Girit, iki yıllık dönemde, özgürlüğünü kazanmayı
başardı vo bu gelişmenin tetikleyici mekanizması bir katliamdı. 18
Eylül 1898 günü, bir sahil kasabası olan Candia’daki Müslümanlar,
Britanya Konsolos Yardımcısını kendi evinde yaktılar ve ellerine ge­
çirdikleri bütün Hıristiyanları boğazlamaya giriştiler. Bu, Büyük Güç­
ler için bardağı taşıran son damla oldu; talepleri üzerine son Türk
askeri ve memuru Kasım ayı itibariyle adayı terk etmişti. Ardından
Yunanistan Prensi George'u Girit Yüksek Komiserliğine atadılar kı
bu, adanın Yunanistan’la birleşme doğrultusunda atılan ilk adımdı.
6
Mariot, The B a ste rn Q uo$t,on [n ı j, 376.
7
E. Herlslot, The M a p d C urope b y Trcaty, 4. Cilı, 1876 ll'O I
Belge No. 35, s. 2810.
99
(lo m lr.ı, u ıu i).
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Rum ve Ermeni ihtilalcilerin yer aldıkları isyan hareketlerinin
arasındaki bağ, örneğin. Zeytun olayında açık biçimde görülebilir.
Padişahın Zeytunlu asi Ermenilerle uzlaşmaya istekli olmasının tek
nedeni, tümüyle Osmanlı birliklerinin aldığı askeri yenilgiler değildi.
Rum ve Giritli asilerin barındıkları Girit Adası'nda ve anavatan Yuna­
nistan’da mayalanan yeni sıkıntılar söz konusuydu. Giritliler, Şubat
1896’da, tam da Padişah Zeytunluiarla barış görüşmesinde bulunur­
ken ayaklandılar. Hükümdar ve danışmanları, desteğine güvenebi­
lecek bir hamileri olmayan ve Türkiye'nin içlerinde umutsuzca tecrit
edilmiş asi azınlık Zeytunlulara karşı askeri faaliyetleri durdurma
fırsatını kabul etmeye zorunlu hissettiler kendilerini.
Zeytun, Karadağ ve hatta Lübnan’la ilişkili olarak değerlendirildi­
ğinde, Balkanlar ve Anadolu’daki isyanların aralarındaki bağlantı da­
ha da belirginleşir; böylelikle Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerinin
üstündeki ortak etki fark edilebilir. 1861-62 isyanı sırasında, örneğin,
Zeytunlu dağlılar müdahale etmesini istemek üzere İH. Napolyon'a iki
temsilci göndermişlerdi; Napolyon, İstanbul'daki Fransız Büyükelçili­
ği tercümanlardan bîrini Zeytun’daki durumu inceleyip bir rapor
hazırlaması için göndererek karşılık verdi.* Bunun üzerine Fransız
hükümetinin resmi bir notasında, BabIâli’ye, Fransa’nın “Zeytun’u
her daim müstakil ve vergiden muaf gördüğü" bildirildi. Bu olay, Lüb­
nan’daki Marunîlerin katli ve Fransız askeri müdahalesiyle eşza­
manlıydı. Bu müdahale Lübnan’ın özerkliğine ve Büyük Güçler ve
Türkiye’nin arasında, düzeni sağlamayı ve “Hıristiyanları himaye etme”yi amaçlayan bir protokol imzalamasına yol açmıştı. Bu aksiliği
unutmayan Sadrazam Ali Paşa Anadolu’nun bu bölümünde bir baş­
ka Karadağ olayıyla karşılaşmamak için III. Napolyon’a boyun eğdi.’
Bu öyküyü yorumlayan bir Türk tarihçisi, biri. Fransız hükümdarını
Ermeniler adına müdahaleye ikna eden bir papaz olan iki Emneni'den
8
Diplomatic Archives o f the Foreign M inhtry o f France (Documents DipIomatiqes.
Atlaires Armeniennes) (Bundan sonra DAF olarak gaşecekllr) Ek. 1895-1896 (paris, 1897) Ooc. No. 81, p. 67. Camtxm'ur> 12 Ocak 1896'da Dışişleri Bakanı Bertelot’a gönderdiği rapor.
9
Victor Berard, La Pohtk/ue <fu Sultan {patis. 1897), 128-29, 302.
100
ERMENİ SORUNUNUN VE TORK-ERMENI ÇATIŞMASININ KÖKENLERİ
söz eder; sonuç olarak Zeytun'a yönelik askeri harekât iptal edildi ve
Maraş yakınlarındaki sancağın, saldırı planını hazırlamış mutasarrıfı
görevinden alındı.*0 Bu olay, Fransa’da insanı bir müdahale olarak
görülmekleydi. Fransız Akademisyeni Albert Vandal’a göre, "Fransa,
kurtuluşunu temin ettiği Zeytun’un davasını kucakladı. Sekiz sene
sonra, 1870’de, Fransa’nın kendisinin muhasara ve istila edildiği ve
hayatî tehlike baş gösterdiğinde, papazlardan birinin sevkı altındaki
bazı Zeytunlulann memleketlerini terk edip... saflarımızda katıldıkları,
yanımızda harbettikleri Şarkta iyi bilinir. Büyük milletlerin bizi terk et­
likleri ve bize karşı cephe aldıkları bir anda, bu âlicenap insanlar, bu
cahil İnsanlar, bu kaba dağlılar, kendierine gösterilmiş teveccühü
hatırladı ve borçlarını kanlarıyla ödemeye koştular."’2
Bu temel İnsanî müdahale biçimi, 1878’de, başka bir isyan
olayında, İngiltere incelemeler yapması ve tavsiyelerini bir raporla
sunması için Albay Chermside’ı Zeytun’a göndermiş olduğunda da
yaşandı. Zeytun’un önemi. Ermeni dağlıların Türk ordusunun büyük
nizamî ve gayrinizamî birliklerine karşı dövüşüp, yenilgiye uğ­
rattıkları kahramanlıktan çok, isyanın Osmanlı egemenliğindeki çe­
şitli kesimleri kapsayan genel bir isyan harekelinin yan ürünü ol­
masında yatıyordu. Karadağ, Bosna ve Hersek'a, 1861’de ihtilalci
hevesler hâkimdi. Yukarıda sözü edildiği gibi, Büyük Güçler bir yıl
önce Lübnan'a askeri müdahalede bulunmuş, Türk otoritelerini Hıris­
tiyan Marunî katliamının faillerini cezalandırmaya ve Lübnan’a kısmi
bir özerklik vermeye zorlamışlardı. O sıralarda, Zeytun, gelişen Do­
ğu Sorununun bir uzantısını şekillendiren Ermeni Sorunu’nun bir
simgesi olmuştu.
Hiç kimse 1848 ihtilalinin bulaşıcı etkilerini küçümseyemez; öyle
ki, Mikhail Bakunin, Mayıs 1862 de, ulusal bağımsızlık ilkesinin savu­
nucusu Garibaldi’ye yazdığı bir mektupta, Ermeniieri Yunanlılarla bir­
likte Risorgimentokampanyasına dâhil etmesini önermişti. Bakunin
10 Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi (İstanbul, 1976), 489-90.
11 A, Vidal. le s Armeniens et la Reforme Turquie (Paris. 1897), 41-2.
12 Leo, (Arakel Babakhanian), Turkahai Heghopokbutian Kaghaparapanoııtkımı
(Türk Ermeni De«Timinin İdeolojisi) Cilt : 1, (Paris, 1934), 25-31.
101
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
ayrıca, özellikle Zeylun’un da içinde yer aldığı Kilikya bölgesindeki
halk arasında isyan hareketleri örgütlemeleri için, kendisi ve yoldaşı
Alexander Herzen in ülkeleriyle özdeşleşen, 19. yüzyıl Ermeni ihti­
lalciliğinin havarisi Michedl Nalbandyan'a da bir mektup yazmıştı, 12
Böylece, Franstz İhtilalinin ülküleri Rus Panslavizm’i ve anarşizmi
ve İtalyan ulusal bağımsızlığı, Türk egemenliğinin ve baskıcılığının,
bu ülkülere açık olan ve somut sonuçlarına önem veren bir grup Er­
meni liderinin mücadele konusu olduğu, bir tür karşılıklı etkileşimli
dinamik yaratmak üzere bir araya geldi Fesatçı otoriteye itaatin an­
lamı yeniden sorgulanmakla kalmadı, haksrz ve adaletsiz olduğu
yemden dillendirildi Yine de bunun gibi yeni bir yönelimin sonucu
da, yukarıda belirtilen diğer milliyetlerin elde ettiklerinden ciddi farklı
gösteriyordu, Zeytun, betfi bir süre için egemen Türklere karşı
önemli zaferler kazandı fakat sonunda yeryüzünden silindiler.
Açıkçası, isyan hareketleri, başarılı otmak için, benimsedikleri ide­
olojilerden başka faktörlere de güvenmeye ihtiyaç duyar. Önde ge­
len bir Ermeni tarihçinin dediği gibi. Ermeni Gregoryan Kilisesi ön­
derleri Fransa’nın, Lübnanlı Marunîlere öne sürdüğü gibi, Katolikliğe
geçme şartına inatla direndikleri için, Zeylun Lübnan'ın aldığı
yardımı alamamıştır; bu. o zamanlar Fransa'nın geleneksel Doğu
politikası buydu ve III. Napolyon Zeytunluları müşkül bir durumda
bıramıştı.'3
Başka milliyetlerin başarılarına dönecek olursak, anavatandaki
Yunanlılar, ihtilalci gruplar. Giril Komitası ve Ethnike Hetaıria’nın tah­
rikiyle 1896'daki ikinci bir Girit isyanını desteklediler; bu hareket, bir
biçimde Türk-Yunan savaşına giden yolu açtı. 1897’de gelen Türk
zaferinde, 1895-98 ayaklanması sırasında Zeylunlulara karşı sefer­
berlikte bayağı hırpalanan 5. Kolordu'nun önemli bir rol üstlenmesi
tesadüf değildir. Aynı derece önemli bir nokta da, bu Kolordunun,
başarısız olan bir önceki komutanın yerine geçip, Zeytunlularta
barış görüşmelerini yürüten komutan, yani Elhem Paşa tarafından
yönetilmiş olmasıydı
13 A.g.<3.. 31.
102
ERMENİ SORUNUNUN VE 7URK-ERMENİ ÇATIŞMASININ KÖKENLERİ
15 ay gibi bir sürede Ermenilere ve Yunanlıları karşı aynı kolor­
dunun görevlendirilmesi, imparatorluk otoritelerinin karşı karşıya ol­
dukları milliye? ihtilaflarının türünü göstermektedir. Aradaki bağlantı,
dâhili ve harici olmak üzere iki cephede aşikârdı. Dâhili anlamda,
Osmanlı otoriteleri, bir milliyet grubunun ihtilalci eylemlerle yürüttü­
ğü mücadelenin, bir haşka grubun mücadelesini etkilediğinin
farkındaydılar. Bu otoritelerin bakış açısından hareketle, bu meydan
Okuyuşların sonucu, imparatorluğun bekasını ciddi biçimde tehdit
eden isyanların yayılmasını kontrol allına almak açısından büyük
önem taşıyordu. Tek geçerli seçenek olarak görülen şey baskıydı.
Fakat burada da harici faktörler devreye giriyordu. Koşullara bağlı
olarak. Osmanlı damgalı baskılar, çoğu zaman Büyük Güçler’in mü­
dahalesine davetiye çıkarıyordu. Bu tür müdahaleler, Türklerin
baskıcı önlemlerinin etkisine karşı koyma ve azaltma eğilimi taşıyor
ve Büyük Güçler’in daha şiddetli müdahale adımları atmalarını tetiklemek amacıyla ihtilafın düzeyini kasten yükseltmeye mütemayil
kurbanlar arasında umudun yeşermesine hizmel ediyordu.
Aynı Kökenler Farklı Sonuçlar
Bu karşılıklı bağlantı süreci, 1885-1913 arasında dört kez Sad­
razamlık görevini yürüten ve Türk-Ermeni ihtilafının başlangıç aşa­
malarında aktif bir rol oynayan ünlü bir Osmanlı-Türk devlet adamı
tarafından özlü bir biçimde belirlenmiştir. Kendisi. Suriye ve Lüb­
nan’da çeşitli idari görevlerde bulunmuştu ve kritik 1877-79 döne­
minde, o sıralar bir kez daha ayaklanmış Zeytun kazasının bağlı bu­
lunduğu Halep vilayetinin Valisiydi. Vali Kemal Paşa, ha liralında,
Zeylun'un sakinlerinin ayaklanma eğilimini yorumlarken "Bulgar ve
Rumların istiklallerini kazandığını gören Ermeniler, onları taklit etme
arzusuna kapılıp, bir Ermeni krallığı gayesinin peşinden gitmeye
başladılar” diye yazar. Britanya’nın, Türkiye’nin iç bölgelerindeki Er­
menileri etkilemek açısından Ruslara nazaran dezavantajlı olduğu­
nu söyleyerek devam eder.’1
14 Hilmi K. Baytıur. Sadrazam Kamil Paşa. Siyasi Hayalı (Anakara, 1954), 73.
103
ERMENİ SOVKIRIMI TARİHİ
Ancak Sadrazamın değinmediği şey, o sıralar Büyük Güçlerin
etkin müdahalesini sağlama konusundaki şanslarına gelince, asıl
Ermenilerin, Rum ve Bulgarlara nazaran dezavantajlı olduklarıydı.
Adanın Yunanistan île birleşmesini sağlayan Şubat 1897 Girit isyanı
sırasında, Rusya, Büyük G üçlerin ortak eyleminin organizasyonun­
da önemli bir rol oynayan yeni Dışişleri Bakanı Muravief aracılığıyla,
bu birliği kolaylaştırma çabalarında yer alıyordu. O zamanki Fransız
Büyükelçisinin aktardığı üzere, “Ruslar orada, Ermenilere gösterdik­
lerinden farklıydılar; mesele, hususi dostları Ortodoks Rumların re­
fahıydı. Bu vakada Ruslar Türklere ciddi ıslahatları kabul ettirmekte
ısrar ediyorlar.”1* Neredeyse aynı tarihte, veliaht prens Boris'rn Orto­
doks inancını benimsemesiyle birlikle, Ruslar Bulgarlarla eski kar­
deşlik bağlarını düzelttiler. Lobanof başta olmak üzere, Rus diplo­
matların birçoğu, itiraflarından anlaşıldığı gibi, Türk Ermenis­
tan'ındaki reformların sonucunda gerçekleştirecekleri ve daha sonra
Türk ve Rus Ermenistan'larını kendi yönetimleri altında birleştirip bü­
yük bir Ermenistan’a dönüştürecekleri “ikinci Bulgaristan” hayalini
kurmaya başladığında, Bulgaristan artık eskiden olduğu gibi lanetli
değildi. Rus hükümeti, bu iddialara dayanarak, o sıralar Türkleri va­
at edilen reformları gerçekleştirmeye zorlamak amacıyla Padişaha
karşı cebrî tedbirler uygulama fikrine karşı çıktı.
Ermeni Sorununa, Büyük G üçlerin, özellikle d© Rusya'nın, farklı
yaklaşımı. Doğu Sorunuyla kıyaslandığında, elbette farklı sonuçlar
doğurdu. Fransız Büyükelçisi Combon, Dışişleri Bakanı Hanotaux’a
gönderdiği “hafi” şilreii mesajda, Padişahın Giril ihtilafının çözümün­
de, Ermeni ihtilafından farklı olarak neden yumuşak başlı dav­
randığını değerlendirirken, basit ama inandırıcı bir formül teklif edi­
yordu:
Mesele, Suttan, Girit isyanını uzamasının sert bir Avrupa müdahalesini
davet edeceğine ikna edilebildiği için halledilmiştir. [Öbür yanda] Ermeni
15 Paul Cambon, Correspondance 1870-1924. Cilt : 1 (Paris 1940), 409.
104
ERMENİ SORUNUNUN VE TÜRK-ERMENİ ÇATIŞMASININ KÖKENLERİ
meselesi dovam ediyor ve ciddileşiyor, zira Sultan muhtemel müdahale­
ye karşı em niyette [â !'abrl\ olduğu kanaatinde.’ *
Makedonya'yı gözdağı vererek veya aynı sertlikle bastıramayan
Türk otoriteleri, bunun yerine zayıf Ermeni halkına yöneldiler. Ulus­
lararası diplomaside iki konu arasındaki bu ilişki türü, Ermeni Meselesi’ni Şark Meselesi nin çözümüyle daha yakından ilgilenen Büyük
Güçler'in kaypak diplomasisinin bir ürünü olarak gören Türk tarihçi­
si Hocaoğlu tarafından açıkça onaylanmaktadır.17
16 DAF(\n. 3] 1871-1914 1 Seri (1871-1900) Cilt 12 [8 Mayıs 1896-14 Ekim 1896)
(Paris, 1951) DOC. No. 461 Kayıt No. 353, S 757-58, 30 Eylül 1996 .
17 Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihle Ermeni Mezalimi ve Ermeniler [Istanbul, 1976), 661.
105
Kısım iti
ERMENİ SORUMUNUN DOĞUŞU
y i ÇÖZÜMÜNDE İNSANÎ
MÜDAHALEMİN İŞLEVSİZ KALMASI
6
İn san î M ü d ah ale İdeallerinin
Yerini Alan Ç ıkarcı Diplom asi
A
vrupa kökenli müdahaleler tarihsel anlamda, az da olsa, Büyük
Güçler arasındaki bir konsensüse dayanıyordu. 1878 Berlin
Antlaşmasına kadar, Avrupa ittHakmın etkin Güçleri İngiltere ve
Rusya’nın ortak baskısı, Türkiye’yi, Büyük G üçler’in müdahalelerine
bir ölçüde itaat etmeye zorlamasa da, ikna edebiliyordu .1 Ancak bu
1
Bu iki Büyük Güç aıasındaki işbirliği, Yunanistan’ın dış işlerinde Türkiye’ye bağlı
kalması şartıyla tam özerkliğe kavuşması lamelinde Türkler ite Yunanlılar
arasında aracılık yapmayı kabul eltıkteri 4 Nisan 1826 tarihli St. Petersburg Pro­
tokolü ile başladı. Bkz., J. Maıriott. The Easlem Ouestion (An Histortoat Stuüyin
Buropean Diptomacy) 4. baskı <Gtasqow, 1SS8). 214. “insani müdahale" adı
altında Türkiye’ye Yunanistan'ı askeri olarak desteklemekle tehdit eden 6 Temmuz
1827 tarihli Londra Anılaşması da İngiltere ile Rusya'nın ortak inisiyaiKıyle gerçek­
leştirileli. A.g.e., 218. Büyük Güçler'in Osmanlı reformlarının denetim ve gö2 etim
altında tutulmasında ısrar ettikleri Aralık 1876 tarihli İstanbul Konferansı, tam yet­
kili büyükelçiler, Satisbury ile Ignatiev'in kendi aralarında barış şartlarını belirledik­
leri ingifiz-flus anlaşmasının sonucuydu. Blue Book, Turkey, No. I, <1877), Belge
No. tÛ53, s. 719. 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması’nı Rusya'nın İngilte­
re Büyükelçisi Şuvalov'un hazırladığı <30 Mayıs 1878 ) gizli IngSiz-Rus Anlaşması
109
EriM ENİ SOYKIRIMI TARİHİ
işbirliği birçok açıdan ne rekabetten arınm ıştı; ne de bu müdahale­
ler saf "insani” müdahalelerdi.* Fakat Berlin Antlaşması, Rusya ve
İngiltere arasında giderek artan şiddetti bir güvensizlik dönemine
denk düşüyordu, dolayısıyla Avrupa İttifakının yavaş yavaş çöküşü­
nü kesinleştiriyordu. Büyük Güçler arasında işbirliği yoksunluğu ve
gizli saikler olduğuna dair ezeli güvensizlik, insanı olsun olmasın,
çokyanlı müdahale ilkesine has aksaklıklardır.
İngiliz Parti Politikasında Bir Piyon Olan
Ermeni Sorunu.
Ahlaki Bir İkilem
Bu aksaklıklar, Avrupa’nın Türkiye’nin Berlin Antlaşm ası’nın 61.
izledi. Ehcyctöpedta Ot Woıid Hısiory 735-36 (W. Langer, gözden geçirilmiş
baskı. Boston 1948). önemli konularda Ingiliz-Rus uzlaşmalarının sağlanması,
böylece Avrupa Itlıhadı’nın Osmanlı yetkililerı üzerinde haskı yaptığı ortak eylem­
lerde hayati rol oynadı.
?
1844 Centilmenlik Anlaşmas 'nda, Çar I Mikola, Osmanlı imparatorluğu nun o
sırada beklenen çökıışu halinde bölüşülmesi için ortak bit eylem önerdi. Dokuz yıl
sonra Çar, Lord Seymout’la tart şirken "hasta adam' dediği Osmanlı İmparatorlu­
ğu nun bölüşülmesini teklif etti. Oas Slaalsarchiv, 62. Cilt. Beıge No 5612, s. 167
vo Sclgo No.6613, s. 159. 8 Temmuz 1876 tarihli Reıcbstadt Aniaşması'rtda, Rus­
ya ve Avusturya, Türklerin Sırplar ve Karadağlılar karşısında yenilgiye uğramaları
haünde toprak kazanımlarını da kapsayan İhtimal planlan hazırladılar. DAG [n. 7),
3. cill. Belge No: 605, s. 293. Ercyclopsdia O! Wortc Histoıy, [n. 1), 734 . 15 Ocak
1677'de Rusya He Avusturya arasındaki Budapeşte Konvansiyonu nda Türk topraktannın paylaşımı için benzer planlar tasarlandı. Ag.e.. 735. En Önemlisi. Avusluryaya, Bosna ve Hersek! işgal etme ve Sırbistan ile Karadağ arasında şerit
oluşturan Novı Bazar bölgesinde garnizon kurma yetkisi verildi. ; Aynı şekilde, giz­
li bir Ingiliz-Türk anlaşmasıyla. Ingiltere Kıbrıs'ı Osmanlı idaresinden devraldı. An­
laşmanın Fransızca metni için bkz., G. Noradounglıian, RecuellD'Actes Internaiionaux deL'EmpifeOtoman.3 Cilt. 522-25. (Patis 1902) İngiizne metin için bkz
E. Hertslet, The Map o! Europe öy Treaty. 4 . Cilt (Londra, 1375), 2721-22. Butun
bu olaylar Berlin Antlaşmasıyla doğrudan ilişkiliydi Ruslar için 1877-1879 muha­
rebelerinde Kazanılan zaferin yararları, zihinlerinde İngiltere konusunda on yıllar­
ca süren nolrot tohumlarmı engelleyemeyecek kadar azdı.
110
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖ2ÛMUN0E MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KAI MASI
Maddesini hayata geçirmesine yönelik uygulamasına dönük kaygıları
azalıp da, sonunda Ingiliz-Rus rekabeti ve karşılıklı güvensizliği
karşısında buharlaştığında, Ermeniler açısından açtk yükümlülükler
haline geldi. Bu rekabet, Ingiltere’nin, Rusya'nın 1877-78 Rus-Turk
Savaşı'nda ele geçirdiği doğu vilayetlerini, Türkiye’nin vaat etmiş ol­
duğu reformları yerine getirene kadar işgal etmeyi sürdürme hakkını
kazandığı Aya Stefanos Antlaşmasının 16. Maddesi hükümlerine
meydan okumasında ifade buluyordu Rusya’nın o bölgede asker bu­
lundurmasını Britanya'nın Hindistan’daki sömürge çıkarlarına bir teh­
dit olarak algılayan Disraeli, Rusları çekilmeye zorlamak için gerekir­
se savaş ilan etme niyetinde olduklarını Rusya’ya göstermek üzere
seferberlik işaretleri gönderiyordu. Aşağıdaki iki alıntı, bu İngiliz ma­
nevrası Ermenistan’ı doğrudan etkiliyordu. İngiliz devlet adamlarının
savaş çabalarıyla ve 1918’de kazanılan zaferle ilgili pişmanlık duy­
duklarına kanıttır: alıntılardaki duyarlılık, atalarının Ermeni politi­
kasına dönük dolaylı bir suçlamadır. İlki, savaş dönemi Başbakanı
Uoyd George’un ifadesidir:
Bizim meşum m üdahalem iz değil miydi, 1878’deki Aya S ıelanos Pak­
tıyla, Ermenilerin ekseriyetini Rus bayrağının him ayesine iten.
Aya S tefanos Paktı, R us m üfrezelerinin ıslah faaliyetleri ifa edilene ka­
dar Erm eni vilayetlerinin işgal etm eye devam etm esine hükm ediyordu.
B izim tehdilkar tazyikim iz sonunda ve "Şerefli Sulh” getiren büyük zafe­
rim iz olarak ilan ettiğim iz (1878) Berlin Paktıyla bu hüküm iptal edildi. Er­
m eniler bizim kurduğum uz zafer allarında kurban edildiler. Ruslar çekil
m eye zorlandılar; perişan Ermeniler, “E rm eni vilayetlerinde iyileştirm eler
ve ıslahat yapılacak" vaadiyle b ir defa daha eski ofendilerinin insafına
bırakıldılar. Erm enistan’ın Osmaniı hüküm ranlığına bırakılm asının esas
itibariyle mesulü m em leketten gelen daim protestolara rağmen, bu vaat­
lerin kırk senedir nasıl tutulduğunu gayol iyi biliyoruz. İngiliz H üküm eti­
nin faaliyeti 1 8 95-9 7,1 909 katliam larına ve asıl korkuncu da 1915 katli­
am larına sebep oldu Türk şer idaresinin kara salıifelerinde eşi em sali
olm ayan bu mezalimlerle, Ermeni nüfusu bir m ilyondan fazla azaldı.
111
ERMEMİ SOYKIRIMI TARİHİ
Bu zulümlerin mümkün olmasında payımız okluğunu bilerek, yaptığımız
yanlışı telafi etm ek ve kudretimiz yeniğince, tarihin bizi her cfalm kaba­
hatli göreceği korkusunu silmek için elimize geçen ilk fırsattan faydalan­
mak ahlaken boyumuzun borcuydu.
Bundan dolayı, Haıtı-i Cihanda, Türkler bizi bu kavgaya zorladığı ve Bri­
tanya imparatorluğu’nu ötüm-kaiım mücadelesine ittiğinde, nihayet me­
sut olduğumuz büyük hatayı telafi etme fırsatının geldiğinin farkına
vardık.*
Avam Kamarasının 18 Kasım 1918 günkü tartışmalar sırasında,
Aneurin Williams aynı konuya değiniyordu:
Bu memleketin Ermenilere bir borcu var zira her şey bir yana kırk sene
evvel Rusların Ermenistan'ı Türk zulmünden kurtarmalarına mani olduk.
Şayet mani olmasaydık, o günden beri bu dehşetengiz eziyetler yaşan­
mayacaktı. Biz, bundan dolayı borçluyuz onlara, İlaveten bu harpte bi­
zimle beraber dövüştükleri için borçluyuz.4
1878 Berlin Konferansını takip eden yıllarda, İngiltere, Osmanlı
Ermenilerinin yaşadığı acılara tümüyle duyarsız kalmadı. Kısmen 4
Haziran 1878’de, yani Berlin Konferansının hemen öncesinde, İngil­
tere ve Türkiye arasında imzalanan Kıbrıs Sözleşmesiyle sağlandı
bu. Bu Sözleşmenin 1. Maddesi, İngiltere’yi Ermeni reformları mese­
lesini takip etmekle sorumlu kılıyordu (“Sultan Hazretleri, İngilte­
re’ye...bu topraklarda...Hıristiyan ve başka reayaların himayesi
için...lazım gelen ıslahatı yapmayı vaat eder.*) Türkiye'yi Rusya’nın,
Kars, Ardahan ve Batum üstündeki toprak iddialarına karşı “silah zo­
ruyla” korumaya hazır olmasının karşılığında, İngiltere’nin Kıbrıs
Adası’nı işgal etmesine izin verildi* Bu hüküm, Berlin Antlaşması’nın
3
4
D. Uoyd öeorge. Memoirs of the Pençe Conference, 2. Cilt (Londra, 1939), 8 11 .
Armonta. Partiamentary Debates (Lordlat Kamarası, 13 Kasım 1918), Avam Ka­
5
Hurewıtz, Diptomacy ın the Near and Mtdclle East A Dûcumenlary Record:
1535-1914,1. Cilt (Princeton, New Jersey, 1956), 188.
marası 23.24.30,31 Ekim. 6.7,12, 14, 18 Kasım 1919) 16-17 (A. Ralli, ed. 1919).
112
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
61. Maddesi’ndeki şartlarla birlikle. İngiltere'ye belli ölçülerde müda­
haleyi ve bu amaçla kuvvete başvurma seçeneğini düşünme hakkı
veriyordu.
Bu seçeneğin zayıflığı aldatmacadan başka bir şey değildi. Dip­
lomatik belgeler “"insani müdahale" kisvesi altında yürütülen manasız
parti politikasının etkisine ışık tutuyor, ingilizlerin Ermeni Sorunu’nu
nasıl ele aldıklarına örnek, Gladstone’cu liberalleri önce Disraeli,
sonrada Salisburry’nin temsil ettiği muhafazakârlann karşısına diken
dış politikayla ilgili parti kavgalarının etkisidir. Örneğin. Giadstone’un
reaya ırkları Osmaniı boyunduruğundan kurtarma çabalarını destek­
leyen ateşli beyanatlarını reddeden Disraeli. onu '“centilmenlikle hiç­
bir ilgisi olmayan, kıskançlık, kindarlık ve ikiyüzlülüğün olağandışı
karışımı, ilkesiz bir manyak...” olarak nitelendirmişti.® 1890'daki kısa
İstanbul seyahatinde, bazı diplomatlarla tanışan liberal Parlamento
Üyesi (ve Gladslone'un çalışma arkadaşı) VVilliam Summers’ın
açıklamalarının ışığında, bu görüşler dikkat çekici olabilir. Berlin’de­
ki Şansölyesi ne 26 Eylül 1890 tarihli raporunda, Alman Sefir Radowllz, Summ8rs'ı ‘“İngiltere’deki Ermeni davasının en ateşli destekle­
yicisi" olarak tanımladıktan sonra, onun şu sözlerine atıfta bulun­
muştu: “Gladstone ve ben sırf Salisbury Kabinesine zorluk çıkarmak
İçin Ermeni Sorunuyla uğraşıyoruz”7 Bu muhafazakârların ve libe­
rallerin “'muhaliflerini sıkıntıya sokmak için” Parlamento’da önerge
üstüne önerge verdikleri bir devirdi.1
Parti siyasetinin uzantısı olarak bu Ermeni Sorunu ’nun istismarı
modeli, 1895-96’da Osmaniı İmparatorluğunun her tarafına yayılan
katliamların arifesine kadar sürdü. Almanya’nın Türkiye Sefiri Kont
von Hatzfeldt, 26 Haziran 1895’te Berlin'deki Şansölyesi'ne gön­
derdiği raporda. Liberallerin yerine Kabine kuran Lord Salisbury
ona “gizli olarak" rakiplerinin ne işler çevirdiğinin farkında olduğunu
6
7
A. Maurois, Disraeli i New York, 1930), 310.
Almanya Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Arşivi (Die Diplornatischen Aklen de s
Auswârtigen Amıes) Dıe Grosse Politik oeı EuroDaischen Kabinene. 1871-1914.
(Bundan böyle DAG olarak geçecek). 9. Cm, Belge No. 2178, s. 194.
8
G.P. GoocK. Hisiory ol Modern Europe IB78-I879 (Nevu York, 1923), 244-A5.
113
ERMENİ SOYKIRIM! TARİHİ
ve aynen cevap vereceğini söylediğini yazmıştı. Lord Rosebery, 5
Temmuz 18951e Albert Hall’de yaptığı önemli bir konuşmada, Salisbury’nin Liberallerin izinden gitmesine itiraz etmişti. Kendisi, Salisbury'nin Osmanlı ülkesindeki "Ermenileri dayanılmaz baskı, da­
yanılmaz zalimlik ve dayanılmaz barbarca eylemlerden korumak’’
İçin, Fransa ve Rusya'yla işbirliği yaparak, İstanbul üzerinde baskı
kurmasını savunuyordu. Salisbury, Hatztetdt'e İngiltere’nin Ermeni­
lerin kaderiyle ilgilendiğini ve bu suretle bir çatışmanın başlamasını
engelleyebileceği durumlarda, bu ilgisinin hiçbir biçimde azalmaya­
cağını açıkça savunarak, Rosebury’yi “köşeye sıkıştırabileceği'ni
söyledi.*
Ama o sırada Ermeni Sorunu çoktan karmaşık bir probleme dö­
nüşmüş olduğundan, ou alandaki İngiliz politikalarını betimlerken,
birkaç gönderime bel bağlama kolaycılığının tuzağına düşülmemeiidir. Ermenistan ve Ermenilerin çıkarlarına İngilizler belki zorunlu
olarak ve kısmen ikinci! meseleier olarak yaklaşıyorlardı. Bu çıkar­
lar tıpkı bir satranç oyunundaki piyonların kullanılması gibi, aldatıcı
oyunlar sergilenmesine müsaitti. Saray dâhil, İngiliz devlet adam­
ları, Türklerin kronikleşen kötü idaresine ve rejimi zoraki olarak
ayakta tutup, Osmanfı imparatorluğu’nun parçalanma yoluyla tasfi­
yesini önlemek için sık sık katliamlar gibi sert önlemleri kabul etme­
si karşısında çoğu kez yeterii tepkiyi göstermişlerdi. Muhafazakâr li­
der Salisbury bu alanda sivriimişti. Onun politik kariyeri on dokuzun­
cu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı imparatorluğu’nu dört bir yan­
dan sıkıştıran karışıklıkların yayılmasıyla at başı gitmişti. Daha
1858'de, o zaman sadece Lord Robert Cecil adıyla tanınan Saltsbury, Avam Kamarası 'nda yaptığı bir konuşmada, Tüı k hükümetini
“zalimlik ve yağmacılıkta eşi benzeri olmayan bir hükümet" diye suç­
lamıştı. 8u yüzden, 30 Temmuz 1895’te, yani Liberal muhalefet li­
derlerini “köşeye sıkıştırıp” Ermenilerin yaşadığı açmaz konusunda
endişeleri yatıştırmak için, Ermeni Sorunu’yla ilgili bir görüşmede,
Almanya’nın Londra Büyükelçisi Hatzfeld’e “aralarında gizli kaima
9
D A G ln. 7 |
10. Ciit. Belge
No. 2394, s. 39. 6 Temmuz
114
18S5 tarihti rapor.
ERMENİ SORUMUMUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALEMİN İŞLEVSİZ KALMASI
kaydı yla” (unter Voraussetzung voller Dishretion) şöyle demişti:
T ü rk İmparatorluğu çürüyor vo sonuçta parçalanması karşı koyul­
maz bir zorunluluktur ” O zaman, Büyükelçisi Hatzfeld Berlin'e "çok
gizil" raporunda, Salisbury'nin "çok manidar" bir açıklama yaptığını
ekledi. Yani, 1853 Ocak ve Şubatında (Kırım Savaşı’nın patlak ver­
mesinden aylar önce), Çar I. Nikola’nın İngiltere Büyükelçisi George
HamiHon Seyomur’a yaptığı Türkiye’yi paylaşma teklifini elinin ter­
siyle itmek, İngiltere için büyük bir hataydı. “O, Lord Salisbury mu­
hakkak böyle bir teklifi kabul ederdim dedi." Arkasından, Salisbury
Alman Büyükelçisinden bu görüşmeyi resmi raporlara geçirmeye­
ceğine dair söz alacaktı.'0
Ama Salisbury’nin çözümü bu işin peşini bırakmayan diğerlerin­
ce paylaşılmıyordu. Daha 1876’da, o ve diğer Büyük Güçler’in tem­
silcileri Türklere İstanbul Konferansı'nda Avrupa'nın reform projesini
kabul ettirmeyi başaramadıkları zaman, Ingiltere Kabinesi’ne İngilte­
re'nin geleneksel Türkiye politikasını bırakarak, bunun yerine parça­
lanmayı geçirmesini önermişti Başbakan Disraeli Kabiıne’den "ah­
laksızca" bulduğu bu Öneriyi reddetmesini istedi." Ve Alman Büyü­
kelçi Hatzfeldt ile yukartda bahsettiğimiz gizli görüşmeden bir ay
sonra, Salisbury bir kez daha Almanya’yı Türkiye'ye bölüşme
planında işbirliğine çağırdı. Alman İmparatoru Cowes’u* (ç.n. İngilte­
re'de Wighl adasında bir liman şehri) ziyaret ederken, isteği üzerine
8 Ağustos 1895'le Holıenzollern teknesinde Salisbury ile bir görüş­
me planlandı. Salisbury, bir kez daha bilinen görüşlerini tekrarladı:
Ermeni katliamları Türkiye’nin liberal reformlara direncini göstermişti,
10 A.g e.. Belge No. 2371, 30 Temmuz 1895 tarihli rapor, s. 10 ve aynı Konurla daha
ayrıntılı bir‘ özel mektup” Belge No 2372,31 Temmuz 1895 tarihli rapor, s. 12 Sa«sbury'nin Türkiye nin hastalıklarına koyduğu tanılar, ünlü bir Türk yazarın
yazdıklarıyla da örtüşüyordu: “O sırada yozlaşmış ve dağınık durumdaki Osmanlı
sistemi. Hejime 'yoz” ve imparatorluğa "çöküş halinde” diyordu. Niyazi Berkes,
Turkish Nationalısm und Woslom GviHzatıor, Sefcotcd Essays of Ziya Gökalp
(iondra. 1959). 16. 21.
11 Lady Gvreudolen Cecil, (Salisbury’nin kızı) Life of Rober!, Matquis of Salisbury 4
çit, (Londra. 1921-1031), 2. Cilt. 134.
115
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
imparatorluk çürüme halindeydi, muhafaza etmeye değmediğinden,
kesilip atılmalıydı. İmparator hem Alman Dışişleri Bakanlığı’nda son
derece karanlık ama son derece etkili olan İngilizceyi ana dili gibi ko­
nuşan Holsfein adlı bfr danışman hem de Alman büyükelçiyle birlik­
te iyi bir ön hazırlık yapmıştı. Saiisbury'nir Türkiye'ye koyduğu has­
ta adam teşhisinin doğru olmadığını söylerken, bir yandan da Erme­
nilerin yaşadığı zulümlerin önemini küçümsemişti. Salisbury’nin imparator’u ikna edemeyişi, büyük politik farklılıkların bir sonucu oldu­
ğu gibi, İngiliz Başbakam’nın ani bir kaza sonucu randevusuna bir
saat gecikmesinin imparatorda yarattığı memnuniyetsizliğin üzeri­
ne de tüy dikmişti.
Uluslararası diplomaside gösterilen duruşların bu gibi tu­
haflıkları, bazı iddiaları egoların kendilerini dayatmalarına bir ölçüde
fırsat tanıdıkları gibi, süreçle ilgili müzakerelerin rotalarını ve sonuç­
larını da etkilerler, incinmiş bir ego bu iletişim sürecinde kırılmış bir
ego yaratmıştı. Alman Müsteşar Rotenhan'ın yorumuna bakılırsa,
bunun sonuncunda Salisbury Alman İmparaloru’nun istediği ikinci
buluşmadan kaçacak kadar “kırılmıştı.”12
Son tahlilde, hiç şüphe yok ki dış politikadaki en belirleyici faktör
ulusal çıkarlar ve ulusal değerler arasındaki ilişkidir. Belirli bir ulusal
çıkarın ağırlığı belirli bir ulusal değerinkini büyük ölçüde aştığında,
genellikle ikiyüzlü davranan işbilir ve kurnaz politikacılar, belirli bir
ulusal değere düşman politikaları haklı gösterebilir ya da en azından
buna çalışabilir. Bir bakıma, Disraeli önce Rusya tarafından önerilen,
peşinden ash Salisbury’nin desteklediği Türkiye’yi bölüp parçalama
olayını “ahlakdışı” olduğu gerekçesiyle reddetmekle, Türkiye'yi kur­
tarmıştı. Süreçte, muhafaza etmeye kararlı olduğu rejimin zalimlik­
leriyle ilgili biriken kanıtları ya rahatlıkla bir kenara atarak ya da
önemsemeyerek, o zaman İngiliz kamuoyunda kavranıp teşvik gören
12 Gooch [n. 8], 213-214. Bu olayla ilgili Alman Kaynaklan ve velileri için, tıKz., D.4fi
[n. 7], 10. Cilt Belge No. 233S, No. 2 Hatzfeld'ınl “gizli” raporu, s. 25 -26, 7 Ağus­
tos 1895: Belge No. 23S8. Holslein'ın özel bilgi notu. s. 29. 14 Ağustos 1895 Bel­
ge No. 2389, Müsteşar Ryienhan ın şifresi No. 244. s. 29. 15 Ağustos 1895.
116
ERMENİ SORUNUNUN OOâ'JŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
haliyle, ahlaklılık fikrine yeni bir ivme kazandırmıştı. Bu alanda, yir­
mi yıl sonra Alman İmparatoru’nun Salisbury’rin teklifini hemen he­
men aynı temellerde geri çevirdiğini not etmek çok önemli. O da zul­
mün yaygınlığını ve taşıdığı anlamı küçümserken, Osmanlı İmparatorluğu'nu muhafaza etmekten yanaydı. Alınanların Ermeni Soru­
nu’ndakı tutumlarıyla ilgili kesimde görüleceği gibi, Almanya’nın po­
litikalarını üreten en üst düzeydeki görevlilerin bu alandaki açıkla­
maları. yüce ulusal çıkarları öne sürerken, ulusal ve uluslararası si­
yasette ahlak kavramını yeni bir ahlaksızlık düzeyine taşımışlardı,
yani değerleri olmayan bir duruşa indirgemişlerdi. Böylece, Alman­
ya sonuçla Abdülhamid donemi katliamlarının bütün Ortadoğu, Bal­
kanlar ve Avrupa’nın diğer yerlerinde estirdiği fırtınaya bağlı olarak,
Türkiye’deki tüm Ingiliz etkisini kırmış, onun yerini almıştı.
İngiliz devlet adamı Fallodon’lu Grey’in anılarında en fazla lanet
okuduğu olgu budur. Liberal Dışişleri Bakanı, I. Dünya Savaşı’nın
başlamasından yedi yıl önce İngiltere, Rusya ve Fransa’nın Alman­
ya’ya karşı kurdukları Üçlü itilafın mimarları arasındaydı. K ötü yö­
netim ve Hıristiyan azınlıklara kötü muamelenin... yerel, zorbalık ve
katliamın genel olduğu” bir ülke olan Türkiye’yi yerin dibine batırmak­
ta Muhafazakâr Salisbury ile hemfikirdi.11
Bu konudaki uzun tartışmalarında, Grey hükümetleri birbirine dü­
şürmekte çok usta olan Abdülhamid’in, belli bir bedel karşılığında
nüfuz bağışlayıp taviz vermeye hazır olduğunu söyledi. Bu bedelse,
Suttan’a kol kanat germe hevesi ve Avrupa İttihadı’nın dayattığı
kısıtlamalara rağmen, “Ermeni katliamları”nı gerçekleştirmesine izin
V8rmekti. Aşağıda Grey’in yorumundan bazt parçafar okuyacağız:
A lm an h ük üm eti ve Alm an im paratoru bu bed eli ö d e d i ve Büyük B ritan­
ya'n ın bir za m a n la r İstanbul’d a sahip olduğu konum u ele geçirdi. Hiçbir
İngiliz hüküm eti bu bed eli ö d e yem ezd i. Lord Salisbury elinden gelseydi
bile bunu y a p a m a z d ı. H e le 1 8 9 5 deh şetin d e n sonra, istese bilo etinden
13 Vikont Fallodon'lıı Grey, Twenty-Five Years 1892-1916. 1. Cilt iNew York. 1925),
126.
117
ERMEDİ SOYKIRIMI TAPİHI
g e lm e zd i. A lm an H ü k ü m e ti ve A lm a n İm p a ra to ru bu b ed eli ö d e d i v e B ü­
yük B rita n y a ’nın bir z a m a n la r İs ta n b u l’d a sah ip olduğu kon um u e le g e ­
çirdi.
...In g ü izle rin
E rm e n i k a tlia m la rıy la
ilgili
teşhirleri b iz c e
nefret
u y a n d ırd ı, ko rku d e ğ il ». İn g ilte re 'd e k am u o yu teşh ir e tm e m iz i istedi: biz
d e T ü rk iy e ’d eki İngiliz m a d d i çık a rla rı p a h a s ın a bunu y a p tık ... A lm a n y a
İs ta n b u l’d ak i d u ru m u adım a d ım istism ar e l t i ... Bi 2 g e rç e k te n d e e lle ri­
m izi te m iz lu ltu k v e ulusal v ic d a n ım ız ı tem izled ik. A n c a k bu ç a b a ­
la rım ız ın v e s e m p a tim iz in n es n o lo rin e a d a m a k ıllı bir k a tk ı s a ğ la m a d ı...
A lm a n p o litikasın ın , ahlaki ku ru n tu lar v e ö z g e c i g ü d ü le rin u lu s la ra ra s ı si­
ya s e tte yeri o lm a d ığ ın ı s a v u n a n tem elli bir inanca d a y a lı o lduğu görülü­
yor
O n a sa v a ş ı kay b e ttire n d e ülkolor a ra s ın d a insani y a k la ş ım ı yan lış
d e ğ e rle n d irm e s iy d ı.14
Bu yorumlar, muhtemelen İngiltere'nin genelde dış politika formülasyonunda ve özelde Ermeni sorununa yaklaşımda erdem tim­
sali olduğu anlamına gelmez. Bir kere, Palmerstone’un İngiliz dış
politikasının tasarımında daimi dostlar ve düşmanların gerekli oldu­
ğunu inkâr ederek, bunun yerine sürekli İngiliz çıkarlarının geçirifmosini isteyen mirası her zaman kılavuz ilke olarak kalmıştı. Ama İn­
giltere temel bir konuda Rusya’dan da Almanya'dan da ayrılıyordu.
Ingiltere'nin çok gelişmiş demokratik kurumlan, dış politika konu­
larında kamuoyu (aktörünü yaratan açık tartışmaya müsaitti. Özel­
likle kriz zamanlarında, bu İngiliz dış politikasını elbette kısıtlayan,
dönüştüren ve belli ölçülerde kanalize eden bir faktördü. O halele,
gözlemciler Osmaniı Ermenilerinin lehine İngiliz müdahalesinin, tam
tamına mecazi anlamda “Abdülhamid'e kuru sıkı tabancayla ateş etm e kle n farksız olan bir dizi protestolarla salt kamuoyunu yatıştırma
amacı güden girişimler olduğunu öne sürebilirler. Zira “Kızı! Sultan”
gene de Ermenilere karşı bir dizi katliamın tertipçisi olduğundan,
halkın öfkesini ve bürokrasinin tepkisini üzerine çeken bir hedefti.
Ermeni Sorunu karşısında, Ingiliz diplomasisinin tarihsel rolü­
nün değerlendirilmesinde, ilgi çeken öncelikli olgu bu diplomasinin
sorunu etkin ve her olasılıkta kalıcı biçimde çözmek isleyen ilk Rus
14 A.ge., 127. 128. 129,
118
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU V£ ÇÖZÜMÜNDE MÜCAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
planını boşa çıkarmaya yönlendirme becerileriyle ilişkilidir, ingilizle­
rin Sultan’ın sefil Ermeni uyruklarının açmazları karşısındaki insani
kaygıları dile getirmeleri, yukarıda belirtildiği gibi, İngiliz devlet
adamlarının ilk planda İngiliz ulusal çıkarlarını gözetmelerini buyu­
ran Palmerstone'un mirasının gereksinimleri tarafından kestirme
yoldan aşılmıştı şimdi. Araştırmamızın diğer yerlerinde de anlatıldığı
gibi, Rusya 1877-78 Rus-Türk Savaşı sürecinde fethettiği Türki­
ye’nin doğu vilayetlerindeki işgalini sürdürme hevesindeydi. İşle o
zamandan beri, Türkiye “Ermeni vilayetleri", yani Türkiye'nin doğu
vilayetlerinde, gerekli reformları başlatacak ve sahiden yürütecekti.
Yerilerek süngüsü düşen Türkiye o sırada Aya Stefanos Antlaş­
masının 16. Maddesi’ne iliştirilen bu şartı kabul etmişti. Ancak der­
hal müdahale eden İngiltere, Rusya'yı savaş açma tehdidi ile 16.
Madde’nın değiştirilip kuşa çevrilerek 61. Madde olarak monte edil­
diği 1878 Berlin Antlaşması’nm eski antlaşma yerine ikamesini kabul
etmeye mecbur bıraktı. İngiltere bu sonucu, seferberlik ilanı yasası
dâhil, çok kısa bir sürede altı milyon sterlin tutan savaş hazırlıklarını
başlatarak elde etmişti. Rus askerleri derhal geri çekilecek ve re­
formların yürütülmesi konusu Sultan’ın iyi niyetine bırakılacaktı. Hin­
distan’a açılan stratejik kara geçitlerinden biri saydığı bölgeyi koru­
mayı başaran İngiltere, bir başka geçidin açılmasının önünü kesti.
Uoyd George ve Aneurin VVıîliams gibi İngiliz devlel adamlarının be­
lirtmiş oldukları gibi, Ermenistan'ın uzun sürecek sıkıntılarına ve so­
nuçta Osmanlı Ermeni nüfusunun ortadan kaldırılmasına kapıyı
açan türden bir geçitli bu (bkz., bu bölümün 3. ve 4. notları).
Bu girişimin boşa çıkarılmasının yasal ya da daha doğrusu, dev­
letler genel hukukuyla ilgili yanı, aynı şekilde önemlidir. Buna gerek­
çe bulmak amacıyla, İngiltere 9. Madde 2. Paragrafıyla Büyük Güç­
lerin tek tek ya da birlikte Türkiye'nin iç işlerine müdahalesini ve 7.
Madde’yle “Osmanlı imparatorluğunun bağımsızlık ve toprak bütünlü ğ ii’nü sarsmayı yasaklayan Pans Antlaşması’na atıfla, bu Madde’nin herhangi bir biçimde İhlalinin tüm Büyük Güçleri olumsuz et­
kileyecek bir sorun gibi görüleceğini bildirdi. Ne var ki, Berlin Kongresi’nin toplanmasından dokuz gün önce, 4 Haziran 1878’te, Ingil­
tere Türkiye ile I. Maddesi iki ülke arasında Savunma İttifakı kuran
119
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Kıbrıs Konvansiyonu’nu g iz lic e im zalam ıştı. O ysa bu anlaşm ayı
hazırlatm akla. Ingiltere en başta R u sya’yı ihlal etm ekle suçladığı ve
suçlam asını Berlin Kongresi ni toplam a gerekçesi haline getirdiği
aynı Paris Barış Antlaşm ası'nı kendisi ihlal etmişti. Kıbrıs adasını il­
hak etm e ayrıcalığı karşılığında, İngiltere gelecekte R u sya’nın ele
geçirm esi halinde Türk topraklarının silah kullanılarak savunulması
sorumluluğunu üstleniyordu. “Buna karşılık" Sultan İngiltere’ye Er­
m enilerin yaşadıkları bu topraklarda gerekli reformları başlatm a söZii veriyordu." Tüm bu koşul ve hüküm ler yukarıda adı geçen Paris
Antlaşm ası’nın 7. ve 9. M addelerindeki şartiann ihlaliydi. O ysa hiçbir
G ü ç Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve iç ilişkilerini etkileyen düze n le­
m eleri bırakalım gizliden gizliye, tek taraflı olarak yapm ayacaktı.
Ayrıca, bu A n laş m a’nın 7. M addesinin ilk kısm ı, ilgili Avrupalı im­
zacıların “B abIâli’nin Avrupa kam u hukuku ve sisteminin ( ittih a d ) ya­
rarlarına katıldığını kabul elliklerim beyan ederler” diyordu. Bu an­
lam d a, Kıbrıs Konvansiyonu, Avrupa kam u hukukundan taviz ver­
m enin ötesine geçiyor, Büyük G üçlerin antlaşm a hukukuyla yetki
verdikleri yüksek yargı yetkisini kullanm a hakkından vazgeçiyordu.
Ö zetleyelim : yüksek ulusal çıkarların buyurduğu hallerde, İngilte­
re bir adayı hüküm ran bir devletten koparıp alm anın çekiciliğinden
ve süreçte rakip bir G ü ç karşısında uzlaşm azlık halinde savunuyorm uş gibi yaptığı bir antlaşm anın hükümlerini aynı and a etkisiz
kılm aktan m uaf değildi.
Avusturya’nın Katliamlara Rıza Gösterme Politikası
Büyük Güçlerin dış politikasının yürütülmesindeki süreksizliklerin
önemini aşan tek şey, bu politikayı yaparken yaşanılan geri dönüş ve
tersliklerin önemidir. Diğer Büyük Güçlerin, özellikle d e R u sya ve İn­
giltere örneğindeki gibi, böyle bir tersine gidiş, Avusturya'nın Türkiye
ve Osm anlı Türkiyesi’ndeki reformlar konusundaki duruşundaki d al­
galanm aları belirledi. Kırım S a vaşı’ndan önceki ve sonraki on yıllarda
yaşanan ufak tefek ve gelip geçici sürtüşm elere karşın, Avrupa İtti­
hadı oldukça iyi işledi. Bu savaşta sözleşm e Türkiye’yi de içine
aldığından, egem enlik alanına da dâhil ettiği Türkiye’yi Avrupa’nın k a ­
120
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
musal yasalarıyla a z çok tutarlı yasalar çıkarm aya teşvik ettiler. Bu
m üdahaleler gen elde im paratorluğun Hıristiyan uyruklarının yararınaydı. Bu genel politikayla tutarlı bir biçimde. Avusturya-Macaristan Monarşi rejiminin kurulm asına aracılık eden Avusturya Başbakanı
ve Şansölyesi, Kont Friedrich Beust, 1 8 6 7 ’de O sm aniı imparatorluğu'nıın Hıristiyan uyrukları için gevşek bir vasaltık bağıyla sağlaya­
cakları bir özerktik sistemini açık açık savunuyordu. Beust ölüm döşe­
ğindeki bir hasta adam a benzettiği bu imparatorluğu parçalam a planı
dâhil, “şok tedavi”ye alınm asını sağlayacak bir “tıbbi konsültasyon"
yapılm ası için bastırdı. N e tuhaftır ki, çeyrek yüzyıl önce, politikasını
tersine çevirmiş olan Rusya d a tam bu anda Şansölye ve Dışişleri B a­
kanı Prens Alexander Gorchokof yönetim inde aynı politikayı savunu­
yordu. Bununla birlikte, Kırım S a vaşı’nın ertesinde im zalanan Paris
Barış A ntlaşm ası’ndaki rolü nedeniyle, Avusturya'ya karşıydı. Şimdi,
Beust Paris A ntlaşm asının Türkiye'nin Hıristiyan uyruklarına m uam e­
lesinde düzelm e sağlam adığını kabul ederek, bu uyrukların Avru­
p a’nın koruyucu kanatları altına alacak yeni düzenlem eler öneriyordu.
A m a katliam lar dönem inde, bu durum yeni bir politikaya kapı açtı.
Erm eni Sorunu konusunda, A vusturya’nın az çok A lm anya’nın
görüş ve tutumlarını yansıttığına kuşku yok. Aslında, A lm an ya’nın
Avuslurya Büyükelçisi Prens Philipp 3. Eulenburg, Fransa'nın Viya­
n a M aslahatgüzarı M archand ile bir görüşm esinde, “bizim için" Er­
m eni Sorunu diye bir şey yoktur diyerek, A vusturya’nın bu alanda Al­
m an ya’ya öykünm esi umudunu dile getirdi. Avusturya Dışişleri Ba­
kanlığı Daire Şefi, VVelscheimb ile görüşm esinde ise, m uhatabı
M a rc h a n d a o sırada dur durak bilm eyen Erm eni katliam larının
Avusturya'dan ‘“ihtiyat ve azam i bir d ik k a tli yaklaşım beklediğini
söyledi. İngiltere’nin Türkiye’d e reform lar başlatm a girişimlerini “ül­
kenin durum undan tam am en habersiz olduğuna kanıt olduğunu
söyleyerek ciddiye alm adı. Berlin A n tlaşm ası’nın şart koştuğu re­
form lara gönderm eyle, VVelserheirnbe Büyük G üçlerin gizli pürüzle­
ri “olan antlaşm a vaatleri olduğunu reddetti. “Su ltan’a kendi hareket
özgürlüğünü tanısaydık, ne iyi olurdu. Kendi otoritesine konan sınır
ve yasaklardan kurtulması gerekir.’’ Fransız Dışişleri yetkilileri M arch an d ’dan aldıkları bu m ektubu kay da geçirirken şu notu döşlüler:
121
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
"Rus hükümetinin dili aşağı yukarı böyle .'”5 Avusfurya-Macaristan
İmparatorluğu'nun devlet örgütlenmesi Osmanlı imparatorluğu'nunkine benziyordu. İkisi de çok milliyetli sistemlerdi ve sonu gelmeyen
etnik çatışmalarla sarsılıyorlardı. Dolayısıyla, diğer kaygıları göz ardı
ederek, sırf bu açıdan bile, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının
getireceği riskler bulaşıcı bir hal alarak, Avusturya topraklarına da si­
rayet etmesin diye, Avusturya’nın, Osmanlı sistemini savurm ası se­
bepsiz değildi. Fakat bu bir yana bırakılırsa, bir imparatorluk gücü ol­
ması dolayısıyla, genişleme eğilimine sahip Avusturya, Osmanlı top­
rakları üzerinde planlar yapmaktan da uzak kaiamıyordu. Ermeni
Sorunu’nun reformların etkin bir şekilde yürütülmesi yoluyla çözümü,
sömürgeci emellere 2arar veren bir çare olarak görülüyordu. Zira re­
formlar Türkiye'yi güçlendirir ve imparatorluğun ömrünü uzatırken,
Ermenilerin durumunu iyileştirme ihtimali de sürerse, o zaman ne
olacaktı? Bu duruşun temelinde yatan kararsızlığın çözümü, TürkErmeni çatışmasının tırmandırıla tırmandırıla Türklerin de Ermenile­
rin de tükenecekleri bir noktaya kadar süreceğini hesaplamaktan ge­
çiyordu. Ancak o zaman belirsiz insani müdahale girişimlerini impa­
ratorluk hırslarının yerine geçirme fırsatı öne çıkabilirdi. Bir İngiliz ya­
zarın öne sürdüğü gibi, "Sultan'ın sıkıştırılmasına Rusya’dan ziyade
Avusturya karşıdır; ama Osmanlı topraklarından bir lokma kapmak
için fırsat kollayanlar arasında o da var ."16
15 Fransa Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Arşivi (Documents Diplomatiques Français
18/1-I90C) (Bundan böyle DAFolarak geçecek). 12. Cilt, Belge No. 248. s. 371.
Marchand'ın Fransız Dışişleri Bakarı Berlhefet'e 24 Aralık 1895 tarihli raporu.
Avusturya'nın Rusya'nın Ermem Sorunu (İye bir şey olmadığı görüşünü benimse­
mesiyle iıgli, Fransızca not, Parts nu3 Büyükelçilik Kâtibi'ne atfedilen bir yoruma
göndermedir: Adam 1886'de "Ermeni Sorunu olamaz, olmamalı” demişti. Berard,
La pohtique (n. 32), 284,
16 Vlalcolm MacCoil The Sollan and Ihe Pouıers (Londra. 1896) 66, 63. Avustur­
ya'nın gizli diplomasisi Avusturya nm Erment katliamları döneminde Sultan Hamit’in eline koz veren Avusturya'nın gizli planlar nın vaı olduğunu gösteriyor. Se­
li r Baron von Galice Avusturya Dışişleri Bakam Koni Gotuchowski'ye raporunda
Sultan la “bir saoli aşkın gorüşmesCKİ bildirir. Sultan a yağdırdığı iltifatlardan ve
122
ECIMENİ SORUNUNUN DOÖUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN IŞLEVSİ2 KALMASI
1895-1906 döneminde Avusturya Dışişieri Bakanı olan Koni
Agenor Goluchowski'nin tutumu böyle olmuş olabilirdi, 1896’da Vi­
yana da Rus Dışişleri Bakanı Prens Labanol ile Viyaııa’da yaptığı bir
görüşmede, iki bakanın da imkânları ölçüsünde Türk İmparatorluğu­
nu mutıafaza etmek için birbirine taahhütte bulunduğu ortak bildiri
üzerinde anlaşmaya vardılar, 1994-96 katliamları sırasında Avus­
turyalI Bakan söz konusu kitlesel katliamın trajik boyutları ne olursa
olsun, S ultana karşı herhangi bir zorlayıcı eyleme girişilmesine
karşı çıktı. 1893-96’de İngiltere'nin Viyana Büyükelçisi Sir Edmund
M onsornn Londra'ya gönderdiği 17 Aralık 1895 tarihli raporda ak­
tarıldığı şekliyle Bakan’ın bazı yorumları:
Her türlü müdahale, ister istemez Osmanlı imparatorluğu nun daha faz­
la parçalanmasıyla sonuçlanacakiır. ...[Sultan üzerinde] baskı kurmak
dışında, Büyük Güçler Ermeniler için bir şey yapamazlar.17
Katliamların büyük bir hızla sürdüğü 14 Ocak 1896’da, aynı
Avusturya Dışişleri Bakanı şu duyuruyu yaptı:
imparatoru ve Avusturya hükümcıinin "Suttan'a ve imparatorluğuna beslediği
dostluk duygularını" nasıl ilettiğinden söz eder. Calice, çok açık konuşarak Sul­
tan a Avusturya hükümetlerinin Avrupa Güçlen ptalformlar ında "Türk dostu” faali­
yetleri yüzünden büyük zorluklar yaşadığını ve "Türk imparatorluğunu üstesinden
gelmek için boğuştuğu ağır kriz sırasında" Avusturya’nın Türkiye’yi desteklecîğıni
hatırlatarak, bunların takdir edilip ödüllendirilmesi gerektiğini söyler. Konu Sultan
Hamid'in söz verdiği ama sonradan “BabIâli'ye gönderdiği bir lermanta caydığı"
Avusturya’ya verilecek derrvryolu imtiyazıydı. Calice, Sultan ın Şark kurnazlığı
yapıp Avusturya'yı çelmelediğini, bu nedenle Sultan'ın somut eylemlerle sorunun
çözümünü sağlamazsa, Avusturya'nın Türkiye'ye arka çıkarı politikasını arlık sür­
düremeye bileceğini bilmesi gerekliğini düşünüyordu, Avusturya Dışişleri Ba­
kanlığı Diplomasi Arşivi (Die Aden oes k. u. k. Ministeriums des Âussern)
1848-1018 (bundan böyle DAA olarak göçecek) DAA P. A. Xll/168, No. 43. A. K.,
dosyalar 1024-1C30. 21 Ekim 1897.
17 Blue Book, Turkey No. 2 (t 006), Belge No. 4E8, s, 252.
123
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHÎ
Bu yürek paralayıcı manzara karşısında, çok sayıda duyarlı insan Avru­
pa’nın güçsüz olduğu tikrine karşı ayağa kalkarak, sonuçlarından
bağımsız olarak, zavallı Ermenilerin ortadan kaldırılmasına son vermek
için bazı Büyük Güçlerin ya da hana tek Güç 'un eyleme geçmesini um­
ması anlaşılabilir bir şey. Ama pratik devlet adamları durumu başka bir
noktadan görmeye mahkumdur** [italikler eklendi}
Rusya’nın Rol Değiştirmesi:
Ermeni Felaketinin Dönüm Noktası
Çarlık Rusyası’nın Ermeni politikası azar azar sertleşerek, 19.
yüzyılın son yirmi yılında katı ve uzlaşmaz bir tutuma büründü. Ge­
çen elli yıllık dönemde, Biiyük Güçler'in insani müdahale ilkesini be­
nimsedikleri sürece büyük bir ivme kazandırdıktan sonra, Rusya’nın
böyle bir duruş sergilemesi, Osmaniı İmparatorluğu’ndaki Ermeniler
için felaket sonuçlar doğuran rol değişikliğinin benzersiz bir örneğiy­
di. İçte “nihilistler"^ muhalefetiyle yüz yüze olan Rus Romanof hane­
danı, Alman Hohenzoilern ve AvusturyalI Hapsburg-Lorraine hane­
danları gibi Avrupa’nın diğer imparatorluk hanedanlarının değişik şe­
killerde paylaştıkları endişeler içinde kıvranıyordu. Bunların hepsi iç­
teki hoşnutsuzlukların kendi rejimlerinin devrilmesine yol açabilecek
potansiyele sahip ayaklanmaları tölikleyebileceğinden çekiniyordu.
Transkafkasya'da Ermeni devrimci hareketlerin doğuşu ve Os­
manlI imparatorluğumdaki soydaşlarını Türk boyunduruğundan
kurtarma projelen Çarlık otoritelerinin tüylerini ürpertiyordu. Gele­
ceğin Türkiye'nin doğusunu ve Kafkasya’nın batısını içine alarak,
Rusya'nın egemenliğini sarsabilecek birleşik Ermenistan'ın haya­
leti bil© endişe kaynağıydı. Türkiye’de Ermeni reformlarının bu sü­
reci kışkırtabileceği, tersine bu reformları engellemenin Türk-Er­
meni çatışmasını körüklemeyi sürdürerek, sadece Ermenileri değil,
ama Türkiye’yi de takatsiz bırakmaya devam edeceği düşünülüyor­
du. Bu son beklenti, öteden beri Rusların bazı Türk toprakları üze­
rindeki emellerine de uygun düşüyordu. Sonuçta, bir dizi diplomatik
18 A.g.e.. Belge No. 526, s. 290.
124
ERMENİ SCRUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
manevra ve kumpasa girişen Rus/a, süreçte diğer Büyük Güçler’in,
özellikle de İngiltere’nin girişimlerini baltaladı. Bu nedenle, Rus poli­
tikasındaki bu kaymanın ortaya çıkış ve gelişim koşullarını kısaca
incelemek yerinde olacaktır.
Bu politikanın en ateşli savunucusu Prens Alexis Borisovich Labanof-Rostowski'ydi. Prensin iktidardaki yükselişi, Türk-Ermeni
çatışmasının, temelde sürekli büyüyen kopukluk ve sonuçta olayın
uluslararasılaşması nedeniyle yoğunlaştığı çalkantılı bir döneme
denk gelmişti. Rusya’nın Viyana Büyükelçisi (1882-1894) olan Labanof, 1895'teyse ölümüne (30 Ağustos 1896) kadar sürdüreceği Dışiş­
leri Bakanlığı koltuğuna oturtulmuştu. 1878 Paris Kongresi sırasında,
Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi olması da aynı şekilde önemliydi. Ne
var ki, çoğu kez görüldüğü gibi Lobanol’un Ermeni politikasının şu ya
da bu ölçüde gölgede kalmasına neden olan seleflerinin mirasını
devralmıştı.
Bu mirasta en çok göze çarpan sonraki Ermeni politikaları nede­
niyle Rusların yaşadıkları hayal kırıklılığının etkisiydi.
Balkanlardaki milliyetlerarası çatışmaların malzemeleri, Türk-Ermeni çatışmasınınkilerin belli ölçülerde benzeriydi. Dolayısıyla Ruslar bazı dersler alarak, tahmin yürütmeye başladılar. Hayal kırıklıkları
Balkan yarımadasındaki pek çok “insani müdahale” hareketinin ken­
dilerine göre kötü sonuçlarından kaynaklanmıyordu. Gerçekten de:
Balkan milliyetlerinin Türklerin egemenliğinden kurtulmalarına
yardım etmek için giriştiği müdahalelerin başından beri, Rusya’nın
beklentileri bu milliyetler kurtuluşlannın hemen ertesinde canlandıran
baş döndürücü bir milliyetçiliğin büyüsüyle ya tamamen yok olmuş ya
azalmıştı. Sonuçta, çok sayıda Rus devlet adamı ve diplomat, alçak­
ça nankörlük belirtisi diye tanımladıkları bu milliyetçi gösterileri kötü­
lemeye kalkıştı. Rusya'nın Büyük Britanya Büyükelçisi Baron von
Brunnow'un Çar I. Nikola’ya raporundan yaptığımız aşağıdaki alıntı,
sorunu özetliyordu. Hükümdarına Türkiye ile savaşa (1853-56 Kınm
Savaşı) girmemesini tavsiye ederek, bunun naçizane kendi görüşü­
ne göre o ülkenin parçalanmasına ve Rusya’nın başına yeni dertler
açmasına neden olabileceğini belirliyordu. Sorunu ana batlarıyla şu
şekilde ortaya koyuyordu:
125
ERMENİ SOVKIRIMI TARİHİ
Savaşın sonuçları, Türkiye nin yıkıntıları üzerinde, bize karşı Yunanistan
karlar nankör, Tuna Prenslikleri kadar baş belası hor çeşit yeni devletin
doğmasına neden olabilir. Buralarda öyle bir durum ortaya çıkabilir ki,
Fransa, Ingiltere, Avusturya’nın düşmanca yaklaşımları karşısında etki­
miz iyice azaiır, direnişi^ karşılaşır ve sınırlanır; o zaman Osmanlı döne­
mini mumla ararız... Osmanlı imparalorluğu bizim için sadece ya
başımızı ağrıtacak uydular ya düşman komşulara dönüşecek bağımsız
devletlere bölünebilir.1®
Bu tutum, aslında bağımsızlığa giden yolda bir sıçrama tahtası
olan özerklik mücadelesinde, Bulgaristan'ın çok büyük yardım aldığı
Rusya'nın bir dediğini iki etmemek yerine, sömürgesi muamelesi
görmeyi reddettiği 1878 Berlin Antlaşması’rtın imzalanmasını izle­
yen on yolda daha da kökleşti. Bu dönemde. Bulgaristan'ın başken­
tine üşüşen Rus subay ve görevlileri ülkeyi adeta Rusya’nın bir eya­
leti haline getirmişlerdi. Her türlü şikâyete hemen “nankörlük" dam­
gası vuruluyordu. Rusya karşıtı duyguların da eşlik ettiği artan hoş­
nutsuzluklar, 1881’de rejimin devrilmesine yol açtı, Rusya'nın tepki­
si “İçişleri, Savaş ve Adalet Bakanlıklarıma getirdikleri dâhil, doğru­
dan Çar’a bağlı generaller atamak oldu. Bulgaristan milliyetçileri
sonradan ‘Bulgaristan Bulgarlarındır” deyimini yarattılar. Bulgaris­
tan'ın “nankörlüğû"nün ortaya çıkıp berraklaştığı koşullar işte böyloydi.w
Rusya’nın insani müdahale ilkesinin ortak hayata geçirilmesine
aktif katılıma son vermesi ve rolünü değiştirerek Avrupalı Büyük
G üçlerin güttükleri Türkiye’ye “ Ermeni” reformlarını dayatma
amacının karşısında biı duruş benimsemesi, en başta bu gelişmeye
tepkiydi. Bu politikanın ilk mimarı, 1882-95 döneminde Rusya Dışiş­
leri Bakanı olan Nikolaus Giers, bakanlık koltuğunu Lobanof’tan
devralmıştı. Ayrıca, 1876-82 döneminde Giers Rusya Başbakanı
(1870-72) ve Dışişleri 8 akam (1856-82) Prens Mikail Gorçakof’un
19 Jo h n Moıley, The Life o f Gladstone 1. Cilt (New York. 1909), 479, 480.
20 G. P Gooch [n. 8), 3-S
126
ERMEMİ SORUNUNUM DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALEMİN İŞLEVSİZ KALMASI
yardımcısıydı. Giers Ermenilerin “Müslüman halkların korkunç hak
ihlallerine maruz kaldıklarını, insani açıdan tartışma götürmez bir
gerçek olan bu duruma kayıtsız kalınamayacağım’' kabul ediyordu.
Ancak Berlin Antlaşması’nın hükümleri hâlâ yürürlükte olmasa bile
Rusya "Ermeni Sorunu’nu canlandırmaya [Fr.- soulever] hazır değil­
di." “Ne var ki, Rusya’nın bunda bir çıkarı da olmadığından, bir çözü­
mü hızlandırmak için yerinden bile kımıldamayacak”tı. Rusya'nın
Kars ve Batum şehirlerinde çıkarları salt stratejikti, ama kendi Erme­
ni ve Müslüman nüfusunun artmasına kesinlikle soğuk yaklaşıyordu."
Sonra. Giers Rusya'nın Ermeni politikasını ana hatlanyla koyuyordu:
' Rusya’nın ikinci bir Bulgaristan yaratmayı arzu edecek hiçbir nedeni
yak. O zaman Rusya Ermenilerinin de katılmak isteyecekleri özerk Er­
mem prensliklerinin doğuşu, Rusya’ya tehlike oluşturacaktır.21
Giers, Dışişleri Bakanı oiarak atandığında kendisi o koltuğa aday
olmasına karşın, Çar’a Giers’in engin tecrübesi nedeniyle daha iyi
bir bakan olabileceğini söyleyen Lobanof, Türk siyasetinin durumuy­
la yakından ilgiliydi. 1878’de zaien 1860’larda yürütmüş olduğu Rus­
ya’nın Türkiye Sefirliği makamını General Ignatief’den devralmıştı.
1878 Berlin Antlaşması’nın ertesinde, defalarca ziyaret ettiği Sultan
Abdülhamid’le dostluk kurmaktaki amacı, antlaşma hükümlerinde
öngörülen reformları benimsemekten vazgeçirmek ve İngiltere’nin
hain imparatorluk planları dediği politikalarına karşı duyarlı olmaya
çağırmaktı. Ruslar tam da o sırada, Türkiye’nin Asya vilayetlerine
konsolos olarak gönderilen İngiliz askeri konsoloslarının Rusya’ya
karşı askeri istihbaratla görevlendirildiklerinden şüpheleniyordu. 4
Temmuz 1879’da, Alman İmparatoru I. VVİlhelm, Çar II. Alexander ile
Alexandrovoda yapacaklan toplantının hazırlıkları kapsamında Rus
21 DAG [n. 7], 9. Cilt Belge No. 2177. s. 193-94. Açıklama Almanya'nın SI. Pelersburg Büyükelçisi Kont von Pounates’ir Almanya Şansölyesi ve Prusyalı General
Kont Leo von Capriciye gönderdiği No. 238, 15 Eylül 1890 tarih# rapordan
alınmadır.
127
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Dışişleri Bakanı Giers ve Ç ar’ın Yaveri General Adierberg ile birlikte
kabul ettiği Rus Savaş Bakanı Milyutin’den bu görüşü şahsen işitmiştl.
Rusların İngiltere'ye k^rşı bu ajitasyon ve Türkiye'yle uzlaşma gi­
rişimleri, İstanbul’d a Rusya ve Türkiye ya da daha da özele inersek,
Çar ve Sultan arasında resmi ve gizli bir anlaşmaya varılmasıyla zir­
veye çıkmıştı. Sefir Lobanol'un girişimleriyle, Sultan Abdülhamit
1879 sonbaharında Rusya Genelkurmay Başkanı ve Rus Savaş Ba­
kanı M ilyutin’in temsilcisi General O bruchefi huzuruna kabul etmiş­
ti. General Osmanlı başkentine Çar'dan aldığı özel görevle gelmiş­
ti. Bu özet buluşmada ne Türk Hariciye Nazırı ne de Çarlığın ülke­
deki Birinci Temsilcisi hazır bulunmuştu. Türklerin bazı tavizleri ve
Balkan G eçitleri’ndeki askeri mevzilerini boşaltmaları karşılığında,
Ç a r’ın içteki isyanlar dâhil, Türkiye’nin içinden ve dışından gelebile­
cek tüm saldırılara karşı Sultan’ı ve tahtını savunmayı taahhüt ettiği
söyleniyordu.“
Lobanof sadece Giers'in halefi değil, yakın bir dostuydu da. İster
samimi, ister yapmacık İsterse ancak kısmen güvenilir olsun, Rus­
ya'nın güney sınırlannda gelecekte yeni bir Bulgaristan ortaya çıka­
bileceği endişesi. Lobanof’un Dışişleri Bakanlığı döneminde etkisini
göstermeye başladı. Uluslararası ilişkilerde normatif bir kural olarak
22 Lobanof'un Suftan’ın Sarayı na şahsi ziyareti ile orada İngiliz Karşıtı ajitasyonları
için, bkz., Boris Nolde. L'Alliance franco-russe (Paris, 1936). 228; Ale*androvo'daki toplantılar için, bkz., DA(3|n. 7)011.3. Belge No 460, s. 49. Danışman Otto von
Bülovu'un Alman Dışişleri Ba.<anı Bemhard Ernsl von Bülovva 7 Eylül 1879 tarihli
raporu ve Belge No. 465, s. 64. İmparator II. Wilhelm'n tarihsiz Memorandumu
(Berim, 1926); Sultan ve Çar arasındaki gizli anlaşmaların ayrıntıları, 77te Memeirs of İsmail Kemal Bey. Sommsrvillo Story, ed (Londra, 1920), 257 ve İsmail Ke­
mal Bey, "Armenia and the Armenians” Fortnighlfy Rev/av DCX. New Series (1
Ekim 1917). 497'de bulunur. Başka yerlerde de belirtildiği gibi, yazar Arnavut asıllı
emekli Ur Osmanlı devlel adamıydı. 1895te Frmeni reformları konusunda Sultan
ve Büyük Güçler arasındaki Kritik müzakere döneminde. Abdülhamid laratından
İngiliz Maslahatgüzarı Herbert ile müzakereler yürütmeye memur odilmiçti. Sultan
Kemal Beyin tavsiyelerini elinin tersiyle itmişti.
128
ERMENİ S O RUN UN UN D O Ğ U Ş U V E ÇÖ Z Ü M Ü N D E MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
insani müdahale ilkesinin sürdürülebilirliğinin sert bir sınavdan geçi­
rilerek, Lobanof’un kurnazca uzlaşmazlığına bağlı olarak çıkarcı dip­
lomasiyle tersine çevrilmesi bu 1895-96 döne m indeydi. Sonuçta,
Abdülhamid ileride anlatılacak olan imparatorluk çapındaki katliam­
ları başlatmak için tam da bu dönemde az çok serbest bırakılacaktı.
Örneğin, kritik 1595 Mart-Ekim dönemindeki uzun müzakereler es­
nasında, Lobanof İngiltere’nin Rusya Büyükelçisi Sir Frank Cavendish Lascelles'e hükümetinin Rusya’nın güney sınırları bölgesinde
“başka bir Bulgaristan”a tahammül edemeyeceğini iki kere ilan e lti .23
Ayrıca Lobanof çeşitli görüşmelerinde İngilizlerin Sultan’a karşı
“baskı” uygulama teklifini üzerine basa basa geri çevirdi .24 Sonra da
Türkiye'deki Rus sefiri Nelidof’a Sullan’a desteğini artırma ve ona
karşı herhangi bir düşmanca eylem öngören herhangi bir plana
katılmayı reddetme talimatı verdi .25
AvrupalI Büyük G üçler’in zor kullanarak kolektif m üdahale
planına engel gördükleri bu adımların gerçek, anlam ının farkındaki
Alman ve Fransız diplomatlar, kendi hükümetlerine bunu rapor et­
tiler. Osmaniı başkentindeki Alman Maslahatgüzarı Kont Henckel
von Donnersmack, Berlin’deki Şansölye’sine "R usya’nın İngilizlerin
Türkiye'ye yönelik uyarılarının etkilerini” "o ülkeyi direnmeye gizli­
ce teşvik ederek [geheim e Erm unierung} baltaladıklarını” bildirdi.2*
Alm anya’nın St. Petersburg Büyükelçisi Prens von Radolin, aynı
şekilde Berlin’e “ Rusların görünürde İngilizlerle işbirliği içindeymiş
gibi yaptıklarını, ama el altından [unter d e r Hand] Sultan’ı destek­
lediklerini” haber veriyordu .27 G ünümüzün Türk tarihçilerinden biri
23 Bine Book. Turkey No. 1 (1896). Belge No. 83. s. 83. Belge No. 94, s 87.
24 A.g.e.. Bu görüşmeler Ingilıeıe'nlrı St. Felersburg Büyükelçisi Lastelles'in aldığı
ve ilettiği raporlardadır: Belge No. 65, s. 71 (30 Mayıs): Belge No. 71. s. 73 (4 Ha­
ziran); Belge No. 83, s. 83 (13 Haziran), Belge No. 91, s. 86 (21 Haziran) Belge
No. 110 , s. 93 (3 Temmu2); Belge No. 120, s. 97 (25 Temmuz); Belge No 238, s.
120 (16 Ağustos): Belge No. 139, s. 121 (9 Ağustos 1895).
25 OAG [rv 7], Belge No. 2479, şiire No. 233, s. 127.
26 A.g.e.. Cilt. 9. Belge No. 2206. şifre No. 62. s. 232.
27 A.g.e.. Belge No, 2208. şiire No. 215. s. 233.
129
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
'Abdülhamit. Ermeni politikasını Çar'ın elaltırıdan desteğiyle yürü­
tür” derken, benzer bir görüşü ifade ediyordu.2® Sultan tam bu anda
Avrupalı Büyük G üçle rin teklif ettikleri 1895 Mayıs Reformu projesi­
ni reddetmişti. Dört ay sonra. Radolin Berlin’e yeni bir rapor gönder­
di: “Rus hükümeti dıştan ve resmen İngiltere ile işbirliği yaparken,
gizlice güz kırptığı Sultan‘dan Ermeni Reformlarını ciddiye alma­
masını nasihat ediyordu .”29 Almanya'nın Türkiye Seliri Saurma da
R usya’nın 'T ü rk iy e ’nin Asya topraklarındaki m evcut mezalimi
karşısında aşikâr kayıtsızlığı'Yım yan sebeplerinden biri olarak Tür­
kiye üzerindeki gizli planlarına dikkat çekiyordu. Saurma, bu “çok
gizli" raporda, “ Rusya hızlı bir başarıda olması gerektiği gibi, Türki­
ye’ye karşı sürpriz bir saldırıya geçmek için pusuya yatmış, uygun
anı kolluyor” diyordu. “ Bu nedenle, Rusya Türkiye’nin reformlar yo­
luyla durum unu düzeltm esinden ziyade, felce uğramasını ve
yıkımını istiyor .”30
Ağustos 1896 katliamı, 1894-96 döneminde gerçekleştirilen kat­
liam zincirinin son halkasıydı. Berlin, Londra ve Paris'teki hükümet­
lerini o günkü raporlarında bu katliamlardan haberdar edon Alman,
Ingiliz ve Fransız diplomatlar, ağız birliği etmişçesine suçlu olarak
Lobanof’u işaret etmişlerdi Onun Ermeni politikasının kötülüğünün
Lobanof’un kendi kalpsiz kişiliğini yansıttığını söyledikleri b ir savaş
hilesi olduğunu söylüyorlardı. Ne var ki, olayın tamamı sezilmesi ge­
reken bir ironi unsuru taşıyor. Kaderin cilvesine bakın ki, Lobanof
ona atfedilen kalpsizliğin son kurbanı olmuştu Fransız Sefiri Cambon. Lobanof’un İstanbul sefiri Nelidof’a "Lobanof'un tıpkı [tipik bir
katliam kurbanı] bir Ermeni gibi son olayların [1896 Ağustos katliamı]
sonucunda ölmüş olduğunu” söylemişti. (Kitlesel katliam] tehlikesi­
nin gerçek olduğuna hiç inanmamıştı. Ancak son zamanlarda, önce­
den uyarmış olmam a karşın devlet işlerini hafife aldı Viyana’da kat­
liam haberini alması üzerine, bir anda [durumun vahametinin) farkına
28 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, I . Cilt (İstanbul 1 974). 41.
29 DAG [n. 7], Belge No. 2446, şifre No. 408, s. 92.
30 A g.e. Belge No. 2448, şifre No. 1S8, s. 94.
130
ERMENİ SOR UN UN UN D O S U Ş 'J VE ÇÖ ZÜM ÜN DE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
vararak, ona gerçeği söylediğimi anladı. Sorumluluğunu hissedip,
vicdan azabı içinde kıvranmış olmalı. Onu öldüren beyin kana­
masının başka bir nedeni olmadığından eminim.”*’
Lobanof'un ölüm sebebi hakkındaki bu ifşaat, zulümleri olay yer­
lerinde inceledikten sonra, konuyla ilgili kapsamlı kitabında bu katli­
amı özel olarak konu alan Fransız siyaset bilimci Vİctor Berard’ın
sağladığı ek ayrıntılarla desteklendi. Ona göre, Lobanof geçirdiği
beyin kanamasının hemen öncesinde, devam edip giden katliam­
ların trajik niteliğini kaskatı kesilmiş yüreğiyle inkâr etmişti. Nazik
Avusturya İmparatoru Francis I. Joseph’in Ermeniler lehine “bir müdahale”yi kabul ettirebileceği düşüncesiyle, ona yaklaşarak “yumuşatma’Va (attendrir) çalıştığı söyleniyordu. “Ama Viyana dan bindiği
trende aniden öldü Tflın kançılaryalar bu beklenmedik ölümün 26
Ağustos 1896’da kıyımların başladığını bildiren bir telgraf notunu
açmasından kaynaklandığını anlatıyor. Ermeni Sorıınu’nda Lobanof
ile Hanatoux arasındaki mutabakatı yorumlayan Berard, her iki dip­
lomatın da sanki Abdülhamid'i koruyup onun rejimini muhafaza et­
mekten şahsi çıkar sağlıyormuş gibi hareket etliklerini savunur. Ya­
zar, bu alanda azçok başarı kazandıklarını, çünkü ne Fransa da ne
de Rusya’da hesaba katılması gereken bir kamuoyu faktörü olduğu­
nu öne sürer. Ona göre, iki diplomatın da Rus ve Fransız yardımıyla
özgürlüklerini kazanan, sonra da nankörlük ettikleri görülen bazı mil­
liyetlere karşı derin bir hayal kırıklığını paylaştığı da aynı şekilde
Önemliydi.32
Lobanof’un vefatının ertesindeki diplomatik yazışmalar, Büyük
Güçler'in Ermenilere karşı işlenen kitlesel cinayet suçunu önleyip
cezalandırmaktaki başarısızlığın temel nedenlerine ışık tutarken,
bir yandan da bu başarısızlıkta Rusya’nın açgözlü tutumunun haya­
ti rol oynadığının altını çiziyordu. Lobanof'un ölümünden birkaç sa­
at sonra, Çar II. Nicholas (1894-1917) S ullan’a sempatisini bizzat
31 Paul Cambon, Correspondance 1870-1924, l. Cilt (1870-1898) (Paris, 1940ı.
412,414-15.
32 Victor Rprard. la pr>lihque du Sultan 3 baskı (Paris. 18.97), 280-90, 346-47
131
ERMENİ SOYKIRIMI TARİKİ
ifade ederek, Viyana’daki Türk Sefiri'ne “aynı şeyleri Kafkasya'da da
yapmak isteyen” Ermerulere zırnık kadar sempati duymadığını söy­
ledi.33 Aynı gün İngiltere’nin Avusturya Büyükelçisi Sir N. R. O ’Conor
yazdığı ikinci ve daha aynntılı bir rapor, insani müdahalenin hayata
geçirilmesi için bir İngiliz-Rus anlaşmasının kritik önemi bir kez da­
ha ön plana çıkardı. ‘‘Politikada olağan sayılmayacak bir açıksözlülûk”le, Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Çiçkine, Elçiye Viyana ve
Beraslau’daki toplantılarda Rus, Avusturya ve Alman İmparator­
larının, "şiddete dayalı bir değişim”e başvurulması halinde “ciddi po­
litik karışıklıklardan kaçınmak için Türkiye’deki “mevcut rejimin
mümkün olduğunca uzun süre korımmasfnın gerekli olduğu üzerin­
de anlaşmaya vardıklarını açıklamıştı. O ’Conor da ona “Büyük Bri­
tanya'ya bel bağlamaması gerektiğini, “insanlık uygarlık” namına iş­
birliği yapılmasını, zira "iki ülke” çabalarını “eşgüdümlü kılmadıkça"
“bu mezalimin muhtemelen sürüp gideceğini" söyledi. Ayrıca, ko­
nuşmasını “Sultan Rusya ve İngiltere’nin ortak güçlü baskısına da­
yanamaz” diyerek sürdürdü. Geçmişte İngiltere'nin kendisinin Rus­
ya’nın Ermeni Sorunu’nu çözme girişimlerini baltalamış olduğunu
öne süren Çiçkine itiraz etti: “Rusya ne zaman harekete geçmeye
kalktıysa, yolunu İngiltere’nin kestiğini gördü ...’34
Fransa’nın Rusya 'ya Arka Çıkışı ve Fransız
Dış Politikasında İnsanseverlik ve
Fırsatçılık Arasındaki Gerilim
Diğer Büyük Güçler'in Osmaniı İmparatorluğumun sorunlarını
çözmeye soyunmalarından uzun süre önce, Fransa bu ülke toprak­
larında zaten ayrıcalıklı bir Güç olarak yerleşmişti. Yukarıda belirtil­
diği gibi, daha 1535’te ticaret, hukuk ve din alanlarında bir dizi taviz
koparmıştı. Sonuçta, Fransız kültürü ve etkisi zamanla tüm Osmanlı-
33 F0424j188. Belge No. 160. "gizli" şiire No. 373, İstanbul’daki İngiliz Maslahatgiizaıı Herberl'in Başbakan Salısbury'ye 31 Ağustos1896 tarihli raporu.
34 A.g.e. Belge No. 258, "gizli” şiire No. 208,0'Cotıor'un Sallsouryye 17 Eylül 1806
tarihli bilgi notu.
132
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
Türk egemenliğinde ağırlık kazanmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun
gelişiminde Fransızların en büyük katkısı, Türklerin ulusal çıkarlarını
savunarak, Rusya’ya karşı kurulan ve sonradan, yani 1853-55te,
Türkiye'nin kurtarılması için önemli insan, malzeme ve mali kaynak­
ların kullanıldığı Kırım Savaşı'nı yürüten bir koalisyona katılan İli.
Napolyon döneminin ilk aşamalarında görüldü. Daha önemlisi, III.
Napotyon bunu takip eden Paris Barış Antlaşması (30 Mart 1856)
için madde taslaklannın hazırlanmasında büyük bir rol oynamıştı. Bu
maddelerin en başında Büyük Güçlerin Osmanlı İmparatorluğu’nun
bütünlüğünü koruma, (Rusya’nın aleyhine) savaş öncesindeki
sınırlarına dönme taahhüdüyle birlikte, Sultan’ın gayri-Müslim uyruk­
larına kanun önünde eşitlik bağışlamakla yükümlü kılınmasıydı. Ne
var ki. bütün bunlardan da önemlisi, büyük ölçüde III. Napolyon’un
teşvik ve girişimleriyle elde edilen bir sonuç olan Avrupa ittihadı Via
katılmasıydı.
Abdülhamid dönemindeki çalkantılar sırasında, Fransa’nın Os­
manlI Imparatoriuğu’nun işleyişindeki konumu daha baskın bir hale
geldi, imparatorluğun ulusal ekonomisindeki büyük ve yoğun
yatırımları sayesinde, Fransa üstünlük kazanarak, bu alanda öteki
Büyük Güçler’i gölgede bıraktı. Fransız Sefir Cambon’a göre,
1894-96 katliamları sırasında, Osmanlı menkul kıymetlerinin yüzde
7Q’i Fransa'ya aitti.36 Aslında, Osmanlı Bankası baskınına (Eylül
1896) karşı gerçekleştirilen son katliamdan dört yıi sonra, Osmanlı ti­
caret ve endüstrisinde borç ve istikrazlar, iki milyar Fransız frankıyla,
bütün ülkelerinkini aşıyordu. I. Dünya Savaşı arifesinde, bu rakam üç
milyarı aşıyordu 3®O halde, Sultan ve rejiminin kaderini ilgilendirdiği
kadarıyla, özellikle Fransa için riskler çok büyüklü. Eğer başka bir
neden bile olmasaydı, sırf bu nedenle bile, bu alanda statükoyu sür­
dürüp, mevcut Osmanlı sistemini değiştirme ya da hatta ıslah etme
amacı güden tüm muhtemel girişimlere direnmek için elinden geleni
35 Cambon, Correspondsnce [n. 31], 422.
36 Herberl Feis, Europe, the VVorid's Banker 1970-1914 (New Haven, 1930), 51,
320. Ayrıca, trta., Kurt Ziemke. Die Neue Tûrkoi. Potitischc Entwicktung
<914-1929 (Bertin. 19301.9.
133
FR M EN I S O Y K IR IM I TAR İH İ
yapmak Fransa için mecburiyetti Böyle bir duruş, reformlara doğru­
dan karşı çıkmayı değitse bile, soğuk bakmayı gerekli kılıyordu.
Fransız tarihçi Rene Pinon’un söylediği gibi, ‘Kendi kendine yetebi­
len reformlarla güçlenmiş bir Türkiye... bu kârlı imtiyazların, ballı dü­
zenlemelerin sonu demekti. Boynunun borcuydu. Vesayeti altında­
ki çocuğun mülklerinin yönetiminden büyük faydalar sağlayan bir
vasi, onun ne ölmesini ne de yetişkin olmasını ister. Eğer yüreğinde
bir parça vicdan varsa, çocuğu sağlıklı ama bebek gibi tutmaya
çalışır."37 Katliamları ayrıntılarıyla bilen Victor Berard adlı başka bir
Fransız yazar ise, aşağıdaki sözlerinde bu noktaları daha da
açmıştır: "Abdülhamid. Fransa’ya, bu ülkenin maliyeci, mühendis ve
müteahhitlerine para kazanma imkânı sunmuştur. Bu ülkenin gaze­
tecilerine para ve nişanlar vermiştir. O halde sadece onun impara­
torluğuna değil, ama mııtlakıyelçiliğine de zarar verebilecek her tür­
lü girişimi engellemek şarttı.” Berard kendi ülkesini bu katliam traje­
disi karşısında "sessizlik komplosu’ yüzünden kınarken, özellikle
Fransız basınına veryansın eder.
Ne kadar vahim, ne kadar imkânsız, ne kadar iğrenç görünürse görün­
sün, bu ülke Ermeni sorununu görmezlikten gelmiştir. Oysa yüzyıldır
[ezilen halklar adına] insanlığa karşı lünı suçların yarattığı acıları dindir­
mekle övünüyordu. İşte daha 1860'da Suriye'deki katillere karşı ayağa
kalkmıştı. Sessizlik komplosunun parası, Fransız hükümetinin hoşgörü­
süyle -1 7 Fransız gazetesini besleyen - Türk Sefareli'nce ödenmiştir...
İki yıldır, siyasetçiler mazlumlann çığlıklarından ve bir kan gölünde
acıyla debelenmelerinden hiç rahatsızlık duymadan kendi işlerine basa­
bilmişlerdir.38
37 Rene Pinon, L Eurooe e! L'Empire Otioman (Pars, 1917), 311.
38 Berard, La polıtique [n. 32], 282. 290 Eski yapıtlarından birinde, BÇıatd Sultan
Hamit’in devlet gelirlerinin yüklü bir kısm nı riolaylı ve dolaysız rüşvetler olarak
dağınığını ör.e sürmüştü. Bu amaçla lüşvete bağlanan yabancıların içinde "satın
alma lemsılcifeıi. devlet m emurları. borsa simsarları, gazeteciler, maliyeciler, şe­
taret personeli, tüm ülkelerin yozlaşmış parlamenter ve siyasetçilennden oluşan
bir bataklık" vardı, La Mart le Stamboul (Paris, 1913), 218. Siyasi parti, yayıncılık
134
ER M E N İ S O R U N U N U N D O Ğ U Ş U V E Ç Ö Z Ü M Ü N D E M Ü D A H A L E N İN İŞ L E V S İZ K ALM ASI
O zaman cevaplanması gereken bir soru önümüzde duruyor:
Fransız hükümeti ya da daha özele indirgersek, Fransız Dışişleri Ba­
kanlığı ne yapmıştır? 1894-96 katliamları döneminde bu koltukta iki
bakan oturmuştu. Bilimler Akademisi üyesi, kimyager ve profesör
olan Marcellin Berthelot diğer bakana kıyasla biraz gölgede kalmış­
tır. Seri katliamların başlatıldığı Kasım 1895-Nisan 1896 döneminde,
tecrübesi olan ve I ürk hükümetinde nazırlık yapan bir T ürk siyasi lidere göre: Halk
Hamid’in “ Ermenilcrc karşı giriştiği katliamları unutturmak amacıyla imparator ve
•siyasi kişiliklere hediye, rüşvet ve nişan dağınığını öğrenince utanmıştı... Sultan
ökesinin namus ve şerelini iki paralık etmiş, sonunda da 'Kızıl Sultan' damgasını
yemişti ." Hüseyin Kazım Kadri. Balkanlardan Hicaz’a imparatorluğun Tasfiyesi. 10
Temmuz İnkılâbı ve Neticeteıi K. Büyükcoşkun ed. (İstanbul. 1992). 133 1920'de
yaynlanan eski Türkçe metinde, s. 123. Hamid’in Başyaveri, hatıralarında katilanalar sırasında Rus Çarı'nı yanma çekmek için S utau’ın o sırada Yolto yı ziyarot
eden Rus monarkma "şok say da hediye" gönderdiğini açıklar. Tahsin Paşa. Abd i/h am i! Yıldız Hatıraları (İstanbul 1931), 46. Bir başka Türk yazaı (Dağıstan
asıllı) Melııııed Murad, S ultanı yönetim tarzım değiştirmesi için defalarca
uyardıktan sonra, çareyi İngiltere'ye sığınmakta bulmuştu. 13 Ekim 1896'da, London Times'da yayınlanan bir mektupta, Harnid’i "Avrupa kamuoyunu satın almak
için" Avrupalı seçkinleri ve siyasetçiler rüşvete bağlayarak Hâzineyi tam takır
bırakmakla suçlar. Resmi bir Fransız belgesi Sudan'ın başka bir hediye venme
dayını doğrular. Ermoni katliamları döneminde, aldığı desteğe karşı takdir hislere
ni ifade etmek için, Hamid Arif Paşa yi Çar II. N k d a 'y a hediyeleri teslim etmekle
görevlendiril. DAF [a 1Si, B dge No. 270, s. 402, Cambon’un Dışişleri Bakanı
Berthelot’a 14 Or.ak 1896 tarihli raporu. May.s 1896 Reform pro|esi döneminde ingılizlerin çok yoğun baskılar ndan bunaldığı bir anda dahi, Sullan AbdüUamid, b r
baltadan kısa oir sûre içinde kalabalık h irg n jp Rus generale. Hariciye’nin üst dü­
zey görevlitilenne ve saray maiyetine çok sayıda nişan dağıtmıştı, ilk morasimde,
7/19 Mayıs 189S’te, Rusya Genelkurmay Başkanı General Obruçef "elmaslarla
kaplı" Nişanı Osmani ve General VcrontsotUaşkot elmaslarla kaplı" Mecıdi Ni­
şanı almışlardı. Bazı Prensesler ve diplomat eşlenne de 2. ve 3. Sınıf Şefkat ni­
şanlan verilmişli. FO 195/1877, dosya 115. 15/27 May'Stakı ikinci merasimde,
Dışişleri Bakan Yardımcısı, sonradan Bakanı Çiçkine, Ç ar’ın Yaveri General Stoüfin ve Saray Görevlisi Prens Alezandre Doigaurouki Büyük Osmani Şerit Nişanı,
Saray Başmaoeyincisinın Yaveri Baron de Fıedeıiks, Büyük Mecıdi Şerit Nişanı
takmışlardı. A p.e.
135
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
kimyagerimiz Fransız Dışişleri Bakanı’ydı. Bakanlık koltuğuna ken­
disinden hemen önce ve sonra, yani 1894- 30 Ekim 1895 ve 22 Ni­
san 1896-1898'de oturan Gabriel Hanolaux'nü (1853-1944) az çok
takip etmişti, Bertholot'dan yirmi aitı yaş küçük oian Hanotaux, dip­
lomasi deneyimi, Osmanlıyla ilgili bilgileri ve siyasi zekâsı yönünden
ondan daha yetkindi. Sadece Academie Française üyesi değildi,
ama Richelieu, Jeanne d'Arc ve zamanın Fransa'sı ile ilgili kitaplar
dâhil, önemli tarih araştırmaları da yapan verimli, bir tarihçiydi de.
Hanotaux’nün Türkiye ve Türkiye Ermenileri politikası, bir yan­
dan ulusal çıkar ve öncelikle, öte yandan Abdülhamid’e şahsi duy­
gular ve sadakat karışımına dayalıydı. Daha yirmilerindeyken İstan­
bul’daki Fransız Sefareti'nde önce Danışman, sonra da Maslahatgü­
zar olarak görev yaparken, diplomatik kariyeri aniden yükselmişti.
Başarısını ‘’hiç şüphe yok ki zehir gibi zekâsı yanında, Abdülhamid’in on yıldır ona gösterdiği çok özel ihsana da borçluydu.”
Karşılık olarak, Hanotaux takdir ve minnettarlık duyduğu Sultan’ın
büyüsünden kurtulamamıştı. On yıl gibi bir sürede, bir şeyin ya da
birinin değişmiş olabileceğini itiraf edecek durumda değildi.3® Sultan’ın danışmanlarından birinin sözleriyle, Hanotaux “Abdülhamid’e
saygı ve hayranlığını muhafaza etti .”40 Hanotaux’niin Türkiye'deki
Sefiri Cambon’u fazla ciddiye almayıp, pratik amaçlarla uzak Pa­
ris’teki Quai d'Orsay’den* (çn. Paris ’te Dışişleri Bakanlığı ’nm bulun­
duğu caddenin adıyla anılan Dışişleri Bakanlığı) son derece şahsi
bir Türkiye politikası yürütmesinin bir nedeni de buydu. Rusya Dışiş­
leri Bakanı Lobanol aynı dönemde İstanbul'daki sefiri Nelidof'a karşı
kesinlikle aynı davranışı gösteriyordu. Osmanlı başkentinde o da
eskiden görev yaptığından, Sultanla tanışıklığı eskiye dayanıyordu.
Hanotaux’nün bütün bu dönemle ilgili zihniyeti, Reveu de Pa­
ris de görüşlerini ve konumunu ortaya koyduğu imzasız bir makale­
sinin yayınlandığı, koltuğundan uzak kaldığı yaklaşık bir aylık süre
içinde aydınlanmıştı. O sırada Türkiye’nin içlerinde devam eden kat­
liamlara göndermeyle, diyordu ki: “Samimi davranmama izin verin.
39 Berard. La politiQve[(\. 38). 285.
40 Kemal, “Armenia and the Arrııenlans" |n. 22], 500
136
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
Bu manzaranın bir trajedi olduğunu düşünmekten kendimi alamıyo­
rum [â prendre cet spectacle au tragigue], Abdülhamid sürprizle
karşılaşmayacak kadar dikkatli ve ihtiyatlıdır. . Uyruklarına gerçek­
ten şefkat, cömertlik ve tarafsızlıkla yaklaşmıştır... Son lahİHde, bu­
rada Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki binlerce kavga
olayından bir tanesini ele alıyoruz... Umalım ki kriz salt ülke içiyle
sınırlı kalsın; bütün dünya bunu beklemeli... Bütün dünya, Sultan’ın
ve sadece onun otoritesini kullanmasını ummalı.”4' Hanotaux'nün
bu yazıyı kaleme aldığında, imparatorluğun her tarafını saran katli­
amların boyutları ve yoğunluğu henüz tam bilinmese bile, birinci İs­
tanbul pogromundaki gibi Sason olayının nitelik ve amacı bütün
dünyada oldukça iyi araştırılıp yayılmıştır. Victor Berard soruna doğ­
ru teşhis koymuş olabilir. Hanotau* sadsce kıyım sahnelerinden
uzak değildi, ama yaklaşık on yıl önce kafasında oluşlurduğu Sulian
imgesine takılıp kalmıştı. Böylece yeni koşulların ortaya çıktığını dü­
şünme ihtiyacını hissetmezken, bir yandan da Sultan’ın Ermenilere
ve beraberinde Ermeni Sorunu’na karşı tutumunda değişiklik olma
ihtimalini gözden uzak tutuyordu.
Hanotaux’nün kendi politikasını ortaya koyarak savunduğu bir
başka fırsat, bu kez politikayla ilgiliydi. Onu zorlayansa, Fransız Se­
fir Cambon ile şahsi ilişkileri sayesinde, sürüp giden katliamlardan
tamamen haberdar olan Denys Cochin liderliğindeki Fransız Temsil­
ciler Meclisimden bir grup parlamenter olmuştu. Katolik Sağ'ın söz­
cüsü Albert de Mun ve Sosyalist Parti'yi lemsilen Jean Jaurös gibi
iki milletvekilinin yardımıyla, Cochin 3 Kasım 1896’da, Meclis’te bir
gensoru vererek, Hanotaux’dan Ermeni sorunundaki Fransız politi­
kasının mantığını açıklamasını talep ediyordu.42 Konuşmasında,
Cochin Fransa’nın ödevlerini anımsattı: “Bunların ilki ve en kutsalı
zayıfı nasıl savunacağını bilmek, ezilenlerin yanında yer almak ve
adalet ve özgürlük adına fedakârlıklar yapmaktır.1’ Karşılık olarak,
Hanotaux Avrupa İttihadı'nın Osmanlı İmparatorluğu’nun refahını
sağlamak için Osmanlı Imparaiorluğu ile birlikte çalışması gerektiği
41 (G. Hanotaux), “En Orient' flevue de Paris (I Aralık 18951: 459.
42 Ykös Ternon. Les Armeniens, histoire d'un gcnocide (Paris, 1977), 132.
13 7
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
ve 'doğrudan hiçbir m üdahaleye (immixtior> directe) izin verilmeye­
ceği argümanını tekrarladı. O da önerilen reformların imparatorlu­
ğun tüm nüfusuna yayılması ve sırf Ermenilerin yoğun yaşadıkları
yerlerle sınırlı kalmamasında ısrar etli. Zorlama tehdidi konusunday­
sa, durum gerekli kıldığında böyle bir seçeneği dikkate alabileceği­
ni ilan etti. Temelde merkezdeki milletvekillerinin desteğini alan Hanotaux, 90 aleyhte oya karşılık 402 oyla güven oylamasından zafer­
le ç ık tı 43
Bu muhalif milletvekillerinin uğraşıları sonucunda, elde edilenler
arasında Fransız Dışişleri Bakanlığı ne denli eksik olursa olsun. Er­
meni katliamlarıyla ilgili Fransız diplomatik yazışmalarının helgelerini kapsayan U v re J a u n e yi yayınlaması da vardı. Daha da önemlisi,
gelecek on yıllarda Savaş Bakanlığı (1914-15), Başbakanlık (1920)
vo Cumhurbaşkanlığı (1920 25) yapacak olan Alexandre Millerand’ın desteğini alan ikinci bir gensoru turu yoluyla kamuoyunu ha­
rekete geçirmeyi de başardılar. Bu ikinci gensoru sürecinde. Sosya­
list Milletvekili Jaurâs şöyle konuştu: "Bunlar Şark meselesinin geri
gelmesine neden olan katliamlardır. Bu katliamların nedeni Ermeni
reformları konusunun yeterince enerjik bir biçimde yürütülmemesidir. 1894-1897 arasındaki üç yılda, Fransız hükümeti boş sözler,
boş jestler, boş tehditlerle dolu bir tiyatro oynadı. Ve bu tiyatro oyu­
nunun arkasında, baskı gerçeği, katliam gerçeği Ivardır ]"44 Bir dizi
halka açık panel, konferans, kitaplar, makaleler ve broşürler saye­
sinde, Fransa’da Ermenilerin davasını savunan bir hareket gelişti.
Bu hareketin başını çekenler, entelektüel cesaretleri yüce hakikat ve
adalet sorunları saydıkları duyarlılıklarıyla paralel giden Fransız
idealistleri, edebiyatçıları, tarihçiler ve yayıncılardan oluşan seçkin
topluluğun parçasıydı. İçlerinde, Pierre ûuillard, Anatoie France,
Francis de Presense, Henri Rochefort, Alber» Vandal, Victor Berard,
Bernard Lazare, Charmatant, de Mun, Jean Jaures, Jules Lamaitre
43 DAFIjBelge No, 15) Affaires Armeniemes. Livre Jaune. Belge No. 284. s. 312-19
ve Blue Book Turkey No. 2 (1897) Belge No. 7, s. 6-7.
44 Resmi parlamento belgeleri. Journal Olfidel. 23 Şubat 1897, önceki günkü
tartışmalar bulunabilir. Alınlı yapan:Temon, 1es Armemens [n 42). 132 n. t.
136
ERMENİ SORUN UN UN D O Ğ U Ş U V E Ç Ö Z Ü M Ü N D E MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
ve geleceğin Başbakanı G eorge Clemenceau gibi seçkin kişiler
vardı. Onların aracılığıyla, “F ransa Erm enistan’ın acılarını keşfet­
ti.’’45Am a onların bu keşfi F ransa’yı siyasi rotasını değiştirmeye teş­
vik ederek, Sultan’ın Ermeni uyruklarının kaderinin düzelmesine
yardımcı olabileceği varsayım ların tem elsiz olduğunu ortaya çıkardı.
Yukarıda sıraladığımız kişilerin ve rd iğ i bir dizi konferans, Ermenile­
re reva görülen eşitsizlik ve zulm ün açığa çıkarılmasına yardım eni.
Ama o sırada Fransa'daki kam uoyu dış politikayı şekillendirmekte
İngiltere’deki gibi etkili bir faktör değildi. Bu açığa çıkarma çaba­
larındaki sınırlılık, Fransızların özel çıkarlarının ve özellikle ekono­
mik lisklerinin mutlak olmasa bile a ğ ır bastığı Türkiye'ye uygulanan
Fransız realpolitik standartlarının fiili ağırlığıyla daha vurgulandı.
Bir Muhalif Fransız Sefiri’nin Destanı
Ermenistan'a giydirilen ateşten gömlekle İlgili birinci elden derin
bilgi sahibi olan bir başka Fransız daha vardı. Bu ateşten gömleğin
çıkarılıp atılması için harcanan genel çabalar içinde onun rolü, dört
bir yanı sarmış olan duyarsızlık ve oportünizm fırsatçılık havasında,
insani dürüstlüğün zaferidir. Hayati 1891-98 döneminde Fransa’yı
Türkiye’de temsil eden Paul Cam bon (1843-1924), Ermeni reform­
ları konusunda Fransa'nın Türkiye politikasının seyrini cesur bir bi­
çimde değiştirmeye çalışmışsa da sonuç alamamıştı. Quai d’Orsay’deki üstlerini rahatsız etme riski ve Osmanlı başkentindeki göre­
vinden alınma ihtimali pahasına, Cam bon Dışişleri Bakanlığı’nı ikna
etmek için inatla girişimlerini sürdürmüştü. Ermenileri imha etmeyi
amaçlayan katliamların, bırakalım Fransa’nın himayesinden yarar­
lanmayı, Büyük Güçlerin hoşgörüsüne sığınılamayacak kadar ağır
bir suç olduğunu anlatacağım diye dilinde tüy bitmişti. 2 -3 saat sü­
ren S ultanla baş başa görüşmelerinde de aynı can sıkıntısı ve bez­
ginlik içini kaplıyordu. Sefir olarak yetkisini son sınırlarına kadar es­
neterek, Abdülhamid’i kitlesel cinayetlerin tahtını ve rejimi tehlikeye
atabileceğine inandığı korkunç sonuçlarına karşı uyarmıştı. Sultan’a
45 Ternon, Les Arırtiniens |n. 42], 132.
139
ERMEMİ SOYKIRIMI TARİHİ
karşı toplu harekete geçmek için gereken bir anlaşmayı sağlayabili­
rim düşüncesiyle, diğer sefirlerle toplantılar düzenleyerek, görüş
alışverişinde bulunmuştu.
Katı sınırlar içinde görev yapan bir sefirin insani müdahale ilke­
sine bu olağandışı bağlılığının anlamı düşünülürse, Cambon'un mu­
halefetinde ö re çıkan özelliklerin tartışılması yerinde olabilir. Birkaç
kategoride toplanan bu özellikler aşağıda verilmiştir. Cambon,
Fransız basınının katliamlarla ilgili korkunç gerçekleri gizlemesiyle
birlikte, gazete yazarlarının suskunluğunun, Fransız halkının bu ko­
nuda karanlıkla kalmasına yaradığını hissetmişti. Berard ve diğerle­
ri gibi, bu durumu hükümetin Osmanlı İmparatorluğu ile her zaman­
ki alışverişini sürdürerek, onun Ermeni katliamı politikasını dolaylı
yollarla teşvik etmesine izin verdiğini söylediği bir suskunluk komp­
losu olarak kınamıştır. Annesine yazdığı 15 Şubat, 3 ve 5 Ekim 1895
tarihli mektuplarda, “Paris’teki Osmanlı Sefareti’nin çıkardığı tebliğ­
leri” yayınlamakla yelinen ve “Sultan’m [iyi] niyetlerine övgüler dü­
zen" “Fransız basınının sürekli kayıtsızlığımdan yakınmıştı.4* Bir
başka mektubunda, Cambon 1896’da yeni "öldürme, kundaklama
ve yağmalama” eylemleri olurken, 'Fransız gazetelerinin gene fakir
Türklere acıyacaklarını” tahmin etmişti.47 Bu öfkeli ruh hali içindey­
ken, 12 Aralık 1895’te Journal de Debats ve özellikle “tanıkları oldu­
ğumuz gündelik dehşete gözlerini kapalan” yazarları Jules Dietz ve
Francis Charme'ye patladı. “Cesetleri bütün Küçük Asya'ya saçılmış
olan 50.000 ve hafta 100.000 Ermeni'nin bir tek Fransız askerinin
hayatına değmediğine” inanabilirler. “Ama en azından insan gerçek
olguların farkında olmalıdır. Francis Charme, Debats’ın sessizliği
karşısında mezarında rahat uyuyamayacak.”4* Ne var ki, aynı anda
Hanotaux yukarıda belirttiğimiz makalesinde, Fransız editörleri ve
diğer gazetecileri “[katliam olaylarıyla ilgili] halkı galeyana getirecek
haberler yapmamaları için uyanık olmaya” çağırmıştı.49 Cambon’un
46
47
48
49
Cambon, Correspondsme (n. 31], 385, 393, 395.
A.g.e., 398, 23 Aralık 189S tarihli meklup.
A.g.e., 397.
Hanotaux [n. 41], 459.
140
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUSU VE ÇÖZÜMÜNDE MUDAHAL ENİN İŞLEVSİZ KALMASI
Fransız basınına son salvosu aşağıdaki suçlamalarıydı: “Bütün bun­
lardan basının dünyanın en alçak basını olduğu sonucu çıkıyor” 50
Alaycı mizacıyla, Cambon zamanı gelince ve “Fransız küçük hisse­
darları Osmaniı hisselerinin aşırı riskli olduğunu gördüklerinde, şüp­
hesiz o zaman yüreklerindeki insan sevgisinin filizlendiğini görece­
ğiz."51
Cambon’un eleştiri oklarının asıl hedefinde kendi hükümet, da­
ha özele inersek de dış politika mimarları vardı. “Belirleyici bir rol oy­
nama fırsatı ayağımıza kadar geldiğinde, hükümelimizin dış politika
konusunda herhangi bir (ikre sahip olmadığının ortaya çıktığını gö­
rünce küplere bindim .”52 Bu kararsızlığın kaynağını bulduktan son­
ra, Cambon bir dizi mektupta, bunun çarpıttığı ve Fransa'nın ulusal
çıkarlarıyla daha uyumlu bir yoldan çıkardığı Fransız dış politi­
kasında zararlı etkilerinden yakınır. Bu kaynak Rusya, özellikle de
ülkenin dış politikasının mimarı olan Lobanof’tu. 16 Aralık 1896 tari­
hinde, oğlu Henri’ye mektup biçiminde yazdığı oldukça uzun bir
özette, Cambon başlıca itirazlarını ana hatlarıyla ortaya koyduğu
zamanın hâlâ geçerli olan Fransiî dış politikasını sert bir biçimde
eleştirerek, Rusya’nın kuyruğuna takılmakla suçlamıştı. Bu teşhire
Fransız Akademisyen Albert Vandal ın “Fransız kamuoyunu Ermeni
katliamları konusunda aydınlatma” düşüncesiyle vermeyi amaç­
ladığı bir konferans vesile olmuştu. Cambon’un oğlu Henri, Rus
müttefikin arzularına karşı bu hassas konuda Türkiye’nin zorlanması
gerektiğinin farkında olan Profesör Vandal'ın öğrencisiydi. Profesör
bu konuda öğrencisinin Sefir babasıyla görüşmek istiyordu.
Tavsiyelerini sunmadan önce, Cambon hem kökenleri hem de
mevcut uygulaması yönünden Rusya ile ittifakın kötülükleri dediği
noktalara teşhis koymaya geçti. Bu görevleri yürüten Fransız bürok­
ratlar “ [insanın kendi müttefikince] ciddiye alınması için kendi için­
de dürüst kalmak zorunda olduğunu ne yazık ki hiç anla­
mamışlardır.,." İttifakın çift taraflı bir iş olduğunu, korkutucu bir ordu
50 Cambon, Correspondence (n. 31 j 399, annesine 20 Ocak 1896 laıihü mektup.
61 A.g.e.. 398.
52 A.g.e., 397,399.
141
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
ve engin bir tarihsel deneyimle donanan Fransa örneğinde, Ç a rla
eşit bir ortaklık kurma hakkının her zaman mevcut olduğunu açıkladı.
İttifakın en başından beri ‘ bizimkiler figüran rolünü üstlenmişti. Bir
şeyler elde etmenin teslimiyetten geçtiğine inandıklarından" şikâyet­
çiydi. Daha sonra, Fransız diplomatlara "önümüze Atlas halılar serdi­
niz; bizse size hiçbir şey vaat etmedik’ diyerek durumu hatırlattığı
söylenen Rusya’nın Paris Büyükelçisi Mohrenheim örneğinden söz
etti. Cambon, Rusya ile sorunlu ittifakın özünde bu tutumun yattığını
düşünüyordu. Fransa’nın Rusya'yla İttifak arayışının koşullarını
açıklarken, Cambon Rusya’ya karşı necten Fransız diplomatların bo­
yunlarını büktüklerine işaret etti. Ona göre. Almanya'ya kızan ve tek
başına ittifakı başlatan kişi, Çar'ın o Almanya'ya karşı antipafisini çok
iyi anlamış olan III. Napolyon'du. Güncel konuya, yani can sıkıcı Er­
meni Sorunu'na dönen Cambon, bu alanda Fransız çıkarlarının Rusya ’nınkilere göre “çok farklı olduğunun" altını çizdi. Katliamların bek­
lendiğini ifade edebilecek vs bu nedenle dostlarını uyarıp olayların
nereye gittiğini görmeye zorlayarak, karşılıklı çıkarların mevcudiyeti­
ni vurgulamak amacıyla bir diyaloga sokabilecek konumdaki ilk hü­
kümetin Fransız hükümeti olduğunu öne sürdü. “Ama Ruslar [katli­
amlara} göz yumduklarından, sessiz kalarak ortaya çıkabilecek so­
runları başımızdan atmanın mümkün olduğu düşüncesiyle biz de göz
yumduk. Bu sorunlar günümüzde eskisinden de ağır ve yakıcı bir bi­
çimde ortaya çıkarlarken, artık hareket özgürlüğümüz de yoktur."
"Başlatmayı denediği ve bir ölçüde başardığı, ama izlenmemiş
olan ve yeniden girilmesi için vaktin artık çok geç olduğu" bir başka
eylem yolunu tercih ediyordu. Bu yolun Fransa’nın arabuluculuğuy­
la Büyük Güçler arası bir uzlaşma politikası olduğunu söylemişti.
Fransa "herkese güven iaikin edebilecek ve bu yolla başhakemlik
yapabilecek" ideal bir konumdaydı. Am a tüm mevcut seçeneklerden
habersiz “bakanlarımız Rusların yanında ya da hatta önünde değil,
gerisinde mevzilenmek üzere harekete geçtiler. Rusların aşırı du­
yarlılıklarını hesaba katan Profesör Vandal, Rusya ile ittifaka ters dü­
şüp halkı ürkütmeden Fransız kamuoyunu bilgilendirmeliydi. “Rus­
ları kırmadan etkilemeli"ydl. "Bu son nokta zengin bir hayal gücü ve
cesarete sahip Ruslar için en hassas olanıydı... Rusların ulusal
142
ERMENİ SORUNUNUN OOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
egoizmi İngilizlerinkinden çok daha şiddetliydi... Bu konuya bomba*
ya yaklaşır gibi çok dikkatli y a k la ş m a lı.Ö z e tle rs e k , Cambon Er­
meni katliamları sorununda suçu, Fransa’nın politikasında şartları
hemen hemen dayatan bir otokrat olarak gördüğü Rus Dışişleri ba­
kanı Lobanot’un sırtına yıkıyordu. “'Hanotaux üzerinde 'une attraction dom inante'* (ç.n. Fr.- büyük, etkisinden kurtulm anın zor olduğu
çekim gücü) sahibiydi ve Türkiye’de işlerin bu durum a gelmesinin
baş sorumlusuydu." Lobanof’un ölüm haberlerine değinirken, anne­
sine ‘Onun için hiçbir üzüntü duymuyorum" diye yazmıştı.5,1
Hanotaux’la “Ermeni sorunu”nu tartıştığı m ektuplarından birin­
de, Cambon açık açık “ ...sorun dönüşüm geçirm iştir ve mevcut ha­
liyle Berlin Antlaşm ası’nın uygulanmasını gerektirdiğinden, Avrupa
tabloya katılmakla yükümlüdür" demişti. Salisbury "ve özellikle Lobanof”un Suttan’la doğrudan müzakere sorumluluğunu üstlenme
varsayımının mevcut sorunları ağırlaştırdığını da ekledi. Bu adam ­
lar sefirlerinin konuyla İlgilenmesine izin vermiş olsalardı, “Sultan’a
uygun bir reform planı kabul ettirebilirdik
Bu yorumda ima edilen.
Lobanof ve Salisbury gibi Hanotaux’un da o sırada bu atandaki tam
ve mutlak denetimi üstlendiğine atıfla, Hanotaux'a diğer Büyük
Güçler vo Sultan nezdinde Ermeni reformları sorununu Cam bon’un
yürütm esine izin vermesini isteyen bir mesajdı.5® Gene bir başka
mektupta. Hanotaux'u Ermeni reformları konusunda Lobanof’un et­
kisini kırmaya çağırıyordu. Cambon, “Eğer geçen yıl Büyük Güçler
uygar uluslar olarak görevlerini yerine getirip, Prens Lobanof kendi
53 A.g.e.. 421-23. Vandal 2 Şubat 1897'de 1.500 Fransız'a bir konferansa verdi.
Seçkin konuklar arasında başkanlığı üstlenen Milletvekili Koni de Mun, Milletvekiüeıi O. Conhin, Delafnsse ve J. Reirtach. eski büyükelçiler Marki de Vogue (Tür­
kiye; ve Koni Benedettı (Almanya), Academie Fıançaıse üyeleri Maıki Costa de
Soaurogard, Koni d’HaüSSOnviile, kavisse, Gaston Paris ve Fransa Hahambaşı
Zadoc-Khan vardı.
54 A.g.e., 411, 1 Eyfûl 1896 tarihli mektup.
55 A.g.e.. 391. 392.
56 Bu kontrolün yollarının betimlenmesi içiıı, tıka., P. Guillard ve L. Maryeıy, La Ouestbn d ’Orient et la poliligue personelle de Monsieur Hanatau* (Paris. 1879).
143
ERMENİ SOVKIRIMI TARİHİ
sefirinin haber verdiği olayların gerçekliğine inanmış ofsaydı,” Os­
manlI başkentinin sokaklarında şu anda görülen katliamların hiçbiri
olmazdı demişti. Dışişleri Bakanı’na yazdığı aynı özel mektubun
başka bir yerinde, Cambon şunları da ekliyordu: “Şu anda Sultan bi­
zim güçsüzlüğümüzden emin. Onu daha önce hiç bu kadar sakin,
bu kadar kendinden emin görm em iştim ... şimdi her şeyi yapabilece­
ğini biliyor, zaten her şeyi yaptı da."57
Bu alanda, Lobanof’un Hanotaux üzerinde denetimi değilse de
etkisi, İngilizlerin diplomatik yazışmalarında belli ölçülerde belgelen­
miştir. 3 Temmuz 1895’te, İngiltere'nin Fransa Büyükelçisi Markiz
Duffeıin, Londra'ya Ermeni sorununda ağırlaşan durumu hafifletemeyeceği endişesi yaşayan Hanotaux’un Suitan’ı taviz vermeye
zorlamak için üç Güç - İngiltere, Fransa ve Rusya -arasında bir an­
laşma arayışına yeşil ışık yaktığını bildirmişti.8* Ama cevaben sesini
yükselterek, daha ileri gidilmesini engelleyen Lobanot, Fransız hü­
kümetini geri çekilmeye zorladı.5' Lobanol'un ve/atının ertesinde
Hanotaux’a yazdığı iki özel mektupta, Cambon bir devlet adamı ola­
rak müteveffa Rus bakanın haksız ün kazandığını savundu. "Diplo­
mattı, hepsi bu. O anda yaşanan rahatsız edici bir durumda, zeytin­
yağı gibi üste çıkmayı bilen akıllı biriydi. Ama ne güçlü sezgileri vardı
ne de cömert bir ruhu... Ermeni politikası önümüze koyduğu
aşılmaz engellerle dolu bir aldatmacaydı. O halde Lobanol’un miras
bıraktığı Şark meseleleriyle ilgili önerilerden etkilenme." Yeni, genç
Çar II. Nikola, Ekim 1896’da Paris’i ziyaret edecekti. Cambon, Hanotaux'dan Çar ı ve yeni Dışişleri Bakan Vekili Çeçkine'yi bir çözüm
bulunamazsa, ufukta büyük felaketlerin belirdiğine ikna etme
fırsatını kaçırmamasını istedi. “ Eğer İmparator [Çar] macera ve sür­
prizlerden uzak kalmak istiyorsa, eli kolu bağlı oturmamalı; tek yolu
57 Cambon. Corresponöancain. 31 ). 415.
56 Blue EScok [n. 23] Belge No. tC3 s. 91.
59 A.g.e., Belge No. 120. s. 97, İngiltere'nin Rusya Büyükelçisi F. Lascelles’in 25
Temmuz 1895 tarihli şifresi. Bu açıklamalara gönderim için, bfcz., Berarti. La poli­
tiğim (n. 32], 309.
144
EHMENI SORUNUNUM DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
anlaşmadan geçen ortak hareket etmek şart." Cambon, böyle bir
anlaşmanın şartlarını sıralayarak devam eder:
Sultan’a Büyük Güçlerin sonuçla ne zaman ve nasıl olacağını söyleme*
den müdahale kararı aldıkları bildirilecektir. Aynı zamanda, bu bildirgeyi
hayata geçirmek için kruvazörlere Beşik Koyu'na” {ç.n. Ege Denizi'nin
Truva kıyısındaki bu k ü 0 k körfez 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında
stratejik önemde sayılırdı.) gönderilecektir. Bu hareke! AbdüJhamid’in
aklını başına toplaması için yeterli olur.*0
Bu mektuplardan birinde, Cambon Sultan’a Avrupa’nın hareket­
siz kalacağı beklentisini doğuran önsezilerine güvenmesinin önemi­
ni bir kez daha vurguladı. 29 Ekimde bu noktayı daha da açtı:
Her zaman zorluklarımızın Sultan’ın Avrupa ittihadı gerçeğine inanma­
masından kaynaklandığını savunmuşumdur. Haklı olduğunu teslim ede­
lim. Bizim anlaşmamız salt kurgusal bir şoydi vo tüm girişimlerimiz en
başından beri boşa çıkmaya mahkûmdu... Tüm kötülüklerin Sultan’ın
kötü idaresinden kaynaklandığı olgusunu bir türlü kabul edemeyen Rus
hükümeti, bir yıldan uzun bir süredir onu ısrarla Avrupa meclislerini kilit­
lemeye teşvik etmiştir.*1
Fransa'nın Türkiye politikasının sorunlarını analiz ederken,
Cambon sonuçla temelde yatan iki tarihsel düğüme odaklandı. Bi­
rincisi, temel kültürel farklılıklar konusunu vurguladı. Sefire bakılırsa,
“ Tûrkler zalim oldukları gibi yobazdı da; İstanbul’a girdikleri zaman­
ki [1453J kadar bizden uzak bir halktır.
Erm enilere dehşet
saçmışlardır " Bu bakış açısıyla, Fransa’nın Türkiye'nin Avrupa İttihadı’na katılmasına arka çıkan tarihsel inisiyatifine verip vermişti.
Özellikle Kırım Savaşı’nın ertesinde başlatılan bu inisiyatifin dürtükleyicisi olarak 111. Napolyon’a yüklendi. Benzer bir eleştiri çizgisine
60 Cambon, Correspondance [n. 3 t ). 415-16.
61 A g o , 420
145
ERMEMİ SOYKIRIMI TARİHİ
Lord Salisbury’nin “yanlış ata oynadık” diye dövünmesinde de
rastlıyoruz. Salisbury tıpkı Fransa gibi Kırım Savaşı muharebelerin­
de ve Berlin Kongresi'nde Rusya’nın saldırılarına karşı İngiltere'nin
çıkarlarını koruduğu Türk hükümetleri yüzünden ömrü boyunca ya­
şadığı hayal kırıklıklarım dile getiriyordu. Cambon da III. Napolyon’un durum değerlendirmesinin hatalı olduğuna inanıyordu: “Ha­
talarının en küçüğü, Kırım Savaşı’ndan sonra Türkiye'nin Avrupa İttihadı’na katılmasını kabul ettiğinde durumun içinden çıkılmaz bir
hal alması değildi.” Cambon gene de "çıkarları Türkiye’nin muhafa­
zasından geçen Fransa’nın politikasını destekliyordu. “Ama bu sü­
reçte salağa yatmak zorunda da değiliz Hayal dünyasında yaşan­
madan da dost olunabilir .”®1 Hiç durmadan çaba harcamasına
karşın, Cambon'un Ermeni Sorunu’na çözüm arayışı duvara tosladı.
Abdülhamid mutlak yönetimini sürdürdü. Ermeniler reformlar yerine,
seri katliamlarla ağır bir darbe yediler. Ayrıca hiçbir şekilde ve dere­
cede ceza söz konusu değildi. Başarısızlık kısmen sefirin, Fran­
sa’nın Türkiye ile Berlin Antlaşması na imza koyan diğer Büyük Güç­
lerle ilgili politikasını yeni bir kalıba dökme düşüncesiyle, Fransız
Dışişleri Bakanlığı’na hâkim olamayışına da bağlıydı. Ne var ki, Pa­
ris'in koyduğu yasaklara karşın, Osmanlı başkentinde geniş bir ma­
nevra alanına sahipti; sefirlik makamında yetkilerini bol bol ve sonu­
na kadar kullanmıştı.
Belki de İngiliz sefaretindeki muhatapları, özellikle Currie ve Ve­
kili Herbert istisna tutulursa, Cambon 1894-96 döneminde gerçek­
leştirilen toplu cinayetlerin “korkunç" (epouvantabte) gerçeklerini Pa­
ris'teki hükümetine olağandışı bir içtenlikle iletmişti. Aslında, diğer
birçok sefir gibi kendi hükümetinin Abdülhamid'e icazet politikasını
kör gibi izlemek yerine, Ermenilerin acılarını biraz olsun dindirecek
kendi yolunu izlemeyi tercih etmişti. Bu politikaya cepheden muha­
lefet ve kaçınılmaz istifa seçeneğinden uzak durarak, caydırıcı ikna
denilebilecek bir tutum takınarak, alternatif politikalar oluşturmak
amacıyla görevinde kalmayı seçti. Bu, öteki Büyük Güçlerin benim­
62 A g o . 394, 395.
146
FRMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VC ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
sedikleri geçerli kutuplaşma politikaları ya da duruşlarıyla tam bir
özdeşleşmeden kaçınarak, bunun yerine ara öneriler ya da planlar
üzerinde odaklanan bir marjinal diplomasi alıştırmasıydı. Düşünce,
kendi hükümetini ve bir anlaşmaya az çok yatan diğer Büyük Güç­
leri mevcut krize yeni ve ara çözümlerin uygulanabileceğine ikna et­
mekti. Bu düzeyde başarı muhtemelen Sultan'ı kurban ahaliyi temiz­
leme politikasını izlemekten vazgeçirmek olabilirdi. Bu, Cambon’un
destansı diplomasisini takdir edebileceğimiz doğuş halindeki insani
müdahale ilkesinin ruhuna uygun düşüyordu.
İnsanlyetçiliği de Müdahaleyi de Reddeden
Alman Politikası
Diğer Büyük Güçler’in, özellikle Fransa, Rusya ve İngiltere’nin
insani müdahale fikrini geliştirip, sonunda bunu paylaştıkları koşul­
lar, Almanya’ya uymuyordu. Alman birliği sürecine ayak bağı olan
sonu gelmeyen iç karışıklıklar, üniter Alman devletinin kurulup geliş­
mesini geciktirdi. Çok sayıda prens ve özellikle Bavyera, Saksonya,
Suabiya, Frankonya ve Thuringia grandüklüklerinin dükleri, Habsburg Alman kralı gibi merkezi otoriteyi lemsi eden bir yöneticiye
karşı kendi yerel otoritelerini dayatıyorlardı. 15. yüzyıldaki Reformasyon hareketinin Protestan-Katolik bölünmesinin büyümesine
katkısı küçümsenemez. Bu ayrılıklar İspanya, Fransa, Danimarka,
İsveç ve İngiltere gibi ülkelerin katılımıyla daha da şiddetlenen Oluz
Yıl Savaşları sırasında (1618-1648) Almanya’yı felce uğrattı. Sa­
vaşın arkasından gelen 1648 VVestphalia Barışı'nın kurulmasına
yardım etliği yeni Almanya, her şeye rağmen parçalanmışlığını ko­
ruyordu. Prusya, Saksonya ve Bavyera’ntn gevşek Alman konfede­
rasyonunun başlıca merkezleri olarak ortaya çıktığı kurucu devletler
sistemiydi bunun nedeni. 35’j monarşi, 4’ü özgür şehir olan 39 dev­
letin çıkmasına yol açan bu sistem Viyana Kongresi’nde (1815) res­
mileşmişti. 1866’daki Avusturya-Prusya Savaşı yla dağılan sistemin
yerine, Prusya hâkimiyetinde Kuzey Alman Konfederasyonu kurul­
muştu. Özetlersek, Almanya diğer Büyük Güçler örneğinde gördü­
ğümüz gibi, çoğu kez insani müdahale ilkesini benimsemekle iç içe
147
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
geçen imparatorluk planlarını sergileme eğilimine sahip büyük sö­
mürgeci güçler arasına girmekle gecikmişti.
Ermeni Sorunu :nun doğuşu az çok Alman birliğinin doğuşuyla örtüşür. Alman birliğinin mfmarının bu konuyla ilgili az çok sürekli Al­
man politikasının ilk atılan temellerinin de mimarı olması anlamlıdır.
Gerçekten de bu kişi Alman Konfederasyonu’nda Başbakanlık kol­
tuğuna oturan ve Prusya'nın himayesinde Almanya’nın birleşmesi
için ezid bir baskı kuran Prusyalı Jıınker geleneğinden gelen Bismarcktı. 1866’da Avusturya savaşını başlatarak, yedi haftalık
çatışmadan muzaffer çıktıktan sonra, Bismarck Prusya liderliğinde
birleşme yönünde belirleyici bir adım attı. Sonradan 1870-1871
Fransa-Prusya Savaşı’nı başlatan Bismarck, Güney Almanya dev­
letlerini Fransa topraklarına girerek bu ülkeyi yenilgiye uğratan
Prusya liderliğindeki Alman Konfederasyonunun yörüngesine sok­
tu. Zafer yılı olan 1871‘deyse Bismarck kurulan ilk Alman Reich’ının
ilk Şansölyesi oldu.
Almanya’nın doğu politikasını kalıba dökme sürecinde, Bismarck
bu politikanın temellerine ve yönüne kendi kişiliğinin silinmez dam­
gasını vurdu. Emekleme halindeki bu politikanın hedefi, Doğu’yla,
özelfikle de balkanlar ve Türkiye Ermenileriyfe ilgili çatışmalara her­
hangi bir biçimde karışmaktan uzak durmaktı; çünkü Şansölye o
sırada Almanya’nın bu bölgeler ve söz konusu halklar üzerinde hiç­
bir çıkarı olmadığını belirlemişti. Bu yüzden de Almanya’nın ne mü­
dahale etme zorunluluğu ne de insaniyetçi (hümanitaryanizm) ideali­
ni gösterme motivasyonu olduğu sonucuna varmıştı. Bu politikanın
ifade edilmesinde zalimce bir samimiyet göze çarpıyor. Bismarck
1875’te yaptığı bir konuşmada, Bosna ve Hersek’teki Türk işgalcile­
re karşı isyancıların açlığı savaşları yorumlarken, Avrupa ittihadı’nın
müdahaleye dayalı genel eğiliminden ayrıldı. Savunduğu teze göre,
“ Bütün bu olup bitenlerde Almanya’nın hiçbir çıkarı yoktu...” Devam­
la (sonradan İmparator II. VVilhelm dâhil, birçok Alman devlet adamı
ve diplomatının kulağına küpe olacak) ünlü vecizesini yumurtladı:
Bütün bu olanlar “açık sözlülüğümü bağışlayın, ama Pomeranyalı
[Kuzey Denizi kıyısında bir Prusya vilayeti] bir tek piyadenin sağlam
kemiklerine bile değmez. Demek istediğim, kendi vatandaşlarımızın
14 0
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
kanı konusunda daha ekonomik davranmalı ve Almanların hiçbir
çıkarının bizi zorlamadığı inalçı bir politikanın [tezgâhlanıp benim­
senmesi] yararına bu kanı sebil etmemeliyiz."43 11 Eylül 1877’de,
açıklamanın aslının çoğu kez yanlış kullanılıp çarpıtıldığından şikâ­
yet ederken, bu amentûnün özünü tekrarladı. Bütıın Şark Meselesi
bizim için [yeterli] bir savaşa [katılma] zemini değildir.'*4
Zamanı geldiğinde, Bismarck bu düsturu Almanların ortaya çıkan
Ermeni Sorunu’nu ete alma yöntemine tereddütsüz uygularken, aynı
anda diğer Büyük Güçler’i de benzer bir tutuma çağırıyordu. Fırsatı
yaratan. Türkiye’nin Berlin Antlaşması’nın Ermeni Reformları talep
eden 61. Maddesi’nin şartlarını yerine getirmemesinin doğurduğu
diplomatik krizdi. Bismarck kendi İfadesiyle “dürüst bir simsar” (91n e s e h rlic h e n M a kle rs) rolü oynadığı Kongre’nin başkanlığı yap­
masından gurur duyuyordu.*5 Oysa 17 Mayıs 1883'te bu madde ve
şartlarının anlamına karşı çıkmayı uygun gördü:
Amaç [Bısmarck'a göre] [Berlin] Kongresi’nin gösteriş kısmını oluşturan
idealist ve teorik girişimler olan sözde "Ermeni ReformlarV’nın etkin bir
biçimde yürütülmesiydi. Pratikte çok belirsiz bir anlam taşıyan bu mad­
deler, Ermeniler İçin iki ucu boklu değnek demekti... Pratik amaçlarını
geçici bir insanseverlik halesine kurban eden bir politika peşinde Lord
Dufferin'e [Ingiltere'nin Türkiye Sefiri] katılamam .**
Bir gür» önce, 16 Mayısta Bismarck, İngiltere'nin Berlin Büyükel­
çisi Lord Ampthill’e (Odo Russefl), Büyük Güçler’irt Sultanin uyruk­
larından endişelenmesinin “insanseverlik olduğunu ve kendisinin de
siyasette insanseverlikten nefret ettiğini" söylemişti. Sonra da baş­
lıca endişesinin. Türkiye’ye karşı “Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ
63 Bismarck. Denkwürdigkeiten (Hatıralar) P. Liman, ed. (Mektupları, konuşmaları v«
şahsi hatıralarından derlenmiştir) (Bertin, 1899), s. 478
64 IMG [n. 7], 5. Cilt. Belge No. 1006. Kont von VVerihem’e 24 Ocak 1887 tarihti rapor, No. 52, 'gizlf yazışma, editör notu, s. 117.
65 Bismarck, Dankwürdigkeileo (n. 63], s. 479
66 DAG [n. 7], Cilt. 9, Belge No. 2183, s. 200 n."(yıldız işaretli).
149
ERMFNİ SOYKIRIMI TARİHİ
ve Yunanistan arasındaki ittifak biçiminde ufukta beliren yeni tehli­
ke” olduğunu açıkladı. Bu nedenle, Sultan’a kendisini savunma
hazırlığında yardım etmeyi tercih ederdi.67
Bismarck’ın 61. Madd'e'nirı bilerek ihlaliyle aynı kapıya çıkan po­
litikasından haberdar edilen İngiltere Dışişleri Bakanı Granville, da­
ha iki yıl önce İstanbul Sefiri Goschen’e “Alman Hükümeti ’nin öne
sürdüğü itirazlar sonucu,” artık Ermeni Sorunu’nu kovalaması tali­
matını vermişti.66 Bismarck böylece Büyük Güçler’in Ermeni Sorunu’nu daha fazla kovalamasını on yıldan uzun bir süre engelledi.
Akabinde Kayzer II. VVilhelm, 22 Kasım 1895’te “Berlin Kongresi bir
hatadır ve ağır sonuçlar doğurmuştur, İkinci bir kongrenin toplan­
masını asla kabul etmem" derken, Ermeni reformları konusunda
Bismarckçı tutumu onaylam ıştı69 Kayzer, bir gün önce Kraliçe eşiy­
le konuşurken, “Berlin Kongresi ne Hıristiyanlara herhangi bir koru­
ma sağlıyor ne de Türklerin onların boğazlarını kesmesine engel
oluyor" demişti.70
Berlin’de Türk-Ermeni çatışmasının uluslararasılaşması, Avru­
pa'da gelişen diplomatik ilişkilerde boy göstermeye başlayan Erme­
ni Sorunu’nun da sürekli dallanıp budaklanmasına yol açtı. Diğer
devlet adamları ve diplomatlar gibi, Bismarck da Ermeni Sorunu nu
kendi tasavvur ettiği ve tanımladığı şekliyle. Alman ulusal çıkar­
larını olumsuz etkileyen mevcut ve geleceğin genel sorunları bağ­
lamında görme yolunu seçmişti. Birleşik Almanya’nın kurulmasını
izleyen on yılda, Bismarck'ın başlıca endişesi kurduğu ilk das De­
utsche R eich'm n* (ç.n. Alman İmparatorluğu) güvenliği idi ve ilele­
bet payidar kalmıştı. Temelde bu endişesi 1871 yenilgisinin öcünü
almak amacıyla Fransızların bir girişim başlatabileceği beklenti­
sinden kaynaklanıyordu. Leon Gambetta, Prusya kuvvetlerine karşı
67 Osmanlı Ermenileriyle ilgili İngiliz Belgeleri, II. Cifi 1880-1BS0. 8. Şimşir ed. (An­
kara. 1983), Belge No 204, şifre No. I65A. s. 462.
66 Blue Bock. Turhey No. 6 (1881). Rapor No. 175, s. 322 (10 Şubat 1881); ayrıca,
bkz.. 290. 311, 313.
69 DAG (n. 7], Belge No. 2464, Imparator'un kenar nolları, s. 114. n. 5.
70 A g e Belge No. 2463, s. 109.
150
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUSU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
kahramanca savaşarak, Almanları işgal etlikleri topraklardan söküp
atmak için bir ulusal savunma hükümeti kurmuştu. O yurttaşlarını
Fransa'nın gelecekte açıkça konuşmasa da Almanya'ya bir karşıdarbe indireceği koşullar üzerinde ciddi ciddi kafa yormaya davet et­
mekten hiç vazgeçmemişti. (N'en parler jamais, y penser toujours)*
(ç.n. “Dilinizi iutıın, ama hiç aklınızdan çıkarm ayınf)
Bu yüzden, Bismarck Rusya, Avusturya ve Almanya İmparator­
ları arasında büyük ölçüde sürekli bir uzlaşma ilkesine dayanan bir
güvenlik ittifakları ağı örmeye yöneldi. Sonuçta ortaya çıkan anlaş­
malar arasında, Rusya'nın uygun bir fırsatta Avusturya'nın Bosna
ve Hersek'i ilhak etme isteğine rıza göstermesi de vardı (15 Ocak
1877, Reichstadt), Buna karşılık, Avusturya ayak sesleri duyulan
1877-78 Rus-Türk savaşında tarafsız kalmayı kabul etti. Ayrıca,
Almanya 1870'de Rusya’nın Paris Antlaşması'nın Karadeniz’le ilgi­
li maddelerini feshetmesini (1856) destekleyerek, bu maddelerin
Rusya gibi bir Karadeniz’de kıyısı olan bir deniz gücü için "gerek­
siz kısıtlayıcı ve olağandışı ve hatta ‘'aşağılayıcı" olduğunu söyle­
di. Rusya da Fransa-Prusya Savaşı sırasında tarafsızlığını korur­
ken, Almanya ile ittifak yoluyla Avusturya’nın Balkanlardaki politi­
kasına karşı bir ölçüde korunma ihtiyacıyla, el altından Almanya’yı
destekledi.
