Oğuz NY. Infertilite ve etik. Çukurova Jinekoloji Derneği Bülteni 1997

advertisement
İNFERTİLİTE VE ETİK
ve soy kavramlarında ve bu kavramlarla ilgili değeri
yargılarında olması kaçınılmaz değişiklikleri
gelmektedir.
Dr.N.Yasemin OĞUZ
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi I Temelde etik açısından infertiliteyi ele alan bu yazı,
Deontoloji Anabilim Dalı bu ikinci sonucu sorgulamayı amaçlamaktadır.
Cinsel ilişki ile üremeyi birbirinden ayıran en önemli
"İnfertilite" yalnızca tıpta önemle ele alınan gelişmelerden biri, 19. yüzyıl ortalarında prezervatifin
konulardan biri değil, aynı zamanda üzerindeki yaygın kullanıma sunulmasıdır. Bu uygulama,
toplumsal değer yükü nedeniyle biyopsikososyal insan üremenin, cinsel ilişkinin olası sonuçlarından biri
kavramını en geniş biçimde içinde barındıran bir oluşunu denetlenebilir, isteğe bağlı bir duruma
sorundur (1). Ülkemizde istediği halde çocuk sahibi getirmiştir. Prezervatif kullanımının bireyin ve
olamayan çift sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte, toplumun cinselliğe ve üremeye bakışını nasıl
genel olarak infertilite tedavisi için başvuranların değiştirdiği önemli bir sorudur. Günümüzde birçok
sayısına bakılacak olursa, bunun göz ardı edilmeyecek savlar ortaya atılmakla birlikte, henüz. bu sorunun
yanıtına yönelik çalışma yapılmamıştır. İkinci önemli
bir sayı olduğu kestiriminde bulunulabilir (2).
Toplum, infertilite, cinsel davranış ve_"meşru" ilişki gelişme ise, yardımcı üreme tekniklerinin bulunuşudur.
konularında son derece duyarlıdır. Üremenin ve Bu gün gerek uygulamanın yaygınlığı, gerekse basan
erkekle kadının ona yönelik cinsel davranışlarının oranlarının düşüklüğü göz önünde tutulacak olursa,
ündelik uygulamanın sıradan bir parçası
olmadığı durumda toplumun oluşamayacağı göz
diyemeyeceğimiz bu teknikler, her geçen gün daha
önünde tutulursa, bu son derece özel konuya
toplumun ilgisinin nedeni açıkça anlaşılabilir. Yazılı başarılı olmaya doğru yönelmişlerdir.
Yardımcı üreme tekniklerinin kullanımı, cinsel
tarihte hiçbir toplum üreme ve cinsellik konularını
rastlantılara bırakmamıştır. Üreme üzerindeki sosyal ilişkinin üreme için zorunlu bir ön koşul olması
denetim neredeyse bilinen tüm toplumların ortak durumunu değiştirmiştir. Ayrıca üremenin çifte ait bir
özellik olması durumunu da sorgulanır hale getirmiştir.
özelliğidir (3).
Üreme, cinsel ilişkiyi toplumun gözünde haklı Bu yöntemlerin herkese bireysel olarak üreyebilme
Çıkaran en önemli etkendir (4). Bu savdan yola çıkılarak yolunu açtığını söyleyebiliriz. Bu çerçeve, infertilitenin
iki önemli sonuca ulaşabilir. Bunlardan birincisi, tedavisi ile ilgili etik sorunlar ele alınırken göz önünde
toplumun, kendisini sağlıklı bir biçimde sürdürmesine tutulması gereken, özellikle de toplumun dayattığı
olanak sağlamayan hiçbir seçimi onaylamayacağıdır. değerler açısından vurgulanması zorunlu temel bir
Eşcinsel ilişkiler ya da ensest karşısında toplumların açılımdır.
