Necip Babası 80 döneminde ölmüş, 40’larında bir adam. Hafiften kırlaşmış saçları, uzun boyu, geniş endamı ile etrafındakilere güven ve huzur veren güvenilir biri. Karakteristik hatları, sesinin pes tonu ve konuşmasındaki kararlılık, hitabetteki yeteneği ile birleşince; Necip oldukça etkileyici ve yetkin bir karakter oluyor. Ailesine, arkadaşlarına, genel olarak insanlara karşı koruyucu kollayıcı bir yanı var. Yolda biriyle yürürken asla önden değil, herkesi görebileceği ve koruyabileceği bir şekilde arkadan yürür. Herkesin her türlü sorumluluğunu rahatlıkla üstlenir ve üstesinden de gelir. Herkes ona güvenir, sever ve sayar. Necip, çocukken babasının evden polisler tarafından götürüldüğüne şahit olmuştur. O sırada evdeki en küçük çocuktur –kendisinden büyük iki tane ablası vardır- ve babasının kapıdan çıkarken aldığı kararı hayatı boyunca uygulayacak, ailesine her zaman göz kulak olacak, annesine babasının yokluğunu asla hissettirmeyecektir. Diğerlerinden farklı olarak ise o babasının bir daha eve gelmeyeceğinin ve bunun babasını son görüşünün olduğunun farkındadır. O günden sonra bu kararla kendine bir yol çizmiş, annesinin bi nevi yoldaşı olmuştur. Eğitimini başarıyla tamamlamış, annesinin ve ablalarının her zaman hayırla anacağı bir evlat olmuştur. Necip dindar bir mahallede büyür. Mahallede medrese eğitimi alan 3 çocuktan biri olur. İslami ilimlerdeki derin ve geniş bilgisinin temelleri burada atılır. Asla düşünmeden konuşmaz, dinlemeyi de konuşmaktan çok sever. Ağırbaşlı vakur bir duruşu var. Annesi onun için çok değerli. Ve kendinden önce hep onu öncelik olarak bilir, her dilediğini yerine getirmeye çalışır. Nitekim annesi de bunun farkında olduğundan asla çocuğuna eziyet olmasın diye pek bir istekte bulunmaz. Ablaları o gençken evlenir, dolayısıyla o da annesiyle yalnız yaşar bir müddet. Necip 30lu yaşların başındayken de annesi vefat edince, o günden bu yana dönem dönem hep seyahat eder, bir yerde 3-4 aydan fazla hiç kalmaz. Bu silsilenin ilk halkası babasının evden götürülüşü ve geri dönmeyişidir. Annesinin vefatı ise artık onun için bu hareketli ve mobil hayatın başlangıcı olur. Bu dönemden sonra bambaşka bir hayat var olacaktır Necip için. Ve tüm bu yaşadıkları netice itibariyle Necip’i konuk evine getirir. Yusuf Ali (Yazar) Hayattaki en büyük zevki okumak olan, okumayı öğrendiği ilk günden itibaren –ki Yusuf Ali diğer arkadaşları gibi erken de öğrenmedi okuma yazmayı- günü bir şeyler okumadan bitirmeyen ve yüzlerce hikaye içerisinde kendi hikayesini oluşturmaya çalışan, bunu yaparken de hayatı gözlemlediği, insanları incelediği kadar kendisini de inceleyen ve tanımaya çalışan bir yazar. Oldukça realist. Analitik bir zekaya sahip. Görünümü itibariyle bir film yıldızını andıran çekicilik ve cazibeye sahip olmasına rağmen, bu güzelliğin ona getirdiği avantajları hiçbir zaman kullanmamış, daha çok onu bunu yapmaya iten ortamlardan ve kişilerden uzak durmuş. Görünüm onun için önemli değil. O daha çok görüntünün altındaki “asıl” olanla ilgilenmekte. Yazı yazmak ise onun için elzem, olmazsa olmaz bir yaşantı tarzı, yaşam şekli. Nefes almak, su içmek kadar mühim. Şimdiye dek onlarca