Bu uzlaşmalara karşın, Rusya’nın ülke basını aracılığıyla dile ge­
tirilen Bismarck'a karşı kızgınlığı uzun bir süre dinmeyecekti. Pratik
nodenlerle, Berlin Kongresi Rusya’nın Rus-Türk Savaşı'nda Türki­
ye’ye karşı kazandığı zaferin meyvelerini toplamasını reddetmişti. Bu
sonucun baş sorumluları İngiltere ve belli ölçülerde Avusturya'ydı.
Ancak Ruslaı Kongre'de Rus çıkarlarını savunmadığı ve Rusların Al­
manya'ya geçmişte verdiği desteğe rağmen nankörlük ettiği için suç­
ladıkları Bismarck’a sürekli ateş püskürüyorlardı. Buna karşılık, Bis­
marck 14 Aralık 1886'da “Berlin Kongresı’nin ertesinde, Rusya'da
beliren anti-AInnan hava, son 100 yıldır hiç rastlanmayan biı düş­
manlığa dönüşmüştür’’ diyerek sızlanıyordu.71 Ancak aynı belgede
71 DAG [n. 7], Cilt 5, Belge No. 1001, s. 98.
15 1
ESMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Bismarck Kongre’de Rusların kendi “müdahale" {eingreten) etmeye­
ceği ve “başarıyla öne sürmeyeceği” [siegıich durchgetührf) herhan­
gi bir talep ya da istekte bulunduklarını hatırlamadığını da iddia et­
mişti.72 Bir yıl sonra yaptığı büyük Reichstag konuşmasında, Kongre'de kendisini Rus çıkarlarına hizmet eden başka bir Rus delege­
si rolü oynayarak araya girdiğini hissettiğini söylemişti, O kadar ki,
Kongre’nin kapanışında göz alıcı renklerle süslü, en yüksek Rus li­
yakat madalyası verilebileceğini bile düşünmüştü. Aynı zamanda,
Kongre'deki Rusya heyetinin başkanı ve Dışişleri Bakanı Prens
Gorçakof'un bütün kongre boyunca beceriksiz ve etkisiz kaldığını ve
Bismarck’ın memnuniyetle “kabul edip öne süreceği” “hiçbir Rus ta­
lebenin kendisine sunulmadığını da açıklamıştı. Bismarck, sonuçta
Gorçakof’un Berlin’deki Rus Büyükelçisi Şuvalof kadar gerektiği gi­
bi Rusya'nın çıkarlarını savunmadığını da söylemişti.73
Doğruluk dereceleri ne olursa olsun, Demir Şansölye'nin bu be­
yanlarının ortaya serdiği olgular. Ermeni Sorunu’nun gelecekteki ev­
rimi - sonuçta, Ermeni halkını Türkiye’deki yok oluş felaketine götü­
ren kaderin durmadan kötüleşmesi - açısından mühim sayılabilir
Bunun başlıca nedeni, Rusların Berlin'de Aya Stefanos Antlaş­
masının (3 Mart 1878) 16. Maddesi’ndeki şartların muhafazasında
ısrar etmeyişiydi. Bu, Rus işgal güçlerinin Türkiye'nin doğu vilayetle­
rinden geri çekilmesini tek olguya bağlıyordu: Söz konusu Antlaşma’nın ilgili maddesince Türkiye'nin “Ermenistan"da başlatmakla yü­
kümlü olduğu reformların resmen yürürlüğe konulmasından çok, fii­
len yürütülmesi. Berlin’de 61. Madde'yi 16. madde yerine ikame eden
Büyük Güçler, sadece Rusları savaşta işgal ettikleri vilayetleri erken­
den terk etmeye zorlamakla kalmayıp, pratik nedenlerle reformların
yürütülmesini de Türk makamlarının iyi niyetine bırakmışlardı. Bu
hareket, Türkiye Ermenilerinin geleceğe dair umutlarına gölge dü­
şürmüştü. Bunun nedeniyse, cüretkâr monark Abdülhamid'e taşra
72 A g e , 97 Aynı görüş 2 Şubat 1878 larihli bir belgede de ifade edilmiştir. Age.,
Z Cilt, Belge No. 3t0, s. 181.
73 Bismarck, Denkwûrdigkeıten [n. 631 979. söylev 6 Şubat 1888 talihlidir.
152
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
idaresinde ıslahat yapma amacının yerine, o ıslahattan ilk planda
yarar görmesi beklenen ahaliyi belini doğrulamayacak şekilde gü­
zelce ıslah etmeyi geçirme çabalarına cevaz vermesiydi. Rusların
sürekli düşmanca yaklaşımlarına rağmen, Bismarck bir süre daha
Rus emellerini desteklemeyi sürdürmüştü!. Bir keresinde, Rusya’nın
1878 Şubatında Türkiye karşısında kazandığı askeri sorunda ‘İstan­
bul ve Boğazlar'ı işgal etme fırsatını kaçırmış olmasına (varsâumf}’1
hayıflanmıştı74
Bismarck’ı 18 Mart 1890'da istifaya zorlayan, o sırada daha 30
yaşında olan İmparator II. VVİlhelm ile yeni Rusya politikası üzerinde­
ki bazı farklılıkları ile başka uzlaşmazlıklarıydı. Bu olaylar zinciri Bismarck'ın 1883’de Reichstag’daki ünlü konuşmasında, Rusya’yı kas­
tederek sarf ettiği sözlerdi. “Biz Almanlar dünyada Allah’tan başka
kimseden korkmayız!" Genç imparator otokralik bir yönetim sergile­
yerek, ikiz Şark ve Ermeni Meselelerinde Almanya'nın dış politikasını
şahsen yürütmeye hevesliydi. Bu alanlarda Bismarckçı tarafsızlık
mirasını adım adım terk ederek, 19. yüzyılın son çeyreğinde Türki­
ye'yle özel olarak ilgilenmeye başladı. Alman dış politikasının bu ye­
ni rotası, kısmen Sultan Abdülhamid’in Avrupa İttihadı’na bağlı diğer
Büyük Güçlerin çoğundan uzaklaşmasından yararlanmak isteyen
savaş hitesi sayılabilirdi. O ülkelerin temsilcileri, imparatorun şah­
sen ters baktığı insani müdahale anlayışı çerçevesinde, Türkiye’yi
taşra idaresinde bazı reformları kabul etmeye zorluyorlardı. İmpara­
torluk fetihleri ve daha fazla genişleme iştahının kabarması gelene­
ğiyle tanımlanabilecek diğer Büyük Güçlerle karşılaştırılabilecek öl­
çüde sömürgeci bir güç olmayan Almanya'ya Türk yetkililer şüp­
heyle bakmıyordu75 Sonuçta, II. Wilhelm ticari ve endüstriyel nüfuz
elde etme düşüncesiyle, Almanya'nın Türkiye üzerindeki ekonomik
74 DAG (n. 7|. Cilt. 5, Belge No. 1001. s. 97.
75 Anhang zıı den Gedenken und Erinnenıngen (Sismarck'm Düşünce ve HatıralaııEk Güt) (Stuttgart, 1901), Monark İmparator I. VVilfıelm'e 13 Ağustos 1975 laritıti
mektup. 260. Bu konuda ok Alman kaynakları ve verileri için, bkz., Noroert Saus,
Das Deutsche Reich und the Annense)le Frage (Alman imparatorluğu ve Ermeni
Sorunu) (Köln, Köln Üniversitesi doktora lezi, 19901, 25-32.
153
ERMENİ SOYKIRIM! TARİHİ
planlarının çoğalmasına önayak oldu. Kısmen Fransa'ya ve bilhas­
sa, İngiltere’ye duyduğu kinden, Sultan çoğu kez bu nüfuzu kolay­
laştırıcı bir rol oynadı. Bağdat Demiryolu Projesi bunun en iyi örne­
ğiydi. Bütün süreç 1889 ve 1898’de İmparator’un Türkiye’ye yaptığı
iki geziyle kesinlikle hızlandırılmıştı.
Bunlar Almanya’nın Abdülhamid döneminin Ermeni katliamlarına
tepkisi zemininde araştırılıp değerlendirilmesi gereken durumlardı.
Önemli bir alanda, bu tepki dikkat çekecek kadar öne çıkmıştı. Sultan'ın ve etrafındaki failler zümresinin dokunulmazlığını güçlendiren
bir tepkiydi bu. Boylece tertipçiler açısından, katliamlar bedeli ra­
hatlıkla ödenebilir bir hal almıştı, imparatorun denetimi altındaki Al­
man diplomatların tek tip tutumu, I. Dünya Savaşı Ermeni soykırımın
gerçekleştirilmesi karşısında, Almanların sergilediği neredeyse öz­
deş tepkinin de habercisiydi. Burada, Alman monark örgütlü kitlesel
cinayetin iki olayını birbirine bağlayan işlevsel halka olarak beliriyor.
Alm anya’nın Türkiye ve Yakın Doğu'daki sömürgeci yayılmasının
kalburüstü savunucularından biri otan Paul Rohrbach. 1894-1896
dönemi katliamlarının yaygınlığını "Almanya’nın katı Türk dostu tutu­
muna” bağladı.76 Almanya'da kalliamlara ve Alman hükümet politi­
kasına tepki vererek seslerini yükselten bazı gruplar vardı. Ancak,
hükümet o sırada imparatorla birlikte Almanya’nın yeni Türkiye poli­
tikasını yeni bir kalıba döken Sefir Marschall von Bieberstein
aracılığıyla, Sultan’a kur yapmayı sürdürüyor, süreçte Abdülhamid'in
sonsuz şükranlarını alıyordu. Almanlar II. W ilhelm’in 1898'deki. ikin­
ci Türkiye ziyaretinde şatafatlı tören ve gösterilerle karşılan­
masından ziyadesiyle memnun kalmışlardı
Oysa imparatorluğun
her yerine yayılan seri katliamların üzerinden daha iki yıl bile geçme­
mişti. Şaşkınlıktan dona kalmış Avrupa hâlâ katliamların tiksintisini
yaşar ve asıl tertipçisine "Kızıl Sultan" lakabını yakıştırırken, Alman­
ların bu tutumu uyruk bir milliyete yönelik kıyımın affetme eğilimleri­
ni yansıtıyordu, im paratorun bu hoşgörüsü ev sahibi tarafından bol
76 Alıntı, VVİhelm von Kâmpen, Studten zur Deutschen Türkeipolilik in der Zeit Wilhelms II (II. VVİlhelrn Zamanında Almanya'nın Türkiye Politikası Üzeıene
Araştırmalar) iKiel. Kiel Üniversitesi doktora tezi, 1968), 418, n. 322.
154
ERMENİ SORUNUMUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
hol ödüllendirildi. Fransız sefiri Camborı'un sözleriyle, Sultan konu­
ğuna paha biçilmez hediyeler saçan tam bir “'sağmal inek” olduğunu
kanıtladı.77 Bütün bu oluşumların asıl sonucu, aynı anda Fransa’nın
genelde Yakın Doğu ve özelde Türkiye’deki ayrıcalıklı konumunun
yerini alırken, Alm anya’nın Türkiye’nin ticari, endüstriyel ve askeri
ihtiyaçlarının gelişmesinde hâkim ekonomik faktör olarak ortaya
çıkmasıydı
Almanlar Türkiye'ye -hem ekonomik hem politik açıdan- daha d e ­
rinden nüfuz etme adımları atarken, Türklerle uzlaşma çabalarını
gevşetme konusunda ne mahcubiyet duyuyor ne de kaygılanıyor­
lardı. Böylece, onlar bu ülkedeki kalıcı milliyet çatışmalarına çözüm
arayarak, Türkiye'de barıştırıcı olma misyonlarının parçası olarak re­
formlar için baskı yapmaya devam eden Ingiltere ve Fransa’ya tepe­
den baktıklarını gizlemiyorlardı. Bu tepeden bakmanın ilk tohum­
larını atan Bismarck'tı. Berlin Kongresi’nden aylar önce, Rus ordusu
hâlâ Türk ordusuna karşı savaşırken, Rusya’nın Almanya'daki Büyü­
kelçisi Paul von Oubril, zamanın Alman Dışişleri Bakanı Prens Bernard von* Bülovv’a Rusya’nın herhangi bir gizli güdülenmeyle değil,
77 Cambon. Corrospondance [n. 31], 443. İmparator ve imparatoriçe'nin aldığı
"sayısi2 hediyeler" arasında, imparatorun ' Dutun bir halı faDrikasını boşaltarak”
aldığı halılar vardı *vc bu arada S 600.000 frank tutarında eski mücevherlerle süs­
lenmiş bir gerdanlığı da cebe indirmişti. O da Karşılık olarak ev sahibine at sırtında
bir Arap'ı tasvir edeır b r bronz eşya ile birlide, ucuz bronz malzemeden yapılmış
dedesi ve babaannesinin iki küçük büstünü hediye etmişti: üç eşya 7 ya da 800
frank değerindeydi.” A g.e. ayrıca, II. Withelm sultandan kopardığı Bağdat Demir­
yolu inşaatı projesi "hediyesi” karşısında o kadar sevinçliydi ki. buna "benim demiıyolum" (melce Bahn) demişti. Emil Luchvıg, kVilbemı Der Zmıe (Berlin. 1926),
s. 391-92.
78 04(3 [n. 7), cilt 12. kısım 2. s. 558. Ayrıca bkz. Ag.e.. Ek Bel. No. 3357,3361,
3362. İmparatordu gezisini yorumlayan Fransız yazar Frarçoİ3 Coppe şcylo
yazmıştı: “Ermeni katliamlarından sonra. Sultan Abdülhamid tüm insanlığın gö­
zünde netret timsali olmuştu. Şimdiyse Alman İmparatoru ııun himayesine girmiş
olması, onu Fransızların gözündo iki kal nelret timsaline dönüştürmüştü” Belge
No. 3370. S. 613.
155
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
ama Osmaniı imparatorluğu’ndaki "Hıristiyanları adına” olduğu ka­
dar “insanlık" namına da savaştığını söylemişti. Cevap olarak, Bis­
marck Bülovv’un raporunun kenarına şu kelimeleri ekledi: “Gizli bir
yazışma sürecinde böyle'bir ikiyüzlülüğün nedeni ne?”79 imparator
II. VVilhelm bu konularda ingilizlerin ikiyüzlülüğü olarak değerlendir­
diği şeyi yermekte çok daha ateşliydi. I. Dünya Savaşı’nın arifesin­
de diplomatik ve konsolosluk temsilcilerine İngiltere’nin Hıristiyanlık
maskesini indirme emri verirken, İngilizleri bir bütün olarak "nefret
edilecek, yalancı, vicdansız bir bezirganlar ulusu” olarak yerin dibi­
ne batırıyordu (dieses. verhasste. verlogene, gewissenlose Krâmervolk)™
Almanya'da Ermeni Sorunu ve Abdülhamid dönemindeki katli­
amlarla ilgili açık tartışmaların bulunduğu yıllıklardaki en hâkim tez,
meslekten ilahiyatçı olduğu halde kendisini bir “siyasi papaz” olarak
tanımlayan Friedrich Naumann tarafından dile getirilmişti. Naumann, İmparator’a eşlik ettiği 1898 yılındaki ziyaret sırasında Türki­
ye’de bir ay kalmıştı. Naumann, Bismarck’ın savunduğu türden m il­
liyetçiliğin mirasına bağlı kalmakla birlikte, II. Wilhelm'in Türkiye ile
ilgili tutumunu da tamamen paylaşıyordu Büyük bir açıklıkla, Al­
manya’nın yüksek çıkarlarının “özel duygularımız yönünden ne ka­
dar acı verici olursa olsun, Türk İmparatorluğu’ndaki Hıristiyanların
ısdırabına politik olarak kayıtsız katmamızı” sürdürmemizi gerektiri­
yor demişti. Bu konumun “derin ahlaki temellere’ dayalı olduğunu
söyleyen papaz, 1994-1896 döneminin Ermeni katliamlarına bir ge­
rekçe bulmak için şöyle devam ediyordu:
79 IMG |n. 7], Cilt. 2, Belge No. 308, Bûlow’ur 2 Şubat 1878 tarihli raporu, s. 179, n.
15.
80 Die Deutschen Ookumenle Zum Krıegsausbruch 1914 (1914 Savaşının Patlak
Vermesiyle İlgili Alman Belgeleri), Karı Kaulsky taralından derlendi, ed. Max Graf
von Monl-gclas ve Wa*er Schückling., 2 genişletilmiş baskı, citt I. Belge no. d01
(Berin, 1922), s. 13ü.
156
ER M tNI SORUNUNUN DOĞUŞU VC ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
Sayıca azalan, sürekli geri çekilme halindeki Türkler belki de eskiden sa­
hip olmadıkları bir nitelik kazandılar. Onlar, özünde yıkılmış bir halk olan
ama dış dünyayı ilgilendirdiği kadarıyla var olmak isteyen bir halkın be­
cerisini edindiler. Tüm zayıflığına karşın içgüdüsel olarak dişlerini ve
pençelerini hala nasıl kullanabileceğini bilen küçük bir hayvan gibi, Türklor de bir kez daha nasıl barbar olarak davranıp, kan döküleceğini bili­
yorlar. Ermenilerin soykırımı (Armenıermord) Türklerin barbarca dav­
ranışının sağlayabileceği son fırsattı.
Naumann’a göre, son tahlilde bu “Ermenikırım” eylemi Türki­
ye’nin “içteki olaylar"ı çözme yöntemini gösteren bir politik olay ve
bu şekliyle “kendisini Asyatik biçimde ifade eden polu.k tarihin bir
parçasıydı.8’
Bu tezin yayınlanmasının önemi, ancak az çok özdeş bir tezi
yansılan ayrı resmi Alman pozisyonunun dile getirilmesiyle aşılmıştı
Bu Abdülhamid çağı katliamlarının son evresinin (Kasım 1896)
ardından Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Sorunlar Dairesi Yakındo­
ğu İşleri Başdanışmanı Alfons Mumm von Schvvarzenstein ta­
rafından açıklanmıştı. Almanya'nın duruşu özlü ama oldukça per­
vasız bir biçimde yazılan on iki sayfalık bir direktifte açıklanmıştı, Te­
zin üç temel çizgisi, bu belgenin içeriğini vurguluyordu: 1) Kurnaz ve
fesat bir ırk olan Ermeniler, kendi ulusal varlıklannın tehlikeye düştü­
ğü duygusunu yaşayan Türkleri kışkırttılar; 2) Almanya'nın mutlak
olarak hiçbir çıkarı olmayan bir ırkın lehine duruma müdahale etme­
si için hiçbir neden olmadığı gibi, bir Hıristiyan halkın lehine hilale
karşı bir haçlı seferi başlatmak Alman siyasetinin vazifesi de olamaz;
zira geçen yıl müdahaleci Güçlerin lehte araya girme girişimleri bu
halkın acılarını daha da artırmıştır; ve 3) Türkiye'nin bütünlüğünü
başka şekillerde tehdit eden tehlikeler ve Türkiye'deki çok sayıda Al*
man’ın ekonomik çıkarları düşünülürse, ne kadar üzücü olursa olsun
“ Ermenistan'daki kıyımlar genel tablo içinde küçük kötülükler olarak
görülmelidir. Bu politik beyanname, Almanya'nın “sorunları içinden
81 Friedrich Naumann, Asla. 8. baskı (Berlin, 1911). 2, 13+, 137.139, 14S.
157
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Çıkılamayacak bir hale sokabilecek” her türlü eylemden kaçınarak
olay sahnesinin bir seyircisi olarak kalması gerektiği sonucuna
varılarak sona eriyor. Bunu kabul ettikten sonra, aynı gün, 26 Kasım
1896’da Dışişleri Bakanı iyiarschall tutum belgesini Şansölye Chlodwig Prensi von Hohenlohe-Schillingsfurst’e iletti.82 Şansölye fiilen
belgenin temel güdüsüyle aynı fikirdeydi. Kız kardeşine Bismarck’ın
ünlü özdeyişindeki gibi, bir Alm an piyadesinin kemiklerinin paha bi­
çilmez değerde olduğunun farkında olan Alman Parlamentosu, Reichstag’ın Ermeniler lehine, Türkiye'ye karşı hareket edilmesini iste­
yen herhangi bir öneriye kararlılıkla karşı çıkacağını söyledi. Sonra
da şu cümlesiyle devam etti: “Öyleyse neden Sultanı kendimize
düşman edip aynı şekilde Türkiye’deki Alman etkisini kaybedelim
ki?83
Ne var ki, Alm anya’nın yüksek ulusal çıkarları adına kabul edilen
bu duruşlar Alman diplomatik yazışmalarının bazı parçalarında or­
taya çıktığı gibi hem Bismarck’ın hem de II. VVilhelm'in kişisel duygu
ve kanaatleriyle her zaman örtüşmüyordu. Ayrıca Bismarck ve Kay­
zer insaniyetçiliğin ilkelerini mutlak reddetmiyordu. Zaman zaman iki
lider de Türklerin tarif edilmez zalimliklerini anlatan haberlere sert
tepkiler göstermişti. Demir Şansölye Bismarck bile “Türklerin yaralı
ve savunmasız kişilere karşı uyguladığı utanç verici zalimlikler''
karşısında öfkesini gizleyememişti. “Bu tür barbarlıklar karşısında
diplomatik sessizliğimizi korumak zor olduğundan bir öfke duygusu­
nun tüm Hıristiyan Güçler arasında ortak olduğu inancındayım.” Bis­
marck bu sözleri 1877- 1878 Rus-Türk Savaşı sırasında İmparator
I. VVilhelm'e söylerken, diğer Güçlerle birlikle Türkiye’ye bir protesto
notası verilmesini istiyordu.’ 4
O dönemde Ermenilerin zalimce katledilmesine tepki gösteren II.
VVilhelm’in sık sık gösterdiği öfke patlamaları daha da aydınlatıcıdır.
62 A. A. Orlentala Generaiıa, No. 5.30. Cilt. The Mum m Konzept.
83 Chlodvuig Hohenlohe Sohitlingshurst, Denkwürdigkeitcn det Reichskanzlerzeit
(ŞansûlyetıK Zamanından Hatıraları (Stuttgart. 1931). 264.
84 Anhang [n. 75], 11 Ağustos 1877 tarihli mektup, s. 273.
158
ERMENİ SORUNUNUN DOGUŞL VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
Bu olaylar sırasında iki kez böylesi dehşetlerin yaşanmasına izin
verdikleri için “hepimiz utar malıyız'’ diye haykırmıştı.85 Ayrıca iki
olayda katliamlar sorununun tek çözümünün Türk padişahının “taht­
tan indirilmesi” {man setze ihn ab)86 olduğunu söylemişti. Bir seferin­
de de onu “iğrenç bir insan” (ekeihaif) olarak nitelendirmişti.” Aynı
şekilde, ondan kurtulmanın tek yolunun Yıldız Sarayı nın topa tutul­
ması olduğunu ilan etmiş;88 hatta Sultan’ın birçok kişi tarafından in­
tihar süsü verilmiş bir cinayete kurban gittiği düşünülen selefi Sultan
Aziz’le89 aynı yolla tasfiye edilmesini bile önermişti. Bir keresinde I).
VVilhelm o sırada reddetmiş olduğu İngiliz başbakanı Salisbury’nin
Sultan Abdülhamid rejimini zor yoluyla devirme önerisinin uygun o l­
duğunu iliraf edecek kadar ileri gitmişti.*8
Bununla birlikte, imparator II. VVİlhelm seçeneklerini ölçüp biçe­
rek, gerçekte özel belgelerde paylayıp kınadığı adama sadık kalma­
ya karar verdi. Hükümeti ise katliamlar hakkındaki haber ve ayrıntıları
yayma çabalarını bastırabilmek için elinden geleni yaptı; o sırada A l­
manya'da Türk hükümetine herhangi bir eleştiri ifadesi Reich’a düş­
manlık belirtisi olarak görülüyordu.91 Hatta Alman İmparatoru, Sultan
85 DAG, (n. 7], cilt 10 Belge no. 2457, Büyükelçi Saurma’nın 11 Kasım 1895 tarihli
raporunda, Diyarbakır Ermenilerinin koyun gibi boğazlandığı yazılı. 'Ve Hıristiyanlar ve AvrupalIlar olarak... biz bütün bu olup bilenleri sessizce izlemek zorun­
dayız." İmparatorun kenar notu s. 102: A g.e.. Cilt. 12. kısım I, Belge no. 2893, giz­
il yazı no. 176, Saurma’mn Berlin’i Türklerin planının Hıristiyanlar olarak Ermeni­
lerin kesir» tasfiyesi olduğunu haber verdiği 29 Temmuz 1896 raporuna. İmparato­
run kenar notu (tur aile Zeı'.en unscnadlicn gemacht werüen müssen); s. 10’de II.
yyılhelm’in kenar notu. “Bu tüm Hıristiyanların öldürüleceği anlamına gelir.”
86 A.g.e., Belge No. 2898. 28 Ağustos 1896 şifre. Kenar notu, s 20; Belge No. 2901.
29 Ağustos 1396. Kenar notu, s. 22.
87 DAG [n, 7], 10. Cilt. Belge No. 2482. 19 Aralık 1895. Kenar notu, s. 133.
88 A.g.e., Belge No. 2<<84, şifre No. 177. 23 Aralık 1895. Kenar notu, s. 134.
89 DAG [n. 7], Cilt 12, Belge No. 2893. 29 Temmuz 1896 tarihli rapor. Kenar notu.
S. 18.
90 A.g.e., Cilt. 10, Belge No. 2416. şifre No. 117. 22 Ağustos 1895. Kenar notu. s. 61.
91 Bernhard Guttmann, Schattenriss einer Generation (Bir Kuşağm Silüeti) (Stuttgart, 1950), 262.
159
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
ve rejimine "-bir avuç Ermeni dışında- tebası için bir lütuf” bile der­
ken, bir hükümdar olarak Abdülhamid'in "diğer ülkelere bir model”
olarak hizmet edebileceğine inanıyordu.92 1908'de, Jön Türk dev­
rimcileri Sultan’ı tahtan indirmeyi başardığında, II. Wilhe!m gecikmiş
bir tepki aracılığıyla, dört yıl sonra “dostum Sultan'ı tahttan indirdik­
lerinden” bu devrim cilerin Avrupa’dan kovulması çağrısı yapmıştı.”
Bu birbiriyte tutarsız ve çoğu kez tamamen çelişen ifadeler, im­
paratorun saray kaprislerine kapılmasının ötesinde, mizacının ne
boyutlara ulaştığını gösterirken, aynı zamanda da politik düşüncesi
ve aldığı kararlara da sızan tuhaflığa işaret ediyordu. Çoğu kez dürtüsel olan, gelip geçici ve aldatıcı izlenimlere kapılmaya hazır ruh
halindeki dalgalanmalar düşünülürse, II. VVilhelm genelde tutarlı bir
hareket yolu izleme yeteneğine zarar veren, sürekli üzerine üşüşen
iç çatışmalarının tutsağı olmuştu. Çoğu zaman iç çelişkilerini çöz­
mek için imparatorluk egosuna bel bağlıyordu Savaş zamanı Almanyası nın (t9 1 6 ’ya kadar) Denizcilik Bakanı ve Alman donanma
gücünün mimarı Amiral Alfred von Tirpilz'in anılarında işaret ettiği gi­
bi, II. Wilhelm, karar ve kararlılık gerektiren durumlardan önce sık
sık duraksamalar göstererek geri çekiliyordu.” Onun hareket tarzı,
özerk kararlar ve eylemler gerektiren şüpheli niteliğe sahip işlemler­
de azami gizlilik tulkusuna dayalıydı. Sözgelimi, Abdülhamid’in en
güvenilir iki danışmanından birisi anılarında İm paratorun girişimiyle
ve sağladığı teknik yardımla" Yıldız Sarayı'na telsiz iletişimi için son
derece gizli bir tesisatın kurulduğunu; bu yüzden iki hükümdarın bir­
birine şahsen ve gayri resmi olarak danıştığını ortaya koymuştu. “ Ne
nazırlar ne sefirler bu tesisattan haberdardı ve şifrelerin çözümünde
92 Alfred Graf von Waldersee, Der>kwûrdıgkeil&n (Hatır alar) H. O. Mdsner ed., 1. Cilt
(Stuttgaıl, 1923), 269.
93 Georg Alexander von Mü Hor, Der Kaiscr.. Avlzccbnurtgeı ı des Chels t/es Marinekabınetls Mm ira! G. A. V. Müller über die Ara Vkilhelms U (Donanma Kabinesi
Başkanı Amiral Müller’in II. VVihelnı Dönemi Üzerine Mollan) W GÖllitZ ed„ (Götlin gen. 1965). 122.
04 Alfred von Tırpilz, Eımrıenıngen (Hatralar) (Lelpzig, 1919), 435.
160
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
kullanılan kod anahtarları onun [Abdülhamid] en önemli belgelerinin
saklandığı dairede kilit altında tutuluyordu.'45
İki hükümdar arasındaki bu tip bir karşılıklı ilişkinin doğası ve et­
kileri düşünülürse, bu hükümdarların temsil ettiği rejimlerden kay­
naklanan politik karar ve eylemlerin koşullarını ti'ım yanlarıyla
araştırma görevinin bir sınıra dayanacağı açıkça görülür. Resmi bel­
geler bu sınırlılık ve kısıtlılık sorununun bir yanıdır; bunlar her za­
man hikâyenin tamamını söylemezler. Bismarck bile bu gayriresmi
ve haliyle kapalı kapılar arkasındaki karşılıklı tavsiyelere başvur­
maktan kendisini tamamen kurtaracak durumda değildi. 1896'da,
yani, emekli olduktan altı yit sonra ve Ermenılere karşı devam eden
katliamların odasında, Bismarck Sultana özel bir mektubunda ona,
diğer benzer projelerde olduğu gibi Ermeni reformları planlarına
karşı koymak için “gücü tüm dünyaya yayılmış olan İngiltere’den
korkmamasını" ve “Rusya'ya dayanm asfnı tavsiye ediyordu.9*
95 Tahsin Pasa, Ahdûlhamit [n 38] 285.
96 Bismarckın sultana mektubundan alınlılar, Tlıeodoı Herzl'in günlüklerinden
alınmadır. Mektubun tamamı Herzl'e Sultan AbdCılhamit ile sultanın en büyük
sırdaşı ve danışmanı Izzel'in (Arap) dostluğunu kazanmayı başarmış olan bir LehAvusturyalI gazeteci ve siyasi temsilci Philip Michaol de Ncwlınski tarafından
okunmuştu. Nevvlinski, Suttan dan Yahudılere Filistin'de bir anavatan sağlayacak
lemel tavizler koparmaya çalışan Herzl’e yardım etmeye çok hevesliydi. Correspondancede TFslİn yayıncısı NeıMinski. ayrıca bu amaçla ikisi de Osman* Dışiş­
leri Bakanlığı ’nda yüksek makamlarda bulunan İki Ermeni ile de dostluk kurmuş­
tu. Herzl, Müsteşar Artin Dadiani kendi girişiminin başarsında ‘yem bir yardımcı'
ve Dışişleri Bakanlığı Hukuk Dairesi nde Danışman olan (kimliği gizli tutulsun di­
ye sadece N. harfiyle geçen) Gabriol Noradounghian'ı, Herzl’in önerisi için “ateş­
li* biri ve Tamamen bizden yana" (gartzflir uns) diye tanımlıyordu: o “en büyük
yardım için söz verdi.* Tlıeodoı Herzl 's Tagebüctıer 1395-1904 3. cilt. ctH I
(1992).2 ve 3. ciltler (Berlin. 1923). Bismarck’ın mektubundan alıntılar, günlüğün
22 Temmuz 1396 tarihli bölümünden yapılmıştır, cilt I, s. 466,502, 22 Temmuz
1896. Noradounghıan ile ilgili yorumlar cilt I, s. 396, 4S4’dadır. Nowlinski’nin sul­
tanın kendisine Brüksel'deki Ermeni devrimci gruplarıyla lemas kurmayı içine alan
gizli bir görev verdiğini söylediği ve Herzl’den peşinde koştuğu Siyonizm davası
adına tavizler karşılığında, Sultan ve Ermeniler arasında arabuluculuk yapmasını
161
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Gerçekte, Bismarck gizli materyallerin iletilmesinin değeriyle ilgi­
li açıklamalarından birinde, bir iletişim aracı olarak gayriresmi kanal­
ların kullanılmasının olağanüstü önemini vurgulamış, materyal ola­
rak resmi belgeleri “olağandışı bir şey değiller" diyerek göz ardı et­
mişti. Belirttiği gibi, “en önemli (das Wichtigste] materyal arşiv belge­
lerinin parçası olmayan özel mektuplar ve gizli olarak aktarılan söz­
lü iletişimden oluşur.’’*'’
1915 Nisan'ında, Almanya'nın savaş zamanındaki Türkiye Sefiri
Wangenheim de kendisini aynı şekilde ifade ediyordu. Alman şan­
sölyesi Bethmann Hotlvveg’e bir raporunda, "sık sık” (öfters) böyle
bir gayriresmi kanalı “benim tarafımdan, yani, resmi yoldan ak­
tarılmasının uygun olmadığı materyali” iletmek için kullandığını ka­
bul ediyordu, Gayriresmi iletişimin aracı olarak Harbiye Nazırı Enver
Paşa'nırt yakın dostu olan Bahriye Ataşesi Hans Humann’a değini­
yordu. VVangenheim, Enver Paşa'nm aynı amaçla aynı aracıyla ve
aynı yöntemle karşılık verdiğini ekledi.*8
Ne var ki, tüm bu pürüzlere karşın, tartışma götürmez bazı olgu­
lar Abdülhamtdrın hükümdarlığı sırasında Ermeni sorunu’nun orta­
ya koyduğu problemleri ilgilendiren kısmıyla, Alman politikasını son
oir değerlendirme süzgecinden geçirmememize imkân tanıyor. En
başta, hangi şartlarda doğduğu bir yana, bir politikanın ana rotasını
belirlemenin en etkili yöntemlerinden biri, onu şu y a d a bu biçimde
İstediği yaz Imıştır Aynı cilt, s 417’de, Nevvlınski'nin keza “Baş müstoçar İzzet'in
Rusya yanlısı oklııgu” Saray danışmanları arasında, Rusyahin elinin güçlendiği­
ni söylediği de aktarılmıştır. Haziran 1896 tarihli bölüm Aynı ölçüde önemli olan
bir dğer nckta da, I. Cildin 7 Mayıs 1896 lanhli bölümünün, Saray'ın o sırada
saldrrıdan zaten haberdar olduğu ve Eımenıledn darbe vurmasını (iosschtagen)
beklediği olgusunu ifşa etmesi, belki de OsmanlI Bankası’na yapılan baskına bir
gönderme oluşuydu. Bu nedenle, Nevtlınskı Ermem sorununu eaşarılı bir biçimde
Yahudi sorununun lehine çevirebilmek için, Hc-rzl'e Ermcnilerin 'bir ay bekleme­
si m sağlamaya çalışmasını önermişti (s. 396).
97 Ernst Jackh, Der Coldene Pliug (Altın Saban) (Stutlgart. 1954;, 9.
98 A. A. Grosses Hauplguanier 187. Cilt, dosya Tîırkei 18/3 ve 4. Kayıl no. AS 1705,
13 Nisan 1915.
162
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUSU VE ÇÖZÜMÜNDE MUOAHALENIN İŞLEVSİZ KALMASI
yansıttığı bazı sonuçlarına göre incelemektir. Alman politikası bura­
da uygulama evresine dolaylı ya da dolaysi2 olarak bağlı bazı so­
nuçlarla iç içe görülür. Birincisi. Berlin'in Ermenilerirı trajik kaderine
belirgin kayıtsızlığına rastlamamıza karşın, katliamlar sırasında Tür­
kiye de görevli diplomat, konsolos ve askerlerin bu katliamları belge­
leyip resmen rapora dökerek, bunları apaçık ortaya koyduklarını ve
merkezi otoritelerin bunların yetkilendirilmesi ve örgütlenmesindeki
suç ortaklığını doğruladıkları da görülüyor. İkincisi, Ermenileri
baskıdan kurtarmak için müdahale etmeye çalışan diğer Büyük Güçler’in tersine, Berlin’in destekleyici tutumu Sultan tarafından gerekti­
ği gibi takdir edilip ödüllendirilmişti. Üçüncüsü, kamuoyunun her bi­
çimiyle bir yana atan ve hâlâ katliamın dehşeti ilgili bilinenlerden ra­
hatsızlık duyan bazı diğer Büyük Güçler’in tepkilerini hiçe sayan II.
Wilhelm, Sultan’la dostane ilişkiler kurmaya koyulmuştu. Bu ilişkiler
Sultan’ın istibdat rejimini güçlendirmesine, kendi politikalarını sağ­
lamlaştırmasına ve sonuçta da ne denli tereddütlü olursa olsun, kat­
liamları - devlet ve monarşinin yüce çıkarlarını koruma gereği onaylar görünmesine neden olmuştu. Daha geniş bir perspektife
oturtulduğunda. Alman monarkın bu destekleyici rolü Osmanlı Erme­
nilerinin trajik kaderinin tecellisinde, Almanya'nın bilinçli ya da bilinç­
siz oynadığı rolü ortaya koyarak, daha büyük bir önem kazanır. Türk
tarihinin iki dönemini kapsayan bu perspektif, II. Wilhelm’in impara­
torluk yöneliminin sürekliliği olgusunun Ermenilerin nihai olarak yok
edilmesi süreçlerinin sürekliliği olgusuna paralel ilerlediği iki farklı re­
jimin etkisini göslerir. Bütün bu dönemler boyunca, Almanya’nın Tür­
kiye ile ortaklığının kalıcı niteliği düşünülürse, Türkiye'ye tüm övücü
sözleriyle II. VVılhelm, bu imha süreçlerinin geliştiği Sultan Abdulhamid ve (iktidarı ondan alan) Jön Türk Ittıhadçı dönemler arasındaki
işlevsel bağlantı halkası olarak sivrilir.
Süreklilik unsuru, burada söz konusu edilen Alman politikasının
tutarlılığını, yani Türkierin Ermenileri tasfiye etme kararına oldukça
baştan savma tezlerle rıza gösterdiğini doğrulayan bu iki döneme ait
iki ayrı Alman belgesinde güvenilir bir biçimde ortaya çıkmıştır Ör­
neğin, 1896’da Alman Dışişleri Bakanlığı’nın hazırladığı ve hem
Dışişleri Bakanı hem de Şansölye tarafından onaylanan Addülhamid
163
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
dönemi katliamlarına ilişkin Alman politikasının tormülasyonuna göz
atalım. Burada en çarpıcı nokta, Alman çıkarlarının tehlikeye düş­
memesi ve Ermenilerin açmazlarının daha da artmaması için, Al­
manya’nın Ermeniler lehine müdahalede bulunmaması gerektiği so­
nucuna ulaşılmasıydı.®0 Ya da yukarıda da söz edilmiş olan Neumann’a göre, Hıristiyan Almanlar bu katliamların "kendi mecrasında
gelişmesine (eigenen Weg gahen) izin vermeli ve kendilerine tek
görev olarak "sağ kalan kurbanların yaralarını sarmayı11 seçmeliy­
di.100 ikinci belge. 1. Dünya Savaşı’ndan kalmaydı. Türkiye’deki Er­
meni cemaati liderlerinin kitlesel olarak tutuklanmasıyla, soykırımın
gösterişli bir şekilde başlatılmasından on gün önce, Almanya'nın
Türkiye Sefiri tarafından hazırlanmıştı. Sefir bu belgede Alman­
ya’nın “Türk hükümetini karşısına almamak için özellikle dikkatli ol­
masını" istiyordu. “Aksi halde, belki de umutsuz bir soruna müdaha­
le ederek, daha önemli ve bizim için çok daha hayati çıkarları tehli­
keyi atma riskiyle boğuşmak zorunda kalacağız."101
Almanya’nın I. Dünya Savaşı’ndaki bu rızası ek bir yorumu ge­
rekli kılıyor, çünkü ne savaş hali ne de ittifakın görüldüğü 1894-96’da
mevcut olmayan önleyici ya da bastırıcı müdahale gibi imkânları Al­
manya’ya sunan bir ittifakın afanı içinde gerçekleştirilmişti. Savaş
sonrasında aklanma girişimlerine temel olarak hizmet eden belgeler
sunma niyetinden kaynaklandığı besbelli olan baştan savma resmi
protestoların varlığı da hiçbir şekilde ikna edici bir müdahale biçimi
sayılamaz. Bu rıza örneğini daha vahim ve mühim kılan, imparator­
luk Alrnanyası’nm savaşta Türkiye üzerinde kurduğu etki ve kontro­
lün genişliğiyle bağdaşmayişidir. O zaman Türkiye sadece geniş ve
genel anlamda Almanya’ya bağımlı olmakla kalmamıştı, ama en
başta savaşı yürütme kapasitesini korumak için özellikle Almanya’ya
99 Bkz„ 82 not.
100 Naumann, Asıa fn 81], 140.
101 Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivl{&onn). A. A. TürKel, 183/36, No. 228. 15 Nisan
1915 tarihli rapor Bu notta atıl yapılan kısım, Lepsius tarafından derlenen kitap­
tandır, Deutschlana una Armenıen (Potstfam Berlın, 1919], 8elge No. 26, s. 42.
164
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
bağımlıydı. Askeri, ekonomik ve mali kaynaklar gerektiren devasa
Alman yardımının sürekli akışı olmadan, Türkiye'nin bırakalım kap­
samlı bir savaş yürütmeyi, ayakta kalma yeteneği bile hemen he­
men sıfırdı. Sanki bu rıza kararını vurgulamasına, II. VVİlhelm Türki­
ye’de görevli yüksek rütbeli subaylarına "Ermeni Sorunu’yla ilgili
olanlar dâhil, “Türkiye'nin içişlerine karışmamalarını isteyen kesin
emirler vermişti.102Aynı zamanda, Savaş Dönemi Basın Sansür Da­
iresinin başındaki görevlilere de Ermenilere reva görülen muamele­
den söz etmeme talimatı vermişti.103
Türklerin Ermenilere karşı bu imha edici katliamlar politikasını
destekleme çizgisi, İmparator II. Wilhelm'in 1894-96 “ Ermenikırım”
(Armeniermord) döneminde, Sultan Abdülhamid'e gizlice verdiği
benzer desteğin devamıydı.104 O sırada Rus istihbaratı tarafından
toplanan malzemeye göre, İmparator II. Wilhelm'in hükümeti: 1) Abdülhamid’in Alman otoriteleriyle işbirliği içinde Ermeni katliamları ha­
berlerinin sansürlenmesine yardım eden gizli servis ajanlarını Al­
manya’ya göndermesine izin vermiş; 2) Rusya, İngiltere ve Fran­
sa’daki büyükelçilerine bu ülkelerdeki Ermeni milliyetçileriyle ilgili bil­
gi toplama talimatı vermişti. “Kapsamlı raporların içerdiği bu soruş­
turmanın sonuçlan İstanbul’da Abdülhamid’e iletilmişti;’’ 3) Türki­
ye'nin taşrasında görevli Alman konsoloslarına "Abdülhamid'i kendi
bölgelerinde yaşayan Ermenilere dair her şeyden haberdar etme”
emri vermiş ve 4) 1898 tarihli bir tamimde, Türkiye’deki sefirine tüm
Türkiye'deki konsoloslarına Ermenilerin lehine müdahale etmeme­
ye; yerel otoritelerin Ermenilere muamele etme tarzına karışmama­
ya; kendi bölgelerinde yaşayan Ermeni tüccarların, zanaatçıların,
vb. tam bir listesini hazırlamaya teşvik etme yetkisi vermişti. Ayrıca,
102 Vahakn N. Uadrlan, "Documentalioıı ol llıe Armenian Genocide in German and
Austrıan Sourcos” The Wdemeg Circle of Genocide I. Charny. ed (New Brıınswick. N.J.. 1994), s. 87, n. 8. |lttılak Devletleri Kaynaklarında Ermeni Soykırımı.
Toplu Makaleler Kitap 3 Belge Yayınları. Ocak 2007, İstanbul)
103 A g.e.
104 Kayzer'ln ve onun Türkiye ve Ermeni politikasının ateşli destekleyicisi Friedrich
Naumannun uydurduğu Frmenkınm Terimi için. bkz.. 81. not.
165
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Türkiye’deki Ermeniler hakkında casusluk yapan 32 Alman ve Avus­
turya ajanı sadece Abdülhamid’e değil, ama Alman Sefaretine de ra­
por veriyordu. Aynı derecede önemli otan, Abdülhamid’in Berliner
Tageblatt, Frankfurter Zeitung, Vossiche Zeitung, NordDeutsche Allgemeire Zeitung, Berliner Lokal-Anzeiger gibi bazı Alman gazetele­
rini dolaylı ve bazen dolaysız olarak rüşvete bağlamak amacıyla bü­
yük miktarlarda ödenek ayırdığı gibi, İstanbul'daki muhabirlerine
50-100 Türk Lirası arasında değişen aylık tahsisatlar ayırmasıydı.105
Bütün bu nedenlerle, kaçınılmaz olarak ulaştığımız sonuç şöyle:
Son tahlilde, savaşta Almanların rıza göstermesi, savaş süresinde
tamamlanan soykırımın onaylanmasıyla aynı kapıya çıkar ve Al­
manların bu rızasının Abdülhamid dönemine kadar giden mirası bu
alanda işlevsel ve önemlidir.
105 FO 96/211, kısım VIFI, s. 5 rapor Rus gazetesi Petrograd Beuıse GazeHe’nırt I.
Dünya Savaşı sayılarından uyarlanmıştır
166
7
Uzlaşm az Diplomasinin Güçsüzlüğü:
Ermenileri Tecrit Eden Zayıflıklar
Ermenilere Yardım Arayışlarım
Zora Sokan Faktörler
erçekten de Ermeni Patriği’nin öne sürdüğü gibi (4. Bölüm, 13.
not), Ermeni hareketinin yaratılması için gereken araçları sağ­
lamak sorun değildi. Oysa sonuçlar yığınla sorun yaratmıştı. Burası
Şark ve Ermeni Meselelerinin birbirinden farklılaştığı bir yerdir. Bir
yanda, bir dizi ulusal felaket sonunda ulusu kesinlikle ayakta tutma
deneyimi ile öte yandan bu deneyimi sağlayacak sonuçların yoklu­
ğunda çoğalan bir dizi felaket arasındaki farklılığı yansıtır. Başkan
milliyetleri ve Ermenilerin kaderinde bu farklılıkları açıklamaya
çalışırken, aşağıdaki değerlendirmeler dikkat çekicidir.
Osmaniı idaresi altındaki diğer gayri-Müslim milliyetlerin
ulaştıkları ulusa) kurtuluş hedefine Ermenilerin ulaşmayışı, AvrupalI
Güçler’den herhangi birinin vesayet ve aktif desteğinden yoksun ol­
malarının doğrudan sonucuydu. Slav milliyetleri -Sırplar, Bulgarlar
ve Karadağlılar- ırksal ve etnik akrabalıkları nedeniyle Ruslarır. i.o
ruyuculuğundan yararlandılar. Doğu Ortodoks Kilisesi ile dini bağ
lan. Yunanlılar ve Ellak Romenlerinin Rusların koruyuculuğundan
G
167
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
nasıl yararlandıklarını açıklıyor. Fransızlar ise, Lübnan’ı işgal edip
Türkleri Martinilere sınırlı özerklik vermeye zorlayarak, Lübnanlı Ka­
tolik Martinileri fiilen kurtardılar. Ne var ki, Ermenilerin -geniş Hıris­
tiyanlık kategorisi altında bir dini birliğe sahip olmalarına rağmen
-Avrupalı herhangi bir güçle aynı davranışı bekleyebileceği ölçüde
dini ya da etnik bağları yoktu.
Ermenileri Osmanlı tebası diğer milliyetlerden ayıran bir başka
faktör de jeopolitik endişelerle ilgilidir. Avrupalı güçlerin müdahale­
sinden yararlanan bütün diğer milliyetler, Osmanlı İmparatorluğunun
dış kenarlarında yer alırken, Ermenistan tarihsel yeri bakımından.
Türk vatanına bir tehdit gibi algılanıyordu. Yardım almaktaki lojistik
zorlukları, sözgelimi Ermenistan’ın İngiliz gemilerinin yanaşacağı li­
manlardan yoksun olması sorunu daha da ağırlaştırıyordu.
Rusya egemenlik sorunundan bağımsız olarak, lojistik zorlukları
aşabilecek tek güçtü. Devletin toprak bütünlüğü iddiaları ile insani
müdahale ilkesinin ahlaki buyrukları arasındaki çatışma konusunda­
ki ilk Rus politikasını Rus Dışişleri Bakanı Alexander Gorçakof ifade
etmişti Rusya'nın Berlin Büyükelçisi Kont Paul Şuvalofa 7 Kasım
1876 tarihli bir mesajında şöyle diyordu: “Eğer Büyük Güçler gerçek
bir iş başarmak isliyorlarsa... Türkiye'nin bağımsızlık ve toprak bü­
tünlüğünün insanlık, Hıristiyan Avrupa ve genel barışın talep ettiği
güvencelere bağlı kılınması gerektiğini kabul etmek... şarttır."1 Ve
İngiliz yazar Pears’ın not ettiği gibi, “Ermeniler ancak kendi ulusal
Kiliselerini terk edip, Rusların inancıyla resmen birleşmeleri halinde
korunmalıdır; tersi geçerli olamaz."*
Ermenilerin önündeki engellerden biri de Balkan milliyetlerinin sa­
hip olduğu coğrafi nüfus yoğunluğu avantajından yoksun olmalarıydı.
Berlin Kongresi ertesinde, bir dizi yeniden iskân kararıyla, Türkler
taşradaki Ermeni nüfusun istatistiksel bileşiminde hayati değişiklikler
yaratmışlardı. Sonuçta, Türklerin yanı sıra bazı etnik grupları içine
1
Sfı/e Book Turkey, No I (1877), Belge No. 1053, s. 90.
Z
Sir Edvvın Pears, ‘Turkey. İslam, and Furanıanısm,’ Conteıvporary Review 14,
(1918): 373.
168
FRMENİ SORUNUNUM DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
alan Müslûmanlar 9e Ermeni kategorileri arasındaki demografik den­
gesizlikler, özellikle tarihi Ermenistan'ın Erzurum, Van ve Bitlis vila­
yetleri gibi bölgelerinde Müslûmanlar lehine daha da büyümüştü.
Ayrıca {ekonomik imkânlara kavuşma isteği yanında), yağmalardan
kurtulmaya çalışan Ermeni nüfusun önemli bir bölümü de iç göçlerle
memleketlerinden ayrılıyordu. Sonuçta ortaya çıkan coğrafi dağılım,
belki de gelecekte Yunanistan ya da Bulgaristan'a benzeyecek so­
mut bir Ermeni devleti fikrini sulandırdı.
Bütün bu nedenlere bağlı olarak, Ermeni Sorunu kendi ayağına
kurşun sıkan bir meseleye indirgendi ve sorunun bu haliyle uluslara­
rası diplomasi sahnesine oturtulmasından yararlanmayı bekleyen
halkın kaderini daha da kötüleştirdi. Bu olgu, 1878 Berlin Antlaş­
masının ilgili maddeleri ve bunların çuvallamasının sonuçlarının dal­
lanıp budaklanmasına yeniden odaklanmak gerektiğini vurguluyor.
Antlaşmaların Boş Vaatleri
AvrupalI Güçler Türkiye’yi, gayri-Müslim tebanın eşitliğini açıkça
ilan etmesi için defalarca zoriadılarsa da, OsmanlIları sözlerini tut­
maya zorlamakta ya isteksiz ya yetersiz kaldılar. Yukarda görüldüğü
gibi, Türkiye’nin anlaşmalara uyma fırsatı hiç eksik olmadıysa da.
sonuçta bu fırsatlar uçup gidecekti. 1878'de, Berlin Antlaşması İm­
zalandığında, Ermeni Sorunu Osmaniı imparatorluğumun salt iç so­
runu olmaktan çıkmıştı. Bu nedenle, Antlaşma bölümün bu kesimin­
de incelenen sorunun özünü yeniden düşünmeye çağırıyordu. Antlaşma'nın 61. Maddesi'nde şunları okuruz:
Babıâli. Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde yerel koşulların gerektirdiği dü­
zenlemeleri ve reformları daha fazla ertelemeden gerçekleştirmeyi ve
Çerkezler He Kürtlere karşı güvenliklerini sağlamayı taahhüt eder.,.. Bu
taahhüdün yeıine getirilmesi için atılacak adımlar, uygulamayı dikkatle
gözleyecek otan Büyük Güçlere düzenli aralıklarla bildirilecektir.
Rolin Jaequemyns antlaşmanın bu şartı ve - kamusal görevle­
re girme hakkıyla birlikte, dini özgürlük, medeni ve siyasal haklar
sağlayan - 62. Maddesi'nin anlamını yorumlarken, Ermenilerin,
169
ESMEMİ SOYKIRIMI TARİHİ
“uluslararası sözleşme hukukunun açık koruması ve Büyük Güç­
ler'in denetimi altınar alındıklarını doğruladı. “Türk hükümetinin do­
ğal yükümlülükleri... Ermeniler konusunda, Antlaşma’ya taraf olan
Devletlere karşı kesin yükümlükler biçimini almıştır....”3
1839 ve 1856’daki eski reform hareketleri ve 1876 Kanunu Esa­
si örneklerinde olduğu gibi, Berlin Antlaşması nın milliyetler ve
azınlıklara muamele konusundaki maddeleri de kâğıt üzerinde kaldı.
Resmen yürürlüğe konulmaları, Büyük Güçler’in açısından daha
sert inisiyatifler almalarını engelleyen çıkarcı bir önlemdi. Ünlü İngi­
liz tarihçi Gooch bütün süreci aşağıda gerektiği gibi özetlemişti:
Avaıpa İttihadı ölmüştür .. kuvvete başvuıma niyeti olmadan baskı yap­
manın. Ermenistan'ın yem bir Bulgaristan olmasına izin vermeye niyeti
olmayan Sultan ın direnişim zayıflatmak bir yana, sertleştirdiği ortaya
ç ık m ış tır.. Büyük Güçler'in gösterdiği tutarsız ilginin içler acısı sonucu,
Ermeni dağlarında gerçekleşmeyecek um utlar uyandırırken, Sultan'ın
yüteğine yakın gelecekte örgüttü katliam ve gazaba iten kuşku tohum ­
ları serpınes.ydi.a
Ne var ki, çok çeşitli nedenlerle, Büyük Güçler Berlin Antlaş­
m asının imzacı tarafları olarak üstlendikleri sorumluluklardan
kaçınmışlardı.
Paris ve Berlin Antlaşmalarının belirsiz ve elastiki şartları da Bü­
yük Güçler’in ayak sürümelerine ve durum uygun olduğunda, sorum­
luluktan kurtulmalarına ve bu sorumluluğu inkâr etmelerine yol açtı.
Örneğin. Paris Antlaşmasının 9. Maddesi. Türkiye'nin iç işlerine “ge­
rek birlikte gerekse ayrı ayrı" her türlü müdahaleyi yasaklarken, re­
formları şart koşuyordu. Berlin Antlaşması'nın 61. Maddesinin son
paragrafına iliştirilen ''gözetim” sözcüğünün belirsizliği, antlaşmanın
kararsızlığına eklenmişti. Gözetimin özgül işlevlerinin tanımlanma­
dan bırakılması, herhangi bir imzacı tarafa Büyük Güçler’in sözleşme
3
M Rolin-Jaeguemyns. Armenia, the Armonians. and the Tıoatios (Londra, 1891),
38.
4
G.P, Gooch. History of Modern Curope 1976-1919, (New YoıK. 1923). 22-23.
170
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
gereği başkasına değil de sadece birbirlerine karşı sorumlu olduk­
larını öne sürmesine izin veriyordu. Cidden, uygulamada reformlar
izlenmedi, Ayrıca, 61. Madde araya sıkıştırılan ortak “Güçler’' teri­
miyle, İmzacı Büyük Güçler'den herhangi birinin tek taraflı eylemini
örtülü bir biçimde yasaklıyordu.
İngiltere Argyll Dükü'nün belirttiği gibi, ‘ Herkesin işi kimsenin işi
değildir’* sözü gerçekleşiyordu. Ingiliz akademisyen Dawson, bu
noktayı yaklaşık 30 yıl sonra yeniden öne sürdü: “Hiçbir ciddi ulus­
lararası mukavele, 1878 Temmuzunda Berlin'de Her şeye Kadir
Tanrı adına’ varılmış olan Antlaşma kadar, kısmen İmzacı Güçler’in
kendileri taralından bu kadar sistematik ve açıkça ihlal edilip hiçe
sayılmamıştı” 6 İngiltere Parlamentosunda yaptığı bir konuşmada,
geleceğin İngiltere Dışişleri Bakanı ve Başbakanı Lord Salisbury,
şüpheci bir biçimde şöyle söyleyecekti: “ ...altı Güç’ün ortak diplo­
matik baskı değil, ama deniz ve kara kuvvetlerini kullanmaya - ki
bundan çok kuşkuluyum - karar vermeye zorlanması mümkün olsa
da olmasa da... bu ikisi arasında bir uzlaşmayla hiçbir şey k a z a n ıl­
mayacağından em inim.,.’’7
Bu başarısızlıkta ek bir faktör de altı Büyük G üç’ün Berlin Antlaş­
masının imzalanmasından sonraki on yıllarda, Türkiye’ye karşı bir
dizi diplomatik girişim ve protestoların farktı derecelerde gerçekleş­
meğiydi. Zira olaylar bu Güçler’i aynı ölçüde ya da ağırlıkta ilgilen­
dirmiyordu. Örneğin, 1894 Sason katliamının ertesinde son şeklini
alan Mayıs 1895 Reform Projesi’ni Sultan'a sadece İtilaf Güçleri
önermişti. Almanya ve Avusturya da aynı şekilde Giril kriziyle boğu­
şan Avrupa İttihadı’ndan kopmuştu. Sadece İngiltere, Fransa, Rus­
ya ve İtalya sebat ederek, 1899'da adanın özerkliğini güvence altına
almayı başarmışlardı.
5
G. Campbell (Aıgyll Dükü), Ouı Responsibililies loı Turkey (Londra, 1096), 74.
6
W. H Dawson. The Cambridge History ofBritish Foreign Policy 3. Cilt (Cambrid-
7
ge, 1923), 143.
London Times. 24 Ekim 1890. M. MacColl, The Sultan and Ihe Powers iLondra,
1896), 291’den alınlı.
171
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Diplomatik Anlambîlim (Semantik)
Yoluyla Kıvırtma Faktörü
İngiltere Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığını birlikte yürüten
Satisbury, İstanbul’da Ağustos 1896 katliamlarının ertesinde, diğer
beş Büyük Güç’ün başkentlerine uzun bir memorandum gönderdi.
Bu İngiltere’nin son kez Sultan'ı Berlin Antlaşması'nın 61. Madde­
sindeki şartlara uymaya zorlama çabasıydı.
Ermeni Sorunu’nun ortaya çıkışı ve Türkiye’nin bir dizi antlaşma
sonucu üzerine aldığı sözleşme yükümlülükleriyle ilgili olarak, Büyük
Güçler’in insani müdahale tarihini özetledikten sonra, Salisbury di­
ğer Güçler’e Türkiye’nin karşısına kararlı bir biçimde dikilme vaktinin
geldiğini hatırlattı. Büyük Gûçler'in “ İmparatorluğun topraklarının sta­
tükosunu koruma’’ taahhütlerinde tereddüt göstermeden, Satisbury
bu dış korumanın Türkiye’yi "kötü idare ve çürümenin etkısiYıden
kurtaramayacağı gibi, “Avrupalı Güçler'in sabrının kendi yaptığı kö­
tülükler nedeniyle un ufak olan bir dominyonun ömrünü uzatamayacağı" noktasını vurguladı. Bir kez daha Avrupa ittihadı’nı muhafaza
etme gereği ve Büyük Güçler’in sadece oybirliğiyle ve bir koalisyon
biçiminde müdahale edebileceği antlaşma hükmüne riayet etmenin
‘baş planda önemli” olduğunu tekrarladı. Sonra da temel tezini orta­
ya koydu: Büyük Güçler oybirliğiyle bir çözüme ulaştıklarında, ."ha­
rekete geçilmelidir... mevcut durumda ulaştığımız bu noktada...
Türk Hükümeti’nin itirazlarının bunların hayat geçirilmesine engel
teşkil etmesine izin verilmemeli.” Muhataplarını "bu konularda oybir­
liğiyle alman kararın nihai olduğu ve kesinlikle Büyük G üçlerin emir­
leri altında bulunan kuvvetlerin büyüklüğü ölçüsünde uygulanabile­
ceği anlayışım” edinmeye çağırdı.®
8
Bitte Book. Turkcy No. 2 (1807), Belgo No. 2, s. 1 5 Tamim 20 Ekim 1896 tarih
lı. Tamim-memorandumun Fransızca çevirisi - özgün İngilizce metinle birlikte Docımıents Diplomatizıques. Aflaires Armeniennes. Livre Jaune. 1893- 1897.
(Bundan böyle D4F olarak geçecek). Ek, Belge No. 277. s. 304-309 İngilizce aslı
S. 298-303'de.
172
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU VE ÇÖZÜMÜNOE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
Avusturya® ve İtalya10 "uygarlık ve insanlık ilkeleri”nde ve reform­
ların etkin yürütülmesinde “Avrupa İttihadının ahlaki otoritesfni koru­
ma gereğinin vurgulanmasında hemen anlaşır ve İtalya daha aktif bir
rot üstlenirken, öteki üç Güç hemen tam anlaşmaya vardılar. Alman­
ya da aynı fikirde olmasına karşın, reformların “hangi ırk ve dinden
olurlarsa olsunlar, sadece Ermeniler değil, Sultan’m tüm uyruklarının
durumu iyileştirme” hedefine sahip olması gerektiğini öne sürdü.11
Görünürde ilke olarak anlaşmalarına karşın, Fransız ve Rus hü­
kümetleri gerekirse ve gerektiğinde Sultan'a karşı uygulanacak zor­
layıcı önlemler sorununa yumuşak yaklaştılar, Salisbury, tamiminde
Büyük G üçler’in hangi eylem yolunda anlaşabileceklerinden
bağımsız olarak, kalıcı antlaşma hükümlerindeki tek taraftı eyleme
girişmeme, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü koruma,
ortak sömürge yönetiminden kaçınma taahhütlerinin hâlâ geçerli ol­
duğunu göstermişti. Ne var ki, bu belirlemeleri göz ardı eden
Fransız Dışişleri Bakanı Hanotaux, tamime cevabım tekrar tekrar
hatırlattığı bu hükümler© dayandırarak, söz konusu hükümleri kendi
ortak eylem şartları olarak gösterdi, insan ya tamimi dikkatli oku­
madığından ya sadece kaçamak veya kayıtsız yaklaştığından kuş­
kulanıyor. Ayrıca, Salisbury çok önemli bir koşulu vurgulamıştı: Bü­
yük Güçler, Türkiye'nin taleplerini yerine getirmeye itiraz etmesi ha­
finde zorlayıcı adımlarda önceden antaşmalıydt; çünkü “oybirliğiyle
aldıkları karar... nihai olmalıydı.” Bu vurguyu hiç ciddiye almayan
Hanotaux, tıpkı Ruslar gibi “uygun anda... bunları [zorlayıcı önlem­
ler] araştırma” isteğini ifade etmişti.14 Özetle, Türklerin oyalama ve
9
Biue Book [n. 8). Belge No. 4, p. 5,23 Ekim 1896 ve Belge No. 26, s. 17,21 Aralık
1896.
10 Ag.e., Belge No. 30, s. 21, Salisbury'nin İtalya Büyükelçisi Sir Clare Ford'a 2
Ocak 1897 tarihli raporu.
11 Ajr.e.. Belge No. S. s. 5. Ingiltere’ni Almanya Büyükelçisi Sır F. Lasceltes’irr Salisburyye 23 Ekim 1896 tarihi raporu.
12 Situe ftook(n. 8j, Belge No 28. Fransızca aslı s. 18. İngilizce çeviriş. t9; metin­
ler Fransa'nın İngiltere Büyükelçisi Baron de Courcefin SaHsbury'ye 23 Aralık
1896 tarihli raporundan. Ayrıca, bkz., OAF jn. 8], Betge No. 322, s. 336.
173
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
kaçamak yaklaşım modeli, şimdi de mücadele ediyormuş görüntüsü
vererek, Sultan ı alttan alta destekleyen Büyük Güçler tarafından da
taklit ediliyordu.1’
Rusların cevabı bir pârça daha dolambaçlıydı. Birincisi, anlaşma
isteğini ifade ediyordu 14 Sonra Rus hükümeti, ‘bağım sız bir hüküm­
d a rın ülkesine karşı zorlama tavsiyesini ‘'yadırgadığım bildiriyordu.
Derken "yadırgama” dediysek, bu ret anlamına gelmez gibisinden
bir açıklama geliyordu.'5 Sonunda, hükümet zorlama fikrine açık
destek veriyordu 16
Kuvvet kullanma tehditlerine karşı Türklerin standart tepkisi, be­
lirli vilayetlerdeki bütün milliyeti hedef alan genel katliam havası ya­
ratmaktı. Fransa’nın 1860'daki Lübnan müdahalesinde, Fransız
Dışişleri Bakanı M. Thouvenel bu tehdide pabuç bırakılmayacağını
söylemişti: “Böyle bir mantık bir kez kabul edilirse, ne zaman Türki­
ye'de bir hak ihlalinin düzeltilmesi talep edilse, hemen karşımıza bu
çıkarılır.”
Ancak Ermeniler örneğinde, Türkler çeyrek yüzyıl sonra bu tehdit­
lerin kuru gürültüden ibaret olmadığını göstereceklerdi. Adı ve rejimi,
on dokuzuncu yüzyılın Ermem katliamlarıyla özdeşleşmiş olan Sul­
tan Abdülhamid, Büyük G üçlerin Ermeniler lehine aktif müdahale et­
mekte kararsız davrandıklarını anlayarak, Antlaşma'nın ilgili madde­
lerindeki eksikliklere sığınma eğilimlerini takdir etmişti. Son tahlilde.
Büyük G üçle rin katliamlara başlıca tepkisi, Türkiye'den şikâyet et­
m ek ve belirsiz tehditler savurmaktı. Ama Ermeniler İçin en önemli
olan, katliamların örgütlenmesinde doğrudan parmağı olan yetkili­
lerin tutum larının gösterdiği gibi, bu şikâyet ve tehditlere Türklerin
13 A Q.e.. Belge No. 22. s. 15, Ingiltere'nin Rusya Büyükelçisi Sır N. O’Conor’un Salisbuty'ye 25 Kas m 1893 tarihli raporu.
14 A g.e.. Belge No. 24. s. 15-6. Safisbury'nin O'Conor'a 25 Kasım 189R tarihli ra­
poru.
15 A g e
Belge No 25. s. 1B-7, O'Conor'on Salıstory’ye 25 Kasım 1896 tarihli ra­
poru.
16 MacColl, The Sultan (n. 7), 34.
174
ERMENİ SORUNUNUN DOĞUŞU v e ÇÖZÜMÜNDE MÜDAHALENİN İŞLEVSİZ KALMASI
verdiği tepkilerdi. İngiltere'nin emekli Halep Konsolosu Henry Bamham, kendi konsolosluk bölgesindeki, özellikle Antep, Urfa ve Maraş’taki zincirleme katliamlarla ilgili ayrıntılı raporunda, faillerin tutuklanmaktan korkuyor olabilecekleri görüşünü reddetmişti. Tersine,
kendisi şu görüşteydi:
Yetkililerin davranışında tek gördüğüm, Avrupa’nın müdahalesi­
ne karşı teessüf ve meydan okuma.17
17 Blue Scok Turkey No. ö (18S6), Belge No. 52'ye Ek 1, s. 47, Büyükelçisi Currio'nin Salisbury'ye ’ 9 Şubat 189S tarihli raporu.
175
Kısım IV
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ
BAŞLATILMASI
8
Abdülhamid Katliamları Devri
vrupalIların reformlara zorlamak için sıkıştırması ve Türkiye’nin
hukuksal-politik değişikliklere direnmesi, Türklerin Türk*Ermeni
çatışmasının tırmanmasına içte verdikleri tepkiye zemin
hazırlamıştı. Bu gürültü patırtı içinde, yukarıda açıkladığımız kamu
hukuku ile örf ve adet hukukunun kopukluğu, iki yasal alan arasında
sert bir çatışmayla daha da kötüleşmişti. Ne var ki, Türkler gelenek­
sel hâkimiyetlerini kendi örf ve adet hukuku iddialarına dayandırıyor­
lardı, Sonuç, örtük baskı güçlerini bir anda serbest bırakan dinamik­
leriyle böyle bir hâkimiyetin yeniden vurgutanmasıdır, Ermenilerin
eşitlik ve diğer hakları için seslerini yükseltmelerine tepki olarak, hâ­
kim grup kurumsal gücünü kuvvet kullanarak uygulamaya koyulmuş­
tu. Ne var ki, kalliamlar, baskı eşiğini aşıp, bastırma alanına giren
A
düzeyde kuvvet uygulanmasının yan ürünleridir. Kural olarak, böyle
eşiklerin aşılması, genelde hâkim ve bağımlı taraflar arası İlişkideki
akut krizlerin doğuşuna rastlar. Böyle bir çatışmanın patlak vermesi,
genelde yüzeye çıkarak kendilerini dayatmak için çıkış noktaları ve
araçları arayan gizli gerüimlerin dip dalgalarının göstergeleridir. Şid­
detli uluslararası çatışmalar bağlamında, bu sosyal psikolojik aygıt
hızlandırıcı bir faktör olarak betimlenmiştir. Aşağıda, tarihçilerin çoğu
kez "Ermeni katliamları” olarak resmettikleri Abdülhamid devrinde
179
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
görüler» Dir dizi katliamın incelenmesi, bu gibi hızlandırıcı laktörlerin
etkisine ışık tutarken, bir yandan da baskı rejiminin nasıl kolayca
ansızın bastırma rejimine dönüştüğünü de gösterir.
t
Sason Ayaklanması
Abdülhamid devri seri katliamları, 1876 Balkan ayaklanmaları ve
Türklerin bunlara cevabının verildiği koşullardan farklı olmayan
1894 Sason Katliamı ile başlatılmıştı Yerli Ermeni köylülüğü. Bal­
kanlarda ayaklanmayı tetiklemiş olan Slavların yaşadığı türeler»
baskılara öteden beri katlanmaktaydı. Yaşanan korkunç eşitsizliğin
yanında, isyanın asıl nedeni bu çifte vergilendirme sistemiydi. Ermoniler sadece görünürde merkezi hükümeti temsil eden mültezime
değil, mahalli Kürt ağalarına da vergi ödemeye zorlanıyorlardı. Ço­
ğu kez Karadağ dağ köylüsüyle karşılaştırılan Sason dağ köylüsü­
nün ayaklanması, bu yüzden Bosna-Hersek köylülerininkine benze­
tilmişti. Doğu Anadolu’daki Ermeniler gibi, onlar da iki ayrı ezen
sınıfın çifte vergilendirme sistemine tabiydiler: Bir tarafta, mahalli
Müslüman toprak sahibi ve ıVfüslûmaniığa geçm iş olan Slav asıifr
aşiret reisi: diğerinde zorba Türk memurları. Paralellik burada kalsa
iyi. Ayrıca her iki kurban grup da Rusya'nın bazı örtülü teşvikleri d â ­
hil, yabancıların ajitasyonlarının hedef kitlesiydi Bir Türk yazarın ka­
bul ettiği gibi, Sason ayaklanması artan vergilerin dayatıl masıyla
başlamıştı. “Sason Ermenileri çifte vergilendirmeye boyun eğmeyi
reddettiler. ..[Bu itaatsizlik karşısında] cahil ve dik kafalı vali, yörenin
Müslümanlarını Ermenilere karşı kışkırtmaya başladı.”'
İngiliz tarihçi Lord Kinross, Sason Katliamı analizinin sonunda,
Ermenilerin “bu çifte vergi1’ sızdırmaya “boyun eğmeyi” reddetmeleri,
“ 1894'te Sultan’ın emriyle girişilen zalim katliam kampanyasına ba­
hane edildi” demişti. Kinross, Sason Ermenilerinin açmazlarını
açıklarken, “Kürt ağaların Ermeni ahaliyi korumaları karşılığında öde­
nen şantaj yollu örgütlü bir haraç sistem iyle sızdırdıkları vergilere"
1
Mithat Sertoğlu, "Tiirki/e’de Ermem Meselesi” Belgelerle Türk Tarih Dergisi 2
(Kasım 1967): 48.
180
İLK SOYKIRIM PÛLİ1 İKASININ BAŞLATILMASI
gönderme yap ıyordu2Abdülhamid devri katliamlarını yazan Fransız
kronikçi Vıctor Berard da Sason Katliamı m aynı şekilde açıklar. Ona
göre, daha 1892'de Bitlis vilayetinin Sason kazasının bağlı olduğu
Muş sancağının mutasarrıfı (gerçi Sason idari olarak aynı vilayetin
Siirt sancağına bağlıydı) bölgede “aynı anda iki efendiye birden hiz­
met edemeyiz" diyen üç Ermeni dağ köyünün direnişiyle karşılaştı.
Ancak "muhakkak T iirklere hizmet etmeyi tercih ederdik," ama "za­
ten Kürtlere de ağır vergiler ödüyoruz" diye ekliyorlardı.®
Hiç şüphesiz, Ermeni devrimci partilerden biri olan Hınçakların
müdahalesi ve iki liderini ajitasyon yoluyla bir silahlı ayaklanma ör­
gütleme çalışmasına göndermelen durumu daha da vahim bir hale
getirmişti. Zulümlerin yaşandığı bölgeye yakınlığı nedeniyle, bu ko­
nuyu değerlendiren İngiltere’nin Van Konsolos Muavini, olayları
yakından gözlemlemiş, iki ay sonra da İstanbul’da Sefir’ine raporu­
nu sunmuştu. “Ajitasyonun çok anlam taşıdığını ya da köylüler üze­
rinde fazla etkisi olduğunu sanm am .14 Olayların nasıl başladığını in­
celemek üzere Sudan’ın zoraki kurdurduğu Türk Tahkikat Komisyonu’na katılan üç Avrupalı Delege’nin (Fransız, Rus, Ingiliz) ulaştığı
sonucun kanıtladığı gibi, çabanın aslında boşa giltiği görülmüştü
Yaklaşık 60 sayfa uzunluğundaki ayrı raporlarında, bir köyün “yet­
miş, seksen kadar haneden oluşan yedi-sekiz mahallesi”nin “vergi
ödemeyi reddetmesi... Kürtlere haraç veren köy sakinleri arasında
devrimci ruhun kanıtı sayılamaz" diyorlardı. Ayrıca “bir Ermeni çete­
sinin ya da münferit olarak “askerlere gösteriien direnişin” de otori­
telerin iddia ettikleri gibi “açık bir isyan” olmadığını eklemişlerdi.5
2
Lord Kirtmss. The Ottoman Centııries (klew York 1977), 557-58
3
Viclor Berard, La Polılique Ou Sultan 3. basıo (Pans, 1897), 883 passım.
4
Blue Book. Turkey No. I (1895) Kısım I, ek 2 8etge No. 60 s. 369, Kasım 6, Bü­
yükelçi Philip Currıe'nn Londra ya 26 Kasım 1894 de “Hizmete Ö zer damgasıyla
gönderdiği 189-4 tarhli rapor, Belge No. 754, şifre No. 539.
5
A.g.e.. Belge No. 252.20 Temmuzda yazılıp 15 Ağustos 1895’te iletilen Ortak R a­
por No. 255, s. 133-193. Alntılar s. 170, 171, 173'derı. Fransızca melin The Diplomatic Archives o t the fo re ig n M inistry o i France iFransa Dışişleri Bakanlığı Diploınaui A ışM ) (Documents Diplomatiques IS 7 I-I9 0 C ) (Bundan sonra DAF olarak
181
ERMENİ SOYKIRIMI TARIMI
Kaçabilecek durumda olmayan ‘ ...yaşlı, hasla ve ço c u k .. .ayrımı
yapmada»” katliamların başlatılmasında merkezi otoritelerin, daha
özete inersek, Saray ve Abdülhamid'in suç ortaklığı olduğunu aynt
şekilde doğrulayan zamanın Avrupai) diplom atlarının raporları
vardır * Bu raporlardan da görüleceği gibi, vergi konusu yetkililerce
Ermenileri kırıp geçirme bahanesi olarak kullanılmıştı. Fransa Sefiri
Cambon, Paris'teki Dışişleri Bakan Hanotaux’a 19 Aralık 1984 tarih­
li "tres coniicİBntat' (çok gizli) damgalı raporunda. Sultanın hükümet
merkezi BabIâli'nin bilgisi dışında 7 (a l ’i nsu ta Porre),"(kaUiamları
gerçekleştiren) Dördüncü Kolordu Kumandanı’na bizzat emir verdi­
ğine dair “kesin" bilgi sahibi olduğunu yazmıştı. Komşu Van'ın Ingiliz
Konsolosu Hallard, İstanbul’daki Sefirine ‘ emirlerin Yıldız (Sa­
ray'ından) verildiği konusunda. .. hiçbir makul şüphe görülmüyor"
dem işti.3 Katliamların arifesinde, aynı Kumandan Zeki Paşa’ya
“sadık ve takdire şayan hizmetleri ite mükemmel ve muktedir gayret­
leri İçin" Sultan tarafından İmtiyaz Nişanı verilmişti. Daha sonra Mü­
şirliğe terfi ettirilen Paşa, katlim bölgesinden dönüşünde, üzerinde
İmparatorluk arması ve “gayret, hamiyet ve sadakat” kelimeleri yazılı
bir altın madalya olan Liyakat Nişanı tle de taltif edilmişti.9 Sultan’ın
suç ortaklığı İngiliz Dışişleri Bakanı Kimberley Kontu tarafından da
doğrulanmıştı. Kont, Başbakanı Rosebury Archibald Kontuna, Ermenilere karşı acımasız katliamların bizzat Sultan’m başının altından
çıktığını söyleyen Dışişleri Bakanı da bu suç ortaklığını doğruluyor­
du: Zeki Paşaya verilen şeret unvanları “bize ve diğer Büyük Güçler’e kasıllı bir hakarettir. Başlangıçla böyle bir şeyi düşünmemiştim,
ama korkarım ki son bilgiler şüphe götürmüyor."
geçecek) Attaires Aımeniennes. Livre Javne i t $9?) Belge Nu. 86 (16 Ağustos
1895) Ortak Rapor'a e'<. s. 96-11 ve Belge No t e Ek, s. 111-136.
6
A.g.e., 173.
7
A.g.e., 11. Cilt, Belge No. 318, s. 493 (1947).
8
FO 881/6645, A. Block'un raporunu içeren ek No. 3.
9
Blue Book [n. 4], Belge No. 49. s. 21, Belge. No. S8, s. 42 ve Belge No. 82, s. 45;
Liyakat nişanı içm, bkz., OAF[ n 5). Belge No. 13 s 19, Fransa’nın Erzurum Kon­
solosu Bergeron’un 24 Kasım 1895 tarihli raporu.
182
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
Ulusal siyaset ve devletin çıkarlarıyla kendilerini fazla bağla­
m amış olan Türk tarihçiler, Sason katlimi tertipçiterinin Kürtler oldu­
ğunu yazarak, oynanan oyunu açığa çıkarmakta teceddüt etm em iş­
lerdi. Tarihçi Osman Nuri, üç ciltlik Abdüthamid biyografisinin ikinci
cildinde, bu olguya dikkat çeker. Amacın katliam ların suçunun yükü­
nü yetkilerin sırtından alıp, Kültlerin sırtına yıkm ak olduğunu göste­
rir. “Bu boyutlardakr katliamlar, Ermenilere boyun eğdiremeyen
Kürtlerin bu işi kıvıramaması üzerine düzenli ordu birliklerinin
çatışm aya müdahalesinin bir yansımasıydı. Bu askeri müfrezeler
bölgeyi harabeye çevirmiş, “köyleri ateşe verip birçok kişiyi öldür­
m üşlerdi .10 Dört kez Sadrazamlık yapmış olan Kâmil Paşa, Sason
Ermenilerinin “yakılıp öidürülmesi"ne atıfta bulunmuştu .11 Bir diğer
Türk tarihçi, Sason’a göndermeyle Türklerin aldıkları stratejik bir ka­
rarı uygulamaya koyarak, kurulan Kürt Hamidiye alaylarını kul­
landıklarını, yani Ermenilere karşı ■kanlı” şiddet araçları olarak bu
birliklerden faydalandıklarını vurgular .15 İngiliz tarihçi Marriott'un be­
lirttiği gibi, “Kürtler Ermeni dağ köylerinden daha çok vergi sızdırma­
ya sürekli teşvik edilmişti. Düzenli Türk ordusunun desteğiyle, Kürt­
ler ayaklanmayı kanla ezmeye koyulm uştu .”13 Vekâleten cinayetin
bu tıpı, kitlesel cinayetin tertipçilerini gizleme çabasıyla yürütülen sa­
vaş anlamına geliyordu. Bununla birlikte, yukarıda beürtildiği gibi,
pek çok kaynaktan toplanan deliller, kesin darbenin Kürt başıbozuk­
lardan değil, “Kürt kılığına da çatışmalarda 150 [askerini] kaybetmiş
oian Dördüncü Kolordunun düzenli birlikleri olduğunu gösteriyor .14
10 Osman Nuri. Abduttıam icl S a r i ve Devri Saltanatı. H a yalı H u s u s iy e ve S iyasiyesi.
Osmanltca skıipt. Cilt 2 (İstanbul. 1328/1912). 372. Yakarın ölümüyle kosiltn yapıt
tarihçi Ahmed Refik lAttır.ay) larafmdan tamamlanmıştır.
11 Kâm* Paşa. H a tıra tı S a d rı ü s b a k K a m il Paşa (İstanbul, 11913)), 180-31, 187.
12 Doğan Avcıoğlu. M illi Kurtuluş E v . * / (Cilt 3 {İstanbul. 19741. 1088.
13 J. M arıioll, T he E a ste ııı O uestioıı. A n H isto rıvai S tudy it: E u ıv p e a ıı D p to ta a s y 4.
bask, yeni basım (G!asgow, 1958). 399
14 Ttıe Times (Londra), 30 Mart 1895. C.M. İngiltere'nin Van Konsolos Muavini Hailward. 6 Kasım 1894 tarihli raporunda, Kürtler Ermeniler tarafından püskürtülüp
'(Türk] askeri yardım etmezse saldırıya devam etmeyecekieıf’ni söylemelerinden
183
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Alman General von der G 0 U2, Sultan’ın Yaveri Türk Ferik Abdullah
Paşa'darı aldığı bilgiye dayanarak, Ermenilere karşı kullanılan birlik­
lerin - çoğu Kurt olan binlerce başıbozuk dışında - piyade liifeği,
kılıç ve dağ loplarıyla Silahlandırılmış birkaç piyade ve süvari alayı
olduğunu 15 söyler. Bir Fransız tarihçi bu birlikleri şöyle sıralar: 12 pi­
yade taburu, dört Hamidiye süvari alayı ve birkaç topçu bataryası .16
Avrupa’nın Sason Ayaklanmasına Zayıf Tepkisi
Sason dağ köylülerinin çifte vergilendirmeye genelde "Sason
Ayaklanması" diye nitelendirilen silahlı direnişi, erken doğumuna yol
açtığı katliamın sınırlannı aşan bir anlam taşır. Bu katliamın görülen
asıl neticesi, sonradan çok daha büyük ölçekli katliamlara erken do­
ğum yaptıran Osmanlı imp.'na muhalefetin yeni ve farklı biçimleri yo­
luyla. gelişmeler üzerinde frenleyici etkisiydi. Aşamalı bir zincirleme
tepkimenin ana hatları burada aynen gözlemlenebilir. Bu nedenle,
belirtilen gelişmeleri kavramak için, bu neticenin incelenip gözden
geçirilmesi şart. Bunu iki düzeyde ele alabiliriz: Sason'daki yıkımın
niteliği ve alanı ile faillerin sonradan yararlandığı dokunulmazlık.
Sason katliamı modern Osmanlı tarihinde barış zamanında ger­
çekleştirilen ve herhangi bir dış savaşla hiçbir ilgisi bulunmayan Ermenileri hedef alan örgütlü kitlesel cinayetin ilk örneğiydi. 24 gün
sürmüştü (18 Ağustos- 10 Eylül 1894). Zulmün yaşanmasından bir­
kaç hafta sonra, olay yerinde bir araştırma yapma imkânı bulan Ingi­
liz Konsolos Muavini Cecil M. Hallard, ayrıntılı bir rapor yazmıştı. Bu­
na göre, “yaklaşık yirmi beş köyün nüfusunun büyük çoğunluğu yok
edilmişti. Bazı köyler bu ülke ortalamasından çok büyüklü.” Sırf Bit­
lis'ten intikal eden müfrezeler “evleri içindekilerle birlikte yakmak için
kullanılan seksen teneke gazyağı getirmişlerdi.'' Özellikle Geligüzan
sonra, Türk askerlerinin “Kürt kılığında saldırıya katılmasıyla başarı kazan tdığınf
doğrular. Bkz„ rapor s. 1. aşağıdaki 17. not 17.
15 Etkili Alman gazetesi Kûlnisclte Zeitung'tan. 24 Şubat 1895.
16 Le Via. de la Jonquioro, Histoiro de l'Empire Ottoman dcpuis İse ongines jusgu'i
nosjoursC il II, genişletilmiş, yeni baskı (Paris. 1914). 134.
184
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
adlı köyde, “elleri ayaklan bağlanıp, sıraya dizilen pek çok genç er­
kek, üzerlerine çalı çırpı atılmış ve ateşe verilmişti." Bunun dışında,
“en çok kullanılan silah... süngüydü.” Ama ana kuvvete bağlı asker­
lerin “hamile kadınların karınlarını yarıp, bebekleri parça parça doğ­
radıkları gibi pek çok iğrenç barbarlıklardan da söz ediliyordu...”
Başka bir yerde “altmış kadar genç kadın ve kız bir kiliseye ka­
patılmış, askerlere dilediklerini yapmaları ve sonra da öldürmeleri
emredilmiş, onlar da bu emri yerine getirmişlerdi.” Rapora yukarıda
verilen ayrıntıların temelde katliama karışan askerlerin ifadelerinden
alındığını eklemiş ve şöyle devam etmişti: “ Başlıca olguları, olay ye­
rinde bulunan ve her şeyi gören bir Türk zaptiyesi gibi kişilerin de
aralarında bulunduğu çok farklı kesimlerden işittim .”17
Hem insan hem malzeme kaybı açısından, yıkımın boyutları kit­
lesel cinayetin sonucundaki temel unsurlardan olmakla birlikte, tab­
lonun tamamı bundan ibaret değil. Açıklanıp gözden geçirilmesi ge­
reken iki unsur daha var. İlki, faillerin suç sonrası tutumu, diğeri ilkiy­
le yakın ilişkisi olan dış dünyanın tepkisi ya da tepkisizliğiydi. Za­
manın Türk resmi yazışmaları, Ermenitere zalimce yaklaşımları red­
detmekle kalmayıp, asıl onların mahalli Müslümanlara karşı suç iş­
lediklerini belirliyordu. Günümüze kadar Sason ayaklanması bere­
deyse tüm Türk tarihçiler ve Batı akademilerindeki dostları ta­
ralından “büyük bir darbe,” Ermenilerin Türklerir otoritesine ve ma­
sum Müslüman halka karşı şiddet patlaması olarak gösterilmiş ve
sonuçta, “fbu Müslüman köylerin] bütün nüfusunun yok edilmiş oldu­
ğu” söylenmişti.1® Son zamanlarda, suçu Ermenilerin sırtına yıkan
bu görüşü destekleyip belgelemek amacıyla, bir Araştırma Merkezi
bünyesindeki bir grup Türk tarihçi, İngilizce çeviriler, notlar ve büyük
17 Blue Book [n. 4), 36,37, 38. Extracts from Lelters of C. M. H adıyla d/el yayınla­
nan bir broşürde, Hallward annesine Bitlis'ten gönderdiği 29 EKim 1894 tarihli
mektupta. “Kadın ve çocuklar dâhS, insanları diri diri yakmak gibi korkunç zulüm­
lerin askerlerin kendileri tarafından anlatıldığını...” yazaı, s. 12.
18 Slanford J. Stıavr ve E/el Kural Slıaw, Hisktry of the Ottomsn Empire and Modern
Turkey Cilt 2. Reform Revclution and Republic: The filse of Modern Turkey
I3C8-I975 (CamDrıdge, 1977), 203-04.
185
ERMENİ SOYKIRIMI TARIMI
bir taritısel girişle birlikte 85 Osmanlı belgesini sundukları bir çalış­
ma yapm ışlardı.'9
Sason katliamını inkâr mirası, eylemin tamamlanmasının riemen
arkasından geldi. Büyük G üçler’in ortak baskısına boyun eğen Sul­
tan, gerçekleri ortaya çıkarıp uygun tavsiyelerde bulunacak Anado­
lu Tahkikat Kom isyonu’nu atadı. Am a tehdit ve baskılara maruz ka­
lan Komisyon, otoritelerin suç ortaklığını açığa çıkarabilecek olguları
gizleyecekti. Planlı bir şekilde sadece devlet görevlileri ve tem silci­
lerin tanıklıklarıyla sınırlı delilleri sıralayan kurul, sorumlu taral ola­
rak Ermenileri suçladı
İngiliz tarihçi Gooch'a göre Türk Tahkikat Komisyonu’na dâhil
edilmekle birlikte, bu “göstermelik soruşturma”nınM parçası olmayı
reddeden Avrupalı delegeler kendi raporlarını yazdılar. Boylece Türk
otoriterin tahkikatın seyrinde kullandıkları engelleme taktikleri ile
“tehdit ve rüşvet’ ı21 ayrıntılarıyla ortaya serdiler. Bunların arasında
“Türk polisinin delegelerin konut dokunulmazlığını ihlal etmesi bile”
vardı .22 Ortak rapor dışında, İngiliz delege Stıipley, Türklerin Ermenılere suçlamalarını “sahte-isyan ya da düzmece saldırılar” gibi sözler­
le göz ardı ettiği ayrı bir rapor hazırladı .23 “Gizli Rapor”unda, Rus de­
lege M. Prjevalskı Türk polisinin tarafsız bir tahkikatın kurallarını hi­
çe sayarak, atzulanan adalet dağıtma hedefini maskara eden yön­
temlerini bir bir sıraladı .21 Nihayet, yukarıda not edildiği gibi, Komısyon’dan bağımsız olarak kendi olay yeri tahkikatını gerçekleşliıen İn­
giliz Konsolos Muavini Hahvard'ın özet değerlendirmesi vardır. Onun
yazdıklarına göz atalım:
19 Osmanlı Arşivleri. Y İdiz Koleksiyonu. Tîıe Armenian Ouestıon, Cilt I Tailon İnci
dents (İstanbul Research Çenter, 1389), 371
20 G. P. GftOnh Hislory of Modern Europa 187B-1919 (Ncw York. 1323), 234.
21 Blue Book |n, 4), Belge No. 197, s. 109, Ingiltere Büyükelçisi Currie'nin 2 Mayıs
1895 tarihli raporu.
22 A.ge., Currie'nin üç raporu. Beifle No 214. s. 119. 30 Mayıs. Belge No. 218, s.
121; 1 Haziran; Belge No. 22. s. 122, 3 Haziran 183b.
23 Ag.e.. Belge no 267. s. 206-07.
24 İngilizce çeviri Büyükelçi Currie 'nin Londra’ya 2C Nisan 1895 tarhtı raporunda. FO
881/6645, s 28-9, ek, 8dge No 4. PrjevvalsKi'nin gizli raporu 20 Mart 95 tarihlidir
186
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
İstanbulda bildirildiği gibi, ortalıkla ayaklanma filan yoktu; köylüler sade­
ce kendilerini Kürtlere karşı savunmak için silahlanmışlardı. Burada dik­
katli bir soruşturmadan sonra, bana bir görevlinin verdiği çok sayıda as­
ker ve zaptiyenin öldürüldüğü haberinin tos çıktığını gördüm Muş a var­
madan önce, böyle bir olayda bir askeri güç gösterisinin yapılmış olması
gerektiği düşûncesindeydim. Ama konuştuğum Mutasarrıf da Kuman­
dan da böyle bir şeyden bahsetmedi. Başka yerlerden de Ermeni'erin
Hükümete karşı herhangi bir isyan oylomiylo suçlandıklarına dair bir şey
işitmedim.25
Ingiliz Sefir Currienın Başbakan Kont Kimberley'e raporunda
"suçun cezalandırılabilmesi için tarafsız ve adil bir tahkikat" adını
verdiği göreve yaklaşım farkları25 aşılacak gibi değildi. Sason Tahki­
kat Komisyonu da denilen Anadolu Tahkikat Komisyonu’nun “bir
grup Ermeni asinin işlediği canice suçları" ele alan bir tahkikat yürüt­
mesi amacıyla atandığını resmen ilan eden Türkler, tarafsızlık ve
adaletin dağıtılmasını önlemeye çalıştılar .27 Bu konuda Türk otorite­
lerin genel tutumuna tepki gösteren Lord Kimberley, kendisini diplo­
matik nezaket kurallarını bir yana atmakla zorunlu hissetmiş ve Se­
fir Currie’yo yazdığı bir mesajda Türk hükümetine “kötü niyetli" ve
“yolsuz" damgasını vurm u ştu 24 Avrupa’nın gerçeğin araştırılması ve
adalet standartları, OsmanlI’nın yerleşmiş asırlık “kılıcımın hakkı" il­
kesiyle hâlâ çatışma halindeydi.
Büyük Güçter’in olayın bütününe tepki vermeleri halinde, bunun
ne olacağı sorusu ortaya çıkıyordu. Bir keresinde, İngiliz Sefir Currie, İngiltere’nin "Bertin Antlaşması’nın 61. Maddesi’ne dayanarak" bir
albay gönderip "Ermenilere yapılan muameleyi soruşturma" hakkına
sahip olabileceğini söylemişti.25 Başlangıçta çok sert bir direniş gös­
25
B.ue Book [n. 41, 38.
26
A g.e.. belge No. 66, s. 41, 26 Kasım 1804.
27
A g e Relge No. 63. s. 39. Londra'dan Currie'ye.30 Kasım; Belge No. 66, s. 40.
26 Kasım I89A.
28
A g .e Belge No. 29, S. 13, 7 Kasım 1894
29
A g.e.. Belge No. 66, s. 41. Kimderley 26 Kasım1884 tarihli rapor.
187
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
terdiği resmi soruşturma yetkisine izin vererek, Sultan’ın yelkenleri
suya indirmesinde en büyük etkenin bu tehdit olduğu sanılıyordu.
Ama Türk Tahkikat Komisyonu’nun bulguları, büyük ölçüde bizzat
Sultan'ın emrettiği30 ve Büyük G üçlerin toptan reddettikleri önceden
belli sonuçlardı. Bir İngiliz devlet adamının söylediği gibi, "Tahkikat
baştan sona komediydi. Italyan Hükümeti onun apaçık görünen düz­
mece halinden o kadar olumsuz etkilenmişti ki içinde ismen yer al­
masının bile onur kırıcı olduğunu düşünmüştü ."31
Kendi iyi bildiği yollardan, adeta meydan okuyan Sultanin uzlaş­
mazlığına rağmen, Büyük Güçler kendilerine Ermenileri korumak
için bir parça sorumluluk yükleyen antlaşmalardan bir tekine bile atıf
yapmaktan çekindiler. Bu yüzden, dikkatlerini yapılabilecek en iyi
Şeye verdiler. Yani, Mayıs Reformu projesi denilen ve ayrıntıları bü­
yük ölçüde 1895 Mayısında planlanan yeni bir reform projesiyle
çıkageldiler. Bundan sonra, aylarca oyalama taktiği güden Sultan,
nihai, bağlayıcı bir yükümlülükten kaçınmak için dondurma, oyala­
ma, bin dereden su getirme ve hatta reddetme gibi çeşitli teknikler­
den yararlandı. Rusya'nın desteğini alan Abdülhamid, İngiltere'nin
vahim sonuçlar doğabileceği şeklindeki uyarısını duymazlıktan gel­
di. Hatta Avusturya Sefiri’nin tavsiyesini32 ve iki kez Almanya'nın
Türkiye lehine duruma müdahaleye hazır olmadığı görüşünü ileten
Alman İmparatoru’nun nasihatlerini bile göz ardı etti.”
30 Mehmet Hocaoğlu, Abdulhamil H an’ın Muhtıraları. Belgeler (İstanbul. 1989).
239-240.
31 Arayll DOkü (Eski Hindistan Bakanı ve Mühürdar I ord George John Oouglas
Campbell). Our Responslbilities lor Turkey (Londra, 1896). 92.
32 Blue Book Turkey No. I ( 1896). Belge No. 38, s. 33, 6 Mayıs 1895.
33 Ag.e. Belge No. 49, s 65. May 18. Belge No. 147, s. 123, 24 Ağustos 1895.
Ayrıca, bkz., DAQ (n. 35], Belge No. 2407. s 48-9, Alman Sofiri Saurma’nun Ber­
lin'e 10 Ağustos 1895 tarihli raporu ve İmparator VVilhelmln kenar notu. s. 49.
188
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
Sason Katliamının Arkasından Gelen
Hınçak Gösterisi
Hızlandırıcı eylemler çevriminde bir başka evrenin bu arka plan­
da incelenmesi gerekir. Bu, Osmanlı başkentinde Armenakan adlı
bir başka siyasi partinin üyelerinin yardımıyla Hınçak parti liderliğince örgütlenen 19 Eylül/1 Ekim 1895 tarihli gösteriydi. Başlangıçta bir
önceki gün yapılması planlanan gösteri. Sason katliamını, taşrada­
ki Ermeni ahalinin yaşadığı zorlukları ve merkezi otoritelerin hare­
ketsizliğini protesto etme amacıyla dilekçe vermek isteyen yaklaşık
4000 Errneni’nin katılımıyla Osmanlı hükümet merkezi Babıâli’ye
yapılacak yürüyüşten ibaretti. Ayrıca, medeni haklar, vergi adaleti,
can, mal ve şeref güvenliği, Kürtlere ödenen haraç anlamına gelen
vergilerin kaldırılması dâhil, yağmalardan kurtulma taleplerini de ifa­
de ediyorlardı. Bir istekleri de Kürtleıin silahsızlandırılmaması halin­
de, silah taşımalarına izin verilmesiydi. Gayrı-Müslim bir azınlık te­
baanın, meydan okuma anlamına gelen büyük bir protestoyla impa­
ratorluğun başkentinde merkezi otoritelere diklenmeye cüret etmesi
Osmanlı tarihinde bir ilkti. (15/27 Temmuz 1890’da Yıldız Sarayı’na
karşı protesto girişimi, toplanma ve yürüyüşe başlama noktası ola­
rak seçilen Kumkapı'daki Ermeni Kilisesi bölgesinden yola çıkan ka­
labalığın polis tarafından dağıtılmasıyla sonuçsuz kalmıştı.) Neyse,
katılımcıların çoğunluğu başkentte geçimlerini sağlayıp, iç kesimler­
de yaşayan muhtaç ailelerini geçindirmek için para biriktirmeye
çalışan hamallar, emekçiler ve hizmetçiler gibi mütevazı taşralılardı.
Ne var ki. dilekçe verilmeden, Emniyet Müdür Yardımcısı Başkomiser Servet, eylemi engellerken, Ermeniler© de hakaret yağdırmıştı.
Yaşanan arbedenin ardından, karşılıklı ateş açılmış ve katliam baş­
lamıştı.
Bunun bazı yanları, Osmanlı başkentinin caddelerinde güpegün­
düz. çok sayıda Avrupalı diplomat ve birçok Daşka yabancının göz­
leri önünde yaşanan kanlı olayların kasıtlı ve örgütlü niteliğini açığa
vurur. Gösteriyi düzenleyenler tarafından Büyük Güçler’in temsilci­
leriyle bitlikte haberdar edilen otoritelerin, gösteriyi engellemek ye­
rine, kanlı bir şekilde bastırmak için çatışmayı fırsat bildiği açıktı.
189
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Göstericilerin gelişigüzel zalimce dövülerek öldürülmesinde yaygın
olarak sopa kullanılması dikkat çekiciydi. 1896’da olaya tanık olan
Avusturya Askeri Ataşesi, bu sopaların, ucuna demir raptedilmiş
değnekler { eisenbeschlagen) olduğunu söylüyordu, işaret verilince,
bu sopaları taşıyan kalabalıklar “genç yaşlı ya da kadın erkek deme­
den Ermenileri öldürmeye başladılar... Kurbanlar kafalarına vurula­
rak öldürülüyorlardı. Gözlerimin önünde yaşanan bu olaylara defa­
larca tanık oldum 1,34 4 Ekim 1895’te Alman Sefiri, Şansölye Hohnlohe’ye "gizli" bir raporunda, “Türk otoritelerin İstanbul’un Müslüman
ahalisinin kanlı aşırılıklarından sorumlu olduklarını" yazdı. “Haber­
dar edildikleri gösteriyi askeri birliklerle kolayca engelleyebilecek­
ken, otoriteler [kasten] buna göz yumdular. Bu arada polis kala­
balıklara özellikle kalın sopalar (dicke Knüttef) dağıtmıştı ...’35 Aynı
Sefir, 10 Kasım 1895’te, Berlin’deki Dışişleri Bakant’rıa “birbirinden
çok farklı kaynakların Ermeni katliamlarının büyük ölçüde Saray'ın
gizli emirlerine (geheime Befehle) bağlanabileceği görüşünde birleş­
tiklerini” haber verm işti 36
Öldürücü eylemlerin tümü sopayla dövmekle sınırlı değildi. Bir
zaptiye, Profesör A Moriz'e katliamlar sırasında Ermeni bebekleri
de önlüğe sarıp nasıl kestiğini anlatırken, “tavuklar gibi çırpınıp
gıdaklıyorlardı’ diye alay ediyordu .37 Bu girişimleri kışkırtan düşman­
ca duyguların yaygın olduğu, Osmanlı hükümetinin on üst kademe­
lerine kadar sıçradığı anlaşılıyordu Devam eden kıyımın etkisi
altında yazdığı bir mektupta, Fransız Sefir Camhon. annesine
aşağıdaki olayı anlatırken yaşadığı şoku ifade ediyordu: “Pazartesi
34 Wladimır Giesi. Zwei Jahrzehnie im Nahen Orient (Yakın Doğu da Yirmi Yıl. Tho
Süvari Genetali'nin Notlan) Tümgeneral R. V. SteinltZ ed. (Berlin, 1827). I 18
35 Almanya Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Arşivi (D/e Diplomalischen Aklen dos
Aıısmârtigen Amtes) Oie ©rosse Paldık (Bundan sonra as OM) Cilt 10. Belge No.
2425, Kütük No. 136. s 68.
36 A.g.e, Belge No 2456, Kütük No. 118, s. 101.
37 Josoph Marquan. Oie Entstehung una YViadtııiıersteltung iier armenlsctıen Natlort
(Berlin-Schöneberg. 1919). 74. not 26 iki yazar profesör de Moriz ve Marguai, ön­
de gelen Oryantalistler, yani Türk. Kürt ve Ermem araştırmaları uzmanıydı.
190
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
günu, Hariciye Nezareti'nın şık giyimli beyefendileri, gösterilerden
sonra Nezaret'in avlusuna sığınmış olan yaralı bir Ermeni’yi tekmeleye tekmeloye öldürdüler. Quai d ’Orsay’deki [Fransız Dışişleri Ba­
kanlığı) genç memurların bir karışıklıklan sonra yaralı bir kişiyi zevk
için öldürebileceklerini düşünebilir misin?" Hatıralarının aynı say­
fasında, 4 Kasım 1895’le Cambon “Küçük Asya gerçekten alevler
içinde. Katliamlar hemen hemen her yeri sarmış durumda” diye
yazmıştı. Zeki Fransız diplomat, tam tamına bunun gibi katliamların
kaçınılmaz olduğunu üç yıldır tahmin ediyordu.3®
Ermeni Katliamının Alt-kültürünü
Oluşturan Unsurlar
Sason'un yaklaşık bir yıl arkasından gelen. 1895 Ekiminde İstan­
bul’da yaşanan katliamın açıklanması, olayın ancak kısmen betim­
lenmesidir. Üzerinde durulması gereken genel sorun, bizzat İstanbul
kailiamının arkasından nelerin geldiğidir. Böylece bir davranış
kalıbının ortaya çıkarak billûrlaştığı karmaşık süreçlere dair bir sezgi
edinilebilir Ne var ki, bu kalıp yerleşerek ilgili oyuncuların olduğu gi­
bi kabul ettikleri bir noktaya ulaştığında, bu kalıp kabul edilebilir ve/ya
da beklenen bir davranış biçimine ya da örneğimizde katliam kültü­
rüne oturtan bir kültür şekillenir. Ne var ki. bunu aynı şekilde denge­
leyen bir inkâr kültürü de vardır. Bütün modern tarihte, Turk otoriteler
katliam kültürüne benzeyen her şeyin ya da bununla ilgili her türlü po­
litikanın varlığını hiç durmadan inkâr etmişlerdir. Ermeni katliamıyla
ilgili tüm olaylar, Müslüman halkı kışkırtıcı, ası Ermenilere karşı aya­
ğa kaldıran duruma bağlı "karışıklıklar” ya da şiddet patlamaları ola­
rak açıklanmışım Hükümetin vekâleten çoğunlukla Osmaniı alt taba­
kasından unsurlar ve genelde hapishanelerden salıverilen mahkûm­
ları kullanması dışında, bu olgu katliam kültürü yerine katliam all-kültürü terimin geçirilmesini mazur gösterecek kadar önemlidir. Os­
manlI- Türklerinin özellikle gayrs-Müslim tebaa milliyetlerle alevlenen
38 Paul Cambon, Correspondance 1870-1924, l cilt (1870-1898) (Paris, 1940ı. 393,
395, 10 Ckim 1895 mektubu
191
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
çatışmalarını şiddete başvurarak çözme yatkınlığı ve şiddetin en et­
kili aracı olarak katliama bel bağlama eğilimi, imparatorluğun Ermeniteri üzerinde asgari ters sonuçlarla başarılı bir biçimde denenmiş­
ti. Ermeni'ye karşı Türklerin katliam mirasının doğuş öyküsü budur.
Bir Ingiliz yazarın açıkladığı gibi:
Türk'ün hiçbir zaman iş yapma yeteneği çok değildi; askeri yiğitliği her
zaman ticaret ve sanayideki tembelliğiyle boy öÇüşmüştür. İmparatorlu­
ğun çürüyüşü büyük ölçüde Türk’ün sağlam idare ve sömürgeleştirme il­
kelerini kavramaktaki büyük yetersizliğine affedilmelidir. Tebaa halklar­
dan en son kuruşu da sızdırmak ve onların anlaşılabilir gönülsüzlüğünün
üstesinden katliam yoluyla gelmek Türk ya da yabancı vilayetlerin
başındaki sayısız Paşa’nm anladığı tek yöntem olmuştu.®
Bütün Osmanlı âlem inde tebaa halklara karşı şiddet kültürünün
yükselmesine yol açan, büyük ölçüde fetih ve yağmayı da yaratan
bu uygulamadır. Askeri baskın ve felihlerde başarı modeli, yöneti­
şim ihtiyacının yerini müsadere ve boyun eğdirme dürtüsünün aldığı
“fetih hakkı" zihniyetinin doğmasına katkıda bulunmuştur. Böyle bir
rejimin zorunlulukları karşısında, Osmanlı direnişe bırakın izin ver­
meyi, akıl sır erdirmezdi. Osmanlı hâkimiyeti altındaki her yerde so­
nuç, baskıcılara karşı direniş örgütleyenlere karşı katliamlarla nok­
talanan şiddet sarmalının başlatıİmasıydı. Bazı örneklerde, kurban­
lar bir ölçüde karşı-şiddet kullanarak misillemeye cüret ettiğinde,
baskıcı yöneticiler çatışmayı bu misilleme eylemiyle kıyaslanama­
yacak boyutlarda bir ezici güç kullanarak tırmandırıyorlardı, idare
sanatında beceriksiz, ama aşırı şiddet kullanmakta usta Osmanlı
otoriteleri, misilleme yaptıklarından bir biçim de ya haberdar olduk­
ları ya şüphelendikleri bütün bir topluluğu hedef alan bir işleyiş tarzı
geliştirmişlerdi.
Saldırgan olmayan bir halk kitlesini bu yolla acımasızca suçlaya­
rak, yok etmek için saldırma eğilimi, katliam kültürünün alfabesidir.
39 Philip Panelh, Turkcy. Dccûdcncc and ncbirth (Londra, 1943), 52.
192
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLA HLMASI
Osmaniı-Türk tarihinde işkence ve katliam geleneğinin doğuşuyla il­
gili araştırmasında, bir Törk yazar bu geleneğin başlangıcını Balkan­
lar ve Kafkaslarda yapılan zulümlere karşı misillemelere Türklerin ci­
nayet ve kitlesel cinayetle cevap vermesinde buluyor. Yunanistan’­
da Yunanlıların Müslümanları katletmesine misilleme olarak. İstan­
bul sokaklarında bazı Rumları rasgele öldürme emri veren Sadra­
zam özet bir örnekti. Bu gelişigüzel cinayetlerden cesaret bulan şeh­
rin farklı mahallerinden çeteler, Hıristiyan mahallelerine saldırıya
geçmiş, sadece Rumları değil, Ermenileri de hedef almışlardı. Ya­
zarın bu bağlamda işaret etliği gibi, burada “Osmanlı ve Türklerin
katliam [ımirasmı]nm özrü ya da gerekçesine benzer bir şeyler’ ayırt
edilebilir. “ Burada devlet politikasını aşan konu, Müslüman-Türk
halkına egemen olan bir ruh halinin konuşufmasını gerektirir."40
1894-96 döneminde, Ermenilere karşı art arda işlenen kitlesel
cinayetler, gerekli koşulların, özellikle seri katliamları birbirine bağla­
yan durumların analizi için yerinde bir referans çerçevesi sunar.
1894 Sason katliamı ve neticesi nasıl 1895 Ocağında İstanbul katli­
amını hızlandırmışsa, başkentte yaşananlar da muhakkak ki tüm
imparatorlukta aylar süren katliamlara zemin hazırlayarak, impara­
torluğun Ermeni nüfusunun geniş kesimlerini içine çekmişti.
Yukarıda belirtildiği gibi, Fransız Sefir Cambon’un katliamları tah­
min etmesi, daha çok Sultan Abdülhamid'in bu yöndeki eğitimlerini
algılayarak, adeta katliamlardan medet ummasının, eninde sonunda
bu yönde bir eylem tarzını tutturacağını kestirmesine dayalıydı. Ge­
ne de nasıl tanımlanırsa tanımlansın, kültür kestirilebilir dav­
ranışlardır. Ne var ki, bir anlam da böyle bir imparatorlukta şu ya da
40 Taner Akçam, Siyasi Kültürümtizde Zulüm ve İşkence (İstanbul, 1992), 140-41.
Yazar s. 229-305'de Ermeni Katliamları başlığı altında, odaklandığı Suttan Abdülhamicl devri katliamlarının tümünün merkezden örgütlendiğini tartışıyor. “Diğer
Hıristiyan milliyetlerle çatışmadan çıkarılan derslerle, en küçük bit vesile dahi ge­
rekçe olarak kullanılarak Ermenilere karşı alınan önlemler inceden inceye merke­
zi planlama gerektiriyordu." Akçam, bu nedenle Ermenilere karşı saldırıların diğer
azınlıklara karşı yapılanlardan farklı olduğu sonucunu çıkarır, (s. 303).
193
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
bu biçimde suç oluşturan bir eyleme tepki gösteren ötekilerin dav­
ranışlarının yan ürünüdür, Bana bulaşmayan yılan bin yaşasın diye­
rek, eylemsizlikte tepki verilmişse, zaten arkasından şiddetin gele­
ceği ds kolayca kestirilebilir. Burada söz konusu olan karşılıklı
bağımlılık, devlet politikasının aracı olarak katliamlardan medet
uman bir kültürün yaradılışının kilit mekanizmasını oluşturur.4* Sa­
son katliamının eylemsizlik yoluyla cezasız kalması sağlanmıştı.
Tekrarlandığında, böyle eylemsizlikler faillerin gelecekte öldürücü
vuruş güçlerini artırmalarına imkân tanırlar. İncelemekte olduğumuz
dönemdeki katliamların düzeyinde kademeli yükseliş, birçok yönden
Büyük G üçle rin beklenen eylemsizliğine bağlıydı. Bu faktör, sonuç­
ta eylemsizlik yoluyla giderek artan bir biçimde olaylara göz yum ­
manın daha baştan belli bir icazet anlamı taşımasıdır. Sason'dan İs­
tanbul'a ve sonra İstanbul’dan taşraya hem insani hem maddi zarar­
lar yönünden yıkımın boyutlarında sürekli bir artış göze çarpıyordu.
Bu noktanın altı çizilmeli, çünkü daha sonra meydana gelen I. Dün­
ya Savaşı’ndaki Ermeni soykırımının kademeli katliamlar sürecinin
sn üst aşamasından başka bir şey değildi. Bu süreçte, merkezi dev­
let aygıtı faillerin katliam sonrasındaki dokunulmazlıklarını kabul et­
mişti ve etmeye devam ediyordu.
Ama Şark ve Ermeni Meselelerinin dinamiğini birbirine bağlayan
bu katliam olayının geriye dönük bir unsuru daha vardı. Balkanlarda
yaptıkları katliamların ağır sonuçlarının farkındaki Osmanlı-Türkleri
doğu Türkiye’de d e benzer bir sonucu boşa çıkarmak için Ermeniterin demografik olarak dağıtılmasına bel bağladılar. 16 Kasım 1894'te,
41 Roy Douglas, “Britain and ıho Armenian Ouostion 1894-7," The Histoncat Jour­
nal. 19. 1 (1976i; 132.8u yazar o katliamlara “kasıtlı politik eylemler” diyordu. Bir
diğer İngiliz yazar, Osmantı tarifli uzmanı Paul VVittek'itt teorilerini tartışırken, bu
tutumun köklerini. İstanbul'u fetheden' (ç.n. s. 165, The lounder of the Ottoman
£mplre"yazılı, bu yüzden değiştirildi! II. Metımed'in ( I4 5 i- i4 6 f) saltanatında bu­
luyor. Mehmed'in "devlet politikasının bir aracı olarak zulme başvurduğunu” söy­
lüyor. Colın Heywood, "Boundless Dreams ol the Levanı: Paul Wıuek, the Georgc Krt'is, and tbû VVritingof OsmanlI Hıstory/' Journal of ıhe Poyal Asialic Socidy,
1 (1989): 44.
194
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
Alman Sefiri Radolin’i kabulü sırasında Sultan’ırı Alman imparatoru’na gönderdiği mesajın vurgusu bu yöndeydi. Abdülhamid Bulgar­
ların Ermenilerin de taklit etm eye çalıştığını söylediği “Bulgar meza­
limi hikâyeleriyle b e li bir ölçüde bağımsızlıklarını kazanma ba­
şarısına atıfta bulunmuştu. Ermenilerin katliam hikâyelerinin boşa
çıkarılmasında yardım istediği Alman İmparatoru, Sefir’in raporunun
kenarına, “ Böyle bir şey yapmayacağım” (leh werde den Teuf&l
thun) cevabı dâhil, alaycı cevaplar verm işti.’2
Ermeni soykırımının yukarıda özetlenen sonuç faktörü etrafında
dönen tarihsel boyutları olduğu açık. Bu sonuçsaltık ilkesi ceza mu­
afiyeti yönünden açıklanmıştı. Ama dokunulmazlık kısmen diğer üç
faktörün birleştiği ve aşağıdaki gibi betimlenebilecek daha geniş bir
sendromun parçasıdır. Devletin örgütlediği kitlesel cinayet suçunun
sonuçları düşünüldüğünde, mevcut örnekte dokunulmazlık ne do­
laysız ne de mutlaktı. Her zaman hesaba katılması gereken riskler
mevcuttu. Büyük Güçler beklenmedik bir biçim de aralarındaki
farklılıkları halledip, kuvvet kullanarak müdahale edebilirler ya da
sonradan çeşitli cezalandırıcı önlem lerle misilleme yapabilirlerdi.
Bu nedenle, Büyük Güçier'in muhtemel müdahalesinde kesin bir
belirsizlik unsuru, katliamlara icazet veren karar mercilerinin eğili­
minde ayak bağıydı. Onların arada sırada örtülü ya d a açık tehdit­
ler savurmaları bu amaca iyi hizm et ediyordu. Ancak böyle bir gö­
rüngünün ikincil Özelliklerini araşlırırken, istenen dokunulmazlık için
bir tür güvenlik supabı olarak işleyen eş bir görüngüyü de ayırt ede­
biliriz. Bu zemin yoklama durumudur. Daha geniş ölçekli mezalimin
habercisi ofan ilk eylemler, dış dünyanın tepkisini öfçmek amacıyla
gerçekleştirilmiştir. Bu konuda, Sason katliamı çığır açan bir emsaldi.
42 DAG [n. 35], CilI 9, Belge No. 2184, şifre No. 157. s. 202, 204. Ingiltere Sefili Currieye bir mesajında, Sultan aynı tezi ileterek, Ermeni Meselesiyle Şaık Meselesi’ni ilişkilendirdi. Bu arada “uydurma” bir öykü olduğunu söylediği Bulgaristan kat­
liamlarından söz ederek, Ermenitere "ayrı vilayetlerde özerklik vermenin söz ko­
nusu bile otamayacağım soyfedi. Blue Book (n. 4j, Belge No. 35, ek, s. 1 8,4 Kasım
1895.
195
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Mezalimin çok kısa dönemleri kapsadığı Balkan yarımadası ve Lüb­
nan'daki birçok eski örneklerin tersine, Sason’da Türktere kurban
ahaliyi ortadan kaldırmalan için üç haftadan fazla süre verilmişti. Üs­
telik daha sonra Ermenifere kayıpları için hiçbir tazminat ödenmeye­
cekti. öabıâli gösterisi ertesindeki Ekim 1895 katliamı, sadece Sa­
son’un mantıksal bir sonucu değildi. Daha önemlisi, pusuda bekle­
yen bütün imparatorluktaki geniş ölçekli katliamların uygun olup ol­
mayacağının hesap edileceği zemin yoklaması anlamı taşıyan min­
yatür bir kıyımdı d a
Yukarıdaki™ kısmen andıran bir başka unsur, incelemekte oldu­
ğumuz katliam kültürünün özündeki parçalardan birine gönderme
yapar. Bu, bir krizi daha da şiddetlendirme amacıyla gerçekleştirilen
eylemlerle ağırlaştırma uygulamasıdır; Emrettiler kasten yaratılan
aşırılıklar karşısında bazı karşı-eylem türlerine girişmeye zor­
lanmıştır. Bu provokasyon aşamasıdır; potansiyel kurban saldırıya
geçmek için geçici çareler yaratma peşindeki potansiyel fail ta­
rafından kurnazca umutsuzca eylemlere itilir. 8 u oyunun pratik öne­
mini vurgulayan, hedef alınan grubun umutsuzca eylemlerinin he­
men gerçekleşeceğinin önceden bilinmesi halinde bile, fail grubun
bunu kendi amaçlan doğrultusunda kullanacağı olgusudur. Önce­
den tedbir almak yerine, eylemlere kasten göz yumulur. Ekim 1895
Babıâlt gösterisiyle bağlantılı gerçekleştirilen katliamlar, bu yararlan­
ma taktiğinin uygulanabilirliğini gösterir. Abdülhamidln üst düzey gö­
revlilerinden birinin hatıralarından yaptığımız aşağıdaki alıntı, tablo­
yu kısa ve öz biçimde açıklar. Aylar sonra, bu görevti Sultan’ın özel
elçisi olarak, Ermeni reformları gibi dikenli bir konuyu İngiliz Masla­
hatgüzar Michael Herbert ile müzakere edecekti:
Niyetlerinin barışçıl bir gösteri olduğunu öğrendikten sonra, Ermeni li­
derleri çağırmak, taleplerini başka bir şekilde söylemelerini istemek
BabIâli’nin hakkı ve hatta ödeviydi. Gösteriyi yasaklamak sadece mese­
leye herhangi bir yararı olmamakla kalmaz, ama böyle bir tutum açıkça
göstericilere karşı baskıcı önlemler alarak bundan yararlanma amacıyla
196
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
gösteriyi kışkırtırdı. Askerler mevziler,dirilmiş ve arkalarında gizlenen so­
palı kalabalık pusuya yatmıştı.'13
Yeni bir yanı olan üçüncü bir unsur ise yukarıda anlattığımız pro­
vokasyon düzeyiyle yakından ilişkiliydi Tûrk-Ermeni çatışmasının
şiddete dayalı yönleri üzerinde her türlü açıklama, emir, inkâr ya da
başka türlü yorumlar söz konusu olduğunda, Osmanlı otoriteleri Ermenileri sürekli Müslümanların düşmanları olarak gösteriyordu. Av­
rupa’daki Ermeni dostları da Ermenilerin zor durumuyla ilgili
kaygılarını ifade ederlerken, aynı şekilde “Hıristiyan” adını ekleyerek
dini bir yaklaşıma sahip olsalar da, Osmanlı uygulaması farklı bir ni­
telik »aşıyordu. Türklerin millet kavramında gayri-Müslim milliyetlerle
çatışmanın algısı ve çözümü yoktu. Bunun yerine, (aynı dini payla­
şan halk gruplarını gösteren bir fikir olan ve bu halkları birleştiren
başlıca kuvvetin din olduğunu anlatan) ilahiyattaki ümmet ilkesi ge­
çerli kimlik ilkesiydi. Bu yüzden, otoritelerin Ermenilere atfettikleri
her tür cürümün kurbanı nedense her 2aman '‘Müslümanlar’’ olarak
tanımlanırdı Çatışmanın böyle tanımlanması, otoritelere çifte fayda
sağlardı. Ermenileri diğer tüm Müslüman etnik grupların, özellikle
Lazlar, Kürtler ve Çerkezlerin karşısına dikmekle, mevcut dinsel
ayrılığı pekiştirirlerdi. O halde din farklı etnik grupları kayırmak, tah­
rik yoluyla aralarında bağlılık yaratmak ve Hıristiyan olan bir tebaa
milliyete karşı birleşik cephe kurmak için kullanılıyordu. Hükümetin
Ermenilerle şiddetli çatışmaları kışkırtma girişimlerinde örtük provokatif amaç, otoritelerin kendi planlarını gerçekleştirmek için desteği­
ne ihtiyaç duydukları Müslüman halkı bu mekanizma yoluyla sarsan
yeni provokasyonlar yaratmaktır. Bu destek katliamlarda o halkın
aktif katılımını gerekli kılıyordu. İngiltere’nin Adana Konsolos Muavi­
ni P. H. Massy’nin arka arkaya iki raporu bu çift taraflı provokasyon
taktiğinin nasıl uygulandığını anlatır:
43 The Memoirs of İsmail Hamal Bey (Londra, 1920), 264 Herbert ile müzakerelerin
betimlenmesi s. 267-8’dedir. Trablus Valiliği’ne atanması ve görevlerini yerine ge­
tirmesi için bunun iptal edilmesi s. 259-360'de botimlonmişlir.
197
ERMENİ SOYKIRIM I TARİHİ
Siz Ekselanslarına hiç tereddütsüz söyleyebilirim ki Kozan'ın Feke san­
cağında durum daha kötü olamazdı. Baskı ve terör hüküm sürüyor, ce­
zaevleri masum Ermenilerle tıka basa dolu. Halkın açık isyana
kışkırtıldığı görülüyor. Adana '/alisinin bütün doğrudan itirazları hiçbir
işe yaramıyor. Eğer mevcut Foke Kaymakamı azledilmezse, her an bir
felaket bekleniyor...
Adana ve Halep Vilayetlerine son gezime dayanarak, siz Ekselanslarına
gezilen yörelerdeki mevcut durumun aşağıdaki kısa özetini sunmak be­
nim için bir şerel olur.
Ermeni halk her yerde, hatta en yoğun trafiğe sahip otoyolda bile seya­
hat etme, geçimini sağlama özgürlüğünü, can ve mal güvenliğini ortadan
kaldıran bir yönelim sisteminin baskısı altındadır. En yoksullara bile
acımasızca vergi salınmaktadır. Hapishaneler aylarca mahkemeye
çıkarılmadan tutulan masumlarla doludur.
Ermeniler artık bıçak kemiğe dayandı diyerek, bazı isyan eylemlerine gi­
rişecekleri tehdidi savururlarken, Hükümet yetkilileri bana her yerdo ollerınde "hazır" emirler olduğunu ve kafasını kaldıran her Ermeni’nin ezi­
leceğini söylediler. Silahsız Ermenilere karşı silahlı Müslüman halk hazır
beklediğinden, eıı küçük bir kıvılcımda karışıklıklar çıkacağını bekleye­
biliriz.
Her yerde Ermenilere katliam ya da karışıklık için hiçbir neden olmadığı
uyarısı yaptım. Ama sabırları tükenmek üzere; çok uzun süre bekleme­
lerine rağmen, hiçbir sonuç elde edememelerinin umutlarını yitirmeleri­
ne neden olduğunu ve bu acılara kailanmaktansa, ölümü tercih edecek­
lerini söylüyorlar.44
Halkın bu aktif katılımının sağladığı fayda, sadece kurban ahali­
nin nispeten kolay yok edilmesinden kaynaklanmıyordu. Daha
önemlisi, suçun merkezi otoritelerin kontrolü dışında gösterilen kural
tanımayan kanunsuzların üstüne yıkılması için de mantıklı bir gerek­
çe doğuyordu. Provokasyon teziyle ilgili makalesinde, Robert Melson aşağıdaki sözleriyle bu noktaya işarete ediyor: “Katliam... reji­
me çekici gelebilir, çünkü merkezi hükümeti açıkça işe bulaştırmadan
44
B lue Book Turkey, No. 3 (1897) Belge No. 105, ek, I Ekim, Belge No. 104, 3 Ekim
1896, s. 91-2.
,
198
İLK SO YKIRIM PO LİTİK AS IN IN BAŞLATILMASI
beklenen sonuçlan (elde etm ek için] m ahalli oto rite le r ve köylülere
katılım bahanesi sun uyo rdu .’**5
45 Robert Metson, 'A Theoretical lnquiry inlo the Arınenian Massacre3 1894 -96,"
Cam parative Stcdies in S ociety and H islo ry 24 3 (Temmuz, 1982): 506-07 Mel-
son, en son çalışmasında argümanını lekrarlayıp genişletir. S ki., R evotuiion and
G e n o c id e - O n ide O nglns o t the A m e n ta n G enocıde and tt re Holocaust. (Chica­
go, 1992), 49-53. Bu son çalışmada, Melson "ne eylemi ne do tepkiyi güvenilir
kılan, insan olaylarının basit eylem-tepkl modeline dayanan provokasyon tezini"
de sorgular. Bu tezin baş savunucuları olan Shavv’lara odaklanarak, tum suçu Ermeniletln, özellikle de Erıneni devrimcilerin üzerine atma gayreti içindeki
ShovvTarın "hiçbir alıntı ya da nitelendirici yorum" yapmadan ya da “diğor tarihçi­
le rle işbirliği yapıldığına dair bir belirti olmadan tezler ortaya attıklanna işarel
eder A.g.e.. 50, 51. Gerçi, bu yaklaşımın nedeni de açıktır. Shavv'lat sadece ta­
mamen tartışmasız doğıu malzeme deposu saydıkları Osıtıanlı aı şivieriıte daya­
narak, Sason katliamı konusunda buradaki devlet belgelerinin pek çoğunun düz­
mece niteliğini hiç hesaba katmazlar. Bu olgu (Türk Tahkikat Komisyonu’na
katılan) üç AvrupalI (Fransız, Rus, Ingiliz) Komiser in ayrı ayg yazdıkları Ortak Rapor'da ortaya çıkaııhp vurgulanmıştır. Ayrıca Türk oîr-- --lerın topladığı tomar to­
mar belgeye damgasını vuran çarpıtmalar konusunu net bir biçimde ortaya koy­
mak için kendi ek raporlarını yazma zorunluluğu hisseden Ingiliz ve Rus Komiserlerce ayrıntıl1 olarak tekrarlanmıştır Bu tip revizyonist tarih araştırmacılığının kulJandğı yollardan biri
“Türklerin bakış açısının" savunuculuğuna soyunan
Shavv’lar ve diğer işbirlikçilerinirv tarihi yeniden yazma çabalarıdır Sason katli­
amının yol açt ğı yıkımın boyutlarını küçümsemeye çakşırlarken, Shaw1ar ‘ortak
OsmanlI ve yabancılar koınlsyoıufııun bulguların hatırlatarak, komisyonun uyum
içinde çalışıp uzlaşmaya vardığı izlenimi yaratıyoılar. Yukarıda gösterildiği gibi, bu
sadece genelde yanlış değildir, ama komisyonun yıkımın boyutlarıyla ilgili rapor­
ların "şişirilmiş" olduğunu kabul ettiği tezi, aşağıdaki İngiliz belgesiyle özellikle ya­
lanlanmışım Açıklamasını yazmak üzereyken, İngiliz Komiser Shipley, İstan­
bul'daki Sofir'ini uyararak, Komisyon’un Türk üyelerinin bulgularıyla Avrupalı üyelerm dayandıklar olgular arasındaki uçurumdan söz etmişti:
"İmdi Komisyon ün önündeki delillere baktığımızda. Sason olayının İstanbul ve baş­
ka yerlere ilk ulaşan raporlarda bir nebze bite abartılmamış ulduğu ortaya çıkıyor. ...
Diğer tarafın bunların Ermenitenn sırt Türk hükümetini gözden düşürmek amacıyla
uydurdukları yalanlar olduğuna dair en küçük bir delil bile yoktur... Türk Komisyon
üyelerinin Etmeni isyanı teorisine temel hazırlamaya çalıştıkları anlaşr.ıyor.. ama ön­
lerindeki olgular bu teoriye destek vermiyor.’’
199
ERMENİ SOVKIHIMI TARİHİ
Katliam kültürünün oluşumunda ceza dokunulmazlığı işlevlerinin
genel analizinde, bu çifte provokasyon mekanizmasına gereken dik­
kat gösterilmeli, çünkü bu ceza muafiyeti kazanmanın kolaylaştığı
süreçlerle ilgilidir. Gerçekten efe, ilk elde kışkırtılmış olan kurban ne
ölçüde tahrikçi gibi gösterilebilir ve suçun maddi unsuru Müslüman
ahaliyi suçlayacak şekilde çarpıtıtabilirse, dış dünya o ölçüde
şaşkınlığa düşer ve cezalandırma görevi, bu şekilde tam baltalanmasa bile zora düşebilir. O halde, dokunulmazlığın sonucu her za­
man ya da tamamen cezalandırıcıların yönünden kayıtsızlık değil,
ama failin kasten yarattığı çapraşık koşullardır. Siyaset ve uluslara­
rası ilişkiler alanına aktarıldığında, sorun basit bir formüle indirgenir:
keskin "ulusal çıkarlar" söz konusu olduğunda, hiçbir Büyük Güç ya
da Güçler koalisyonunun, kuvvel kullanarak müdahale etmeyi ciddi
ciddi düşünmesi muhtemel değildir. Türk-Ermeni çatışmasının ilerle­
yen evrelerinde, Ermeniler sadece Büyük Güçler için marjinal öne­
me sahip olmakla kalmıyordu. Ama - diğer emperya! ve sömürgeci
em eller dışında - Osmanlı İmparatorluğu ekonomisindeki dev
yatırımların değerinin anlaşılması bazı Büyük G üçler’i dizginliyordu.
Son tahlilde, bu yatırımları korumak amacıyla, müdahale etmeme
kararı ağır bastı.
Blue Rook (n. 4], Belge No. 206, s. 122, Come'in 16 Mayıs 1895 tarihli gönderisi. Shipley'in raporu 3 Mayıs 18951e yazılmıştı. Türk Tahkikat Komisyonu’nurt AvrupalI
üyelerinin Orlak Rapor'a soktukları tüm sonuçların elkisirıe rağmen, Sharv’lar Ermenilerin "asiler" olduğunda, “Sason’da büyük bir darbeye' kalkıştıklarında, polis
ve askere sadece "düzeni yeniden tesis etme” talimatı verildiğinde ve Ermenilerin
adalet ve tazminat kumpanyasının Ö2ûnde "terörist dava" olduğunda ısrar etmiş­
lerdi. Sonuçla, terörizmle ilgisi olmayan diğer Emnenilerin de acı çekmesinin
kaçınılmaz okluğunu "vo onların da acı çektiğinr lütfen kabul ediyorlardı. Shaw,
History (n, 18), 203-04. Katliam siciliyle tanınmış bir hükümetin belgelerine eleştirisiz bel bağlamak, tutarlı bir bilim yapma yöntemi olmasa gerek. Ama bel bağla­
manın da ötesine geçip, olaylarda parmağı olan hükümeti ısrarla savunurken,
aynı hükümetin ölüm politikalarının çok sayıda kurbanını hor görmek, bilimin
acımasız bir amigoluğa dönüştürülmesidir Cambridge Unıversily Press gibi
saygın bir yayınevinin, bu Kitabı tartışmayı aydınlattığı gerekçesiyle yayımlamaya
doğor görerek onaylaması, durumu daha da vahimteşlirmiştir.
200
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
Bunlar, dokunulmazlığın Türk-Ermeni çatışmasıyla baş etmenin
başlıca silahı olarak Türk katliam alt-kültürünün oluşumunda en so­
nuç alıcı faktör haline geldiği koşullardı. Bu sonuçsallık, 1694-96
katliamlar zincirinin bir başka halkasını araştıran aşağıdaki irdele­
mede bir kez daha vurgulanacaktır.
1895~96 Zeytun Ayaklanması
Yunan, Bulgar ve MakedonyalI devrimci çetelerin yürüttüğü ayak­
lanmalar paralelinde, Ermeniler hem ülke içinde hem imparatorluğun
başkentinde kendi baskınlarını gerçekleştirdiler. Ne derece savun­
macı eğilime sahip otursa olsun. Ermenilerin Sason Osmanlı otorite­
sine ilk büyük meydan okuma girişimiydi. Kanlı sonuçları ve Ermeni­
lerin burada verdiği kayıplar, Htnçakları bir yıl sonra, yukarıda
açıkladığımız gibi gene kanlı bir şekilde bastırılan Osmanlı başken­
tindeki “barışçıl” gösteriyi örgütlemekten caydırmamıştı. Ama Os­
manlI rejimine karşı üçüncü Hınçak girişimi nispi bir başarıyla ödüllenecekti. Burada Zeytun isyanının {24 Ekim 1895-2 Şubat 1896) ör­
gütlenmesinden söz ediyoruz. Sason gibi, Maraş'a yaklaşık 65 kilo­
metre mesafedeki Zeytun, yüksek dağların sığınma avantajı nede­
niyle silahlı bir direnişe her türlü imkân sağlıyordu. Sason dağ köylü­
leri gibi, Zeytunlular da dönemin imparatorluk çapındaki katliam­
larıyla örtüşen bir zamanda, dağ köylülerini kışkırtmak için elinden
geleni ardına koymayan rejimin hak ihlallerini son erdirme peşindey­
di. Katıldıkları gizli toplantılarda yakında Ermenilerin katledileceğine
dair konuşmalara tanık olan bazı Türkler Ermeni dostlarını şahsen
uyarmışlardı. Yeni askeri müfrezelerin bölgeye akını, yeni kıta ve
cephanelerin inşası ve bu yeni gelenlerin mahalli halka kötü muame­
leleri kötüye işaretti. Askerler Ermeni din adamlarına köpeklere ses­
lendikleri gibi “hoşt, hoşt” diye bağırıyorlardı. Hükümet vergi borçları
için haciz ve müsaderelere girişirken, onlar da aldıkları malların pa­
rasını vermeyi reddediyor, gençlere cinsel tacizde bulunuyor ve köy­
lüye küfrediyorlardı. Bazı sabırsız Türkler "Sizi gidi gâvurlar sizi, son
duanızı edin; yakında gebereceksiniz’ diye bağırmaya başlamışlardı.
Hükümet Zeytun kazasının kaymakamını görevinden alarak,
yerine Ermenilerin yeminli düşmanı olduğu söylenen Avni Bey adlı
201
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
birini getirdiğinde, görevinden alman yönetici yakın Ermeni arkadaşı
Artin Ağa Gulanesstan’a Zeytun’un hedef alınacağını ve ahalisini yok
etme hazırlıklarının sürdürüldüğünü açıkladı. Denildiğine göre, son­
ra şunları eklemişti: "Bütün Kilikya, Zeytun ve Hacın bölgesinde, iki
Ermeni kasabası göze batıyor; bunlar canımızı yakan dikenler gibi
duruyorlar. Siz Ermenilerden gelen tehdit, Bulgarisîan’ınkinden çok
daha büyük. Sultan bütün Ermeni ulusuna korkunç bir darbe indir­
meye hazırlanıyor. Kendinizi koruyun ve dikkatli olun.” Nihayet, ge­
ce boyunca konuşlanan askeri birlikler bölgede seçtikleri Ermeni
köylerini yakm ak için ilerlediler. Zeytunlular hemen misilleme
yaptılar; zaten otoritelerin bekledikleri de buydu. Askeri birliklerin ku­
mandanı Sultan ’a çektiği telgrafla isyan halindeki Zeytunluların
acımasızca Müslümanları katlettiğini bildirdi.4* Uzun süreli yarı-özerk
statüden ve on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında bir dizi sınırlı
ayaklanmanın deney birikiminden yararlanan ve birkaç Hınçak lider
tarafından esinlendirilip yönetilen Zeytunlular “Bu sefer dağlarımız
cezaevlerimiz olacaktır" diye açıkça İsyan ettiklerini ilan ettiler.
Zeytun isyanı bazı yönlerden dikkate değer. Maraş yakınlarında
konuşlanan Osmanlı ordusunun, süreçte özele inersek 5 ‘inci Kolor­
du'nun, Ermeni çevre savunmasını kırmayı başaramazken, ağır
kayıplar verdiği bir dizi şiddetli çatışmaya tanık olundu. Sonunda,
görevinden alınan Kumandan Remzi Paşa’nın yerine, Edhem Paşa
getirildi. İzmir Zeybek tümeninden 8000 kişi ve yaklaşık 30-35.000
Kürt, Türk ve Çerkez başıbozukla takviye edilen 12 topa sahip 24 ta­
bur, sadece çakmaklı ve 400 Martin tüfeğiyle silahlı 1500 asiye silah
kuvvetiyle boyun eğdiremedî. Binlerce Türk askeri sıfırın altındaki
kış soğuklarında donarak ölürken, binlercesi yaralanıp kaldırıldığı
Maraş hastanelerinde can verdi. Çatışma alanlarındaki kayıplar da­
ha fazlaydı. Bununla birlikte, Ermeni direnişçilerin koşulları kaynak­
ların tükenişi ve yıpranma nedeniyle yavaş yavaş kötüleşti. Sürekli
takviye atıp yenilenen Osmanlı askerlerinin kuşatma çemberini gide­
rek daraltması, durumu daha da ağırlaştırdı.
46 Aghassi (Garabeti Tour-Satklssiar»), Zeitoun yev eer Shuttchanakneru (Zeyiun ve
Çevresi) (Paris, 1966i, 164-67.
202
İLK SOVKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
Attı Büyük Gücün inisiyatifi ele alarak hem asilere hem de Sultan’a iyi niyette arabuluculuk yapma önerisi getirmeleri bu koşullar­
da gerçekleşti. Ermenilerin teklifi hızla kabul etmesi ne kadar önem­
li ise Sultan’ın kendisinin teklife verdiği acii cevap da o denli önem­
liydi. Ve bu durum Büyük Güçlerin sefirlerini şaşırtmıştı. O n günlük
"zahmetli" müzakerelerden sonra anlaşmaya vanldt ve anlaşma 12
Şubat 1898 tarihinde yürürlüğe girdi. Sultan Zeytunlılara vergi mu­
afiyeti tanımayı, yargıç dışında tüm devlet görevlilerinin ve adliye
memurlarının Zeytun yerlileri arasından atanmasını kabul etti.
Ayrıca müdahalede bulunan Büyük Güçlerin tem silcilerinin tavsiye
ettiği özgül reformları da gerçekleştirmeye tekrar söz verdi. Anlaş­
manın en önemli maddesi Zeytun kazasına bir Hıristiyan kayma­
kamın atanmasının Türkier tarafından kabul edilmesiydi. Büyük
Güçlerin Sultan üzerindeki baskıları karşısında, nihayet epey ayak
diredikten sonra 7 Temmuz 1896 tarihinde atanan Kaymakam, gö­
rev yerine ancak 9 Eylülde ulaşabildi. Bunun karşılığında asiler sa­
vaş silahlarını teslim ettiter; genel af koşullan uyarınca isyanın dört
lideri İmparatorluk topraklarından sürgün edilecekti. 13 Şubat 1896
da Zeytun'dan Mersin Limanına getirildiler ve buradan 12 M a rtla
Fransa’nın Marseille’sına gitmek üzere yola çıktılar. Ne var ki, zeva­
hiri kurtarmak için anlaşma teslim olmak isteyen asilere Sultan’ın
affı gibi gösterildi.
Zeytun, ama Ö2etlik 1e şehir içi ve çevresinde Ermenilerin yoğun
yaşadıkları komşu Adana, o sırada İmparatorluğun Ermeni nüfusu­
nun geri kalanının maruz kaldığı katliamlardan kurtuldu. Osmanlı
askerlerinin uğradığı askeri yenilgiler, bu alanda potansiyel failleri
tüm bölgede frenleyecek kadar şiddetliydi. Haklı ya da haksi 2 gerek­
çelerle, Zeytunluiarın askeri kuşatma çemberini yararak Adana
Ovasına hücum edeceği ve korkunç bir intikam duygusuyla bölge­
nin Türk-Müslüman ahalisine ağır kayıplar verdireceğinden korkulu­
yordu. Ahaliyi şaşkına çeviren Osmanfı silahlı kuvvefterinin askeri
başarısızlıklarına dair haberler ne aslı astarı olmayan söylentiler ne
ete fantezilerdi. Bölgede görev yapan tüm AvrupalI konsoloslar doğ­
ruluklarını teyit ettirdikten sonra bu haberleri büyük bir gayretle ra­
por eltiler. İngiliz Konsolos Barnham 6 Ocak 1896 tarihli raporunda,
203
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
“Türk askerlerinin Zeytun’da ciddi yenilgiye uğradığını... bazı rapor­
larda kayıp sayısı 10000 olarak şişirilm ekteyse de en az 5000 kişi­
nin öldüğünü...‘‘ bildirdi. Zeytunluların “her zaman büyük bir cesa­
retle dövüştüklerini ve derme çatma mevzilerden yaptıkları tüfek
atışlarının Türkler tarafından mükemmel olduğunun kabul edildiği­
n i,..” yazdı. “Öyle iyi tüfek kullanıyorlardı ki askerler silah atışları
karşısında İlerleyemiyor ve mümkün olduğunca kendilerini gizlem e­
ye çalışıyorlardı." İki tarafın verdiği kayıplar konusunda Barnham
“isyan sırasında çatışmalarda, hastalık ya da zor koşullar altında
ölen Ermenilerin toplam sayısının yaklaşık 6000 ' olduğunu tahmin
ediyordu. Ona göre, isyandan önce 7500 nüfuslu olan Zeytun ka­
zası, çevresindeki kalliam ve yıkımdan kaçan 12000 mültecinin
akınıyla boğuşuyordu .47 Avusturya'nın Halep Konsolosu J. Bertrand
Avusturya'nın Suriye Başkonsolosu Chevalier de Remy-Berzenovich'e “gizli olarak” şu haberi iletmişti: “Gerçek kahramanlar gibi sa­
vaşan Zeylunlular son muharebede 1300 Türk askeri öldürdüler.
Halep ve Sam andağ’dan (Cebel Samaan) gönderilen dört taburun
yandan fazlası öldürüldü.” İtalya’nın Halep Konsolosu, yani Büyük
Güçler adına Zeytun müzakerelerini yürüten İtalya'nın Konsolosluk
temsilcisi E. Vitto. AvusturyalI muhatabı Bertrand’a 16 Şubat 1896
tarihli mektubunda, “ Babıâd asilerin belirlediği şartları kabul etm iş­
tir" dem işti .48 Fransız sefir Cambon'un aktardığına göre, Büyük G üç­
lerin bir anlaşmaya varılması için yaptıkları arabuluculuk teklifi, Er­
menileri yeni bir saldırıyla ezme umudunu koruduğu görünen Sultan
47 Türklerln asker kayıplarına gönderme Bine Book Turkey No. 8 (1896), 8elge No.
10, ek, p 13’dir.- Zeytunluların askeri yeteneklerine hır başka gönderme, a.g.e. Bel­
ge No. 266. s. 218 dedir. Bu ikinci belge İngiltere’nin Halep Konsolosu Henry
Barnharmn Zeytun İsyanının koşullarıyla ilgili uzun raporudur, s. 212 222.
