KANSER VE ONKOGENLER

advertisement
KANSER VE ONKOGENLER
Prof. Dr. Yıldız Dinçer
• Kanser, normal büyüme ve farklılaşmayı
sağlayan mekanizmalar üzerindeki
kontrolün kaybolması nedeniyle değişime
uğramış bir hücrenin sınırsız çoğalması
sonucu gelişen bir hastalıktır.
• Hücrelerin klonal olarak çoğalması,
farklılaşması, bağımsız fakat koordineli
fonksiyonlara sahip olması, organizmanın
bir bölümünden faklı bir bölümüne
taşınması, hasarlanma sonrası onarım
olması veya olmaması için gerekli bilgilerin
tümü genetik dağarcıkta bulunmaktadır.
• Fizyolojik koşullarda belli bir kontrol altında
gerçekleşen bu işlemler kanserde
bozulmuştur.
• Kontrolün kaybından bu fonksiyonların
düzenlenmesinde hayati öneme sahip olan belli
bir grup genin anormal fonksiyonu sorumludur.
• Anormal gen fonksiyonu genetik hasarla ilişkili
olduğundan karsinogenezde ilk adım her zaman
genetik hasardır.
• Genomun çeşitli bölgelerinde oluşan hasarların
birikimi ile bozulan kromozom yapısı yeniden
düzenlenir.
• Mitoz hasarlı DNA’nın kopyalanması ile devam
eder, hasarlı genlerin ürünleri hücresel
metabolizmayı değiştirir ve sonuçta hücre
değişime uğrayarak bir tümör hücresine
dönüşür.
TÜMÖR HÜCRELERİNDE GÖRÜLEN BİYOLOJİK VE
BİYOKİMYASAL DEĞİŞİKLİKLER
• Tümör hücreleri normal hücrelerde
bulunmayan aşırı büyüme hızı, lokal
invazyon, diferansiasyon, anaplazi ve
metastaz gibi bir takım farklı özellikler
gösterirler.
• Büyüme Hızı
•
Tümör hücreleri normal hücrelere göre
çok daha hızlı büyümekte ve sınırsız bir şekilde
çoğalmaktadır. Hızlı büyüme için gerekli olan
besinsel substratı ve enerjiyi sağlayacak şekilde
tümör dokusunda anjiyogenez artmıştır.
• Glukoz kullanımı artmıştır
• Hücre kültürü çalışmalarında büyümekte olan
normal hücrelerin birbirleri ile temasları
sonucunda büyümelerinin durduğu, ancak
malign değişime uğramış hücrelerin birbirleri
üzerinde tabakalar oluşturacak şekilde
büyümeye devam ettikleri gözlenmiştir .
• Bu durum tümör hücrelerinde büyüme
üzerindeki kontrolün kaybı dışında hücrelerarası
ilişkilerin de bozulduğunu göstermektedir.
Hücrelerarası ilişkilerin kaybı hücre yüzeyindeki
değişikliklerle ilişkilidir. Tümör hücrelerinde
membranın elektriksel yükü, geçirgenliği,
transport özellikleri, glikolipid içeriği,
glikoproteinlerinin yapıları değişmiş, bazı yüzey
antijenleri kaybolurken yeni antijenler ortaya
çıkmış, adhezyon özelliği azalmıştır.
• Hızlı büyüyen tümör hücrelerinde hücre yüzey
değişikliklerinin yanı sıra bir takım biyokimyasal
değişiklikler de dikkati çekmektedir.
• Tümör hücrelerinde ribonikleotid redüktaz
aktivitesi, DNA ve RNA sentezi, fetal proteinlerin
sentezi artmış, pirimidin katabolizması
azalmıştır.
• Hücreye glukoz alımı ve glikoliz hızı artmıştır.
Bazı tümör hücrelerinde aşırı, bazılarında ise
ektopik hormon sentezi olmaktadır.
• Pek çok tümör hücresinde büyüme faktörleri
veya analogları sentezlenmekte ve bu büyüme
faktörleri kaynaklandıkları tümör hücrelerinin
yüzeyindeki reseptörlerine bağlanarak
otostimülasyona neden olmaktadır.
