TÜRKİYE’DE SİYASİ HAYAT VE KURUMLAR İçindekiler Siyaset Kavramı ve Fonksiyonları Türkiye’nin Siyasi Sisteminin Kısa Tarihçesi Türkiye’nin Parlamenter Demokrasisinin Temel Özellikleri Yasama-Yürütme-Yargı Modern Devlet ve Siyasi Kurumlar Türkiye’de Demokrasi Siyasi Partiler ve Seçimler Siyasetin Toplumsal Hayata Etkileri GİRİŞ Siyaset toplumdaki kolektif nitelikteki sorunlara çözüm bulmak gibi zor bir görevin icra edildiği bir saha olarak ifade edilebilir. Bu doğrultuda kapsamında birçok kurum ve süreç söz konusudur. Siyasal sistemi teşkil eden kurum ve süreçlerin nihai hedefinin ise bireyleri mutlu kılma ve toplumsal gelişmeyi sağlamak olduğu söylenebilir. Toplumsal yapıdaki değişmelere paralel olarak siyasetin alanı, yapısı ve fonksiyonları da yeniden biçimlenmektedir. Batıda, kapitalizmin hızlanması ve sanayi devriminin etkisiyle yaşanan modernleşme sürecinin toplumsal yapıda yol açtığı değişikliklere paralel olarak; modern devlet, demokrasi, anayasallık, seçim ve siyasi partiler gibi kurum ve uygulamalar peyder pey kendini göstermiş; modern toplum ve siyasetin başlıca kurumları haline gelmişlerdir. Lale devri ile birlikte rotasını Batıya çeviren ülkemiz ise yaklaşık olarak bir buçuk asırdır modern devlet ve demokrasi eksenli bir siyasal kurumsallaşma sürecinin içindedir. Buraya kadar bahsedilen arka plandan da anlaşılacağı gibi bu ünitenin amaçları; başlıca siyasal kurum ve süreçlerle alakalı olarak bir Türkiye profili çizmek, demokrasi ve modern devlet bağlamında Türk siyasi sistemi hakkında bir fikir edinebilmektir. Bu amaca ulaşabilmek için modern siyasete ait kurum ve süreçlere yönelik teorik analizlere girişilmiştir. Bundaki gaye bir yandan okuyucuların siyaset, demokrasi devlet siyasi parti seçim sistemleri gibi hususlar arasındaki bağlantıyı anlayabilmelerine yardımcı olmak öte yandan bu teorik bilgilerin ışığı altında Türk siyasi sistemine yönelik tespitlerde bulunmaktır. Dolayısıyla bu ünitede siyasetteki temel kurum ve süreçler olan siyasi sistem, modern devlet ve demokrasi endeksli bir Türkiye analizinin yer aldığı söylenebilir. Son olarak, bu bölümde yapılan siyasete yönelik analizler bağlamında karşılaşılacak bulguların, ele alınacak tüm süreç ve kurumların toplu halde yaşamanın bir gereği ve sonucu olduğunun altını çizmekte yarar vardır. Dolayısıyla bu ünite boyunca okuyucuların siyasetin insanlar toplu halde yaşadıkları için var olan bir olgu olduğu hususunu gözden kaçırmamaları verimlilik açısından önemli bir ayrıntı olacaktır. Siyaset Kavramı ve Fonksiyonlar Sosyal bilimler alanındaki bilimsel çalışmalarda kavram analizlerinin önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. Bu duruma yol açan faktörlerden biri de genel kabul gören tanıma ulaşmadaki güçlüklerdir. Bu güçlüklerin temelinde; kavramlara çok farklı anlamlar yüklemenin, Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar farklı açılardan ele almanın sosyal bilimler sahasında olağan hatta kaçınılmaz oluşunun yattığı söylenebilir. Yine bu bağlamda sosyal bilimlerdeki çoğu kavramın günlük hayattaki kullanım ve çağrışımlarının akademik alandakinden çok farklı olabilmesi ve fen bilimlerinde olduğu gibi araştırma objesini laboratuar ortamında inceleme ve herkesin kabul edeceği genel bulguları deney yöntemiyle elde etme imkânının olmaması gibi etmenlerden de bahsedilebilir. Bu son hususu şu şekilde ifade etmekte mümkündür: Sözgelimi bir siyaset bilimci hiçbir zaman devleti laboratuar şartlarında inceleyemeyecektir. Ama kavram olarak devlet analizini yapma, bu yolla devletin temel unsurlarına ulaşma ve bunlardan hareketle devletin işleyişini ortaya koyma şansı her zaman için mevcuttur. Tüm bunlardan hareketle siyaset kavramını baştan bir tanıma endeksleyip, o tanımdan hareketle açıklamaya çalışmaktansa; içeriğini ve fonksiyonlarını anlamak açısından kavram analizi yoluyla incelemenin daha doğru bir tutum olacağı söylenebilir. Bu bağlamda önce etimolojik bir çalışma ve ardından da siyasete yönelik başlıca yaklaşımları ele almak faydalı olabilir. Köken itibariyle İbraniceden gelme olasılığı yüksek olan “siyaset” kelimesi; tarihsel süreçte daha çok yönetmek, eğitmek, yetiştirmek gibi anlamlarla iç içe olmuştur. Kelimenin eski zamanlardaki kullanımlarından birinin de “at eğitimi” oluşu ilginç ve üzerinde durulmaya değer bir veridir. Zira bu veriden hareketle geleneksel topluluklarda atın en önemli ulaşım, iletişim ve savaş aracı olduğu göz önüne alınarak siyasetin; risk, ustalık, idare etme, zorluk gibi birçok unsuru da içinde barındıran bir faaliyet alanı olduğu şeklinde yorumlar yapmak mümkündür. Kelimenin zamanla şehirlerin, insanların, ülkelerin yönetimi ve bu bağlamdaki ilişkileri karşılayan bir içerik kazandığı görülmektedir. Nitekim siyaset kelimesinin Türkçe’nin bir parçası haline gelmesi de bu anlamlarla olmuştur (Dursun, 2008: 29). Siyasetin Batı dillerindeki karşılığı olan politika da benzer bir şekilde şehir-devlet yönetimi gibi anlamlar içeren bir kelimedir. Dikkat edilirse buraya kadar yapılan bu küçük analiz, bizi siyasetin doğasında yönetme, düzen sağlama, risk içerme ve rekabet gibi boyutlar olduğu yönünde yorumlar yapma noktasına getirmiş durumdadır. Siyasete yönelik tarihsel süreçte belirginleşmiş olan başlıca yaklaşımlara göz atılması bu kavramın mahiyetinin anlaşılması açısından yukarıda yapılan etimolojik ve anlamsal çalışmayı destekleyecektir. En azından Aristo’dan bu güne kadar başlıca çalışmalarda “siyaset nedir?” sorusuna verilen cevaplardan hareketle siyaset kavramına yönelik başlıca iki yaklaşımdan bahsedilebilir. Bunlar; siyaseti iktidarı elde etmek için girişilen mücadele, çatışma ve rekabet süreci olarak gören yaklaşım ile bunun aksi yönünde olan; siyaseti toplumun genel yararı ve mutluluğu için yapılan faaliyet olarak gören yaklaşımdır. Siyaseti mücadele, çatışma ve rekabet olarak gören yaklaşım; farklılaşma ve çatışmayı toplumsal hayatın kaçınılmaz unsurları olarak ele almakta ve bu durumun doğal bir sonucu olarak da rekabet olgusunu siyasal süreçlerin temeline yerleştirmektedir. Bu yaklaşıma göre 2 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar toplumsal hayatta ölçeği ne olursa olsun her kademedeki çatışmanın hedefi aslında bir iktidar (kontrol ve yönlendirme) gücüne sahip olmaktır. Dolayısıyla siyasetin açıklanması da siyasal iktidarın ve onunla alakalı makamların ele geçirilmesi için yapılan çekişme ve mücadele şeklinde olmaktadır (Turan, 1996: 11). Siyasetin bu şekilde olmadığını düşünen diğer yaklaşım ise bu faaliyeti; toplumsal manada genel yarar, bütünlük ve insanların ortak iyiliğini gerçekleştirme gibi hedeflere endekslemektedir (Kapani, 2007: 18). Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta ise bahsedilen faaliyetlerin ancak siyasal iktidarın ve onunla alakalı makam ve kurumlara aracılığıyla gerçekleştirilebileceğidir. Her iki yaklaşımında toplumsal gerçeklikle örtüştüğü söylenebilir. Bu sebeple her ikisini dikkate alarak siyaseti iki ayrı boyuta sahip bir kavram olarak ele almak isabetli olacaktır (Kapani, 2006: 17). Bu iki yaklaşımı dikkate alarak yapılacak siyaset tanımlamaları, süreç ve kurum analizleri açıklayıcı ve kapsamlı olacaktır. Bu arada biraz düşünüldüğünde her iki yaklaşımdaki ortak paydanın siyasal iktidar kurumu olduğu anlaşılabilir. Zira rekabet ve mücadele asıl olarak siyasal iktidar mevkiine gelebilmek içindir. Toplumun mutluluğu ve bütünlüğü için politika geliştirip uygulamak için ise siyasal iktidar olmak gereklidir. Sözgelimi siyaseti sadece iktidar mücadelesi olarak ele alan bir araştırmacı tek partili sistemleri açıklamakta zorlanırken; sadece herkesin yararına toplum düzeni kurma ve politika geliştirme olarak algılayanlar da partiler arasındaki iktidar yarışını ya da aynı parti içindeki bireyler arasındaki yaşanan adaylık çekişmesini açıklamakta güçlük çekecektir. Buraya kadar bahsedilen bilgilerden ve yapılan yorumlardan hareketle siyaseti toplumdaki diğer faaliyetlerden ayıran nitelikleri de tespit etmek mümkündür. Buna göre; •İlk olarak siyasetin aslında bir süreçler bütünü ve birçok kurumun yer aldığı bir saha olduğu tahmin edilebilir. Yani siyaset kapsamı son derece geniş bir olgudur. Anayasa, parlamento, seçimler, devlet, hükümet, siyasi partiler uluslararası çevre, demokrasi, baskı gurupları, bireyler, şikayetler, destekler, eleştiriler hepsi bu geniş kapsamın dâhilindedir. •Dikkat edilirse siyaset bağlamında bahsedilen iki temel süreç; yani iktidar olmak için girişilen mücadele, çatışma ve rekabet ile toplumsal manada genel yarar, bütünlük ve insanların ortak iyiliğini gerçekleştirme amacı ölçeği ne olursa olsun tüm insan topluluklarında görülen süreçlerdir. Dolayısıyla siyaset, evrensel ve süreklilik gibi niteliklere de sahiptir. Bahsedilen süreçlere milyonlarca insanın yaşadığı devletlerde de birkaç yüz kişilik küçük ve hatta ilkel kabilelerde de rastlamak mümkündür. •Siyasetin hem süreçler hem de kurumlar boyutunda asıl unsuru bireydir. Bireyin siyasal davranışları ve siyasal katılmalarıyla bahsedilen süreçler yaşanmakta ve kurumlar işlemektedir. •Siyaset kurumunca alınan kararlar genel ve bağlayıcıdır. Meşru yaptırım gücüne sahiptir. 