48 Avusturya Dışişleri Bakanlığı Diploması Arşivi (Die Aklen des k u. k. Ministeriums
des Ausseni) 1843-1918. (Bundan sonra DAA olarak geçecek) DAA P. A. Kon
sulate A G XXXVIII/303. Bertrand'ın Avusturya'nın Suriye Başkonsolosu’na 26
Şubat 1896 tarihli yazısı. İtalyanca yazılı Remy veVitto'nun BertrancTa 16 Şubat
I89S tarihli mektubu. Bu kabul olgusu Burnham tarafından Blue Book (n. 47], ek
Belge No. 265, s. 212’de doğrulanmıştır
204
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILM ASI
tarafından “başlangıçta soğuk karşılanm ıştı.” “ Bize iyi niyetle
yaptığınız tekliften dolayı teşekkür ettiği gün, Türk kumandan Erme­
nilerin işini bitirme emrini almıştı. Ne var ki, bu amaçla girişilen bir­
kaç sonuçsuz saldırıdan sonra, arabuluculuk isteği “ısrarla dile geti­
rilmeye başladı... Osmanlı askerleri çok kötü dürüm dalar" Cambon
“zayıflayan” 17000 mevcutlu Osmanlı Kolordusu’nun korkunç duru­
munu ortaya koyarken, “Büyük Güçlerin arabuluculuğu derhal ger­
çekleşmezse” doğabilecek “korkunç sonuçlan’ tahmin ediyordu.
Osmanlı imparatorluk tarihinin yıllıklarında pek görülmeyen bu tür
bir sonucu değerlendirirken, bir askeri uzman olan Fransa'nın Türki­
ye Askeri Ataşesi Albay de Vialar olayları şu şekilde yorumluyordu:
Sayıları 1500 civarı olan Zeytuniu savaşçılar askerlerin kışlasından ele
geçirdikleri 400 tüfeği saymazsak eski çakmaklı tüfeklerle silahlanmıştı.
Yaklaşık 20000 mevcutlu 24 tabur halinde tertiplenen, iyi silahlar ve bol
cephane ile donatılan Türk askerlerine 30000 Kürt ve Çerkez başıbozuk
da ekleniyordu. En sonunda, cephanelen tükenen Zeytunlular sırf süngü
ile gerçekleştirecekleri bir taarruz planladılar. (Beşinci kol orduya bağlı
tugaylardan birinin kumandanı olanj Ali Bey 10000 askerine karşı birçok
noktada birden gece taarruzları yapacaklardı. Sayıca güçsüz olmalarına
karşın Türkleri bozguna uğratmayı başarabilirlerdi. Ayrıca, Zeytunlular
yürüttükleri her savaşı bir Haçlı Seferi gibi görüyorlardı. İnanılmaz bir us­
talıkla hançer kullanıyorlardı. Ayrıca, Osmanlı askerlerinin şehre girdik­
lerinde bebekleri ve kadınları bile öldürmekten kaçınmayacaklarını bili­
yorlardı. Sonuna kadar direnmelerinin nedeni de buydu zaten.
Fransa'nın İstanbul Maslahatgüzarı M. de la Bouliniere'nin bu
konudaki yorumu dikkat çekicidir. “Sorunlar başladığından beri, bu
büyük güçlerin zor ve tehlikeli bir durumdan kurtardıkları Sultan a
yaptıkları ikinci büyük hizmettir... Sultan Büyük Güçlerin müdahale
ettiğini görmekten çok memnundu. {II a ete trâs heureux de t'intervention des Puissances).** Ayrıca başka iki raporda Sefir Cambon
49 OAF [n. 5], Affaires Arm^niennes. Supplement. 1895-96 (Paris, 1897). Cambon'un ilk grup alıntısı Belge No. 81.12 Ocak 1896. s. 64. 65. 66’dandır. Binbaşı
de Vialar'nın Zeytunlutarın kuvvet yapısıyla ilgili rakamları a.g.e., Belge No. 117,
205
ERMENİ SO /K IR IM I TARİHİ
önce Paris'e Sultan’ın '[m üdahalelerini sağlamak için] başvur­
masının askeri başarısızı ıklan” (echec)x kaynaklandığı bilgisini ilet­
mişti. Arkasından, Sııltan’ın Büyük Güçler'e yalvarıp yakarmasının,
sert kış havasında askerlerini savaşın badirelerinden korumak için
çatışmaların sona erdirilmesini sağlamak için acele ettiği anlamı
taşıdığını söylem işti.51 Ermenilerle çatışmaların sona erdirilmesi
müzakereleri sırasında, Zeytun muharebesinin Batı cephesinin Türk
Kum andanı’nın asilerin lideri Aghassi'ye Zeytunluların çoğuna yiğit­
likleri, ustalıkları yanında “inanılmaz nişancılıkları" İçin de hayranlık
duyduğunu söylediği bildirilm işti.52 Öte yandan, Fransız yazar Pierre Ouıllard Türk kayıplarının 20.000 olduğunu tahmin ediyordu .55
Genel bir ifadeyle, isyanla ve Türklerin bunu bastırmak için askeri
harekâtıyla doğrudan ilişkili kayıp kategorilerine dair hiçbir güvenilir,
özlü istatistik yoktur. Bu alanda İngiliz devlet adamı. Şark ve Erme­
ni meseleleri uzmanı James Bryce, Türklerin baskısına karşı müca­
deleleri açısından Karadağlılar ve Zeytunluların kaderindeki benzer­
liğe dikkat çekti. Zeytun "bir çeşit Asya Karadağı’ydı. Ve 1895-96
kışında çok üstün kuvvetlere karşı Zeytunluların kendilerini kahra­
manca savunmasının, bu izole Hıristiyanların kuşağımızın en büyük
şairinin eşsiz yiğitliklerini yâd ettiği Tsernagoralı erkeklerinkine eş ol­
duğunu kanıtlam ıştı ."54 En sonunda, bir anlaşmaya varıiarak, anlaş­
ma koşullarıyla ilgili hem Ermenice 55 hem Fransızca 55 yayınlanan bir
basın açıklaması yapıldı. Ermenilerin bakış açısından, bütün olay
Nisan 1896, s. 85'deı>dir. Fransız Maslahatgüzarı de la Boijlinıere irı raporu g .g e .
Lh/re Jaune, Belge No 174, 3 Ocak 1B96. s. 194'dedir.
50 Cambon'uo İkinci grup yorumu a.g.e,. Lıvre Jaune, Belge No. 174, 3 Ocak 1SS6,
s. 194’den alınmıştır.
51 A g .e . Belge No. 175 10 Ocak 1896. s. 194-95.
52 Aghassi Zerfounfn. 46], 301, 344.
53 Pıeırn Orıilard, MPrwrrArmfenıe." Memoıre et Dossıer (dizinin 19'uncu sayısı)! Pa­
ris. 1902). 40.
54 James Bryce. Transcaucasia and Ararat (Londra, 1896), 464 501.
55 Aghassi Zeitoun [n. 46!, 354-356.
56 L'Epogue, 18 Şubat 1Ö96.
206
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
İngilizce olarak da anlatı İd) .$7
Van’da Cehennem Ateşi
Osmanlı rejimine karşı önceki tüm devrimci faaliyet örneklerinin
tersine, Van örneğinde Hmçakfar ve Taşnaklar sadece birlik kurmak­
la kalmamış, daha önemlisi, üçüncü parti olan Armenekanların bü­
yük desteğini de almışlardı, ideoloji ve amaçlarını dışta bırakırsak,
köken ve örgütlenme bakımından diğer ikisinden eski yerei bir parti
olan Armenekanlar, faaliyetlerini kesinlikle yerel savunma amaç­
larıyla sınırlandırmaları anlam ında daha az '‘devrim ci”ydi. Hedefleri
Van’ın Ermeni ahalisini ezen yerel devlet görevlileri ve çapulcu Kürtİerdî. Daha önemlisi, diğer iki parti esas olarak Rusya, Avrupa ve bir
ölçüde ABD'deki Ermeniler tarafından yönetilip yürütülürken, bu par­
tinin liderliği tamamen yeril Ermenllerden oluşuyordu. Van, doğu
Anadolu'da Van Göiû kıyılarından yaklaşık bir buçuk kilometre
uzaklıkta yer alır. Şehir ve çevresi Osmanlı İmparatorluğu’ndaki en
büyük Ermeni yerleşim bölgelerinden birini oluşturur. Ayrı ayrı ya da
birlikte, Türk ve Kürt nüfusu Ertnenilerinkinden azdı.“ Ermeniler bü­
tün bölgeyi kutsat topraklar olarak görüyor, eski Ermeni kilisesi ge­
leneklerine bağlı bir Ermeni kültür ve uygarlığı merkezi sayıyorlardı.
Burasının Rusya’nın komşusu olması, sadece bölgedeki Ermeni
devrimcilerle karşı karşıya bulunan Osmanlı görevlilerini çileden
çıkarıyordu. Bölgede Rus konsolosluğunun yarattığı Rus etkisini
dengelemek için, Fransa ve Büyük Britanya da/İngiltere de Van şeh­
rinde konsolosluklar kurmuştu.
57 Avelis Nazarbek, “Zeitoun”, The Contemporary Peview LX1X. 364 (Nisan, 1896):
513-528.
58 Kemal Karpat, Ottoman Popukıtion 1830-1914 (Madison, Wl, IM S ). 146. Kar-
pal’ın ı!gili tabtoîan 1893 yılına kadarki dönemi ve Dv yılı da içine alır; Bu her İKİ
kategoriyi de içine alır. Yani. Van ister sancak isterse vilayet densin, Ermenilerin
ortak Türk-KCirt, yanı Müslüman nülustan çok az fazla olduğu gösteriliyordu. Öte
yandan, İngiliz yazar Lynch farkın çok daha büyük olduğunu ekler. Van ve çevre
sinin toplam 64.000 oıan nüiusunu, 17.000 Müslüman ve 47.000 Ermeni olarak
veriyordu. H. F. B. Lynch, Armenıa Cilt 2 (1965, Beyrut). 79.
207
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Van Ermeniteri 1862’dekl İsyandan görüleceği gibi bir ölçüde
zayıf bir isyan geleneğine sahipti. Bu isyanın Önemi, çevre bölgeler­
deki Kürtlerle ittifak kurularak gerçekleştirilmesi olgusunda yatar. Os­
manlI rejimine karşı koyıhak amacıyla, Ermeniler ve Kürtlerîn güç
birliğine girdikleri ender örneklerden biriydi bu. Ama 61. Maddesiyle
Kufilerin Ermenilere verdiği zararı hükümetin tazmin etmesini şart
koşan Berlin Antiaşması’nın imzalanmasının arifesinde, 1879‘da
Sultan, Müşir Sami’yi Van’a gönderdi. Kumandan bir yandan Erme­
nilere daha çok zarar verdirecek önlemler peşinde koşarken, bir yan­
dan Kürllerin etnik merkezli emellerini savunuyormuş gibi yapacaktı.
Bu amaçla, Van Ermenilerinin genel hâkimiyetini dengelemek
amacıyla, Van şehrinin çeperlerine kalabalık Kürt grupları yerleştirdi.
Armenekarılardan sonra, en sağlam örgüte sahip ve etkili parti,
belli yönlerden farklılıklar taşıyan Hınçaklardı. Milliyetçi ideolojik ilke­
leri çoğu kez uluslararası sosyalizminkilerîe birbirine karışıyordu. Bu
olgu benzer ideolojik doğmaları paylaşan yabancı destek gruplarıyla
açık ve örtülü ilişkiler kurmalarına yardım ediyordu. Armenekanların
tersine, Hınçaklar apolitik Ermeni kitleleri uyandırırken, bir yandan
baskı aracı otoritelere meydan okuyacak bir taktik aygıt olarak cesa­
ret gösterisine inanıyor ve arada sırada başvuruyorlardı. Parti kom­
şu KafkasyalI 25 yaşındaki bir üniversite öğrencisi tarafından yöne­
tiliyordu. Lider emrinde her biri 8-15 kişiden oluşan birkaç yüz man­
gaya sahip olmakla övünüyordu. Oysa bu grupların çok az eğitimi ya
da savaş deneyimi vardı; silerindeki tüfeklerin sayısı ikiyi geçmiyor­
du. Liderin inancı şöyle özetleniyordu: “ Eğer toplam dört milyon Er­
meni’den sadece 100.000’i sağ kalır, ama sonuçta bir sosyalist re­
jimde özgür yaşarlarsa, bundan memnuniyet duyarız. Rejimin
başında suttanın mı yoksa Ermeni Kral Tigranes’ mi olduğu hiç fark
etmez.” Zamanın bir Ermeni yazarı onu tipik bir “fildişi kule ütop­
y a m ı’ olarak tanımlıyordu. “Nazik, çok samimi, dosdoğru, katı disip­
linci, ötekilerle ilişkilerinde korkunç dürüst bir delikanlı.”49 Hınçaklar
59 Hamparzoum Yeramian, Houshartzan Van-Vuspourakanee (Van-Vaspourakan’ın
Anısına) Cilt 1 (İskenderiye, Mısır» 1929)» 352, 353.
208
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
sınırlı güç kaynaklarına teröre başvurma eğilimleriyle dengelemeye
çalışarak. Ermeni halkına zulmettiklerine inandıkları Kürtleri ve Türkleri öldürüyorlardı. Rejimin işbirlikçisi saydıkları ya da kendi amaç­
larını gerçekleştirmelerinin önünde engel gördükleri Eımenileri de
esirgemiyorlardı. 1896 Haziran yangınından üç ay önce, Hmçaklar’ın
bir intikam eyleminde Norduz ve Hayotz Tzor bölgelerini kılıçtan ge­
çirip, ateşe vererek çok sayıda insanı öldüren Kürt çete reisi Şakir’i
öldürme girişimleri başarısız olmuştu.
Taşnaklar sahneye epey geç çıkmışlardı. Ancak devrimci hücre­
lerden oluşan bir ağın örgütlenmesiyle, bölgede hızla bir köprübaşı
elde etmişlerdi. Oç siyaset içinde en disiplinlisi ve kaynaklar
bakımından en sorunsuzu onlardı. Taşnaklar da cesaret gösierisî
taktiklerine kendilerini kaptırdığından - Kürt, Türk ve hatta Ermeni
ayrımı yapmadan - Ermeni halkına karşı suçlu gördükleri herkesi
cezalandırmak için terör yöntemlerinden fayda ummuşlardı.
1896 Haziran yangınından önce, üç parti arasında Ermeni ahali­
nin durumunu düzeltmek için verilen genel savaşımı neredeyse bal­
talayan bir hizipçi geçmiş, Van içi ve çevresindeki Ermenileri
canından bezdirmişti. Olaya müdahil olan liderlerin pek çoğu, dava­
ya bağlılıklarının yerine liderlik becerilerini ya da politik sezgilerini
kanıtlamayı geçirmişlerdi. Gö2önü budaktan esirgememek ve korku­
suzluk gibi vasıflar, kural olarak etkili bir liderliğin önkoşulları olan ve
bölgede hasım Türkler ve Kürtlerle baş edilmesi gereken bir zaman­
da ihtiyaç duyulan niteliklerle birbirine karışmıştı. Belki de en büyük
engel, daha çok “ithal” liderler d a n Hınçak ve Taşnak parti liderleri­
nin çoğunun yabancı kökenli oluşuydu. Bir kısmı Avrupa eğitimi
almış, diğerleri Rus kültüründen gelmişti. Bu vasıfları yüzünden, böl­
genin ve memleketin şartlarına yabancıydılar. Örneğin, Transkafkasyalı, en çok da Tiflis ve Bakûlü Ermeniler fazla tanımadıkları Os­
manlI İmparatorluğu’nu, Türkler ve Kürtleri ve aynı zamanda, Os­
manlI Ermenilerinin sorunlarının niteliğini iyi bilmiyorlardı. Büyük Van
yangınının araştırılması gereken arka plan koşulları işle bunlardı.
Resmi Avrupa kaynaklarından elde edilen tüm malzemeden, za­
manın Ingiliz Van Konsolos Muavini Binbaşı W. H. Williams’ın rapor­
ları, Osmanlı yanlısı eğilim taşıdıklarında bile en ayrıntılı olanlarıydı.
209
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
VVilliams Van olayının patlak vermesinden beş ay sonra sahneye
çıkmıştı. 1895 sonbaharında tüm imparatorluğu saran katliamlar
sırasında, Türkiye’nin diğer yerlerinde Ermeni cemaat hayatının
merkezlerinin çoğu saldırıya uğramış ve tahrip edilmişken, Van'a
bazı faktörler nedeniyle dokunulmamıştı. Vali vs kum andan şiddet
ve düzensizliğe karşı çıktıklarından, gerekli kontrolü kurabilmişlerdi.
Ayrıca, Van E rm enileri iç A na do lu’da yoğun Erm eni nüfusu
barındıran diğer birçok şehrin aksine, katliamlarda Türkler için kolay
lokma değildi. Rusya ve İran’a yakınlığı nedeniyle, Van’a çok kolay
silah kaçırılıp depolanabiliyordu. Ayrıca, diğer iki partinin aksine o
sırada Van'a hâkim olan parti Arm enekanlar -T ü rk ve Kürtlerden bü­
yük bir saldırı gelebileceği beklem işiyle -
savunm a amaçlı
hazırlıklarında son derece ihtiyatlı ve çekingen davranıyorlardı. Baş­
ka yerlerde Ermeni cemaatlerinin yaşadığı cehennem azabının do­
ruk noktasında, 1895 Ekiminde, Van Ermenileri büyük ölçüde Armenekan silah kaçakçıları ve Kürtler arasındaki rasgele çatışmalardan
kaynaklanan çok az kayıp vermişlerdi,
İstanbul'daki sefirine gönderdiği 14 Ocak 1896 tarihli raporunda,
Van Konsolos Muavini İngiliz Binbaşı W, H. Wil!iaıns, "yağmala­
nan... fakir halkı büyük zorluklarla boğuşan...” çok sayıda Ermeni
köyü olduğundan söz eder. ‘‘..Genel bir ifadeyle, durum çok kötü.
Her yerde ilkbaharın daha büyük felaketlere gebe olduğu düşünce­
sinin yarattığı panik ve korku Ermenileri sarmış dutum da...”*0 19 Şu­
batta, VVilliams Sefir Currie'ye şunları yazmış: “Buraya yakın bir köy­
de sekiz Ermeni öldürüldü. İki Ermeni’nin daha köylerde öldürüldü­
ğü bildirildi... yakın bir gelecekte Kürtleri frenlemek için adımlar
atılmazsa, korkarım ki bu vilayette çok büyük olaylara tanık ola­
cağız.” Sonra, VVilliams Haziran'daki olaylar ışığında kehanet sayıla­
bilecek tahmini açıklamak için aşağıdaki teşhisi koydu:
60 Blue Book [n. 47], Belge No. 25. s. 23’te ek.
210
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
Hükümet’in Kürt sorununa yaklaşım tarzına gönderme yaparsak... Ko­
layca yakalayabileceği bu gibi IKurt} reislerden bir ikisini tutuklamak ye­
rine, Erzincan’daki Müşir [Dördüncü Kolordu Kumandanı Zeki], telgrafla
[Kürt] Hamicüye Alayları Kumandanlarına “sessiz kalma" emri gönderi­
yor. Böyle bir emir pratikte eski saldırıları haklı çıkarır.*'
Kürtlerin Ermenilere karşı saldırılarını cesaretlendirmese bile, bu
görmezlikten gelme olgusu, “dokunulmazlıktan yararlanan silahlı
Kürtlere" dikkat çeken Fransız temsilci P. Defrance tarafından doğ­
rulanmıştı.6Î O Kûrtleri frenlemek için, Ermeni devrimci çeteleri ba­
zen misilleme amaçlı sürpriz akınlar yapar, bazen açık çatışmalara
girerken, bazen de Kürtler ve onların Türk destekçileri arasındagerçek ve potansiyel faillere gözdağı veren terör eylemlerine başvurdu.
Bu operasyonlar sürecinde, yüzierce Türk ve bir o kadar da Kürt öl­
dürüldü.”
Böyle bir durumda, Sultan Abdülhamid Van Ermenilerine ölüm
yağdırıp boyun eğdirmenin standart araçlarından birini kullandı. 17
Ekim 1895‘te yayınladığı bir İmparatorluk Fermanı’yle yürürlüğe koy­
duğu reformlan güya denetleme göreviyle, Yaveri Sadettin Paşa’yı
gönderdi. Üç gün sonra da Büyük G üçier’i haberdar etti. Ne var ki,
paşa reformları yürütmenin yanına, söylendiğine göre paha biçilmez
armağanlar aldığı Kürt reislerle bir dizi gizli toplantılar yapıyordu.
Ayrıca Ermeniierin minnetle andığı bir olgu olan katliamlara gerçek­
ten karşı çıkarken. S ultani yumuşatmaya çalışan Vali Nazım P a şa ­
yı da istifaya zorluyordu .64 Ama Fransız Sefir Cambon'un Paris’teki
61 Ag.e., ek, Belge No. 104, s. 91-92. İngiltere'nin Erzurum Konsolosu R. W. Graves 29 Mayıs 1896‘da. Müşir Zeki'nirt kendi “himayesindeki'' Kürt reislerin ceza­
landırılmasını önlemek için "nütuzunu kullandığını" belirtmiş,ı. A.g.e., ek 2 Belge
No. 241, s. 200.
62 OAFfn. Sİ, Belge No. 210. s. 235.
63 Ag.e., Bine Book [n. 47], ek No. 2 Belge No. 104, s. 92. 19 Şubat 1896; ek, No.
117. s. 108,1 Mart 1896; Belge No. 256. S. 207-08. 21 Haziran1896.
64 Ag.e., İngiltere Konsolos Muavini VVilSiamsTn 22 Nisan 1895 larihli raporu. 8elge
No. 161, s. 150; Nazım Paşa’nın istifaya 2orianması için, bkz., A.g.e., Belge No.
211
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
D ışişleıiB akanı’na bildirdiği gibi, Vali'nin politikasına karşı çıkan Sa­
dettin Paşa "Erm enilere karşı kullanm ak istediği için Kürtleri
şımartırken, Vali uzlaşma önlemlerini savunuyordu. "®4 Büyük Güçle r’in ısrarlı dayatmasıyla yürürlüğe konulan reformları gerçekleştıriyormuş gibi yaparken, bu katliamları örgütleme yöntemi. 1895-96
döneminde Yüksek Komiser Şakir Paşa tarafından Ermenilerin yo­
ğun yaşadıkları altı vilayette kullanıldı. Yrne S ulta nin yaverleri
arasından seçilmiş olan paşa, reformların yürütülmesini güya teftiş
etme amacıyla büyük bir tantanayla taşraya gönderilmişti. Ama nere­
deyse ‘"teftiş etmek” için gittiği her yerde, özellikle de Erzurum’da re­
formlardan eser olmadığı gibi, paşanın ziyaretinin yan etkileri görülü­
yordu. Kinross "Sultan’ın en meymenetsiz danışmanlardan biri" ola­
rak tanımladığı paşanın Azrallliğe soyunduğu görevini şöyle açıklar:
Göstermelik makamı. Sultanin kendi reform planları bahanesiyle ilişkili
Türkiye’nin Asya vilayetlerinin bir kısmından sorumlu müfettişlikti. Bu
göstermelik sıfatla, gerçek rolü seçilen yerlerin her birinde katliamlar
planlayıp yürütmekti.*8
Bu oyunun başarısından cesaret bulan Sultan şimdi de Sadettin
Paşa'yı kullanıyordu. Yeraltı faaliyetlerinden vazgeçip, Fransa’nın
İstanbul Maslahatgüzarı M. De la Bouliniereye göre, “Kürtlerin uzun
süredir hazırlandıkları” katffamiara m eşruiyet kazandırmak için,
Sadettin Paşa Van vilayetinin koşullarıyla ilgili bir Rapor kaleme aldı.
s. 242, İngiltere Maslahatgüzarı Herbertin 2 Temmuz 1896 tarihli raporu. Ermenıterin Vali Nazım’a minnettarlığı için, bkz,, Voramian, Houshartzan {n. 69), 3S1.
Anılarında, Ermeni direnişini örgütleyenlerden biri, Ermenilerin bu şiddet patla­
masından sorumlu olduğunu Kesinlikle reddederken, tüm Ermenilerin îürkleri provoke etmemek ipin azami özen gösterdiklerini ve Ermenilere saldırmaları için en
küçük bir bahane Dile vermek İstemediklerini söyler. Armenag Yegarian, Housher
(Hatıralar), H. Adjemian ad. (Kahire, 1947), 98.
65 OAFfn. S), Belge No. 210, s. 235. 10 Haziran 1896.
66 Kinross, Ottoman Centuries [n. 2], 559.
212
İLK SOVKIHIM PO LİTİKASININ BAŞLATILM ASI
Raporun bir Kopyasını alarak, Ingiltere’nin Van Konsolos Muavini
VVilliams’a teyit ettirdikten sonra, Ingiltere Maslahatgüzarı Michael H.
Herbert, Başbakanı Salisbury’ye bir mesajında raporu “içindeki
sayısız belirsizlik nedeniyle" suçladı,” B ir Türk devriyesi ile ya Erme­
ni devrimciler ya da “Türk tuz kaçakçıları"** olduklarından şüpheleni­
len kimiiği belirsiz bir grup arasında çatışm a çıktı. Sonuçta bir Türk
askeri ve bir jandarmanın ölmesi Ermenilerin “Büyük Van Olayı” de­
dikleri olayın patlak vermesini tetikledi. Bu olayın Tûrklerin kıyımı
başlatmak için “bekledikleri bahane”yi sunan düzmece bir kurgu ol­
duğunu söyledikten sonra, Cambon bir başka savaş hilesine işaret
eder. O sıradaki elindeki bilgiye göre, otoritelerin durumla başa
çıkma çabaları, kısmen "Müslümanîara ateş etmeyi yasaklayan" kor­
kunç emrin çıkarılmasında görülüyordu. “ Böylece, Ermeniler peşleri­
ne düşen Türkler tarafından öldürülürken, askerler seyirci kalabilir­
di ."** İngiltere Konsolos Muavini VVilliams’a göre, “karışıklıklar Türk­
ler, çingeneler ile koca bir hafta kontrolden çıkmış olan ve olup biten­
lerin çoğundan sorumlu zaptiyelerden oluşan bîr kalabalık tarafından
başlatılmıştı."70
Büyük yangın dokuz gün sürdü (eski takvimle: 3-11 Haziran; Os­
manlI takviminden dönüştürülen yeni takvimle: 15-23 Haziran). Üç
Ermeni partisinin liderleri Ortak Savunma Kurulu oluşturdular. Elde­
ki listeter uyarınca, Vanlı Ermenilerin en yoğun yaşadığı, çiçek, seb­
ze ve meyve bahçeleriyle sarılı villalarla diğer evlerin bulunduğu Aikesdan (Bahçeşehir) içi ve çevresindeki 33 stratejik mevziye 500
delikanlı yerleştirdiler. Daha önemlisi, Fransız, Rus. İran ve İngiltere
konsolosluklarıyla Am erikan misyon kompleksi de buradaydı. Bahçeşe hirln 6,5 kilometre batısında Van’ın sur içinde dükkânlar. Vila­
yet Binası, Askeri Okul ve M erkez Polis Karakolu, M erkez Cezaevi
67 Blue Book [n. 47), Belge No. 351. s. 281.30Temmuz 1896: ayrıca bkz., Belge No.
262, s. 210 .
68 A.g.e., ek Belge No. 337, e. 271, Konsolos VVİMams’ın 28 Haziran 1896 raporu
aracılığıyla.
69 DAF [n. 5), Belge No.227, s. 247, 9 Temmuz 1896.
70 Blue Book [n. 47], ek Belge No.337, s. 271,28 Haziran 1896 tarihli rapor.
213
CRMCKIİ SOYKIRIMI TARİHİ
ve PTT gibi kamu binaları bulunan ikiz şehir vardı. Merkezi otorite­
ler Ermenilerin hakkından gelmek için Van’a “dört (abur ve birkaç sü­
vari müfrezesi” sevk etmişlerdi. Bir tabur ve iki süvari bölüğü Harput'tan ve bir süvari bölüğü Muş’tan intikal etmişti.71
Büyük Yangın’ın üçüncü gününde, Müslûmanlar saldırılarını baş­
latacakları camilerde toplandılar. Karma nüfusa sahip savunmasız
dört mahallenin Ermenileri ilk kurbanlardı. Yaş ya da cinsiyet ayrımı
olmadan, erkekler, kadınlar ve çocuklar balta, çekiç ve hançerlerle öl­
dürülürken, bazıları diri diri yakılmıştı.72 Sonuçta, Ermeni ahalinin ka­
lanı Ermeni mahallelerine kaçmaya çalıştı. Beş gün beş gece yoğun
ve eşitsiz çatışma sürdü. “Toplam sayıları 600 ya da 700’ü bulan ’75
direnişçiler, sadece mevzilerini korumakla kalmayıp, saldırganları de­
falarca püskürtmeyi de başardılar. Islahat Müfettişi Sadettin Paşa, yi­
ne ağır kayıplarla geri püskürtülmüş olan Kürt süvarileri çağırdı. Di­
renişçiler yollara barikat kurmak amacıyla yığınla dev söğüt ağacını
kesmişlerdi Ermeni ve Türk mahallelerinden geçen derelerin önleri­
ni keserek, aradaki tüm yolları sular altında bırakmışlardı. Birçok ma­
halle sakini ev ve bahçelerini teker teker kaleciklere dönüştürmüştü.
Arabuluculuk potansiyeli nedeniyle, Konsolos Muavini Binbaşı Williams'ın cephe hatlarına geçmesine çatışmanın iki tarafı da rıza gös­
termişti. Binbaşı gözlemlerini şöyle özetlemişti: “Devrimciler bazı ev­
leri mükemmel tahkim etmişlerdi... iki müstahkem mevkiyi ziyaret et­
tim. işleri bu kadar zekice yürütmelerine şaştım doğrusu .1’71 Ermeni­
ler bir saldırı sırasında iki topu ele geçirmeyi bile başarmışlardı.
71 Ag.e., Selge No, 257, s. 208, Maslahatgüzar Herbertîn Salisbury'ye 21 Haziran
1896 tarihli raporu ve Belge No. 270, S. 223, Williams’m 25 Haziran 1896 tarihli
raporu.
72 İngiltere Konsolos MuavinTne göre. şehirde 40(1 Frmeni öldürülmüştü. A.g.e., Bel­
ge Na. 266, Maslahatgüzar Herbert'in Salisüury'ye 23 Haziran 1896 tarihli raporu,
s. 222.
73 A g e., ek Belge No.337, s. 272, İngiltere'nin Van Konsolos Muavini'nin 28 Hazi­
ran 1896 tarihli raporu.
74 Ag.e., ek, Belge No.337, s. 272. 28 Haziran 1896 tarihti raporu.
214
İLK SOVKİRİM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
Birkaç ay önce Zeytun Örneğindeki gibi, Sultan Abdülhamid bıı
kavşak noktasında Büyük G üçlerin, özellikle de İngiltere ve Fran­
sa'nın arabuluculuğundan medet ummuştu. Fransa Seliri'ne “Van
şehrindeki tüm diğer Ermenilerin can ve mal güvenliklerini garanti
ediyorum” demişti Sultan .75 Ancak tam yetkili elçisi Sadettin Paşa iki
koşul öne sürdüğünde, Ermeniler teklifi reddettiler. Ermenilerin sa­
vunmasını yönelen en üst düzeydeki on liderin verilip tüm silahların
konsolosluk görevlilerine teslim edilmesini istemişti. Ermenilerse is­
yan etmediklerini, sadece hükümet yüzlerce Ermeni’nin katledilme­
sini önlemediğinden ve kendilerini savunma haklarını kullandıklarını,
kılık değiştirerek hareket eden seçkin jandarma ve askerlerin de
katıldığı kalabalık bir ayaklakımına karşı savaştıklarını öne sürüyor­
lardı. Bunun üzerine, Türkler birkaç yeni lop daha getirip, yoğun bir
bombardımana başladı. Cephanelerinin tükenmesiyle birlikte, bu ye­
ni imha silahlarının karşısında duramayan direnişçiler, İngili2lerin da­
ha uygulanabilir olduğunu düşündüğü ikinci bir teklif sundular :76 Kon­
solosların gözetiminde ülkeden çıkmalarına izin verilsin! Üç gruba
ayrılan Ermeni savaşçılar ve yandaşları Osmanlı topraklarından
çıkmak üzere hazırlıklara koyuldular. Armenakan grubu 200 silahlı
ve yaklaşık 700 silahsız: Taşnak müfrezesi sadece 58’inin sürgüne
gittiği 125 ve Hınçaklar 25 kişiydi. Türklerin sürgüne gidenlerin İran
sınırına kadar güvenli geçişlerini garanti etmelerine karşın, Karahisar dağında düzenli Türk birlikleri ve Kürt başıbozukları, üç toplulu­
ğu da kuşatarak ateş altına aldı. Ermeniler umutsuz ve son bir ölüm
kalım savaşından sonra imha edildiklerinde, sadece 35 kişi sağ
kalmıştı. Böylece, sayısı 1000 'i bulan “Van'ın Ermeni gençliğinin
kaymak tabakası,” bir grup aydınla birlikte hükümetin verdiği sözü
tutmaması yüzünden yok olmuştu. “Bu kayıpla, Van değerli gençle­
rinin neredeyse tümünden yoksun kalmıştı. Bu olayın acısı ve genel
75 A.g.e., Belge No. 250, s. 205, Maslahatgüzar Herbert’in Salisbury'ye 19 Haziran
1096 tarihti raporu. DAF[n. 5], Belge No. 215, s. 240, Cambon’un Hanetaux’ya 20
Haziran 1896 tarihli raporu.
76 Blue Book jn. 47], Belge No. 256, s. 207-06, Maslahatgüzar Herbert’in Salisbury’ye 21 Haziran 1896 tarihli raporu.
215
ERMENİ SOVKIBİMI 1ARİHI
etkisi kelimelere sığmıyordu. Trajik katliam haberinin duyulması üze­
rine derin bir yas havasına bürünen Van'da kimsenin ağzını bıçak
açmıyordu .”77 Bununla birlikte, çatışmadan sonra tuzağa düşürülüp
imha edilen direnişçiler rie kadar ağır bedel ödemiş olursa olsun,
Van savunması en sonunda amacına ulaşmıştı. Karma nüfusa sa­
hip, yani Türk ve Kürtlerle ortak mahallerde yaşayan yaklaşık 400
kurban dışında, Ermeni ahalinin geri kalanı katliamdan kurtulmuştu.
Gelgelelim, Van şehrinin dışına çıkılarak, çevre köylere doğru gidil­
dikçe, Ermenilerin kayıpları giderek katlanıyordu. Bu kayıpların
20.000 dolayında olduğu tahmin ediliyor .74 Bir İngiliz “görgü tanığı”
350 köy ve mezranın tahrip edildiğini bildirmişti.71' “Kürtlerin köyleri
yerle bir ettiğini" söyleyen Binbaşı VVilliams, “Van’daki en güzel Er­
meni evlerinden 150’sinin kundaklandığını ve daha çoğunun yağma­
landığını...” eklemişti. “Köylerden gelen haberler yürek parafayıcıydı ,.” 50 Aynı zamanda, Türk kayıpları arasında “çok sayıda as­
ker ve bazı subaylar olduğunu” bildiriyordu .*1 VVilliams Ermeni lider­
lerden “on beş kadarının" "yabancı” olduğunu vurguluyordu. Ara­
larında "Rusya ve Amerikan yurttaşlığına geçmiş olan Ermenilerle
birSktö... bir Rus ve bir Bulgar da vardı .”62
VVilliams askeri faaliyetlerin kesilmesi ve liderlerin Van'dan
çıkarılmasında aracı olmasına rağmen, Ermeni kaynaklarca komploculukla değilse bile, Osmanlı otoritelerini kapalı bir biçimde destekle­
mekle suçlanmıştı. Bu fesli İngiliz askeri uzmanın Ermeni mevzilerin­
de keşif yaparak, Türklere verdiği bilgilerle topçu bataryalarının daha
isabetli atışlar yapmasını sağladığı öne sürülüyordu. Aynı kaynak­
lar, VVilliams’ın katliamı sona erdirmekten çok, direnişin kesilmesiyle
77 Yeramian, Houshartzan [ıı. 59). 108.
78 Ag.e. 373.
79 VViılıam W. Howard, "Horrorsol Armenia" Armenian HevtewXV111, 4 {Kış, 1965);
71.
80 Bkıe Book |rv 47], ek Belge No. 337, s. 272,28 Haziran 1896 tarihli raporu.
81 A.g.g., Belge No. 266, s. 222, Maslahatgüzar Herbert’in Salisfeury'ye 23 Haziran
1896 Sarihli raporu.
82 Ag.e., s. 273.
216
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
ilgilendiğini de iddia ediyorlar .83 Bir başka Ermeni yazar, VYilliams’ın
bu rolünü, İngilizlerin Rusların Van yangının yarattığı fırsattan yarar­
lanarak Türkiye’ye girebileceği ve ele geçireceği toprakları ilhak ede­
bileceğinden çekinmesine bağlıyordu” Adeta bu spekülasyonlara
inandırıcılık katarcasına, VVİlliams o sırada sağ kalanlar arasındaki
60 kadar Ermeni eşrafı, locum tenens * (rahip ve doktor vekilleri) ile
birlikte toplamıştı. Onlardan açıkça Sultan ’a sadakat yemini ederek,
şükranlarını sunarlarken, Van Ermenilerinin uğradığı felaketten Er­
meni devrimcileri sorumlu tutan bir telgrafı İmzalamalarını istemişti.
Williams, Türklerin çoğu kez Ermeniterden benzer ifadeler almak için
kullandıkları mazbata denilen, toplu günah çıkarma eşliğindeki bu
sadakat yakarısını kendi hazırladığını doğrular .85 Konsolos Muavi­
ni’nin tehdit ve baskılarından bunalan eşraftan birinin şuurunu kay­
bettiği, beyin kanaması geçirerek hemen öldüğü söylenm işti .86
Osmanlı Bankası Baskını
1894 Sason isyanında ve 1895 Babıâli gösterisinde büyük bir rol
oynamış olan diğer iki politik partinin, yani sırasıyla Armenakanlar ve
Hınçakların koyduğu örneği izlemeye hevesli görünen Taşnaklar da
Osmanlı İmparatorluğu'nun başkentinde çok cüretli bir eylem koydu­
lar. Haftalarca süren hazırlıklardan sonra, 14/26 Ağustos 1896’da
Osmanlı Bankası’m bir baskınla ele geçirdiler. Banka İngiliz, özellik­
le de Fransız yatırımlarının ağır bastığı ve bu nedenle söz konusu
çıkar gruplarınca yönetilip kontrol edildiği bir Avrupa finans merke­
ziydi. Aslında bir yıl önce Taşnakiarın İstanbul'da yapılacak bir gös­
teri için Hınçaklara yanaşması sonuç vermemiş, anlaşmaya varıla­
m am ıştı .87 Banka baskınından önceki aylarda, Taşnakiarın hazırlık
63 Yeramian. Houshaıtzan (n. 59], 363. Yegarian. Housher [rt. 64], 101.
84 Ralik Hovarmissian. "Vanee 1896 Tuwee Eenknabashdbanoutiunu” (1896 Van
Özsavunması) Lraper (Temmuz 1976): 63.
85 Blue Book [n. 47], ek Belge No. 337. s 273
86 Yeramian. Houshartzar, [n. 59|, 369: Yegarian. Hcusner[r\ 64] 105.
87 Houshabadoum Uni Heghapokhagan Dashnakzculian, 1890-1950 (Ermeni Dev­
rimci Federasyonu Anısına 1890-1950) (Boston, 1950), 283.
217
ERMENİ SO /KIR IM I TARİHİ
anlamında düşündükleri daha güçlü başka inisiyatifler, o dönemde­
ki yaygın katliamlar ve partinin bir kısım liderini kaybettiği Van isyanı
sonrasındaki bozgun nedeniyle geri çekilmişti. Düşünülen bu inisi­
yatifler arasında, Sultan Afedülhamid’e suikast planı da vardı. Ama
Müslüman halkın ve kalabalıkların taşranın silahsız ve hiç savun­
masız Ermeni ahalisine yoğun ve daha yıkıcı saldırılarından duy­
dukları endişe, devrim ciler için caydırıcı olmuştu.®*
Plan altı kişilik öncü komando grubunun yapacağı sürpriz
saldırıyla girişin ele geçirilmesini öngörüyordu. Üçü öldürülen biri ka­
çan dört güvenlik görevlisi ile girişilen kısa bir çatışmadan sonra, 19
komandodan oluşan ikinci grup bankayı işgal etti. Aralarında dördü
gümüş taşımada kullanılanlara benzeyen sırt çantalarında el bom­
balan, dinamit ve cephane taşıyordu. Grubun her üyesi yedek şar­
jörler ve kütüklüklerle birlikte en az iki tabanca ve değişik türlerden
ateşli silahlar taşıyordu. Baskından önce, saldırı grubunun liderleri,
İstanbul Taşnak Merkez Komitesi adına saldırının nedenlerini açıkla­
yan talepler üstesi hazırlamıştı. Biri Türk, diğeri Ermeni halkına hitap
ederken, Ermeni devrimcilerin tutuklanmaları halinde, Büyük Güç­
le r’e, yani onların Osmanlı başkentindeki sefirlerine yönelikti, ilk
çatışmada öldürülen asıl lider Papken Siuni’den sonra eylemin ko­
mutasını üzerine alan Armen Karo altı banka memuruna bunları
Fransızca olarak dikle ettirmişti. Tesadüfen mabeyn mütercim (saray
tercümanı) İbrahim Hakkı da banka baskınında oradaydı. Korkuyla
titrerken, Karo’ya kendisini Fransızca olarak Ermeni katliamlarına
her zaman karşı çıkan liberal bir Türk olarak göstermişti. (1910-1911
döneminde, Osmanlı hükümetinde en yüksek makama, yani Sadra­
zamlığa getirilecekti.) Hakkı Bey aynı talepleri ikisi de Ermenilerle
müzakere etmeye şiddetle karşı çıkan ve kuvvet kullanarak misille­
me yapma eğilimine sahip Sultan ve Sadrazam Halil Rıfat Paşa dâ­
hil, Osmanlı otoritelerine iletmesi için bankadan salıverildi. Aslında,
Sultan Abdülhamid’in Harbiye ve Bahriye Nezaretlerine bankayı to­
pa tutup “bu skandali” sona erdirme emri verdiği söyleniyordu .®9
88 Ag.e.. 284-85.
218
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
“Türk halkına” başlıklı çağrıda aşağıdaki beyanatı okuruz:
Asırlardır atalarımız sizinle barış ve uyum içinde yaşamışlardır... Ama
son zamanlarda hükümetiniz suçlar işledi, bizi ve sizi kolayca boğmak
için aramıza nifak tohumları ekmeye başladı. Ey halk, bu şeytani siyaset
oyunlarını kavramaz da kardeşlerimizin kanını dökersen, sen de canice
suçlara ortak dursun. Bununla birlikte, iyi bil ki bizim kavgamız seninle
değil, ama senin en iyi evlatlarının da savaştığı hükümetinledir9®
Talepler Üstesinin Büyük G ü çle re yöneltiîen kısmında, Türk hü­
kümetinin “cezasız kalan suçları’ na değinilerek, “ Büyük Güçler tu ­
tum larıyla kendi kendilerini BabIâli'nin suç ortaklığına mahkûm e d i­
yorlar... Ama eziten halkların sabrının sınırları vardır” deniliyordu.
İkinci talepler listesi taşra Ermenilerinin içinde bulunduğu zor şart­
lardan duyulan umutsuzluğu dile getirerek, Büyük G üçler’i “Türk is­
tibdadına... Sultan Ham id’ kanlı intikamlarına" hoşgörü gösterm ek­
le suçluyordu. “Avrupa bu korkunç suçları görmüş am a sessizliğini
sürdürmüştür. Avrupa yalnız cellâdın elini kolunu bağlamam akla
kalmamış, bir de tutm uş bize [kendi çözümünü, yanij boyun eğm e­
mizi küstahça dayatm ıştır... Diplomasi oyunlarının zamanı geçm iş­
tir. 100.000 şehidimizin kant bize özgürlük talep etm e hakkını veri­
yor.” Başka şartlar sıraladıktan sonra, talepler listesi “Avrupa siste­
mine göre adli reformlar” yapılması ve "Erm enistan’a 6 Süyük Güç
tarafından seçilecek Avrupalı bir Yüksek Kom iser tayini” ni de isti­
yordu .*1
Dehşete kaptfan banka çalışanları toplanıp, rehin alınmadan ö n ­
ce, binanın üst katında tavan penceresinden çatıya çıkarak, bitişikte­
ki Tülün Reji binasına geçen Banka Genel Müdürü Sir Edgar Vincenl
89 Annen Karo. Abruadz Örer (Yaşanan ©ünler) (Boston, ©48). 158-59.
Yazara göre. Maximof olay sırasında İstanbul'da bulunan Le Journal de Debals
muhabiri Georges Gaulis'e bu bilgiyi doğrulamıştır.
90 Mikayel Varandan, Hai Heghapokbagan Dashnakzoutian Badmoutkm (Ermeni
Devrimci Federasyonu Tarihi} Cilt 1. (Patis. 1932). 159. 91. Blue Book. Turkey No.
1 (1897), ek No. i
YO
2, Belge No. 25, s. 13.15.
91 Blue Book. Turkey No. 1 (1897), ek No. 1 ve 2, Belge No. 25, s. 13.15.
219
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
kaçmayı başarmıştı. Müdür o sırada Saray’da toplantı halindeki Os­
manlI kabinesiyle anlaşmaya varılması için müzakereler yürütmüş­
tü. Rehin alma eylemini duyar duymaz, Saray’a koşan Rus Sefareti
Baştercümanı Maximoft da ona yardım ediyordu. Sultan’ın bizzat
kabul etliği anlaşmayla, devrimciler affedilmiş ve Türkiye'den ser­
best çıkışlarına izin verilmişti. Bu koşullar Rus Sefareti adına Maximoff tarafından garantiye bağlanmıştı. Vincent’in yardımcısı,
Fransız vatandaşı M. Auboyneau komitacıların koşullarını Büyük
Güçler e iletmek amacıyla bankadan salınmıştı.
Yukarıda belirtildiği gibi, bankada kaleme alınan talepler listesin­
deki maddelerden biri, o sırada İstanbul sokaklarında görülen katli­
amın ve Ermenilerin o sırada tahkim ederek savundukları bankaya
karşı dışarıdan saldırıların derhal sona erdirilmesi de vardı. "Aksi
halde, cephanemiz bittikten sonra, binayı havaya uçururuz.”” Bu
açıklama tam bir ültimatom niteliğine sahipti. Üç saatlik kaçamak
müzakerelerde, Ermeniler katliamların yeniden başlamayacağına
dair yazılı güvence ve taahhütler içermeyen belirsiz Türk-Avrupa
teklifini defalarca geri çevirmişti. Ayrıca talepler listesi ve mektupta
ısrarla öne sürülen reformların özel şartlarının hazırlanacağı konu­
sunda da aynı belirsizlik hüküm sürüyordu. Gene Fransa’nın İstan­
bul Maslahatgüzarı’na hitaben yazılmış olan bir diğer mektupta,
banka baskınını gerçekleştiren beş lider, ‘ uluslararası müdahale yo­
luyla bütün ülkede barışın güvenceye alınması” gereğini ısrarla vur­
gularken, bir taraftan “ Bizi bu aşırılığa zorlayan, insanlığın suç saya­
bileceğimiz kayıtsızlığıdır’’ diyorlardı. Sonra da ilgili herkese banka­
da tutulan zengin hâzineye ilişmeyeceklerini, çünkü temel insan
haklarını sağlamakla ilgilenen devrimcilerin para ya da servetle bir
işi olmadığını açıklamışlardı.”
Dört faktör getirilen teklifleri kabul etmekte kendi aralarında zor­
lanan eylemci liderlerin ikisini sonunda evet demeye zorlamıştı. 1)
Cephaneleri tükeniyordu ve kaba bir hesapla bile ellerindeki dinamit
92 Houshaöaaovm (n. 87J, 294-95,
93 Blue Book[n. 911, ok No. 3, Bölge No. 25. s. 16.
220
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
bankayı havaya uçurmaya yetmiyordu. Bankayı işgal ettikten sonra
saatlerce düzenli ordu birliklerinin ve çok sayıda sarıklı soflarım,
medrese öğrencilerinin başını çektiği bir dizi saldırıyı püskürtmek
için banka binasının pencerelerinden, çatısından ve diğer yerlerin­
den ateş açmışlardı. Bu kanlı çatışmalarda karşı tarat gibi, onlar da
ağır kayıplar vermişti. 2} Ayrıca, bu çatışmalar sırasında, 25 komi­
tacıdan oluşan gruptan attı kişi yaralanmış, asıl liderleri dâhil dördü
ölmüştü. Bunun sonucunda net bir yöne sahip olmamaları ve lider­
lik sergilemedeki eksiklik, grubun genel moralini olumsuz etkilemiş­
ti. 3) Bankayı içinde AvrupalI çalışanlarıyla birlikle havaya uçurma­
ları halinde, neler olabileceği kafalarına dank etmişti. O 2aman sa­
dece Türkler taşranın savunmasız Ermeni ahalisine karşı dev boyut­
larda yeni bir intikam dalgasına kendilerini kaptırmazlardı. Ama Av­
rupa’nın Ermenileri kendi kaderleriyle baş başa bırakması, Türklerin
fazla bir engelle karşılaşmadan geleneksel Ermeni politikasına ica­
zet vermesi de mümkündü. 4) Maximof ve Auboyneau’nun arabulu­
culuk rollerinde ikna etme yetenekleri,
Maximof, Sultan'ın ilk ve öfkeli tepkisini, Ermeni devrimcileri bi­
nayı topa tutup yerle bir etmeyi de içine alan bir silahlı saldırıyla ez­
mek istediğini haber alır almaz Saray’a koşmuştu. Bütün Büyük
Güçler adına Boğaz'da demirli zırhlıların94 ağır toplarıyla Saray'ı
dövmekle tehdit edip, Suttan’ı ikna ettiği söyleniyordu. Öte yandan,
Maximof’un Ermenilere de şöyle yalvardığı öne sürülmüştü: "Diz çö­
küp size yalvanyorum, lütfen acele edin ve binayı boşaltın. Sultan’dan büyük zorluklarla izin koparabildim. Yarın fikir değiştirebilir.
Ya yeni bir katliam dalgası halkınızı tekrar kırıp geçirirse ne ya­
parsınız? Sırtınızda ne kadar ağır bîr sorumluluk taşıdığınızı düşü­
nün."85 Fransa Sefiri Gambon, Sultan, Ermeniler ve Sadrazam Halil
Rıfat Paşa arasındaki yetenekli arabuluculuğundan dolayı hem Auboyrtea’yu hem bilhassa “ince diplomatik dili“nden dolayı Maximof‘u
kutlamıştı. Sadrazamın “büyük malî kurumun kaderine ilgisizliği öyle
94 Karo, Abruadz Orsrfn. 89]. 158. Mayimol’un Saray’a yarım saat goç ulaştığım,
emrin her durumda uygulanmış olduğunu söylediği belirtilmiştir.
95 Varantyarı, Hai [n. 90], 168-69.
221
ERMENİ SOYKIRIMI TABİMİ
bir noktaya ulaşmıştı ki, işler Müslümanların öfkesini Ermenilerden
çıkarmasına varsa bile, bundan memnuniyet duyacaktı.’’,s Gruptan
kalan 15 komitacı, en sonunda gece 3.30’da boşalttı ve kendilerini
koruyan muhafızlar eşliğinde, Fransız buharlı yolcu gemisi Gironde’a nakledilmek Ü2ere Genel Müdür Vincent’in yatına bindirildi. Bir
gün sonra, bu gemi onları geçici Fransa sürgününe, Marseille’ya gö­
türecekti. Beş yaralı şehirdeki Rus hastanesine kaldırılmış, tama­
men iyileştikten sonra, Maximof’un söz verdiği gibi Rusların koru­
ması altında Mısır'a nakledilmişlerdi. Eyleme en az 200 komitacının
katıldığını sanan görevliler, komitacı sayısının 25 olduğunu öğrenin­
ce şaşırmışlardı. Olayın bütünüyle ilgili özet raporunda, İngiltere
Maslahatgüzarı Herbert, Başbakan Salisbury’ye komitacıların geri­
de “kırk beş barut bombası, yirmi beş dinamit lokumu ve on bir ki­
logram dinamit bıraktıklarını’1 bildirmişti. “ Paralara dokunmamı şiardı
bile. Bu kadar cüretli bir atak, biraz sakin sona erdi..
Bazı yazarlar ve pek çok diplomat banka baskınını aptalca bir te­
rörist eylem olarak nitelendirdi. İngiliz tarihçi Kinross “politik ajitasyon oyunlarında toy sayılabilecek ideal sahibi gençler olarak, kendi
dostlarına yarar sağlamayıp, düşmanlarının elinde oyuncak olduk­
larını’ düşünmüştü.9' Ne var ki, Viyana’da Frei Presse. Berlin’de
Berliner Tageablat ve Brüksel’de E'toile Belge gibi Avrupa gazetele­
ri olaya farklı yorumlar getirmişti. Taşnak devrimcilerinin kocaman
bir servete ellerini sürmeyecek kadar dürüst olmaları, Osmanlı baş­
kentinin finans merkezini bir saldırıyla ele geçinmekteki eşsiz cesa­
retleri övülüyordu. Marseille yolculuğunda fedailerle altı gün geçiren
Gironde yolcu gemisinin personel dokloru, E'toile Belgece aşağıda­
ki yorumları da eklediği bir mektubu göndermişti:
Kendilerini feda etmeye hazır bu cesur insanlar, Osmanlı imparatoıluğu'nun en önem li kunım unu güpegündüz ele ge çirdiler.... Ne hırsız ne
96 DAF[n. 5] Belge No. 254. s. 275. 3 Eylül 1896 tarihli rapor.
97 Bk/e Book [rv 81] Belge No. 25, s. 12, 27 Ağustos 18% tarihli raporu
98 Kinross, Ottcman Centunes [n. 2], b61.
222
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
soyguncuydular. . tek kuruş bile çalmadılar. Bankanın veznelerinden bi­
rinde 10.000 altın T ürk Lirası ve çok m iktarda banknot varm ış. Liderleri
bu paraları bizzat banka idarecilerinden birine teslim etm iş. Silahlı
saldırının paniğinde, bankanın ana kasalarından biri açık kalm ış ve aynı
idarecinin isteğiyle, hemen fedailer tarafından kapatılm ış. Bankayı 13
saat işgal ettikten sonra, en onurlu yolla geri çekildiler. Biz bu genç kah­
ram anlarla altı gün geçirdik ve onları tanıyıp değerlendirm e fırsatı bul­
duk. Süvariler ve dıger personel, hepim iz onlara hayranlık ve sevgi bes­
ledik, varlıkları bizi onurlandırdı.99
Bankanın işgali Osmanlı başkentinde kaos ve kargaşa yaratarak,
Büyük G üçler’i askeri müdahaleye kışkırtma genel planının temel
parçasından başka bir şey değildi. Sınırlı da olsa burada kısmi ba­
şarı kazandılar, çünkü kendi yurttaşlarını korumak amacıyla, İngiliz
ve Rus deniz piyadeleri ve denizcileri küçük müfrezeler halinde Boğaz’ın çeşitli noktalarına çıkarma yaptılar. Şehirde terörü artırıp yo ­
ğunlaştırmak için, Ermeni fedailer bazı büyük polis karakollarını he­
def seçtiler. Özellikle İstanbul yakasında Samatya ve Beyoğlu sem­
tinde Galatasaray karakollarına el bombaları ve bombalarla saldırılacaktı. Ayrıca, BabIâli’deki makamına gitmek için Galata köprüsün­
den geçecek olan Sadrazam’ın arabası da bombalanacak temel he­
defler arasındaydı. Bu şaşırtma eylemleri genel etkisini artırmak için
eşzamanlı yapılacak, tümü tam 0:6'da olacaktı. Ne var ki, Sadra­
zam’a yönelik eylem gerçekleşmedi ve diğer girişimler de beklenen
etkiyi sağlamadı. Otoriteler şu ya da bu biçimde özellikle en kanlı
çatışmaların görüleceği Samatya'da Ermeni saldırılarının yakında
başlayacağını haber almışlardı Aralarında bazı genç kadınların da
oldıığu küçük bir grup Taşnak fedai, son direniş noktası olarak tah­
kim ettikleri birkaç binada, on dört saat boyunca ortak polis ve aske­
ri hücum birliklerine karşı eşitsiz ve umutsuz bir çatışmaya girmişti.
Bu fedailerin pek çoğu sağ ele geçmemek için son kurşunu kendi ka­
fasına sıkmıştı.
99 Varontyan Haı [n. 90]. »74’den alıntı.
223
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Otoritelerin Planlı Programlı Katliamlara
Yeşil Işık Yakmaları
insanlar arası çatışmaların belirli koşullarında, kendini umutsuz­
luktan çılgınlığa geçmeye mecbur hissetmek sadece bilinçaltının
boşalımıdır. Bir dava için kökleşmiş özveri dürtüsü, umutsuzluktan
çılgına düşenlere özgü olan bir davranışın muhtemel sonuçlarını he­
saba katma ihtiyacı duymama eğilimi taşır. Sason olayında ve iki yıl
önceki Babıâli gösterisinde katliam faillerinin yararlandığı dokunul­
mazlığın göze batması, birçok Erm eni’yi gösterişli karşı-eylemlere
itecek ölçüde sarsmış vs tahrik etmişti. Banka baskınını örgütleyen
grubun dört liderinden ikisi, Armen Karo ve Huraç Tiryakiyan katliam
haberini duyar duymaz kendiliğinden Fransa’daki üniversite eğitim i­
ni yarda keserek, derhal devrimci faaliyetlere katılmışlardı. Üçüncüsü, baskının en başında öldürülen fedai grubunun büyük lideri, eski
aristokratik bir aileden gelen 23 yaşındaki Papken Siunee (Bedros
Parian), kendisini tanıyan herkes tarafından mükemmel bir karakte­
re sahip bir delikanlı olarak tanınırdı. Öğrencisi olduğu fakültenin de­
kanıysa onu “tam bir Ermeni” olarak tanım lam ıştı .100
Kişi, devrimci idealizmin niteliğinin kendi kurallarını koyduğu ve
bu anlamda terörün diğer kanalların öteden beri kapalı tutulduğu
açıklama yapmanın bir aracı olduğunu söyleyebilir. O halde, teröre
başvurmak baskıyla mücadele etme amacının önündeki engellerin
üstesinden gelme eğilimindeki devrimci aktörün bir çeşit normatif
davranışı olur. Bu bağlamda onun eylemlerinin sadece gösterişli bir
özellik taşıması yanında, zalimleri sarsması da beklenir. Şiddet pat­
lamalarının baskıcı statükoda köklü değişikliklerle sonuçlanabilecek
gelişmeleri hızlandıran telikleyici bir mekanizma olarak hizmet ede­
ceği umudu bu amaca yakından bağlıdır. Akıldan geçen, etkili müda­
halede bulunabilecek olan, ama uzun süredir yaşadıkları tereddüt ya
da belirsizlikler nedeniyle kararlılıkla eyleme geçmeyen dış güçleri
de oyuna dâhil etmektir. Başka bir deyişle, motivasyon ve gündem­
lerini iyice kavramak için, komplocuların ümit dünyası incelenmelidir.
100 Ag.e., 174-75.
224
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ GAŞLATILMASI
Bu ümitler ne kadar büyük ve sezgiselse, terör eylemine iten
saldırganlığın dinamizmi de o kadar büyüktür. Banka baskını eylemi­
ni yöneten liderin anlattıkları bu bakımdan çok öğreticidir. Baskın ari­
fesinde birlikte geçirdikleri son saatleri anlatırken, şunları söylemişti:
“'Eylemlerimiz planlandığı gibi giderse, İstanbul Avrupalı askeri güçler
tarafından işgal edilebilir, işte o zaman Ermeni Sorunu istenen sonu­
ca u l a ş a b i l i r . B u umut Büyük Güçler’in 1895’te Mayıs Reformu
Planı müzakerelerinde, Osmanlı İmparatorluğu'nu resmen uyardığı
gibi yanlış bir inanca dayandırılm ıştı. Güya İstanbul’da yeni
karışıklıkların ortaya çıkması halinde, düzeni sağlama amacıyla hazır
bekleyen 12 savaş gemisinden denizci ve deniz piyadelerinin karaya
çıkartılacağı tehdidi savrulmuş !*05 "Osmanlı Bankası baskınını kesin­
likle bu nedenle seçtik ",w
101
Karo, Abrudz [n. 89), 108.
102 Osmanlı başkentindeki kıyımın kontrolden ç Ktnası halinde, denizd Büyük Güç­
lerin amaç olmasa bile, (emelde kendi yurltaşlarım Korumak için karaya asker
çıkarabileceği şeklinde genel bir inanç dışında, böyle bir tehdidin varlığım doğ­
rulayan hiçbir diplomatik belge yoklur. Suttan’a. tahtına ve rejimine yöneiik ge­
nel ve belirsiz tohditlor 1894-96 döneminde sıradan say lirdi Ancak Büyük
aüçler'in doğrudan zorla müdahalesi tehditlerini ayrı tutmak gerek. Bun-ar da­
ha çok Sultanin otoritesi ve hükümetini yıkabilecek çapta kaos ve anarşi bek­
lentisinin sonuçlarıyla 'Igıliydı Bu alandaki tek inisiyatif 1S Kas m 13951e Atman
Dışişleri Bakanı Marschall'dan gelmişti. O da Türkiye'yi tehdit etmek yerine. Osmanh imparatorluğu nun Berlin Maslahatgüzarı'na Sultan a Avruoa’nın sabrının
tükenmekte olduğu uyarısını yaparak, “Bugün Avrupa'nın Sultan’dan çok güç­
lü" olduğunu, onun için sokanın ayağını denk alması gerektiğini söylemişti. Bu­
nu Osmanlı başkentindeki Sefir'e bildirirken, Marschall attığı adımı “Sultan’a
son uyarımız” olarak gösteriyordu. DAG [n. 35] Belge No. 2510, s. 176. Açıkça,
bu kınamayla sarsılan ya da Aiman Selir Saurma'nın sözleriyle, ‘‘derin bir
şaşk nlık’ (iıe.'s/e Bestormung) yaşayan Sultan, derhal yelkenleri suya indirerek
“bu andan itibaren kendisinden istenen her şeyi yapmaya hazır olduğunun bi­
linmesini istedi. Benden Avrupa'nın güvenini kazanmak için ne tür bir politika iz­
lemesi gerektiğini göstormomi istedi." A.g.e., Belge No. 2517. s. 182-83. 17
Kasım 1895.
103
Karo, A b ru a d z [n . 89). 108.
225
ERMEMİ SOYKIRIMI TARİHİ
Ümitlerin mutlak güvenceler ya da garantilerle karıştırılmaması
gerektiğinden, devrimci aktörler, zorunlu olarak belirsizlik unsurlarına
sahip olasılıklara bel başlamak, bu yüzden de risk hesabi yapıp risk
alm ak zorundadırlar. Son tahlilde, kural olarak, alman inisiyatif bilan­
ço çıkarmaya indirgenir. Potansiyel aktif-pasif hesabı yapılarak, han­
gisinin sonucu değiştirmekle etkili oiacağı, kaia patlatmanın sonucu­
nu belirleyen faktör olabilir. Ama devrimciler ateşle oynama siyaset'ni ihtiyatı elden bırakmamanın yerine geçiren bir mizaca ve ona uy­
gun düşen zihniyete sahiptirler Fransız devrimci lideri Danton’un
yandaşlarından beklediği IIn o u s faal de ı'audace, &t encore de l'audace, et toujours I'audace" (Atılganlık, daha fazla atıiganiık ve her
zaman atılganlık) ilkesindeki gibi, devrimci çoğu kez cesaretin nefre­
tine bel bağlar. O sırada, zihniyet 1894 ve 1895 katliamlarının fela­
ketin doruk noktası olduğu ve yem büyük katliam girişimlerine ya fa­
illerin yeniden cesaret etmemesini ya da Büyük Güçler'ın göz yum ­
mamasını sağlamaktı. Bu ateşle oynama yaklaşımı ve risk alma eği­
limi, çoğu kez devrimci alt-küitürlere hâkim otan “eşik zihniyeti' diye­
bileceğimiz duruma bezer. Hedeflerde herhangi bir belirsizlik O l ­
madığı gibi, yerleşik otoriteye meydan okuma kararlılığı kesindir.
Ama devrimci hareketleri yerleşik otorileler karşısında zaafa uğratan
kaynak eşitsizliğini fark etmek, belirli devrimci eylemlerin zamanlama
ve şekillenmesini etkileyen bir endişe yaratır Hedef alınan tarat
umutsuzca köşeye sıkıştırılmamak ve terör eylemi müzakereyi en­
gelleyen ya da dışlayan bir biçimde yapılandın İmalıdır. Bu gibi du­
rumlarda. sonuç hemen hemen her zaman iki muhtemel gelişmeye
bağlıdır: 1) Dış güçlerin müdahale yoiuyia çatışmaya ne ölçüde ç e k iiecekieri ya da 2) böyle bir müdahalenin yokluğu haiinae. devrimcile­
rin tıeae' aidığt tarafın vereceği tepkinin niteliği. Yukarıda irra edilen
eşik zihniyetinin doğuşunun sorumlusu işte bu belirsizlik alaınd;'.
Banka işgali imparatorluk başkentinin göbeğinde Sultan hükü­
metinin otoritesine ram bir meydan okumaydı. Olağandışı bir dev­
rimci bağlılık ruhuyla hazırlanan eylem, korkusuzca gerçekleştiril­
mişti. Buna rağmen, şehirde yaşayan silahsız ve masum Ermeni
halkı için felaket olduğu ortaya çıkmıştı. İstanbul sokaklarında iki
gün boyunca kan gövdeyi götürmüş, binierce savunmasız Ermeni
226
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
sopalarla dövülerek öldürülmüştü. İngiltere Maslahatgüzarı’nm belir­
lediği failler, “şehrin bu kesiminde ender görülen sarıklı ve cübbeli ki­
şiler... çok sayıda softa ve yobazın [yardımıyla] Türk kalabalıklardı.
'“Çoğunluk tek tornadan çıktığı anlaşılan sopalar taşırken, kiminde
demir çubuklar vardı... sopa ve çubukları iç otoritelerin sağladığı
tartışma götürm ez .”194 Fransa Setiri, Suttan'ın doğrudan suç or­
taklığından söz ederken, “kesintisiz gelişen olaylar zinciri, bu eli so­
palıları bizzat Sultan’ın silahlandırdığını, sokaklara çıkmak için tahrik
edip, Ermeni adına ne varsa kökünden kazımalarını istediğini açıkça
göstermiştir” demişti. “ Polisin bu serserileri baştan uyardığı, onlara
sopalar dağıtıp uygun noktalara yerleştirdiği söylenmektedir..."105
Yukarıda belirtildiği gibi, kıyımın görgü tanığı olan Avusturya As­
keri Ataşesi bu raporları doğrulamıştı. Ona göre merkezi otoriteler
ajanları yoluyla Ermenilerin yakında eylem yapacağını öğrenmiş ve
kalabalığa
sopalar
ve
“demini
sopalar”
(einbeschtagene)
dağıtmışlardı. İşaret verdiklerinde, “48 saat boyunca, yaş ve cinsiyet
ayrımı gözetmeden Ermenileri öldüreceklerdi... Öldürme yöntemi
kurbanların kafasına vurmaktı. Bu korkunç sahneler gözlerimin önün­
de hiç durmadan tekrarlandı ’’,M Kıyımın yaşandığı yerlerde katliamsonrası araştırma yapan Fransız siyaset bilimci Berard, “her şeyin,
katillerin, sopaların, polis muhbirlerinin ve {kurbanların cesetlerini
toplayıp götürecek] at arabalarının önceden hazırlandığı” sonucuna
varmıştı... “Osmaniı Bankası baskınından önce, saray görevlileri do­
ğu vilayetlerinden İstanbul'a 500 Kürt’ten oluşan bir Hamidıye alayı
sevk etmişlerdi. Alay, şehre ulaşınca Selimiye kışlasında kalmıştı. '107
Hem İngiltere’nin Erzurum Konsolosu R. W. Graves 108 hem de
Fransız Sefir Cambon19* taşradan Kürtlerin getirildiğini doğrulamıştı.
104 Blue 8ook (n. 91], Belge Mo. 26, s. 18, 31 Ağustos 1896.
105 ÜAF[n.9S].
106 Giesi. Zıvei Jatırzehnte [n. 341,117.
107 Beıaıd, La poHlitfue )rı. 3], 5, 15. 17.
108 Bkm Book [n 47], Belge No. 243. s. 202, 28 Mayıs 1 89Sda ek.
109 CamDon. Conespondance [n. 38], 4)7, 18.
227
hHMENf SOYKIRIMI TARİHİ
2 Eylül 1896'da, Herbert Londra'daki Satisbury'ye bir raporunda şun­
ları yazmıştı. "Çarşamba ve Perşembe günkü tüm katliamları ger­
çekleştiren ayaktakımının otoriteler tarafından örgütlenip silah­
landırıldığına dair kanıtlar var. Sultan ancak Perşembe akşamı ayaktakımını durdurma emri göndermiş, emre de derhal uyulm uştu.""D
BabIâli’ye verdikleri ilk ortak notada. Büyük Güçler açıkça Türk
hükümetini katliam ve yağmaya “polis,... zaptiye, silahlı asker ve
hatta subaylarTn katılmasına izin vermekle suçladılar .111 Ayrı bir no­
tada, “ Ermeni leri katleden ve özel bir teşkilata (ait oldukları görülen]
vahşi çetelerin” olaylara karıştığına dair kanıtlar karşısında duyduk­
ları kızgınlığı da ifade ettiler. İngiltere Maslahatgüzarı Herbert' "oto­
ritelerin durumu önceden bildiği"112 bulgusunu doğrulamasına, Bü­
yük Güçler bu notada Osmanlı başkentinde hem Ermenilerin bir ey­
lem tezgâhladığı hem de şehir Ermenilerin© yönelik kitlesel cinayet
hazırlıkları yapıldığına dair önceden bilgi sahibi olunduğunu
“kanıtlayan" aşağıdaki olguları vurgulamışlardı. Katil çeteleri banka
baskını haberi ilk duyulduğunda şehrin farklı kesimlerinde aynı an­
da, “hatta polis ve asker daha olay yerine ulaşm adan..." sahnede
belirmişlerdi.
. .Bu çetelerin büyük kısmı benzer giysiler ve silahlar­
la boy gösterm işti... Ellerini kollarını sallayarak dolaşabiliyor, asker
ve subayların gözleri önünde hiç dokunulmadan suç işleyebiliyor­
lardı... Bu olgu lar yorum a açık değildir ."113 İngiliz Sefareti
araştırmacılarının bulgularına göre, Ermeni kurbanlar kalabalık
gruplar halinde İstanbul’a gelip, ekmeğini taştan çıkaran hamallar, timaıVrıhtım işçileri, hademeler, kapıcılar, vb. gibi alt sınıflardan ge­
lenlerdi. “Taşradaki katliamlarda da görüldüğü gibi, ayaktakımı çok
düzenli çalışıyor ve Gregoryen Ermeniler dışında herkesi bu işin
dışında tutmak istediği görülüyordu ."114 Abdüîham id’in Başkâtibi'ne
110 8kıe Soofcjn. 91 ] Belge No. 21, s. S.
111 A.g.e.. ek No. i Belge No. 26. s. 21. 27 Ağustos 1896.
112
A.g.e.. Belge No. 26. s. 18. Herbertin 31 Ağustos 1896 tarihli raporu.
113 A.g.e.. ek Belge No. 26, s. 29, 31 Ağustos 1896.
114 A.g.e.. Belge No. 33, s. 34, Maslahatgüzar Herbert'in 3 Eylül 1896 tarihli raporu.
228
İLK S O YKIhlM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
göre, Sultan ve fedailer arasmda anlaşmaya varılması için m üzake­
reler yapan Rus Sefareti Baştercûmanı Maximof, elinde bu sopalar­
dan biriyle Saray’a koşmuş. “Türkler sokaklarda Ermeni garipleri bu
sopalarla öldürüyorlar...” diye şikâyet ediyormuş . " 5
Kitlesel Cinayet Yoluyla Toplu
Cezalandırmaya Özel Örnek
Avrupa’nın baskısıyla fedailerin korumalar eşliğinde ülkeyi terk
etmelerine izin vermelerinin yarattığı hayal kırıklığını yaşayan Türk
otoriteleri, İstanbul kıyımının boyutlarından da tatmin olmamıştı. İç
Anadolu'daki Harput vilayetinde uzak Eğin (Agn) şehrinde yeni bir
katliam örgütlemeden duracak gibi gözükmüyorlardı. Eylem grubu­
nun baskının henüz başında öldürülen ilk lideri Papken Siuni'nin
Eğin’in yerlisi olduğunu öğrenince, akıllarına ilk gelen bu olmuştu. 15
Eylül 1896’da, yani banka baskınından üç hafta sonra, kısa bir d ö ­
nemde, Fransız Sefir’in bir raporuna göre, “çok sayıda kadın ve ço­
cuk dâhil" "2000’den fazla Ermeni”nin ”askerler”ce öldürüldüğü "kor­
kunç bir katliam" daha yaşanmıştı. Şehrin Ermeni kesiminde yer alan
1500 evden 98Û'i yağmalanıp yakılm ıştı .” 4 İngiltere’nin Harput Kon­
solos Vekili’ne göre, “.. söz konusu katliamlann gerçekleştirilmesi
için Saray’dan dolaylı bir emir g ö n d e rilm iş ti.S a ra y ’dan gelen şifre­
de, Eğin Ermenilerinin bela yaratmaya başladığı ve görevlilerin “ge­
rekli önlemleri alması gerektiği” yazılarak katliam için parola belirtil­
mişti. Bu nedenle, Merkez Kumandanı “Ermeni mahallesini kuşatma”
emri vererek, “ordu birlikleri”nin gerekli müfrezelerini seferber etmiş­
ti. "...Hem en sonra, top ateşi açılmasıyla katliam başlatılmıştı .”*17
115 Tahsin Paşa. Abdiilhmamit Yıldız. Hatıraları (İstanbul. 1931). 44.
116 DAF|n. S], Belge No. £73. 5.296. 10 Ekim 1306 tarihli rapor.
117 FQ 195/1944, Belge No. 46. dosyalar 253-54, 29 Eylül 1896 tarihli rapor. Kon­
solos, Kaynağını "burada Telgraf Dairesi’yte ilişkili bir Türk” diye açıklar. Trab­
zon’daki katliamı tetikleyen de yine “Ermenilerin gizli isyan hazırlıkları yaptıkları,
ani Bir saldırıyla Müslümaman kesecekleri...''söylentileri olmuştu. Blue Book [tı.
471. Belge No. 61. s. 62. İngiltere Konsolosu N. Z. lotvjworth’un 8 Şubat 1896
tarihli raporları.
229
ERMEMİ SOYKIRIMI TARİHİ
8 Kasım 1896 tarihli sonraki raporlardan birinde, aynı konsolos
kendi hükümetine, katliamı “araştıran bir Türk görevli'Yıin bulgularını
iletmişti. Bu rapora göre, Ermeniler sığınmak amacıyla kendilerini
askeri kışlaya atmışlardı. “Oradan Vilayet Konağı'na götürürken,
yolda Müslümanların yardımıyla askerler taralından saldırıya uğ­
ramışlardı. İçlerindeki iki yüz kadın ve çocuk dâhil, sayıları toplam
bin beş yüz olan bu kişilerin tümü öldürülmüştü. Hiçbir şekilde dev­
rimci hareket söz konusu değildi ve tek bir el silah atılmamıştı. Ya­
nan evlerin küllerinde birkaç otomatik tabanca ve revolver bulun­
muştu.”11* Eğin ya da Agn şehri, başlangıçta İran'dan göç etmiş olan
Ermenilerce kurulmuştu. 1896’da, varoşlarıyla birlikte yaklaşık 4000
hanenin bulunduğu şehir, Ermeniler ve Müslümanlar, yaniTürkler ve
Kürtler arasında yarı yarıya bölünmüştü. Nispi zenginliği ile tanınan
şehir, Ermeni ahalinin 1500 altın Türk lirası tidye ödemesiyle, ilk
1895-96 katliamları ve yıkımından kurtulmuştu.
Katliamların Dini Boyuttan
1. Bölüm'de irdelediğimiz temel bir umumi hukuk (ahkâmı umumiye)ilkesi, fetih sonrası gayrı-Müslim tebaaya karşı düşmanlığın so­
na ermesini ve fetih ertesinde teslimiyeti şart koşan A kdi Z im m ettir
(yönetilen milliyetle yapılan sözleşme). Fethedildikten sonra, bu re­
ayaya sığınma ve koruma ya da dehalet bağışlanmıştır. Osmanlı
Türkleri, kendi lehlerine dış Güçler’i müdahaleye çağırarak, Türk mil­
li politikasını etkilemeye çalışmakla Ermenilerin bu temel antlaş­
ma/akit hükmünü ihlal ettiklerini savunuyorlardı. Bu yüzden, geçerli
umumi hukuk’a göre, Berafı, yani merhamet hakkını yitirmişlerdi.
Osmanlı sisteminde umumi hukuk ve amme hukuku arasındaki
bu kopukluğun yasal sonuçları, Sadrazam Reşrd Paşa tarafından ön­
ceden ortaya konulmuştu. Yukarıda belirtilen Tanzimat Fermanı'nda
(Gülhane Hatt-ı Hümayunu), Reşid kamusal yasaların yürütülmesi
yoluyla eşitliği sağlama çabalarıyla ilişkili “büyük bir katliam” (bir mukateleyi azîme) ihtimalini önceden görmüştü (Bkz., 3. Bölüm, 37. not)
118 A 0 .e... FO. 195/1944. dosya 3 0 3 .119.
230
!U< SOVKlfUM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
I. Dünya Savaşı soykırımından önceki katliamlar zinciri, temelde
bu yolla rasyonelleştirilmişti. 1895 Uda katliamı ve bütün 1894-96
Aoctülhamid devri katliam sahnelerini betimlerken, iyi Türkçe bilen
ve raporunu olay yerlerinde yaşayan Müslümanlardan sağladığı
kanıtlara dayandıran
İngiltere Sefareti Baştercüm anı, şunları
yazmıştı:
[Faillere] eylemlerinde Şeriat ın buyrukları rehberlik ediyor. Reaya Hıris­
tiyan’ın yabancı güçlere başvurarak Müslüman efendilerince tanınan İm­
tiyazların sınırlanın aşma ve kendisini bunların esaretinden kurtarma gi
rışimindo bulunması halinde, bu yasa onun can ve mal güvenliğinden
yoksııi kalarak, Müslümanların insafına terk edilmesini öngörür, kürkle­
rin anlayışına göre, Erıneniler yabancı güçlere, özellikle İngiltere'ye baş­
vurmak suretiyle bu sınırları aşmaya çalışmışlardı. Bu nedenle, Ermeni­
lerin canlarını almayı ve mal arını gasp etmeyi kendi dini görevleri ve
hakiı bir şey olarak gördüler...119
Bu akıl yürütme günümüzün İsrailli tarihçisi Bat Ye’or tarafından
şöyle doğrulanmıştır: Ermenilerin reform arayışı bir “sözleşme" ge­
rektiren “yasal statülerini geçersiz kıldı. Bu "ihlal... Cımmet'e [Müs­
lüman cemaat] tabı azınlığı [zifrırnı] öldürme [ve] mallarını gasp et­
me hakkını yeniden kazandırdı...."120
Bir çatışmayı çözüme bağlama yöntemi olarak katliama başvu­
rulurken, en tepedeki umumi hukukun dini ilkeleri, kamu hukukunun
etkisini ortadan kaldırdı. Yasaların dım baskısını vurgulayan failler,
kurbanlarını öldürürken, duruma göre islami usulleıe uygun hareket
eltiler, İngiliz tarihçi, Lord Kinross Urfa’yla ilgili olarak aşağıdaki ör­
neği verir:
B;r Şeyh huzuruna getirilen Ermeni gençlerden oluşan büyük grubun
ellerini ayaklarını bağlatıp, kurban keser gibi sırtüstü yatırttı. Bir tanığın
119 FO 195/1930, dosya 34/107.
120 Bal Ye’or. The DNmmi: Jews and Christians ıınderr İslam. D Maısei, P. Fen'oni
çevirisi. Littman (Londra, 1985), 48,67, 101.
231
EHMfcNİ SOYK.IPtMI TARİHİ
anlattıklarına bakılırsa, Kuran dan ayetler okumuş ve 'kurban kesilir gibi
tokbir getirerek boğazlarını kesmiş.’21
Konsolosluk yetki bölçjesi Halep vilayetine bağlı Ayıntap/Antep
ve Birecik şehirlerini de içine alan İngiltere Konsolosu Barnham, hü­
kümetine gönderdiği raporunda, Ayıntap/Antep'de katliam yapan çe­
teler ve kalabalıkların dini ibadetlerini da vurgulamıştı:
Ellerinde sopa ve satırlar olan kasaplar ve sepiciler, evlerin kapılarını bal­
ta ve levyelerle kırarak ya da merdivenlerle duvarlarına çıkarak içeri gir­
dikten sonra, "Allahu Ekber!" nidalarıyla Hmstiyanları kestiler. Derken, öğ­
le namazı vaktinde namaza durdular; sonra ayağa kalkıp gece yarısına
kadar bu korkunç işe devam ettiler. Kapıları kıramadıkları zaman evleri
gazyağıyla ateşe veriyorlardı. Kasım sonunda Halep'te gazyağının kara­
borsada bile zor bulunduğu düşünülürse, bu kadar bol miktarda gazın bu­
lunup bu amaçla kuzeye gönderilmesi manidar. Bunların çoğundan daha
önce sö 2 edilmişti. Ama Ayıntap’ın yoksul Ermenilerine getirilen temelsiz
suçlamaları çürütmek için vurgulanması gereken kantı budur.
Komşu Birecik'te de benzer zalimliklerden söz eden konsolos,
şu ayrıntıları da verir:
i Ocakta, şalaktan yaklaşık iki saat sonra, katliam belirgin bir neden ol­
madan başladı ve geceye kadar sürdü. Şehirdeki askerler ve Müslü
mantar genelde bu eyleme katıldılar.. Kuıbanların önünde tek seçenek
vardı: Ya İslam’ı kabul edecek ya öldürüleceklerdi!... Kurbanların pek ço­
ğu ayaklarına ağırlıklar bağlandıktan sonra Fırat nehrine atılmıştı...'22
121 Kinross. Oltcman [n. 2], 560. Harout'tan gönderdiği 28 Ağustos 1886 tarihli u z u n
raporunda. Konsolos Muavini Fontana, Malatya’da kurban keser gibi benzer
başka boyuz kusma sahnelerini betimler. Harici O ğ l u Abdullah adlı bir Türk'ün
evine, “100’den fazla Ermeni sığınmıştı. Bunlar sünnet edildikten sonra, 'kurban'
edildiler, yanı tıpkı Kurban Bayramındaki kurbanlar gibi boğazları kesildi.” Blue
Book Turkey. No. 3 ( 1897) ek I, Belge No. 80. s. 64. Currie’nın Saiisbury’ye 28
Eylül 1 896 tarihli raporu.
122 Blue Book (a 47], ek 1, Belge No. 52. s. 47, 48. Sefir Currie’nirı 19 Şuoat 1896
tarihli raporu.
232
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
Planlı Katliama zemin hazırlama yöntemlerinden biri. Belirli bir
şehir ya da kasabadaki Ermenilerin camilere saldırı hazırlığı içinde
oldukları, bu nedenle otoritelerin tedbir alması gerektiğini söyleyen
Saray kaynaklı uyarılardı. Harput Konsolos Muavini Ha!lward’ın 18
Mart 1896 tarihli bir mesajında, bu durum açıkça belgelenmişti. İn­
giliz diplomat Vati’ye Ermenilerin mahalli Kiirtlerin yarattığı günlük
terör İçinde yaşadığı”™ ve “ B ayram da katliam yapılacağı tehditleri­
nin ayyuka çıktığı bir dönemde. Hüküm etin hareketsizliğinin bütün
vilayette genel ve giderek artan bir endişeyle izlendiğini” söylemişti,
valiyse, “İstanbul'dan gelen talim atta Bayram kutlamaları sırasında
Ermenilerin camilere saldırmasını engelleyici önlemler almasının is­
tendiği" cevabını vermişti. "Bu yorum çok rahatsız ediciydi, çünkü
Hükümet ne zaman Ermenilere yeni saldırılar planlasa, aynı baha­
nenin arkasına sığınıyordu.”' 21
Çoğu kez hocalar ve ruhani liderler (İslam'da ruhban sistemi
yoktur) kılığındaki ajilatörlerin ateşli vaazlarla görevleri öne çıkaran
yobazlığı körüklediği yerler camilerdi. En korkunç kıyım olayları, ço ­
ğu kez Cum a namazlarından hemen sonra başlatılan saldırılarda
görülüyordu. Ktnross'un bu tür bir olayı canlı bir biçimde betimlediği
aşağıdaki alıntıda da görüleceği gibi, “katliamlar genellikle Müslü­
manların Camilere doluştukları Cuma günlerine denk getiriliyordu.”
Ermenilerin aşağı statülerini artık deneyerek sorgulam aya başlam a­
larının yarattığı kaygılara dayanan [katliam ın] hedefi, Erm eni Hıristiyantarı tasfiye etm ek, topraklarını M üslüm an Türkler adına m üsadere etm ek
suretiyle am ansızca kırm aktı. Borazan çalınarak başlatılıp sona erdirilen
her harekât aynı m odeli izledi. Ö nce katliam am acıyla kasabaya Türk as­
keri, sonra da yağm a am acıyla Kürt başıbozuklar ve aşiret üyeleri giriyor­
du. Nihayet ateş ve yıkım la gelen katliam , kaçakları izleme ve tem izlem e
harekâtlarıyla vilayeti çevreleyen lopraklara ve köylere yayıldı. Bu yüz­
den, 1895 yılının cehennem i kışında, doğu A nadolu'nun yakiaşık yirmi il­
çesindeki Erm eni ahalinin büyük kısm ının yok edilerek, ma! m ülklerinin
123 Blve Book (n. 47], Belga No. 107, s. 93. Cuırie'nin Salisbury’ya 16 Mart 1896 ta­
rih! raporu.
233
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
yakılıp yıkıldığı görüldü. Katliam lar genellikle M üslüm anların cam iiere
doluştukları C um a günlerine donk getiriliyordu... En vahşi ve yıkıcı katli­
am la r Ermeni Hıristiyanların toplam nüfusun üçte birini oluşturdukları
U rfa'da gerçekleştirildi... Borazan sesiyle birlikte, o günkü katliam hare­
kâtının sona erdiği ilan edildikten sonra, üç yüz kadar kurban sığınm a
um uduyla Katedral'e doldu Fakat ertesi sabah - Pazar günü- yobaz gü ­
rül m katliam sarhoşluğu içinde kiliseye saldırdı. “Haydi, bakalım, şu
İsa'nıza seslenin de M uham m ed’den daha büyük bir peygam ber oldu ğu­
nu ispatlasın" diye bağırarak, kiliseye girdiler. Daha sonra cesetlerin ü ze­
rine serdikleri hasırlardan büyük bir yığın oluşturdular ve üzerine otuz te ­
neke gazyağı dökerek ateşe verdiler. Kadın ve çocuklardan oluşan bir
kalabalığın çöm elm iş vazıyette dehşetle haykırdığı ahşap galeri tutuştu
ve hepsi alevler içinde yok oldu. Ö ğleden sonra, saat tam 15.30’da bir
kez daha çalan borazanla birlikte, Müslüman görevliler Ermeni m ahalle­
sine g idip ha klıla r ve katliam ın sona erdiğini İlan ettiler... Katedraı de kat­
ledilenler dahil, şehirdeki toplam ölü sayısı sekiz bini b u lu yo'du ,124
Böylesirıe büyük kalabalıkları katliam ve talan amacıyla bu karlar
hızlı seferber etm e yeteneği, özei dikkat gerektiren bir görüngüdür.
Sall mülkün yüce efendisi olarak Sultan ya da Halife ya da SultanHalife’nin otoritesinin müminler tarafından kabul edilmesiyle açıkla­
namaz. Uzak bir iktidar tahtından gelen otorite, fermanlar çıkarabile­
cek durumda olsa da hu fermanları yürütecek araçlarla donatılmış
değildir. Sosyologların toplumsal denetim dedikleri bir önlemi gerek­
tiren bu görev yerel araçları şart koşar: Bir grubu arzu edilebilir ve/ya
da meşru sayılan belirli tekliflere cevap vermeye ikna etme ya da be­
lirli hedeflere teşvik etme yeteneğidir bu. Katliam emirleri çoğu kez
açık ve basit biçimlerle tekrar ortaya konulmadan önce yorum gerek­
tirecek kadar kapalı bir dille kaleme alınmışlardır. Çoğunlukla örtük
deyimlerle yazıldıklarından, açık aşılamaya dönüştürülmeleri yerle
124 Kinross, Ottnmnn [n. 2], 559-60. Urfa holokostunun İngiltere Konsolosu ve Ter­
cüman Gerald H. Fllzmaurice tarafından 16 Man 1896'da şalisen araştırılıp ra­
por edilen lam anlatımı, FO 195/1930. s. 30-72 (dosyalar 185-20S)'da
234
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
toplumsal denetimi ellerinde tutan faillerin aracılığını gerektirir. O s­
manlI toplumsal sisteminin dini tabakasını oluşturan ulema sınıfı, bu
toplumsal denetimin de failleriydi. Bu anlamda, toplumsal etki alan­
ları ötesinde, aynı zamanda otorite figürlerdir de. Ne olursa olsun,
belirli durum larda Ermenilera yönelik katliamların İslam’ın kutsat ya­
sası Şeriafa uygun olduğunu onaylama onlara düşüyordu.
Bu ulema sınıfı arasında dikkati çekenler, fetva veren ve şeyhü­
lislamlığa kadar bir çeşit Yüksek Mahkeme gibi fetvalarıyla sorunları
çözüme kavuşturan m üfitler ite yasa ve dü 2eni gözeten hâkimler
olarak '‘şim diye kadar Türk sisteminde en önemli kategoriyi” temsil
eden kadılardı.'25 Eğitim alanında, laikleşme, modernizm ve O s­
manlI ilahiyatının dokusuna "gâvurların sızmasına karşt sürekli sa­
vaşım veren güçlü bir çıkar grubu olan ve fıkıh ve şeriatla uğraşan
İlmiyeden söz etmeliyiz, İlmiyenin ön plana çıkması, Isiami doğma­
ları, ibadet ve ayinleri ve Şeriat» ilgilendiren konularda, otoritesinin
Halife'nin iradesini aşmasından kaynaklanır. Kelimenin en katı an­
lamında, Sünni İslamiyet' dini birliğinin tek koruyucusu onlardı, çün­
kü “peygamberin mirasçısı” statüsüne sahiplerdi. Matla {ya da Monla) din kültürü ve eğitiminde belli ölçüde bilgi sahibi İslam bilginleriy­
di. Sofla medrese öğrencisi demekti. Çoğunlukla Ermenilere karşı
katliam kampanyalarının başını ulemanın ideolojisinin bayrak­
tarlığını yağan bu kişiler çekerdi.
Birkaç istisnayla, bu din adamları katliamları motive edip, meşru­
laştırmakta başrolü oynamışlardı Pears, bu istisnaların “yürek bur­
12S Niyazi Beıkes, The Devehpment ofSecularism in Turkey (Montreal, 1064), 15.
Bunların önemi, söz konusu makamlarda boşluk olmasın diye mutasarrıf vekil­
leri ya da kaymakam vekilleri atanması uygulamasından geliyordu. Bu tür ata­
malardan birisi de. arifesinde kaymakam olarak alanan Zeytun kartısiydi Tay­
ım isyanın»! yarattığı durumla ilgili olarak İngiltere Konsolosu Barnham'ın
hazırladığı bir muhtırada, "yobazlığı ftnlii bu kişi durumu içinden çıkılmaz
kılmıştı.' Zeylunlutara “sürekli olarak'Wer'ya da 'gavurlar' diyor, eğer (vergi (ak­
aitlerini] ödemezlerse, kışladan ateş açtıracağını, Saeortdakiler gibi ödeme yap­
maları gerektiğini söylüyordu.' Blue Book [n. 47], ek Belge No. 265, s, 213.
235
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
kacak kadar az sayıda" olduğundan söz etmişti.12* Örnsğin, Ingilte­
re Konsolos Muavini Hallward, Palu (Diyarbakır vilayeti) katliamının
korkunç niteliğini anlattığı raporuna şunları yazmıştı: “ Palu’daki en
kötü adamlardan biri, katliamda çok faal olan ve Protestanların başı
Manoog Ağa'yı kendi elleriyle öldüren M üfli’ydi.’'127 İngiltere Masla­
hatgüzarı, Salisbury’ye İstanbul’daki Ağustos 1986 katliamıyla ilgili
raporunda “kalabalığı bazı yerlere sevk eden” "imam" ve “softaların
rolüyle ilgili bilgi vermişti. Maslahatgüzar, aynı gün, yani, 3 Eylül
1896’da yazdığı bir diğer raporda, ‘'saldırıları görmüş olan bir İngil­
tere Konsolosluk görevlisi'nin itadesini de eklemişti. Buna göre,
“yakınlardaki camiye gelen bir Molla, kendinden geçmiş kalabalığın
tekrarladığı bir dua okuyarak, kalabalığı tahrik etmişti."128
Yukarıda işaret edildiği gibi, camiler bilhassa Bitlis ve Diyar­
bakır’daki büyük katliamlarda çok çeşitti tahrik yöntemleriyle mümin­
lerin seferber edilmesinde kilit rol oynamışlardı. “Müslümanları en
büyük camiye toplayıp, padişahlarına ve dinlerine görevleri konu­
sunda vaaz vermiş ve teşvik etm işlerdi..,"12* Tersine, nefret edilen
126 Sir Edvvin Pears, Forty Years in Cvnsiantinople. The Recolleclicn o l Sil Edvvin
Pears 187.?-1.915 (New York 1916). 157. Bu pnder örnekter arasında Adana vi­
layetine bağlı Hacın kazas ında rnulti ve kadî’nın davranıştan da vardır. Fransa
Konsolosu’nun resmi raporuna gör©, her iki dini lider de Ermertieri katletme em­
ri veren yerel Türk idarecisi kaymakama direnmişlerdi. Onların şikâyetiyle de
Kaymakam gönderilmişti. £Z4F[n. 49], Belge No. 132, s. 97. Konsolos Summaripa’nın 19 Kasım 1895tarihh raporu. Aynı Konsolos 14 Aralık 1895 tarihli rapo­
runda, kaymakamın yardımıyla, eski Tarsus mü/teinin planlı katliam işin yola
çıkan ayaklakımının önünü kestiğini de belirtir A.g.e., Belge No. 13S, s. 98 {Ha­
lep vilayetinde) Antep'i ilgilendiler' tür başka örneıle de mûlli yirmi askerle ikin­
ci gün Katliamın tekrarlanmasını önlemişti. ‘'Nedeni de muazzam bir kalabalığın
Hırıstiyanlar gibi Müslümanları da yağmalamasından duyulan korkuydu." Blue
Book [n, 47[ ek 8elgo No. £2, s 47, İngiliz Konsolos Bamham’ın 19 Şubat 1896
tarihli raporu.
127 A.g.e., ek, Belge No. 140, s. 126, 17 Mart 1896.
128 ilk atıf Biue Book. (n. 91 J in Belge No. 32. s. 33. 3 Eylül 1896'da ek: İkincisi
a.g.e. Belge No 31. s. 32 de ek.
129 Sir Edwin Pears. Turkey and its Pocple (Londra, 1912). 278.
236
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
gâvurların Hıristiyanlık inancının sembolleri olan Ermeni kiliseleri
mezbahaya dönmüştü, Siverek'te (Diyarbakır vilayeti) biri Gregoryen. diğeri Protestan olan iki Ermeni kilisesine yapılan böyle bir
saldırıdan sağ kurtulan bir kurbanın anlattıklarına kulak verelim:
Kalabalık G regorycn kilisesini yağm aladı, kutsal yerlerini kirletti, oraya
sığınan nerkesi katletti ve kurban keser gibi eşikteki taşın üzerinde zan­
gocun kafasını kesti. Şimdi de bizim avlum uza üşüştüler. Kilise kapısına
balta darbeleri iniyordu. Saldırganlar içeri hücum edip Kutsal Kitapları ve
Dua Kitaplarını yırtıp param parça ettiler, bulabildikleri her şeyi kırıp dök­
tüler, haça küfrettiler. Ve zafer kazanm ış gibi besm ele çektiler. Bütün
bunları kapandığım ız odadan görüp işitebiliyorduk... Üst kata çıkıyor­
lardı. İşte şimdi kasaptar ve kurbanları gö 2 gözeydiler. G üruhun elebaşı
haykırdı: “M ubam m ed’e salâvat." Bağışlanm ak üzere yaptığım ız bütün
yakarışlara aldırm adan] sözlerini korkunç bir sesle tekrarladı. [Kimse ce­
vap verm eyince] bir daha tekrarladı ve katliam em ri verdi, ilk saldırı papazımızaydı. Bir ba'ta darbesiyle kafasını uçurdular. Her tarata saçılan
kanı duvarları ve tavanı kızıla boyadı Sonra kasapların arasına ben
düştüm. Birinin savurduğu hançer kolumu yaraladı... Ve ikinci darbede,
bilincimi kaybetm işim ...m
Burada iki taraflı yobazlığı ve katliam la doruğa çıkışının
kanıtlarını bulabiliriz. Zorla tövbe etmesi istenen potansiyel kurbanın
dinine küfredilirken, aynı anda kurbandan zorla İslam’ı kabul etmesi
isteniyordu. Zorlama fayda etmezse arkasından cinayet geliyordu.
(30 AbrahamH Hartıınian Neüherto Laugh Nor to Weep. A MemoİT ot the Armenian Genoclöe (Çeviri Vartan Hartunlan) (Boston, 1968), 12-14. Benzet ait ce­
hennem sahnesi Fransa’nın Ankara Konsolos Vluavini Guılbis'den gelmiştir.
Kayseri katliamını anlatırken, faillerin nasıl önce erkek, <adın ve çocuklan öldü­
rüp, evlen yağmaladıktan sonra yaşlı emekleri de öldürdüklerini anlatır. Sonra­
dan. daha yobaz olanlar, daha demin dul bıraktıkları kadınlara ve öksüz koy­
dukları yavrulara zorla İslam ı kauul ettirmeye çalışıyordu. 8u insanların çoğu
ölümden kurtulmak için din değiştirmeyi kaftul ediyordu, ama reddedenler diri di­
ri alevlerin içine atılıyordu " DAF [n. 5J, Ek, Belge No. t e l . s. I 14.18 Aralık 1895
tarihli rapor.
237
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Bu irdelemeyi Pears’ın Ermenilerin genelde kendi inançlarına
sımsıkı sarılırken, bu inatçılıkları karşısında ödedikleri ağır bedeli,
yani katliama getirdiği yorumla noktalayabiliriz. Urla katedralinde
2500 Ermeni’nin diri diri yakılmasına değinerek, şunları söylemişti:
Bu içi insan do lu bir katedralin kasten kurban seçilırıesiydi. İğrenç kıyım
hiçb ir zam an unutulacak gibi değil. Çirkin, ahır bozm ası katedral, Mexico'daki kurban dağı gibi, Venedik1
'in İç Ç ekiş Köprüsü ve insanın insan
ettiği d iğe r insanlık dışı davranışların anıtları gibi, Erm enilerin dinlerini
değiştirm ektense kararlılıkla öltim ü göze aldıklarını gösteren dini bir anıt
olarak koruma altına alınmalıdır. Burası, aynı zam anda din adına gö ste­
rilen korkunç vahşeti de hatırlatacaktır.'31
Bütün İmparatorluğu Saran Katliamlar ve
İmhanın Demografisi:
Ermeni Kayıplarının Niteliği ve Yaygınlığı
Bütün bu bölümün başlıca amacı, Türk-Ermeni çatışmasının ev­
rimini. bu çatışmanın radikal araçlarla çözülmesi olarak görülen Abdülhamid dönemi katliamlarına bağlamaktır. Burada vurgu tüm im ­
paratorluğu kaplayan genel manzara üzerinde değil, geiişme serisi
üzerindedir. Ayrıca, bu 1894-96 dönemi katliamları, tüm dünyanın
merkezi otoritenin baş eğdiremediği bir milliyete karşı örgütlü kitle­
se! cinayetin kabul edilebiliri iği değilse bile, politik sürdürülebilirliği­
nin örnek olayı olarak betimienmiştir. Bu bakış açısıyla, I. Dünya Sa­
vaşı Ermeni soykırımı, bu ilişkinin kalıcılığına dair kesin kanıtlar gibi
düşünülmüştür. Türk-Ermeni çatışması I. Dünya Savaşr’naan önce­
ki yirmi yılda tırmanışını sürdürdüğünden, yoğunluk ve boyutları bü­
yüyen katliamlar, sonuçta soykırımla doruğa çıkmıştır.
Bütünlüğü içinde, bu seri katliamlar kurban ahali için ata yurdun­
da büyük ölçüde kırıldığı. cemaat kurulularının baltalandığı ve ortak
ruhun zedelendiği şiddetli bir ulusal felaket bile olsa, bu kitap başka
131
Pears. T vrkey (r,. 129], 2S7.
238
İLK SOYKfPHM POLİTİKASININ BASLATÎLMASI
yere odaklanmıştır. Bu kıyımlar serisi Osmanlı imparatorluğu'nun
dört bir yanında irili ufaklı yüzlerce katliamı daha içine alıyordu. Uy­
gulanan zulüm, türlü çeşitli kör bıçaklarla öldürme yöntemleriyle
sınırlı değildi, diri diri yakmak ve büyük gruplar halinde suda boğ­
mak gibi usuller de uygulanmıştı. Öyle çeşitli imha yöntemleri uygu­
lanmıştı ki, bunları konu almaya kalksak, gereken özei yaklaşım ve
ayrıntılı analiz bu kitaba sığmaz.
Ancak mevcut araştırmamızın bu kavşağında söz konusu katli­
amları kısaca Özetlemek yerinde olacaktır. Bütün özetler, temelde
Alman
Protestan
tarihçi
Lepsius'un
öncü
çalışm asına
da­
yandırılmıştır. Lepsius orada, ne denli eksik kaiırsa kalsın, katliam­
ların hemen sonrasında yaptığı olay yari keşiflerinin arkasından top­
ladığı Ermenilerin farklı kategorilerinden kayıpianna dair çeşitli veri
ve rakamlara dayanmıştı. Bu veri ve rakamlara gönderme, bölümün
148. notundadır. Bu katliamların bazılarına, yani 1894 Sason, 1895
ve 1396 ikili İstanbul ve 1896 Van ve Eğir.’e bölümün başlarında de­
ğinmiş olmamıza karşın, aşağıdaki irdeleme katliam zincirinin diğer
halkalarının kabataslak ortaya konulmasından başka bir şey değil­
dir. Bunlar orta ve Doğu Anadolu'da "Ermenilerin yaşadığı" altı vila­
yette, yanı Sivas, Harpuf. Diyarbakır, Erzurum, Bitlis ve Van’dı. Di­
ğer vilayetlerse Ankara (Kayseri ve çevresi), Halep, Trabzon ve İs­
tanbul’un doğusundaki İzmit sancağıydı. Payas ve Çokmarzban
(Dörtyol), kasabaları dışında, şehir Ermenilerinin yaşadığı bir dizi
yağma ve talan sayılmazsa, Adana vilayeti katliam zincirinin dışında
kaimi ştı. Zeytun Ermeni dağ köylülerinin (bölüm başında irdelediği­
miz) askeri başarıları, failleri caydıran ve o sırada Adana Ermeniiorirte yöneiik kıyımı engelleyen başlıca faktördü.
Kitabımızın başka yerlerinde de belirtildiği gibi, bu katliamların
gerçekleştirilmesi, Türk -E rm eni çatışmasının özünde yatan patla­
maya hazır bir volkanı andıran Ermeni Reformlarıyla yakından iliş­
kili bir inisiyatifti. Ağustos -Eylül 1894 Sason katliam ının ar­
kasından. altı Büyük Güç 11 Mayıs 1895 Ermeni Reformu planım
hazırladı. Uzun süre nazlanıp ayak diredikten sonra. Sultan nihayet
17 Ekim, 1895’te planı kabul edip imzaladı. Suna rağmen, Saray'ın
çoktan planlayıp hazırladığı serî katliam ların serbest bırakılması.
239
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
reformlardan resmen yararlanacağı sanılan aynı kitleyi kana bulaya­
rak ateşe attı. Ermenilerin ulusal hayatının büyük merkezlerinden
oluşan bir ağ. art arda ve şiddetli saldırılarla sarsıldı. Trabzon’da
kıyım 8 Ekim 1895’te, yani İstanbul’daki 1-3 Ekim 1895 katli­
amından tam beş gün sonra başlatıldı.
Zincirleme yayılan felaketin dinamikleri, seri katliamların nasıl
geliştiğini gösteren aşağıdaki listede açıkça görülüyor. 8 Ekim
1895'te Trabzon. Akhisar ( İzmit’e bağlı sancak); 11 Ekim’de Gümüş­
hane (Trabzon vilayeti); 13 Ekim'de Bayburt {Erzurum vilayeti); 21
Ekimde, Erzincan (Erzurum vilayeti); 25 Ekim’de, Diyarbakır, Palu
(Diyarbakır vilayeti); 28 Ekim’de Totnarza (Kayseri sancağı, Ankara
vilayeti), Urfa (Halep vilayeti); 30 Ekim’de Erzurum, Hınıs (Erzurum
vilayeti). Muş (Bitlis vilayeti); 6 Kasım’da, Arapkir (Harput vilayeti); 8
Kastm’da Tomarza (Kayseri sancağı, Ankara vilayeti); 11 Kasım’da
Harput; 10 Kasım'da Gürün (Sivas vilayeti): 12 Kasımda Sivas: 15
Kasımda Muş (Bitlis vilayeti), Antep (Halep vilayeti): 26 Kasımda Zi­
le (Sivas vilayeti); 30 Kasımda Kayseri (Ankara vilayeti); 28-29
Aralıkta Uıia (Halep vilayeti); 1 Ocak 1896, 8irecik (Halep vilayeti);
1896 Haziranı Niksar (Sivas vilayeti).
Bir suç kurbanının mübalağa eğiliminin genellikle faillerin verdiği
zararları küçümseme eğilimiyle dengelenmesi eşyanın tablalı gere­
ğidir. İlki faiiin gereken cezaya çarptırılmasıyla, bol tazminatla birlik­
le, zararını telafi peşinde koşarken, İkincisi inkârın hiç fazda etmedi­
ği hallerde, suçun boyutlarını küçülttükçe küçültmek ister. O halde
hem Ermeni hem de Türk kaynakları bu alanda özünde şüphelidir.
Ne var ki, aslında Türk kaynaklarına devlet arşivlerinin ‘ birincil kay­
naklar' yönünden zengin bulunmasının da katkısıyla resmiyet atfe­
dilmesi nedeniyle daha değerli sayılabileceği görüşüne bağlı olarak,
çelişkiler sorunu doğmuştur. Son zamanlarda, ‘Türklerin görüşü”ne
yakın bazı araştırmacıların bu “birincil kaynakiar'a dayanarak, Er­
meni katliamlann boyutlarını küçülten yapıtlar kaleme almaları,
1894-96 katliamlarına kurban giden Ermenilerin sayıları yönünden
bu kaynakların güvenilirliğinin yorumlanmasını gerektiriyor,
Avrupalı konsolos ve konsolos muavinleri, bu zalimliklerin hemen
sonrasında, çoğunlukla Türk muhbirlerin yardımıyla, Türkiye'nin
240
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
farklı yörelerinde bu katliamları araştırmaları ölçüsünde, Ermenilerin
hem insan hem mal kayıpları yönünden güvenilir olgular toplamaya
çalışmışlardı. Bu soruşturmalarda, sürekli olarak kendi ulaştıkları ra­
kamlarla, Türk yetkililerinin verdiği rakamlar arasında önemli çelişki­
ler olduğunu gözlemlemişlerdi. Konuyu ortaya seren aşağıdaki ör­
nekler, Türklerin resmi rakamlarındaki eksikliklere bakarak, daha iyi
tahminlere varılmasını sağlayabilir. Karadeniz’in liman şehri Trab­
zon’un Ermeni ahalisinin bir günde katledilmesiyle ilgili uzun rapo­
runda, Fransız Konsolos Cilliere, "otoritelerin öldürülen Ermeniler
için verdiği 180 rakamının eksik olduğunu söyler. Kendi verilerinde
ulaştığı rakamsa “500’den fazla ölü”dür.1K Aynı şekilde, Fransa’nın
Sivas Konsolos Muavini Carfier, 200-300 ile 500 rakamı arasında
karşılaştırma yapar.m Ingiltere'nin Harput Konsolos Muavini Hallward’ın topladığı rakamlar, 1'e 7 gibi çok daha büyük bir çelişkiyi or­
taya serer: Türk Vali'nin Ermeni ölülerinin 50 olduğunu söylemesine
karşılık, kendisi 350 rakamına ulaşmrştır.104 Ermenilerin aniden yo­
ğun bir saldırıya uğradığı Kilis’te (Halep vilayeti), çelişki t ’e 5,5’tur.
Avusturya’nın Halep Konsolosu J. Bertrand gibi İngiltere Konsolosu
Currie de 100 Ermeni’nin yaralı ve ölü olduğunu söylerken, “resmi
rakamlarda” bu sayı 18’dir.13* Trabzon katliamının Ermeni kurban­
larının sayısından söz ederken, Alman Sefir Saurma. Berlin’deki
Dışişleri Bakanlığı'na Türk hükümetinin "resmi verileri’nin (ofdzielle
Angabeh), "gerçeği eksik yansıttığını (hinter der VVahrheit zurück
bieibert) bildirir.1**
Resmi rakamlarda bu eksiklikler, İstanbul’da Ağustos 1896 katli­
amında yaralanan kurbanlar için de geçerliydi. Rakamların küçültül­
mesi ingilizler tarafından tam bir kandırmaca olarak nitelendirilmişti.
132 DAF in. 43i, Belge NO. 10, S. 13. 15 Ekim 1895.
133 DAF. [n. 49], Belge No. 53. s. 40. 12 kasını 1895.
134 Blue 8ook (n. 47J, Belge No. 107. s. 96, Currie'nin 18 Mart 1896 tarihli raporu.
135 Ag.e.. Belge No. 128 s. I IX. Salisbııry'ye 2 Nisan 1896 tarihli rapor; Avustur­
yalInın raporu DAA. P. A. XXXVIII/303 8e!ge No. 90. 26 Mart f 896'da.
136 DAG (n. 3S[. Belge No. 2434, s. 74. Dipnot. 18 Ekim 1885 tarihli rapor.
241
ERMEM SOYKIRIMI TARİHİ
Aşağıda Sefir C urrie’nin Başbakan Salisbury'ye sunmak için
(Hazırladığı rapordan alıntılar bulacaksınız:
Sultan son z a m anlardi, chğer m eslektaşlarım la birlikle bana da acil bir
mesaj gönderdi. Altı Temsilciyi son karışıklıklarda yaralanan Türk asker
ve sivillerinin sayısını kendi gözleriyle görm ek üzere, askeri ve devlet
hastanelerim ziyarete çağırıyordu.
Bunun üzerine, Majestelerin.n S efareti'nden Mr. Blech'le birlikte hastane
turu yapması için Kraliyet Donanm ası’na bağlı “Irmogene”gem isinin cer­
rahı Tomtinson’u çağırdım ......
H astane yetkilileri yaralı H ıristiyanları M üslüm an diye yutturm aya
kalktılar. İstanbul hapishanesindeki 112 kişi de Türk diye gösterildi. An­
cak kazara 109'unun Hıristiyan olduğu ortaya çıktı.137
Kasten verilen yanlış bilgi ve düşük rakamlar düşünüldüğünde,
kayıplar arasında yukarıda belirtilen türden tahmini farklılık oranları
ancak genel bir bilgi verebilir. Bunun ötesinde, Ermenilerln kayıpları
konusunda Türk otoritelerinden güvenli bilgiler beklenmemelidir Öte
yandan, kırım yaşayan ve sürülen bir kurban millot olarak Ermeniler,
hasarın boyutlannı değerlendirip, oldukça güvenilir rakamlar verme­
ye uygun bir durumda değillerdi Bu nedenle, mevcut koşullarda nis­
peten tarafsız ve bu yüzden eldeki her şeyden daha güven telkin
eden kaynaklara, yani o sırada Türkiye’de görevli AvrupalI diplomat
ve konsolosluk temsilcilerine göz atmaya zorlanırız. Bu bağlamda,
kendi hükümetlerinin yüksek çıkarlarını güden bu temsilcilerin çoğu­
nun Ermenilere çok az sempati duyduklarını da belirtmeliyiz. Amaç­
ları Osmanlı im paratorluğu’nun toprak bütünlüğünü korumak oldu­
ğundan, Büyük Güçler'i birbirine düşürebileceğinden korktukları bir
savaşın çıkmasını önlemek için burada sözü edilen yangınlardan
kaçmak istiyorlardı. Aslında, İngiltere’nin Osmanlı başşehrindeki
Maslahatgüzarı Herbert. Salisbury’ye '‘özet” raporunda Türkiye’de
İngiliz Konsoloslarının Türk-Ermeni çalışması konusunda bilhassa
137
Bine Book (rı. 9 1 ], Belge No. 46, s. 46, 16 Eylül 1896, ayrıca bkz.. FO 424/188.
Belge No. 226, dosya 204.
242
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
ilgisiz kalmalarını yorumlarken, bu konsolosların "genelde Türk dos­
tu olup, Ermenilerden nefrel etlikleri”ni yazmıştı .138 Ayrıca o sırada
yazdıkları raporlar kesinlikle kurum içine dönük olduklarından,
yayınlanma ya da propaganda amacı güdülmüyordu. Onların değer­
lendirmelerinden doğan tablo şöyle: Alman İmparatoru II. Wilhelm’e
göre. 20 Aralık 1895'e kadar 80.000 Ermeni o sırada süren katliam­
larda yok edilmişti (umgebrachf). Bu bilgiyi İngiltere’nin Berlin Aske­
ri İşgüderi Albay Svvaine'ne şahsen iletm işti .139 Öte yandan, İngiliz
Sefir White İngiliz konsoloslarından göndorilen raporlardaki verilere
dayanarak, 1895 Aralık başına kadarki dönemde, 100.000 kurban
olduğunu tahmin ediyordu .140 Ne var ki, bildiğimiz gibi, katliamlar dö­
nemi 5-S.000 kurban olduğu iddia edilen 26 -2 8 Ağustos İstanbul
katliamı dâhil, Ekim 1896'ya kadar sürm üştü .141 Alman Dışişleri Ba­
kanlığı memuru ve Türk dostu yazar, E. Jâckh’ın, Ermenilerin toplam
kurbanlarına dair tahminleri şöyleydi: 200.000 ölü, 50.000 sürgün ve
bir milyon yağmalanıp talana uğrayan.1" Bununla birlikte, Fransız
diplomatik belgelerini savaş sonrasında Dir ciltte derleyip yayınla­
makla görevli Komisyon'un Başkanı seçkin müteveffa Fransız tarih­
çi Pierre Renouvin doğrulanan belgelero dayanarak, söz konusu
katliamlarda Ermeni kurbanların toplam sayısının 250.000 rakamını
bulduğunu ortaya koymuştu .143
138 FO 195/1370, Belge No. 794 ya da 799 (zor okunuyor), raporun 3. sayfası. 13
Kasım 1895.
139 Binbaşıyla görüşme raporunun Iranskrip tinden, dikte etliren İmparator'un kendi­
sidir. DAG [n. 35], Belge No. 2572, s.251, 20 Aralık 1895.
140 A.g.e., Belge No. 2479, rapor No. 233, s. 127, Alman Sefiri Saıırma'mn Berlin’deki Alman Şansölyesi, Prens votı Holıenlohe’ye 16 Aralık 1895 tarihli bilgi
notu.
141
Blue Book (n. 9 11, Belge No.33. s. 33, Maslahatgüzar Herbert'in 3 Eylül 1896 ta­
rihli raporu.
142 Emest Jackfı. Der Autsteıçende Haltmond 6. baskı (Berlin. 1916). 139
143 P. Renouvin, E, Prcclin, G. Hardy. LTpogue contempcnairıe. La paix armde el la
Grande Guerre. 2d ed. (Paris, 1947). 176, A Reylerian, I es Grandes Puıssances. L'Emphe Oltoman. et les Armdnlens dans 'es ArcITives Françaises
(1 9 1 4 -1 9 1 1 S) (Paris, 1983). XXIII.
243
ERMENİ SOVKIRIMI TARİHİ
1894-96 katliamları kadar felaket anlamı taşıyan herhangi bir
olayda, sadece kıyım esnasında öldürülenlerin sayısıyla sınırlı
kaldıkça, kurbanların bilançosu eksiktir. Adım adım ölüme yürüyen,
gecikmiş ölümü tadacak kurbanların oluşturduğu kategoriler de söz
konusudur. Bunlardan biri yaralılar ya da sakat kalanlardır. Diğeri
mahrumiyet, kötü hava koşulları ve insanları güçsüz düşüren trav­
maların etkisine maruz kalanlardır. 1883-1895 döneminde Türk or­
dusunun modernleştirilip reorganizasyonu göreviyle gönderilen ve
bir süreliğine Sultan Abdülhamid’e politik danışmanlık yapan Alman
General Kolmar von der Goltz, Almanya'nın Viyana Büyükelçisi
Prens Philipp zu Eulenburg'e danıştıktan sonra, Fransa’nın aynı
başkentteki Büyükelçisi Loze’ye Ermeni kurbanların toplam
sayısının 200.000 olduğunu açıklamıştı. Durumun “korkutucu" (epoimmtable) olduğunu ilan eden Lozö, 2 Ocak 1896'da 150.000 çocuk,
yaşlı erkek ve kadının kışın açlık ve soğuktan ölmeye mahkûm ol­
duğunu tahmin ediyordu .144 Fransa'nın Ankara’daki Konsolos Mu­
avini, bu değerlendirmeyi doğrulamasına, Kayseri katliamından kur­
tulan 2-3.000 yaralı Ermeni’nin "yarısından fazlasının yaraları sonu­
cu öleceğini" hesaplamıştı.145
Ne var ki, bu kadar büyük insan kaybı, beraberindeki maddi za­
rarlardan ayrı tutulamaz. İmha saldırılarının başarılarının gerçek tes­
ti, ulusal ya da etnik bir varlık olarak kurban ahaliyi destekleyen top­
lumsal doku ve kültür kurumlarının süreçte ne ölçüde tahrip edildik­
leridir. Katliam sahalarına yaptığı iki aylık (Mayıs-Haziran, 1896) ke­
şif gezisinin arkasından, Lepsius aşağıdaki verileri derlemişti. İki bin
beş yüz kasaba ve köy terk edilmiş, 645 kilise ve manastır yıkılmıştı.
559 köyde ve şehirlerde hayatta kalan yüzlerce aileye zorla (zwangsweise) İslamiyet kabul ettirilmiştir. Bunların içinde, ölüm tehdidi
altında bu şekilde din değiştirmiş olan Erzurum ve Harput vilayetle­
rinden bin beş yüz Ermeni de vardı. Ayrıca 328 kilise camiye dö­
nüştürülmüş ve 546.000 kişi 2or duruma düşmüştü (zur not reichen).
144 DAF[n. 5], Cilt 12, Belge No. 265, s. 384, Loze'öen Dışişleri Bakanı Berthelot'e.
145 Ag.e. Belge No. 161, s. 114, 18 Aralık 1895 tarihli rapor.
244
İLK SOYKIRIM POLİTİK ASIMIN BAŞLATILMASI
Bunların dışında, 508 kilise ve manastır tamamen yağmalanmış,
yirmi bir Protestan ve 170 Gregoryen-Apostolik papaz öldürülmüş­
tü.14* Lepsius’un zorla din değiştirtmeyle ilgili verileri. Avrupalı kon­
solosların belgelediği Türkiye'nin iç bölgelerindeki büyük ölçekli
benzer din değiştirme verileriyle örtüşüyor. Ingiltere Sefiri Cıırrie’nin
Salisbury’ye gönderdiği 31 Mart 1896 tarihli raporda, “zorla din de­
ğiştirtme sonucu ..." Birecik'te (Halep vilayeti) "kesinlikle hiç Hıristi­
yan kalmadı” diye yazılmıştı. Sefir ulaştığı bu sonucu, katliamları
araştırması için taşraya gönderdiği İngiltere Sefareli'nin Baştercümanı’nın bulgularına dayandırmıştı. "Onun araştırmaları [bu) olguya
temel oluşturmuştur.”147 İngiltere’nin Muş (Bitlis vilayeti) Konsolos
Muavini Charles S. Hampson, sefirine "Siart (Siirt, Bitlis vilayeti)
sancağında hiç Hıristiyan kalmadığını; yaklaşık 15.000'inin öldürül­
düğünü, 19.000'ine İslamiyet'in kabul ettirildiğini ve 2.500 kadının
kaçırıldığını” rapor etmişti.14* Diyarbakır Konsolos Muavini Cecil M.
Hallvvard, 17 Mart 1896 tarihli raporunda, Silvan kazasında (Diyar­
bakır vilayeti), 7.000 Ermeni’nin “zorla Müslümanlaştmldığım” ve
"500'den fazla kız ve kadının kaçırıldığını” açıklamıştı.14* Bütün vi­
layet için, Hallvvard “25.000 kişinin Müslümanlaştırıldığınr" tahmin
etmişti. Bu rakamın içini doldururken, bazı kasabalarda bu tür zorla
din değiştirmeler için özel rakamlar eklemişti- Palu 3 000; sancak
köyleri dâhil, Siverek 2,500; “bu sancakta büyük ölçüde Protestan
olan Uzun Ova köyünde, Müslümanlığı kabul etmek istemeyen se­
kiz kişi soğukkanlılıkla öldürülmüştü. Başlanna geleceği anlayan
otuz iki kadın ve çocuk kendilerini Fırat nehrine atıp boğulmuştu...
146 J. Ltrpsius, Armenieıı und Europa (Berlin, 1897), 94, 35
147 Blue Book [n. 47], Belge No. 123, S 112, 31 Mart 1896
148 A.g.e., s. 113. Siirt'le dönme rakamlarının değiştirildiği anlaşılıyor, zira Hampson
S Martta 17.080 rakamını vermişti. A.g.e. Belge No. 146, s. 132.
149 A.g.e.. ek Belge No. 140, s. 127. Aynı raporda, Hallward Diyarbakır şehrinde
1100, çevre köylerde 800 ya da 900 Etmeninin öldürüldüğü yazılıydı. 1S5 kadın
ve kızı Kiirtter kaçırmıştı. Palu ile birlikte “bu vilayelirı en büyük Ermeni nüfusu
barındıran kazası. Silvan’da, 7.500 kişi sefalete itilmiş ve 4.000 kişi kaybolmuş­
tu: öldürülmüş, soğuktan, vb ölmüş ya da başka yerlere kaçmıştı.”
245
ERMENİ SOVKIHIMI TARİHİ
Bunun üzerine diğer köylüler Müslümanlığı kabul elmişlerdi. Bir Türk
‘hoca 1onlara ödemek zorunda oldukları aylık bir haraç belirlemiş­
ti .1“ Konsolos Muavini Hampson’a göre, bütün Bitlis vilayetinde
dönmelerin sayısı 22.0QO'dir.'5, Zorla din değiştirme öneklerinin
bazılarında, katliamların bitmesinden ve düzen ve huzurun yeniden
gelmesinden sonra, şartlar uygun olduğunda, bir kısım dönmenin
eski inançlarına yeniden döndüklerine de değinm eliyiz .1’2
Avrupalı diplomat ve konsolosların verdikleri bu rakamların ke­
sinliği sorununu değerlendirirken, özellikle büyük sancak ve vilayet­
lerdeki kurbanlar örneğinde, bunların tamamen olmasa bile, çoğun­
lukla kaba tahminler olduğu kabul edilmek zorunda. Genelde hüküm
süren koşullar düşünülürse, zaten başka türlüsü de olamazdı. Ama
iki açıdan, yanlışlık payını gözden uzak tutmadan söz konusu ra­
kamların, kendilerine püyük ölçüde geçerlilik kazandıracak kadar
öne çıktıkları görülüyor. Bunlar ilgisiz taraflardan geliyor ve temel
farklar yönünden Türk yetkililerinin sunduklarıyla tamamen çelişirler.
Türkiye’nin kitlesel cinayetler ve buna bağlı suçlarda sadece ilgili bir
tarat olduğu değil, ama suçlanan taraf olduğu da dikkate alınmalı
Kesin rapor yazımı, olgulara saygı ve konsolosluk görevlerinin yeri­
ne getirilmesinde yerleşik kodlar konusunda eğitim gibi kültürel ge­
leneklerin etkisi, bunların AvrupalIların sunduğu verilerin değerlendi­
rilmesinde hayati faktörler oluşu da aynı şekilde önemlidir. Tersine,
lail kamp açısından risklerin büyük olduğu örneklerde doğruluk ilke­
si, tamamen gözden çıkarılmadığı hallerde bile, devlet sırlarını içine
alması nedeniyle çoğunlukla göz ardı edilir.
150 A.g.e., s. İ28.
151
A .g e . Belge No. 146, s. 132, S Mart 1896.
152 İngiltere Sefareti Baştercümanı Fitzmaurice. Urfa'da 600 Frmeni'nin Müslü­
manlığı kabul ettiği bir örnekten söz eder. 'Burada geçen Atalık görülen katli­
amın arkasından... yem bir katliamdan kurtulup canım bağışlatma umuduyla bu
din değiştirme kabul edlmişli. Ama sekiz aydır çoğunluk ya yeniden eski dinine
dönmüş ya da başka yerde dönmek için Uria’dan ayrıımıştı. Kalan 200 kişi ise
dıştan oini bulun Müslüman gibi gOtünüyor.” 8 !ue Book |n. 911. ek Belge No.
113, s. 103, Sefir Currio’ya 10 E/fül 1896 tarihli rapor.
246
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
Temelde tekrarlayan katliam politikasını ve maddi sonuçlarını eie
alan bütün bu kaygıların üzerinde, gereken dikkatle yaklaşılacak
yıkımın demografisi sorununun bir başka yanı daha var. O da bu po­
litikanın temelinde yatan değerler dizisiyle ilgilidir.
Katliamın Kültürel ve Alt-kûltürel Unsurları
Sorununa Yeniden Bakış
Burada söz konusu edilen, oluşumunu bu bö!ümün bir kesiminde
kısaca yorumladığımız katliam kültürünün temelinde yalan özellikler­
dir. I ler kültürün özünde bir dizi inanç yatar. Bazı davranış çizgileri­
ni kendileriyle özdeşleştiren kişiler bunları normal davranış stan­
dartları olarak toplumsa! bakımdan arzu edilebilir, tercih edilebilir, öv­
güye iayık ya da beklentilere uygun sayarlar. Bugüne kadar, Abdül­
hamid devri Ermeni katliamlarını ele alan ve açıklamaya çalışan tüm
araştırmacılar içinde, İngiliz etnografı W illiam M. Ramsay, zekice bir
analiz çerçevesi çizmeyi denemesiyle öne çıkmıştır 19 yüzyılın son
yirmi yılını içine alan bir dönemde. Türkiye de on yıldan fazla sürek­
li araştırma yapmıştı. İyi Türkçesiyle Türklerle kaynaşıp ilişki kurabil­
mişti. Bu konuda gözlemlerinin önemi düşünülerek, bu gözlemleri
içeren bir metinden iki uzun alıntı aşağıya konulmuştur. İlkinde,
Ramsay Türklerin Ermenilere karşı kökleşmiş tutumlarını betimleye­
rek, bunlara eşlik eden inançların kültürel niteliğini gösterir.
Türklerin idaresi ... tarifsiz aşağılayıcıdır... Ermeni (vc Rum) üzerine tükü­
rülecek köpek ve do m uzdu r... Eğer Türk'e gölge ederse kızıiır. çam ur sil­
kelenen pasoas gibi ezilir. Asırlardır süren külelillğin, hakaret ve aşağ la­
malara beyun eğmenin, asırard ır Ermeni yo ait olan hiçbir şey kal­
madığını, ne mal mülkünün, evinin, hayatının, kişiliğinin ne ce ailesinin
kutsal ya da şiddetle direnm enin ölüm demek olduğu şiddetlen -k e yfi, du­
rup dururken şiddetten- uzak kalmayışınm kaçınılmaz sonuçlarını düşü­
nün! Her Ermeni’nin böyle acı çektiğini değil, am a herkesin rasgele bir
kargaşa ya da isyanın bilinçli tehlikesi içinde yaşadığını kastediyorum.163
153 William M. Ramsay. Imp-essıors ot Turkey During Ttvetve Kasra' vvanderıngs
(Ncw York, 1897) 206-07.
247
ER M ENİ SOYKIRIM I TARİHİ
Ermeni dostu olmayan Ramsay’ın bazı şayialarda üzerinde
çalıştığı Ermenileri şahsen sevmediğini açıklamasıyla, bu gözlemler
daha da vurgulanır .154 Buna rağmen, Ermenilere karşı katliamların
gerçekleştirilmesine izinVeren bir kültürün bazı özeBikleriyle ilgili an­
lattıkları, keskin olduğu kadar çarpıcıdır da: T ürkle rin katliamlarının
karanlık yüzü’Yıü büsbütün ortaya çıkarır.
JBöyîe bir katliam] yalnızca binlerce kişinin birkaç gün içinde kılıç, işken­
ce ya da yakılarak öldürülmesi anlamına gelmez. Yalnızca sahip olduk­
ları her şeyin çalındığı, ev ve dükkânlarının yağmalanıp, çoğu kez ateşe
verildiği, beş kuruşluk değeri olan her eşyanın ellerinden alındığı, ceset­
lerin soyulduğu anlamına gelmez. Yalnızca hayatta kalanların beş pa­
rasız -aç bilaç, kimi zaman çırçıplah- bırakıldıkları anlamına gelmez. Bu
daha başlangıçtır, Türkiyo'doki bir katliamın parlak vo hafif yanıdır. Kimi
zaman. Türkler özellikle merhamete geldiklerinde, kurbanlarına İslami­
yet'i kabul ederek ölümden kurtulma şansı verirlerdi. Ama Türklerin katliamtannın karanlık yüzüne - şahsi öfke ve utanç - gelince eski zamanlann en açık sözlü tarihçilerini alın. Bu ülkede arada bir göriilon yarı
çılgın suçlu kahramanların en tüyler ürpertici ve tarif edilemez zor­
balıklarını bir araya gelirin. Devlet memurlarının cezalandırılmayacakları
vaatten ve yağma umutlarıyla cesaret bulan bu suçluların binlercesinin
bir araya gelerek, birbirlerini gaza getirip teşvik ettiklerini hayal edin.
Aklınız alıyorsa, sonucu hayal edin; işte o zaman Türkiye’nin doğusun­
daki katliamlarla ilgili beUİ belirsiz bir fikir edinebilirsiniz.
Ermenistan’ın yaşadığı dehşetle ilgili anlatılanların en kötüsünde bile
mübalağa yoktur. Dumas’mn çok renkli hayal gücüne ve Zola’nın kötü­
lükle ilgili bilgisine sahip yazarlar bile Ermenistan’ın Küıi kesimindeki bir
tek katliam manzarasmm herhangi bir izleyici üzerindeki etkisini hiçbir
betimlemeyle ifade edemezler. Ermenistan’ın Kürt kesimi “kara ülke’dir;
bir mezarlığa dönüşmüştür. İçine girmeye cüret edemezsiniz. Onunla İl­
gili hiçbir şey düşünemezsiniz. Orada kaç sakat, kolsuz bacaksız, teca­
vüze uğramış Ermeni’nin hâlâ açlık çektiğini bilemezsiniz. .
154 Ag.e. 190-202. s. 21ö'dayazar,"...Türkiye'de haşırneşır okluğum bütün ırklar
İçinde, şahsen Eımoruler'den daha az sevdiğim olmadı...."
248
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
A m a he r şehirde he r Türk’ün katliam a karıştığını söyleyem eyiz. Üst sınıf
karşı çıkm ış, pek çoğ u üzülm üş, bazıları Erm eni dostlarını kurtarm ayı bi­
le denemiştir. Türk’ün Allah’ın takdiri saydığı bir şeye gerçekte m üdaha­
le etm esini sağlam anın ne olağanüstü bir büyük duygu gücü gerektirdiği
hatırlanmalıdır, Onların doğal görüşü, katliam ın A llah’ın ve Padişah'ın
takdiri olduğu v c elden hiçbir şey gelm ediğ id ir B una karşın, bazıları m ü­
dahale etmiştir. Am a din adam ları ve mem urlar taralından kışkırtıldıktan
sonra, şehir ayaktakımı işe koyulm uştur... A m a Erm eniierin böyle bir ka­
deri kabul etm ekten çekinip, ölüm ü tercih edecekleri de söylenebilirdi
Ölüm ü kölelik hayatına tercih ettiklerini gösterenler onları ayıplam alardır.
Ve yaşayan Er maniler i ayıplayanlarsa eninde sonunda Erm eniierin isyan
eniklerini kabul edenler arasından çıkm ıştır.186
Bu özlü anlatıya tipik, geleneksel bir Türk katliamının anatomisi­
nin portresi sıkıştırılmıştır, içine motivasyon, yöntemler, uygulama­
lar, kurbanların savunmasızlığı, şerî ve laik hukuk yaptırımları ve öl­
dürme hırsına hangi teşviklerin yol açtığı gibi faktörler ağının
karşılıklı etkileri oturtulmuştur. Bütün bunları aşan, holokostun en­
gellenmeden gerçekleştirilmesini sağlayan baş faktör, dokunul­
mazlık mirasıdır. Ama kitlesel cinayetin bu olaylarının kesinlikle kül­
türel ve alt-kültürel yönlerine yeniden odaklanmak gerekir. Zulümler
bu eylemleri yaralan paralel tutumlarla iç içe geçen eylemlerdir. Bu
tutumların ana parçası, failin kurbanı insanlıktan çıkarma, köpek gi­
bi görmesine izin veren düzeyde aşağılaması yatar. AvrupalI diplo­
mat ve konsoloslarının raporları, katliamlara katılan faillerin tulum ­
ları ve eylemleri arasında ortaya çıkan bu tür ilişkilerin var olduğu te­
zini doğrulayan betimlemelerle doludur. Burada alıntı yaptığımız m e­
tinler öne çıkarılmaya değer, çünkü bu alanda simgesel bir değere
155 A.g.e., 211-214 Ramsay’in bir Türk katliamının niteliğine dair anlattıkları, Ingiliz
Setir VVhileTn resmi mektubundan kasten çıkardığı özel rnektuDunun aşağıdaki
bölümünden yapılan alınlıyla 5düşüyor: ' Birkaç gündür Aziz Barthotomew Katliamı’nın böyle bir şev olması gerekirdi diye düşünüyordum; gördüklerim üzerim­
de çok derin bir etki bıraktı. ... Türk Hükümeli’nin kasten örgütleyip silah­
landırdığı ayaktakımının korkunç soğukkanlı barbarlığı...Douglas. “Britain and
ttıe Armenian auestion.'[n. 4i}. 127, 132.
249
ERMFNI SOYKIRIMI TARİHİ
sahiptir. “ Hizmete özel" damgalı bir raporda, bir İngiliz Konsolosu, ya
ingilizlerin eline geçen ya da İngiliz ajanlarının bir şekilde ete geçir­
dikleri (Konsoloslukta İngilizceye çevrilen) Türkçe iki mektubun
aslını eklemişti. Bu mektuplar Erzurum’daki 25nci Alay, 2nci Tabur,
4ncü Bölükten (adı ve soyadı mahfuz) bir Türk askerince yazılmış
ve Harput’taki ana babası ve erkek kardeşine gönderilmiştir.
Aşağıda bunlardan alıntıları sunuyoruz:
23 Kasım 1895 tarihli birinci mektup:
Kardeşim, şayet buradan haber soracak olursan, t .200 Ermenı’yi öldür­
dük, hepsi Köpeklere vem oldu... Anacığım, ben sağ salim ve afiyette­
yim. B abacığım 20 gün önce Erm eni gâvuruyla harbettik. A lla h ta n b'ze
bir şey olmadı.. Taburumuza sizin m em lokote intikal etm e eme verildi­
ğine dair söylentiler dolaşıyor -b u doğruysa, oradaki Erm enilerin hepsi­
ni öldüreceğiz. Efendim e söyleyeyim, 511 Ermeni yaralandı, her gun bir
fcisi telef oluyor. Askeriedm izi ve başıbozukları sorarsanız, kim senin bu r­
nu bile kanamadı... Allah kerim...
23 Aralık 1395 tarihli ikinci mektup:
[Erm enilen] köpek gibi ö ld ü rd ü m .. Nasıl diye sorarsanız. 2.500 E rm e­
ni yi kesip, mallarını y a ğ m a la d ık 156
B u aile mektuplarının soğukkanlı üslubu, insanın kitlesel cinaye­
te kendini tamamen kaybederek katıldığını açıkça ilan ettiğini göste­
riyor. Kurbanlardan kalan eşyaların nasıl talan edildiğinin iğrenç bir
biçimde zevkle iiade edilmesi ise her şeyin üzerine tüy dikiyor. Bu­
rada ele alınan sadece en korkunç katliam biçimlerini sıradan bir iş­
miş gibi gören tutumların ortaya çıkması değil, ama bu tutumlarla
özdeşleşmiş bir devlet sisteminin varlığıdır. İşte, düzenli orduya
bağlı bir alayın, barış zamanında silahsız sivil halka karşı güpegün­
düz giriştiği öldürme operasyonları.
156 FO 195/1944. Belge No 14. dosyalar 66-S7, Harput Konsolos Muavini Raphael A. Fontana'nın "tlizmete özel " raporu, 18 Mayıs 1896.
250
İL K SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
Radikal Politikaya Alet Edilen Katliam
Ne denli örtülü ya da örtüsüz olursa olsun, bir devlet sistemi ile
büyük ölçüde savunmasız bir halka karşı katliama cevaz veren kül­
türel tutumlar arasındaki ilişkiyi ancak bir yanda devlet otoritesi ve
devlet politikası, diğer yarıda katliam tertipleme mekanizmaları
arasındaki işleyiş halkalarını yeniden düşünerek anlayabiliriz. Bu iş­
leyiş halkalarının yaşamsal önemde olduğunu göstermek için, eli­
mizdeki araştırmada Katliamlarla ilgili diplomatik yazışma külliyatı
bol keseden kullanılmıştır. İngiltere’nin Harput sancağı konsolosu­
nun ifadesiyle, sancağın “hali vakti yerinde" Türklerinin işlediği “res­
mi suç" deyimi, bu önemi özetler. Bu iğneleyici terimin uydurul­
masına vesile olan olay. Kasım 1895 Harput katliamı ve şehrin
yakılıp yıkılması eylem leridir ’57 Burada kurban Ermenilerin ya da ta­
rafsız gözlemci AvrupalIların yargıları değil, ama kıyımın görgü
tanıklarıyken, bir yandan da bu kıyımdan sorumlu devlet politi­
kasının güçsüz muhalifleri olan Turklerinki söz konusudur.
Bu bağlattkİa, büyük ya rg ın zamanından beri ortaya çıkan veri­
ler içindeki en çarpıcı noktalardan biri, hem İttihadçı hem Kemalist
rejimlerde görev yapan bir Türk istihbarat subayından gelmiştir.
O nur anlattıklarına göre, Büyük Güçler'in sürekli protestolarından
rahatsız olan Sultan Hamid, bir grup AvrupalI sefiri Saray'da, yu­
karıda Ermenilere karşı nasıl kullanıldığından söz ettiğimiz sopalar­
la dolu bir odaya davet etmiş. Söylendiğine göre, sonra torcümanına
uyruklarının “kendilerini Ermenilere karşı bu sopalarla savunduk­
ları nı” söylemesini emrederken, “Bu sopalar bizim kerestelik orm an­
larımızdan toplanan odunlardan özel yapıldı’ diye eklem iş .158 Sul­
ta n in bu teşhir gösterisinde, bırakın pişmanlığı, en küçük bir üzün­
tü belirtisinden bile eser yoktu. Onun tutumuyla, ailesine yazdığı
mektupta, alayının çok sayıda Ermeni yi “köpeklere yem etmesi”yle
övünen askerin ruh hali temelde aynıydı. Bir eylem, taile sıradan bir
157 A.g.e.. dosya 11. Fontana’mn Sefir Currie’ye 25 Nisan 189ö tarihli raporu.
158 Hüsamettin Ertürk, iki Devrin Perde Arkas: (Istanöul. I957),41.
251
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
iş gibi geldiğinde, olay tam bir pişkinliğe vurulur. Üstelik imha amaçlı
katliamlar bütün o fail gruplar tarafından sorun çözücü davranışlar
olarak görülüyordu. Türk-Ermeni çatışmasına merkezi otoritelerce
hazırlanacak bir çözüm bulunması gerekliydi. Bu çatışma temelde
bu otoriteler, özellikle de Padişah'a bir çeşit lanet gibi gelen reform­
lar sistemi etrafında döndüğünden ve Büyük Güçler'in bu reformları
benimsetmek için sürdürdükleri baskılar yoğunlaşıp aman vermez
bir hal aldığından, radikal bir çözüm seçeneği düşünülüp karar­
laştırılmıştı .,s’ Taşranın Ermeni nüfusunu önemli oranda kırarak, Er­
meni reformları sorunu bir yandan erozyona uğrarken, bir yandan
bu tür bir cezalandırma ve terör yoluyla, Ermeniler yoksullaşmış,
sindirilmiş ve hatla daha teslimiyetçi bir varlığa indirgenecek!. Daha
önemlisi, Abdülhamid bu hedefe Ermenileri ekonomik olarak mahve­
derek ulaşmak istemişti Nitekim Özel Başkâtibi de anılarında bunu
söylüyordu. Ona göre, 1894-96 döneminde Ermeni devrimcilerinin
eylemleri padişahı o kadar ürkütmüştü ki "Ermenilere karşı sertlik ve
terör politikası izlemeye karar vermişti. Bu alanda başarı kazanmak
içinse, onlara ekonomik darbe indirme yöntemini seçmişti... Erme­
nilerle herhangi bir şeyi müzakere etmek ya da tartışmaktan kesin­
likle uzak durulmasını ve onlardan hesap sorulmasını emretmişti."
{Kendileriyle ka l’ı hesap sorulmasını kafiyede emretti) m Birkaç ki­
şinin işlediği suçlar nedeniyle bu bütün bir cemaati cezalandırma
eğilimi, Abdülhamid'in altı yıl önceki bir değerlendirmesinde vurgu­
lanmıştı. Ermeni Sorunu üzerinde İngiltere Sefiri VVhite ile bir görüş­
mesinde, Abdülhamid Osmanlı Ermenilerini üç kategoriye ayırmıştı:
1) Bağımsızlık isteyenler; 2) İlhak isteyenler; 3) Tamamen sadık
olanlar, ilkinden çok az, İkinciden daha çok olduğunu eklerken, “bü­
yük kitle"nin üçüncü kategoriye girdiğini eklemişti.'6'
159 Dougıas, "eritain and the Amtenian Question’’ (n. 41 }, 132.
160 Tahsin Paşa. Yıkhr Hatıraları [n. 115), 133.
161 Brilisiy Documents on Oitoman Armenians. Citt 2 ( IXXO 1X90) B Şimşir, ed
(Ankara, 1993) Belge No. 278, kayıt No. 182. s. 554. Sefir VVhlte'ınSalisbury’ye
30 Nisan 1888 tarihli raporu.
252
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
Kültür vs all-kültür kaygılarından uzak, birkaç kişinin işlediği farz
edilen ya da aleni ortaya çıkan suçları nedeniyle, bir topluluğu ceza­
landırma eğilimini güdüleyen, yukarıda belirtildiği gibi büyük ölçüde
demografik kaygılardı. Sultan Abdülhamid, peşinde koştukları re­
formlar yürürlüğe konursa ve konduğunda, Ermenilerin muhtemelen
üste çıkarak, taşra hayatının genel yönünü kontrol edecekleri endi­
şesini taşıyordu. Sadrazamlığa hitaben yazdığı bir muhtırada, bu
konuda endişelerini dile getirmişti. Reformist zihniyetti, bazı üst dü­
zey Türk görevlilerin “Avrupa tarzı bir idare ve yönetişim ideallerine
kayarken, Sultan’a sadakatten ve İslam'a bağlılıktan uzak­
laştıklarından” korkarken. Hariciye Nazırı Said Paşa ve Abidin Paşa’ya işaret ediyordu. Ayrıca “kendisine, Halife’ye hizmet etmenin
Müslüman ahaliye hizmet etmek" olduğunu da söylüyordu. “Başka
bir eylem tarzı ister istemez bir Ermeni prensliğinin kurulmasına yol
açar. Büyük Güçler altı vilayet için reform planıyla ilişkili olarak Er­
menistan sınırlarını çiziyorlar. Oysa Bulgaristan örneğinin tersine,
Ermeniler büyük bir nüfusa sahip oldukları Erzurum vilayetinde nü­
fusun yüzde 3Q’una bile ulaşamıyorlar.” Sonra Sultan Hamid Sadra­
zam Ahmed Cevat Paşa'ya (1891-1895) serzenişte bulundu: “Avru­
palIların gözüne girmek ve sefirlere yalakalık yaparken, bir Müslü­
man ismi taşıdığını ve bir Müslüman’ın oğlu olduğunu unutarak, bu
eğilime kapı açan’’ odur.1*2
Bu talimatlarında İslam, Halifelik ve yüce otorite fikri üzerinde ge­
reğinden fazla durmak, padişah ve mullak yöneticinin Osmaniı dev­
letinin ilahi kaderine büyük önem verdiğinin göstergesidir. Bu tutum
kısmen bir zorunluluk, İslam’ın koruyucu kanatları altına sığınarak
tahtını muhafaza etme arzusundan kaynaklanmış olmakla birlikte,
taşradaki Müslümanların bezginliğine gerekli bir cevaptı da. Padi­
şahları gibi, onlarda Ermenilere sayıca ne kadar az olurlarsa olsun­
lar, reformların gerçekte yürütülmesi halinde, Allah’ın yürü ya kulum
162 Sultan II AhdDIhamid Han. Devle! ve Memleket Görüşlerim A. A, Çetin and R.
Yıldız ed (İstanbul, 1976), 198-99. Bkz.. Başbakanlık Yıldız Esâs Evrakı: 9
Kısım. Evrak 2610. Zart 72. Karton 4.