İnfertilite tedavisi ile ilgili etik sorunlar kısaca dört
takındığı tavır bunun en belli başlı örnekleridir. Her iki
cinsel davranış biçimi de yazılı tarihteki hiçbir alanda tanımlanabilir. Bu alanları belirlerken, tedavi
toplumda yaygın davranış biçimi olmamış ve "herkes hizmetlerinin bilimselliğinin ve uygulama ile ilgili
için doğru davranış" olarak onaylanmamıştır (5). İkinci sorumluluğun toplumsal düzeyde garanti altına
sonuç ise, cinsel ilişki ile üremenin birbirinden alınması, uygulamanın kurallarının oluşturulması,
ayrılmasının önemli toplumsal sonuçlarının olacağıdır. tedaviye başvuran çiftin, genetik kalıtının bir bölümünü
Bu sonuçların başında cinsellik, üreme, aile, akrabalık bağışlamak isteyen kişinin ve tedavi sonucunda ortaya
çıkacak bireyin gönencinin sağlanması gerektiği göz
önüne alınmaktadır.(5)
g
17
1.Toplumsal Acıdan Ortaya Çıkan Etik
Sorunları:
Bilindiği
gibi
infertilite
toplumsal
değer
yargılarının belirleyici olduğu bir durumdur.
Toplumların çoğunda kısır" kadına karşı takınılan
tavır insan haklan ve bireyin özerkliği yönünden
önemli sorunlar oluşturmaktadır. Son yıllarda
kullanılmaya başlayan yöntemlerle üreyememeye
yönelik toplumsal tavır bir değişme sürecine girmiş
gibi görünse de, bu yöntemler "kısırlığı" tedavi
etmekten çok, çocuksuzluk durumunu ortadan
kaldırdığı için, toplumsal açıdan kökten bir anlayış
değişikliğine neden olmaları beklenmemelidir. Bu
tekniklerin önemli etkilerinden biri, toplumdaki insaninsan ilişkilerinde neden olması kaçınılmaz olan,
ancak
henüz
öngörülmeyen
dönüşümlerdir.
Kuşkusuz bu durum aile, ana-baba, çocuk, eş,
akrabalık kavramlarını temelden etkileyecektir.
Bugün için uygulamanın sınırlı olması, bu
etkilemenin nasıl olacağı konusunda gerçekçi savlar
ortaya koymayı güçleştirmektedir. Uygulamanın
koşullarının ve sınırlarının belirlenebilmesi için. bu
erken gibi görünen kestirimleri yapmaya çalışmak
gerekmektedir. Bu tartışma, günümüzde özellikle
verici gametlerinin kullanıldığı uygulamalar üzerinde
sürdürülmektedir.
Toplumsal açıdan ele alınması gereken bir başka
sorun, bu uygulamaların ekonomik boyutu ile ilgilidir.
Burada söz konusu olan yalnızca tedavi giderlerinin
kimin tarafından, hangi oranlarda karşılanacağı sorunu
değildir. Günümüzde oldukça sınırlı bir kesimin
ulaşabildiği bu hizmetin, ulaşılması, satın alınması ve
kullanılması zor oluşunun, bireyin (varsa) üreme
hakkını nasıl etkilediği de önemli bir sorundur.