kitap yazmış ama hiç birini herhangi bir yayınevine göndermemiş. Başkalarının onu bilmesinden ziyade onun kendisini bilebilmesi, tanıyabilmesi Yusuf Ali için daha mühim. Yazılarını babadan kalma daktilosu ile yazıyor. Babasının da yazar- araştırmacı kimliği var ve dönemin başvurulan önemli şahsiyetlerinden. Yusuf Ali içinse babası onun idolü, kahramanı, olmak istediği kişi. Daktilo ile yazmadığı zamanlar ise –ki bu başka dillerde yazdığı zaman olur- siyah mürekkepli hokkasıyla parşömen kağıdı üzerine bazen Osmanlıca, bazen Fransızca, bazen de farsça şiirler, yazılar yazar. Notlarını ise araya kırmızı mürekkepli hokkasıyla alır. Oldukça geniş bir kitap koleksiyonu var. Koleksiyonunda sevdiği eserlerin ilk basımı yer almakta ve özenle saklanmaktadır. Kitapların haricinde oldukça iyi bir müzik dinleyicisi ve icracısı. Kemanı ve udu ustaca, çok az da olsa piyanoyu da çalabilmekte. Halk müziğinden sanat müziğine, operadan folka, hafif müzikten kantoya kadar uzanan ve değişen çok yönlü bir arşivi var. Aynı zamanda çok usta bir dansçı. Horon, zeybek ve yöresel oyunları ilikokulda devam ettiği folklor kursundan, vals, foxtrot ve tangoyu ise okuduğu roman karakterlerinden sonra da ziyaret ettiği farklı ülkelerde bizzat yerinde görerek öğrenmiş –bu yanını kimse bilmez o başka-. Çok güzel resim yapar. Ama o sadece karakalem çalışır ve bu dönemde uzun süredir üzerinde çalıştığı örümcek ve örümcek ağı çalışmaları var. –ve bununla alakalı bir hikayesi de keza.(bildiğimiz entel bir tip) Kendini bildiğinden bu yana yalnız. Hayatın detaylarda yaşandığına inanır. Soruları çokça ve zorlayıcıdır. Cevap alma hususunda da çok ısrarcıdır. Bilinmezlikten, muammadan, kaostan, karışıklıktan hiç hoşlanmaz ama onlara sebep verecek bir şeyler illa ki mevcuttur aklında. Akıl – aşk üzerine oldukça fazla kafa yormuş, bu bağlantıyı din, felsefe, mantık, edebiyat ve tarih alanlarında da incelemiştir. Politika ve siyasal bilimlere, sosyolojiye, psikolojiye merakı ve eğitimi var. Yazdığı kitaplardan 18. Yydaki akımlara dair eleştiriler, politik stratejilerden ve toplumların evrilmelerinden bahsettiği çalışmaları var. Espri zekası yüksek, tahlilleri gayet yerli yerinde, akıl sormaktan, bilmediğini öğrenmekte beis görmeyen, komplekssiz, –halden hale geçse de, şartlar koşullar değişse de- oldukça tutarlı, olgun bir kişiliğe, sağlam bir karaktere sahip. Uçları sever. Hayatı da aynen öyle yaşar. Bazen oldukça melankolik bir havaya bürünür, pek konuşmaz, sardığı tütünleri ard arda içerken günlerce yemek yemeden yazı yazar. Bazen de tam tersi, sanki başka bir insan içine girmiş gibi, oldukça neşeli, sosyal, pozitif, enerjik bir havaya bürünür. Ve böyleyken asla tütün kullanmaz ve çok sağlıklı beslenir. Din, politika, felsefe, mantıkla ilgili saatlerce konuşabilir. Anlatır, dinler, anlatır, dinler. Bu onun en büyük zevklerinden birisidir. Yaşlı insanlarla muhabbet etmeyi çok sever. Özellikle sorularına cevap ararken daha çok aklına zekasına bilgi ve tecrübesine güvendiği insanlara danışır. Yusuf Ali uzun bir süredir üzerinde düşündüğü çalışmasına başlamak ister ve kütüphanesi ile de dikkat çeken aynı zamanda çok huzurlu, sakin, şehir