ORTADOĞU IRAK GENEL BİLGİ: Irak Osmanlı imparatorluğunun çöküşünün ardından Ortadoğu’da kurulmuş olan devletlerden birisidir. Tarih içinde hiçbir zaman yaşamış olan bir Irak devleti ve Irak halkı olmamıştır. Irak adı da Osmanlı İmparatorluğu döneminde merkeze olan uzaklığından dolayı “Irak “ kelimesiyle isimlendirilmesinden gelmektedir. Osmanlı dönemindeki Musul, Bağdat ve Basra eyaletlerinin bir araya gelmesiyle Irak oluşmaktadır. Irak 18 ayrı şehirden meydana gelmektedir. 23 milyon civarında bir nüfuza sahip olan Irak’ın %97’si Müslüman ( %60,65 Şii, %32,37 Sünni), %3’ü ise Hıristiyan’dır. Etnik dağılım olarak ise %75-80 Arap, %15-20 Kürt, %5 ise Asuri ve diğer etnik unsurlardır. Dini ve etnik yapılarıyla bakıldığında ülkede hakim güç olan Sünniler aslında %25’lik bir nüfuz sahipken, %60’lık nüfusa sahip olan Şiiler ise yönetim dışındadır. Şiiler güney Irak’ta yaşarken Bağdat civarında Sünnî Araplar, Kuzey Irak’ta ise Kürt nüfus yaşamaktadır. Ülkede Baas partisi hakimdir. Irak çok önemli petrol yatakları mevcuttur. Suudi Arabistan dan sonra Dünyanın en büyük ikinci petrol yataklarına sahip ülkesidir. TARİHİ: Irak 637 yılında Müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra Hz. Ali dönemde İslam’ın merkezi haline getirilmiş ve başkent Kufa’ya taşınmıştır. Hz. Ali ile Emeviler arasındaki Saffayin savaşı da Irak sınırları içinde olmuştur. Bu savaşın ardında bu bölge günümüze kadar süren farklı mezhep ve etnik grupların mücadelelerine sahne olmuştur. Emeviler döneminden sonra Abbasiler bu bölgeye hakim olmuş ardından 1055 yılından itibaren Selçukluların hakimiyetine girmiştir. 1258 yılından itibaren ise Moğol istilasına uğramış ve iki yüzyıl onların kontrolünde kalmıştır. I508 de Safavi hakimiyetine kadar Irak’ın çeşitli bölümleri farklı Türk beylerinin hakimiyetinde kalmıştır. Şiilik ve Sünnilik arasındaki fark Safavi devleti döneminde özellikle yaratılmış ve abartılmıştır. Safaviler kendi iktidarlarını bu mezhep farklılığına dayandırıp oluşturmuşlardır. Tarih boyunca Irak, Sünni Anadolu Türkleri ile Şii İran Türkleri arasındaki hakimiyet mücadelesine sahne oldu. Bu mücadele 1534’te Osmanlıların lehine sonuçlanmış ve ülke 1917’ye kadar Osmanlı yönetiminde kaldı. SYKES- PİCOT ANLAŞMASI Birinci Dünya savaşı esnasında Osmanlının Ortadoğu’dan çekilmesini neden olan bazı yerel isyanlar oldu. Bu isyanlarda İngilizlerin kışkırtmalarıyla Mekke Emiri Şerif Hüseyin kullanıldı. Şerif Hüseyin ve oğullarına Osmanlının yıkılmasından sonra kurulacak olan Büyük Arap Devletinin Krallığı vaad edildi. Fakat gerçekler söylendiği gibi değildi. Ortadoğu farklı bir paylaşıma sahne oluyordu. Sykes- Picot anlaşması 1916 yılında Fransız ve İngilizler arasında bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma özellikle Ortadoğu’nun bugünkü haline gelmesine sebep olması açısından önemlidir. İngiliz Subay Mark Sykes ile Fransız subay Georges Picot Kahire’de bir araya gelerek masa başında Ortadoğu’yu iki ülke arasında paylaştırdılar. Bu anlaşmaya göre yeni yapay devletler kuruldu . Sykes- Picot hattı denilen bu sınırlar, o dönemin koşullarında Dünyanın iki büyük emperyalist gücü olan İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’ya bakış açılarını yansıtmaktadır. Fransız ve İngiliz subaylar bölgenin etnik ve dinsel yapısını göz önünde bulundurmadan sadece kendi çıkarları doğrultusunda harita üzerinde yeni ülkeler oluşturup bazı etnik grupları da parçaladılar. Bu anlaşma sonucunda kurulan devletlerden Irak, , Ürdün, Filistin İngiliz bölgesi; Suriye, Lübnan Fransız bölgesi oldu. Böylece bugünkü Irak toprakları Osmanlı Yönetiminden çıkmış ve 1920 yılında İngiliz manda idaresine girmiştir. İngilizler başta ülkeyi bizzat yönetmeyi düşünmüşlerse de ancak halkın sert muhalefetiyle karşı karşıya kalmışlardır. Çıkan isyanlarda özellikle Şii halk rol almışlardır. Şiilerin çoğunlukta olduğu Necef bu dönemde isyanın merkezini oluşturmuştur. Sonuçta İngilizler tarafından Hz. Muhammet’in soyundan gelen Kral Faysal Irak’ın başına geçirilmiştir. Bu yöntemle İngilizler hem Irak’a tamamen hakim olmak hem de Osmanlının ardından doğan halife boşluğunu bu şekilde doldurarak diğer İslam ülkelerine de etki etmeyi planlamıştır. Kral Faysal başa geçmesiyle beraber yaşanan en önemli gelişme Arap ulusçuluğunun teorisyeni Sati el Hüsri’nin Irak’a getirilmesidir. Onun kurduğu Arap birliğine yönelik eğitim sistemi özellikle Şii grupların tepkisini toplamıştır. Kral Faruk güçlü ve bağımsız bir ırak kurabilmenin yolunun güçlü bir ordudan geçtiğini biliyordu. Bu nedenle bu tip bir ordunun oluşması için çalışsa da Iraklı Kürtler ve Şiilerin olumsuz tavrıyla karşılaşmış ve askere almalarda daima sorunlar çıkartmışlardır. Her iki topluluk da Sünni Araplara asker olarak hizmet etmeyi reddetmişlerdir. İlerleyen yıllarda Sünnilerle Şiiler arasındaki entegrasyon süreci yaşanmış karşılıklı evlilikler ve ticaret ilişkileri olmuştur. 