Yeterince gelişkin olmayan bir sağlık sisteminde bu tür
tedavilerin oranının ne olması gerektiği de bir başka
sorundur. Burada iki görüş çatışmaktadır. Infertilite
tedavisinin nüfusu giderek artan dünyada kısıtlı ve
pahalı kaynaklan bencilce harcayan bir yöntem
olduğunu savunan görüş, bir anlamda yarara bir görüş
olarak ortaya çıkmaktadır. Bu görüşün, infertil çiftlerin,
çocuğu sevgi dolu bir birlikteliğin doğal sonucu olarak
gören bir dünyada yaşadıktan dışlanmışlık ve
yabancılaşma duygusunu göz ardı ettiği açıktır. Öteki
görüş ise, üremenin bireysel bir hak olduğu ve bu
Hakkı gerçekleştirmek için olası tüm yollan denemenin
de en azından olağan olduğudur. Bu görüş kendi
içinde alt söylemlere ayrılmaktadır. Bir grup üreme
hakkının toplum tarafından bireysel düzeyde
ekonomik olarak olanaklı kılınmasını savunurken, öteki
grup toplumun yalnızca sistem düzeyinde bu hakkın
olanaklı kılınması gerektiğini, parasal yönünü ise
bireylerin kendilerinin karşılamalarının uygun olacağını
savunmaktadır. (6)
Infertilite
tedavileri
tıp
etiği
açısından
incelendiğinde ortaya çıkan bir başka sorunsa,
toplumun kimin kimden, hangi bağlamda çocuk
sahibi olduğunu denetleme görevini giderek en köklü
kurumlarından biri olan tıbba yüklemeye başlamış
olmasıdır. Tıbbın böyle bir denetleme işlevini
üstlenmesi, onun toplumsal erkten bağımsız
olma özelliğini zedeleyecektir.
Infertilite tedavisinde son yıllarda kullanılan
yöntemler önemli bilimsel gelişmelerin yansımaları
olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yöntemlerin infertil
çiftlere yardımcı olmak için mi, yoksa bilimsel olarak
olanaklı oldukları için mi kullanıldıktan giderek daha
çok sorgulanmaktadır. Infertilite tedavisini tıp etiği
açısından incelerken bu soruyu dikkate almak temel bir
öneme sahiptir. Bu yöntemlerin sosyal ve etik açıdan
sonuçlarının kestirilmesine olanak tanımayan bir hızla
gelişmesi kaygı vericidir.
2. Tedaviye Başvuran Çiftle İlgili Etik Sorunlar.
"Kendi' çocuklarının dünyaya gelmesi, kadın ve
erkeklerin çoğu için önemli bir sosyal olaydır. Burada
"kendi çocuğu* terimi genellikle ailenin sürekliliği
anlamını taşıyan ve genetik kalıtın aktarılmasına vurgu
yapan bir terimdir. Kuşkusuz çiftleri bu tedavilere
yönelten nedenlerden biri de. bu genetik sürekliliğe
duyulan arzudur. Ancak infertilite tedavileri giderek bu
isteği temel almaktan uzaklaşmakta, verici
gametleriyle tedaviyi, uygulamanın ikinci aşaması
olarak görme eğilimi yaygınlaşmaktadır (5). Anababayla çocuğun ilişkisi genetik ve sosyal etkenlerin
bir bileşkesinden oluşmaktadır. Bu bileşkede genetik
olanla sosyal olanı ayrı düşünmek kuşkusuz yapay
ayırım olacaktır. Oysa yardıma üreme tekniklerindeki
gelişmenin yönü bu yapay ayırımı temel alır
görünmektedir. İnfertilite tedavisi sonrasında "sahip
olunan' çocuk, ona ekinsel (kültürel) kalıtını aktaracak
ana-baba ile genetik olarak tümüyle ilişkisiz bile
olabilmektedir. Bu olasılık, kişilerin neden bu türden bir
"tedaviyi" evlat edinme kurumuna yeğledikleri
sorusunu akla getirmektedir. Kanımca tümüyle ayrı ve
son derece önemli bir başka yazının konusu olabilecek
bu sorunun altı kalın çizgilerle çizilmelidir. Genetik
olarak kısmen ilişkili oluşun ortaya çıkarabileceği etik
sorunlarda ayrıca önemlidir.
Infertilite tedavileri için çiftlerin seçimi, o çiftler
açısından önemli değer sorunlarına yol açabilmektedir.