karmaşasından uzak, aynı zamanda konforlu ve temiz bir mekan arayışına girer. Bu arayış Yusuf Ali’yi konuk evine getirir. Oğuz (serbest meslek) Oğuz tam anlamıyla yontulmamış, kaba saba olarak niteleyebileceğimiz bir karakter. Kendine has şeytani bir cazibesi var. Konuşurken çok ikna edici, ama bir o kadar da tehlikeli. Oldukça toy, hayatı umursamayan ve eğlence olarak gören bir genç. 20li yaşların sonunda olmasına rağmen bir ergen gibi davranıyor. Kontrolsüz duyguları, değişken bir ruh hali ona kuduz bir hayvan havası veriyor. Fevri çıkışları, dur duraksız anlamsız ve hiç bitmeyen ısrarları, her şeye sürekli itiraz edip, anlaşmaya yanaşmayan tarafı onunla geçinmeyi oldukça zor bir hale getirmekte. Oldukça çekici olmasına rağmen yine de insanı rahatsız eden bir elektriği var. Dolayısıyla insanlarla olan ilişkileri oldukça zayıf ve başarısız. Çok çabuk sıkılan ve memnuniyetsiz bir hovarda olduğu da pek aşikar. Ve bu maceraperestliği onu konuk evine getirmiştir. Not: hikayede genel olarak varlığı diğerlerine nazaran daha zayıftır. Ama vardır ve varlığı hiç de azımsanamaz. Az miktarda bile olsa siyanür ne denli rahatsızlık verebiliyorsa, oğuzun varlığı da aynen o şekilde tehlikeli ve zehirli. Sezgi Hanım Çok güzel, alımlı, 30ların başlarında bir kadın. Fransa da sanat eğitimi almış. Sanat tarihi dersi veriyor kendilerine ait vakıf üniversitesinde. Aynı zamanda sanat eleştirmeni ve çok bilgili bir ilim kadını. Ailesi yüksek sosyeteden, annesi cemiyetin önde gelen bir ailenin tek kızı, babası ise yine aynı sosyal sınıftan gelen oldukça zengin ve hatırı sayılır miktarda bir serveti olan, ekonomik çevreler ve siyaset dünyasında da oldukça sayılan bir iş adamı. Hiçbir krizden etkilenmemiş, darbe dönemlerinde bile sanki başka bir ülkede yaşıyormuşçasına rahat bir yaşam sürmüşler. Tüm bu zenginlik ve bolluk içinde Sezgi Hanım oldukça aklı başında, oturaklı ve akıllı bir kadın. Fil dişinden oyulmuş bir biblo gibi, ince ve zarif hatları onu her ortamda gözde haline getirir, özellikle erkeklerin. Ama o güzelliği ile anılmak ve dikkat çekmekten ötürü hiç memnun değil ve soğuk tavırları ile çok rahatlıkla etrafındaki erkeklerle arasına mesafe koyup ve bu mesafeyi yine kendi tasarrufuna göre ayarlayan otoriter, laubaliliği sevmeyen, ciddi bir kadın. Bu katı ve soğuk tavırları ise bu tarz kişileri kendisinden uzak tutmak için uyguladığı bir strateji. Evli olmasına rağmen ardı ardına gelen tekliflerden, sosyal sınıfındaki insanların –ortak noktaları para olan- evliliğe ve yaşama dair hiçbir değeri önemsememesi ve yok sayması onu oldukça öfkelendirmekte. Ve bu davranışları –iltifatlar dahil- saygısızlık olarak görmekte. Fırsatı olmasına ve yapacağı halde yadırganmayacağını bilmesine rağmen her türlü kocasına sadık kalmış ve onu ne fikren ne de bedenen aldatmamış. Buna karşın kocası evliliklerinin kutsallığını hiçe sayıp, gününü gün etmekte bir beis görmemiş. İçki ve kumar problemi de cabası. Sezgin hanımın kocası sayesinde magazincilere oldukça zengin bir malzeme çıkar. Aile sürekli dergi ve televizyon programlarında anılır ve tüm ülke Sezgi Hanımı hem saygı hem de üzüntü ile izler, bilir ve beğenir. –Necip, Yusuf Ali ve Oğuz da medyadan Sezgi Hanımı bilirler.