• Lokal İnvazyon
•
Tümör hücreleri bir taraftan büyürken
diğer yandan da bulundukları yere progresif bir
şekilde yayılırlar.
• İnvazyon geliştikçe çevre dokular hasar
görmeye başlar.
• Metastaz gelişinceye kadar malign tümörleri
benign tümörlerden ayırmada en güvenilir kriter
malign tümörlerin invaziv olmalarıdır.
• Malign tümörler çevre dokudan iyi sınırlı
görünmezler.
• Benign tümörler ise kitlesini genişleterek
büyürler, genellikle kapsülleri vardır ve çevre
dokudan belirgin bir sınırla ayrılmışlardır.
• Diferansiasyon ve anaplazi
• Malignitenin patolojik tanısında en önemli kriter normal
farklılaşmanın kaybolmasıdır.
• Diferansiasyon tümör hücrelerinin kaynaklandıkları
normal hücrelere morfolojik ve fonksiyonel olarak
benzerliğinin bir göstergesidir.
• Malign tümörler iyi diferansiye formdan hiç
diferansiasyon göstermeyen anaplastik forma kadar
değişen geniş bir spektrum içinde bulunurlar.
• İyi diferansiye tümörler kaynaklandıkları dokunun
normal hücrelerine benzeyen hücreler içerirken,
diferansiye olmamış tümörler kaynaklandıkları
dokunun normal hücrelerine benzerlik göstermeyen,
özelleşmemiş hücrelerdir.
• Normal farklılaşma özelliğini kaybetmiş olan bu
tip hücrelere anaplastik hücreler adı verilir.
• Diferansiasyon kötüleştikçe genel olarak mitoz
sayısı artar ve normalden farklı mitoz şekilleri
ortaya çıkar.
• Anaplastik hücreler normal hücrelere göre daha
yuvarlaktır, çok büyük veya çok küçük
olabilirler.
• Çekirdekleri normalden oldukça büyüktür ve bol
miktarda DNA içerdiğinden koyu renkte boyanır.
Çekirdek/sitoplazma oranı artmış, kromatin
topaklanmıştır.
• Metastaz
• Metastaz tümör hücrelerinin kaynaklandıkları
primer dokudan ayrılarak farklı bir dokuya göç
etmeleri ve bu yeni dokuda segonder tümör
olarak büyümeleridir.
• Tümör anjiogenezi hızlı büyüme için gerekli olan
besin ve enerjiyi sağlamanın yanı sıra tümör
hücresinin dolaşım sistemi ile temasını da
arttırmaktadır.
• Metastaz gelişiminde diğer bir önemli faktör
hücrelerarası iletişimin kaybıdır.
• Tümör hücrelerinde hücrelerarası adhezyon
moleküllerinde (kaderinler, integrinler,
selektinler, ICAM) bazı değişiklikler
görülmektedir
• Adhezyon özelliğini kaybetmiş olan metastatik
tipte tümör hücreleri başlıca, vücut boşlukları ve
yüzeyleri, lenf damarları ve kan damarları
yoluyla yayılırlar.
• Lenf kanallarına giren tümör hücreleri bölgesel
lenf düğümlerine ulaşır ve burada tutunarak bir
süre için kanserin yayılmasına engel
oluştururlar.
• Lenf düğümü kanser hücresi ile dolduğunda
veya lenf düğümüne yerleşen tümör hücreleri
burada büyümeye başladıktan bir süre sonra
diğer lenf düğümlerine yayılma olabilir.
• Arter duvarları tümör invazyonuna karşı
dirençlidir.
• Venöz duvarların hem tümör invazyonuna karşı
duyarlılığının yüksek olması, hem de lenf
akımının venöz dolaşıma katılması nedeniyle
metastaz venöz yolla gerçekleşmektedir.
• Tümör hücreleri kaynaklandıkları dokudan
ayrılıp periferal dolaşıma geçtiklerinde
kendilerini immün sistemden saklamak için
lökosit ve trombositlerden oluşan bir pıhtı ile
anormal antijenlerini kapatmaktadırlar
Etiyoloji
• Kanser insidansı cinsiyet, yaş, kalıtım, ırk,
coğrafi yerleşim, yaşam tarzı, beslenme,
meslek, sosyal koşullar, immünolojik
faktörler, hormonlar ve prekanseröz
hastalıklar ve lezyonların varlığına bağlı
olarak değişmektedir.