Bu sorunlardan bin, çiftlerin bu seçimi ana-baba
olmaya uygun olup olmadıktan yolunda yapılan bir
seçim olarak algılamalarıdır. Bu sorun bir kez daha
üreme hakkı açısından düşünüldüğünde, herhangi bir
tedavi söz konusu olmadan çocuk sahibi olabilen
çiftler için hiçbir seçme söz konusu değildir. O halde
eğer infertilite tedavisinde bir seçim yapılıyorsa, bunu
etik açıdan haklı çıkarabilmek için "üreme hakkı"
kavramını yeniden yorumlamamız gerekmektedir. Öte
yandan evlat edinme ya da bakıcı aile olabilme
koşullarının ne denli ince düşünülmüş olduklarını göz
önüne alacak olursak, infertilite tedavisinde kimi
seçimlerin yapılmasının insan haklarını o denli
zedelemediğini, aksine doğacak çocuğun haklarını
korumaya yöneldiğini savunabiliriz (5). Kuşkusuz
burada bilimsel sınırlılıklarda söz konusudur. Bu
sınırlılığın çerçevesi ülkemizde olduğu gibi yalnız
belirli tür yardıma üreme tekniklerine izin verilen
ülkelerde (Ülkemizde yalnız anne ve babanın
gametleri kullanılabilmektedir)
ötekilerde
olduğundan farklıdır. Buraya kadar söz konusu edilen
bütün bu alınması zor kararlan kim(ler), hangi ölçütlere
göre alacaklardır?
Tüm öteki tıbbi uygulamalarda olduğu gibi, infertilite
tedavisinde de bilgilendirme temel bir öneme sahiptir.
Yöntemlerin uzun sürmesi, başarının garanti
edilememesi, ileri uzmanlaşmanın bu yöntemlerde
belirgin bir etkinliğinin olması ve sonuçta hekim de
içinde olmak üzere hiç kimsenin etkileyemediği bir
sürecin yaşanması, çiftlerin kendi yaşamlarının
denetimini ellerinden kaçırdıkları duygusuna
kapılmalarına neden olabilir. Bilgilendirme, kaygıyı
arttırıcı bu duygunun baş edebilir sınırlarda kalmasını
kolaylaştırabilir.(5)
Doğrudan tekniklerden kaynaklanan etik sorunlardan
biri, gebelik şansını arttırmak için başvurulan ve "süper
ovülasyon" olarak adlandırılan yöntem nedeniyle
ortaya çıkan fazladan döllenmiş yumurtalardır.
Bunların gebelik amacıyla ekilenleri çoğul gebelik
riskini arttırıp, onun anne ve fetüs açısından neden
18
olduğu sorunları gündeme getirmektedir.
Ekilmeyenler ise insan olma gizil gücünü taşıyan bu
varlıkların geleceklerinin ne olduğu/olması gerektiği
sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Bu embriyoların
başkalarına bağışlanması, araştırma için verilmesi ya
da ortadan kaldırılmalarının istenmesi, her biri tek
başına bir makalenin konusu olabilecek değer
sorunlarına yol açmaktadır. Genel olarak hukuk
açısından ele alındığında bu fazladan embriyoları birer
kişisel mülk ya da kalıt olarak görmek sorunu çözüyor
gibi görünmekteyse de, bir ailenin kendi çocukları ile
ilgili olarak nereye kadar karar verme yetkisine sahip
olduğunun tartışıldığı günümüzde bu yalnızca
hukuksal bir çözümdür. Etik açısından da çözüm, kısa
erimli ve doyurucu olmaktan uzaktır. Hukuksal açıdan
ele aldığımızda eşlerin boşanması durumunda bu
embriyoların dunumu oldukça tartışılmalıdır. Eşlerin
ölmesi durumunda, embriyolar öksüz ya da yetim
durumuna düşmektedirler. Yol açtığı değer sorunları
nedeniyle "Süper Ovülasyon" tekniği sorgulanmakta,
kimi merkezler bu tekniği uygulamayarak gebeliği
doğal şansa bırakma eğilimi göstermektedirler (5).
