çene ve yüz ağrıları - Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi

advertisement
T.C.
Ege Üniversitesi
Dişhekimliği Fakültesi
Ağız, Diş Ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı
ÇENE VE YÜZ AĞRILARI
BİTİRME TEZİ
Stj. Dişhekimi Heves NAZIROĞLU
Danışman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Turgay SEÇKİN
İZMİR-2012
İçindekiler
1. AĞRI ........................................................................................................................ 3
1.1. Ağrı nedir? ......................................................................................................... 3
1.2 Ağrının amacı ..................................................................................................... 5
1.3 Basit ağrı mekanizmaları .................................................................................... 5
1.3.1 Nosiseptörler ve afferent sinir yolları .......................................................... 6
1.4 Ağrı iletimi ......................................................................................................... 8
1.4.1 Omurilik ve beyin sapında ikili ağrı iletimi ................................................. 8
1.4.2 Ağrıda biyoşimik mediatörler .................................................................... 11
1.4.3 Ağrı yansıması ve ağrı yayılması mekanizmaları ...................................... 13
1.4.4 Ağrı eşiği.................................................................................................... 14
1.4.5 Ağrı algılanması ......................................................................................... 15
1.5 Ağrı teorileri ..................................................................................................... 15
1.5.1 Primitif teori............................................................................................... 16
1.5.2 Spesifite teorisi .......................................................................................... 16
1.5.3 Pattern ( kalıp, model) teorileri .................................................................. 17
1.6 Ağrı Sınıflandırılması ....................................................................................... 20
1.6.1 Akut ağrı .................................................................................................... 20
1.6.2 Kronik ağrı ................................................................................................. 22
2.ORAL VE KRANİOFASİYAL AĞRI ................................................................... 24
2.1 Ekstrakraniyal yapılar....................................................................................... 24
2.1.1 Pulpa ağrısı ................................................................................................ 24
2.1.2 Periapikal ağrı ............................................................................................ 31
2.1.3 Periodontal lezyon ağrısı ........................................................................... 33
2.1.4 Yansıyan ağrılar ......................................................................................... 36
2.2 İntrakraniyal yapılar ......................................................................................... 46
2.3 BAŞAĞRILARI ............................................................................................... 48
2.3.1 Başağrısı Sınıflaması: ................................................................................ 48
2.4 Vasküler yapılar ............................................................................................... 50
2.5 Musküler yapılar............................................................................................... 53
2.6 Eklemsel yapılar ............................................................................................... 57
2.7 Nörolojik yapılar .............................................................................................. 62
2.8 Kausaljik grup ................................................................................................. 72
2.8 Psikolojik grup ................................................................................................. 73
2.9 Kanser Ağrıları Ve Nöroloji ............................................................................. 77
2.10 Transküt Sinir Uyarımı ................................................................................... 79
3. ÖZGEÇMİŞ …………………………………………………………………. .82
1. AĞRI
1.1. Ağrı nedir?
Ağrı konusunda pek çok tanımlama bulunmaktadır. Aristo ağrıyı basit bir
duyumsal deneyim olarak nitelendirmektense “ruhun ihtirası” olarak tanımlamıştır.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde ağrının karşısında “Vücudun herhangi bir yerinde
duyulan sürekli ve şiddetli acı” yazmaktadır. Uluslararası Ağrı Araştırmaları
Organizasyonuna (IASP) göre ağrının tanımı; vücudun herhangi bir yerinden
kaynaklanan, organik bir nedene bağlı olan ya da olmayan, insanın geçmişteki tüm
deneyimlerini kapsayan, hoş olmayan göreceli bir kavram ve özel bir duyudur.
Ağrı her zaman sübjektif bir olgudur. Her birey yaşamı boyunca maruz kaldığı
darbeler sonucu bu deneyimi edinir. Ağrı soyut bir kavramdır ve algılayan kişi
tarafından:
•
Kişisel acı hissini,
•
Var olan ya da başlamak üzere olan bir doku hasarını bildiren zararlı bir
stimulanı,
•
Organizmayı zarardan koruyacak bir reaksiyon dizisini tanımlamak için
kullanılır.
