Türkiye`de Demokrasi Siyasi Partiler ve Seçimler - SABİS

advertisement
TÜRKİYE’DE SİYASİ HAYAT VE KURUMLAR
İçindekiler
Siyaset Kavramı ve Fonksiyonları
Türkiye’nin Siyasi Sisteminin Kısa Tarihçesi
Türkiye’nin Parlamenter Demokrasisinin Temel Özellikleri
Yasama-Yürütme-Yargı
Modern Devlet ve Siyasi Kurumlar
Türkiye’de Demokrasi Siyasi Partiler ve Seçimler
Siyasetin Toplumsal Hayata Etkileri
GİRİŞ
Siyaset toplumdaki kolektif nitelikteki sorunlara çözüm bulmak gibi zor bir görevin icra
edildiği bir saha olarak ifade edilebilir. Bu doğrultuda kapsamında birçok kurum ve süreç söz
konusudur. Siyasal sistemi teşkil eden kurum ve süreçlerin nihai hedefinin ise bireyleri mutlu
kılma ve toplumsal gelişmeyi sağlamak olduğu söylenebilir. Toplumsal yapıdaki değişmelere
paralel olarak siyasetin alanı, yapısı ve fonksiyonları da yeniden biçimlenmektedir. Batıda,
kapitalizmin hızlanması ve sanayi devriminin etkisiyle yaşanan modernleşme sürecinin
toplumsal yapıda yol açtığı değişikliklere paralel olarak; modern devlet, demokrasi, anayasallık,
seçim ve siyasi partiler gibi kurum ve uygulamalar peyder pey kendini göstermiş; modern
toplum ve siyasetin başlıca kurumları haline gelmişlerdir. Lale devri ile birlikte rotasını Batıya
çeviren ülkemiz ise yaklaşık olarak bir buçuk asırdır modern devlet ve demokrasi eksenli bir
siyasal kurumsallaşma sürecinin içindedir. Buraya kadar bahsedilen arka plandan da anlaşılacağı
gibi bu ünitenin amaçları; başlıca siyasal kurum ve süreçlerle alakalı olarak bir Türkiye profili
çizmek, demokrasi ve modern devlet bağlamında Türk siyasi sistemi hakkında bir fikir
edinebilmektir. Bu amaca ulaşabilmek için modern siyasete ait kurum ve süreçlere yönelik teorik
analizlere girişilmiştir. Bundaki gaye bir yandan okuyucuların siyaset, demokrasi devlet siyasi
parti seçim sistemleri gibi hususlar arasındaki bağlantıyı anlayabilmelerine yardımcı olmak öte
yandan bu teorik bilgilerin ışığı altında Türk siyasi sistemine yönelik tespitlerde bulunmaktır.
Dolayısıyla bu ünitede siyasetteki temel kurum ve süreçler olan siyasi sistem, modern devlet ve
demokrasi endeksli bir Türkiye analizinin yer aldığı söylenebilir. Son olarak, bu bölümde
yapılan siyasete yönelik analizler bağlamında karşılaşılacak bulguların, ele alınacak tüm süreç
ve kurumların toplu halde yaşamanın bir gereği ve sonucu olduğunun altını çizmekte yarar
vardır. Dolayısıyla bu ünite boyunca okuyucuların siyasetin insanlar toplu halde yaşadıkları için
var olan bir olgu olduğu hususunu gözden kaçırmamaları verimlilik açısından önemli bir ayrıntı
olacaktır.
Siyaset Kavramı ve Fonksiyonlar
Sosyal bilimler alanındaki bilimsel çalışmalarda kavram analizlerinin önemli bir yer
tuttuğu söylenebilir. Bu duruma yol açan faktörlerden biri de genel kabul gören tanıma
ulaşmadaki güçlüklerdir. Bu güçlüklerin temelinde; kavramlara çok farklı anlamlar yüklemenin,
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
farklı açılardan ele almanın sosyal bilimler sahasında olağan hatta kaçınılmaz oluşunun yattığı
söylenebilir. Yine bu bağlamda sosyal bilimlerdeki çoğu kavramın günlük hayattaki kullanım ve
çağrışımlarının akademik alandakinden çok farklı olabilmesi ve fen bilimlerinde olduğu gibi
araştırma objesini laboratuar ortamında inceleme ve herkesin kabul edeceği genel bulguları
deney yöntemiyle elde etme imkânının olmaması gibi etmenlerden de bahsedilebilir. Bu son
hususu şu şekilde ifade etmekte mümkündür: Sözgelimi bir siyaset bilimci hiçbir zaman devleti
laboratuar şartlarında inceleyemeyecektir. Ama kavram olarak devlet analizini yapma, bu yolla
devletin temel unsurlarına ulaşma ve bunlardan hareketle devletin işleyişini ortaya koyma şansı
her zaman için mevcuttur.
Tüm bunlardan hareketle siyaset kavramını baştan bir tanıma endeksleyip, o tanımdan
hareketle açıklamaya çalışmaktansa; içeriğini ve fonksiyonlarını anlamak açısından kavram
analizi yoluyla incelemenin daha doğru bir tutum olacağı söylenebilir. Bu bağlamda önce
etimolojik bir çalışma ve ardından da siyasete yönelik başlıca yaklaşımları ele almak faydalı
olabilir.
Köken itibariyle İbraniceden gelme olasılığı yüksek olan “siyaset” kelimesi; tarihsel
süreçte daha çok yönetmek, eğitmek, yetiştirmek gibi anlamlarla iç içe olmuştur. Kelimenin eski
zamanlardaki kullanımlarından birinin de “at eğitimi” oluşu ilginç ve üzerinde durulmaya değer
bir veridir. Zira bu veriden hareketle geleneksel topluluklarda atın en önemli ulaşım, iletişim ve
savaş aracı olduğu göz önüne alınarak siyasetin; risk, ustalık, idare etme, zorluk gibi birçok
unsuru da içinde barındıran bir faaliyet alanı olduğu şeklinde yorumlar yapmak mümkündür.
Kelimenin zamanla şehirlerin, insanların, ülkelerin yönetimi ve bu bağlamdaki ilişkileri
karşılayan bir içerik kazandığı görülmektedir. Nitekim siyaset kelimesinin Türkçe’nin bir parçası
haline gelmesi de bu anlamlarla olmuştur (Dursun, 2008: 29). Siyasetin Batı dillerindeki karşılığı
olan politika da benzer bir şekilde şehir-devlet yönetimi gibi anlamlar içeren bir kelimedir.
Dikkat edilirse buraya kadar yapılan bu küçük analiz, bizi siyasetin doğasında yönetme, düzen
sağlama, risk içerme ve rekabet gibi boyutlar olduğu yönünde yorumlar yapma noktasına
getirmiş durumdadır.
Siyasete yönelik tarihsel süreçte belirginleşmiş olan başlıca yaklaşımlara göz atılması bu
kavramın mahiyetinin anlaşılması açısından yukarıda yapılan etimolojik ve anlamsal çalışmayı
destekleyecektir. En azından Aristo’dan bu güne kadar başlıca çalışmalarda “siyaset nedir?”
sorusuna verilen cevaplardan hareketle siyaset kavramına yönelik başlıca iki yaklaşımdan
bahsedilebilir. Bunlar; siyaseti iktidarı elde etmek için girişilen mücadele, çatışma ve rekabet
süreci olarak gören yaklaşım ile bunun aksi yönünde olan; siyaseti toplumun genel yararı ve
mutluluğu için yapılan faaliyet olarak gören yaklaşımdır.
Siyaseti mücadele, çatışma ve rekabet olarak gören yaklaşım; farklılaşma ve çatışmayı
toplumsal hayatın kaçınılmaz unsurları olarak ele almakta ve bu durumun doğal bir sonucu
olarak da rekabet olgusunu siyasal süreçlerin temeline yerleştirmektedir. Bu yaklaşıma göre
2
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
toplumsal hayatta ölçeği ne olursa olsun her kademedeki çatışmanın hedefi aslında bir iktidar
(kontrol ve yönlendirme) gücüne sahip olmaktır. Dolayısıyla siyasetin açıklanması da siyasal
iktidarın ve onunla alakalı makamların ele geçirilmesi için yapılan çekişme ve mücadele şeklinde
olmaktadır (Turan, 1996: 11).
Siyasetin bu şekilde olmadığını düşünen diğer yaklaşım ise bu faaliyeti; toplumsal manada
genel yarar, bütünlük ve insanların ortak iyiliğini gerçekleştirme gibi hedeflere endekslemektedir
(Kapani, 2007: 18). Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta ise bahsedilen faaliyetlerin
ancak siyasal iktidarın ve onunla alakalı makam ve kurumlara aracılığıyla
gerçekleştirilebileceğidir.
Her iki yaklaşımında toplumsal gerçeklikle örtüştüğü söylenebilir. Bu sebeple her ikisini
dikkate alarak siyaseti iki ayrı boyuta sahip bir kavram olarak ele almak isabetli olacaktır
(Kapani, 2006: 17). Bu iki yaklaşımı dikkate alarak yapılacak siyaset tanımlamaları, süreç ve
kurum analizleri açıklayıcı ve kapsamlı olacaktır. Bu arada biraz düşünüldüğünde her iki
yaklaşımdaki ortak paydanın siyasal iktidar kurumu olduğu anlaşılabilir. Zira rekabet ve
mücadele asıl olarak siyasal iktidar mevkiine gelebilmek içindir. Toplumun mutluluğu ve
bütünlüğü için politika geliştirip uygulamak için ise siyasal iktidar olmak gereklidir. Sözgelimi
siyaseti sadece iktidar mücadelesi olarak ele alan bir araştırmacı tek partili sistemleri
açıklamakta zorlanırken; sadece herkesin yararına toplum düzeni kurma ve politika geliştirme
olarak algılayanlar da partiler arasındaki iktidar yarışını ya da aynı parti içindeki bireyler
arasındaki yaşanan adaylık çekişmesini açıklamakta güçlük çekecektir.