3 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar Son olarak tüm bu analizlerin ışığı altında siyaset kurumunun toplumsal hayattaki başlıca fonksiyonları olarak şunlardan bahsedilebilir: •Siyasetin başlıca fonksiyonu kamusal hizmetlerin sağlanmasıdır. Toplumsal yapı içinde kolektif nitelikli sorunların tespiti ve çözümü siyaset kurumu aracılığıyla olmaktadır. Dikkat edilirse bu fonksiyon toplumsal hayatın devamını açısından şarttır. •Siyasetin bir başka fonksiyonu olarak ise yönetilen halkın (vatandaşların) yöneticilere itaat ve meşruiyetini sağlaması gösterilebilir. Toplumsal hayatta; imkân, görüş ve çıkarlarda farklılaşma, rekabet gibi sorunlarla çözüm önerileri karşısında bir tercihte bulunma gibi zorunluluklar iç içedir. Böyle bir ortamda yönetilenlerde siyasal iktidara itaat ve rızanın gelişmesi, kolektif sorunları çözecek bir mekanizmanın meşruluk kazanması gereklidir. •Dikkat edilirse tüm bunlar toplumsal manada barış düzen ve uzlaşmayı gerektiren hususlardır. Toplumsal hayat içinde barış, düzen ve uzlaşmayı temin edecek başlıca faaliyet ve kurum siyasettir. Türkiye’nin Siyasi Sisteminin Kısa Tarihçesi Türkiye’nin siyasi sistemine yönelik tarihsel bir analiz yapabilmek için öncelikle “Siyasi Sistem” kavramını açıklığa kavuşturmakta yarar vardır. Bu doğrultu da belki de ilk ifade edilmesi gereken husus ise toplumsal yapının birçok sistemden meydana geldiği ve her bir sistemin de toplumsal hayatın devamı için birtakım fonksiyonlara sahip olduğudur. İşte bu sistemlerin en geniş kapsamlısı olan siyasi sistem hem bir kurumlar seti (dizisi) hem de bir süreçler bütünü şeklinde ifade edilebilir. Bu bağlamda siyasal sistemdeki başlıca kurumlar (örgütler) olarak; Parlamento (Yasama), Devlet Başkanlığı (Yürütme), Bakanlar Kurulu (Yürütme), Hukuk Düzeni, Devlet Şekli (üniter-federal), Parti Sistemi ve Seçim Sistemi, başlıca süreçler olarak da; siyasal iktidarın kolektif politika geliştirme ve karar alma süreçleri, bireylerin siyasal katılmaları ve son olarak da siyasal iktidarı ele geçirmek amacıyla yaşanan iktidar mücadelesi süreci gösterilebilir. Görüldüğü gibi siyasal sistem toplumların kolektif sorunlarını çözmek için oluşturulan bir örgütler dizisi (Turan, 1996: 16) ve siyasal iktidara yönelik süreçlerden müteşekkil bir bütündür. Bu iki boyuttan hareketle bir siyasal sistemin asıl olarak; “ülkeyi kim yönetecek?”, “ülke siyasal sisteminde hangi kurum ön planda olacak?”, “devletin temel organları nasıl oluşacak?”, “bu temel organlar ne gibi yetkilerle donatılacak?” ve “siyasal kurumlarla bireyler arasındaki ilişkilerin niteliği nasıl olacak?” gibi sorulardan hareketle kurumsallaştığı söylenebilir. Bu soruların cevabı olan düzenlemeler yaklaşık iki asırdır asıl olarak anayasalar aracılığıyla yapılmaktadır. Dolayısıyla anayasaların siyasal sistemleri şekillendiren başlıca unsur oldukları rahatlıkla ifade edilebilir. 4 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar Siyasi sistemin başlıca nitelikleri olarak ise şunlardan bahsedilebilir. Her şeyden önce; siyasal sistemin toplumdaki diğer sistemlere nazaran kapsamının geniş olduğu belirtilmelidir. Bir diğer ayırt edici özelliği olarak da siyasal sistemce alınan karar ve eylemlerin tüm toplumu etkilemesinden bahsedilebilir. Ayrıca bu kararlar toplum üyelerini bağlayıcı niteliktedir. Son olarak ise siyasi sistemin bir çevre içinde vücut buluşundan bahsetmekte yarar vardır. Siyasi sistemler toplum içinde faaliyetlerini uygularken çeşitli çevresel etkiler altında kalırlar. Aslında bu sürekli bir etkileşimdir. Etkileşimin kapsamında diğer siyasal sistemler de yer almaktadır. Yani siyasal sistem uluslararası bir çevreyle de etkileşim halindedir (Çam, 2000: 4). Siyasal sistemleri güçler ayrılığı ilkesi ve temel hak ve özgürlüklerin anayasadaki durumuna göre demokratik olanlar – demokratik olmayanlar şeklinde bir ayrıma tabi tutmak mümkündür. Demokratik siyasal sistemler kapsamında; Parlamenter Demokrasi (Parlamentarizm), Başkanlık ve Yarı-Başkanlık sistemleri bulunmaktadır. Esasen demokratik siyasal sistemleri birbirlerinden farklı kılan yasama ve yürütmenin yapısal ve fonksiyonel olarak farklı şekillerde dizaynıdır. Bu durum farklı hükümet sistemlerini ortaya çıkarmakta ve farklı hükümet sistemlerinden hareketle de üç ayrı demokratik siyasal sistemden bahsedilmektedir. Demokratik siyasal sistemler içinde en eski ve en yaygın olanı Parlamenter Demokrasi, en genç ve en az yaygın olanı ise Yarı-Başkanlıktır. “Parlamentarizm” İngiltere, “Başkanlık” Amerika Birleşik Devletleri (ABD), “Yarı-Başkanlık” ise Fransa orijinlidir. Türkiye’nin siyasal sistemi parlamenter demokrasidir. Günümüz Türk siyasal sisteminin temellerinin XIX. yüzyılın ikinci yarısında atıldığı söylenebilir. İlk anayasamız olan 1876 Anayasası (Kanun-u Esasi) Türkiye’nin modern siyasi sisteminin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. 1876 Anayasası ve yeni Türk devletinin temellerinin atıldığı 1924 Anayasası’nda siyasal sistemi parlamentarizm doğrultusunda biçimlendiren hükümler söz konusudur (Karpat, 2007: 7,9; Gözler, 2011: 171–173). Çok partili dönemde yapılan 1961 ve 1982 Anayasalarında da bu geleneğe uyulmuş ve parlamenter demokrasi tercih edilmiştir. Parlamenter demokrasinin tam anlamıyla tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir mekanizma haline gelişinin ise 1961 Anayasası ile olduğu belirtilmelidir (Yavaşgel, 2004: 189). Bu anayasa ile modern demokrasiye ait unsurlar ile kuvvetler ayrılığı ilkesinin de net bir şekilde siyasal sistemin bir parçası haline geldiği görülmektedir. Bugünkü Türk siyasi sistemi kısaca; demokrasinin temel gereklerinin hukuki/şekli manada sistemde yer aldığı, hükümet sisteminin parlamentarizm olarak kurumsallaştığı bir yapılanma şeklinde özetlenebilir. 1876’dan bu güne kadar yaşanan bir asırı aşkın süreçte siyasal sisteme parlamentarizmin hukuki/ şekli manada yerleştiği demokrasi noktasında ise gel gitlerin yaşandığı söylenebilir (Karpat, 2007: 8). 