Ağrı basit bir his değildir. Hem kaliteli olarak, hem yaygınlık olarak son derece
geniş bir spektrumda incelenir. Örneğin diş ağrısı ile iğne batması arasında veya baş
ağrısı ile dil yanması arasında çok fark vardır ancak hepsi ağrı başlığı altında
tanımlanır. Gerçekte ağrının tam tanımını yapmak çok zordur. Ancak subjektif
özelliği göz önüne alınarak “Ağrı karmaşık psikolojik, fizyolojik ve sosyal
deneyimlerin bütünüdür.” tanımı yapılabilir.
3
Ağrıyı tanımlayabilmek için basit gruplara ayırmak mantıklı bir yaklaşım gibi
görünmektedir.
- Deneysel ağrı: bilinçli yapılan bir iğne batırılması, deriyi sıkıştırmak veya diş
pulpa testi en basit deneyimi olarak görülen deneysel ağrıya örnek verilebilir. Çok
kısa süreli olduğundan ve hastanın isteği ile durdurulabildiğinden bu tip ağrı duyusal
tepkilere neden olmaz. Ancak hastadaki “uyaranı kontrol etme yetisi” elinden
alınırsa, kişi anksiyete ve psikolojik tepkilerle yanıt verebilir. Buna en güzel örnek
gıdıklanmadır. Kişi kendini gıdıklayamaz ancak başka birinin müdahalesine tepki
verir. Duygusal yanıt genellikle uyaranın kendisiyle değil, beyinde yaratılan
öngörme, sezme hissi sonucu oluşur. Hastanın kontrolünün azalmasına eşlik eden
uyaranın şiddetinin, süresinin artması duygusal yanıtı kuvvetlendirecektir. Dental
enjeksiyonlarda hastanın aşırı tepki vermesinin sebebi de budur.
- Akut patolojik ağrı: hasarlı bir diş veya kırık bir bacak akut patolojik ağrıyı
doğurur. Bu tip ağrıda anksiyete, sözsel şikâyet veya fiziksel hareket gibi psikolojik
ve davranışsal tepkiler görülmesi yaygındır. Bu tepkilerin nedeni ağrının bir
fonksiyon bozukluğunu işaret etmesi ve her ne kadar ağrı kendini sınırlasa da
hastanın ağrıyı kendi isteğiyle dindirememesinden kaynaklıdır. Bununla beraber
günümüzde tıbbi, cerrahi veya dental tedaviler genellikle rahatlama sağlar, ağrı
beraberindeki psikolojik ve davranışsal tepkilerle beraber ortadan kalkar.
-Kronik benign ağrı: diğer ağrı tiplerinden çok daha karmaşık fiziksel ve
psikolojik bir problem olan kronik ağrı, birkaç ayla birkaç yıl arasında süren, hayatı
tehdit eden etiyolojisi bulunmayan ve vücudun herhangi bir yerinde lokalize olabilen
ağrılardır. Kronik ağrı hem hasta hemde klinisyen için çok akıl karıştırıcı olabilir.
Genellikle ağrıya neden olan faktör belirsizdir ve ağrı kendini sınırlamaz. Genellikle
4
ağrı şiddeti zaman içinde artar. Kronik ağrının görünen herhangi bir amacı ya da
fonksiyonu yoktur, orijinal sebepten uzun süre sonraya kadar devam edebilir ve hem
hasta hem de doktor için ağrıya karakterize ileri anksiyete, algısal bozukluk,
uyumsuz ağrı davranışları ve depresyon gibi psikolojik sonuçlar ortaya çıkartır.
Ağrının tedavisinde hem somatik hem de psikolojik faktörler değerlendirilmelidir.
Bu hastalarda yaygın ilaç tedavisi, invaziv işlemler veya sempati tedavi için uygun
olmayabilir.
1.2 Ağrının amacı
Esas olarak ağrı, vücut için bir koruyucu mekanizmadır. Herhangi bir doku
hasarlandığı zaman ortaya çıkar ve kişiyi ağrı uyaranına karşı bir reaksiyon
göstermeye sevk eder. Kalça kemikleri üzerine uzun süre oturmak gibi basit
aktiviteler bile, vücudun ağırlığı ile basınç altında kalan derinin kan dolaşımını
azaltarak, doku hasarına ve ağrıya neden olabilir. İskemi sonucu deri ağrısı
oluştuğunda,
kişi
bilinçsiz
olarak
pozisyon
değiştirir.