1928 gelindiğinde 88 kişilik Irak parlamentosunda 26 Şii üye vardı. 1930 yılında Irak hükümeti bağımsız bir devlet olma yolunda İngiltere ile 25 yıllık bir anlaşma imzalarken, 1932 yılında Irak Milletler Cemiyetine bağımsız bir devlet olarak katıldı. 1933 kral Faruk’un ölümünün ardından ülkede dinsel ve etnik çatışmalar arttı. 1935’te İtalyanların Habeşistan’ı işgali Ortadoğu ülkeleri arasında özellikle güvenlik endişesinin oluşmasına sebep olmuştur. İtalyanların kuzey Afrika’da kurduğu bu hakimiyeti Yemenle yaptığı anlaşmayla kızıl denizin çıkışını kontrol eder hale gelmesiyle Ortadoğu’ya taşımayı planlıyordu. Bu nedenle Ortadoğu ülkeleri arasında Sadabat paktı kuruldu. İkinci Dünya savaşı yıllarında hakim güçler arasında yaşanan mücadele Irak üzerinde de olmuştur. Almanlar yaptıkları darbe ile kendilerine yakın bir yönetimi başa getirseler de, yapılan ikinci darbe ile İngilizler tekrar hakimiyeti kurmuşlardır. İkinci Dünya savaşı yıllarında Türkiye sınırlarına kadar gelen Almanların amaçlarından birisi de Türkiye’yi geçerek Irak’taki yandaşlarına yandım edip, buradaki İngiliz hakimiyetini kırmaktı. Fakat daha sonra Alman ordularının Rusya’ya dönmesi Türkiye’nin işgali ve Irak’a ulaşma planlarından vazgeçmesine sebep oldu. İngilizler Irak’ı da Almanya’ya karşı savaşa girmeye teşvik etse de Irak yönetimi Türkiye’yi örnek alarak aynı politikaları izlemiş ve savaşa girmemiştir. 1936 yılında Kürt kökenli bir Albay olan Bekir Sıtkı liderliğinde bir darbe gerçekleşti. 1941’de ise Mayıs harekatı olarak bilinen ikinci bir darbe oldu. 1945 yılında Arap ülkeleri bir araya gelerek, bir Arap Birliği örgütü kurdular. Arap Birliği harekatı Arap ülkeleri arasında milliyetçilik duygularının da artmasına sebep oldu. Bunu sonucu olarak da Irak, Suriye Ürdün ve Lübnan bir tek ülke olarak birleşme düşüncesi ortaya atıldı. Arapların birleşme düşüncesini özellikle İngiltere destekliyordu. Bu birleşme ile İngilizler, Suriye ve Lübnan’daki Fransız hakimiyetini kaldırarak bu bölgeleri de kendi hakimiyeti altına almayı amaçlıyorlardı. Diğer güçlü bir Arap ülkesi olan Mısır’da bu birleşmeye karşı çıkıyordu. Onun endişesi ise Arap dünyasının en büyük ülkesi olma özelliğini yitirecek olması idi. Ortadoğu’da İngilizlerin etkisinin zayıflaması, İsrail devletini kurulması, Mısır’ın muhalefeti gibi nedenlerle bu birlik fikri hayata geçirilemedi. ( 1960’lı yıllarda Mısır ve Suriye’nin birleşmeleri dışında Arap ülkeleri arasında bir birleşme yaşanmadı.) İsrail’in kurulması ile Arap Türkiye ilişkileri yeni bir dönem girdi. ABD’nin etkisi ile Türkiye’nin İsrail devletini tanıması Arap ülkelerinde tepki ile karşılandı. Türkiye bu tepkileri azaltmak ve yeni müttefikler bulabilmek için Irak’la yakınlaşmaya çalıştı ve ABD ve İngiltere’nin aktif katılımlarıyla Bağdat Paktını imzalandı. İkinci Dünya savaşı sonrası Dünya üzerindeki güç dengelerinde büyük değişmeler yaşandı. İngiltere hakimiyetini yitirirken ortaya çıkan boşluğu ABD ve Sovyetler doldurmaya başladı. Irak’ta ise bu dönemde Sovyetler birliği yanında yer aldı. 1958 yılında gerçekleşen kanlı darbe ile Krallık devrilip, Cumhuriyet ilan edildi. General Abdülkerim Kasım cumhurbaşkanı oldu. Irak bu darbenin ardında Bağdat paktından çekildiğini açıkladı. Irak’ta bu dönem özellikle komünist akım ve etnik milliyetçiliğin hızla yayıldığı yıllardır. Irak’ta yaşanan bu değişiklik Ortadoğu’daki tüm dengeleri altüst etti. Irak’taki bu darbeden etkilenen Suriye’de benzer bir askeri darbe yaşandı. Ortadoğu’nun tamamen Sovyet Rusya’nın hakimiyetine girmemesi için ABD ve İngiltere harekete geçti. ABD Lübnan’a askeri müdahale yaparken, İngiltere Ürdün’deki karışıklığı bahane ederek burayı işgal etti. Ortadoğu’nun önemli bir bölümünün Sovyet etkisi altına girmesi ABD ve müttefiklerini endişelendirdi. Özellikle son dönemde açıklanan belgeler Türkiye’nin Irak ve Suriye’de yaşanan darbelerin ardından ABD’nin baskısıyla bu ülkelere yönelip bir işgal planı hazırladığı ve daha sonra bazı nedenlerden dolayı bundan vazgeçtiğini ortaya koymakta. 8 Kasım 1963’te Baas partisi mensupları ve ordudaki milliyetçileri darbe girişiminde bulundular. Fakat General Abdülselim Arif yeni lider oldu ve Ülke genelinde komünist avı başlatıldı. 17 kasım 1968’de Baas partisi bir darbe ile iktidarı ele geçirdi. General Hasan el Bekir Cumhurbaşkanı oldu. BAAS HAREKETİ Baas Arap dilinde yeniden diriliş anlamına gelmektedir. 