1995 sonrasındaki yapılan anayasa değişikliklerinin ise demokrasinin pekişmesi ve güçlenmesi noktasında önemli katkıları olmuştur. Son söz olarak ülkemizde 2007 yılında Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi usulüne geçilmesinin parlamentarizmden yarı-başkanlık sistemine doğru bir kayış şeklinde 5 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar değerlendirmelere konu olduğu belirtilmelidir. Çünkü bahsedilen anayasa değişikliği ile zaten anayasa ile sembolikliğin ötesinde yetkilere sahip kılınmış olan Cumhurbaşkanı artık doğrudan doğruya halk tarafından seçilecektir. Halk tarafından seçilen ve yetkileri geniş olan (sembolik olmayan) cumhurbaşkanının olduğu demokratik sistem ise Yarı-başkanlık sistemidir. Bu noktada hâlihazırdaki Türk siyasi sisteminin bu husus dışında tamamen parlamenter özelliklere sahip olduğunu vurgulamakta yarar vardır. Dolayısıyla Türk siyasi sisteminin özellikleri asıl olarak parlamenter demokrasi bağlamında yapılacak analizlerle doğru bir şekilde ortaya konulabilir. Türkiye’nin Parlamenter Demokrasisinin Temel Özellikleri Bir önceki bahiste Türkiye’nin 1876 Anayasası’yla parlamenter demokrasi doğrultusunda bir tercihte bulunduğu; günümüz Türk siyasi sisteminin de parlamenter demokrasi esaslarına sahip olduğu belirtilmişti. Türkiye’deki parlamenter demokrasinin özelliklerini ise; parlamenter demokrasinin başlıca niteliklerini ortaya koyup ardından da bu niteliklerin Türk siyasi sistemi içinde nasıl biçimlendiğine yönelik bir analizle açıklamak mümkündür. Parlamenter demokrasi ya da kısaca parlamentarizm adından da anlaşılacağı gibi kilit kurumun parlamento (yasama gücü) olduğu bir sistemdir. Bu sistemde temsili demokrasi parlamento aracılığıyla işlemekte, sisteme ait kurumların oluşumunda ve işleyişinde parlamento önemli rol oynamaktadır. Sözgelimi; yasama yani kanun yapma yetkisi parlamentoya aittir, yürütme yasamadan türemektedir, yine yürütmenin bakanlar kurulu kanadı yasamanın denetimi altındadır. Tarihsel süreç içerisinde İngiltere’de ortaya çıkmış olan Parlamentarizmden İngiliz parlamentosu Londra’daki Westminster Sarayında toplandığından dolayı Westminster Modeli olarak da bahsedilir. Bu sistem demokratik siyasal sistemler içinde en yaygın olanıdır. Parlamentarizmin başlıca nitelikleri olarak şunları göstermek mümkündür: 1-Parlamenter sistemde yürütme iki başlıdır. Bu sistemde yürütme görevi devlet başkanı ve başbakan tarafından yerine getirilir. Devlet başkanı devletin başı başbakan ise Bakanlar Kurulu’nun (hükümetin) başıdır (Türköne, 2007: 160). 2-Parlamenter sistemlerde Devlet Başkanı sembolik yetkilere sahiptir ve yasama karşısında siyasi olarak sorumsuzdur. Bu nedenle görevi süresince parlamento da dâhil olmak üzere hiçbir kurum tarafından görevden alınması mümkün değildir. Sorumsuzluğundan dolayı da az ve sembolik yetkilere sahiptir. Var olan yetkilerini de ancak başbakan ya da ilgili bakanın imzası eşliğinde kullanabilmektedir. Parlamenter sistemdeki bu uygulamaya “karşı imza” kuralı denir. Burada dikkat edilmesi gereken karşı imza kuralının sorumsuz olan devlet başkanının yetkisizliğini sağlamak için geliştirilmiş bir usul oluşudur (Gözler, 2011: 92, 285). 3-Bir diğer özellik olarak Parlamenter sistemin hem monarşilerde hem de cumhuriyetlerde uygulanabilecek bir hükümet sistemi oluşu gösterilebilir. Bundan dolayı parlamenter sisteme 6 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar sahip ülkelerde devlet başkanı farklı adlar alabilmektedir. Sözgelimi bir monarşi olan İngiltere’de devlet başkanı “Kraliçe” iken cumhuriyet olan Türkiye’de bu makamdaki kişinin unvanı “Cumhurbaşkanı” dır. Anlaşılacağı gibi parlamenter sistemlerde devlet başkanının göreve gelişi ülkenin rejimine göre; monarşilerde veraset yoluyla cumhuriyetlerde ise seçimle olmaktadır. Eğer devlet başkanı seçimle işbaşına geliyorsa seçimi yapan organ genellikle parlamentodur. Yani cumhurbaşkanını halkın seçmesi parlamentarizmin geleneğinde yer almayan bir husustur. 4-Yürütme işlevi asıl olarak Bakanlar Kurulu aracılığıyla yerine getirilir. Bundan dolayı Bakanlar Kurulu yani Hükümet yasama organı karşısında sorumlu olan kurumdur. Bakanlar kurulunun başkanı “Başbakan” dır. Başbakan bu sistemde yürütmenin gerçek anlamda başı, siyasi sorumluluğun asıl sahibi olan kişidir. Dolayısıyla parlamenter sistemde bir siyasal sistem için temel sorulardan biri olarak gösterilebilecek olan “kim yönetecek?” sorusunun asıl cevabının Başbakan olduğu söylenebilir. Başbakanın parlamento üyesi yani milletvekili olması sistem açısından önemli bir gerekliliktir. Tam bu noktada parlamentarizmin çok ayırıcı bir özelliğinin de altını çizmek gerekiyor. O da; yürütmenin etkili kanadı olan “Bakanlar Kurulu”nun yasama organından yani parlamentodan kaynaklanmakta oluşudur (Gözler, 2011: 92). Başbakanın oluşturduğu Bakanlar Kurulu da parlamentoya karşı sorumludur. Parlamenter sistemde Bakanlar Kurulu; “Kolektif Sorumluluk”, “Kolejyallik”, “Homojenlik”, “Dayanışma” ve “Gizlilik” gibi ilkelerle çalışmaktadır (Gözler, 2011: 92). Kolektif Sorumluluk ilkesine göre; eğer yasama bakanlar kurulu hakkında güvensizlik oyu verirse görevini iyi yapanlar da dâhil bütün bakanların görevi sona ermektedir. Kolejyallik ilkesine göre; bakanlar kurulu toplantılarında başbakana muhalefet edilmesi şık değildir. Başbakanın isteği doğrultusunda genel bir uzlaşmayla karar alınması bir teamüldür. Dayanışma ilkesi de Kolejyallik ilkesini tamamlayıcı niteliktedir. Bu ilkeye göre başbakanla karşı görüşte olan bakan istifa etmedikçe başbakanın isteği doğrultusundaki kararı imzalamaya mecburdur. Homojenlik ilkesi bakanlar kurulu üyelerinin aynı siyasi çizgi ve ortak bakış açısına sahip olmalarını, gizlilik ise bakanlar kurulu görüşmelerinin gizli tutulmasını öngörmektedir (Gözler, 2011: 93). Dikkat edilirse parlamenter sistemde bakanlar kurulu çalışmalarına hâkim olan tüm bu ilkeler Başbakanı yürütmenin en etkin aktörü konumuna sokmaktadır. 5-Parlamenter sistemlerde yürütme gücü doğrudan halkın seçmesiyle oluşmaz. Seçmen parlamentoyu parlamento da yürütmeyi seçmektedir. Yürütmenin sorumsuz kanadı olan devlet başkanı daha öncede vurgulandığı gibi genellikle yasama organı tarafından seçilir. Kabine yani Bakanlar Kurulu da parlamentonun içinden çıkar, parlamentonun onayıyla göreve başlar. Bu noktada parlamenter demokrasilerde bakanların da meclis üyesi olmasının asıl olduğu ancak bunun bir şart olmadığı belirtilmelidir. Dolayısıyla parlamenter sistemlerde istisnai olmakla birlikte parlamento üyesi olmayan bakanlara rastlanabilmektedir. Tüm bunlara bakarak yürütme gücünün esas olarak yasama tarafından belirlendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. 7 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar 6-Bu tür sistemlerde tek ya da çift meclis bulunabilir. Eğer parlamento çift meclisten oluşuyorsa hükümeti denetleme ve yasa yapma noktasında asıl yetkili olan meclis halkın seçtiği meclis olmaktadır. 7-Parlamenter sistemde yasama ve yürütme birbirinin varlığına son verme imkânına sahiptir. Yasama organına karşı yürütmenin Bakanlar Kurulu kanadı sorumludur ve onun güvenine dayanmaktadır. Yasama organı “güvensizlik oyuyla” Bakanlar Kurulunu (hükümeti) düşürülebilir. Buna karşılık yürütme de yasamayı feshedebilir. Fesih yetkisi Devlet Başkanı tarafından kullanılan bir yetkidir (Gözler, 2011: 94). 8- Parlamenter sistemde aynı kişi hem yürütmede hem yasamada görev alabilir. Yani hem milletvekili hem de bakan ya da başbakan olmak mümkündür. Bu özelliğin bir sonucu olarak bakanlar kurulu yasama organının çalışmalarına katılabilmektedir. 9- Parlamenter sistemde diğer demokratik siyasal sistemlere nazaran daha yumuşak bir güçler ayrılığı söz konusudur. Yasama ve yürütme yetkileri kural olarak iki ayrı organa verilmişse de bu organlar birbirinden tam olarak bağımsız değildir. Aralarında işbirliği ve etkileşim mekanizmaları fazladır (Türköne, 2007: 162). Parlamento çoğunluğunun genellikle hükümetlerde olması, aynı kişinin hem yasama hem yürütmede görev alabilmesi, yürütmenin yasamanın içinden çıkması gibi uygulamaların varlığı sistemi yumuşak güçler ayrılığına doğru sürüklemektedir. Özellikle koalisyon değil de tek parti iktidarlarının oluşmasıyla bir siyasal parti şahsında fiilen yasama ve yürütmenin iç içe geçmesi güçler ayrılığındaki yumuşaklığı daha da artırabilmektedir. Parlamenter sistemin bu karakteristik özelliklerinden hareketle Türkiye’deki işleyişi hakkında bir takım analizler yapılabilir. İlk olarak ülkemizde yürütme gücünün parlamentarizme uygun olarak ikili yapıda dizayn edildiğini belirtmekte fayda vardır. Anayasamız; yürütmeyi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilen bir yetki ve görev şeklinde (madde 8) düzenlemiştir. Bu noktada yönetim şekli Cumhuriyet olan parlamenter demokrasilerde Devlet Başkanlarının Cumhurbaşkanı olarak ifade edildiğini belirtmek aydınlatıcı olabilir (Gözler, 2011: 279). Yine parlamenter demokrasiye uygun bir şekilde anayasamızın 105. Maddesine göre Cumhurbaşkanı siyasi sorumsuzluk sahibidir. Ancak cumhurbaşkanının görev ve yetkileri sembolik