Buraya kadar bahsedilen bilgilerden ve yapılan yorumlardan hareketle siyaseti toplumdaki
diğer faaliyetlerden ayıran nitelikleri de tespit etmek mümkündür. Buna göre;
•İlk olarak siyasetin aslında bir süreçler bütünü ve birçok kurumun yer aldığı bir saha
olduğu tahmin edilebilir. Yani siyaset kapsamı son derece geniş bir olgudur. Anayasa,
parlamento, seçimler, devlet, hükümet, siyasi partiler uluslararası çevre, demokrasi, baskı
gurupları, bireyler, şikayetler, destekler, eleştiriler hepsi bu geniş kapsamın dâhilindedir.
•Dikkat edilirse siyaset bağlamında bahsedilen iki temel süreç; yani iktidar olmak için
girişilen mücadele, çatışma ve rekabet ile toplumsal manada genel yarar, bütünlük ve insanların
ortak iyiliğini gerçekleştirme amacı ölçeği ne olursa olsun tüm insan topluluklarında görülen
süreçlerdir. Dolayısıyla siyaset, evrensel ve süreklilik gibi niteliklere de sahiptir. Bahsedilen
süreçlere milyonlarca insanın yaşadığı devletlerde de birkaç yüz kişilik küçük ve hatta ilkel
kabilelerde de rastlamak mümkündür.
•Siyasetin hem süreçler hem de kurumlar boyutunda asıl unsuru bireydir. Bireyin siyasal
davranışları ve siyasal katılmalarıyla bahsedilen süreçler yaşanmakta ve kurumlar işlemektedir.
•Siyaset kurumunca alınan kararlar genel ve bağlayıcıdır. Meşru yaptırım gücüne sahiptir.
3
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
Son olarak tüm bu analizlerin ışığı altında siyaset kurumunun toplumsal hayattaki başlıca
fonksiyonları olarak şunlardan bahsedilebilir:
•Siyasetin başlıca fonksiyonu kamusal hizmetlerin sağlanmasıdır. Toplumsal yapı içinde
kolektif nitelikli sorunların tespiti ve çözümü siyaset kurumu aracılığıyla olmaktadır. Dikkat
edilirse bu fonksiyon toplumsal hayatın devamını açısından şarttır.
•Siyasetin bir başka fonksiyonu olarak ise yönetilen halkın (vatandaşların) yöneticilere
itaat ve meşruiyetini sağlaması gösterilebilir. Toplumsal hayatta; imkân, görüş ve çıkarlarda
farklılaşma, rekabet gibi sorunlarla çözüm önerileri karşısında bir tercihte bulunma gibi
zorunluluklar iç içedir. Böyle bir ortamda yönetilenlerde siyasal iktidara itaat ve rızanın
gelişmesi, kolektif sorunları çözecek bir mekanizmanın meşruluk kazanması gereklidir.
•Dikkat edilirse tüm bunlar toplumsal manada barış düzen ve uzlaşmayı gerektiren
hususlardır. Toplumsal hayat içinde barış, düzen ve uzlaşmayı temin edecek başlıca faaliyet ve
kurum siyasettir.
Türkiye’nin Siyasi Sisteminin Kısa Tarihçesi
Türkiye’nin siyasi sistemine yönelik tarihsel bir analiz yapabilmek için öncelikle “Siyasi
Sistem” kavramını açıklığa kavuşturmakta yarar vardır. Bu doğrultu da belki de ilk ifade
edilmesi gereken husus ise toplumsal yapının birçok sistemden meydana geldiği ve her bir
sistemin de toplumsal hayatın devamı için birtakım fonksiyonlara sahip olduğudur. İşte bu
sistemlerin en geniş kapsamlısı olan siyasi sistem hem bir kurumlar seti (dizisi) hem de bir
süreçler bütünü şeklinde ifade edilebilir. Bu bağlamda siyasal sistemdeki başlıca kurumlar
(örgütler) olarak; Parlamento (Yasama), Devlet Başkanlığı (Yürütme), Bakanlar Kurulu
(Yürütme), Hukuk Düzeni, Devlet Şekli (üniter-federal), Parti Sistemi ve Seçim Sistemi, başlıca
süreçler olarak da; siyasal iktidarın kolektif politika geliştirme ve karar alma süreçleri, bireylerin
siyasal katılmaları ve son olarak da siyasal iktidarı ele geçirmek amacıyla yaşanan iktidar
mücadelesi süreci gösterilebilir.
Görüldüğü gibi siyasal sistem toplumların kolektif sorunlarını çözmek için oluşturulan bir
örgütler dizisi (Turan, 1996: 16) ve siyasal iktidara yönelik süreçlerden müteşekkil bir bütündür.
Bu iki boyuttan hareketle bir siyasal sistemin asıl olarak; “ülkeyi kim yönetecek?”, “ülke siyasal
sisteminde hangi kurum ön planda olacak?”, “devletin temel organları nasıl oluşacak?”, “bu
temel organlar ne gibi yetkilerle donatılacak?” ve “siyasal kurumlarla bireyler arasındaki
ilişkilerin niteliği nasıl olacak?” gibi sorulardan hareketle kurumsallaştığı söylenebilir. Bu
soruların cevabı olan düzenlemeler yaklaşık iki asırdır asıl olarak anayasalar aracılığıyla
yapılmaktadır. Dolayısıyla anayasaların siyasal sistemleri şekillendiren başlıca unsur oldukları
rahatlıkla ifade edilebilir.
4
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
Siyasi sistemin başlıca nitelikleri olarak ise şunlardan bahsedilebilir. Her şeyden önce;
siyasal sistemin toplumdaki diğer sistemlere nazaran kapsamının geniş olduğu belirtilmelidir. Bir
diğer ayırt edici özelliği olarak da siyasal sistemce alınan karar ve eylemlerin tüm toplumu
etkilemesinden bahsedilebilir. Ayrıca bu kararlar toplum üyelerini bağlayıcı niteliktedir. Son
olarak ise siyasi sistemin bir çevre içinde vücut buluşundan bahsetmekte yarar vardır. Siyasi
sistemler toplum içinde faaliyetlerini uygularken çeşitli çevresel etkiler altında kalırlar. Aslında
bu sürekli bir etkileşimdir. Etkileşimin kapsamında diğer siyasal sistemler de yer almaktadır.
Yani siyasal sistem uluslararası bir çevreyle de etkileşim halindedir (Çam, 2000: 4).
Siyasal sistemleri güçler ayrılığı ilkesi ve temel hak ve özgürlüklerin anayasadaki
durumuna göre demokratik olanlar – demokratik olmayanlar şeklinde bir ayrıma tabi tutmak
mümkündür. Demokratik siyasal sistemler kapsamında;
Parlamenter Demokrasi
(Parlamentarizm), Başkanlık ve Yarı-Başkanlık sistemleri bulunmaktadır. Esasen demokratik
siyasal sistemleri birbirlerinden farklı kılan yasama ve yürütmenin yapısal ve fonksiyonel olarak
farklı şekillerde dizaynıdır. Bu durum farklı hükümet sistemlerini ortaya çıkarmakta ve farklı
hükümet sistemlerinden hareketle de üç ayrı demokratik siyasal sistemden bahsedilmektedir.
Demokratik siyasal sistemler içinde en eski ve en yaygın olanı Parlamenter Demokrasi, en genç
ve en az yaygın olanı ise Yarı-Başkanlıktır. “Parlamentarizm” İngiltere, “Başkanlık” Amerika
Birleşik Devletleri (ABD), “Yarı-Başkanlık” ise Fransa orijinlidir.
Türkiye’nin siyasal sistemi parlamenter demokrasidir. Günümüz Türk siyasal sisteminin
temellerinin XIX. yüzyılın ikinci yarısında atıldığı söylenebilir. İlk anayasamız olan 1876
Anayasası (Kanun-u Esasi) Türkiye’nin modern siyasi sisteminin başlangıcı olarak kabul
edilmektedir. 1876 Anayasası ve yeni Türk devletinin temellerinin atıldığı 1924 Anayasası’nda
siyasal sistemi parlamentarizm doğrultusunda biçimlendiren hükümler söz konusudur (Karpat,
2007: 7,9; Gözler, 2011: 171–173). Çok partili dönemde yapılan 1961 ve 1982 Anayasalarında
da bu geleneğe uyulmuş ve parlamenter demokrasi tercih edilmiştir. Parlamenter demokrasinin
tam anlamıyla tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir mekanizma haline gelişinin ise 1961
Anayasası ile olduğu belirtilmelidir (Yavaşgel, 2004: 189). Bu anayasa ile modern demokrasiye
ait unsurlar ile kuvvetler ayrılığı ilkesinin de net bir şekilde siyasal sistemin bir parçası haline
geldiği görülmektedir. Bugünkü Türk siyasi sistemi kısaca; demokrasinin temel gereklerinin
hukuki/şekli manada sistemde yer aldığı, hükümet sisteminin parlamentarizm olarak
kurumsallaştığı bir yapılanma şeklinde özetlenebilir. 1876’dan bu güne kadar yaşanan bir asırı
aşkın süreçte siyasal sisteme parlamentarizmin hukuki/ şekli manada yerleştiği demokrasi
noktasında ise gel gitlerin yaşandığı söylenebilir (Karpat, 2007: 8). 1995 sonrasındaki yapılan
anayasa değişikliklerinin ise demokrasinin pekişmesi ve güçlenmesi noktasında önemli katkıları
olmuştur.
Son söz olarak ülkemizde 2007 yılında Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi
usulüne geçilmesinin parlamentarizmden yarı-başkanlık sistemine doğru bir kayış şeklinde
5
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
değerlendirmelere konu olduğu belirtilmelidir. Çünkü bahsedilen anayasa değişikliği ile zaten
anayasa ile sembolikliğin ötesinde yetkilere sahip kılınmış olan Cumhurbaşkanı artık doğrudan
doğruya halk tarafından seçilecektir. Halk tarafından seçilen ve yetkileri geniş olan (sembolik
olmayan) cumhurbaşkanının olduğu demokratik sistem ise Yarı-başkanlık sistemidir. Bu noktada
hâlihazırdaki Türk siyasi sisteminin bu husus dışında tamamen parlamenter özelliklere sahip
olduğunu vurgulamakta yarar vardır. Dolayısıyla Türk siyasi sisteminin özellikleri asıl olarak
parlamenter demokrasi bağlamında yapılacak analizlerle doğru bir şekilde ortaya konulabilir.