1940 yılında Suriye’de kurulan bu hareketin ilk teorisyenleri Ekrem havrani ile Michel Eflak( Suriyeli bir Hıristiyan ve bu ideolojinin efsanevi lideridir.)tır. Baas ideolojisi, amaç olarak Ortadoğu’da Tek bir arap devleti kurulmasını benimsemiştir. Partinin sloganı “ Birlik, özgürlük ve Sosyalizm” idi. Parti ideolojisi Parti birliğine ve dış baskılara durmaya dayanıyordu. Baas hareketi Suriye’de kurulsa da daha sonra Irak’ta da taraftar bulmuştur. Baas Partisi Suriye ve Irak’ta yaptıkları devrimlerle iktidarı ele geçirmişlerdir. Saddam Hüseyin ve Hafız Esad Baas akımının son temsilcileridir. Temmuz 1979’da ise Saddam Hüseyin, Hasan El Bekir’i devirerek cumhurbaşkanı oldu. İkinci Dünya savaşından sonra başlayan soğuk savaş tüm Dünyayı iki kampa ayırmıştı. 1980’li yıllar Sovyetlerin çözülme sürecine girmesine ve soğuk savaşın sonuçlanmasına sahne oldu. Artık iki kutuplu bir Dünyadan tek kutuplu bir Dünyaya doğru Dünya etkinlik haritası tekrar çizilmeye başlandı. Bu değişim tabi ki Ortadoğu’ya da yansıyacaktı. Ortadoğu’yu etkileyen bir diğer gelişmede 1979 yılında İran’da yaşanan İslam devrimi oldu. IRAK- İRAN SAVAŞI İran şah yönetimi sırasında tamamıyla ABD yanlısı bir politika izlemekteydi. Humeyni önderliğinde gerçekleşen devrimin ardından, İran saf değiştirerek ABD karşıtı politikalar güttü. İran rejimi ayrıca kendi ideolijisi diğer Ortadoğu ülkelerine ihraç etmeye çalışarak diğer ülkeler için de bir tehlike oluşturmaya başladı. Daha önceden ABD müttefiki olan İran’dan Irak çekinmekteydi. Kendi bünyesinde bulunan şii unsurlardan dolayı güçlü ve etkin bir İran Irak’ın işine gelmiyordu. Ayrıca batı ülkeleri de Ortadoğu’da kendi çıkarlarının zedelenmemesi için İran’daki gelişmelerin durdurulması ve diğer ülkelere yayılmasının engellenmesini istiyorlardı. İran’ın İsrail karşıtı söylemi bu ülkeyi de oldukça rahatsız ediyordu. Bu durum Saddam yönetimindeki Irak için bulunmaz bir fırsattı. Irak yapacağı bir savaşla İran’ı gafil avlayacağını biliyordu. İran’da bir devrim yaşanmış ve taşlar daha yerine oturmamıştı. İç karışıklıklar ve yeni rejime karşı oldukça yoğun bir muhalefet vardı. Irak çıkaracağı bu savaşla İran rejimini yıkmayı, Bu rejimin kendi ülkesindeki Şiileri etkilemesini engellemeyi, yıllardır süren Şattülarap su yolu üzerinde olan sınır anlaşmazlığını kendi lehine çözmeyi ve İran’ın Kuzistan bölgesinde bulunan Sünni Arapları ayaklandırarak: bu toprakları kendine katmayı planlıyordu. 1980 yılında Irak’ın İran’a saldırmasıyla 20. Yüzyılın en uzun savaşı başlamış oldu. Irak bu savaşın kısa süreceğini ve hemen bir netice alacağını düşünüyordu. Savaşın başlarında Irak üstünlük kursa da daha sonra durum değişti. Batı ülkelerinden alınan yardımlara rağmen savaşta üstünlük zamanla İran’ın eline geçti. Savaş sonuçta iki ülkeye de bir yarar sağlamadan onuçlandı. Savaşın özellikle Irak açısından başarılı olmadığını söyleyebiliriz. Irak savaş öncesinde hedeflediği toprakları ele geçiremedi. Kuzistan’da başlattığı isyan bir sonuç vermedi. Humeyni yönetimi ayakta kaldı. İran beklenenin aksine iç güvenliğini sağlamış, savaşın oluşturduğu etki ile kurdukları devrimi yerleştirme imkanı buldu. Irak’ta ise savaşın sonucu olarak kendi ekonomisinde ve petrol üretiminde düşüşler yaşandı. Savaş nedeniyle büyük bir borcun altına girdi. Bununla birlikte savaş Baas rejimi açısından olumlu bir etki yapmış yükselen Arap milliyetçiliği Saddam rejiminin Irak’a daha hakim olmasını sağladı. Irak – İran savaşı esnasında Arap ülkeleri kendileri için tehdit olarak İran’ı algıladıklarından Irak’ın yanında yer aldılar. Arap ülkeleri içinde sadece Suriye İran’dan yana tavır aldı. Suriye’nin bu tavrı Irak ve Suriye arasındaki düşmanlığı daha da körükledi. Arap Dünyası için de Suriye ve Irak düşman kardeşler olarak isimlendirilmektedir. Irak savaştan büyük bir borçla fakat güçlü bir ordu ile çıktı. Özellikle batıdan aldığı yardımlarla silah gücünü yeniledi. Askeri araştırmalarını konvensiyonel olmayan silahlar üzerine yöneltti. Özellikle yeni biyolojik ve kimyasal silahlar geliştirirken, atom bombasına sahip olmak için çalışmalar yaptı. KUVEYTİN İŞGALİ VE KÖRFEZ SAVAŞI Kuveyt devleti de tıpkı diğer Ortadoğu devletleri gibi Birinci Dünya savaşının ardından düzenlenen Sykes- Picot anlaşması ile kurulmuş bir devletti. Gerçekte Kuveyt Osmanlı devleti döneminde Basra eyaleti sınırları içinde bulunmasına rağmen İngilizler sahip olduğu petrol rezervlerinden dolayı Kuveyt’i Irak’tan ayrı bir devlet olarak kurmuşlardı. Fakat Irak Kuveyt’in ayrı bir devlet olarak oluşmasını hiçbir zaman kabul etmemiş ve sürekli olarak Kuveyt üzerinde hak iddia etmişti. Bu nedenle Irak Kuveyt’le sınır anlaşması yapmaya da yanaşmıyordu. Ayrıca savaş sonrası ortaya çıkan 80 milyar dolarlık dış borcunda Kuveyti işgalle elde edeceği imkanla karşılamayı düşünüyordu. Irak sonunda Kuveyt’in işgali için gerekli işareti aldığı zannedeceği bir görüşme gerçekleşti. ABD Irak büyükelçisi Saddam Hüseyin ile yaptığı görüşmede Kuveyt’in Irak’ın bir parçası olduğunu söylemesi bir onay olarak algılandı. Bu görüşmenin ardından 2 ağustos 1990 tarihinde Kuveyt işgal edildi. Ardında da 8 ağustos günü Kuveyt’in Irak tarafından ilhak edilip 19. İli olduğu açıklandı. Fakat hiçbir şey Saddam Hüseyin’in düşündüğü gibi olmadı. Başta ABD olmak üzere tüm arap devletleri de bu işgale tepki gösterdi. Sonrasında gelişen süreçte Irak’a karşı BM çerçevesinde oluşturulan ve Amerika’nın önderlik ettiği müttefik güçleri Irak’a karşı “çöl fırtına “adlı bir harekata girişti. Bunun sonucunda ise Irak Kuveyt’ten çıkmak zorunda kaldı; askeri ve ekonomik açıdan önemli kayıplara uğradı. 