253
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
diyeceğinden endişeliydiler. Sultan, bu duruşuyla çoğu kez kendi
hüküm etinin, yanı B abIâli’nin, o koltuklarda oturanların, Sadrazam
ve Har iciye Nazırı'm n yaptığı siyasete m uhalif bir rol üstleniyordu.
Babrâli nin etkisini dengeleyip kırm ak amacıyla, Sultan Ham il aynı
M u h tıra d a olağandışı bir adım atarak, Ermeni reformları konusunda
BabIâli'nin otoritesini baltalayacak bir oyun tezgâhlam ıştı. Sultan
Ham it'in reçetesi aşağıda:
Babı Ati atanmış görevliye [bu örnekte Raıf Paşa’ydıj padişahın düşün­
ce tarzına ters düşebilecek bu gibi 3özlü ve yazılı talimatlar verebilir. An­
cak biz [atadığımız Müfettişlerin; sadakat ve becerilerino güven duydu­
ğumuzdan. o görevlinin problemlere bu gibi çözümleri az bir risk alarak
bir yana atması gorekir. Zaten [bu gibi çözümleri] rafa kaldırmasını haklı
çıkarmak için inandırıcı delil'eri ekleyerek imkânsız olan bu çözümlere
hal çaresi bulacaktır (deiâri-i muknia iradı ile geçiştirilmesi). Sadece bu
dünya ile değil, öteki dünya ile de ilgilenilmek. Acaba davranışlarımız İs­
lam’a zarar verebilir mi diye de düşünülmeli. .. Tek çare atanmış Müfet­
tiş'ın sadakatidir; yani İslamiyet’i ve Zatı Şahanelerinin imtiyazlarını ko­
ruma isteğidir. Böyle bir durumda, onun bizim tarafımızdan ödüllendirile­
ceği kesindir.163
163
A.g.e.. 190-200. Sulan Abdülhamid in Hariciye Nazırı Said’den şikayeti, naz rın
Türk-Ermeni çatışmasının kaynaklarını kabul ederek, uygun çareler bulmanın
gereğini kabul elmiş olmasıydı. 28 Kasını 1894'te Alman Setir RadOUn ile bir gö­
rüşmesinde Setir’e “gizlice” "Ermenistan’daki durumdan Tür< görevlilerin kötü yö
netimlnin' sorumlu olduğunu ve “Sultan'a bu alanda Dır gelişme olmad'ğı takdir­
de, Rusya’nın ya tek başına ya da Avrupa'nın himayesinde, kondi güvenlik ihti­
yaçlarına uygun olarak Etmeni vilayetlerini işgal ederek, buralarda yasa ve düze­
ni tesis edeceği konusunda uyardığını..." söylodi. Hariciye Nazırı devamla “ne
yazık ki, Yıldız [Sarayı'ndaJ BabIâli’nin tavsiyelerini dinlemek yerine, zavallı ya­
ratıkların tavsiyelerine kulak vermoyi tercih etiler" demişti. Ayrıca Said “kendisini
imparatorluğun çıkarlar yla ilgilenmekten çok. Sultan ın gözüne girmeye çalışan
Sadra2 am'dan hiç destek almadığını {kein fiOckfıalf) da eklemişti.' DAG [n. 35],
v. 9, Belge No. 2186, S. 206-07, Radolin’in 2R Kas m 189d tarihli raporu, No.
t60. Bir baş<a Tiırk Hariciye Nazırı, Saıd'in yerine geçen Ahmed Tevfik Paşa da
254
İLK SOVKIRIM
PO LİTİKASININ B AŞLATILM ASI
En sonunda, kararlı harekat eden Sultan Hamit durum a haklim
oldu. İster zorlama, ikna isterse kendi kendisine fikir değiştirerek o l­
sun, Kâmil Paşa, Su Han'ın dediğine geldi. Padişahının ne pahasına
olursa olsun Ermeni reformları planını baltalam a kararlılığını payla­
şan Sadrazam Kâmil Paşa, Ekim 1895’de taşra valililerine bir tamim
g ö n d e rd i 164 AvrupalIların yoğun baskılarına boyun eğen Sultan Ham it'in 17 Ekim 1895'te Erm enilere verdiği reform tavizlerinin geçer­
siz olduğunu ilan ediyordu .165 Kâmil Paşa bu tutum unu padişah
Ocak 1913 askeri darbesiyle İttihadçı Jön T ürkler tarafından hakin­
den sonra bile bu duruşunu sürdürdü O sırada yeniden sn yüzüne
çıkm ış olan Ermeni Reformları sorunu T ürkiye ve Büyük Güçler
arasında m üzakere ediliyordu. Paşa, M ayısta Beyrut'ta bir kabul
sırasında, bu konuda AvrupalIların m üdahalesine karşı olduğunu
ifade e tm işti .166
Ne pahasına olursa olsun. Ermeni reform larına direnen Sultan ın
ou zihniyeti, Özel olarak kabul ettiği bir sefirle görüşm esinde ortaya
aynı şekilde Fransız Sefir Cambon’a katliamlarda olorüeler n suç ortaklığına da
iı bilgisi olduğunu açıklamaya cüret etmışli. Onun şu sözlerinden alınlı
yapılmışlı "Eğer bülün bu zalimliklere izin veren tüm (alııikçi ve görevlileri cezalandırmazsak, çok geçmeden Küçük Asya’da işleyen bir idareye sahip olab.leceğimız bir düzeni tesis etmek Imkâns zlaşacaktır. Zatı Şahaneleri nden baş suç­
luların asılması ya da idam mangalarının karşısına çıkarılması yet<isıne sahip
adi; araştırma komisyonları göndermesini rica edeceğim. Hızlı hareke: etmek
şad, aksi halele daha kötü felakotler bizi bokliyor olacak.” Cambon. bu sözleri yo­
rumlarken. “Onun samimi/eline inanıyorum, ama önerilerinin akıbetini de tahmin
edebiliyorum. Sultana hiç kimse ’Müslümanlar suç işliyor' dedirtemez, hele suç
işleyenler otoritelerse, bu o'mayacak duaya âmin demektir.” D AF (n. 5). Cilt 12
Belge No. 265, s. 304-65, Camboıı'dan Dışişleri Bakanı Beıthelot'a, 3 Ocak
1896
164
üAf- [n. 5] Supplement, Belge No.65, s. 52, Fransa'nın Halep Konsolosluğu İdaro Amiri Barthelemy’nin Sefir Cambon'a 26 Ekim 1895 tarihli raporu.
165 B/ue Book Turkey No. 1 (1396). Türkiye Asya Bölümü’nde Ermem Vilayeterı c.
Belge No. 200, s. 150, Sefir Currie'nin 17 Ekim 1895 tarihli raporu.
166 F 0 195/2452. Turkey. şifre No. 2526. Ingitere'nm Halep Başkonsolosu Cumberbateh’in 27 May 1913 tartıli raporu.
255
ERMENİ SOYKIRIMI TARIMI
çıktı. Alman Selir Prens Radolin, Berlin'deki Şansölye’sine gönder­
diği bir mesajda, 16 Kasım 1894'de, yani Sason katliamı ertesinde
Sultan’ın huzuruna kabul edilişini bildirmişti. Bu görüşmede, Abdülhamid ‘ hiçbir şart altında adaletsiz Ermeni baskılarına boyun eğme­
yeceğine ve Ermenistanda kapsamlı reformlar yapmaktansa ölme­
yi tercih edeceğine ciddi ciddi yemin etmişti.'’167’ O halde, içte ve
dışta ölüm mukadderdi. Hem Ermenilerin hem de Büyük Güçler'in
düşündükleri Ermeni Reformları, padişah ve rejimi açısından söz
konusu bile değildi. Ve 1894-96 katliamlar çemberi kapandığında,
Sullan Abdülhamid 1897’de “ Ermeni sorunu bitmiştir" diyecekti.79*
Seçkin müteveffa Harvard'lı tarihçi VVİlliam Langer, soykırımın tarih­
sel sürecinin bu halkasıyla ilgili görüşleri özetlerken, noktayı koyu­
yordu: “Sultanin Ermeni sorununu Ermenileri imha ederek sona er­
dirmeye karar verdiği besbelliydi ”1*9 Ermeni Sorunu ’nun özünde ya­
lan Ermeni Reformları konusunun, Büyük Güçler’in Ermeniler adına
gerçekleştirdiği insani müdahale politikası için ölümcül bir deney ol­
duğu kanıtlanmıştı. Deney gereken kontrol mekanizmalarından, ya­
ni Ermenilerin korunmasından yoksundu. Türk tarihçi Osman Nu­
ri’nin söylediği gibi, “ Reform’ kelimesinin kendisi bile onu [Abdülmamid] tahrik ediyor, suç işleme içgüdüsünü kışkırtıyordu.,,17“
167 ÜAG (r>. 36], Belge No. 2184, s. 203, rapor No. 157.
168 168. Douglas. “Bntain and the Armenian Ouestıon" [n. 41], 132, Sefili Curıie'nirt
Salisbury’ye 28 Ekim 1897 tarihli raporu
169 VVİlliam L. Langer The Diplomacy o! Imperia/ism 1890-1902 CilI 1 (New York,
1935), 203
170 Nuri. Abdülhanva Sani |n. 10], Cır 1 (İstanbul, 1327 [1911-12]), 838.
256
9
Geleceğin Habercisi:
Abdülhamit Devri Katliamları
elirli bir tarihsel dönemin önemini en iyi ölçen, sonraki olayların
B
orlaya çıkışıyla ne ölçüde ilişkisi olduğudur. Son yıllarında Os­
manlI im paratorluğu nun yakasım bırakm ayan milliyet çatışmaları
açısından. Sultan Abdulhamid devrinin en göze çarpan yönü Erıneniler karşı girişilen seri katliamlardır.
Bu alanda karşımıza çıkan soru, bu katliamların salt tesadüfen
mi ortaya çıktığı, yoksa Özellikle kurban ahalinin kurbanlaştıranların
sonraki davranışlarına bağlı otan kaderi düşünüldüğünde, etkilennin
ortaya çıkışlarını aşan bir zaman dilimine yayacak kadar sonuç alıcı
mı olduklarıdır. I. Dünya Savaşı Ermeni soykırımı tarihsel olgusu dü­
şürülürse, bu sorunun cevabı mecburen bu katliamları temelde ge­
leceğin habercisi sayan bir çerçevede dolaşıp duracaktır. Bu
soykırımın gerçekleştirilmesinin tohumları, aslında ne ölçüde ve
hangi açılardan sözü edilen katliamların içinde gizliydi? Bu soruların
çerçevesinde ima edilen fail-kurban ilişkisinin ölümcül karakterinin
sadece kalıcılığı değildir. Ama burada ele alınan görüş, kurbanın
varlığının, yani Osmanlı İmparatorluğu nun kalabalık Ermeni nüfu­
sunun ortadan kaldırılması noktasına kadar tırmanarak, daha büyük
boyutlara ulaşan bir tarihsel süreklilik gerçeğidir.
257
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Burada sözü edilen iki olayın birbirinden iki açıdan belirgin fark­
lara sahip olması, sürekliliği daha da vurgular. Birincisi, geleceğin
soykırımında görüleceği gibi, 1894-96 katliamlarında başka ülkeler­
le savaşılmıyordu. İkincisi, rejimler değişmişti. 1894-96 katliamları
müstebit (tiran, despot) sayılan ve yeni rejimin kurucuları İttihadçı
Jön Türk liderler tarafından devrilen Abdülhamid’in sallanatında tez­
gâhlanmıştı. Ne var ki, bu yeni rejimin kumcuları da gelecekteki
soykırımın mimarları olarak tanınacaklardı. Söz konusu edilen iki re­
jimin yapısı ve şartlarına özgü bu gibi büyük farklılıklara karşın, nü­
fusun hedef alınan bir kesimini yeryüzünden silip süpürme eğilimi­
nin inatçılığı, önem bakımından bu farklılıklardan daha büyük anlam
taşıyan faktörlerin işlediğini düşündürür. Bu faktörlerden biri, kısmen
imparatorluğun gayri-Müslim milliyetleriyle şiddetli çatışmaların çö­
zümünde belli ölçülerde ölümcül şiddete başvurmayı buyuran istami
dogmalarda kökleşmiş geleneğin inatçılığıydı.
Bu rejimlerin liderleri kronikleşen Türk-Ermeni çatışmasını sade­
ce sırf Türklerin bir iç sorunu olarak görmeyip, İslamiyet’in hâkimi­
yeti fikrine meydan okuyan temel bir çekişme olarak da tanımlıyor­
lardı. Oysa onlara ve kalabalık izleyici kitlelerine göre, İslamiyet
bazı fermanların çıkarılıp, yasaların ilan edilmesinden bağımsız ola­
rak, imparatorluğun gayri-Müslim uyruklarını sürekli alt statüde tut­
mak dâhil, siyasi amaç güden tebliğler çıkaran bir dindi. Abdülha­
mid’in Ermeni Sorunu konusundaki temel siyasetini ortaya koyan bir
dizi gizli muhtıra (6 . Bölüm’de bunlara değinmiştik) ile ittihadçı fırka
şefi ve Dâhiliye Nazırı Talât Paşa'nın 1910 Ağustosunda (gelecek
bölümde irdeleyeceğimiz) fırka liderlerinin gizli bir toplantısında or­
taya koyduğu siyasi beyannamesi, bu olguyu doğrular. Osmanlı
devlet sisteminin imparatorluk ve teokrasi vasıflan, birlikte bazı ko­
şullarda baş eğmez azınlıklara ölümcül şiddet uygulanmasına meş­
ruiyet kazandırmasa bile icazet verme eğilimine sahip belirli genel
tutumlann oluşumunun önkoşullarını yaratmışlardı. Böylece katli­
amları devlet politikasının bir aracı olarak onaylayan gizli kodlara
sahip bir kültürün unsurlarını içinde barındıran bir zihniyet ortaya
çıkmıştır.
Ama uygulanabilirlik sorunu söz konusu ise, dalları devlet alanı
258
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
dışına taşan devlet politikaları, faillerce baştan bilinemez. Bunların,
söz konusu politikaların sonucunu etkileme potansiyeline sahip ihti­
mallere göre belirlenmeleri gerekir. Katliamlara cevaz veren yerleşik
zihniyeti, sanal bir niceliksel analiz planında bağımlı değişken olarak
göreceksek, o zaman bu zihniyeti çarpıtarak işleyişini olumsuz etki­
leyen bir bağımlı değişkenin işlevini de hesaba katmamız şarttır. Bu­
rada, sorunun kritik bir yönüyle yüz yüze geliyoruz: Söz konusu politikanın tarihsel sürekliliği. Asıl amaçlarında ne denli etkisiz kalırsa
kalsın. Büyük Güçler'in insani müdahale hedefi gütmeleri, katliam
tertipçilerinin hesaplarına her zaman belirsizlik ve bazı hallerde en­
dişe unsuru katıyor gibiydi. Bir ya da birkaç Büyük Gûç’ün daha faz­
la hoşgörü gösteremeyeceği kırmızı çizgileri aşacak boyut ve biçim­
ler nedeniyle, her zaman zorla müdahaleye yol açma riski vardı. Ne
var ki, zalimliğin azar azar artış gösteren temposundan bağımsız
olarak, bu tür kırmızı çizgilerin çîzilemeyeceği ya da hissedilmeden
kalacağı tutarlılık, yani Büyük Güçler’in hareketsizliği, burada yu­
karıda betimlenen anlamda en göze çarpan bağımsız değişken ola­
rak ortaya çıkıyor. Bu, bir azınlık nüfusu kırıp geçirmeyi öngören po­
litikayı çizen devletlerin olayları tekrarlamasındaki en kapsamlı fak­
töre haline gelmiştir, özetlersek, bu politika dış caydırıcıların yoklu­
ğunun bir yan etkisi olarak görülmüştür.
Caydırma temelde müdahaleye atıf olmakla birlikte, burada ikiz
unsuru cezalandırma ile iç içe geçmiş durumdadır. Caydırıcılığın sü­
rekli yokluğuna her katliam olayından sonra, faillerin aynı şekilde ce­
zasız kalmasını da ekleyelim. (Bu konu gelecek bölümlerde daha
ayrıntılı işlenecektir.) Zaman zaman vazgeçirme amacı güdülerek
yarım yamalak tebdiller savrulmasına karşın, dış caydırıcılığın sü­
rekli eksikliğine paralel giden dokunulmazlık faktörünün, (aitlere Os­
manlI Ermenilerini ortadan kaldırırken rahat bir nefes aldıran ikili ga­
rantidir. Abdiilhamid devri katliamlarının, kişinin hedef atman ahaliye
karşı girişmeye cüret edebileceği yıkım ve yöntemlerin varsa
sınırlarını belleyebileceği bir test sahası ve fırsat sağladığı öne sürü­
lebilir. Bu anlamda, I. Dünya Savaşı holokostunun deneysel bir pre­
lüdü gibi ortaya çıkan bu devir, Büyük Güçler’in çift taraflı müsama­
ha mirasının (olgu öncesinde inandırıcı bir caydırıcılığın olmayışı,
259
ERMENİ SOYKIRIM! TARİHİ
sonrasında tahmin edilebilir bir dokunulmazlık) yerleşik bir işlevi ol­
makla kalmıyordu. Ayrıca oluşumunu da kendi kültürel ruhunun (ethos) mantıksal bir uzantısı olarak uç vermesine borçluydu.
Geleceğin uğursuz bir habercisi olma konusunda bu fikir jimnas­
tiği. araştırmamızın yeni katliamlar devrinde Jön Türk İttihadçıların
rolüne ışık tutan diğer kısmına anlamlı bir geçişin gerekçelerini vere­
bilir. irdelememiz, Abdülhamid devri katliamlarını çok sıkı araştırıp,
inandırıcı bir önseziyle Türkiye’nin Ermeni nüfusunun ezici çoğunlu­
ğunun kesin yok oluşunun kaçınılmazlığını tahmin eden biri İngiliz,
diğeri Amerikalı iki yazardan bazı alıntılarla bitebilir.
1894-96 katliamlarının raporlarının doğruluğundan şüpheye dü­
şen Amerikalı gazeteci ve New York H e rald’ın yayıncısı James G,
Bennett, örnekleri eşi benzeri olmayan bir vahşet olarak betimle­
mişti. Bunun üzerine, Abdülhamid’i tarafsız bir ekibin katliam öykü­
sünü araştırması için izin vermeye razı etti. Böyle bir ekibi etki
altına alarak, nihai raporu kendi lehine çıkartabileceği düşüncesiy­
le Sultan gerekli izni verdi. Ekibin üyelerinden biri, kendisini “olgu­
ların kokusunu alan iyi bir burna sahip biri sayan’ Amerikalı yazar
ve [ABD] iç Savaşı’na tanıklık eden Georg© Hepworth'du. Bir bin­
başı, bir yarbay, bir kâtip ve bir m uhafız dâhil Türk askeri yetkilileri­
nin eşliğindeki ekip, zulmün görüldüğü sahalara giderek, iki ay bo­
yunca olay yerlerinde araştırma yürüttü. 1898'de Hepvvord bulgu­
larını şöyle özetledi: Şimdi durumu özetleyelim: Ermeni katliam­
larına Ermoni devrimcilerin neden olduğunu söylerken doğru söyle­
dim, çok önemli bir doğruyu dile gelirdim. Am a doğrunun tamamı
bundan ibaret değil. Devrimcilerin varlığının katliamlara zemin
hazırlayıp, bahane sunduğunu söylemek daha doğru olurdu. Türk­
lerin böyle bir fırsat ve bahane beklediği, ülkeyi gezen kimsenin gö­
zünden kaçamamış. Türk tüm kalbiyle Ermeni’den nefret eder. Bu­
nun doğru olmadığına yemin billâh etse de söylediklerinin doğru ol­
madığına inanıyorum. Bu kitabın diğer bölümlerinde göstermeye
çalışacağım gibi, bunun yığınla nedeni var. Türk Erm eni’yi aşırı
kıskanıyor, aklım, becerisini, girişimci ruhunu kıskanıyor. Bu yüz­
den baskı uyguluyor; amacı her zaman kurbanları yoksul bırak­
maktı ve hâlâ böyle. Herkes için fırsat eşitliği hayal ve luzak. Böyle
260
İLK SOYKIRIM POLİTİKASININ BAŞLATILMASI
bir şey yo k...”* “Korkarım ki Türkiye’ye gerekli reformlar ancak
çıkmaz ayın son Çarşambası’nda yapılabilecek ...”2 Verilerden yola
çıkan Hepworth
bir kehanette bulunarak,
I. Dünya
Savaşı
soykırımını tam yirmi yıl öncesinden görmüştü. “Ermenistan seyaha­
timde. Ermenilerin geleceğinin çok karanlık olduğuna giderek daha
çok inandım. Türk’ün kaldırdığı elini Avrupa korkusundan indirmesi
mümkün olabilir. Ama Türk’ün amacının imha olduğundan ve fırsat
doğduğunda bu amacı gerçekleştireceğinden eminim. Zaten bunun
başarılmasına da çok yaklaşm ıştır ..."3
Diğer kestirım, on dokuzuncu yüzyılın son yirmi yılında araştırma­
ları nedeniyle Türkiye’ye defalarca gelmiş olan zeki İngiliz etnologu
VVilliam Ramsey'in kaleminden çıkmadır. (Bkz., 8 . Bölüm, 153-55.
notlarda onun gözlemlerinin ayrıntılı eleştirisi.) 1894-97 katliam­
larının kötüye işaret olduğunu tahmin ederken, 1897'de kurban
sayısının “yaklaşık 200.000” olduğunu yazmıştı. “Başka ülkelere kaç­
mayı başaranlar dışında, Ermeniler her olasılıkta imha edilecekler ."4
1
George H. Hopworth, Through Amenia on Horseback, (N.Y.: Dutton, 1898),
2
A.g.e., 263.
339-0.
3
A.g.e.. 146-7. Hepvvorıh yapılının bazı bölümlerinde Ermenilerin yapısat savun­
masızlığını, bunun sonucv teslimiyeti ve kolayca kıyıma uğradıklarını anlatmış. İş­
te birkaç örnek- *... Sokakta karşılaştığım her Türk ve Kûrt’ün ya bir tabancası ya
da uzun bir hançeri vardı. Ama böyle silahlı tek Ermeni bite gördüğümü
hatırlamıyorum." Sonra yazar silah taşıma cüreti gösterecek bir Ermeni'nin başına
gelebilecekleri açıklar. 249-51. Türkler ve Kültler ^kavgacı adamlar ve her biti te­
peden tırnağa silahlı,* Ermeniterse "sadece silahsız olmakla kalmıyor, silah kullan­
mayı da brlmiyotiar.” 161. Bu alanda dengesizliğin ölümcül sonuçlarını göstermek
için, Hepvrorlh arkadaşının 1896 İstanbul katliamında tanık olduğu Pir olayı nak­
leder. “fiüyük kısmına tanıklık ettiği kıyımda Ermenilerin diıeniş gösterdiği bir tek
örnek bile görmedim" dedikten sonra, şöyle devanı eder. 'Olup bileni anlamak İçin
evinden dışarı fırlayan bir ermeni gördüm. Onu gören bir Tüık sopasını kaldırdı.
Ermeni belki şaşkınlıktan olacak, bilemem, ancak hiç kımıldamadı. Oracıkta mer­
mer bir heykel gibi donmuş kalmıştı, öldürücü darbenin inmesiyle, zavallı adam
4
yere yığıldı.’ A.g.e. 165.
WÎHam M. Ramsay. tmpcessk>r\s o t Turkey During Twetve Years ' Y/anderings
(New York: Putnam’s. 1897). 156-57.
261
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Daha da önemlisi, 7 Eylül 1880’de Büyük Güçler Osmanlı mer­
kezi otoritelerine verdikleri Ortak Nota'da, Ermenilerin benzer bir ka­
dere mahkûm edildiğini tahmin etmişlerdi. Türklerin "tipik özelliği .
söz konusu toprakların >geniş kesimlerinde Hıristiyan nüfusun
ağırlığı” olan vilayetlerdeki reformlara ayak direme laktiklerinden
hoşlanmadıklarını belirtmişlerdi. “ Eğer bu ağırlık hesaba katılmazsa,
hiçbir gerçek reform yürütülemez.” Aynı şekilde, Büyük Güçler Türk
hükümetini özellikle Ermeniler yönünden "beklenen nüfus sayım r’nı
gerçekleştirmek için gereken düzenlemeleri ‘geciktirmekle” suç­
lamıştı. Yine reformları sürdürülebilir ve yürütülebilir kılmak için “çe­
şitli vilayetlerin mevcut coğrafi sınırlarının yeniden çizilmek zorunda
olduğunu” da düşünüyorlardı. Böylece, bam teline bastıkları Os­
manlIlar derhal cevap verdi. Hemen sonra, yetkililer harıl harıl vila­
yet sınırlarını yeniden çizmeye giriştiler. Yeni idari taksimatın sonu­
cunda, hemen hemen her vilayette ve hatta vilayetlere bağlı her
sancakta, Enmeniler -Türkler değil, ama Kûrtler, Çerkezler, Laziar
ve Kızılbaşlar gibi Türk olmayan milliyetlerden oluşan karma “Müs­
lüman” kategorisi karşısında -sayıca mutlak azınlığa düşürülmüştü.
Temsilcileri Nota’yı imzalayan altı Büyük Güç, resmen bu aşa­
mada için için kaynayan Türk-Ermeni çatışmasını, şartları antlaşma
yükümlülükleri olduğundan, Türkiye için bağlayıcı saydıkları 1879
Berlin Antlaşmasıyla ilintilendirmişlerdi. Böylece, o Nota’ya söz ko­
nusu maddenin yürürlüğe konulmamasmın "her olasılıkta büyük
sancakların Hıristiyan [yani, Ermeni) nüfusunun ortadan kalkmasına
yol açacağı’’ uyarısını sıkıştırmışlardı*
5
Ingiltere Dışişleri Bakanlığı Evrakı. Turkey No. 23 (1860), Belge. No. 154, s.
275-73.
262
Kısım V
YEMİ JÖN TÜRK REJİMİNİM SAVAŞLARI VE
KATLİAMLARI VE İNSANI MÜDAHALEMİN
RUHUNU TESLİM ETMESİ
10
İki Aşam alı A dana Katliam ı
İktidarı Efe Geçiren Jön Türklerin Gizli Gündemi
T
ürkiye'de 1908 Temmuzunda kansız bir devrimle Sullan Abdül-
hamid alt edilerek (Jön Türkler olarak da bilinen) ittihadçıları ik­
tidara taşıyan yeni rejime geçildi. Bu geçiş genelde iç çatışm a ve
özelde Tiirk-Erm eni çatışması sorununu artırmaktan başka bir şeye
yaramadı. Rejimlerine (1908-1918) II. Meşrutiyet denilm esine
karşın, İttihadçı Jön Türk liderler de devirdikleri Abdülhamid (“Kızıl
Sultan’) gibi, Büyük G üçler’in lehte müdahaleye tekrar başladığı
azınlıklara karşı şiddetli önlemlere başvurdular. 1912 Balkan Savaşı’nın patlak vermesine yol açan Rejimin baskı politikası, sonra­
dan Türkiye'yi I. Dünya Savaşı’na iten milliyetçi politikaların benim­
senmesinde de rol oynadı. Marriott’un söylediği gibi:
Jön Türk devrimi olayları karar noktasına getirdi. (Bu girişim) aslında
Müslüman azınlığın reaya ırkların artan direnişi ve eli kulağında Avrupa
müdahalesi karşısında hâkimiyetini kofumak için sonçabasıydı. Kanunu
Esasi’nin canlandırılması, yurtdışmdaki Liberal coşkuyu yatıştırmak için
ustaca atılmış bir adımken, ülke içinde Hıristiyan milliyetlerin tarihsel
haklarım ortadan kaldırma bahanesi de veriyordu.*
t
J. Marriott, The Eastern Ouestion: An Hstotical Study in European Diplomacy 4.
baskı (yeniden basım: Glasgovv. 1958). 443-44.
285
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Selanik’te Ittihadçıların 1910'daki yıllık Kongre'sinde, resmi otu­
rumlar dışında yapılan gizli tartışmalar, örtmeceyie "tüm Türk uyruk­
ların tam Osmantıiaştıniması” denilen Türkiye’nin zorla tek tipleştiril­
mesi planı üzerinde yoğunlaşm ıştı .2 İngiltere Seliri Lovvther, “onlara
göre, ’O sm anlf düpedüz T ü rk ’ anlamına geliyordu. Mevcut ’Osm anlılaştırm a’ politikaları Türk olmayan unsurların Türk havanında
dövülme siydi," dem işti.1 Bu kararlara neyin yol açtığını araştıran İn­
giltere Dışişleri Bakanlığı, bir raporda “düzlemek” sözcüğünü kulla­
narak, “Jön Türkler ’dûzleyici’ sistemi Kürtleri ve Arapları da içine ka­
tacak şekilde genişletmeye çalışacakları” öngörüsünde bulundu .4
Fransa’nın Selanik Konsolosu, Paris'teki Dışişleri Bakanlığt’na gön­
derdiği ve güvenilir kaynaklardan sağladığı “sağlam belgelere” da­
yandırdığı bir dizi raporda, Jön Türklerin milliyetler arası çatışmaları
çözümünde son çare olarak katHamlar dâhif zor ve şiddete başvur­
maya karar verdiklerini Dildirdi.5 Bütün bu ifşaatlar, uzadıkça uzayan
2
FO 195/2350. dosya 276.
3
Brttitı Documents On The Origins O l The War 1889-1914,1. Kısım, Cilt 9, Belge
No. 181, 6 Eylül 1910 tarihli rapor, 8. 207 (Gooch ve Temperley ed. 1926).
4
5
FO 424/250, Yıllık Rapor 1910, S. 4.
M. Choubiier, La ûuestion O'orient Depuis Le Traie De Berlin (1889). Konsolos
Choublier fırkanın ittihadçı mebuslardan oluşan meclis grubunun başkanı Hail
Bey'den alıntı yaptığı 15 Kasım 1910 tarihli raporunda, milliyetler konusunda
“yalnızca askeri kudrefe güvenme önerisinden söz eder. U.S. Turquie. Politigue
interieure, jeıınes Turcs, 7:149.16 Kasım tarihli raporunda. Konsolos Makedon­
ya sorunu ve Adrianopl» (Edime) Bulgarları De igii olarak lehe»’ ya da ‘katliam”
arasında seçim yapma konusunda fikir ayrılığı olduğunu açıkladı, A.g.e., 150.
Kendisine iletilen son derece güvenilir bigilere göre (16 Kasım 1910 tarihli rapor).
Manastır şubesi Makedonya’nın yerleri Müslüman sürgünlerle doldurulacak olan
Hıristiyan nüfusun biı kısmının Türkiye’nin Asya topraklarına tehcirini tercih eder­
ken, Edime şubesi çok sayıda Müslüman göçmenin yerleştirilmesinden istenen
sonucun alınamaması halinde, burada oturan Hıristiyan nüfusun katledilmesini
(t'exlerminalion de tous les chrdliens hostiles i la jevne Turgvle) savunmuştu. 17
Kasım tarihli raporunda Konsolos "amaçladığımız şekilde Türklerin yurtseverliğini
geliştirerek,., Türkiye'nin birliğini barışçı yoldan sağlama (çabalarının) ba­
şarısızlığa uğraması" halinde, ittihad'm çözüm olarak Ta force des armes* (silah
gücüne) başvuracağından söz eder, A.g.e.. 151.
266
YEN İ JÖ N TÜ R K REJİMİNİN SAYAÇLARI VE KATLİAMLARI
Türk-Ermeni çatışmasından usanan Ittihadçıların, “işi ordu ile gör­
mekle” çözm sk istediğini söyleyen Türk tarihçilerinin duayeni ta­
rafından da doğrulanmıştır .6
Toplumsal ve siyasal reformların reddedildiği ve yerine Osmanlı
toplumunun ‘ düzleştirilmesi,’’ yani homojenleştirilmesinin geçirildiği
bu anlayışı gösteren son bir ipucu, Jön Türklerin önde gelen lideri ve
Dâhiliye Nazırı Talât Paşa’nın gizli bir konuşmasında bulunur. Söz
konusu konuşmayı, Talât 1910 Ağustosunda, Selanik'te Kongre ön­
cesinde yapılan İttihatçı liderlerin özel strateji belirlem e top­
lantısında yapmıştı. Şehirde bulunan AvusturyalI, Fransız ve İngiliz
istihbarat kaynaklan, bu toplantının yapıldığını ve konuşmanın doğ­
ru olduğunu doğrulamışlardı. Ingiltere’nin Manastır Konsolos M uavi­
ni Arthur Geary, “çok mahir bir ka yn a kla n elde edilen “Talât’ın ko­
nuşmasının tıpatıp aslına uygun kopyasını" onaylamıştı. Konuş­
manın ilgili bölümü aşağıdadır:
Kanunu Esasi’nin Müslüman ve gâvur (kâfir, gayri-Mflslimier için kul­
lanılan aşağılayıcı bir terim) eşitliğiyle ilgili hükümlerin Kabul edildiğinin
takımdasınız. Ancak bunun gerçekleşemeyecek bir ülkü olduğunu hepi­
niz tek tek biliyor ve hissediyorsunuz. Şeriat (İslam'ın dini yasaları), bi­
zim bütün tarihimiz ve yüz binlerce Müslüman’ın duyguları ve hatta biz­
zat gâvurların duyguları... gerçek eşitliğin kurulmasının önünde aşılmaz
bir engel oluşturur... Bu nedenle, İmparatorluğu Ösmanlılaştırma görevi­
mizi başarıncaya kadar eşitlik meselesi diye bir şey otamaz.’
e Y. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, 2. CM, 4. Kısım (Ankara, 1962), 13.
7
Briltsh Documents On The Origrns Of The War 1889-1914, (n. 3], 208. Bu konuş­
manın doğruluğu için. bkz.,. Avusturya Konsolos Muavini von ZttKovsky'nin 14
Ekim 1910 (anhH ve 69 No'lu “gizli" raporu, A.A Türkoi 159 içinde, No2, Bd.12,
A18643. Fransızcast için, N.S. Turguie, 92-97. Bu Fransızca versiyonda, İngiliz­
cesinde yer almayan bir ifade, Talât’ın, Ösmanlılaştırma programını tamamlamak
için potansiyel kurbanları yatıştırma önerisi, yer almaktadır: “Pt aut que nous tranquPksiorcs nos voSskTS." Bu rapor Fransa Dışişleri Bakanlığı Siyasi ve Ticari SOtûmü'nûn “alındı’ damgasını, D, Carton 991 sembollerini ve 6 Ağustos 1910 tarikini
taşımakta, böytece konuşmanın yapıldığı gün telgrafla iletildiği anlaşılmaktadır.
267
Demek ki Talat'ın gerçek eşitliğin önkoşulu olarak hayal ettiği ho­
mojen Osmaniı toplumu, mevcut heterojen unsurların bir biçimde
tasfiyesini gerekli kılıyordu. Bu konuşmanın gerçekliğini doğrulayan
bir Fransız diplomat olan dördüncü kaynak, İttihadçılarm milliyetçi
eğilimlerin temellerini “söküp atma" (deraciner) ve bizzat milliyetleri
“parçalama" kararında olduklarını söylemişti.® Önde gelen iki Türk
toplumbilimci de İttihad ın bu Türk-olmayan milliyetleri şiddet kulla­
narak tasfiye etme kararını doğrulayarak, kaçınılmaz görür. Biri İttihad’ın “onları gerekirse zor yöntemleriyle asimite etmesi'' gerektiği
sonucuna varm ıştı* Diğeri, sürüncemedeki milliyetler arası çatışma­
ların izini Müslümanlarla gayri-Müslimleri eşitleyen resmi kamusal
yasalarda gören ittihadçı baş ideologdu. Ermenilere karşı I. Dünya
Savaşı soykırımı döneminde yazılan ve çok az kamuoyuna
yansıyan Tanzifat'ın İki Hatası’ başlıklı bir fırka iç belgede, ideolog
Ziya Gökalp 1839 ve 1856 ıslahat termanlannı yerden yere vurmuş­
tu. Bunların ciddi hatalar olduklarını İlan ederken, egemen ulus (m il­
leti hâkime) kavramını "Hâkimiyet İslam’ındır” parolasıyla yeniden
ortaya koyuyordu. 1949’da bu belgenin ilk kez yayınladığı kitabın
yazarına göre, belge İttihad ve Terakki Fırkası’nın Kâtibi Umumisi
Midhat Şükrü Bleda'nın elindeydi.10 Bir başka yazar, Gökalp'm bu
makaleyi fırkanın 1916 kurultayında dağıtılması için ittihadçı liderler
adına yazdığım odaya çıkarmıştır .*1 Bu yeni politikanın benimsen­
mesinin ideolojik zeminini açıklarken, modem Türkiye üzerine uz­
man bir Amerikalı, İttihad’ın “çok geçmeden eşitlik ve Osmanlılaştumadan Türkleştirmeye geçtiğini” ö re sürer.”
8
9
Bu kaynak, sağladığı bilgiyi Fransa Dışişleri Bakanı Picrvon'a rapot eden. Arabis­
tan'ın uzak Hicaz şehrinin Fransız Maslahatgüzarıydı. M.S. Turguie, 7. 26 Ocak
1911.
A Yalman, The Devetopment of Modem Turkoy as Measurcd by Üs Presa (New
York, 1914), 10t.
10 K. Duru, Ziya Gökalp (İstanbul, 1949). 60 -69.
11 Ziya Gökalp, Turkistı Nationatism and VYestern Civılizalion. çevin. yayına hazırla­
yan: Niyazi Berkes, (Londra, 1959), 319, n. 6.
12 Roderic Davison. "The Arntenian Crisis, 1912-1914" American Histerimi Revtew
53, 3 (1946): 462-83.
266
Y E M JO N TÜRK REJİMİNİN SAVAŞLARI VE KATLİAMLARI
İktidarı ele geçirdikten sonra, bir yıl içinde Genç Türkler rejimi li­
beralleştirme amacıyla bir dizi anayasa değişikliği yaparak, yasalar
çıkardılar. Meclis aracılığıyla yürürlüğe girmelerine karşın, bu deği­
şiklikler azınlıklara hiçbir rahat nefes aldırmadı. Balkanlarda (özellik­
le Makedonya ve Arnavutluk'la), yoğun Ermeni nüfusu barındıran
doğu vilayetlerinde ve hatta uzak Yemen’de, OsmanlIların kötü yö­
netimi kanlı baskılarla daha da ağırlaştı. Ermeniler dışında, uyruk
milliyetler açık açık isyan eltiler. Bu isyanların pek çoğu başarılı olur­
ken, imparatorluk sonuçta daha büyük toprak parçalarını kaybede­
rek, iyice küçüldü.
imparatorluğun etnik unsurlan yönünden, hem nazik bir konu
olan hem de bütünlük taşımayan meşrutiyetçiliğe bağlılık, 1909 Ni­
sanında ayan beyan ortaya çıkmış olan bir olguydu ittihad’a muha­
lif Istami köktendinciler ve Abdülhamid’e sadık kalanların tezgâh­
ladığı 31 MartH3 Nisan 1909 karşı-devriminin, Selanik'ten İstan­
bul’a ilerleyen Osmanlı III. Ordusu’nun (Hareket Ordusu) müfrezleri
tarafından ezilerek, hem İttihadçı rejim hem de onunla özdeşleşen
meşrutiyetçilik ilkesinin restore ©dildiği bir gerçektir Ama olaylara
katkıda bulunan dikkat çekici bir faktör, ölüm tehditlerine aldırmadan
İttihadçıların otokralik önlemlerim ve baskılarını şiddetle eleştiren
bir Türk gazetesinin başyazarının öldürülmesiydi. Yetkililerin katil ya
da katilleri yakalayıp tutuklamayı başaramayışı, pek çok kişiyi gale­
yana getirerek, karşı-devrimi hızlandırmıştı. Daha da önemlisi, hiç­
bir gizli kapaklı yanı olmayan bu cinayetin, yine rejimi eleştiren ön­
de gelen başka yazarların da kurban gittiği yeni seri cinayetlerin de
habercisi olmasıydı. Elbette gene suçlular kaçıp serbest kalmayı
başarmışlardı. Zaman ilerler, sorunlar dağ gibi yığılırken, Jön Türk
devrimciler meşrutiyet ilkelerine bağlılıklarından yavaşça uzaklaşa­
rak, şiddetli baskı önlemlerini benimsediler. Böylece pek çok yön­
den yerini aldıkları Abdülhamid rejiminin kötü şöhretine bile rahmet
okuttular.
269
ERMEN! SOYKIRIMI TARİHİ
Soykırım Provası Olarak
Gerçekleştirilen Katliamlar
Jön Türk ittihadçı meşrutiyetçi devrimin aldatıcı niteliği, yaklaşık
25.000 Ermeni’nin kurban gittiği 1/14 N isan-14/27 Nisan 1909 dö­
nemindeki iki aşamalı katliamın başlatılmasıyla ayan beyan ortaya
çıktı. Osmanlı başkentinde karşı-devrime kalkışan kalabalıkların ter­
sine, Adanalı Ermeniler İttihadçıların meşrutiyet özgürlükleri ilkeleri­
nin açık ve kimi zaman ateşli savunucuları olarak tanınıyorlardı. On­
lar, kim i Jön Türk liderliğine diş bileyen Abdûihamid'in sadık yandaş­
ları, kimi koltuklarını kaybetme endişesi taşıyan eski rejimin bürok­
ratları ve çoğu “gâvur" tebaanın, eski reayabm kendileriyle eşit ol­
ması fikrini sindiremeyen ölkeli pek çok Türk'ü kışkırtma noktasına
van ricaya kadar, yeni elde ettikleri özgürlüklerini kendilerinden ge­
çerek kutluyorlardı. Ayrıca, Adana ve havalisi 1894-96 Abdülhamid
devri katliam ve yıkım larından kurtulm uş olan ender yerler
arasındaydı. Şehrin yerlisi Ermeni ahalinin nispi zenginliğiyle birle­
şen bu olgu, onları fırsat düştüğünde imha ©dilecek uygun b ir hedef
haline getiriyordu.
O halde, açgözlülük, birçok görevlinin koltuğunu koruma peşine
düşmesi, hurafeler ve zaman zaman görülen kurbanların cesaret
gösterileri, çatışmanın bu düzeyinde pogromları yaratacak şekilde örtüşen faktörlerdi. Ama önem bakımından bütün bu faktörleri geride
bırakan, yerel garnizonun cephaneliklerini diledikleri gibi kullanan Osmaniı askeri otoritelerinin devlet görevlileriyle işbirliğinin ürünü olan
kıyımın gizlice örgütlenişiydi. Osmaniı hükümeti açıkça ve resmen
akladığı Ermenilerin bir kıyıma kurban gideceklerini örtülü biçimde
kabul ediyordu. Aynca, Osmaniı Meclisi Mebusanmda, yani Osmaniı
Parlamentosu’nun (Meclisi Umumi) alt kanadındaki bir gensoru gö­
rüşmesinde, Sadrazam Hilmi Paşa "sürpriz bir saldırıyla, Ermenileri
katledip yağmalama hevesindeki gerici, cani hergeleleri” fırçalamıştı.
28 Mayıs/10 Haziran 1909-30 Kasım/13 Aralık 1910 döneminde, böl­
ge mahkemeleri ve Divanı Harpler toplam olarak 124 Türk'ü idama
mahkûm ederek darağaçiarına göndermişti, Müslümanların tepkisini
yatıştırmak için, toplam yedi Ermeni idam edilmişti.
270
YEN İ JÖ N T Ü R K REJİMİNİN SAVAŞLARI V E KATLİAMLARI
Su olayla ilgili öne çıkan iki noktanın açıklanması gerekir. İlki sa­
vunm asızlık konusu, daha doğrusu, Ermenilerin kurban bir grup ola­
rak Ermenilerin savunmasızlığının derecesidir. Yukarıda açıklandığı
gibi, 1909 Holokostu iki aşamalıydı. İlkinin saldırgan güçler için az
çok başarısız olduğu kanıtlanmıştır. Saldırı ihtimalini kestiren birkaç
yüz Ermeni genci öz-savunma içirt silah sağlayıp, strateji geliştirmiş­
ti. Sonuçta, sadece saldırılan savuşturup Adana şehrinin Ermeni
mahallelerinde oturan çok sayıda Ermenî’yi korumakta kalmamış,
süreçte saldırgan göçlere ağır kayıplar de verdirmişlerdi. Bu olgu
amansız düşmanlar tarafından imha hedefi seçilen gruplar içir» ör­
gütlü öz-savunma yoluyla caydırıcılığın ya da yumuşatmanın müm­
kün olduğunu göstermiştir.
Ne var kİ, bu gibi girişimlerin başarı ihtimallerinin sınırlan da
vardır. Silahlı direniş kaynaklarını tüketip mecalsiz kaldıklarında, Er­
meniler Mersin yakınlarında Ingiltere Konsolosu’nun aracılığında
ateşkese mecburen sıcak bakarak silahsızlanmayı kabul etmişlerdi.
Bu arada, Türk ordusuna bağlı yeni müfrezeler sözde "huzur ve sü­
kûnu* yeniden tesis etm ek için bölgeye intikal etmişti. Bunun ar­
kasından kan gövdeyi götürmüş, insanlık tarihinin en korkunç ve
acımasız kıyımlarından biri yaşanmıştı. Cehennemi felaketin ilk ra­
undunda verdikleri kayıpların büyüklüğü karşısında öfkelenen Türkler, yeni intikal eden askeri müfrezelerin doğrudan desteğiyle, tam a­
men silahsızlanıp s a v u n m a s ı kalan Ermenilere hücum ederek, binlercesini kılıçta geçirip diri diri yakmışlardı. 8 u amaçlarla özellikle
seçilen yerler okul, hastane ve kiliselerdi. Adana hoiokostunun yirmi
beş bin Ermeni kurbanının ezici çoğunluğu, aslında kitlesel cinaye­
tin bu ikinci aşamasında öldürülmüştü.
İkincisi, kurban ahalinin iç savunmasızlığı dış savunmasızlık fak­
törüyle örtüşmüştü. İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya, Rusya, Al­
manya ve Am erika Birleşik Devletleri olmak üzere yedi ülkenin sa­
vaş gemileri, Adana’ya bağlı liman şehri Mersin açıklarına geldiler.
Bunlar harekete hazır muharip deniz piyade birlikleri taşıyan kruva­
zör ve firkateynlerdi. Ama kurbanların Osmanlı uyrukları olması ne­
deniyle, bu savaş gemilerinin koruma görevi dışında kaldığından
hiçbir müdahale emri verilmedi. Beklenen ve kimi zaman çekinilen
271
CRMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
müdahalenin gerçekteşmeyişi, faillere sadece rahat bir nefes
aldırmakla kalmayıp, kıyımı daha büyük bir şiddetle tırmandırma­
larını da teşvik etmiştir. Bu kritik olgu insani müdahale ilkesinin işlev­
siz kalan yanlarını vurguluyor. Büyük Güçlerin donanmaları, en baş­
la aşağıdakileri sıralayabileceğimiz çok çeşitli nedenlerle müdahale­
de bulunmamışlardı:
1) Ortak hareket etmek için somut bir anlaşma yoktu.
2) Her Büyük Güç cehennemi felaket bölgesinde sıkışıp kalan
konsolosluk personeli dâhil, kendi yurttaşlarını korumakla il­
gileniyordu.
3) Çürüyen bir imparatorluk üzerinde karşılıklı emperyal ya da
sömürgeci planlardan duyulan şüpheler, bu Büyük G üç­
le rd e n herhangi biri yönünden tek taraflı inisiyatif koyma ira­
desini boğmuştu.
4) Kıyımın çok ani ortaya çıkması, bu Büyük Güçler’in hükümet­
lerini şaşırtmış, durumu açık seçik görmelerim ve tepki ver­
melerini imkânsızlaştırmıştı. Onlar bir anlamda karışıklık ve
belirsizlik karşısında felce uğramışlardı.
Bütün bunların apaçık görülen sonucu, emirlerindeki bu uluslara­
rası yenilmez armadayı oluşturan komutan ve donanma güçlerinin,
1909 Adana holokoslunda aşağılık bir seyirci rolüne indirgenmiş ol­
masıydı.
272
1 1
Türklerin Balkan Yarım adasından
Tahliye Edilmeleri: Anadolu’da
Yeni Bir Tehdit Algısı
1912 Balkan Savaşı’nda Türklerin Askerî Yenilgileri
Balkan Savaşı’nm Tarihse! Arkaptam
K
öken ve sonucu bakımından, bu savaş merkezkaç kuvvetler yo­
luyla dağılma tehlikesi yaşayan Osmanlı Imparatorluğu’nıın bü­
tünlüğünü koruma göreviyle boğuşan İttihadçt Jön Türk liderleri de­
rinden etkilemişti. Balkan yarımadası Osmanlı devletinin egemen
otoritesini cidden sarsan bu kuvvetterin kendilerini dayattığı başlıca
cephe olarak ortaya çıkmıştı. Başka bir deyişle, milliyetler sorunu ya
da daha özele indirgersek, Şark Meselesi imparatorluğun bekasının
deney sahası olmuştu. Ermeni Meselesi'nin Şark M eselesi’nin
uzantısı tıaline gelmiş olması ölçüsünde, Türk-Ermeni çatışmasının
bu deney sahasının ayrılmaz parçası olarak işlev görmesi, yani im­
paratorluğun muhafazasının örnek olayı olması da aynı önemdeydi.
Ne var ki, 1912 Başkan Savaşı'nın felaketle sonuçlanması, im­
paratorluğun bekasını askıda bıraktı. Osmanlı tarihinin bu kritik kav­
şağında, Ermenilerin Türkler için tam bir kâbusa dönmüş olan diken­
li Ermeni reformu sorununu canlandırma girişimi, moralleri bozutan
273
ERMENİ SOYKIRIM I TARİHİ
Ittihadçıları öfke ve galeyana getirerek, zaten için için kaynayan
Türk-Ermeni çatışmasını daha da şiddetlendirdi. Türklerin Ermeni
M eselssi’ni Şark M eselesi’nin mutlak bir felaketten kaçınmak
amacıyla sert ve önleyici fedbirler gerektiren kötü bir versiyonu ola­
rak yeniden tanımlamasının zemini hazırlandı. Bu gelişmeleri daha
iyi kavramak için, 1912 Başkan Savaşı’nı saran olayların kısa bir ta­
rihsel eleştirisi gerekli olabilir.
Avrupa ve diğer yerlerde yükselen milliyetçi dalga, herhangi bir
dış y a d a sömürgeci egemenlik deneyiminden bağımsız olmakla bir­
likte, bu gibi deneyimlerin güçlendirici etkilerine açık belirli köklere
sahipli. Balkanlarda filizlenmeye başlayan milliyetçilik, özgürlük ve
milliyet gibi ikili fikri kutsallaştıran Fransız Devrimi’nin mirasından ol­
dukça etkilenmişti. Bu alanda, yayılma, zenginlikler ve hegemonya
peşinde koşarlarken, Büyük G üçler’in istemeden sağladıkları itici
gücü de gözden uzak tutmamalı. Bu bağlamda, III. Napolyon’un ça­
baları göze çarpıyor. Örneğin, Habsburg İm paratorluğuna zarar ver­
mek amacıyla, Balkan milliyetleri arasında milliyetçiliğin yayılmasını
teşvik ediyordu. İngiltere ve daha sonra, Almanya az çok salt çıkar
gözetmeyen müşfik arabulucu rolü oynarken, Rusya lam za­
manında başrole soyundu. Bir tarafta etnik ve dini yakınlıklar, diğer
tarafta İstanbul denen büyük ödüle göz dikmesi onu rolünü canla
haşa oynamaya itti.
Bununla birlikte, yaşadığı bazı hayal kırıklıkları, Rusya'yı bir bi­
çimde dengeleyici davranışlara motive ediyordu. 1877-78 Rus-Türk
Savaşı’ndaki gösterişli zaferleri, 1878 Temmuzunda Avusturya ve
Almanya, özellikle de İngiltere’nin manevralarıyla Berlin Kongresi’nde önemsini yitirmişti. Kongre'nin sonucunda imzalanan Berlin
Antlaşması, sonradan 1912 Başkan Savaşı’nın hızlanmasında bü­
yük rol oynayacak olan Sırp, Bulgar ve MakedonyalI milliyetçileri ha­
rekete geçiren hoşnutsuzluk tohum larının pek çoğunu içinde
barındırıyordu.
O Kongre'de Bosna ve Hersek in Avusturya'ya bırakılması, so­
nuçta Niş ve Mitrovilza’yı kaybeden, Yeni Pazar'ın (Novibazar) Avus­
turya’nın askeri işgaline bırakılması da soydaşları Karadağlılarla irti­
batları kesilen Sırplan kızdırmıştı. Ayrıca, 1881'de kurulan, 1884’de
274
YEN İ JÖN TÜRK REJİMİNİN SAVAŞLARI VE KATLİAMLARI
de üç yıllığına yenilenen (Almanya, Avusturya ve Rusya’nın katıldığı)
Üç İmparator’un Birliği, Avusturya’ya dilediği zaman Bosna ve Her­
sek vilayetlerini ilhak etme hakkı tanımıştı. Berlin Antlaşması'nın
maddelerinin Bulgar çıkar ve emellerine daha fazla zarar verdiği dü­
şünülüyordu; çünkü onun habercisi Ayastefanos Antlaşması’yla Bul­
garistan’a bırakılan topraklar üçte iki küçülmüştü. Ayrıca Makedon­
ya ’yı da yitiren Bulgarlar Ege Denizi’nden koparılmışlardı. Rusya
yanlısı Karadağ da Bosna şeridi gibi kalıcı toprak kayıplarına uğ­
ramıştı. Belki de en önemlisi, Rusya’nın Berlin Kongresi’nde Avustur­
ya ve İngiltere’nin hiç şakası olmayan savaş tehditleri karşısında, di­
ğer Büyük Güçler’in dayattıkları bu maddelere rıza göstermek zorun­
da kalmasıydı.
Berlin Antlaşması'nın Ayastefanos’unkinin yerini almasıyla, Bü­
yük Güçler insani müdahale anlayışını bir daha ana batlarıyla belir­
tip pekiştirirlerken, kendi ulusal çıkarlarını kıskançlıkla koruyorlardı.
Söz konusu olan, hem Şark Meselesi hem Ermeni Meselesi
başlıkları altında toplanan milliyet çatışmalarıydı. Ayastefanos Ant­
laşması, muzaffer Rusya tarafından barış isteyen mağlup Türkiye’ye
aslında dikte ettirildiğinden, iki laraflı bir özelliğe sahipti. Ne var ki,
hem 1856 Paris Barış Antlaşması hem 1871 Londra Anlaşması,
sınırları dâhil, Türkiye'nin statüsüyle ilgili herhangi bir değişikliğin Bü­
yük Güçler’in ortak rızası dışında geçerli olamayacağını hükmetmişti.
1870 de, Paris Antlaşması nın Karadeniz’le ilgili hükümlerini
tanımayan Rusya'nın bu lait accom plf sini {emrivaki) sineye çeken
Büyük Güçler, bundan böyle uluslararası anlaşmaların tek taraflı ih­
lallerine karşı çıkacaklarını ilan ettiler. Aynı Ayastefanos Antlaş­
m asının 16. Maddesi. Rus askerlerinin doğu Türkiye’deki ‘•Ermeni
vilayetlerinden çekilmesini, maddenin öngördüğü reformların fiilen
yürütülmesi şartına bağlamıştı. Onun yerine ikame edilen Berlin Ant­
laşm asında, söz konusu madde yeterince sulandırılarak, işlemez
hale getirilmişti. Bu. Türklerin - sonuçta işgal bölgesinde bırakılan
Rus işgal kuvvetlerinin geri çekilmesiyle - reformları yürütme sorum­
luluğunu kendi üstlenmesi talebine razı olarak gerçekleştirilmişti.
Reformlar sadece hayata geçirilm em ekle kalmamış, ama O s­
manlI otoriteleri reformları gündemden düşürecek kasıtlı bir katliam
275
E R M E N İ S O Y K IR IM ! T A R İH İ
ve baskı kampanyasına da girişmişlerdi. Sonuçla, Berlin Antlaşınası’nın 23. Maddesi’rıde Ermenistan’la birlikte benzer reformlar
için güvence verilen Makedonya da Türklerin antlaşma yükümlülük­
lerine meydan okuduğu bir deney sabasına dönüşmüştü. Türklerin
yeni bir zulüm dalgası, bir dizi katliamla yerli nütusu kırma ve çok
sayıda Müslüman göçmeni yeniden iskân etmek üzero ülkoye getir­
me dâhil, zorla yarattıkları demografik değişikliklerle Makedonya ve
Ermeni Sorunlarım ortadan kaldırmak değilse bile yalıştırmaya ka­
rarlı oldukları da görülüyordu
Demek ki 23. ve 51. Maddeleriyle, Şark Meselesi ve Ermeni Me­
selesi arasındaki doğrudan bağ, bağlantı halkası olarak ortaya
çıkan Bertin Antlaşması, yukarıda belirtildiği gibi, insani müdahale
anlayışının yavaş yavaş oluşarak, kendisini berraklaştırdığı süreç­
lerde, iki meselenin birbirine yaklaştığını vurgulamıştı. Rusya'nın
Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Ortodoks uyruklarını koruma iste­
ğindeki ısrar ve inadı iki büyük savaşa neden olmuştu: Paris Barış
Antlaşması yla noktalanan 1853-56 Kırım Savaşı ve Berlin Antlaş­
masını doğuran 1877-78 Rus-Türk Savaşı. Rusya'nın bu tek yanlı
himayecilik eğiliminin önüne geçmek amacıyla, başını İngiltere'nin
çektiği Büyük Güçler, bu konuda Avrupa İttihadı yönünden ortak ta­
ahhüde ihtiyaç duyulduğunda ısrar ediyorlardı Büyük Güçler'in iti­
razı, reform ve eğer Osmanlı boyunduruğundan değilse bile, hâkimi­
yetinden kurtulmak isleyen milliyetlerin koşullarının düzeltilmesinde
tümünün çıkarı olduğu argümanına dayanıyordu. Bu nedenfe, tek
başına hiçbir Büyük G öçün çözüm için bu genel insani kaygıyı te­
kelleştirme hakkına sahip olmadığını savunuyorlardı.
Bir tarafta Berlin Antlaşması na sokulan uzlaşma maddeleri ve
öte
yandan,
1912 Balkan
Savaşı
arasındaki ilişkileri
araştırdığımızda, insani müdahale ilkesinin verimsiz değilse bile, et­
kisiz yanlarını gözlemlemekten kendimizi alamayız. Büyük Güçler
kendi aralarında anlaşabilir, bir nebze uzlaşmaya varabilirlerdi. Ama
süreçte insani hizmet görme amacıyla getirdikleri maddeler, halklar
arasında geleceğin kaçınılmaz çatışmalarına gebe bir antlaşma ya­
rattı. Makedonya böyle bir çatışmaya büyük ölçüde kaynaklık edi­
yordu. Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan çelişkili iddialar ortaya
276
Y E N İ J O N T U R K R E J İM İN İN S A V A Ş L A R I V E K A T L İA M L A R I
atarken, bu vilayetin nüfusunu hemen hemen tamamen Yunanlılar,
Sırplar ve en çok Bulgarlar oluşturuyorlardı. Sertleşen İttihadçı Jön
Türk rejiminin Makedonya’yı yerli Hıristiyan nüfusundan zorla temiz­
leyerek, yerlerine Müslüman göçmenleri yeniden iskân etmeye baş­
laması, Türkiye’ye karşı ittifak olasılığını araştırmayı baş sıraya ko­
yan bu üç milliyeti alarma geçirip ajite etmeye yetmişti. 10 . Bölüm’ün
7. notunda belirtildiği gibi, Ittihadçılar 1910 yıllık kongrelerinde Ma­
kedonya'yı Hıristıyanlardan temizlemek amacıyla, gerektiğinde kat­
liama başvurma kararı almışlardı.
İlk ittitakın inisiyatifi 1885'te savaşı kaybettikleri Bulgarlara yana­
şan Sırplardan geldi. Sırplar 1908 Jön Türk Devrimi ertesinde [Üç
imparatorun Birliği anlaşmasında kabul edilen] Avusturya nın so­
nunda kendi topraklarına katlığı Bosna'yı kaybetmelerine içerliyor­
lardı. Hemen hemen aynı zamanda, Bulgaristan Osmaniı hüküm­
ranlığını öngören mevcut anlaşmayı hiçe sayarak tam bağımsızlık
ilan etmişti. Aynı şekilde Türkiye’nin Makedonya’yı ortadan kaldırma
politikasına kızan Rus dostu Bulgar Başbakanı, kısa bir ka­
rarsızlıktan sonra sadece Sırbistan’ın teklifini kabul etmekle kal­
mayıp, daha geniş bir Balkan ittifakı önerdi.
Savaşın patlak vermesi ve sonuçlanması
1912'de, on iki aylık bir zaman dilimi içinde önce Rusya’nın ön­
cülük ve desteğiyle Sırp-Bulgar paktı kuruldu. Savaş ya da katliam
gibi karışıklıklar görülmesi halinde. Rusya’nın onayıyla Türkiye’ye
karşı ortak bir harekâtla ilhak politikası güdüleceği, paktın gizli mad­
desiydi. Bu paktı askeri sözleşme ile desteklenen ve Karadağ'ın da
katılacağı Yunan-Bulgar ittifakı izledi sonuçta savunma ittifakı
kılığında ortaya çıkan Balkan İttifakı, asırlardır Balkan yarıma­
dasının uyruk halklarını ezen ve Avrupa toraklarından sonsuza ka­
dar çıkarılması an meselesi olan düşmana yumruğunu indirmek için
pusuda bekleyen bir oluşumdu.’
1
Baikan ittilakı’nın oluşumu ve buna eştik eden savaşlar için, okz.. G.P. Gooch,
Hislory ot Mcöern turope. 1878-1919 i New Yoık, 1923), 500-510; A. J Grant
ve H. Temporley, Europe in the Nineteenlh and Tvrcntieth Centurıes (1789-1950).
277
ERM ENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Aynı zamanda, Sırp-Bulgar paktı yukarıda belirtildiği gibi, her iki
ülkenin de karşılıklı hak iddia ettiği Makedonya’yı sonuçta ara­
larında bölüşerek, iki ülkenin sınırlarının yeniden çizilmesini öngörü­
yordu. Antlaşmayı daha önemli kılmak için sadece bakanlar değil, iki
devletin kralları da imzalamıştı. Nispeten genişleyen Bulgaristan’a
kıyasla, karaya sıkışmış minik bir devlet otan Sırbistan, Makedonya
üzerindeki em ellerini bir yana bırakırsak,
ümitlerini geleceğin Yu­
goslav İmparatorluğu’nun çekirdeğini yaratmaya bağlamıştı,
Sanki yeni Balkan koalisyonunun ortaklarının heveslerini kursak­
larında bırakmak istemiyormuş gibi, Osmanlı rejimi Türkiye'ye kabul
edilemez notalar yağdıran bu ortaklara toplu bir saldırı hareketine
girişme fırsatını vermekte gecikmeyecekti. Her zamanki gibi, bu
tırsatı altın tepside düşmanlarına sunan 1912 yazında Türklerin ger­
çekleştirdiği iki katliam olmuştu. Bir katliam Makedonya’da Kosova
eyaletinin başkenti Ctsküp’ün (Skopje) doğusundaki İştip kasa­
basında, daha büyük olan diğeri yine Üskûp’ün güneydoğusundaki
Koçani’de olmuştu, Katliamlar Bulgaristan halkını galeyana getirmiş
ve minik Karadağ’ın başını çektiği Balkan İttifakı hükümetlerine te­
ker teker Türkiye’ye karşı planlanan savaşı başlatmaya itmişti.
Büyük Güçler'in önce ikna, sonradan koalisyon ortaklarının hiçbi­
rinin toprak kazancının tanınmayacağı uyarıları yoluyla araya girme­
si fayda etmedi. İttihadçı liderler ve üniversite öğrencilerinin başını
çektiği Türk kitleler de İstanbul sokaklarında bir dizi heyecanlı ve mi­
litan gösteriler yaptılar. Eski uyruklarına meydart okuyarak hakaretler
yağdırırlarken, “Harp isteriz, harp isteriz!" sloganları miting alanlarını
inletiyordu. Ayrıca, “Sofya’ya, Sofya’ya!” gibi savaş naralarına “Kah­
rolsun Yunanistan! Baş eğ Yunan’ sloganları, hem Yunanlılar hem de
Buigarlara kitaba yazılması mümkün olmayan hakaretler ediyorlardı,
üniversite öğrencilerinin Sadrazam ve emekli kumandan Ahmed
Muhtar Paşaya karşı “Kahrolsun 23. Madde” sloganı atması da aynı
6. Bask, (Londra. 1362), 375-380; C. Seymour, The Diplomatic Backgrourıd of
İtte War 1670-1914, (New Haver», 1927), 221-239, R. Sontag, Europeatı Diplomatic History 1871-1932, (New York. 1933). 176-182; W.S. Davis, The Rools of
the War. (New York, 1918), 426-443
278
YEN! JÖ N TÜ R K REJİMİNİN SAVAŞLARI VE KATLİAMLARI
şekilde önemliydi. Hatta Berlin Antlaşm ası’nın ezilen Hıristiyan uy­
rukların yararına reformları şart koşan 23. Maddesi'nin temel hük­
müne atıfla, bazıları onun yüzüne karşı ‘K ahrolsun eşitlik... Eşitlik
istemezûk!” diye sloganlar atıyorlardı. Tırmanan çatışmaların dinsel
boyutlarını vurgulamak isteyen başka göstericiler “Balkan itleri İs­
lam’ı çiğniyor” diye bağırıyorlardı. "Altı asırdır zafer taçlarıyla süsle­
nen ve topuğunun tek darbesiyle itlerin bit sürüsünü ezebilecek bir
İmparatorluğun onurunu çiğniyorlar.”
Berlin Antlaşm ası’nın 23. (Makedonya) ve 61. (Ermenistan)
maddelerinin karşılıklı ilişkisini ve bunların Türkiye için tıpatıp aynı
olmasa bile, benzer yükümlülüklerini açıkça onaylamasına, İttihad
ve Terakki'nin yarı resmi sözcüsü Tanın başmakalesinde şöyle ilan
ediyordu:
61. Madde’nin halen canlandırmak istedikleri 23. Madde’yi izlemeyeceği
teminatını kim verebilir? Avrupa’nın müdahalesi ve Avrupa'nın içişlerimi­
zi kontrol etme arzusu, bize sadece Rumeli'nin! Makedonya) değil, ama
doğu Anadolu'nun da kaderini düşünmek için bir uyarı veriyor. Zira doğu
Anadolu’yu Rumeli’yi bekleyen kaderden kurtarmak imkânsız olacaktır2
Sofya, Belgrat ve A tina’da da savaş çığırtkanlığı ve yaygaraları
yönünden hiç de aşağı kalmayan benzer miting ve gösteriler
yapılıyordu. Ama Bulgar Başbakanı I. E. Geshof’un aşağıdaki söz­
lerinden de anlaşılabileceği gibi, bu mitinglerde de yüksekten atılıp
tutulduğu havası seziliyordu: “Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Katolik
Arnavutlar ve Ortodoks Karadağlıların om uz omuza dövüşecekleri
2
A. Andonian, Untar2ag Bsdmoutiun Balkanlar Budaraztvoer (Balkan Savaş,’nın
Kapsamlı Tarihi) cilt 3 (İstanbul, 1912), 499. Savaşın başlamasından önce. Ittihadçıların ve taraftarlarının İstanbul sokaklarında sergiledikleri bu galeyan ha­
vasında örtülü özgüvene karşın, bu aşağılayıcı yenilgilerde acı bir ironi de gizliy­
di. Bu ironiyi 1912 Balkan Savaşı'na katılan Osmanlı 2'irvcl Şark Ordusu Kuman­
danı şöyle yorumlamıştı: "Allah bizi gurur ve kibrimizden ölürü cezalandırdı." Mahmud Muhtar Paşa, Meine Führung >mBalkankrieg 1912. S. Baskı.. . Çeviri: Imhott
Pascha (Berlin, 1913), tQ-4,
279
ERMENİ SOVUIR'MI tAKIHI
mevcut savaş panslavist ajitasyonun ürünü değildir. Balkan yarıma­
dası Hıristiyanların) sömürüp şehit eden dayanılmaz Türk Uranlığına
karşı bir haçlı seferidir. "5
Savaş meydanlarında olağanüstü asken cesaret gösteren koa­
lisyonun üç büyük ortağının her biri haçlı seferinin başlamasının
üzerinden daha üç hafta bile geçmeden bir dizi gösterişli zafer ka­
zandı. Yıkıcı olan beklenmedik yenilgiler Ormanlı ordusunu perişan
etmişti. General Savof komutasındaki Bulgarların Trakya’da Kırklareli (Kırkkilise) ve Lüleburgaz muharebelerinde bir dizi zafer kazan­
ması. Türkleri tam bir geri çekilmeye zorlamıştı Süreçte düşman bir
cenahta Edirne varoşlarına, diğer tarafla Çatalca’da İslanbul
kapılarına dayanmışlı.
Sırplar da hemen heınen aynı ayarda başarı kazanmıştı. 18
Kkimde Sırp Kralı Petro Balkan İttifakı nın amacının Makedonya’yı
kurtarmak, Sırpların 13 asırdır birlikte yaşadığı Arnavutlar gibi, Hıris­
tiyan ve Müslüman Sırplara özgürlük, eşitlik ve kardeşlik getirmek
olduğunu ilan eden bir duyuru yayınladı, 150.000 kişilik Sırp ordusu
önce Türklerdon temizlenen Yeni Pazar (Novibazar) sancağında
muzaffer oldu. Bu ordunun bir kısmı sonradan Priştina’yı işgal etti.
Ordunun ana gövdesi Makedonya’da Sırpların eski başkenti Üsküp
yününde ilerlemeye başladı. Türkler Kumanovoyu işgal ederek iler­
leme yolunu kesti. Orada iki ordunun karşılaşmasıyla, üç gün süren
çok şiddetli çarpışmalardan sonra (22-24 Ekim 1912) Sırplar kesin
hır zafer kazandı. Bu eski Sırp başkentine muzaffer girişleri, Sırplar
için tarihi bir donum noktasıydı. 15 Haziran 1389 Kosova Meydan
ö.ıvnşı’ndaki yenilgilerinin öcünü almak için 500 yıldır bu anı bekli­
yorlardı. Kosova’daki bu ağır yenilgiden sonra, Sırpların beş asırlık
kaderi tayin edilmişti. Bir kısmı çağlar boyunca Türklerle savaşmak
ıç.ııı Karadağ’ın dağlık kesimlerine sığınmış, çok daha fazlası Bos­
na yn göç etmişti. Sırplar çok hızlı bir şekilde Yeni Pazar, Eski Sırbist.m doğu Makedonya ve Adriyatik'le Arnavutluğun Durazzo sahilini
u lr geçirmişti.
ı
4 \) e . Arıdonian, 503.
280
YENİ JON TURK REJİMİNİN SAVAŞLARI VE KATLİAMLARI
Yunanlılar da üç günlük Yenice muharebesinden sonra, 3 Kasım
1912’de Selanik e girerek bu zafer kervanına katılmıştı. 3 Şubat
1913’te başlayan İkinci Balkan Savaşı'nda Sırpların yardımıyla Bulgaıiar sonunda eski Osmanlı başkenti Edirne’yi ele geçirmişti. 6
M artta Yunanlılar Janine’de olağanüstü bir zafer kazandı: Zapt edil­
mez sanılan bu kalenin düşmesiyle, garnizonun 200 top ve 33.000
askeri Yunanlıların eline geçmişti.
Koalisyonun bu zaferleri karşısında, Büyük Güçler’in dav­
ranışları birçok bakımdan önemli olmakla birlikte, bir yönden, yani
saflarında ortaya çıkan ani ayrılık ve birbirini az çok dengeleyen iki
tip gruplaşma açısından kritikti. Bir anlamda, bu bölünme savaş
başladığında zaten var olan iki düşman kampını yani bir tarafta İn­
giltere, Fransa ve Rusya'dan oluşan İtilaf Güçleri, diğer tarafta Al­
manya, Avusturya ve İtalya’dan oluşan Merkezi Güçlerin oluşumu­
nun habercisiydi. Bu Büyük Güçler, özellikle Avusturya ve Rusya,
savaşta ele geçirebilecekleri toprakları ilhak hakkını tanımayacak­
larına dair Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan’ı uyarmış
olmalarına kat-şın, şimdi bu konuda anlaşmazlığa düşmüşlerdi. En
başından beri, koalisyona sıcak bakan Rusya, daha 2 Kasım
1912’de, yani savaşın ortasında ele geçirilen toprakların işgal tıakkı
olarak galiplere verilmesi ve kendi aralarında dostça anlaşmalarla
taksim edilmesi gerekliğini öne sürmüştü. İngilizlerin görüşü koalis­
yon müttefiklerininkiyle hemen hemen aynıydı. 9 Kasımda, Başba­
kan Herbert Asquith Büyük Güçler’in emrikavilen tanıyarak, askeri
zaferle kazanılan toprak değişikliklerinin tanınmasına ses çıkarma­
yacaklarını ilan etti.
Öte yandan. Merkezi Güçler böyle bir uzlaşmaya zorluk çıkarıp
direniyorlardı. Özel bir tartışma konusu, Sırbistan’ın Adriyatik’e
açılma imkânı sağlayan Durazzo'yu elinde tutmasıydı, hilal Güçleri
Sırbistan’ın tutumunu desteklemek istedikleri halde, Adriyatik'te
kendisini tekel gören ve gerekirse bu uğurda savaşa girmeye hazır
olan İtalya ve özellikle Avusturya’nın muhalefeti ile karşılaşıyorlardı.
Özerk Arnavutluk’tan çıkarı olan Avusturya, sadece Sırbistan’a de­
ğil, savaş sırasında ele geçirdiği Scutari’yi (işkodra) teslim etmesi
için Karadağ’a da baskı yapıyordu.
281
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Rus Çarı’nın gözetiminde kurulan Balkan İttifakı, Rusya’nın Bal­
kanlardaki ileri karakolu Sırbistan merkezliydi. Ne var ki. Bulgaris­
tan’ın bu kez kendisine karşı yeni bir birleşmeye zorlanan Sırbistan
ve Yunanistan’a iki koldansûrpriz saldırılara geçmesi, Ktrfak ı paçav­
raya çevirdi. Kabine ve Başbakan Geshot’un bilgisi dışında, Bulga­
ristan Genelkurmay Başkanı Savof’un tezgâhladığı söylenen girişi­
min geri tepmesi Bulgaristan'a ağır bir bedel ödetecekti. Eski mütte­
fikler arasındaki bu taksim savaşı 29 Haziran-29 Temmuz 1913
arasında bir ay sürmüştü. Bu arada, Avusturya ve Rusya kısmi se­
ferberlik ilan etti. Kafkas cephesine yığınak yapan Rusya, Türkiye'ye
Balkan savaşının yemden başlaması halinde, tarafsızlık garantisi
veremeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine, sertleşen Almanya Türki­
ye’nin saldırıya uğramasının Avrupa’da genel bir savaşı lelikleyebileceğini ilan etti. Merkez Güçler’in, en başta Almanya'nın Rusya’nın
ve uydusu Balkan devletlerinin planlarından endişe duyması, Türki­
ye’nin askeri yenilgilerinin sonuçlarının biriydi
1913-14’te kendi aralarında epey itişip kakıştıktan sonra. Büyük
Güçler in Ermenilerin on yıllardır can attıkları bir dizi Ermeni refor­
munu yürürlüğe koyması için Türkiye’yi ikna girişimlerinde bir orta
yol buldukları bağlam buydu. Bu girişimde 8 Şubat 1914 Reform Anlaşması'nın kötü kaderini belirleyen üç unsur vardı. Bir kere, bunu
teşvik eden Türklerin yeminli düşmanı Ruslar olmuştu. Türk-Osmanii tarihinin en kötü anlarından birine denk düşmüştü. Ve son ola­
rak, Türkler Büyük Güçler tarafından anlaşmayı kabul etmeye mec­
bur edilmese bile köşeye sıkıştırılmıştı.
Şark Meselesinin Ermeni Meselesinde Erimesi
Ermenilerin savunmasızlığının vurgulanması
Jön Türk araştırmacılarından birinin söylediği gibi, Arnavutlar, Yu­
nanlılar ve Balkanların farklı Slav milliyetleri birer birer kendilerini
Osmaniı egemenliğinden kurtarmışlardı. 1913'e gelindiğinde, “Ermeniler ve Araplar*’dan başka uyruk milliyet kalmamıştı.4 Ermenilerin
4
F. Ahmad. The Yovng Turks, (Oxlord, 1069), 164.
282
YENİ JÖN TÜRK REJİMİNİN SAVAŞLARI VF KATLİAMLARI
Arnavutlar ve Yemenliler, Suriyeliler, Lübnanlılar ve Ürdünlüler gibi
larklı Arap toplulukları arasında öne çıktıkları bir alanı özellikle be­
lirtmeliyiz. Militanlık ve çatışmadan kaçınan Ermeniler her zaman
şaşmaz bir şekilde sadakat sözleriyle dolu dilekçe ve başvurularla
çözüm ararken, Balkan milliyetleri ve Araplar Osman)ı boyunduruğu­
na ve beraberinde getirdiği baskıya son vermek için isyan etmişler­
di. Bu bağlılık gösterileri nedeniyle, Ermeniler Sultan II Mahmud ve
sonradan Sultan Abdülhamid tarafından “milleti sadıkel' olarak nite­
lendirilmişti.6 Ne var ki, sonradan Devlerin sadık kullarının militan
muhaliflere dönüşmeleri, baskı ve istibdatla güçlenen rejimlere ya­
karıp dilekçeler göndermenin beyhudeliğirre bir örnektir. Bu alanda
Patrik ile İngiltere’nin Türkiye Sefiri arasındaki görüşme öğreticidir.
4. Bölüm'ün 13. notunda betimlendiği halde, bunu burada yeniden
ele almalıyız. 6 Aralık 1876'da, Ermenilerin resmi dini lideri Patrik
Varjabedian İngiltere Sefiri Sir Henry Eliot ile yaptığı görüşmede,
yaklaşan İstanbul Konferansımın Babıâli’yi asi vilayetleri (Sırplar,
Bulgarlar, Karadağlılar) bazı imtiyazlar tanırken, sadık vilayetlere
(Ermenilere) aynı hakları reddetmeye teşvik etmeyeceği umudunu
dile getirmişti. Duraksayan Sefir Konferans’ın amacının Türkiye’nin
bütün İdaresi’ni didik didik incelemeden geçirmek değil, ayaklanma­
ların genel barışı tehdit ettiği vilayetlerdeki barış ve sükûnu sağla­
mak olduğunu söyledi. Patrik eğer isyan AvrupalI Güçler’in desteği­
ni almanın ön şartıysa, böyle bir hareketi örgütlemekte herhangi bir
zorluk olmadığı cevabını verdi.6Araplar çok daha kalabalık, oturduk­
ları toprakları imparatorluğun kalbine çok uzak çevre bölgeleri ve
belki de en önemlisi, Müslüman olduğundan, Türkler gözlerini birin­
cil önemde bir kalıntı azınlık olarak Ermenilere çevirmişlerdi.
1912'deki ilk Balkan Savaşı’nın felaket boyutlarındaki deneyimleri,
5
6
Cemal Kutay, Talât Paşa'nm Gurbet Hatıraları. Talât'ın anlattıklarına bakılırsa, tc
rimi uyduran Sultan II. Matımud’tu <1808-1839), 3. Cilt. 115-6. En azodan bir Sü­
re için, terimin Sultan Abdülhamid (1876-1909) tarafından kabul edilmesi, 2. Cilt,
587’dcndir.Her iki cilt de İstanbul’da, 1983 yılında yayınlanmıştır
FO 424/46. Belge No. 336, 7 Aralık 18/6 (Elliot’un İngiltere Oşişlerl Bakanı Loıd
Derby'ye mesajı).
283
ERMENİ SOVKIRIMI TARİHİ
onlara şok yaşatmakla kalmamış, kötü muamele gören milliyetlerin
imparatorluğun başına ne dertler açabileceğini de öğretmişti. Bu
Balkan Savaşı felaketinin sonucunda. Türkiye Avrupalı nüfusunun
yaklaşık yüzde 70’ini ve Avrupa'daki topraklarının neredeyse yüzde
85’ini kaybetmişti. İstanbul sokakları, camileri ve diğer toplu alanlar
perişan, bir deri bir kemik Müslüman göçmenlerle kaynıyordu. Bu
kalabalık ya savaş bölgelerinden kaçmış ya da Yunan, Sırp ve Bul­
garların Balkanlardaki eski Osmaniı vilayetleri topraklarını fethetme­
si sonucunda yerlerinden olmuşlardı. Ermeni liderliğin bir kez daha
Türkiye İçinde ve dışında Ermeni reformları kampanyasını yürüte­
rek, Rusya ve Avrupa’da önde gelen diplomal, din adarnı ve ünlüle­
ri seferber etmeyi seçtiği genel ortam böyleydi. Ama Türklerin bakış
açısıyla, zaman derin bir yas, aklına başına devşirme, durum değer­
lendirmesi yapma ve çözümlerle milli kurtuluş için yeni inisiyatifler
alma zamanıydı.
Balkanlardaki kayıplara açıkça lanet okuyan Osmaniı Medisi
Mebusan Reisi (ve I. Dünya Savaşı’nda Hariciye Nazırı) Halil (Men­
teşe), 1914’de Meclis’te şunları söylemişti: “Bu güzide kürsüden mil­
letime [Balkanlardaki trajediyi] unutmamasını tembihliyorum (‘unut­
mayacağız’ bağırışları)...Hudutlarımızın diğer yakasında kur­
tarılması gereken kardeşlerimiz var... İstikbalde yenilgi ve trajedile­
rimize sebep olan hataları tekrarlama tehlikesinden ancak böyle
kurtulabiliriz ”7
İttıhadçıların bu durumdan çıkardığı başlıca sonuçlardan biri, Er­
menilerin yenilenen reform girişimlerinin başarı kazanması halinde.
Doğu Anadolu'da tekrarlanacak bir Balkan felaketinin Türkiye’nin
geleceği açısından çok daha vahim sonuçlara gebe olduğuydu, ittihadçı ideolojilerin İlk temel direklerinden biri, askeri hekim, emektar
yayıncı ve Türkiye'de Batılılaşmanın yılmaz savunucusu Abdullah
Cevdet, bir açıklamada Balkanların kaybına okuduğu lanetlen, Tür­
kiye’nin Asya topraklarında çok daha büyük potansiyel tehlikelerden
7
T. Z. Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, genişletilmiş 2. Oaskı, 3. Cilt (İstanbul.
1984), 465.
284
Y EM JÖN TÜRK REJİMİNİN SAVAŞLARI VE KATLİAMLARI
duyduğu kaygıya bağlıydı: “Avrupa hudutlarımızdaki bu gök gürültü­
leri. bu darbeler bizi uyandıracak mı?,.. Avrupa Türkiyesi’ndeki
kaygılarımız nedeniyle Anadolu’yla ilgili olarak neden kaygılana­
cakmışız ki diye kendimizi kandırmayalım. Anadolu hayatımızın her
dokusunun kaynağıdır. Kalbimiz, kafamız ve soluduğumuz havadır”*
Ne kadar üstü kapalı olursa olsun, bu açıklamanın taşıdığı mesai
nettir: anavatanımızın kalbinde Ermeniler ve onların reform yaygara­
larından sakının. Türkler için Balkan milliyetlerinin tam özgürlüklerini
kazandıkları unutmak kolay değildi. Eninde sonunda bir miktar
özerklik gerektiren ilk reform taleplerinde bağımsızlığın izleri görüle­
bilirdi. Ermeniler için ne tür olursa olsun reform projelerinde, gele­
cekte her türlü özerklik ihtimal ve imkânları, ittihadçılar tarafından
Türkiye için nonplus ultra (asla düşünülemez) olarak tanımlanmıştı.
Diğer bazı faktörlerin tabloya dâhil edilmesi durumu daha kötü­
leştirmiş gibidir. Ermeni reformları kampanyasının canlandırılması,
Türkiye'nin dışta başarısızlıklar, yani Balkan savaşında askeri yenil­
giler yaşadığı ve içte ittihadçıların geçici olarak iktidar dışına itildiği
1912 sonbaharının o kritik aylarında görülmüştü. Ayrıca Rumlar ve
Ermeniler dâhil, Osmanlı Meclisi Mebusan ın Türk olmayan üyeleri­
nin pek çoğu, Avrupa ve Türkiye’nin Asya topraklarında Türklerin mil­
liyet politikalarına eleştirilerini daha yüksek sesle dile getirmeye baş­
lamışlardı. Bu arada, hal edilmiş olan Abdülhamid İltihadçı liderlere
gayrı Müslimlere Osmanlı Meclisi'nde nifak ve muhalefet tohumlan
ekmelerine izin vererek, Türklerin milli çıkarlarını baltalayan yönünü
şaşırmış vatanseverler olmakla suçlamıştı. Bütün olayda iş gören en
hayati faktörle Türklerin öfkesi doruk noktasına çıkmıştı. Ermeni re­
form hareketinin başını, 1894-96 Ermeni katliamları zamanında Sul­
tan Abdülhamid’in Ermeni düşmanı kampanyasına örtülü destek ver­
me politikasını tersine dönüştüren Ruslar çekiyorlardı. Ama şimdi Er­
meni davasının amigoluluğunu yapmasa bile taraftarlığını yapıyor­
lardı. En sonunda, Ruslar inatçılıkları. Türklerin endişelerini giderm
arzuları ve onları destekleyen Almanlarla gönülsüzce de olsa işbirliği
8
A.g.e., <163.
285
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
yoluyla, Türklerin ayak direme ve öteleme yöntemlerinden doğan en­
gellerin üstesinden gelmeyi başarmışlardı. 8 Şubat 1914'de, Büyük
Güçler’in zar zor vardıkları, Türkiye'nin zoraki kabul ettiği Ermeni Re­
form Anlaşması, antlaşmaya benzer bir devletler genel hukuku belge­
si şeklinde İstanbul'da imzalandı. Anlaşma’nın en kritik ve önemli
özelliği reformları yürürlüğe koyup denetlemek amacıyla yabancı bir
Genel Müfettiş atanmasıydı. Bu Ermenileri ne kadar rahatlatıp umutlandırmışsa, Türkleri o kadar alarma geçirmiş ve rahatsız etmişti.9
Ama Türklerin Anlaşma’nın yürütülmesini engelleme niyetinde oldu­
ğunu, Türkiye'yi Büyük Güçler'in ortak baskısının imza koymaya
mecbur bıraktığına inanan ittihadçı liderlerin öfkeli sözlerinden açıkça
belli oluyordu. Bu Büyük Güçler bir kez daha büyük ölçüde Rusya ve
Almanya’nın aktif müdahalesiyle Türkiye’yi çözüme zorlayarak az çok
birleşik bir cephe kurarak, aralarındaki farklılıklarını giderip anlaşma­
ya varmayı başarmışlardı. İttihadçı liderlerin bu öfkesinin kalıcı etkile­
ri, fırka lideri Talât Paşa dâhil, aralarından bazılarının Türk tarihinin en
acı ve hassas anında reform sorununu canlandırdıkları için Ermeni li­
derleri açıkça ihanetle suçladıkları I. Dünya Savaşı'nın başlangıcında
da açıkça görülüyordu. Bu tttihadçılar Ermeniierin kendi lehlerine ya­
bancı müdahale peşinde koşmaya cüret etmesine atıfla bulunduk­
larında, bu öfke galeyana yol açmıştı. Bu ittihadçıların daha açık söz­
lülerinin 1. Dünya Savaşı soykırımı yolunda bazı Ermem liderlere sin­
si sinsi “Şimdi intikam zamanıdıi" dedikleri bildirilmiştir.1®
9
W. J. van der Dussen, "The VVestenenk File. The Ouestion of Armenian Relorms
in 1913-1914,’ Armonian Revicw 39. 1(1986); 1-89.
10 Osmanlı İdari Müfettişi Mihran Boyadjian'ın ifadesinin Fransızeası Renaissance,
25 Haziran I9l9dadır. İttihadçı lider Halil Menteşe anılarında Büyük Guçler Tür­
kiye'ye Ermeni Reformları konusunu canlandırıp, tekrar düşünmesi için baskı yap­
maya başlamadan önce, kendisinin Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’ya inisiyatif
atmayı önerdiğini açıklıyor. Halil bunu Paris dönüşünde yapıyor. Orada Fransız
Sosyalist Ider ve Milletvekili Jean Jaures, Avrupa kamuoyunun Tûık-Eımeni
çatışması konusunda Türklcro karşı çıktığını açıklamıştı. Sadrazam 2/1 Nisan
191316 konuyu ele almaya karar vererek, sonuç vermese bile, amaç yeni bir re­
form planı için Ingiltere'nin desteğini almaktı. İngiltere İse Rusyayı kızdırmamak
için bu öneriye sıcak basmamıştı. Halil Menteşe’nm Anılan (İstanbul, 1966). 37.
286
YEKİ JÖN TÜR K REJİMİNİN SAVAŞLARI V£ KATI İAMLARI
Radikal Türk ideolojisinin benimsenmesi
Türk devletinin bütünlüğüne karşı potansiyel Ermeni tehdidi pro­
jeksiyonlarına paralel olarak, ittihadçı Jön Türkler kapsamlı bir milli
yenilenme ve politik yeni yön programına başlamışlardı. Bu girişimin
bir yanı İttihadçıların parti içi ve dışı muhalefeti şiddetle bastırmaya
çalışmasıydı. Fırka liderleri arasında, Türkiye'nin başına musallat
olan son belaların, büyük ölçüde siyasi ve askeri rakiplerine fırka ve
liderlerine meydan okuma fırsatı verilmesi “hata’’sından kaynak­
landığına dair görüş birliği söz konusuydu. Fırkaya sert muhalefet
yapan bazı önde gelen üyeler, 1911 Kasımında ayrılmış, Hürriyet ve
İtilaf ‘ı kurmuşlardı. Bu yeni liberal fırkanın saflarında ortak temel he­
defleri İttihadçı rejimi yıkmak olan gayrı Müslimler, özellikle Ermeni­
ler vardı.
Ayrıca yukarıda sözünü etliğimiz Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile
yakın ilişkideki Halaskar Grubunun aktif muhalefeti görülüyordu. On­
ların amacı İttihatçı iktidar yapısının dağıtılması, subayların siyaset­
le ilişkilerinin kesilmesi ve "yasal hüküm etin restorasyonuydu. Os­
manlI meclisinin feshedilmesini talep eden bir ültimatomla doruğa
çıkan çeşitli baskılar yoluyla, 1912 Temmuzunda İttihatçıları iktidar­
dan uzaklaştırmayı başarmışlardı. Makedonya krizi ve sonradan
Balkan Savaşının başlaması ile örlüşen bu inisiyatifler, İttihatçıların
muhalifi subaylara karşı çıkaran Türk ordusu arasındaki bölünmenin,
o savaşta Osmanlı ordusunun uğradığı yenilgilere Önemli katkılarda
bulunduğuna dair genel bir kanının ortaya çıkmasına yot açmıştı.
ittihatçıların ulusal yenilenme programı temelde çeşitli milliyet­
ler arasında uyum önermesine dayanan çok sayıda etnik topluluk
içeren geleneksel Osmanlıcılık kavramım gereksiz ve hatta tehlike­
li bularak bir kenara atmayı hedefliyordu. Bu kavram Türklerin eşit­
ler arasında birinci olması gerektiği, dolayısıyla hâkimiyetlerini sür­
dürmeleri ve diğer etnik unsurların zamanı gelince Osmanlı siste­
mine entegre edilmesi çeşitli dinlere bağlı olmaları geçici olarak di­
ni bağları hariç tutularak etnik bağlarından büyük ölçüde sıyrılma­
ları gerektiğini öngören ikili bir varsayıma dayanıyordu. Bu var­
sayımların -Erm eniler dâhil bu milliyetlerin nefret ettiği bir koşul
olan- nihai asimilasyonu içerdikleri ölçüde sadece yanıltıcı olmakla
287
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
kalmayıp temelsiz de oldukları görülmüştü. O halde Osmanlıcılık
daha dar kavranan bir milliyetçilik tarafından ortadan kaldırılmalı ve
onun yerine Türkçülüğü yücelten. Osmanlı toplumunun tüm dokusu­
nun Türkleştirilmesin! isteyen bu milliyetçilik geçirilmeliydi. Bu tarihi
dönüm noktasında İttihatçı Jön Türk rejimi liberal ülküleri reddedil­
mese bile terk edilmeye mahkûmdu.
Bu radikal değişimin başlıca aracı gizli yapıları dâhil Teşkilatı ve
liderlik hiyerarşisine dayanan İttihatçı Fırkaydı. Birinci öncelik
Fırkanın sadık militanlarının yönetiminde taşrada geniş bir fırka şu­
besi ağı yaratma görevine verilmişti. Bu kişiler -resm i politikalardan
bağımsız ve kimi zaman bunlarla çelişen- fırka sırlarının saklanması
ve gerekli direktiflerin yerine getirilmesinden sorumluydu. Fırkanın
genişleyip toplum katmanlarına sızmasını önleyen bu önlemler bü­
yük Ermeni nüfus kümelerini barındıran Anadolu ve Doğu Anadolu
vilayetlerinde en sert şekilde uygulanmıştı. Daha sonra da ortaya
çıkacağı gibi, tüm girişimin başlıca hedefi bu nüfus kümeleri üzerin­
de yavaş yavaş denetim kurmak, hukuki, siyasi yasaklarla onları da­
ha da zayıf düşürmek ve bu vilayetlerdeki Müslüman kalabalıklar
arasında gonel bir Ermeni düşmanı hava yaratmaktı. Yukarıda sözü
edilen S Ağustos 1910 tarihli gizli konuşmasında, Talât Osmanlı taş­
ra idaresindeki sivil memurlardan bile çeşitli şifrelerle gizli tutulacak
olan Fırkanın bazı planları ve böyle bir fırka teşkilatlanması ile ilgili
ipuçlarına rastlanır."
1912 Balkan Savaşt’nda Türklerin yaşadığı askeri felaketin tam
ortasında, bu idari girişimlerin amacına uygun olarak. İttihatçılar
kapsamlı bir program başlatarak Türk gençliğine kendi doktrinlerini
aşılamaya ve paramiliter eğitim vermeye başladılar, ittihatçıların
avuçlarına aldığı genç kuşağa aşılamaya çalıştıkları yeni bir milliyet­
çi ruh hali ve militanlıktı. 1913 de kurulan Türk Gücü Cemiyeti, tüzü­
ğünün birinci maddesinde “Türk ırkının çürümesine” ( Türk ırkı inhh
tata) engel olmak için “milletin yeniden silahşor millet olaoilmesi
amacıyla {gençliğin} askeri eğitirni"ııin gerekli olduğundan söz edi­
yordu. Harbiye Nezaretinin yönetiminde "anavatan savunması için”,
11 8kz., 10. Bölüm, n. 3.
288
YEN t JÖ N TÜRK REJİMİNİN SAVAŞLARI VE KATLİAMLARI
hazırlanan çok sayıda Osmaniı gençlik grubu da vardı. Bu amaçla,
"nezaret parasız tüfek,'mermi ve cephane dağıtacaktı.”12
Bu faaliyetler İttihatçıların Harbiye nazırı Enver ve baş ideolog­
ları Ziya Gökalp tarafından yönlendiriliyordu, iki lider de savaştan
sonra savaş sırasında ki Ermeni katliamlarını soruşturmak üzere ku­
rulan Türk Divanı Harbi Örfisi tarafından mahkûm edilmiş, Enver
ölüm cezası almıştı. Aynı şekilde Balkan Savaşı'ntn ortasında kuru­
lan Mudafaa-i Mitliye Cemiyetinin görevi Türkleri savaşa hazırla­
maktı. Oysa siyasete ve parti faaliyetlerine ilgisiz olan cemiyetin di­
ğer yardımcı amaçları arasında barış, refah ve mutluluk vardı. An­
cak cemiyetin sonraki faaliyetlerine bakıldığında bu amaçların ne
denli gerçek dışı olduğu anlaşılır. Cemiyetin kurucuları arasında
aynı zamanda bakan da otan Ittihad’ın üst düzey liderliğinin, yani
Dâhiliye Nazırı Talât, Harbiye Nazırı Enver, Hariciye Nazırı Said Ha­
lim, Bahriye Nazırı Cemal ve Adliye Nazırı İbrahim’in de bulunması
aynı şekilde önemliydi.13
Hazırlık amaçlı askeri inisiyatifler
İttihadçı devrimin patlak vermesinde subayların başrol oynadığı
ve Osmaniı İmparatorluğumun gelişmesinde militarizmin genel
ağırlığı düşünülürse, ordu bu inisiyatifleri başlatarak fırka teşkilatlan­
masının belkemiği işlevini görmüştü, ifk adım olarak, silahlı kuvvet­
lerdeki muvazzaf subay kadrosunda muazzam bir temizlik yapıldı.
İttihadçı Harbiye Nazırı Enver Paşa pek çoğu ya İttihad'a sadık ol­
duğu düşünülmeyen ya da sıkı muhalif sayılan paşalar dâhif, her rüt­
beden 1100 subayı aniden ordudan tardetti .14 Aynı Harbiye
Nazırı'nın kendisi dâhil, genç İttihadçı subayları normal prosedür
dışında çok daha üst rütbelere terfi ettirmesi bunun doğal sonucuy­
du. Bu girişimlerin açık sonucu, muvazzaf subay kadrolarının azami
politize olması ve her rütbeden İttihadçı fanatiğin ani terfisiydi.
12 Tunaya. (n. 7] 2â€.
13 A.0.C., 294-95.
14 L von SarKfers. Five Years in TurHey (AnnapoSs, 1927), 8.
289
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Gene aynı Harbiye Nazırı’nın gözetimi ve fırka lideri Talât’ın ön­
derliğindeki fırkanın Merkezi Umumisi’nin yakın işbirliğiyle, Türkler
Teşkilatı Mahsusa'yı yediden faalleştirip genişlettiler. Muvazzaf su­
bayların liderliğindeki yan-askeri bir birlik olan bu teşkilat, çekirdek
haliyle 1913'teki İkinci Balkan Savaşı’nda zaten faaldi. Özellikle Bulgarlara karşı gerilla operasyonları yürütüyordu. Açıkça ilan edildiği
gibi, kendisine verilmiş olan vazife, iç düşmanların izlenip "etkisizleştirilmesi'’ydi. Ama gizli misyonu Türklerin milli güvenliğine büyük teh­
dit olarak tanımlanan çatlak sesler çıkaran ‘'yabancı” azınlıkları ilk
fırsatta tasfiye etmekti. Bu tür azınlıklar listesinde en başa yerleştiri­
len Ermenilere savaş sırasında gösterilen muamele bunun kanıtıydı
Dâhiliye Nezareti’ne bağlı Emniyeti Umumiye ile yakın işbirliği
içindeki parti yönetimi, Türk Emniyet Teşkilatı içinde gizli bir şube
kurdu. Ermeni din adamları, siyaset ve eğitim dünyasının liderleri gi­
bi gazeteciler ve entelektüeller hakkındaki gizli dosyalar, ilerde on­
lara karşı davalarda kullanılmak üzere bu şubede tutuluyordu
Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin birçok üyesi, yukarıda söz edildi­
ği gibi Ermeni soykırımının gerçekleştirilmesinin başlıca aracı olarak
hizmet eden Teşkilatı Mahsusa saflarına katılmışlardı, Bu Teşkilatı
Mahsusa müfrezeleri, Ermeni katliamlarının yönetilmesine birinci
planda karışan Yakub Cemil, Halil (Kut) ve Yenibahçeli Nail gibi gö­
zünü budaktan esirgemeyen ünlü ittihadçı subayların emrindeydi.
Bu subaylar, sadece Balkanlarda gerilla liderleri olarak edindikleri
becerilerini, I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin Ermeni nüfusu­
nun büyük bölümünü ortadan kaldırmayı içeren yeni harekât alan­
larına aktarmışlardı.’5
Bu amacın başarıyla yerine getirilmesi İttihatçıların yeni milliyetçi­
liğinin amaçlarına uygun düşüyordu. Heterojen toplumsal sistemi az
çok homojenleştirerek, yani elde kalan imparatorluğu azami ölçüde
15 Halil Paşa, illihaü ve Telakkiden Cumhuriyete: Bitmeyen Savaş (İslanbu1, 19721,
125; Tunaya, [n. 7] 123. 275, 294. Ayrıca, tokz.. İhsan Birinci, “Cemiyet ve Çete­
ler”, Hayat 2 (1 Ekim) 33. 29. şayiada yazar Teşkilatı Mahsusa nın başlıca vazi­
felerinden birinin tehcir planını gerçekleştirmek olduğunu kabul edyordu.
290
YENİ JÖ N TÜRK REJİMİNİN SAVAŞLARI VE KATLİAMLARI
Türkleştirerek Osmanlı toptumunu kökten yeniden yapılandırma he­
defi üzerinde merkezileşen bir milliyetçilikti bu.
Özetlersek, muazzam insani ve maddi kayıpları da beraberinde
getiren Balkan yarımadasından çıkarılmaları, sadece Türklerin öte­
den beri yücelttikleri askeri güçlerine inançlarını sarsmakla kal­
mamış, ama İttihatçı liderleri de sersemletmişti. Türkler açısından,
Ermenilerin uykudaki Ermeni reformları sorununu canlandırarak, bu
yıkıcı felaketten istifade etmeye kalkışmaları, ancak devletin açmaz­
larını daha da ağırlaştırmaya yarayan provakatil bir hareketti Görü­
nürde tüm gücü ellerinde bulunduran iki hekim-siyasetçi Dr. Nazım
ve Dr. Şakir’in yönettiği, partinin ideoloji şefi Ziya Gökalp'ııı gizliden
gizliye desteklediği ittihatçı fırkanın radikal kanadı, bu yeni gelişme­
yi Merkezi Umumi’nin kontrolünü eline geçirmek için kullanmaya
çalıştı. I. Dünya Savaşı nda, bu organ bir yüksek idare merkezi, bir
çeşit parti Po/itbürosu gibi işletildi. Öteden beri sürüncemede otan
çıbanbaşı Ermeni Sorunu’na radikal çözüm bulrna hedefi güden ye­
ni Ermeni politikasının standartlarını bu organ belirlemişti. Aşağıda­
ki irdeleme bu hedefin gerçekleştirildiğini göstermeye çalışıyor, çün­
kü bu çözüm nihai Çözüm'ün Türk versiyonu olduğunu kanıtlamıştı.
İki büyük katliam olayı burada başarısız reform ginşimlerinin sonuç­
ları olarak ortaya çıkar: 1) 1878 Berlin Antlaşması (61. madde) ve
Abdülhamid devri katliamları; 2) 1914 Şubat Anlaşması ve 1915
Soykırımı. Bu ikinci olayı ele alan hacimli kitabında, Toynbee bu
karşılıklı ilişkileri kabul ediyordu. Şöyle yazmıştı:
Nasıl 1895-98 katliamlar; Rus Savaşı’,m ve 1978 Projesının(Berlin Ant­
laşması] arkasından gelmişse 1915 tohcirleri de Balkan Savaşı’nın ve
1914 Projesinin [Anlaşmasın ın]kaçınılmaz bir sonucu olarak arkasından
gelmiştir.14
16 J. ViSCOiınt Bryce, The Treatmeni o> Armenians in fhe Olloman Cmpire. <915-16
(Arnold Toyncee taralından derlenmiştir, Çeşitli Ingiliz Hükümet Belgeleri. No. 31)
(Londra, 19J6), 636.
291
Türklerin büyük askeri yenilgilerinin ertesinde geliştirilen her iki
reform projesi örneği de şu ya da bu ölçüde insani müdahale ideal­
lerinin doğuşu ile özdeşleşen aynı büyük güçler tarafından Türklere
şu ya da bu biçimde dayatılmıştı. O halde insani müdahale son tah­
lilde çelişkili bir biçimde “insanın insana insanlık dışı davranışımı
gösteren şiddet tipleri ve boyutlarının ortaya çıkışında bir katalizör
olarak rol oynamıştır.
292
Kısım VI
BİRİMCİ DÜN YA SAVAŞI ÖRTÜSÜ A LTIN D A
SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAM A M LA N M A SI
293
C eza Muafiyet Sorunu Yönünden Uluslararası
Hukukun Sınırlam alarına Dair Not
irinci Dünya Savaşı öncesindeki Ermeni katliamları, pek çok
yönden önem taşımakla birlikte, özellikle önemli iki olgunun
altını çizmişlerdir. Birincisi, katliamlar ne ulusal ne de uluslararası
B
ceza soruşturmasının testine tabi tutulmuş, bunun sonucunda faille­
re verilmiş olan dokunulmazlık bir çeşit negatif ödüle dönüşmüştü.
İkincisi, beklenen 1915 soykırımını önleyebilecek herhangi bir
caydırıcılıktan söz edilemezdi. Soykırım konusunda mevcut ulusla­
rarası hukukun merkezinde, önleme ve cezalandırma gibi ikiz rtkefer
bulunmaktadır. Bu iki ilkenin de hayata geçirilemediği Ermeni
Soykırımı'nın özel örneğinin araştırılması, soykırımı caydırma konu­
sunda uluslararası hukukun yeterliliğini ve uluslararası girişimlerin
yararını sorguluyor.
Soykırımın B.M. Soykınm Sözleşmesinde uluslararası hukuk tarafından suç olarak sınıflandırılması, devletin egemenliği ilkesinin
gücünden bir şey yitirmediği mevcut uluslararası kazai içtihatta bir
dizi güçtük yaratıyor. Nuremberg sonrası dönemde, çok sayıda yeni
ilke, doktrin, sözleşme ve anlaşmanın ortaya çıkışı, bu alanda biraz
katkı sağlamışsa da özünde bu zorluklar varlığını korumuştur. Ulus­
lararası hukukta soykırıma karşı koymanın önündeki bazı engeller
arasında özellikle şunları sıralayabiliriz:
295
CRMENI SOYKIRIMI TARİHİ
a) Uluslararası hukukun büyük ölçüde beyan ilkesiyle sınırlı kalışı.
Cardozo’nun açıkladığı gibi: “Sonunda, bir mahkeme tarafından
yasal niteliği onaylanıncaya kadar, uluslararası hukuk... zaman
zaman... ahlak ya da adaletten kolay kolay ayırt edilemediği ha­
yal meyal seçilebilen bir varlık gösterir.1' Davacı: New Jersey;
Davalı: Delavvare, 291 U.S. 361, 383 (1934);
b) Bazı antlaşmalardaki "kendiliğinden uygulama” maddelerine eş­
lik ederek, bu antlaşmaların ulusal mahkemelerde yasal bağ­
layıcı senet olarak kullanılabilirliğini bir parça azaltan belirsizlik­
ler:
c) Kanun kuvvetinden yoksun antlaşmaların, çoğu kez ceza adale­
tini sağlayabilecek şekilde, bir suçu etkin bir biçimde belirleyemeyişi, yetkisini kullanmayışı ya da gereken aygıtı kullanamayışı;
d) Ceza kanunları ve içtihatların uluslararası hukukta bulunmayışı;
e) Faillerin yargılanmasında uzmanlaşmış uluslararası ceza m ah­
kemelerinin bulunmayışı.
Ne var ki, yukarıda belirtildiği gibi uluslararası hukukta
soykırımın başarıyla önlenmesi ya da cezalandırılmasının önündeki
başlıca engel devletin egemenliği ve raison d 'e ta f (devletin yararı)
ilkeleridir. Bu ilkeler devletlere kendi uyruklarına muamelede geniş
bir manevra alanı ve bu gibi eylemlerde ulus dışı ya da üstü içtihat
karşısında büyük ölçüde muafiyet sağlar. Lauterpacht bu sistemden
doğabilecek olan ve zamanımızda hiçbir biçimde eskimiş sayılma­
yan ihlalleri özlü bir biçimde dile getirmişti. Bu ihlaller ‘tehlikeli şid­
det, alçakça aldatma ve dört dörtlük hile”den 1 ibarettir. B.M. de bu
gibi ihlalleri onaylama eğiliminden uzak değildir. Bu sorunda, bkz.
Kuper’in gözlemi (Giriş, n. 15).
1
Lauterpachl, ‘The Grotian Tradition in Internalional Law," Internalional Law. A
Conîemporary Perspecttve, (R. Fak., F. Kralochıvıl S S Mendloıvitz, eds. Boulder,
CO. 19851, 21 içinde; aynca bkz., Mo<xe, "Laıv and National Security," a.g.e., 4758 içinde (ABD hükümet politikalarına özel vurgu yapılarak, ulusal güvenik sorun­
larının hukuki /ünleri/le ilgili laıtışrna).
296
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Soykırım suçunun uluslararası hukukta bir suç sayılması daha
yenidir. VVİllis’in söylediği gibi:
Soykırımın uluslararası bir suç olarak net bir biçimde tanımlanması için
1946'i beklemek gerekecekti. 191 fi’da uzun zamandır hüküm süren ege­
menlik kavramlarına bağlılık, geleneksel savaş yasaları ve adetlerinin
kapsamını daraltıyordu. Lahcy konvansiyonları... devletlerin kendi yurt­
taşlarına muameleleriyle [ilgilenmiyordu].... Bu bakış açısıyla, Türklerin
Ermenilere karşı eylemleri bir başka hükümetin yargı yetkisine girmeyen
bir iç sorundu.2
Bu araştırmada gösterildiği gibi, devletin egemenliğine bu saygı
Ermeni soykırımına karşı uluslararası tepkide her zaman mevcuttu.
Bkz., I. Dünya Savaşı sırasında ABD Dışişleri Bakanı Lansing ile
Başkan Wilson arasındaki yazışmalar. (Bkz. .Giriş, n. 14).
2
J. VVİlfe, Prologue to Nvremherg- The Politics and Dipiomacy o f Punishing War
Cnmınals of ffre First YVorld War. (VYestport, CT. 1962ı, 157.
297
1 2
Başlangıçtaki Hukuksal-Siyasal Bağlam
anıtlar Türkiye’nin I. Dünya Savaşı'na girişine yol açan temel et­
kinin, sürüncemede kalan belirli iç çatışmaları kesin çözüme
bağlamak için uygun fırsatı yaratma arzusu olduğunu ortaya koyu­
yor. Soykırım sorunlarını analiz eden yeni literatür bu tarihsel olgu­
yu kabul eden tartışmalarla doludur. Bu tartışmaların bir kısmında
1894-96 Abdülhamit dönemi katliamları, günümüzde soykırımla ilgi­
K
li sorunların ilk adımları olarak önem kazanırken, diğerleri i. Dünya
Savaşı katliamları üzerinde odaklanırlar.'
1
Bkz.. A. JacoDy. “Genoeide," Sctnveizerische le itschrift tür Strassrecht 4 (Hevue
Penate Suissc 4) (1040): 472; Corvantûs Rio, "Eltide sur 1Articte 175 du Codo
Penal Mexicain ‘Genocide.“ Etudes Internationales de Psycho-Socioıogie C rim t
netle 16-17 (1369): 52. Bkz., A. Pflanzer, Le Crime de Genocıde, 15. 18, 20 (St.
Gailen. İsviçre, 1956); The United Nations War Cfimes Commission |Birleşmiş
Milletler Savaş Suçlan Komisyonu), Hislory of the United Nations War Cfimes
Commission and the Development o t the imws o f War. 3S, 45 (1948) (bundan
sonra War Crimes Commission (Savaş Suçları Komisyon/)]; S. Torıguan, TheArmanian Ouastion and International Law (2. baskı, 1988): Sassiouni, “International
Law and Iha Hotocaus»,' Case W. International Law Journal. 9 (1979): 210; A. K.
Kuhn, “Tho Genocide Conventkm and Stato Righls," American Journal o) tntomaticnal L a » 43(1946)501; R. Lemkln, ‘ Genockte: A New International Crime: Punishment and Preventkm,” Revue Internationale de Droit Penal, 10 (1946): 367;
2S9
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
İmparatorluk Almanya’sı İle İttifak ve Fırsat Faktörü
1914 Temmuz'unda I. Durtya Savaşı çıktığında, Tüıkiye askeri
bakımdan İmparatorluk Alm anyası’rıın liderliğindeki Merkezi G üç­
le rin kampında yer almaca hazır olmadığı gibi, bu yönde derhal ve
kayıtsız şartsız bir yükümlülük altına girme eğilimi de yoktu. Ama ittihadçılann en güçlü liderleri, özellikle partinin üst yönetiminin per­
de arkasındaki güçlü adamı Dr. Nazım ’ın yanı sıra Harbiye Nazırı
Enver ve nezaretteki bazı yakın çalışm a arkadaşları arasında Al­
manya sempatisi hiç eksik olmamıştı. Örneğin, İtilaf "gâvur”una
karşı “cihad” (14 Kasım 1914) ilanından sonra, büyük bir kalabalık
Alman Sefareti'ne doğru yürüdü. Şetaretin balkonundan kalabalığa
seslenen Dr. Nazım, Kayser Almanyası’na duyduğu büyük hay­
ranlığa paralel olarak, Almanya'yı Kayser’in dostluk yeminiyle bağlı
olduğu yüz milyon Müslüm an’ın hakiki dostu olarak nitelendiren bir
konuşma yaptı
Dr. Nazım. İttihad ve Terakki Cemiyetinin 1910
yılındaki kongresinde (3i Ekim/1 Kasım) Alm anya’ya ve özellikle
Kayser’e nasıl hürmet ettiğini göstermiş bulunuyordu.* [ç.n., Kitapta
s. 203, 2. paragraf, sondan ikinci satırda "had already dsplayed his
veneration” ibaresinde "displayed” okundu.] Yol arkadaşı Dr. Şakir
de aynı kafadandı. Stratejik bir müstahkem şehir olan Erzurum'un
Rusların eline geçmek üzere olduğu 1916 Şubatında, yenilgi kapıya
gelip dayanmışken bile, Şakir Am erika’nın Erzurum konsolos vekili
Stapleton'a gururla şunları söylüyordu: ‘İstanbul'dan Hindistan ve
Ç in’e kadar, Suriye'nin Asya ve Afrika’nın Müslüman dünyası
arasında köprü görevi göreceği birleşik, tek İslam ümmeti şarttır. Bu
muazzam proje Almanların bilimsel dehası ve organizasyon beceri­
si ile birlikte Türklerin güçlü kollarıyla gerçekleştirilecektir.”2 Türklerin
E. Schwelb, 'C rim es Against Hurııaniiy,’ Briılsh Year Book of irttemational Law
1946: 101-82. 198; K. Sti liseli weig, ‘ Das Ahkommen zur Bekamplung von Genocide," Oie Fnedenswaıte Für ZwlschensiaatlichB Organısatton. 3 (1949): 97, 99.
2
Nazım m konuşması 15 Kasım 1914 tarihli Deutsche Tageszeitunjföa yayınlandı.
Almanya ve Kayzer’e saygı sözleri 1910 ittihad Kongresinden ve Almanya'nın
Selanik Konsolosu Dr. Schworbel'ın 14 Eylül 1910 tarihli raporundan aktarılmıştı.
300
BİRİNCİ D ÜN YA SAVAŞI O R TU S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Alman yanlısı bir tutum almasının lehinde birkaç başka faktör daha
bulunuyordu. Bunların arasında en fazla öne çıkanı, Alman İmpara­
toru II. W ilhelm’in Sultan Abdülham id rejimine sağladığı diplomatik
desteğin mirasıydı. 1815 Viyana Kongresi’nden sonra Avrupa Anlaşması'na imza koymuş olan tüm diğer güçler, kınadıkları OsmanlI re­
jim inin gözetim inde gerçekleştirilen genel Erm eni katliam ları
karşısında dehşete düştükleri sırada gelmişti bu destek. Ayrıca, O s­
manlI Ordusu'nu içlerinde Mcltke ve C oltz’un sivrildiği Alman subay­
larının reorganizasyon ve yeniden inşasına teslim etmek de lemel
bir Osmanlı geleneğiydi. Belki de en önemli, 1913 Ocağında muha­
lif hükümeti devirdikten sonra, ittihadçı ların ilk büyük hamlesi, o
sırada doğrudan doğruya Enver’in kontrolü altında bulunan Osmanlı
O rd u su n u n reorganizasyonunda bir kez daha Alman askeri
yardımını aramaktı. Enver’in Almanlara sempatisi, I Dünya Sa­
vaşından önce Berlin’de iki kez Türk Askeri Ataşesi olarak görev ya­
parken gözlemleme ve değerlendirme fırsatı bulduğu Almanya’nın
korkutucu askeri aygıtına hayranlık duyma boyutları ndaydı. Bir söz­
leşmenin imzalanmasının ardından, 1913 Aralığında Alman Askeri
Yardım Heyeti'nin Osmanlı başkentine varışı, Türklerin Almanya ile
ortaklık kurma niyetini bir ölçüde açığa vuruyordu. Aslında bu or­
taklık, bir dizi zorlu müzakerenin ardından 2 Ağustos 1914’de so­
mutlaştı. İmzalanan gizli Türk-Alman siyasi ve askeri ittifak anlaş­
masına göre, Türkler Almanya'dan Türkiye'ye yoğun parasal ve eko­
nomik yardım yapma taahhüdü almıştı * Avusturya ile benzer bir itti­
fak bunu izleyecekti.
Bkz., A A.Tûrkei 158/11.A15S82. Dr. Şakir'in açıklaması J. de Morgan. Conlre/es
barbares de lOrienl (Paris, 1918), 108 ’dedir.
3
Bu paktır hangi koşullarda imzalandığına dair ayrıntılı bir tartışma için, bkz., Ulrich Trumpener, Germany and the Otloman Emplte. I914-1SIB (Princeton, NJ,
1968, bölüm 2, 21-61; Y. H. Bayur, Türk İnkılâbı TariN dit. 2. Kısım 4 (Ankara.
1952). 629-647. İttifak antlaşmasının imzalanmasına götüren genel politik geliş­
meler için bkz., Frank G. Weber, Eagias an the Cresc&nt |1thaca, MY. 1970), I ve
2. bölümler ve 5-16. 17-58.
301
FRM ENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Türk plan ve emellerinin su yüzüne çıkışında bu ikiz ittifak büyük
rol oynamıştır. En önemlisi, Almanya şimdi İttihad'ın savaş dönemi
planlarına koruyucu bir kalkan oluşturuyordu. Jön Türk İttihadçı lider­
ler için bu ittifak kendi açık' ve gizli planlarına “kalkan” (Schutz) göre­
vi görmeliydi. “Çok gizli1’ (streng vertraulıch) damgalı 8 Nisan 1916
tarihli raporda, Avusturya Sefiri Viyana'daki Dışişleri Bakanı Burian’a
Türklerin İttifak’ı Ermenilere karşı “en seri muameleyi göstermek"
için bir “dayanak" (Stütze) haline getirerek “istismar edeceğini bildir­
mişti.4 27 Temmuz 1915 tarihli “gizli” raporda, Almanya'nın Halep
konsolosu Rössler, Berlin'deki Şansölyesi Hollvveg'e Türklerin
aslında “hükümet Merkezi G üçlerle ittifakından bu amaçla yarar­
landığından, savaş sırasında Ermeni Sorunu'nu çözme” eğiliminde
olduğundan şikâyet ediyordu. İttihadçı iktidarı “masum halkı katliam­
larla perişan etmekle (Unterganğ) suçlayarak, bu kişileri Almanya ile
ittifak yapmaya “layık görmüyordu" (unwiirctig).s İçsel olarak, bu plan­
ların merkezinde Osmaniı imparatorluğunun kalan bölümünün etnik
yapısının homojenleştirilmesi yatıyordu. Olayların daha sonra göste­
receği gibi, Berlin’deki Alman Başkomutanlığımdan gelen açık ve ke­
sin emirlerle. Alman Askeri Yardım Heyeti’nde görevli çok sayıda Al­
man subayının imparatorluğun Ermem ahalisinin imha edilmesi sü­
recine müdahalesi yasaklanmıştı. Kayser’in de onayladığı bu müda­
hale etmeme politikası, Alman hükümetinin en üst düzeyinde kaDul
görmüştü. General Bronsart von Schellendorf'un 2 Ekim 1919 tarih­
li özel mektubunda açıklandığı gibi, Alman Askeri Yardım Heyeti
üyelerinin Türkiye'ye hareket etmelerinin arifesinde, Alman İmpara­
toru bir grup yüksek rütbeli Alrnan subayını kabul etmişti. Bu kişilere
verilen talimat “Türkiye’nin içişlerine karışmamaktı.” General Bron­
sart bu yasağın “Ermeni Sorunu’nu da kapsadığını” da6 eklemişti.
4
Avusturya Dışişleri 3aksnltğı Arşivi (bundan böyle DAA) Politik Bolüm (PA), XII
(TUrkei), Dosya (Karton) 218 ya da XII Türkei/210, No. 28,1P A
5
Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi (Bonn), (sundan böyto 4A). Türkei 183/36,
A23991.
6
A.A. Goppert Evrakı, Vl/I, General’in Alman misyoner hareketinin liderlerinden Dr.
Kart Axenfeld e 7 sayfalık mektubunun 3. sayfası
302
BİRİNCİ O UN YA SAVAŞI ÖR rO S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
“Ayrıca, haftalık Alman dergisi Die Z ukunftun ünlü yayıncı ve editö­
rü Maximıllıan Harden, Alman İmparatorluk hükümetini ‘Tarihte yak­
laşık 1,5 m ilyon Ermeni’nin katledildiği bu Türk aşağılamasına, bu
en rezil zulüm örneğine hoşgörü gösterip göz yummakla” sert bir şe­
kilde eleştiriyordu. Bu bağlamda, başyazısında şu ifşaatı yapmıştı:
"Kayzer'in bir dalkavuğunun... [bir ziyafette] adeta fısıldayarak Sa­
vaş Zamanı Basın Bürosu’nun Müdürü'ne ‘Majesteleri tarafından
kabul edildiğim Genelkurmay Karargâhı’ndan yeni geldim. Genel­
kurmay ile birlikte, basına Ermeni sorunuyla ilgili hiçbir şey söylen­
meyeceği kararlaştırıldı’ dediğini şahsen işittim.”7 Aynı yasak gerek
muharip birliklerin komutanları, gerek idari destek personeli olsun,
Türklerin savaş çabalarına yardım eden diğer binlerce Alman subay
için de geçerliydi. 14üncü Osmanlı Piyade Tümen Komutanı Ludwig
Schraundenbach’ın aşağıdaki açıklaması durumu özetler. Burada
savaş zamanında geçici "yeniden iskân” amacıyla Mezopotamya'ya
sözde sürgün edilen Ermenilerin kaderi anlatılır. 300 mevcutlu bir A l­
man motorize birliğinin kumandanı Teğmen Pfeifer. anlatılan olay­
ların tanığıydı. Schraundenbach, 28 Ocak 1917’de günlüğüne şun­
ları kaydetmişti: “Türk subaylar ve jandarm alar her akşam sürgünler
arasından seçtikleri onlarca Ermeni erkeği, süngü taliminde hedef
olarak kullanıyorlardı (aut sie ein Schcibenschiessen veranstaltefe)."8 Ne var kİ, Alman komutan Ermenilerin durumunu tartışmaması
7
Maxim-,llian Harden. "Zwıschen üst ımd West. Armenien in Moabit* Die ZMunft,
29, 37(11 Haziran 1921): 300-301.
8
Ludv/ig SchraııdenbacİT, Muharebe (Berlin. 1924). 315. Zulmün bu biçimi savaş­
tan sonra ABD'ııin Maine, Oorlland şehrine göç etmiş olan brr Türk bakkal ta­
rafından doğrulanmıştı. İrlanda asıllı Amerikalı bir arkadaşına anlattığı gibi, I. Dün­
ya Savası ndaki Ermeni soykırımında bunu şahsen yaşamıştı... “Türk Ordusu'nda
genç bir askerken, kırsal bölgede açlıktan ölmeye bırakacaklan büyük bir Ermeni
grubuna eşlik eden bir birliktenmış. Bana yürüyüş sırasında verilen bir molada, bö­
lüğünden bir subayın kendisinin ve lorliplerinin yanına gelip, gruptan nitkaç kişiyi
talim olsun diye sûngülemelerini söylediğini, zira zaten öleceklerini söylediğini anlaimışiı. Allah yardımcım olsun’ derken gözleri dolmuştu. ' Dediğini yaptım." Wılliam J. McLaughlin. Boston Globe, 18 Eylül 1987. Schraudenbach’ın anı kitabında.
303
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
için özel talimatlar almıştı. “Bu birkaç talimattan biriydi... Ermeni Sorunu’nda noli me iang&re (benden uzak dursun) muamelesi yapıla­
caktı."9
Alman imparatorunun bu direktifi. Dışişleri Bakanlığı, Genelkur­
may Başkanlığı, Başkomutanlık ve Prusya Savunma Bakanlığı tem­
silcilerinden oluşan Savaş Oönemi Basın Sansür Merkezi (Obere
Zensur-Stelle cfes Kriagspresseamtes) ekibi tarafından genel kural
olarak kabul edildi. 7 Ekim 1915’tekİ basın toplantısında, Alman
basın mensupları şöyle ikaz edildi: "Türkiye ile doslça ilişkilerimiz,
sadece bu gibi idari sorunlara müdahale edilerek tehlikeye atılmakla
kalmamalı, fakat bu zor anda sorgulanmamak bile. Bu nedenle, şu
an için sessiz kalmak görevinizdir ” '* 23 Aralık 1915’te bir başka top­
lantıda, aynı basın mensuplarına şunlar söylendi: "Ermeni Soru­
nu’nda sessiz kalmak en iyisi. Bu konuda Türk iktidar sahiplerinin
davranışı özellikte övgüye değer bulunmuyor.’ 11 İkiz argümansa bu
emri akılcılaştırmaya yarıyordu. Birincisi, ölüm katım meselesi olan
bir savaşta, ortak zafer uğruna Türk müttefike kayıtsız şartsız destek,
her şeyin önüne geçen bir konu olarak görülüyordu. İkincisi. Alman­
ya Ermeni sorununda T ürkle rin duyartılıklarfnı kolay kolay göz ardı
gözünün dnünde “Dante’nin Cehenneminden sahnelerin canlandığı benzer me­
zalim örneklerinin anlatıldığı yerlerden geçilmiyordu (s. 345). Çöldeki Deı Zor böl­
gesinin vatisi olan Salih-Zeki'den söz ederken “Avrupai şık giyimli vali bizi çok iyi
karşıladı" diyen yazar, “Ermeni Çocukların kütüklere bağlanıp ateşe atılması" dâ­
hil "şoke edici mezalimin (haarstrâubende Gruet) bu bölgede gerçekleştirildiğini
anlatıl (s. 351-52).
9
A g.e., 147.
10 Kurt Mühsam. Wie Wtr Beiogen Wurd»n. Di» Amtfiche Irreführung d»s deutschen
Volkes (Nastl Aldatıldık? AJman Halkım Yanıltmaya Dönük Resmi Eylemler) (Mü­
nih, 1910), 76. Bu sansür uygulaması yabancı gazetecileri de içine alacak kadar
genişletilmişti. Associated Press’in İstanbul'daki Savaş Muhabiri, anılarında Al­
man Sefareti’rirı Berlin'deki büro şefine savaş zamanında Ermeni katliamlarıyla il­
gili raporunu aktarmasına yatdım etmeyi reddettiğini anlatır. George A Shriner,
From BerUn ta Baghdad (New York, 1918), 333,
11 A g.e., Mühsam. 13,79.
304
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTIN CA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
edemezdi. Aslında, Berlin’e gönderdiği 15 Nisan 1915 tarihli uzun
bir raporda, Alman Sefiri Hans Freiherr von VVangenheim, “umutsuz
bir durumda” (aus-sichtslose Sache) müdahale ederek, “bizim için
daha önemli ve yaşamsal olan çıkarları tehlikeye atabiliriz” diye ilan
ediyordu.12
Türkiere yüz vererek, serbest hareket etme izni tanıma tutumu
dışında, Alman istihbarat görevlileri İttİhadçılara Osmanlı başkentin­
de Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde bir istihbarat bürosu kur­
malarına yardımcı oldular. Müdürlüğün üç şubesinden birini temsil
eden Kısm i Siyasi [diğer ikisi İdari ve A dliyd i] ile yakın işbirliği için­
de faaliyet gösteren bu büro. İstanbul’daki Ermeni Patrikliği,
Mısır’daki siyasi partiler ve Paris’te anti-htihadçı muhalifler dâhil,
Türkiye içinde ve dışındaki tüm büyük Ermeni siyasi faaliyet mer­
kezlerini izliyordu.’ 3 Yukarıda belirtilmiş olduğu gibi, am aç Türki­
ye ’nin potansiyel düşmanları sayılan Ermeni cemaati liderlerinin lis­
te ve dosyalarını hazırlamaktı.14 Ayrıca, Almanların teşvikiyle Harbi­
ye Nazırı Enver Teşkilatı M ahsusa’ntrı artıklarını, savaş zamanı
Türkiye içinde ve dışında bir ajitasyon. sabotaj ve cinayet aracı ola­
rak yeniden faaliyete geçirip takviye etti.15 Bir Türk yazarı operasyon
12 A. A. Tiirkei 183/36, A13922.
13 Son derece hassas bu bilgi. 1915 Şubatında Emniyeti Umumiye taralından Tütkiye'deki Ermeni aydınların istenen listesini hazırlamak için görevlendirilen Dır Er­
meni polis komiserinin savaş sonrasındaki anılarında ortaya çıkmıştı. Bu komise!
daha sonra aydın olduğunu gizlemeyi başaran ya da saklananların yakalanması
için Türk polisine yardım etmişti. Haroutiun Mugurditchian. "Kaghdniknerou Gudzlgu" (Sır Yumağı) ftaırenik (yazarın mütareke sırasında isıanbul'da kısa bir sûre
yayınladığı Ermenice günlük gazele). 28 Ekim/10 Kasım vo 30 Ekim /12 Kasım
1918 tarüıli 1. ve 2 Sayılar.
14 İçlerinden bazılarının İstanbul’daki Rus Sefareli’ni ziyaret etliğinin saplandığı bil­
dirten Osınanlı Meclisi Mebusan üyeleri özel bir dikkatle izleniyordu. Fethi Okyar,
Üç Dovirdo Bir Adem, C. Kutay od., (İstanbul, 1980), 106. n. I; Cemal Kulay, Talat
Paşanın Gurbet Hatıraları cilt 2 (İstanbul. 1983). 523. 908-07.
15 Doğan Avcıoğlu, MIH Kurtmuş TariM,c\* 3 [\stantnH, 1974), 1135; llber Ortaylı. Os­
manlI İmparatorluğunda Alman Nüfuzu (İstanbul, 1983), 122; Ziya Şakır, 1914-
1918 Cihan Harbin Nasıl İdare Ettik (İstanbul, 1944), 46-51.
305
E R M İN İ SOYKIRIM I TARİHİ
planlarından haberdar olduğu teşkilatın görevleri arasında Ermeni
"tehcirleri’ nin uygulanm asının da olduğunu açıkça yazm ıştı.16
Bu yüzden, T ürk yetkililer 1914 Tem m uzunda savaşın başla­
m asıyla birlikte, Türk-Atm an ittifakının im zalanm asının ertesindeki
seferberlik ve kuşatma durum undan ve bunların sonucu olarak ha­
liyle ilan edilen sıkıyönetim in yarattığı genel krizin avantajından ya­
rarlandılar. Bir yandan ilk darbeyi indirecekleri önleyici savaşa karşı
humm alı bir hazırlığa girişirken, bir yandan Erm enilerle kesin hesap­
laşm a zeminini oluşturm a peşindeydiler. Artık karşılarına çıkan
fırsattan faydalanacaklardı.
“İç Düşman”ı Hedef A!man’m Uygun Ortamı
Olarak Dıştaki Savaş
Savaş sırasında O sm aniı
A vustu rya
A skeri A taşe si
Erkân-ı Harbiye-I Um um iyesirıde
olarak
görev
yapan
F eldm areşal
yardımcısı Pomiankovvski, anılarında Müslüm an ve gayri-M üslim
m illiyetler arasındaki bitm ek bilm eyen karşıtlığı hatırlattı. 1909’dan
savaşın sonuna kadar “Türkiye’yi ülkesi ve halkıyla tanım ak için
sayısız fırsatım oldu. Ne var ki, savaş sırasında T ürk hüküm etinin
hemen hem en tüm karar ve faaliyetlerine yeni baştan tanık ola­
caktım ” demişti. “Aklı başında birçok T ürk’ün ağzından kaçırdığı ifa­
delere" gönderm e yaparak, Pomiankovvski bu kişilerin fethedilm iş
halkların ya zorla M üslüm anlaştırılm ış ya da ‘ uzun zaman önce or­
tadan kaldırılm ış (ausrotten) olm ası gerektiği” görüşünde olduklarını
aktarm ıştı. Vardığı sonuç dikkate değer:
16 Ihsan Biriııci, "Cemiyet ve Çeteler" Hayat 2 (1 Ekim 1671); 33. Teşkilatı Mahsu­
sa run Osmaniı Ermenilerinin tasfiyesine katıldığını kabul eden Türklerin benzer
görüşleri için, bkz , Vahakn N. Daüıian, “The Role of the Spccial Organization in
the Armenian Genocide during the First VVoıld War’ Minorities İn Wartime, P. Panayl, ed. (Oxf0 rd, 1393) İçinde, (f.n. Söz konusu makale 'Birinci Dünya Savaşı
Sırasında Ermeni Soykırımında Teşkilatı Mahsusu’ntn Rolü" başlığıydı. Ermeni
Soykırımında Kurumsal Roller, Toplu Makaleler Kitap t in 4. makalesi olarak Adıla
Tuygan tarafından TürkçeleşlirHmişkr. Belge Yayınları, 1. baskı, İstanbul Mart POOd]
306
BİRİNCİ D ÜN YA SAVAŞI Ö R T Ü S Ü ALTIN D A S O YKIR IM IN B AŞ LATILIP TAMAMI ANMASI
Bu anlamda Jön Türk hükümetinin savaşlan önce bu halayı on azından
kısmen düzeltmek için ilk uygun fırsatı kullanmaya karar verdiğine kuş­
ku yok... Aynı zamanda, bu kaygının, yani amacın Osmanlı hükümetinin
Mcrkoz Güçlere katılmasında vc onların savaşa karışmasının uygun za­
manının belirlenmesinde çok önemli etkisi olması da çok muhtemeldir.17
Üst düzey Jön Türk yetkililerle sık ve sam im i ilişkileri olan Sefir
Morgenttıau, bu konuda daha netti:
Savaş koşulları Türk Hükümctino Ermenilerin yakasına yapışmak için
beklediği fırsatı sundu. Atalarını i(k boyun eğdirdikleri zaman Hıristiyan
ırkları odadan kaldırmayı ya da Müslümaniaştırmayı ihmal ettikleri için
eleştiriyorlardı. Şimdi... atalarının 15. yüzyılda gözden kaçırdığı şeyi
yapmanın tam zamanı olduğunu düşünüyorlardı. Planlarını hayata ge­
çirdikten sonra, Büyük Güçler’in SultanT kınamaktan bile çekindiği
1895-96 katliamları sırasında olduğu gibi, Büyük Güçler in kendilerini bir
oldubitti karşısında bulacaklarını ve bu olaydan da cezasız sıyrılacaklar!
sonucuna ulaşmışlardı.18
M orgenthau’nun kanaati, sefirin Türk hükümet çevrelerindeki
baş kaynaklarından biri olan Jön Türk parti lideri Talât tarafından
hiçbir tereddüde yer bırakm ayacak şekilde doğrulanm ıştı. Talât İs­
tanbul'daki Almart S efareti’nde Ermeni masası şefi ve tercüm an Dr.
M ordtm an’a Türkiye'nin “savaştan, yabancı m üdahaleden uzak ka­
larak iç düşm anlarını, yani yerli Hıristiyanları m utlak olarak tasfiye
17 J. PomiankoiMSkı, Der Zusammenbruch des Ottomantschen Reiches (Viyana,
1969), 162.
18 H. Mcrger.thaıı "The Grealest Horror in History,” Red Cross Megbzino (Mart
1918): 9. İstanbul'daki ABD Yüksek komiseri ve Dışişleri Bakanlığı Özel Asistanı
Louis Heck de I. Dünya Savaşı nın sunduğu fırsat faktörüne İşaret ediyor: “Jön
Türk Hükümeti çok geçmeden savaş koşutlarının getirdiği fırsattan küçük As­
ya’nın Ermeni ahalisini yok etmekle çalışarak, kendisini Emıerti sorunu'rıdan ta­
mamen kurtarmak iizere istifade etti ” FO 371/3658/75852, Dosya 441, p. 2, 19
Mayıs 1919.
307
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
etmek için yararlanma niyetinde olduğunu” söylem işti.10 Elçinin Er­
meniler lehinde sürekli müdahale etme girişim leri nedeniyle, Ber­
lin'e gönderilen ortak notayla Alman Sefiri Metternich’in görevden
alınmasını rica eden Ta lâ f (savaş ağası Enver’le birlikte) bu noktayı
tekrar vurgulamıştı: “ İş şim di yapılmalı; savaştan sonra çok geç ola­
cak.”20
19 Talat'ın açıklaması Alman Sefiri VVangonheim’ın Berlin'deki Şansölyesine gönder­
diği 17 Haziran 1915tarihli raporunda yer alır. A.A. Türkei 183/37, A19744; J. Lepslus. Deutschland und Armenten t $14-1918 (PolsCam-Bcrlin, 1919). 84. Anti-Ermeni imha kampanyasının bütün hızıyla sürdüğü 1915 Sonbaharı Vida bir Kabine
toplantısında, aynı Talat'ın tüm yabancı unsurlardan arındırılmış özbeöz Türk ulu­
su yaratma amacında olduğu, böyleee Güçler’in artık Türkiye’nin içişlerine
karışma nedeni kalmayacağını itan attığı söylenmiştir. A. A. Türkal 159, No. 2, cilt
14, NeurathTn Berlin'e 5 Kasım 1915 tarihli raporu.
Savaş sırasında Türkiye'ye çeşitli inceleme geziler yaparak, üst düzey Türk yet­
kilileriyle görüşmelerinin özetini ve gözlemlerini Karargâhında Kayzer II. VVılhelm'e. Alman Meclisi’ne ve Dışişleri Bakanlığı na aktaran Ernst Jâckh adlı Alman
Türkiye uzmanı taralından da doğrulanmıştır. EyiükBkim 1915 gezisini içeren 22
sayfalık raporunda şöyle yazmışlı: "Gerçekten de Talat Ermeni halkının ortadan
kaldırılmasın açıkça politik bir kurtuluş olarak değerlendirdi ” A.A. Türkei 158/14,
18. 17 Ekim 1915 Bir başka Alman yazar, t. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'de
görev yapan son Atman Sefir anılar nda yaplığı yorum şöyle: 'Ermeni Sorununda
onun [Talat] başının etini yiyip dururken, bir defasında gülümseyerek ‘Nedir derdi­
ni/? Sorun çözülmüştür. Artık hiç Ermeni kalmamıştır' demişti.’ Setir, sonradan bu
itadenin Ermeni Sorununun, kurbanların ata yadigârı topraklan, yani "Türklerin
Hıristiyan ahaliyi sistematik bir biçimde imha etmeye çalıştığı.. Ermenistan” yö­
nünden çözüldüğü anlamına geldiğini açıklayacaktı., Talat’a duyduğu saygıyı ifa­
de etmesrno karşın, sefir onun bu imha kampanyasındaki rolünü teslim ediyordu:
“Ermenilere karşı işlenen suçlara ortak olmasının cezasını ölümüyle ödedi.” Mem oirs o f C cu n t B ernstortt. çeviri, Eric SuttonfNevv York. 1935). 176. 180, 374. Bü­
tün bu ikıarve tanıklıklar. Türk adli zabıtasının Dr. B. Şakir’ın kayınbiraderi avukat
Hamizln evindeki aramada ele geçirilip el konutan bir tomar gizli belgeye ulaş­
mayı başaran bir Türk gazetesince de doğrulanmıştır. Söz konusu Sabah gazete­
si 14 Aralık 1918 tarihti sayısında ‘Talât'ın Ermeniierin ortadan kaldırılması emri
verdiği' sonucuna ulaşmıştı.
20 U.Trumpener, Germany and the Ottoman Empıre (n. 3], t27. (Vurgular özgün me­
tinde).
303
BİRİNCİ DÜNYA SAVA?) Ö R T Ü S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Öndo gelen iki Alman uzmanın gözlemleri de özellikle dikkate
değer. Türkiye'nin Almanya safında I. Dünya Savaşı’na girme moti­
vasyonunu açıklarken, ünlü Alman siyaset bilim cisi K. Ziemke, T ür­
kiye’nin kendisini 260cak/8 Şubat 1914 tarihli Ermeni Reform An­
laşm asının boyunduruğundan kurtarma arzusundan söz ediyordu,
1912 Balkan savaşının ertesinde yürürlüğe konulan bu anlaşma sa­
vaşa girilmesinde katkıda bulunan faktörler arasındaydı. Aslında Zi­
emke savaş sırasında “bir milyon Ermeni”nin katliam ve imhaya uğ­
ramasını, Ermeni sorununun Türkiye'yi gelecekte başını ağrıtabile­
cek bütün yüklerden kurtaracak “ radikal çözümü” olarak görüyordu.
Böylece Türk Hükümeti geleceğin reform projeleri ve müttefiklerin
basktfarı için gerekli koşulları ortadan kaldırmıştı.11 Daha önemlisi,
(kalabalık bir Ermeni nüfusun ortadan kaldırıldığı) Erzurum ’da Kon­
solos Muavini olarak görev yapan bir Alman subay, Berlin’e
"Yüzyıllar boyunca AvrupalI diplomatların dikkatini çekm iş olan Er­
meni sorununun... bu savaşın seyrinde çözülmesinin beklendiğini’’
bildirmişti. “ ..Türk hükümetinin aldığı önlemler... Ermenilerin mutlak
imhası anlamına gelecek şekilde yürütülüyor.”22
Bu görüş Ittihadçı rejimin kendi iç kaynaklarınca da onaylandı.
Hem 1908-18 arasında İttihadçı rejimin Jön Türk üçlü yönetiminde
yer alan hem de savaş sırasında Dördüncü Ordu Kumandanı ve Bah­
riye Nazırı olarak görev yapan Cemal Paşa, hatıralarında şöyle
yazmıştı: “. ..Bizim yegâne gayemiz, bu savaşta [bize dayatılan] ve iç
bağımsızlığımıza darbe vuran tüm önlemlerden kendimizi kurtar­
maktı.’33 Bu zincirler Lübnan'a özerklik verilmesini isteyen uluslararası
21 K. Ziemke, Die Neue Türkoi 1914-1929 (Stuttgart, 1930). 271-72. 8 Şubat 1914
Anlaşması nın Fransızca melni, A. Mandelstam. Le sor! ae l'Empire Ottoman (Lo­
zan, 1917). 236-38 içinde.