Türkiye’nin Parlamenter Demokrasisinin Temel Özellikleri
Bir önceki bahiste Türkiye’nin 1876 Anayasası’yla parlamenter demokrasi doğrultusunda
bir tercihte bulunduğu; günümüz Türk siyasi sisteminin de parlamenter demokrasi esaslarına
sahip olduğu belirtilmişti. Türkiye’deki parlamenter demokrasinin özelliklerini ise; parlamenter
demokrasinin başlıca niteliklerini ortaya koyup ardından da bu niteliklerin Türk siyasi sistemi
içinde nasıl biçimlendiğine yönelik bir analizle açıklamak mümkündür.
Parlamenter demokrasi ya da kısaca parlamentarizm adından da anlaşılacağı gibi kilit
kurumun parlamento (yasama gücü) olduğu bir sistemdir. Bu sistemde temsili demokrasi
parlamento aracılığıyla işlemekte, sisteme ait kurumların oluşumunda ve işleyişinde parlamento
önemli rol oynamaktadır. Sözgelimi; yasama yani kanun yapma yetkisi parlamentoya aittir,
yürütme yasamadan türemektedir, yine yürütmenin bakanlar kurulu kanadı yasamanın denetimi
altındadır. Tarihsel süreç içerisinde İngiltere’de ortaya çıkmış olan Parlamentarizmden İngiliz
parlamentosu Londra’daki Westminster Sarayında toplandığından dolayı Westminster Modeli
olarak da bahsedilir. Bu sistem demokratik siyasal sistemler içinde en yaygın olanıdır.
Parlamentarizmin başlıca nitelikleri olarak şunları göstermek mümkündür:
1-Parlamenter sistemde yürütme iki başlıdır. Bu sistemde yürütme görevi devlet başkanı ve
başbakan tarafından yerine getirilir. Devlet başkanı devletin başı başbakan ise Bakanlar
Kurulu’nun (hükümetin) başıdır (Türköne, 2007: 160).
2-Parlamenter sistemlerde Devlet Başkanı sembolik yetkilere sahiptir ve yasama karşısında
siyasi olarak sorumsuzdur. Bu nedenle görevi süresince parlamento da dâhil olmak üzere hiçbir
kurum tarafından görevden alınması mümkün değildir. Sorumsuzluğundan dolayı da az ve
sembolik yetkilere sahiptir. Var olan yetkilerini de ancak başbakan ya da ilgili bakanın imzası
eşliğinde kullanabilmektedir. Parlamenter sistemdeki bu uygulamaya “karşı imza” kuralı denir.
Burada dikkat edilmesi gereken karşı imza kuralının sorumsuz olan devlet başkanının
yetkisizliğini sağlamak için geliştirilmiş bir usul oluşudur (Gözler, 2011: 92, 285).
3-Bir diğer özellik olarak Parlamenter sistemin hem monarşilerde hem de cumhuriyetlerde
uygulanabilecek bir hükümet sistemi oluşu gösterilebilir. Bundan dolayı parlamenter sisteme
6
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
sahip ülkelerde devlet başkanı farklı adlar alabilmektedir. Sözgelimi bir monarşi olan
İngiltere’de devlet başkanı “Kraliçe” iken cumhuriyet olan Türkiye’de bu makamdaki kişinin
unvanı “Cumhurbaşkanı” dır. Anlaşılacağı gibi parlamenter sistemlerde devlet başkanının göreve
gelişi ülkenin rejimine göre; monarşilerde veraset yoluyla cumhuriyetlerde ise seçimle
olmaktadır. Eğer devlet başkanı seçimle işbaşına geliyorsa seçimi yapan organ genellikle
parlamentodur. Yani cumhurbaşkanını halkın seçmesi parlamentarizmin geleneğinde yer
almayan bir husustur.
4-Yürütme işlevi asıl olarak Bakanlar Kurulu aracılığıyla yerine getirilir. Bundan dolayı
Bakanlar Kurulu yani Hükümet yasama organı karşısında sorumlu olan kurumdur. Bakanlar
kurulunun başkanı “Başbakan” dır. Başbakan bu sistemde yürütmenin gerçek anlamda başı,
siyasi sorumluluğun asıl sahibi olan kişidir. Dolayısıyla parlamenter sistemde bir siyasal sistem
için temel sorulardan biri olarak gösterilebilecek olan “kim yönetecek?” sorusunun asıl cevabının
Başbakan olduğu söylenebilir. Başbakanın parlamento üyesi yani milletvekili olması sistem
açısından önemli bir gerekliliktir. Tam bu noktada parlamentarizmin çok ayırıcı bir özelliğinin
de altını çizmek gerekiyor. O da; yürütmenin etkili kanadı olan “Bakanlar Kurulu”nun yasama
organından yani parlamentodan kaynaklanmakta oluşudur (Gözler, 2011: 92).
Başbakanın oluşturduğu Bakanlar Kurulu da parlamentoya karşı sorumludur. Parlamenter
sistemde Bakanlar Kurulu; “Kolektif Sorumluluk”, “Kolejyallik”, “Homojenlik”, “Dayanışma”
ve “Gizlilik” gibi ilkelerle çalışmaktadır (Gözler, 2011: 92). Kolektif Sorumluluk ilkesine göre;
eğer yasama bakanlar kurulu hakkında güvensizlik oyu verirse görevini iyi yapanlar da dâhil
bütün bakanların görevi sona ermektedir. Kolejyallik ilkesine göre; bakanlar kurulu
toplantılarında başbakana muhalefet edilmesi şık değildir. Başbakanın isteği doğrultusunda genel
bir uzlaşmayla karar alınması bir teamüldür. Dayanışma ilkesi de Kolejyallik ilkesini
tamamlayıcı niteliktedir. Bu ilkeye göre başbakanla karşı görüşte olan bakan istifa etmedikçe
başbakanın isteği doğrultusundaki kararı imzalamaya mecburdur. Homojenlik ilkesi bakanlar
kurulu üyelerinin aynı siyasi çizgi ve ortak bakış açısına sahip olmalarını, gizlilik ise bakanlar
kurulu görüşmelerinin gizli tutulmasını öngörmektedir (Gözler, 2011: 93). Dikkat edilirse
parlamenter sistemde bakanlar kurulu çalışmalarına hâkim olan tüm bu ilkeler Başbakanı
yürütmenin en etkin aktörü konumuna sokmaktadır.
5-Parlamenter sistemlerde yürütme gücü doğrudan halkın seçmesiyle oluşmaz. Seçmen
parlamentoyu parlamento da yürütmeyi seçmektedir. Yürütmenin sorumsuz kanadı olan devlet
başkanı daha öncede vurgulandığı gibi genellikle yasama organı tarafından seçilir. Kabine yani
Bakanlar Kurulu da parlamentonun içinden çıkar, parlamentonun onayıyla göreve başlar. Bu
noktada parlamenter demokrasilerde bakanların da meclis üyesi olmasının asıl olduğu ancak
bunun bir şart olmadığı belirtilmelidir. Dolayısıyla parlamenter sistemlerde istisnai olmakla
birlikte parlamento üyesi olmayan bakanlara rastlanabilmektedir. Tüm bunlara bakarak yürütme
gücünün esas olarak yasama tarafından belirlendiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
7
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
6-Bu tür sistemlerde tek ya da çift meclis bulunabilir. Eğer parlamento çift meclisten
oluşuyorsa hükümeti denetleme ve yasa yapma noktasında asıl yetkili olan meclis halkın seçtiği
meclis olmaktadır.
7-Parlamenter sistemde yasama ve yürütme birbirinin varlığına son verme imkânına
sahiptir. Yasama organına karşı yürütmenin Bakanlar Kurulu kanadı sorumludur ve onun
güvenine dayanmaktadır. Yasama organı “güvensizlik oyuyla” Bakanlar Kurulunu (hükümeti)
düşürülebilir. Buna karşılık yürütme de yasamayı feshedebilir. Fesih yetkisi Devlet Başkanı
tarafından kullanılan bir yetkidir (Gözler, 2011: 94).
8- Parlamenter sistemde aynı kişi hem yürütmede hem yasamada görev alabilir. Yani hem
milletvekili hem de bakan ya da başbakan olmak mümkündür. Bu özelliğin bir sonucu olarak
bakanlar kurulu yasama organının çalışmalarına katılabilmektedir.
9- Parlamenter sistemde diğer demokratik siyasal sistemlere nazaran daha yumuşak bir
güçler ayrılığı söz konusudur. Yasama ve yürütme yetkileri kural olarak iki ayrı organa
verilmişse de bu organlar birbirinden tam olarak bağımsız değildir. Aralarında işbirliği ve
etkileşim mekanizmaları fazladır (Türköne, 2007: 162). Parlamento çoğunluğunun genellikle
hükümetlerde olması, aynı kişinin hem yasama hem yürütmede görev alabilmesi, yürütmenin
yasamanın içinden çıkması gibi uygulamaların varlığı sistemi yumuşak güçler ayrılığına doğru
sürüklemektedir. Özellikle koalisyon değil de tek parti iktidarlarının oluşmasıyla bir siyasal parti
şahsında fiilen yasama ve yürütmenin iç içe geçmesi güçler ayrılığındaki yumuşaklığı daha da
artırabilmektedir.
Parlamenter sistemin bu karakteristik özelliklerinden hareketle Türkiye’deki işleyişi
hakkında bir takım analizler yapılabilir. İlk olarak ülkemizde yürütme gücünün parlamentarizme
uygun olarak ikili yapıda dizayn edildiğini belirtmekte fayda vardır. Anayasamız; yürütmeyi
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilen bir yetki ve görev şeklinde
(madde 8) düzenlemiştir. Bu noktada yönetim şekli Cumhuriyet olan parlamenter demokrasilerde
Devlet Başkanlarının Cumhurbaşkanı olarak ifade edildiğini belirtmek aydınlatıcı olabilir
(Gözler, 2011: 279). Yine parlamenter demokrasiye uygun bir şekilde anayasamızın 105.