düzeyde değildir. Ülkemizde cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve yargı ile ilgili pek çok görev ve yetkisi söz konusudur. Üstelik bunların bir bölümü karşı imza kuralından da istisna tutulmuştur. Yani Cumhurbaşkanınca tek başına kullanılmaktadır (Gözler, 2011: 286). İşte bu husus Devlet Başkanı sembolik yetkilere sahiptir şeklindeki parlamentarizm ilkesine aykırı ,Türk parlamenter demokrasisine has bir özellik olarak ifade edilebilir. Yürütmenin diğer kanadı olan Bakanlar Kurulu’nun ülkemizdeki tanzimi ise parlamenter demokrasi ile tamamen uyumludur. Nitekim anayasamıza göre Türkiye’de Bakanlar Kurulu Başbakan ve Bakanlardan oluşmaktadır (Madde: 109). Başbakanın TBMM üyesi olması (Madde: 109) ve Bakanlar Kurulu’nun meclisten güvenoyu alması birer anayasal zorunluluktur (Madde: 8 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar 110). Yine Başbakanın Bakanlar Kurulunun asli unsuru olarak meclise karşı sorumlu tutulması (Madde: 112) tipik bir parlamenter demokrasi özelliğidir. Türkiye’de yürütme gücünün tamamı parlamento tarafından oluşturulmamaktadır. Yürütmenin Bakanlar Kurulu kanadı parlamento içinden çıkmakta ve göreve başlama sırasında parlamentodan güvenoyu almaktadır. Ancak daha önce de ifade edildiği gibi 21 Ekim 2007’de yapılan halkoylaması ile onaylanan anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı artık doğrudan doğruya halk tarafından seçilecektir. Bu yeni yapının Türk siyasal sistemini saf parlamentarizmden çıkardığı söylenebilir. Türkiye’deki parlamenter demokrasi tek meclisli sisteme dayalı bir şekilde sürdürülmektedir. Bu Meclisin (TBMM) tamamı genel oyla halk tarafından seçilen beş yüz elli (550) milletvekilinden oluşmaktadır. Bu noktada ülkemizde geçmişte zaman zaman iki meclisli parlamentarizminde uygulandığı belirtilmelidir. En son olarak ülkemizde 1961 Anayasası ile “Millet Meclisi” ve “Cumhuriyet Senatosu” olmak üzere iki meclisli bir yasama kurulmuştur. Bu uygulamada parlamenter demokrasinin gereklerine uygun olarak; hükümeti denetleme ve yasa yapma noktasında asıl yetkili olan meclis tüm üyeleri (450 üye) halk tarafından seçilen “Millet Meclisi” idi. Diğer meclis olan Cumhuriyet Senatosu’nda ise atanmış üyeler ile seçilmiş üyeler bir arada yer almakta idi (Gözler, 2011: 187). Türkiye’de yasama ve yürütmenin yine parlamentarizmin bir gereği olarak karşılıklı silahlara sahip olduğu da görülmektedir. Yasamaya karşı siyasi sorumluluğu bulunan Bakanlar Kurulu göreve başlama sırasında yasamadan güvenoyu almak zorundadır (Madde: 110). Yine Bakanlar Kurulu görevi esnasında da her an parlamentodan gelecek olan güvensizlik kararıyla düşme tehlikesiyle karşı karşıyadır (Madde: 99, Madde: 111). Buna karşılık yürütmede yer alan Cumhurbaşkanı da meclisi feshedebilme yani TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar verebilme yetkisine sahiptir (Madde: 104) Ülkemiz siyasal sisteminde parlamentarizmin tipik bir özelliği olarak yumuşak güçler ayrılığı da söz konusudur. Son yıllarda yapılan genel seçimler neticesinde tek parti hükümetlerinin kurulmasının bir sonucu olarak yasama ve yürütmedeki iç içeliğin fiilen daha da arttığı, yumuşak güçler ayrılığının daha da belirginleştiğini söylemek mümkündür. Türkiye’deki parlamenter demokrasinin işleyişine ilişkin son bir özellik olarak da; rasyonelleştirilmiş parlamentarizm uygulamalarının varlığından bahsedilebilir. Parlamenter demokrasilerde hükümetlere güç ve istikrar kazandırmak için geliştirilen anayasal tedbirler Rasyonelleştirilmiş parlamentarizm olarak ifade edilmektedir (Gözler, 2011: 99). Ülkemizde de Bakanlar Kurulu için güvenoyu isteme hakkının sadece Başbakana tanınmış olması (Anayasa Madde: 111) ve gensoru görüşmeleri esnasında yapılan güven oylamalarında Bakanlar Kurulu’nun ya da bir bakanın düşmesi için en az üye tam sayısının salt çoğunluğunun (276 oy) aranması gibi kurallar hükümetin düşürülmesini zorlaştıran uygulamalardır (Anayasa Madde: 99). 9 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar Yasama-Yürütme-Yargı Yasama, yürütme ve yargı güçleri bir devletteki temel organlardır. Devlet egemenliğini bu temel organlar aracılığıyla kullanır. Yine bu organlar aracılığıyla toplumdaki kolektif sorunları çözmeye çalışır. Yasama, Yürütme ve Yargı’nın sadece devlete ait olan yetkiler oluşu önemlidir. Yasama, yürütme ve yargı aynı zamanda bir siyasal sistemdeki ana kurumlardır. Daha öncede ifade edildiği gibi özellikle yasama ve yürütmenin teşkili ve karşılıklı etkileşimi noktasında yapılacak anayasal tercihler siyasal sitemin biçimlenmesinde oldukça etkili olmaktadır. Yasama organı; yasa yapmak ve hükümeti denetlemek gibi görev ve yetkilere sahip olan kurumdur. Parlamento veya meclis olarak isimlendirilen bu organ tek ya da iki meclisli olarak sistem içerisinde yer alabilir. Eğer bir ülkenin siyasal sisteminde yasama organı iki meclisli olarak teşkil edilmişse; meclislerden biri üyelerinin tamamı halk tarafından seçilen bir meclis olmaktadır. Bu meclis siyaset bilimi literatüründe “ilk” ya da “alt” meclis olarak isimlendirilir. Diğeri (ikinci meclis) ise içerisinde atanmış vekillerin de yer aldığı bir meclistir. Üyeleri arasında atanmışlarında bulunduğu bu tarz meclisler literatürde “İkinci” meclis ya da “üst” meclis olarak isimlendirilmektedir. Ülkemizde yasama organı tek meclisli olarak düzenlenmiştir. 1982 Anayasasının 75. maddesi ne göre bu görev genel oyla seçilen TBMM’ye aittir. Yürütme ise anayasaya uygun olarak kanunları uygulayan, genel kararlar alan ve bu kararları yürüten devlet organıdır. Bir başka ifade ile yürütme siyasal sistem içinde genel siyaseti takip eden birimdir. Genel siyasetten anlaşılması gereken ise ülkenin iç ve dış siyasetidir (Gözler, 2011: 298). Bu maksatla yürütme siyasal iktidar mekanizmasını kullanmakta, belirlediği politikalar doğrultusunda aldığı kararları devletin kurumları aracılığıyla uygulamaktadır. Ülkemizdeki yürütmenin esasları ise 1982 Anayasa’sının 101–137. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Anayasamızın 8. maddesinde de yürütme organının ikili bir yapıda olduğu ve Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’ndan oluştuğu belirtilmektedir. Bu şekildeki ikili (dualist) yürütmenin parlamenter hükümet sistemlerine has bir özellik olduğu daha önce dile getirilmiş bir husustur (Gözler, 2011: 279). Yargı gücünü yasa hâkimiyetini sağlamak için yasalara uymayanları yargılayan devlet organı şeklinde ifade etmek mümkündür. Bir siyasal sistemde hukuki uyuşmazlıkları çözme ve karara bağlama yetkisine sahip tek güç olan yargı esas olarak mahkemelere dayalı olan bir kurumsallaşmadır (Gözler, 2011: 340). Yargı gücü yasa yapmaz, yasa uygulamaz sadece yasaları hukuken yorumlar. 1982 Anayasasının 9. maddesine göre yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerdedir. “Anayasa Mahkemesi”, “Yargıtay”, “Danıştay”, “Askeri Yargıtay”, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” ve “Uyuşmazlık Mahkemesi” Anayasanın yargı bölümünde yer alan yüksek mahkemelerdir. 10 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar Modern Devlet ve Siyasi Kurumlar Bir toplumsal sistemdeki en yetkili ve en üst kurum olan devlet günümüzde toplumsal hayatın ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır. Öyle ki modern toplumda bireyle devlet arasındaki ilişki doğum raporuyla başlayıp ölüm raporuna dek uzanan bir birlikteliktir. Devletin toplumsal hayatın hemen her alanında, sürekli karşılaşılan bir olgu olduğu söylenebilir. Tarihsel verilere göre yaklaşık yedi bin yıldır insan hayatının parçası olan bu kurumun zaman, mekân çevresel şartlar ve ideolojiler bağlamında farklı bakış açılarına ve yorumlara konu olduğu görülmektedir. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere genel kabul gören, kapsamlı bir devlet tanımından bahsetmek hiç de kolay değildir. Bu arada devlete yönelik tanım zorluğunu kavrayabilmek açısından bu ünitenin başlangıcında yer alan sosyal bilimler sahasında tanım geliştirirken karşılaşılan klasik zorluklara yönelik analizi de hatırlamak faydalı olabilir. Tüm bunlardan ötürü modern devlet yapılanmasını ortaya koymak açısından bu bölümde takip edilecek yol tarihsel metot ve yapısal yaklaşımdan hareketle bir somutlaştırma çabası olacaktır. Öncelikle şu hususun altını çizmek gerekir ki; günümüzde devlet denildiğinde akla gelen modern devlet biçimidir ve tüm modern devletler de ulus-devlet1 formundadır (Giddens, 2008: 892). Bu yapı kapitalizmin hızlanması ve sanayi devriminin etkisiyle yaşanan modernleşme sürecinde beliren toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda devlet kurumunun yeniden şekillenmesiyle ortaya çıkmıştır. Tarihsel açıdan modernleşme XVI. ve XIX. Yüzyıllar arasında Avrupa’da yaşanan geleneksel toplum yapısının ortadan kalkmasıyla sonuçlanan bir süreç olarak ifade edilebilir. Bu süreçte tarım toplumundan (geleneksel toplum) sanayi toplumuna (modern toplum) geçiş yaşanmış ve bu kapsamda; nüfus artışı, kentleşme, ticarileşme, ekonomik ilişkilerde artış, kapitalizmin yükselişi, sosyal işbölümünün gelişmesi, siyasi katılım talepleri ve toplumsal hayatı etkileyen bilimsel ilerlemeler gibi gelişmelerle karşılaşılmıştır. Bu önemli değişikliklerin yol açtığı bütünleşme ihtiyacı, otoritesi tartışılmayan merkezi bir hükümet ihtiyacı, demokratlaşma ve yeni meşruiyet kaynağı bulma gibi ihtiyaçlar (Şahin, 2009: 121–128) var olan geleneksel devlet biçimleri (feodal devlet, mutlak devlet gibi) tarafından karşılanamamıştır (Pierson, 2000: 66). İşte modern devleti bu ihtiyaç ve eğilimlere göre oluşmuş bir siyasi yapılanma biçimi olarak ifade etmek mümkündür. Yönetim ve ekonomide merkezileşerek, toplumsal manada cemaatlere dayalı parçalı yapının yerine bütünleşme eksenli olarak örgütlenen bu yeni devlet biçimi önce XVIII. Yüzyılda Fransa ve İngiltere’de, ardından da Almanya, Rusya ve Avrupa’nın diğer bölgelerinde kendini göstermiştir. XVIII. ve XIX. yüzyılda Avrupa siyasal hayatında artık iyice belirginleşmeye başlayan bu siyasal dönüşüm çok merkezli ve çoğulcu siyasi yapılanmadan tek ve mutlakçı bir 1 Ulus-devlet modern devletin egemen formu olarak ele alınabilir. Bugün Birleşmiş Milletlere üye olan tüm devletler ulus-devlet formundadır Ulus-devlet toplumsal yapı ve siyasi meşruiyetin ulus üzerine bina edildiği modern devlet olarak da ifade edilebilir (Şahin, 2009: 121- 128). Pierson bu hususu modern devletin zamanla uluslarla özdeşleşmesi olarak ifade etmektedir (Pierson, 2000: 32). 11 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar iktidar merkezine kayma şeklinde ifade edilebilir (Türköne, 2007: 73; Şahin, 2009: 131). Zamanla siyasal örgüt ve usullerin kurumsallaşmasında demokrasinin devreye girmesi bu yeni devlet yapılanmasına eklemlenmiştir. Böylece siyasi iktidarı sınırlandırma anlayışı da modern devletin önemli bir bileşeni haline gelmiştir. Tüm bu bahsedilenlerden de anlaşılacağı üzere modern devlet daha önceki geleneksel devlet formlarına göre oldukça farklı niteliklere sahiptir. Bu farklılıklar devlet şeklinde bir organizasyonda var olması gereken temel unsurlar olan; topluluk, ülke ve egemenlikten (Gözler, 2011:33) hareketle somutlaştırılabilir. Modern devlette topluluk “biz” duygusunun hâkim olduğu ulus ya da millettir. Oysaki geleneksel döneme ait olan daha önceki devletlerde toplulukta geniş düzeyde bir birlik bilinci söz konusu değildir. Hatta toplumun kaynaşma olmadan bir arada yaşaması olağandır. Homojenlikten uzak “belirsiz” bir topluluktan bahsedilebilir. Devletin kaynaştırıcı politikaları da söz konusu değildir. Oysaki modern devlette topluluğu ulus haline getirmek, biz duygusunu geliştirmek yönünde ciddi bir gayret söz konusudur. (Şahin, 2009: 145-159). Modern devlette ulus aynı zamanda egemenliğin kaynağı olarak siyasi sistemin meşruiyet zeminini oluşturmaktadır. Dolayısıyla model demokrasi ile yakından ilişkilidir. Modern devletin modernleşme sürecinde ortaya çıkan meşruiyet krizini bu şekilde demokratik egemenlik prensipleriyle (milli egemenlik ve halk egemenliği yaklaşımları) çözdüğü söylenebilir (Şahin, 2009: 132). Yine egemenlikle alakalı olarak modern devleti kendisinden önceki devlet formlarından ayıran başlıca özelliklerden biri de daha öncekilerde olduğu gibi çoklu ve bölünmüş iktidar yapılarına izin vermemesidir. Bir başka ifade ile artık yerel ve dini otoritelerle paylaşılan bir iktidar alanı söz konusu değildir (Türköne, 1997: 72; Şahin, 2009: 125,126). Modern devlet kendi ülkesinde yaşayan halkı üzerinde ara yönetici ve özerk kuruluşlar olmadan doğrudan egemenlik kullanmaktadır. Bu yapının merkezinde tüm vatandaşların uyması zorunlu kararlar alabilen ve uygulayabilen tek bir meşru merkezi otorite bulunmaktadır (Turan, 1996: 18; Şahin, 2009: 132). Oysaki modern devlet öncesi geleneksel devletlerde merkezi egemenlik ve tüm ülkede geçerli standart yetki ve kurallardan bahsetmek mümkün değildir. Geleneksel devletlerde iç içe geçmiş bir çok otorite (Feodalite ve kilise gibi) söz konusudur. Son söz olarak modern devletin bu egemenliğinin diğer siyasal sistemlerce de (dış çevre) tanındığından bahsetmek gerekir. Kısacası içte ve dışta tam egemenlik modern devlet yapılanmasının temel özelliklerindendir Modern devlette ülke kesin olarak tanımlanmış, net ve belirgin bir toprak parçasıdır (Turan, 1996: 18). Ülkesel bütünlük önemlidir. Ülke topraklarında bir bütünlük ve türdeşlik kendini hissettirir. Bu şekilde kesin tanımlanmış bir ülkenin varlığı modern devleti imparatorluklardan, feodal devletlerden ayıran önemli bir özelliktir (Pierson, 2000: 30,31). Bu tarz geleneksel devletlerde ülke sınırların belirsiz olduğu değişken bir coğrafya şeklindedir. 12 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar Görüldüğü gibi modern devletin yapı taşları; içte-dışta tam egemenlik, demokratik meşruiyet, ülkesel ve siyasi bütünlük, merkezi otorite ve sınırlı devlet (anayasallık ve hukuk devleti ) gibi hususlardır. Devleti çok yalın bir şekilde; bir ülkede meşru zor kullanma yetkisine sahip olan siyasal kurum olarak ifade etmek mümkündür (Kapani, 2007: 38). Buraya kadar yapılmış olan analizlerden hareketle modern devleti ise meşru zor kullanma yetkisine sahip bu siyasal kurumun, demokratik egemenliğe dayalı olarak kurumsallaşan, merkezi otoritenin güçlü olduğu, hukukla sınırlandırılmış ve etkin bir kamu bürokrasisine sahip biçimi olarak ifade etmek mümkündür (Pierson, 2000: 19-63). Dolayısıyla modern devlet yapılanması içindeki başlıca siyasi kurumlar olarak da; anayasa, parlamento, merkezi yönetim, idare (kamu bürokrasi), bağımsız yargı ve siyasi partiler gösterilebilir. Bu siyasi kurumların iç ve dış çevrenin etkileri dâhilinde farklı formlarda bir araya gelmesi ise gayet doğaldır. Nitekim modern devletler yapılarına göre “üniter devlet” ve “birleşik devlet” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Günümüzde yaygın olarak görülen birleşik devlet modeli ise federasyondur. Türkiye’deki devlete bakıldığında ise tarihsel olarak modern devlete geçiş sürecinin asıl olarak Tanzimat dönemi ile başladığı söylenebilir. Bu süreç aynı zamanda bir ulus devlet oluşumu sürecidir. Günümüz Türkiye’sindeki devlet yapılanması temel nitelikleri ve işlevleri bakımından modern devlete ait özelliklere sahiptir (Türköne, 2007: 95). Ülkemizde modern devlet kurumsallaşması üniter devlet biçiminde gerçekleşmiştir. Üniter devlette devletin unsurlarında (ülke, ulus, egemenlik) ve organlarında (yasama, yürütme ve yargı) teklik esastır (Gözler, 2011: 59). Üniter devlette tek ülke, tek ulus ve tek egemenlik vardır. Üniter devleti siyasal otoritenin tek merkezde toplandığı, yasaların tek bir merkezi parlamento tarafından yapıldığı kanunların da tek bir hükümet tarafından yürütüldüğü devlet şeklinde tanımlamak da mümkündür. Üniter devlette ülke genelinde hukuk birliği ve her alanda bir standartlaşmadan bahsedilebilir (Dursun, 2008: 153). 