27 şubat 1991’de Irak Kuveyt’ten çekileceğini açıklamasının ardından operasyon sona erdi. Körfez savaşının oluşumu ve sonuçları açısından Amerika’nın tümüyle kontrolünde ve sonuçları hesaplanarak yönlendirildiği yorumlarına sebep oldu. Amerika büyük elçisinin Saddam Hüseyin’i işgale teşvik etmesi. ABD’nin Irak ordusunun Kuveyt sınırına kaydırılmasına kayıtsız kalması ve işgal öncesi yapılan hazırlıkları görmezlikten gelmesi,bu işgali ABD’nin isteği olarak yorumlandı. Bunun ardından Amerikanın büyük bir askeri harekatla Suudi Arabistan’a yerleşmesi bu yöntemle tüm Ortadoğu’yu kontrol edecek konuma gelmesi, ayrıca İsrail ve Amerika’nın çıkarlarının aksine gelişen Irak ordusunun imha edilmesi de bu iddiaları destekler nitelikteki gelişmeler olarak sıralanmaktadır. KÖRFEZ SAVAŞI SONRASI Körfez savaşı Irak için kelimenin tam anlamıyla bir yıkım oldu. Ülke Tüm alt yapısını ve sanayisinin büyük bir kısmını bu savaş esnasında kaybetti. Savaşın insan açısından bilançosu ise 200.000 ölüydü. Irak tüm bu yıkımın ardından kendi toprak bütünlüğünü tehlikeye sokan bazı iç sorunlarla da karşılaştı. Kuzeyde Kürt unsurlar Güneyde ise Sii unsurlar Saddam yönetimine karşı ayaklandılar. Bu ayaklanmalara karşı Irak rejimini gösterdiği sert tepki nedeniyle Iraklı Kürtlerin topraklarını terk ederek Türkiye ve İran sınırına doğru göç etmesi ile sorun ayrı bir boyut kazandı. Bu göçler esnasında İran sınırına 1 milyon Türkiye sınırına ise 500.000 kişi yığıldı. Kürtlerin bu durumu karşısında ABD harekete geçerek Huzur operasyonu adında bir operasyon düzenlendi. kuzey Irak’ta uçuşa kapalı güvenlikli bölgeler ilan edilerek Kürtlerin ve Şiilerin Saddam rejimi tarafından daha fazla ezilmelerine engel olunmaya çalışıldı. Kürtlerin tekrar yurtlarına geri dönmeleriyle huzur operasyonuna son verildi. Amerikan birliklerinin geri çekilmesi bölgede tekrar Saddam’ın saldırılarına karşı endişe yarattı. Kuzey Irak’taki Kürtlere yönelip tekrar yapılacak bir saldırı her şeyi başlangıç noktasına çevirecekti. Böyle bir durumda sığınmacıların Türk sınırına yeniden yığılması istenmeye bir çok duruma sebep verebilirdi. Bu boşluğu doldurmak için ABD, İngiltere ve Fransa bölgede keşif ve denetim görevi görebilecek uluslar arası bir birliğin bulundurulmasını Türkiye’ye teklif etti. Ankara bu teklife olumlu yanıt vermesiyle 12 Temmuz 1991’de Çekiç güç adıyla uluslar arası bir birlik Türkiye’de koşullandırıldı. Bugün de halihazırda bu birlik Türkiye’de bulunmakta ve Kuzey Irak’ta keşif görevini yerine getirmektedir. Savaş sonrası anlaşma gereği Bileşmiş Milletler görevlileri Irak’ın sahip olduğu silahların imhası için bazı görevlileri Irak’a gönderdi. Bu çalışmalar sürekli olarak problemli oldu. Irak bir çok yerde bu çalışmaları engellemeye ve bazı bölgeleri bu denetimden uzak tutmaya çalıştı. Bu çalışmalara esnasında Irak’a ait bir çok silah ve silah üretiminde kullanılan tesis denetim görevlileri tarafından imha edildi. Bu çalışmalar Irak’ın bazı tesisleri ve binaları denetime açmamsı nedeniyle açmaza girdi. Bu çalışmalarda meydana gelen sorunlar nedeniyle bırak Amerikan ve İngiliz uçakları tarafından bir çok defa vuruldu. Körfez savaşı sonrasında belki de Irak halkını savaştan daha çok vuran ikinci bir olay da uygulanan ambargo oldu. Amerika ortaya attığı çifte çevrileme politikası doğrultusunda İran ve Irak’a ambargo uyguladı. Bu uygulanan ambargo sonucunda İran ve Saddam rejiminin zayıflayacağı ve muhalifleri tarafından devrileceği düşünülüyordu. Ambargo Irak yönetimi açısından böyle bir etki yapmazken, Aksine bundan en büyük zararı sivil halk gördü. Ambargo sonrası özellikle beslenme yetersizliği ve ilaç eksikliğinden dolayı artan çocuk ölümleri oldukça dikkat çekicidir. Irak’a bu ambargo kapsamında sadece petrol karşılığı gıda alış verişine izin verilmektedir. Bu kapsamda ambargo öncesi Irak’a en çok ihraç yapan ülke Türkiye iken, şu anda en çok ihracat yapan ülkenin Amerika’dır. 1996 yılına kadar Irak’ın kuzeyde bir Kürt devleti, güneyde bir şii devleti ve ortada bir Sünni Arap devleti kurulacağı düşünceleri hakimken, şu anda bu ihtimal oldukça zayıf gözükmektedir. SADDAM REJİMİ Osmanlı devleti döneminde Irak’taki yerel yönetim daima Sünni elitlerin elinde olmuştu. Bu Düzeni İngilizlerde bozmadılar. 