Maddesine göre Cumhurbaşkanı siyasi sorumsuzluk sahibidir. Ancak cumhurbaşkanının görev
ve yetkileri sembolik düzeyde değildir. Ülkemizde cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve yargı
ile ilgili pek çok görev ve yetkisi söz konusudur. Üstelik bunların bir bölümü karşı imza
kuralından da istisna tutulmuştur. Yani Cumhurbaşkanınca tek başına kullanılmaktadır (Gözler,
2011: 286). İşte bu husus Devlet Başkanı sembolik yetkilere sahiptir şeklindeki parlamentarizm
ilkesine aykırı ,Türk parlamenter demokrasisine has bir özellik olarak ifade edilebilir.
Yürütmenin diğer kanadı olan Bakanlar Kurulu’nun ülkemizdeki tanzimi ise parlamenter
demokrasi ile tamamen uyumludur. Nitekim anayasamıza göre Türkiye’de Bakanlar Kurulu
Başbakan ve Bakanlardan oluşmaktadır (Madde: 109). Başbakanın TBMM üyesi olması (Madde:
109) ve Bakanlar Kurulu’nun meclisten güvenoyu alması birer anayasal zorunluluktur (Madde:
8
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
110). Yine Başbakanın Bakanlar Kurulunun asli unsuru olarak meclise karşı sorumlu tutulması
(Madde: 112) tipik bir parlamenter demokrasi özelliğidir.
Türkiye’de yürütme gücünün tamamı parlamento tarafından oluşturulmamaktadır.
Yürütmenin Bakanlar Kurulu kanadı parlamento içinden çıkmakta ve göreve başlama sırasında
parlamentodan güvenoyu almaktadır. Ancak daha önce de ifade edildiği gibi 21 Ekim 2007’de
yapılan halkoylaması ile onaylanan anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı artık doğrudan
doğruya halk tarafından seçilecektir. Bu yeni yapının Türk siyasal sistemini saf
parlamentarizmden çıkardığı söylenebilir.
Türkiye’deki parlamenter demokrasi tek meclisli sisteme dayalı bir şekilde
sürdürülmektedir. Bu Meclisin (TBMM) tamamı genel oyla halk tarafından seçilen beş yüz elli
(550) milletvekilinden oluşmaktadır. Bu noktada ülkemizde geçmişte zaman zaman iki meclisli
parlamentarizminde uygulandığı belirtilmelidir. En son olarak ülkemizde 1961 Anayasası ile
“Millet Meclisi” ve “Cumhuriyet Senatosu” olmak üzere iki meclisli bir yasama kurulmuştur. Bu
uygulamada parlamenter demokrasinin gereklerine uygun olarak; hükümeti denetleme ve yasa
yapma noktasında asıl yetkili olan meclis tüm üyeleri (450 üye) halk tarafından seçilen “Millet
Meclisi” idi. Diğer meclis olan Cumhuriyet Senatosu’nda ise atanmış üyeler ile seçilmiş üyeler
bir arada yer almakta idi (Gözler, 2011: 187).
Türkiye’de yasama ve yürütmenin yine parlamentarizmin bir gereği olarak karşılıklı
silahlara sahip olduğu da görülmektedir. Yasamaya karşı siyasi sorumluluğu bulunan Bakanlar
Kurulu göreve başlama sırasında yasamadan güvenoyu almak zorundadır (Madde: 110). Yine
Bakanlar Kurulu görevi esnasında da her an parlamentodan gelecek olan güvensizlik kararıyla
düşme tehlikesiyle karşı karşıyadır (Madde: 99, Madde: 111). Buna karşılık yürütmede yer alan
Cumhurbaşkanı da meclisi feshedebilme yani TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar
verebilme yetkisine sahiptir (Madde: 104)
Ülkemiz siyasal sisteminde parlamentarizmin tipik bir özelliği olarak yumuşak güçler
ayrılığı da söz konusudur. Son yıllarda yapılan genel seçimler neticesinde tek parti
hükümetlerinin kurulmasının bir sonucu olarak yasama ve yürütmedeki iç içeliğin fiilen daha da
arttığı, yumuşak güçler ayrılığının daha da belirginleştiğini söylemek mümkündür.
Türkiye’deki parlamenter demokrasinin işleyişine ilişkin son bir özellik olarak da;
rasyonelleştirilmiş parlamentarizm uygulamalarının varlığından bahsedilebilir. Parlamenter
demokrasilerde hükümetlere güç ve istikrar kazandırmak için geliştirilen anayasal tedbirler
Rasyonelleştirilmiş parlamentarizm olarak ifade edilmektedir (Gözler, 2011: 99). Ülkemizde de
Bakanlar Kurulu için güvenoyu isteme hakkının sadece Başbakana tanınmış olması (Anayasa
Madde: 111) ve gensoru görüşmeleri esnasında yapılan güven oylamalarında Bakanlar
Kurulu’nun ya da bir bakanın düşmesi için en az üye tam sayısının salt çoğunluğunun (276 oy)
aranması gibi kurallar hükümetin düşürülmesini zorlaştıran uygulamalardır (Anayasa Madde:
99).
9
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
Yasama-Yürütme-Yargı
Yasama, yürütme ve yargı güçleri bir devletteki temel organlardır. Devlet egemenliğini bu
temel organlar aracılığıyla kullanır. Yine bu organlar aracılığıyla toplumdaki kolektif sorunları
çözmeye çalışır. Yasama, Yürütme ve Yargı’nın sadece devlete ait olan yetkiler oluşu önemlidir.
Yasama, yürütme ve yargı aynı zamanda bir siyasal sistemdeki ana kurumlardır. Daha öncede
ifade edildiği gibi özellikle yasama ve yürütmenin teşkili ve karşılıklı etkileşimi noktasında
yapılacak anayasal tercihler siyasal sitemin biçimlenmesinde oldukça etkili olmaktadır.
Yasama organı; yasa yapmak ve hükümeti denetlemek gibi görev ve yetkilere sahip olan
kurumdur. Parlamento veya meclis olarak isimlendirilen bu organ tek ya da iki meclisli olarak
sistem içerisinde yer alabilir. Eğer bir ülkenin siyasal sisteminde yasama organı iki meclisli
olarak teşkil edilmişse; meclislerden biri üyelerinin tamamı halk tarafından seçilen bir meclis
olmaktadır. Bu meclis siyaset bilimi literatüründe “ilk” ya da “alt” meclis olarak isimlendirilir.
Diğeri (ikinci meclis) ise içerisinde atanmış vekillerin de yer aldığı bir meclistir. Üyeleri
arasında atanmışlarında bulunduğu bu tarz meclisler literatürde “İkinci” meclis ya da “üst”
meclis olarak isimlendirilmektedir. Ülkemizde yasama organı tek meclisli olarak düzenlenmiştir.
1982 Anayasasının 75. maddesi ne göre bu görev genel oyla seçilen TBMM’ye aittir.
Yürütme ise anayasaya uygun olarak kanunları uygulayan, genel kararlar alan ve bu
kararları yürüten devlet organıdır. Bir başka ifade ile yürütme siyasal sistem içinde genel siyaseti
takip eden birimdir. Genel siyasetten anlaşılması gereken ise ülkenin iç ve dış siyasetidir
(Gözler, 2011: 298). Bu maksatla yürütme siyasal iktidar mekanizmasını kullanmakta, belirlediği
politikalar doğrultusunda aldığı kararları devletin kurumları aracılığıyla uygulamaktadır.
Ülkemizdeki yürütmenin esasları ise 1982 Anayasa’sının 101–137. maddeleri arasında
düzenlenmiştir. Anayasamızın 8. maddesinde de yürütme organının ikili bir yapıda olduğu ve
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’ndan oluştuğu belirtilmektedir. Bu şekildeki ikili (dualist)
yürütmenin parlamenter hükümet sistemlerine has bir özellik olduğu daha önce dile getirilmiş bir
husustur (Gözler, 2011: 279).
Yargı gücünü yasa hâkimiyetini sağlamak için yasalara uymayanları yargılayan devlet
organı şeklinde ifade etmek mümkündür. Bir siyasal sistemde hukuki uyuşmazlıkları çözme ve
karara bağlama yetkisine sahip tek güç olan yargı esas olarak mahkemelere dayalı olan bir
kurumsallaşmadır (Gözler, 2011: 340). Yargı gücü yasa yapmaz, yasa uygulamaz sadece yasaları
hukuken yorumlar. 1982 Anayasasının 9. maddesine göre yargı yetkisi Türk milleti adına
bağımsız mahkemelerdedir. “Anayasa Mahkemesi”, “Yargıtay”, “Danıştay”, “Askeri Yargıtay”,
“Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” ve “Uyuşmazlık Mahkemesi” Anayasanın yargı bölümünde
yer alan yüksek mahkemelerdir.
10
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
Modern Devlet ve Siyasi Kurumlar
Bir toplumsal sistemdeki en yetkili ve en üst kurum olan devlet günümüzde toplumsal
hayatın ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır. Öyle ki modern toplumda bireyle devlet
arasındaki ilişki doğum raporuyla başlayıp ölüm raporuna dek uzanan bir birlikteliktir. Devletin
toplumsal hayatın hemen her alanında, sürekli karşılaşılan bir olgu olduğu söylenebilir. Tarihsel
verilere göre yaklaşık yedi bin yıldır insan hayatının parçası olan bu kurumun zaman, mekân
çevresel şartlar ve ideolojiler bağlamında farklı bakış açılarına ve yorumlara konu olduğu
görülmektedir. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere genel kabul gören, kapsamlı bir devlet
tanımından bahsetmek hiç de kolay değildir. Bu arada devlete yönelik tanım zorluğunu
kavrayabilmek açısından bu ünitenin başlangıcında yer alan sosyal bilimler sahasında tanım
geliştirirken karşılaşılan klasik zorluklara yönelik analizi de hatırlamak faydalı olabilir. Tüm
bunlardan ötürü modern devlet yapılanmasını ortaya koymak açısından bu bölümde takip
edilecek yol tarihsel metot ve yapısal yaklaşımdan hareketle bir somutlaştırma çabası olacaktır.