22 AA.Türkeı 183/39. A78584 (Dr. May Frvvın r/on Scheubner Rıchter'in 10 Ağustos
1915 tarihli raporu). Ayrıca 6te., J. Lepsius. DeutscNand |n. 21 j, 123-24
23 C. Paşa. Hatıralar, (İstanbul. 1977). 438.
Cemal, Ermenilerin Avruna’n n denetiminde relormar için tekrar baskı yaptığı Ey­
lül Aralık t913 döneminde, Crımeni liderleri reluıııılaı içirı merkez seçilen "altı vi­
layetin Müslüman ahalisi" yoluyla katliamlara maruz kalacaklarına dair defalarca
309
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
hükümler ve 8 Şubat 1914’te öteki G üçler’in onayıyla, Türkiye ve
Rusya arasında imzalanan Ermeni reform anlaşmasıydı. Cemal,
“Bu Antaşına’yı yırtmak istedik” diyordu.*4 İttihad'ın yönetici üçlüsü­
nün bir diğer üyesi olan Ö ıve r de aynı şekilde 8 Şubat 1914 ulusla­
rarası anlaşmasının şart koştuğu reformları kınıyordu. 6 Ağustos
1915'te (Alman deniz ataşesi ve Enver’in çocukluk arkadaşı) Hans
Humann'a yazdığı mektupta, Nazır anti-Ermeni önlemlerin başlıca
gerekçesinin G üçlerin Ermeniler adma gelecekteki müdahalelerinin
tehdit etmişti. Tehdit Osmaniı Meclis-i Umumisindeki Ermen mebuslar arasında
yer alan Vartkes’a yapılmıştı. Cemal l»em ateşli bit İltifıadçı hem ds milliyetçi Taşnak lider olan Vartkes'e partisini bu tehdidden haberdar etmesini öğütleyerek, tek­
rar Avrupa'nın müdahalesini istememeleri konusunda uyarmıştı. A. Karo. Abntadz- Örer (Yaşanmışlıklar} (Boston, 1948), 191-92. Bu tehdit bir diğer Ermeni Me­
bus ve İstanbul Hukuk Fakultesi’nde devtetler genel hukuku profesörü otan K.
Zofırab tarafından da doğrulanmıştı. I. Dünya Savaşı öncesindeki gizli günlüğün­
de. soykırım beklentisindeki Zohrab, Cemal’in tehdidine dikkat çekmişti. "Zohrabse Orakrouliunu Yegeıııee Nakhoriageen” (Soykırım Arifesinde K. Zohrab'm Gün­
lüğü). Nayiri (Beyrut’ta yayınlanan Ermenice haftalık edebiyat dergisi) 22 (Mayıs
1975): 2-6. Savaş sırasında Varikes de Zohrab da Teşkilatı Mahsusa ajanları ta­
rafından tutuklanıp yargısız infaza kurban gitmişti.
1913 Aralığında, Cemai Ermeni alfabesinin icadının 1500’üncü yıldönümü kutla­
malarım organize eden bazı Ermeni öğrencileri tuluklatmıştı. Öğrencileri "haince
faaliyetleri'ni durdurmaları için ikaz ederken, Cemal yeniden “çocuk yaşlı deme­
den Eımeniieri ortadan kaldırmakla” tehdit etmişti. L. Moziaır, Aksoraganee mu
Votısaganu: Sev Orecou Hishadagner (Bir Sürgünün Yolculuğu: Karanlık Günler­
den Hatıralar) (Boston, 1958), 9 1ü. Cemalin tehdidi S diğer Taşnak lideriyle bir­
likte paşayla Prinkipo adasında (Buyükada) akşam yemeğinden sonra özol bir gö
rüşme gerçekleştiren OsmanlI Parlamenlosu’nun bir diğer Ermeni mebusunca da
doğrulanmıştı. Cemal o toplantıda da tehdidini tekrarlamıştı. V. Papazian, £em
Housherııs (Batııalarımi cilt 2 (Beyrut, 1952). s. 191-92. İttihadçı ve Tasnak lider­
ler arasındaki bu toplantılar dizisinin Tüıkieı taralından yapılan değerlendi) ilmesi
içir», bkz, Bayur. Türk [rı. 3). cilt 2, Kısım 3 (Arskara. 1983), 71-2.Alıntıosırada İklisat Vekili Cavidin hatıralarını tefrika eden Türkçe yayınlanan Cumhuriyet gaze­
tesinin 2 Kasım 1946 tarihli sayısından yapılmıştır.
24 C. Paşa. Hatıralar (n. 23], 438.
310
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R T Ü S Ü ALTIN D A SOYKIRIM IN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
“hangi temelde olursa olsun tamamen ortadan kaldırılması” olduğu­
nu kabul ediyordu.25 Türk Adliye Nezareti müsteşarının söylediği:
"Devletimizde Ermenilere ve Türkler© birlikte yer yok. (Savaşın orta­
ya çıkardığı] bu fırsattan (Ermenileri] tümüyle ortadan kaldırmak için
istifade ötmemek sorumsuzluk ve düşüncesizlik olurdu."26
Bir ölçüde tedbiri elden bırakmamakta birlikte, tüm bu ifade, icldia ve atıflar, İstanbul’da ölümünden sonra Talât’ın adına yayına
hazırlanıp yayınlanan bir dizi hatırada doğrulanmıştır, ittihadçı şef,
bu hatıralarda Enver’in Almanya'nın başını çektiği Merkez G üçler’in
safında savaşa katılma planını desteklemesinin nedenini açıklıyor­
du: Enver’in öne sürdüğü iç düşman olarak damgaladıkları gayriMüslimlerin görünürdeki sadakatsizliğinden kaynaklanan tehdit yü­
zünden bıçağtn kemiğe dayandığı görüşüne o da katlıyordu. Onların
icabına bakılmalıydı. Elbette, başlıca hedef Errnenilerdi. Devamla,
Talât bu tehdidin ortadan kaldırılmasını kolaylaştırmak için. Meclisi
Umumiyi askıya almaya karar verdiklerini, ancak bundan sonra teh­
cir kararnamesini yürürlüğe koyduklarını söyler.27 Talât’ın kendisinin
Alman Sefiri VVangenheim’a açıkça belirttiği gibi, ittihadçı lar “ Ermeni’den kurtuluyordu” çünkü “ bağrımızdaki iç düşmanın varlığına” son
vermek gerekiyordu.2*
25 A.A. Botschatt Konsıantınopel. 170, dosya 52: J. lepsius, Deutschland (n. 19].
122.
26 J. Leosius. Der Todesğang desArmenischen Vulkes (Potsdam. 1930). 230.
27 Kulay. Talât Paşanın n. [14], 522-23,906-09.
28 A.A. Türkei 183/38. A2399I
311
13
U luslararası Hukukun P otasında
Yasal Yüküm lülükler
Antlaşmaların Feshi
O
smanlı hükümetinin, diplomatik krizler ve bunlara eşlik eden Er­
meni kıyımlarında ivme kazanmış olan Ermeni reformları konu­
sundaki uzlaşmazlığı. Türkiye’nin bilinçli olarak Çarlık Rusya'sına
karşı başlattığı tek taraflı provokatif çatışmayla dâhil olduğu I. Dünya
Savaşı Yun seyri içinde bir şiddet sarmalına girdi. Osmanlı hükümeti,
savaşı yabancı müdahalelerin tüm zeminlerini kesinlikle ortadan
kaldırmanın bir yolu olarak görmüştü. Savaş zamanında. Paris ve
Berlin Antlaşmaları ile 1914 Anlaşması Yıın derhal ilk önlem olarak
feshedilmesi yolundaki girişimler bu niyeti doğrularken, Ermenileri
son umut kırıntılarından da yoksun bırakmıştı. 8 Şubat 1914 Anlaş­
ması, 3/16 Aralık 1914 tarihli İmparatorluk Fermanı’yla feshedilmişti.’
1
C. Jâschke. “Daa Osmaniseho Rcich vom Betlmeı Kongrese bis zu seimen Endo
(1878-1920123).” 6 Handbuch der Europâhchen Gesc'nich'e. s. 545-56. (1S68): n.
36. Ayrıca, bkz. Y. Bayur, Türk İnkılâbı Tarifti, Cıll III, 3 Kısım 3 s. 12 (Ankara,
1957); Ingiltere Sefiri Maüer'in Gıey'e gönderdiği 23 Eylül 1914 tarihli rapor, FO
371/226/56207'dedir.
313
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Bu fesih, reformları yürütmekle görevli olan iki müfettişin, Hollanda
Doğu Hint Adaları Genel Vali Yardımcısı, HollandalI L.C. VVestenenk
ile Norveçli, Norveç Savaş Bakanlığı Müsteşarı ve Norveç ordusun­
da daha sonra Yarbaylığa yükselen Binbaşı Nicolai Hoff’in sözleş­
melerinin feshedilmesiyle örtüşmüştü. Ne var ki, İngiliz tarihçi Arnold
Toynöee’nin işaret ettiği gibi, bu iki Müfettiş’in görev yapmaları, an­
laşmayı sulandırıp, feshetmek için uygun bir fırsat kollayan Türk yet­
kililer tarafından zaten kasten engelleniyordu:
Müfettişlerin görev sözleşmesine sokulan bir madde, hükümete İstediği
an, bir ytlfık maaş tutarında bir ihbar tazminatı ödeyerek, iş akitlorini fes­
hetme yetkisi veriyordu; bu mevcut anlaşmayla planlanan on yıllık görev
süresi şartının düpedüz ihlaliydi, ayrıca değiştirilmemesi gereken ve
ayrıca en geniş yetkilerini kullanabilecekleri Müfettişlerin himayesi
altındaki “üst düzey yetkililer" listesi, sürekli şişirile şişinle pratikte işletile­
mez hale getirilmişti. Talihsiz adaylar, kuşa çevrilmiş olan yetkilerini uygu­
lama maskaralığından bile yoksun bırakılmıştı. Avrupa'da savaş baş­
ladığında, zaten görev yapacakları taşra vilayetlerine yeni ulaşmışlar ve
Hükümet savaşa girdikten sonra ilk önlem olarak bu sözleşmeleri hemen
feshetmiş ve Reform Planlarını askıya almıştı. Bu yüzden. 1914 yılı sona
ererken, Ermenilor kendilerini 1883’tekiyle aynı durumda bulmuşlardı.
Onların güveni ği için düşünülmüş olan önlemlerden geriye hiçbir şey kal
mazken, kaderlerini hâlâ Öfkeli olan Hûkumet'ın insafına terk etmişlerdi.2
16 M ayıs 1914 tarihli raporunda, Avusturya Sefiri Pallavicini, Viyana’ya “G üçle rin üzerinde anlaşm aya vardığı yetkilerin birçoğu­
nun sözleşm eye dâhil edilmediğini" bildirirken, 25 Mayıs 1914 ta­
rihli raporunda, iki M üfettiş’e Avrupalı Genel-Müfettişier gibi değil
de Türk hükümetinin otoritesi altında çalışan alt düzey memurlar gibi
2
J. (Vizkont) Bryce, The Trealmant OfAımenians İn The Ottoman Emplıe 1915-16
Derleyen. A. Toynbee, Miscellaneous 31. Devtet Basımevi (Londra, 1916;. s. 635
36. (Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermentere Yönelik Muamele 1915-1916, Pence­
re Yayınları, 2006).
314
BJRINCI DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
davranıldığından şikâyet etm işti.3 VVestenenk, günlüğünde Talât’ın
kendisini ve Hoff’u “sadece bizim görevlilerimiz’’ olarak nitelendirdi­
ğini aktarırken, Hofi’un kendisi de Türk yöneticilerin ciddiyeti konu­
sundaki kuşkusunu defalarca ifade etmişti.4 Dâhiliye Nazırı vo Fırka
lideri Talât'ın Ermeniler için çok vahim sonuçlar doğuran iki ataması,
bu açıdan aydınlatıcıdır. Hoff'un yanında temsilci olarak görevlendi­
rilen kişiler, Diyarbakır Mebusu Feyzi ve Talât ın da kayınbiraderi
olan Bitlis Valisi Mustafa Abdülhalik'ti. Diyarbakır ve Bitlis'in de dâhil
olduğu Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda yaşayan yoğun Erme­
ni nüfusun yok edilmesinde ikisi de önemli roller üstlenecekti. Son­
radan Halep Valiliğime atanan Abdülhalik, 1915-16’da Türkiye’nin iç­
lerinden Mezopotamya çöllerine sürülen Ermeni ahalinin korkunç
koşullar altında yaptıkları ölüm yürüyüşünde sağ kalanların ayrıca
tasfiye edilmesini de yönetmişti.5
İki A v ru p a lI Genel Müfettiş ile sözleşme imzalanmasını gerekti­
ren 8 Şubat tarihli Reform Anlaşmasının, Dâhiliye Nazırı Talât ta­
rafından tepeden yapılan bir müdahale ile çiğnenmesi, 22 Haziran
1914’de Boghos N ubar’ın Alman Dışişleri Bakan Yardımcısı Zimm erm an’a yazdığı bir protesto mektubuyla kınanmıştı. Burada,
1912'de Rusya Ermenistan'ındaki tüm Ermenilerin Katolikosu ola­
rak atanmış olan Nubar, öne çıkan Ermeni Reformları problemini
Avrupa’da canlandırıp tanıtmak için. Reform Yasası’nın şartlarının
Genel Müfettiş İle yapılan sözleşmenin maddeleriyle büyük ölçüde
ihlal edildiğine işaret etmişti. Bir uluslararası anlaşma olarak, ya­
sanın bir iç sözleşme üzerinde önceliği olduğundan, Türk hüküme­
tinin yasayı kendine göre değiştirmesinin hiçbir hukuki temeli yoktu.
3
Avusturya Dışişleri Arşivi Politika Dairesi. 12 Türkei, Karton 463
4
SKz, Van del Dussen, "The VVesleneıA File,' 33 ArmenianReview, 4 6 , 57,69, 72.
5
A A . Türkei 183/38, A24SS8, 20 Ağustos 1915 tarihli raporun Ek VI Sı; Zhamanag
(İstanbul) 6/19 Temmuz 1914, aynı zamanda. Ermeni soykırımındaki suçorlakiğı,
V Dadrian. 77>e htaim-Andonian Documcnts on the VVorid War I Destnıction ot the
Osmaniı Armenians- The Anatomy o f a Genocide. International Journal O l Midele East Stııches. 18, 3 (1986) 342, 330-38’da anlatılan diğerini, yani, Abdülhalik’in
atanmasını da belirtiyor.
315
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Nıtbar, temelde AvrupalI müfettişlerin uluslararası statüsünün kas­
ten salt Osmanlı ınemuılarınınkine indirgenmesiyle, bu Yasada ön­
görülen 10 yıllık görev süresi gibi, Reform Yasasının yürütülmesin­
deki kontrol yetkilerini de --yitireceklerine itiraz ediyordu. O Zimmerman'ı. Türklerin bu ihlalleri sürdürmesine izin verildiği takdirde, re­
formların bir kez daha tarihe gömüleceği konusunda da uyarıyordu6
Protesto boşa kürek çekmekten başka bir şey değildi. I. Dünya
Savaşı Yun başlamasından çok önce, Talât Ermeni liderlerin zaman
harcadıklannı ve Türkiye'nin hiçbir şarl altında, AvrupalIlara y a d a bu
konuya müdahale etmek isteyen herhangi bir dış güce vilayetlerinin
iradesini kontrol etme yetkisi vermeyeceğini bildirmişti. Osmanlı Par­
lamentosundaki bir Ermeni mebusa “reformları hayata geçirme süre­
cinde raydan çıkarmanın bin bir çeşit yolu olduğunu anlamıyor m u­
sunuz?” demişti.7 Talât'ın biyografisini yazan Türk yazar, bütün planı
ortadan kaldırmak için zaman harcadığını açıkça belirten İttihatçı
fırka liderinin bu engelleyici tutumunu onaylıyor.8 O sırada Dâhiliye
Nazırı olan Talât, Konstantinopol'deki Alman sefaretinde tercüman
ve Ermeni masası şefi Dr. Mordtman a. “C ’e s tle seui m oment pıopice ."(Fırsat bu fırsat) diyerek, bu sözleşme iptalini doğrulamıştı.’
Berlin'e gönderdiği 2 Şubat 1915 tarihli bir raporda, Alman Sefir
Wangenheim iki genel müfettiş ile imzalanan sözleşmenin 5. Mad­
desine uygun olarak, Türk hükümetinin bu kişilerin sözleşmesini ip­
tal etm e hakkına sahip olduğunu belirtmişti.10
6
A A Botschaft Konstantinopel, Cill 168, A12314.
7
V. Papazlan Eem hoosherus (Hatıralarım), Cilt 2, 235-36 (Beyrut. 19521. Taşrtak
partisi taralından Ermenilere korş, işlenen suçların ‘öcünü almak” için, önemli 1aillere suikast yapmak görevlendirilen bir Ermeni siyasi eylemci, anılarında hapis­
hanede casusluk amacıyla bulunan ve gerçek kimliğini açıklayan bu T ü k aıanla
karşılaştığını öne sürer. Haşan Burhaneddin adic ajan, söylendiğine göre. Ftomanyada k i Vlüfeltiş'ten birini öldürmekle görevlendirildiğini itiraf etmeye zorlanmıştı.
K Merdjanol, Eem Gudagu (Tanıklığım), 28-0 (Beyrut, 1972).
8
9
T. Çavdar, Talât Paşa (Ankara, 1984), s.. 308-11.
A, A. Türcei 183/46, AS043
10 A.g.e. 183/46. A5043.
316
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Bir Türk tarihçiye göre, sözleşm e 25 Mayıs 1914’de imzalanmış
ve pek alışılmadık bir biçimde 400 Türk altın lirası aylık maaş artı
barınmak için ek ödenekler öngörm üştü.'1
“ Elverişli” sözcüğünün kullanılması önemli, çûnkıı bir planın uygu­
lanması için uygun bir fırsatın kollanmasını düşündüren bir zihniyeti
ortaya koyuyor. Böyle bir planın varlığını anlatırken, Osmanlı Parla­
mentosunun bir diğer Ermeni mebusu, anılarında Talât’ın Reform Ya­
sası na ve bunun gerekli kaldığı her şeye şiddetli bir tepki gösterdiği­
ni aktarır. Talât'ın şu sözlerine gönderme yapar: “Ermeniler, reform­
ların hayata geçirilmesinin bize bağlı olduğunu anlamıyorlar mı; Mü­
fettişlerin tavsiyelerine uymayacağız... Ermeniler yeni bir Bulgaristan
yaratmaya çalışıyor. Derslerini almışa benzemiyorlar; bizim karşı
çıktığımız tüm girişimler başarısız kalmaya mahkûm. Ermeniler, bek­
leyip görsünler, elbette fırsat ayağımıza kadar gelecek. Türkiye sade­
ce Türklerindir.”12 Bu “Türkiye Türklerındir” parolası, diğer İttihatçı li­
derlerin de Ermenilere karşı kampanyalarını dayandırdıkları standart
gerekçeydi. Talât’ın yakın dostlarından Dr. Nazım’ın şu sözleri söyle­
diği de bildirilmiştir: “Osmanlı Devleti salt Türk olmalı. Yabancı unsur­
ların mevcudiyeti, AvrupalIların müdahalesi için bahanedir. Onlar (ya­
bancı unsurlar) zorla Türkleştirilmelı.’’13 Bu duruş, savaş sırasında
“insani müdahale” ilkesinin uygulanmasından kaynaklanan uluslara­
rası antlaşmaların feshedilm esi yönündeki genel bir kararlılığı
yansıtıyordu. 5 Eylül 1916 da, Osmanlı Hariciye Nazırı Halil, Alman
Sefiri VVolff Metlernich’e “Osmanlı Hükümetinin 1856 Paris Antlaş­
ması, 1871 Londra deklarasyonu ve 1878 Bertin Antlaşması’nı iptal
etm eye karar verdiğini” bildirdi.'4 Halil'in açıkladığına göre, 'bu üç
11 İsmail Danışmenci, İzanlı Osmanlı Tarih Kronolojisi2. baskı, 409 (İstanbul, 1961).
12 "Ketjlıam Der Garadedianee Vogsyutounu" (Kegham Der Gorabedyan’ın
Tanıklığı) G. Sassounı, Badmoutiun Daronee Achkaree (Daron Tarihi), s 638-39
içinde (Beyrut, 1957).
13 Rene Pinon, La Liquidal'on de L'Empire Oltoman, Revue Das Deux Monries 53
(Eylül 1919): 131.
14 U. Trumpener, Germany And The Oltoman Empirc, (Princeton, M. J , 1968) 13439. Frank V/eoer. Eagles On The Crescenl, (Ithaca, UY.. 1970), 201. n. I05.
317
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
uluslararası antlaşma, Osmanlı Devletine BabIâli'nin kurtulmak iste­
diği 'politik zincirler’! dayatmıştır.”15 Aynı gün, Halil bu konuda Al­
manların desteğini almak için Berlin’e gitti. 5 Eylül 1916 tarihli rapo­
runda hükümetini bu adımdan haberdar eden Alman Sefiri Metternich, Berlin Antlaşm ası’nın Türkiye'nin "Ermenistan’daki yükümlülükleri’Vıi içeren 61. Maddesine ve Halil’in bu girişimi 'savaşın etkisi”
[Kriegszustand) temelinde doğruladığına dikkat çekti,15
Bu iptal eylemleri teknik olarak savaşın etkisine bağlanabilir; zi­
ra Devletler Genel Hukuku savaş sırasında antlaşmaların korun­
ması ya da fesh edilmesi konusunda hiçbir tek tip kural getirmiyor­
du.17 Ne var ki, savaş öncesi on yıllarda Osmanlı Türkiye'sinin ant­
laşma maddelerini sürekli olarak ihlal etmesi çerçevesinde, bu fe­
sihler çok büyük bir önem kazanır. Antlaşma fesihlerinin tam metni­
nin Almancası bulunmaktadır. Ermerıilere yönelik savaş öncesinde
değişik zamanlarda gerçekleştirilen katliamlar sırasında, bu antlaş­
m alar yürürlükteydi, ama yürütülm üyorlardı. Avrupalı G üçler
kızgınlık ifadelerini herhangi bir şekilde yaptırımların başlatılmasına
tercih ettiler, ilgili anılaşmaların ihlaller karşısında kendiliğinden yü ­
rütülebilecek hükümlerden yoksun oldukları söylenebilirse de Güçler'in eylemsiz kalm asının yasal detaylara hassasiyetten çok,
karşılıklı kuşku ve rekabetten kaynaklandığı b e llid ir16 Anlaşma fe­
sihlerinin fam metninin Almancası bulunmaktadır.16 Halil, Paris ve
Berlin Anılaşmalarından çekilmesini aşağıdaki temel argümanlara
dayandırmaktadır:
16 A.g.e., Trurnpener.
16 A. A. rüıKeı 183/44, A2406».
17 L. Oppenheim, International Law, Cilt 2, paragraf 99. (Lauterpacht ed , 7. baskı,
Londra, 1952).
18 Bkz.. 7. Bölüm’de Antlaşmaların Yerine Gelirilmeyen Yükümlülükleri kesimi.
19 Kraelitz-Greifenhorst. ‘Dre Ungıiltigketeerklârung des Par.ser und Berliner Vertrages durch die Osmanisohe Regierung, ” Osterreıchısche Monatsschritt tür den OtiSnt. 43 s. (1917) 56-60. Halil'in açklamasımn İngilizce meini için. 6kz., Current
History, NY Times’ın aylık yayını 5, (Şubat 1917): 622-24.
318
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTIN D A SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
(1)
Paris Antlaşm asıVım T ü ık i/e ’nin iç işlerine m üdahaleyi öngören hü ­
küm leri, B erlin A ntlaşm ası’nın bazı hüküm leriyle ihlal edilm iştir. (2) O s­
manlI Im paratorluğünun titizlikle uyduğu iki antlaşm a, İtalya, İngiltere,
Fransa ve Rusya tarafından sürekli ihlal edilm iştir. (3) Fransa, T ü rkiye’yi
uluslararası yasalara aykırı bir hiçim de Lübnan’a sınırlı özerklik verm e­
ye zorlam ıştır. Ayrıca, özerktik m addeleri hiçbir uluslararası antlaşm a ya
da anlaşm anın hükmü olm ayıp, daha çok iç idari düzenlem elerdir. Bu
nedenle, yürürlülükten kaldırılıp, iptal edilebilirler. (4) Rusya, Balkan vi­
layetlerim izde ajitasyon, T ü rkiye’ye karşı saldırgan bir savaş, Türkiye’nin
iç işlerine bir dizi m üdahalo ve K aradeniz’in Batum liman kentinin statü­
sünü yasadışı bir şekilde ortadan kaldırm a gibi eylem leriyle, P a rs A nt­
laşması ’nı açıkça ihlal etmiştir, (5) M evcut koşullar durum u değiştirm iş­
tir; zira Türkiyo artık G üçle r’in vesayeli altında değildir ve tam bağım sız
bir devlet olarak, böyle bir devlete verilm iş olan tüm hak ve ayrıcalıklara
dayanarak hareket edebilir. (6) Bu yeni durum, iki antlaşm anın var olma
hakkını kaybettiği sonucunu doğrulam ıştır
O sırada İstanbul’daki Alman Sefiri Kiihlm ann’ın, Ermeni reform
hareketleri ve arkasından gelecek olan soykırıma gerekçe yaratan
bir olgu olarak Türkiye’ye dayatılan bu ‘'zincirler," özellikle de 8 Şubat
1914 Reform Anlaşması arasındaki ilişkiye işaret ettiğinin belirtilme­
si önemli. Dışişleri Bakanı olmadan altı ay önce. Türk-Ermeni
çatışmasının tarihini özetleyen 16 Şubat 1917 tarihli raporunda,
Kühlmann, “büyük ölçüde gerçekleştirilen ve bir imha politikasından
kaynaklanmış olan Ermeniierin yok edilmesinin izlerini, özellikle de
1912 Balkan savaşı sırasındaki Ermeni reform girişimlerinde” bulu­
yordu.” Talât, hatıralarında, Ermeniierin tam bu sırada reform soru­
nunu ısıtma girişimlerinin, kendisi ve yakın dostları dâhil, birçok
Türk’ün canını sıktığını doğrular21 Ermeniler de ufukta beliren tehli­
keden habersiz değildi; 1913’ten İttifak Güçleri nin kampına katıla­
rak, Türkiye’nin tek taraflı olarak savaşa girdiği 1914 sonbaharına
kadar geçen süre, onlar için kâbus gibi yaşanan endişe dönemiydi.
20 A. A. TürLei 183/46, A5919.
21 Talât Paşanın Hatıraları. E. Bolayir. eü„ (İstanbul. 1946), s. 51 ve 50-55.
319
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Bu açıdan, reform sorununun ısıtılmasına cevap olarak Türklerin m i­
silleme tehditleri özellikle yoğunlaşmıştı.22 Ermeni basını ve Ermeni
Patriği’ne gönderilen tehdit mektupları, özel önem taşıyordu. 12
Kasım 1913'teki bir mesajda, Patrik’e şöyle hitap edilmişti: "Siz Er­
meniler . . asla nerede yaşadığınızı unutmayınız . . . Sizi gidi m e­
lunlar sizi, muhterem hükümetimizin başına ne dertler açtınız . . .ve
yabancıların saldırısına (tecavüzaf) sebebiyet verdiniz. . . Jön Türk­
lerin artık uyandığını bilmelisiniz . . . Türk g e n ç liğ i. . . kendisine dü­
şen vazifeyi yerine getirmekte gecikmeyecektir.” İmza: Müslüman
Jön Türkler Dört gün sonra, aşağıdaki satırların da yer aldığı çok da­
ha korkunç tehditler savuran bir mektup daha gönderildi: “Türk kılıcı
bugüne kadar milyonlarca gâvuru kesmiştir; bundan sonra, milyonlarcasını daha kesme niyetinden vazgeçmiş değildir. Bilin ki. Türkler
bizim için verem mikrobuna dönüşen Ermeni gâvurlarına boyun eğ­
dirmeye ve kendilerini kurtarmaya ant içmiştir.”25 Türk gizli polisine
çalışan bir Ermeni ajan, Mütareke döneminde kendi yayınladığı bir
dizi makalede, Dr. Nazım ’ın projesi olan bu mektupları, dönemin İs­
tanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Azm i’nin hazırlayıp gönderdiğini
ima ediyordu. I. Dünya Savaşı'nda soykırımın İstanbul ayağının
hazırlanıp başlatılmasında önemli roller üstlenen tecrübeli bir gizli
operasyon uzmanı olan Azmi, savaştan sonra, 1-2 Kasım 1918’de
diğer altı ittihadçı liderle birlikte Almanya’ya kaçacaktı.24 Bir Ermeni
tarihçi, Aralık 1913’de çok sayıda İngiliz liderin İngiliz hükümetini
Türkiye’nin G üçlerin kendisine Reform Yasası’nı dayatması halinde,
Osmanlı Ermeni ahalisini toplu olarak imha etme eğiliminde olduğu
konusunda uyarıda bulunmuştu. Bu anlatıma göre. Parlamento üye­
si Aneurin VVilliams. 18 Eylül 1914'de İngiliz Dışişleri Bakanı G rey’e
Türkiye'de “büyük bir katliam korkusu’ yaşandığını bildirmişti.25
22 Mectıerouüene (Paris, itilafın aylık organı iMeşrvfıyef],) 6,50 (Ocak 1914): 44-45,
23 Haigaz K. Kazarian, How Turkoy Prepared the Ground lor Massacre (Türkiye Kat­
liam Zeminini Nasıl Hazırladı?) Armenian Revievv 18. 4 (Kış 1965ı: 31-2
24 H. Mugurcütchian, Kaghdnikneroun Gudzigu, (Sır Yumağı) Hairenik. Kısım noları
t ve 2, ?8 Ekim /10 Kasım ve 30 Ekim/12 Kasım 1918 tarihli sayılar.
25 A Nassıöıan, Brttain AnaTfte Armenian Ouestion 1915->923{Londra, 1984),30-31.
320
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Müttefiklerin “İnsanlığa Karşı Suçlar”
İlkesini Ortaya Koyması
Soykırımın ilk aşamasında. Müttefikler (Büyük Britanya, Fransa
ve Rusya) 24 Mayıs 1915'te yayınladıkları orlak deklarasyonla, kat­
liamlarda “Osmaniı yetkililerinin müsamaha ve çoğu kez yardımcı
olmasını’’ kınamışlardı. Deklarasyon, “Türkiye'nin insanlık ve uy­
garlığa karşı bu yeni suçları ışığında.” "Müttefik hükümetler açıkça ..
Osmaniı hükümetinin tüm üyelerini ve bu tür katliamlara karışan bü­
tün temsilcilerini şahsen sorumlu tutacağını ilan eder1’ diye devam
ediyordu.26
Bu deklarasyonun bazı önemli özellikleri vardı. (1) Savaştan son­
ra bu suçları işleyenleri yargılamak için açık ve ortak bir taahhütte
bulunmuştu. (2) Osmaniı otoritelerinin “müsamaha ve çoğu kez
yardımcı olmasını" bir suç ortaklığı olarak görüyordu. (3) “Türkiye’nin
suçları” kelimelerine “yeni” sıfatı eklemekle, Türkiye'nin geçmiş kat­
liamlarla dolu sicilini içeren mirasını kabul ediyordu. (4) “İnsanlığa
karşı suçlar” terimini getirmekle, devletler genel hukukunu yeni bir
çerçeve içine sokuyordu. (5) Bu kavram, daha sonra N ürnbergde
üst düzey Nazi liderliğinin, doğmakta olan devletler genel hukukuna
dayanarak yargılanmasında yasal bir ölçüt olarak hizmet edecekti.
Sonuç olarak. Soykırımın Önlenmesi Ve Cezalandırılmasına İlişkin
Sözleşme’nin girişinin özünü oluşlurarak. Birleşmiş Milletler ta­
rafından bütünüyle benimsenmiştir (9 Aralık 1948).
26 Gugrre 191 4-1918, Turguıe, 887. Atmense. 1, (26 Mayıs 1915), FO 371/2488/51010
(28 Mayıs 1915); A. A. Türkei 183/37, A17667; Amerika Birieşik Devletleri'nin Dış
İlişkileri. 1915 Ek., 981 (1928); ABD: Ulusal Arşivi, Kayıt Grubu 59, 867. 4016/67
Mayıs 28) Bkz., ayrıca, BM Savaş Komisyonu HuKuK Görevlisi PolonyalI hukukçu
Litavvski’nin raporu: Hisioıy Ol The United Uaticns War Crimes Corvmissiûn And
The Deveiopment Ot The Laws Ot War (Birleşmiş Milletler Savaş Suçlan Kcrtnisyonu'nun Tarihi Ve Savaş Yasalarının Gelişimi) (Londra, 1948). Ayrı bir rapor daha
yayınladı; BM Bel. E/ CN. 4AIV. 20/Corr 1, no. 3 (1948). (E. SchvveSı, Crımes Againsl Humanily [insanlığa Karşı Suçlar). Brilish Yerabook of International Law (1946)
181 dahil, hu çalışmalarda yer alan 28 Mayıs 1915 larhimn doğrusu 24 Mayıs
1915Hr,
321
14
Soykırımın Gerçekleştirilmesi
îr ulusal azınlık olarak Ermenilerin haince eylemlerini,
ayrılıkçılığını ve diğer çeşitli eylemlerini bahane eden Osmanlı
otoriteleri, ulusal güvenlik nedenleriyle, imparatorluğun doğu ve gü­
neydoğu vilayetlerinde Ermeni ahalinin bütünüyle tehcir edilmesini
emrettiler. 8u eylem, savaş örtüsü altında Anadolu'yu Ermeni ahali­
den temizlemek için, ittfoad ve Terakki Cemiyeti’nin Merkezi Umumi­
si ile suç ortaklığı yapan askeri otoritelerin ortak girişimlerinden kay­
naklandı. Bu girişim, fırkanın en yüksek organları, ordu. Dâhiliye
Nazırlığı, ulusal güvenlik otoritelerinin içinde yer aldığı, uzun uzadıya
düşünülmüş bilinçli bir sûrece bağlıydı. Çok gizli tutulan önemli bir
konferansta, soykırım planının gerçekleştirilmesinden sorumlu gö­
revliler ve Dâhiliye Nazırfığı’nda bunları denetleyen fırka temsilcileri­
nin yararlanacağı genel ilkeler somut bir plana bağlandı. Konferansa
Türkiye'deki karar alma mekanizması ve iktidarı elinde bulunduran
üst düzey beş lider katılmıştı: yani, Talât, iki hekim-siyasetçi Şakir ve
Nazım, ulusal güvenlik şefi Canbolat ve Osmanlı Erkânı Harbiye-i
Umumiye’de II. Şube (İstihbarat) Müdürü Miralay Seyfi.1 Sonradan,
B
1
Vahakn N. Dadrtan. "The Secret Young-Tuık Ittihadist Conference and Decision for World War 1 Genocide oi Armenians" Holocast and Genocide Studies 7. 2
323
E R M E N İ S O Y K IR IM I T A R İH İ
plan Bursa, Eskişehir, Konya ve Osmaniı başkenti İstanbul gibi çok
uzak şehirler dâhil, imparatorluğun Ermeni ahalisinin hemen hemen
tümünü içine alacak ölçüde genişletildi.2
t
{S on bah ar 1993). S avaş 2am anı S m y m a d a (İzm ir) yayınlanan ve bilgi sahibi A l­
m anlarla ilışkidek1Deutschor Vcrcin’in bir Erm eni üyesi, üst düzey 75 İttihadçıntn
Harbiye Nazırı E nver'in girişim iyle ‘‘çok acil bir konu”yu tartışm ak için toplandıkları
söylenen tarihin 26 Ş ubat 1915 olduğunu söyler. Bu kaynağı göre, soykırım ptanı
o gizli top lantıd a nihai şeklini aldı. Katılım cıların * vakti gefmişUY' diyerek a n ­
laştıkları söylenm iştir. “ Haı A ghedeer. U sguspnabadjaaT {Erm eni Felaketi nin İlk
Adım ları) Tashink {İzm ir’de yayınlanan E rm enice günlük gazete) 30 O cak 1919.
Bu tarih. Dr. B. Ş akir’in Erzurum 'dan İsta nbul’a dönüşün zam anlam asın veren iyi
haber alan Türk kaynaklarının verdiyi tarihle az ç o k uyuşuyor. İttihadçı E rzurum
M üfettişi ve Türkiye’nin doğu vilayetlerinde soykırım organizasyonunda Ş a k irln
yardım cısı olan Filibeli Hilm i'ye göre, bu gezinin am acı 'ttıhad’ın Ü st Y önetim ini
kendi yarattığı ve bizzat kom uta ettiği D oğu Teşkilâtı M ah3usa'ya tam bir özerklik,
yani serbest hareket etm e yetkisi vererek olanlarını gerçekleşlirm eye ikna e tm e k­
ti. Bu r.oklada, Ş akir’in ana planı E rm enileri “Türk ordusunun g e ıi hatlarını tehdit
eden... iç d ü ş m a n 'o ld u k la rı gerekçesiyle ezm ekti. A. M il. *Umuroi Harpte Teşkilâtı
M ahsusa,” Sayı no. 1 0 0 . Vakit 12 Şuoat 1934. İstanbul'a harekeli sayı no. 98'de
(96 yerine yanlışlıkla y a n lı) an la llı yordu, 8 Şubat 1934. General Ali İh3an Sabis,
Harp Hatıralarım, 2. Cilt (A nkara. 1951). s. 192*de, 28 Şubat/13 Mar, 1 9 1 5 in Şakir’in İstanbul'a konferansa gittiği tarih olduğunu belirtir.
2
Alm an Sefareti M aslahatgüzarı von N eurath 12 Kasım 1915*de B eriinF şu bügiyi
ie tti: “ G üvenilir bir kaynağa güre, T ürk Hüküm eti bütün güvencelerine karşın, İs­
tanbul Erm enilerini de tah liye etm eye karar verdi.” A.A. Türkoi, 183/40. A83705, 7
Aralık 1915’te A lm an S efiri M etternich Bertm e d ö rt bin ErmenTnin son zam anlar­
da İsta nbul’dan tahliye odildiğir.i, Osm aniı başşehrinden tehcir edilenlerin toplam
sayısının o ana dek otuz bini Dolduğunu ve “ adım adım yapılacak bir tem izlik ope­
rasyonuyla” Osm aniı başşehrinde kalan '80,000 E ım eııi sakinkı" de çıkarılacağını
bildirdi. A.A. Türkei. 183/40. A3B184. İstanbul Ermenilerinin bu tehcir edilm e
olayıyla ilgili ek o ir doğrulam am a için, bkz.. S. Zurfınden, Der Wettkrieg, Cilt 2 (Z ü­
rich, 1918), s. 705. Ayrıca, bkz., A. Toynbee Armenian Atrocrlies: The Murder of
a Nation (Londra, t 9 l5 ) , 7 7 -7 8 ; Sefir M orgenthau. 4 Ekim 1915, şifre N o. 1121.
ABD U tusal A rşivi. R.G. 59, 867,4016/159, A. Refik, iki Komite İki Kıtal (İstanbul,
1919), 2 3 -2 4 . Bu Türk istihbarat subayı “ savaş bölgelerinden çok uzak” bu şehir­
lerde kurbanların "zalim ce” öldürülm esiyle ilgili kendi gözlem lenni nakleder. “ Hat­
ta İstanbul'un bü tü n E rm eni ahalisinin bilo çıkarılm ak üzere listesinin yapıldığını
324
B lA İ N r İ O LJN Y A S A V A Ş I Ö R T Ü S Ü A L T IN D A S O Y K IR IM IN 8 A $ L A T lL lR T A M A M L A N M A S I
duydum ” a . g . e 3 . 40. B ir Avusturya raporunda, uyg un bir anda O sm anlı ba şşeh­
rindeki çok sayıda alt-sınıl E rm e ni’n in ku şa t1İması ve üst sosyal taoakadan Ermenilerin tutUKlanarak. Çıkarılmaları vurgulanıyordu. Avusturya Dtşişfûribakanbğt A r­
şivi. XL Interna. K onfıdentenberichte 19 14-1 918 . No. 272. Forderung z u rT ü rk isıerung des ftetches. S ituationsbericht No. 312. K onstantinopel, 27 A ğustos 1915.
Ayrıca, bkz., İstanbul'da görevli Alm an m uhabirlerinin ve Am erikalı bir diplo m atın
görgü tanıklıklarına dayalı aşağıdaki çalışm alar. "Ç ok gizli" bir raporda, büyük A l­
man gazetelerinden Koinişche Z citunğo n muhabiri, başşehrin Erm eni ahalisinin
adıın adım tasfiye e d im e işlem leri sırasında önce taşralılar ve bekârlar, sonra ai­
leleriyle birlikte evliler üzerinde yoğunlaşt ktarını anlatır. Hüküm etin sadece şada
kalsizlikterinden şüphelenilenlerin tutuklandığı iddialarını alaya alan m uhabir,
"Evim deki iki hizm etçi gibi en zararsız kişilerin ç o k sistem li bir biçim de teh cir e d il­
mekte olduklarım ” ön© sürer. "Bu kişiler gözaltına alındıktan sonra, ortadan ka y­
boldular... Tutuklam aların kesinlikle rasgele yapıldığına d a ir sağlam Kaynaklara
dayanan bilgilerim var. İşlem lerde tedbiri elde n bırakm am alarının asıl nedeni se ­
firlerin varlığı; taşradaki önlem ler tam am lanınca, o zam an sıra başşehre de g e le ­
cek. Türk dostu A lınanlar arasındaki g e nel izlenim im böyle.” A. A. Türkei 183/38,
A30432. Adı geçen muhabir, 5 v e f i Eylül tarihli raporları birlikte 22 s a /fa tutan
Ernst von N ahm er di. A lıntılar s. 3-4 d e ndir Bu kişinin Potsclarn D eufsc/ıes Zen-
tfalarchiv'de Nachlass {Evrakı) bulunm aktadır. Bir başka m uhabir, “ polis teşki­
latıyla iyi ilişkileri olan ve bu tehcirlerin sistem ini bilen güvenilir Türk kaynak­
larından aldığım bilgiye göre — günlük olarak şehrin bolirli bir m ahallesinden ta h ­
liye edilecek —"g ü n d e lik kolalara dayanan Islan bufd akf kitlesel tutuklam aların en
ince ayrıntılarını verir. H. Stürm er. Tvvo Years in Constentinople, çeviri E. AHen.
(N ew York, 1917), 51. 5 3 -5 5 , 6 2 -6 3 ; A lm anca aslı Zwei Kriegsjahre in Konstani-
nopie (Lozan, 1917), 4 * , 4B -4 9, 54-55'de. Aynı şekilde bir Fransız nüfusbilim ci İs­
tanbul’un Erm eni ahalisinin sokaklarda “tutuklam a ve infazlara” m aruz kaldığını
belirtir. Daniel Panzac. L’enjeu du nombre. La population de la Turguie de 1914 â
1927,” Hevue du Monde Museimande i& Mcditartanee 50, A (1988): 61. Sonun­
da, soykırım ın büyük bölüm ünde Türkiye’de görevli bulunan bir Am erikan diplo­
m atına gönderm e yapılabilir. G ünlüğünün 23 A ğustos 1915 bölüm üne "başşehir­
de... Ermemlerin tutuklanm as günlük olaylardan.” 8 Eylül bölüm ünde, yeni toptu
tutuklam alardan söz ederek şunları yazar: "dehşet sürüyor.” Lew is Einsteirı, insi-
de Constantinopfc (New York, 1918), 253, 285. Türkiye'nin adını ve çıkarlarını sa ­
vunm a eğilim indeki bazı akadem isyenler savaş zam anındaki anti-Erm enı önlem ­
lerin soykırım arnacı taşıdığı görüşüne karşı çıkm ak için, İstanbul'un a krin o hiçbir
tehcir uygulaması görülm eyen Sm yrna’yı (İzm ir) örnek gösterirler. Onlara göre
kapsamlı bir imha planının olam ayacağı bu örnekle görülm üştür. G elg eldim , A l­
man. Avusturya ve A m erikan belgelerinin gösterdiği gibi, İzm ir’in Erm eni ahalisinin
325
E R M E N İ S O Y K IR IM I T A R İH İ
Görünürde savaş zamanında a d i bir yeniden iskân önlemi olan
bu emrin gizlenmesi, Ermeni ahalinin pJanlı imhasını maskelemeye
hizmet etti. Tehcir edilenlerin ezici çoğunluğu tehcirler sırasında uy­
gulanan dolaylı ve dolaysız çeşitli zulümlerle ortadan kaldırıldı.
VVinston Churchill'in yazdığı gibi:
1915’de Türk hükümeti Küçük A sya’daki Ermeniierin korkunç genel kat­
liam ve tehcirini başlatıp acımasızca gerçekleştirdi... Küçük Asya’dan bu
ırkın temizlenmesi eylemi o kadar eksiksiz ve büyük ölçekli yerine geti­
rilmişti ki bu kadar o lu rL Bu suçun politik nedenlerle planlanıp işlendiği­
ne mantıken hiç şüphe yok. Türk toprağını Türklerin tüm emellerine di­
renen, kendi ulusal emellerini ancak Türkiye'nin aleyhine gerçekleştire­
bilecek olan vo coğrafi bakımdan Türklerle Kafkasya Müslümanları
arasında yer alan bir Hıristiyan ırkından temizleme fırsatı doğmuştu.3
çoğunluğunun tehcirden muaf (utulması İttihadçıların iyi niyetinden kaynaklan­
mamış, onların tehcir girişimlerine rağmen söz konusu olabilm iştir Bu girişim ler o
sırada bölge kumandanı olan Alman General Liman vor> Sandets'in müdahalesiy­
le ters tepmiştir. Yeni Ermeni kalitelerin toplanıp, şehirden tehcir edilm esi
karşısında askeri güç kullanma tehdidi savururken, derdinin Ermenileri korumak
olmadığını, bu gioi “yoğur, tehcirlerin’ tehlikeye düşürebileceği askeri çıkar ve he­
deflen koruma kararlılığında okluğunu eklemişti. Ancak o zaman tehcirler derhal
durdurulmuştu A.A. Türkei 183/45, A 3 1127, No. 703; Avusturya Dışişleri Bakanlığı
Arşivi PA 12. Dosya 463, No. 89/P; ABD Ulusal Arşivi, RG. 59.867.00/802,5. G e­
neral S andersln bu hareketini zamanın Almar» Dışişleri Bakanı Zımmermann da
desteklemişti. Türkei 183/45.A 30700, No. 1301.
3
W. Churchill. The Wortd Crîsis: The Aftermath (Londra, 1929). 405.
Bu mezalim çoğunlukla tarafsız gözlem cilere (isviçreli. Amenkah, İsveçli) ve sa­
vaş zamanı müttefikleri olarak Türkiye’de görevli bulunan Alınan ve AvusturyalI si­
vil ve askeri görevlilere dayanan İngilizce, Almanca ve Fransızca üç büyük ciltte
belgelenmiştir. (1) J. (Vikont) Bryce. The Treatment ot .Armenians in the Ottoman
Empire 1915-16. Majestelerinin Malzeme Ofisi, Muhtelif No. 31, derleyen A. Toyn
bee (Londra, 1916) (Vikont Bryce, aynı zamanda ö r klasik olan The American
CommonweaitW\n (1888) yazarı, i 870-1893’de Oxforcfda Kraliyet Profesörüydü.
1880 de Parlam ento’ya girm iş ve 1907-1913’de Amerika Birleşik Devletleri Büyü­
kelçisi olarak görev yaparken 1911 Ingiliz-Am erikan Adalet Divanı A nllaşm ası’nı imzalamıştır. Savaş sonrasında Alm anya'nın B dçfca’daki mezalimini araştıran
326
B İR İN C İ O U N Y A S A V A Ş I Ö R T Ü S Ü A L T IN D A S O Y K IR IM IN B A Ş L A T IL IP T A M A M L A N M A S I
Kornisyon'a Katılmış, ardından Lahey Daimi Adalet Divanı üyeliğin© getirilmiştir);
(2)
X LepsitiS. DeutscNnnd und Armenien 1914-1918 (Berlin, 1919); (3) A. öey-
lerıan, Les Grandes Puissances, L'Emptre Otton\an, et les Armeniöns dans fos
Archivos Françaisas 1914-16 (Paris, 19S3). İlk cilt savaş sırasında derlendiğin­
den, bazı eleştirmenler metnin içeriğinin tarafsızlığını ve d e n g e liğ in i sorgu­
la m ış tı Yapıtın doğruluğunu kanıtlamak için, Bıyce m aleryaliyayınlam adan önce
değerlendirme amacıyla çok sayıda akademisyene göndermiştir. Bu kişie rin
arasında bulunan Oxford Kraliyet Profesörü Gilbert Murray şunları yazm ıştı: “Zu­
lüm günlerinde duyguların bir hayli kabardığın: anlıyorum ...A m a bu mektup ve ra­
porların Kanıttan herhangi bir ayıklamaya ve kuşkuculuğa yer bırakmayacak ka­
dar açık. Doğrulukları tartışma götürmez... “s. xxxi. H A L . Rsher, S heffidd Üni­
versitesi Rektör Yardımcısı nın sözleri: “ Burada toplanmış olan k a n ıtla r... dürü3t
araştırm acılar tarafından nerede ve nasıl incelenirse incelensin, inandırıcılığını
koruyacaktır... Bu, Amerikalılar, DanimarkalIlar, İsveçliler, Alm anlar İlalyanlar ve
diğer ya batıcılardan alman raporlarla desteklenmiştir... Modern tarihte eşi benze­
ri olmayan ölçekte bir felaketin Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni ahalisi ta­
rafından yaşandığı açıktır." s. xxix. Amerikan Barolar Birliği eski Başkam’mr.
önemle belirttiği gtoi;
Ayrıntılarda bazı ufak tefek tutarsızlıklar görülebilse de bu açıklamalann esas
olgulara herhangi bir gölge düşürebileceğinden kuşkulan m lyorum. Böyle bir
örnekte, görgü tanıklarından kanıtlar kolayca toplanamayacağı, birkaç istisna
dışında kurbanların ölmüş olduğu ve faillerin itiraf etm eyecekleri akılda tutul­
malı... Sizin yaymUıdığtn-z bu gibi açıklamalar, mevcut durumda toplanabile­
cek en iyi kanıtlardır. Bunlar sözlerine özel bir ağırlık katan makam sahiplerin­
den ve gerçekleri saptırmakta hiçbir çıkan dn ıayan diğer kişilerden geliyor.
Birbiriylo örtüşen bu kadar çok kanıtın uydurulmuş olması m üm kün değil...
Bence yayınladığınız kanıtlar... akla uygun bir şüphenin ötesinde, Türk otori­
telerinin fiilen Ermenileri ortadan kaldırmayı bilinçli, bir am aç olarak benim se­
diklerini ve bu talihsiz halka reva görülen korkunç mezalimin sorumluluğunu
taşıdıklarını ortaya koyuyor.
s. xxxı. XXXI Materyalin derlenmesinde Toynbee’nin uzmanlık vo dürüstlüğünü yo­
rumlarken, 8ryce şunlan söyledi: “Temel gerçeğin ortaya konulmasında akla uy­
gun bir şüphe görülmemiştir. Sadece olgular üzerinde durulmuş, geleceğin politi­
kasıyla ilgili sorulardan özenle kaçınılmıştır.” s. xvi. Rektör Yardımcısı Fisher’a no­
tunda. bizzat Toynbee cildi "larihin korkunç bir parçası" olarak betimlemiştir. “ Be­
reket, belgeleri yayına hazırlayıp düzenlem e işine dalan v© olaylara kendilerini
fazla kaptırmayan kişiler çıkmıştır.” FO 96^206/IV. 4 Ağustos 1916. Cilde iliştirilip,
327
fcHMENI SOYKIRIM I TARİHİ
Türk Erkân-ı Harbiye-ı U m um iye’nin II. Şubesi’nin yürüttüğü giz­
li propaganda kam panyası tehcir em rinin arkasından geldi. Kam ­
panya Ermenileri ulusal güvenliğe tehdit olarak dam galayarak, suçu
Türk hüküm etinin sırtından alm ayı amaçlıyordu. G örevli bir Türk de­
niz yüzbaşısının belirttiği gibi:
İstanbul'da bu muazzam cinayeti [E rm e ni soykırım ı] haklı gösterm ek
için, lazım g o le n p ro pag and a tam am on hazırlanm ıştı. [Ş öyle açıkla m a­
lar içeriyo rdu :] E rm e niler d ü ş m a n la ittifak e tm iş le r İstanbul'da isyan
çıkaracaklar, ittihat esasını öldü rece kler ve [İtilaf do nanm asın ın İstan­
bu l’u ele g e çirm esi için] S oğa z’ı a çm aya m u vaffak o laca klard ı." INe v a r
ki] bu adı tezvirler, ancak açlığını bile idrak ed em eye n avam kısm ını ik­
na edebilir, sancılarım bile hissed em e yen « s a n la rı k a n d ıra b ilird i4
Bu anti-Emneni ajitasyonun başlıca aracı O smanlı haftalık propa­
ganda dergisi Harb M ecm uası’y d t. Erkân-ı Harbiye Umurnîye’nin II.
Şube Müdürü M iralay S eyfi’nın editörlüğünü yaptığı bu haftalık der­
ginin etkisi, 15.000 abonesini kat kat aşıyordu. M ütareke sırasında
250 Amer kan yayınevine gönderilen mektupta, Toynbee'nin yazdıkları: "Gerçekleşt.nten mezalimin tüyler ürperticiliği ve bu amaçla İstanbul'da hazırlanan bilinçli,
sistematik ptan, bana oıtaya çıkan on çarpıcı özellikler olarak görünüyor.” A.g.e.
Samsun’dan gönderilen 26 Mayıs 1917 tarihli bir raporda. Avusturya’nın iyi haber
alan Başkonsolosu Emst von Kwia1kovrski, Viyana’daki hükümetine, “bu kitabın
içeriğini bilebildiğim kadarıyla ve kendi algı ve bilgilenm temelinde, kitabın gerçe­
ği büyük oranda yansıttığını söyleyebilirim" demişti Avusturya Dışişleri Bakanlığı
Arşn/1 PA 12. Dosya (ya da Kutu) 463 Z.21/P.
4
A. Relik (Altıııay), iki Komite iki Kıtal (İstanbul, 1919), 40. Her turlu mantığa mey­
dan okuyan” ahmakça propaganda olarak bu gibi ajitasyonlara kulak asmayan
Refik, temel konusuna, tehcir ve savaş zamanı yeniden iskân kisvesi altında, Ittihad ın “Ermenileri imha amacı güttüğüne” döner, a.g.e., 29. Refik sonradan İstan­
bul üniversitesinde Tarih Profesörü olmuştur. Dâhiliye Nazırı Talât, hatıralarında
İstanbul'da Ermeni isyanının ve Boğazların İtilaf güçlerine açılması gibi yak-n bir
tehlikenin anli-önlemlerin önleyici bir nitelik taşıdığını ve askeri ihtiyaçlardan doğ­
duğu suçlamasını tekrarlar. Ta/âl Paşanın Halitaları E. Bolayır, ed. (İstanbul.
1946), 73.
326
8IRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖRTÜSÜ ALTINDA SO YKIRIMIN RAŞI ATILIP TAMAMLANMASI
bir T ü rk gazetesi, O sm anlı Erkân-ı H arbiye Um um iye'sirıin Siyasi
Daire Başkanı S eyfi’nin E rm enilere karşı katliam stratejini çizdiğini
ilan etli. Seyfi bu am açla Dr. B. Ş a k irle yakın işbirliğiyle ve ittihacf
fırkasının Merkezi Um umisi nin gözetim inde, Teşkilatı M ah susa’nın
çete lerini seferber edecekti.5 Daha da önem lisi, İstanbul'daki Alman
S efareti'nin A skeri Ataşesi A lbay (sonradan T üm generalliğe terfi
edecekti) O tto von
Lossow, bu olguyu doğruladı.
16 Kasım
1916’da, Lossow Alm an G enelkurm ay K arargâhı’na gönderdiği bir
bilgi notunda, Seyfi'nin ve O sm anlı Erkânı Harbi U m u m ide ki II. Şu­
b e ’nin "Erm eni te h c irle rin d e n (A rm enierverschickungen} sorumlu
olduğunu belirtti. "Bu konu onun sorum luluğunda ve bundan kesin­
likle haberdar" (d e r diese S achen b e a rb e ite t u n d genau o rien tiert
5
Bir Ermenice günlük gazetenin belki bir. iki gün sonra, özetini yay uladığı dekla­
rasyonu aldığı gazele Sabahtı. Ariamard (Djagaöamard'ın adaşı). 13 Aralık 1918.
Bu, İstanbul’daki Harp Akademisi mezunu ve savaş ağası Enver'in uzun süredir
ittihadçı yandaşı olan ve Türk Cumhuriyetinde Genoral Düzgörcn alarak tanınan
Miralay Seytinin olağanüstü gûcûnıi gösterir. ABD Dışişleri Bakan Vekili William
Phillips’e göre, Seyli'ye "büyük yetkiler verilmişti." FO 371/4173, dosya 345 (20
Mart 1919) (ABD'nin İngiltere Büyükelçisi John Davis’e gönderilen ve Seyfi'yi baş
savaş suçluları arasında gören rapor). 1 notla belirttiğim gibi, Mütareke sırasında
Ingiliz istihbarat nin Türk Dâhiliye Nezareti’nin Emniyet Genel Müdürlüğü'nden ele
geçirdiği bir belge, Seytı yı Ermenilere karşı soykırım tertibi içinde olan önde ge­
len beş İttihadçı lider arasında savıyor F0371,'4172/31307, dosya386. Seytinin
yayınladığı Polis Mecmuası adlı askeri periyodik derginin orovokatil içeriğiyle ilgi­
li olarak, bkz., H. Sitouııee. "Yeyerıı Mu Yev Eeı Badırıoulyunu” (Bir Soykırım Ve
Tarihi) F.tohmiad7İn (Ermenislan’daki Kalolikosluğun resmi organı) (Şııbat-MarlNisan ortak sayısı. 19661: 20 ve G. Kaplgtan. Yegernabadoum (Sivas'ta..
Soykırımın Kroniği), (Boston. 1924) 89. Ayrıca Türk hükümeti Ermenilerin öldürül­
mesinde Teşkilâtı Mahsusa’nın kullanıldığı iddialarını da boşa çıkarmaya
çalışıyordu. Çoğunluğu eski mahkûmlar olan Teşkilâtı Mahsusa üyeleri gerçek
eşkı/a olarak tanımlanabilir ve ‘hükümetin otorite ve kontrolü dışında” gösterilebi­
lirdi. Bu /o ite ire işaret eden Amenkalı bir yazar, Teşkilâtı Mahsusa'yı oluşturan
azılı "eşkıya grubunu," “deneyim dışı serseri bir grup değil, gizli bir yapı" olarak be­
timlemişti. P. Stoddard. TheOttoman Government and ttıeAraos. 191 U 0 t $18: A
Preliminary Study o l Teşkilâtı Mahsusa (Ann Arbor, 1964), 49.
329
EKMENİ SOVKIRIMI TARİHİ
is t.) ‘ Ayrıca, Balkanlarda faaliyet gösteren Teşkilatı Mahsusa'nın
üst düzey liderleri arasında bulunan Miralay Fuat Balkan, Yakın Tarihimiz’de (cilt. 2, 1962, s. 297) yayınlanan hatıralarında, Seyfi’nin
Erkân-ı Harbiye Umumi Kârargâht’ndaki bürosundan Teşkilatı Mah­
susa operasyonlarını yönettiğini belirtmişti.
Seferberlik ve Tehcir
“Silahlı tarafsızlık’1 ilkesini öne süren Türkiye, 2 -3 Ağustos
1914’te Alman kurmay subaylarının yardımıyla genel seferberlik ilan
etti. Bu planlardan etkilenenler arasında yer alan Ermeni erkekler üç
aşamada askere alındılar. İlk askere çağrılan 20 - 45 yaş grubunu,
15 -2 0 yaş grubu ve son olarak, askeri malzemenin nakliyesinde ha­
mal olarak kullanılmak üzere 4 5 -6 0 yaş grubuna gönderilen celpler
izledi.7 Yaklaşık bir ay sonra, 6 Eylül 1914’te. Dâhiliye Nazırlığı taş­
rada görevli yetkililere şifreli bir tamim aracılığıyla Ermeni siyasi ve
6
A. A. Solsctıafı Konslanlinopel. Cilt 174. Savaş zamanında yayınlanan Dte Nationalverteidigung (Türkiye’deki Alman çıkarlarını gözeten Almanca yayın organı)
ve siyasi bakımdan kardeş organı sayılabilecek Fransızca yayınlanan günlük La
Dofonse dergisinin editörü savaş sonrası yayınladığı hatıralarında, Seyfi'yi Os­
manlI Erkânı Harbi Umumisı’nde güç sahibi acımasız bir hükümdar olarak suçlar.
Bu editöre göre, orada II. Şube Müdürü olarak, Soyfı “sistematik katliamlar" yoluy­
la Osmaniı Ermenilerinin tasfiyesini örgütlemiştir. Miralay Seyfi’nin, çoğunluğu Er­
meni SoykırıiTiı'rıın başlıca aracı olan Teşkilâtı Mahsusa'nın ölüm mangalarını
oluşturan dillere destan ‘fedailer'm başındaki isim olduğu söylenmiştir. Bu an­
latımlarda, Seyfl savaş zamanında hem Almanya ve İsveç ile yaptığı bir dizi kara­
borsa anlaşması hom de ökûmcül önlemlerle kurbanlardan muazzam zenginlikle­
re el koyma yoluyla dev bir servet biriktiren baş yağmacı olarak gösterilir. Mehmed
Zeki Bey, Ftaubmörder als Gasle dar deutschcn Republik (Berlin. 1920). 35, 37.
Zeki bir Alman gazete muhabirince İstanbul daki Alman Şetaretinin maşası Olarak
gösterilir. Bu kişinin selarat adına istihbarat ajanı ( Gevrâhısmann) olarak çalışa­
rak, İş ilişkileri dâhil, çeşitli düzeylerde ilişkide bulunduğu birçok etkili Türk'ten giz­
li bilgiler sızdırdığı söyleniyordu. Sltjrmer. Twc Vears [n. 2 ], 142; Almanca aslında,
Zwai Jahra [n,2J, 124.
7
Amerikan Sefiri Morgerıthau bu Ermeni tertiplerin yûk hayvanı olarak kullanılma­
larım ve kaderlerini şöyle anlatır:
330
3İRİNCI DÜNYA SAVAŞI ÖRTÜSÜ ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
cemaat liderlerinin gözetim altında tutulması talimatını verdi. Sonun­
da, Türkiye yaklaşık iki ay sonra Karadeniz’deki Rus limanlarına ve
deniz nakliyatına sürpriz bir saldırıyla savaşa girdiğinde,8 olağanüs­
tü askeri önlemler akıl almaz boyutlara ulaştı. Özellikle, el koymalar
taşradaki Ermeni ahaliyi birikimlerinin büyük bölümünden yoksun
bıraktı. Ordu erzakı ve malzemesi genel kategorisi altında toplanan
müsadereler, hemen hemen her şeyi kapsıyordu.' Bazı Ermenilerin
kendilerini rahatsız eden jandarma ve askerlerle çatışmaya girmesi­
ne neden olan hükümetin yaygın provokasyonları bu zorlukları d a ­
ha da artırdı. Bir Türk yazarın geçenlerde yazdığı gibi, “ Silah arama,
harp vergileri toplama, firarileri izleme bahanesiyle, [Ermenilere
karşı] çoktan yerleşm iş oian sistem atik bir biçim de gerçekleştirilen
Ordunun har türlü mal2emesi onların sırtına yüklenir; sırtarındaki ağır yükün
altında ezilirken, Türklerin kamç’ ve süngüleri altında... neredeyse yarı belle­
rine kadaı gelerı karda sendelerler... Eğer sendeleye sendele ye hedete va­
ran olursa, katledilmesi için sıklıkla fazla beklenmez Birçok örnekle, Ermeni
askerlerden en kısa yoldan kurtuldular. Şimdi onları soğukkanlılıkla vurmak
neredeyse genel uygulama halini almıştır
H. Morgun ll rau, Ambassaüor Morgenthau s Story (hlsvv York. 1918), 302.
Celp emri için, hkz . Morgenttıau'nun VVashington’a 10 Ağustos 1915 tarihli
mesajı. ABD Ulusal Arşivi. RG 59. 867.4016/74 ve G. Vardar. itlihad ve Terak­
ki içinde Dönenler, S. H. Tansu, ed „ {İstanbul. 1975), 271.
8
U.Trjmpener, Germany and the Otloman Empire t9 !4 -l9 l8 (Princeton, 1968), 51.
9
Bu resmen el koymaları tartışırken, etkili Alman günlük gazetesi Kölnische Zei(l/nçr’un İstanbul muhabiri Dr. Henry Stürmer’in not ettiği şu bölümü aktaralım:
Resmen ol koymadan söze ederken, tahıllar, sığır, araçlar, mandalar ve atla­
ra, genel donanıma zorunlu askeri el koymayı kastetmiyorum. ... Uygulama
taızı kırsal bölgeleri gereğinden fazla sefalete ilmiş, kırsal bölgeler cahil, za­
lim ve fanatik küçük memurların pençesine düşse ve şehirlerde merkezi oto­
ritelerin İter türlü dalavereleriyle gerçekleştirilmiş olsa bile, kastettiğim bu de­
ğil. Çoğunluklu, bu Ermenilere, Rumlara diğer ililal ülkelerinin yurttaşlarına
karşı uygulanan şiddete dayak "millileştirmenin ve mülk ve haklardan yoksun
bırakmanın bir aracıydı.
H.Stürmer. Tvvo Years [n. 2] 115
331
t H M tN İ SOYKIRIMI TARİH)
yağma, baskın ve cinayet uygulamaları gündelik olaylar haline gel­
mişti.”10 Aynı 2amanda. izole Ermeni birey ve gruplarının sabotaj ey­
lemlerine de rastlanıyordu.” Bu kargaşa, anti-ittihadçı olduklarından
10 Taner Akşam, Türk Ulusal Kimliği vc Ermeni Sorunu (İstanbul, 1992), 109. Ayrıca,
bkz.. J. (Viscount) Bryce. Treatment [n. 3], 33-36 (Amerikalı hemşire Grace
Knapp’ııı yöryü (anıklığına dayalı ifadesi); ayrıca bkz.. C. Ussher. An American
Physkian in Turkey (Boston 1917). 364-65; R. De Nogales Four Years Beneath
me Crescent, çeviri M. Lee, (New York, 1926), 60-70. 80-89, 95 (Van'daki Erme­
ni savunmasını zayıflatmak için kullanılan Türk topçu bataryalarına komuta eden
Venezüellalı subay).
11 Morgenthau'nun anlattığı gibi, "zorbalık karşısında bazı Ermeniler kendi hayat­
larını ve kadınlarının onurunu korumayı önerdiler... Silah aramaları yapan Türk
jandarmasının elinden kurtulabilen hiçbir şey yoklu. Kiliselerin allım üstüne getiri­
yor, sunaklara ve kulsal eşyalara en ktiçiik hir saygı bile göstermiyorlardı.. Yürek­
leri titremeden papazları doyuyorlardı." H. Morgenthau. Ambassador [n. 7],
304-05. “Yetkili Türk şahsiyetlerle” samimi sohbetlerini yorumlayan Almanya'nın
Erzurum Konsolos Muavin Yüzbaşı von Scheubner-Richter, Berlin Şansölye'sine
gönderdiği 4 Aralık 1916 tarihli özet raporunda, Türklerin Ermeniieri provoke ede­
rek “özsavunma eylemelerine" zorlamak ve sonra da bunları Ermeni isyanına da­
ir "şişirilmiş kan tlar "ve dolayısıyla gelecekleKi kitlesel kanam •bahaneleri" olarak
kullanma planlarını açığa vurmuştu. A A. Türkei 193/45. A33457. 26 Nisan 1615’te
Almanya'nın Adana Konsolosu Alman Setareti'ne Kilıkya patriklik Bölgesi Ermeni
Başpalriği’nin İstanbul'daki Ermeni Patriği'ne “sırt bölgenin banşsever halkını hü­
kümete bir imha bahanesi vermek için aşın eylemlere kışkırtmayı amaçlayan kor­
kunç zulüm ve külü muamelelerden şikâyet etliği uzun biı raporun Akıtanca met­
nini iletti. A A Bolschaft Konniantinopel. 168 (No. 2540); ayrıca bkz.. J. Lepsius.
Deulscbland [n. 3), 53-54. Bu provokasyonların amacının Osmanlı Başkuman­
danlığına ve İstanbul’daki (ırka liderliğin© Ermeniierin isyan eylemleriyle ilgili son
derece şişirilmiş raporlar gönderılebılmesme imkân tanıyan oir ortam oluşturmak
olduğu apaçıktı. Savaştan sonra Türk Divanı Harbi'nin isteğiyle verdiği yeminli ifa­
desinde, Ankara vilayetine bağlı bir sancak olan Yozgafm Şube Reisi ve Mevki
Kumandanı, “askeri otoritelere, en başta da Kolordu ve Fırka/Tümen kumandan­
larına gönderilmek üzere Ermenitere kaıa çalarak onlara karşı çok sert tedbirler
alınmasına zemin hazırlayan resmi ve gayrl-resmi raporların hazırlandığım" ikrar
etmişti. Binbaşı Mohmod Safim’in (Yozgat Şube Reisi ve Movki Kumandanı) yeminli ifadesinin bir kopyası Kudüs Ermeni Patrikliği Arşivi’nde tutuluyor: Ermeni al­
fabesindeki H harfi (Hee'nin değişkeni olmayan ve l lodiye söylenen 16. harf, 21.)
ile endekslenmiş. Dosya 21. MS72. 5 Ocak 1919 tarihli.
332
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞ! ÖRTÜSÜ ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
ya da milliyetçi hisler beslediklerinden şüphelenilen tüm Ermeni po­
litik ve cemaat liderlerinin tutuklanmasına yetki veren 24 Nisan 1915
tarihli Dâhiliye Nazırlığı emriyle doruğa ulaştı. Binlerce Ermeni top­
lanıp hapsedildi. Sırf İstanbul’da birkaç hafta içinde sonradan büyük
bölümü infaz edilecek olan bu gibi 2.345 lider tutuklandı.15 Bunların
büyük kısmı ne milliyetçiydi ne de siyasetle uzaktan yakından ilgiliy­
di. Hiçbiri savaş sırasında sabotaj, casusluk ya da bu tür faaliyetler
nedeniyle suçlanıp, mahkeme önüne çıkarılmamıştı.
Ermeni ahaliyi umutsuzluğa sürükleme sürecinin son ve kesin
adımı tehcirdi. 26 Mayıs 1915 tarihti (yeni takvimler) bir memoran­
dumda, Dâhiliye Nazırı Sadrazam dan tehcirlere yetki tanıyan özel
bir kanunun Kabine aracılığıyla yürütülmesini istemişti. Kabine 30
Mayısa kadar herhangi bir işlem yapmamış olmakla birlikle, memo­
randum 29 Mayısta Sadrazam tarafından onaylanmıştı. Bu arada,
27 Mayısta basında Muvakkat Tehcif Kanunu yeni olağanüstü ya­
sanın yürürlüğe konulduğu yer almıştı bile.13 Ermenilere özel olarak
gönderme yapmayan kanun, Ordu, Kolordu ve Tümen Kumandan­
larıyla birlikle mahalli garnizonların kumandanlarına casusluk, ihanet
şüphesi ve askeri zorunlulukla halk topluluklarını tehcir emri verme
yetkisi tanıyordu. Anahtar kelime “ h i$ $ e tm e k i\; tehcir emri verm e yet­
kisiyle donatılan otoritelerin sadece saldırı ya da tehlike hissetmesi
ya da sezmesi gerekiyordu.14 Bu belirsiz ama ucu açık yetkilendirme
Türkiye'nin Ermeni ahalisinin büyük kısmının tehciriyle sonuçlandı.
Bir Türk tarihçinin teslim ettiği gibi, Dâhiliye Nazırı “bir oldubitti yarat­
ma niyetindeydi" ve kanun taslağını sunmadan önce tehcir uygula­
malarını başlatmakla, “ Kabine’yi kanunu onaylamaya zorlam ıştı]."15
12 E. Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi 2. baskı (İstanbul, 1976). 612.
13 Kanunun İngilizce metni için bkz.. R. Hovannisian. Armenia on the Road lo İndependence 1918 (Berketey, CA, 1967). 51.
14 Takvimi Vakâyi. No 2189 (19 MayıS/1 Haziran 1915).
15 Y.Bayur, îürk.p. 44j, 3, Kısım 3(1957), 38. T. Z. Tunaya, Türkiye 'de Siyasal Partilor'do cilt. I. genişletilmiş 2. baskı (İstanbul, 1984), 579‘da yazar bunu ittihad’m
hükümetin meşru kanallarım bypass etme eğiliminin tipik örneği Olan bir “emri­
vaki” olarak nitelendirir. Maliye Nazırı Cavidln ifadesine göre 2/3 Ağustos 1314
333
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Muvakkat Tehcir Kanunu'nun, en sonunda savaş sonrasının Os­
manlI Meclis-i Umumi ’nin 4 Kasım 1918 tarihindeki ateşli bir oturu­
m unda "Kanun-i Esasi'ye aykırılığı gerekçesiyle” yürürlükten
kaldırıldığını da belirtmeden geçmeyelim. Dâhiliye Nazırı Fethi Okyar’ın girişimiyle Kanun’un yürürlükten kaldırılması sırasında, Erme­
ni katliamları, ne kadar çok kurban verildiği ve hükümetin sorumlu­
luğu tartışılm ıştı.16 8 u yüzden, Türk Meclis-i Umumisi’nin önceden
tartışmadığı ya da onaylamadığı bir Kanun’u, ancak amacı olan kur­
ban ahalinin tasfiyesinden sonra iptal etmesinde bir ironi yoktur.
Mal ve Varlıklara Et Konulup Haczedilmesi
10 Haziran 1915’te yürürlüğe konulan ek kanun, sürgünlerin
mallarının nasıl idare edileceği, bu kişilerin nasıl korunacakları ve di­
ğe r malların kamusal açık artırmalar yoluyla nasıl elden çıkarıla­
cağını, elde edilen gelirlerin savaştan sonra dönen sahiplerine iade
edilmek üzere nasıl rehin tutulacağına dair talim atlar içeriyordu.17 28
Eylül 1915’te yayınlanan bir başka Muvakkat Kanun, sürgünlerin
mal ve mülklerinin elden çıkarılm asıyla ilgiliydi. Bu, sürgünlerin borç,
alacak ve varlıklarının nasıl idare edileceğini belirliyordu. Bu yeni
kanunu Alman Dışişleri Bakanlığına iletirken, Deutsche Bank Müdürü
tarihindeki Umumi Seferberlik emir de aynı çekikle Kabine'nin onayına sunulma­
dan önce verilmişti. Vakit (İstanbul). Harfe Kabine/erinin İsticvabı (İstanbul, 19331,
81 (bundan böyio Harb Kabinelerinin İsticvabı).
16 Medisi Mebusan Zabıt Ceridesi Üçüncü Seçim Dönemi. Beşinci Celse. On Birin­
ci Oturum. 4 Kasım 1918, s. 1 14-16. Bu olgu Kamuran Gürünün 15 Eylül
1915'de Osmanlı Meclîsi Umumisinin toplanması sırasında Muvakkat Kanunü
görüşüp 'kabul ettfğr teziyle çeflşif. Kamuran Gürün, The Armenian File. TheMyth
of Imocence Exposed (New York, 1985). 209; Türkçe versiyonda s. 104.
17 FO 37I/4241İ170751.34 Madde Documents, cilt, t'de (Ankara, 1962), 76-80’de
yeniden yayınlanmıştır. (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Basın ve Enformasyon
Dairesi'nin anti-Etmeni önlemleri haklı göstermek ya da açıklamak amacıyla top­
ladığı şifre ve mektuplardan oluşan bir derleme). Ayrıca, bkz., Takvimi Vekâyi,
1/14 Ekim 1916.
334
BİRİNCİ D ÜN YA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Arthur von Gwinner, espriyle karışık;, on bir maddenin pekâlâ
aşağıdaki iki maddeye sıkıştırılabileceğini söylüyordu: “ 1. Erınenile*
rin tüm mallarına el konulmuştur. 2. Hükümet sürgünlerin alacak­
larını paraya çevirecek ve borçtarım ödeyecektir (ya da ödemeye­
cektir),”18
Kabine tarafından onaylanmasına rağmen, Osmaniı Kanun-I
Esasîsi’nin 36. Maddesi'nin gerektirdiği gibi Osmaniı Parlamento*
su'ndan hiçbir zaman geçirilmemiş olan Muvakkat Tehcir Kanunu’nun tersine, Muvakkat Haciz ve Müsadere Kanunu Meclisi Ayan
oturumlarında açık tartışmaya konu olmuştur. 4 Ekim-13Aralık 1915
arasındaki iki ayı aşan dönemde, önerilen tedbire sadece Âyan üye­
si Ahmed Rıza muhalefet etmişti.1* Tartışmanın seyri Osmaniı hükü­
metinin kararlarını biçimlendiren siyasi güçler ve önyargılara daha
fazla ışık tutuyor.
Meclisi Âyan’ın 21 Eylül/4 Ekim 1915 tarihli oturumunda, Âyan
üyesi Rıza hükümetinden sürgünlere, "Anadolu yolları ve dağlarında
çaresiz ve sefil bir biçimde dolanıp duran yüz binlerce kadın, çocuk
ve yaşlıya, kış bastırmadan önce asıl ikamet ettikleri yerlere geri
dönme ya da diledikleri yerlere yerleşme izni vermesini” istedi.w
Sonra da Muvakkat Kanun'un uygulanmasını savaş sonuna kadar
18 A. A, Tûrkei 183)139, A29127 7 Ekim 1915 tarihli rapor. 1t maddenin Fransızca
metni A.A. TCrkei 183/38. A29127 ve J. Lepsius, Deulschland fn. 31, 214-16'da
vaıdır. Aynı kanuna tepki gösteren Avusturya Tam Yetkili Askeri Ataşesi ‘ her şeyi
bir komedi (olarak)” nitelendirerek özerinde durmaz. J Pomiankowski, Der Zıısammenbruch der Ottomanisctıen fleiches (Viyana, 1969), 169.
19 J, lepsius, Deulschland (n, 3], 216-18. Âyan üyesi Ahmed Rıza İttihadın ilk kurucularındandı. Ne var ki. daha sonra Ittihad’ın aşırılıklarına <arş canım dişine takıp
savaşan muhalifler arasına katıldı. 18 Ekim 1918’de, Meclis-i Âyan'da savaş son­
rasındaki ilk konuşmasında. Rıza 'vahşice öldürülen Ermenileri" hatırlattı. A.A.
Türkei 201/9, A46483. Âyan üyesinden doğrudan alıntı yapan Turtayadır. Türki­
ye'de (n. 15J. cilt 3, 156. Âyan üyesinin kullandığı sözlerin asi. vahşiyane öldürü­
len ErmenitöTdi. Meclisi Ayan Zabıt Ceridesi Üçüncü Seçim Dönemi. Beşinci Cel­
se. ikinci Otuıum. 19 Ekim 1918, s. 8.
20 J. Lepsius. Deulschland [n. 31, 216.
335
ERM ENİ SOYKIRIM I TARİHİ
erteleyen bir kanun taslağı sundu.2'
Âyan üyesi Rıza. Muvakkat K anunun Kanun-i Esasî’nin 16.
Maddesl’ne aykırılığını, çünkü Parlamento’nun toplanmasından iki
gün önce ilan edildiğini ört© sürdü. Sözlerinin devamında, “Bu, hu­
kuk ve adalet ilkelerine de ters düşüyor. Bu nedenle, kanun öne©
Parlam entodan geçirildikten sonra, ancak savaş sonunda yürürlüğe
konulmalı. Bu yüzden, Kanun-i Esası nın 53. Maddesi temelinde,
önerilen tasanda değişiklik yapılmasını istiyorum."22 Bunu izleyen
tartışma, Parlamento’nun ilgili Muvakkat Kanun’dan tamamen ha­
bersiz olduğunu ve P arlam entoda ne zaman müzakere edileceğini,
hatta edilip edilmeyeceğini kimsenin bilmediğini ortaya çıkardı. Bu
nedenle, hiçbir değişiklik önerisi gündeme alınamazdı. Âyan üyesi
Rızadır» Muvakkat Kanun’un Meclis-i Umimi’ye ya geç gelebileceği
ya da hiç gelemeyeceği kaygısını ifade etmesinin ardından, Meclisi Âyan, Âyan üyesinin tasarısını Meclis-i Âyan’ın Hukuk Komisyon u d a sevk edilmesini oya sundu.
Meclisi Âyan’m 19 Ekim/1 Kasım 1915 tarihli oturumunda Âyan
üyesi Rıza üyelerin bir kez daha kış bastırmadan Anadolu dağ­
larında dolanan perişan sürgünlerin durumuna bir hal çaresi bulmayı
düşünmelerini istedi. Meclis-i Âyan’ın başkanına göre, hükümetin
resmen verdiği kurtarma sözünü bir an önce hayata geçirmesi için
Meclisi Âyan’ın duruma el koymasını istedi.23 Bu tartışmaları irdele­
yen ünlü Türk tarihçi Bayur, tasarısını geri çekmesi için Âyan üyesi
Rıza’ya baskı yapıldığını belirtti. Bir Mebus Rıza'ya "söylentiler üze­
rine kışkırtıcılık yapma zamanı değil"2* diye laf attı — kastettiği hâlâ
21 Bu amaçla, Muvakkat Kanunun 2. maddesini değiştiren önergede şöyle yazılı:
■"8u kanun Cihan Harbi’nin sona ermesi ve barış antlaşmasının imzalanmasından
bir ay sonra yürürlük kazanacaktır." Meclisi Ayan (rv 19). Birinci Celse. Yirmi Se­
kizinci Oturum. 28 Eylül 1919. s. 441.
22 A.g.e., 441. Ayrıca. bta.. Lepsius. Deulschland (n. 3;, 217. Âyan üyesi Ahmed
Rıza nın Emıeniler lehine gensoru verdiği otuıurnlarla ilgili Meclisi Âyan Zabıt Ceridesfnin yeniTûrkçesi için, bkz.. Tunaya. Türkiye’de [n. 15). 577 n. 48 ve S. Akşln. İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, dit. I (İstanbul. 1993). 42-43 n.59.
23 A.A. Türkei 183/39, A33514, 19 Ekim 11 Kasım 191S tarihli rapor.
24 Y. Bayur. Ttirk [n. 15), 46.
336
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI O R TU S U ALTIMDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
devam eden katliamlar gibi hassas bir siyasi konuydu. Bayur, Mec­
lisi Âyan'ın tasarıyı ancak kendisine sunulduktan sonra ele almaya
karar verdiği 24 Kasım/7 Aralık 1915 tarihli oturumunda. Ayan üye­
si Rıza'nın özellikle sıkıştırıldığını yazar. Bayar'ın belirttiği gibi, “ta­
sarının getirilmesinden beri iki buçuk ay geçmiş, Meclis-i Mebusan’da daha görüşmeler bile başlamamıştı. Açıkçası, Meclis-i Umu­
mi Rıza’nın tasarısını ‘uyuturken’ Muvakkat Kanun'un uygulan­
masını onaylamaya niyetliydi.”23
30 Kasım/13 Aralık 1915 oturumunda, Ayân Rıza bir kez daha
sesini yükseltti. Bu sefer de Meclis-i Umumi'nin oturum yaparak
onaylamadığı yasaların yürürlüğe konulmasını yasaklayan Kanun-i
Esast’nin ihlal edilmesini kınıyordu. Rıza, kanun Meclisi-i Mebusan
toplantısından sonra Mectis’in Önüne getirilmiş olduğundan, soru­
nun Yasamayı ilgilendirdiğini öne sürüyordu. Muvakkat Kanun'un lemel unsurlarına odaklanan Âyan’ın itiraz noktaları şöyleydi:
Ermeni servet ve m ülklerini ‘terk edilm iş m allar' [em vali m etruke] olarak
nitelendirm ek kanuna aykırıdır; z.ra m ülk sahipleri, Erm eniler mülklerini
gönüllü terk etm em işlerdir. O nlar evlerinden zorla, ceb ir ile çıkarılıp sür­
gü n edilm işlerdir. Şimdi hükümet kendi m emurlar, aracılığıyla onların
mallarını salıyor.... Ben istem edikçe kim se m ülkiyetimi salanıaz. Kanuni Esasî’nin 21. M addesi bunu yasaklar. Eğor biz m eşrutiyet hukukuyla
yönetilen işlevsel b ir rejimsek, bunu yapamayız. Bu zalimcedir. Koluma
yapışın, köyüm den alın, sonra da mal m ülklerim i salın, B öyle b ir şeye
asla müsaado odilemoz, No O sm anlI'nın vicdanı no do kanun buna izin
verebilir.2*
25 A g.e. 46-49, 522 Meclisi Âyar [n. 19|. ikinci Dönem. Onuncu Olurum. 30 Kasım
30 1915, S. 133-34
26 a koyma işlemlerinin birçoğun görgü tanığı olan Tüık tarihçi Ahrneıl Refik, Anka­
ra şehrinde Ermenilerin yerli Türklerle mallarını sattıktan hemen sonra aldıklan
paralan geri vermeye zorlandıktan Dır sahneyi anımsatır. Üzüntü ve utancını ia ­
de eden Refik, "tarihte hiçbir hükümet, hiçbir zaman böylosi gaddarane bircina
yet işlememiştir. Beşeriyete karşı işlenen ou emayelin hesabı elbel bir gün sofulur.’İki Komite [n. 4], 41-42.
337
E R M E N İ S O Y K IR IM I T A R İH İ
D ışişle ri B akanhğıY ıa g ö n d e rd iğ i 4 K asım 1915 ta rih li bilgi n o tu n ­
da, M o rg e n th a u bu ta rtışm a la rın yap ıldığını d o ğ ru la d ı. A yrıca, bizzat
T a lâ t’ın R ıza le h le rin e a jija s y o n a d e v a m ettiğ i ta kd ird e , E rm e n ile re
karşı d a h a d a se rt ö n le m le r a lm a k la te h d it ed ip A yân R ız a ’yı d a h a
b ü y ü k bir ba skı a ltın a aldığını d a a ç ık la d ı: “ D iğer k a yn a kla rd a n , ş a ­
y e t A h m e d R ıza v e d o stla rı h ü k ü m e t a le y h in d e g e n s o ru v e rm e m e yi
k a b u l e d e rle rse , K a b in e ’nin E rm e n ile re karşı tu tu m u n u d ü ze ltm e ye
s ö z ve rd iğ i b e lirtild i A h m e d Rıza ve d o s tla rın ın yap tığ ı bu d u r.” 27 M u ­
v a kka t H aciz ve M ü sa de re K anunu bu yü zd e n oldu ğu gibi kalm ıştı.
M u z a ffe r İtila f G ü çle ri k a rş ıs ın d a , bir T ü rk M ü ta re k e h ü kü m e ti s o ­
n u n d a ka n u n u 8 O cak 19 2 0 ’d e ip ta l e tti.29 A m a asi K e m a lis tle r bu ip ­
tali 14 E ylül 1922 de g e ç e rs iz k ıld ıla r2*
2 7 ABD Uiusaf Arşivi. R.G. S9. 867.00/797 1/2: ABD Dış İlişkiler L. p. 763. Ayan üye­
si Hıza ve Ittihad arasındaki amaçlanan uzlaşmanın başka bir teyidine A. A Türkei
183/39. A335 14’de rastlayabilirsiniz.
Soykırımın ekonomik güdülerinin önemi. Sefir Morgenthau'nun savaş sırasında
tuttuğu giir.liiğe yazdığı aşağıdaki olayla aydınlatılmıştır.
Bir gün Talât Delki de o zaman kadar duyduğu n en şaşırtıcı ricayla çıkagoldi.
The New York Lite Insurance Company iN ew York Hayal Sigortası Şirketi) ve
Eguıtable Life Cf New York'un (bJew York. Adü H a/at Siyorıası) yıilard't Erme­
niler ile çok iş yapmıştı. Bu insanların yaptırdıklar hayat sigortasının boyutları
sadece tasarruf alışkanlıklarının bir başka göstergesiydi.
Taiâl bana dedi ki: “Amerikan haya! sigortası şirketlerinin müşterileri olan Er­
meni poliçe sahiplerinin eksiksiz listesini bize iletmenizi rica ediyorum. Bu ki­
şilerin hem en hemen hepsi ölmüş durumda ve bu parayı atacak mirasçıları da
yok. Tabii ki tıim ü devlete kalıyor. Şimdi mirasçı olan hükümet. Ricamı yerine
getirecek misiniz?'"
Bu kadar Ca fazla olduğundan lepem attı “Benden ne hakla böyle bir liste is­
tiyorsunuz?" dedikten sonra kalkıp yanından ayıldım.
H.
Morgenthau, Ambassacior {n. 7J. 339.
2 8 G. Jaeschke Türk inkılâbı Tarihi Kronolojisi 1918-1923. çeviri: N. R. Aksu. İstanbul.
1339) 61 (Takvimi Vekâyi, No. 37^7'ye aUf).
29 A g e 136 (Kavganın M ecm uası'ndan alıntı, cilt 1. 482 (1922) (Yeni kurulan An­
kara hükümetinin Amme Hukuku Kanunu) Savaş sırasındaki kamulaştırmaları
eie alan bazı çalışm alar vardır. Yoğun bir hukuki tartışmadan senra, devletler ge­
nel hukukunun onde ge en cört uzmanı (üçü Paris Üniversitesi, biri 3t. Pete-sburg
338
B İR İN C İ D Ü N Y A S A V A Ş I Ö R T U S U A L T IN D A S O Y K IR IM IN B A Ş L A T IL IP T A M A M L A N M A S I
D iğ e r s o ru n la r ya n ın d a , s a va ş za m a n ın d a ki ka tlia m la rın d a g ö rü ­
şü ld ü ğ ü M ecli$-i M e b u sa n ın B eşinci K o m isyo n u 'n u n K a sım -A ra ltk
1918 o tu ru m la rın d a , bazı T ü rk M e b u sla r m ü s a d e re le rin y a sa d ışı
yön le rini h a tırla ta ra k, eski A d liye N azırı İbrah im 'i aza rla dılar. İçle rin ­
d e n biri el koym a s e y rin d e g e rç e k le ş tirile n ya yg ın "so ygu n ve y a ğ ­
m alarca iş a re t e t t i 30 İb ra h im , h ü k ü m e tin in s o ru ş tu rd u ğ u “ ihlallerdin
ClniversıtesiYıden) sağ kalan Ermenilerin mülk ve varlıkları ü2 erinde hak iddia e d e ­
bilecekleri ve büyük tazm inatlar alabileceklerine karar verdiler. Bu tartışmalar Comite Central des Refugies Armcnİens tarafından bir kitapta derlendi. Confiscation
des Biens des Refugies Arm eniens pa r te Gouvernement Turc (Paris, 1929). D a­
ha yeni bazı çalışm alar şunlar; K. Oaghdjian La Confiscation p a r fe Gouverr)tsm ent Ttırc des Biens Arm eniâns... Dits Abandonrtes (Montreal. 1987) S Toriguian, The Arm enian Ouestion a n d International L a w 2. baskı (La Verne, CA. 1988).
8 5 -9 6 ; L. Vartan. Haigagan Dasnuhmku y e v Hayeru Lukial Kouykeru (Ermeniler
1915 ve Ermenilerin Terk Edilmiş Malları) (Beyrut, 1970).
30 Harb Kabinelerinin İstic\'abı, [n. IS]. 527. Bu ihlaller savaş sonrasında bazı hatıralar
ve kamuya açık tartışmalarda ortay açıktı. Büyük Millet Meclisi’nde 6 Aralık 1920’de
Trabzon Mebusu AJi Şükrü, 'Terk Edilmiş Mallar deniJenlerin sonuçta yayınacAatm
mülkiyetine dönüşmesinden" yakmrmştı
“ Bağırıp çağırmalarınızın ve protesto­
larınızın sonucu ne oldu?" Yakın Tarihimiz: 4. (1962); 77. Benzer bir gözlem Mecfis’in 18 Kasım 1922 tarihli oturumunda Yozgal Mobusu Feyyaz Ati tarafından da
yapılmıştı. Türkiye Büyük Millet Mechsi Gizli Celse Zabıtları cilt 3 (Ankara. 1985).
1065. Ayrıca, hat darında İktisat Vekili Cavid, 9 Kasım 1918de Terk Edilmiş Mallar
hâsılatından gelen 1 miıyon Tütk Lirası’nın kullanılması emrini verdiğini kabul etm iş­
ti. Tanın. 30 Ağustos 1945. Önde gelen btrçck Türk'ün birbirini tetteir edilen Ermenılerın m ükiyet ve servetini çalıp yağmalamakla suçladığı açık bir tartışmada, eski
Erzurum valisi Haşan Tahsin (User), aynı kuşkular temelinde kendisine yöneltilen
suçlamaları çürütmek amacıyla bir Türk gazetesine açık mektup göndermişti: "Er
zurum Ermenilerinin tehcirlerinden önce, ellerindeki altın ve mücevherat makbuz
karşılığı Osmaniı Bankası Yi m korumasına bırakıldı. Tehcirlerden sonra. Maliye Ne­
zareti bu emanetler üzerinde hak iddia etm ek için Terk Edilmiş Mallar Kanunu’na
atıfta bulundu. Banka reddelti. Ne var kİ, uzun uzadıya yapıları müzakereler ve ba­
kanlığın maddi güvenceler vermesi karşılığında, bankada Erzurum ErmenÜerine ait
olan tüm emanetlerin Maliye Nezareti’ne transîer ertlmesınde anlaşmaya varıldı.
Sonuçta, Erzurum Askeri Valisi Cemal Boy ve Osmaniı Bankası'nın Erzurum Şube
si Müdürü Celal Bey paketleri birlikte mühürlediler. Cemal Bev tunları İstanbul’a gö­
türerek makbuz karşıl ğında Maliye Nezareti'ne teslim etti. Bu makbuz hâlâ bende
ve gerekirse bir nüshasının yayınlanmasına hazırım.” Cumhurryet. 19 Amalık 1924.
339
ERMCkli SOYKIRIMI TARİHİ
varlığ mı kabul etti.3' Diğer gözlemciler analizlerinde bu kadar ılımlı
değillerdi, isveçli tarihçi Zurlınden, Ermeni soykırımıyla ilgili ayrıntılı
araştırmasında “bilgi sahibi bir Alman'' kaynağın şu sözlerini aktardı:
"Gerçekte olan şey, 1,5 milyon yurttaşa karşı en büyük ölçekte uy­
gulanan bir müsaderedir."33 Amerikan Konsolosu Jackson, Türk hü­
kümetinin soykırım projesinde müsaderenin büyük rol oynadığına
işaret ederek, soykırımın “[Ermeni] ırkın» yeryüzünden silmek için
nihai bir darbe olduğu kadar devasa bir yağmalama projesi de oldu­
ğunu" söyledi.33 Türk tarihçi Doğan Avcıoğlu. Avrupa’nın 1856-78
müdahalelerinden sonra “sorun temelinden çözülmek istenir. Eko­
nominin millileştirilmesi bu politikanın tamamlayıcısıdır.... Ermeni
mallarından zenginleşenler olur. Ermeni binalarına genellikle göç­
menler yerleşmekle birlikte, bu karışıklık bir kısım [İttihad] parti nü­
fuzluları ve fedaileri çabuk zenginleşme yollarını bulurlar.”34
Ne Muvakkat Tehcir Kanunu ne de Muvakkat Haciz ve M üsade­
re Kanunu nda, özel olarak Erm enilere ya da aslında herhangi bir
mllfiyete atıfta bulunulmuyordu. Ne var ki, i. Dünya Savaşt'ndan
sonra, doğuş halindeki Türk Cum huriyeti'nin gizli Meclis tartışm a­
ları sırasında, Türk Mebuslara kanunun asıl amaçlarını Ermenilerden saklamak için genel terim lerin kullanıldığı söylenmişti. Bu olgu
Mebus Musa Kâzım'ın gayri-Müslim azınlıkları hedef alm ak için ör­
tülü “ siyasi züm re" form ülünün kullanıldığı maü kanun tasarısının
2. m addesi'ne itiraz ettiği 3 Nisan 1924'deki tartışma sırasında or­
taya çıktı. Şöyle söyledi: “Bir insanın suçlu olup olmadığı bir hukuk
mahkemesinde belirlenmelidir. Bence ekonomik nitelikli bir maddeye
31
Hart> Kabinelerinin isticvabı | n. 15 J. 519.
32
S. Zurlinden, Der VVeltkrieg, cilt. 2 (Zürih. 1918). 696.
33 ABD Ulusal Arşivi. R.G. 59.807.4014/148 (Selir Morcjenthau'nun 30 Ağustos 1915
tarihli raporuna ek).
34
D. Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi 3 C>lt 'İstanbul. 1974),1137,1141.Sina Akşın
de
aynı şekilde Etmeni tehcirlerinin iş dünyası ve sanayidekiazmlık hâkimiyeti ve re­
kabetini ortadan kaldırıcı, bu alanlarda Müslümanların kcnlrol sağlamasına imkân
tanımak amacıyla, ekonomik hedeflere ulaşmak için gerçekleştirildiğim savunur.
Bks., Sina Akşin, 100 Soruda Jön Türkler ve ittihat ve Terakki (İstanbul. 1980). 283.
340
BİRİNCİ OÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
siyasetin tokadı m indirmenin hiç gereği yok. Ayıp yahu. Bunu
kaldırmamız için size yalvarıyorum.”55 Bu itiraza cevap veren ilgili
sarının hazırlanmasından sorumlu Meclis komisyonunun sözcüsü
eski M aliye Nazın Haşan Fehmi, azınlıkları tasarıda ismen belirtme­
nin riskleri ışığında, gayri-Müslimleri gi2iice hedef almanın ar­
kasındaki yalan gerekçeyi açıkladı, Komisyon'un Maliye N azırıyla
Müslümanların kanunun uygulanma alanı dışında tutulacakları an­
lamını taşıyan gizli bir anlaşma yaptığını söyledi. Bu bağlamda,
13/26 Eylül 1915 Muvakkat Haciz ve Müsadere Kanunu’nun yürür­
lüğe konulduğu savaş sırasında astında aynı prosedürün benimsen­
miş olduğunu da ortaya koydu:
B ir tek M üslüm an’ın malı bile tasfiye edilmemiştir... Gizli m üzakerelerin
eski kayıtlarını inceleyerek, bu inceliği kavrayabilirsin. Zam anın Meclıs-ı
U m u m is i M aliye N a z ın ’ndan kanunun savaş yüzünden kaçm ak zorun­
da kalan M üslüm anlara uygulanm ayacağına dair gizli tem inat alm ıştı.
Ancak bu tem inatların alınm asından sonradır kı, dünyaya bu kanunu ilan
ettik. H aien bu prosedürü tekrarlıyoruz.56
Mebus Kazım önergesini geri çektikten sonra, tasan kabul edildi.57
35 Türkiye Büyük M illet M edisi Gizli Celse Zabıtları, [a 30]. cilt. 4. s. 429. (2 Mart
1923-25 Ekini IS34) (23. gizli celse, ikinci oturum).
35 A g.e. Muştala Kemal Atatürk tarafından 24 Nisan :9 2 2 d e Maüye Bakanlığa atan­
ması üzerine, Vali Hamit "tabsıislz' ın atanmasını protesto etmek amacıyla istifa et­
tiği düşünülürse. Eski Maliye Nazırı Haşan Fehmi'nin (Ataç) açıklamaları önemli
dır. Avcıoğlu, Milli \n. 34|. eill 2. s. 640n.
37
Türkiye (n. 351 430. Zamanın Maliye Nazırı, olurumda hazır bulunan ve yasayı
formüle edildiği gibi uygulamaya söz veren Mustafa Abdulhalik'di. İki büyük vila­
yet olan 0İ1IİS ve Halep valisi ve Dâhiliye Nazırı Talât'ın yardımcısı otaıak E m e n i
Soykırımı'ndak: temel rolü Dadrian. “ The Naim-Andonian Donııments on the
VVorid vvar One Destructıon ot the Ottoman Armenians — Ttıe Anatomy ot a ü e nocide.’' International Journal o f Middle East Sludies 18. 3 (1986U 331-32.
336-38. Tartışma sırasında Dazı Mebusların Yahudileri Türkçe ’Mişon" diye
aşağılayarak hedef göstermeleri ve Türkiye'nin gerçek 'sülükleri’’ olarak nitelendi­
rerek, yasanın bilhassa onlara uygulanması gerekliğim söylemeleri dikkat çekici­
dir. Türkiye [n. 351, 430-31.
341
ER M ENİ SO YKIR IM I TARİHİ
Soykırımcı Öldürmeler
Bu olağanüstü yasaları çıkaran Osmanlı otoritelerinin beyan­
larının tersine, Erm eniler tehcirlerden dönm edi.38 Tehcirlerin sonraki
aşam ada gerçekleştirilecek olan imhayı gizlediği görüldü. Am erikan
Sefiri M orgenthau’nun kaydettiği gibi:
Tehcirin asıl amacı soygun ve imhaydı; bu gerçekten yeni katliam yön­
temini temsil ediyordu. Türk otoriteler bu tehcir emirlerini verdiklerinde,
sadoce bütün bir ırkın idam hükmünü imzalıyorlardı. Bunu çok iyi kav­
ramışlardı ve benimle yaptıklan konuşmalarda olguyu gizlemek için özel
bir çabaya ihtiyaç duymuyorlardı 39
Askere alınarak ordu tarafından tasfiye edilen on binlerce kişiyi
saym azsak, sadece T ürklerin resmi rakam larına göre doğrudan ö l­
dürülenlerin sayısı yaklaşık 800.000'i buluyordu.4®Yeniden Morgenth a u ’dan alıntı yapalım :
38 S. Shaw ve E. Shaw, H istory o f the Ottoman Empire and Modern Tuıkey, cilt 2.
(Cambrtdge. 1977). 315. Tehcirlerin sonucu ışığında, yazarların bu itiraiların al­
datıcı olduğunu tam am en göz ardı etm eyi seçm esi anlamlıdır.
3 9 H. M orgenthau, Am öassadoı [n. 7], 309.
40
Bu rakam. Kendi bakanlığının topladığı istatistiklere dayanarak, savaş sonrasında
Türk İçişleri bakanlığı (aralından yayınlanm ışt r. Bkz., Dadrian, 'N a im Andonıan”
[n. 37], 342 ve aynı ye/de., "The Oocumenlatıon ot ttıe VVorld W ar I Armenian Massacres in the Proceedings of the Türk Milüary Tribunal* 23,4 (Kasım 1991). 552.
Bir Türk tarihçinin yayınladığı yeni bir ciltle bu rakamın Türk o to rte lerce az çok
doğru olduğu teyit edilm iştir diye yazılı. Y. Bayur. Tüık |n. 44], 3. Kısım 4, s. 787
(1983). Bu 800.000 rakamı aynı şekilde biz 2at Mustafa Kemal tarafından 1919 Ey­
lülünde Am erikan Ermenistan Askeri Misyon şeli Amerikalı Tüm general Harbord'la
bir görüşm esinde doğrulanmıştır. Yakın Tarihimiz. 3. (1962): t 79. Türk ordusunda
görev yaparken Intaz edienler, kapatmahğa, Müslüm anlaria evliliğe ya da evlatlık
verilmeye zorlanan çok sayıda genç kadın, zorla din değiştirm e kurbanları ve teh­
cirin olağanüstü zorlu koşullarına dayanam ayıp ölen tüm diğer kategorilerden kur­
banlar bu rakamların içinde değildir.
342
BİRİNCİ D ÜN YA SAVAŞI Ö R T Ü S Ü ALTINDA SOYKIRIM IN B AŞ LATILIP TAMAMLANMASI
B irçok örnekte, E rm eni askerlerden en kısa yoldan kurtuldular. Ş im d i o n ­
ları soğ ukkanlılıkla vurm ak neredeyse genel uyg ulam a halini alm ıştır.
H em en hem en tüm örneklerde işleyiş aynıydı. S ağd an soldan 50 ya da
100 adanı toplanır, dörderi i gruplar h a lin de bağlan :r vo sonra köyden
kısa b ir m esafede ıssız b ir noktaya yürütülürdü. A niden tüfek sesleri h a ­
va d a yan kılanır ve m uhafız görevi yapan T ü ık a ske rleri suratları allak
bullak bir halde kam pa dönerlerdi. C esetle ri g ö m m ek Ü2e re g ö n d e rile n ­
le r onları hem en hem en her zam an çırılçıplak bulurlar, çünkü T u rkler b ü ­
tün e lbise leri çalm ış olurlardı. D ikkatim i çeken bazı örneklerde, katiller
vurulm adan önce kendi m ezarlarını kazm aya zorladıkları kurbanların
acılarını ç o ğ a itırla rd ı1,1
İstanbul sefirine gönderdiği bir m esajda (2 Ekim 1916), altı halta
sonra Jagovv ü n yerine Dışişleri B akanlığı'na atanacak olan Alman
D ışişleri Müsteşarı Zim m erm ann, anne babaları öldürülm üş otan Er­
meni çocukların zorla "kitleler halinde" M üslüm anlaştırılm ası dâhil,
tehcirlere eşlik eden' im ha eylem lerini "bütün uygar dü nya içir, utanç"
nedeni olduğu gerekçesiyle kınam ıştı.42 Bu noktada hissettiklerim
T ürk I lariciye Nazırı Halil ile tartıştığın! da eklem işti. Bu notta. Zim ­
m ermann resmi tehcir önlem lerini anlatırken, “görünürdeki yasallık
ile” ifadesini kullanmıştı 43
Ve bir tarafta umumi seferberlik ve diğer tarafta yasadışı tehcir
kararnam esi arasında bağlantıyı düşünürken, burada da Alman
yardım ının kanıtlarıyla karşılaşırız, (bkz., 15. not) Tarihçi Bayur ta­
rafından doğrulandığı gibi, umumi seferberlik Alm an Askeri Misyon u ’na bağlı çalışan Alman subayların yardım ıyla tasarlanm ış, detay-
41 H MorgRnthau. Ambassador |n. 7), 302-03.
42 Önemli iki Türk yazan da ayın şekilde Ermeni yetimlerin zora Müslümanlaştırılması uygulamasını kınam ştır. B kz. H. Edib. The Turkish Ckdeal (New York.
1928). 16: D. Avcıoğlu, IW«<n. 34) 1141.
43 A.A. Bctschatt Konstantinopel. 1 71/27 ve A A. Türkei 183/44 A2607I. Soykırımın
baş mimarlarından olan Dr. B Şakir, samimi açıklamalarından birinde, kendi söz­
cüklerini kullanacak olursak, “Ökenin hukuku ve insanlığa aykırı" görerek, birçok
kişinin onun rolüne kızacağını umduğunu söylemişti, A.E. Yalman. Yakın Tarihte
Gördüklerim ve işittiklerin, etli 1, 332.
343
ERMENİ SOYKIR'MI TARİHİ
landırılmış ve idari yönden organize edilmişti. Harbiye Nezareti'nin
umumi seferberlik girişiminden sorumlu dairesinin başkanı Albay
Kress von Kressenstein’dı.44 Bu seferberliğin birçok başka amacı da
olmakla birlikte, soykınm planının hızla uygulanması gibi temel bir
amaca da hizmet ediyordu. Eli silah tutan tüm Ermeni erkeklerin şe­
hirlerinden, köy ve mezralarından çıkarılıp, fiilen tuzağa düştükleri
koşullarda izole edilmeleriyle, Ermeni cemaati hemen hemen tam
bir çaresizliğin kucağına itilmiş, bu yüzden im ha edilecek kolay bir
hedef haline gelmiştir. Tek darbeyle kurban ahaliyi tuzağa düşürme
operasyonunun üç hedefini birden gerçekleştirdiğinden, bu ustaca
bir hamleydi: a) Mecburi tahliye yoluyla yerlerinden çıkarma; b) izo­
lasyon; c) kolay hedef haline getirmek üzere toplama. Savaşın ege­
men grubun “iç düşman” damgasr vurduğu savunmasız bir azınlığı
tasfiye etme kararlığını simgelemesinin tek nedeni budur.
44 Yusuf H. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi cıİt. 3, Kısım 1 (Ankaıa, 1953). 476.
344
15
Tehcir K anurıu’nun K andırm acaları
Ve Yardım cı M evzu at
Tehcirin Asıl Sorumluluğu
u önlemlerin asıl sorumluluğu İttihad fırkası üyelerinindir. ittihad
anli-Erm eni önlemleri Türk hükümeti üzerindeki boğucu hâkim i­
B
yetine dayanarak aldırabilmişti. Gerçekten de, savaş zamanının ola­
ğanüstü koşullarında Osmaniı hükümetinin de facto iktidar yapısını
tam kavrayabilmek, ancak yürütme gücünün eylemlerinin çoktan
yetkisiz bırakılmış olan yasamanın sınırlamalardan büyük ölçüde
kurtulmuş olduğunu kavramakla m üm kü n1 Aynı zamanda, ordu ve
1
Türk tarihçi Bayur, bu aç dan Harbiye Nazırı Enver'in söz konusu tutumunun tipik
olduğunu söyler. Enver'in yasaların usulüno uygun çıkarılmasını küçümsemesi çıt
veci2 ifadesinde görülüyordu. "Yok kanun, yap kanun, var kanun'" Y. Bayur. Türk
İnkılâbı Tarihi 3. Cilt 2. Kısım {Ankara, 1955) 400. Ayrıca bkz., F. Alay, Zeytindağı
(İstanbul, 1981), 78 Kölnısche Zenung adi Alman günlük gazetesinin İstanbul
muhabiri Ur, Harry Stüırmer, ayn Meclisi Umurııi'den bir olay nakleder. Talât’ın
yard mcısı savaş ağası Enver, "Meclisi Ayan da daha reis oturumu bile açmadan,
Ahmed Rtza'ya ‘edepsiz köpek" diye bağracak kadar ileri gılmıştı.” H Stüımer,
Tv/o y"ears in Conştantinople, çevren E. Al.cn (New York, 1917), 256. Ayrıca bkz.,
a g.e.. Ztvei Kriegsjahre in Konstantinopel. Skizzen Deutsch-Jung-Tıjrkischer Mo­
ra! unü PoT'tik. (Lozan, 19(7). 232.
345
ER M ENİ SOYKIRIMI M HİHİ
yarı-askeri kurumlanır yetkisi aynı yürütmenin meşru kıldığı bir üs­
tünlük kazandı. Bu kurumların yerini devlet aygıtına egemen yekpa­
re bir siyasi parti olan ittihad’ın otokrasisi aldı
Yukarıda belirtildiği gibi. Muvakkat Tehcir Kanunu,2 tehcir uygu­
lamalarının çoktan başlatılmış olduğu 1915 Mayısında Bakanlar Kurulu'ndan geçirildi. Bu yetkisiz taktiğe başvurmakla, “Dâhiliye Nazırı
Talât tek başına çok ağır bir sorumluluk üstlendi.,, belki de Kabine’deki bazı muhaliflerinin hesabını görmek istemişti.”3 Bu kanunun
ilgili literatürde ender gördüğümüz dördüncü maddesi, iki şart içerir,
ilki, Harbiye Nazırı nı lehcir maddelerinin yürütmekle (m eriyeti ah­
kâm) yükümlü kılıyordu. Bu şart Padışah’ın Kanun-i Esasf'nin 7.
m addesinde belirlenen ayrıcalıklarına uygurı düşüyordu. Bununla
birlikte, Harbiye Nezareti ve taşradaki idari merkezler, güvenlik, po­
lis ve jandarma kuvvetleri dâhil, bağlı daireler tehcirleri fiilen tertiple­
yip yürüttüler.4 İkinci şart, Kanun-i Esasimin 36. maddesinde öngö­
rülen, kanunların Meclisi Umumi'nin “bir sonraki oturumunda" res­
men yürürlüğe konulmasına gönderme yapar. Geçici olarak askıya
alınmış olan Meclisi Umumi 28 Eylül 1915’te yeniden toplandığında,
bu resmi yürürlüğün gerçekleştiğine dair bir kanıt yok
Dâhiliye Nazırı Talât, hatıralarında Meclisi Umumi'nin askıya
alınmasının amaçlanan anti-Ermeni önlemlere doğrudan bağlı oldu­
ğunu ima eder.5 Tehcir” mimarları Meclisi Umumi açık kaldığı sürece
2
Kanunun İngilizce melni içir, bkz.. R Hovannisian. Armenia tın the Rcad ta Independence 1918 (Los Angeles, 1967), 51.
3
Y. Bayur. TCrk. [n. I). 3. Cilt 3. Kısım (1957). 38. Türk siyaset bilimcisiTunaya da
aynı şekilde itlltıadçıların bir tek nazırın inisiyatifiyle birlikte idari bir Karar alırken
Kabineyi by-pass etme yöntemine işaret eder. T. Tunaya. Türkiye de Siyasal Par­
4
tileri. Cilt, 1. Kısım, genişletilmiş 2. baskı (IstanDUİ, 1984), 579.
A.g.e, (Bayur). 40; aynca bkz.. C. Paşa, Hatıraları (İstanbul. 1977), 440. Taritıçi
Bayur I. Dünya Savaşı'nın başında, Teşkilatı Mahsusanm Sk şefi olan Süleyman
Askeıi’nin karargâhının, Dâhiliye Nezaretinde leşkilalm görevlerini yerine getir­
mesi amacıyla haz.rlanan şubelerinden birinde olduğunu gösterir. Bayur. Türk [n.
11] 3. Cilt I- Kısım (1953). 398.
5
C. Kutay. Talâ! Paşanın Gurbet Hatıraları 2. Cilt (İstanbul. 1Ö83). 907. Özellikle,
askıya alma önerisi Ittihad’ın Kâlibi Umumisi Mithat Şükrü (Bleda'Can) gelmişti.
34S
eı«ı, m c I o On y a s a v a ş i ö r t ü s ü a c t in d a s o y k ir im in b a ş l a t il ip t a m a m l a n m a s i
atfedilen Türk düşmanı eylemler nedeniyle Ermenilere karşı hiçbir
etkili karşı-önlem alamayacaklarını hissetmişlerdi- Ayrıca, Meclisi
Umumi’nin askıya alınması, mebuslara seçim bölgelerine geri d ö ­
nüp, seçmenlerini Ermeni tehdidi konusunda bilgilendirme imkânı
veriyordu. İttihad Merkezi Umumisi 1 Mart 1915te tehcirleri kolay­
laştırmak için Meclisi Umumi'yi askıya almaya karar verdi.0 Bu. yek­
pare bir siyasi parti olarak İltihad’ın iradesini hükümet politikasının
yerine geçirerek, muvakkat kanunu tartışıp sonra da resmen yürür­
lüğe koymaktan alıkonulduğu bir duruma işarel eder. Bunun yerine,
İttihad ancak kurban ahaliyi imha etme görevi tamamlanıp Türkiye
sonunda savaşı kaybedinceye kadar Meclisi Um um iden uygun bir
şekilde kurtulmuştur. Kamuran Gürün ile birlikte diğer Türk ve Türk
olmayan yazarların iddia ettikleri gibi (bkz., 14. Bölüm, 16. not) 15
Eylül 1915’te değil, ancak o zaman, harap ve kısmen işgal altındaki
bir ülkeyi temsil eden zayıf ve uysal bir Osmanlı Meclis-I Umumisi,
alelacele kanunu tartışmaya kalkıp, tek ret oyuyla hızla iptal etti. Bu
parlamento parodisinin özünde yatan komediden uzak kalan tek şey,
savaş sırasında acımasızca uygulanan bu kanunun aldatmalarına
kurban giden ahalinin yaşadığı korkunç kaderin yarattığı trajedidir.
Teşkilâtı Mahsusa
Bu zaman boyunca, İttihadçı liderler gizlice başlıca amaç­
larından birinin Ermeni sorununu çözmek olan Teşkilatı Mahsusa
adlı bir birim kurdular. Özel kodlar, fonlar, kadrolar, silahlar ve mü­
himmatla, yarı-Özerk "devlet içinde devlet’ işlevi gördüler.7 Görevleri
6
Yasa'nın (Kanunu Esasi’nin 35. Maddesi’nde 11 Şubat 1915 tarihli değişiklik) öngöıdüğünoen bir buçuk ay önce tatile girmesi. Meclisi Umumi’nin 28 Eylül 1915’te,
olağan tarihten bir buçuk ay sonra yeniden toplanmasını gerektiriyordu. Jâschke.
"Die Entvyfckiung des osmanischen Vertassungstaates von den Anfângen his zur
Gegenv/art", Die Welldas Islams. 5 (1917): 37, Asknda Meclisi Umumi ilk ke2 giz­
li Türk-Atman askeri ve siyasi ittifak anlaşmasının İmzalandığı 2 Ağustos 1914 te
tatile girmişti. Takvim Vekâyi No. 1946, 12 Eylül 1914.
7
C. Kutay. Birinci Dünya Harbinde Teşkilâtı Mahsusa (İstanbul. 1962). 38 Bu kitabın
347
E K M t N İ S O Y K IR IM I TA H IH İ
T ürkiye içlerinde ıssız alan lard a konuşlanıp. Erm eni sürgün kafilele­
rini pusuya düşürm ek ve im ha e tm e k ti8 Kadroları ne red eyse ta m a ­
m en hem Dâhiliye hem de A d liye N e zare tlerin in çıkardığı özel afla r­
la im p arato rluk hapishanelerinden salıverilen ağır suçlard an hüküm
g iye n eski m a h kû m la rd a n o lu ş u y o rd u .9 10 K asım 1918 de M eclisi
içerdiği verilen çoğu, Teşkilatı Mohsusa'nın kurucu ve şeflerinden alan E. Kuşçubaşı tarafından sağlanmıştır. Teşkilatın kökeni, gelişmesi, işlevi ve yönü konusun­
da ayrıntılı bit tartışma için, bkz., Tunaya, Türkiye'de jn, 3), 3. Cilt., 275-292. Os­
manlI’nın her çeşit savaşta başıbozukları düzenli olarak kullanma ge'eneğir.i ete
alan açıklamalar için, bkz., James Fteid, "The Concept ot War and Genocıdal İmpulses in the Ottoman İmparatorluğu, 1821-1918” Holocaosl and Gonocide Stvdies ■} (1989): 177-182.
8
Berlin’deki Şansölyesi’ne göndeıdiği 27 Temmuz 1915 tarihli raporda, Almanya’nın
Halep Konsolosu Rössler, Teşkilatının katliamlarıyla ilgili ayrıntıları şöyle an­
latmıştı “Cezaevleıinden çıkar mahkûmlara askeri üniforma giydirildi. Ölüm yolcu­
luğuna çıkan tehcir kafilelerinin geçeceği yerlere konnşland rıld ılar" A.A Türkei
183/38, A23991; ayr;ca Ckz.. J. Lepslus. Deutschland und Armenien 1914-1918
(Berlin-Potsdam, 1919), 111; A. Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim vc işittiklerim
1.
Cılı (islanpul, 1970). 331. 8u tür konuşlandırma ve tehcir kafilelerini pusuya dü­
şürme yöntemi, bu alanda Fransız uzmanların yapmış olduğu Osmanlı İmparator­
luğu'yla ilgili yeni, kapsamlı bir araştırmada ortaya konulmuştur, Histoke de TEmpire Ottoman D, Marıtran. Ed. (Paris, 1989). 623. Türk Asken İstihbarat Subayı
Ahtned Refik, bu teşkilatın rolüyle ilgili olarak savaş sonrasında yaptığı değerlendiımede
Etmem mezaliminde en büyük cinayetleri Ou çeteler ika e ttile r diye
yazmıştı. A Refik (Altınay) İki Komite iki Kıla: (Istanaul 1919), 23. Reed, TüHkle
rın "olağan mahallileşmiş saldırılar" yoluyla "tooyekür savaş” geleneğinin ’ operasyonel yönünün” ... "Ermeni Soykırımı nı kavramanın anahtarı” olduğunu öne sürü­
yor. "Total War, the Annhilation Ethıc. and the Armenian Genocide. 1870-1918.” in
R. Hovonrisıan ed., The Armenian Genocide: İUstory. Polilics. Cthics, (Nevi York,
19S2). 39-40 içinde. Ermeni ahaiinın loptan imha edildiği vilayetlerden birinde g ö ­
revi bir Amerikalı diplomatın pusu tekniğiyle ilgili olarak anlatî klar için, D<z , L. A.
Davis, The Slaughterhcuse Prnvince S Star, ed. (Nev. Rochelle, kİ. Y, 1989). 58.
9
F. Atay, Zeytindağı [n. i ] , 35-36. Teşkilatın sallarında mahkûmların ağırlığı, A.
Toynfcee’nin The VVestern Oueslion in Greoco and Twkoy (Boston, 1922),
2 6 5 -6 6 ,279-80’de verilmiştir. S. Sonyel mahkumların kullanılmasını savaş görev­
leri için cepheye gönderilen jandarmaların boşluğunu doldurma amacı güttüğünü
kabül ediyor. "Armenian Oeportations; A Reaopraisal in the Light of New Oocuments." Belleten (Ocak 1972) . 60.
348
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜSÜ ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
M ebusan'ın Beşinci Ş ub esi'n e verdiği ifadede, e s k i A d liy e Nasırı İb­
rahim ha pishan elerde n hüküm lülerin bu şekilde sa lıve rild iğ in i kabul
etm işti.10 Teşkilatı M ah susa’yı kurm ak İçin P a d işa h 'ta n İrade alm ak
için bilinçli olarak “grubun gizli am açlarından d ik k a ti uzaklaştıracak
belirsiz bir form üle” başvuruldu. Bu form ül “T eşkilat’ın am acı olan da­
yanışm a ve birlik aracılığıyla sağ la naca k ulusal id e a lle r v e hedefleri"
dile g e tiriyo rd u.11191G'da, hüküm giym iş m ah kûm la rın Teşkilatı M ah­
susa ya alınm asıyla ilgili kanun tasarısı ta rtışılırke n , bu teşkilat Er­
m enilere karşı görevini ço kla n tam am lam ıştı. T a sa rın ın gerekçesini
eleştiren Âyan üyesi Rıza taslak gö revlend irm en in o rd u n u n yararına
olduğu izlenim i verdiği halde, “cani ve suçlular o rd u ya a it d e ğ ild ir” d e ­
mişti. Ne var ki, H arbiye Nezareti İkm al Ş u b e s in d e n M ira lay Behiç
(Erkin), M eclisi U m u m i’de hüküm lülerin ço ğ u n lu lu ğ u n u n o rd un un de­
ğil,
am a
'‘ya ra rlılığ ın ı
k a n ıtla m ış
o la n ”
T e şkila tı
M a h s u s a 'y a
alındıklarını g u ru rla ilan etm işti. Bu yüzden, bu s u ç lu la rın ordudaki
10 Hurtı Kabinelerinin isticvabı (İstanbul, 1933), 537. (Vakit gazatesnirı özel belge
yayınları dizisi, No. 2).
11 C. Kutay. Birinci, [n. 7], 39 Bu dikkalleri uzaklaştırma konusuna değinirken, siya­
set bilimci Melson. Abdülhamıd dönemi katliamlarına gönderme yaparak, merkezi
hükümeti açıkça da ya bulaştırmadan, katliamın istenen sonuçları elde odebilcce
ğini" öne sürer. R. Melson. "A Theoretical lnquiry into the Armenian Massacres ol
1 8 9 4 - 1896." Conifjaralive Study in Society & History 24 (1902). 507. Teşkilatı
Mahsusa'nm görevlerinde odaklanan bir diğer Amerikalı yazar Stoddard otorite­
lerin teşkilâtı İstanbul'dan kontrol edilemeyecek “çete grupları "mn yaptıklarının so­
rumluluğunu üzerinden atmak için kullandığın: varsayar. P. Stoddard. The Ottoman (n. 26], 49. 50. Ittihadçılann siyasi ve askeri liderlerine Teşkilatı Mahsusa y i,
teşkilatın kadrolarından sorumlu subaylaıı ve en başta, bu kadroları oluşturan
mahkUmlan kul and klan için çok sert eleştiriler getiren yüksek rütbeli bir Tıırk Er­
kânı Hara Reisi mahkûmların kullanılmasının yasallığını sorgular. Bu kişi, safları
gene hapishanelerden salıverilmiş mahkumlarla dclu olan ihtiyat Süvari Kolordu­
su Erkânı Harp Reisi’ydi. “ Askeri Ceza Kanunu mahkumların silah taşıma şerefin­
den yoksun olduğu söyler... Buna rağmen cezaevi hayatının zincirlerinden kurtul­
mak için, bu mahkûmlar salıverilir salıverilmez hen en unutacakları her türlü sözü
veriyorlardı... Örneğin, Yakut) Cemil'in alayı kanlı katitlenien oluşuyordu. "A. Sam:h, Büyük Harple Kafkas Cephesi Hatıraları (Ankara, 1934), 3, 67-68, 104.
349
askerlerin genel morali üzerinde kötü etkilerinin gösterilmesinin im ­
kânsız olduğunu öne sürmüştü. Bu itirafa öfkelenen Rıza cevap ver­
mişti: 'O teşkilatın ne olduğunu biliyoruz, herde hesabını soracağız.''
Buna karşın, tasannın geçmesini isteyen ve "acele geçmesi'Yıi sağ­
layan {müstaceliyet kazandıran) Adalet Müsteşarı tarafından "huku­
ka uygun” sayıldı.12
Önde gelon İttihadçıların davalarının ikinci celsesinde 4 (Mayıs
1919) Miralay Cevad’ın savunma avukatı aynı Miralay B ehiçln im­
zaladığı bir belgeyi heyete sundu. Teşkilatı Mahsusa merkezine hi­
taben yazıları bu 25 Kasım 1914 tarihli belgede, bundan böyle doğu
vilayetleri valilerinin Teşkilatı Mahsusa çalışmasına katılabilecekleri,
çünkü mahkûmların faaliyete sokulmalarına izin veren bir kanunun
çıkarılm ış olduğunun bilinmesinin islendiği yazıyordu. Suça bulaş­
maları nskinûen endişe duyan kimi doğu valilerinin lafı dolaştırıp,
belli ölçülerde hukuki koruma talep ettikleri anlaşılıyor. Belgenin so­
nunda içeriği anlaşıldıktan sonra geri gönderilmesi isteniyordu.13
Ayrtı mahkemenin ikinci celsesinde verdiği ifadede (4 Mayıs 1919),
Miralay Atıf doğu valileıinm Teşkilatı Mahsusa çalışmalarına bu­
laştığını kabul etti.14
Teşkilatı Mahsusa'nın belirtilen sorumlulukları İçinde istihbarat,
karşı-casusluk ve sabotajın engellenmesi de bulunuyordu. Ne var ki.
Teşkilatı Mahsusa’nın sırlarına vakıf olan iki Türk yazarın yazdıkları,
onun başlıca görevinin Ermeni soykırımını gerçekleştirmesi olduğu­
nu gösterir. Kutay, Ittihad'ın Merkezi Umumisi'nin Teşkilatı Mahsusa’yı kurarken örtülü hedeflerinin T ürkiye’nin İttihad’ın programında
açıkça diie getirilemeyecek hayati çıkarlarının" sağlanması olduğu­
nu kasteder.15 Ermeni tehcirleriyle ilişkili “görevler üstlenen" bir diğer
12 Meclisi Ayan Zabıt Ceridesi Üçüncü Dönem. 3. Celse. On Beşinci Oturum, 12
Aralık 1916, s. 186-86.
13 Takvimi Vekâyi No. 3543, p. 28.
14 Tarihi Muhakeme (İstanbul 1919). 60.
15 C. Kutay, Talât [n. 5], 3. Cilt, s. 1299. Teşkilatı Mahsusa içindeki iki subayın
yazdıkları da iltihad Merkezi Umumlsı'nn doğrudan dahlini doğruluyor. Teşkilatı
350
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTIMDA SOYKIRIMIM BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Teşkilatı Mahsusa şefi, hükümel ve hukuki kurumlann "kesinlikle ya­
pamayacakları" şeyleri yaptığını, yani, “nüfusun Türk olmayan milli­
yetlerden gelen kesim lerine karşı Önlemlerin yürütülm esine” ' 6
katıldığını kabul etmiştir. Türk tarihçi Avcıoğlu lafı eveleyip gevele­
meden, daha doğrudan bir ifade kullanır:
[Tehcir K a n u n u 'n a j... dayanarak yüz binlorce Erm eni ç o k kısa b ir süre­
de ve topluca A nadolu dışına çıkarılır. Teşkilatı M ahsusa ve gü venilir ittihadçıtar, Erm eni sorununu tem elden çözm e am acını güttüğü ve A lm an­
larca onaylandığı anlaşılan bu geniş çaplı ve sistem li sü rg tin ii planlarlar
ve yürütürler, ittihat ve Terakki Genel M erkezı’nde Dr. Befıaeddin Şakir
bu sürgün politikasının şam piyonluluyunu yapar ...(3. cilt, 9.1137)
Bu kararın kapsamlı niteliği ve uygulama tarzıyla ilgili olarak
Avcıoğlu şöyle yazar:
...Teşkilât-ı M ahsusa başkanlarından Kuşçubaşı E şref in anlattıklarına
göre, ‘Ege Rum sorunu H üküm et' dışında İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nde E nver Paşa’nm başında bulunduğu Harbiye B akanlığı’nda
yapılan ve aylarca süreri toplantılarda ele alınır. Hıristiyan öğelerin ta s ­
fiyesi kararlaştırılır. E nver Paşa, kolordulara kurm ay başkanı olarak itti­
hatçıların güvendiği genç subaylar atam ıştır. Bunlar İstanbul’a çağplır,
durum kendilerine anlatılır. O ysa Kabine içinde bile, bazı bakanlardan
hazırlıklar gizlenir.17 ( t 14)
Nlahsusa'da yarbay rütbesiyle görev yapan içerinden biri, hatıralarında Merkezi
IJm ımi'nin kallıamlara yol açan anti-Ermenı önlemlere yetki verdiğini kabul eder
ken, bu önlemlerin Etmeni “asilere’ karşı misilleme olduğunu söylüyordu H. Ertiırk, iki Devrin Perde Arkası S. Tansu. Ed. (İstanbul. 1957). 294-98. 306. Yar­
bayın sağ Kolu da aynı şekilde Talat’ın yönetiminde bir tür idare merkezi olan İttihad'm Merkezi Umumisi'nin. Teşkilat Mahsusa’nın görevlerine dan özel planları
formüle elliğini öne sürüyordu. G, Vardaı, i'lilıad ve Terakki içinde Dönenler. S.
Tansu, ed. listanbul. 1960), 244 - 46, 274. Benzer bir görüş için, fcxz , M. R.
Fsatlı, İttihad ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi, 258 (İstanbul. 1975).
16 C. Ktıtay, Birinci (n. 7Î, 38, 78.
17 D. Avcıoğlu, MM Kurtuluş Tarihi. 3. Cilt (İstanbul, 1974|, 1114. 1135. ingiiz siyasi
ve askeri istihbaratının aşağıdaki bulgularına gönderme yap imalı. Divanı Harbi
351
E R M tN SOYKIRIMI TARİH)
Teşkilatı M ahsusa’nın bu örtülü misyonları ilk önce Türk basınının
çabalarıyla orlaya çıkarıldı. 4 Kasım 1918'cle, Mütareke’nın imzalan­
masından beş gün sonra, ilk kez Vilâyeti Şarkiye Müdafaai Hukuku
Milliye Cemiyeti organı Hadisat adlı Türkçe yayınlanan günlük gaze­
te, Sadrazam İzzet'e hitaben bir açık mektupta bu teşkilatın mevcu­
diyetini ve savaş zamanındaki suç teşkil eden faaliyetlerim açıkça di­
le getirdi.1'A ra lık ta basın Meclis-i Mebusan’daki bir tartışmada Teş­
kilatı Mahsusa’dan katliamların başlıca aracı olarak söz ederek "şu
ana kadar, bütün ou olanlar karşısında sessiz kaldıklarınt’ kabul
eden Trabzon Türk mebusunun açıklamalarına yer verdi.19 Adliye
Nazırı’na hitaben yayınladığı açık mektupta muhalif Sabah gazetesi,
Örfi’tıin Ol. B Şakır e idam cezası verdiğini Londra'ya bildirirken Ingiliz Yüksek
Komiseri Amiral John do Robeck şöyle yazm ştı "Gu şahıs, Ittinad ve Terakki Mer­
kezi Umumiyesi'nin Ermeni ırkını ortadan kaldırmak amacıyla kurmuş olduğu
Teshkilati Mahsusa olarak biiııen küçük, gizli bir Ceırvyet'ın üyesiydi." FO
371/5089IE949, 18 Şuha! 1920 tarihli rapor. M.I.L.C.’nin İstanbul istasyonu ta
rafından hazrlanmış oıan bir istihbara! raporunda da aynı şekilde şunlar
yazılmıştı: "Tashkilalı Mahsusa 1914’de Ermenilerin odadan kaldırılması amacıya
İTC taralından kurulmuş olup, meşhur Behaeddın Shakir taralından kontrol edili­
yordu." FO 371/5I71/E12228, s, 7 (29 Ağuslos 1920; İnihadçılarm (teşkilata bu­
laşanları gibi Ermeni Soykırımı'nın gerçekleştirilmesinden de sorumlu) birçoğuyia
içli dışh olan Türk toplumbilimci ve yayıncı Yalman, ingilızler tarafından bu kişiler­
le birlikte Malta’da tutukluyken, “nüfuzlu iki" htihadçmm Teşkilatı Mahsusa’nın ku­
rulmasına katkida bulunduğunu söylemişti Bunlardan biri herkesin bildiği Dr. Şakir'ken, diğerinin on büyük ihtimalle Dr. Nazım olduğu ima edilmiştir. Yalman, anti-Ermeni önlemlerin “Doğu Vilayetlerindeki yağıın Ermeni nüfusun” Türkiye'yi
karşı karşıya bıraktığı “lelılike yi ortadan kaldırmak amacıyla girişilen "genel imha
politikasTnı yansıttığını samimi bir biçimde ifade eder. A. E. Yaman, Turkey in the
Worlü V-iar (New Haven, 1930), 220.
18 Hadisat (İstanbul), 4 Kasım 1918,
19 Zhamanag (İstanbul). 12 Aralık 1918: Ariamard(İstanbul). 12 Aralık 1913. Sozkcnusu deha sonra yeni kurulan Türk Cumhuriyetinde Adliye Vekili olan ve 1926
Temmuzunda CLmhuriyefir kurucusu Mustafa Kemal'e suikast teşebbüsü suçla­
masıyla idam edilen [Trabzon Mebusu) Flalız Mehmet ti. E. Züıcheı, The Uniortist
Factort Leiden. 19841, 154.
352
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Teşkilatı Mahsusa'nın mevcudiyeti ve Adliye Nazırı'mn onunla suç
ortaklığına dair en açık ifşaatı yaptı:
H er sabah Talat’ın evine elebaşınızdan em irler alm ak için uğram adm i 2
m ı? İttihad fırkası merkezinde alınan b ir kararın neticesinde, sakini bu ­
lundukları kasaba ve köyler civarında m asum Erm enileri baltayla öldürebilsinler diye İstanbul m erkez hapishanesinden en azılı canileri serbest
bırakm adınız mı? Vilayetlerdeki hapishanelerden benzer tahliyelori am relm ediniz mi? En kan içici canileri seçm ek ve onlan Teşkilatı M ahsusa
çetelerine dahil etm ek um umi am aç değil m iydi? Bu itibarla, A dalet
N azırının yüksek rütbeli bir görevliyle tem sil edildiği Temyiz M ahkem esi­
nin m üddeium um isini tayin etm ediniz mi? Ayrıca, seçilen mücrim lerin is­
tediğiniz cinayetlerin vahşiliğine uygun olup otm adıklarını tespit etm ek
için de bir hekim tayin etm ediniz mi?20
Kabine'de görevli Nazırların “ kanunsuzluklarım" soruşturan Mec­
lisi Umumi Beşinci Şubesi ne verdiği 9 Kasım 1918 tarihti ifadede.
Sadrazam Sait Halim Paşa iki kez Kabine’nin Teşkilatı Mahsusa'nın
kurulmasına yetki vermediğini açıkladı. "Çok kötü bir şey" dediği
Teşkilat, bu yüzden hükümetin yetki alanı dışında kurulmuştu.21 Ad­
liye Nazırı da aynı açıklamayı yaptı.22 İki görevli de tehcirlerin, Sadrazam ’ ın açıklıkla ifade ettiği gibi “öldürm e” amaçh olarak
çarpıtıldığım kabul etti.23
Osmanlı Erkan-ı Harbiye-i Umumiye İstihbarat Şubesi’nde yüz­
başıyken, sonradan İstanbul Üniversitesi nde tarih profesörü ve ve­
rimli bir yazar oian A. Refik katliamlarla ilgili olarak şunları yazmıştı:
20 Safiah (İstanbul). 21 Kasım 1918. Renaissance, 19 Ocak 1919.
21 Ha/b Kabinelerinin İsticvabı [n. 10], 308, 309. İktisat Vekili Cavid, gone Beşind
Komite önündeki ifadesinde, Teşkilâtı Mahsusa'nın kurulmasına hükümetten yet­
ki verilmediğini söylemişti. A.g.e., 170,
22 A.g.e.. 531. 535.
23 A.g.e. 290, 293-94,
353
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Teşkilatı M ahsusa acemi kuraları, Ermen ile re karşı en kötü cinayetleri iş­
leyen Teşkilatı M ahsusa çeteleri olarak, Harbiye Nezareti’nın talim ara­
zilerindeki bir haftalık talimden sonra şarka gönderildi
ittihadın hede­
fi Ermeniierı imha etm şk ve dolayısıyla Erm eni m eselesini halletm ek
id i.2-
Teşkilatı M ahsusa’nın kökeni, teşkilatı, işlevi ve emir komuta
yapışm a ilişkin ayrıntılı bir tartışm a için, savaş zam anında
azınlıkların kaderini ele alan bir kitaba yazılan yeni makaleye
bakınız.25 Teşkilatı M ahsusa‘nın mevcudu konusunda farklı tahmin­
ler yürütülmüştür.26
Sorumluluk ve Kastı Gizleme Çabalan:
Cezalandırmadan Kurtulma Yollan
Ulusal güvenlik ve cihad silahı
24 Mayıs 1915'te, İtilaf güçleri Türk hükümeti ve görevlilerinin o
zaman hâlâ süren katliamlardan sorumlu tutulacağını ilan etti. Hükü­
metin desteklediği imha hareketinin sürmesine karşın, Osmanlılar
deklarasyona Ermeni katliamlarının arkasındaki kastı özenle gizle­
yerek cevap verdi. Turkler verdikten cevapta Osmanlı hükümetinin
"esas vazifesini hudutlarının muhafazaı emniyetini korumak olduğu­
nu düşündüğünden, ne türden olursa olsun hiçbir yabancı hükümete
24 A. Refik, İki Komite (n. 8], 23.
25 Vahakn N Dadrian, "The Role of the Speciaî Organization in the Armenian Genockle duıiıtg the First World War," Minornies m Wartlme. National and Racıal Grou-
pings in Furope, North America and Aostraha During Trro Wodd Wars (P. Panayi,
ed. (Oxtord. 1993), 50-82 içinde.
26 Batılı kaynaklar, bu mahkûmların sayısının oluz bin (£. Doumergue, L'Armenie,
les Massacres et la Ouestien O ’Orient, (Paris. 1916), 24-25) ve otuz dört bin (S.
Zuıtinden, Der Weltkrieg. CİH. 2 (Zürich. 1918). 657) olduğunu tahmin ediyorlar. P.
Stoddard’a göre, teşkilatta görevli kişilerin toplam sayısı "yaklaşık 30,000'di * The
Otlornan Government and the Arabs. 1911 to 1916 A Prellmnary Sluüy o l the
Teşkitâl-I Mahsusa (Ann Arhor. MI 1963). 58.
354
BİRİ n c i d ü n y a s a v a ş i ö r t ü s ü a l t in d a s o y k ir im in r a ş l a t il ip t a m a m l a n m a s i
hesap verme yükümlüğünde olmadığını"57 açıklamışlardı. Bu açıkla­
ma örtülü olarak devletler genel hukukunun “devlet kendi yurttaş­
larına uygun gördüğü biçimde muamele etme hakkına sahiptir"2* ku­
ralına dayanıyordu. Aynı zamanda, Türk deklarasyonu kurnazca bir
aldatmaca olarak İş görürken, kastın canice sonuçları karşısında lafı
dolaştırıyordu. Sonuçta, kasıt sorunu arkasından gelecek olan soruş­
turmadan kaçmanın yolu oldu. Bir hukuk bilgininin işaret ettiği gibi
"Nasyonal Sosyalist Almanya'nınki kadar aptal olmayan hükümetler,
hiçbir zaman bir grubu öyle olduğu için imha etme kastlarını kabul et­
meyip, dünyaya hainlere karşı harekete geçtiklerini söylerler...
Bu gibi koşullar ve gerekçelerle işletilen yasalar, legalite ilkesini
keyfi bir icazet ilkesine dönüştüren yasa aldatmacalarından başka
bir şey değildir. Soykırım suçunda kast, kesinlikle yasanın açıklanan
amaçlarını uygulanmasının sonuçlarından ayıran o özel alana yer­
leştirilebilir. Yoğun tehcirler kitlesel imhayla sonuçlanırken, ilkini kap­
sayan yasa, İkincisini gerçekleştirmeye dönük suç kastını ele verir.
Osmanlı-Türk askeri mirasının dini karakteri bu kastı ancak daha
da güçlendirmiştir. 11 Kasım 1914’de önceden özenle planlanmış
olan d h a d ilanının, resmen itilaf güçlerine, yani, Fransa, İngiltere ve
Rusya’yı hedef alır, Almanya ve Avusturya gibi Türkiye'nin Hıristiyan
müttefiklerini dışta bırakırken, bu açıdan uygun bir katalizör olduğu or­
tadan çıkmıştır. Talât'ın suikastçısı intikam cı” Soghomon Teilerian’ın
Berlin’deki duruşmasında tanık olarak verdiği ifadede, Almanya’nın
Türkiye Askeri Misyonu’nun Başkanı Mareşal Liman von Sanders, Er­
meni sürgün kafilelerine eşlik eden adamların, Ermenilere Hıristiyan
oldukları için saldırırken c ih a d ruhundan etkilendiklerini söylemişti.34
27 E. Uras, Tarihte Ermoniter ve Ermeni Meselesi {İstanbul. 1950), 621; 1976
baskısının e editörleri Tıudutlartnın muhalazaı emniyetini korumak- teriminin yeri­
ne 'genel guventiU' ifadesini kullanıyorlar (Ankara), 612.
28 L Oppenheim S H. Lauterpacht. tnternalionai LaırC. 1,7lh ed. (Londra 1948), 583.
29 G. A. Findi. 'Tire Genocide Convenlion,” American Journal Of International Law
43 (1949): 743.
30 Der Prozess Tatsal Pascha. Sıenographisctıer Prozessberldıt (Berlin, 1921), 62.
355
ERMEMİ SOYKIRIM I TARİHİ
Hatıralarında, Sanders cihad ilanından hemen sonra, İstanbul'daki
Ermeni mülklerine karşı saldırılardan bir sahneyi aktarırken, "her za­
manki gibi, kalabalıklar polis taralından örgütlenmişti” diye eklem iş­
ti.31 Cihadın özellikle Emrtenileri hedef gösteren tahrik edici özellikle­
ri, çok sayıdaki başka görgü tanığı tarafından anlatılm ıştır”
Tehcir ve hükümetin “yeniden iskân” taahhüdü
Kurban ahali için en tehlikelisi olduğu görülen aldatmaca, Türk
otoritelerinin savaş zamanının askeri zorunluluğu kisvesi altında teh­
cirini emrettikleri nüfusun resmen "yeniden iskân” edileceği taahhü­
dünün yarattığı endişe havasıydı. Bu tehcirlerin neticesi ve hedef
alınan ahalinin asıl kaderi, mevcut araştırmada incelenip aydınlatılan
tarihsel belge sorunlarıdır. Soykırım planlaması sorununda, hükü­
metin bu “yeniden iskân" taahhüdünün önemini ele alan aşağıdaki
tartışma, bu çabanın parçasıdır. Böyte bir planlama, elbette hedef
alınan grubu arkadan vurm a sınırlarına ulaşan aldatmacaya başvu­
rarak tuzağa düşürme gereğini içerir. Mevcut durumda, OsmanlıTürk devletinin yurttaş uyrukları güven ve iyi niyet ilkelerini bilinçli
olarak çiğneyen kendi hükümetlerinin ihanetine uğramışlardı.