1982 Anayasasının 3. maddesine göre Türkiye devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu ifade edilmektedir. Ülke ve milletin bölünmez bütün olması onun üniter olması demektir (Gözler, 2011: 197). Üniter devlete verilecek en iyi örnekler olarak Türkiye, Japonya, Fransa, Danimarka, Norveç, İsrail ve Yunanistan gösterilebilir. Türkiye’de Demokrasi Siyasi Partiler ve Seçimler Demokrasi siyasal iktidarın sınırlı olduğu, siyasal kurumların meşruluğunun halk egemenliği ile sağlandığı, devletin halkın temsilcilerince yönetildiği, temel hak ve özgürlüklerin teminatlı bir şekilde anayasal güvenceye sahip olduğu bir rejimdir. XX. yüzyıl siyasi bir rejim olarak demokrasinin yaygınlaştığı ve nihayetinde evrensel kabul gördüğü bir dönem olmuştur (Dursun, 2008: 163,164). Özellikle bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren en azından halkın 13 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar temsilcilerine dayalı olarak siyasi sistemin kurumsallaşması artık itiraz edilmeyen bir husus konumundadır. Nitekim yirminci yüzyılda zaman zaman görülen totaliter karakterli yönetimler dahi rejimlerini “halk demokrasisi” olarak isimlendirerek şu ya da bu şekilde seçimler yapmaya gayret göstermişlerdir. Demokrasinin yaygınlaşması ve kökleşmesi olarak ifade edilebilecek bu sürecin halen devam etmekte olduğu söylenebilir. Hâlihazırda Doğu Avrupa’da Orta Asya ve Orta Doğu’da demokratik yönetimler gelişmekte, Afrika kıtasında demokratik reform çabaları sürmekte, Uzak Asya, Latin Amerika, Asya ve Avrupa’nın birçok bölgesinde de var olan demokrasiler giderek kökleşmektedir. Demokrasi ile ilgili birçok farklı tanım ve yaklaşım söz konusu olmakla birlikte genel kabul gören bir tanımdan bahsedilebilir. Bu tanım ABD’nin onaltıncı Başkanı olan Abraham Lincoln’ün (1809-1865) 1863 yılında “Gettysburg Konuşması”nda yaptığı tanımdır. Buna göre demokrasi; “Halkın halk için halk tarafından yönetilmesi” dir. Bu durumun sağlanabilmesi için anayasal kural ve usuller haline getirilmesi gereken bazı şartlardan bahsedilebilir. Demokrasinin işlemesi için hayati önemde olduğu söylenebilecek olan bu şartlar olarak şunlar gösterilebilir (Türköne, 1997: 189; Gözler, 2011: 104,105): • Bir temsil kurumunun varlığı • Seçimlerin serbest (özgür), adil ve düzenli aralıklarla yapılması • Muhalefetin İktidar olma şansının daima mevcut olması • Temel hak ve özgürlüklerin teminatlı olarak anayasada yer alması. • Güçler ayrılığına göre siyasal sistemin tesisi Bu şartların bir siyasal sistemi normatif demokrasiye yakınlaştıracağı söylenebilir. Normatif anlamda demokrasiden kast edilen ise idealdeki, olması gereken demokrasidir. Bu şartların en başında dile getirilen “Temsil Kurumu”nun varlığı başta milletvekilliği ve Bakanlar Kurulu üyelikleri olmak üzere etkin siyasi makamların seçimle oluşmasını sağlayacak mekanizmadır. Seçimlerin serbest ve adil olmasından kast edilen ise; düzenli aralıklarla (4 ya da 5 yıl) çok partili olarak; genel oy, eşit oy, gizli oy ve açık sayım ilkeleri ile yargı kontrolünde bu sürecin işlemesidir. Bir temsil kurumunun varlığı ve seçimlerin özgür adil ve düzenli olarak yapılması halk egemenliği açısından son derece önemlidir. Bu gerekler aynı zamanda hükümetin yönetilenlerin rızasına dayanarak oluşmasını sağlayacak ilkelerdir. Siyasi sistemin güçler ayrılığına göre tesisi ve temel hak ve özgürlüklerin teminatlarıyla varlığı hem sınırlı devlet açısından hem de siyasal hakların kullanılması açısından önemlidir. Özellikle de serbest seçimlerin bir anlam ifade edebilmesi açısından temel hakların anayasal teminatlarla tanınmış olması büyük önem arz eder. Yine dikkat edilirse muhalefette kalanların da bir gün iktidar olma yolunu açık tutan da asıl olarak temel hak ve özgürlüklerin teminatlı bir 14 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar şekilde anayasada yer almasıdır. Unutulmamalıdır ki iktidarın seçimler yoluyla el değiştirmesi demokratik mantığın vazgeçilmez bir kuralıdır (Sarıbay, 2001: 4; Gözler, 2011: 105). Türkiye’deki demokratik süreç yukarıdaki şartlardan hareketle ortaya konulabilir. Buna göre ülkemizde bir temsil kurumu 1876’dan itibaren söz konusudur. Bu kurumu oluşturmak için yapılan seçimler ise -her ne kadar 1908 seçimleri gibi çok partili ve nispeten demokratik seçimler arada bir yapılmış olsa da- asıl olarak 1950 seçimlerinden bu yana serbest ve adil seçim ilkelerini içeren bir şekilde yapılmaktadır (Günal, 2005: 93). Bu süreç kısaca açıklanacak olursa; 1923–1946 arasında 4 yılda bir aksatılmadan genel seçimlerin yapılmış olması, 1934 de kadınlara da seçme seçilme hakkının verilmesi, zaman zaman çok partiye geçiş denemeleri yapılması gibi demokratik zeminin oluşması açısından önemli adımlardan bahsedilebilir. Ancak bu dönemin tek partili oluşu, seçimlerin gizli oy açık sayım ilkeleriyle değil de açık oy gizli sayım ilkeleriyle yapılması demokrasi açısından eksikliklerdir. Ülkemizde seçimler 1946 seçimleriyle beraber çok partili olarak yapılmaya başlanmış, 1950 seçimlerinde de yargı kontrolüyle birlikte gizli oy-açık sayım ilkeleri de devreye sokulmuştur. Bu arada 1950 genel seçimlerinin, ilk defa seçim yoluyla iktidarın el değiştirmesinin görülmesi bakımından Türk demokrasisi adına önemli bir adım olduğu belirtilmelidir (Günal, 2005: 88, 100). Temel hak ve özgürlükler noktasında ise ülkemizde milat olarak 1961 Anayasası gösterilebilir. 1948 “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ve 1950 “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”nin büyük ölçüde yansıtıldığı bu anayasada temel hak ve özgürlükler ilk kez geniş bir şekilde ve teminatlarıyla yer almıştır. Yine demokratik bir siyasal sistem açısından olmazsa olmazlardan biri olan güçler ayrılığı prensibi de bu anayasa ile tartışmasız bir şekilde kabul edilmiştir. Siyasal ve toplumsal çoğulculuk ve sivil ve medeni haklar noktasında 1982 Anayasası ile görülen geri çekilme ise 1995 yılından beri yapılan anayasa değişiklikleri ile telafi edilmiştir. Yine devam etmekte olan Avrupa Birliği sürecinin insan hakları ve demokratik pekişme yönünde önemli gelişmeler sağladığı belirtilmelidir. Sonuç itibariyle bu gün itibariyle Türk siyasal sisteminde demokrasinin yukarıda ifade edilen temel gerekleri (şartları) hukuken mevcuttur. Ancak unutulmamalıdır ki demokrasi söz konusu kurallardan ve usullerden çok daha fazla bir şeydir. Yani bu usullerin işleyebilmesi demokratik bilincin yerleştiği uzlaşma ve hoşgörü eksenli bir siyasi kültürün gelişmesiyle yakından alakalıdır. Demokrasinin uygulanması ve pekişmesinde vazgeçilmez öneme sahip kurumların başında ise siyasal partiler gelmektedir. Siyasi partiyi yasal ve meşru yollardan sürekli bir teşkilat aracılığıyla seçmenlerin desteğini sağlayarak, siyasal iktidarı ele geçirmeye çalışan kurumlar şeklinde tanımlamak mümkündür. Bu tanımda amacın siyasal iktidarı ele geçirmek olması siyasi partiyi başta baskı grupları olmak üzere toplumdaki diğer kuruluşlardan ayıran başlıca özelliktir. Zira demokrasilerde siyasi partilerden başka hiç bir kuruluşun siyasi iktidarı ele geçirme gibi bir amacı olamaz. Dünyada ilk siyasi partilerin ortaya çıktığı ülkeler ABD ve İngiltere’dir. Her iki 15 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar ülkede de XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinde siyasal partiler kendini göstermiştir. Bizim tarihimizdeki ilk siyasi parti olarak “İttihat ve Terakki Cemiyeti” kabul edilmektedir. Siyasi partiler için “demokrasinin ana damarlarıdır” şeklinde bir benzetme yapılabilir. Gerçektende temsili demokrasi yani devleti yönetecek olanların serbest seçimlerle belirli bir dönem için halk tarafından seçilmesi günümüzde asıl olarak siyasi partiler aracılığıyla gerçekleştirilebilen bir uygulamadır. Bu bağlamda siyasi partiler halkın siyasi sisteme yönelik taleplerinin taşıyıcısı olma, halkın siyasal tercihte bulunmasını kolaylaştırma gibi kritik işlevlere de sahiptir (Sarıbay, 2001: 16). En az bunlar kadar önemli olan bir başka hususta parti içi demokrasi konusudur. Demokrasinin varlığı, pekişmesi ve demokratik bir siyasal kültürün gelişmesi açısından siyasi partilerin iç işleyişlerinde demokratik kurallara riayet etmeleri, bu yönde gelenekler geliştirmeleri çok önemlidir. Hatta siyasi partilerin ancak parti içi demokrasiyi sağladıkları takdirde demokrasi konusunda topluma öncülük edebilecekleri