Öncelikle şu hususun altını çizmek gerekir ki; günümüzde devlet denildiğinde akla gelen
modern devlet biçimidir ve tüm modern devletler de ulus-devlet1 formundadır (Giddens, 2008:
892). Bu yapı kapitalizmin hızlanması ve sanayi devriminin etkisiyle yaşanan modernleşme
sürecinde beliren toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda devlet kurumunun yeniden şekillenmesiyle
ortaya çıkmıştır. Tarihsel açıdan modernleşme XVI. ve XIX. Yüzyıllar arasında Avrupa’da
yaşanan geleneksel toplum yapısının ortadan kalkmasıyla sonuçlanan bir süreç olarak ifade
edilebilir. Bu süreçte tarım toplumundan (geleneksel toplum) sanayi toplumuna (modern toplum)
geçiş yaşanmış ve bu kapsamda; nüfus artışı, kentleşme, ticarileşme, ekonomik ilişkilerde artış,
kapitalizmin yükselişi, sosyal işbölümünün gelişmesi, siyasi katılım talepleri ve toplumsal hayatı
etkileyen bilimsel ilerlemeler gibi gelişmelerle karşılaşılmıştır. Bu önemli değişikliklerin yol
açtığı bütünleşme ihtiyacı, otoritesi tartışılmayan merkezi bir hükümet ihtiyacı, demokratlaşma
ve yeni meşruiyet kaynağı bulma gibi ihtiyaçlar (Şahin, 2009: 121–128) var olan geleneksel
devlet biçimleri (feodal devlet, mutlak devlet gibi) tarafından karşılanamamıştır (Pierson, 2000:
66). İşte modern devleti bu ihtiyaç ve eğilimlere göre oluşmuş bir siyasi yapılanma biçimi olarak
ifade etmek mümkündür.
Yönetim ve ekonomide merkezileşerek, toplumsal manada cemaatlere dayalı parçalı
yapının yerine bütünleşme eksenli olarak örgütlenen bu yeni devlet biçimi önce XVIII. Yüzyılda
Fransa ve İngiltere’de, ardından da Almanya, Rusya ve Avrupa’nın diğer bölgelerinde kendini
göstermiştir. XVIII. ve XIX. yüzyılda Avrupa siyasal hayatında artık iyice belirginleşmeye
başlayan bu siyasal dönüşüm çok merkezli ve çoğulcu siyasi yapılanmadan tek ve mutlakçı bir
1
Ulus-devlet modern devletin egemen formu olarak ele alınabilir. Bugün Birleşmiş Milletlere üye olan tüm devletler
ulus-devlet formundadır Ulus-devlet toplumsal yapı ve siyasi meşruiyetin ulus üzerine bina edildiği modern devlet olarak da
ifade edilebilir (Şahin, 2009: 121- 128). Pierson bu hususu modern devletin zamanla uluslarla özdeşleşmesi olarak ifade
etmektedir (Pierson, 2000: 32).
11
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
iktidar merkezine kayma şeklinde ifade edilebilir (Türköne, 2007: 73; Şahin, 2009: 131).
Zamanla siyasal örgüt ve usullerin kurumsallaşmasında demokrasinin devreye girmesi bu yeni
devlet yapılanmasına eklemlenmiştir. Böylece siyasi iktidarı sınırlandırma anlayışı da modern
devletin önemli bir bileşeni haline gelmiştir.
Tüm bu bahsedilenlerden de anlaşılacağı üzere modern devlet daha önceki geleneksel
devlet formlarına göre oldukça farklı niteliklere sahiptir. Bu farklılıklar devlet şeklinde bir
organizasyonda var olması gereken temel unsurlar olan; topluluk, ülke ve egemenlikten (Gözler,
2011:33) hareketle somutlaştırılabilir.
Modern devlette topluluk “biz” duygusunun hâkim olduğu ulus ya da millettir. Oysaki
geleneksel döneme ait olan daha önceki devletlerde toplulukta geniş düzeyde bir birlik bilinci
söz konusu değildir. Hatta toplumun kaynaşma olmadan bir arada yaşaması olağandır.
Homojenlikten uzak “belirsiz” bir topluluktan bahsedilebilir. Devletin kaynaştırıcı politikaları da
söz konusu değildir. Oysaki modern devlette topluluğu ulus haline getirmek, biz duygusunu
geliştirmek yönünde ciddi bir gayret söz konusudur. (Şahin, 2009: 145-159).
Modern devlette ulus aynı zamanda egemenliğin kaynağı olarak siyasi sistemin meşruiyet
zeminini oluşturmaktadır. Dolayısıyla model demokrasi ile yakından ilişkilidir. Modern devletin
modernleşme sürecinde ortaya çıkan meşruiyet krizini bu şekilde demokratik egemenlik
prensipleriyle (milli egemenlik ve halk egemenliği yaklaşımları) çözdüğü söylenebilir (Şahin,
2009: 132). Yine egemenlikle alakalı olarak modern devleti kendisinden önceki devlet
formlarından ayıran başlıca özelliklerden biri de daha öncekilerde olduğu gibi çoklu ve
bölünmüş iktidar yapılarına izin vermemesidir. Bir başka ifade ile artık yerel ve dini otoritelerle
paylaşılan bir iktidar alanı söz konusu değildir (Türköne, 1997: 72; Şahin, 2009: 125,126).
Modern devlet kendi ülkesinde yaşayan halkı üzerinde ara yönetici ve özerk kuruluşlar olmadan
doğrudan egemenlik kullanmaktadır. Bu yapının merkezinde tüm vatandaşların uyması zorunlu
kararlar alabilen ve uygulayabilen tek bir meşru merkezi otorite bulunmaktadır (Turan, 1996: 18;
Şahin, 2009: 132). Oysaki modern devlet öncesi geleneksel devletlerde merkezi egemenlik ve
tüm ülkede geçerli standart yetki ve kurallardan bahsetmek mümkün değildir. Geleneksel
devletlerde iç içe geçmiş bir çok otorite (Feodalite ve kilise gibi) söz konusudur. Son söz olarak
modern devletin bu egemenliğinin diğer siyasal sistemlerce de (dış çevre) tanındığından
bahsetmek gerekir. Kısacası içte ve dışta tam egemenlik modern devlet yapılanmasının temel
özelliklerindendir
Modern devlette ülke kesin olarak tanımlanmış, net ve belirgin bir toprak parçasıdır
(Turan, 1996: 18). Ülkesel bütünlük önemlidir. Ülke topraklarında bir bütünlük ve türdeşlik
kendini hissettirir. Bu şekilde kesin tanımlanmış bir ülkenin varlığı modern devleti
imparatorluklardan, feodal devletlerden ayıran önemli bir özelliktir (Pierson, 2000: 30,31). Bu
tarz geleneksel devletlerde ülke sınırların belirsiz olduğu değişken bir coğrafya şeklindedir.
12
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
Görüldüğü gibi modern devletin yapı taşları; içte-dışta tam egemenlik, demokratik
meşruiyet, ülkesel ve siyasi bütünlük, merkezi otorite ve sınırlı devlet (anayasallık ve hukuk
devleti ) gibi hususlardır.
Devleti çok yalın bir şekilde; bir ülkede meşru zor kullanma yetkisine sahip olan siyasal
kurum olarak ifade etmek mümkündür (Kapani, 2007: 38). Buraya kadar yapılmış olan
analizlerden hareketle modern devleti ise meşru zor kullanma yetkisine sahip bu siyasal
kurumun, demokratik egemenliğe dayalı olarak kurumsallaşan, merkezi otoritenin güçlü olduğu,
hukukla sınırlandırılmış ve etkin bir kamu bürokrasisine sahip biçimi olarak ifade etmek
mümkündür (Pierson, 2000: 19-63). Dolayısıyla modern devlet yapılanması içindeki başlıca
siyasi kurumlar olarak da; anayasa, parlamento, merkezi yönetim, idare (kamu bürokrasi),
bağımsız yargı ve siyasi partiler gösterilebilir. Bu siyasi kurumların iç ve dış çevrenin etkileri
dâhilinde farklı formlarda bir araya gelmesi ise gayet doğaldır. Nitekim modern devletler
yapılarına göre “üniter devlet” ve “birleşik devlet” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Günümüzde
yaygın olarak görülen birleşik devlet modeli ise federasyondur.
Türkiye’deki devlete bakıldığında ise tarihsel olarak modern devlete geçiş sürecinin asıl
olarak Tanzimat dönemi ile başladığı söylenebilir. Bu süreç aynı zamanda bir ulus devlet
oluşumu sürecidir. Günümüz Türkiye’sindeki devlet yapılanması temel nitelikleri ve işlevleri
bakımından modern devlete ait özelliklere sahiptir (Türköne, 2007: 95). Ülkemizde modern
devlet kurumsallaşması üniter devlet biçiminde gerçekleşmiştir. Üniter devlette devletin
unsurlarında (ülke, ulus, egemenlik) ve organlarında (yasama, yürütme ve yargı) teklik esastır
(Gözler, 2011: 59). Üniter devlette tek ülke, tek ulus ve tek egemenlik vardır. Üniter devleti
siyasal otoritenin tek merkezde toplandığı, yasaların tek bir merkezi parlamento tarafından
yapıldığı kanunların da tek bir hükümet tarafından yürütüldüğü devlet şeklinde tanımlamak da
mümkündür. Üniter devlette ülke genelinde hukuk birliği ve her alanda bir standartlaşmadan
bahsedilebilir (Dursun, 2008: 153). 1982 Anayasasının 3. maddesine göre Türkiye devletinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu ifade edilmektedir. Ülke ve milletin bölünmez
bütün olması onun üniter olması demektir (Gözler, 2011: 197). Üniter devlete verilecek en iyi
örnekler olarak Türkiye, Japonya, Fransa, Danimarka, Norveç, İsrail ve Yunanistan
gösterilebilir.