Ne var ki, burada uygulanan savaş bilesi, büyük ölçüde amacadönüktü. Örtülü soykırım kastını örtme amacr dışında, soykırım son­
rasındaki suçlamalardan aklanma temeline dönüktü. Genel anlam ­
da, savaş zamanında olağanüstü bir önlem olarak tehcir argümanı,
aynı zamanda tarihsel analiz ve yargıyı çarpıtırken, failin kasıt alanı
konusunda yabancıların kafasını karıştırma eğilimindeki, meşruiyet
değilse de bir nebze inandırıcılığa ediciliğe sahiptir. Bu olgu, “Türk
31 Liman von Sanders. Fıve Years in Terkey (Annapolis 1827), 35.
32 Ralael de Nogales, Foıır Years Beneatn the Crescent, çeviri: Muna Lee (New
York, 1926). 1A: Ulrich Trumpener, Germany and the Ottoman Empxe (Princetorv
1968), 118 ; Alman Uışışlen Bakanlığı nın gizli bir iç yazışma notunda, “cihad Türk
halkının Ermoniloro karşı öfkesini biiemişti’' diye yazıyor. A. A. Türkei 183/49,
Ağustos 1917; Simon Khoren. “Hishoghutiunner” (Hatıralar) Teotig ed.. Amenoun
Daretzouytzu (Herkesin Almanağı) 10-14. ciltler, 1916-1920. 5. 133.
356
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
görüşüyle ‘ özdeşleşmiş olan günümüzdeki bazı Osmanlıcıların
yazılarında yansımıştır. Örneğin, Stanford Shaw ve Ezel Shaw bu ko­
nuda aşağıdaki betimlemeyi önerirler. Ermenileri tehcir etme emrine
Yürüyüş sırasında ve yerleştirildikten sonra, ihtiyaçlarını karşılayacak
yeterli yiyecek ve diğer malzemeleri sağlamak için Irak’ın kuzeyinde Mu­
sul bölgesindeki kasaba ve kamplara yerleştirmek için düzenlemeler eş­
lik etli.... Ermeniler savaştan sonra evlerine dönünceye kadar korunup
gözetileceklerdi... Hükümet kriz sona erer ermez gert dönüşlerini sağla­
yacaktı.39
Bu açıklamalar yoluyla standart Türk tezlerini tekrarlayıp dura­
rak, yazarlar sadece yeniden iskân taahhüdünün geçerliliği üzerin­
de ısrar etmekle kalmayıp, hükümetin sahiden tehcir edilen kitlele­
rin savaş sonrasında evlerine dönmelerini de savunduğunda ısrar
ediyorlar. K. Gürün dâhil, Türk tarihçiler bile bu kadar ileri gitmeyip,
sürgünlerin yeniden iskânının son durak olduğunu söylemekle yeti­
nirler.34 Ama — onlarca yıl boyunca bu kadar olgunun keşfinden
sonra — ‘ yeniden iskân" konusunda Türk hükümetinin iddiasını pa­
pağan gibi tekrarlamaktaki ısrar, ktsaca üzerinde durulması gereken
bir durum. Tehlikeye düşen burada söz konusu olan soykırımın yü ­
rütülmesinin en kritik yanlarından biri üzerindeki araştırmanın güve­
nilirliğidir.
Sağ kurtulan Ermeni kurbanlardan elde edilen muazzam miktar­
daki verileri küçümsesek bile, savaş sırasında Türkiye'de görevli A l­
man, Amerikalı ve Türk görevlilerin genel ifadeleri, yeniden iskân id­
diasının yanlışlığını bize apaçık gösterir İşte bazı örnekler. Tehcirle­
rin devam ettiği süreçte, varacakları yeni yerlerde sürgünlere parasız
33 S. Shavr and E. Shaw. History o f the Ottoman Empire and Modem Tıırkey, CHt 2
(Cambridge, 1977). 315.
34 Kamuran Gürün, The Armenian File. The Mylh of Innocencg Exposed (New York,
1985), 209. Aynı yerde, Ermeni Dosyası (Ankara, 1983), 217; Avcıoğlu. Milli Kur­
tuluş (rt. 17], 1140,
357
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
konaklama sağlayacağı şeklindeki hükümet açıklam asına cevaben,
Osmaniı başşehrindeki Alman Sefareti hukuk danışmanı Dr, Otto
Göppert, Berlin’e yazdığı raporda yeniden iskânla ilgili bu laf sala­
tasını fars olarak nitelendiriyordu.** Soykırımın gerçekleştirilmesi
sırasında, Osmaniı başşehrindeki Amerikan Setareti'nde Dışişleri
Bakanlığı Özel Temsilcisi Levvis Einstein, verilmiş olan bu yeniden
iskân sözünü şu sözlerle yerden yere vuruyordu:
Onlara {sürgünlere] Zor’da ve Fırat’ın ötesindeki çöl topraklarında yeni
evler verilecekmiş. Böylesı resmi bir örtmece... Türkiye'deki en barbar­
ca katliamları çoğu ke2 örten babacan merakın kara mizahıydı.... [Bura­
da gördüğümüz] silahlı tehcir politikası ve arkasından geldiği anlaşılan
imhadır.... Şeytani entrikanın amacı, bütün ülkenin öldürmek için ayağa
fırladığı Küçük Asya’nın bûtiin hışmını Ermenilerin üzerine çekmekti.3®
Bir başka Amerikalı görevli, Türkiye’nin güneydoğusundaki Harput konsolosu le s lie Davis, Türkiye’nin diğer vilayetlerinden tehcir
edilen kalabalık Ermeni kümelerin, Mezopotamya çöllerine giderken,
“ sadece vilayette katledilmek için’ nasıl Harpul’a götürüldüklerinin
şahsen tanığıydı. ABD Dışişleri Bakanlığı Konsolosluk Dairesi Mü­
dürü olan üstü W ilbur J. C a rrin isteği üzerine hazırladığı uzun rapo­
runda, Davis şu sonuca varmıştı: “Bu vilayete verdiğim ‘Mezbaha Vi­
layeti’ terimi... öğrenmiş ve gözlerimle görmüş olduğum şeylerle ta­
mamen doğrulanmıştır...”37 Savaş boyunca Osmaniı Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’ye bağlı çalışan Avusturya Askeri Ataşesi Mareşal
Yardımcısı Pomiankovvski, hatıralarında “Küçük Asya’nın bütün Er­
m eni ahalisini Arabistan’ın kuzeyindeki çöllere, yani Fırat’ın aktığı
Mezopotam ya’ya tehcir ve yeniden iskânını buyuran barbarca emrin,
35 A. A. Tüıkeı 183/45. A28792. 20 Ekim 1916 tarihti rapor.
3$ Levvis Einstein, "The Armenian Massacres," Contemporary Review 616 (Nisan
1917); 490.
37 Leslie A. Davis, The Slaughterhouse Province. An American Diptomat's fteport on
Iha Armenian Genocide. 1915-1917. Susan K. Blair. ed. (New Rochelle. N.Y.,
1989), 181. Ayııca bkz., S. 83,160.
358
BİRİMCİ D ÜN YA SAVAŞI Ö R T Ü S Ü ALTIN D A SOYKIRIM IN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
gerçekle Küçük Asya'nın Ermeni ahalisinin imhası [Ausrottung] d e ­
mekti.”3* Marzuan’daki (Merzifon) Amerikan Anadolu Koleji öğretm e­
ni Theodore A. Elmor, İ ş i kendi [Erm eni] tehcir kafilesine m uhafızlık
etmek olan” şehrin jandarma komutanının misyon kompleksine ge­
lip. binamızdaki tüm Amerikalıların yanında Ermenilerin tehcir edil­
mesi hakkında açıkça attı tuttu. Bin kişiden bir tekinin bile Musul'u
asla göremeyeceğini söyledi..."*9 Aynı şekilde, Ermeni soykırımını
araştıran hacimli çalışmasında, AvusturyalI yazar VVolfdieter Bihl de
“tehcirlerin gerçekleştirilm e iarzt” hükümetin yeniden iskân ve
barınak verme amaçlı "düzenlemeler” yaptığı iddialarının “maska­
ralık olduğunu gösterdiğini” söyler. Devamla, Bihl “çoğu kez Erme­
nileri tehcir etme çabası’ hiç görülmemişti, çünkü eşi benzeri olma­
yan bir vahşetle kurbanlar işkenceden geçirilip oracıkta — bu keli­
meyi kullanmak zorundayız ki — boğazlanmışlardı."*0
Bu kadar kalabalık bir nüfusu oldukça ilkel yöntemlerle imha et­
m e görevinin büyüklüğü karşısında, çok sayıda kurban hem yoldaki
kesintisiz katliam eylemlerinden hem de Anadolu’yu enlemesine ve
boylamasına kesen tehcir yollanırın zorlu koşullarının yol açtığı
ölüm ve tükenişten sağ kurtulmuştur. Otoriteler çöllerde kurdukları
bir dizi konaklama merkezinde, bu sağ kurtulanları iarklı yöntemler­
le düzenli biçimde ölüme göndermiştir.41 Halep Amerikan konsolos­
luğunun bir M - i n çalışanı, Herr Bemau, bu konaklama merkezleri­
ni araştırıp, u
şünde gözlemlediği koşullarla ilgili rapor sunmakla
38 Joseph POftnankowskı, Der Zusammenbruch des Ottomaniscben Reiches (Viya­
na, 1969 (ilk 1928 baskısının tıpkıbasımı]). 160.
39 Vıscount Bryce. The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire 1915-16,
derleyen A. Toynbee (Londra, 1916, Devlet Yayınları Muhtelif No. 31). Belge No.
87. s. 341.
40 VVoildieter Bihl. Die Kaukasus-Potittk der Mittelmachıe I. Kısım (Viyana, 1975),
172.
41 Bu yöntemlerin kıs Wr betimlemesi için, bkz., Vahakn N. Dadrian, “The Naım-Andonian Doeuments on the VVorid War I Dcstruction of Ottoman Armenians: The
Anatomy of a Oenocide,” International Journal o t Middte East Studies. 18, 3
(Ağustos 1906): 351, 60. ve 61. nollar.
359
ER M ENİ SO YKIR IM I TAfliH I
görevlendirilm işti. Hazırlam ış olduğu uzun raporda, bu konaklama
m erkezlerine “kam p" [Lageı) dem eye bin şahit ister diye yazmrştı.
Buralardaki koşulların “en zalim M oğolların bile hayal edemeyeceği
kadar berbat" olduğunu söylemişti. Bernau sonra şunları yazmıştı:
Bu toplama ka m p la rın ın girişin e, pe kâlâ D a n te ’nin ce h e n n e m in in
kap ısında ki ünlü ‘H ey sen buraya giren kişi, terk etm elisin tüm üm id ini’
yazılsa yeridir."**
Tüm Türk yazarlar, hükümetin yeniden iskân konusunda ciddi ol­
duğunu söyleyen geçm iş ve bugünkü Türk otoriteler ile onların Batı-
42 4. A. Türkei 163/46. A8613, Alman konsolosu Rössler ın 14 Şubat 1917 tarihli ra­
poru. yoğun raporun tam metni Johannes Lepsius, Deutschlarıd and Armenien.
Sammlung Dıplomatischer Aklenstücke fPotsdam-BerNn, 1919, 496-493'tedir. Ra­
porun İngilizce çevirisi üickran EJoyajian. Armenia-The Case lor a Forgotten Genociüe (VYestvvood, N.J., 1972|. 1 17-124'de bulunur. Ayrıca, 'yeniden iskân"
planının acımasız niteliğini ortaya seren önemli bir Dışişleri Bakanl.ğ belgesi
vardır. Osmanlı başşehri İstanbul’daki Amerikan Sefareti Maslahatgüzarı nın kale­
minden çıkar belge, "gizlıliğtnin korunması" amacıyla Kopenhag üzerinden ak­
tarılmıştır. İşte belgeden birkaç alınlı:
“Deyr Zor ve Fırat He Çöl'deki başka yerier dâhil, geniş bölgelerde.. ajanlar
onlar, [Ermeni sürgünleri] ot, bitki, çekirge ve çok umutsuz hallerde hayvan le­
şi ve insan cesetlerini yerlerken bulmuşlara ... çok yüksek da n açlık ve has­
talıktan ölüm oranı, otoritelerin vahşice muameleleriyle artmıştır. Bunların çöl­
de oraya buraya sürülen sürgünlere karşı tutumu köle tüccartannkinden
farksız. Birkaç istisna dışında hiçbir barınak olmadığı gibi, soğuk iklimden ge­
len insanlar yakıcı çöl güneşi atlında aç ve susuz bırakılıyor... Durumun sefa­
let ve ümitsizliği o boyutlardadır ki birçoğunun intihar ettiği bildirilmiştir...
Zor'dan nehrin aşağısına kayıklarla gönderilenler otuz mil uzaklktaki Ana'ya
ulaşlıklannda yolcuların beşte üçü kayıp oluyor. Bu insanları ortadan
kaldırmak, ama katliam suçundan da kurtulmak için kısa vadeli değişmez b/r
politika olduğu anlaşılıyor. Onların sözde doğal nedenlerle ortadan
kaldırılması kararlaştırılmış gibi görünüyor “ (İtalikler bizim). Amerika'nın İs­
tanbul Maslahatgüzarı Hoffman Philip'in şifreli leigrafı. 12 Temmuz 1916. ABD
Ulusal Arşivi, R.G. 59.867.48/356
360
BIRİNCI DÜNYA SAVAŞI Ö R T Ü S Ü ALTINDA S O YKIR IM IN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
dahi avukatlarının duruşuna katılmıyorlar. Savaş zam anında, yetki
alanına Mezopotam ya çöllerinin büyük bölüm ü giren Cemal Pa­
şa’nın IV ’ üncü O rdusu’nun Erkân-ı Harp Reisi olan Türk G eneral Ali
Fuad Erden, hatıralarında “yüz binlerce sürgünü barındıracak ne
hazırlık ne teşkilatlanm a olduğunu...“ 4Î teslim ediyordu. Savaş za­
m anında Osmanlı Erkânı Harbiye Um um i'de II. Ş ub e’de istihbarat
subayı olan Ahm et Refik (A ltına /) d a aynı şekilde, katliam dan kurtu­
labilen sürgünlerin “cehennemi çöllere, açlık, sefalet ve ölüm e sürül­
düklerini" yazm ıştı.44
Tüm bu m uhalif Türk yazarların en bağım sızı, belki de Türk tarihyazım ının yeni göklerinin en çok gelecek vaat eden yükselen
yıldızı olan Taner Akçam , vardığı şu sonuçla tabloyu veciz bir biçim ­
de özeilem iştir:
G erçekte ne tehcirlerin başında, ne yolda ne d e ilk m ola durakları ola­
rak ilan ed ile n yerlerde, bir halkın göçünün ö rgütlen m esi için g e re ke n bir
te k dü zenlem enin bile olm ayışı, bu im ha plan ının varlığına yete rli
kanıttır.45
"Ö lüm ka m p la rf adını verdiği konaklam a merkezlerinin işleyişini
yorum layan Akçam , “toplam a kam pları" denilm esine rağmen, bun­
ların yapay olarak yaratılmış mahrum iyet ve salgın hastalıklarla,
kurbanları tem izlem enin alternatif bir yöntem i olduklarını befirtir: 'Z i­
ra tek kişinin bile buralardan sağ çıkması mucize dem ekti."4*
43 Orgeneral Ali Fuad Frden, Birinci. Dünya Harbinde Suriye Hatıraları I, Cilt (İstan­
bul. 1954). 122.
44 Retik (Altınay), İki Komite fn. 0], 30.
45 Taner Akçam. Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu I,İstanbul 1992). 1G6
46 A.g.e., 111.
361
1 6
Almanların İşbirliği Sorunu
Ermeni Sorununun Canlanışı ve
Yeni Türk-Aiman Ortaklığı
ürklerin Ermenileri “iç düşman” olarak görmelerine yol açan et­
ken, kendisini canlandıran olağanüstü savaş halinin ancak
kısmen yansımasıydı. Bu bakımdan, en kritik olanı ilk Balkan Savaşı
ile i. Dünya Savaşı arasındaki dönemde Ermeni Sorunu’nun can­
lanışının politik etkisiydi. Ayrıca, Güçler arasında Rusya’nın bu can­
lanmadan doğan Ermeni davasının savunucusu olarak yeniden or­
taya çıktığını gösteren yeni bir anlayış birliği vardı. Rusya, edilgin bir
biçimde de olsa yeni rolünde İngiltere ve Fransa’nın desteğini ar­
kasına almıştı. Bu sefer yeni mevzilenme, çalkantılı Abdülhamid dö­
neminde müdahale etmeyi alışkanlık haline getirerek, İngiltere’nin
Suttan’ı taşrada reformları gerçekleştirmeye zorlama girişimine taş
koyan Rusya’yı ve daha az ölçülerde Fransa’yı gizli kapaklı sabote
etmekten uzaklı.
Türklerin egemenliğini çiğnemek anlamına gelen dıştan dayatılan
reformların baskısına karşı Türkiye’ye kol kanat germe geleneğinin
yaralıcısı, bir sûredir Jön Türk rejimiyle yeni ve canlı bir ortaklık kur­
makta olan İmparator II. VVilheim'di. Bu yeni mevzifenmeye doğru
dümen kırılırken, Türk-Aiman ortaklığının hedefi, Rus imparatorluğu­
nun gizli planlan olduğundan şüphelenilen Rus relorm planlarım
T
363
ERMENİ SOVKIRIMI TARİHİ
sınırlamaktı, Bu görev Almanya’nın Türkiye Sefiri Hars Freiherr von
Wangenheim'a verilmişti. Diplomasinin kaygan zeminleri ve
kırılganlığının tipik özelliği olan sonu gelmez diplomasi ba­
taklıklarında, Rusya şimdi'kendisinin 1894-96 döneminde, özellikle
Salisbury'nin görevi sırasında İngiltere'ye yaşattığı hayal kırıklığının
aynısını yaşıyordu. Türkiye’ye tam destek vererek açık bir jest yapan
Sefir Wangenheim, Ermeni reform müzakerelerinin bir aşamasında
(Eylül 1913), Almanya'nın önerilen Reform Anlaşması’nın maddele­
rinin yürürlüğe girmesine ancak Türkiye'nin gönüllü olarak kabul et­
mesi şartıyla onay vereceğini söyleyecek kadar ileri gitti. Aralık
1912-Haziran 1913 döneminde, Rus diplomasisi Ermeni Reform­
larıyla ilgili yeni konferans için zemin hazırlama çabalarına aktif bir
biçimde katıldı. Ermenileri Türkiye içinde ve dışında medya yoluyla
ve hükümetler ile önemli şahsiyetlere başvurarak kamuoyu oluştur­
maya teşvik eden Rusya’nın Osmaniı İmparatoriuğu’ndaki sefiri, du­
rumlarını daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramayan provokalil eylemlerden kaçınmaları için uyardı. Devamla: “Ermenilerin
kendi ulusal emellerini gerçekleştirme düşüncesiyle, Türklerin bu­
günkü askeri gerilemelerinden yararlanan siyasi devrimciler olmaları
değil, Türklerin inatçılığının kurbanları olarak Avrupa'nın gözüne gir­
mesi önem taşıyor.”1
Rusya Dışişleri Müsteşarı Neratof'un 6 Haziran 1913 tarihli rapo­
runun arkasından, Avrupa hükümetlerine gönderilen bir bilgi Notu’nda, yeni reform projesi üzerinde çalışmak için İstanbul’da altı Gü­
cün temsilcilerinden oluşan bir Reform Komisyonu’nun kurulduğu bil­
dirildi. Zorlu müzakereler sırasında, Türkiye ve Almanya’nın tutum­
larını uyumlu kılmak için Rus sefaretinin hukuk uzmanı Andre Mandelstam’ın tasarlayıp geliştirdiği projenin özgün maddeleri büyük öl­
çüde sulandırıldı. Aralarındaki büyük farklılıkların çoğunu çözüme
1
Rus İmparatorluğu Arşivi (St. Petersburg). Ministerstvo inostrarikh Del. Spomik
dipbmaticfıeskikh dokumentof. Reformsa v Armenyee, 26 noiabrıa 1912 goda—
10 maiia 1914 goda. (Portakal Renkli Kilapi. Diplomatik Belgeler Koleksiyonu. Er­
menistan'da Reform. 26 Kasım 1912’den 10 Mayıs 1914’e. (Bundan sonra DAR
olarak geçecek) (1915). Belgeler. No. 8 .22.32.
364
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖRTÜSÜ ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
bağladıktan sonra, Türkiye ile birlikte Güçler de kendilerini bölen iki
kamp adına hareket eden Rus temsilci ve Türk Sadrazamın imza
koyduğu 26 Ocak/8 Şubat 1914 Reform Anlaşması ’nı nihayet kabul
ettiler.
Bu anlaşmanın kaderi 3. Kısım 12. Bölüm’de anlatılmıştır. Mev­
cut tartışmayla ilgisi Ruslar, Türkler ve Almanların bu belgeye yükle­
diği önemden gelir. Anlaşmanın tamamlandığı haberini kendi Dışiş­
leri Bakanı'na iletirken, Osmanlı başkentindeki Rus Maslahatgüzarı,
uluslararası bağlayıcılığı olan yasal bir belgenin hazırlanmasında
Rusya’nın oynadığını düşündüğü baskın rolden keyifle söz etmişti.
Rusya’nın yeni Ermenistan politikasını ‘ Ermeni Sorunu’nun Rusya
için Rus çıkarları kadar insani bakış açısıyla da büyük önem
taşıdığının kabul edilmesiyle’ canlanan bir politika olarak yeniden
tanımlıyordu. Sonra, ilk kez tabloya "Türkiye’nin bütünlüğü” (sans
porter atteinte â l ’int&grite de la Turquie) ve "Sultan’ın egemenliği"
gibi ilkelere gereken özeni göstererek. Rusya ya da Avrupa'nın kon­
trolü altında yürütülmesi gereken reformların dayatılmasının aciliyetini ekledi.
Türklerin ve dolaylı olarak, Almanların bakış açısıyla, bu yeni po­
litika açıklamasının en uğursuz unsuru. Reform Anlaşması’nın “Türk
hükümetinin beceriksizliği ya da kötü niyeti sonucu reformun gerçek­
leşmemesi halinde ya da ülkenin anarşiye yuvarlanmasının Rus­
ya’nın komşu vilayetlerinin güvenliğini tehlikeye düşürmesi halinde,
Ermenistan'ın [doğu TürkiyeJ işgaline hazırlık” olduğu teziydi Erme­
ni reformları ihtiyacının aciliyetinin önüne geçen tek şey. bir bütün
olarak Türkiye’nin geleceğini bir yana bıraksak biie. Türkiye'nin doğu
vilayetleri yönünden, Rusların bu duruşunun işaret ettiği tehlikelerin
şiddetiydi. Bu yüzden, durumun garip bir biçimde yön değiştirmesiy­
le, özellikle Jön Türk liderlerin zihninde iki sorunun yumak haline gel­
mesiyle. Ermeni Sorunu Rus Sorunu’na dönüşmüştü. Türkiye'nin ta­
rihi korkutucu düşmanı Rusya’dan kaynaklanan tehdit, şimdi az çok
Rusların tezgâhladığı anlaşmanın hükümetlerinin aciliyetirıden kay­
naklanan Ermeni tehdidiyle hiç olmadığı kadar bir araya gelmişti.
Savaş zamanında bağlanan 2 Ağustos 1914 tarihli gizli Türk-AIman askeri ittifakıyla doruğa ulaşan, Almanya'nın Türkiye ile or­
365
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
taklığı, bu Rus tehdidinin yeniden doğuşuna cevap olarak büyük iv­
me kazanan evrim halindeki tarihsel sürecin doğrudan sonucuydu.
Alman ulusal çıkarları Tûrklerin ulusal çıkarlarıyla kaynaşma eğilimi­
ne girmişti, il. Wilhelm vö danışmanlarına göre, yaklaşan savaşın
ayak sesleri duyulurken, hesaba katılacak boyutlara ulaşan Rus
tehdidi savuşturulmalıydı.
Alman Askeri Yardım Heyeti’nin Açtığı Gedik
Katı askeri bakış açısıyla, temel biçimiyle bu cepheleşmeyi tetikleyen olay, yeni Ermeni Reform anlaşması müzakerelerinin son aşa­
malarına girilmesiyle örtüşen bir tarihte Alman Askeri Yardım Heyeti’nin Türkiye'ye gelmesiydi {Aralık 1913). Esas olarak emekli Prus­
yalI subayların yönettiği grup, Türk ordusunda ıslahat ve reorganizasyon yapacaktı. Bu misyon Türk-Alman ilişkileri tarihinde hiç de
yeni bir şey değildi. Modern zamanlarda Almanların Osmanh-Türk
ordusunu ıslah etme girişimi o sırada Binbaşı rütbesindeki von der
Goltz’un Sultan Abdülhamid taralından Türk ordusunun ıslahı ve su­
bayların eğitilmesiyle görevlendirdiği 1882 tarihine kadar geri gider.’
Tûrklerin açısından ilk kez Harbiye Nazırı Enver tarafından önerilen
askeri ittifak paktı (22 Temmuz 1914), hemen hemen tümüyle Rus­
ya’yı hedef alıyordu. Türkler Almanya’nın koruyuculuğunu bekler­
ken, Almanlar Tûrklerin o zamanki askeri potansiyelini ciddiye alma­
makla birlikte, bir Rus-Alman savaşı çıkması halinde, Türkiye’nin sa­
vaşa girme taahhüdünde bulunmasında ısrarlıydı. Paktın merkezin­
de Alman Askeri Yardım Heyeti'ndeki subayların Türk ordusunun
harekât komutasının sorumluluğunu üstlenmeleri anlayışı yatıyordu.
Metin şöyleydi: influence effective sur la conduite generale de l’aer-
mee (ç.n. Fr. "ordunun genel sevk ve idaresinde gerçekte söz sahi­
bi olm a*).*
2
Andre Mandelstam, Le sort de L Emptre Ottoman (Lozan, 1917), 236, 243.
3
Cari Mühlmann, •‘Deulschland und die Tûrkei 1913-1914.” Politische VVisaensChalt 7 (19291: 70-80.
366
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Rusların bu düzenlemelere seri tepkisi, bir bakıma o sırada şe­
killenmekte olan Rus-A!man kamplaşmasının ön habercisiydi. Al­
man askeri kadrolarının Türkiye’ye yavaş yavaş akını, sonunda Al­
man endüslriyel-askeri kompleksiyle, özellikle de Türk ordusunun
başlıca silah ve cephane tedarikçisi haline gelen Krupp'la pek çok
ilişkinin kurulmasına neden oldu. Bu yüzden, Alman askeri yardım
heyetleri ayakta kalmaya çabalayan, yıpranmış bir ulus-devleti ku­
şatan Alman gücü ve etkisinin özel işaretleri olarak ortaya çıktı. Hiz­
met sözleşmesine Alman subaylarının Türk ordusunda Alman ordu­
sunda taşıdıkları rütbenin bir üstünü taşımalarını öngören bir hük­
mün eklenmesiyle, Askeri Yardım Heyeti'nin yetkisi daha da güçlen­
dirildi. Alman heyetinin yüksek kademelerinde bir Prusya Feldmare­
şali (von der Goltz), aynı şekilde mareşal, yani müşir olan iki Gene­
ral (Liman von Sanders ve von Falkenhayn), üç amiral (Usedom,
Souchon ve Mertens), farklı sınıflardan Türk ferik (korgeneral) rütbe­
sine yükseltilen yaklaşık on generalden oluşuyordu. 70 subaydan
oluşan ilk mevcut o kadar kabarık bir hale gelmişti ki savaş harekât­
larının doruk noktasında heyetin emrinde 7-8 00 Alman subay ve
yaklaşık 12.000 asker görev yapıyordu.4
Bu Alman askeri liderlerinin, özellikle amirallerin sahip oldukları
en somut ve sonuç alıcı etki, bunların Türkiye'nin savaşa müdahale
etme seçeneğini izleyeceği kendi yol haritasını hazırlama imkânını
kısıtlamasıydı. Gerçekten de bunlar Türkiye'yi Rusya ile — belki çok
erken ve bu yüzden vakitsiz — savaşa sürüklemeyi başardılar. Al­
manlar Terklerden hukuksal yetki almadan Karadeniz içi ve çevre­
sindeki Rus gemileri ve askeri tesislerine deniz saldırıları yaparak,
müttefiklerini savaşa erkenden sürükledi.* Hizmet sözleşmesinin bir
başka hükmüne göre, birlik kumandanı Türk subayıysa, kurmay
başkanı Alman olacaktı; bu hükmün tersi de geçeriydi.
4
A
}
e.. 3 9 -4 3 ; A. A. Tür kel 142/40, A 2 1 I3 5 , Wangenheirn'dan Dışişleri Ba-
kanlığı’na, B Eylül 1914: a .g e., A25509, 6 Ekim 1914 tarihlî rapor. 1917’de dör­
düncü bir amiral, Hubert von Hebeur-Paschwitz katılmıştı.
5
Joseph Pomiankovvski, D e r Zusam m enbm ch des O ttom anischen Reicbes (Graz,
1969). 5 4 -5 5 : A. A. Türkei. No. 139/39. (Uberlassung) rapor No. 12 3 ,2 9 Ocak 1916.
367
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Ne var ki, bu betimlemeler ve rakamlar burada söz konusu olan
Alman etkisinin bütün öyküsünü anlatmıyor. Alman etkisine sadece
imkân tanımakla kalmayıp, ağırlık da kazandırarak, bunları önem
bakımından aşan bir faktör söz konusuydu. Harbiye Nazırı E nver’in
Alman im paratoruyla şahsi ilişkisiyle birlikte, Alman savaş aygıtının
potansiyelini abartılı değerlendirmesi ve örgütsel beceriler, askeri
yetenek ve disiplin gibi Almanların ayırt edici vasılları olarak gördü­
ğü şeylere genel hayranlığıydı bu. Enver Binbaşı'yken 1909-1913
döneminde iki kez Berlin ateşemiliteri olarak görev yaptı. Bu görevi
sırasında, zaman zaman II. VVilhelm onunla kurduğu şahsi ilişkiyle,
aslında pohpohlayarak onun Jön Türk iktidar çevrelerindeki yüksel­
me arzularını kam çıladı*
Bu mevkiye ulaştıktan sonra, Enver tümüyle değilse de pek çok
açıdan, Berlin’deki ve Alman imparatorluk Genel Karargâhındaki Al­
man slratejisyenlerinin bir çeşit vekili haline geldi Askeri aygıtın par­
çası olan bazı Türk generaller savaş sonrasında, Türkiye’yi muğlâk
hedefler ve şahsi şan kazanma uğruna vakitsiz savaşa sürükleyen
tam bir Alm an kuklası olarak gösterdikleri Enver’i çok sert eleştirm iş­
lerdi.7 Bu generallerde.! biri aralarında geçen özel sohbetlerde En­
v e r’in muhtemelen “Anadolu’ya Ermeni tehcirleri” sonucu boşalan
6
Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya dan Ortaasya ya Enver Paşa, 2. Cilt (Istan
bul. 1971). 531-35. sayfada yazar bu lur bir bilinçli şımartma örneği veriyor. Öy­
le aıılaşılıyoı ki Enver’in egosunu şişirmek isteyen İmparator, Türk paşanın kendi
ihsanına layık olduğunu göstermek amacıyla bir ziyafet verdi. O akşam ziyafetin
onur konuğu olan paşayı ona Özel ayrılan sokanın başına otumu. Huzurda bulu­
nan diğer ataşelere de durumu şu gerekçelerle açıkladı: ‘ Sizin rütbeleriniz En­
ver’den büyük, ama o çok geçmeden büyük bir imparatorluğun zirvesine yüksele­
cek, İşte bu nedenle onu ziyafetin onur konuğu yaptım." Ziyafetten sonra, II. VVil­
helm onu kaktırdı, koluna girdi ve bitişikteki odaya soktu ; ‘Enver, göreve geldik­
ten sonra İsleyebileceğin her türlü yardımı yapacağım" dedi. Burhan Oğuz,
Yüzyıllar Boyunca Alman Gerçeği Ve Tiirkler (İstanbul, 1983) 265.
7
Alı İhsan Sabls, Harb Hatıralarım (İstanbul, 1943) CHt 1,130-32; aynı yerde, Cilt
2, (Ankara. 1951), 68,101; Kâzım Karabokir, İstiklâl Harbimizde Enver Paşa ve İttihad Terakki Erkânı (İstanbul, 1967), 139.
368
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R T Ü S Ü ALTIN D A SOYKIRIMIN BAŞLAT İLİP TAMAMLAN VASİ
bölgelere "bir hayli Alman"* yerleştirmeyi planladığını bile öne sürü­
yor. Bir başka general, E nver’in tüm cephe gezilerinde yaverleri ve
bazı kâtipleri dışında Türk subaylarını yanında götürmekten özenle
kaçınarak, yüksek rütbeli Alman subaylarını götürdüğünden şikâyet­
çiydi.® Gene bir diğer General “Alman Askeri Yardım Heyeti'nin her
gün ülkede olup biten her şeyi izleyebilecek bir konumda olduğu"
"politik olsun, askeri olsun devletin tüm sırlarının’’ Almanlara emanet
edilmesine hayıflanıyordu.'0 Almanların suç ortaklığı/işbirliğini ele
aldığımız bu araştırmada, Almanların bu ayrıcalıklı konumunun ola­
ğanüstü öneminin vurgulanması gerekiyor. Bu karargâhların bünye­
sindeki özel bir şubeye, yani istihbarattan sorumlu II. Şube'ye veri­
len görevler ışığında, Umumi Karargâh m rolünün ne anlama geldi­
ği özel olarak öne çıkıyor. Eşzamanlı olarak hem Harbiye Nezareti
hem de Umumi K arargâhla bulunan birkaç şubeden biri olan bu II.
Şube, dolayısıyla tek kimlik, işlev ve personele sahip birbiriyle örtüşen iki askeri görev ve sorumluluğa sahipti. Şubeyi Enver’in dostu
ve ekip arkadaşı Miralay Seyfi yönetiyordu ve Seyfi soykırımın temel
örgütleyicileri arasındaydı.
Ayrıca, bir Türk tarihçinin anlattıklarına göre, “ Devletin tüm poli­
tik ve askeri sırlarının iç içe geçtiği merkez olan II. Şube’nin başına
bir Alman subay atanmıştı Bu devleti Alınanlara teslime etmekte
aynı şeydi.”11 Burada söz konusu edilen kişi Yarbay Sievert’ti. II. Şu­
b e ’nin işlevlerinden biri, ölüm tarlalarındaki operasyonları gerçek­
leştiren Teşkilât-ı Mahsusa çetelerinin tertiplenmesi, konuşlanması
ve yöretîlm esiydi.12 II. Ş ube’nin Türk şefi Miralay Seyfi’nin kitlesel
katliam kararının proje bazında dillendirildiği gizli Jön Türk İttihadçı
8
Kâz m Karabekir, İstiklâl Harbin ıtrin Esastan (İstanbul. 1933-1951), 23-24.
9
Ahmet İzzet Paşa, Feryadım Git 1 (İstanbul, 1992), 94.
10 Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam. CİI11, 3. baskı (İstanbul. 1973), 86.
11 Alatekın Müderrisoğlo, Sarıkamış Dramı Cilt I (İstanbul, 1988), 193.
12 Sabah, 12 Aralık 1919; Fuat Balkan, "Beş Albaylar" Yakm Tarihimiz2(1926) 297;
Mehmod Zaki, Raubmördcr als Gasle der deutschen Re/jublik (Berlin, 1920), 35.
369
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
konferansına katılması, bu şubenin kitlesel katliamın planlama ve
gerçekleştirilmesindeki rolünün göstergelerinden biridir.*3
Alman İdeolojik Perspektiflerinin Rotası
Burada incelenen Almanların işbirliği derecesini belirlemek ne öl­
çüde mümkünse, böytesi bir işbirliğine yol açan bazı teme! tutum­
ların araştırılması da o ölçüde gerekir. Göz önünde bulundurulacak
çok sayıda tutum kategorisi vardır. Bunlardan biri Abdülhamid döne­
minin izlerine ve o dönemin katliamlarına gönderme yapar. Bu mi­
rasın gerçekten de savaş zamanındaki soykırım dönemine kadar
taşınması ölçüsünde, o dönemin mirasını somutlaştıran iki şahsiyet
öne çıkar. Friedrich Naumann’ın görüşlerini ortaya koymuş bulunu­
yoruz (S. Bölüm, 6. Kesim). Ama {aynı kesimde irdelenen) diğerinin,
İmparator II. Wilhelm’in tutumu, özellikle iki ayrı ama iç içe geçen dü­
zeyde özel değerlendirmeyi hak ediyor. Birincisi, onur» Sultan'ırı top­
raklarına yaptığı iki gezide, özellikle de İkincisinde (1898), adım
adım gelişip sonunda berraklaşan İslam ve Türkiye ile ilgili genel
perspektifinde düşünülmeli. II. Wilhelm'in Türk monarkına monarşîk
yakınlıkları, İslam ve teokrasiyle ilgili görüşlerini yeni bir bakış
açısıyla gözden geçirip yeni bir kalıba dökmeye zorlamaya yetmişti.
Kendisini bazı yönlerden Türk sultanıyla özdeşleştiren II. VVilhelm,
bu yeni bakış açısıyla iktidarını yeryüzünde Naibi olduğu Allah’ın hik­
met ve kudretinden alan ve kişiliğinde kutsal ve dünyevi otoriteyi en
üst biçimde kaynaştıran bir hükümdar olarak görmeye başlamıştı.
Bu bakış açısıyla, çekiciliğini ideal bir Prusya’nın çileci erdemlerinin
büyüsüyle karşılaştırdığı bir dizi idealin gerçek müminleri kendisine
çekliği İslam’ı birleştirici bir güç olarak takdir etmeye de başlamıştı.
Aslında Türkiye’yi Doğunun Prusya’sı olarak görüyor, İslamiyet’in
nefse hâkimiyete yüklediği vasıfları Prusya püritenizmi anlayışıyla
karşılaştırıyordu. 8 Kasım 1898’deki Şam söylevinde dünyadaki 300
13 Vahakn N. Dadrian, “The Secrel Young-TurK ittihadisi Conference and the Decision lor Uıe YVorld War I öenocide ol (he Aınıemans' Holocavsl and Germede Studie$7. 2 (Sonbahar 1993): 173-201.
370
BİRİNCİ DÜNYA SAVASI ÖR TÜSÜ ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
milyon Müslüman'la dayanışmasını ilan etmesi, İslam idealleri ve
emellerini kutsama göreviyle Türkiye'yle teokratik bir harikalar ülke­
si olarak görünürde ideolojik kucaklaşmasının bir göstergesiydi.*
(ç.n. Konuşma şöyleydi: “Sultan Hazretleri ve dünyada onu Halife
olarak gören 300 milyon Müslüman, Alman İmparatoru ‘n un kendile­
rinin dostu olduğuna ve öyle kalacağına inanmalıdırlar. ” İstanbul’un
Doğusunda 8itmeyen Oyun, Peter Hopkirk, Yeni Yüzyıl Tarih Dizisi,
Türkçesi: Mehmet Harmancı, s. 40)
Ne var kİ, dini idealler ve püritenizmin yüceltilmesine bu düşkün­
lük, Prusya ya da İsfami türden olsun, bu gibi püritenizmin çaba­
larıyla bastırılan tutkulann gemi azıya almasına izin verebileceği öl­
çüde vahşet düşkünlüğüne dönüşme eğilimindedir. Savaş zamanı
tehcirlerinin tarihi, sadece bu dönüşme görüngüsünün bir yanıdır.
Almanların bu tehcirlerin gerçekleştirilmesindeki rolünü incelerken.
Alman imparatorunun bu gibi tehcirlerde nasıl bir lutum aldığı konu­
sunda bazı kanıtları dikkate almak yararlı olabilir. Almanların Marne'da uğradığı askeri yenilgiden (5-1 2 Eylül 1914) önce. Alman İm­
paratorluk Gene! Karargâhında Fransa ve Belçika’nın işgal edilmiş
bazı yörelerinden gereken bir kısım yerli ahalînin “boşaltılarak"
(evakuieren), “yerlerine” (ansiedeln) “hak eden'1Almanları "yerleş­
tirme” imkânını ciddi ciddi düşünüyordu. Şansölyesinin varsayımı
“ilgi çekici" bularak askeri zaferde pay sahibi olan unsurlar arasında
saymaya değer görmesi de aynı derecede önemliydi. Bu halkı top­
lu olarak yerinden etme eğitimi, Alsace için daha vurgulu olarak te­
laffuz ediliyordu. Amiral Tirpitz, günlüğüne 2 Nisan 1915 tarihinde
şunları yazar: “Kayzer, önceki gün her bir Fransız erkeğini Alsace'dan çıkartacağını söyledi."14 Başka bir deyişle, imparator ve et­
rafındaki yönetici klik, bugünkü tabirle ‘etnik temizlik denilen* zo­
runlu tehcirler üzerinde fikir jimnastiği yapmaya çoktan baş­
lamışlardı.
14 Fransa ve Belçika tebcillerine gönderim Fritz Fıscber, Gntt nach der IVettmacht
(Ouesseldorf, 1867), 99’a; Alsace’a gönderim Büyük Amiral von liıpilz, My Memeirs Cilt 2 (New York, 1919) 329’a.
371
ERM ENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Tûrklerin Türkiye'yi yerli Ermeni ahaliden kurtarma projesinin ilk
ideolojik adımları, bu bakımdan Alm an damgası taşıyor. 1894-96
Ermeni katliamlarının hemen ertesinde, zamanın Alman sefiri Marschall’ın yurtsever Türk subaylarının gurusu diye tanımladığı Gene­
ral von der Goltz, uzun b ir m akalede Tûrklerin yeni ulusal uyanışı
öğretisini savundu.19 Burada Türkiye’nin generalin işaret eitiğı yeni
yoldan gitmemesi halinde, başına gelecek tehlikeleri sıraladı. Bu
doktrinin ana fikri. Türkiye'nin geleceğinin imparatorluğun Asya top­
raklarında yattığı ve bu nedenle, Avrupa topraklarından vazgeçip
içe dönmesi ve kendisini Anadolu’da güçlendirmesi gerektiğidir. Von
der Goltz, amacın söz konusu bölge halkları arasında İslami bağlar
kurulmasıyla, zayıf Bizans krallığını bir Türk-Arap krallığına dönüş­
türm ek olduğunu söylemişti. İçte güçlenm e amacını gerçekleştir­
mek için, Asya T ürkiyesi’nin teme! vilayetlerinde yoğunlaşılmasın!
tavsiye ediyordu. "Türkiye’nin nüvesi Avrupa’da değil, Küçük As­
ya’da bulunur. Türkiye, Rusya’nın askeri bakımdan zayıf olduğu ve
mahalli Müslüman halklarla etnik ve dini bağlarından rahatlıkla ya­
rarlanabileceği T ranska fkasya’da daha büyük askeri başarı
şansına” sahiptir derken, Goltz bu görüşü tekrarlıyordu.16 Alman Al­
bayı von Deist ve özellikle Alman yayılmacılığının savunucusu Pa­
ul Rohrbach da benzer görüşleri belirtmişlerdi. Aslında, Berlin-Bağdat dem iryolunun geçeceği bölgeleri iskâna açm ak ve geliştirmek
amacıyla, Ermenilerin doğu Türkiye'deki ata topraklarından tahliye
edilerek Mezopotamya’ya yeniden iskân ©dilmesinin yararını Türkierin aklına sokan teorisyenin Rohrbach olduğundan şüphenilmiştir.
Örneğin, Fransız yazar Rene Finon 1913 kışındaki bir konferansta.
15 Atman Dışişleri Bakanlığı Arşivi (Dia Dipiomatıschen Akten des Ausvrârtigen Amıes) Oie Grosse Politik der Europâisehen Kabinette 1871-1914 (Bundan sonra
DAG olarak geçecek) Cilt 12{2). Bclgo No. 3339, “Gizli “ rapor No. 57, s. 562. 5
Mart 1898.
16 İlk görüş C. Freiherm von der Goltz. "Stârke und Schwâche d es türktscJıen Reiches” (Türk İrtıparalorluğu'nun Gücü ve Zayıflığı) Deutsche Rundschau XXIV. i
(Ekim 1897): 104,106. 109, 110. H8'de. Rusya ve TranskafKasya İle ilgili ikinci
yorum Dnltz, Denkm'irdigkeiten(rı 3?j. l t l - 1 2 'de.
372
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Û R T U S U ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Rohrbach’ın bu anlaşmayı sürüncemedeki Ermeni Sorunu'nıı hem
Alm anya’nın hem Türkiye’nin çıkarlarına eşzamanlı olarak hizmet
edebilecek bir çözüm olarak önerdiğini söylemişti.17 Fransız Temps
gazetesine gönderm e yapan Amerikan Sefiri Morgenthau da Rohrbach’dan aynı şekilde söz eder.15 İstanbul Ermeni Patriği benzer bir
tez öne sürmüştü. 28 Mayıs - 10 Haziran 1915’de İstanbul’daki Al­
man Sefareti'nin Ermeni Masası Müdürü Dr. M ordtmann ile bir top­
lantıda, Patrik o sırada Türk hükümetinin başlatmış olduğu tehcirle­
rin, Rohrbach’ın bir süre önce Alman Coğrafya Dem eği’ndeki bir
konferansta sunduğu Rohrbach planının hayata geçirilmesi olduğu­
nu söylemişti.1* Bu spekülasyonları yansıtıp yeni bir ayrıntı ekleye­
rek, yani, Rohrbach’ın Alman imparatorunun huzurunda da aynı su­
numu yaptığını söyleyen Alm anya’nın Erzurum Konsolos Muavini
Scheubner Richter, Berlin’e gönderdiği bir raporda, itilaf devletleri­
nin tehcirlerin bu tavsiyenin sonucu olduğu iddialarına karşı
çıkmıştı.** Belki de benzer bir öneriyle ilgili en akla uygun spekülas­
yon General von der G oltz’a atfedilmişti. Savaşın başlamasından
sadece birkaç ay önce, Berlin’de halka verdiği bir konferansta bu tür
bir önerinin ana hatlarını sunduğu rapor edilmişti. Alman-Türk Derneği’nin (Deutsch-T(irkisch9 Vereinigung) sponsorluğunda gerçek­
leştirilen konferansa Türk sefaretinin görevlileri, seçkin Alman ko­
nuklar ve Derneğin üyeleri katılmıştı. G oltz’un da Yönelim Kurulu
üyesi olduğu Dernek bizzat Alman Dışişleri Bakanlığı’nın ricasıyla
kurulmuştu. Rapor edilen önerinin başlıca noktaları şunlardı:
17 Rene Pinon. La Supprassion des Armeniens. Methode allemende-tcavail lurc (Pa­
ris, 1916). 12-3.
18 Henry Morgenthau, Ambassador Morganlbau's Story (Garden City, N. Y., 1918)
366-67.
19 Zaven Archbishop, Badrarkagan Hotıshcrus. Vavcrokimer yev Vugayutiunner
(Patrikhane Hatıralarım. Belgelerim ve Tanıklıklar). (Kahire. 1947), 104. Bkz,
ayrıca A. S. Baronigian, Blicke irs Mirtyferland (LüssnilzgruıxJ i Sachseı*. 1921),
3. 4, 6
20 A. A. Türkei 183*39, A2838A. ek No. 2. Ağuslos 5, 1915.
373
EOM ENİ SOYKIRIMI T/^fllHİ
1) Rusya neredeyse yüzyıldır uyruk milliyetleri korumak istediği
bahanesine sığınarak, Türkiye’nin iç işlerine müdahale edi­
yor.
2) Sonuçta, imparatorluğun tüm Türk olmayan milliyetleri kendi­
lerini Türk hâkimiyetinden kurtarmışlar ve Türkiye'nin toprak­
ları iyice küçülmüştür.
3) Balkan Savaşı krizinden yararlanarak, Ermeni sorununu ye­
niden ısıtan Rusya’nın yeni bir reform projesi ortaya atmakta­
ki gizli amacı, Türk topraklarının daha da küçültütmesidir.
4) Türkiye'nin başm a yeni bir feiaket sarmamak için, Van, Bitlis
ve Erzurum gibi Rus-Türk sınır bölgelerine komşu vilayetle­
rinde yaşayan yarım milyon Ermeni'nin tabiiye edilmesi
şarttır. Bunlar güneye nakledilerek, Halep ve Mezopotamya
bölgelerinde yeniden iskân edilmelidir.
5) Buna karşılık, bu yörelerde yaşayan Araplar Rus-Türk sınır
boylarına yeniden iskân edilmelidir.
Günümüzde bile, Goltz'un konferansının bu açıklamalarını doğ­
rulayan başkaca bir kaynak olmamakla birlikte, 1897 makalesinde
belirtilen temel tezi bir çeşit sayılmalıdır, çünkü rapor edilmiş olan
konferansın temel tezine uygun düşüyor. Ayrıca, kaynağın arkaplanı
onun doğruluğuna belli ölçülerde güven duyulmasını sağlıyor. Bu
kaynak o sırada Berlin Üniversitesı’ncle ilahiyat öğrencisi olan bir Er­
meni papazdır. Konferansa katılmış olan bir Alman profesörün kon­
feransın içeriğini "çıtlatması” üzerine, o da hemen bu biigiyi İstanbul
Ermeni Patrikhanesi'ndeki üstlerine ile tm iş ti/'
21 Rev. Krikoris Balakian. Hat Koghkotun. Troııakner Hat Mardiro$aitrotjtiuaan. Bor
linert TebeeZer ‘> 914-1920(Ermem Golgotha'sı. Ermeni Şühedasından örnekler,
Berlin’den Zor'a (91Z-1920) Cilt 1 {Viyana. 1922). 32-3. 3eıliıVde eğitim gören
bir Ermeni papaz elan yazar, soykırımdan kurtulduktan sonra, ilk olarak Manchesttr, soma da Fransa, Marseilie Ermeni Diyakozu Başpapazı oldu. Savaş baş­
layınca İstanbul'a döndü ve 2<i Nisan 1915te tutuklanıp yok edilmek üzere tehci­
re gönderilecek Ermeni liderler arasında yer aldı. Ancak tyr Alman binbaşının
yardımıyla kaçıp kurtulabildi.
374
BİRİMCİ DÖNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIM IN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Ordunun İşbirliği. “Tehcir ” Emri
General Bronsart von Schellendorf’un rolü
İstanbul ve Berlin’deki Alman otoriteleri savaş zamanı anti-Erment önlemlerinin alınmasına herhangi bir şekilde müdahil oldukları gö­
rüntüsü vermemek için ellerinden geleni yapmışlardı. Oysa kanıt
özelliği faşıyan iki grup malzeme böyle bir dahii doğruluyor. (İki Jön
Türk İttihadçı fırka lideri ve şefi, Dâhiliye Nazırı, sonradan Sadrazam
(Şubal 1917-Ekim 1918) olan Talât'ın yayınlanan hatıralarıdır. Onun
anlattıklarına bakılırsa, 1914 Aralığında Osmanlı Umumi Karar­
gâhında Erkânı Harp Reisi Tümgeneral Fritz Bronsart von Schellendorf, Harbiye Nazırı ve Osmanlı Silahlı Kuvvetleri Başkumandan Ve­
kili E nver’den “işbilir Nazırların katılacağı olağanüstü, gizli bir konfe­
rans toplamasını" rica etmişti. Konferansa kalıianlar arasında Goltz
ve Liman von Sanders gibi Alman generaller ile Taiât ve Enver gibi
iktidarın güçlü isimleri olan Türk liderler de vardı. Anlatılanlara göre,
o konferansta Alman askerleri ordunun geri hatlarında Ermenilerin
sabotaj eylemleri ve mezalimlerine dair kanıtlar sunmuşlardı. Bu
yüzden, Türklerin savaş çabalarını can evinden vurarak tehdit elliğ i­
ni düşündükleri bu tehlikeyi durdurmak için te d b ir alınmasını istiyor­
lardı.*2 Tekrarlarsak, General Bronsart’ın Ermeni tehcirleri projesinin
gerçek başlatıcısı olarak gösterildiği bu tek ifadeyi destekleyebile­
cek başka bir belge yoktur. Ne var ki, Talât İngiliz Parlamentosu üye­
si ve istihbarat ajanı Aubrey Herbert’e yaptığı bir görüşmede, aynı
tezi, yani arUİ-Ermeni önlemlerin alınması için Almanların baskı
yaptığını öne sürmüştü.23 Almanların adını özellikle vermeden, za­
manın Sadrazamı Said Halim Paşa, Ermeni Patriği’ne aynı şekilde
tehcirlerin "askeri otoritelerin ayfar süren baskılarının” sonucu oldu­
ğunu söylemişti. 13-26 Nisan 1915’te, yani Osmanlı başkentindeki
22 Cemal Kulay Talât Paşanın Gurtet Hatıraları Cilt 3 (İstanbul. 1983). 1197.
23 Aubrey Herbert. ' Talât Pasha” BtacKwocd’s Magazine CCXUI (Nisan, 1923): 426.
436. Aynı zamanda. bxz., aynı yerdo, Ben Kendim. A Record of Eastern Tıavel 2.
baskı (Londra. 1924). 309.
375
ERM ENİ SOYKIRIM I TARİHİ
Ermeni cemaati liderlerinin toplu halde tutuklanmasından iki gün
sonra. Patrik Ermeni halkının başına gelenleri durdurmak amacıyla
dilekçe vermek için Sadrazamlıktaydı (19. Not'ta gönderme yapılan
Patriğin kaynağının 98. Sayfası). İkincisi, Türkiye’de Mütareke'nin
sonlarına doğru, İngiliz Yüksek Komiserliği’nin gün ışığına çıkardığı
resmi bir belgedir. Burada General Bronsart’ın Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Dairesi Erkan-ı Harbiye Reis-i Saniliği (ç.n. Genelkurmay
Birinci Yarbaşkanlığı: Genelkurmay Karargâhı Kıdem li Başkanlığı)
sıfatıyla Ermeniierin tehcirini emrederek, tehcir işlemlerine sorun
çıkarmalarım önlem ek ve sıkı bir gözetim altında tutmak amacıyla,
o sırada amele taburlarında yer alan Ermemlere karşı “şiddetli” (şe­
dide) önlem ler alınmasını istediği görülmektedir.24 Yukarıda belirtildi­
ği gibi, Almanların, Türklerin bütün anti-Ermeni önlemleri İçine alan
projesiyle ilişkilerini kurarken olağanüstü ihtiyatlı davrandığı düşü­
nülürse, bu belgenin önemi abartılamaz. Bu ihtiyatlı davranma m e­
selesine tekrar döneceğiz. Bu noktada vurgulanması gereken şey,
belgenin Ermeni tehcirlere izin venlmesinde Alman Askeri Yardım
Heyeti’nin bünyesinde görevli yüksek rütbeli Alman subaylarından
birinin, ister bilerek, isterse gayri ihtiyari bire bir dahlini açıkça gös­
termesidir. Aynı zam anda, bu tehcirlerin gerçek niyetinin an­
laşılmasında hayati öneme sahip bir şeyi de gösteriyor: Tehcir ön­
lemlerinin uygulanmasındaki “şid de fın ölçüsünü dayatma konusun­
da Alman Erkan-ı Harbiye Reisi ile karargâhtaki Türk ortakları
arasındaki anlayış birliği.25 Normal olarak “şiddetli” sözcüğünün sert­
lik fikrini çağrıştırdığı anlaşılıyor. Am a Türklerin özellikle Abdülhamid
24 F0371/9156/E5523, dosyalar 106-7. İngiliz Yüksek Komiseri Nevi İle Henderson’un 22 Mayıs 1923 tarihli yazısı.
25 Eronsart’/n tehcir emrini kitabına alan Türk yazar Salahı Sonyel, dazı sözcükleri
silmek yanında, şedide sözcüğünü yanlış olarak “zorunlu" diyo çovirorok, metinde
belrlildgi gibi, emrin bileşimini gizli imasmdan soyutlamıştır. Displacement c f the
Armenians. Documents (Broşür) (Ankara, 1976), 1. Abdülhamid dönemi katliam­
larında aynı şedide sözcüğü yok edici terör yöntemi yoluyla kurbanların katledil­
mesi anlam m verecek şekilde kullan ıtri ıışlı. J. Lepsius, Armenien und Etjropa
(Berlin. 1897), 125
376
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
dönemindeki Ermeni katliamları sırasında benimseyip kullandığı li­
teratürde, bu aynı zamanda yetkililerce ölümcül şiddete izin verildi­
ği anlamında yorumlanıyordu. Ayrıca, General Bronsart Alm an­
ya'nın Erzurum Konsolosluğumu Scheubner R ichterden devralan
Kont von Schuiertburg'a selefinin izinden gitmeyerek, Ermeniler
adına olaya müdahale etmeme talimatı verdi.26 Bu bölümün sonraki
sayfalarında göreceğim iz gibi, izin verdiği tehcirlerin gerçek sonucu­
nun bütünüyle farkında olan General Bronsart, bırakalım vicdan
azabı çektiğinden söz etmeyi, herhangi bir üzüntü ifade etmediği gioi, ömrünün sonuna kadar hem suçlu hem güçlü diyebileceğimiz bir
şekilde, Türklerin yeminli savunucuları gibi hareket etmişti.
Emrin soykırıma sonuçlan ve yasal yükümlülük sorunu
Hedel alınan bir grubun şiddet yoluyla ortadan kaldırılmasına
izin vermeyi şu ya da bu şekilde amaçlayan bir emir özenle kaleme
alındığı takdirde, her şey olup bittikten sonra ancak anlambilimsel
(semantik) temelde savunulabilir. Açık teşviklerin yerine, imalı amir­
ler ya da talimatlar bu işlevi yerine getirdiler. Gerçekten de durumun
özü itibariyle ikinci tip emirler kural değil istisnadır. Naziler bile gün­
dem lerindeki
gerçek
tasfiye
projesini
gizlem ek
am acıyla
Unschâdlichmachung'u, yani ‘zararsız’ hale getirme gibi örtülü bir
terimi kullanmayı tercih etmişlerdi. Bu gibi durumlarda kastı test
edeceğimiz turnusol kâğıdı, emrin kesin sonucudur. Burada femel
olgu, imha etme kastının en açık biçimde sonuçta gerçekleşen İm­
ha eylemlerinde görülmesidir. Tehcir edilmesi kararlaştırılan (m ukan
rer) “Erm eni a h a liye gönderme yapması dışında, General Bronsarl’ın emrinin, güvenlik gerekçeleriyle “şiddetli” muameleye tabi tu­
tulacak olan “amele taburlarındaki Ermenileri” hedef almak gibi baş­
ka bîr özgül amacı daha vardı. Sözgelimi, bu Ermenilerin başlarına
gelenlerin araştırılması, emrin amacının değerlendirilmesi İçin temel
26 Avusturya Dışişleri Bakanlığı Arşivi Viyana. PA 1 2 . Karton 360, ZI.2I, dosya 209.
Avusturya Başkonsolosu Kwiatkowski’nin 26 Mayıs 1917 tarihli raporu
377
ERMEMİ SOYKIRIM I TARİHİ
oluşturmalıdır. Erm enilerin yaşadıklarıyla ilgili eldeki malzeme
yığınından gösterilecek birkaç örneğin bu göreve katkısı olabilir.
Bunlar Alman kampıyla ilişkili kaynaklardan ve aynı ölçüde önemli
olmak üzere, gerçek görgü tanıklarından derlenmiştir.
Berlin’deki Şansölyesine yazdığı raporlardan birinde, Alm an­
ya'nın emekli Halep konsolosu Dr. VValter Rössler, bir Alman süvari
yüzbaşısının bir am ele taburundaki çok sayıda Ermeni gencin “bo­
ğazları kesilorok” (durchschnitteno Hâlse) katledildikten sonra, ce­
setlerin Diyarbakır- Urfa yolunun iki yakasına atıldığına bizzat tanık
olduğunu anlattığını işletmişti 3 Eylül 1915 tarihli bir başka rapor­
da, Rössler, kendi bölgesinde 'yol inşaatında çalıştırılan yüzlerce
Ermeni'nin" öyküsünü nakleder.27 Alman ordusunda görevli bir Venezüellalı subayın, Türk ordusunda gönüllü olarak Türkiye’deki sa­
vaş cephesinin doğu ve güneydoğu sektörlerinde kumandan olarak
görev yaparken, bu Ermem amele taburlarının sistemli bir şekilde
birer birer nasıl ortadan kaldırıldığına şahsen tanık olmuştu.2* ‘ Taş
kırıp yol onanırımda çalışan bin üç yüz ile bin beş yüz arasındaki si­
lahsız Ermeni askeri" gördükten hemen sonra, bu kişilerin “in­
sanlığa karşı korkunç bir suç” işlenen bir “katliama" kurban gittiği
somut bir örnek üzerinde durmuştu.29 Alman devlet arşivleri, eli si­
lah tutan bu Ermeni erkeklerin imha sürecini, yani, askere alınma,
silahsızlandırma, izole ve tastiye edilmelerim hemen hemen aynı
şekilde anlatan benzer İfadelerin yer aldığı belgelerle doludur. Er­
menilerin inşaat işlerine ayrılmasına yönelik bu gibi düzenlemeler,
Almanya'nın Türkiye Deniz Ataşesi ve Harbiye Nazırı E nver’in yakın
dostu Kıdemli Yüzbaşı Hans Humann’ın İşaret ettiği gibi, Türk kay­
nakların çoğu kez iddiasına uygun olarak Türk ordusunun geri İrat­
larındaki isyanlarla alakalı değildir. 16 Ekim 1914 tarihli, yani Türkiye
27 A. A. Türkei 133/44. A24663. ek No. 3, Bu raporun betli kesimlerinin İngilizce çe­
virisi ûermany, Turkey anö Arrnenia'dır (Almanca ve diğer kaynaKlardai Eımeni
mezalimine dair belgesel kanıtlardan hir seçme) (1 onrlra, 1917). 80-85
28 A .g.e.. 183/38, AZ8019, K. No. 90/B. No. 1950, ek No. I.
29 Raiael de Nogales, Four Years Beneath ihe Crescent, çeviri: Muna Lee. (New
York. 1926). 141, 150.
378
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
daha savaşa girmeden birkaç hafta önce, yani Ermenilerin bırakın
isyan etmeyi, isyanı akla getirmek için herhangi bir neden ya da
fırsata sahip olmalarından çok önce yazılan bir raporda, Rumlarla
birlikle Ermenilerin de amele taouru denilen birliklerde tecrit edilme­
ye başladıklarını yazmıştı 30
Bu irdelemeyi bitirmeden önce, General Bronsart'ın gönderdiği
iki şifreli telgrafla ilgili bir, iki yorum şart; bir kere yukarıda anlatılan
sonuçlar bu şifrenin metninde sezilebiliyordu. Birincisi, ne Türk yet­
kililer ne de Türk ya da Türk dostu yazarlar, şimdiye kadar bunun
doğruluğuna itiraz etmediler. Tersine, pek çoğu belli bir noktayı
kanıtlamak ya da belirli bir argüman ortaya koymak için atıf yapm ak­
la, dolaylı ya da dolaysız olarak ya bunu kabul ettiler ya geçerli
kıldılar. Ayrıca, Türk hükümetin sözcüsü sayabileceğimiz Türk Tarih
Kurumu, yayınlarından biri olan Belleten de Bronsart'ın şifreli tel­
grafının da yer aldığı bir dizi belgeyi yayınlarken, Türk yazarı Sonyel bu diziden Fransızca ve İngilizce çeviriler içeren yeni bir broşür
üzerinde çalışma yapmıştı (bkz., 25. not).
Bu kaygıların dışında, temel bir hukuki sorun vardır. Kendisini
söz konusu şifreli telgrafı yazan kişi olarak tanıtan Aiman generali,
sorunun politik ve askeri sonuçlarını aşan düzeyde sorumluluk üst­
lenirken, görevin hukuki yükümlülüğü sorununu ortaya koyuyordu.
Generalimiz sadece Erkan-t Harbiye-i Umumiye Dairesi Erkan-ı
Harbiye Reis-i Saniliği (ç.n. Genelkurmay Birinci Yarbaşkanlığı: Ge­
nelkurm ay Karargâhı Kıdem li Başkanlığı) sıfatını değil, ama
1914-15 Sarıkamış taarruzunda bu taarruzu gerçekleştiren geçici
olarak OsmanlI Üçüncü O rdusu’nun Erkan-ı Harbiye Reisi’ydi de.
Harekâtın Üçüncü Ordu'nun emir komutası altındaki altı vilayetin Er­
meni ahalisi üzerinde çok yönlü yansımaları olmuştu. Ayrıca, gene­
ralimiz hizmet sözleşmesiyle İmparatorluk Almanyası'm temsil edi­
yordu. En başta. Alman Askeri Yardım Heyeti üyesi sıfatıyla bu ku­
ruma ve dolayısıyla İmparator II V/ilhelm ile onun askeri ve sivil
emir komutasına bağlıydı. Gerçekten de, bu misyona görev ve yetki
30 A. A. Türkei 142/41, A27535 Rapor No 241. 16 Ekim 1914.
379
ERMFNt SOYKIRIMI TARİHİ
veren aynı imparator, heyete başkan atadığı Mareşal Uman von
Sanders’e Alman Sefareti ve diğer ara kanalları atlayarak, doğrudan
imparatora rapor verme ayrıcalığı gibi yüksek yetkilerle donatmıştı.
Sanders'in hatıralarında anlattığı gibi, "Majesteleri İmparator ta­
rafından ilk önce sözleşmeyi imzalamaya” memur edilmişti. Sonra,
1913 Kasımında, misyonla ilgili genel bilgiler veren "Majesteleri İmparator'un huzuruna çağrıldım.” İstanbul’a yola çıkmadan önce, Ge­
neral Sanders ve Bronsart von Scheliendort dâhil, Alman subay­
larının ilk kafilesi, resmen görevlendirilmek üzere bir kez daha impa­
ratorun huzuruna çağrıldılar.31
Olaydan sonra General Bronsart’m kurbanı
suçlayarak kendini aklama gerekçesi
Bronsart’ın onlara savaş sırasında gösterilen muamele tarzının
haklılığını dayandırdığı temel, Ermenüeri suçlamaktır. Ne var ki, kur­
banlar sadece provokasyon eylemlerinden değil, ama açıkça ön­
yargı ve klişe kategorisine giren bazı olumsuz görüntüler sergiledik­
leri için de suçlanmışlardı. Bu mantığa göre, Ermeniler başlarına ge­
leni hak etmişlerdi. Bu duruş özel ilgiyi hak ediyor, zira söz konusu
işbirlikçilik eylemini meydana çıkardığı ve sonuçta akılcılaştırdığı
görülen dinamikler yoluyla sosyal psikolojik mekanizmalara ışık tu­
tuyor. Generalin kurban ahaliye düşmanlığı sadece savaş sonrası
yıllarda azalmamakia kalmayıp, hiç dinmediği bellidir. Sanki bu
halkın tam imha edilmeyişinden hayal kırıklığı yaşıyormuşçasına,
Bronsart (üzel bir varlık olarak Ermenilere saldırmaya devam etmiş­
ti. Bu amaçla kullandığı yöntemlerden biri, onları Yahudilerle
karşılaştırarak, iki tarafı da belirli tezlerle yerden yere vurmaktı:
Vani, Ermeni tıpkı Yahudi gibidir, anavatanı sınırlan dışında asalaklır,
kendine kucak açan ülke halkının geleceğini sömürür. Her yıl, tefecilik
yapmak için kendi anavatanlarını terk ederler — tıpkı Almanya’ya göç
31 Liman von Sanders, Fivo Years in Turkey (Annapolıs. 1927). 2. 3.
380
BİRİNCİ D ü n ™ SAVAŞI ÖRTÜSÜ ALTINDA SOYKIRIMIN DAŞLATILIP TAMAMLANMASI
eder» Polonya Yahudileri gibi. Bu yüzden, nefret uyandıran bir halk ola­
rak katli vacip görüldüklerinden, onlara karşı duyulan nefret, ortaçağda­
ki biçimiyle dizginlerinden boşanmıştır.“
Başka yerde, Ermenilerin bütün Türkiye’de haklı olarak en kötü
Yahudi'den de fazla nefret uyandıran “ajitatörler" olduğunu söyler.
Ermeniler lehine müdahale etmeye çalışan Amerikan Sefiri Morgenthau’ya da kin kusan, Bronsart aşağılayıcı bir eda ile “Yahudi
Morgenthau” der. Kelime oyunu yaparak Amerika Birleşik Devletleri'ne de “Amerika Yozlaşık Devletleri” ( ver-un-reinigten) der.” Bu
küfrün nedenlerinden biri de Morgenthau'nur hatıralarında General
Bronsart'a Türklerin işlerine bumunu sokarak, aldıkları bazı kararları
etkileyen “kötü ruh” demesiydi.
Ama savaş zamanı Türkiye’nin koşulları altında, hiçbir yabancı
general bu gibi bir müdahaleyi sağlayan bir güç merkezi olmadan
burnunu sokmaya cesaret edemezdi. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye
Dairesi Erkan-ı Harbiye Reis-i Saniliği sıfatıyla, Bronsart böyle bir te­
mele sahipti. Harbiye Nazırı ve Osmanlı Silahtı Kuvvetteri’nin başku­
mandan Vekili Enver ile yakın ilişkileri bu temelin sağlamlaşmasına
yaradı. Yukarıda belirtildiği gibi, bu temelden kaynaklanan iktidar, te­
reddüt etmeden uyguladığı Ermeni tehcirlerine izin verme yetkisini
de içeriyordu. Savaş zamanına ait bir Alman belgesi, bu bağlamda
General Bronsart'ın tehcir tedbirlerinin Rum ahaliyi İçine alacak şe­
kilde genişletilmesini de istediğini ortaya koyuyor. 2 Ağustos
1916’da, Osmanlı Umumi Karargâhı, Küçük Asya’nın batı sahillerin­
den Adalia dâhil Akdeniz’i savunan Osmanlı Sinci Ordıısu’nıın Ku­
mandanı General Liman von Sanders’den bir talepte bulundu. “Sa­
hil kesimindeki Rumların” tehcirini isteyen belge General Bronsart
32 A A Rr.nn Göppert Papers (Nachlas), Cilt VI. dosya 5 (dosyalat 1-8). s. 4 Şu­
bat 10. 1919.
33 Alman Fodoral Askeri Arş/v(Freiburg, Breisgau) BA. MA. MSo, 1/2039. günlükten
Christoph Dinket, "German Otftcers and trre Armenian Genocide” Armenian Review 44. 1/173 (ilkbahar, 1991): 103’dc.
381
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
imzasını taşıyordu. Politik ve askeri kaygılar dâhil, çeşitli nedenlerle
— o an için — bu istek gerçekleştirilmedi.34
Diğer yüksek rütbeli Alman subaylarının rol ve tutumları
FELDM AREŞAL VON D E R G O LTZ
Bu kişilerin arasında en öne çıkanlar Mareşal von der Goltz ile
Feldmann ve Boettrich adlı yarbaylardı. Goltz’un müdahalesi ilk kez
Almanca periyodik yayınlanan bir Ermeni dergisinde görülmüştü.
Burada Talât’ın hatıralarında ifşa ettiği söylenen şeyler esas olarak
doğrulanıyordu (22. not). Bu dergiye göre, Goltz’un müdahalesi ke­
sindi. “Aslında, plan feldmareşale sunulmuş ve o da onaylamıştı.”35
Goltz Türklerden daha çok Türk olmakla ünlüydü. Türkiye'deki Tam
Yetkili Avusturya Askeri Elçisi Müşir Muavini Pomiankowski, ona
“Türkleşmiş ( vertiirkt) Alman” diyordu.36 Harbiye Nazırı Enver 1915
Şubatının ilk haltası onu kendisine ‘ Danışman" atadığında, Goltz sa­
dece Harbiye Nezareti’nde göreve getirilmekle kalmayıp. Enver’in
özel emriyle Osmanlı Umumi Karargâhı grubunun da ayrılmaz par­
çası haline gelmişti. Sonradan Enver Alman Erkan-ı Harbiye Reisi
General Bronsart’a Goltz’un "savaşın (yönetimini) ilgilendiren tüm
konular üzerinde sürekli bilgilendirilmesini (unterrichteny emretmiş­
ti.37 İmparatorluğun Ermeni ahalisinin “tehciri”ne dair son kararın
1915 Şubatı ya da Mart başında verildiğine inanılıyor. Bu karara mü­
dahalesinin kesin niteliği ve boyutları ne kadar belirsiz olursa olsun,
Goltz hatıralarında Toros dağlarının güney ucunda karşılaştığı Erme­
ni sürgünlerin “muazzam sefaleti” (grenzenloses Elend) karşısında,
34 Morgenthav'nun Bronsart ile ilgili yoromları için, bkz., Morgenllıau. Ambassador
[n. 18], 148 Rum tehcirleriyle ilgili Bronsatfm isteğiA A. Türkei 168/15'de Gene­
ral Sanılers ve Alman Sefir Mettemichin 3 ve 4 Ağustos 1916 tarihli ret cevapları
ag.e.’de
35 Dlnkel. "German Otlicers" [n. 331), 79.
36 Pomiankowst«. Der Zusammenbrvch (n. 5], 216 17.
37 Colmar Freiherr von der Golfe. DenKmürdigkeiten (Hatıralar) Friedrictı v d Gollz.
W. Foerstered. (Berlin, 19291, 393. n. I; Sander s(n. 31]. 40, 133.
382
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞI ATILIP TAMAMLANMASI
'kalDi[nin] derinlikleri"nde hissettiği acının hayal kırıklığından söz et­
miş ve eklemişti: Yaşananlar “korkunç bir ulusa! trajedi.”3® Alman
Dışişleri Bakanlığı Hukuk Danışmanı vs İstanbul’daki Alman Sefare­
ti eski özel Ortaelçilik Müşaviri Dr. Otto Göppert, fikir verme ile rıza
gösterme (Zustimmung) eylemleri arasında fark gözetme yanlısıydı.
Bu yüzden şöyle söylemişti: “Enver Paşa'nın Goltz a emrini göstere­
rek .. fikrini sorması üzerine, [Goltz'unj gerçekten de [Ermenilerin]
tahliyesinin mümkün olduğunu düşündüğü doğru görünüyor. Elbette
Türklerin feldmareşalin sözlerinin arkasına gizleneceklerini de unut­
mayalım.”39
YARBAY FELD M A N N
Osmanlı Umumi Karargâhı’nda l’inci. yani Harekât Şubesi müdü­
rü olan Yarbay Feldmann'ın rolü çok daha az muğiâklık içeriyordu;
çünkü 1921’de, Türk yetkililere “belirli bölgelerin... Ermenilerden te­
mizlenmesinin” zorunlu olduğunu “tavsiye" etliğini açıkça belirten
kendisiydi. Diğer “Alman subayların da aynı şekilde müdahil oldu­
ğunu kabul etmesi aynı önemdedir.40 Bronsart gibi Feldmann da En­
ver’e doğu Türkiye’de eşlik ettiğinden ve Rusya karşı 1914-15 ha­
rekâtında erkânı harp heyetinde görev yapmış olması, bu itirafa da­
ha büyük bir önem kazandırır. Bir Alman askeri tarihçiye göre, Bron­
sart ve Feldmann "Enver’in sırdaşlarıydı ve onunla günlük fikir
alışverişlerinde en ince aynntılar üzerinde tartışıyorlardı.”41
YARBAY B O E TTR IC H
Osmanlı Karargâhı Umumiye'de Şimendifer-Ulaştırma Şubesi
38 A.g. e.. 428.
39 Dinkel, "derman Ofticers" [n. 33], 80-01
40 Allgemeine Mlsstons-Zeitschrıft (Profesör Julius ftichter ve J. Warneck’ın
yayınladığı aylık dergi) (30 Haziran 1921), Dinkel, "German Officers” (n 331,
26'dan alınlı.
41 Cari Mülılrııaıın. Oas Deutsch-Tûrhscbe Waffenbûndnis im Welttoiege (Lelpzig.
1940). 292.
383
ERMEMİ SOYKIRIMI TARİHİ
Müdürü olan Yarbay Boettrich örneği, yukarıda irdelenen örnekler­
den hem daha çarpıcı hem çok daha aydınlatıcıdır. Bronsart gibi, Er­
meniler için tehcir emrini verip imzalayan bir başka yüksek rütbeli Al­
man subayıdır. Bağdat Demiryolu inşasında çalışan binlerce Ermeni’nin kaderi söz konusuydu burada. Ödevlerini yerine getiren Boet­
trich, bu Ermeniierin iki aşamada tehcirini emretmiş, tıpkı Bronsart
gibi tehcir işlemleri için “tedbirlerin şiddetle yerine getirilmesi" söz­
cüklerini kutlanmıştır. Bu tedbirlerin şiddetinin ölçüsü, Bağdat Demir­
yolu'nun binlerce Ermeni işçisinin imha edildiği art arda gelen
kıyımlara tanık olan biri tarafından anlatılmıştır. "Viranşehir
yakınlarında kendilerinden önceki yüz binlerce kardeşlerinin kaderi­
ni paylaştılar. Hepsi kılıçtan geçirildi” (Mit dem Messer wurden sie
aile erledigt).4*
8u belge üzerinde biraz durulmalı. En başta, bir Alman subayın
bu tür bir uyumun ortak Türk-Alman savaş çabasına maliyetinin
farkına bile varmadan, Türk müttefikinin taleplerine uyum gösterme
iradesini yansıtıyor. Söz konusu Ermeniierin birçoğu kalifiye emekçi,
teknisyen, mühendis ve demiryolu hat memuruydu. Bu savaş ça­
basında en yüksek stratejik öneme sahip olan Bağdat Demiryolu pro­
jesinin hızla tamamlanması, Türkiye harekât cephesinde savaşı ka­
zanmanın zorunlu şartıydı. Askeri ve siv8 Alman otoriteleri bunun tam
farkındaydılar. Oysa kendilerine özgü nedenlerle. Türklerin bu usta­
ları tehcir etme kararına katıldılar. Neticede, otoritelerin tasfiye edi­
lenlerin yerine yenilerinin konmasının işin en zor kısmı olduğunu kav­
ramakla birlikte bu kişilerin on binlercesinin ortadan kaldırılmasıyla,
proje birkaç aylık hayati bîr gecikmeye uğradı.
İkincisi. Boettrich’in tehcir emirlerinin çıkarılmasına doğrudan
müdahil olduğunu öğrendiklerinde, General Bronsart'ın çok daha
ciddi falsosundan haberdar olmadıkları anlaşılan en yüksek rütbeli
42 Boetlrich'in emri A. A. Grosses Haııp)quartier, Cilt 194. Türkei 41/1. A32610. kayıt
No. 68S2, ek No. 3, 3 Ekim 1915, dosyalar 137, 138'de. Bağdad Demiryoluiun
Ermeni işçilerinin öldürülmesini anlatan öykü bölgede çalışan isviçreli eczacı, Jacob Künzier'den alınmıştır; im Lande des BMes und der naren. Enebnsse in
Mesopotamien wöhrend des We!lkrieges (Potsdam-Berlin. 1921). 76.
384
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R T Ü S Ü ALTIN O A SOYKIRIM IN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Alman askeri ve sivil otoritelerin paçaları tutuşmuş ve kafaları
karışmıştı. 8u otoritelerin paçalarını tutuşturan kişi, Boettrich'in bel­
geyi imzalayarak, emir kuvvetine yükseltmekle, Almanların dam­
gasını vurduğundan ve Alman devletini yükümlülük altına soktuğun­
dan şikâyet eden Anadolu Demiryolu Genel Müdür Yardımcısı Franz
Günther’di. Ona kulak verelim:
Düşmanlarımız bu belgeyi ele geçirmek için yûksok bir fiyat ödeyecek­
lerdir... Almanların Ermeni mezalimini önlemek için sadece hiçbir şey
yapmamakla kalmayıp, (Türk ] Kumandan'tn keyifle İşaret ettiği gibi, bu
alanda bazı emirler çıkardıklarını da kanıtlayabilecekler 43
Alman Dışişleri Bakanı von Jagovv belgeyi derhal Alman Yüksek
Kumandanlığı Kurmay Başkam Falkenhayn’a ileterek, Boettrich'e
karşı harekete geçilmesini istedi. Ne var ki, general Alman Dışişle­
rinde diplomat görevindeki Treutler’in önerisiyle böyle bir adım at­
madı.44Alman Dışişleri Bakanı Kühlmann’m “Alman dehasının sem­
bolü''45 dediği Alman Sefareti Askeri Rahibi Kont von Lüttichau, bu
patavatsızlıkları yorumlarken şöyle yazmıştı:
Gerçekten de Alman subaylar tahliye tedbirlerine askeri stratejik neden­
lerle razı oldular. Ve... Türklerin bu rızayı çarpıtarak emri ya da arzuyu
Almanlardan gelmiş gibi göstermek amacıyla çarpıtması da mümkün.
Eğer Türkler Alman subayları öne sürmüş ve onlar da politik sonuçların
farkına bilo varmadan kendilerinin ortaya sürülmesine izin vermişlerse,
o zaman imzalı yazılı emirler yüzünden hiçbir gizleme { Verbeimlichung]
çabası işe yaramaz.4*
43 8elge Mütareke döneminde İstanbul'da Ingiliz Yüksek Komiseri (aralından keşte*
dilmiş ve çeviri versiyonu derhal Londra’ya iletilmiştir. F0371/5265/E7556, 22
Temmuz 1920. Gunmer’irt mektubu 28 Ekim 1915 tarihlidir.
44 A. A. Grosses Hauptguartier, [n. 42). Kayıt No. 209. doysa 136. 13 Kasım 1916,
von Jagow’un yazısı; a.g.e., dosya 140, Treutler’in notu: Falkenhayn’ın reddi
a.g.e., dosya 139-40, 19Kas'trı 1915.
45 Richard von KüMmann Erinnerungen (Hatıralar) (Beidelberg. 1948). 467.
46 A. A. Türkei 163/55, A4156, 6 Şubat 1919, Dr. Kari Axenfeld'in General B. v.
Schellendorf’a raporu. Ayrıca bkz.. Lııttichau’mm kendi raporu, a.g.e., 183/54.
A44066, 20 sayfalık raporun 8. sayfası, Yaz19t8.
385
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Allgemeine Missions-Zeitung’un editörlerinden Profesör Richter, Al­
m an subayların aslında Tûrklere Ermenilori tehcir etme "öğüdü ver­
diklerini” (den Ratgaben) öne sürm üştü."
i
AMİRAL GU/DO VON ÜSEDOM
Türklerle birlikte çalışan üç Alman amiralden biri olan üsedom,
Boğazlar’m ve çevredeki kıyı istihkâmının savunmasına yardım edi­
yordu. İlk önce sahi) topçusu ve mayın sınıfının Umumi Müfettişliğine
getirildi. Daha sonra Çanakkale ve İstanbul Boğazları Savunma Kumanctanlığı’na getirildi. Bu amaçla Amiral von üsedom Donanma
Özel Görev Kuvveti kuruldu (Marine-Sonderkommando Amiral von
üsedom.) üsedom Prusya askeri geleneklerinin pek çoğunun somut­
laşmış ifadesiydi. Türkiye'deki görevlerine atanmadan önce, Alman
imparatorunun yaverliğini, imparatorun yatı HohenzollerrVin kap­
tanlığını yapmış ve imparatorunun resmi maiyeti içinde yer almıştı.
Alman A m iralle yaptığı bir dizi görüşme sırasında Amerikan Se­
tir Morgenthau, konuyu savaşın başlamasından hemen önce yak­
laşık 100.000 Rum'un Ege’nin Asya kıyılarından tehcir edilmesine
getirmişti. Üsedom "bu tehciri Türklere Almanların önerdiğini” kabul
etmişti. “Ermeni katllamları”na gelince, Morgenthau şunları anlatır:
‘'Üsedom... bütün olup bitenleri salt askeri bir sorun olarak sakin sa­
kin tartıştı. Onun yorumlarını işitseniz, sanki burada bir milyon in­
sanın hayatının söz konusu edildiğini asla tahmin edemezdiniz. Açık
açık Ermenilerin yollarına çıktığını. Alman başarısına engel olduğu­
nu ve bu nedenle tıpkı yolu kapatan bir kütük gibi, yerlerinin değiş­
tirilmesinin zorunlu olduğunu söyledi."48
TUĞAMİRAL WILHELM SOUCHON
Türk Donanm asrnın Başkumandanı ve amiral gemileri Goeben
ağır zırhlısı (sonradan Yavuz adıyla Türk Donanm ası’na katıldı) ve
47 Allgemeine Missiorıs-Zeitschritt (Şubat 1919): 36.
48 Morgenthau. Amba$sador[ n. 18], 49, 36S, 395.
386
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Bresfau hafif zırhlısı (aynı şekilde M idilli adını aldı) olan Alm anya’nın
Akdeniz Filosu (Mittelmeer Divişion) kumandanıydı. Souchon 1914
Ekiminde Rusya'ya karşı deniz saldırısına komuta ederek, cfaha
sonraki Rus-Türk savaşını bilinçli olarak tetiklemişti.
Savaşta Ermeniler ve kaderlerini yorumlarken, Souchon’un şun­
ları söylediği aktarılmıştır; “Türkiye Ermeni’ye karşı doğru ve azami
sağduyuyla hareket ediyor. Umarım bu dram çok geçmeden sona
erer." Dört gün sonra, 1915Ağustosunda günlüğüne şu notu ekledi­
ği yazılmıştır; "Son Erm eni’yi ortadan kaldırdığı gün Türkiye'nin kur­
tuluşu olacaktır; ancak o zaman o yıkıcı sülüklerden kurtula­
caktır."49
KORGENERALSEECKT
Korgeneral Hane Friedrich te o p o ld von Seeckt, Alman ordusu­
nun muharip birlikleri içinde göz kamaştırıcı bir yükselişten sonra
1917'de Türkiye’ye geldi. Doğu cephesinde Mackenson'un komu­
tasındaki ordularda kurmay başkanı olarak görev yaptıktan sonra,
Almanların zaferinde büyük rol oynadığı Sırbistan’a gitti. Osmaniı
Um um i Karargâhı’nüa Erkânı Harp Reisi Tümgeneral Fritz Bronsart
von Schellendorf’un yerine geçen Seeckt, hızla ortama uyum gös­
tererek, üstü olan Harbiye Nazırı Enver ile az çok düzgün işleyen bir
ilişki kurdu. Osmaniı imparatorluğu Ermenilerinin tasfiyesi konusun­
da, Seeckt’un şu sözlerinden alıntı yapılmıştır: “Savaşın gereklilikle­
ri Hıristiyan, duygusal ya da politik kaygıların açıkça silinmesini şart
koşar" (. . Rûcksicht der Krieg$notwendigkeit halb&r \zerschwinden).30 Onun Türklere sadakat duygusu, Harbiye Nazın Enver ve
yareni — zamanın Sadrazam'ı •— Talât’a savaştan sonra ülkeden
kaçmafan için gerekli olan Alman yardımını sınayacak kadar güçlüydü.
49
Dinkc). “Germar> Officer$r (f>. 33]. 1î6.
50 Hans Weior-W<?lcker, Seeckt (Frankfurt am Main. 1967) 154.
387
ERMENİ SOVKlfilMI TARİHİ
BİNBAŞI KONT EBERHARD VVOLFFSKEEL VON
R E IC H E N B E R G
1915 Ocağında Türkiye'ye gelerek 1915 Şubatında Suriye Valisi’ne Erkânı Harp Reisi, olarak atandı. Dört ay sonra, bir yandan Al­
man Askeri Yardım Heyeti üyesi olarak kalırken, binbaşı rütbesiyle
8inci Kolordu Erkânı Harp Reisi oldu.
Nisan-Ekim 1915 döneminde anti-Ermeni faaliyete katılması iki
yönden önem lidir. Birincisi, m uhalif E rm enilerin ortadan
kaldırılmasında önde gelen bir role sahip olduğu askeri operasyon­
lara aktif katılımıydı. İkincisi, bu görevi Yaver olarak atandığı bir Türk
generalin emriyle yerine getirmişti.
Burada sözü edilen, VVolffskeelin gözlemci olarak katıldığı Ermenileıin Musa Dağ’da Ağustos-Eylül ve Urfa’da Eytüt-Ekim 1915 ay­
larındaki direniş amaçlı isyanlarının bastırılmasıydı. Acil bir tehcir ve
imha tehlikesi karşısında, bu iki bölgede, canını dişine takarak Os­
manlI ordusunun düzenli birliklerine başkaldırmıştı. 4 ’üncü Ordu Ku­
mandanı Cemal Paşa’nın Erkânı Harp Reisi ve sonra Hicaz Sefer
Kuvveti Kumandanı ve Medine savunucu Fahri Paşa’ya tehcire dire­
nen Ermenileri ezip zayıflatma görevi verilmişti. İki sahra topu ve bir
obüsle, muvazzaf ordunun üç taburu ve çok sayıda başıbozuk, Urfa’daki Ermeni direnişçileri bir türlü yenemiyordu. O sırada 12’inci Ko­
lordu Kumandanı olan Fahri Binbaşı VVolffskeel'e şehrin Ermeni ma­
hallesini bombardımanla ezme emri vermişti. Bu emri yerine getiren
Atman topçu subayı M ahallo’de taş üstüne taş bırakmamıştı. Erme ­
nileri "sürekli olarak" "hainler” { Verrâteı) olarak niteleyen binbaşı, on­
ların Türkler için "baş belası” (Scherereıen) olduğunu söylerken, Er­
menilerle baş etme yöntemini ‘Türklerin iç işi” (innertürkische Angelegenheit) sayıyordu. Sorunun en iyi çözüm yolunun Ermenilerin top­
lu tehcirinden geçtiği sonucunu çıkarmıştı. Alman Sefiri Metternich’in
Berlin’e 29 Kasım 1915 tarihli raporunda, Urfa olayıyla ilgili olarak
VVolffskeel’e yapılan iki göndermenin üzerinin çizilmesi, silintinin be­
lirtisidir. Aynı şekilde, Atman Maslahatgüzarı Neuralh’ın Binbaşı
Wolffskeel’ın Urfa Ermenilerine karşı askeri operasyonlarına ilişkin
anlattıklarını içeren yoğun paragrafları. Neurath’ın Alman Şansölyesi
388
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Bethman Hollvvög’e 20 Kasım 1915 tarihli bilgi notunun aktarıldığı
Lepsius'un cildinde çıkarılmıştı.51
İşbirliğinin Politik Göstergeleri
Almanların ulusal emellerinin ortaya çıkısında, Prusya militariz­
minin ağırlığına karşın, I. Dünya Savaşı’na öncesi aylarda askeri
değil de politik manevra ve dış politikayı askeri gereksinimlere uy­
gun kılacak ayarlamalar için yeterli alan vardı. II. W ilhelm ’in konu­
mu iki yol arasındaki bağlantı halkasını sağlıyordu. O sadece impa­
ratorluk Almanyası'nın Yüce Hükümdar’ı olmakta kalmıyor, ama
modern çağlarda Büyük Frederick tarafından gururla konulup
taşman bir statüyü, Yüksek Savaşı Lordu (O berster Kriegsherr) un­
vanını da en azından ismen taşıyordu. II. VVilhelm Cobtenz, Luxembourg, Spa ve Pless’teki Alman karargâhlarını sık sık ziyaret ediyordu.
51 Türkiye’de Mart-Ekim 1915 döneminde görev yaparken, Binbaşı YVolfiskeel ailesi­
ne. özellikle eşi ve babasına çok sayıda mektup gönderdi. Frmeni tehciriyle ilgili
tavsiyeleri 15 Eylül tarilıli mektubundan, "Türkiye'nin iç sorunu"yla ilgili diğeri 16
Ekim 1915 tarihli mektubundan alınmıştı Alman Federal Askeri Arşiv [n. 33], Ev­
raklar [NactVass': VVolftskeel M138/2 N138/6. Ermenilerin "bain" olduktan yorum­
larını Urfa katliamlarına tanık olan Almanların gözleri önünde yapmıştı. Bruno Eckart. Metne Erfebnisse in Urfa (Berlin-Potsdam, 1922), 27. Bir diğer görgü tanığı
ise General Fahri’nin VVolffskecl adlı "Alman Yaveri” ile birlikle Urfa'ya gelişine
tanık olan İsviçreli eczacıydı. Ida Alamuddın. Pupa Kuenzler and ıhe Armenians
(Londra. 1970), 67. Ayrıca, bkz., VVoKtskeelln 'sonuna Kadar hiç susmayan bir
Türk bataryasının” başında olduğunu vurgulayan bir başka İsviçreli yazarın y a p ıt,
Kari Meyer, Armentert und öte Schvviez (Bern, 1974), 95. Gene, d a y ı araştıran bir
profesör olan bir başka İsviçreli, W olffskoorin alman toplarıyla oynadığı yıkıcı ro­
lü anlatmıştı (da kartâlsehle deutsche Adillerie aile s zusammen). A. A. Tütkei
183/54, A38243, koyıl no, 2228, P ro t Ragaz ın verdiği 7 Eylül 1919 tarihli konfe­
ransın raporu. Nihayet yabancı bir düşman olarak savaş sırasında Urfa’da bulu­
nan bk İngiliz yurttaşa da gönderme yapılabilir. O da kıyıma tanık olmuş ve İngi­
liz Dışişleri Bakanlığı'na raporunda Frmenilere yönelik “bombardımanlar" ve bu
katliamda "bir Alman subayın rol oynadığından” söz etmişti. F060ö/78'2b10, 10
Şubat 1919 tarihli rapor, dosyalar 152-154.
389
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
İman Genelkurmay Başkanı ona her gün rapor sunuyordu. İsmen
aşkomutan olan II. VVİlhelm, aynı zamanda Devlet’in Başı olarak —
Bvleti ilgilendirdiği gerekçesiyle — askeri işlere müdahale etmekın de geri durmuyordu.
2 Ağustos 1914 tarihli Türk-Alman gizli ittifak paktının maddeleri
e amaçları ışığında, savaş sırasında Türkiye’de görevlendirilen
üksek rütbeli Alman subaylarının oynadıkları rolün kaçınılmaz poli< etkileri vardı. Savaş sırasında Türkiye’de bulunmaları bile, en
aşta ikincil askeri etkileri olan politik bir eylemdi. Bu bakış açısıyla,
ürkiye’de askerlik yapmak “etnik temizlik’ gibi operasyonlar dâhil,
ürk müttefikin yan politik tasarımlarına uyumluluğu gerektiriyordu,
u anlamda, Alman dış politikasının tutum ve doktrinlerinin yorumınması gerekli. Şüphesiz, başmimar yukarıda irdelenmiş olan (6
ölüm, 6. Kesim) bu politikanın temellerini atan imparatorun kendi­
ydi. Alman Askeri Yardım Heyeti'nin oluşumu ve bazı Prusyalı suayların atanmasıyla üst kademelerin doldurulması, bu iradenin Allantarın savaş zamanındaki ittifak politikasının yol haritasını içine
lacak şekilde genişletilmesiydi.
Bu politik projeye (I. Kesim. 12. Bölüm'de irdelendiği gibi), Allan medyasının Ermenilerin kitlesel olarak öldürülmesini ortaya
ıkaran haberlerin yasaklanması ya da geri çekilmesine dayalı bir
ansüre tabi tutulmasıydr. Zaman zaman bu konudaki ağzı sıkılık,
izlilik amacıyla dezenformasyon ya da inkâr kampanyasına
atılmaktan daha fazla işe yarıyordu. Ermeni sorununda Alman po­
lkası, irdeleme ve tartışmadan özenle kaçınan bir politikaydı ve
yle kalmıştı, işte bu nedenle, konuyla ilgili olarak çok ender durumırda söylenen sözler özel anlam yüklenirler. İngiliz İstihbaîtçılannca Alman imparatoruna atfedilen aşağıdaki açıklama, söymdiğine göre imparatorun Türkiye'ye yaptığı üçüncü ziyaret
15-18 Ekim 1917) sırasında yapılmıştı. Özetle imparatorun Os»anlı Ermenilerinin yok edilmesine yönelik tutumunu özetleyerek,
imanların bu sorundaki politikasına örnek oluşturuyor. Ingiliz
iışişleri Bakanlığı Politik istihbarat Dairesi, “güvenilir bir kaynağa”
ayanarak, 25 Mayıs 1918 tarihli bir memorandumda, II. VVilhelmln
ismanlı başkentine yaptığı ziyaretin ikinci günü olan 17 Ekim
390
BİRİMCİ DÜNYA SAVAŞI ÖRTÜSÜ ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
1917’de, Türk ev sahiplerine “Osmanlı hükümetinin Ermenistan’a...
dilediği gibi davranması gerektiğini” söylemişti.S2
Almanların bu icazeti Alman Dışişleri Bakanı Jagovvun diploma­
tik yazışmalarında boy gösterir. Bir grup Alman işadamına gönder­
diği 14 Mart 1914 tarihli raporda, Türk hükümeti Alman emellerini ve
ticari çıkarlarını hiçe saymayı sürdürdüğü takdirde. Alman hüküme­
tini "büyük ölçüde kendisinden soğutacağını” (ernstes Befremden)
yazmıştı. Sonuçta, ‘Türkiye'ye yönelik dostluk politikamızı sürdür­
memiz imkânsızlaşır.” Sonra uyarıda bulunuyordu: Türkiye tutu­
munda hızlı ve temel bir değişiklik yapmazsa, Ermeni ve diğer so­
runlar gibi konuların [ele alınmasında] bize bel bağlamayı sürdüre­
mez.’50 Türkler geri çekildi, Almanlar ağır bastı ve beş ay geçmeden
ittifak kuruldu.
İttifakın sonuçlarından biri, kimi Alman subayların — ittifaktan
kaynaklanan yükümlülük ve ödevlerin sınırlarını aşarak — kendile­
rini ateşli bir şekilde Türkler ve Türk çıkarlarıyla özdeşleştirme eği­
limleriydi. Onların arasında en çok öne çıkanlar, Alman dostları ve
başkalarının Türkiye'yi küçük ya da gözden düşürme girişimlenne
karşı kıskançlıkla Türkiye’nin saygınlığını ve adını korumaya çalışan
Goltz ve Bronsart’dı. “Çok gizli” [streng geheim) damgalı,22 Nisan
1915 tarihli raporda, Avusturya’nın Almanya Büyükelçisi Prens
Gottfried Hohenlohe, Viyana’daki, dışişleri bakanına Türk-Alman it­
tifakının geleceği için ciddi etkiler yaratabilecek büyük bir olayı bil­
dirdi. Bunu iletmeden önce, Hohenlohe şu ricada bulundu: “Sizden
hiçbir biçimde İstanbul’daki Alman Sefareti’nin bu bilgiyi benden
aldığınızı öğrenmesine zemin hazırlamamanızı istirham ederim.”
Duruma bakılırsa, Goltz'un Alman Yüksek Komuta karargâhını zi­
yareti sırasında, kimi Alman subaylar “imparatorun huzurunda, çok
52 F0371/4363. Gizli. Dı$i$teri Bakanlığ Politik istihbarat Dairesi. 25 Mayıs 1918.
Türkiye'deki Mevcut Zihniyet Hakkında Memorandum. P. i. D. bu memonun
hazırlanmasını fizellikle Sir H Rumbolds’un ve bir başka "güvenilir kaynağın” haflalıK raporlarına borçludur.
53 A. A. Türkei 158/13, AS 135, şiire No. 72
391
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
küçümsedikleri (sehrgering bevvertet) Türkiye ile ittifakın aslında Al­
manya'nın sırtında kambur (Last) oluşturduğunu” söylemişlerdi. Bu
sözlere ‘ çok bozulan" Goltz, İstanbul'a dönüşünde “akıl almaz bir bi­
çimde” Enver’e durumu'çıtlatmıştı. Bu durum “Türk yetkili çevrele­
rinde çok büyük bir gücenikliğe [ein e ungeheuere Verstimmı/ng] ne­
den olmuştu." Hohenlohe, Türk iktisat Vekili Cavid'in daha yeni ziya­
ret etmiş olduğu Berlin’de Alman Hâriciyesi mensuplarının “çok an­
layışlı” olduğunu ama subay çevresinin Tûrklerin savaş çabalarına
katkılarını “hiç takdir etmeyip," ittifakı “tamamen gereksiz” bulduk­
larını açıklamıştı. Alman Hâriciyesi mensupları bu gafa, özellikle
feldmareşalin boşboğazlığına çok kızmışlardı.”64
Aynı şekilde Türkiye sevdalısı olan General Bronsart da bu ülke­
nin adına leke sürdürmek istemiyordu. İstanbul'da Almanca yayınla­
nan, finansmanı kısmen Alman Sefareti tarafından sağlanan ve Tür­
kiye’deki Alman çıkarlarını temsil eden Osmanischer Lfoydadiı gün­
lük gazetede de meydan okuyan tavrından taviz vermeyecekti. Al­
man Sefareti'ne hitaben yazılmış olan bir protesto mektubunda,
Bronsart “Avrupa'da Türkiye'deki gerçek ihtiyaçları göz ardı etme
eğilimi’Yıin geliştiğini konu alan gazetenin bir başyazısını eleştirmiş­
ti. Konuyu Sabah adlı Türk gazetesinden aldığı anlaşılan Alman ga­
zetesinin, “binlerce Alman’ın Türkiye'de üç yıllık görevden sonra, va­
tanlarına dönmüş olmasına karşın, Almanya'da insanlar Tûrklerin
ulusal ruhunu hiç anlamıyor" diyerek polemiğe devam etmişti. Bron­
sart, Alman gazetesinin bu gibi şeyler yazmasına "hiçbir şartta (keinesfalts) izin’’ verilmemesi gerektiği inancındaydı. Bu serzenişle ye­
tinmeyen Bronsart. bir başka Türk gazetesinde (Tercümanı Hakikat)
yayınlanan makalenin aynı Osmanischer U o yd a alınması
karşısında yine sessiz kalmadı. Türk müttefike karşı “politik nezaket­
sizlik" saydığı bu gibi münasebetsizlikler karşısında Sefareti uyanık
olmaya çağırıyordu.65
54 Avusturya D ışişleri B a kanlığı A rş iv i Viyana (Bundan sonra DA4 olarak geçecek)
P. A. I. Kanon Bot. 947 <f). Gizli rapor No. 5 139, süre No. 189.
55 A. A. B o ls c lıa tl Hunsldntm ufjel. 434, No 15994. 5 Ekini 1917.
392
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖR TÜSÜ ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Türkiye’nin imajıyla ilgili bu aşırı hassasiyet gösterileri, tesadüfen
ortaya çıkmış bile olsalar, temeldeki sağlam tutumların göstergeleri
olmaları nedeniyle aslında son derece anlamlıdır. Goltz ve Bronsart
burada partizan siyasetçilere dönüşmüş askerler olarak ortaya
çıkıyor. Daha önemlisi, Türkiye’yle ortaklık şartları ve hedeflerini
Türkiye ve genelde alaturkalıkla tam bir özdeşleşme noktasına ula­
şacak kadar şahsi mesele haline getirmiş görünüyorlar. Burada,
Türk liderlerle güçlü şahsi dostlukların kurulması yoluyla, ittifakın
çıkarlarının şahsi çıkarlarla iç içe girdiği bir militarizm ve siyaset örtüşmesi söz korusu.
Bu gibi durumlarda, kimi askeri liderler en sonunda ateşli siya­
setçilere dönüşürlerken, diplomatlar dâhil, siyasi liderlerin militarist
yaklaşımlar benimsemeleri kaçınılmaz görünür. Bu bölümün gele­
cek kesimi, Türklerin Ermeni ahaliyi tasfiye projesi konusunda laissez-faire fikrinin önde geten savunucuları olarak görülebilecek iki Al­
man üzerinde odaklanıyor.
Bir Sefir ve Bahriye Ataşesi:
İşbirliğinde Yüksek Makamlar Sorunu
Bir ittifakın resmen kurulması, kendi içinde onun sürmesi ya da
varlığını korumasının güvencesi değildir. Bu ittifakın şartlarının
pragnıatik olarak yerine getirilmesi, özellikle savaş zamanlarında,
ama daha önemlisi dinsel ayrılık ve kültürel farklılıkların müttefikleri
birbirinden ayırdığı zaman daha etkili bir görevdir. Bu gibi durumlar­
da, tehdit edici ya da baltalayıcı krizleri önlemek ya da hafifletmek
için, ittifak beslenip geliştirilmelidir. Özetlersek, kendisini adamış
gözlemciler gereklidir. Böyle gözlemcilerden biri de Türkiye’deki Al­
man sefirdi.
Sefir Hans Freiherr von Wangenheim
VVangenheim, Prusya değil Thuringia kökenli olmasına karşın.
Amerikan Sefiri Morgenthau onu "Prusya sisteminin bu kusursuz ör­
neği" olarak tanımlamıştı. Gençliğinde süvari olarak görev yapan
“VVangenheim kendi toplumsal tabakasındaki herkes gibi. Prusya
393
ERMENİ SOYKIRIM! TARİHİ
askeri sistemine tapıyordu. Muhteşem duruşu askerlik yaptığını
gösteriyordu ve hayattaki hemen hemen her durumu askeri açıdan
değerlendiriyordu." O na göre. Prusya'nın mirası “büyük toprak sa­
hipliğine dayalı Junker"ısistem i, “insanlığın kusursuzluğunu temsil
ederken,’ “hürmet ve tapılmayı” hak ediyordu.54
Askeri zorunluluğun doğurduğu politik çıkarlara bağlı olarak,
VVangenheim Türklerin askeri potansiyeline yönelik ilk olumsuz de­
ğerlendirmelerini değiştirerek,
1914 Temmuzunda Berlin’e Türki­
ye’nin Almanya ile ittifak adayı olarak cidden düşünülebileceğini tav­
siye etti. Çok geniş bir konu olan bu ittifakın koşullarına uygun ola­
rak sefirin hareket tarzı (modtıs op&randı), bu araştırmanın alanı
dışına çıkar. Ama onun muhtemelen Enver’in örtülü desteğiyle Türk
hükümetini Karadeniz'deki Rus karasularına baskın yaparak Türki­
ye'yi Rusya ile savaşa itmeyi, amaçlayan Alman planına onay ver­
mesini sağlamak için Sadrazam’ın gözünü korkutma yöntemi, Al­
manların yüksek ulusal çıkarlarını
kollarken tahakküm cü ve
acımasız olma yeteneğinin bir anıtı olarak duruyor. W angenheim’ın
Berlin'e gönderdiği rapora göz atalım: “Ona Karadeniz'e yapılacak
baskının amacının bu durumda Türklerinkinden önde gelen Alman
çıkarlarını gözetmeye zorlanmış olduğumuzu söyledim. Gemiler Tür­
kiye'ye ait olduklara halde, Alman kimliğine sahip olduklarından Türk
Bahriye Nezareti’nin doğrudan emir komutası altında olamazlar ...
Diğer Kabine üyelerine tekrarladığım açıklamalarımın bir etkisi oldu­
ğu görülüyor.” Aslına bakılırsa, VVangenheim imparator II. W ilhelm’in
doğrudan emirlerini uyguluyordu Emir Alman Donanması’mn Kur­
may Başkanı, daha sonra Alman Atlantik Filosu Kumandanı Amiral
Hugo von Pohl aracılığıyla iletilmişti.57 Bir Türk yazar VVangenheim in
56 Moıgentlıau, AmOassador [n. 1 8], S, 6. 383. İKİ çalışma bu alanların birçoğunda
urun uzadıya tartışılmıştır. Bkz., Ulrich Trumpenor, ö o ır r a n y and the Ottöman
Empire I9 l4 ~ w ta (Prınceton, 1968i ve F. YVeber Eagles on the Crescent (Ithaca, 1970).
57 Grosses Haupgvattier. Cilt 185. Türkei 18. Kayıt No. 505. 21 Eyliil 1914, Wangenhcim ’dan M üsteşar Zrnm erm ann’a: İm paralor’un emri a.g e.. 18/1 ‘de. Kayıl
Nn 93. 12 Eylül 1914 Bu ayrıntılar. Ermeni tehcir ve katliamları için daha sonra
394
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTIN D A SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
’ Kabine'deki nazırların bile gözünü korkutma1’ eğilimini kabul ede­
rek, eklemişti: "Alman militarizminin tipik örneği olarak, VVangenheim Osmanlı hükümetinin işlerinin nasıl yürütüleceğine müdahale
edecek kadar ileri gitti. İstanbul’un despotuydu.”5'
Bu ayrıntılar sefirin kavgacılık eğilimini ve gerektiğinde de sergi­
lemekten kaçınmayacağını gösterir. Ne var ki, hiç de te k ir olmayan
hükümet liderleriyle didişerek, Türk hükümetine kendi hükümetinin
iradesini kararlılık ve zorlamayla dayatma yeteneğini de gösterir. En
büyük ihtimalle, bu cesur adımlarının bazılarında Enver ve hatta bel­
li ölçülerde Talât gibi başka liderler ile perde arkasında faaliyel yürü­
ten Dr. Nazım gibi kudretli bir ittihadçı lider tarafından da desteklen­
diğini yukarıda belirtmiştik. Ama Jön Türk İttihadçı iktidar yapısı için­
den gelen bu destek olgusu bile Almanya'ya ittifak içinde sağladığı
avantajları ortaya çıkararak, Türklerin savaşa bağlı önceliklerinin
belirlenmesinde belli Ölçülerde üstünlük ve hatla bir parça denetim
kurma imkânı sağlamıştı. Türkiye Alm anya’ya göbekten bağlıyken,
tersi, doğru değildi. Talât’ın savaş sırasında Alm anya’nın Türkiye As­
keri Ataşesi Albay Otto von Lossow’a söylediği. “Almanya atamız,
ama Avusturya sadece komşumuzdur" (L'Allemagne est nötre pere,
L ’A utriche, c ‘est un voisin) sözierinde bu bağımlılık ve beraberinde
getirdiği takdir duygusu açıkça dile getirilm işti.5* Sonuçta, Alman­
ların gayret ve taleplerine Türklerin boyun eğmesi, Talât’ın İngiliz
parlamento üyesi Aubrey Herbert ile yaptığı ünlü görüşmede ona at­
fedilen şu sözler tarafından doğrulanmıştı: “Almanlar tarafından eli­
nin kolunun bağlandığını görmüş ve Kabine’de, ‘İngilizlerin neden
yar allanmak üzere Ingilizler taralından Malta’ya sürgün edilen Sadrazam Said Ha­
lim tarafından da az çok teyit edilmiştir. Malta'dan gönderdiği protesto mektubun­
da, Said Halim -Almanların Karadeniz’deki olayla Türkiye’nin tarafsızlığın1geri dö­
nüşsüz bir biçimde çiğnediğine" değinmişti. FOS71/4174,127758, dosyalar 408 09. 8 sayfalık protesto mektubu. Malta da 12 Ağustos 1919’da Ingiltere Başba­
kanı Lloyd George a hitaben yazılmıştı.
58 Itbor Ortaylı. O sm an lı İm p a ra to rlu s u n d a A lm a n N ü fu z u (İstanbul. 1983), 13? ve
137
n,
13.
59 A. A Tüıkei 158/iS A14133, dosya 126. 25 Nisan 1916.
395
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Almanlarla savaşmak istediğini hep merak etmişimdir, ama artık bi­
liyor um.’"*®
Buna karşın, Ermeniler lehine müdahale etmekten özenle
kaçınan Wangenheim, b u tutumunu katı bir politikaya dönüştürdü.
Üstelik gelişen soykırımla ilgili taşradaki konsoloslarından dehşetli
raporlar almasına ve bu raporları Berlin’e iletme görevini hiç aksat­
mamasına karşın, gerek kendi inancıyla gerek Berlin’deki üstlerinin
dayattığı sınırlamalar nedeniyle ya da iki faktörün birleşmesiyle, hiç
tereddütsüz Türklerin yanında yer aldı. Bu anlamda, sorunla ilgili
Berlin’le yazışmaları, sadece kendisinin ve dolaylı olarak da hükü­
metinin tutumunun biçimsel ve resmi ifadesiydi. Yukarıda belirtildiği
gibi (6. Bölüm, 6. Kesim, n. 101), VVangentıeım Ermeni soykırımı
olayının görüldüğü 1915 Nisanında, Berlin'e Ermenilerin durumunun
az çok umutsuz olduğunu ve Almanların yüce çıkarlarının Alman hü­
kümetinin müdahale etmemesi gerektiğini açıkça söylemişti.
Bu umutsuzluk açıklaması Türkiye Ermenilerinin genel
çıkmazının niteliğine koyduğu teşhisle bir ölçüde tutarlıydı, 1913 Er­
meni reformları müzakerelerinin devamıyla çakışan Avusturya'nın
Türkiye Askeri Ataşesi Müşir Yardımcısı Pomiankowski ile yaptığı bir
görüşmede, VVangenheim Türkiye Ermenilerinin tek kurtuluşunun
“İslam’ı kabul etmek" olduğunu söyledi.61 Ne var ki, Sefir Morgent­
hau ile gayri resmi söyleşileriyle ilgili raporlarda, kötü değilse bile
çok daha şeffaf bir tablo çıkar. Alman General Bronsart örneğindeki
gibi, VVangenheim’ın da salt antipatiden tam bir nefrete kadar deği­
şen duygularla, Ermenilere karşı olduğu görünüyordu. Ermenilere
karşı Türklerin suçlama ve kınamalarını açıkça cfoğru gören ve
taktıkları etiketleri kabul eden VVangenheim, Morgenthau’ya ''Erme­
nilerin hain zararlılardan başka bir şey olmadıklarını” söyledi.
Morgenthau’ya yaptığı bir yorumda, VVangenheim isteseydi Tür­
kiye’ye sorun yaratan her milliyete müdahale ederek yardımcı olabi­
leceğini açıkça belirtti. Örneğin, Yabudiler buna örnekti. Coğrafi ve
60 Herbert. “Talât Pasha” |n. 23). 430 sy n ı yarde H a r Kendim [ n. 23). 314.
61 Pomıankovvski. Det Ziisötnntenbnich [ n. 5 [ . 163.
396
b ir i n c i d ü n y a s a v a ş i ö r t ü s ü a l t in d a s o y k ih im i n b a ş l a t il ip t a m a m l a n m a ;
demografik açıdan pek bir tehdit oluşturmamakla birlikte, Siyoni
hareketin yararlandığı Filistin üzerindeki emelleri adım adım küçi
mekte Olan Osmanlı İmparatorluğu’nu ilgilendiren bir toprak sorut
oluşturuyordu. Ayrıca, Talât Filistin projelerinde başı çeken Rus V
hudilerinden kesinlikle nefret ediyordu. Yukarıda sözünü ettiğin
Aubrey Herbert’le bir görüşmesinde, “Rus Yahudilerinin çoğunluğ
nu” “yozlaşmış” bulduğunu söylemişti.*2 Bununla birlikte, VVange
heim özgüvenli bir edayla Morgenthau’ya müdahale edebileceği g
vencesini verdi. “Bu İfadesinden şahsen memnun kalacağımı düş
nerek, 'Siyonistlere yardım ederim' dedi, ‘Ama Ermeniler için p<
mağımı bile kıpırdatmam!”'65 VVangenheim sonra Ermeniler adı;
müdahalede bulunmanın Amerika Birleşik Devietleri’ne düştüğü
söyledi, "ABD açıkçası Ermenilerle tazla ilgilenen tek ülkedir.” “ «€
dilerine bir koruyucu melek bulan halkınız" diye söz devam ed
Wangenheim Ermenilere yardım etmenin Amerika’nın sorumlulu
olduğunu söyledi. Konuyu saptırarak, VVangenheim ABD hüküm*
nl İngiltere ve Fransa’ya cephane ile İtilaf Güçleri’nin Çanakkale’
Türklere karşı kullandıkları top mermilerini satmakla suçladı. C
vamla, “hükümetiniz bu tutumu sürdürdüğü sürece Ermeniler iı
hiçbir şey yapamayız.” Bütün bu görüşmeler sırasında, Wangenl
im’ın yardım etmek isterdim ama Türklerin koyduğu aşılmaz eng
ler yüzünden yapamadığını söylememiş ya da hatta ima bile etrr
miş olması dikkat çekici. Buna karşılık, açık açık canının istemedi
ni defalarca tekrarlamıştı. Kendi yönünden. Mareşal Liman von S<
ders Wangenheima “Türkiye’deki amaçlarına nasıl ulaşacağı
göstermişti.64 Morgenthau, Amerika’nın itilaf güçlerine yardınr
"Türkiye’nin yüz binlerce Ermeni kadın ve çocuğa saldınsıyla” iliş
lendirme cüreti gösteren Alman sefirin saçmalık gösterisi karşısır
şaşkınlığını gizleyemedi. Konunun “askeri ihtiyaç, devlet politik
ya da başka bir şey değil" ama açıkça “insani bir sorun” olduğu
62 Hsrberl. “Talât Pasha” [ n. 231. 435; aynı yerde. Bon Kendim [ n. 23] 321.
63 Morgenthau. Am bassador [n. 18], 370
54 Liman von Sanders, Ftve Years in Tutkey (Aruıapolis, 1927), 14.
397
FRMFNI SOYKIRIMI TARİHİ
söyleyerek VVangenheim 't duyarlı davranmaya çağırdı. Ona çoğun­
lukla “yaşlı erkekler, yaşlı kadınlar ve çaresiz çocukların” yok edilişi­
ni düşünmeye davet etti. “İnsan olarak, neden bu insanların yaşa­
maya hakkı olduklarını anlayamıyorsunuz?” inatla “Müdahale etme­
yeceğim” diye cevap veren VVangenheim, militaristlerin çok sık tek­
rarladıkları düsturu İngilizce tekrar etti: “Amacımız bu savaşı Kazan­
maktır.'’ Anlaşılan bu olayların getirdiği baskı ve gerilim Alman sefi­
rin sağlığını bozmuş, bazı hastalıklar baş göstermişti. Amerikan Se­
fareti nde VVangenheim ’ı konuk eden Morgenthau şunları söylemiş­
ti: Konuğuma artık konuşmayı sürdürmenin anlamı kalmadığını işa­
ret eder etmez, “Ondan nefret edercesine uzaklaşınca, VVangenhe­
im ayrılmak için ayağa kalktı. Ama hemen nefes nefese kaldı ve ani­
den bacakları tutmaz oldu. Adam tam düşerken fırlayıp tuttum. Bir
dakika için sanki şuurunu tamamen kaybetmiş gibiydi; yüzüme an­
lamsız bir şekilde bakıyordu. Sonra aniden kendisini toparladı ve
hiçbir şey olmamış gibi hareket etmeye başladı. S sfir’in koluna girip,
merdivenlerden İndirerek otomobiline bindirdim... iki gün sonra, sof­
rada beyin kanaması geçirdi. Üst kata çıkartıp yatağına yatırıldı,
ama bir daha şuuru hiç açılmadı." 25 Ekim 1 9 t5 ’te ölen VVangenhe­
im, Osmanlı başkentinde muhteşem bir cenaze töreninden sonra,
Boğaz kıyılarındaki Trabya'da bulunan Alman yazlık sefaretinin top­
raklarına gömüldü. Morgenlhau’nun sonuç olarak dediği gibi, “bu
suçları... bir ulusa yönelik katliamı durdurabilecek tek kişi kendisi,
tek hükümet onunkiydi...,,s>
Yine sınama gerektiren bu yargıya da itiraz edilebilir. Ne var ki,
buradaki örtüşmede yalan ironiye insan şaşıyor. Olağandışı yetkile­
re sahip biri Dışişleri Bakanı, öteki Sefir, Rus veAim an iki diplomat,
yirmi yıllık bir zaman dilimi içinde Ermeniiere karşı iki kitlesel katliam
olayının gerçekleşmesine bilerek izin vermekle, büyük bir suç or­
taklığını paylaşmıştı. Üstelik İkisi de son nefeslerini verirken gene
aynı kaderi paylaşacak, beyin kanaması geçireceklerdi. (VVangenheim’ın Rus muhatabı Lobanof’un kaderi için, bkz., 6. Bölüm, 31.,
32. notlar).
65 Morgenthau, Ambassadcr [rv 18], 370-73.378-79.382-83.
398
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Kıdemli Yüzbaşı ve Bahriye Ataşesi Hans Humann
Savaş zamanında Türkiye’de görevli tüm Alman askeri persone­
li içinde, Humann bir konuda en önemlisiydi: Harbiye Nazırı Enver’le
dostluk bağları, Enver'in Berlin’de Türk Askeri Ataşesi olarak görev
yaptığı iki döneme |1908-1909 ve 1909-1912) kadar geri gidiyordu.
Arkeolojiye ilgisi nedeniyle pek çok kez Türkiye’ye gelen ve oğlu
Hans'ın antik Yunan uygarlığını ortaya çıkarmak için çok sayıda kazı
yaptığı İzmir'de doğduğu Kari Humann’ın mirası bu ilişkiden de ön­
ce geliyordu. Humann daha sonra Berlin Doğu Eserleri Müzesi Mü­
dürü oldu. Çocukluğunun büyük bölümünü Türkiye'de geçiren oğlu
Hans Humann, Türklerle büyük bir yakınlık geliştirmiş ve önce Ber­
lin’de sonra da İstanbul’da Enver’le dostluk geliştirmişti. Türkiye'de
göreve atanmadan önce, Humann güçlü Büyük Amiral von Tirpilz’in
komutasındaki Alman donanması istihbaratında kilit bir mevkideyken, sadık ve kendisine hayran hamisi Hans Humann’dan Pangermanist doktrinleri almıştı.
Ittihadçıların 1913’te iktidarı ele geçirmesinin ardından, İstan­
bul’daki sefaret muhafaza gemisi, Loreley’in komutanlığına getirildi.
Sonradan. Humann sefaretin Bahriye Ataşesi olarak atandı. Arka­
daşı Ernst Jâckh'ın söylediği gibi, Humann “gayri resmi Alman tem ­
silcisi oldu... Kayzer’in maiyetindeki tüm büyükelçilerden sorumlu ki­
şiye doğrudan ulaşıyordu. En hafif deyimle, bu olağanüstü etki sağ­
lamak için bulunmaz bir konumdu." Bu bağlamda, Türkiye’nin sava­
şa girmesinde Humann’ın rolü zemini hazırlamaktı denilebilir. Tuğa­
miral Souchon un komutasındaki bir Alman filosunun İngiliz deniz
kuvvetlerinin takibinden kaçıp, Boğazlardan geçerek sonuçta Türk
Donanması’na katılma planını Öneren ve hayata geçirilmesine ön
ayak olan oydu. Bilindiği gibi, bu olay sadece birkaç hafta içinde
Rus-Türk savaşını tetikleyecekti.
Adıyla ve Almanca Du, yani ‘sen’ diye hitap ettiği Enver’le teklif­
siz ilişkisi, Alman Askeri Yardım Heyeti başkanı olarak Alman sefiri,
Enver ve General Bronsart gibi birbiriyle çalışan taraflar arasında
arabulucu rolünü üstlenmesine imkân sağladı. Ancak savaş zamanı
anti-Ermeni önlemlerin alınıp yürütülmesinde, Enver ile Bronsart,
399
ERMENİ SOYKIRIMI TARIMI
Goltz ve VVangenheim gibi yarenlerini şu ya da bu biçimde destek­
leyenlerle llört ediyordu. Ona göre, asıl zorlu koru Türklerin ihtiyaç
ve taleplerinin uygun biçimde karşılanması çabasında yatıyordu. Di­
ğer her şey ya ikincil ödeme sahipti ya da ittifakın gereksinimlerini il­
gilendirdiği kadarıyla hiç önemli değildi. Sefir Kühlmann'a bir notta,
"kendi politik çıkarlarımız” için Türkiye’nin liderlerini soğutmamaktan
söz ediyordu. 'Onları kendimizden soğulup, burada Şark'ta her za­
man şahsi ilişkilerle götürülen Yakın Doğu politikamızı riske ata­
mayız.”66
Amerikan Sefiri Morgenthau ile görüşmelerinde de "Ermeni soru­
nunu azami bir açıktık ve zalimlikle tartışmıştı." Terkleri de Türkiye’yi
de yakından tanımasına dayanarak, “Ermeniler ve Türkler bu ülkede
birlikte yaşayamaz" buyurmuştu. “Bu ırklardan biri gitmeli. Ve ben
Türkleri Ermenilere yaptıklarından dolayı suçlamıyorum. Onların ta­
mamen haklı olduğunu düşünüyorum. Zayıf ulus pes etmeli." Mor­
genthau, ne kadar taş kalpli olursa olsun Alman sefir VVangenheim’in
"çok etkili biri olan" Humann kadar acımasız ve zalim olmadığını
gözlemlemişti. Bir Alman diplomatın Amerikan sefirine "Humann, En­
ver ve Talât’tan daha fazla Türk’tür” dediğini anımsayalım.67 Bu it­
hamları yalanlayan Humann'ın 12 sayfalık bir raporda66 Morgenthau’nun hemen hemen tüm sözlerini yalanlamaya çalışması, bu reddi­
yesinin ciddiyetine gölge düşürmektedir. Süreçte, Türklerin savaş
sırasında Ermenilere karşı “Van vilayetindeki 130.000 Türk’ten
100 000’inin Ermeniler tarafından katledildiği” gibisinden en güvenil­
mez suçlamaları papağan gibi tekrarlıyordu. Ayrıca, anti-Ermeni ön­
lemlerle ilgili danışmalarda bulunduğunu bile yadsırken "resmi" (amtlich) sözcüğünü kullanarak, gayri resmi müdahale ihtimalini açık
bırakıyordu. Ne var ki, yukarıda işaret edildiği gibi (6. Bölüm, 98.
not), bizzat VVangenheim Humann’ı Enver’e — gayri resmi —önemli
66 A. A. Botsclraft Konstantinopel, Cilt 137. Belge No 240, 22 Şobat 1917. Deutsehes Militâr in der Tiirkei. Jâekh’ın Hrımannla ilgili yorumu Emst Jackh. The Rislng Crescent (New York, 1944), 119’da.
67 Morgenthau, Ambassador[n. 18], 375-76.
68 Bıı inkâr raporu içn, Okz., A. A. Tıırkei 183/56. Al 1259.
400
OİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
bilgileri danışıp aktarırken kullandığını kabul etmişti. Başka bir deyiş­
le, kritik konular söz konusu olduğunda resmi kanallardan
kaçınmıştı. Bu raporda, Humann'ın bir yandan kendisine yöneltilen
suçlamaları yalanlamaya çalışır ve gerekli gördüğünde dezenformasyona başvururken, sorunları içinden çıkılmaz bir hale getirmek
için kıdemli bir Donanma istihbaratçısı (Admiralstab. Marineam!) ola­
rak edindiği tecrübeden yararlandığı açıktır.
1914-15 dönemini içeren Alman arşivlerindeki resmi belgelerde
Morgenthau’nun Humann’a getirdiği suçlamaları araştırdıktan son­
ra, İsveçli yazar bu belgelerin Humann konusunda “Morgenthau’nun
algılarını doğruladığı” sonucuna ulaşmıştı. Örneğin, Humann’ın Er­
meniler “az ya da çok imha ediliyorlar. Zalimce lâkin mecburi” diye
yazdığından söz ediyordu.®* İki gün sonra, yani, 17 Haziran 1915'te,
Humann açıklamaya bu notu eklemişti: “... Türk hükümeti savaş za­
manından ve Avrupa’nın meşguliyetinden bütün Ermeni sorununu
güç kullanarak çözmek için faydalanıyor.” Bu yazara göre, Humann
da General Bronsart gibi, savaş sonrasının milliyetçi Alman gazete­
si Deutsche Allgemeine Zeitung aracılığıyla, Ermenilere karşı düş­
manlığının temposunu savaştan sonra uzun yıllar korudu. Humann’ın “Osmaniı İmparatorluğundaki Ermeni ahalinin ortadan
kaldırılmasını alkışlayıp desteklediğini” söyledi.70 Selir Metternich,
birlikte çalıştığı Humann’ın kontaklarını, Enver ve diğer güçlü adam­
larla ilişkilerini gözlemledi. Humann’ı “hinoğlu hin” olarak nitelendir­
diğine bakılırsa, sefirin de onu yerden yere vurduğunu görürüz.71
Almanların İşbirliği Konusunda Türk Tezleri
Alman hükümeti defalarca Türk liderliğinden Türklere Ermeni
ahalinin tasfiyesini Almanların tavsiye ettiğini ima eden çok sayıda
69 Dınhel, “German Olticers” [n. 33|. 113.
70 A.g.o., 110, 115.
71 Ulrich Trutnpener, Germany and Iha Ottoman Empire 1914-1918 (Princeton,
1968). 127.
401
ERİYENİ SOYKIRIMI TARİHİ
raporu kamuoyu önünde yalanlamasını istedi. Türkfer tereddütsüz
yükümlülüklerini yerine getirdiler. Bu gibi yalanlamalarını vurgula­
mak amacıyla da savaş zamanında Ermenilere yönelik muamelenin
kesinlikle bir iç mesele olduğunu ve bu nedenle Almaniar dâhil ol­
mak üzere hiçbir yabancı hükümetin Türk hükümetinin karar alma
süreçlerine herhangi bir müdahalesinin hiçbir yasal temeli ya da
haklılığı olmadığında ısrar ettiler. Ne var ki. pek çok Türk'ün çeşitli
konularda Almanya'nın müdahalelerini ortaya koyduğu savaş erte­
sinde tablo değişti. Bu kişiler arasında Dâhiliye Nazırı ve 1917 Şu­
batından beri Sadrazam olan Talât öne çıkıyordu. (Bkz., yukarıda
22., 23., 60. notlar).
Gazetecilerin Anlattıkları
Bazı tezler gazetelerin temelsiz basit açıklamalar içeren köşe
yazılarında görülüyordu. Örneğin, 19151e Türk gazetecileri ve edi­
törlerinden oluşan bir heyetin içinde Almanya'yı ziyaret eden ünlü
Türk yazar Cenab Şahabeddin. anti-Ermeni önlemlerin baş­
latılmasından Alman subaylarının sorumlu olduğunu açıklamıştı.72
Geçenlerde bir başka Türk yazar daha Türk ordusunun geri hat­
larının güvenliğini sağlamak için Ermenilerin tahliyesinin Alman Ge­
nelkurmayı tarafından talep edildiğini öne sürdü.73 Gene bir başka
Türk gazeteci Almanların, özellikle de “daha savaştan önce bile
mevcut sorunların analizi çerçevesinde Ermenilerin tehciri sorununu
ortaya koyan Alman oryantalistlerin’1 müdahalesinden söz etti ‘ Al­
man Askeri Yardım Heyetinin bir üyesi 'Ermenileri sürgün etme
planın Alman fikri olduğunu' açıklamıştı.’74 Sonuçta, Türkiye'deki Al­
man etkisini ele alan monogralik bir çalışmaya gönderme yapılabi­
lir. Burada yazar düzensizliklerin ortaya çıkması üzerine, Almanların
perde gerisinde akıl hocalığı yaparak Türklerin kararlarını etkilediğini
72 Hadisat, 7 Kasım 1918.
73 Çetin Altan. Sabah 20 Ocak 1992.
74 Dilek ZaülyıoÇjlu, Cumhuriyet. 20 Nisan 1993.
402
BİRİNCİ D'JNYA SAVASI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN B AŞ-ATILIP TAMAMLANMASI
öne sürdü. Bu yazarın Alman Genelkurmayının Türkleri Ermemleri
şiddetle bastırmaya teşvik ederken, aynı "şiddette' sözcüğünü kul­
lanması dikkat çekicidir.75
Eski Türk Hariciye Nazırlarından Birinin
İfşaatının Rapor Edilmesi
Ingiliz Dışişleri Bakanlığı arşivinde “ Berlin'in Ermeni katliam­
larındaki suç ortaklığı/işbirlıği”yle ilgili İngiliz ve Amerikan kaynakları
arasında uzun yazışmaların belgeleri vardır. Yazışma 1911 'de Tür­
kiye’nin Hariciye Nazırı olan ve sonradan Jön Türk liderliğince
İranlIları Türkiye ile ittifaka çekmekle görevlendirilen ve bu amaçla
Tahran sefiri olarak atanan Asım etrafında dönüyordu. Yazışmalar­
dan birinde, “Assım Bey Ermeni katliamlarının başlatılması ve Al­
man Hükümeti’nin işbirliği konusunda kesin bilgi sağlayabilir ve sağ­
lamıştır" diye vurgulayan bir şifreli telgraf var. İngiliz kaynaklar onu
İttihadçıların genel davranışından, bu kaynaklardan birinden alıntı
yapacak olursak "hergeleliğinden" onların ipliğini pazara çıkaracak
kadar büyük bir hayal kırıklığına kapılan biri olarak gösteriyor. Al­
manca bilen ve Washington D C.'deki Türkiye ve Almanya Büyükel­
çileriyle ilişki kuran Asım Beyin Almanya’nın işbirliğiyfe ilgili bilgiyi
Alman sefirden elde ettiği bildiriliyordu.7* “Borlin’in işbirliği" konusun­
da yukarıda belirlilen şifreli telgraf, Boston’daki Christian Science
Monitörün editörü Dixon’dan o sırada Londra’da izinde olan Ingilte­
re’nin Boston Başkonsolosu G. H. Locock’a gönderilmişti.77 Christian Science Monito^un Londra bürosu Şefi A. Harvey Bathurst’e gö­
re, bir devlet sırrını ifşa etme hevesi tamamen San Francisco 1915
Panama Pasifik Fuarı’nın Tıtrk pavyonunun Ermeni müdürü Vahan
Cardashian’ın VVastıington, D.C’deki Alman büyükelçisinin müda­
halesiyle kovulmasının sonucuydu. Ne var ki, Asım’ın bu olaya nasıl
75 İlber Onaylı, Osmaniı imparatorluğunda Alman Nüfuzu (İstanbul, 1933), 122.
76 F037Ü2A881131837 1 Kasım 1015; a.g.e., 171151, 1S Kasım 1015.
T l A.g.eJ 148432, 12 Ekim 1915.
403
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
karıştığı net değil. Avukat olan İngiliz kaynağı Bathursl’a bakılırsa,
geçmişte İttihadçı (arla biraz atışmış olan Asım, onların bazı sırlarını
biliyordu ve Alman büyükelçisiyle ilişkileri sonucunda, 1915’te daha
çok şey öğrenmişti.
Belli ki söz konusu belgeler Türk sefirden alınmıştı. Asım ’ın Er­
menilere karşı “gizli planın içyüzünü" bildiği ve bu konuda bildikleri­
ni “birkaç kişi”ye anlattığı söyleniyordu. Bathurst ABD hükümetinin
“buradaki ifşaatların ortaya çıkardığı Almanlar konusunda heyecana
kapılacak bir şey görmediğini de” belirtm işti.'' Ne var ki, sö 2 konusu
yazışmayı ilgilendirdiği kadarıyla, sorunun çözümü yoktu. Eski bir
Türk Hariciye Nazırı nm elinde Osmanlı Ermenilerinin imhasında Al­
manların işbirliğiyle ilgili belgeler bulunduğu şeklindeki genel iddi­
asının ötesindo, hiçbir somut konu ifşa edilmemiş ya da belirtilme­
mişti. Söz konusu İngiliz ve Amerikan kaynakların doğruluğu gibi
algılarına ve inançlarına dayanmaktan başka çare yoktu.
İki Türk Mebus ün Tehditleri ~ olaydan önce ve sonra
Savaştan ve Türk-Alman askeri ittifakı imzalanmadan önce, Al­
manya'da bazı Alman otoritelerle bir çeşit anlaşmaya varma ihtimali
bir Türk mebusu tarafından ima edilmişti. Bu kişi Diyarbakır mebusu
Feyzi’ydi. Ermeni olan Diyarbakır’daki İngiliz Konsolos Muavini ile
arka arkaya iki görüşmede, Feyzi Ermeni liderlerin İngiltere ve müt­
tefiklerine yakınlaşmaya devam etmeleri halinde, Türkiye’deki Erme­
ni ahalinin yok edileceğini tahmin ettiğini tehdit savurur bir edayla
söylemişti. 27 Ağustos 1914'deki toplantıda. Feyzi Türkiye'nin Al­
manya ile birlikte hareket etmesinin nedenlerini tekrarlarken, aynı
yılın ilkbaharında Berlin’i ziyaret eden Türk mebus heyetinde yer
aldığını da eklemişti. Ermeni konsolos muavini ağzından nasıl teklif­
sizce bu kadar kem söz çıktığını sorunca, Türk mebus cevap vermiş­
ti: “Orada [Berlin'de] kendi gözlerimle gördüklerime, işittiklerime ve
öğrendiklerim e dayanarak konuşuyorum.” Mebus Feyzi’nin Ermeni
7 8 A g.e.l 161837, t Kasım 1915: a g.e, 171, 151,15 Kasır» IS IS
404
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
soykırımının en zalim tertipçilennden olduğu sonradan ortaya
çıkması üzerine, bu tahmin ek bir önem kazanıyordu. Bir İngiliz istih­
barat raporuna göre, “Mebus Feyzi'ye Demir Haç madalyasını bizzat
Kayzer takmıştı.”73
Doğuş halindeki Kemalist rejimin yeni meclisinde görev yapan
bir başka mebusun da Almanların icazetinin Ermenilere karşı Türk
planının başarıyla hayala geçirilmesinde bir faklöı olduğuna dair
benzer iması kayıtlara geçmişti. Mebusların Trabzon bölgesindeki
Pontus Rum ahalisini tehcir etme sorununu tartıştıkları gizli celsede
(10 Haziran 1922), Trabzon mebusu Ali Şükrü, şartların çok daha el­
verişli olduğu savaş sırasında Türk hükümetinin bu Rum sorununu
ele almamasını esefle karşılamıştı. Adet yerini bulsun kabilinden ve
aralıklarla alınan tedbirleri kınarken, "Almanya’nın arkamızda oldu­
ğu, her arzumuzu yerine getirdiği” savaş dönemini özlemle anmıştı.
“Ama şimdi bir başımıza kaldık Ancak ne olursa olsun bu sorunu bir
an önce çözmeliyiz.”
Şüphesiz, imna amacıyla sert yöntem lerle gerçekleştirilen Er­
meni tehciri ima ediliyordu. Aynı tartışmanın sonraki evrelerinde, bu
kesin sonuç üzerinde yorum yaparken, Maliye Bakanı Haşan Feh­
mi sürüncemedeki Rum sorununu başarılı Ermeni tehcirleriyle
karşılaştırdı. Başarının "ordunun ülkenin her yerindeki m evcudiye­
tine ve Ermenilerin Kendilerini neyin beklediğine dair hiçbir düşün­
ceye sahip olmam alarına" bağlı olduğunu memnuniyetle ifade et­
mişti.80
79 Feyzi’nin Bertin gezisi ite i g i i y o ru m u Tovmas Mugurdfchian. Oeekranagerat Alahankın Teliailetu Yev Kiurdeıou Kazanioutounncnt (Diyarbakır Vılaycli’ndcki Kat
İtamlar v b Kürtıerin Vahşeti) (Kahire. 1919). 22-26. Yazarın Mebus Feyzi'ye atfet­
tiği eylemler Birinci Sınıf Sivil Müfettiş olan ve İtıihadçıiarla yakıtı bağları sayesin­
de kendi milliyetinden olanların canını bağışlayan bir Ermeni tarafından da doğru­
lanmıştır. İstanbul'daki Ingiltere Komiserliği nin İsteği üzerine hazırlanan yazılı ifa­
desine bakınız. F037I/6500, dosyalar 77 81 /3-1-1-48. Foyzi’nin Kayzer taralından
ödüllendirilmesi F0371/4J72/24597, no. 63490, dosya 304
80 T, B. M. M. Gidi Celse Zabıtları Ciît 3, (Ankara. 1905). 377, 304.
405
FRMENI SOYKIRIMI TARİHİ
Türk Hükümetindeki Bir Nazır'ın Tezi
Maliye Mazın Cavid sürekli temasta olduğu Almanya'nın temsil­
cileriyle savaş zamanı artan zorluklar karşısında Türkiye'nin ayakta
kalması için ekonomik' ve mali konuları tekrar tekrar müzakere et­
mişti. Hatta aynı amaçla Berlin’e giderek. Alman yetkililerle üst dü­
zey temaslarda bulunmuştu. Mütareke döneminde, Morning Post
adlı İngiliz gazetesinin Osmanlı başkentindeki Özel Muhabiri Folley’in yaptığı bir röportajda, Cavid Türkiye’nin Ermeni ahalisinin tastiyesi sorununu ilk ortaya atanların Almanlar olduğunu savundu.®'
Bir Türk Tarihçinin Yaklaşımı
Modern çağlarda Türk kurtuluş savaşı konusunda çok ciltli
çalışmasında, Doğan Avcıoğlu’nun Jön Türk İttihadçıların en özel
sırlarına ulaştığı ya da ulaşmasına izin verildiği görülüyor. Ermeni
tehcirleriyle ilgili bir irdelemesinde bu geniş çaplı ve sistemli sürgü­
nün "Ermeni sorununu temelden çözme amacını güttüğü ve Alman­
larca onaylandığı” anlaşılmıştır diye yazmıştı. Elindeki kanıtlara gö­
re, “ittihat ve Terakki Genel Merkezi’nde Dr. Bahattin Şakir bu sür­
gün politikasının şampiyonluğunu yapar.”®4
Türklerin bu ifade ve iddiaları gayri resmi bir nitelik taşıdıkları için
doğruluk özelliğinden yoksundur. Ama buradaki suç ortaklığı/işbirli­
ğinin yapısı düşünülürse, suç ortaklılığı/îşbirliğinin kesin derecesini
araştırırken diğer tip kanıtları sağlamak için insan akla karayı seçe­
bilir. Bu bolümün bir sonraki kesiminde ortaya koyulacağı gibi. Os­
manlI Karargâhı llm um iyesi’ndeki Alman Erkânı Harp Reisi, savaşın
sonunda Türkiye'den ayrılırken, önemli miktarda belgeyi çıkarıp
yanında Berlin’e götürmüştü. Genelde suç isnadının dayandı olabi­
leceği malzemenin geri kalanında otduğu gibi, sadece yan delillerle
de en iyi sonuca nasıl ulaşılacağını öğrenmek zorundayız.
81 Görüşmenin içeriği bir Türk gazetesinin ilavesinde yayınlandı. Tanin, 8 Eylül 1945.
82 Doğan Avcıoğlu, MİUİ Kurtuluş Tarihi 3. Cilt llstanbul. 1974). 1135.
406
3 İR İNCİ DÜNYA SAVASI ÖR TUSU ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Gizleme ve İfşaat Örnekleri
Savaş koşulları ve savaş hazırlıkları, uluslararası diplomasi
kalıplarına ve ilgili askeri işbirliği faaliyetlerinin beraberinde getirdiği
olağan gizlilik ihtiyacını artırır. Ermeni ahaliye karşı Türk planı sade­
ce savaşla ilgili bir gizliliğin parçası olmakla kalmayıp, bunun temel
unsurlarından da biridir. Niteliği ve kapsamından bağımsız olarak,
planın oluşturulup yürütülmesine Almanların dahli, Türklerin planda
da öngörüldüğü gibi suçu örtbas etmesine yardım çabalarını hemen
hemen mutlak bir zorunluluk haline getiriyordu. Aynı şekilde, Almam
ların dahli sorunuyla ilgili olduğu ölçüde, böyle bir gizleme Alman­
ların ikincil çıkarlarını korumakta daha da önemli bir hal almıştı.
Dışişleri Bakanlığı ’nın başlıca belge
tomarlarındaki silintiler
Almanların gizleme çabalarının temel hedeflerinden biri Alman
kamuoyu, hatta Alman bürokrasisiydi. Alman diplomatlar, yani Türki­
ye’de birbirinin yerini alan Alman sefirler ve Türkiye'nin iç kesiminde
görevli çok sayıda Alman konsolos, Berlin’deki Alman Dışişlen Ba­
kanlığı ve Alman şansölyeliğini kitlesel katliamın gelişimiyle ilgili
ayrıntılarla rapor bombardımanına tutmuşlardı. Buna karşın. Genel
Karargâh'taki Yüksek Komutanlık dâhi), otoriteler olayları Alman ka­
muoyundan gizlemek için emirler yağdırmıştı. Protestan misyoner
tarihçi Dr. Johannes Lepsius, kamuoyunun oluşturulması ve hareke­
te geçirilmesinin hükümeti kıyıma müdahale ederek sun verebilece­
ği umuduyla, kamuoyunu uyandırmak amacıyla gizlice belge top­
layıp derleyerek hükümetine karşı çıkmaya başladı. Lepsius Erme­
ni katliamları tarihi konusunda hiç de acemi değildi. Abdülhamid dö­
nemi katliamlarının ertesinde, mezalim alanlarına iki aylık bir
araştırma gezisi yaparak, bulgularını bir kitapta yayınlamıştı (bkz., 8
Bölüm, n. 146). 1915 Temmuzunda Türkiye’ye benzer bir gezi yaptı.
Alman otoriteler seyahat izni vermeden önce epey tereddüt göster­
diler. İstanbul gezisi sürecinde, Lepsius Amerikan Sefareti, Ermeni
Patrikhanesi. Alman, İsveçli ve Amerikalı misyoneıleı ve kimi Türk
görevlilerle temaslarında, Türk yetkililere karşı gizlice kanıt topladı.
407
ERMENİ SOYKIRIM I TARİHİ
Bu faaliyetleri içinde görüştüğü Harbiye Nazırı Enver, meydan oku­
yan bir edayla taşrada Ermenilere yapılan her şeyin tüm sorum lulu­
ğunu üstlendiğini söyledi.
