ZİYA GÜNEY İMAR VE PLANLAMA’DAKİ ÖNLENİR.. KAOS İLE KAÇAK VE ÇARPIK YAPILAŞMA NASIL Bugün irili ufaklı hemen hemen bütün yerleşim birimlerinde başta kaçak ve çarpık yapılaşma olmak üzere, teknik ve sosyal altyapı yetersiz, önemli çevre problemleri mevcut, deprem ve doğal afetlerde büyük can ve mal kayıplarına uğruyor isek ve bu problemler yılların ihmali neticesi kangren haline gelmişse bunun en önemli sebebi hiç şüphesiz “ imar ve planlama “ konularında yaşadığımız kargaşa ve kaostur. Bugün ülkemizde imar ve planlama ile ilgili 24 kurum ve kuruluş ile 22 yasa bulunmaktadır. Bu çok başlı yapılanma ve düzenlemeler dahi imar ve planlama konusunda yaşanan kargaşayı göstermeye yeterlidir zannediyoruz.. Her ne kadar 1985 tarihinde 3194 sayılı imar kanunu ve ilgili yönetmeliklerle fiziki planlama “ imar planı “ hazırlama ve yürürlüğe koyma yetkisi belediye olan yerleşim birimlerinde belediyelere bırakılmışsa da bu uygulama da yaraya merhem olamamıştır. Esasen planları hangi kurumun hazırlayacağından daha önemlisi bugünkü emlakçı mantığı ile statik, yasakçı, emredici ve bütünlükten yoksun, parçacı bir yaklaşımın ürünü bir yapıya sahip fiziki planlama anlayış ve uygulamalarından kurtulmaktır. Bu anlayış ve uygulamanın sektörler arası ilişkileri düzenleyen, ekonomik ve sosyal faktörleri dikkate alan, ülke fiziki planları, bölge ve çevre düzeni planları hiyerarşisi içerisinde hiçbir fonksiyonu yoktur. Bütün bunlara uygulamadaki yasal yetki kargaşası ve organizasyon eksiklikleri de eklenince günümüzde altyapı, ekolojik, kültürel, sosyo-ekonomik problemler büyük boyutlara ulaşmaktadır. Bu problemleri kısaca özetlersek; Fiziksel planlar yapılırken planı yapılan yörenin doğal kaynakları, jeomorfolojik ve topoğrafik eşikler, iklim, bitki örtüsü, jeolojik durum, deprem, akarsu, taşkın durumu, toprak kabiliyeti, içme ve kullanma suyu sağlayan kaynaklar, yer altı suları ve çevre sorunları yönlerinden yeterli araştırma yapılmamakta, Ekosistem, çevre ,enerji gibi önemli kriterler de dikkate alınmadan yapılan fizibilite çalışmaları da yetersiz kalmakta, Belediyelerin büyük çoğunluğunda plan yapacak teknik eleman bulunmamakta, Doğal ve kültürel değerler ile ekolojik sistem planlara yeterince yansımamakta, Çeşitli çıkar grupları ile siyasi baskılar planlamada “kamu yararı “ ilkesini zedelemekte elde edilen yüksek rantlar bu kesimlere kanalize edilmekte, Kent planları bölge planları üzerine oturmamakta, Planlar sadece fiziki yönleriyle ele alınmakta üst ölçekli ekonomik, sosyal,kültürel yönler ihmal edilmekte, Fiziki planlama anlayışı ile maliyet ve kaynak kullanımı konuları gündeme dahi gelmemekte, Her konuda olduğu gibi bürokratik engel ve formaliteler insanları canından bezdirmekte, Kentlerin çevresinde kent nüfusunun önemli bir yüzdesini oluşturan gecekondu ve kaçak inşaatlar oluşmakta, Plansız yerleşim, çarpık yapılaşma bünyeyi bir ur gibi sarmakta, Teknik ve sosyal altyapıda eksiklik ve yetersizlikler artmakta, Plansız gelişme, çevre kirliliği, flora ve faunanın bozulması hatta yok olması gibi ekolojik problemlere sebep olmakta, Plansız ve bunun neticesi çarpık yapılaşma başta deprem olmak üzere doğal afetlerdeki can ve mal kaybını büyük ölçüde arttırmakta, Tarihi, arkeolojik ve mimari mirasın yok olması ile kültürel problemler ortaya çıkmakta, Sektörel değişmelerden kaynaklanan “ sosyal ve ekonomik “ sorunlar büyümekte, Sık sık çıkarılan imar afları bir taraftan çarpık yapılaşmayı meşrulaştırmakta diğer taraftan da yeni gecekondu ve kaçak yapılaşmayı