- Sezgi hanım da gençliğinde bir anda karar verdiği bu evliliği 10 küsür yıldan sonra noktalama kararı alır ve boşandıktan hemen sonra herkes ve her şeyden uzaklaşma ve yalnız kalma isteği onu konuk evine getirir. Hadi Sabahları konukları uyandıran, oldukça neşeli ve sağlıklı, 9 yaşlarında bir çocuk. Gün içerisinde evde olmuyor. Ama herkes sabahları Hadi’yi görmek için can atıyor. Hadi herkesin neşe kaynağı. Musa Amca 10 yıl önce Yusuf Ali’nin bir cenaze sonrasında tanıştığı –Necip’in annesinin cenazesi-, ve ölüm & yaşam, dünya & ahiret ile alakalı içinde oluşan karmaşaya cevapları, hali, tavrı ve uslubu ile tatminkar cevaplar verdiği bilge kişi, arif. Musa amca, Yusuf Ali ne zaman ihtiyaç duysa onun yanında. Yusuf Ali, karmaşık bunalmış bir kalple, uzun yürüyüşler sonucunda buluştuğu Musa amcanın yanından ayrılırken hep huzurlu ve tatmin. Kalbi mutmain ve sorularının cevabını bulmaktan ötürü mutlu. Bazen Musa amca cevapları bildiği halde söylemez, Yusuf Ali’nin onları kendisinin bulmasını bekler. Bu bile Yusuf Ali’ye güç verir. Hikaye: Bu hikayede Necip; hayatın bizzat kendisini temsil ediyor. Yaşadığı sosyal çevrenin içerisinde başına gelen olayları, inanan dindar bir aile olarak başlarına gelen – dönemin de siyasal olaylarının bir kitle üzerinde ne denli etkili olduğunu da gösterecek şekilde anlatılacak olan- olaylar silsilesini ve bu olayların o dönem küçük bir çocuk olan Necip üzerindeki etkisini göreceğiz. Haricinde Necip, ahlak ve aklı temsil ediyor. Yusuf Ali, zeka, kültür, ilim, güzellik, gençlik, aşk ve “akletmeyi” temsil ediyor. Muhakeme yeteneği ile hikaye boyunca diğer karakterle yaptığı diyaloglara şahit olacağız. Ve “her şeye rağmen” bir yaşam stilinin canlı hali olacak Yusuf Ali. (aynen hz Yusuf gibi) Oğuz, karanlık olanı temsil edecek tek kelime ile. Hadi, saflık ve naifliği bize tekrar hatırlatacak. Musa amca ise –aslında- Yusuf Alinin rabıta yolu ile istişare yaptığı bir arif olacak. Biz onu hep göreceğiz varlığını bileceğiz, ama hikayenin sonunda anlayacağız ki o manen orada. Yusuf Ali ise bir terbiye altında. (annesinin cenazesinden sonra yalnız kalması ve içindeki arayışla kendini Musa amcanın kapısında bulmuştur) Bu hikayede kötü mutlak kötü, iyi mutlak iyi. Ve makul olanla makul olmayanın savaşını göreceğiz. Kim kazanacak? Akl-ı selim olan mı? Yoksa şeytani zekaya sahip olan mı? Aşkı temsil edenin Yusuf Ali olmasına rağmen, aşka düşecek olanın Necip olacağını göreceğiz –bu aşk platonik olmaktan öteye gitmeyecektir ve hikayenin asıl amacı da bu değildir- ama temsil edenin Yusuf Ali olup, yaşayacak olanın da Necip olması, dünyada her zaman her şey beklendiği gibi olmadığı gerçeğinden ötürü olacaktır. Necip karakteri ile bir baba figürünün bir çocuk üzerinde ne denli etkili olduğuna şahit olacağız. Necip’in babasını kaybetmesi, onda bir daha asla düzelmeyecek yaraların açılmasına sebebiyet verecektir. Sonradan içinden hissedeceği aşk ise bu yarayı sadece daha da fazla derinleştirecektir. Bu hikayede karakterlerin –Necip, Yusuf Ali ve Oğuz’un özellikle- birbiri ile sürekli bir diyalog içerisinde olduğunu göreceğiz. Necip