Aşırı bir cüretle Lepsips 303 saytalık broşür halinde yayınlaya­
rak, hükümet tarafından yasaklandığından, gizlice Reichstag (A l­
man Parlamentosu) üyelerine ve aralarında kilise liderleri, ünlü kişi­
ler, vb. de olan 10.000-20.000 arası başka Alman’a postaladığı
Ö zel Rapor’u hazırladı.” Türkiye’nin Berlin sefiri İbrahim Hakkı Pa­
şa, 'zafer için” 'ortak davamızın" çıkarlarını hatırlatarak, “bu rezil”
propagandanın yasaklanmasını isleyen bir protesto notası verdiğin­
de, daha çok kopya dağıtılmayı bekliyordu. Aradan birkaç gün ge­
çince, Dışişleri Bakanı Jagow sefire söz konusu kitapların “müsade­
re edilmiş” olduğunu bildirdi.®4 Ayrıca, Lepsius bu işten vazgeçip pes
etmesi için her yönden, özellikle de Alman Dışişleri Bakanlığı ndan
gelen baskılarla boğuşuyorken, baskılar kimi zaman yıldırma ve ör­
tülü tehditler biçimini almıştı. Kendi isteğiyle sürgüne gittiği Hollan­
da'da, Lepsius'un savaş süresince kamuoyuna açıklama yapmak­
tan uzak durmasını talep eden Alman sefir Friedrich Rosen’in
aşağılayıcı muamelelerine maruz kaldı,85 Sessiz kalmayı reddeder­
ken, Lepsius Alman dış politikasını zora sokacak ve aynı zamanda
“Türk müttefikin hassasiyetlerini hiçe sayacak” bir şey yapmamaya
ya da söylememeye söz verdi. Kendisini hayatta kalanların yara­
larım saracak hayır ve yardım işlerine adadığını kastediyordu.
Ne var ki, Lepsius'un Alm anya’nın kaderiyle ilgili herhangi bir su­
çu ya da suç ortaklığının tem izlenebileceği resmi Alman belgelerini
83 Bir misyoner aylık dergisi sayının 10.000 olduğum yazıyordu. Bkz., Dlnkel n. 40,
s. 40: ama Richard Schâfer. Persönliche Erinnerungen an Johannes Lspsius
(Potadann, 1935). 12,20.000 rakamı verilmiştir.
84 A A. Tiirkei 183/44 A24404 9 Eylül 1916, a g.e , 15 Eylül 1916. Söz konusu par
ça Bencht uber öte Lage aes Armenıschen Volkes tn der Türkefüe (Potsdam, Ber­
lin 1916) verilmiştir.
85 A. A. Törkeı 183/45. A31131, 16 Kasım 1916; A34247,28 Kasım 1916. 30 Kasım
1916, 2 Aralık 1016; A32822, 2 Aralık 1910; 163/47, A176182. 18 Mayıs 1917.
Lepsius tın broşürlerine el koyma emri ag.e. 183/44, A24404 1S Fytıl 1916.
408
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R T U S U ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
belli ölçülerde değiştirme göreviyle sınırlı kalan bir yola itildi. Bu an­
lamda, bu kaderi ören ağlardan tek başına Türkiye’nin sorumlu ol­
duğunu vurgularken, Almanya’yı savunan bir rol oynamaya zorlandı.
Sonuç, 1919'da 444 adet diplomatik ve askeri yazışma ile beş ge­
rekli Ek’ten oluşan Alman Dışişleri Bakanlığı belgelerinin hacimli bir
derlemesiydi
Bu eserin yayınlandığı ortam, Almanların Alm anya’yı her koşul­
da temize çıkarm a kaygısının tüm belirtilerini gösteriyor ve buna
karşılık Tûrklere yönelik suçlama ve sorum luluğunun öncelik
taşıması ve büyüklüğünde odaklanıyor. Alman Dışişleri Bakanlığı,
temsilcisi Dr. W ilhelm Solf aracılığıyla Lepsius’la bir anlaşmaya
vardı. Buna göre, bakanlık Ermeni tehcir ve katliamlarıyla ilgili bir
Beyaz Kitap yayınlama planından vazgeçerken, Lepsıus’a şahsen
sorumlu olacağı ve kalın bir cilt tutabilecek belgelerine erişim izni
veriyordu. Kendisinden hiçbir şey saklanmaması ve tam erişim im­
kânı tanınması koşuluyla, Lepsius kabul etti. Bazı belgelerin
çıkarılması ve diğer belgelerden bazı bölümlerin silinmesi gerektiği
konusunda Lepsius ile pazarlık yapan Alman yetkili Hukuk Müşaviri
Dr. Otto Göppert'ti.*7 Hollanda’da bulunan Lepsius'un G öppert’e 28
Haziran 1919 tarihli mektupta verdiği cevap yatıştırıcı bir ruh haliyle
kaleme alınm ıştı: “En başından beri niyetim Almanya'nın yükünü ha­
fifletmekti [yani, temize çıkarmak] (entfasteri)... Kitabın Alınan görev­
lilere ve subaylara atılan iftiraları boşa çıkarma amacına gerektiği gi­
bi hizmet edeceğine inanıyorum.”86 Göppert, Lepsius’un bu niyetini
takdir ettiğini söylerken, Alman konsolosların dosyalarından, sağla­
nan malzemeyi tamamlayacak yeni malzemeler üzerinde çalışılabi­
leceğine karar verdiğini de ekledi. Eski Halep Konsolosu Rössler’in
86 Jonannes Lepsius, Deutschlmıd unc Arnıenien 1914-1916.' [ç.n metinde “ 198'
yazılı] S a m s u n g D ipbm atischer Aktenstiicke (Bertin-Potsdam. 1919). Ölümün­
den yaklaşık an Dır yıl dürt ay sonra, savaş zamanındaki Berlclıtirin genişletilmiş
bir versiyonu yeni bir başlıkla, Dar Todasgang des A m enischen Volkes (BedinPotsdam. 1930) yayınlandı.
87 Göppert Papets [ n. 32), 13 Şubat 1919, Citl VI. Dosya 1, s. 2.
88 A A Türkei 183/56. A20906. Lahey, 13 Temmuz 1919.
409
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
derlediği bu yeni dosyaların, tabloya "Türk mezalimi başlığını ta­
mamlayan” (zur Veri ’oüstândigung des Kapitels dar türkischen Greue(] malzemeyi monte ederek “Türkleri daha fazla suçlarken, " Alman
çıkarlarına hizmet etme (ohne Nutzan für uns) amacına yaramadığı
düşünülüyordu*8
Lepsius cildi gerçekten de bu alanda eksiktir. Almanların gerek
dolaylı, gerekse dolaysız çeşitli ölçülerdeki rıza ya da dahlini ele ve­
ren tutum ve eylemlerine dair örnekleri gizlemek için, bazı bölümler­
den kimi hayati kısımlar çıkarılmıştır. Bazı yerlerde cümleler ya da
kelimeler değiştirilerek alınmıştır Trumpener,*0 Dinkel91 ve Bibi aibi
yazarlar bu çıkarma ve silintilere dikkat çekerken, son yazar kul­
lanılan yöntemin ayrıntılı bir açıklamasını vermiştir.*2 Bonn’da Dışiş­
le rin d e saklanan bu belgelerin aşıtlarının durumuna yakından göz
atmak, silintilerin belli noktalarda açık renk dolmakalemle açılmış
parantezlerin eklenmesiyle yapıldığını gösteriyor. Bazıları bu deği­
şikliklerden Lepsius’u sorumlu tutarken, yayıncıyla doğrudan ilişkili
bir Hariciye görevlisinin yazı üzerindeki kalem oynatmaları da göz
ardı edilemez.93
89 A.g.a.. 26 Temmuz 1919.
90 Trumpener. Germany [n.711. 20fi n. 15. bu duruma bir örnek Müsteşar Zimmermann’dan yapılan s. 219'dakı pır alıntıdır. Trumpener silintiden bahsetmediği hal­
de, ikinci kısmı Lepsius cildi, s. 136 da silinmiştir.
91 Dinkel ‘‘German O ltiC G rs’’ [ n 33 [. 86
92 WoKdieter Bihl, Die Kaukasus-Politik der Mittetmachle I. Kısım (Viyana. 1975).
176. n. 402.
93 Söz konusu cildin yayınlanmasına Lepsius dışında Alman Dışişleri Bakanlığı ndan
Dr. Soil. Dr. Göppert ve Dr. W Rössler de katkıda bulunmuştur. 197fl‘cte Berlin de
araştırma yaparken, bu yazar o sırada bütün elyazmasını daklilo eden Gitta Lep­
sius Hanım a bu silinti ve kazmtıtaıı soldu. Lepskın'un kızlarından biri olan Hanını,
aynı ramanda onun sekreterliğini de yapıyordu. Ş iirli ve kazınt'lar için talimat
aldığını kesin bir dille reddederken, bunu ilk kez işittiğini öne sürmüştü. Başka bir
deyişte, bunların varlığından bile haderaar değildi.
410
BİRİNCİ OÜNYA SAVASI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Mali yükümlülük sorunu
Alman otoritelerini kanıtları gizlemeye ve sansüre iten en dikkat
çekici neden (savaş zamanı sansür yoluyla gizleme 12. Bölüm, 9.,
10., 11. notlarda ortaya konulmuştur) belki de Göppert taralından
açığa çıkarılmıştır. “Bütün dünyada, özellikle de Amerika’da....'’ Al­
manya'ya karşı yapılan işbirlikçilik suçlamalarının ulaştığı boyut
karşısında derin kaygı duyduğunu ifade etmişti. Sonra da o kaygının
temel kaynağını dile getirmişti: "Kısmen mali nedenlerle kendimizi
bu ağır suçlamadan kurtarmalıyız, çünkü aksi halde zararı tazmin
etme yükümlülüğü bizde olacak.””
Osmaniı Erkân -1 Harbiye-i Umumiyesi dosyalarının
Alm anlar tarafından götürülmesi
Bu bölümde kanıt gösterilen malzemenin büyük kısmı, bazı yük­
sek rütbeli Alman subayların, özellikle de Osmaniı Karargâhı Umumiyesi'nde görevli olanların farklı biçimlerde ve ölçülerdeki işbirliğine
işaret ediyor. Ha! böyle olunca, bu karargâh arşivinde toplanan bel­
geler kritik önemdedir. Bununla birlikte, Osmaniı Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Riyaseti'nde son Alman Erkânı Harp Reisi olan Tümgene­
rali Hans von Seeckt, savaşın sonunda Türkiye'den ayrılırken bu bel­
gelerin çok önemli bir kısmını Almanya'ya götürmüştü. Türk nazırlar,
özellikle Maarif Nazırı Dr. Rıza Tevfik ve savaş sonrasının Sadra­
zam’) izzet Paşa, bu durumdan haberdar olur olmaz bu harekeli
açıkça kınadı. 6 Kasım 1918'de Sadrazam İzzet Paşa Berlin’e resmi
bir protesto göndererek, Seeckt’i tecavüzle, yani “hükümetin mülkiye­
tindeki” bu malzemeyi dışarı çıkarmama sözü vermiş olmasına
karşın, “tous les dossiers du Ouartier General Ottoman"(ç.n., Fr„ Os­
man/ı Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyasetine a it dosyalat) yanında
götürmekte suçladı. Seeckt 24 Kasım 1918'de sadece temelde Tıırk
ordusunu ilgilendiren dosyaları iade edeceğine söz v e rd i85 Bu dos-
94 Dinkel, ‘German Officers” [n. 33), 8?.
95 A. A. Turkeı 158/21, A48179, dosyalar 158-59, 175; Tevlik, Çavdar, Talât P aja
(Ankara, 1984), 435-37.
411
ERWfcNİ SOYKIRIMI TARİHİ
/alarm içerdiği başlık kategorileri ya da söz konusu belgelerin
hazırlandığı dil ya da diller konusunda hiçbir açıklık yoktur Bu dos­
yaların gerçekte iade edilip edilmediği ya da iade edilmişse ne ka­
darının ve Türk hükümefınin hangi dairesine iade edildiği de ortaya
çıkarılmış değildir Bu belirsizlik unsuru sorunun ve etkilerinin daha
derin araştırılmasını imkânsız kılıyor. Tek söyleyebileceğimiz, bu­
nunda genel gizleme çabalarının parçası olduğudur.
Açıklayıcı im alar bulunan bir Alman belgesi
Bu belgenin olağandışı önemi enderliğinden geliyor. Bu yazarın
Bonn ya da Potsdam arşivlerinde göz gezdirdiği tüm ilgili resmi dos­
yalarda, Almanların suç ortaklığına dair geçerli söylenti ve iddiaların
bir benzerine daha rastlamadım. Alman istihbarat ajanının açıklığı
burada gerçeğe yaklaştığımızı düşündürüyor. Söz konusu belge, Al­
man Dışişleri Bakanlığı Siyasi Dairesi'nde milliyetler uzmanı ve
Rusya’nın sınır bölgelerindeki isyan hareketlerinin başlıca örgütleyicilerinden Otto Günther VVesendonck'un biriminden kaynaklanıyor.
4 Mayıs 1916 tarihli raporda, C. von Schmidt’in "bilgi sahibi Türkler
Ermenilerin imhasının ( Vertilgung) Almanlar tarafından emredildiğini
(auldeutshen Befehl) ileri sürüyorlar” dediğini aktarır.96
Bu tatsız yorumun bazı yönteri özellikle dikkate değer. İlk efde,
General Bronsart'ın (yukarıda anlatılan) tehcir emri — sonuçları
açısından — dikkate alındığında, açıklama bir ölçüde doğrudur.
İkincisi, Schmidt’in konumu, özel gizli görevlere katılan Türk ve Al­
man istihbarat ajanları ile temasları düşünüldüğünde, açıklamasını
az çok doğru kılıyor. Geçici konsolosluk görevi dışında, gerillaları
örgütleyip konuşlandırma çalışmalarına da katılan Koni Friedrich
VVerner von Sctıulenburg'un ajanıydı. Bu birimlerin görevi Transkafkasya sınırlarında sabotajlar ve isyan eylemleri yoluyla Rusya'nın
savaş çabasını baltalamaktı. Bu faaliyetleri koordine eden şemsiye
Örgütlenme, Ermeni soykırımının başlıca aracı olan Türk Teşkilât-ı
96 A. A. Tlrkel 183/42, Al 1715.
412
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖR TÜSÜ ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Mahsusa'ydı. Schmidt’in aynı şekilde Ermeni ahalinin tasfiyesin©
farklı derecelerde katılan biri Türk öteki Alman iki kişiyle, yani. Dr.
Nazım ve Humann'la ilişkisi de önemliydi. Örneğin. Schmidtln
Nazım’ı da götürdüğü Berlin gezisi vesilesiyle, Humann Alman Dışiş­
leri Bakanlığı’nın desteğinden yararlanan Türk dostu Alman ajanı
Jâckh’a Dr. Nazım’ı tavsiye eden bir mektup yazdı. Humann, Jâckh’a
‘bu kişiye şefkat kollannı uzatmasını” rica etti. "Bu adamın Türki­
ye'nin bütün politik hayatındaki olağandışı önemi hakkında bir şey
söylemeyeyim.”57
Belgenin en çarpıcı özelliği, Schmidt’in o sırada Ermenilerin "im­
hasından" Almanya’yı suçlayan Türkleri nitelendirmek için kul­
landığı sıfattı. Bu “akıllı” ya da “kavrayışlı” anlamına gelen Almanca
“einsichtiçf' sözcüğüydü. Türklerin böylesi iddiaları karşısında sade­
ce Almanların standart ret tavrı diye bir şey yoktu. Ayrıca bu tezleri
ortaya atanların övüldüğünü de gösteriyordu Onlar bir kalemde sili­
nip atılmadığı gibi kıvrak zekâlı kişiler olarak kabul ediliyorlardı.
Sanki bu olguyu vurgulamasına, Rusya’ya karşı isyanları kışkırtma­
ya çalışan liderlerden von Wesendonck, belgede Schmidt ile aynı fi­
kirdeymiş gibi görünüyor. Sorumlu mevkide bulunmasına karşın, bu­
rada Türklerin gerekçelerini açıkça benimseyerek, Almanların işbir­
liğini örtük bir biçimde kabul eden Schmidt’le bu belgede çelişkiye
düşmeyi ya da herhangi bir şekilde çatışmayı seçmemişti. Nihayet,
doğuda istihbarat ve propaganda konularıyla uğraşan büronun
baştnda bulunan Berlin Üniversitesi Mısır Araştırmaları Profesörü
Eugen Mittvvoch için de aynı şey söylenebilir. Aynı belgede YVesendonck’un raporuna ekli açıklaması, Schmidt'in beyanım açıkça göl­
gede bırakıyor.
Bunun kesinlikle kurum içinde kullanılmak amacıyla hazırlanan
gizli bir bilgi notu olduğu, ama her nasılsa düzenli belge dosyalarının
içine girdiği anlaşılabiliyor. Aynı şekilde, belgenin diğer yanlarıyla
daha ilgili olan VVesendonck da Mittvvoch da Schmidt’in açıkla­
masına üzerinde özel olarak durmaya değmeyen ikindi bir sorun gibi
97 A.g.e., 158U6, A31746, dosya 095-96. Humam'ın 15 Kasım 1916 tarihli raporu.
413
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
yaklaştılar. Bu nedenle, Schmidt’in görüşünü reddedemeyişleri ya
da çürütemeyişleri gerekli kanıt sayılmaz. Bununla birlikte, Ermeni­
lerin imhasıyla ilgili bilgisi olan bazı Türk ve Almanlarla ilişkideki bir
istihbara! görevlisi olan fschmidt’in Almanların işbirliğini örtük olarak
kabul ederek, bu bölümde incelenen kanıtlar zincirine bir başka hal­
ka daha eklediği belli.
İki emekli Avusturya konsolosu aracılığıyla ifşaat
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Trabzon Başkonsolosu
olan Dr. Ernst von Kwiatkowski, bütün vilayette Ermeni tehcirleri ve
katliamlarının koşulları hakkında güvenilir bilgiler toplamakla çok fa­
aldi Savaş zamanında Türkiye'de görevli tüm Avusturya konsolos­
ları içinde, bu görevi en dürüst yapan oydu. Viyana'ya raporları hem
çok sayıdaydı İrem de bu alanda yoğunlaşmıştı. Bu raporların pek
çoğunda Dışişleri Bakanı Stephan Baron Burian'a. hükümetlerinin
Trabzon ve Erzurum’daki Alman konsolosları, Dr. Heinrich Bergfeld
ve Dr Max Ervvin von Scbeubner Richter’e Türk katliamlarıyla ilgili
raporlarını "yumuşatmaları" için baskı yaptığını bildirdi.9® Diğer bazı
raporlarda, Kwiatkowski Viyana’ya Almanların suç ortaklığı/işbırliğiyle ilgili iddianın resmi çevreler dâhil, Türk çevrelerinde yaygınlaştığını
bildirdi.*9
Mevcut tartışmanın 1emel konusu olan tok özel rapor Trab­
zon'dan 22 Ekim 1915'te gönderilmişti. Burian’a hitaben “özet” dam­
galı raporun bir kopyası da Osmanlı başkentindeki Avusturya sefiri
Pallavicini’ye gönderilmişti. Kaynağın kökenini, yani liman şehri
Trabzon'un önemini değorlendirmek için aşağıdaki olgu dikkate
alınmalı Trabzon Teşkilât-ı Mahsusa gerilla çetelerinin kaynak, lojis­
tik ve konuşlanmasında merkezi bir yer tutuyordu Dr Behaeddin Şa­
kir. Yakub Cemil, Yusuf Rıza ve Yenıbahçelı Nail gibi sahadaki lider­
lerin bir kısmının buluşup, pian yaptıkları bu şehir böyleee Teşkilât-ı
88 Elhi, Uie KauKasus-PolM in. S2|. 334, n. 405.
99 DAA |n. S4], PA XXXVI!l/368 No. Zl, S4/P, 4 Eylül 1915; a.g.e., XII,’3S0 No. 84/P.,
17 Aratik 1915.
414
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖR TÜSÜ ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Mahsusa’yla ilgili bir kavşak noktasına dönüşmüştü. Aynı şekilde
önemli olan, şu ya da bu biçimde o teşkilatın faaliyetlerine katılan Al­
man istihbara! görevlileri ve ajanlarının Trabzon'u buluşma merkezi
haline getirmesiydi. İçlerinde bir TeşKilât-ı Mahsusa gerilla müfreze­
sini de barındıran bir Türk alayına komuta eden Alman albayı Stange da vardı. Savaş sırasında bir süre için hem Yusuf Rıza hem de
Dr. Şakir onun emir komutası altındaydı1W Avusturya'nın Trabzon
konsolosunun raporu aşağıdadır:
Genelde güvenilir bir Alman kaynaklan — kesinlikle gerçekte uygu­
landığı tarzda olmamakla birlfcte — Ermenilerin Unschâdlichmachıınğunun yararsız hale getirilmesi) Alman kampından geldiğini öğren­
dim.1®’
Yukarıda not edildiği gibi, Almanca Unschâdlichmachung sözcü­
ğü öznenin zararsız hale getirilmesi anlamına gelir. Ancak Nazilerin
II. Dünya Savaşı sırasında eylemleri gibi yazılı ve sözlü ifadelerinin
kanıtladığı gibi, öznenin yargısız infazı fikrini de çağrıştırır. Bu belge
iki temelde önemlidir. Güvenilir olduğu anlaşılan bir Alman kaynağa
dayalıdır: içeriği yukarıda irdelenen memur Schmidt’in açıkla­
masıyla uygunluk gösterir. Avusturya konsolosunun bu kaynağın
kimliğini üstlerinden gizleme çabası, en azından resmi belgeler yö­
nünden ayrıca dikkate değer.
ilgili diğer Avustuıya konsolosu. Türkiye’nin Avrupa yöresi Adrianople’de (Edirne) görevli Dr. Arthur Chevalier de Nadamlenzki’dir.
Trabzon konsolosu örneğinin tersine, burada kaynak Alman değil,
Türk'tü, yani, “Ittihadçı hizip ile yakın bağları olan ve tüm sırlarını bi­
len çok etkili bir şahıstı.” Nadamlenzkİ, kaynağın kimliğini ortaya
sermek istemediği gizli muhbirlerinden (Gewâhrsman) biri, belki bir
Türk memurlar aracılığıyla bu bilgiyi edinmişti Muhbir sadece bu tür
100 Sandets, Fve Years (n. 31], 106; Biti, Die Kaukasas-Politik (n. 92], 351, n. 24;
Sabis, I larp Halıralorım (n. 7] Cilt 2.191; A. A Botschaf! Konstantinopel, Cilt 23,
15845. Military Mission. 27 Ekim 1917.
101 DAA [n. 54], X11M63. No. 70/P, Trabzon, 22 Ekim 191 S.
415
ERMENİ SOYKIRIMI TABİMİ
koşullarda yukarıda belirtildiği gibi kaynağın ne kadar önemli olduğu­
nu vurguluyordu, ifşaat “Almanya anli-Ermeni tedbirlerin alınmasını
istiyor” gibi basit ve ham bir iddiadan ibaretti. Konsolos bu raporu
hem sefirine hem de dışişleri bakanına gönderdi.104 Belirtilen kay­
nağın köken ve niteliği düşünülürse, bu belge örneğinde şüpheyle
değilse bile, ihtiyat payıyla yaklaşılmalıdtr.
Alman Sefareti'nin papazı Kont von Lüttichau’nun tüm savaş dö­
nemindeki Ermeni tehcir ve katliamları olaylarını derlediği raporun
içeriğine de yaklaşım aynı uyarıya tabidir. Her sınıl ve tabakadan
Türk’ün Ermenilere karşı baş kışkırtıcı/tahrikçi olarak Almanya'yı
ısrar ve inatla suçladığı birçok duruma yer verdikten sonra, Lüttichau özel bir örneğe odaklanır. Meclisin 1916 İlkbaharında tatil edilişi­
nin ertesinde, Osmaniı başkentinden dönen Malatya mebusu Haşim’in önayak olduğu söylenen toplantıda hazır bulunduğunu tdcfia
eden Türk kaynaklara dayanarak, papaz aşağıdaki bilgiyi verir. Türk
mebusun topladığı Malatya eşrafına şunları anlattığı bildirilmiştir: Al­
man sefir Wangenheim bir gün “Ermeni halkının kapsamlı bir şekil­
de ve büyük bir başarıyla ortadan kaldırılması nedeniyle hükümeti­
nin tebriklerini iletmek” amacıyla BabIâli’yi ziyaret ettiğinde [tarih el­
bette 191S Ekimindeki ani ölümünden önce] şahsen o da ora­
daymış Wangenheim’a atfedilen açıklamanın doğru olduğunu kabul
etmeyen Lüttichau raporunda aşağıdaki cevabı verir: “Böyle bir yüz­
süzlük hiçbir sınır tanımıyor.”’43
Türk-Atman Ortaklığında Anti-Rus İdeoloji ve
Anti-Ermeni Yansımaları
Güvenilir kaynaklar arayışı şimdiye kadar kullanılan kaynaklar
dizisine sonuncusundan farklı bir kaynak eklenerek yeniden değer­
lendirilmiştir. Bu I. Dünya Savaşı’nın başlamasından altı ay önce Er­
menilerin kaderini gerçekten tahmin etmiş olan bir kaynakla ilgilicKr.
102 A.g.e.. PA. XIV2Ü9, No. %/P. C, 10 Kasım 1915, Şitreli Telgraflar, No. 20 ve 23.
Z 100/P
103 A. A. Türkei. 183/54. A44066 18 Ekim19t8 tarihli raporların 8 ve 9. sayfaları
416
BİRİNCİ DÜNYA SAVASI ÖRTUSLI ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
Muhtemelen Rus Gizli Service ajanlarının sağladığı bilgilere daya­
nan Rus Golos Moskoi dergisi. Ocak 1914 sayısında “Ermenileri
OsmanlIların Mezopotamya vilayetlerine tehcirine dair bir Türk-AIman projesi”ne dikkat çekti. Gazetenin editörlerine göre, bu plan
Türkiye'nin doğusunda Kafkasya sınırında, homojen Müslüman nü­
fus kitleri yaratmayı amaçlayan Türk ve Alman projelerine uygundur.
Mareşal Goitz’un savunduğu (bkz. bu bölümde mareşalin önerileri)
gibi, bu Müslüman soydaşların Slav halklara birlikte karşt koyması
bu şekilde sağlanacaktı. Bu Rus kaynağa göndermeyle, savaş
sırasında Osmanlı başkentindeki Ermeni seçkinlerin tasfiyesinde
Türkiere yardım eden Emniyet Müdürlüğü'nde görevli Ermeni bir ko­
miser 17/30 Ekim 1918'deki bir gazete yazısında, Ermenileri Mezo­
potamya’ya yeniden iskân etmeye yönelik bir Türk-Aiman projesinin
varlığını doğrulamıştı. Gohag adlı Ermeni gazetesinin o sırada var
olan örfi idareye dayanarak gazetenin Rusların tahmini okurlarına
iletmesinin yasaklandığı görülüyor. Bunun üzerine gazete Taylaylig
adıyla yeniden yayınlandı.'0* Daha da önemlisi, savaştan sonra
Başkan Wilson’a açık bir mektup yayınlayarak Türkiye’nin suçlarını
kabul eden İkdam adlı Türk gazetesi, 17 Ocak 1914 tarihli
sayısında, Golos Moskofyu bu tü r‘ saçmalıklar" yayınladığı için baş­
lamıştı.'65 Rus İmparatorluğu Gizli Polisi de denilen Okhrana adlı
ünlü polis teşkilatının sadece Osmanlı başkentinde ajanları yoktu,
ama şu ya da bu şekilde Osmanlı güvenlik sistemine yakın pek çok
Türk kaynakla da ilişkide olduğu da belirtilmeli. Golos MoskoPnin
tahminini dolaylı olarak doğrulamasına. Okhrana 23 Ocak 1914de
Rus içişleri ve Dışişleri bakanlıklarındaki kontakları kanalıyla/yoluy­
la gizli bir rapor iletti: “Bugün, Nuri Osmaniye’de [itlihad fırkası ka­
rargâhı] panisiamistler ve İttihadçılarm gizli bir toplantısında, bazı
delegeler Rusları ve Hıristiyanlar köteklemekten söz ettiler... özel
toplantı sonucunda, Talât Türkiye'nin Anadolu’da her tip yabancı
kontrole karşı olduğunu açıkladı [yakında imzalanacak olan 8 Şubat
104 Hsirenik, 17/ûO Ekim 1918.
105 HoııshaOzan Ahril Dasnvmeci (24 Nisan Anısına) (İstanbul, 1919), 96.
417
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
1914 tarihli taşradaki Ermeni Reformları Anlaşması’na gönderme
yapılıyor].’ 06
Bu sorun Türk-Alman ortaklığının burada incelenen gelişmesini
bir başka düzeyde kolaylaştıran bir faktör olarak görülen ideoloji so­
rununu ortaya çıkarıyor; bu anti-Rus unsurların vurgulandığı bir ide­
olojiyle ilgilidir. Bu nedenle, kısa bir yorum yerinde olabilir. Tablonun
bütününü incelerken, Türk sosyolog İsmail Beşikçi "tam anlamıyla
bir soykırım olan yüz binlerce Ermeni’nin tehcirinde” Türk-Alman
komplosu s e z e r"... Bu Rus emperyalizmiyle çatışma yoluna giren
Alman emperyalizminin... İUilıadçılara Ermeni sorununu Türkizm ve
panturanizmi körükleyerek çözme”sine imkân sunan bir girişim di.'07
Ayrıca, panturanist ideolojinin kurucusu Tatar politik lider ve Rus­
ya’da gazetecilik yapan Yusuf Akçura da aynı doktrini vazediyordu.
Akçura İttihadçı tara başarılı 1908 devriminden sonra katılmıştı.
Ayrıca Türk Ocağı'na bağlı panturanistlerin yayın organı Türk Yurdu’nu da yayınlıyordu. Paris’te eğitim gördüğü sırada, pancermenislerin ırk üstünlüğü görüşlerini benimsemişti. O da Almanların Rus­
ya’nın Türkî halklarının Çarcı yönetim ve baskıdan kurtulmalarına ve
özgürlüklerini kazanmalarına yardım edebileceğine inanıyordu. Türk
Yurdu’nun ilk sayısında “kâinatın yöneticileri her zaman sadece iki
büyük utusun — Türkler ve Almanlar —temsilcileri olm uşlardır” buy­
ruluyordu. Akçura. aynı sayıda Rusya Türklerinin Türkler ve Alman­
ların yeni koalisyonuna büyük ümitler beslediklerini de ilan etm işti.108
Bu ümitlerden biri de Ermenilerin ve Ermenistan’ın Kafkasya ve öte­
sindeki soydaşlarına, yani düşler ülkesi Turan’a yönelen Osmanlı
Türklerinin yolundan çekilmesiydi. 29 Ocak 1920'de İstanbul’da bir
m itingde konuşm a yapan Akçura. Türk askerlerinin A zerbaycan’ın
10ü
The Hooveı Institutıûn on War, Revoiutlon and Peace, Starıford. içişleri Ba­
kanlığı. Polis istihbarat Dairosı’nin Dışişleri Bölümü. 4. Kesim, Belge No. 16809,
23 Ocak 1914.
107 İsmail deşikçi. Kürdislan Üzerinde Emperyalist Bölüşüm Mücadelesi:
1915-1925 Cilt. 1 (Ankara. 1592), 88-101.
100 S.A. Zenkovssy, Pan-Tuıanism and İslam in Russia (Cambridge, MA, 1967),
110-11
418
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP IAM AM l ANMASI
bağımsızlığını sağlamak için canlarını feda ettiklerini söyfemişti. De­
vamla, “İtilaf Devletlerinin Türklüğün iki kardeş kesimi olan Anadolu
ve Kafkasya arasına bir set olarak çekmek istediği Ermenistan imha
edilmelidir" diyecekti.™ Önceden belirtildiği gibi, aslında Zonkovsky
açıkça “1914-16da bir buçuk milyon Ermeni’nin katledilmesi, büyük
ulçüde Jön Türklerin bu alandaki Ermeni engelini" ortadan kaldırma
arzusundan kaynaklandığı” sonucuna varmıştı (bkz., 20. Bölüm 5.
not).
Pancermenizm ve Panfürkizm güçleri arasındaki bir ittifakın
başlıca savunucusu Tekin Alp'ti. Slavların ham Türklerin hem Alman­
ların tarihsel ortak düşmanları olduğunu, bu nedenle de iki ulus
arasındaki ittifakın “coğrafi ve tarihsel zorunluluk’’ olduğunu söylü­
yordu. Slav halkları karşısında Almanlar ve Türklerin konumu bin
yıllık bir tarih diliminde bile değişmemişti Onlar hâlâ Slav gücünün
ortak düşmanı olarak kaldıklarından, kendilerini Moskof ayısına
karşı korumaları gerekir... Moskof canavarı tepelenmeden Pantürkizm muradına tam erişemez. Rusya açısından baktığımızda, gelişi­
mi iki engel© toslamaktadır: Almanlar ve Türkler... Slav tehlikesi sür­
dükçe, Pantürkizm ve pancermenizm ortak olarak kalmalı ve aynı
yolu izlemelidir." Bu ideolojik klişeyi tamamen benimseyen Alman ve­
sayeti altındaki Jön Türk İttihadçılar, Alman Yüksek Komutanlığı’nın
dürtükleırıesiyle tek taraflı olarak I. Dünya Savaşj'na katılarak, Rus­
ya karşı çatışmaların başlatılması için acele etmişlerdi.
Bizzat A lp’in gün ışığına çıkardığı ve bugüne kadar başka bir
yerde bulunmayan gizli bir tamimde, İttihadçılar taşra şubelerine
aşağıda sıralanan nedenlerle T ürkiye’nin savaşa katılmasının
kaçınılmaz olduğunu bildirmişlerdi:
Savaşa girişimizin en önemli nedenlerinden birinin iki yönlü milli hedefi­
mizle ilgili olduğunu unutmayalım. Biı yandan, soydaşlarımızla birleş­
memiz ve onlan kendi topraklarımıza katmamız için Moskof düşmanını
1 09
Rene Piren, "L’Offensıve do l’Asis” Revuc dcs deux Mondes'den alınlı (15 Ni­
san 192C): 3 1 0 -1 1 .
419
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
ortadan kaldıımaya hevesliyiz. Öte yandan, İslam dünyasını gâvurların
boyunduruğundan kurtarıp, Müslümanlığın bağımsızlığını sağlama al­
mak için dini bir gayret gösteriyoruz."0
Almanlara panlürkist milliyetçiliğin düsturlarını tanıtarak, ilk adımlarını
bu bölümün 1. kesiminde betimlemiş olduğum Türk-Alman ortaklığını
yeni bir kalıba dökme anlayışıyla, bu çalışma Weimar döneminde Al­
manca yayınlanmıştı. Almanlar sadece algıladıkları Rus tehdidine
karşı koymak amacıyla değil, ama genel Rus tehdidinin ayrılmaz par­
çası olduğu düşünülen Osmaniı Ermeni terinin tasfiyesi sürecinde
Türkiye ile ittifak kurma fikrini benimsemişti. Alman toplunun kimi baş­
ka temsilcilerinin bu tasfiyenin sonuçlarına yaklaşımı, bu soruna ışık
tutabilir.
Alman SiyasaI İktisatçıları ve Ermeni Soykırımı
Bu gibi yaklaşımların bir türü, bazı ortak karakter özelliklerini so­
mutlaştırdığı varsayılan kişilik modeli açısından, Türklerle bir tür
yakınlığın sergilenmesini gerektirir. Örneğin, Alman Sefir VVangenheim Sadrazam Said Halim Paşa’ya hayranlıkla “Türkiye İslâm dün­
yasının Prusya’sıdır” demişti. Sefirin bu övgüsünü bildirirken, aynı
zamanda Reichstag’da milletvekili olan ve Türkiye ziyaretinden yeni
dönen Alman iktisat profesörü, o sırada büyük ölçüde ilerlemiş olan “
Ermeni katliam larının önemini değerlendirmeye çalıştı. Türk liderle­
rin imha amaçtı katliamlar yoluyla Ermenileri tasfiye ederken, “bu es­
ki efendi ırkın [Herrenvolk]' belirli bir düzeyde "ulusal ya da hatta di­
ni bağlılık" (eine nationale, oder vielmehr, religiöse Geschtossenheit)
110 Tekir Alp Türkismus and Pantüri.tsmus (Weimar. 1915|, 46-7, 50. 53. Asıl adı
Moiss Ceben’ {Musa Koben?) olan yazar Selanikliydi. Birinci Balkan savaşında
Türklerin yenilgisinden sonra, 1912'de İstanbul'a yerleşti. “Türklerin kend: öz
yurtlarında ekonomik bağıms.zkklannı [korumasından]” ve Türk milliyetçiliği yo­
luyla Türkiye'nin "ekonomik ilerlemcsi'nden [Hobung) yanaydı. Bunları Türkist
ideolojiye sarılan nazırlar verine getirecekti, s. 38. 39, 43,45.
420
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R TÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
sağlayabildiklerini açıkladı.111 Bir başka iktisatçı ve Alman Savunma
Derneği'nin ( VVehrverein) lideri Türkiye’ye (yukarıda adı geçen pro­
fesörle hemen hemen aynı zamanda) beş haftalık bir teftiş gezisine
çıkmıştı. 26 sayfalık raporunda, Türkiye'yi Batılı standartlar tem elin­
de rutin olarak Ermeni katliamlarıyla suçlamayı alışkanlık haline ge­
tirdiklerinden yakındığı AvrupalIların tutumlarını kınadı. Bir karşı-argüman olarak. “Türkiye'yi yöneten politik partinin kendi uyruklarının
mülkiyet ve canlan üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabileceği"
olgusuna dikkat çekli. Başka bir deyişle, bu katliamlarda olağandışı
bir şey olmadığını kastediyordu. Türklerin Ermenilerin hainliği Türki­
ye'ye ihanet ettikleri gibisinden suçlamalarını papağan gibi tekrar­
ladıktan sonra, yazar "1916 Şubatı itibarıyla, 1,5 milyon Ermeni'nin
imha edilmiş olduğunu” açıkladı. Bunun “Türkiye’nin ekonomik üs­
tünlüğünün [kaldıraçlarının) düzelmesi doğrultusunda ilk adım ’’ oldu­
ğunu yürekten onaylayan Alman yazar devamla şunları söylüyordu:
"uzun süredir kollanan fırsatın {langgewünschte Gelegenheif) nihayel ortaya çıkm ası hüküm et çevrelerinde ‘sevinç'le (Freude)
karşılanmıştı...’’ Betimlediği kitlesel katliamı onaylarken, yazar bu
amaçla “dehşet” (Greuel), “kasapiık" (Niedermetzelung) ve “ortadan
kaldırma” (Ausrotlung) gibi kelimeler kullanmakla, Türk otoritelerin
amaçladıkları soykırım eylemine kılıf olarak kullandıkları Türklerin
Tehcir" örtmecesinin tekrarlanmasını gereksiz kılıyordu.112
111
Alman Dışişleri 3akanlığ; Aışivi. A. A. Türkeı 134/35, A82I2, "gizli' raporun 9 ve
10. sayfaları. Yazar Prol Dr. von Schubei Hazine Bakanlığı Hukuk Müşaviriy­
di. 1916 Martımla Türkiye'yi ziyaret etmiş ve diğerleri yanında, "başı çeken Tıırk
devlet adamlarıyla" “ayrıntılı görüşmeler’ gerçekleştirmişti.
112 A. A. Ttirkeı, 134/35, A18613, s. 1. 2, 3, 4 .2 Temmuz 1916’da imzasız yayınla­
nan "VolKStvirtschaftliche Studıcn in der Türkei" (Türkiye’de Siyasal iklisat
Araştırmaları) başlıklı rapot, 14 Temmuz 191S'da Dışişleri Bakanlığı'na gönde­
rilmişti. Aynı şekilde Osmanlı Ermenilerinin tasfiyesinin ekonomik yanlarını sor­
gulayan bir diğer Alman yazar. Ermenilere karşı soykırım suçunda, "Alman em­
peryalizminin politik ve askeri araçlarını" kınamışa. Söylediği gibi, "Kalkasya nın Turancı istilasına zemin hazırlamak için, ittihadçı liderler "Osmanlı Ermenılerini acımasızca ve tamamen ortadan kaldırmaya kalkıştılar.. Haziran 1915
421
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Militarizmin Yan Ürünü Olarak Alman İşbirliği
Konusunda Alman Ceza ve Uluslararası
Hukuk Uzmanlarının Görüşleri
Belki de Türk-Almarı ortaklığının kurulmasının en genel unsuru,
farklı özellikler taşıyan Alman ve Türk kültürlerinin pek çok yönüne
hâkim olan militarizmdi. Ancak ne kadar dar alanda olursa olsun, bu
yakınlaşma çok sayıda yüksek rütbeli Alm an subayın "askeri zorun­
luluk” sorunu olarak gördükleri Ermenilerin ortadan kaldırılması me­
selesinde Türk meslektaşlarına katılmalarına ya da gaz vermelerine
yetip de artmıştı bile. Bu bölümün 4. ve 5. kesimlerinde konuyu bel­
li boyutlarıyla ele almıştık. Bu noktada yukarıda yan bir sorun olarak
özellikle incelenen bu militarizm faktörünün yasal yükümlülük yönü­
nü kısaca yeniden ele alıp yorum lam ak uygun oiabilir.
Bu uygunluk Berlin de 1921'de bir bölge ceza mahkemesinde
yapılan örnek oluşturan bir duruşmanın öneminden kaynaklanır. Er­
meni soykırımının mimarı Talat'ı, güpegündüz Berlin'in ana Davar­
larından birinde öldüren bir Ermeni gencin yargılamasından söz ede­
lim. Sadece bir saatlik bir toplantının arkasından, Alman jüri Alman
ceza yasasının 51. Maddesi’ne dayanarak, geçici delilik gerekçesiy­
le sanığı beraat ettirdi
Başka bir yerde (22. Bölüm, 6. not)
açıklandığı gibi. Alınan Dışişleri Bakanlığı savaştan sonra Osmaniı
hükümetinin savaş suçlusu olarak yargılanmak üzere Talat’ın Türki­
ye’ye iade edilmesi talebini reddetti. Bunun üzerine sabık Sadrazam
İstanbul’da gıyabında yargılanarak idam cezasına çarptırıldı. Ermeni
soykırımının bazı yönleri duruşma sırasında gün ışığına çıktı. Bunlar
arasında savunma avukatının Türk-Almaıı ittifakı ve Almanların işbir­
liği konusundaki açıklamaları da vardı. Savunma ekibinin üyesi Hu­
kuk Müşaviri Dr. Johannes VVerthauer, savcının iddianamesinde yer
-Mart 1916 döneminde Türk hükümetinin açık emriyle, bir mityon erkek, kadın ve
çocuk görülmedik ülr vahşelle (beispieüose Grausamkeit) ve yeniden iskân edil­
mek amacıyla Mezopotamya'ya götürüldükten bahanesiyle öldürülmüştü." Lothar Rathınanr, Stossncfttung des cteuıschen tmperia/ismus İn ersten Weltkrieg
(Berlin, 1963). 138.
422
BİHİNCİ DÜNYA SAVAŞI O H TÜ S Ü ALT INUA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
alan Talât'ın değerli bir müttefiki temsil ettiğini ve Alm anya’nın konu­
ğu olduğunun düşünülmesi talebine karşı çıktı.1’3 Buna karşılık, Ta­
lât ve Almanya'ya sığınan ve “kanun kaçağı” olan suç ortaklarının
"Prusya tarzı, militarist” bir hükümetin müttefikleri olduğunu söyledi.
Hak ve adalet kavramları küçümseyen, savaş açma heveslisi, “as­
keri zorunluluk” bahanesiyle her şeyi yok etmeye hazır şahinler ola­
rak "militaristlere” çıkışan Werthauer. savunmasını şöyle tamamladı:
“Bizde de şiddete yatkın adamlar, Türk askerine şiddet sanatını öğ­
retsinler diye Türkiye’ye gönderdiğimiz adamlar var... öyle an­
laşılıyor ki bu şiddet yanlısı adamlar ( Gewaltmenschen) Ermeni
halkını imha eden kişiler... bütün bir halkı tehcir etme emri ancak bir
militaristin kafasından çıkabilecek en kötü düşüncedir... Alm an halkı
da bu gibi tehcir emirlerinin çıkarılmasına izin verdiği için suçlan­
makladır. Sadece böylesi ilkelerin tamamen ve kayıtsız şartsız red­
di ve böylesi cani ruhlu, cinayet sayılan emirlerin hiçe sayılmasıyla,
hak ettiğimize inandığım saygıyı tekrar kazanabiliriz ”114
Savunma ekibinin bir başka üyesi, Devlet Hukuk Müşaviri, Kiel
Üniversitesi Hukuk Profesörü olan Dr. Niemeyer, devletler genel hu­
kuku alanda dünyaca ünlü bir otoriteydi. Son savunmasında, bizim
bütün bu bölümde geçerliliğini kanıtlamak istediğimiz iki noktanın
altını çizerken, bir yandan da bunların önemlerini vurguladı. Baş­
savcı Gollnick sadece cinayet kurbanı Talât'ın ününü savunmaya
çalışmakla kalmamış, Talât’ın şahsında somutlaştırdığını söylediği
Türk-Aiman ittifakının erdemlerini de övmüştü. Sonuçta, Talât’ın "ta­
rihin doruklarına” yükseldiğini söyledi.113 Kendisini Başsavcının bu
değerlendirmesine cevap verm ekle yükümlü hissettiğini söyleyen
Niemeyer dedi ki: “T ürkiye’deki savaş sırasında burada anavatan­
daki ve oradaki [Türkiye] askeri otoritelerin Ermenilerin yaşadığı
dehşetin karşısında suskun kalıp üstünü örtmeleri [verschwigen
und verdeckl\, onaylama ile bir tutulabilir” (die Grenze des Zıılâssigen
113
Der Prczess Talaal Pascha. Mahkemenin steno kaydı. (Berlin. 1921) 84.
114 A.g e.. 109. 112. 113, 123.
115
A.g. e., 84.
423
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
heranreichenden Weise).1u Boylece, savunma ekibindeki arkadaşı
Dr. W erthauer ile Almanların işbirliğinin bu yönü üzerinde hemfikirdi.
Alman ceza yasası uyarınca suç tesis edilirken, “uluslararası huku­
kun genel kabul gören kurallarının, imparatorluk anayasasının 4.
maddesi’nde belirtildiği gibi Alman Reich’ının yasasının bağlayıcı iç
hukuku olarak görülmesi gerektiği” argümanın hesaba katılması ta­
lebi de aynı öneme sahipli.117
Bu yargı süreci üzerinde yorum yapan New York Times, “Savaş­
ta Erm enistan’daki Türk mezalimine karşı Alman bakış açısı orada
bulunan herkes için ayan beyan ortadaydı...”11*
İmparator II. VVilhelm’in Gizli Faaliyetlerin Önemi
Gizlilik ve üstüne sünger çekme, İmparator İt. VVilhelm'in rolünün
değerlendirilmesinin en kesin testidir. Bu bölümün 5. kesiminde,
hem silahlı kuvvetlerin başkomutanı hem de ulusun sivil başı olarak
çifte statüsü özetlenmişti. Ne var ki, Almanya dışında da “özel gö­
revler," casusluk ve sabotaj eylemleri için yetki verdiği, komplo bo­
yutlarına ulaşan faaliyetlerde bulunduğu, enlrikalar çevirdiğine dair
belirliler de vardır. Örneğin, bir Atman ajanı hatıralarında II. W ilhelm
tarafından nası! kabul edildiğini, "Kayzer adına” İstanbul dâhil, gizli
görevler gerçekleştirdiğini anlatır. VVİthelmstrasso'deki Alman Dışiş­
leri Bakanlığı'nda İt. Wi!helm ile karşılaşmasına dair ayrıntılar verir,
imparator şahsen Fas için gizli görev verirken, şunları söylediği ak­
tarılmıştır: “Kont VVedel [o sırada imparatorun hukuk müşaviri ve İs­
tihbarata Teşkilatı’nın başkanı Kont von Botho VVedel] dışında, gö­
revini kimse bilmiyor. Benden Panther zırhlısının kaptanına şifahi bir
mesaj ileteceğini kimse bilmemeli. Anlaşıldı mı?” Ajana kâğıtla
yazılanları ezberlettikten sonra, II. VVılhelm sormuş: “ Ezberledir;
m)?’’ “Evet, Majesteleri.” “Sonra kâğıdı benden alarak, bir kibrit çaktı
116 A.g e., 125
117 A.g e., 113.
118
The New York Times, 3 Haziran 1921.
424
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ö R T Ü S Ü ALTIN D A SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
ve kâğıt kül oldu.” Aynı ajan eskiden aldığı 1905’teki İstanbul görevi
için şunları yazmıştı: “İstanbul’daki tüm resmi Alman ilişkilerinden
uzak durma emri almıştım.” Bu ajan II. VVilhelm’in bu operasyonları
finanse etmek için örtülü ödenek ayırdığını da açıklamıştı. Dört ay
süren operasyonlardan sonra, Berlin’e Abdülhamid, saray kafiyele­
ri, rüşvet için kullanılan Rus ve Fransız allım, Jön Türk m uhalifler ve
Enver’le ilgili bir raporla döndü.118
Bir diğer Alman ajanın ifşaatları dahageçerliydi. Üç farklı olayda,
yani 1908’in ikinci yarısında, 1909’un ilk yarısında ve ikinci Balkan
savaşının son aylarında, yani, 1913 ilkbaharında İstanbul'da iç gizli
servis görevinde bulunmuştu. E nver’le temas kurmuş ve Berlin'deki
üstünden onun Türkiye’deki Alman emellerinin gerçekleştirilmesi ve
Rusların hırslarının dizginlenmesinde başrol oynayacağı bildirilmiş­
ti. Ayrıca Alman Sefir VVangenheim'ın 'şahsi dostu” olduğunu da ile­
ri sürmüştür. Ajanın aşağıdaki açıklamalarının bu zem inde değerlen­
dirilmesi gerekir. 1914 İlkbaharında Enver Alm anya’ya “gizli” bir yol­
culuk yapmıştı. "Onu istasyona götürdüm. .. Bana İm paratorla uzun
uzadıya konuştuğunu söyledi ve sonuçtan çok memnun görünmü­
yordu. Defalarca bu konuşmanın Boğazlardaki sonraki olaylar üze­
rindeki etkinsi merak etmiştim.’’ Ajan, ayrıca 1914 Haziran sonu ya
da Temmuz başında , “ II. W ilhelm'in Enver Paşa’ya iletilmek üzere
şifreli bir mesaj kaleme aldırdığını, onun da davete aceie icabet ede­
rek Berlin'e koşup," Alman Genelkurmay Başkanı General Moltke ile
iki gün süren bir konferansa katıldığını açıklamıştı. Bütün bu olup bi­
tenler, "Enver Bey in her zaman Rusya'ya diş bilediği, Türkiye’deki
kuvvetlerin kendi emrinde olduğunu söyleyerek, Kayzer e hizmet e t­
me önerisiyto Berlin'e gizli haberciler gönderdiği..." olgusu ışığında
daha iyi kavranabilir. Sonunda, yazar itlihadçıların iktidarı tam an­
lamıyla ele geçirdiği 1913 sonbaharında, büyük miktarda gizli fonun
Enver e ve onun İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne akıtıldığını belirtir.120
119 Dr. Armgaard Kari Graves The Secrets of the German War Office (E. L. Fox’un
katkılarıyla) 4. oaskı (New York, 1914). 56, 73, 116-19. 121.
120 **“ (n.a). The Near Sast From IVıthm (New York, n. d., kış olmalı 1914-15), 51,
59, 83-84. 235.
425
ERMFNİ SOVKIRIMI TARİHİ
Bu iddialardan bir kısmı, bağımsız olarak diğer ajan ya da laribçiler tarafından da doğrulanmıştır. Örneğin, Alman Donanma Karargâhrndan (Admiralstab) Yüzbaşı Franz ro n Rintelen, tüm dünyada­
ki Alman elçilik ve temsilciliklerinin taşıyıcısına Her türlü yardımda
bulunmakla yükümlü olduğu özel görevli verilen kırmızı pasaport
olan “Kaiserpass” taşıdığını açıklar. Alm anya’nın VVashington D.C.
Büyükelçisi Bernstorff'un görevin ne olduğu konusunda hiçbir bilgisi
yokken, II. VVilhelm'in Dışişleri'ndeki sırdaşı Zimmermann’ın bu gö­
revin sabotaj olduğundan haberi v a rd ı151 Bir başka Alman yazar. Al­
man Yüksek Komutanlığı’nın Merkezi Sansür Dairesi aracılığıyla, Al­
man gazetelerine E nver’in 1917 Nisanındaki Berlin ziyaretinden söz
etmemelerini ‘ gizlice’ istediğini yazm ıştı.122 E nver’in Alman Yüksek
Komutanlığı’nın isteklerine boyun eğer tavrı. General Bronsart’ın 15
Aralık 1917 tarihindeki “çok gizli” {streng geheim) memorandumun­
da da doğrulanmıştır. Burada Enver Alman G enelkurm ayfna uyum­
lu hareket ettiği ve “gönlünün derinliklerinden gelen" Alman dostu tu­
tumundan dolayı övülüyordu.'” Tarihçi Gottlieb de Enver’in Talât’la
birlikte tamamen Alman sefir VVangenheim’ın etkisinde kaldığını124
yazarken, eski bir ordu mensubu olan bir Türk yazar, Enver’in Alman
gizli servisine minnettar olduğunu savunuyordu.125
Bütün bu yoğun etki görünümleri bir tek yerde düğümlenir; bun­
lar merkezi otorite kaynağının, yani Almanya'nın dış politikasını ve
savaş çabalarını yöneten Alman im paratoru’nun kurumsallaşmış gü­
cünün çabalarını yansıtırlar. Örneğin, 1909 Haziranında Prens Bernhard von Bülovv Almanya Şansölyeliğinden yeni istifa etmiş, onun
121 Captain von Rinlelon, Tha Oark Invsder. VVartime Rerainiscences ol a Oerman
Navai Intelligence Olficeri New Vork, 1933). 74. 81, 83. 84
122 Dr. Kurt MCıhsam, Wie Wır Beiagen Wurden (Münh, 1918), 149.
123 Emst Wemer. ''ökonomishce ıınd Militârisehe Aspekte der Türket-Politik Österretclı-Ungarns 1915 bis 1910' Jatvöucn tür üescbıchte 10 (1974): 396.
124 Wo!fram W. Gottlieb, Studies in Secret Diplomacy during Iho First Worid Y/ar
(Londra. 1957), 44.
125 Haşan Amca. Doğmayan Hürriyet. Bri Devrin İç Yüzü 1908-1919 [İstanbul,
1958), 123, 155, 180.
426
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI O R IÜ S Ü ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP 'TAMAMLANMASI
tavsiyesine uyarak, ilk seçtiği Türk dostu PrusyalI General Colmar
von der Goltz'dan vazgeçen II. VVilhelm’ın, Reıch’ın Şansölyeliğine
Bethmann Hollvveg'i ataması sırasında söyledikleri önemliydi. Hollvveg'in iç politikadaki meziyet ve yeteneklerini öven Bıilow, onun dış
politika konularına Fransız kaldığım da söylemeden geçememişti.
Bu tavsiyeyi kulak ardı eden İmparator, kendini beğenmiş bir hava
takınarak “ Ha, şu dış politika mı? Ona bana bırakabilirsiniz” demişti.,M Savaşın idaresinde otokratik ve gizli anlaşmalara eğilimi, Şan­
sölye ya da Dışişleri Bakanı’nın haberi olmadan, 1913 ’te Türkiye’ye
Alman Askeri Yardım Heyeti’ni kurarak, Prusyalı General Liman von
Sanders’i getirmo tarzında kendisini gösteriyordu.127 ister subay is­
ter diplomatik temsilciler olsunlar, Türkiye’de Türk liderlerle birlikte
çalışan Alman görevliler, son tahlilde imparatorun memurları, onun
politik projelerinin uygulayıcılarıydı. Bu olgu aşağıdaki “çok gizli”
(ganzgeheim ) emrin gönderilmesinde açıkça belliydi.
Donanma Kurmay Başkanlığı ’na
Aşağıdaki telgraf. Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Amiral Usedom ’a gönderilmişti:
Majesteleri İm parator sizden, Amiral Souchon ile yakın ilişki içinde,
sefirin M ajestelerinin kabul ettiği politik görüşlerine tabi olm anızı [un-
terordnen) bekler. M ajesteleri bunu T ü rkiye’deki başarılı perfor­
m ansın ilk şartı sayar.
imparatorluk E m ri’ne Binaen
v. Mütler128
(Amiral Georg Alexander v. Müller, Alman D onam a Kabinesi Başkam)
126 FürSt Bemtıard von Bülovv. DenkvrürdigkcHen, 2. Cilt (Berlin 1930). 512.
127 Erich Eyck, Das persönliche Regiment Withelms II: Polıtısche Gesctıichle des
deutschen Kaisenetches von 1830 bls 1914 (ZCrih. 1 943). 682-83.
128 Alman Savaş Bakanlığı Arşivi. Bundesarchiv Militârarctıiv. Kaisertıcbe MarineKabinets. Archiv der Matine. RM 2A1.1115, 4995/14. 22 Ağustos 1914.
427
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Almanların İşbirliği Sorununda Son Bir Yorum
Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, bir çeşit komplo eyleminden kay­
naklanan bir suç eylemi, araştırmaya ve sonuçta, kesin delilin oluş­
turulmasına kolay kolay imkân tanımaz; çoğu kez suç belirsizlikler ve
sis perdesi altındadır. Gerçekte, bunlar komplo eyleminin mizanse­
ninin parçasıdır; çoğu kez saptanma ve tutuklanmayı engellemek ya
da zora sokmak ya da bunları saptırmak için kasten yaratılmışlardır.
Ayrıca, burada ele alınan özlü devlet sırlarıdır. Bunlar hem Türk hem
Alman hükümetlerini ilgilendirdiği kadarıyla, büyük suçları kanıtlama
potansiyeline sahiptir. Savaş zamanında Osmantı Ermeni halkının
imha edilmesi, açıkça gizli bir planı gerekli kılıyordu. Bazı belirsizlik­
ler üst üste gelmesine karşın, Türk-Alman politik v© askeri ittifakının
gerçekleri, bu belirsizliklerin yaratma eğilimi taşıdığı problemin üste­
sinden gelmeye yetecek kadar önemli ve aydınlatıcıdır. Bu açıdan,
dikkate alınması gerekenler: Bu ittifakın doğusundaki gizlilik şartı:
Osmanlı Erkan-ı Harbiyesi Umumiyesi'nde, bir yanda Türk subaylar
ve diğer yanda yüksek rütbeli Alman subaylar arasında yakın işbirli­
ği ve kurban nüfusun tehcirinin bu askeri liderlerin baskıları ve giri­
şimlerinin sonucu olması. Bu çok önemli mülahazalar, Alman yetkili­
lerin tehcir ve katliamlarla ilgili karar alma süreçlerine bir ölçüde dâ­
hil olmaktan tamamen uzak kalmadıkları görüşünün kabut edilmesi­
ne destekliyor. Araştırmayı 1894-1896 Abdülhamid dönemi Ermeni
katliamları karşısında ve özellikle, sonrasında Alman yetkililerin farklı
ve anormal davranışlarına odaklı bir tarihsel perspektife da­
yandırdığımızda, bu görüş daha da akla uygun bir hale geiir. Avru­
pa’nın diğer kesiminin tepki ve öfkesine ilgisiz kalan II. VVilhelm Sul­
tan ve rejimine müsamaha göstermeyi seçmiş ve impaıalorluğun her
tarafında örgütlü kıyımlar bu Türk-yanlısı politikanın yönünü değiştir­
meye yetmemişti (bkz., Bölüm, son kesim ve 12. Bölüm, ilk kesim).
Almanların Türkiye’ye daha güçlü yakınlaşmasının başladığını
yansılan yeni Türkiye politikasının gelişiminin önemini göz ardı et­
mek zordur.
Daha önce ima edilen belirsizlikler diğer iki mülahaza düzeyinde
de ortadan kaybolmuştur; bunlar Ermenilerin tehcirinde Alman ordu428
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖRTÜSÜ ALTINDA SOYKIRIMIN BAŞLATILIP TAMAMLANMASI
surun oynamış olabileceği herhangi bir rolü somul olarak gizleme
çabalarına gönderme yaparlar. Yarbay Boettrich’in dikkatsizliği ve
Alman Dışişleri Bakanlığı’nın buru izleyen panik içindeki tepkisi yu­
karda incelenmişti. Bu tepkinin şiddeti, Boettrich'in Ermeni nüfusun
belirli bir kesiminin tehcirine yetki veren karargâhtaki Türk meslek­
taşlarıyla işbirliğinden çok, kendi ayrı emrine imza atarak aktif rolü­
nü ortaya çıkaran aptallığına dayalıydı. Alman yetkililerin ilgili dosya
ve belgeleri ortadan kaldırma ya da reddetme ya da belgelerin bazı
kesimlerinde değişiklik ya da düzeltmeler yapma çabaları başka bir
yerde incelenmiştir. Bu girişim ve çabalar iki yönden önemlidir. Birin­
cisi bunlar Alman hükümetinin Türk hükümetine teamüllere uygun
olarak vermiş olduğu bir dizi protestonun ruhu ve lafzıyla çelişmek
suretiyle bu diplomatik itiraz ve protestoların formalite icabı olduğu­
nu (ve buna eşlik eden savaş sonrasında bir mazeret bulma amacı
güttüğünü) ortaya koymuştur. İkincisi, bunlar suçun kendisi olmasa
bile suç ortaklığının ortaya çıkarılacağı korkusundan kaynaklanan
bazı kaygıları ortaya koymuştur. Bu gibi kaygıların yokluğunda gü­
venilirliği garanti eden işleyiş -bunları “kullanmak” için herhangi bir
müdahalede bulunmadan ve birçok yönteme başvurmadankayıtların kendi adına konuşmalarını sağlamaktır.
ilgili kayıtlara tam erişim problemi temel araştırmaya sekte vur­
maya devam eden bir faktördü ve hala da öyle. Bu düzey Tûrklerin
inkâr sendromundan kaynaklanan aşılmaz engellere gönderme ya­
par. Türk-erin Ermeni soykırımı tarihsel olgusunu inatla inkâr etme­
ye devam etmeleri, soykırımı bir çatışmaya indirgeme amacı güt­
müştür. Ve süreçte bazı Alman subaylarının suç ortaklığı yoluyla Al­
manya’nın olaya karışması sorunu dâhil, bu Ermeni soykırımının te­
mel sorunlarının anlaşılmasını güçleştirmiştir. Hiçbir taraf gerçekte
olduğunu inkâr etmeyi uygun gördüğü bir suçla ilgili herhangi bir bel­
geye sahip olduğunu kolay kolay teyit edemez. Bu yüzden, kasıtlı
bir soykırım oyleminöon farklı olarak tehcirler probleminin bir düze­
yinde suç ortaklığı itiraf edilebilse bile Almanların suç ortaklığı soru­
nu Türkleri ilgilendirdiği kadarıyla konuyla ilgisiz görülmüştür. Ne var
ki bu şartlı itiraf Ermeni karşıtı önlemlerin salt savaş zamanında ge­
çici iskân amacıyla yapılan ancak gerek görülen tehcirler olduğu
429
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
şeklindeki destekleyici argüman kadar aldatıcı ve savunulamazdır.
Ancak, bu inceleme boyunca tekrarlandığı gibi bir girişimin gerçek
amacı, en iyi o amacın fiili sonucu ile ölçülür, bunun amacını gizle­
mek için o girişime takılan etiketle değil. Tehcir etiketi görünürde sa­
dece tehcir ve yeniden iskân edilen kurban nüfusun kasten imhasını
gizlem e anlamına geliyordu.
Daha önce açıkladığımız nedenlerle temelde Almanların suç or­
taklığı sorunu. Alman otoritelerini en üst düzeyde temsil eden II. Wilhelm'in pozisyonuna göre çözülmelidir. İmparator buyurmak ya da
yasaklamak, cevaz vermek ya da vermemek temsilcilerinin bazı
davranış modelleri -Almanya'nın yakın bir müttefiki tarafından imha
edilmekle karşı karşıya gelen bir azınlığın kaderiyle ilgili sonuçlan
olabilecek modeller- üzerinde kontrol kurmak ya da kontrolü gevşe­
tecek gereken yetkilerle donatılmıştı. Başka bir değişle o sadece
kendi davranışlarından değil ama astların davranışlarından da so­
rumluydu. Bu astları ilgilendirdiği kadarıyla, Ermenilerin tehcirini
doğrudan emretme konusunda eldeki deliller, salt suç ortaklığı soru­
nunu gölgede bırakarak yüksek rütbeli iki Alman subayı Tümgeneral
Bronsart ve Yarbay Boettrıch’ın gerçek ya da asıl failler olarak doğ­
rudan suçluyor. [Bkz, bu bölümün daha yukarısı] Şu ya da bu biçim­
de Ermeni tehciri kararının alınmasında etkili olan danışma ya da fi­
kir oluşumuna katılan bu Alman subaylar, özellikle Harbiye Nazırı
Enver Paşa'ya Türkiye'nin doğu vilayetlerindeki Ermenileri tehcir et­
me tavsiyesinde bulunduğunu kabul eden Mareşal von der Goltz ve
Yarbay Feldmann’a komplo ortaklığı suçlaması yöneltilmiştir.
Bunlar tehcirleri ilgilendirdiği kadanyla delillerin kesin, hakiki ve
doğrulanabilir olduğu bilinen tek örneklerdir. Ne var ki, kesin delille,
ağı hÇ de daha az önemli değildir. Bütün bu inceleme boyunca vur­
gulandığı gibi suçun niteliği bir derecede yan delillere ya da teknıkhukuk dili ile yardımcı delillere dayanmayı haklı kılar. Ceza hukuku
ve adaleti her zaman suçun ağırlığı ve yan deliller kümesinin niteliği
gibi olağandışı şartların varlığı halinde böyte delillerin ikamesine izin
vermiştir. Amerikan sefiri Morgenthau ’nun Amiraller Usedom, Souchon, Deniz Binbaşı Humann ve sefir Vangenheim hakkındaki çok
sayıda tanıklığı bazı çevreler tarafından savaş sonrasının politik
43ü
3IRİNCİ DÜMVA SAVAŞI O R TÜ S O ALTINDA SOYKIRIMIN b A Ş LA T’LIP TAMAMLANMASI
güdülerle süslendiği gerekçesiyle tartışmalı görülebilir. Ama gerçek­
te bunlar sefirin günlüğüne yazdıklarına bağlı kalıyordu. Olayların
başladığı sırada W ashington'a gönderdiği bir dizi şifreli telgraf ve
Avusturya'nın Trabzon konsolosu Kwiatkowski ve Alman istihbarat
ajanı Osvvald von Schmidt dâhil çok sayıda farklı ve bağımsız kay­
naktan gelen bir dizi destekleyici delil, M orgerılhau’nun an­
lattıklarının doğruluğundan şüphelenilmeyecek kadar ikna edicidir.
Hiç kimse yardımcı deliller kümesinin geçerlilik ve önemini bir yana
atamaz ya da güvenilirliğini sorgulayamaz. Burada, İngiliz İstihbaratı
tarafından imparatora atfedilen suçlayıcı bir ifade dâhil, birbirlerin­
den bağımsız oldukları gibi farklı da olan kaynaklardan gelen çok
sayıda delil grubu karşısındayız. Bütün bu materyal içinde, farklı
kaynaklar ve vorilerin miktarının nitel bir değer taşıma eğiliminde ol­
ması, o kaynaklan daha da inanılır ve ikna edici kılıyor.
Bu delilde göze çarpan, temel bir özellik olarak Almanların suç
ortaklığının, yani sivil ve asker çok sayıda Alman görevlinin, Ermenileri tasfiye girişimlerinde, Türklere yardımcı olma ve sııça katılma
kastıdır Bu yüzden, onlar ortak suç failleri ve "feri failler," Almanların
' Mitschuld," yani dahil olma dedikleri sıfatın taşıyıcıları olarak görül­
meyi hak etmişlerdir. Bu genel suçlama kategorisi altında, tülden
tehcir emirlerini imzalayan ve bu böyleee ortak suç failleri olan Al­
man subayları toplanmıştır; ne var ki, ayrıca Almanların dahlinin iki­
li görünüşünü betimleyen iki büyük değişken vardır. Biri “ tavsiye, ko­
laylaştırma” (Anregung) olarak tasvir edilmiştir; buradaki müdahale
aktiftir zira failin Türkleri Ermenilere karşı dolduran ya da tahrik eden
girişimi başlattığı görülüyor. Diğeri rıza, icabet elme (Zusage) biçi­
mindedir; fail pasif roldedir çünkü kendisine Türkler tarafından sunu­
lan plana olumlu da olsa sadece cevap vermektedir. Buna rağmen,
eğer her iki tip rolün, yani Türklerin Ermenilere karşı soykırımının
gerçekleştirilmesinde vicdansız yatakçı rolünün temelde birbirinden
ayırt edilemeyişinden doğan sonucun tekliği düşünülürse, fark
önemsiz bir boyuta iner.
Hâlâ inalçı bir atacılığın boyunduruğundan kurtulamamış ve hâ­
lâ negatif bir ödülün (örneğin, bunun getirdiği cezai masuniyet) mey­
velerini toplayan Türkiye, bir süre daha her türlü suçluluğu inkâr
431
E R M E N İ S O Y K IR IM I TA R İH İ
etmeyi sürdürebilir Bu bakımdan, Almanya'dan beklentiler haklı ola­
rak farktı bir durumdur, zira bu ülke Holokost felaketiyle ilgisi düşü­
nülürse, büyük bir önlom olan tazminat ödeme kapasitesine sahip
olduğunu göstermiştir. N4 var ki, böyle bir kapasite bir başka düzey­
deki mülahazalardan ayrılamaz. Bu, daha zayıf ve etkisiz ama baş­
ka bir kurban ulusun trajik kaderine kadar uzanan ve aym zamanda
nokta koyan kesin gerçeğin arayışının temelinde yatan vaatlerle il­
gilidir. Belki tarihçiler ve belki hatta Alman devlet adamları burada
ortaya konulan temel sorunu yerinde bulacak ve gerektiği gibi yeni­
den düşüneceklerdir. Son tahlilde, burada tehlikede olan şey uy­
garlığın kuvvetlerinin, eski bir ulusu neredeyse yok oluşun eşiğine
getirmeyi başarmış olan barbarlığın mirası üzerindeki zaferidir.129
129
Belirti koşulların bir araya gelmesiyle, hemen hernen tıer ulusun kitlesel katliam
dâhil, barbarca eylemlerde bulunaoiieceği tarihsel bir olgudur. Bu anlamda, aka­
demik çabalar gereğinden fazla Kutsallık taslamadan betimteyici ya da analitik ya
da her ikisine sahip girişimlerden yararlanabilir. Türklerin barbarfığa eğilimiyle il­
gili aşağıdaki iki ycrum. iki açıdan önemlidir. Birincisi, bunlar Ermeni soykırımının
dehşetinden haberdar olmalarının, Türk dostu tutumlarında ısrar etm elerini en­
gellemediği iki önemli diplomattan kaynaklanmıştır
Burada soykırım dav­
ranışının oiumianması, herhangi bir kınam a v e cezalandırma kaygısından
ayrılmıştır. Ne va r kit İkincisi, bu diplomatlar hükümetleri geçmişteki her türtü kit
lesel katliam olaylarından duydukları pişmanlığı açıkça dile getiren ve bunun
beraberinde cömert tazm inat paketleri hazırlayan iki ulus-devleh îemsil ediyor­
lardı. Tabii kİ. tazminat sorunu mevcut tariışm a bağlamında ikincil önemdedir.
Genel kapsamlı bir barbarlık, hiçbir maddi tazm înal önlem iyle anlamlı bir şekil­
de onarılam az; ama gerçek bir pişm anlık testiyle telafi edilebilir. Am a telafi et­
me suçun kabul edilm esini önvarsayar. Bu yönden. Türklerin inkârı sadece ke ­
sin ve inatçı olm akla kalmaz, ama m eydan okuyan bir sertlikle de noktalanır. Bu
Ermeni soykırım ının gerçekleştir ilmesinin barbarlığa tesadüfü bir sıçrayış mı.
yoksa salt sıçrayıştan başka bir şey mi olduğu sorusunu yaratır. İşte yukarıdakjni ima eden iki yorum daha. Sefir VVangenhelm, 30 Aralık 1914’dc. yani,
soykırımın başlatılmasından birkaç ay önce Alman Harıciyesi’ndeki bir “'sevgili
dostla ya 2dığı uzun ve sam im i mektubunda, “ halkın barbarlık durumu düşünül­
düğünde, her zam an keslirilem eyecek ölçüde Türklerin g a z a b rn a değinm işli.
432
B İR İN C İ D Ü N Y A S A V A Ş » Ö R T Ü S Ü A L T IN D A S O Y K IR IM IN B A Ş L A T IL IP T A M A M L A N M A S I
TCrkei, 139/34, A46. Mütareke döneminde, Kemalist asiler ülkenin »ç kesimlerin
de Ermem halktan kalanlara karşı katliamları yeniden başlatırken, Osmanlı baş­
kentinde onların baş savunucusu ABD Yüksek Komiseri Amiral Bnstûl, kendisi­
ni W ashjngton'a şu tavsiyede bulunmakla yükümlü hissetmişti: JKendi bakış
açılarından, önlerine çıkan her uygun fırsatta, Türklerin H nist/yanlar! Soyacak­
lar’J. yarm alayacakları, tehcir edecekleri ve öldürecekleri biliniyor. Rence Müs­
lüman Türklerin karakteri bilinirse... Eğer bağnaz eğilimleriyle birlikte, Türklerin
vahşi içgüdülerini uyandırırsanız, mutlak bir kuvvetle engellenmedikleri takdirde,
H ıristiyan
ırklara
saldırırlar.’
ABD
Ulusal Arşivi. B elge
Grubu
(RG)
59.867.00/1361 Kûmaüstlerin bu katliam larının ayrıntıları için bkz., Osmanlı başkentindeki Amiral B risiol’un ABD Yüksek Komiserliğine bağfı çal şan bfr memur
olan O. von EngertTn iki raporu. I. Dünya Savaşı sırasında çığırından çıkan ve
Osmanlı Ermenilerini tehlikeye iten aynı “ kötü mtTun kurbanları olarak lasvir et­
tiği “birkaç bin ErmenTnin katledilmesine gönderme yapıyordu. 28 Şubat 1920
tarihli telgraf için bkz., a g . e., 867.00/1127; aym şekilde Beyrut'tan göndorilen
15 Mart 1920 tarihli telgrafı için bkz., A.g.e., 867.00/1165.
433
Kısım VII
TÛRKLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN
ERTESİNDE ADALET ARAYIŞLARI
17
İtilaf Güçlerinin C eza
Adaletini S ağlam a Ç abaları
irinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, Müttefiklerin dikkati Erme-
B
nilere karşı işlenen savaş suçlarının cezalandırılmasında odak­
lanmıştı. Başlangıçta, Müttefikler devletler genel hukukunun ilkeleri­
ni katliam faillerine uygulamaya çalıştılar. Ne var ki, o ilk dönemin
adalet dağıtma hevesi, savaştan sonraki aylarda kaybolmuş ve so­
nuçta politik çıkarla kurban gitmişti. Türk hükümetinin kendi yurttaş­
larını adalete teslim etme çabaları da sonuçsuz kaldı. Milliyetçiliğin
doğuşu ve Türk nüfusun Müttefiklere karşı artan direnişi, adalet
arayışındaki hükümetin kararlılığını zaafa uğrattı. Bu kararlılığın
zaafa uğraması ve Müttefiklerin kendi ilgisinin azalması, yargılama
çabalarına sekte vurdu.
Türkiye, 30 Ekim 1918'de Mütareke’ye imza koyduğunda, ülke
AvrupalI Müttefiklerin insafına kalmıştı. 6 Nisan 1917’de, Alman­
ya’ya karşı savaş ilan eden A.B.D., o sırada Türkiye’ye karşı savaş
ilan etmemiş olduğundan, Türkiye'ye karşı savaşan güç statüsüne
sahip değildi. Bu nedenle, Müttefiklerin suçu Türk tarafları adalete
teslim etme girişimlerinde yer almamıştı. Churchill, Türkiye’nin “ye­
nilginin, hak ettiği yenilginin büyüsü altında olduğunu" sö yle m iştiT
1
W. Churchill, The VYorki Crisis: The Altermath. s 367 (Londra, 1929).
437
ERMENİ SOYKIRIMI 7ARİHİ
Aynı şekiid©, İngiliz Dışişleri Bakanı Curzon, Türkiye'yi “mahkûmiyet
kararını bekleyen bir suçlu” olarak ifan etmişti.2 Osmaniı başkentin­
deki İngiliz Yüksek Komiserliği’nin tercümanı ve siyaset-hukuk gö­
revlisi Andrevv Ryan, M ütareke‘nin ilk dönemlerinde Tûrklerin peri­
şanlığını şöyle açıklamıştı: “O kadar perişan bir haldeler ki, birçoğu
kayıtsız şartsız bir (barış) anlaşmasını kabul edecektir.”8 Müttefikle­
rin gözünde, Türkiye’nin “suçluluğu,” temelde kendi yurttaşlarına
karşı işlenen savaş suçlarını içine alıyordu. Müttefikler 24 Mayıs
1915 tarihli uyarılarına uygun alarak. Ermeni katliamlarında suç or­
taklığı yaptıklarından şüphelendikleri Türk yetkililere karşı cezai so­
ruşturmalar başlattılar.
Paris Barış Konferansı'mn Yargı Ayağı
1919 Ocak ayında, Paris'te Ön Hazırlık Barış Konferansı, So­
rumluluklar Ve Yaptırımlar Komisyonu’nu kurdu. ABD Dışişleri Ba­
kanı Lansing’in başkanlığındaki ilk Alt Komisyon (On Beşler Komis­
yonu olarak da bilinir), diğer suçlar arasında "barbarca ve gayri meş­
ru savaş yönlem leri'ni de araştırdı. Bu, üçüncü A lt Komisyon'daki
Fransız temsilci Larnaude’nin insan haklarının korunmasının sağ­
lanmasında “mutlak" zorunlu görerek, üzerinde ısrarla durduğu “sa­
vaş yasaları ve adetleri ile insanlık ilkelerine karşı suçlar" kategori­
sini içine alıyordu.'*
2
Documents cıı British Foreigrı Poticy 1919-1939,4. c.lt. Birinci Dizi, W. VVoodvrasd
& R. Sütler, ed (Londra, 1952) (Sakan Curzon’ıın Açıklaması. 4 Temmu? 1919).
3
4
661.
Sir A. Ryan, The La stol The Dragomans, s 130 (Londra, 1951).
FO 60B/246, Proces-Verbal no. 6, S. 57 (dosya 417) (8 Mart 1919). Merkezi Güç­
lerin savaş ya da-mezalim suçlan sanıkları sivil ve askeri yetkililerin cezaiandırılması doğrultusunda bir anlaşmaya varılması için, Müttefik ülkelerin politika
ve hukuk çevrelerinde yavaş yavaş odaya çıkan eğilimin anlaşılması için, bkz., J.
Read, Atrncily Propaganda 1914-19, s. 249-84 (New Haven, CT, 1941): Komisyon
tartışmalarının ayrıntıları içiıı, bkz, a.y.e., s. 254-65. Komisyon çalışması, ilgili üç
ali-komitenin görevlendirildiği üç alana ayrılmıştı: (1) (a) saldırganlık ve (b) savaş
suçları yoluyla barışın ihlal edilmesiyle itğilı Ceza Gerektiren Suçlar: (2) yukarıdaki
438
TÜR KLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E ADAI E T ARAYIŞLARI
O n Şeşler Komisyonu, araştırmasını Dördüncü la h e y Sözleşme­
si hükümlerine göre sürdürdü. 1907 İkinci Barış Konferansı'nın par­
çası olan bu Sözleşme'nin amacı, "insanlığın ortak refahı denilen yü­
ce bir kavramı geliştirme hedefi [doğrultusunda} insani ilkelere yeni
bir gelişme” kazandırmaktı. Sözleşmemin girişinde, Sözleşmeci Ta­
raflar, "sivil halklar ve savaşan güçler, insanlık yasaları ve kamu vic­
danının buyruklarından kaynaklanan, uygar halklar arasında yerleş­
miş teamüllere dönüşmüş olan milletler hukuku ilkelerinin koruma ve
yönetimi altında kalacaklarının" güvencesini veriyorlardı 5 Ne var ki,
Bassiouni “insanlığa karşı suçlar" kavramının hukuksal köklerinin,
Savaş Yasaları Ve Adetlerini Düzenleyen 1809 Birinci Lahoy Sözleşmesi'nde aranması gerektiğine işaret etmişti. Burada, “insanlık" ge­
nel bir norma dönüştürülmüş ve “insanlık yasaları” ve “kamu vic­
danının gereklilikleri” "devletler genel hukukunun ilkeleri”nin matrisi
olarak kabul edilmiştir.6 On Beşler Komisyonu üyesi ve Yunanistan
Dışişleri Bakanı Nicholas Politis’in Ermenilere karşı katliamları da
kapsamına alacak yeni bir savaş suçları kategorisi önerisi bu bağ­
lamda gelmişti: “Teknik olarak, bu eylemler ceza yasası hükümlerine
girmezler, ama insanlık yasasına [karşı büyük suçlar oluştururlar)."7
(1) (a) kapsamına giren supları içine alan savaşın sorumlulukları ve ce2ai yüküm­
lükler ve Ou kişilerin muhtemel ssruşlutuînıası: (3) yukarıdaki ( i) (01 kapsamına
giren suçluları ve cezai sorumlulukları ve bunlarla ilgili muhtemel soruşturmaları il­
gilendiren Savaş Yasaları İhlalleri, lansing, o n Beşleı Komisyonu da denilen bu
son Afi-Komite'yo başkanlık adıyordu.
5
Birleşmiş Milteller Savaş Suçları Komisyonu, History O l The United Nations War
Cfitnes Commisston And The Development O l The Lews O f War (Londra, 1948).
s. 24, 25. Bkz.. ayrıca, ikinci Barış Konferansı nihai Kararı, la h a y (1907) (Cmd.
4175} (1914), ekiyle birlikte, 36 S ia ı 2277, Treaiy Series No. 539'da yeniden
basılmıştır. ’ | y . Dipnotta, “United States " War Crimes C. diye iki yerde geçiyor.
C
Bunlar “United Nations” olarak düzelterek çevrilett
M. C. Bassiour, Crknss Against Humanity in international Crtminal iatv, 1C6-67
(Boston. 1992). Her iki sözleşme metninden de alıntılar için, bkz. . s. 634-37 (1 899
Sözleşmesi) ve 63441 (1907 Sözleşmesi).
7
J. VVillis, Proiogue to Nuremberg: The Policy and Diplomacy Of Punishmg War
CrımınalS Ot The First Wc-!d War. s. 157 (VVestport, OT. 1982).
439
ER M ENİ SO YKIR IM I TAR İH İ
Ve Amerikalı tem silciler Lansing ve Scott'un böyle bir yasanın expost facto niteliğine itiraz etm elerine rağmen, kom isyonun çoğunlu­
ğu ‘te re d d ü t içinde” Politis'e katıldı,8 Komisyon kararını, büyük suç­
ları yargılayacak açıkça tanım lanm ış standartlar ve m evzuatın bu­
lunmadığı hallerde, "insanlık yasaları" ve "kamusal vicdanın buyruk­
la rın a * atıf yapm aya im kân tanıyan bir Lahey Sözleşmesi ilkesine
dayandırdı.
K om isyon'un 5 Mart 1919 tarihli bir raporu, sivil nüfusa karşı
aşağıdaki ihlalleri belirliyordu: Sistem atik terör, cinayetler ve katli­
amlar, kadınların ırz ve nam usuna yönelik saldırılar, özel m ülkiyete
el konulm ası, yağm a, cem aatler, eğitim ve hayır kurum larının m al­
larına el konulm ası, özel ve kamusal m alların keyfi bir biçim de tah­
rip edilm esi, tehcir ve angarya, uyduruk savaş suçlarıyla sivillerin in­
faz edilmesi ve askeri personel ile sivillere karşı ihlaller.'0 Kom isy o n ’un 29 M art 1919 tarihli nihai raporu, ‘ M erkezi İm paratorlukların,
m üttefikleri Türkiye ve Bulgaristan ile birlikte, insanlığın tem el yasa­
larım barbarca v e gayri m eşru yöntem lerle çiğneyerek", “ insanlığın
buyruklarını’’ hiçe saydığından söz e d iyo rd u ." Rapor, sonuçta "sa­
8
9
A.g.e.
1920'de Hukuk Komilesl. Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından Uluslararası Daimi
Adalei Divanı Tüzüğü'nü hazırlamakla görevlendirildiğinde, insanlık ve ııygartiK
sorunu tekrar su yüzüne çıktı Başkanı, Belçika'dan Baron Descamps, devletler
genel hukuku kavramına sadece “uygar ulusların kabul ettikten değil, aynı zaman­
da uygar ulusların kamusal vicdanı (ve) hukuk vicdanının buyruklarının" ilkelerini
de soktu. Elfuı Root dâhil, Amerikan temsilcilerinin itirazlarıyla, bir hayli tartışma
kopardıktan sonra, komite, onun gözden geçirdiği yorumu, “uygar uluslar ta­
rafından kabul edilen genel hukuk ılkeleri' ne gönderme yapan üçüncü görüşü be­
nimsedi. P. C. I. J., Hukuk Danışma Komitesi, Procös-Verbau* of the Committee,
16 Hazitan-24 Temmuz 1920. s 310. 318, 331, 344.
10 flfcz.. Dördüncü La Haye Sözleşmesi'nin I, 23, 46, 53 ve 56. Maddeleri. , FO
608/246, ProcesVerbal, Anneye. 2e Rapport. s. 60.
11 Camegia Endowment lor Inıernationai Peace. Vıolatıons o l the Lav/s and the Cusloms o f War: Report oftho Majority and Dissenting Repoda of the American and
Japanese Members of the Commission on Responsibilities at the Conterence of
Paris, 1919. Broşür No. 32, s. 19.
440
TÜ R K LE R İN AS K ER İ YEN İLG İSİN İN E R T E S İN D E A D A L E T AR AYIŞLAR I
vaş yasaları ve adetleri ya da insanlık yasalarını çiğnem ekten suçlu
bulunan... düşm an ülkelerinin tüm yurttaşlarının ceza soruştur­
m asına tabi tutulm asını” istiyordu.1* Belçikalı hukukçu Rolin Jaequem eyns’in teşvikiyle, Kom isyon T ürkiye’nin kendi Erm eni yurttaş­
larına karşı işlediği suçları da raporuna dâhil etmekle birlikte, kesin
bir biçim de vurg ulam ad ı.1’ K om ısyon'un çab alan
sonucunda,
soykırım sorum lularının yargılanıp cezalandırılm asını öngören bazı
maddeler 10 Ağustos 1920'de im zalanan Sövres Barış Antlaşm ası’na sokuldu.14 226. M adde’de, ‘T ü rk hüküm eti," “T ü rkiye ’de
herhangi bir m ahkem ede soruşturm a ya da yargılam a yapılm ış o l­
m asına bakm aksızın” Müttefik G üçle r’in bu yargı ve cezalandırm a
hakkını “tanıdı.” Bu m adde uyarınca, Türkiye “isim ya da rütbe, g ö ­
rev ya da oturduğu m akam olarak belirlenm iş olan ve eylem leri sa­
vaş yasaları ile adetlerini ihlal etm ekle suçlanan herkesi” teslim e t­
mekle yüküm lüydü.15 Barış Antlaşm ası nın 230. M addesi’ne göre,
Türkiye ayrıca 1 Ağustos 1914 tarihinde Türk İmparatorluğu'na ait olan
topraklarda savaş hali süresince gerçekleştirilen katliamlardan sorumlu
tutulanların da istenmesi durumunda, M ü ttetik güçlere teslim edilmesini
sağlamakla yükümlü kılınmıştı. Müttetik güçler, d u şekilde suçlanan kişi­
leri yargılayacak mahkemeyi kurma hakkını kendilerine saklarken, Türk
12 A.g.e., Muhalif kalan Amerikalı üyeler Robert Lansing ve James Scott “ve insanlık
yasaları" ibaresinin gereksiz yere eklendiğine inanıyordu." Aynı yerde, s 64. Ame­
rikalı üyeler, hazırladıkları Şerliler Memorandumu’nda insanlık yasaları ve ilkeleri
nm hukuksal yetki anlaşmaları ve devletler genel hukuku uygulamalarında bulun­
ması gereken “kesin standart” olmadığını savundular. Bu yasa ve ilkelerin bir hu­
kuk sisteminin tarktı dönmelerinde, farklı hukuk sistemlerinde ve larklı koşullarda
gerçeklen değişliklerini öne sürdüler. Başka oir deyişle, hiçbir değişmez ve evren­
sel insanlık standardı olmadığını ve bir adli organın bunu ele alırken sadece mev­
cut hukuka dayanacağını, "ahlak yasasının ihlalleri ile hsanlık yasa ve ilkelerine
aykırı eylemleri b r başka mahkemeye bırakacağım" açıkladılar. A.g.e., 73.
13 Bkz., FO 608/246, Üçüncü Oturum, 20 Şubat 1919. s. 20 (dosya 163)
14 The Treaty ol Feace Betvveen Alied Pcnvers and Turkey, American Journal of İnternatıoridl Lan. Ek. 1 (1921). 1920 Büyük Britanya 7.S. No 11.
15 Vtlillis,
Prologua. [n.7] s. 180-81.
441
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Hükümeti böyle bir mahkemeyi tanımayı üstleniyordu. 228. Madde’nın
hükümleri bu Madde ile ilgili davalarda uygulanacaktı.16
Bu nedenle, Sevres Antlaşması I. Dünya Savaşı sırasında, Osmanlt İm paratorluğunda Ermenilere karşı işlenmiş olan suçların
uluslararası bir yargı taralından karara bağlanmasının yasal temeli­
ni oluşturuyordu. Ne var ki, bu şartlar hiçbir zaman fiilen uygulan­
madı. Bu makalede daha sonra ortaya konulacağı gibi', Müttefik
G üçler’in içindeki politik gerginlikler ve Türkiye’nin milliyolçi tutku­
ları, en sonunda bu antlaşmanın yırtılıp atılmasına neden oldu.
İngilizlerin Hukuki Ar ayı şl arı
Uluslararası topluluk, devletler genel hukuku uyarınca Türk sa­
vaş suçlularını cezalandırma uğraşına girerken, İngilizler de aynı
şekilde kitlesel katliam sanıklarını adalet önüne çıkarmaya çalışıyor­
du. Ne var ki, onların çabalarının Sövres Antlaşm ası’nın gerektirdi­
ğinden daha başarılı olmadığı ortaya çıktı.
Yüksek Komiserlik ve Kraliyet Hukukçuları
Mütareke sonrasında Müttefiklerin karşı karşıya olduğu acil gö­
rev, düşman savaş suçlularına nasıl muamele edileceğiydi. Suçlar
iki büyük kategoriye ayrılıyordu, ilki, çoğu İngiliz olan "savaş esirle­
rine kötü muamele,” İkincisi en başta Ermenilere karşı "tehcir ve kat­
liamlarda ilgiliydi.171 -2 Kasım 1918 gecesi üst düzey yedi Jön Türk
liderin bir Alman destroyeriyle İstanbul’dan ani kaçışı, geri kalan üst
düzey yetkililer ve fırka liderlerine karşı eyleme geçilm esini
hızlandırm ıştı. Tuğam iral ve İstanbul'daki Yüksek Komiser
Yardımcısı Richard VVebb'in İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James
Balfour’a çekliği telgraftaki gibi: "Katliamlardaki payları nedeniyle...
16 A.g.e.. s 181.
17 FO 3 7 I/4 174/129560, s. 2 (Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı vekili Tilley'in
Kraliyet Hukuk Dairesi’rre 19 Temmuz 1919 tarihti Mesajı.
442
TÜR KLER İN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E A D A LE T ARAYIŞLARI
basında bu adamlara şiddetli saldırıda bulunmayan neredeyse kal­
madı’ 1' Hatıralarında bu yedi Türk’ün firarından söz edon perde ar­
kasındaki Ittihad'ın Kâtibi Umumi’si, firarilerin kaçışının başlıca ne­
deninin Ermeni ‘‘tehcirleri'Yıde suç ortaklıkları olduğunu belirtti.11
18 Ocak 1919da İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Türk
Dışişleri Bakam da, “Majesteleri’nin Hükümeti, Ermeni katliamlarının
sorumlularına hak ettikleri cezaları vermeye kararlıdır” demişti.20 On
gün sonra, Calthorpe, Londra’ya çektiği telgrafta, ‘[Türk} Hüküme­
ti’ne [o] katliamlar İngilterede öğrenilir öğrenilmez, İngiliz devlet
adamları uygar dünyaya, bu işte ilişkisi olan kişilerin şahsen sorum­
lu tutulacaklarına ve Majesteleri’nin Hüküm eti’nin [bu] vadini yerine
getirtmeye kararlı olduğuna söz verdiği belirtilmiştir.’* ' 20 Mart
1919’da, İngiliz Askeri istihbaratı Başkanı, ABD Dışişleri Bakanlığı'na ilettikleri, İngiliz Askeri Ataşesi Tuğgeneral W. H Deeds’in
General Alienby’ye 27 Şubat 1919 tarihli raporunda, Dceds’in “Majestelerı'nin Hükümeti’nin sadece katliamların cezalandırılmasını
değil, ama... savaş sırasında yaptıklarını, değil afletmek, hiç unut­
mamalarını sağlama arzusunda olduklarını” söylediği yazılıydı.22
Yüksek Komiser Yardımcısı Webb, 3 Nisan 1919 tarihinde Paris’te­
ki Barış Konferansı’na gönderdiği şifreli telgrafta şöyle diyordu:
Ermeni mezaliminden suçlu bulunan herkesi cezalandırmak, çok sayıda
Tûrk'iin infazını gerektireceğinden, ben cezanın daha çok, ulusal olarak,
son Türk İmparatoriuğu’nım parçalanması ve bireysel olarak da, benim
listemdekiler gibi, örnek cezalara çarptırılacak olan üst düzey görevlile­
rin mahkemeye çıkarılması biçiminde olmasını öneriyorum.23
18 FO 371/3411/210534 (dosya 334). Tarlnçl Bayur. Talat dışındaki kaçakları
“ frtrsızfaı" olarak adlandırır. Y. H. Bayur, Türk in kılâbı Tarihi. Cilt 3, Kısım 4, 780,
n.91.
19 M. Bleda, im para to rlu ğ u n Ç ö k ü ş ü (İstanbul, 1979), 124.
20 FO 371/4174/118377 (dasya 253).
21 Ag.e..
22 FO 371/1173/44216 (dosya 50).
23 FO 371/413/53351 (dosya 192-93). Dünya Barış Vakfı ndan Charles H. Livermore'un 1918 sonbaharında, “cezayı hak eden” on bir “ uygarlık suçu’Vıdan oluşan
443
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Ne var ki, cezalandırma uygun bir soruşturma, yasal kanıtlar, ce­
za yasaları ve gerekli yasaları uygulanabilir kılacak bir aygıt gerek­
tiriyordu. Yürütme ve yargı işlemlerini birbirinden ayırmak için çok
hassas davranan İngilizlör, politik mülahazalarını mümkün olduğu
kadar, hukuk işlemlerinden uzak tutmaya çalışıyordu. Askeri zafer
koşullarından bile, bu hukuki hassasiyet, İngilizleri soruşturmanın
tek temeli olarak kanıtlayıcı deliller aramaya itti. Bu amaçla, Dışişle­
ri Bakanı Lord Curzon, VVashington'daki Ingiliz Sefiri Auckland Geddes'ten ABD hükümetinden bu tür kanıtlayıcı deliller sağlamasını is ­
tedi. “Ermeni tehcir ve katliamlarına ilişkin çok sayıda belge'’nin
mevcudiyetini kabul edan Geddes, gene de bu belgelerin çoğunluk­
la “olaya karışan kişilerd en çok, “suçlar"la ilgili olduğunu belirtti.24
Birçok İngiliz hukukçu, işgaJ altındaki bölgelerdeki İngiliz Askeri
M ahkem elerinin Türk suçluları "Genel Savaş Hukuku”na göre
yargılayıp cezalandırmasında ısrarlıydı." Genel Savaş Hukukunun
savaş adel ve yasalarının ihlallerini kapsadığı öne sürülüyordu.”
Ayrıca, bu gibi mahkemeler “Türk Hüküm etinin yargı yetkisine rıza
göstermesi halinde" işgal bölgesi dışında da işlenen her türlü suçta
sanıkları yarg ılaya bilece ği."
bir lisle hazırladığı Amerika Birleşik Devletleri'nde benzer bir ajitasyon görülüyor­
du. Lisle, itlitd d in trium virlği. yani, Talât, Enver ve Cemal in bulunduğu önde ge­
len üç Jön T iiık lideri içine alıyordu. Wiliis, ü s tte k i not 31, s. 43. Benzer, ama da­
ha kalabalık bir üsle, 1917 de Fransa’da devletler genel hukuku uzmanı Tancrede
Martel taralından hazırlanmıştı. Maıiel, suçladığı kişilerin zalimce eylemlerinin tip
ve kapsamı yönünden Müttefik ülkelerin olağan hukuk ve ceza mahkemeleri ta ­
rafından adli suçlardan yargılanmayı hak ettiklerini öne sürüyordu. 29 Mart
1919Tda tamamlanan nihai raporunda. Sorumluluklar Komisyonu. Ek 1, Tablo 2 de
ceza soruşturmasına tabi suçlu Türklerin on üç kategorisini belirteni işti J. Read,
A tro city. not 28, s. 245. 266.
24 FO 608/244/8493 (dosya 423), 9 Mayıs 1919 (Yarbay J. H. Morgan'm Tutanakları).
25 FO 371/4174/129650, S. 2 -3 (Dosya 430-431) (tüm vurgular Ö2gûn metinden).
Dışişleri Bakanlığı soruşturması 10 Temmuz 1919'da Müsteşar yardımcısı J.A C .
Tilley tarafından gönderildi. Hukukçuların 7 Ağustos 1919 tarihli cevabı Gordon
Hewart ve Ernest M. Pollack taralından imzalandı.
26 Ag.e., (dosya 431).
444
TÜR KLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E AD ALET ARAYIŞLARI
Kesinlikle Ermeni katliamları gibi suçlardan söz eden Hukuk Da­
iresi, bu suçların “ Barış Antlaşm asının hükümleri uyarınca düzen­
lenmek üzere" ayrılmasının tercih edileceğini ve “bu suçlarda tutuk­
lanmaya hiçbir yasal itiraz bulunmadığını; bu tutuklamaların geçerli­
liği hiçbir adli yargı tarafından sorgulanamayacak bir Devlet tasarru­
fu olduğunu’ düşünüyordu.27 ingilizler, Türk hükümefinin kendi suçluiulannı mahkemeye çıkaramayacak durumda olduğunu hissetti­
ğinden, Kraliyet Hukuk Dairesi, “(Türk ceza soruşturmalarını) feshe­
den.... bir şart getirilmesinin'* ve “suçluların Müttefiklerin gözetimin­
deki suçlularla aynı usullere göre muamele görmesinin," “uygulana­
bilir ve arzu edilebilir olduğu* sonucuna varmıştı.**
Zanlıların Türk Gözetiminden Ingiliz
Gözetimi’ne Nakledilmesi
Ocak 1919'dan başlayarak, İstanbul’daki müttefik otoritelerin
yönlendirip genelde baskı altına almasıyla, Türk otoriteler çok
sayıda Türk’ü gözaltına alıp tutukladılar. Tutuklananlar dört gruba
ayrılıyordu: 1) İttihad’ın Merkezi Umumi üyeleri; 2) savaş zamanı ku­
rulan iki Kabine nin Nazırları; 3) taşrada görev yapmış olan pek çok
vali; 4) kendi emir ve komutaları altındaki mıntıkalarda toplu katliam­
ların tertip ettikleri belirlenen yüksek rütbeli subaylar. Önce Merkez
Kumandanlığı karargâhına götürülen zanlılar, buradan Türk Harbiye
Nezareti’ne bağlı askeri hapishaneye nakledildi. Ancak bu gözaltılar
ve davaların T ürkadliyesi tarafından görülme tarzı ciddi sorunlar ya­
rattı.” Ayrıca, aşağıda sıraladığımız siyasal gelişmelerle olaylar da ­
ha da karmaşık hale geldi: 1) Mayıs 1919’da Yunanlılann Sm yrnayı
(İzmir) işgal etmesi; 2) başında bulunduğu kazada Ermeni katliam­
larının baş faili olarak yargılanan, hüküm giyen ve idam edilen bir
m utasarrıfa 12 Nisan 1919da yapılan cenaze töreninin kitlesel bir
27 A g .e .
28 Ag.e.
29 Bkz. bu bölümün 31. notu.
445
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
gösteri niteliğine bürünmesi ve 3) 2 0 -23 Mayıs 1919’da İstanbul'un
çeşitli semtlerinde Müttefik işgal güçlerine karşı çıkan ve Türklerin
ulusal haklarını talep eden bir dizi miting yapılması. Bir Türk yazarın
yazdığı gibi, üst diizey mahkûmları kurtarmak için, "Bekirağa Bölü­
ğü ’ne Bastille hücumuna benzeyen bir saldırı düzenlenmesi’’ tehli­
kesi yakındı 30 21
M ayıs’la Osmanlı Sadrazam ı kam uoyunu
yatıştırmak için kırk bir mahkûmun salıverilmesini emretmişti.31 Çok
geçmeden Dâhiliye Nazırı. Emniyet M üdürü’ne şimdilik yeni tutukla­
malar yapılmamasını emredecekli.52 Bu olaylar ingilizleri tutukluların
Malta ve M udros’a nakledilmesi için önlemler almaya zorladı.”
Türk yetkililer suçluların uluslararası ya da müttefiklerin ortak
kuracağı bir mahkemede yargılanmak üzere teslim edilmesine di­
rendiler, Türk uyrukların bu şekilde teslim edilmesinin, Mütareke A n­
laşm asında İngiltere’nin de kabul etliği Osmanlı İmparatorluğu nun
30 S. Şimşir, M alta Sürgünleri. (İstanbul, 1976), 113. Bir başka Türk yazar, 150.000
göstericinin en Küçük bir işaretle hapishaneye Bastille tarzında hucum edeceğini
ama polisin buraya çıkan sokakları kapattığını öne sürmüştü. T. M. Göztepe, Osm a n o ğ u lla n n m S o n P a d iş a h ı S u lta n Vahdetidir) M ü ta re k e G a yya sın d a (İstanbul,
1969), 163.
31 A .g e. Bunların yirmi altısının biZ2at Divanıharp Mahkemesi tarafından 'hakla m d a dava açılmadığı’ gerekçesiyle salıverilmesi islendi. S o e c ta te u r d 'O rie n i
(İstanbul), 21 M ayıs 1919. Osmanlı otoritelerinin kırk bir Türk'ü askeri hapishane­
den tahliye etmeleri üzerine, Amiral Callhorpe Londra’yı şu şekilde bilgilendiıdi
(bunlann] özellikle katliamlarla Hgli... en iğrenç suçlan işlediklerine inanmak için
her türlü neden vardı” FO 371/65Û9.F8745 (Dosya 23-24).
3 2 US Admirally VYeekly Irıteüigence Repurl No. 15, A B D U lu s a l Arşivi, RG. 256,
867.002/10 (27 Mayıs 1919) ingilizter 25 Şubat 1919 konferansında şu kararı
almıştı
"Bu
suçluların
cezalandırılm asını
Türk
m akam larına
bırakmak
sakıncalıydı, çünkü bunlar Divanı Harp Mahkemeleri taralından gerektiği gibi
yargılanam azdı." FO 608/244/3700 (dosya 311 -2 ). Konferansa kaıılanlar
arasında Amirallik, Savaş Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı temsilcileri de vardı.
3 3 FO 371/4174 No 1302/1 O. (dosya 125) (22 Mayıs 1919) ve FO 371/1174/88761
(30 Mayıs 1919). Ingilizlerin askeri hapishaneden yem tahliyeler (“bazıları" ya da
Tümü” ) olacağına dair şüpheleri için, bkz., FO 371/4173/76582 (dosya 381) (Tu­
ğamiral W ebbin 19 Mayıs 1919 tarihli raporu).
446
TÛR KLERİN ASKER İ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E AD A LET ARAYIŞLARI
egemenlik haklarıyla çeliştiğini iddia ettiler. Türk Hariciye Nazırı’na
göre, Türk Hükümeti'nin teslim etme talebine razı olması,
Uluslararası hukuk açısından, her Devlet'in kendi uyruklarının kendi top­
raklarında işlediği suç ya da cürümleri kendi mahkemelerinde yargılama
hakkına sahip olduğu düşünülürse, Türk Hükümeti'nin egemenlik hakları
ile doğrudan çelişecektir. Ayrıca, Osmaniı imparatorluğu ile yaptığı mü­
tareke anlaşmasının sonucunda İngiltere Kralı Majesteleri, Osmaniı im­
paratorluğunu, de tacto ve de jure olarak {fiilen ve hukuken-çn.j egemen
bir devlet olarak tanımıştır, imparatorluk Hükümeti’nin kendi egemenliği
nin ayrılmaz parçası olan ilkeleri özgür bir biçimde uygulamak için tüm
haklara sahip olduğu kuşku götürmez.34
Bu argümana karşın, Paris Barış Konferansı’nın Sorumluluklar
ve Yaptırımlar Komisyonu, ulusal mahkemeler tarafından yapılacak
yargılamaların, uluslararası ya da bir müttefik ulusal mahkemesinin
hukuki işlemlerine engel oluşturmaması gerektiğini savundu. 2 Ni­
san 1919'da, Dışişleri Bakanı Baltour, Tûrklerin asi tutumlarında di­
renmeleri halinde, "en azından, Barış Konferansı nihai bir düzenle­
me yapıncaya kadar, [savaş suçu sanıkları] ile ilgili hiçbir hukuksal
işlem yapmamaları için baskı yapılması gerektiğini" belirtti 35
28 Mayıs 1919'da altmış yedi tutuklu İngilizler tarafından sürpriz
bir baskınla askeri hapishaneden çıkarıldı. Çoğu eski bakanlardan
oluşan (ufukluların on ikisi Mudros adasına, diğerleri Malta'ya sevk
edildi. Sonradan on iki bakanın da M alta’ya sevk edilmesiyle, Ağus­
tos 1920’de buradaki sürgünlerin sayısı 118 e yükseldi.35
34 FO 608/244/3749 (üosya 3 )5 ) (Tuğamiral v/eûb, Türk Nazır ın 16 Şubat tarihli
notasından alıntı yaparak Londra’ya çektiği 19 Şubat 1919 tarihli telgral.
Fransızsa orijinal metnin tamamı için FO 608/247/4222 (Dosya 177).
35 FO 371/4173/47590 (dosya 89).
36 Son gruplan on dördü savaş sırasında İngiliz esirlere -rolü muameleyle suç­
lar» yordu.
447
ERM ENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Ulusal Ve Uluslararası Siyasetin Etkileri
Türk zanlıların Malta’ya sürgün edilmesini izleyen aylarda, İstan­
bul'daki ve özellikle Türkiye’nin içindeki politik iklim, M üttefiklerin
aleyhine değişmeye başladı. İsyana Kemalizm97 bütün Türkiye’de
mevzi kazanırken, S ulta nin hükümeti yavaş yavaş zayıfladı. Ayrıca,
Müttefiklerin kendi arasında da çekişmeler başladı. Türkiye ile nihai
barış anlaşması bu hassas durumu daha da karmaşıklaştırdı. Fran­
sa ve İtalya, gizlice isyankâr Kemafistiere kur yapmaya başladı; İtalyantar yeni rejime önemli askeri yardım yaptı ve hem Fransızlar
hem de italyantar, ingilizlerin Sultan ve hükümetini restore edip,
güçlendirm e girişim lerini baltaladı.3* VVillis durumu şu şekilde
açıkladı;
Mütareke ve Mudros ile Sevr anlaşmasının imzalanması arasındaki iki
yıl boyunca, Türk milliyetçi hareketi başlıca güç hatine geliıken, İtilaf
koalisyonu fiilen eteği İdi. 1920'ye gelindiğinde, galiplerin çoğunun amacı
artık Türk savaş suçlularının cezalandırılması değildi... İtalyaniar kendi
işgai bölgelerinde toplantı yapan Jön Türk »derlerin tutuklanmasını iste­
yen İngiltere’ye direndi. Fransızlar ve İtalyaniar Küçük Asya’da taviz ko­
parma peşindeydi ve Türkiye ;'deki güçlü kesimleri, özellikle de yükselen
Milliyetçileri kendilerine düşman etmek istemiyorlardı."
Paris Barış Konferansı'na İngiliz delegesi olarak katılan tarihçi Arnoid Toynbee, Müttefiklerin gizli gündemlerini, “açgözlülük" boyut­
larında kötülükler olarak açıkladı. Bu kötülükler "muhtemelen, en çok,
37 Kemalizm’in başlıca ilkeleri, hareket doğuş halindeki savaş-sonrası Türk milliyet­
çiliği berraklaşırken hazırlanmış olan iki oelgede özetlenmiştir: Kemalist Sivas
Kongresi B ildirisine {9 Eylül 1919) ve sonra da Misak ı Millı’de (28 Ocak 1920).
Stor.. E. G. Mears, ’ Select Documents,” M o d e rn Turkey. A P o M tc o -E c o n o m c Inle rp re ta tb n , 1908-1923 Inclusive, (E. 6 . Mears. ed.) s. 627-31 (New York, 1924)
içinde.
38 d kz., D. Lloyd Geoıge, M e m o irs O f T he P e ace C o nfe ren ce, Cilt 2, s. 871, 876
(l.ondra, 1939).
39 VVillis, P rologue, [n. 7), 158.
448
TÜR KLERİN ASKER ! YENİLGİSİNİN ER TES tN O E A D A LET ARAYIŞLARI
işlerini yetenekli, cıva gibi bir rakibin tehdidi altında gören hırsızlar
arasında rastladığımız o tehlikeli gurura neden oldu. Bazı hırsızlar,
ne olursa olsun, geçici çete arkadaşlarının cebinden bir şeyler arak­
lama alışkanlığından hiç vazgeçmediler."40 Bu gelişmeler karşısında.
İngiltere’nin Müttefiklerin 24 Mayıs 1915 tarihti deklarasyonuna uy­
gun olarak adalet dağıtma kararlılığı yavaş yavaş yok oldu.
Eylül 1919 sonlarına doğru, padişaha bağlı Damat Ferid Kabines i’nin sonu yaklaşmıştı. Bununla birlikte, Ingiliz Amiral de Robeck,
Curzon’a neredeyse kehanette bulunur gibi, yasal bir süreç baş­
latılmadığı takdirde,
"...mevcut Türk hükümetinin... [Kemalist] Ulusal Hareketi örgütleyenle­
re karşı hoşgörü göstermeye eli kolu o kadar bağlıdır ki, Hıristiyanlara
karşı suç işlemekten sanık bir Türk'ün, İstanbul’da bile alenen yaşaması
halinde tutuklanmasını istemenin boşuna olacağını hissediyorum....
Sürgüne (Maita’ya) daha çok mahkûm sevk etmenin siyasi bakımdan
tavsiye edilebilir olduğunu düşünmüyorum " demişti.41
Bununla birlikte, İngiliz Amiral sanki bir kâhin gibi, hukuksal bir sü­
reç başlatılmadığı takdirde, "tehcir ve katliamların cezalandırılması
sorununun, bu işe bulaşan ülkelerin her birine hayatı zindan edecek
bir unsur olacağı rahatlıkla tahmin edilebileceğini" ortaya koydu.42
Geçerli ve Hukuki Kanıtlar Sorunu
Ceza adaletini sağlamayı amaçlayan işlemlerin başlatılmasının
önündeki tek engel sadece politik kaygılar değildi. 1920 ortasında,
İstanbul İngiliz Yüksek Komiserliği’nin siyasi-adli memuru, la m b ,
ayrıntılı bir Memorandum’da kanıtlar yönünden Ermeni soykırımının
sorumlularının etkili bir biçimde soruştum İmasının önündeki zorluk­
ları sıraladı. Bu koşullar: (1) Merkezi Hükümet ya da taşra otoriteleri
40 A. Toynboc. The \Vcstern Oueshon in Grccco and Turkey, (Boston, 1922), 46
41 FO 37 V 4 1 74/156721 (dosyalar 63-64).
42 FO 37 ’ /4 1 741136069 (dosya 470).
449
ERMENİ SOYKiniM I TARİHİ
tarafından düzenlenmiş olan ilgili emir ve talimatları elde etmeni im­
kânsızlığı; (2) Müttefik Hükümetlerin katliam zanlılarının soruşturul­
masına katılmakta gönülsüz davranmaları; (3) “Yüksek Komiserliğin
konuyla ilgili sorularına'verilen cevapların da gösterdiği gibi, bizim
Ortadoğu'daki yetkililerimizin belirgin duyarsızlığı’ ; {4) Taşradaki ye­
tişkin erkek Ermeni nüfusun ve hemen hemen tüm entelektüellerin
büyük çoğunluğuna yönelik katliamlar, (5) Kamu güvenliğinin ve
Müttefiklerin ortaya çıkıp, kanıt sağlayacak olan failleri ceza­
landırma niyetiyle ilgili olarak güven eksikliği ve (6) Malta tu tu c u ­
larının sonunda serbest bırakılacaklarına dair belirliler.43 Bu engelle­
rin etkilerinden telaşa kapılan, Lamb üstlerini uyarıyordu:
Müttefikler arasında canı gönülden işbirliği ve eyleme geçme isteği ol­
madıkça, mahkomolordon hiçbir şey çıkmayacak ve yaklaşık bir milyon
Hıristiyan’ın doğrudan ve dolay!! olarak katledilmesi, faillerinin yanına
kâr Kalacaktır. Böyle bir şey yerine, keşke Müttefikler hiçbir zaman bu
konuda bir deklarasyon yayınlama vo deklarasyonlara tutuklamalar ve
sürgünlerle hayata geçirme zahmetine hiç kalkışma salardı I44
Londra'ya gönderilen 16 Mart 1921 tarihli bir raporda, o zaman
Türkiye’deki en üst düzey görevli olan İngiliz Yüksek Komiser Rumbold, Lam bln memosunda ortaya koyduğu bazı konuları doğru­
la m ıştı45
Lamb, Memorandumunda, Ingiliz Yüksek Kom iseriiği’nin, YunanErmeni dairesi aracılığıyla, tümünün katliamlara doğrudan ve dolaylı
katıldıklarından şüphelenilen Malta'da tutuklu ouluııan 118 kişi ile
yaklaşık olarak ayrı 1000 kişi hakkında çok sayıda bilgiye ulaşmış ol­
duğunu belirtiyordu. Kaygılarına karşın, Lamb vardığı sonucu “şimdi
43 FO 371/6500', W. 2178, Ek A (dosya 385-518, 386-119), <11 Ağustos 1920).
44 A.g.a., kanıtlarla ilgili zorlukları tartışırken, Lamb ayrıca şunları söylemiştir "Su bil­
gilerin hiçbiri kendi içinde kesin bir huku<sal değer taşımadığı halde, hiçbir soruş­
turma buııılarsız yürütülemez." A.g e.
45 FO 371 /6500/E3557 (dosyalar 63-64).
450
TÜRKLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TESİN D E AD ALET ARAYIŞLARI
söylendiği gibi, sadece birkaç ‘dava dosyası’nın, işbilrr avukatlar ta­
rafından ‘kapatılacağını rahatlıkla söyleyebiliriz” diye açıklamıştı.4*
Belki de kanıtlarla ilgili en zor sorun, İngilizlerin Türk hükümeti­
nin elindeki suç kanıtlarını toplayamayışıydt. Dışişleri Bakanlığı. Do­
ğu Dairesi Müsteşarı W. S. Edmonds’un 3 Ağustos 1921'de yazdığı
gibi, “muhtemelen, Konstantinopl’deki [Türk] Divanı Harbi Ö rfi’nin
arşivlerinde bazı kanıtlar var, [ama] biz daha araştırmaya başlama­
dan önce, gerçekte önemli belgeler kaçırıldığına hiç şüphe yok.”47
10 Ağustos 1921 de. İngiliz Dışişleri Bakanı, İstanbul’daki Yüksek
Komiserliğe bu anlayışa katıldığını ifade ederken, “Fransız Hükümeti’niıı Türkiye konusundaki genel tutumunu" göz önüne alarak, savaş
suçlularının adalet karşısına çıkarılmasında Fransızlardan yardım
talep etmenin “faydasız” olacağını eklemişti.48 Aynı şekilde, İngiliz
yargıç Lindsey Smith, “Türk Hükümeti tarafından önemli miktarda
suç kanıtının toplandığına, ama bunları elde etmenin mümkün ol­
madığına” inandığını söylemişti. “Bu nedenle, tek alternatif, bu Kişi­
leri sadece rehine olarak tutmak ve İngiliz tutsaklarla değiştirmek
am acıyla serbest bırakm ıştır." Dolayısıyla, Malta tutuklularını
yargılama planlarını bir yana bırakmayı tavsiye ediyordu. Söylediği
gibi, “sonuçsuz bir mahkeme, faydadan çok zarar getirirdi."48
Sonuçta Takibatın Askıya Alınması
Sonunda, Müttefiklerin 24 Mayıs 1915 tarihli deklarasyonunun
bütün olay içinde bir brutum fulmen {kuru gürültü, boş tehdit) olduğu
ortaya çıktı; ceza adaletinin acilen sağlanmasının yerini, politik uz­
laşmanın çıkarları aldı. Müttefiklerince terk edilen ve bu arada ulu­
sal, polilik ve askeri üstünlük kazanmış olan Kemalistlerin rehin tut­
tuğu İngiliz esirlerin serbest bıraktırılması için, ülke içinde baskılarla
46 A.g.e, (dosya 385-118).
47 FO 371/6503/E8745 (dosyalar 23 24).
48 A.g.e., (dosya 29).
49 FO 371/6509/E 10023 (dos/alar 100-01) (24 Ağustos 1921 iarihll görüş).
451
ERMEMISOYKIRIM I İARIH1
karşılaşan Ingilizler, Kemalist temsilcilerle tüm Malta sürgünlerinin
serbest bırakılması müzakerelerine oturdular. Ne var ki, Mustafa Ke­
mal eski hükümetin 16 Mart 1921 tarihli Esir Değişimi Anlaşması'nı60
onaylamayı reddetm işti' çünkü bu anlaşma Savaş sırasında İngiliz
esirlere kötü muamele etmekle suçlanan sekİ2 kişiyle birlikte, Erme­
ni katliamlarında parmağı olan bazı İttihadçrlan da kapsam dışı
bırakmıştı. Buna karşılık, yeni Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek) bir "iki tarafın tüm esirleri karşılıklı serbest bırakacağı" bir deği­
şim için bastırıyordu.51 O sırada, esir değişimi dışında bırakılıp, bir
Uluslararası Mahkeme’de yargılanmak üzere seçilmiş olan on altı İttihadçı, ilk, kısmi esir değiş tokuşunun arkasından, 6 Eylül 1 9 2 f’de
M alta’dan toplu olarak firar etmişti.52 Bu grup, iki ordu kumandanı,
dört vali, bir sancak komiseri, bir mebus ve savaş zamanında Teh­
cirler Müdürü Şükrü Kaya’dan oluşuyordu. "Grubun en ünlü üyeleri”
(biri eski Van Valisi Tahir Cevdet’ti) oldukları söylenen ve m ahkeme­
ye çıkarılmaları beklenen diğer iki sürgün daha önce firar etmişti.93
Kabine'ye bildirdikleri nihai görüşünde, Kraliyet Hukuk Dairesi, yu­
karıda belirtilen nedenler ışığında, Türklerin yargılanıp, suçlu bulu­
namayacaklarını ve tek çarenin Sevres Antlaşm asını yürütmek o l­
duğunu öne sürdü.5*
23 Ekim 1921 ’de İ k i tarafın lüm esirleri karşılıklı serbest bıraka­
cağı" değişim anlaşm asının im zalanm asıyla, kalan etli üç Türk de
1 Kasım 1921’de serbest bırakıldı. Bunu hem en İngilizlerin utanç
ve suçluluk duyguları izledi. Serbest bıraktıkları bazı Türklerin “ünlü
50 FO 371/6500/E3375 (dosya 284/15).
51 FO 371/6503 (dosya 47) (4 Ağustos 1921, müzakerelerin özeti, 8 . Şimşiı, Maile
Sürgünler!, (n. 30) 447.
52 FO 37 1.'6503/6 10319 (dosyalar 122-23).
53 FO 371/509f/El608Ö (dosya 3S). Bu li ran açıklayan Ingıfe Di şişten Bakanlığı, ilk
ikisinin “parolayı öğrenmiş olduğunu’ belirtmiş, sonradan on altı kişinin daha firar
etmesi üzerine, Bakanl k yüksek sesle •‘Türklerin onur duygusuna çok az güveni­
lebileceğini'' açıklayarak şaşkınlığını ifade etti (FO 3071/6059/E 10S62 (dosya
159).
54 WilSs, Protogue [n. 7' 162.
452
TÛR KLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER T£ S (N O E A D A L E f ARAYIŞLARI
Ermeni katliamcıları”55 olduklarını söyleyen, müzakerelere ve karar
alma süreçlerine katılmış olan İngiliz yetkililer, tepkilerini gerekli bel­
gelere yansıttılar. Dışişleri Bakanı Curzon, Tûrklerin Ingilizlerin g ö ­
zetimi altından serbest bırakılması için bastırmakla, “büyük bir hata"
yaptığını söyleyerek günah çıkarmış; bu eylemim “her zaman hala
olduğunu hissedeceğim bîr baskıdan" kaynaklandı demişti. Şunları
söylemişti:
Bu insanlar hakkında ne kadar az konuşursak, o kadar iyi... İki ayağım
bir pabuca girmişken, Malta'daki Türk sürgünleri neden serbest
bıraktığımızı açıklamak zorundaydım. Sanırım bir hayli gürültü kopmuş­
tu... . [Parlamenterler] arasında, tek İngSiz esirin bir gemi dolusu Türk’e
bedei olduğu inancının kökleşmiş olduğundan, esir değişimine mazerei
buiundu.66
Kabine’yı “daha hatif suçlu Türklerce karşı yumuşak bir tutum al­
maya ikna eden zamanın Savaş Bakanı VVınston Churchili’in ma­
nevraları büyük bir baskı kaynağıydı.57 Türk sürgünlerden birinin,
serbest bırakıldıktan sonra, Ankara hükümetinin “kurnazca bir hile”
ile “ Maltalı altı amele ile bunların Yunanlı eşleri ve çocuklarını” da
esir değişiminde bırakılacak “Ingiliz esirler” arasına katarak İngili2İeri aldattığını keyifte anlatması da aynı ölçüde önemli.58
55 FO 371/7882/64425 (D. Osborne'un yorumu, 23 Mayıs 1922).
56 FO 371/78824=4425 (dosya 182). Ayrıca, bu tutum, oğlu Yüzbaşı Campbell’in
Tûrklerin elinden kurtarılması için baskı yapan General Campbell'in Ltoyd George'a yazdığı mektuptaki yotumunda da açıktı. Babası Yüzbaşı Campbell’in
yazmış olduğu "Ben bu seti Tûrklerin herhangi birinden daha değerliyim" cümle­
sini Uoyd Georgea tekrarlamıştı. FO 371/6S09/E8S62 (dosya 16). 1920 İlkba­
harında, Yüzbaşı Campbell Anadolu’da İstihbarat Subayı olarak görevliydi. Mart­
ta Kemafetler tarafından esir alındığından, Görevden alma mektubu eline geçme­
mişti.
57 VVillis. Prolague [n. 7| 160.
58 A. Yalman, Turkeyın My Time (Normarı, OK, 1956), 106.
453
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Müttefiklerin Adalet Dağıtma Çabasının
Başarısızlığına Dair Bir Yorum
Katı bir hukuksal bakış açısıyla, İngilizlerin Malta sürgünlerini bir
ulusal ya da uluslararası mahkeme önüne çıkarmaktaki başarısızlığı,
soruşturma ve kaza yetkilerinin olmayışından kaynaklanan kanıtlarla
ilgili sorunlara bağlıydı. Ne var ki, bu sınırlamaları kendi kendilerine
dayatmışlardı. Birincisi, Müttefikler II. Dünya Savaşı nın sonunda Al­
manya ve Japonya’ya yaptıktan gibi, en başından başlayarak, Türki­
ye ’nin tam bir işgal ve kontrolü aracılığıyla, muharip statülerini güçlü
bir biçimde dayatmış değillerdi. İkincisi, Türk Divanı Harbi Örfilerinin
soruşturmalarına herhangi bir müdahaleden özenle kaçınmışlardı.
Yukarıda atıf yapmaya değer bulduğumuz Türkler ve İngilizlerle
ilgili İngilizlerin açıklamaları, adaletin ulusal ve uluslararası siyasete
kurban edildiğini somut bir biçimde ortaya koyuyor. 24 Mayıs 1915
tarihli Müttefik deklarasyonu, önemli ölçüde, on dokuzuncu yüzyılın
ezilen milliyetler ve azınlıklar lehine insani müdahale doktrinini ilan
etme geleneğini andıran politik güdülü bir eylemdi. Savaş boyunca
defalarca atıfta bulunulan bu deklarasyon,5* Birinci Dünya Savaşı
sırasında Türk yetkililerin kendi Ermeni yurttaşlarına karşı muamele­
sinden kaynaklanan ‘'insanlığın yasalarına karşı ‘suçların" gelecekle
59 Türklerle Miıtareke'nin başlamasına üç aydan az bir zamar. kala, Fransa Başba­
kanı Clemenceau, açıkça Fransa ve Büyük Britanya'nın Ermeniler için adaleti
sağlayacağını ilan etmişti: "solon los rOgles supeneures de 1'Humanıte e l de la
justıce." K. Zıetnke, Die Neve Turkei 1914-1929, 273 (1930); (Clemanceau'dan
Ermeni Ulusal Hcyeli’ne Mektup, Paris, 14 Temmuz 1918). Bkz., ayrıca The Ame­
rican Conrtmiltee Opposedto the Lausanne Treaty. The Lausanne Trealy. Turkey
And Armenia, (Nevv York, 1926), 195 (1926). Müttefiklerin 24 Mayıs deklarasyo­
nunu tekrarlayan, bu sağlam taahhüdün da öncekiler gibi boş olduğu ortaya çıktı.
Ermenistan ve Ermeni İddialarından vazgeçilmesi, önceki mağlup Türk ulusunun
askeri meydan okuyuşunun paradoksal bir biçimde, galiplerin teslimiyet' değilse
de, ııza göstermesinde belirleyici bir faktör olarak ortaya çıktığı uysal siyasetin
klasik örneğidir. Uoyd George, içinde no Türk savaş suçlarının ne Ermenistan’ın
adı geçen Lausanne Barış Antlaşması’nı “gurursuz, korkakça ve rezilce” diye suç­
lar. Bkz., D. Uoyd George, Memoirs, |n 38], 872.
454
TÜR KLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E A D A LE T ARAYIŞLARI
nasıl soruşturulacağım betimleyen (ilk kez 1919 On Beşler Komis­
yonu tarafından kabul edilen) “insanlık ve uygarlığa karşı işlenen
suçlar' ilkesinin habercisiydi.*0 Sonradan, bu Nürnberg Şartı (Mad­
de 6c) ve B. M. Soykırım Sözleşmesi’ne (giriş) dâhil edildi. Bununla
birlikte, 1915 deklarasyonun Ermeni soykırımı örneğinde geçiciliği
ortaya çıktı. Bu anlamda, deklarasyon genel ilkeler ilan eden ama
zorlayıcı bir uygulama gücünden yoksun devletler genel hukukunun
birçok kuralının kaderini paylaştı. Ne var ki, mağluplara fiilen
kayıtsız şartsız teslim olmayı dayatan galipler olarak, Müttefikler 24
Mayıs deklarasyonuyla, örgütlü kitle katliamını ilgilendiren durum lar­
da, zorla müdahale çağrısı gerektiren bir uluslararası yargı yetkisini
sağlama doğrultusunda yeni bir milat yaratma fırsatını kaçırdılar.®1
Osmanlı hükümeti temsilcilerince imzalanan Sevres Antlaşması,
böyle bir uluslararası yargı yetkisinin ilk adımlarını içeriyordu. Ne var
ki, yukarıda belirtildiği gibi, galipler politik ve ekonomik kazançlarını
kendi taahhüt ve ilkelerini hayata geçirmeye tercih ettiklerinden, ant­
laşma yırtılıp atıldı.
Kemalizm’in doğuşunun izleri, Türkiye'ye tam bir Müttefik işgalin­
den kaçmasına, bazı Kolordular, bunlara bağlı tümenler ve kurmay­
larını bulundurmasına ve yeniden tertiplendirmesine imkân lanıyan
1918 M ütarekesi’nin®2 bazı m addelerinin doğrudan sonucuydu. Bir
60 E. Schvrah, “Crimes Against Humanüy,” T7ıe Bntısh YearOook of In te rn a tio n a l Law
23 (1946) 181-82, Bassiouni, Crimes Againslrt. 6] J70 n.78, 173.
61 Bkz . L. Brierly, Tha RUe of l.aw in the International Socieîy. Nordisk Tıdskhft for
International Het, Açta Scandinavrca Juns Bentiuın 7 (1936).
62 Bkz., Mears, “Solce!’ [n. 37] 624-26; flrıfısh General Staft fi/es, W. 0. ICO. Execution ot İtte Armistıce rvith Ttırkey, Ek I (30 Ekim-30 Kasım ıs ıs ı. 8azı kilit mad­
de No'ları: 5, 16 ve 20ydl. Bir İngiliz diplomat, bir başka çizgide açıklama getirdi:
“.
Dışişleri 8akanlıgı. azınlıkların korutması için ayrılmış olan tüm masraflarda
Kesintiye gitme emrini yenilemesini ve Savaş Bakanlığı’nın Anadolu Domiryolu’nu
terk etmeye hazırlanmasını, Sayın Lloyd George'un.. . 'Anadolu, Ermenistan ve
Hıristiyan cemaatler korunacaktır'şeklindeki cesur sözleriyle z u bağdaştırıyoruz.'’
Sıt R. Graves, Storm Ccnters Ot The Near East. Personal Memors 1879-1929
(Constantinople. 1933) 328.
455
ERMENİ SOYKIRIMI İARİHİ
kere, Müttefikler olduğu gibi bıraktıkları Osmanlı devlet sistemine de
facto (fiili) ve de jure (meşru, hukuki) egemenlik hakları vermişlerdi.
Böylece, Müttefikler Müttefiklerin 1915 Notasında yer alan taahhüt­
leri gerçekleştirmek için ğereken yetkiden feragat etmişlerdi.
Müttefiklerin hukuki girişimlerinin başarısızlığı, devletler genel hu­
kukunun özünde egemen hükümellerin çeşitli faillerince işlenen suç­
larda caydırıcı olamayacak kadar zayıf kaldığını gösteriyor. Bağımsız
egemenliğe saygı duyan bir sistemde varolan politik ve pratik
sınırlılıklar, neredeyse her zaman insani müdahale çağrısından daha
dirençli olduğunu gösterecektir.
18
Türk Adalet Mekanizmasına Başvurulması
rmem soykırımı sorumlularının Türk yasalarına göre kovuşturul­
ması çabaları, iç ve uluslararası siyasal kaygılar nedeniyle de
sürüncemede kaldı. Türk mahkemeleri Ermeni halkına karşı işlenen
suçları belgelemekte başarısını, savaş suçlularının ceza­
landırılmasında gösteremedi. Ülke içinde Mustafa Kemal’in önderli­
ğinde güçlü bir milliyetçi hareketin gelişmesi, Türk askerleri ve hükü­
met görevlilerinin kovuşturulması için sürdürülen hukuksal çabalara
ters düştü. Birlik ve ulusal gurur gibi milliyetçi arzular, Türk liderleri
Ermeni soykırımıyla suçlama ve bu yöndeki sorumluluğu pay­
laştırma eğilimine ters düşüyordu. Uluslararası alanda, siyasal
kaygılar Müttefiklerin Türkleri savaş suçlularını ortaya çıkarıp, etkin
biçimde kovuşturmaya zorlama isteklerinin önüne geçli. Kemalist
hükümeti kazanma çabasındaki Fransa ve İtalya, İngiltere’nin ve da­
ha küçük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri'nin Türk Mahkemelerini
kullanarak Ermenilere karşı işlenen suçlar için ceza adaletini sağla­
ma girişimlerine sekte vurdu. Kendi müttefiklerinin desteğinden yok­
sun kalan ve Türklerin muhalefeti ile yüz yüze gelen İngiltere de so­
nunda adalet arayışını siyasi çıkarlarına feda etti.
İstanbul kovuşturmaları ile Alman savaş suçlularının kovuşturulduğu Leipzig mahkemeleri arasında paralellik kurulabilir. Leipzig’de iç ve uluslararası güçler savaş suçu sanıklarını kovuşturma
E
457
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
girişimlerinin engellenmesinde birleşmişlerdi. Türkiye'de olduğu gibi
Alm anya’da da milliyetçi duygular özellikle dış baskı altında ülkenin
kendi yurttaşlarını kovuşturmasını engelledi. Gerek Türk gerekse
Leipzig mahkemeleri sıracında Müttefikler, siyasal kaygıların düş­
manın görevlilerinin kovuşturması çabalanna ağır basmasına izin
verdiler. Leipzig duruşmalarıyla aradaki paralellik, Türkiye içindeki
çabaların başarısızlığının istisna sayılmaması gerektiğini gösterir.
Tersine, bunlardan almamız gereken ortak ders, soykırımın ve in­
sanlığa karşı işlenen diğer suçların iç hukuksal süreçlerle etkin bir
biçimde cezalandırılmasının zorluğudur.
Ermeni soykırımına karışan Türk liderlerin bir dizi iddianame, ka­
rar ve hükümle sonuçlanan Türk Divanı Harplerindeki yargılamaları,
sonuç olarak etkisiz kalmış olmakla birlikte, her ne kadar kabul edil­
mese de olağanüstü bir önem taşıyordu. Tarihte ilk kez “uluslararası
hukukta suç”’ sayılan kasıtlı kitlesel cinayet nedeniyle, ulusal ceza
kanunlarına uygun hüküm tesis edilmek suretiyle, ulusal yasalar
uluslararası yasanın kurallarının yerine geçirilmiştir. Dolayısıyla, bu
duruşmalar soykırımın ulusal yasalarda da suç sayılması için geliş­
tirilen çabalara bir bakış açısı sunmuştur. 1949’da, Birleşmiş Millet­
ler bünyesinde görev yapan Özel Amerikan Barolar Birliği Barış ve
Hukuk Komitesi, Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’ni. “tüm ül­
kelerde hâlâ genel hukuk suçları olarak adlandırılan ülke içi suçlar­
la ilgili yasa” olarak tanımladı.2 Lemkin de aynı şekilde “soykırım
müşterek bir suçtur ve v a ro la n mevzuatın çoğunluğu tarafından cezalandırılabilen eylemlerden oluşmaktadır” demişti.3
1988'de Amerikan Kongresi, soykırım ve soykırıma teşebbüs
suçlarım ABD ceza yasasına ekledi. Ne var ki, bu yasama çabaları
ancak yürürlüğe konulmaları ölçüsünde etkili olabilir. Yukarda belir­
tildiği gibi, uluslararası ve iç siyasal yapılar, bu yasaların yürürlüğüne
1
Lemkin, 'Genocide as a Crinrıe Uıııler International Law." American Journa: of In­
2
Finult, "The Genocide Conventton." American Jovrna! o l International Lavr 43
ternational LawOt (1947): 150
(1949). 735.
3
Lemkın, 'Genocide" |n .ı), 150.
458
TÜR KLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TESİN D E AD ALET ARAYIŞLARI
ters düşerler. Ancak I. Dünya Savaşı sonrasının Türkiye'sinde, yü­
rürlük çabalarını başlatıp nihai başarıya ulaştırmaya yetecek ivmeyi
sağlayabilecek karşı baskılar da vardı. Osmanlı yetkilileri Türk sa­
vaş suçlularının yargılanmasını kabul ederek Barış Konferansı'nda
fazla sert olmayan bir muamele göreceklerini umuyorlardı. Bu olgu,
hem çağdaş Türk tarihçileri hem de konuyla ilgili İngiliz görevliler5 ta­
rafından doğrulandı Bu Osmanlı otoriteleri. Türk ulusunun bir siya­
sal fırkanın ve onun hükümetteki ajanlarının cinayetlerden sorumlu
tutulamayacağı düşüncesindeydiler.® Türk Askeri M ahkem esi’nin
verdiği ilk ölüm cezasını yorumlayan İngiltere Yüksek Komiseri Ami­
ral Calthorpe, Sadrazam ve yardımcıları dâhi) Türklerin “idamları,
suçlulara hak ettikleri cezanın verilmesinden çok İtilâf Devletleri'ne
verilmiş bir taviz olarak” gördüklerini iddia etti.7
4
S. Akşın, İstanbul Hükümetleri ve Mitli Mücadele, t. Cilt {İstanbul, 1983), 140-41;
i. Hanışmend. İzaNı Osman!: Tarihi Kronolojisi 4. Cilt, 2. baskı (İstanbul, 1S61),
5
457.
FO 371/4173M4216, dosya 51 (W.H Deedes’in 20 Mart 1919 tarihli raporu). Dos­
ya 50 de Deedes, Ingiltere'nin Türkiye’nin içişlerine müdahale ölmeme şeklindeki
resmi duruşunu üzerine basarak belirtir. Yerel bir gazeteye verdiği röportajda, bu
tuluma karşı çıkan ABD Yüksek Komiseri, Türklerin daha hatif barış koşulları bek­
lentisiyle değil, adalet adına İttihadçıfarın suçlarım yargılaması gorcklığini öne
sürdii. Sonra da Ermenilerin intikam eylemlerinin bu eylemlerden öncesine denk
gelen Ermenilerin toplu imhasını açıklama bahanesi yapamamasını tavsiye eder
ken, iki olayın birbirine eş tutulması ya da karıştırılmaması gerekliğini, çünkü Er­
meni misillemelerinin tarklı ve ayrı bir kalagoıi olduğunu ekledi.
6
‘ABD’nin İstanbul’daki Yüksek Komiseri î_ewis Heck, sürekli tekrarlanan sadece Ittihadçı otoritelerin sorumlu olduğu iddiasını çürütmek amacıyla, Wastııngtona iki
ayr şifreli telgraf göndermişti. 20 Ocak 1919’da, Ermenilere karşı kitlesel Cinayet­
lerin "o sırada ülkenin Türk ahalisinin ezci çoğunluğu tarafından yürekten onay­
lanmış olduğunu” açıklamıştı. ABD Ulusal Arşivi,(bundan böyle R.G. olarak atıf
yapılacak) R.G. 258 867.00/59. rapor, s. 3. On bir gün önce, sadece üst düzey ittlhadçı liderlerin değil, ama “ülke içindeki Türk görevlilerin büyük çoğunluğunun
Ermenilerin katledilmesine ya aktil olarak katıldığı ya da en a2 ından göz yumduğu"nu düşündüğünü iletmişti. 9 Ocak 1919 tarihli rapor, s
867.4016/12.
7
FO 608/246. dosyalar 654, 656, şifre No. 799 A (19 Nisan 1919).
45Ö
1. R.G. 256
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Ek
olarak.
Erm eni
soykırım ının
baş
m im arlarının
1918
Kasımında büyük bir gizlilik içinde kaçışları savaşın ve yenilginin ge­
tirdiği güçlükler yüzünden h â lâ acı çeken Türk kamuoyunun pek çok
kesiminde heyecan yarattı. Savaş öncesi ve sırasında kovuşturma­
ya uğrayıp, baskı gören İttihad muhalifi hizipler hızlı duruşma tale­
binde bulundular. Pek çok gazetecinin de içlerinde olduğu bir kesim
yalnız Ermenilere karşı işlenen suçlara lanet okudu. Örneğin, Mus­
tafa Kemal (Atatürk) ile ilk savaş sonrası kabinenin Dâhiliye Nazırı
ve savaştan sonra kurulan ilk Kabine’de İçişleri Bakanı ve ar­
kasından 1924-25 tarihleri arasında Türkiye Cumhuriyeti'nin Başve­
kili Fethi O kyar’ın ortak -yayınladığı M inber gazetesi, “büyük vehâm et gö sterer Ermeni m illetini... kırmak, imha etm ek sevdasını d ü ­
pedüz çılgınlık’ olarak niteledi.* Demek ki, Ermeni soykırımı failleri­
nin ülke içinde yargılanması, Türkiye içinde siyasal, halk ve medya
desteğinden yoksun değildi. Dolayısıyla bu yargılamaların ba­
şarısızlığı iki kat öğreticidir.
Hazırlık Soruşturmaları ve Araştırmalar
Meclis-i Mebusan’tn Beşinci Şube Tahkikat Komisyonu
Osmanlı Kanunu Esasi'nin 31. Maddesi, bir ya da daha fazla me­
busun bir nazıra karşı görevi kötüye kullanma iddiasıyla şikâyette
bulunma işlemlerini ayrıntılı olarak belirtiyordu. Bu iddialar sonuçta
bileşimi, yargı yetkisi ve görevi 92-95. Maddelerde belirtilen Divanı
Ali'de (Yüksek Mahkeme) yargılamaya yol açıyordu. Eğer bir Mecli­
si Mebusan Komisyonu bu iddiaların soruşturulmasına karar verirse,
Kanunu Esasi Meclis üye tam sayısının üçte iki oyunu ve mahkeme­
de yargılama yapılabilmesi içi de Hükümdar ın iradesini gerekli gö­
rüyordu.
8
"Ermeni Terblyei Milliyesi." Minber, 9 Kasım 1918. Ayrıcam bkz. A A. Törkei
167/14, s. VI. (İstanbul’daki Alman Sefaretinin Türk basm özeti bu yazıyı Le Sö­
rfte n (İstanbul'da Fransızca yayımlanan günlük) gazete atmıştır. (12 Kasım
1918).
460
TÜ R K LE ŞİN ASKERİ YCNİLGİSİNİN ER TES İN D E A D A LE T ARAYIŞLARI
Ü
s1
d ü z e / yedi İttihadçı liderin, “büyük bir kargaşa"9 yaratarak İs­
tanbul’dan kaçtığı gün (1 -2 Kasım 1918) bir Müslüman Mebus, sa­
vaş zamanının iki kabinesinde (Said Halim ve Talat Kabineleri) gö­
rev yapan vekillerin Divanı A lid e yargılanmaları için verdiği önerge­
ye bu Vekillere yönelik on ayrı suçlamayı da ekledi. Bunlar
saldırganlık, askeri yetersizlik, siyasal hak ihlalleri ve ekonomi
alanında işlenen suçlar dâhil olmak üzere, Türkiye’nin I. Dünya Savaşı’na katılmasıyla ilgili suçları kapsıyordu. Bu suçların ikisi Erme­
ni katliamı ile ilgiliydi. 5. madde Muvakkat Kanunların10 yürütülmesi­
nin “ Kanunu Esasimizin ruh ve lafzına tamamen aykırı" olduğunu
öne sürüyordu. Bu yürürlüğü izleyen “felaketleri" ve beraberinde ge­
tirdiği "emir ve talimatlar”ı kınayan Mebus, “hukuk ve insanlık kural­
la rın ı hatırlatıyordu. 10. Suçlama, Nazırları, “can, m al ve ırza m u­
sallat bir takım çeteleri yaratarak, onların işledikleri feci cinayetlere
ortak olmakla" suçluyordu.”
9
Bkz.
A. Yalman, Yakın tarihle Gördüklerim ve İşittiklerim, I. Cilt (İstanbul. 1970).
314-15. Bu toplu firardan iki gür önce, iki eski İstanbul Emniyet Müdürü Osman
Bedri ve Hüseyin Azmi de aynı şekilde kaçmış, ama yakalanıp yasadış pasaport­
la se/ahat etmekle suçlanmışlardı
Bu hafit suçtan dolayı hemen serbest
bırakıldıktan sonra, Dır kez daha kaçınışlardı. Danişmend, izahlı fn. 4], 451.
10 Vakit, Hare Kabinelerinin İsticvabı, (İstanbul, 1933). 6.7.
İt
A.g e (Teşkilatı Mahsusa'ya göndermeyle). Mebus Divaniye sancağını temsil
eden Fuad’tı. 28 Ekimde hazırladığ' önergesini, 2 Kasımda sur.aıak, 4 Kasım
1918'de genel kurulda ele alınmıştı.
Fuad Osmaniı Meclisindeki Arap Mebuslar grubundandı. Bu grup diğerlerinin ak­
sine Ermenilere karşı işlenen suçlarla ilgili olarak yüksek düzeydeki görevlilerin
yargılanması gerektiğim cesaretle savundu. Beşinci Komisyon oturumlarında bu
durum açıkça görüldü. Fuad'ın önergesine ateşii bir İttihadçı ve Meclisi Mebusan
Başkan Vekili (Savaş sırasında Kabine'de görev almakla birlikte, en çok Harici
Nazırı olarak görev yapmıştı) Hain (Menieşe) başlangıçta sert tepki göstermişti.