rahatlıkla söylenebilir. Genel başkan seçimi başta olmak üzere parti içi teşkilatın her düzeyindeki temsilcilerin seçiminde demokratik usullerin varlığı, seçilmiş yönetimlerin üst organlarca görevden alınamaması, genel ve yerel seçimlerdeki adayların belirlenmesinde üyelerin etkin katılımının sağlanması, parti içinde muhalefet yapabilmenin mümkün olması, parti yönetiminin seçimle el değiştirebilmesi gibi hususlar parti içi demokrasi açısından başlıca unsurlardır (Çarkoğlu, 2000: 35). Hemen belirtilmelidir ki; bu unsurlar, ileri demokrasi kapsamındaki ülkelerde dâhil olmak üzere hiçbir ülkenin siyasal hayatında tam olarak yerleşmiş değildir. Çünkü dünyanın her yerindeki siyasi partilerde; bürokratikleşme ve bir üst yönetici kliğin oluşumu gibi oligarşik eğilimler kaçınılmaz bir şekilde kendini göstermektedir (Çarkoğlu, 2000: 35). Bu durum ister istemez meşhur siyaset bilimci Roberto Michels’in (1876-1936) XX. Yüzyılın başlarında ortaya attığı “Oligarşinin Tunç Yasası” teorisini akla getirmektedir. Bu teoriye göre tüm siyasi partilerde elit bir grubun parti yönetimine hâkim olması ve partinin gelecekteki kadrolarını da kontrol altında tutması adeta kaçınılmazdır ve bundan dolayı da siyasi partilerde gerçekten demokratik bir yönetim beklenmemelidir (Sarıbay, 2001: 93). Türkiye’deki partilerin parti içi demokrasi bağlamında iyi bir düzeyde olduğunu söylemek mümkün değildir. Türk siyasi partilerinde liderlik koltuğunun uzun süre aynı lider tarafından işgal edilmesinin olağan karşılanması dahi tek başına bu konuda fikir verebilecek bir özelliktir. Yaklaşık bir asırlık bir arka plana rağmen Türk siyasi partilerinde demokratik geleneklerin oluşmaması ya da zayıflığı noktasında ülkedeki demokratik adımların savaşlar ve darbelerle kesintiye uğramasının da etkisinden bahsedilebilir. Zira bugün parti içi demokrasinin en gelişkin olduğu kabul edilen ABD ve İngiltere gibi ülkelerdeki siyasi partilerin bir takım demokratik pratik ve gelenekleri oluşturmalarında bir buçuk asrı aşkın bir zamandır faaliyetlerine hiç ara vermemelerinin katkısı büyüktür. 16 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar Tam bu noktada ülkemizdeki siyasi partilere yönelik genel verilerden ve siyasi parti sisteminin geçirdiği evrimden de kısaca bahsetmekte yarar vardır. Türk tarihinde örgütlü olarak siyasi faaliyette bulunan ilk yapılanma olarak “Fedailer Cemiyeti” (1859) gösterilebilir. Ama gerçek anlamda ilk örgütlü muhalefet hareketi ise “Yeni (Genç) Osmanlılar Cemiyeti” (1865) olmuştur. İlk siyasi parti olarak ise II. Meşrutiyet döneminde oluşan özgürlükçü ortam içinde boy gösteren “İttihat ve Terakki Fırkası” (1909) kabul edilmektedir. “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” ise (1911) ilk muhalefet partisidir. Cumhuriyetin ilk partisi ise 9 Eylül 1923’te kurulan “Cumhuriyet Halk Partisi” (CHP) dir. CHP 1960 ların ortasından itibaren sosyal demokrat bir çizgiye geçiş yapmış ve hâlihazırda da merkez sol bir parti olarak Türk siyasi hayatında etkin bir rol oynamaya devam etmektedir. Cumhuriyet dönemindeki ilk muhalefet partisi de “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”dır (1924). Türkiye’de II. Dünya Savaşı’nın ardından 1945 yılında çok partili hayata geçiş yaşanmıştır. Bu süreçte kurulan ilk parti “Milli Kalkınma Partisi”dir (1945). Ancak çok partili hayatın CHP ile birlikte başlıca aktörü 1946 yılı Ocak ayında kurulan “Demokrat Parti “(DP) olmuştur. İlk büyük sosyalist parti olarak ise 1961 yılında kurulan “Türkiye İşçi Partisi” gösterilebilir. İlk dinsel ideolojiye sahip olan parti “Milli Nizam Partisi” (MNP) dir (1970). Daha sonraları Türk siyasi hayatında etkin roller oynayan “Milli Selamet Partisi” (MSP), “Refah Partisi” (RP) ve Adalet Kalkınma Partisi (AKP)gibi partiler bu çizginin devamıdır. Merkez sağ figürleri de bünyesine katarak yeni sağ ideolojiye dayalı bir parti formatı oluşturma çabası sergileyen AKP günümüz Türk siyasi hayatının başlıca partisi durumundadır. Çok partili dönemdeki merkez sağ çizginin önde gelen temsilcileri olarak ise Adalet Partisi (AP), Anavatan Partisi (ANAP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) gösterilebilir. Meşrutiyet dönemindeki Türkçü Turancı çizginin mirasçısı olarak 1969 da siyaset sahnesine çıkan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ise halen milliyetçi ideolojinin başlıca siyasi temsilcisi olarak Türk siyasi hayatında etkin bir rol oynamaktadır (Sarıbay, 2001: 35-76). Bir ülkedeki siyasi parti sayısı o ülkedeki parti sistemini belirlemektedir. 1923–1946 yılları arasında yapılan iki denemenin başarısızlığı sonucunda ülkemizde tek partili sistem kurumsallaşmış; ülke yönetimi tek siyasi parti olan CHP’nin elinde olmuştur. 1946–1960 periyodunda ise Türk parti sistemi tipik iki parti sistemidir. Siyasal iktidar olma şansına sahip sadece iki büyük parti; CHP ve DP söz konusudur. 1961–1980 aralığında ise Türkiye’deki parti sistemi aşırı ya da kutuplaşmış çok parti olarak ifade edilebilir. CHP, AP, MSP ve MHP bu dönemde ilk akla gelen partilerdir. 1980 darbesinden sonra siyasi kurumlar yeniden tanzim edilirken parti sistemini bu parçalanmışlıktan ve ideolojik kutuplaşmadan kurtarma amacıyla yüzde 10’luk milli baraj ve seçim çevresi barajı gibi uygulamalar ın devreye sokulduğu görülmektedir. Ancak bu tedbirlere rağmen sadece 1991 seçimlerine kadar ANAP ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ekseninde oluşan iki partili yapı yeniden çok partili hale dönüştü. Hatta merkez partilerin seçmen desteğindeki parçalanmışlığın doksanlı yıllarda Türk parti sistemini her zamankinden çok daha parçalanmış hale soktuğu söylenebilir (Özbudun, 1997: 7117 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar 73). Parti sistemindeki son yıllardaki görünümü ise hâkim tek parti sistemi bağlamında açıklamak mümkündür. Hâkim tek parti sisteminde siyasal hayatta birden çok parti vardır ama bu partilerden biri seçimleri üst üste kazanarak parlamentoda devamlı mutlak çoğunluğa sahip olmaktadır (Sarıbay, 2001: 28). 2001 yılında kurulan AKP 2002, 2007 ve 2011 genel seçimlerini açık ara farkla kazanmıştır. Demokrasi ile seçim kavramı arasında da yakın bir ilişki söz konusudur. Demokratik rejimlerde her şeyden önce vatandaşların siyasal yöneticileri serbest ve dürüst seçimlerle değiştirebilmesi gereklidir. Ayrıca yönetme yetkisinin sahibi olan halkın en yerleşik demokrasilerde dahi seçim aşaması dışında yönetim sürecinde pek etkili olamaması seçimlerin demokratik yapılmasını daha da önemli hale getiren bir husustur (Şahin, 2001: 272, 273). Tüm bunlardan dolayı demokrasi kavramı çoğu zaman serbest dürüst ve düzenli yapılması gereken seçimlerle eşdeğer tutulmakta, demokrasinin varlığı için bu ilkelere uyularak yapılan bir seçim yeterli şart olarak kabul edilmektedir (Şahin, 2001: 273). Seçimlerin demokratik seçim ilkelerine riayet edilerek yapılması kadar tercih edilen seçim sistemi de önemlidir. Çünkü seçim sistemleri demokrasinin temel esprisinin; yani hakimiyetin halktan kaynaklanmasının en üst derecede sağlanabilmesi açısından büyük önem taşırlar. Seçim sistemi egemenliğin sahibi olduğu kabul edilen vatandaşların belirli bir süre için kendi yerlerine ülkeyi yönetecek olanları ne şekilde seçeceklerini, verdikleri oyların nasıl bir değerlendirmeye tabi tutulacağını gösteren esaslar şeklinde tanımlanabilir. Bu esaslar genellikle seçim yasaları ile belirlenir ve düzenlenir (Şahin, 2001: 278). Her ne kadar son yıllarda Almanya, Japonya ve Rusya gibi ülkelerde ki başarılı uygulamalarla karma seçim sistemleri de literatüre girmiş olsa da seçim sistemleri esasta iki ana grupta ele alınmaktadır: •Çoğunluk Sistemi •Nispi (orantılı) Temsil Sistemi Seçimlerde uygulanan ilk sistem olan “Çoğunluk Sistemi” nin uygulanışı oldukça basittir. Bu sistemde seçime katılan adaylardan ve ya parti listelerinden birinin geçerli oyların çoğunluğunu alması seçimin kazanılması için yeterlidir. Başka bir ifade ile daha az oy alan aday ya da partilerin siyaseten kazandığı hiçbir şey olmamaktadır (Yavaşgel, 2004: 85). Anlaşılacağı gibi