ve Yusuf Ali birbirleri ile daha iyi anlaşırken –aralarında fikir ayrılığı olacak ama uslup ve tavır olarak uyum içerisindeler-, diğer yandan Oğuz ile tavır olarak anlaşamayacak ve onu karşılarına alacaklardır. Hadi’yi ise hepsi birden çok sevmekteler. Ama asıl olan en son sözü kimin söylediği ve neyi baz alarak neye göre söylediğidir. Konuk evi birbirinden farklı karakterleri bir araya getiren bir mekan olacak ve bu sayede misafirlerin birbirleri ile olan ilişkilerini, başlarına gelen olayları, içlerinde bulundukları haller ile ne şekilde baş ettiklerine, ya da edemediklerine şahit olacağız. Birbirlerine ne şekilde etki edecek, ne şekilde evrileceklerdir? Ya da evrilecekler midir? Sonunda göreceğiz ki iyi ya da kötü olmak, onu seçmekle ilintilidir. Ortam, şart ve koşulların etkisi her daim vardır, lakin kim güçlüyse onun dediği olur. Bunu bize hikayemizdeki karakterler canlı bir şekilde gösterecekler. Çünkü Necip, Yusuf Ali, Oğuz ve Hadi aslında tek bir insandır. Biz bu hikayede bir kişinin içsel yolcuğuna şahit olacağız. Çocukluğundan bu yana, yaşadıkları ile birlikte ne şekilde bir dönüşüm geçirdiğini, ailesine olan bağlılığını ve sevgisini, acılarını, zevklerini, meraklarını, bir birey olarak kalma çabasını, aşkını, hem kendi olarak kalabilme savaşını hem de modern dünyada bir yer alabilme çabasını –hayatını idame ettirebilme açısından-, insan ilişkilerini, inancını ve bu iç dünyasını dışındaki dünya ile ne şekilde, nasıl ve ne kadar “denge” içerisinde tutabildiğini, ya da en azından bu iki dünya arasında bir denge kurmaya çalıştığını göreceğiz. Ve karakterle birlikte bize verilen bilgileri de harmanlayıp birleştirmek gerekecek. Çünkü necip babasının başına gelen haksızlıklardan, ölümünden ve bunların doğurduğu acılardan çok etkilenirken, Yusuf Ali ise babasının onlarla birlikte iken yaptığı çalışmalardan, sözleri, davranış ve fikirlerinden etkilenir. Oğuz da ise –belki de- babasına karşı bir öfke vardır. Babasının elinde olmamasına rağmen –bunu anlamak istemez ve- onu bırakıp gittiği için babasına kızgındır. Hadi ise hala babası olan mutlu bir çocuktur. Dolayısıyla bütün karakterler aslında tektir. Ama tek olan da parçalara ayrılmıştır. Baş karakterimizin hangi hareketi hangi yanıyla ne için yaptığı burada önemli bir husus. İyi ve doğru olana karar vermek için, içimizdeki tüm seslerin “doğru olanı yap” demesini beklemekten ziyade, “kötü olanı da yapabilirsin, bu normal artık” diyen bir ses olmasına rağmen, doğru olanı seçmenin esas olduğunu ve bunun sürekli lanse edildiği gibi imkansız olmadığını göreceğiz. Bu insanlıktandır. İnsanın yaratılışını, mizacını, hamurunu göreceğiz . bileşeni oluşturan elementler gibi, iyinin ve kötünün aynı anda var olabileceğini, bunun problem olmayacağını, ancak kötü olanı seçerek onun baskın hale getirildiği takdirde bunun sorun olacağını göreceğiz bu hikayede.. – ya da tam tersiEn nihayetinde iyi ve kötü hep vardı ve hep olacak. Ama biz hangi sesi dinlersek, hangisini seçersek o bizden olur, biz ondan oluruz. *Genel hatları ve çok kaba bir anlatım ile benim kafamdaki hikaye budur. (herhangi bir tarzla da yazmadığımı belirteyim, yanlış anlaşılma olmasın)