3.Gamet Vericileri İle İlgili Etik Sorunlar:
Ülkemizde üçüncü kişilerden gamet alınması yasak
olduğundan bu konuya ayrıntılı olarak
değinilmeyecektir. Ancak gametlerini bağışlayan
kişilere de tedaviye alınan çifte olduğu gibi bilgi ve
danışmanlık hizmetlerinin sunulması, özellikle AIDS
gibi hastalıklar açısından incelenmeleri, bağışın açık bir
onamla yapılması önemlidir. Kadın vericilerin bazı
riskler aldıktan, yöntemin ağrı verici yönlerinin olduğu
göz önünde tutulmalıdır.
İnfertilitenin etik açsından ele alınışı büyük ölçüde
verici gameti kullanmayla ilişkilendirilmektedir. Ancak
yukarıda vurguladığımız sorunlar göz önüne alınacak
olursa, değerler açısından yalın bir tıbbi tedavi olarak
görülen anne-baba gameti kullanmanın da etik
sorunlardan bağışık olmadığı açıkça ortaya
çıkmaktadır.
4.Tedavi Sonucu Dünyaya Gelen Çocuk Açısından
Etik Sorunlar:
Bu konudaki en önemli etik sorun, çocuğa dünyaya
geliş biçiminin açıklanıp açıklanmayacağı ya da hangi
biçimde açıklanacağıdır. Gametin bağış yoluyla
alındığı durumlarda bu konu daha da karmaşık bir yapı
kazanmaktadır. Gönüllü vericinin kimliğini gizlemek
istemesi, çocuğun kendisi ile ilgili gerçekleri bilme
hakkı ve bunlara ek olarak yönetsel erkin bireylerin
kendilerinin bile bilmedikleri kimi kişisel bilgilere sahip
olma, onları gizleme ve iletimlerini denetleme yoluyla
elde edeceği güç, incelenmesi gereken konulardan
yalnızca birkaçıdır.
Bütün bu sorunlar yumağını bir yazının kapsamına
sığdırmak kuşkusuz olanaksız. Ancak tartışılması
gereken ne denli yaşamsal sorunlar olduğunu
vurgulamak için bu genel çerçevenin yararlı
olabileceği kanısındayım. Her sorunu tek tek ele alarak
tıp etiği açsından incelemenin bu amacı aşacağı, hatta
ona ulaşılmasını olanaksız kılacağı düşüncesiyle bu
yazıda böyle bir girişimde bulunulmamıştır.
Görüldüğü gibi yazı boyunca hekim-hasta ilişkisinde
ortaya çıkabilecek genel anlamdaki değer
sorunlarından söz edilmemiştir. Yalnızca infertilite
tedavisinin, özellikle de son gelişmeler sonrasında
ortaya çıkan yeni yöntemlerin ortaya koyduğu değer
sorunları ele alınmıştır. Bu vurgunun yanlış
anlaşılmaması için bir açıklama gerekli gibi
görünmektedir. Bu yazı, yardıma üreme tekniklerini
infertilite tedavisini olumsuzlamak amacını
taşımamaktadır. Asıl amaç, bu uygulamanın ve
sınırlarının belirlenmesinin gereklilikten de öte, bir
zorunluluk olduğunu vurgulamaktadır. Böyle
sınırlamaların varlığı da, bu zorunluluğu
kanıtlamaktadır, örneğin, doğacak bebeğin cinsiyetini
seçmek ve belirlemek olanaklıyken, haklı kaygılarla bu
işlem yasaklanmıştır. Bu sınırlama ilk anda akla
gelebilen, oldukça belirgin bir öngörüden
kaynaklanmıştır. Bu yazıda, bu denli açıkça ve İlk anda
öngörülmeyen sorunlardan söz edilerek, onlara dikkat
çekilmeye çalışılmıştır. Sınırlan belirlemenin temel
dayanağı, bu uygulamanın birey toplum, insan türü,
hatta belki de tüm canlılık ağsından ne anlama
geldiğini sorgulamak olmalıdır.
Download