• Karsinogenezde ilk basamağı oluşturan
genetik hasar kalıtımsal olabileceği gibi,
çevresel etkenler nedeniyle sonradan
edinilmiş de olabilir.
• Kalıtımsal yatkınlığı olan bireylerde
çevresel etkenlerin varlığı olayı
hızlandırmakta, normalde bir ileri yaş
hastalığı olan kanser daha genç yaşlarda
ortaya çıkmaktadır.
• Genel anlamda kanser hücre bölünmesini
kontrol eden genlerdeki değişikliklerden
kaynaklanan bir hastalık olduğundan kanser
oluşumunu iki boyutta değerlendirmek gerekir;
• A) Genetik değişiklikler oluşturan moleküler
mekanizmalar
• B) Bu moleküler mekanizmalarla etkileşen
çevresel etkenler.
• Kanser protoonkogenler, tümör baskılayıcı
genler, DNA onarım genleri ve apoptozisisi
düzenleyen genlerdeki defektler sonucu gelişen
bir patolojidir
Protoonkogenler-Onkogenler
• Protoonkogenler hücrelerin büyüme ve
farklılaşmasında rol alan büyüme faktörleri ile bu
büyüme faktörlerinin sinyal iletiminde yer alan
proteinleri (reseptörler, sitoplazmik proteinler ve
çekirdekte yer alan transkripsiyon faktörleri)
kodlayan genlerdir.
• Bu genlerde oluşan birtakım değişiklikler sonucu
onkogenler oluşmaktadır. Diğer bir deyişle
onkogenler protoonkogenlerin değişikliğe
uğramış homologlarıdır.
• Vücudun gereksinimleri doğrultusunda
herhangi bir dokuda hücre sayısının
artması gerektiğinde protoonkogenler
aktiflenerek hücre çoğalması sağlanır.
Eksiklik giderildiğinde protoonkogenlerin
ürünü olan proteinler inaktive olurlar.
• Onkogenler hücrenin malign değişimine
yol açan çeşitli proteinlerin sentezinden
sorumludur. Onkogenlerin ürünleri olan
onkoproteinler hücrede sürekli olarak etkin
kalmakta, inaktive olamamaktadır.
• Bazı normal genlerin onkogenlere dönüşebildiği
ilk olarak tümör virüsleri ile ilgili çalışmalarda
dikkati çekmiştir.
• Virüs ile enfekte host hücre genomunda bulunan
bazı genlerin viral onkoproteinleri sentezlettiği
belirlenmiştir.
• Viral enfeksiyon sırasında bazen bir
protoonkogenin DNA dizisi virüs tarafından
kopyalanır ve kendi genomuna yerleştirilir.
• Tekarlayan viral enfeksiyonlar sırasında bu
genin bazı noktaları mutasyona uğrayabilir.
Bunu takip eden viral enfeksiyon sırasında bu
viral onkogen ifade edildiğinde sentezlenen
abnormal protein host hücrenin normal hücre
büyümesini etkileyerek, hücreyi bir tümör
hücresine dönüştürebilmektedir
• Protoonkogenlerin kodladığı proteinler
önlerine c (cellular), onkogenlerin
kodladığı proteinler ise önlerine viral
kaynaklı olduklarını ifade eden v harfi ile
izole edildiği virüsü tanımlayan üç harfli bir
kelime ile ifade edilmektedir. Örneğin v-sis
Simian Sarkoma virüsüne ait proteini
göstermektedir.
• Protoonkogenlerin onkogenlere dönüşümü
sonucunda büyüme faktörlerinin üretimi
artmakta, hücre bölünmesi üzerindeki
kontrol kaybolmakta, hücre membranında
büyüme faktörü uyarısıyla başlayıp,
çekirdeğe ulaşan sinyal ileti sistemi
kontrolsüz uyarılmakta, çekirdekte
transkripsiyon faktörlerinin sentezi
artmakta, hücre kontrolsüz bir şekilde
çoğalmaya devam etmektedir.