Önergeyi erteletmeye çalışmış, ama Mebus Fuad’ın ısrarlı talepleri üzerine geri
adım afcnak zorunda kalmıştı. Necmoddin Sahiı Silan "İkinci, Meşrutiyette Divanı
Ali Hareketleri" 2. baskı. Tarih Konuşuyor 5, 29 (Haziran 1966): 2472-73. Os­
m anlI
Meclisi Umumisi'nin (Parlamento) Üst Meclisi olan Meclisi Ayan, ya tesadü­
fen ya gündemi gereği,
4
Kasım 1918’de aynı şekilde savaş zamanı suçlarının
461
ERMfcNİ SOYKIRIMI TARİHİ
Bu suçlamaları soruşturmak amacıyla kurulan Meclisi Mebusan'ın Beşinci Şube Tahkikat Komisyonu’nun yirmi üyesi kurayla be­
lirlendi. Ne var ki, komisyonun ağırkanlı hareket ederek, alakasız iş­
lerle uğraşması kamuoyunda şikâyet sebebi olmuştu. Ayrıca, Yük­
sek Mahkeme duruşmaların başlatılması için Meclis’te oylama
yapılırken, savaştan önce seçilen 256 Mebustan sadece 156’sı
kalmıştı. Bu oran Meclisi Ayan’da 48'e karşı 30’du.
Bu kaygıları yatıştırmak için 21 Aralık 1918’de Meclis'i fesheder»
Sultan, yargı yetkisini Divanı Harbi Örfilere havale etti. Sultan bu
adımıyla Divan-ı Ali’nin yargı yetkisini çiğnemişti, çünkü artık Beşin­
ci Şube Komisyonu’nun bulgularını oylayacak ve bu Mahkeme’nin
yargı yetkisi gereğince davaları görülmesini karara bağlayacak bir
Meclisi Mebusan yoktu. İttihatçıların Meclisteki gücünü budayarak,
Padişah hükümetine ülkeyi kararnamelerle yönetme özgürlüğü sağ­
layan bu hareket, Padişah’ın siyasal çıkarlanna da hizmet ediyordu.
Bir dizi işlemin etkisiz katmış olmasına rağmen, Beşinci Şube
Komisyonu’nun çalışmasından bazı sonuçlar elde edilmişti. 9
Kasım -12 Aralık 1918 arasında, Komisyon 14 oturumda, on beş
nazır ile iki Şeyhülislamı sorguya çekti.” Bu sorgulamalar pek çok
önemli itirafla sonuçlandı. Örneğin, eski Adliye Nazırı İbrahim “Or­
du’dan kendilerine ihtiyaç duyulduğuna dair ısrarlar üzerine adi suç­
lardan hüküm giyen çok sayıda mahkûm'un hapishanelerden
salı verildiğini kabul etti.13 S onrada İbrahim, Muvakkat Tehcir Kanunu’ndan kaynaklanan mezalimin sorumluluğunu kolektif olarak Ka­
bine ve Vekil olarak şahsen kendi adına kabul ederek, bir ihtiyat payı
araştırılması ve yargılanması imkânın tartışmıştı. Eski Nafia Vekili General Çü
ruksJu Mahmud, o gün ayrı bir önerge vermişti, a.g.e., Kısım 3., 6., 31 (Ağustos
1966): 2568 Daha sonraki bir tartışma sırasında, yani 7 Kasım 1918’rie, Mahmud
ihlallerle ilgili araştırmanın 'dâhiliye siyaseti ve idaresiyle'' ilgili oimasını önermiş­
ti. “Su ülkemi evlatlarının başına açılan türlü belalara değinen Ayan Reşit Akil de
bunu desteklemişti, a.g.e, Kısım 3 . fi., 36 (Ekim 1966):301t-12
12 Hart) Kabinelerinin [n. 10], 3-4.
13 A .g e , 537.
462
T ÜRKLERIN ASKERİ YENİLGİSİNİN ERTESİNDE ADALET ARAYIŞLARI
bıraktı. Aşırılıklar "kendisinin ve hükümetin bilgisi dışında” olmuş­
tu.14 Mebuslardan biri. ‘ Hükümet işitmemiş ne demek?... Bu mese­
le bir gün değil, bir buçuk sene devam etti' diye cevap verdiğinde,
İbrahim, suçu “rezilliği" reddeden ordunun üzerine atlı.15 Bir başka
mebus "harp yeri olmayan yerlerde de birçok kimseler tehcir edildi.
Ve... harp olmayan yerlerde birçoklan idam olundu" diyerek, ordu­
nun “tehcir ve idamlart kasten askeri operasyon tehdidinin dışında­
ki bölgelerde (mi) gerçekleştirdiği'’ şeklinde bir soru sordu. Eski Ad­
liye Nazırı “ Ondan haberimiz yok? diye cevap verdi.19
Bu toplantılarda nazırlardan sızdırılan açıklamalar, açıklama ve
itiraflar dışında, Komisyon bir kısım katliamlarla ilgili çok gizli emir
ve talimatlardan oluşan pek çok belge de eide elti. Sonuçta bu bel­
geler Divanı Harbi Örfilere bağlı çalışan müddeiumumilere teslim
edildi.17
idari Soruşturma Komisyonu
23 Kasım 1918 de kurulan ve Meclis soruşturması ile eşzaman­
da faaliyet gösteren İdari Soruşturma Komisyonu, rütbelerine
bakılmaksızın hükümet görevlilerinin işledikleri suçları (seyyiâf) so­
ruşturmakla görevlendirildi Başkanlığını Haşan Mazhar’ın yaptığı
Tahkikat Komisyonu, Osmanlı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 47,
75 ve 87. fıkralarında belirtilen geniş yetkilerle donatıldı.19 Celp,
arama ve el koynıa, gözaltına alma ve tutuklamayı kapsayan bu
yetkiler, adli polis ve Askeri Valilikçe kullanıldı İki aydan fazla bir
süre içinde, Komisyon Asya ve Avrupa Türkiyesi'nde tehcir ve kat­
liam merkezleri olarak beiirlenen onlarca vilayetten gönderilen şifre­
li ve şifresiz telgraf emirlerini ele geçirdi. Sadece Ankara vilayetinde
15 A.g.e., 520.
16 A.g.e., 523.
17 M. Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, Cilt 1 (Ankara. 1959). 57.
18 G. Young, Corps De Dro't Ottoman, Cooe De Procedure Penale (Osmanlı Hukuk
Yapısı ve Ceza Muhakemeleri Kanunu), 7. Cilt (Ozlord, 1906). 235.239.
463
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Komisyon’un eline kırk iki şifreli mesajdan oluşan bir lomar geçmiş­
ti. Ayrıca, sanıkların müstarıtiklerce <sorgu hâkimleri) alınan sözlü ve
yazılı ifadeleri yoluyla, ilk tahkikat için pek çok delil toplandı. Bu
zanlılar arasında, muhtemel kaçma girişimleri seçim bölgelerine se­
yahatlerine izin vermeyen bir Kabine emri ile önlenen yirmi altı Me­
bus da vardı.’ 9 Harbiye Nezareti’ne sorduğu on soruyla, Komisyon
Teşkilat-ı M ahsusa’nın örgütlenm esi, görevi, kom uta-kontrolü
hakkında bilgi almaya da çalıştı.
Komisyon, görevini tamamladığında zanlılarla ilgili dosyaları Di­
vanı Harbi Ö rfi’ye sevk etti. Ocak 1919'un ortalarında 130 zanlı
hakkında ayrı dosyalar hazırlanmıştı.29 Bu sırada, Şura-yı Devlet
Reisi Reşid Akif Paşa. Ittihadçıların ve fırka reisi Talât’ın prima facie (ç.n. ilk bakışta, görünüşte) zanlı olarak sorgulanması gerektiğine
karar vermiş bulunuyordu. Ön lahkikatta elde edilen deliller bu şekil­
de aktarılırken. Ceza Muhakemeleri Kanunu uyarınca yapılan bir
tavsiye de eklenmişti: Zanlılara karşı ceza davasının başlatılmasına
yetecek suçlayıcı deliller elde edilmişti.21
Divanıharp Mahkemesi’nin Oluşumu
1918 Aralığının başında, Osmanlı başkentindeki, Temyiz Mahke­
mesi Baş M üddeium um îliği’nden gelen askeri yargının yeni
adımları, sonradan Adliye Nezareti Ceza İşleri Şubesi Başkanı ile
Dâhiliye Nezareti Baş Hukuk Danışmanı arasında yapılan bir top­
lantıyla resmileştirildi.22 Divanı Harbi Örfi ilk olarak 16 Aralık 1918’de
imparatorluk fermanıyla oluşturuldu.23 25 Aralık 1918 tarihini taşıyan
19 FO 371/4141/49194.4 ilngiliz Selanik Kuvveti İstihbarat Dairesinin, altı bolümden
oluşan uzun 6 Marl 1919 tarihli raporunun İt. Kısım).
20 R. G. 256. 867.00/ 59, 3 (İstanbul’daki A B D. Komiseri Lewis Heeks’in Dışişlen
Bakanlığı'na 20 Ocak 1919 tarilıii raporu.
21 G. Yourıg, Corps [n. 18], 247.
22 Gökbilgm, Milli [n. 1 7), 15.
23 Takvimi Vekâyi, No. 3424. Divanı Harbi Örft'nin genol bileşimi için bkz., Akşın. İs­
tanbulin. 4], 141-142 ve Takvimi Vekâyi No’lar3424 ve 3433.
464
ru n K LC R İN ASKCRİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E AO A LCT ARAYIŞLARI
yeni bir yetkilendirme, örfi idare uygulanmayan bölgelerde görevlen­
dirmeyle yargı yetkisinin. Kanunu Esasinin 88. Maddesi’nde öngö­
rüldüğü gibi mevcut ceza mahkemelerine devredileceği belirtildi.24 8
Ocak 1919 tarihli üçüncü bir karar, Fevkalâde (ya da Özel) Divanı
Harbi Örfinin çalıştın İmasını sağladı.25 Ne var ki, Sultan Martta
sanıkların daha etkin ve hızlı yargılanmasını sağlayacağına inandığı
yeni bir hükümet atadı. 8 Mart 1919'da İmparatorluk fermanıyla ye­
ni bir Divanı Harbi Örfi yönetmeliği oluşturuldu.2* Osmanlı Ceza M u­
hakemeleri Usul Kanunu’nun 371. Maddesi’ne uygun olarak. Divanı
Harbi Örfi, Jön Türk rejiminin “mevcut halde firari” bulunan önde ge­
len yedi liderinin on gün içinde M ahkem eye çıkarılmasını emretti.
Aksi halde, kanun kaçağı sayılacak, gıyaplarında yargılanacak ve
temyiz hakkı olmadan tüm mal ve mülkleri m üsadere edilecekti.27
“Bu M ahkeme’nin esas görevi (cüm lei vazife)” “katliamları ve haksız
mal edinme ( taktil ve ihtlkâı)" suçlarını soruşturm aktı28 26 Mayıs
1919'da yeni Baş müddeiumumî/savcı merkezine esas suçlama
olan "hükümeti devirmeyi (taklibi hükümet}” oturttuğu daha kapsamlı
iddialar eklenen yeni bir iddianame hazırladı.28 Bu değişiklik, Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun dava görülürken yeni suçların or­
taya çıkarılması halinde suçlamalarda değişikliğe gidilmesini düzen­
leyen 311. paragrafındaki şartlara uygundu.30 Nihayet, 23 Nisan
192û’de suçlamalar “ tsyan’’ı ve “kamu düzenini ihlali” de kapsaya­
cak şekilde genişletildi.3’ Bu adımın hedefi Türkiye’nin iç kesimlerin­
deki isyankâr Kemalistlerdi.
24 Takvimi Vekâyi No.3430.
25 Takvimi Vekâyi, No.3445.
26 Mart 1919 da iki Divanı Harbi Örfi oluşumu vardı: (1)8 Mart, Fev2İ Paşa’nın baş­
kanlığında, H.Q. 256, 867.00/27, H. G. 59, 867.4011/408; Takvimi Vekâyi,
No.3493. (2) 19 Mart. Nazım Paşa başkanlığında, Journal D'orient (İstanbul),23
Nisan 1919; Takvimi Vekâyi, N‘o. 3503.
27 Journal D 'o rie n t (İstanbul), 15 Nisan 1919, 1.
28 Takvimi Vekâyi. No 3540, 5 Mayıs 1919, 8
29 Takvimi Vekâyi, No 3571, 13 Haziran 1919,128
30 Young, Corps (n. 18], 273
31 Takvimi Vekâyi, No.3837.
465
ERM ENİ SOYKIRIM ) TARİHİ
Yargılama İşlemlerinin Başlatılması
Hazırlık soruşturmasında elde edilen deliller, şu üç başlıkla endekslenip düzenlendiler (1) ratione personae ya da sanıklar itibariy­
le yetki {cerâim failleri), (2) ratione loci ya da suç mahalleri itibariyle
yetki ve (3) delillerin sınıflandırılıp ayrıntılandırılmasını içeren ratio­
ne materiae (konu itibariyle yetki) başlıklarına göre indekslenip birbiriyle ilişkilendirildi. Divanı Harbi Örfi usul hukukuyla ilgili geniş
standartlar benimsedi. Uzun süredir geçerli olan Osmanlı hukuksal
geleneğine dayanarak, hâkimlerin mevcut delillerin ispatlayıcı değe­
rini en iyi ölçebileceği ‘vicdani kanaat” (hukuku takdiriye ya da ka­
nâat-! vicdâniyye) ilkesini Ayrıca, Tahkikat Komisyonu’nun elde etti­
ği belgelerin hemen hemen tümü Dâhiliye Nezareti'nin hukuk uz­
manları tarafından standart ' aslına uygundur” (aslına muvafık ya da
mutabık) damgasıyla resmileştirildi. Örneğin, Yozgat dava dizileri­
nin, yedinci, sekizinci ve dokuzuncu celselerinde (18, 20 ve 22 Şu­
bat 1919), pek çok askeri şifreli telgraf iddia makamının delilleri ola­
rak zapta geçirilerek, benzer tüm diğer deliller gibi mahkemede yük­
sek sesle okundu. Duruşmaların açık yapılmasına karar veren mah­
keme başkanı, aşağıdaki açıklamayı yaptı; “Bir Divanı Harbi Ö rfi’nin
duruşmaların açıkta görülmesine cevaz vermesi adetten olmadığı
gibi, böyle bir yasal yükümlülük de yoktur.... Mahkeme nin duruşma­
ları tarafsız olarak ve yüksek adalet ruhuyla (kemâli âdil ve bı-taraf)
sürdürmek niyetinde olduğunu göstermek için, takdir hakkını kulla­
narak duruşmaları açık yürüteceğim. Mahkeme sadece davalılara
yardımcı olm aya ve kendilerini savunmalarını kolaylaştırmaya (feshi! ve istiâne) çalışıyor."”
Hapiste toplanan “içerdeki Bakanlar Konseyi” oturumlarında
koordine edilen savunma, bir tür üç maymunu oynadı: Sanıklar bi­
reysel ve kolektif olarak suçlamaları ısrarla reddettiler.31 Sanıkların
32 Takvimi Vekâyi. No. 3540, 5 Mayıs 1919, 4.
33 3u inkâr karşısında, ünlü milliyetçi yazar Aka Gündüz (Enis Avni), savunma tarz­
larını lakfıt ederek “ Vatı, vah, vah. Göımüyorduk. bilmiyorduk, ışilmiyorduk.” Alem­
dar Iİstanbul),
10 Mayıs 1919. “İçerdeki Kabine Konseyi" olurumları için, bkz,
Yalman, Yakın (n. S], 339-41.
466
TÜR KLERİN ASKERİ YEN İLGİSİNİN E R TE S İN D E AD A L L I ARAYIŞLARI
mahkemede neredeyse tam bir bütünlük içinde tek tip savunma
yapmasını yorumlayan Tunaya, "bir ağız halinde” ya da “oybirliği"
sözcüklerini kullanır.31 Bu savunmayı çürütmeye çalışırken, Askeri
Mahkeme üç yöntem kullandı: 1) Kendi imzalarını taşıyan şifreli tel­
grafları aniden ortaya çıkararak sanıkları şaşırtmak; 2} hazırlık tah­
kikatında imzaladıkları yazılı ve sözlü ifadeferindeki açıklama beyan
ve itiraflarını okumak35 ve 3) sanığı kürsüde tecrit ederek sıkı bir sor­
gudan geçirmek. Bu şekilde sızdırılan itirafların sonradan diğer
sanıkların sorgulanmasında kullanılması, bazı sanıkların ifadelerini
değiştirmelerine yol açtı.
Esas İddianame
Farklı yerlerde gerçekleştirilen katliamlarla ilgili ikincil dava dizi­
leri ayrı iddianamelerle görülürken, Esas iddianame, Kabinedeki
Nazırlar ve iktidardaki İttihad ve Terakki Cem iyeti’nin en üst düzey li­
derleri üzerinde odaklaştı. Müdafaai Hukuk Cemiyeti bu iddianam e­
nin "ülke’ nin yargılanıp hüküm giyeceği “bir tarihi belge” olduğuna
işaret etti.36 Esas iddianam enin, diğer iddianam elerde rastla­
madığımız en temel özelliği, içerdiği kapsamında yer alan bir dizi
belgedir, isnat edilen suçlan desteklemek için, iddianame'de Mahkeme'nin elindeki 41 özel belgeden alıntı yapılıyordu. Bu belgelerin
34 T. Turtaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, 3. Cilt, Gonişletilmiş 2. Baskı (İstanbul,
1984), 210, 281.
35 Osmaniı ceza muhakemeleri usul kanunu, ön tahkikatın gizliliğini öngörüyordu. Bu
nedenle, sanık vekillerinin soruşturma dosyaların: incelemesine ve hazırlık aşa­
masında yapılan sorgulamalar sırasında müvekkillerinin yanında hazır bulunması
yasaktı. Bir ceza mahkemesi başkanının ihtiyari yetkileri Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanunu'nun 232-34. Maddelerinde belirtilmişti. Maddeler, vicdanı kanaate
göre karar varabilmesiyle ilgili şartlarla birlikte, hâkimin esasa ilişkin “bilgi" verebi­
lecek tanıkların ifadelerini ve yeminlerini nasıl alacağı da düzenlenmişti. Young,
Corps [n. 18], 216 62. Aynı Karun’un 269. Maddesi ön tahkikat ifadeleri ite mah­
keme ifadeleri arasında çelişki ya da tutarsızlık saplanması halinde uygulanacak
yeni adli önlemleri ortaya koyar. A g.e.. 266.
36 Le Courrler De Tuıguiû (İstanbul), 30 Nisan 1919.
467
ERMEMİ SOYKIRIMI TARİHİ
çoğu, Dâhiliye Nezareti’nden, III’ üncü ve IV’ üncü Ordu Kumandan­
larından, Ankara vilayetindeki V in c i Kolordu ve XV’inci Tümen İkin­
ci Kumandanîarı’rıdan (sonradan bu ikisi şifreler konusunda ifade
verdi), Teşkilat-1 Mahsusa Başkanları'ndan, iki İstanbul Merkez Ku­
mandanı ile birçok vali ve mutasarrıftan gelen ve onlara gönderilen
deşifre edilmiş telgraflardan oluşuyordu. Bir Türk gazetesinin baş­
yazısında, üst düzey yetkililere ve fırka liderlerinin yargılanacağı
yaklaşan Divanı Harbi Örfi davalarının "altı yüz yıllık Osmanlı impa­
ratorluğu tarihindeki en önemli dava” olduğu yazılmıştı.*7
Suçlamalar
İddianamedeki suçlamalar, adı bazen Cem iyet olarak geçen
(fırka üyelerinin sıkı ilişki içinde oluşturduğu topluluk anlamında) ittihad fırkası üzerinde yoğunlaşıyordu. Baş müddeiumumi fırkanın
suç teşkil eden amaç ve yöntemlerini açıklarken, özellikle Merkezi
Umumiye, Meclisi Umumi ve Kâtibi Mesuller ite Müfettişlerin baş­
kanlığındaki iki vilayet denetleme grubuna değindi. Harbiye Nezare­
ti, özellikle Teşkilat-1 Mahsusa ve Dâhiliye Nezareti de bu suçlama­
ların kapsamına alındı, çünkü bunlar cemiyetin önde gelen iki lideri
tarafından idare edilip yönlendiriliyordu: Harbiye Nazırı Enver ile Dâ­
hiliye Nazırı ve daha sonra Sadrazam d a n Talât “ Toplanan deliller,
ahlaksal kimliği, sınırsız bir kana susamışlık, yağm acılık ve hak ih­
lalleri zinciriyle lekelenmiş bir parti tablosu sunuyordu.39 Burada ko­
nudan kısaca ayrılarak, Amerikan Sefiri Morgenthau’nun uzun bir
analizde (4 Kasım 1915), Jön Türk İttihat Fırkası’nın Merkezi Umumisi’nin kudreti hakkında yaptığı değerlendirmede, bu adamları ‘ gö­
rülm eyen ve sorum suz bir h ü k ü m e tin güçlü liderleri olarak
tanımladığını belirtmek gerekebilir. "Ermeni mezalimi” nin tertiplen­
mesine özel gönderimle, bu kudret “ülkenin ordusu, donanması ve
37 Hadisat (İstanbul), 26 Nisan 1919.
36 İddianameyle ilgili Kim irdelemeler, Takvimi Vcköyi, No.3540’da ek olarak
yayımlanan metni temel alır: alıntılar bu sayının 4-6. sayfalarından yapılmıştır.
30 Takvimi Vekâyi, Nü.3540, s, 4.
468
TÜR KLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E A D A LET ARAYIŞLARI
sivil hükümeti üzerindeki mutlak denetimi" olarak açıklanır. “Bu kişi­
ler kendi verdikleri emirlere itaat etmedikleri için pek çok vilayetin
valisini görevden almışlardı. Üyelerin, kesinlikle kendi seçtikleri
Meclis-i Mebusan’ı da tam bir denetim altında tutmuş... boyun eğdir­
mek isledikleri hemen herkesin gözünü korkutmuşlardı... Bir tek m u­
halefet partisi bile yoktur... Sıkı bir sansüre tabi tutulan basın, ittihad
ve Terakki Fırkası'nın isteklerine itaat etmeli... Ermeni nüfusunun en
az üçte ikisini imha ettiler ya da sürdüler...“43 Başlıca suçlamalar
aşağıda irdelenmiştir.
Gizli Tasanlar
Bu suçlamanın iki ayağı vardı: sanıklar hem “bir takım hile ve al­
datmacayla1’ Türkiye'nin savaşa girmesini emrivaki haline getirmek
hem d e “gizli amaçlarım gerçekleştirmek için, harbi umumiden isti­
fade etmekle1’ suçlandılar.41 iddianame fırkanın bir merkezi plan
uyarınca “gizli amaçlarını gerçekleştirmek” yönünde hareket ettiğini
ortaya koydu.42 Böylece gizli tasarılar “üst düzey görevlileri” fırkanın
dikte ettirdiklerine “boyun eğen’’ (inktyâd) hükümetin meşru otorite­
sini çiğneme noktasına vardı.43 ittihad ve Terakki, başlıca hedefi
olan “ Ermenilerin katli ve imhası”44 amacıyla, muharip görevler ver­
me görüntüsü altında, “hapishanelerden tahliye ettirdikleri mahkûm
kafilelerinden’ yararlandılar.45 Gerçekte, “hapishanelerden tahliye
ettirdikleri kavafili m ücrim inf daha sonra Teşkilat-ı M ahsusa’dan
“cinayet” emri ve talimatı aldı.43 iddianame, gizli tasarılann içinde bu
40 R.G. (L.) 59, 867'O0/797 1/2; L„ 752-66. Morgonthau, Dışişleri Bakanı Lansing’e
gönderdiği i Aralık 1915 tarihli bir rapor dil değiştirerek, “Ermenilerin imhası" söz­
cüklerini yakın zamanda tamamlanmış bir olgu olarak kullandı. R.G. (L.)
59.867.00/799 1/2; U, 771.
41 Takvimi Vekâyi, No.3540, 4.
42 A.g.e.
43 A.g.e., s.7.
44 A.g.e., s 6
45 A.g.e., s.5.
46 Ap.a.
469
ERMENİ SOYKIRIM I TARİHİ
birim lerde yer alanların değil, fırkanın nüfuzlu erkânının da kurban­
ların mallarının "yağma ve gaspı” yoluyla servet edinerek zenginleş­
tiği iddiasına yer veriyordu,47 Yukarıda not edildiği gibi, bu yüzden
İddianame’de "...takti! vd ihtikârın... tahkiki işbu Divanı Harbi Ör­
fi'nin ' bütün vazifesidir deniliyordu.48 “İmha" planının vilayet örgüt­
lenmesi ve gözetimi fırka liderliği taralından dikkatle seçilen Kâtibi
mesullere havale edilmişti 48
Kast ve Tearnmüd
iddianame ayrıca "Ermenilerin kati ve imhasının... ittihad ve Te­
rakki Merkezi Umumisinin aldığı kararların sonucuydu” diyordu 00
Ermenilere karşı emel ve arzularıyla “karar verilmiş olan” planların
düşünülerek hayata geçirilmesinden kaynaklanan karar sürecinde
her şey olup bitmişti.51 Bu bağlamda Amerikan Büyükelçisi Morgenthau’nun günlüğüne 3 Ağustos 1915 tarihinde yazdığı bölüme göz at­
mak yararlı olacak: “Talat... bana ittihad ve Terakki Cemiyeti’nin so­
runu tüm ayrıntıları ele alarak, izlenmekte otan politikanın resmen
benimsedikleri politika olduğunu söyledi. Tehcirlere alelacele karar
verildiği gibi bir düşünceye kapılmamam gerektiğini, gerçekte bun­
ların uzun uzadıya dikkatli bir şekilde düşünüp taşınmanın sonucu
olduğunu söyledi.'152 İddianame İttihatçı liderlerin amaçlarını gerçek­
leştirirken “gizli bir usul dairesinde” taktiklere dayandıklarını öne sür­
dü. Merkezi plan “sözlü ve gizli talimatlarla yürütülüp uygulandı.’53
Şifreli gönderilen bu emirler kimi zaman okuduktan sonra “ iptal' edin
talimatıyla birlikte gönderiliyordu.54
47 A.g.e.. s.4.
48 A.g.e.. s.8.
49 A.g.e.. s.6.
50 A.g.e., s. 8
51 A g.e.,
52 H. Morgenthau, Ambassador Morgentnaj's Sfc#y(New York, 1918), 333.
53 Takvimi Vekâyi, No. 3540, s. 5
54 A.g.e., s. 6.
470
TÜR KLER İN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E A D A LE T ARAYIŞLARI
Taammüd konusunda İddianame, savunmanın daha sonra öne
süreceği iki varsayıma da karşı çıktı. Biri savunmanın tehcirler yo­
luyla kitlesel yeniden iskânı zorunlu kılan askeri bir tedbir olduğu, di­
ğeri sadakatsizlik gösteren bir cem aatin haklı olarak cezalandırılmasıydı. İddianame, “Tehcirlerin ne askeri bir tedbir ne de ce­
zalandırıcı, disipline edici bir uygulama” olduğunu söylüyordu.59 D a­
ha ziyade, bunlar “ merkezi olarak yönetilen bir plana bağlı yardımcı
uygulamalar olan... katliamlar”! gerekli kılıyordu.96 Bu planın Erme­
nilerin kışkırttığı “özel bir olay” ile hiçbir alakası olmadığı gibi, katli­
amlar “yerel ve münferit'' de değildi,S7 iddianame’nin kapsamlı ve
merkezi olarak yönetilen bir imha planı iması, Ittihad’ın açıkça itade
ettiği, en büyük sıkıntıyı sürüncemedeki Ermeni sorununun yarattığı
“çözülmemiş sorun ve çatışmaları rıilıai çözüme bağlama [hali ve
fas!\" amacına dayalıydı.56 İddianame buna kanıt olarak İttihat ve Te­
rakki Merkezi Umumisinin “ Doğu sorununu çözme" niyetini gösteri­
yordu.56 Toplu imha planı sonunda iki ayrı karar ile onaylanmıştı: 1)
Birincisi, kısmen şifreli bir telgrafa dayanıyordu: Teşkılat-ı Mahsusa
Şefi, Harput Vilayeti Kâtibi Mesulü’ne bu şifreli telgrafta vilayetinde­
ki Ermeniler “imha mı ediliyor, yoksa sadece tehcir ve sürgün mü
ediliyor” diye soruyordu.60 Harput vilayeti valisi Sabit, bir sorgu
yargıcı tarafından sorguya çekilirken, bunu ve bir başka şifreyi ele
vermişti. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye'nin askeri yenilgisi halinde, sa­
vunma amaçlı olarak kullanmak üzere bunları saklamıştı.61 2) İttihad
Fırkası Şefi ve Dâhiliye Nazırı Talat’ın “tehcir” emrinin “im ha1 emri
olarak okunması için sözlü talimatlar vermiş olduğu suçlamalarına
maddi delili oluşturan belgesel kanıtlar ekleniyordu.61
55 A.g.e.
56 A.g.e., s. 7.
57 Ag.e.. s. 6.
58 A g.e.. s. 4.
59 A g e.. s. 8
60 Takvimi Vekayi. No .3771, 9 Şuüal 1919, s, 2.
61 Ariamard, 12 Aralık 1918.
62 Takvimi Vekayı No. 3772,10 Şubat 1919, s. 5.
471
ERM ENİ SOYKIRIM I TARİHİ
Kendi m ıntıkasında katliam lar gerçekleştirilen kum andanın bu
kast ve taam m üd suçları sabit görüldü. Amele taburunda görevli
2000 Erm eni askerden oluşan bir birliğin Bağdat Demiryolu üzerin­
de yeni görevlerine giderlerken yolda pusuya düşürülüp katledildik­
lerini öğrendiğinde, Vehib Paşa III' üncü Ordu m ıntıkasında bazı
idam larla sonuçlanan bir Divanı Harp yargılam asına kadar giden
tahkikatları başlatm ıştı. Bu tahkikatın seyrinde, Vehip Paşa 1916
Şubatında kum andayı devralm asından önceki aylarda İli' üncü O r­
du m ıntıkasına giren altı vilayette büyük ölçekli katliam lar yapıldığını
öğrendi. H üküm et’in Tahkikat K om isyonu’nun isteği ile alınan ve Ana
İddianam e ile iki H üküm ’de tekrar tekrar atıf yapılan yem inli ifade­
sinde, Vehip Paşa kendi bulgularını şöyle özetlem işti:
Ermenilerin katliam ve imhası ile mallarının yağma ve gaspı İttihat ve Te­
rakki Merkezi Umumiyesinin aldığı kararların sonucudur (kati ve imhası
ve mallarının yağma ve gasöı İttihat ve Terakki Merkezi Umumiyesinin
ncticci mukarreratı olup)... Bütün bu mezalim ve suçlar bölge
savcılarının teşvikiyle yapılmıştır Yasal görevlerini yapmayıp, lakayt kal­
mak onları da suç ortakları haline getirir (işbu mezalim... mukarrer bir
program ve mutlak bir kasd tahtında yapılmıştır... Müddeiumumilerin işe
karşı lakayd davranmaları ile amiyane mesmuayı teşvik eyledikten) "*3
63 Vehib'in (5 Aralık 1818 tarihli) yeminli ifadesinin tamamı Trabzon dava dizilerinin
ikinci celsesinde okundu (29 Mart 1919). Bu iladenin çeşilli bölümlerine şu belge­
lerde yor verildi: ( t) Esas İddianame, Takvimi Vekâyi, No.3540. 5 Mayıs 1919, I?.
sayfalık el yazış nm 7. sayfası), (2) Harput kararı. Takvimi Vekayt, No 3771,9 Şubal 1919,1 ve (3) Le Courrier de Turquie. I ve 2 Nisan 1919. Metnin tamamının
aslın.n Osmanlı Türkçasi ile yazılmış kopyası. Kudüs Ermeni Palrikhanesi Arşi­
vinde, Ermeni alfabesindeki H (Ho diye telaffuz edilir ve altaoenin 16 harfini oluş­
turur; bunun bir varyantı olan ve Hee diye lelalfuz edilen 21 harften ayrıdır) harfi
endeksindedir: "H' dosyası, 171-182. Burada kullanılan alıntı. 13 Nisan 1968 ta­
rihi Haırenik'tie yayınlanan iladenin kaba Ermenice çevirisinin 5. sayfasından
altnmışlır. General Vehib'in Divanı Harbi Örli’ye verdiği ifadelerin ayrıntıları, 10
Aralık t918 tarihli Ariamard’da bulunmaktadır. Gazetenin bu sayısında Generalin
OsmanlIca Türkçesi ile yazdığı bir bildiri de yer aimaktad.r. Bu bildiride General,
uyarı amacıyla Üçüncü Ordu birliklerine mahkemenin karan ve jandarma komu­
tanının idamı hakkında bilgi vermektedir
472
T Ü R K L E R İN ASKERİ Y EN İLG İSİN İN E R T E S İN D E A D A L E T ARAYIŞLARI
Cinayet ve Kişisel Sorumluluk
ittih a d ’ın üst düzey liderleri, fırkanın Merkezi Um um i üyeleri
sıfatıyla yasalarla sabit suçları işlem ekle de suçlanm ışlardı. Triyurnviranın iki üyesi, Enver (Harbiye Nazırı ve O sm anlı Silahlı Kuvvetleri’nin d e facto Başkum andanı) ve Cem al (Bahriye Nazırı ve IV' üncü
Ordu K um andanı) askeri liderlerdi. Üçüncü üye olan Talât'sa, D â hi­
liye Nazırı ve Teşkilatı M ahsusa'nın fırkanın Merkezi Umumi ve H ar­
biye Nezareti ile olan ilişkilerinin en yüksek koordinatörüydü. H arbi­
ye N ezaretine bağlı İstanbul'un M erkez Kum andanları da Emniyeti
Um um i Reisi de Iddianam e’de, O sm anlı başkentindeki Teşkilat-ı
M ahsusa kadrolarının örgütçüleri olarak önem li bir yer tutuyorlardı.
İttihat M erkezi U m um isi’nin adları en çok geçen üyeleri iki siyasetçi
hekim, Nazım ve Ş akir’di. İddianame bu ikilinin adlarını Teşkilat-ı
M ahsusa’nın baş örgütçüleri olarak sekiz kez anarken,*4 teşkilatın
kendisinden "cinayet, kundakçılık, yağm acılık, ırza tecavüz ve her
çeşit işkence" suçlarında kullanılan başlıca araç olarak on iki kez
söz ediliyordu.86
Kâtibi M esullerin bu suçlarda başı çeken esas grup oldukları b e ­
lirlendi. ittihad ve Teşkilat-ı M ahsusa'nın birçok sırrına dikkati çeke­
cek kadar vakıf olan bir Türk yazarın aşağıdaki betim lemesi, bir öl­
çüde Nazi Üçüncü R eich’ındaki G au te iterle rin rolüne benzeyen bu
rolün ne kadar önem li olduğunun anlaşılm asına yardım edebilir:
Bu unvan (Kâtibi Mesul], sahibine olayların gidişatını yönetmek için ge­
rekli yetkileri sağlarken karanlıkta kalan devlet otoritesinin açığa çık­
masından sakınmak için oluşturuldu. Aslında bütün önemli meselelerde
64 Bu iki parti liderinin öncü rolü hakkında ayrıntılı bir tartışma için hkz., Dadıian, The
Role ot Turkish Physicians in the Work) W ar I Genocide of the Armenians, Hotocausl & Genocide Sludıes. 169-02 (1Ö86i. [Prcf. Dr. V. Dadrian, Ermeni
Soykırımında Kurumsal Roller. Toplu Makaleler Kitap 1, Belge Yayınları, Çeviren
Atilla Tuygan. İstanbul, Man 2004. Osmanlı Ermenilerinin I. Dünya Savaşı
Soykırımında Doktorların Rolü]
65 Takvimi Vekâyi. No 3540, 4-8.
473
ERM ENİ SOYKIRIM I TARİHİ
n ih a i k a ra r onlara aittir. Bu adamlar... Bu uygulam ayla uyum içinde nihai
karartan alıyorlardı. Tecrübe, yaş, zekâ ve tanışıklık tem elinde, gölge ka­
bineyi oluşturan M erkezi Umumi taralından seçiliyorlardı.8®
Benzer bir görüş İttitıad'a muhalif bir başka tarihçiden gelmiştir.
O da Kâtibi Mesulleri “ordu üzerinde kontrol sahibi” kudretli taşra ko­
miserleri olarak betimlemişti. Fırkanın Merkezi Umumi üyeleri ola­
rak, “nazırlarınkiyte karşılaştırılabilecek kadar güçlenm işlerdi.'67 Bu
nedenle, Askeri Mahkeme, Esas İddianame’de oynadıkları asli rolü
defalarca vurguladıktan sonra, onların davalarını ayrı ayrı görmeye
karar vererek, bir dizi duruşma yaptı. Bu yeni davalar için hazırlanan
ayrı ve ek İddianame'de, Mahkeme bu taşra komiserterinin, “Merke­
zi Umumiye’nin kararlarıyla, yüksek rütbeli görevlilerden oluşan özel
bir kadro {erkânı mahsusa) halinde fırka içinde faaliyet göstererek,
hüküm et içinde gizli bir kol oluşturup hüküm eti devre dışı
bıraktıklarını [tegayüry belirtiyordu.68 Başsavcı onların “tehcir” kisve­
si altında kurbanların imhasında oynadıkları rolü betimlerken, sonuç
olarak bu tehcirin “bir katliam bahanesi” olduğunu söylerken, “sübuta eren bu durum 2+2=4 kadar açıktır” diye eklemişti.*4 İddianame,
suçların “şahsi” {şahsî cerâim) ya da “adi” (cerâim-i adîye) olduğu
düşünüldüğünden, sanıkların devlet egemenliği doktrini* (ç.n. İngi­
lizce act o f state, Fransızca actes de souverainete: hükümetin emri
ya da onayı ile işlenerek, yabancılara zarar veren, ama dava edile­
meyen fiilleri devletin egem enliği olarak koruma) gereğince muafiye­
te hak kazanmayacakları sonucuna varıyordu.
66 C. Kutay, Celal Bayar ir, Yazmadığı Ve Yazmayacağı Devirden Hakikatler 12
(1982) (vurgular onjtnalinde). 1050 -1960 yıllarında Türkiye Cumhurbaşkanı olan
Bayar, Aydın vilayeti, İzmir'de (Symirna), bizzat Kâtibi Mesul olarak bulunmuştu.
67 A. B. Kuran. Osmanlı imparatorluğunda ve Türkiye Cumhuriyetinde inkılap Hare­
ketleri (İstanbul. 1959), 479
68 Takvimi Vekâyi, No.3586, 28 Haziran 1919,164.
69 Rensissance (İstanbul), 6 Ocak 1920.
474
TÜR KLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E AD A LET ARAYIŞLARI
Kovuşturmanın sırf ulusal ceza
kanunlarına dayandırılması
Suç faillerinin cezalandırılması için yapılan kovuşturma sadece
Osmaniı Ceza Kanunu’na dayandırıldı.70 Fransız Ceza Kanunu’ndaki gibi suçlara ve eylemtere uyan cezai müeyyidelerin sınıf­
landırılmasına dayanan Kanun’un, üç temel bölümü vardı. Suçluluk
ilkesini tanımlayan ilk 47 madde, ihlaller karşısındaki şahsi sorumlu­
luk ve yükümlülükleri belirliyordu. 48 -167. maddelerden oluşan ikin­
ci bölüm, hükümet gibi kurumlara karşı işlenen genel suçları
tanımlıyordu. 168- 253. maddelerden oluşan üçüncü bölümse, te­
melde özel cezalan düzenliyordu. Bu bölümde 168- 253. maddeler
şahıslara karşı işlenen cebir ve şiddet eylemlerini ele alıyordu.
Divanı Harbi Örfi sanıkları ya asli failler ya da feri failler olarak
sınıflandırıyordu. İlk kategoriye girenler için Mahkeme Ceza Kanun u ’nun 45. Maddesi’nin 1. paragrafı’na atıfta bulunmuştu:
Bir suçu birden fazla kişinin birlikte işlem esi veya bir suçun birden fazla
eylem den oluşm ası ve b ir güruhta bulunan he r bir Kişinin bu eylem ler­
den b irin i veya bu eylem lerden
b a zılarım suçu n tam am lan m ası
am acıyla işlem esi halinde, bu kişiler m üşterek kabul edilir ve bunların
her biri başlı başına fail olarak ce z a la n d ırılır71
Ayrıca, Başsavcı birinci kategoriye giren faillere 170. Madde’nin
uygulanmasını talep etti. Bu madde şöyle:
Taam m üden adam öldüren kişinin suçunun kanuna göre sübut bulması
halinde, ölüm cezasına hü km olun ur72
70 Osman/r imparatorluğu Ceza Kanunu (JBucknitl & H.Utiditan çev. 1913). İlk Öril
idare kanununun 13. Maddesi, Örfi İdare Mahkemeteıi'nin uygun askeri kanunla­
ra at'f yapamadıkları halterde sivU ceza kanunlarının nasıl uygulanacağını düzen­
liyordu Bkz., A. Billc.tti ve A. Sedad. Legislation Otoman oepuıs la retablissement
de la Constitutlorı. t. Cilt (Paris, 1912), 197.
71 Osmaniı İmparatorluğu Ceza Kanunu, (n. 70), 32.
72 A.g.e.. s. 125.
475
ER M EM SOYKIRIMI TARİHİ
En önemlisi, Baş Müddeiumumî’nin sonradan suç vasfını değiş­
tirerek, 55. Madde'nin son paragrafındaki “hükümeti zor kullanarak
değiştirme” suçunu da eklemesiydi. Bu paragraf şöyle:
Kanunun Esasi’yi veya hükümet şeklini veya biçimini veya Osmaniı İm­
paratorluğunun veraset sistomini zor kullanarak, bozmaya, değiştirmeye
veya yıkmaya teşebbüs eden kişi için idam cezası hükmolunur.”
Mahkeme ikinci kategorideki sanıkları “feri failler" kategorisine
sokarak, onlara aşağıda verdiğimiz 45. Madde 2. Paragrafı uyguladı:
Bir suçun işlenmesine yardımcı olanlar, kanunda açık bir hükmün bulun­
maması halinde.. Eğer esas fiil idam veya ömür boyu kürek cezasını
gerektiriyorsa, on yıldan az olmamak şartıyla geçici kürek cezasına
mahkûm ettirilirler..,74
Savunma’ntn Yargı Yetkisine İtirazı:
Kanunu Esasi’ye Aykırılık Tartışması
Kendisine önerilen makamı kabul etmeden önce, yeni Sadra­
zam Damat Ferit, 3 Mart 1919'da savunmanın açıkça zaman ka­
zanm asına rağmen, “krizi bütün insanlığın tepkisini çeken suçun fa­
illerinden hesap soracak şekilde çözebilecek hızla karar verilm esi'Vıi şart koştu.75 Bir ay sonra, Sadrazam İttihad’ın tüm ‘faal" üyele­
rini "suç örgütü üyesi” olm akla suçlayarak, bir bütün halinde kovuş­
turma ihtim alini öne sürecek kadar ileri gitti.76 Ferid’i tatm in etm ek
73 A g e .. s. 47
74 A g e.. s. 32.
75 A Tûıkgeldi, Görüp işittiklerim (Ankara, 1051), 197. Osmaniı Yahudilerinin Haham­
başı ile bir görüşmesinde. Sadrazam İzzet Paşa “Kabine Nazırları bite otsalar suç
ortaklarını yargılamaya şerel sözü veriyorum' demişti. Haham, Amerika Birleşik
Devletleri‘ne giderken yolda, “tehcir ve katliamlar konusunda kamuoyu karşımızda”
derken, Türkiye için iyi niyet elçiliğine soyunmuştu. YaKın Tarinimız, 2 (1962). 389.
76 S. Akşin, İstanbul (n. 4], 201.
476
TÜR KLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E A D A LET ARAYIŞLARI
için benimsenen usuller, anayasa ihlali suçlam alarına zemin oluş­
turdu. 16 avukatın savunduğu Nazırlar, Mahkeme'nin yetkisini sü ­
rekli itiraz ederek, tutuklanıp kovuşturulm alarına yol açan usulleri
eleştirdiler.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Hukuk
Profesörü C. A rif’in (daha sonra Milletvekili, Meclis Başkanı ve An­
kara Hükümetinde Vekil) başkanlığındaki savunma avukatları, itiraz­
larını desteklemek için Anayasa'nın çeşitli maddelerine atıf yaptılar.
Savunma Osmanlı Kanunu Esasisinin 31. Maddesinin77 görevini kö­
tüye kullanmakla suçlanan Nazırları yargılama usullerini belirleye­
rek, yargılama yetkisini Divanı Ali’ye verdiğini öne sürüyordu. Ayrıca,
iddianamede sanıklara yüklenen suçların “adi suçlar"78 olmayıp, hü­
kümetin karar verdiği ve S ultanın //Mete'siyle onaylanan Tehcir Kanunu’nun yürütülmesi çerçevesinde işlendiklerini de iddia etti. Tehcir
sırasında meydana geleo katliamlar, devletin egemenliğine dayalı
olarak yerine getirilen eylemlere girdiğinden, suçluluk ya da suçsuz­
luk, bakanlık görev ve yetkilerinin kapsamına bağlıydı. Dolayısıyla,
onlar 33. Madde'ye değil, Divanı Âli’nin görev ve bileşimini tanım la­
yan 92. maddeye tabiydiler.7* Gerçeklen de savunma 33. Madde’nin
uygulanabileceği düşünülse bile, maddenin, görevi kötüye kullan­
manın resmi işlemlerle ilgili olmaması halinde, Divanı Ali'nin söz ko­
nusu olmayacağını ve yargılama yetkisinin bir Divanı Harbi Ö rfi’de
değil, mevcut ceza mahkemelerinde olduğunu öngördüğünü de öne
sürdü.80 Savunmanın son öne sürdüğü tez, M ahkem e’nin bu dava­
ya Kanunu Esasi’nin hangi maddesinin uygulanacağını belirleme
yetkisine sahip olmadığını, çünkü 117. Madde’nin Kanunu Esasi
maddelerinin anlamını kesin yorumlama yetkisinin Meclis Ayan’da
olduğunu belirlediğiydi.’ 1
77 Osmanlı Kanunu Esasiyesl. (Midhall, Amorican Journal o f International Law 2 (ek
1908): 367.
78 Takvim/ Vekâyt. No. 3540, s. 10, 11.
79 A.g.e.. s. 13.
80 A.g.e., s. 12.
81 A.g.e.. s. 11.
477
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Mahkeme önce devletin egemenliği altında işlenen fiiller tezini
reddetti. Katliamların tehcire bağlı olması halinde bile, gene de cina­
yet olduğuna ve bunun ayrı ve farklı bir devlet fiili oluşturduğuna işa­
ret elti. Ancak yeni delillerin katliamların taammüden değil, resmi gö­
revlerin yerine getirilmesinin salt kaçınılmaz sonuçları olduğunu or­
taya koyacak yeni delilerle ulaşılması halinde, Mahkeme savun­
manının bu tezini dikkate alacaktı. Ne var ki, eldeki deliller katliam­
ların resmi görevlerini ifa eden Nazırlar olarak değil de gizli ve fe­
satçı bir topluluğun (cemiyet) üyeleri olan sanıklar tarafından alınan
karar ve izlenen politikaların parçası olduğunu gösteriyordu 82 Mah­
keme, devlet egemenliğindeki fiiller savunmasının, Mahkeme'ntn
“asli görevi”ni, “katliamlar ve kanundışı servet edinme"nrn {tâktil ve
ihtikâr) soruşturulması şeklinde tanım layan iddianameyle çeliştiğini
de ortaya koymuştu.85 Ayrıca, sonuç bölümü, sanıkların liderliğini
yaptıkları İttihad ve Terakki Cemîyeti’nin “tüzel kişiliği’ini ayrı tutarak,
liderliğin yerine getirilmesi sırasında, sanıkların “şahsi suçlar” {şah­
s î cerâim) İşlediklerini iddia ediyordu.84
Böyleee Mahkeme, diğer anayasaya aykırılık ve yargı yetkisi id­
dialarını reddetmişti. Örfi idare bizzat İttihad rejimi tarafından getiril­
diği ve hâlâ yürürlükte olduğu için, ne 32. ne de 33. Maddeler, sa­
vunmanın iddia ettiği gibi, başka bir mahkemenin görevlendirilmesi
ya da sanıkların tabii ceza mahkemelerinin yargı yetkisine sevk edil­
melerini gerektirecek şekilde yorumlanmazdı. Ayrıca, örfi idare
ilanıyla ilgili 113. Madde, yurttaştık haklarının geçici olarak askıya
alınmasını gerektiriyordu. Mahkeme İddianame’nin lafzına bir kez
daha işaret etm işti: “Örfi idarenin yürürlükte olduğu yerde, medeni
ve adli hukuk hiç sesini çıkarmaz” (kavânîn-i mülkiye ve adliye ta­
mamı ile sakin).99 (1909’da tabii kanunları askıya almak suretiyle, da­
ha büyük otorite sahip olm ak isteyen İttihad’m kendisi, ilk Örfi İdare
82 A.g.e., s. 14.
83 A.g.e., S. 8, 9.
84 A.g.e., s. 8, 14.
85 A.g.e.. s. 8.
478
TÜR K LE R İN ASKER İ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E A D A LE T ARAYIŞLARI
Kanunu'nda önemli değişiklikler yapmıştı.)5* Sanıkların Meclis'in Be­
şinci Şube Tahkikat Komisyonu'nun davanın Divan-ı Ali'de görülme­
sini tercih etmiş olduğu iddiaları da reddedilmişti. Mebusların kesin
bir hüküm vermeden sadece bir soruşturma yaptıklarını belirten
Mahkeme’ye göre. Sultan Meclisleri feshetmiş olduğu için, bu iddi­
anın doğruluğunu araştı rabilecek bir M eclis oylam asının im­
kânsızlığına değinmişti. Nihayet, kanun kuvvetinde bir kararname
niteliği taşıyan özel bir Sultan İrade’sinin çıkarılması, Mahkome’ye
kendi tutumuna uygun olan bu düzenlem e uyarınca sanıkları
yargılamak için gerekli yetki ve görevi veriyordu. 4 Mayıs 1919’da,
ikinci celsede yeni bir anayasaya aykırılık tezini ve görev itirazını
Mahkeme tekrar reddedecekti. Böytece "Kuran’ın yüce buyruk­
larından zerre kadar sapmadan... Allah korkusu ile” (Ahkâmı celitei
Kuraniyeden zerre kadar inhiraf etm eksizin.. Allah korkusu ite do­
lu...) yargılama yapacağına yemin ediyordu.87
Savunmanın bu tezlerini reddederken. Mahkeme önemli bir hu­
susu ya gözden kaçırmış ya görmezden gelmişti. Osmanlı Kanunu
Esasisinin 31. Maddesinin görevi kötüye kullanmakla suçlanan
Nazırların - Divanı Harbi Örfi’de değil - Divanı Ali'de yargılan­
masının koşullarını belirlediği doğrudur. Ama burada en başta bir ih­
timal unsuru -"halde” - yer alır. Madde şöyle: “ Bir ya da daha çok Me­
bus, Meclis’in yetki alanına giren konularda sorumluluğu olan bir
Nazır hakkında şikâyet beyan ettiği halde...". Dolayısıyla. Kanunu
Esasi belirli bir işlem yolunun uygulanmasını ne mecbur ediyor ne
engelliyordu. Bu hükümler sadece Meclis işlemleri için bağlayıcıydı;
tabii ceza m ahkemelerine başvurma gibi diğer işlem lere değinil­
miyordu. Bir Mebus Divan-ı Ali yoluna gidebilmekle birlikle, böyle bir
86 19 Ağustosfi Eytül 1910 tarihlî ö tfi idare Kanunu’nun 1, Maddesi I A, Bitiotıi & A.
Sedad Legislation [n. 70) 483 içinde verilmiştir. Ekim 1877 tarihli Örfi idare Kanunu'nun ilk şeklinin 2 maddesi. Örfi İdare Kanunu İte çelişmesi batinde Kanunu
Esasiye, diğer kanunlar ve İdari düzenlemelerin “geçici olarak iptal edildiği"ni özel­
likle belirtir. A ge.. 195.
87 Bkz.. Takvimi Vefayı, No. 3540, 5 Mayıs 1919, 8: Takvimi Vekâyl, No. 3543, 8
Mayıs 1919, 17.
479
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
zorunluluk yoktu. Sonuçta, yasa bu konuda baştan engelleyici bir
hüküm koymamıştı. Ceza yargılaması yapılması gerektiren hallerde
Mebuslar ya da Adli yetkililer için başka seçenekler vardı. Ayrıca,
Kanunu Esasiye'de iist ya da alt makamlarda, herhangi bir görevli­
ye adı suç ve cürümler işlemesi halinde kamu hukukunun ulaşama­
yacağı bir ayrıcalık sağlayan herhangi bir madde yer almıyordu. 31
Maddedeki “halde’’ ibaresine yer verilmesinin lek değilse de başlıca
sebebi bu olabilir. Esas iddianame, Ermeni tehciri ile ilgili suçların
“bu mahkemenin işlemlerinin gerçek amacını oluşturduğu" ( Takvimi
Vekâyi, No 3540, 5 Mayıs 1919, s. 8] ve dolayısıyla Divanı Ali
dışındaki mahkemelerde de yargılam a yapılabileceğini vurgu­
lamıştı. Gene de iddia makamı durumu gereğince önemsememişti.
Ana Karar
Mayıs-Haziran 1919’da, Esas İddianam ede bir dizi değişiklik
yapılm asını gerektiren Kabine N azırları’mn uzun bir yargıla­
masından sonra, Mahkeme 5 Temmuz 1919’da Kararını açıkladı.8*
Nazırlar hem Türkiye'nin I. Dünya Savaşı’na girmesini tertiplemek­
ten, hem de Ermeni soykırımını gerçekleştirmekten suçlu bulundu.
Kararda İttihad’ın savaş suçlarının savaş öncesi 1908-1914 döne­
mine kadar uzandığı belirtiliyordu. 1908 de Abdülhamid rejimini devi­
ren İttihat devriminin ideallerine ihanet edilerek, ardından “insanlara
devrilen rejimi özletecek ölçüde keyfi bir yönelim ve tiranlık”** uygu­
lanmıştı. Özellikle, 1913 Ocağında ittihad ın Harbiye Nazırı Nazım
ile yaverlerinden birini öldürüp, iktidarı şiddet kullanarak yeniden ele
geçirmesinde odaklanılıyordu.** “Osmanlı hükümetinin hukuksal
yapısını oluşturan üç [yönetimi gücü dışında bir dördüncü örnek"
yaratarak, [İttihad] “hükümet mekanizmasını değiştirmek [tağyir] için
kuvvet tehdidine [kuvve-i tehdîdiye] başvurdu." "Bu durum Osmanlı
88 Takvim Vekâyi. No. 3604, s. 217-2C.
89 Ag.e , s. 218
90 A.g.e., s. 217.
480
T JR K L E R I9 ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E AD ALET ARAVIŞLARI
hükümetinin kanuni şeklinin değiştirilmesi anlamına geliyordu."91
Mahkeme İttihad’ın “devrimin başında zorunlu olarak ilan edilen örfi
idarenin neredeyse kesintisiz sürdürdüğünü” de ortaya koydu.92
Devlet aygıtına bu hâkimiyetin fırkanın "özeî arzu ve hedeflerr'ne
uygun olduğuna hükmedildi.93 “Saldırganlık” yoluyla Türkiye’nin I.
Dünya Savaşı'na girişini sağlanmasının başlıca hodof olduğu belir­
tildi 94 “Barışa karşı suç”95 işlendiğinden söz eden Mahkeme, Teşki­
lat-! Mahsusa nın önemli liderlerinden biri olan fırkanın Trabzon vila­
yeti murahhasının ifadesine atıf yaptı Bu murahhasın ifadesindeki
doğruladığı gibi ittihad, daha 1914 Kasımında Rus-Osmanlı Savaşı
başlamadan önce, istediği savaşı başlatmak amacıyla Kafkasya nın
Rusya’ya dâhil bölümünde gerilla saldırıları örgütleyerek kışkırtma­
larda bulunmuştu: “ İtlihad'ın tercih ve niyeti savaş ilanına yol aç­
maktı.”96 4 Mayıs 1919’da Askeri Matıkeme'nin ikinci celsesinin so­
nunda, Merkezi Umumi üyesi ve Osmaniı Başkenti’ndeki Teşkilatı
M ahsusa’nın Dört reisinden biri olan sanık Arif, sanık kürsüsünden
Rus toprakları içindeki sabotaj baskınlarını aynı şekilde itiraf etti.97
ikinci hedef, Ermenilere karşı “İttihadçı liderler tarafından işlenen
katliam suçunun [taktîl cinayeti] tertiplenip işlenmesi, önceki duruş­
malar sırasında ortaya çıkarılmıştı.”98 Mahkeme. “Bu olgunun “Divanı
Harbi Örfi tarafından kanıtlanıp doğrulandığını [tahakkuk] belirtiyor­
du.99 Karar iki yan olguya da dikkat çekiyordu: 1) “Özellikle Ermeniler, güvenlik ve adalet güvencesi veren anayasal hükümlerin gere­
ğince uygulanm am ası yüzünden m em nuniyetsizdi. Sonuçta kendi
91 A.g.e., s. 2 l9
92 A.g.e.. s. 2ı 8
93 A.g.e.. s. 219
94 A.g.e., s. 218
95 A.g.e.
96 A.g.e.
97 Tarihi Muhakeme, K. Sudi, od. (İstanbul 1919;, 63.
98 Takvimi Vekâyi. No. 360A, s. 218. Burada Nazırların davasından once görülen
Yozgat ve Trabzon davaları Kastediliyor, bkz aşağıda 103. notun metni.
99 A.g.e
481
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
ulusal emellerini gerçekleştirmek için fırsat kollamaya itildiler.”100 2)
“İttihadçılar, ırksal ve ulusal farklılık ve bölünmeleri kasıtlı olarak şid­
detlendirerek"01 Ittihadçıjara karşı olan herkesi üstü kapalı biçimde
İslam düşmanı olarak damgaladılar. Bu bağlamda, Karar Şeyhüîislam’ın “ İttihad’dan ayrılmak İslam’dan ayrılmak anlamına geliyordu"
şeklindeki ifadesine atıf yap ıyordu1TO
Asli müşterek faillerin mahkûmiyet ve cezalandırılmasında, Ka­
rar Ceza Kanunu'nun 45. (1. paragraf), 55. ve 170. maddelerini uy­
gulamıştı. İttihad'ın ve Kabine Vekillerinin en tepedeki liderleri, Talât,
Enver, Cemal ve Dr. Nazım gıyaplarında idama mahkûm edildiler.
Daha alt düzeydeki ittihatçılar ve diğer Kabine üyeleri 45. Maddenin
2. paragrafına göre suçlu bulundular. Mahkeme feri fail statüsünde­
ki sanıkları on beşer yıl ağır kürek cezasına çarptırdı. Eski Posla ve
Ticaret Nazırları beraat ettiler.
Yan Kararlar ve Yargılamaların Sonu
Kabine üyelerinin davalarında öne sürülen hukuksal tezler ve
uygulanan işlemler, özellikle Esas iddianame ve Ana Karar, bu dö­
nemde sürmekte olan diğer davar emsal oluşturmuştu. Tüm karar­
lardaki ortak unsur, tehcirlerin sürgün edilenlerin imhası için hazırla­
nan merkezi planı gizlemeye yaradığı bulgusuydu.1M Yozgat Ka­
rarı’nda belirtildiği gibi, bu olgu “hiç bir kuşku ve tereddüde yer
bırakmamıştır. Ayrıca, tehcirlerin ardındaki gerçek amaç, sanıkların
şahsen kaleme alarak imzalamış oldukları belgelerle (hatlı destiyle
100 A.g.e.
101 A.g.e.
102 A.g.e., s. 219.
103 Trabzon Karan, Takvimi Vekâyi, No. 3616, Ağustos 1919, 1—3; Yozgat. Takvimi
Vekâyi, No.3617, 7 Ağustos 1919,1-2; Harput. Takvimi Vekâyi, No. 3771, 9 Şu­
bat 1919. 1-2; Kâtibi Mesuller, No.3772.10 ŞuDat 1919 1-6; Erzincan, Takvi­
mi Vekâyi, No.3917, 27 Temmuz 1920, 5-6. Divanı Harbi Örfi işlemlerinin bir
kısmına, Tarihi Muhakeme'de (K. Sudi ed. 1919) yer verilmiştir.
462
TÛR KLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E A D A LE T ARAYIŞLARI
mükerrer vesika) kanıtlanmıştı.'04 Ayrıca, özgül Osmaniı ceza ka­
nunlarına (mal ve erzak yağm alama suçunu düzenleyen Ceza Ka­
nunu’nun 45. ve 170. maddeleri ile Askeri Ceza Kanunu’nun 171.
maddesi) dayanmasının yanında, aynı Karar, ‘ katliam, yağma ve ta­
lan suçtarıYıı mahkûm etmek için ‘ insanlık ve uygarlık” kadar, “ İs­
lam ’ın yüce düsturlarrnı da anımsattı.193
Daha sonraki esas karar gibi, Yozgat Kararı da ittihadçı
sanıkların “sadece yerel Müslümanlar arasında değil, genelde Müslümanlar arasında” Ermenilerin katledilmeleri için ajitasyon yapma­
larını eleştirirken, bu tür ajitasyonların büyük bir günah” olduğunu
belirtti.100 Yozgat Kararı, savunmanın masum insanların başka yer­
lerde sabotaj yapan ve diğer tür isyan eylemlerine kalkışan Ermeni­
lere karşı misilleme olarak öldürüldükleri tezini de reddetti.
Ermenilerin kışkırtmaları sorununa değinen Karar bu olayların suçun bü­
yüklüğüne gerekçe oluşturmayacak kadar önemsiz kaldığına işarel edi­
yordu. Ermeni halkının bir kesimi bu gibi eylemlere katılmış olsa bile,
halkın diğer bölümü gerçekte devlete sadakat göstermişti.... Böyle bir
akıl yürütme ne kanuna ne vicdana uygundur.107
Trabzon Kararı da “bütün Osmaniı unsurlarının onurlarım, hayat­
larını ve mallarının devlel görevlileri tarafından ayrım gözetilmeksi­
zin korunma ha kla rfn t vurgulayan "İslam'ın yüce ilkelerine ve O s­
manlI Medeni Kanunu'nun hükümleri”ni hatırlatarak, bu korumanın
devlet için birinci dereceden bir görev meselesi olduğunu vurgu­
lamıştı.1”
Mahkeme, buna karşılık Ermeni sürgünlerin genellikle
Karadeniz’e atarak katleden (bahra ilkû etm ekle boğdurup m ahv
ettikleri) "haydut çete lerfne teslim edildiklerini, kurbanların mülkleri
104 Takvimi Vekayı. No 3617. 7 Ağustos 1919. s. 2.
105 a.g.e.
106 a g e .
107 a.g.e.
108
Takvimi Vekayı. No 3616, 6 Ağustos 1919, s. 2.
483
ER M CM İ S O Y K IR IM I TAR İH İ
sistem li b ir şekilde yağ m aland ığ ım v e kad ınla rın birço ğ u n u n ırzına
geçild iğ ini b u lm u ştu .109
K âtibi M esullerle ilgili K a ra r’da sanıkların, “ E rm enilerin katliam
ve im hasını tertipleyip, Açgözlülük hırsı ve şahsi zen ginlik peşinde
koştukları, katliam la rın bu canice g ö revleri ha zırlayıp kolaylaştırm ak
am a cıyla İttihad v e Terakki M erkez K om itesi'nce, T eşkilatı-M ahsusa ’nın yard ım ıyla tertib ed ild iğ i" ya zılıyd ı,110
Ne var ki, suçlu bu lu nan la r için verilen hüküm ler, kovuşturm ayı
m otive etm iş ola n ce 2a adaletini sağlam a anlayışına çarpıcı bir
karşıtlık gö steriyordu. H a rpu t davasında, suçlu bulunan Teşkilat-ı
M ah susa 'n ın S iyasal Reisi Dr. Şakir, gıyabında idam a m ahkûm ed il­
m işti. T üm yan kararlarda, sadece nispeten iki küçük taşra m em uru
ve bir ja n d a rm a kum andanı Erm eni katliam ına katıldıkları için idam
edildi.11' C ezaların hafifliğinden söz eden İstanbul'daki İngiliz Yüksek
K o m ise r Vekili T u ğ a m ira l R ichard W ebb. "...c e z a la rın g ıya p la rın d a
109 a g .e .
110
Takvimi Vekâyi, No. 3772, 10 Şubat 1S19, 3.
111
İdam scülenlet şunlardı:
(1) Boğazlıyan Kaymakamı ve katliamlar anasırda Yozgal Mutasarrıfı. Mehnıed
Kemal. Takvim Vekâyi. No. 3S20.
(2) Erzincan jandarma Kumandanı Hayran baba lakaplı Abdullah Avm. Bu kişi,
önemli bir İttihadçı vo Edimo Kâtibi Mosul’u olan Abdül Gani'nin kardeşiydi. Tak­
vimi Vekâyi. No. 3&17. 27 Temmuz 1920. 5-6.
(3) Bayburt Kaymakamı, sonra Ergani, daha sonra Urfa mutasarrıfı, Behramza
de Nusrst. Takvimi Vekâyi, No. 3924. Damat Ferit rejiminin çökûşıi ve Kema­
lizm'in yükselişinden sonra, askeri Temyiz Mahkemesi. 7 Ocak I92 l'd e Nusrel
hakkmdaki 20 Temmuz 1920 kararını bozdu. Bkz., G. Jaeschkh, Türk İnkılâbı
Tanhi Kıonotojısi 1918-1623, 95 (1939ı. Kemal de Nusret de bu dönem de''mil­
li şehitleı” olarak ilan edildi. Jaeschke, “Beitrâge zur Geschichtc des Kampfes
der Türkei um ihre Unabhângigkei!." N S. Die Welt Des Islams 5: 16 6 (1958).
25 Aralık 1920'de Ankaıa rejimi Nusretlrı aiiesiııe maaş bağladı. Bkz. G. Jaesc­
hke. Türk. 9 5 .12) ve (3) gruplarda toplanan kişilerle ilgili bazı ayrıntılar için hkz.
F. R. Atay. Çankaya. (İstanbul. 1980), 225-26 ve 228-29. Tasviri E!Kâr gazete­
sinin başım çektiği bir bağış kampanyasıyla. Türk halkı Kemai'in ailesine 20.000
altın Türk Lirası toplamıştı.
484
T Ü R K L E R İN A S K E R İ Y E N İL G İS İN İN E R T E S İN D E A D A L E T A R A Y IŞ L A R I
ve yüzlerine karşı ya rg ıla n a n la r arasında, m üm kü n oldu ğun ca az
kan dö kece k şekilde na sıl paylaştın İdi ğını gö rm e k ilginç'' diyordu.*1*
K em a lizm P ad işa h h ü kü m e tin in yerini alm ak ü ze re o rta y a ç ık a r­
ken, bu d a va la r d iğ e r p e k ç o k d a va n ın sa d e ce küçük bir ke sim in ­
den ibaretti. 13 O cak 1 9 2 1 ’de D ivanı H arbi Ö rfilerin ta m a m e n fe s ­
hedilm esiyse, yargı yetkisi tabii askeri m ah kem e lere ia d e e d ilm işti.113
112
FO 371/4174/118392, dosya 267 (7Temmuz 1919 latihlı bilgi notu).
113
Fesih bir ilgili siyasi eylemler dizisinin parçasıyd. |1) 29 Nisan 1920 de Anka­
ra’daki yeni Kemalist Millet Meciisi'nc, Padişah'a bağlı İstanbul hükütrofinin
aldığı kararların ve çıkardığı kararnamelerin geçersiz sayılmasını isleyen bir ka­
nun teklifi sunuldu. (2) 7 Haziran 1920'de Ankara huküıneii 7 Sayılı Kanunu
çıkararak İstanbul hükümetinin, onun imzaladığı Antlaşma ve Anlaşmaların. İh­
lal G üçlerinin İsıanbul'u İşgal edip tam denelimini sağladıkları 16 M ail 1920 lanhmden itibaren geçersiz olduğunu ilan etti. (3) 3 Ocak 1921 'de, Kemalist Anka­
ra hükümeti Yozgat'ta (Ankara vilayeti) işlendiği iddia edilen yeni suçları yargıla­
mak üzere, Divanı Horbi Örfiler yerine kendi ialiklai Mahkemesi'ni kurmaya ka
rar verdi. (4) 25 Nisan 1922 de. Kemalisller sen Sadrazam‘m son Kabinesini Askeıi Mahkemelerin Kemalizm taraftarları anlamına gelen ‘1111111/61511611'' yargıla­
ma yetkisine sahip olmadığını ilan etmeye zorladı. (5) 6 Kasım !922'de İstan­
bul'da da geçerlilik kazanan Ankara kanunlarının ülkenin yeni kanunları olduğu
ilan edildi. (6) Nihayet. 31 Mart )S23'do sivil mahkemeler gibi, Divan: Haroi Örillerin suçlu bulduğu tüm mahkûmlar için genel af ilan etli. Jaeschke, Türk [n.
1 1 1 ). Tüm bu allı eylem sırasıyla kitabın 76, 80, 95, 128, 142 vc 148. sayfa
la m d a ayrı ayrı açıklanmıştır.
114
Ne var ki, bu savaş suçlularının çoğu Ermeniler "intikamcılar" tarafından iz le n il
infaz edildiler. Bu infazlar metinde artları geçen suçlanan helkesin kaçtığı Al­
manya ve Rusya'da gerçekleşti. Talât, 1b Mart 1921'de Berlin'de öldürüldü.
Onun "tehcirleri" başlatmasın: onaylanıp ailesine emekli maaş: bağlayan Anka­
ra’daki Büytik Millet Meciısi nin Talât'ı övdüğü söylenmişsin A, Ryan. The Last of
ihe Drogemans (Londra, 1951). D-, Şakir de yine Berlin'de 17 Nisan 1922'dc ö l­
dürülecekti. Cemal. 21 Temmuz 1922'de Tiflis'de vuruldu
Enver'in. Buhara
Emirliği'nde Komünist Gizli Seıvis’len Agabekol adında bir Ermeni ajanı ta­
rafından izlenerek. 4 Ağustos 1922*de çatışmada öldürüldüğü söylenmiştir Er­
meni Agabekof’un bu rolü bir Türk yazar tarafından da doğrulanmıştır, ihsan Il­
gar, "Ermeni Mesolesi," Hayal Tarih Mocmuast 11, 2, no. 11. (1 Kasım 1975):
78 Enver’in akıbeti ilgili literatür belirsiz olmakla birlikte, aşağıdaki kaynaklar
4Ü5
ERMFNİ SOYKIRIMI TARİHİ
İttihat’ın neredeyse bütün önemli sim aları, mahkeme önüne
çıkarılmadan önce Türkiye’den kaçmayı başarm ışlardı."* İkinci
plandaki diğer ittihatçılar ya gıyaplarında İdama mahkûm edilmiş
ya da hapis cezalarına garplınImışiardı. Bunların pek çoğu sonuç­
ta ya firar etmiş ya serbest bırakılmıştı. Sövres'i hükümsüzleştirip
o ru n yerini alan 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşm ası,1" sa­
vaş suçları ve katliam konularını dışta bırakacak şekilde imza­
lanmıştı. Bu Antlaşma 'ya VIII Sayılı A f ve Protokol Deklarasyonunun
öğreticidir: Esad Bey, Die Venchıvorung Gegen Die WeH (Bertin 1032); "Wie
Cer Klasservtampl im Emırat Bucfıara entsctıieden wurde. Frankfurter AHçememeZeifuncj(Frankfurt) (6 Şubat 1980), 9; Sovetagan liayasdaıı(Erivan, aylık
yayın), (Ağustos 1984). 8.
Şakir'in infaz edilmesinden on gün sonra, gene Berlin'e sığınan ve bir süredir
Enver ile birlikte Oatum da saklanmama olan Nazım, Kemalıstlerın öteki İtti­
hatçılar gibi anavatanda iyi karşılanması için yeni rejime uyum göstermesi ko­
şulunu kabul ederek Türkiye'ye geri döndü. Ama Nazım Mustafa Kemat'o karşı
sürekli bir eleştiri ve ajıtasyon çalışmasından vazgeçmemişti. Sonuçta Ata­
türk'e karşı ittihat ve Terakki bağlantılı bir suikast teşebbüsüne katılmakla suç­
lanarak, İstiklal Mahkemesi'nin kararıyla 26 Ağustos 1926’da Ankara’da idam
edildi. FO 371/11528/ES141. Ermeni komandolarının özenle planlayıp uygu­
ladığı bu sen infazlarda, sadece bir kişi yakalandı. Ancak Alman Ceza Mahke­
mesi, eski Sadrazam Tatal'ı Berlin'de terkip edip ötdüıdüğürıü itiraf eden sanığı
beraat ettirdi, Nuremberg Savaş Suçları Mahkemesi'ndo AB D Başsavcı
Yardımcısı Robert Kempner, bu olayı yorumlarken, sonucun " dünyanın dikka­
tini , özellikle uluslararası hukuk bakımından özellikle önem taşıyan bir gelişme­
ye çektiğim" belirtti. Bu dava hakkında yakında yayınlanacak (yazar taralından
yayına hazırlanmış dutumdaki) kitabın önsözünden. Suikast ve davanın
ayrıntılar için bk2 .. V. Dadrian, “The Maım Andonian Documents on the Wortd
War One Destructior. of the Otoman Armenlans -The anatomy cl a Genocide,"
International Journal o f Middle Easl Studies 18 (1986). 359, n. 113.) ( Prof. Dr.
V Dadrian Türk Kaynaklarında Ermeni Soykırımı, Toplu Makaleler Kitap 2,
Belge Yayınları, Çeviren Atilla Tuygan, İstanbul, Nisan 2005, I. Dünya Sa­
vaşı ‘nda Osmanlı Bmnrnilerinirı İmhasına ilişkin Naim-Andonian Belgeleri; Bir
Soykırımın Anatomisi.]
115 Lozan Antlaşması, 28 L.N.T.S. 12. 117 Rrit And For. St. Papers 543 American
Journal o f Intemattonal Lav/da yeniden yayınlanmıştır, 18 (Ek. 1324|: 1.
486
TÜR KLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TESİND E AD ALET ARAYIŞLARI
e klen m esi,"' Kemalizm üstünlük kazanması ve sonuçta Osmanlı
Imparatorluğu’nu sona erdirmesiyle birlikte, Ermeniler için uluslara­
rası hukuk içinde adalet arayışı kalmamıştı.
İç Hukuk Yollarıyla Yargılama Yapılmasının
Önündeki Siyasal Engeller
iç hukuk yollarına başvurarak ceza adaletini sağlama vaadi, ulus­
lararası çabaların başarısızlığa uğramasına yol açan aynı nedenler­
den ötürü gerçekleştirilemedi. Türkiye’nin ulusal egemenlik hakkında
ısrarı, AvrupalI Güçler’in yarım ağızla verdiği cezalandırma sözüne
ağır bastı. Ulusal egemenlik tezinin gücü, cürümün Türk uyrukları ta­
rafından gene Türk uyruklarına karşı Türkiye sınırları içinde işlendi­
ği ınevcul örneklerde özellikle güçlüydü. Ayrıca, bir ulus eski liderle­
rinin ülke içinde cezalandırılmasını gerekli kılan kolektif suçu kabul
etmekte genellikle gönülsüzdür. Bu ortamda, ceza davalarında çoğu
zaman daha büyük rol oynayan, adalet standartlarının savunulup
desteklenmesi gereğinin takdir edilmesi değil, gerek Türkiye’nin ge­
rekse Müttefik G üçlerin iç siyasal çatışmaları olmuştur.
Duruşmaların Hazırlık Aşamaları
Türkiye'deki ceza kovuşturmasının ilk aşamalarından itibaren
yapılan hukuksal işlemler Türk iç politikasından gelen baskılara ma­
ruz kalmıştı. İtibarını kaybetmiş İUİhad fırkasının gazeteci, entelek­
tüel, kamu görevlisi ve emekli subaylardan oluşan düşmanlan, fırka
t i 6 A.g.e.. M ilanı 1. maddede yer alır. Lozan'da İtilaf Guçlen'nin Ermenier için adalel sağlama Konusunda gösterdikleri zayıf çabaların başarısız kalmasını yorum­
layan bir yazar şöyle yazıyordu: "Barış Antlaşması'nca belirlendiği kadarıyla..
insani bakış açısından Ertnenilere yapılan muamele konusundaki hoşgörü şart­
ları. en büyük önemi taşıyan bir meseleye dönüşlü." Turilngton, "The Settlement
ol Lausanne,” American Journal of International Latr, 10 (1924) 699-700. Lozan
Barış Anılaşması nın öç maddesi F. Kandemir, İstiklâl Savaşında Bozguncular
ve Casuslar (İstanbul, 1924), 172-173'te basılmıştır.
487
FF1MFNI SOYKIRIM TARİHİ
liderlerini cozatandırmayı amaçlayan kampanyanın ön safında yer
alıyordu. Kendisi de İttihad düşmanları arasında olan Sultan bu giri­
şimleri teşvik ediyordu. Ayrıca, davaların en kritik döneminde (4
Mart 1919- 17 Ekim 1920), Ittihad'ın yeminli düşmanı Damat Ferit,
Sadrazamlık koltuğunda oturuyordu. Aslında, başlangıçta adaletin
yerine getirilmesi arzusu o kadar güçlüydü ki, Mütareke’yi izleyen ilk
birkaç ay içinde, kovuşturmanın zulme kapı açması tehlikesi belir­
mişti. İttihad tırkasının çeşitli şubelerinin yanı sıra karargâhı da
basılmış, içerdeki eşyalara ve kaçak liderlerin mal ve mülklerine el
konulmuştu.117 Bu sırada Padişah’a başvuran "önde gelen on siya­
setçi,” Ittihadçıların hızlı adalet önüne çıkarılmasını talep etmişler­
d i.” 5
Ne var ki, bu çabalar partizan ve sempatizanlarının devlet daire­
leri, Harbiye Nezareti ve özellikle polis içinde hâkimiyetini hâlâ koru­
dukları İttihad’dın kalan otoritesi ve etkisiyle büyük ölçüde dengelen­
m işti.” 9 Geçici olarak yeraltına indikten sonra, İttihad Osmaniı baş­
kentinin pek çok bölgesinde direniş hücrelerinden oluşan bir ağ kur­
maya başlamıştı. Dâhiliye ve Adliye Nezaretlerinde, Ittihadçıların kitit görevlere yerleştirdiği yetkililer, davaların hızını ve Önünü kesmeyi
117 M. Gökbilgin, Mitti Mücadele Başlarken, 1. Cilt (Ankaıa. 1959). 8-10. Takvimi
Vekâyi. Nc. 3462. Bu el Koyma eylemleri hakkında ayıı ayrı düzenlenmiş resmi
belgeler Tun aya, Türkiye'de [n. 34]2. cilt, 55-59'da verilmiştir.
118 S. Akşin İstanbul [r> 4). 151. Mesaj 23 Ocak 1919 tarihinde iletilmişti.
119
London T/mesln bir muhabiri, İttihadın Türkiye'deki teşkilat ağının ' neredeyse
olduğu gibi durduğunu’ yazmıştı. Times (Londra), I Ocak 1919 Amerikan Yük
sek Komisen Heck. Paris'teki A. B.D. BOyükelçiBği'ne gönderdiği raporda bu
gözlemi doğrutarkon, ‘ resmi görevlilerin büyük çoğunluğu hâla İTC (ittihat} örgü­
tü üyeleri” olduklarından yakınır. FO 6C8/342/B514 (Curzon memorandumu, ek
no.2. 8 Nisan 1919). Tüık yazar Göztepe de savunma Bakanlığı'nın, yani Harbi­
ye Nezareii'nin İttihadçı kaynadığını belirtmiştir. T M. Göztepe. Ösmanoğıtitarının Son Padişahı Suttan Vahdeddin Muiareke Gayyasında (İstanbul. 1969),
89. Mütareke'de Türkiye’de bulunan Bir Fransız tarihçi. Türk polisinin itlibadçılarla göbek bağı clduğunu ve aşırı legalizmm Osmaniı başkentindeki İti­
lafın Yüksok Komisorlerin' Türk polisine bağımlı kıldığını savunur. E. Pech. ies
aliıes el la Turouie (Paris. 1925), 25, 27.
488
TÜR KLERİN AS KER İ yENİLGISİNİN ER TES İN D E A D ALET ARAYIŞLARI
başarmıştı. Bu görevliler önemli belgeleri gizliyor, taşra yöneticileriy­
le iletişimi engelliyor, mahkemenin gizli ve çok gizli damgalı şifreli
telgrafların bulunm ası ve aslını uygun olduğunun onaylanması için
verdiği kararların uygulanmasını geciktiriyor ve kovuşturmaları ta­
mamen tıkıyorlardı. Üstelik çok sayıda önemli sanığın kaçmasına
da yardımcı olm uşlardı.'25
Zanlılar askeri hapishanede yargılanmayı beklerken. Mütareke
şartlarını uygulamakla görevli İngiliz askeri yetkililer, hazırladıkları
bir raporda şunları belirttiler:
Toplam sayıları 112 olan tüm tuiukluların Hapishane içinde dolaşm aları
ve gündüzleri kendi aralarında serbestçe görüşm eleri se'best. Girişte te­
sadüf' bi>‘ göz atm a dışında, hapishaneye girenler herhangi bir aram a­
dan geçirilmez. Yiyecek o duğu söylenen büyük paketlerin içeri sık sık
taşındığına tanık olabilirsiniz: ancak bunlar başka şeyler de olabilir.
Kadınların g ü ndüz istedikleri saatte içeri girm elerine seroesttir ve üstleri
asla aranm az.12'
Zanlıların bu ayrıcalıkları tutukluluk koşullarını da kapsayacak
şekilde genişletildi. Onlar, ceza davasından yargılanmayı bekleyen
120 Üst düzeyde üç Fırka liderinin de aralarında bulunduğu firariler Ermeni katliam­
larına ön planda katılanlardı: Trabzon Kâtibi Mesulü Yenibahçolı Nal. Erzurum
Murahhas Filibeli Ahmet Hilmi ve bölgenin Teşkilatı Mahsusa şeflerinden Ebuh;nfl! Cafer, Bu kişilere gemiyle kaçabilmeleri için gereken vesikalarhükümet ta­
rafından sağlanmıştı. Teşkilatı Mahsusa nın kalan liderliğinin döndürdüğü bu
iş­
ler arasında öteki önemli talilerin yardımıyla Harbiye Nezareti ne bağlı Beklrağa
Bölüğü’ndon firarların tezgâhlanması da vardı. Bunların arasında Altıncı Ordu
Kumandanı Halil. Ittihad Merkezi Umumi üyesi Kuçuk Talât ve Diyarbakır vilaye­
ti eski valisi Dr. Reşid de vardı. H. Ertürk, İki Devrin Perde Arkası S. Tansu od.
(İstanbul. 1957). 213, 326-27. Gene'al Halil’in 8 Ağustos 1919 tarihindeki firarı
Takvimi Vekiyi, No 3731'de yazılıdır. Tutuklanmasından önce saklanması ve fi­
rarının örgütlenmesi. Hali' Paşa, ittihad ve Terakkiden Cumhuriyet'e: Silmeysn
Savaş M. T. Sorgun ed. (İstanbul, 1972). 265- 280-82'de anlatılmıştır. Padişah'ın Halil’i yargılama emri Takvimi Vekâyı. No 3460'dedir.
121
FO 371/4174 (dosya 149), 28 Haziran 1919
489
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
zanlılara normalde uygulanan tecrit ve sıkı gözetime tabi tutul­
madılar. içerde bulunanlardan biri, anılarında, Kabine nazırlarının
geniş bir salonda toplanabildiğini, savunma stratejisinin tartışıldığı
bu tur toplantılara içerdekilerin espriyle hapishanenin “Kabine Kon­
seyi" oturumları dediklerini aktarır. Hatta Nazırlar danışmak için Dâ­
hiliye Nezareti Hukuk Müşaviri Osm an’ı bile davet etmişlerdi.122
Davalar
Görünürdeki iyi niyetlerine rağmen, Türk mahkemelerinin Erme­
ni soykırımı zanlılarını kovuşturma gücü eksikti. Bu zayıflık savaş
sonrası hükümetin nispi etkisizliğini de yansıtıyordu. Mağlup bir ulu­
sun çıkarlarını temsil etmesi beklenen hiçbir hükümet güçlü olamaz;
tersine, en fazla bir şok emici işlevi görebilir. Suç isnadında bulunup
ceza vererek, Türk Divanı Harbi Örfilerinden askeri yenilginin yıkıcı
iç sonuçlannı “duygusal boşalma” yoluyla hafifletirken, bir yandan
da galipleri yatıştırmaları bekleniyordu. Dolayısıyla, bunlar o günkü
durumun gereği, isnat edilen suçlarda yargının iradesini zayıflatma
eğilimi yaratan bir konumda yer atmışlardı
Genelde, hukuka ve maddi delillere sımsıkı bağlı kalmaya zoılanmadıkça, hiçbir ulus, mezalime katılma suçlamaları karşısında hem
kendisini tarafsız olarak yargılayamaz hem doğrudan ya da dolaylı
122 A. Yalman, Yakın [n. 9), 339-41.
123 Esnek adalet lam zıt yâre de kayabilir. Diktatörlük yetkilerine sahip çok güçlü bir
hükümet, hukuksal katılığın kovuşturmayı korkutmaya dönüştürmesine neden
olabilir. Savaş zamanı hükümetleri yapıları gereği, böylesine sınırsız ya da he­
men hemen sınırsız yetkilere sahiptirler. Savaşlar} sonra Divanı Harbi Örfiler ne
kadar zayıf kalmışsa, savaş sırasında diklatör İttihad rejiminin tam desteğine sa­
hip otan ayın kurumlar o kadar güçlüydü. Hatta vatana ihanette suçlanan çok
sayıda Erment'yı hukukun adil yargılama ve usulünce del» toplama gibi en temel
ilkelerini hiçe sayarak idam etmek için göstermelik davalar tezgâhlayacak kadar
güçlüydüler (Elbetto. yargısız infaza kurban gidenler çoğunluklaydı). Amerikan
Sefirt Morgenthau, hatıralarında “yargısız halka açık darağaçları kurulduijırndansöz eder. Ambassador(r>. 52i, 3 » .
490
TÜRKLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ER TES İN D E A D A LET ARAYIŞLARI
olarak mahkûm edemez.124 Bu eğilim, çoğu zaman Türk Divanı Har­
bi Örfi davaları sırasında ortaya çıkmıştır. Örneğin, Türk Askeri Mahkemesi'nin sadece küçük bir memurun idam cezasına çarptırıldığı
nispeten hafif Yozgat Karan'mn ardından, kapatılan ittîhad fırkasının
Kâtibi Umumisi Karar'ın öfkeyle, "Hükümet ve M ahkeme’nin kendi
124 20 Mayıs 1919'da, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müşaviri kendi tutanaklarında
“Türk mahkemelerinin yetersizliğine ve “Türk adaletinin kullandığı Gitbertvari (W.
S. öilbert: İngiliz komik opera yazarı) yöntemlerimle değindi. FO
371/4173/76582. Dosya 380. 21 Mayıs 1919’da İngiltere Dışişleri Bakanlığı,
“acele" damgalı bir telgrafla Paris'teki Dışişleri Bakam Balfouc'a, Türk Divanı
Harbi Örfi işlem/erinin Türk yetkililerin tatminkâr sonuçlar sağlama yetenekten
hakkında ciddi kuşkular doğurduğunu..." belirliyordu. FO 371/4173/77213, dos­
ya 388.27 Mayıs 1919'da, bir İngiliz Dışişleri bakanlığı uzmanı Da FO [Hariciye)
belgesinin kenarına, ‘Türklerin adaletten anladığı tek şey. havanda su dövmektir' diyo yazmıştı. FO 371/4173/30105. dosya 419. 10 Temmuz 1919'da Müste­
şar Vekili Tilley. Kraliyet Hukuk Uzmanlarına gönderdiği bir raporda şunu belirt­
ti: “(zanlıların) büyük çoğunluğu ya kararlan temyiz mahkemesince bozulmuş ya
kefalette salıverilmiş ya da beraat etmiş ya da firari kaçan kişilerdir.” FO
371/4174/129660. dosya 430/2. I Ağustos 1919'da İstanbul'daki İngiliz Yüksek
Komiserliği. I ondra’ya Tüıkiye’nin konumuyla ilgili tarihi bir eleştiri yaparak şun­
ları bildirdi: "Bir fars olduğu ortaya çıkan Türkiye'deki Divanı Harbi Örfi dava­
larının hem bizim hem de Türk hükümetinin prestijine zarar veriyor." FO
371/4174/118377, dosya 258. 21 Eyfüt 1919’da, İngiHefS Yüksek Komiseri Ami­
ral Robeck, Dışişleri Bakanı Curzon'a, Divanı Harbi örfi’nin işlemlerinin “pek çok
bakımdan tatminkâr olmayıp, dağınık kaldığım;... itiiaf Güçleri arasında iigi ko­
nusu olan tehcir ve katliamların sorumlularını belirleme niyetinde bile olsa, baş­
tan ölü doğmuş bu yargılamaların bulgularına hiçbir şekilde güvenilemeyeceği­
ni... genel görüşün artık genel olarak Divanı Harbi Örfiden pek btr şey beklen­
meyeceği olduğunu..." söylemişti. FO 371/4174/136069, dosyalar 466,469-70.
17 Kasım 1919’da, Koramiral de Robeck. Curzon’a Tü rk Divanı Harbi Örfisi
nin... hiç etkili olmadığını. Başkanı ve üyeleri sürekli değiştirilen Mshkeme’nin
artık tam bir fars hakline geldiğini bir kez daha tekrarlayacaktı. FO
371/4174/15872, Dosya 524. Bu netice Divani Harbi Örfilerin başlar başlamaz
Osmanlı başkentindeki ABD Yüksek Komiseri low is Hock tarafından beklenmişti. 7 Şubat 1919 tarihli telgrafında, Heck ‘ işlemtenn tipik olarak baştan savma yü­
rütüldüğünü ve mahkemenin tutumunun... sağlam ya da hızlı bir adalet sağla­
ma eğitimine sahip olmadığını" yazmıştı.
491
EBMENJ SOYKJBIMI lAHIHI
kendisini ve Türk ulusunu mahkûm etmesi" anlamına geldiğini söy­
lemişti.'*5 Ankara Hükümeli’nin brr Başbakam'na göreyse, bu Karar
“kendi hükümetimizin suç ilirafı ve belgesi'ydı.126
İstanbul davalarının sönuçsuz kalması, Türklerin Müzeliklere
karşı giderek artan meydan okuyucu tavrının da yansımasıydı Bu
meydan okumanın kaynakları milliyetçiliğe ancak kısmen atfedilebi­
lir. Bunların izini, daha çok muzaffer Müttefiklerin kararsızlığında bu­
labiliriz. M üttefiklerTürkiye’nin tamamını işgal ötmeyerek, devlet sis­
temini olduğu gibi bırakmış, dolayısıyla Türklerin egemenlik hak­
larını üstü kapalı biçimde tanımışlardı. Ayrıca, hem barış antlaş­
masının, hem de savaş suçlularının İtilal mahkemelerinde yargılan­
m ak üzere teslimini öngören antlaşma şartlarının imzalanmasında
sürekli gecikmeler olmuştur. 8u durum zanlıların gözd9n kaybol­
masına, tanıkların dağılmalarına, suç delillerinin kaybedilmesine ya
da ulaşılmaz hale getirilmesine ve mezalim konusunda kamuoyun­
da savaştan hemen sonra yaşanan şokun ve gerilimin ortadan ne­
den olmuştu. İtilaf Güçleri, Mütareke Anlaşm ası’nda yer vermoyi ih­
mal ettikleri cezai müeyyideleri. Versailles ve Sevres Antlaşma­
larının maddelerine soktular. Zaman zaman G üçler’in savaş sonrası
Türkiye’si üzerindeki etkilerinden neredeyse gönüllü olarak vazgeç­
tiklerini gördük. Örneğin, İngiltere “savaş halinin hâlâ sürdüğüne
bakmadan. 100,000’den fazla savaş esirini., hiç bir şart öne sürm e­
den Anadolu’ya” geri göndermişti.127
İngiltere Yüksek Komiseri Thomas Holıler, aynı soruna değinirken
Londra’ya şunları yazmıştı: “Barış yapıp kendi koşullarını dayatma­
dan, itilaf’ın askeri güçlerinde bu kadar büyük bir indirime gideceği
hiç aklıma gelmemişti. 'Miğferini bağlamanın en uygun anı, savaşın
125 M. Bteda. İmparatorluğun Çöküşü, (İstanbul, 1979) 2.
12b Bkz., F. Okyar. Üç Devirde Bir Adam. 280 C. Kutay, ed., (İstanbul, 1980ı. Bu du­
tumla Alman örneği orasında hiçbir paralellk yoktur; zira Lsipzig davalarında hiç­
bir idam cezası çıkmadığından, Almanya’da Denzer tepkiler için gerekçe yoklu
127 FO 371/C509, dosya 130 (İngiliz General Haırington Savaş Bakanlığı na 982
ho’lu şifreli le g ra l.
492
TÜRKLERİN ASKERİ YENİLGİSİNİN ERTESİNDE ADALET ARAYIŞLARI
sona erdiği andır1diyen eski Japon atasözündeki ilkenin tam tersini
yapıyoruz.’” 28 Bir başka İngiliz diplomat hayal kırıklığını şöyle ilade
etmişti: "Mısır’da seröest bırakılan çok sayıda Türk savaş esiri T ür­
kiye'ye dönmüştür. Bu kişilerin Anadolu'da Yunanlılarla savaşan Kuvayi Milliye’ye katılmasını engellemek için hiçbir çaba göstermeye­
rek. Mustafa Kemal’e usta askerlerden oluşan büyük bir kuvvet sağ­
lamış olduk.125 Mondros mütarekesi görüşmelerinde Türklerin baş
müzakerecisi, deniz kahramanı Yüzbaşı Rauf’un elde ettiği Mütare­
ke şartlarının "Türkiye için çok elverişli" olduğunu söylediği bildiril­
miştir.130 İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck, Türkiye’nin pasifize edilip barışa zorlanmasının en güvenilir yolunun “sadece işgal
ordusu” olduğunu düşünüyordu.131
İtilaf Güçleri’nin iç anlaşmazlık, çekişme ve rekabetleri Türklere
cesaret vererek, Mütareke şartlarına burun kıvırmalarını kolay­
laştırdı. Mütareke’yi izleyen altı ay içinde, İngifiz, Fransız ve İtalyanlar zıt hedefler peşinde koşarak, çoğu kez birbirinin girişimini
zayıflattılar. Fransız ve İtalyanlar, önce gizliden gizliye, sonra da
açıkça Ankara’daki düşman Kemalist Hükümeti desteklomeye başla­
yarak, İstanbul hükümetinin ve Padişah’ın yok oluşunu hızlandırdılar.
Bu diplomatik girişimler adalet dağıtma sürecine zarar verdi. Bu faali­
yetlerin sonuçları hakkında Dışişleri BakanlığıVıa ve dolaylı olarak,
İstanbul’daki İngiltere Yüksek Komisyonu'na fikir verirken, İngiltere
Başsavcısı şöyle demişti: “Sevres Antlaşması’nın 230. Maddesi’ne
göre oluşturulacak mahkemeye Fransız ve İtalyan Hükümetlerinin
katılmayı kabul etmeleri ihtimali yoktur.’’132 Böylece ingilizlerin eli ko­
lu bağlanmıştı.
120
P. I lelmrich, From Paris to Sevres (Columous, OH, 1374,), 236.
129 R Graves. Storm Canlers o l the Near East iConstantinople. 19331, 328.
130 3. Şimşir, Malla Sünjû7ter/(İstant>ul, 1976), 18-19. A. Allrep, "A State ol VVıelcheness and l/npotenne’ A British View cf İstanbul and Turkey. 1919” tntem atnnal Journal o ! Mıodie East Studies 9 (1978): 6.
131
A Altıcp, "A State ol Wretcheness and ‘m potenco’ A Brrtish Vterv ol İstanbul
andTurkey. 1919” International Journal o l Mıodie East Studies 9 <1078): 6. FO
371/6509. Dosya 29, No. 851.
132 FO 371/6509. Dosya 29. No. 851
493
ERM ENİ SOYKIRIM I TARİHİ
İtilaf GüçJeri'nin Türkiye'nin yeni ulusal politikasına rıza göster­
diklerinin ortaya çıktığı son eylemleri, Lozan Barış Antlaşması’nı im­
zalamaktı. I. Dünya Savaşı sırasında ciddiyetle ilan edilen ve
çatışmaların sona ermesiyle birlikte tekrarlanan adaletin yerine ge­
tirilmesi ilkesi, savaşın ertesinde unutulmuştu.
494
Kısım V III
SOYKIRIMIN YURTDIŞI N A TA Ş IN M A SI i
RUSYA ERMENİLERİ HEDEFTE
19
Rusya Ermenistam’na Karşı
İttihadçı Baskı
olşevik Oevrimi’yle birlikte 1917-18’de Rus ordusunun çöküşü,
B
Türkiye'nin doğu vilayetleri ve Transkafkasya'nın askeri, siyasi
ve ekonom ik koşullarını korkunç değiştirm işti. Devrim in henüz baş­
lamadığı dönem de, Türk III' üncü O rdusu {ya da ondan geriye ne
kaldıysa) bir dizi m uharebede yaşadığı yenilginin ardından, Türki­
ye’nin doğusunda geniş toprakları Ruslara bırakırken, uzun bir yol
kat ederek Sivas vilayetinin çevresine geri çekilm işti. Böylece bu or­
du üç yıllık yıpratıcı bir savaştan sonra yenilginin eşiğine gelen im ­
paratorluğun Aşil topuğu olmuştu, Patlayan Rus devrimi, tarihin T ür­
kiye'nin kapısındaki büyük felaketten kurtulm asına yardım eden sür­
prizlerinden biriydi. Daha önemlisi, Türk ordusuna yeniden teşkilat­
lanıp kaybettiği topraklan geri kazanmak ve halta daha doğuya iler­
lemek için — geçici ateşkesi ihale ederek — yeni bir taarruza girişe­
cek kadar kendisin? toplamasına da imkân vermişti. Bir yandan, Rus
Kafkas O rdusu’nuo çöküşü ve dağılışının ertesinde askeri m anzara­
da ortaya çıkan boşluk, öte yandan, ittihadçıiarın panturanizm he­
defleri, birlikte Türkleri Transkafkasya istilasına iten faktörlerdi.
Bu taarruz harekâtını yürütürken (1918 ilkbahar ve yazı), Kaf­
kas Ordular Grubunda yeniden tertiplenen İti' üncü Ordu bir kez
daha genişletilip yeniden yapılandırılarak Şark Ordular G rubtfm
497
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
dönüştürülmüştü. Eski III’ üncü Ordu Kumandanı Vehib Paşa'nın ye­
rine Harbiye Nazırı Enver'in amcası Halil (Kut) atanmıştı. Yeni Şark
Ordular Grubu dört all-birlikten oluşuyordu. I) Vehib Paşa’nın ağabe­
yi Esad Paşa’nm kumandasındaki lir üncü Ordu. 2) Harbiye Nazırı
Enver’in kardeşi, 27 yaşındaki Fahri Ferik (Korgeneral ) Nuri
{Kıllıgit’in} kumandasındaki Kafkas İslam Orduları. 3} Şevki Paşa’nın
kumandasındaki IX' uncu Ordu. 4) Ali İhsan (Sabis) Paşa kuman­
dasındaki Vl’ıncı Ordu. Bu ordu eskiden, şimdi bütün Şark Ordular
Grubu'nun başındaki Halil (Kut’un) kumandası altındaydı. Yeni Türk
taarruzunun ilk hedeflerinden biri, Rusya Ermenistanı da denilen
Transkafkasya’dakt Rusya Ermenilerinin yaşadığı topraklardı. Sa­
vaş döneminin zorluklarının biriken etkisiyle birleşen Çarlık rejiminin
çöküşü ve ardından gelen bölgenin genel ekonomisindeki parçalan­
ma, Rusya Ermenistanı’na ağır bir ekonomik darbe vurmuştu.
Ayrıca, Bolşevizmlin doğuşu ve Kafkasya’ya yayılmasından kaynak­
lanan kargaşa ve toplumsal huzursuzluk krizi derinleştirecek kadar
büyüktü. Ama bir başka kriz daha vardı ki bunun ağırlığını sadece
Ermeni halkının hayatta kalmasının önünde beliren tehlikelerin bü­
yüklüğü aşabilirdi.
Bu diğer krizin kaynağı, kitle katliamından kaçarak Rusya Ermenistanı’mn komşu bölgelerine sığınan tahmini 300.000 kişinin sağ
kurtulduğu Türkiye’deki savaş dönemi soykırımıyla doğrudan ilişki­
liydi. Bu kitle sığındığı Erm enistan’ın genel açmazını da
ağırlaştırmıştı. Dayanılmaz yoksunluklar içindeki bu insanlar efenize
çıkışı olmayan Rusya Ermenistanı’nın dört bir yanını saran açlık ve
hastalık pençesinde günden güne tükeniyordu. Kısaca, bölgenin Er­
meni ahalisi ölüm kafim meselesine dönmüş olan krizin pençesindeydi.
İncelenip değerlendirilmesi gereken zemin, Türk ordularının is­
tilasının soykırımcı etkisi ve sonra büyük ölçüde Ermenilerin işgali
altındaki Transkafkasya topraklarını ele geçirip işgal etmesidir. Bu
askeri girişimin öne çıkan iki özelliği özel dikkati hak ediyor. 1) 1918
yılında bir ölüm makinesi Türk ordusunun rolünü ele alan aşağıda­
ki betimleme, Osmanlı ’nm imparatorluk Ermeni ahalisini ordunun
işlevsel etkinliğine başvurarak imha etme mirasının ağırlığını vur498
SOYKIRIMIN YURTDİŞİNA TAŞINMASI. RUSYA ERMENILERİ HEDEFTE
gülüyor.1 2) Bu rolü doğrulayan kaynakların niteliği olağandışı önem
taşır, çünkü bu kaynaklar Türk düşmanlarıyla, tarafsız gözlemciler
ya da seyircilerle değil, Türkiye'nin iki siyasi ve askeri müttefiki, ya­
ni, Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
kampıyla ilgilidir. Bu kaynaklar Türk muhataplarını gözden düşür­
mek için numara çevirmeyi ne arzu edebilir ne kaldırabilirlerdi. Za­
ten ortaklarının adını lekelemekten çok, korumak boyunlarının bor­
cuydu. Ne var ki, kendilerini hükümetlerini aksi yönde bilgilendir­
mekle mecbur olmasa bile yükümlü hissediyorlardı. Ayrıca, “hizme­
te özel” ve "gizli” raporları kurum içi, dâhili amaçlıydı; o sırada halka
açıklanması beklenmiyordu. Bu kaynakların sırf bu yönü bile, üstü­
ne üstlük resmi damga da taşıyan söz konusu raporların büyük öl­
çüde güvenilir ve doğru olduklarına işaret eder.
Aşağıda üst düzey bir Alman diplomat gibi, locus in quo* (ç.n
o/ay yeri) görevli yüksek, rütbeli Aiman ve Avusturya askeri yetkilile­
rinin raporlarından elde edilen uygun alıntıların bir derlemesini bula­
caksınız. Hepsi Rusya Ermenîstam'ndaki Türk işgal kuvvetlerine ku­
manda eden Türk generallerin, Osmaniı Ermenilenne yönelik
soykırımı Rusya Ermeniierine de taşıma eğilimine sahip olduğu ke­
sin yargısında birleşirken, kararları tutarlı olduğu gibi apaçıktır da.
En üst düzey Alman askeri ve sivil otoritelerinin Türk müttefiklerinin
soykırımcı eylemlerini yalnız ortaya sermeyip, içtenlikle kınama­
larının nedenlerini değerlendirirken, savaşın sonuna doğru ittifakın
dokusunda küçük değişikliklerin betirmesi gözden uzak tutulmamalı.
Transkafkasya üzerindeki karşılıklı uzlaşmaz planları arasındaki ke­
sin zıtlıklar ve özellikle Bakû’deki zengin petrol yatakları üzerinde
hak iddiaları nedeniyle, savaş döneminin Aiman ve Türk liderleri birbiriyle didişmeye başlamıştı. Bu hayati olgu Almanların Türkiye’nin
itibarıyla ilgili kaygılarının büyük ölçüde azalmasının yanında, Türkterin Ermenileri imha etme planlarını görmezlikten gelme ya da ses­
1
Vahakn N. Dadrian, “The Role ol the Turkish Military in Ihe Destructlon of Ottoman
Armenians: A Study in Historicat Continuitie!!' Journal of Polilical and Military Sociology20 (Kış, 1992): 257-286.
499
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
sizlikle geçiştifm e baskısını üzerlerinde daha az hissetmelerine yol
açtı. Ani hayal kırıklığı ya d a çatışma deneyimi, perde gerisindeki bir
gizleme eğilimini her şeyi ortaya dökmeye dönüştürmekte bir katali­
zör görevi gördüğü anlatılm ıştır.
Alman Askerlerinin Tanıklığı
Otto von Lossow. Tümgeneral, Askeri ataşe; Mart 1916-Eyltil
1918, "Almanya'nın Türkiye Tam Yetkili Askeri Temsilcisi/Elçisi";
Mayıs 1 9 !8 ’de Safum Konferansı Almanya'nın Temsilcisi. Türk or­
dusunda görevli: 1911-1914:
Türkler 'Transkafkasya’daki Ermenilerin de toplu im hasını" başlatmış
durum da ( Völlige A usrottung der A rm enier auch Transka ukasien f ''Sü­
rekli tekrarladığım gibi, Türk politikasının am acı, Erm eni mahallelerinin
m al ve m ülklerine el koyup, Erm enileri im ha ölm ektir’ {A u s ro ttu n g )3 "Ta­
lât'ın iktidar partisi tüm Erm eniteri ortadan kaktırm ak istiyor {aile A rm eni­
e r ausrotten m il.>. sadece Türkiye'dekileri değil. Türkiye dışındakileri
de.”4 Transkafkasya Erm eni milletinin kalıntılarını "tam biı kuşatma
altına aldıktan” {völlige Abschliessung) sonra ■
‘ Türklerin bütün Ermeni
ulusunu açlıktan öldürm e niyeti taşıdığı (A bsicht) apaçık” IJiegt klar zu
T a y e f "B urada, Tiflis’le bana gelen tüm raporlar tem elinde Türklerin he­
definin şim diye kadar sağ bıraktıkları birkaç yüz bin E rm e n iy i... siste­
matik biçim de im ha etm ek olduğuna hem en hem en hiç kuşku yok." (dre
Türken system aiiaclı da ra u f ausgehen... a u s z u ro tte n if
2
German Foreign Minislry Archives 4 4 Türkei 183/51 A20698, May 15, 1918.
İlk raporu.
3
A. A. Türkei 183/51, A21877, 23 Mayıs 1018.
4
Oeutsches Zentralarchıv (Potsdam) Bestand Reichskanzlei No. 2458/9. Biati 202,
3 Haziran 1913 rapor, s. 2.
A. A. Türkei I83/53/A32123. 10 Temmuz 1918.
A. 4. Türkei 183/53, A31345, 11 Temmuz 1918.
5
6
500
SOYKIRIMIN YURTDIŞIMA TAŞINMASI'. RUSYA ERIUENIIERI HEDEFTE
Friedricb Freiherr Kress von Kressenstein. Tümgeneral, Tem­
muz 1914. Türk Erkânı Harbi Umumiyesi Harekât Şubesi Başkanı;
daha sonra Suriye ve Filistin’de görevli Türk IV'üncü Ordusu'nun Er­
kânı Harp Başkanı; Eylül 1917, Filistin 8 ’ınci Ordusu Kumandanı;
Haziran 1918, Kalkasya'daki Alman İmparatorluk Heyeti Başkanı:
Türklerin Erm enileri yok etm e kararlılığı düşünülürse, katliam lardan k i­
m in sorum lu olduğuna hâlâ kanıt gerekliym iş gibi. Türklerin açlığa seb e­
biyet verm e poliıikasınm kanıtları apaçıktır" [ein zu augentantger Bewe-
is für den Vernicbtungsmilen der Türkei gegenüber dem armenischen
Element... als dass nocb Zweıfel darüber bestehen konnten aui wen die Massakres zurückzulü/ıren sind].7 Türklerin amacı... oldukça açık
Türk Generali Esad sudan bahanelerle yardım etm eyi reddediyor.8 M er­
kezi G ü ç le rin Tiirkler üzerinde en güçlü bask- uygulam ası acil bir insa­
ni gerekliliktir. Türklerin tım e n ile r karşısındaki politikası açıkça çizilm iş­
tir [2eichnet sich klar ab], Türkler, Ermenileri im ha etm e niyetlerinden
hiçbir şekilde vazgeçm em iştir [ibre Absicbt.. auszurotten], S alt taktikle­
rini değiştirm işlerdir. Ne zam an Ermeniler kendilerini toparlasalar, yeni
saldırılara girişm e bahanesi yaratm a um uduyla kışkırtılm ışlardır” [Man
reızt die Armenıer, wo nur ırgend möghch, man provozıert sie in der Hottnung dadurch einen Votv/and zu neuen Angriifen... zu erhalten].s
Kurmay Başkanı olduğu IV’ üncü Ordunun Kumandanı Cemal
Paşa ile bitlikte seyahat ederken, tanık oldukları tehcir sahneleriyle
ilgili olarak, Büyükelçi Metlernich, paşanın ruh halini kendisine
yazdığı bir mektuptan çıkardığım anlatmıştı: "Ermeni Dehşeti’nin
korkunç sahnelerinin anılarının belki de tüm hayatı boyunca gözle­
rinin önünde gitm eyeceğini yazmıştı paşa” { die schauderhaften Bilder des Armenıerelends ibn wohl sein Leben lang nicht verlassen
wûrde).10 Aşağıya aidığım ız çok kapsamlı raporda, G eneral Kress,
7
8
9
10
A.A. 4. Türkei 158/21. ASİ 679. 13 Temmuz 1918.
2
Deutsckes in. <1| Blatt 287, 31 Temmu 1918.
A. A. Türkei 163/54, A34707, 5 Ağustos 1918.
A. A. Türkei 103/40, A3C483.
501
EDMENİ
SOVKiniMİ TARİHİ
Türk sivil ve askeri yetkililerin Osmaniı Başkenli’ndeki üstlerine Er­
menilerle ilgili raporlarında "akla hayale gelmeyen" dezenformasyon
yöntemlerine başvurduklarını vurgular. "Binlerce insanının öldürül­
mesini haklı göstermek” için uydurulan “askeri mecburiyet,” "muha­
bere ve ikmal hatiarımıza tehdit'' ve “diğer benzer bahaneler” gibi
beylik lafları alaya alır. Kafkasya’daki AvusturyalI diplomat Georg
Freiherr von Franckenstein ite birlikte imzaladığı ek bir deklarasyon­
da, Türk generalleri Esad ve Şevki, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın
kardeşi Nuri'yi Rusya Ermenistan'ı hakkında “çarpık bilgiler" (entstetlte Mekfungen) yaydıkları için azariamışlardı. “Ermeni sürgünferin hiçbir katliam tehlikesi olmadan geri dönebildikleri açıklam a­
larının yanlışlığı (unwahı) ortaya çıktığında, General Esad'in kalleş­
liği [Hinterhâltigkei{\ de orlaya çıkmıştı.”"
Yarbay Paraquin, Ernst. Şark Ordular Grubu Kumandanı Gene­
ral Halil (Kut'un) Erkânıharp Reisi:
15-17 Eylül 1918 B akû K atliam ı’yîa ilgili raporu, Tüıkiye E rm enilerinin ve
sonradan Bakû E rm enilerinin im ha edilm esini ağır suçlam alarla dolu bir
dille ortaya koym uştu. Bu ikinci katliam için, Paragum Türk kum andan­
ları, özellikle de B akû y e ilerleyip şehri işgal eden İslam Ordusu Kum an­
dam E nver'in 27 yaşındaki kardeşi G eneral Nuri ve am cası H alil’i suç­
lamıştır. P araquin’e göre, 5'inci Tüm en Kum andanı ve B akû Ş ehir İstih­
kâm ından sorum lu Tü rk G eneral Mürsel, ona şeh ir Tü rk ordusu ta­
rafından ele geçirilir geçirilm ez, Tatarların Ermenileri katletm e planlarını
olduğunu ha ber verm işti. Am ansız katliam dan sadece üç gün sonra, Pa~
raguin tarafından önceden uyarılm ış olan Tü rk Kum andan Harbiye
Nazırı E nver P aşa’nın kardeşi sıkıyönetim ilan etti, Türk Kum andan g e r­
çekten de Tatarlara intikam alm a fırsatını sunm uştu. Bu görüş açıkça ve
defalarca ön e sürülm üştü [die vieilach often ausgespmchane Ansirht)
“Kıyım [Gemetzei] haftalar öncesinden söylenm işti" ve askeri operas­
yonların 'la k tik evreleriyle hiçbir ilişkileri yoktu” [ohnc /eden Zusammot
hang mit taktisehen Vorgângen], Bu kıyım , 17 Eylül 1918’de b ir teftiş ge­
zisinden dönüşünde, Alm an Erkarı-ı Harp R eisine: “Haklısınız. Şehirde
11 A.A. Tikkei 183/S4, A39244. 3 Eyliil 1918.
502
SOYKIRIMIN YURTDIŞINA TAŞINMASI: RUSYA ERMENİLERİ H E D E F İ E
durum feci Kim se bunu inkâr edem ez” [...İst es schrecklich zugegan-
gen. Man kann es nich leugnen] diyen bir Türk binbaşı tarafından da
doğrulanm ıştı. Paraquin, en sonunda Bakû katliam im protesto ettiği için
Halil Paşa tarafından görevinden alınm ıştı.
Yarbay Emst Paraquin, savaştan sonra Berlin’de bir Alman gazete­
sinde iki kısımdan oluşan bir makale yayınlamıştı. Aşağıdaki alıntı 1.
Kısım’dandır.
İkiyüzlü b ir öfke içinde [geheuchelter Entnüstrung} Türk hüküm eti Erme­
nilere karşı tüm barbarca davranışları inkâr ediyor. Anadolu'nun Ruslar
tarafından tahliye edilm esi, aynı zam anda Rusya Ermonilerini de tem iz­
lem e için beklenen fırsatı sunmuştu... E rm enilere karşı im ha kam pan­
yası korkunç bir acım asızlıkla... sürdürüldü.’ 2
En önemlisi, Doğu Teşkilatı Mahsusa'nın reisi ve I. Dünya Savaşı
Ermeni Soykırmm’n ır baş mimarların arasındaki Dr. Behaeddin Şakir’in 1918 Eylülünde Bakû’yü ele geçiren Halil’in ordusunda Umumi
Emniyet Müdürü olarak görev yapmasıydı. 1 5 -17 Eylülde şehrin Er­
meni ahalisinin katledilmesini tetikleyen bu işgal olm uştu.'3
General Erich Ludendorf, Alman Yüksek Komutanlığı Kurmay
Başkanı 1916-1918:
Türkiye K afkasya’da bir cinayet ve yağm a savaşına girm iştir.'4
12 Pdraquinln sağladığı Bakû katliamının ayrıntıları A A Tütkei 183/54, 26 Eylül
19l8'de. Osmanl. Karargâhı Umumisi Birinci Yamaşkanı General Seeckt’e rapor.
Soykırımın Rusya Ermenistanı na genişletilmesiyle ilgili ikinci açkiama “Politik im
OrienV'dodrr, Bertiner Tageblatl. İki kısım halinde 24 Ocak ve 28 Ocak 1920 Kul­
lanılan alıntı 24 Ocaktandır. İçeriğe ilişkin özel A A TOrkeı 158/24, A1373’de bu­
lunur.
13 Murat Çulcu. Ermeni Entrikalarının Perde Arkası “Torlakyan Davası” (İstanbul,
1990). 240.
14 E ridi Ludendorf, Ürkenden der Ot&rsten Heeresieilung iıber ihre Tâligked.
1916-18 (Yüksek komutanlığın Faaliyetlerine İlişkin Belgeler 1916-18). (Berlin,
1922). 500.
503
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Feldmareşal Paul von Hindenburg. Alman Genelkurmay Başkanı.
(1916-1918):
Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün topraklarında ortaya çıkan ve savaşın
sonunda Transkafkasya'nın Ermen kesimine de yayılan korkunç olay­
lar... Türkler tarafından salt bir iç sorun olarak tanımlanıyor. ..15
Diğer Anlatılanlar
Kühlmann. Dışişleri Bakanı
Berlin’deki üst düzey bir konferansı izleyen Kühlmann, aşağıda­
ki raporu Genel Karargâh’a ve İstanbul'daki Alman Seflrl’ne gönder­
di. "Kesinlikle güvenilir bir ajanımızdan aldığımız bilgi... verdikleri
sözlerin hilafına Türklerin sistematik bir biçimde Kafkasya'daki Ermeniferi imha etme planını uyguladıklarını gösteriyor...'’ [die Vernichtung planm âssig betreiben]
AvusturyalIların T a n ı k l ı ğ ı
Avusturya'nın Almanya Büyükelçisi, Hohenlohe ‘den Avusturya
Dışişleri Bakanı Burian’a:
Raporlara göre, "Türkiye Kafkasya’yı tamamen ilhak etmek ve elindeki
bütün araçlarla Ermeniler! izale etmek [ausrotten] istiyor; gündemde kat­
liamlar ve toplu kıyımlar var."1'
Müşir Yardımcısı, Avusturya’nın Türkiye’deki Askeri Ateşe ve Tam
Yetkili Elçisi Pomiankwski’den Avusturya Genelkurmay Başkanı’na.
Kriegsarchiv:
15 Paul von Hindenburg. Aus Memem Leöen. (Leiozig, 1934) 168.
16 A. A. Türkei 183/51, A28533, No. 1176, 3 Haziran 1918.
17 Aüstrıan Foreıgn Ministr/ Arctuves (Viyana). 10 Russland/155, No. 61/P.A., 29
M ayıs 1918.
504
SOYKIRIMIN YIJRTDIŞINA "AŞINM ASI: RUSYA ERMENİLERİ H E D E FTE
Böyle bir durumda sadece Kafkasya’daki Ermenileri katliama karşı de­
ğil, ama açlığa karşı da korumaya zorlanırız...18
Ordunun Siyasi Suç Ortaklığı
Türkiye içinde ve dışındaki Ermenilerin kapsamlı imhasında Türk
generallerinin araçsa! rolünün kanıtlan, bu alanda yetki ve yetkilen­
dirme sorunlarına dair sorular yaratır. Öyle anlaşılıyor ki generaller,
en azından Errrrenilere karşı genel imha politikasının farkındaydılar.
Bu konuda çabalarını inatla sürdürecek kadar özgüven hissediyor
ve gerektiğinde, engel ya da muhalefet karşısında kendilerini öne
sürüyorlardı
Paraquin’in Bakû şehrinde gerçekleştirilen barbarca
mezalimle ilgili olarak Halil’le Kavgaları ve ondan sert cevaplar al­
ması, fırkanın koruyucu kalkanının arkasındaki bu generallerin ne­
redeyse her şeye muktedir olduğunun başka bir göstergesiydi. Eğer
Halil’in anlattıklarına inanacak olursak, Paraquin'e mızmızlanmayı
kesmediği takdirde. Divanı H arpte yargılamanın arkasından onu
kendi elleriyle asabileceğini ima etm iş.16 Bildiğimiz kadarıyla, savaş
sırasında bir Türk generalin kurmay başkanlığını yapan yüksek rüt­
beli bir Alman subayın. Ermeni katliamlarının sürmesi karşısında,
yerleşik kurallardan ayrılarak askeri iistüne itiraz etmesinin tek ö r­
neği buydu. Alman subayını Divanı Harbe gönderip cezalandırm ak­
la tehdit etliği iddiası. General H alil’in yükselmesinin de önünü
açmıştı. Kendi itiraflarına bakılırsa, bu yükselmesini İttihad vo Te­
rakki Fırkası’na kopmaz bağlılığı ve savaşın ilk yıllarında Ermeni
katliamlarındaki büyük rolüne borçluydu 20 1919’da. öteki üst düzey
18 A.g.e,, Kriegsarchiv. KM. Prâs. 47/-I/26-1917, 20 Ağustos 1918.
19 Halil Paşa. İlıihad ve Terakki'cen Cumhuriyete: Bitmeyen Savay M. Taylan-5orgun. ed. (İstanbul, 1972), 229.
20 Hali: Birinci Dünya Savaşı Kariyerine Osmanlı Başkenti Merkez Kumandan olarak
başladı. 1914 Aralığında, amcası oldığu Harbiye Nazırı Enver, ondan bedeli ıran
üzerinden Kafkasya’yı istila etmek cıian Beşinci Sefer Kuvveti kumandanlığına geç­
mesini isledi. Burada asıl düşünce, ittihadçılam Turan hayallerini gerçokloşl.rmek
505
t H M t N İ SOYKIRIM I TARİHİ
ittihadçılarla birlikte, daha sonra Divanı Harbi Örfi de yargılanm ak
üzere tuluklu olduğu Bakirağa Bölüğü 'nde kendisini ziyarete gelen
bir İngiliz yüzbaşının ilettiği bir suçlam aya verdiği cevap dikkate d e ­
ğer. G urur ve iğnelevici bir edayla, söz konusu kurbanların sayısının
“300.000 Erm eni..." olduğunu söylüyordu. “Daha çok da daha az da
olabilir. Saym adım ...*21 1918 yazındaysa Erm enistan'ın başkenti
Erivan'da kendisini dinleyen Erm eniler övünüyordu: 'S on ferdine ka ­
d a r y o k etm eye çalıştığım Erm eni milleti."22
için, Rus Kalkas Ordusu nun çembere alınıp imha edilmesine doslok vormokti.
Aslında, efsane kahraman Anlrarrlk komutasındaki bir Ermeni gönüllü müfrezesince savunulan Dilman yenilgisi nedeniyle, bu girişimin fiyaskoyla sonuçlanmasının
ardından. Halil 1915 yazında Van ve Bitlis vilayetlerine çekildi. Bu vilayetlerde yo­
ğun Ermeni nüfusuna karşı girişilen katliamlar özellikle korkunçlu, çünkü kurban­
lar tehcir edilmek yerine kasaba ve köylerinin yakınlarında toplu balda katlediliyor­
du. HaK, SVinci ve 52'lnci tümenlerden oluşan (eski l incı ve 5inci Sefere Kolor­
duları) III' üncü Ordu’nun sağ cenahının vo Van Jandarma »ûmeninin kumandasını
üstlendi. İki vilayetin valisinin aktif desteğiyle 1915 yazındaki bu ölümcül girişimin
inisiyatifini ele geçirdi. Arkasından, içinde 51’inci ve 52’mci tümenlerin yeniden tertiolendiği 18’inci Kolordunun kumandasını aldı. 1616 Ocağında, Halil irak’taki
Vl'ına Ordu'nun kumandanı oldu. Sonunda, I9 t8 yazında Kafkasya'ya ilerleyen
ve Mütareke'ye kadar orada kalan Şark Ordular Grubu kumandanlığına getirildi.
Bütün bu dönem (1916-18) boyunca Hatıl, Bıkanı Harp Reisi Yarbay Vasfi Basrfnin planlarıyla kontrolü altındaki bölgolordoki örmeni ahaliyi sistemli olarak imha
etti. Özellikle hem kendi emri altındaki birliklerde görevli olan hem de savaş esiri
olarak elo geçirdiği Rus Kafkas Ordusu'nun Ermeni subay ve erlerini yok etme
yöntemleri sistemliydi.
21 Halil. İttihad... [n. 19], 274.
22 A ge.. 241 Halil’in soykırımcı faaliyetleri bağımsı? olarak aşağıdaki kaynaklarla
doğrulanmıştır. Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi. A. A Botsehatt Konstantınopel, cilt
171. No. 60. Musul Atman Konsolos Muavini Holstein'ın 4 Kasım 1915 tarihi ra­
poru: ‘ Hatıl kurmay subaylarından biri [muhtemelen kurmay başkanı Basri. V.N.D.)
şimdi bana Musul'daki Ermenilerin de katledilmesi gerekliğini söyledi... Halil’in as­
keri zaten kuzeyde katliamlar yapmış bulunuyor " Alman Konsolos Muavini Scheubner Riuhter’in Berlin'e 4 Aıalık 1915 tarihli japoru: "Halil'in kuzey İran seteri ken­
di Ermeni ve Süryani taburlarının katledilmesini içeriyor... “A.A. Tilrkei 183/45,
A33457.
506
SOYKIRIM IN Y U R TO IŞ IN A TA Ş IN M A S I: R U 3 Y A ER M ENİLER İ H E D E F T E
Şark O rdular G rubu’na bağlı birliklerin kum andanlarından biri
olan G eneral Ali İhsan (S a b isin ) savaş dönem indeki bu im ha faa li­
yetlerinin az çok G eneral H alil’inkilerle örtüştüğünün belirtilm esi g e ­
rek. ikisi sırasıyla 51 ’inci ve 52’inci lüm enlere kom uta ediyordu. H e­
kim ve eczacılar dâhil, bu birliklerde görevli tüm Erm eniler soğuk­
kanlılıkla infaz edilmişti. İhsan daha sonra ilkin 13’üncü, ardından
4'üncü Kolordu (47'inci ve 4 8 ’inci tüm enler) kum andanlığına getiril­
mişti. 1918 Eylülünde, Vl'ıncı O rdu (2'inci ve 14'üncü tüm enler) ku­
m andanlığı sırasında, İhsan kasten on binlerce Ermeni ’yi tüketip
açlığa m ahkûm eden yok edici tedbirler almıştı. Alm an Sefareti as­
keri papazı Teğmen von Lüttichau, T ürkiye’nin iç kesim lerine yaptığı
bir teftiş gezisinin deneyim ve gözlem lerini ayrıntı lanyla aktarır. Bun­
larda G eneral Ali İhsan (S abis’in) gerçekleştirdiği m ezalim de odak­
lanır. “ General A. İhsan Alm anlara defalarca ve bilinçli bir şekilde
kendi kumanda ettiği m ıntıkada bir tek Erm eni'nin bile sağ kal­
m asına izin verm eyeceğini söylem işti." Alm an subaylara “ Ermenileri kendi ellerim le öldürdüm ” (rühm te sich m it eigenor H and Arm enie r ge tötet zıı haben) diye övünüyordu.23 Fransa’nın Tebriz K onsolo­
su ise 8 M art 1919’d a raporuna şunları yazm ıştı: “Van’da konuşla­
nan kolordunun eski Kum andanı Ali İhsan Paşa, A zerbaycan O s­
manlI Kuvvetleri Kumandanı olarak 1918 Haziran sonunda Tebriz’e
girdi ... Bir Ermeni heyetine hitaben şuna benzer laflar etti: ‘H oy’a g i­
rişimde, bölgedeki Erm enileri genç yaşlı, kadın erkek dem eden kat­
lettirdiğim in bilinm esini isterim... ,’Aradan birkaç gün geçtikten son­
ra. Ermeni Piskopos Mgr. N erces’i kabulü sırasında Paşa şöyle de­
di: ‘Yarım milyon din kardeşlerinizi katlettirdim. Bir bardak çay aiır
m ıydınız?’"24
23 A. A. Türkei 183/54, A 44066.1918 yazındaki 20 sayfalık raporun 12-13. sayfaları.
24 Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivi. Seri E. Levant (Doğu Akdeniz) 1918-1940.
Armönie 4. 1919 (dosyalar 41-42). Aynı alınlı Etienne Radap, ‘La queslion
armbntenne resle ouverte.’ Fhıdes (Ağustos-Eyliil 1970): 208’dedir 14 Ocak
1919 tarihli Renaissance a (İstanbul'da Mütareke’<Je yayınlanan Fransızca günlük
gazele), General İhsan Vl'ıncı Ordu mıntıkasında 10 000 Hıristiyan amele taburu
askerini öldürtmüşte.
507
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
Bu çalışmada sadece pek çok Türk generalin davranışlarıyla
soykırımda oynadıkları rolün mirasının değil, ama 21. B öliim ’ün son
kısmında açıkladığımız masuniyet şartıyla ilgili tip sonuçların da so­
mut delillerine ulaştık. Bak/n işle tabloda oynadıkları rolle övündüğü
görülen, biri Türk Yüksek Komuta Heyeti’nde Ordular Grubu Ku­
mandanlığı'na kadar yükselmiş olan iki general. Bu olgu suç dos­
yası bir hayli kabarık olan adamların koruyuculuğu altında, soykırım
boyutlarındaki katliamları Rusya Ermenistarıı'nda da tekrarlan­
masını açıklamakta başarılı olabilir.
Miras kavramı sadece tarihi belirtileri göstermekle kalmayıp, be­
lirli kişilerin belirli davranış modellerindeki bir süreklilik fikrini de
çağrıştırır. Bu modelin hâlâ sürdürülmesi, suç failine sağlanan şah­
si masuniyete bağlıdır. Failin iktidar mevkilerinde alt basmaklara
düşmesi ya da kurbanın savunmasızlık faktöründeki ani bir değişik­
lik gibi, denklemdeki bir değişme dışında, az çok varlığını sürdürme
potansiyeli kazanan suçu tekrarlama yönündeki vahim eğilim kalır.35
Diğer tüm karşılaştırılabilir durumlardaki gibi, bir mirasın harekete
geçirilmesi, yani kritik kuvveden fiile çıkma, özgül olasılıkları gerek­
tiren durumsal belirleyicilerin bir işlevine dönüşür
25 Soykırım suçunun tekrarlanma ihtimali Amerikalı bir psikolog taralından şöyle ka­
bul edilmişti: ‘Kendi işlediği zulümlerle yiizleşıneyp gaddarlığıyla mücadele etme­
yen bir toplumun bu tür eylemle-i sürdürmesi ya da tekrarlaması mümkündür " Ervin Sldub, The Roots of Evil, The Origfns ol GenocKte and Cther Grenin kretence
(Cambridge, MA. 1989|, 187.
508
2 0
Kemalistlerin Rusya Erm enistanı’na
Müdahalesi
M
uzaffer Hilaf güçlerinin, suç ve faillerini savaştan sonra ceza­
landıracaklarını ilan ederek kendilerini açıkça bağlayıcı bir ta ­
ahhüt altına soktukları Ermeni katliamları, I. Dünya Savaşı'nın en
önemli olguları arasında yer alır. Korkunç boyutlardaki maddi
kayıpları da beraberinde getiren bu katliamların soykırım boyutları,
Ermenilerin mağlup Türkiye’den tazminat alma umutları beslemesi­
ne yol açmıştı. Bu konuda, besledikleri büyük umutlar içinde yeni
palazlanan Ermeni Cumhuriyetimin topraklarına Türk topraklarının
büyük dilimlerini kalmak da vardı Bu toprakların savaş sırasında
yerle bir edilmesinin amacı, eski Ermeni ulusunun ana yurdu olarak
kutsal sayılan bu vilayetler üzerinde yeni bit Ermenistan kuracakları
şüphesi ya da varsayımı uyandıran Ermenilerin bu heveslerini ebe­
diyen kursaklarında bırakmaktı. Buralar Doğu Türkiye’nin yoğun Er­
meni nüfusu barındıran vilayetleriydi. Başını Amerikan Başkanı Wilson'un çektiği İtilaf G üçleri’nin pek çok devlet adamı, en başta ingiliere’den Lord Curzon ile Fransa’dan Başbakan Alexandre Miller and
ve Dışişleri Bakanı Philıppe Benhelot, özellikle büyük ödülün Erzu­
rum vilayeti olduğu kapsamlı sınır değişikliklerini savunuyorlardı. 10
Ağuslos 1920 Sevres Antlaşması, sınırları doğu Türkiye ve Kafkas­
ya'dan göçen böyle bir Ermenistan’ı öngörürken, W ılsorı’a da kesin
509
EflMChl SOYKIRIMI TARİHİ
sınırları belirleme yetkisi veriyordu. 1920 Kasımının sonunda, üst­
lendiği görevi yerine getiren başkan, diğer vilayet ve bölgelerin
yanında Erzurum, Erzincan ve Karadeniz liman şehri Trabzon’u da
içine alan büyük Ermenistan sınırlarını çizdi.
İttihadçı bir yayıncının doğruladığı gibi, bu gelişm e savaş
sırasında İttihadçı ların o bölgelerde toplu katliamlarla önlemeye
çalıştıkları durumun ta kendisiydi.1 Bu yeni büyük Ermenistan planının
1
Bu yayıncının telıcirler'le ilgili yazdıkları:
“Ancak bir takım etkili Türk siyasetçilere göre, bunlar [tehcirler] Küçük Asya’ya
ırksal homojenlik kazandırma düşüncesiyle Türkiye'deki Ermeni azınlığın yok
edilmesi anlamına geliyordu. Diğer siyasetçiler bu görüşü k a tli odorken,
bazıları aralarında tam bir uyum olmasa da karşı cephede yer alıyorlardı. Ge­
nel imha polilikasını kabul edenlerin şu duruşu benimsediği söyleniyordu:
Şark Vilayetlerinde yoğun bir Ermeni nüfusun, Türkiye'nin bizzat varlığına
tehlike oluşturduğu ortaya çıkmıştır. Biz bu tehlikeyi odadan kaldırmanın
araçları olarak hareket ediyoruz Başarılı olalım, olmayalım, tüm dünyada la­
netlenip suçlanacağımızı biliyoruz."
Ahmed Emin (Yalman), Turkey in the World War (New Haven, CT, 1930) 220.
Sonradan Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Muştala Kemal (Atatürk'ün) ömrt Doyun­
ca sırdaşı olacak otan bir başka ittihadçı da benzer görüşler öne sürmüştü:
“Şakir gelecekte bir Ermenistan kurulmasını önlemek için Etmeni milletini or
tadan kaldırma eğilimindeydi.
Frmenüer Doğuda yoğun bir nüfusa sahip
olarak kalsaydı, 1918'de Mütareke zamanında hemen bir Ermenistan kura­
cakları şüphesizdi ... Soykırım insanlığa karşı işlcnon on büyük suçlardan bi­
ndir. . (Türklerin soykırtmc katliamlarının Em enlere mısileme olduğu konu­
sunda) ... Misilleme hakkına inanmıyorum. “
Fatih Rıtkı (Alay) Dünya, 17 Aralık 1967. Atay’ın haftalık sütunu: Pazar Konuş­
ması. Savaş dönemindo İttihadçıların Türkiye'nin içlerhdeki ölüm tarlalarından so­
rumlu çok gizli ekibi Teşkilatı Mahsusa’nın kuruluş ve görevleri üzerinde duran bir
Amerikalı yazar, bu görevlerden birini öne çıkarır. "Osmanlı Türkiyesi’nden ko­
parılacak bağımsız Ermenistan kurulmasını hedefleyen her türlü Rus Ermeni
pla
boşa çıkarmak." Philp H. Stoddard, The Ottoman Government and the
Arahs. 1911 to 1918: A Preltmmary Study of the Teşkilâtı Mahsusa. (Ann Arbor,
MI. 1963), 56.
510
•SOYKIRIMIN YU RTD IŞIN A TAŞINM ASI RUSYA ERMENİLERİ H E D E FTE
gerçekleştirilmesini önleme dürtüsü. Kemalist isyan hareketinin do­
ğuşu, büyümesi ve sonuçta hâkim olmasının asıl yönlendiricileri
arasındaydı. Bu hareket, savaş dönemindeki soykırımın prim a facie zanlıları olan asker, sivil ve en başta Teşkilatı Mahsusa ajan­
larından oluşan kalabalık bir İttihadçı grubun desteğini almış olm ak­
la birlikle, Kemalizm’in onlar için bir kalkan ve sığınak olması, m a­
dalyonun yalnız bir yüzüydü. Daha önemlisi. Kemalist hareketin üst
düzey liderliğini harekete geçiren şey İttihadçı lan soykırıma ilen m il­
liyetçi dürtülerin aynısıydı: Türkiye’nin yüreğinden bir köşe sayılan
doğu vilayetlerin kaybını ne pahasına olursa olsun önlemek,
Ankara’nın Gizli Emri:
“Ermenistan 'ı Fiziksel Olarak İmha Edinl”
Kemalist isyan, sadece tümü Harbiye M ektebi mezunu general­
ler tarafından başlatılıp örgütlenip ve yönetilmekle kalmadığı gibi, bir
kurtuluş ordusu olarak yenilenerek şekil değiştiren Türk ordusundan
kalan kolordulara da bağlıydı. Her şey General Kazım Karabekir’in
1919 Mayısında 15’inci Kolordu (eski IX’ uncu Ordu) Kumandanı
olarak yeni karargâhını kurduğu Türkiye’nin doğusundaki Erzu­
rum ’da başladı. Böylece girişilen taarruz hazırlıklarının ilk hedeli, ta­
bii ki Sevres Barış Antlaşması’nın şartlarından yararlanacağı bekle­
nen çiçeği burnundaki bağımsız Ermeni Cumhuriyetiydi. Bu Antlaş­
ma mağlup Türkiye'yi temsil eden Padişah hükümetine nispeten da­
yatılmıştı. General Kazım Karabekir’in 1920’de üstü Mustafa Ke­
m al’in üç kez veto ederek engellediği Ermenistan'ı istila etme girişi­
mi, bundan altı hafta sonra başladı Mustafa Kemal "bu hareketin
yeniden b ir Erm eni kıtali demek olduğundan’ ve sonuçta “bütün
Hıristiyan dünyanın ve özellikle Am erika’nın aleyhimize dönmesin­
den" endişeleniyordu.2 Böyle ters bir cevabın zamansız olduğuna ik­
na edildikten sonra, Karabekir’in ilerlemesine nihayet izin verdi Do­
ğuş halindeki Ermeni Cum huriyeti'nin doğuş halindeki donatımsız,
2
Kâzım Karabeklr, İstiklâl Harbimiz (İstanbul, 1969), 663, 5 Mayıs I920 şifre.
511
ESM EN İ SOYKIRIM I TARİHİ
eğitimsiz ve hazırlıksız ordusu istila dalgasının karşıstnda duracak
durumda değildi. Sallantıdaki hükümet mütareke istediğinde, Kazım
Karabekir 6 Kasımda Ermenilere kendi mütareke şartlarını iletti.
Ama paşa Ankara'dan gelen talimatlar üzerine Ermenilerin daha ön­
ceki gün kabul etliği bu şartlan geri çekmeye mecbur kalmıştı. Bu ta­
limatlar adeta kabul edilmesin diye kasten ağırlaştırılmış yeni şartlar
içeriyordu. 10 Kasımda bu yeni şartların Ermeniler tarafından redde­
dileceği beklentisiyle. Kazım Karabekir’in yeniden başlattığı Erme­
nistan’ın başkenti Erivan'ı3 hedef alan askeri harekât. Ermenileri
ikinci defa mütareke istemeye zorladı. Yeni keşfedilen Kemalist hü­
kümetin Hariciye Vekili'nden gelen resmi bir belgenin apaçık ortaya
koyduğu gibi, şimdi yeni bir soykırım komplosunun pençesine düş­
müşlerdi. Eski İttihadçı rejimin soykırımcı planlarını üç aşağı beş yu­
karı bir tekrarı olan belge. Transkafkasya’nın Rusya Ermenilerine
yönelik yeni bir soykırım projesini içeriyordu.
Bu yoni komplonun asıl unsuriarı aşağıdadır. Birincisi, aşağıdaki
tezler suça gerekçe oluşturacak zemin hazırlanmıştı:
Sövres Antlaşm ası hüküm lerine göre, E rm enistan Türkiye’yi doğudan
koparabilecektir. Yunanistan'la birlikte Türkiye’nin geııel büyüm esini ön ­
leyebilecektir. Dahası, büyük İslam topraklarının ortasına yerleşen bu üt
ke, ne üstlendiği efespotk jandarm a rolünden gönüllü vazgeçecek ne de
kadorini Türkiye ve İslam ’ın genel durum una bağlayacaktır.
Bu tür gerekçelerin sıralanmasının arkasından, aşağıdaki karar ile­
tiliyordu. "Sonuçta,
Ermenistan’ı "siyaseten ve maddeten ortadan
kaldırmak” kaçınılmazdır. Ayrıca paşaya gerekli yöntemlerin kul­
lanılmasını da tavsiye ediliyordu:
Bu am aca ulaşm ak gücüm üzün (sınırlılığına] ve genel siyasi durum a
bağtı o duğundan, yukarıda sözü edilen tedbirlerin yerme getirilm esi uy­
3
K. Lazlan, Haiasdan Yev Hat Tada Usd Tastmakimeru (Antlaşmalara Göre Eımenis
tan ve Ermeni Sorunu) (Kahire, (942), 191-202. Ayrıca, bkz., FO406/44/E16522.
Albay Stokes'dan CıiRon'a.
512
SOYKIRIMIN YURTD IŞI MA T AŞINMASIı RUSYA ERMENİLERİ H E D E F TE
gundur [tevfiki ;craaf\ Bir barış anlaşm asının parçası olarak E rm enis­
tan'dan kısm en geri çekilm em iz söz konusu değildir. Tersine. Ermenileri
ayartma (Ermenileri iğfal\ ve barışseverlik görüntüsüyle» AvrupalIları
kandırm a amacı olan bir m odus operandi (hareket tarzı) izlemelisiniz.
Fakat hakikatde tüm bunların amacı aşam alarla [yukarıda belirtilen] he ­
defi gerçekleştirm ektir... Barış anlaşm asının hazırlanm asında da uygu­
lanm asında da Ermenilere karşı sürekli b ir barışseverlik görüntüsünü
korurken, mübhem ve mülayim kelim e tefinin kullanılm ası gerekir.
Şifreli telgraf ‘bu talimatlar Kabine’nin gerçek amacını [m akasidi hakikiyesı] yansıtıyor Bunlara gizli muamelesi yapılacaktır ve sadece
siz göreceksiniz” nasihatiyle bitiyor.4
Bu tek, resrni belgeye bûtürı bu çalışma bünyesinde incelenen
yerleşmiş soykırımcı mirasın en göze çarpan özelliklerinin özlü bir
tablosu sıkıştırılmıştır. I. Dünya Savaşı'nın ittihadçı soykırım mode­
linin tekrarlandığı besbellidir ve ana hatları şöyle özetlenebilir.
1) Ortak fikir yürütmeyi soykırım kastının berraklaşmasını, im­
ha tedbirlerine yetki vermeyi, karara meşru bir görüntü ka­
zandıracak standart ussallaştırmaları içeren hükümetin en
üst idari düzeyinde ölüm kararının verilmesi.
A
1200 saylaiık bir evrak tomarının içinde kalmış olan belge, o sırada Ankara hükü­
metinin Hariciye Vekili olan Ahmet Mııhlar'ın 8 Kasım 1920 tarihinde Kâzım Karabekir Paşa ya gönderdiği şifreli telgrafın. Şark Ordusu Kumandanı Kazım Karabekir. asi Kemalist haıeketin askeri harekâtını belgeleyen bir kitabın da yazarıdır. Bu
asken harekâtın ilk evresi, 1918 Mayısından beri bağımsız Cumhuriyet slaiüsü
kazanmış olan Ermenistan’ın 1920 Eylülünde istilasından oluşuyordu. Tecrübesiz
Ermeni ordusu addi bir direniş gösterememişti. Yeni bir soykırım çemberinin pro­
jesini içeren bir diz: talimal, ateşkes müzakerelerinin başında Karabekir’e gönde
rümişti. Ankara'nın Ermenistan’ı ortadan kaldırmayı amaçlayan gizli ptanı için,
ckz., K. Karabekır. fslrklâ/[n 2], 844-45 (2. baskı 1969). I960daki I. baskıda aynı
şiire s. 961 'dedir.
Bu belgenin kitaba konulma nedeni kesinlikle oelli değildir. Kazm Karabeklr ln
belgesel kitabını yığınla ayrınhya pek fazla özen göstermeden mümkün olduğun­
ca eksiksiz yayınlamak için titizlendiği açıktır. Bilindiği kadarıyla, söz konusu bel­
ge başka blı yerde ortaya çıkarılmamış ve bugüne kadar hiç kimsenin onun ola­
ğanüstü örvemmi değerlendirmeye çalışmamış olması çok dikkat çekiûdir.
513
ERMENİ SOYKIRIMI TARİHİ
2) Savaşın yarattığı, özellikle en kullanışlı imha aracı ve etkin
komııta-kontrol sistemi olarak askeri aygıta dayalı fırsatlar;
ülkede olağanüstü durum gerekçesiyle kaynakların en üst
düzeyde seferber edilmesi ve radikal önlemlere icazet veren
mecburi "askeri ihtiyaçlar" gerekçesi.
3) Gizli imha kastını ele verebilecek suçlayıcı maddi delilleri ka­
rartma çabaları. Bu yola başvurmanın başlıca nedeni, savaş
sonr
Download