1958’de yapılan kanlı darbe ve krallık rejimini yıkılması ve Baas yönetiminin başa gelmesinden sonra da, aynı gelenek devam eti. Kürt ve şii unsurlar daima yönetimden uzak tutuldu. Irak toplumunun bir özelliği de aşiret düzeninin daima korunuyor olmasıdır. Saddam Hüseyin’de Irak’ın büyük aşiretlerinde birisi olan Tikriti aşiretinden gelmektedir. Saddam Hüseyin gençlik yıllarında Baas partisinde yaptığı yoğun faaliyetlerle dikkat çekti. 1960’larda binlerle ifade edilen parti üye sayısı Saddam’ın yaptığı 8 yıllık çalışma sonucunda 2 milyona ulaştı. Saddam parti içinde yaptığı bu teşkilatlanmada kendi aşiret mensubu kişileri önemli yerlere getirdi. Bu örgütlenme daha sonra Sadam iktidarının temellerini oluşturacaktı. 1979 darbesinden sonra Saddam kendi aşiret yanlı politikasını ülkenin tamamına yaydı. Tüm önemli yöneticiler ve oluşturduğu özel ordu üyelerini kendi aşiretinden seçti. Savaş sonrası ambargo dönemi boyunca stratejik konumdaki yöneticiler zamanla güven problemlerinden dolayı sadece Saddam’ın kendi akrabalarından oluşmaya başladı. Saddam akrabalarına karşı olan güvensizliği ise iki damadının gizlice Irak’tan kaçarak Ürdün’e sığınması ile had safhaya çıktı. Saddam’ın bu damatları ilk başta Irak muhalefetini kendi etrafında toplayarak, Saddam’a karşı darbe yapmayı düşünseler de, Ürdün’de ilgi görmediler. Amerika bekledikleri desteği alamamaları ve Saddam’ın onları affettiğine dair haberlerin gelmesi üzerine tekrar Irak’a geri döndüler. Dönüşlerinden iki gün sonra ise ikisi de idam edildiler. Irak yönetiminden şu anda en kritik görevleri saddam Hüseyin’in iki oğlu olan Uday ve Kusay almakta. Uday fevri hareketleri ve skandalarıyla ön plana çıkmaktadır. Uday’ın en meşhur skandallarından birisi 1988 yılında Mısır devlet başkanı Hüsnü Mübarek’in eşinin katıldığı bir partide, partiyi düzenleyen ve Saddam Hüseyin’in sadık yardımcılarından birisi olan Kamil Hannah’ı tartıştığı için herkesin gözü önünde öldürmesi oldu. Irak’ın en büyük gazetesi olan “Babil “ gazetesinin de sahibi olan Uday 1995’te de Amcasını yine bir tartışma sonucunda dizinden vurdu. 1996 yılında ise Uday bir suikasta uğradı. Bu saldırı sonucunda sadece dizinden yaralanan Uday bunun sorumlusu olarak amcasını ve onun etkisinde olan Irak istihbarat teşkilatını gördü. 1996 yılından teşkilat başkanını öldürttü. Kusay ise abisine nazaran daha tutarlı bir cizgi çizmekte. Bu nedenle de daha stratejik ve aktif görevleri de kusay almaktadır. Saddam sonrası velihat olarak Kusay düşünülse de Uday’ın bunu kabul etmeyeceği ve büyük bir iç çekişmenin yaşanacağı tahmin edilmektedir. IRAK’TAKİ KÜRTLER VE ŞİİLER Irak dini ve etnik yapı olarak 3 unsurdan oluştuğundan söz etmiştik. Kürtler, Sünni Araplar ve Şiiler... Ülkede şu anda fiili olarak bu 3 unsur doğrultusundan bölünmüş durumda Kuzeyde bulunan Kürtler körfez savaşı ve 36. Paralelin kuzeyine getirilen uçuşa yasak bölge oluşturulması doğrultusunda kısmi bir otonomi kazanmış durumda. Kuzey Irak Kürtleri geçmişte de sürekli olarak Irak yönetimine karşı ayaklanmalar düzenlemiştir. Kürtlerin Irak yönetimine bakışıyla Güneyde yaşayan Şiilerin Irak yönetimine bakışı arasında temel farklılıklar vardır. Kürtler Irak yönetimine karşı çıkışlarının temelinde özgürlük ve ayrı bir devlet olabilme arzusu yatmaktadır. Bu yönüyle Küret hareketleri daima ayrılıkçı olmuştur. Şiilerin itirazları ise yönetimedir. Irak rejiminin değişmesini ve yerine daha özgürlükçü ve eşit bir yönetim isteği vardı. Kuzey Irak’ta etkin iki ayrı Kürt bölgesi ve grubu vardır. Bunlardan ilki Mesut Barzani önderliğindeki KDP (Kürdistan demokrasi partisi) diğeri ise Celal Talabani önderliğindeki KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği)’dir. KDP ilk 1947 yılında partileşme sürecine girmiş zamanla Kürt gruplar arasında çıkan ayrılığın büyümesi ile başlayan ayrışmalar 1976 yılında KYB’nin kurulması ile sonuçlanmıştır. KDP Türkiye sınırına yakın olan Bahtinan bölgesinde hakimiyetini sürdürmektedir. Bu bölgenin Türkiye’nin Güneydoğusuna oldukça benzeyen bir yapısı vardır. Özellikle bu iki bölgedeki halkın konuştukları lehçe aynıdır. KDP bir ara Sovyetler birliği ile yakın ilişkileri olsa da daha sonra Sovyetlerin yıkılması ile bu ilişkiler sonuçlanmıştır. Günümüzde ise Barzani yönetimindeki KDP: ABD, İngiltere, Türkiye ve İsrail’in farklı derecelerle desteğine sahiptir. Talabani kontrolündeki KYB ise kuruluşunda Suriye’nin etkisinde olmuş daha sonra ise İran ve Almanya’nın desteğini almıştır. Bu Kürt grubu ise konuştuğu dil açısından İran Kürtleriyle aynı lehçeye sahiplerdir. Irak Kürtlerinin Irak yönetimi ile ilk etkileşimleri resmi verilere göre 1970 yılında olmuştur. !970 antlaşması ve 1974 otonomi yasası 1958 yılında Irak monarşisinin yıkılmasından bu yana Kürtlere en çok hak tanıyan belgeler olmuştur. 