Protoonkogenlerin Onkogenlere
Dönüşüm Mekanizmaları
• 1. Nokta Mutasyonları: Mutasyon DNA
üzerinde oluşan kalıcı baz değişiklileridir. Bu
değişiklikler tek bir bazın değişmesi şeklinde
(nokta mutasyonu) olabildiği gibi DNA dizisinden
baz eksilmesi (delesyon), DNA dizisine baz
eklenmesi (insersiyon) veya abazik bölge
nedeniyle çerçeve kayması şeklinde de
olabilmektedir.
• Mutasyonlar yanlış amino asit yerleşimi sonucu
hatalı protein sentezine neden olurlar.
•
•
•
Eğer mutasyon sonucu amino asit değişikliği
ilgili genin sessiz bir bölgesinde oluşmuşsa
hücresel fonksiyonu etkilemez.
Ancak mutasyon herhangi bir büyüme faktörü,
büyüme faktörü reseptörü ya da sinyal ileti
yolunda yer alan bir proteinin fonksiyonel
bölgesindeki bir amino asit değişikliğine neden
oluyorsa o proteinin fonksiyonu etkilenir.
Zaman içinde protoonkogenler, tümör
baskılayıcı genler, DNA onarım genleri ve
apoptozisi düzenleyen genler üzerinde
mutasyonların birikimi kanser riskini
arttırmaktadır.
•
•
2. Kromozomal Translokasyonlar:
Bazı tümörlerde karakteristik olarak
kromozomun bir bölümünün ayrılıp
başka bir kromozoma bağlandığı,
çoğunlukla bu değişimin karşılıklı olduğu
belirlenmiştir.
Kronik myeloid lösemide görülen
Philadelphia kromozomunda 9. ve 22.
kromozomlar karşılıklı olarak yer
değiştirmiştir. Diğer bir kromozomal
translokasyon örneği Burkitt
lenfomasında görülmektedir.
• Kromozom 8 ve 14 arasında iki parçanın
karşılıklı olarak yer değiştirdiği Burkitt
lenfomasında, kromozom 8’in koparak
kromozom 14’e giden parçası bir onkogen olan
myc genini içermektedir.
• 8. kromozomda iken inaktif olan myc geni 14.
kromozoma bağlandığında yakınında bulunan
ve immün globulinlerin ağır zincirlerini kodlayan
genlerdeki arttırıcı dizilerin etkisi altında kalarak
aktiflenmektedir.
• Düşük grade lenfomalarda hastaların çoğunda
14. ve 18. kromozomlar arasında, 18.
kromozomda bulunan ve apoptozisin
düzenlenmesinde görev alan bcl-2 genini içeren
bir parçanın yer değiştirdiği belirlenmiştir.
• 3. Gen Amplifikasyonu: Bazı tümörlerde belirli
genlerin amplifiye olabildiği ilk kez metotraksat
tedavisi sırasında keşfedilmiştir.
• Dihidrofolat redüktaz inhibitörü olan
metotraksata yanıt olarak dihidrofolat redüktaz
geni amplifiye olmakta ve dolayısıyla enzim
aktivitesi artmaktadır.
• Meme adenokarsinomlarında erb-B2
onkogeninin amplifiye olduğu saptanmıştır
•
•
•
•
4. Promotor ve Arttırıcı İlavesi: Bazı retrovirüsler
onkogen taşımadıkları halde kansere neden
olabilmektedirler.
Onkogen taşıyan retrovirüslere kıyasla onkogen
taşımayan virüsler daha uzun sürede kansere
neden olmaktadır.
Virüsle enfekte olmuş bir hücrede zıt transkriptaz
etkisiyle viral RNA genomun tamamlayıcı bir DNA
kopyası (cDNA) sentezlenir ve host hücre genomu
ile birleşir. Bazı durumlarda viral cDNA host hücre
DNA ‘sı üzerinde kritik bir gene yakın pozisyonda
yerleşerek, bu kritik gen için promoter fonksiyonu
görür.
Örneğin tavuk B lenfositleri bazı avian lösemi
virüsleri ile enfekte olduklarında viral cDNA myc
geni yakınında host hücre DNA’sı ile birleşir. Viral
cDNA bu pozisyonda myc geni için promoter gibi
davranarak myc geninin aktivasyonuna neden
olmaktadır.