teşvik etmekte’dir. İmar ve planlama konusundaki mevcut problemleri bu şekilde kısa satır başlıkları ile özetledik. Buraya kadar ülkemizdeki irili ufaklı bütün yerleşim birimlerinde yaşadığımız yetersiz teknik ve sosyal altyapı,çevre,deprem ve doğal afetler gibi çarpık yapılaşma neticesi kangren haline gelen problemlerin kaynağında imar ve planlama hizmetlerindeki kaos ve kargaşa’nın yattığını belirtip mevcut durumu kısa başlıklar halinde özetlemeye çalıştık.. Şimdi de bu konuda yeni strateji ve yapılanma nasıl olmalıdır sorularına cevap aramaya çalışacağız.. Öncelikle imar ve planlamadaki yeni stratejilerin ne olması gerektiğini kısaca özetlersek; Bugünkü planlama sistemi her yönüyle ülkemizin ve irili ufaklı bütün yerleşim birimlerimizin planlı büyüme ve gelişmesini sağlayacak yeterlikte olmadığı gibi bütünsellikten de uzaktır. Planlamada yeni yöntemler,standarltlar ve kurumsal düzenlemeler yapmak zamanı gelmiş hatta geçmiştir bile.. Bu yeni yöntem ve düzenlemeler de birçok konuda olduğu gibi merkezi idare tarafından kapalı kapılar arkasında değil üniversite,ilgili meslek kuruluşları,yerel yönetim temsilcilerinin de yer alacağı geniş bir katılım ve demokratik tartışma ortamlarında tespit edilmelidir. Etkili bir planlama için fiziki ölçekli planlar kadar projelendirme,uygulama ve denetim ile ilgili stratejiler de geliştirilmelidir. Planlarda çevreye duyarlı,doğal kaynakları koruyarak yaşam kalitesini arttırmak ana hedef olmalı ,bunun için de ekolojik,ekonomik,sosyal ve kültürel faktörler gözardı edilmemelidir. Planlar yerinde ve halkın katılımı ile yapılmalı,kamu ve toplum yararı bütünlük, bilimsellik, katılımcılık ilkeleri korunarak sağlanmalıdır. Bu strateji, ilke ve prensipleri bünyesinde barındıracak ve bütün ülke için geçerli olacak,çevre ,yerleşim ve planlama konularını kapsayacak “çerçeve yasa “ çıkarılmalıdır. Bu çerçeve yasa irili ufaklı bütün yerleşim birimlerini, buralardaki çevre sorunlarını, kalkınma gelişme yaklaşımlarını, teknik ve sosyal altyapı yetersizliklerini, yerleşim biçimlerini, uygulama araçlarını, yetki ve sorumlulukları bir bütünlük içinde ele almalıdır. İmar ve planlama konularında bugün yaşadığımız kargaşa ve dağınıklık ancak bu şekilde önlenebilir. Ayrıca bu çerçeve yasada planlama standartları, yaptırımlar teşvik ve caydırıcı kurallar ayrıntılı olarak belirlenmelidir. Yine bu yasada kurumlar arası kargaşanın giderilmesi için merkezi, bölgesel ve yerel yönetimler piramidinin görev, yetki ve sorumlulukları yeniden tesbit edilmelidir. İmar ve planlama konularında insanları canından bezdiren bürokratik engel ve formalitelerin azaltılması, basitleştirilmesi ve ülke genelinde standartlaştırılması sağlanmalıdır. Bugün uyguladığımız 1/25000 ve 1/5000 ölçekli 2 ayrı nazım plan yerine Almanya’da olduğu gibi 1/10 000 lik tek bir nazım plan büyük zaman ve kaynak tasarrufu sağlayabilir. Kurumsal yapılanmada ise; Merkezi idarenin küçültülmesi, yerelleşme, demokratikleşme ve halkın yönetime katılması ilkeleri çerçevesinde merkezi, bölgesel ve yerel yönetim birimlerinin görev ,yetki ve sorumluluklarını belirleyen yeniden yapılanmaya gidilmelidir. Bu yeni yapılanmada merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında bir ara kuruluş olarak bölge ( havza ) ölçeğinde deprem ve doğal afetler, çevre ve planlamadan sorumlu yeni bir birim kurulmalıdır. Merkezi idaredeki deprem ve doğal afetler, çevre ,imar ve planlama görev yetki ve sorumlulukları bu bölge birimlerine aktarılmalıdır. Ayrıca bu bölge birimleri