1970 antlaşması ana hatlarıyla kültürel idari ve siyasi hakların geliştirilmesi, örgütlenme ye konan sınırların kaldırılması ve toprak reformu vaadini içeriyordu. Bu anlaşmaya göre Kürtler kendi dillerinde okullar açabilecek ve yayınlar yapabileceklerdi. Parlamentoda nüfusa orantılı olarak temsil edilebileceklerdi. Fakat bu anlaşama tamamen hayata geçirilemedi. Kürtlerin zaman içinde yaptıkları ayaklanmalarda çok şiddetli karşılıklar gördü. Özellikle dış ülkelerin verdiği destek ve kışkırtmalarla bu ayaklanmaları gerçekleştiren Kürtler sonradan hep Irak yönetimiyle karşı karşıya kalmıştır. Bunlardan zarar gören de her zaman bölge halkı olmuştur. İlk başlardan İran’ın kışkırtmalarıyla hareket eden Kürtler aldıkları destekle ayaklanmışlar Fakat İran’ın 1975’te Irak’la anlaşmasıyla yalnız kalmışlardır. Daha sonra ABD’de Kürtlere verdiği desteği keserek Kürtleri tamamen Saddam yönetimiyle karşı karşıya bırakmıştır. Bu bölge Kürtlerinin yaşadıkları en korkunç olay ise 1988 yılında gerçekleşen Halepçe katliamıdır. Irak yönetimi bölge halkına karşı kimyasal silah kullanmış ve bunun sonucunda Halepçe halkı çocuk, yaşlı demden tümüyle katledilmiştir. Bu katliam sonarsı sokakları dolduran insan fotoğrafları da uluslar arası tepkinin oluşmasını sağlayamamıştır. Kuveyt savaşından sonra ise ABD Kürtlere karşı politikasını değiştirmiştir. Körfez savaşı sonrası Irak yönetimine karşı ayaklanan Kürtler , yine Saddam’ın tepkisiyle karşı karşıya kalmış ve daha sonra yaşanan Huzur operasyonu, çekiç güç operasyonu gibi harekatlarla yeni bir katliam yaşamaktan kurtulmuşlardır. Bu gün ise Kürt gruplar 1991 yılındaki özgür devlet kurma fikrinde uzaklaşmışlar ve Irak içinde federal bir yapıda birleşme fikrine daha yakın durmaktadırlar. Körfez savaşından sonra Kürtlerle beraber ülkenin güneyinde Şiiler de ayaklanmıştır. Şiiler etnik bir grup değil dini bir gruptur ve Irak’ın %55-60 nüfusunu oluşturmaktadırlar. Şii ıraklılar hiçbir zaman Kürtler gibi ayrılıkçı olmamışlardır. Daima Irak devletlerinin bütünlüğünü savunan Şiiler, konumlarının düzeltilmesi ve kendilerine eşit siyasi haklar istemişlerdir. Iraklı Şiiler Irak devletine olan sadakatlerini tarih içinde de göstermişlerdir. Irak’ın İngilizlerle olan ilişkilerde hiçbir zaman ikilik çıkartmazmışlar ayrıca Irak- İran savaşı esnasında da Irak’a sadık kalıp İran’dan yana tavır almamışlardır. Ayrıca Şiiler Kürtlerin daha önce yaşadığı tecrübelerden dolayı daima ABD’ye karşı mesafeli olmuşlardır. Irak’la ilgili olarak ABD’nin planlarına destek vermeyip, Irak’ta yapılacak olan bir yönetim değişikliğinin yine Iraklıların yapması gerektiğini her fırsatta açıklamışlardır. Bu nedenle de Kürtlere verilen önem onlara verilmemiştir. Batı açısından Saddam rejiminden sonra Şii çoğulluğun kurabileceği İran benzeri yeni rejim düşüncesi endişe yaratmaktadır. Bu nedenle Saddam’ın güneyde daha etkin olmasına ses çıkartılmamaktadır. 27 Ağustos 1992’de 32. Paralelin güneyine uçuşa yasak bölge ilan edilmesi bir değişiklik yaratmamış, göz boyamadan öteye gitmemiştir. Bu kararın çıkmasının asıl nedeni Irak yönetimi karşısında sahipsiz kalan Şiilere İran’ın sahip çıkmasının istenmemesi, böylece İran’ın ilgisinin bu bölgeden uzak tutulmasıdır. BÖLGE ÜLKELERİNİN GELECEKTEKİ IRAK’A BAKIŞ AÇILARA Körfez savaşı sonrası Irak tüm Dünya devletleri tarafından dışlanmış ve büyük yaptırımlarla karşı karşıya kalmıştır. Tüm bu ambargo ve dışlanmalara rağmen Saddam yıllar boyunca ayakta kalmıştır ve kalmaya devam etmektedir. İlk bakışta bu Saddam’ın ülke içindeki gücü gibi düşünülse de gerçekte Saddam rejiminin devrilmesinin istenmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Irak’ta yaşanacak bir rejim değişikliğinin ardından çıkması muhtemel tablolar çevre ülkelerinin ve ABD’nin işine gelmemektedir. Kuzey Irak’ta kurulacak olan bir Kürt devleti Bölge ülkelerinden Türkiye , Suriye ve İran tarafından kabul edilemezdir. Her üç bölge ülkesin de sınırları içinde Kürt asıllı kendi vatandaşları bulunmaktadır. Eğer Irak bölünürse ortaya çıkacak olan bu Kürt devleti diğer ülkelerin sınırları içinde bulunan Kürt asıllı kişiler arasında da bağımsızlık yanlısı hareketleri daha da canlandıracaktır. Özellikle bölücü terörden yıllarca mücadele eden Türkiye bir oldu bitti ile meydana gelecek böyle bir oluşumun kendisi için bir savaş sebebi olacağını ilan etmiştir. Ayrıca böyle bir ayrılıkçı hareket İran içinde çok tehlikelidir. İran içinde Kürtler dışında Sünni Araplar ve büyük bir Türk nüfus vardır. Aynı ayrılma istediği onları da etkilemesinden endişe edilmektedir. Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulması stratejik açıdan İsrail ve ABD’nin işine ilk planda gelmektedir. İsrail ve ABD yıllardır desteklediği ve etkilediği Kürt hareketinin bir devlete dönüşmesiyle bu bölgede bir müttefike daha sahip olacak ve ayrıca da ileride de tehlike oluşturacak potansiyele sahip olan Irak devletini böylece bölünerek zayıflatılmış olacaktır. Fakat diğer yandan İran karşısında bir denge ve set olarak Irak bu bölünmeyle eski fonksiyonlarını yerine getiremeyecektir. Ayrıca Irak’ta yaşanması muhtemel olan parçalanma sadece kuzeyle sınırlı kalmayıp güney Irak’ta da meydana gelecektir. Burada kurulabilecek olan Şii devlet kaçınılmaz olarak İran etkisinde ve benzer bir rejim olacaktır. Bu yeni oluşum Ortadoğu’daki dengeleri daha da değiştirip İran etkisini daha da arttıracaktır. Üstelik Basra bölgesindeki petrol alanları böylece İran’ın etkisi altına girecektir. Bunun dışında yeni kurulacak Şii devlet diğer körfez ülkelerini de etkilemesi muhtemeldir. Örneğim Bahreyn’de nüfusun %80’i Şii’dir. Fakat başta Sünni bir yönetim vardır. Diğer ülkelerde bulunan Şii gruplarında bu etki ile hareketlenmelerinden endişe edilmektedir. Yine ortaya çıkacak Şii etkisi diğer bölge ülkeleri olan Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkeler tarafından da istenmemektedir. Tüm bu dengelere rağmen ABD Afganistan operasyonundan sonra Irak’a bir saldırı planı yapmaktadır. ABD yapacağı bu saldırıya muhtemelen BM denetçilerinin kontrolüne izin verilmemesi bir gerekçe olarak gösterilecektir. Bu saldırıya kesin gözüyle bakılmakta, sadece bölgedeki şartların uygun hale gelmesi için zamanlaması beklenmektedir. Yapılacak Irak operasyonunda muhtemel beklentiler ise; Saddam rejiminin düşürülmesi, daha liberal ve batı yanlısı bir rejimin getirilmesi, bölge ülkelerin ve özellikle Türkiye’nin rızası alınarak sadece Kuzey Irak’ta kontrollü bir bölünmenin sağlanmasıdır. SURİYE GENEL BİLGİLER: 1997 sayımına göre nüfusu yaklaşık 16.2 milyondur. Etnik olarak nüfusun % 90 Arap , %10’u ise Kürt, Türkmen, Çerkez, Ermeniler, Süryaniler ve Yahudilerdir. Arapların yaklaşık %70’i Sünni Diğerleri ise Alevi ( Nusayri), İsmail’i ve Şii mezheplerine mensuptur. Ülkede % 7O’lik Sünni çoğunluğa rağmen % 12’lik Nusayrilerin hakimiyetinde bir yönetim vardır. Araplar içinde %14’e varan sayıda Hıristiyan nüfus ta mevcuttur. TARİHİ: Suriye Ortadoğu’da oldukça stratejik bir konuma sahip olduğu için sürekli çatışmalara ve hakimiyet mücadelelerine sahne olmuştur. İlk çağlarda bu bölgede Asurlular, Babilliler , Farisiler ve Silifkeliler hüküm sürdüler. Daha sonra M.Ö. 64 yılında Romalılar ele geçirdiler. Roma imparatorluğunun Hıristiyanlığı kabul etmesi Katolik kilisesi resmi din kabul edildi. Fakat doğu kilisesi bu yorumları kabul etmemesi bu bölgede yıllarca soykırımına sahne oldu. Bu baskılar Müslümanların 634 yılında bu bölgeyi ele geçirene kadar sürdü. Daha sonra bölge haçlı saldırılarına uğradı. Haçlılar sahil şeridinde bir süre hakim olsalar da daha sonra Eyyübüler tarafından bölgeden sürülmüşlerdir. Suriye 1516 tarihinde Osmanlılar tarafından ele geçirilmiş ve bölge 1918 yılının sonuna kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. Bu bölge Osmanlı İmparatorluğu döneminde Biladü-ş Şam olarak biliniyordu ve bugünkü Suriye, Ürdün, Filistin ve Lübnan’ı içine alıyordu. Ancak Bölgeye hakim olan Fransız ve İngilizler Biladü-ş Şam’ı parçalayarak 4’e ayırdılar. FRANSIZ MANDA YÖNETİMİ Osmanlı İmparatorluğunun çözülmesiyle Ortadoğu’yu paylaşan emperyalist devletlerden Fransa’nın payına Suriye ve Lübnan düşmüştü. Fransızlarda bu bölgeden manda yönetimi tesis etti. Birinci Dünya savaşında Osmanlıyı parçalamak isteyen güçler Arap Milliyetçiliğini körüklemişlerdi. Fakat manda idaresi döneminde ise Fransızlar Arap Milliyetçiliğinin gelişmesini istemiyordu. Bu nedenle Fransızlar “böl ve yönet” diye formüle edebilecek politikalar uyguladılar. Bu politikalar doğrultusunda etnik ve dini azınlıkları ön plana çıkartarak onlara destek verdiler. Fransızlar kendi dinlerinden olan Maruti azınlıkları desteklerken, 1926 yılında bu azınlığın yaşadığı bölgeleri Suriye’den ayırarak Lübnan devletini kurudular. Araplar Birinci Dünya savaşının sonunda meydana gelen gelişmelerle emperyalist güçler tarafından kullanıldıklarını ve Büyük Arap devletinin kurulmasının istenmediğinin farkına vardırlar. Fakat iş işten geçmiş ve emperyalist devletler bölgeye yerleşmişti. Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal sus payı olarak manda idaresinin yönetimindeki Suriye’nin kralı oldu. Fransızlar Suriye’de Sünni çoğunluğa karşı Alevi azınlığa destek verdi. Bu nedenle Aleviler manda yönetiminin yanında yer aldılar. Sünni çoğunluk zengi ve toprak sahibi olduklarından askerlikten uzak kalıp çocuklarını askeri okullara göndermediler. Aleviler ise fakir olduklarında ve toprak sahibi olmadıktan daha çok askerliğe eğilim gösterdiler. İşte bu dönemde gerçekleşen bu yönelme Suriye'nin daha sonraki yönetiminin şekillenmesine de sebep oldu. BAĞIMSIZLIK DÖNEMİ İkinci Dünya Savaşı Suriye’ye yeniden bağımsızlığını kazanma imkanını getirdi. Savaş sonrası Fransa gücünü tümüyle yitirmiş ve bölgeden çekilmek zorunda kalmıştı. Dünyanın süper güçleri Sovyetler ve ABD 1944 yılında Suriye’nin bağımsız bir devlet olmasına karar verdiler. Bunun sonunda 1946 yılında kalan son Fransız birlikleri de ülkeyi terk ettiler. Fransa’nın çekilmesi Alevileri özellikle rahatsız etti. Suriye’nin bağımsızlığını kazanması beraberinde istikrarsızlığı ve darbeler dönemini de getirdi. Bağımsızlığın kazanılmasının ardından Sünniler yönetimi ele geçirdiler. Aleviler bu dönemde daima merkezi hükümete karşı çıktılar. Zaman zaman da daha sonra bastırılan ayaklanmalar çıkardılar. Suriye Fransa’nın çekilmesiyle; ABD, Sovyetler Birliği ve İngiltere’nin mücadelesine sahne oldu. Bu devletler Suriye’nin stratejik öneminden dolayı bu bölgeye sürekli hakim olmaya çalıştılar. Ülke yönetimini ele geçirmek için de askeri darbeleri kullandılar. Bu askeri darbelerden ilkini 1949 yılında CIA tarafından desteklenen General Hüsni Zaim gerçekleştirdi. General Zaim iktidara gelir gelmez Amerikan petrol şirketlerini lehine anlaşmalara ve izinlere imza attı. Aynı yıl içinde başka bir generalin darbesiyle devrilen Zaim idam edildi. Yeni darbeci General Sami elHinnavi’nin destekçisi ise İngilizlerdi. Karşılıklı birkaç darbe daha olduktan sonraülkedeki dengeler Baas partisi lehine değişmeye başladı. 1954 şeçimlerinde 142 kişilik mecliste 17 sandelye kazanan Baas partisi 1957 seçimlerinde Baas parti Komünit partisiyle beraber iktidara geldi. 1958 yılında Mısırla birleşme kararı alındı ve iki ülke Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleştiler. Yapılan bu birleşme Suriye’de beklentileri karşılayamadı. Bu yüzden anlaşmadan memnun olmayan Askerler bir darbe ile yönetimi ele geçirip, Mısır ile olan birlikteliklerine son verdiler. Bu askeri darbenin ardında arka arkaya bazı darbe ve darbe girişimleri oldu. Bağımsızlığı kazanılmasından sonra Sünni olan subaylar sürekli olarak darbe yaparak yönetimi ele alıyorlardı. Bu darbeler esnasında karşı Sünni gruplar birbirlerini tasfiye ederek darbelerini ayakta tutmaya çalışıyorlardı. Fakat bu darbeler sonucunda ordudaki Sünni subayların sayısı gittikçe azalmaya başlamıştı. 1963 yılında Baasçı subaylar bir darbe ile iktidarı ele geçirerek Suriye’de Baas iktidarını kurdular. Mısırla olan birleşme aslında Suriye Baas ideolojisinde de ayrışmalara sebep oldu. İçlerinde Miche Eflak ve devlet başkanı Emin Hafız’ın bulunduğu Baasçılar Pan –Arabizm ideolojisini savunmaya devam ederken, içlerinde Hafız Esad’ın bulunduğu ayrışan grup ise Pan- Siriyanizm ideolojisini savunmaya başladılar. Pan-Siriyanizm Bu idelojiyi savunanlar Arap birliği yerine Osmanlı döneminde Biladüş-Şam olarak bilinen bölgede Büyük Suriye devleti kurulması gerektiğini savunurlar. Bu hayali Büyük Suriye devletinin içinde Lübnan, Ürdün, Filistin ve Türkiye’nin Hatay ili bulunmaktadır. Bu düşünce tarzı şu anda da Suriye’de hakim olan düşücedir. Suriye devleti bu ülkelerin tanımazken haritalarında bu toprakları kendi sınırları içinde gösterirler . Bu iki grup arasında zamanla büyüyen anlaşmazlık 1966 yılında Salah Cedid ve Hafız Esad’ın bulunduğu grubun yaptığı askeri darbe ile sonuçlandı. Genelde Alevi ağırlıklı bir grup olmasına rağmen darbeciler başa Sünni General Nureddin el-Atasi’yi getirdi. Başta yine Sünni bir kişi bulunsa da Suriye ordusundaki Sünni hakimiyeti bu darbe ile kırılmış oldu. Hafız Esad devlet içindeki güçlenmesini sürdürdü ve 1970 yılında mevcut yönetimi baştan indirerek kendisi yöntimi ele geçirdi. Hafız Esad ilk Alevi devlet başkanı olurken, kurduğu son derece baskıcı yönetimle darbeler dönemine de son vermiş oldu. Esad yönetimine karşı Sünni halktan zaman zaman tepkiler geldi. Bunlardan en örgütlü ve faal olanı Müslüman Kardeşler oldu. Sünni halka karşı uygulanan en büyük kıyım ise Hama kentinde gerçekleşti. Müslüman Kardeşler örgütü taraftarlarının Hama’da saklandığını öğrenen hükümet birlikleri bu şehri kuşattı. Daha sonra ağır bombardımana tutan Hafıaz Esad 20 ila 25 bin civarın kişiyi katletti. Hafız Esad kendinden sonrası için oğlu Basil’i hazırlıyordu. Fakat Basil 1994 yılında trafik kazasında öldü. Hafız Esad’ın ölümünde sonra ise iktidara diğer oğlu Beşar Esad getirildi. Önümüzdeki dönemde Suriye eskisi gibi bir yönetimi sürdürmesi imkansız gibi gözükmektedir. Eğer dünya düzenine ayak uydurmaz ve içini kapanırsa bir süre sonra bu tavır Baas rejiminin yıkılmasıyla sonuçlanacağı açıktır. Fakat Suriye dış dünya ile entegre olup daha demokratik bir yönetim benimserse bu seferde %12 azınlıkla yönetimi elinde tutan Aleviler bu durumlarını sürdüremeyecekleri açıktır. Her iki halde de Suriye için önümüzdeki yıllarda büyük bir değişim beklenmektedir. Alevi azınlık yönetimi elinde tutmaya çalışsa da bu kaçınılmazdır.