Başlıca Onkogenler
• erb-B2
• HER2/neu olarak da bilinen erb-B2 epidermal büyüme
faktörü (EGF) için hücre yüzey reseptörünü şifreleyen
gen ailesi tarafından kodlanmakta olup, EGF reseptör
analoğudur.
• Büyüme faktörü reseptörlerinin tümünde olduğu gibi
erb-B2 onkoproteini de tirozin kinaz aktivitesine
sahiptir. EGF reseptöründen farklı olarak EGF
bağlama bölgesi içermez.
• Gen amplifikasyonu ile aktiflenen erb-B2
onkoproteininde tirozin kinaz sürekli olarak aktiftir ve
çekirdeğe sürekli olarak bölünme sinyaller
iletmektedir.
• erb-B2 onkogeninin meme, over ve gastrik
kanserle ilişkili olduğu belirlenmiştir.
• erb-B2 aşırı ekspresyonu olan ve standard
kemoterapiye rağmen ilerleme gösteren
meme kanseri olgularında erb-B2
monoklonal antikoru olan Herceptin
kullanımı yararlı olmaktadır.
• ras
• ras protoonkogen ailesi hücre membranının iç
yüzüne lokalize olmuştur, GTPaz aktivitesine
sahiptir ve hücresel büyümenin kontrolünden
sorumlu olan p21 proteinini kodlamaktadır.
• p21 GDP bağlı iken inaktif formdadır. Hücre
büyüme faktörü ile uyarıldığında GDP GTP’ye
çevirilmektedir. GTP bağlayınca aktif hale gelen
p21 sitoplazmik kinazları aktifleyerek hücre
prolifersyonunu uyarıcı sinyalin çekirdeğe
iletilmesini sağlamaktadır. Uyarı sona erdiğinde
intrinsik GTPaz aktivitesi ile GTP hidroliz olur ve
p21 GDP bağlı inaktif formuna döner.
• Mutasyona uğramış ras onkogeninin ürünü
olan p21‘in intrinsik GTPaz aktivitesi çok
düşüktür.
• Bu durumda p21 sürekli GTP bağlı aktif
formunda kaldığından hücre
proliferasyona devam etmektedir.
• H-ras, K-ras ve N-ras olmak üzere üç
homolog formu vardır. İnsan tümörlerinin
yaklaşık %30 kadarında ras genlerinin
mutant olmasına karşılık tümörü
çevreleyen sağlıklı dokularda ras
genlerinin normal olduğu belirlenmiştir.
• myc
• myc proteini çekirdekte bulunan ve hücre
büyümesi ile ilişkili genlerin ekspresyonunu
kontrol eden bir transkripsiyon faktörüdür.
• Abnormal myc ekspresyonu anormal büyüme
ile ilişkilidir.
• Burkitt lenfomasında kromozomal
translokasyon sonucu aktiflenen myc geni
hücreyi hızla bölünmeye götürmektedir.
• Küçük hücreli akciğer karsinomlarında in
vitro olarak c-myc geninin amplifiye olduğu
ve bu tümör hücrelerinin amplifikasyonun
olmadığı hücrelere göre daha hızlı
çoğaldığı belirlemiştir.
• Nöroblastomalarda N-myc geninin
amplifikasyona uğradığı saptanmış,
amplifikasyon düzeyi klinik evre ve
tedaviye yanıtla yakın ilişkili bulunmuştur.
• Abl
• Kronik myeloid lösemili hastalarda görülen
Philadelphia kromozomunda kromozomal
translokasyon sonucu normalde 9. kromozomda
bulunan abl geni 22. kromozomda bulunan bcr bölgesi
ile birleşmiştir.
• bcr-abl geninin ürünü non-reseptör bir tirozin kinazdır.
Sitoplazma veya çekirdekte bulunan non-reseptör
tirozin kinazlar normalde protein veya lipid gibi bir
inhibitör moleküle bağlı olarak inaktif formda
bulunurlar.
• İnhibitör molekülün ayrılmasıyla veya transmembran
reseptöre bağlanarak ya da diğer tirozin kinazlar
tarafından transfosforilasyona uğrayarak aktiflenen
non-reseptör tirozin kinazlar proliferasyonu uyaran
sinyal ileti mekanizmasında görev yaparlar.
Download