Türkiye’de Demokrasi Siyasi Partiler ve Seçimler
Demokrasi siyasal iktidarın sınırlı olduğu, siyasal kurumların meşruluğunun halk
egemenliği ile sağlandığı, devletin halkın temsilcilerince yönetildiği, temel hak ve özgürlüklerin
teminatlı bir şekilde anayasal güvenceye sahip olduğu bir rejimdir. XX. yüzyıl siyasi bir rejim
olarak demokrasinin yaygınlaştığı ve nihayetinde evrensel kabul gördüğü bir dönem olmuştur
(Dursun, 2008: 163,164). Özellikle bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren en azından halkın
13
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
temsilcilerine dayalı olarak siyasi sistemin kurumsallaşması artık itiraz edilmeyen bir husus
konumundadır. Nitekim yirminci yüzyılda zaman zaman görülen totaliter karakterli yönetimler
dahi rejimlerini “halk demokrasisi” olarak isimlendirerek şu ya da bu şekilde seçimler yapmaya
gayret göstermişlerdir. Demokrasinin yaygınlaşması ve kökleşmesi olarak ifade edilebilecek bu
sürecin halen devam etmekte olduğu söylenebilir. Hâlihazırda Doğu Avrupa’da Orta Asya ve
Orta Doğu’da demokratik yönetimler gelişmekte, Afrika kıtasında demokratik reform çabaları
sürmekte, Uzak Asya, Latin Amerika, Asya ve Avrupa’nın birçok bölgesinde de var olan
demokrasiler giderek kökleşmektedir.
Demokrasi ile ilgili birçok farklı tanım ve yaklaşım söz konusu olmakla birlikte genel
kabul gören bir tanımdan bahsedilebilir. Bu tanım ABD’nin onaltıncı Başkanı olan Abraham
Lincoln’ün (1809-1865) 1863 yılında “Gettysburg Konuşması”nda yaptığı tanımdır. Buna göre
demokrasi; “Halkın halk için halk tarafından yönetilmesi” dir. Bu durumun sağlanabilmesi için
anayasal kural ve usuller haline getirilmesi gereken bazı şartlardan bahsedilebilir. Demokrasinin
işlemesi için hayati önemde olduğu söylenebilecek olan bu şartlar olarak şunlar gösterilebilir
(Türköne, 1997: 189; Gözler, 2011: 104,105):
• Bir temsil kurumunun varlığı
• Seçimlerin serbest (özgür), adil ve düzenli aralıklarla yapılması
• Muhalefetin İktidar olma şansının daima mevcut olması
• Temel hak ve özgürlüklerin teminatlı olarak anayasada yer alması.
• Güçler ayrılığına göre siyasal sistemin tesisi
Bu şartların bir siyasal sistemi normatif demokrasiye yakınlaştıracağı söylenebilir.
Normatif anlamda demokrasiden kast edilen ise idealdeki, olması gereken demokrasidir. Bu
şartların en başında dile getirilen “Temsil Kurumu”nun varlığı başta milletvekilliği ve Bakanlar
Kurulu üyelikleri olmak üzere etkin siyasi makamların seçimle oluşmasını sağlayacak
mekanizmadır. Seçimlerin serbest ve adil olmasından kast edilen ise; düzenli aralıklarla (4 ya da
5 yıl) çok partili olarak; genel oy, eşit oy, gizli oy ve açık sayım ilkeleri ile yargı kontrolünde bu
sürecin işlemesidir. Bir temsil kurumunun varlığı ve seçimlerin özgür adil ve düzenli olarak
yapılması halk egemenliği açısından son derece önemlidir. Bu gerekler aynı zamanda hükümetin
yönetilenlerin rızasına dayanarak oluşmasını sağlayacak ilkelerdir.
Siyasi sistemin güçler ayrılığına göre tesisi ve temel hak ve özgürlüklerin teminatlarıyla
varlığı hem sınırlı devlet açısından hem de siyasal hakların kullanılması açısından önemlidir.
Özellikle de serbest seçimlerin bir anlam ifade edebilmesi açısından temel hakların anayasal
teminatlarla tanınmış olması büyük önem arz eder. Yine dikkat edilirse muhalefette kalanların da
bir gün iktidar olma yolunu açık tutan da asıl olarak temel hak ve özgürlüklerin teminatlı bir
14
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
şekilde anayasada yer almasıdır. Unutulmamalıdır ki iktidarın seçimler yoluyla el değiştirmesi
demokratik mantığın vazgeçilmez bir kuralıdır (Sarıbay, 2001: 4; Gözler, 2011: 105).
Türkiye’deki demokratik süreç yukarıdaki şartlardan hareketle ortaya konulabilir. Buna
göre ülkemizde bir temsil kurumu 1876’dan itibaren söz konusudur. Bu kurumu oluşturmak için
yapılan seçimler ise -her ne kadar 1908 seçimleri gibi çok partili ve nispeten demokratik
seçimler arada bir yapılmış olsa da- asıl olarak 1950 seçimlerinden bu yana serbest ve adil seçim
ilkelerini içeren bir şekilde yapılmaktadır (Günal, 2005: 93). Bu süreç kısaca açıklanacak olursa;
1923–1946 arasında 4 yılda bir aksatılmadan genel seçimlerin yapılmış olması, 1934 de
kadınlara da seçme seçilme hakkının verilmesi, zaman zaman çok partiye geçiş denemeleri
yapılması gibi demokratik zeminin oluşması açısından önemli adımlardan bahsedilebilir. Ancak
bu dönemin tek partili oluşu, seçimlerin gizli oy açık sayım ilkeleriyle değil de açık oy gizli
sayım ilkeleriyle yapılması demokrasi açısından eksikliklerdir. Ülkemizde seçimler 1946
seçimleriyle beraber çok partili olarak yapılmaya başlanmış, 1950 seçimlerinde de yargı
kontrolüyle birlikte gizli oy-açık sayım ilkeleri de devreye sokulmuştur. Bu arada 1950 genel
seçimlerinin, ilk defa seçim yoluyla iktidarın el değiştirmesinin görülmesi bakımından Türk
demokrasisi adına önemli bir adım olduğu belirtilmelidir (Günal, 2005: 88, 100).
Temel hak ve özgürlükler noktasında ise ülkemizde milat olarak 1961 Anayasası
gösterilebilir. 1948 “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ve 1950 “Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi”nin büyük ölçüde yansıtıldığı bu anayasada temel hak ve özgürlükler ilk kez geniş
bir şekilde ve teminatlarıyla yer almıştır. Yine demokratik bir siyasal sistem açısından olmazsa
olmazlardan biri olan güçler ayrılığı prensibi de bu anayasa ile tartışmasız bir şekilde kabul
edilmiştir. Siyasal ve toplumsal çoğulculuk ve sivil ve medeni haklar noktasında 1982 Anayasası
ile görülen geri çekilme ise 1995 yılından beri yapılan anayasa değişiklikleri ile telafi edilmiştir.
Yine devam etmekte olan Avrupa Birliği sürecinin insan hakları ve demokratik pekişme yönünde
önemli gelişmeler sağladığı belirtilmelidir. Sonuç itibariyle bu gün itibariyle Türk siyasal
sisteminde demokrasinin yukarıda ifade edilen temel gerekleri (şartları) hukuken mevcuttur.
Ancak unutulmamalıdır ki demokrasi söz konusu kurallardan ve usullerden çok daha fazla bir
şeydir. Yani bu usullerin işleyebilmesi demokratik bilincin yerleştiği uzlaşma ve hoşgörü eksenli
bir siyasi kültürün gelişmesiyle yakından alakalıdır.
Demokrasinin uygulanması ve pekişmesinde vazgeçilmez öneme sahip kurumların başında
ise siyasal partiler gelmektedir. Siyasi partiyi yasal ve meşru yollardan sürekli bir teşkilat
aracılığıyla seçmenlerin desteğini sağlayarak, siyasal iktidarı ele geçirmeye çalışan kurumlar
şeklinde tanımlamak mümkündür. Bu tanımda amacın siyasal iktidarı ele geçirmek olması siyasi
partiyi başta baskı grupları olmak üzere toplumdaki diğer kuruluşlardan ayıran başlıca özelliktir.
Zira demokrasilerde siyasi partilerden başka hiç bir kuruluşun siyasi iktidarı ele geçirme gibi bir
amacı olamaz. Dünyada ilk siyasi partilerin ortaya çıktığı ülkeler ABD ve İngiltere’dir. Her iki
15
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
ülkede de XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinde siyasal partiler kendini göstermiştir. Bizim
tarihimizdeki ilk siyasi parti olarak “İttihat ve Terakki Cemiyeti” kabul edilmektedir.
Siyasi partiler için “demokrasinin ana damarlarıdır” şeklinde bir benzetme yapılabilir.
Gerçektende temsili demokrasi yani devleti yönetecek olanların serbest seçimlerle belirli bir
dönem için halk tarafından seçilmesi günümüzde asıl olarak siyasi partiler aracılığıyla
gerçekleştirilebilen bir uygulamadır. Bu bağlamda siyasi partiler halkın siyasi sisteme yönelik
taleplerinin taşıyıcısı olma, halkın siyasal tercihte bulunmasını kolaylaştırma gibi kritik işlevlere
de sahiptir (Sarıbay, 2001: 16). En az bunlar kadar önemli olan bir başka hususta parti içi
demokrasi konusudur. Demokrasinin varlığı, pekişmesi ve demokratik bir siyasal kültürün
gelişmesi açısından siyasi partilerin iç işleyişlerinde demokratik kurallara riayet etmeleri, bu
yönde gelenekler geliştirmeleri çok önemlidir. Hatta siyasi partilerin ancak parti içi demokrasiyi
sağladıkları takdirde demokrasi konusunda topluma öncülük edebilecekleri rahatlıkla
söylenebilir.
Genel başkan seçimi başta olmak üzere parti içi teşkilatın her düzeyindeki temsilcilerin
seçiminde demokratik usullerin varlığı, seçilmiş yönetimlerin üst organlarca görevden
alınamaması, genel ve yerel seçimlerdeki adayların belirlenmesinde üyelerin etkin katılımının
sağlanması, parti içinde muhalefet yapabilmenin mümkün olması, parti yönetiminin seçimle el
değiştirebilmesi gibi hususlar parti içi demokrasi açısından başlıca unsurlardır (Çarkoğlu, 2000:
35).