bölgelerindeki Büyükşehir belediyeleri nazım planlarının ülke ve bölge planları ile ahenk ve uyumunu sağlarken yine bölgeleri içerisindeki ilçe ve belde belediyeleri ile sanayi bölgelerinin nazım planlarını yapabilecek teknik kadro ve yetkilerle teçhiz edilmelidir. Merkezi idarede ise ülke ve bölge planlama stratejilerini belirleyecek,bu konudaki norm ve standartları tespit edecek, bölge planlarını denetleyecek planlamadan sorumlu tek bir organizasyon bulunmalıdır. Biz uzun yıllardan beri siyaset, yerel yönetim ve medya zeminlerinde diğer birçok belediyecilik, şehircilik ve çevre sorunları gibi bu sorunu da dile getiriyor ve gerek ülkemiz gerekse yerel ölçekte yapılması gereken çalışmalar hakkında görüş ve düşüncelerimizi ifade etmeye çalışıyoruz.. Bilindiği gibi 12 Kasım 2004 tarihinde yeni TCK nunun kaçak yapılarla ilgili 184. maddesi yayınlanarak yürürlüğe girdi.. Bu maddenin değişik fıkralarında ruhsat almadan veya ruhsata aykırı yapı yapanlara, bu inşaatların şantiyelerine elektrik ,su veya telefon bağlanmasına müsaade edenlere.yapı kullanma izni almadan bu yapılarda sınai faaliyetin icrasına müsaade edenlere 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası verilmesi öngörülüyor.. TCK ile ilgili değişiklik tasarısı TBMM de ilgili komisyonda görüşülürken mevzubahis kanunun 184. maddesinin kaçak inşaat yapan ve bu inşaata elektrik,su telefon bağlanmasını sağlayanlara hapis cezası öngören maddeleri “ 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz “ hükmü getirilerek bu tarihten önce yapılmış binalar ile bunlara elektrik,su ,telefon vb. bağlayanlar örtülü bir şekilde affedilmiş oldu.. Ülkemizde 1950 de önce İstanbul, Ankara ,İzmir gibi büyük kentlerimizde gecekondulaşma olarak başlayan çarpık yapılaşma 1970 lerden itibaren nitelik değiştirerek ve başta Bursa olmak üzere birçok kentimizi de etkisi altına alarak “ kaçak yapılaşmaya “ dönüştü.. Günümüze kadar da özellikle her seçim öncesinde çıkarılan imar aflarıyla yasal statüye kavuştu.. Bugün Türkiye’de toplam 14 milyon 772 bin kaçak yapı bulunuyor.. Kentimizin de % 55 i kaçak yapılardan oluşmakta ve bu oran azalmak yerine artmaya devam etmektedir. Kaçak yapı olayını yalnız ceza yaptırımları ve göstermelik birkaç yapıyı yıkarak çözüme kavuşturmanın imkansızlığını her zeminde dile getirdik ve getirmeye devam edeceğiz.. Olay’ın ülkemizin tarım ve kırsal kesimin problemlerini yerinde çözmekten, imar planlama, şehircilik. çevre politika ve mevzuatımızı günümüz şartlarına göre değiştirmekten, metropolün 1/100 bin ve 1/25 bin ölçekli çevre düzeni planlarını tamamlamaktan, 1/5 bin nazım ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarını bir an önce uygulamaya sokmaktan, buna paralel olarak ucuz konut ve sanayi arsası üretmekten, proje ve denetim halkasını güçlendirmekten bu konulardaki bürokratik engel ve işlemleri asgariye indirmekten, alınan yüksek harç ve rüsumları aşağıya düşürmekten geçen birçok boyutu ve birbirine bağlı halkaları vardır. Kaçak ve çarpık yapılaşma olayına geniş perspektiften bakamadığımız için ülkemiz özellikle de Bursa’mız da dahil olmak üzere büyük kentlerimiz ve yakın çevreleri kaçak yapı cenneti haline geldi.. Kaçak ve çarpık yapılaşma olarak gerek yerleşim birimlerinde gerekse stratejik öneme sahip verimli tarım arazileri ile her türden yer altı ve yerüstü sularımızda karşımıza çıkan olaya bir taraftan imar kirliliği olarak bakarken diğer taraftan da insan sağlığı ve güvenliği açısından bakmamızın zamanı çoktan gelmiş hatta geçmiştir bile..