istikrarı ön plana alan çoğunluk sistemi genellikle tek turlu olarak, basit çoğunluk usulüyle ve dar bölgede uygulanır. Dar bölgeden kast edilen her seçim çevresinin 1 milletvekili çıkaracak şekilde belirlenmesidir. Basit çoğunluktan kast edilen ise seçimlere kullanılan geçerli oyların en çoğunu alan aday ya da partinin seçimi kazanmasıdır (Gözler, 2011: 126). Nispi temsil ise istikrardan ziyade adalete önem veren, seçime katılan partilere elde ettikleri oy ile orantılı temsilcilikler dağıtmaya çalışan bir sistemdir. Nispi temsil aslında çoğunluk sisteminin azınlıkta kalan görüşlere temsil imkânı tanımayan yapısına getirilen eleştirilerin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir seçim sistemidir. Çoğunluk seçim sisteminin yol açtığı adil olmayan sonuçları ortadan kaldırmak üzere geliştirilen Nispi Temsil sistemindeki başlıca amaç her partiye sayısal gücü ile 18 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar orantılı sayıda üyelik vermektir. Günümüzde demokratik ülkelerin çoğu tarafından tercih edilmiş olan bu sistemin üç yüze yakın değişik uygulaması bulunmaktadır. Nispi temsil sistemi her halükarda tek turlu ve geniş bölge (liste usulü) ile uygulanır (Yavaşgel, 2004: 105, 106). Türkiye’de ilk seçimler, I.Meşrutiyetin ilanı ile (1876) kurulan parlamentonun teşkili için 1877 yılında basit çoğunluk sistemine göre yapılmıştır (Günal, 2005: 90,91). Uygulanan sistem en fazla oyu alan adayın milletvekili seçilmesi şeklindedir. Ülkemizde ilk seçim yasası ise 1908 tarihinde çıkarılmıştır. 1942 yılına kadar yürürlükte kalan bu yasa seçim sistemi olarak basit çoğunluğu tercih etti. Bu arada bütün Türk anayasalarının seçim sistemi tercihini parlamentoya bıraktığını da belirtmekte yarar vardır. Yani Türk anayasalarının hiç birinde seçim sisteminin ne olduğu doğrultusunda bir hüküm söz konusu değildir. Seçim sistemi ile ilgili kararı bir yasa ile parlamento vermektedir. Çok partili dönemde ise 1960 askeri müdahalesi ile son bulan döneme kadar yine basit çoğunluk sistemine geniş bölgeli olarak devam edilmiştir. Ülkemizde çoğunluk sisteminin dünyada pek uygulanmayan geniş bölgeli (liste usulü) tarzı; yani her seçim çevresinden birden fazla milletvekili seçilmesi tek turlu olarak bu dönemde uygulanmıştır. Bu sistemde parti listeleri aracılığıyla o seçim çevresinin çıkaracağı sayıda aday gösterilmektedir. Seçmenler de bir partiye yani listeye oy vermektedir. En çok oyu alan parti o seçim çevresindeki milletvekilliklerinin tamamını kazanmaktadır (Gözler, 2011: 126). Bu adaletsiz ama istikrar getiren bir sistemdir. Ülkemizde yapılan 1954 Genel Seçimi sonuçlarından hareketle bu durum somutlaştırılabilir. Bu seçimde geçerli oyların % 57,6’sını alan DP, 502 milletvekili ile parlamentonun % 92. 8’ini elde etmiştir. Bu sonuçla DP tek başına hem yasamayı hem de yürütmeyi kontrol eden bir hükümet kurabilmiştir. Böyle bir hükümetin kurulması siyasal sistem açısından istikrarlı bir yönetim demektir. Ancak % 57. 6 oyla parlamentonun % 92,8’ini kazanılmış olması bu seçim sisteminin adalet açısından ne kadar yetersiz olduğunu gözler önüne sermektedir (Yavaşgel, 2004: 161). Bu arada tek turlu çoğunluk sistemlerinin genellikle iki partili sisteme yol açtığını belirtmekte de yarar vardır. Ülkemizde 1950–1960 arasında siyasal hayatta etkin rol oynama gücüne sahip sadece iki partinin varlığı da bu durumu teyit etmektedir. Türkiye’de 1960 sonrasındaki bütün genel seçimlerde nispi temsil sistemi kullanılmıştır. Bu çerçevede “Milli Bakiye Sistemi” nin uygulandığı 1965 seçimleri hariç parlamento tarafından daima “d’Hondt” sisteminin farklı biçimlerinin tercih edildiği görülmektedir. 1961 seçimlerinde “Çevre Barajlı d’Hondt”, 1965 seçimlerinde “Milli Bakiye” (ulusal artık), 1969-1980 aralığındaki seçimlerde “Barajsız d’Hondt”, 1983-1995 arasında hem çevre hem ulusal (% 10) “Çifte Barajlı d’Hondt”, 1995 yılından bugüne kadarda sadece % 10 “ülke barajlı d’Hondt” sistemi Türkiye’nin seçim sistemi noktasındaki tercihleri olmuştur. 19 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar Siyasetin Toplumsal Hayata Etkileri Siyaset toplumsal hayatı sürekli etkileyen bir kurumdur. Bu durum esas olarak siyasetin toplumdaki kolektif sorunları çözme doğrultusunda tüm toplumsal sistemi etkileyecek meşru kararlar alabilen tek kurum olmasıyla alakalıdır. Bir toplumda güvenlik, adalet, düzen, refah ve gelişmeyi sağlayacak olan başta devlet olmak üzere siyasal sistem dâhilindeki kurumlardır. Dolayısıyla bireyin ve toplumun sosyo-ekonomik gelişmesi aslında siyaset kurumunun performansına bağlıdır. Bu bağlamda çok net bir şekilde ifade edilebilir ki, toplumun yaşayabilmesi için meşru siyasi kararlar alan bir siyasi siteme mutlak manada ihtiyaç vardır (Çam, 2000: 3). Siyasetle toplum arasındaki ilişki karşılıklı ve süreklidir. Siyasal sistem dâhilindeki kurumlar ve süreçler toplumsal olguları etkiledikleri kadar onların etkisine de maruz kalırlar. Toplumdaki olay ve durumlar siyasi sistemi hem yapılanış hem de sistemin aldığı kararların belirlenmesi gibi bakımlardan etkiler. Siyasetin geniş kapsamlı oluşu bu etkileşimi arttıran bir faktördür. Dolayısıyla siyaset her aşamada toplumla, ekonomiyle, toplumdaki değerler sistemiyle iletişim ve etkileşim içinde olmaktadır. Sonuç itibariyle siyasal olgu, süreç, kurum ve davranışların belli bir oranda toplumun eseri olması kaçınılmazdır. Türk toplumu açısından konuya yaklaşıldığında ise; ilk olarak siyaset algısının Batıdakinden çok farklı dinamiklere biçimlendiği belirtilmelidir. Her şeyden önce siyaset kurumunu meşrulaştıran siyasal iktidar ve devlet gibi kurumları otorite konumuna sokan bir siyasal kültürden bahsedilebilir. Bunun bir uzantısı olarak Türk siyasal kültüründe; siyasete çatışma ve mücadele eksenli olarak gören değil de toplumsal manada genel yarar, bütünlük mutluluk ve ilerleme sağlama faaliyeti olarak ele alan, bu yönde beklentiler yaratan kültürel kodların baskınlığından bahsedilebilir. Dolayısıyla etkileşimin siyasetin fonksiyonları çerçevesinde yoğunlaşacağı, siyasi aktörlerin siyasetin fonksiyonları bağlamındaki başarı ya da başarısızlıklarının Türk toplumunun siyaset algısı üzerinde etkili olacağı söylenebilir. 20 Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar YARARLANILAN ve BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Coşkun, İ. (1997). Modern Devletin Doğuşu. İstanbul: Der Yayınları. Çam, E. (2000). Çağdaş Devlet Sistemleri. İstanbul: Der Yayınları. Çarkoğlu, Ali. (2000). Siyasi Partilerde Reform. İstanbul: TESEV Yayınları. Dursun, D. (2008). Siyaset Bilimi. İstanbul: Beta Basım Yayım. Duverger, M. (1986). Siyasal rejimler. Çev: Teoman Tunçdoğan, İstanbul: Sosyal Yayınlar. Eroğul, C. (2002), Devlet Nedir?. Ankara: İmge Yayınevi. Eroğul, C. (2005), Çağdaş Devlet Düzenleri. Ankara: Kırlangıç Yayınevi. Gözler, K. (2011). Anayasa Hukukuna Giriş. Bursa: Ekin Basın Yayın. Günal, E. (2005). Türkiye’deki Seçim Sistemlerinin Siyasal Kurumlar Üzerindeki Etkisi. Ankara: Turhan kitabevi. 10. Kapani, M. (2006). Politika Bilimine Giriş. Ankara: Bilgi Yayınevi. 11. Karpat, K. (2007). Türk Demokrasi tarihi. Ankara: İmge. 12. Karpat, K. (2007). Türkiye’de Siyasal Sistemin Evrimi, Çev: E. Soğancılar, Ankara: İmge. 13. Özbudun, E. ((2007). Çağdaş Türk Politikası. Çev: A. Resul Usul, İstanbul: Doğan Yayıncılık. 14. Pierson, C. (2000). Modern Devlet, Çev: D. Hattatoğlu, İstanbul: Çiviyazıları. 15. Sarıbay, A. Yaşar (2001). Türkiye’de Demokrasi ve Politik Partiler, İstanbul: Alfa. 16. Sezen, S. (1994). Seçim ve Demokrasi. Ankara: Gündoğan Yayınları. 17. Şahin, K. (2001). “Seçim ve Demokrasi”. Milenyum Armağanı, Sakarya Üniversitesi İ.İ.B.F. Özel Sayı. 18. Şahin, K. (2009). Küreselleşme Tartışmaları Işığında ULUS DEVLET, İstanbul: Yeni Yüzyıl. 19. Turan, İ. (1996). Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış. İstanbul: Der Yayınları. 20. Türköne, M. (2007). Siyaset. Ankara: Lotus Yayınevi. 21. Yavaşgel, E. (2004). Seçim Sistemleri ve Türkiye’deki Durum. Ankara: Nobel Yayın 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 21