Hemen belirtilmelidir ki; bu unsurlar, ileri demokrasi kapsamındaki ülkelerde dâhil olmak
üzere hiçbir ülkenin siyasal hayatında tam olarak yerleşmiş değildir. Çünkü dünyanın her
yerindeki siyasi partilerde; bürokratikleşme ve bir üst yönetici kliğin oluşumu gibi oligarşik
eğilimler kaçınılmaz bir şekilde kendini göstermektedir (Çarkoğlu, 2000: 35). Bu durum ister
istemez meşhur siyaset bilimci Roberto Michels’in (1876-1936) XX. Yüzyılın başlarında ortaya
attığı “Oligarşinin Tunç Yasası” teorisini akla getirmektedir. Bu teoriye göre tüm siyasi
partilerde elit bir grubun parti yönetimine hâkim olması ve partinin gelecekteki kadrolarını da
kontrol altında tutması adeta kaçınılmazdır ve bundan dolayı da siyasi partilerde gerçekten
demokratik bir yönetim beklenmemelidir (Sarıbay, 2001: 93).
Türkiye’deki partilerin parti içi demokrasi bağlamında iyi bir düzeyde olduğunu söylemek
mümkün değildir. Türk siyasi partilerinde liderlik koltuğunun uzun süre aynı lider tarafından
işgal edilmesinin olağan karşılanması dahi tek başına bu konuda fikir verebilecek bir özelliktir.
Yaklaşık bir asırlık bir arka plana rağmen Türk siyasi partilerinde demokratik geleneklerin
oluşmaması ya da zayıflığı noktasında ülkedeki demokratik adımların savaşlar ve darbelerle
kesintiye uğramasının da etkisinden bahsedilebilir. Zira bugün parti içi demokrasinin en gelişkin
olduğu kabul edilen ABD ve İngiltere gibi ülkelerdeki siyasi partilerin bir takım demokratik
pratik ve gelenekleri oluşturmalarında bir buçuk asrı aşkın bir zamandır faaliyetlerine hiç ara
vermemelerinin katkısı büyüktür.
16
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
Tam bu noktada ülkemizdeki siyasi partilere yönelik genel verilerden ve siyasi parti
sisteminin geçirdiği evrimden de kısaca bahsetmekte yarar vardır. Türk tarihinde örgütlü olarak
siyasi faaliyette bulunan ilk yapılanma olarak “Fedailer Cemiyeti” (1859) gösterilebilir. Ama
gerçek anlamda ilk örgütlü muhalefet hareketi ise “Yeni (Genç) Osmanlılar Cemiyeti” (1865)
olmuştur. İlk siyasi parti olarak ise II. Meşrutiyet döneminde oluşan özgürlükçü ortam içinde boy
gösteren “İttihat ve Terakki Fırkası” (1909) kabul edilmektedir. “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” ise
(1911) ilk muhalefet partisidir. Cumhuriyetin ilk partisi ise 9 Eylül 1923’te kurulan “Cumhuriyet
Halk Partisi” (CHP) dir. CHP 1960 ların ortasından itibaren sosyal demokrat bir çizgiye geçiş
yapmış ve hâlihazırda da merkez sol bir parti olarak Türk siyasi hayatında etkin bir rol oynamaya
devam etmektedir. Cumhuriyet dönemindeki ilk muhalefet partisi de “Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası”dır (1924).
Türkiye’de II. Dünya Savaşı’nın ardından 1945 yılında çok partili hayata geçiş
yaşanmıştır. Bu süreçte kurulan ilk parti “Milli Kalkınma Partisi”dir (1945). Ancak çok partili
hayatın CHP ile birlikte başlıca aktörü 1946 yılı Ocak ayında kurulan “Demokrat Parti “(DP)
olmuştur. İlk büyük sosyalist parti olarak ise 1961 yılında kurulan “Türkiye İşçi Partisi”
gösterilebilir. İlk dinsel ideolojiye sahip olan parti “Milli Nizam Partisi” (MNP) dir (1970). Daha
sonraları Türk siyasi hayatında etkin roller oynayan “Milli Selamet Partisi” (MSP), “Refah
Partisi” (RP) ve Adalet Kalkınma Partisi (AKP)gibi partiler bu çizginin devamıdır. Merkez sağ
figürleri de bünyesine katarak yeni sağ ideolojiye dayalı bir parti formatı oluşturma çabası
sergileyen AKP günümüz Türk siyasi hayatının başlıca partisi durumundadır. Çok partili
dönemdeki merkez sağ çizginin önde gelen temsilcileri olarak ise Adalet Partisi (AP), Anavatan
Partisi (ANAP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) gösterilebilir. Meşrutiyet dönemindeki Türkçü
Turancı çizginin mirasçısı olarak 1969 da siyaset sahnesine çıkan Milliyetçi Hareket Partisi
(MHP) ise halen milliyetçi ideolojinin başlıca siyasi temsilcisi olarak Türk siyasi hayatında etkin
bir rol oynamaktadır (Sarıbay, 2001: 35-76).
Bir ülkedeki siyasi parti sayısı o ülkedeki parti sistemini belirlemektedir. 1923–1946 yılları
arasında yapılan iki denemenin başarısızlığı sonucunda ülkemizde tek partili sistem
kurumsallaşmış; ülke yönetimi tek siyasi parti olan CHP’nin elinde olmuştur. 1946–1960
periyodunda ise Türk parti sistemi tipik iki parti sistemidir. Siyasal iktidar olma şansına sahip
sadece iki büyük parti; CHP ve DP söz konusudur. 1961–1980 aralığında ise Türkiye’deki parti
sistemi aşırı ya da kutuplaşmış çok parti olarak ifade edilebilir. CHP, AP, MSP ve MHP bu
dönemde ilk akla gelen partilerdir. 1980 darbesinden sonra siyasi kurumlar yeniden tanzim
edilirken parti sistemini bu parçalanmışlıktan ve ideolojik kutuplaşmadan kurtarma amacıyla
yüzde 10’luk milli baraj ve seçim çevresi barajı gibi uygulamalar ın devreye sokulduğu
görülmektedir. Ancak bu tedbirlere rağmen sadece 1991 seçimlerine kadar ANAP ve Sosyal
Demokrat Halkçı Parti (SHP) ekseninde oluşan iki partili yapı yeniden çok partili hale dönüştü.
Hatta merkez partilerin seçmen desteğindeki parçalanmışlığın doksanlı yıllarda Türk parti
sistemini her zamankinden çok daha parçalanmış hale soktuğu söylenebilir (Özbudun, 1997: 7117
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
73). Parti sistemindeki son yıllardaki görünümü ise hâkim tek parti sistemi bağlamında
açıklamak mümkündür. Hâkim tek parti sisteminde siyasal hayatta birden çok parti vardır ama
bu partilerden biri seçimleri üst üste kazanarak parlamentoda devamlı mutlak çoğunluğa sahip
olmaktadır (Sarıbay, 2001: 28). 2001 yılında kurulan AKP 2002, 2007 ve 2011 genel seçimlerini
açık ara farkla kazanmıştır.
Demokrasi ile seçim kavramı arasında da yakın bir ilişki söz konusudur. Demokratik
rejimlerde her şeyden önce vatandaşların siyasal yöneticileri serbest ve dürüst seçimlerle
değiştirebilmesi gereklidir. Ayrıca yönetme yetkisinin sahibi olan halkın en yerleşik
demokrasilerde dahi seçim aşaması dışında yönetim sürecinde pek etkili olamaması seçimlerin
demokratik yapılmasını daha da önemli hale getiren bir husustur (Şahin, 2001: 272, 273). Tüm
bunlardan dolayı demokrasi kavramı çoğu zaman serbest dürüst ve düzenli yapılması gereken
seçimlerle eşdeğer tutulmakta, demokrasinin varlığı için bu ilkelere uyularak yapılan bir seçim
yeterli şart olarak kabul edilmektedir (Şahin, 2001: 273).
Seçimlerin demokratik seçim ilkelerine riayet edilerek yapılması kadar tercih edilen seçim
sistemi de önemlidir. Çünkü seçim sistemleri demokrasinin temel esprisinin; yani hakimiyetin
halktan kaynaklanmasının en üst derecede sağlanabilmesi açısından büyük önem taşırlar. Seçim
sistemi egemenliğin sahibi olduğu kabul edilen vatandaşların belirli bir süre için kendi yerlerine
ülkeyi yönetecek olanları ne şekilde seçeceklerini, verdikleri oyların nasıl bir değerlendirmeye
tabi tutulacağını gösteren esaslar şeklinde tanımlanabilir. Bu esaslar genellikle seçim yasaları ile
belirlenir ve düzenlenir (Şahin, 2001: 278). Her ne kadar son yıllarda Almanya, Japonya ve
Rusya gibi ülkelerde ki başarılı uygulamalarla karma seçim sistemleri de literatüre girmiş olsa da
seçim sistemleri esasta iki ana grupta ele alınmaktadır:
•Çoğunluk Sistemi
•Nispi (orantılı) Temsil Sistemi
Seçimlerde uygulanan ilk sistem olan “Çoğunluk Sistemi” nin uygulanışı oldukça basittir.
Bu sistemde seçime katılan adaylardan ve ya parti listelerinden birinin geçerli oyların
çoğunluğunu alması seçimin kazanılması için yeterlidir. Başka bir ifade ile daha az oy alan aday
ya da partilerin siyaseten kazandığı hiçbir şey olmamaktadır (Yavaşgel, 2004: 85). Anlaşılacağı
gibi istikrarı ön plana alan çoğunluk sistemi genellikle tek turlu olarak, basit çoğunluk usulüyle
ve dar bölgede uygulanır. Dar bölgeden kast edilen her seçim çevresinin 1 milletvekili çıkaracak
şekilde belirlenmesidir. Basit çoğunluktan kast edilen ise seçimlere kullanılan geçerli oyların en
çoğunu alan aday ya da partinin seçimi kazanmasıdır (Gözler, 2011: 126). Nispi temsil ise
istikrardan ziyade adalete önem veren, seçime katılan partilere elde ettikleri oy ile orantılı
temsilcilikler dağıtmaya çalışan bir sistemdir. Nispi temsil aslında çoğunluk sisteminin azınlıkta
kalan görüşlere temsil imkânı tanımayan yapısına getirilen eleştirilerin bir sonucu olarak ortaya
çıkan bir seçim sistemidir. Çoğunluk seçim sisteminin yol açtığı adil olmayan sonuçları ortadan
kaldırmak üzere geliştirilen Nispi Temsil sistemindeki başlıca amaç her partiye sayısal gücü ile
18
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
orantılı sayıda üyelik vermektir. Günümüzde demokratik ülkelerin çoğu tarafından tercih edilmiş
olan bu sistemin üç yüze yakın değişik uygulaması bulunmaktadır. Nispi temsil sistemi her
halükarda tek turlu ve geniş bölge (liste usulü) ile uygulanır (Yavaşgel, 2004: 105, 106).
Türkiye’de ilk seçimler, I.Meşrutiyetin ilanı ile (1876) kurulan parlamentonun teşkili için
1877 yılında basit çoğunluk sistemine göre yapılmıştır (Günal, 2005: 90,91). Uygulanan sistem
en fazla oyu alan adayın milletvekili seçilmesi şeklindedir. Ülkemizde ilk seçim yasası ise 1908
tarihinde çıkarılmıştır. 1942 yılına kadar yürürlükte kalan bu yasa seçim sistemi olarak basit
çoğunluğu tercih etti. Bu arada bütün Türk anayasalarının seçim sistemi tercihini parlamentoya
bıraktığını da belirtmekte yarar vardır. Yani Türk anayasalarının hiç birinde seçim sisteminin ne
olduğu doğrultusunda bir hüküm söz konusu değildir. Seçim sistemi ile ilgili kararı bir yasa ile
parlamento vermektedir.
Çok partili dönemde ise 1960 askeri müdahalesi ile son bulan döneme kadar yine basit
çoğunluk sistemine geniş bölgeli olarak devam edilmiştir. Ülkemizde çoğunluk sisteminin
dünyada pek uygulanmayan geniş bölgeli (liste usulü) tarzı; yani her seçim çevresinden birden
fazla milletvekili seçilmesi tek turlu olarak bu dönemde uygulanmıştır. Bu sistemde parti listeleri
aracılığıyla o seçim çevresinin çıkaracağı sayıda aday gösterilmektedir. Seçmenler de bir partiye
yani listeye oy vermektedir. En çok oyu alan parti o seçim çevresindeki milletvekilliklerinin
tamamını kazanmaktadır (Gözler, 2011: 126). Bu adaletsiz ama istikrar getiren bir sistemdir.
Ülkemizde yapılan 1954 Genel Seçimi sonuçlarından hareketle bu durum somutlaştırılabilir. Bu
seçimde geçerli oyların % 57,6’sını alan DP, 502 milletvekili ile parlamentonun % 92. 8’ini elde
etmiştir. Bu sonuçla DP tek başına hem yasamayı hem de yürütmeyi kontrol eden bir hükümet
kurabilmiştir. Böyle bir hükümetin kurulması siyasal sistem açısından istikrarlı bir yönetim
demektir. Ancak % 57. 6 oyla parlamentonun % 92,8’ini kazanılmış olması bu seçim sisteminin
adalet açısından ne kadar yetersiz olduğunu gözler önüne sermektedir (Yavaşgel, 2004: 161). Bu
arada tek turlu çoğunluk sistemlerinin genellikle iki partili sisteme yol açtığını belirtmekte de
yarar vardır. Ülkemizde 1950–1960 arasında siyasal hayatta etkin rol oynama gücüne sahip
sadece iki partinin varlığı da bu durumu teyit etmektedir.
Türkiye’de 1960 sonrasındaki bütün genel seçimlerde nispi temsil sistemi kullanılmıştır.
Bu çerçevede “Milli Bakiye Sistemi” nin uygulandığı 1965 seçimleri hariç parlamento tarafından
daima “d’Hondt” sisteminin farklı biçimlerinin tercih edildiği görülmektedir. 1961 seçimlerinde
“Çevre Barajlı d’Hondt”, 1965 seçimlerinde “Milli Bakiye” (ulusal artık), 1969-1980
aralığındaki seçimlerde “Barajsız d’Hondt”, 1983-1995 arasında hem çevre hem ulusal (% 10)
“Çifte Barajlı d’Hondt”, 1995 yılından bugüne kadarda sadece % 10 “ülke barajlı d’Hondt”
sistemi Türkiye’nin seçim sistemi noktasındaki tercihleri olmuştur.
19
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
Siyasetin Toplumsal Hayata Etkileri
Siyaset toplumsal hayatı sürekli etkileyen bir kurumdur. Bu durum esas olarak siyasetin
toplumdaki kolektif sorunları çözme doğrultusunda tüm toplumsal sistemi etkileyecek meşru
kararlar alabilen tek kurum olmasıyla alakalıdır. Bir toplumda güvenlik, adalet, düzen, refah ve
gelişmeyi sağlayacak olan başta devlet olmak üzere siyasal sistem dâhilindeki kurumlardır.
Dolayısıyla bireyin ve toplumun sosyo-ekonomik gelişmesi aslında siyaset kurumunun
performansına bağlıdır. Bu bağlamda çok net bir şekilde ifade edilebilir ki, toplumun
yaşayabilmesi için meşru siyasi kararlar alan bir siyasi siteme mutlak manada ihtiyaç vardır
(Çam, 2000: 3).
Siyasetle toplum arasındaki ilişki karşılıklı ve süreklidir. Siyasal sistem dâhilindeki
kurumlar ve süreçler toplumsal olguları etkiledikleri kadar onların etkisine de maruz kalırlar.
Toplumdaki olay ve durumlar siyasi sistemi hem yapılanış hem de sistemin aldığı kararların
belirlenmesi gibi bakımlardan etkiler. Siyasetin geniş kapsamlı oluşu bu etkileşimi arttıran bir
faktördür. Dolayısıyla siyaset her aşamada toplumla, ekonomiyle, toplumdaki değerler sistemiyle
iletişim ve etkileşim içinde olmaktadır. Sonuç itibariyle siyasal olgu, süreç, kurum ve
davranışların belli bir oranda toplumun eseri olması kaçınılmazdır.
Türk toplumu açısından konuya yaklaşıldığında ise; ilk olarak siyaset algısının
Batıdakinden çok farklı dinamiklere biçimlendiği belirtilmelidir. Her şeyden önce siyaset
kurumunu meşrulaştıran siyasal iktidar ve devlet gibi kurumları otorite konumuna sokan bir
siyasal kültürden bahsedilebilir. Bunun bir uzantısı olarak Türk siyasal kültüründe; siyasete
çatışma ve mücadele eksenli olarak gören değil de toplumsal manada genel yarar, bütünlük
mutluluk ve ilerleme sağlama faaliyeti olarak ele alan, bu yönde beklentiler yaratan kültürel
kodların baskınlığından bahsedilebilir. Dolayısıyla etkileşimin siyasetin fonksiyonları
çerçevesinde yoğunlaşacağı, siyasi aktörlerin siyasetin fonksiyonları bağlamındaki başarı ya da
başarısızlıklarının Türk toplumunun siyaset algısı üzerinde etkili olacağı söylenebilir.
20
Dünden Bugüne Türkiye’de Siyasi Hayat ve Kurumlar
YARARLANILAN ve BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR
Coşkun, İ. (1997). Modern Devletin Doğuşu. İstanbul: Der Yayınları.
Çam, E. (2000). Çağdaş Devlet Sistemleri. İstanbul: Der Yayınları.
Çarkoğlu, Ali. (2000). Siyasi Partilerde Reform. İstanbul: TESEV Yayınları.
Dursun, D. (2008). Siyaset Bilimi. İstanbul: Beta Basım Yayım.
Duverger, M. (1986). Siyasal rejimler. Çev: Teoman Tunçdoğan, İstanbul: Sosyal Yayınlar.
Eroğul, C. (2002), Devlet Nedir?. Ankara: İmge Yayınevi.
Eroğul, C. (2005), Çağdaş Devlet Düzenleri. Ankara: Kırlangıç Yayınevi.
Gözler, K. (2011). Anayasa Hukukuna Giriş. Bursa: Ekin Basın Yayın.
Günal, E. (2005). Türkiye’deki Seçim Sistemlerinin Siyasal Kurumlar Üzerindeki Etkisi.
Ankara: Turhan kitabevi.
10. Kapani, M. (2006). Politika Bilimine Giriş. Ankara: Bilgi Yayınevi.
11. Karpat, K. (2007). Türk Demokrasi tarihi. Ankara: İmge.
12. Karpat, K. (2007). Türkiye’de Siyasal Sistemin Evrimi, Çev: E. Soğancılar, Ankara: İmge.
13. Özbudun, E. ((2007). Çağdaş Türk Politikası. Çev: A. Resul Usul, İstanbul: Doğan
Yayıncılık.
14. Pierson, C. (2000). Modern Devlet, Çev: D. Hattatoğlu, İstanbul: Çiviyazıları.
15. Sarıbay, A. Yaşar (2001). Türkiye’de Demokrasi ve Politik Partiler, İstanbul: Alfa.
16. Sezen, S. (1994). Seçim ve Demokrasi. Ankara: Gündoğan Yayınları.
17. Şahin, K. (2001). “Seçim ve Demokrasi”. Milenyum Armağanı, Sakarya Üniversitesi
İ.İ.B.F. Özel Sayı.
18. Şahin, K. (2009). Küreselleşme Tartışmaları Işığında ULUS DEVLET, İstanbul: Yeni
Yüzyıl.
19. Turan, İ. (1996). Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış. İstanbul: Der Yayınları.
20. Türköne, M. (2007). Siyaset. Ankara: Lotus Yayınevi.
21. Yavaşgel, E. (2004). Seçim Sistemleri ve Türkiye’deki Durum. Ankara: Nobel Yayın
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
21
Download