Ancak
omurilik
yaralanmalarından sonra görüldüğü gibi ağrı duyusu kayıplarında, kişi ağrıyı fark
etmeyerek hareket etmez. Sonuçta basınç oluşan bölgelerde ülserasyonlar başlar.
1.3 Basit ağrı mekanizmaları
Akut ve deneysel ağrı tipleri basit olarak nitelendirilir çünkü deneyime
herhangi psikolojik faktörler eşlik etmemektedir. Günümüzdeki ağrı noröfizyolojisi
hayvanlar
üzerinde
yapılan
temel
araştırmalar
sonucunda
anlaşılmaya
çalışılmaktadır, bu çalışmalarda deneysel olarak yaratılan akut ağrı nosiseptif uyaran
olarak kullanılmaktadır. Yüksek memelilerde oluşan ağrı mekanizması ile
insandakinin aynı olduğu düşünülmektedir.
5
1.3.1 Nosiseptörler ve afferent sinir yolları
Ağrılı veya zararlı uyaranlara duyarlı olan çevresel reseptörlere “nosiseptör”
denir. Fiziksel ağrı vücudun hemen her dokusunda mevcut olan nosiseptörlerin (açık
uçlu ağrı alıcıları) uyarılması sonucu oluşmaktadır. Bunlar ince çaplı myalinli ADelta sinir lifleri veya myelinsiz C-liflerinin çevresel uzantılarıdır. Çıplak ve serbest
sinir uçları ve mikroskobik sinir pleksuslarından oluşurlar. Nosiseptörler kendileri ile
bağlantılı afferent sinir dalı ile isimlendirilirler. Pek çok tipteki uyarana hassas
nosiseptörlere “polimodal” reseptör, hem sıcak hem de soğuk sıcaklık değişimlerine
hassas olanlarına termoreseptör ve mekanik değişikliklere hassas olanlarına
mekanoreseptör
adı
verilir.
Nosiseptör
uzantısı
olan
A-Delta
lifleri
şu
mekanoreseptörleri içerir; saç reseptörleri, alan reseptörleri, Merkel diskleri, Ruffian
sonlanmaları ve Meissner cisimcikleri ve bu lifler keskin, vurucu, zonklayıcı ve
kolaylıkla lokalize olan birincil denen ağrıları, ilk hissedilen keskin ağrı daha sonra
yerini C liflerinin yavaş, ağır, künt, donuk, yanıcı ve daha diffuz karakterli ikincil
denen ağrılara bırakır ve götürdüğü kabul edilir. A-Delta nosiseptörleri geniş çaplı
(1-6U) miyelinli liflerdir, iletim hızı yüksektir.(5-30 metre/saniye). Deriye ağrı verici
bir uyaran uygulandığında hissedilen ilk ağrıdan bu reseptörler sorumludur. C lifleri
küçük, miyelinsiz ve yavaş iletim hızına sahip (0,5-2 metre/saniye) sinir hücreleridir.
A-Delta lifleri ile beyne iletilen hızlı keskin bir ağrıyı, 1 saniye kadar sonra, C lifleri
ile iletilen yavaş bir ağrı izler. Keskin ağrı hızla şahsı uyarır ve onun hasar veren
uyarandan uzaklaşmasını sağlar. Diğer taraftan yavaş ağrı zaman geçtikçe daha çok
artar. Nosiseptörler, organizma için zararlı olabilecek uyarılarla ekşite edilir ve
afferent sinyal göndermeye başlarlar ve ağrı olayı burdan başlar.
Orofasyal bölgede nosiseptörler deride, dişetinde, oral ve maksillofasyal
bölgedeki müköz membranlarda, kan damarlarında, aponevrötik tabakalarda,
6
kaslarda, periostta, periodontal ligamentlerde, diş pulpasında ve dişin predentin
tabakasında bulunmaktadırlar. Bu nosiseptörler birbirleriyle ilişkidedir ve dokuları
potansıyel yıkıcı veya yaralayıcı uyaranlardan koruyucu görevi yapmaktadırlar.
Nosiseptörlerden gelen impulslar herzaman ağrı meydana getirmez. Bunun için
birçok ağrı lifinin yersel ve zamansal olarak impulsların belirli bir toplamının S.S.S.
e ulaşması gerekir. Hatta sadece nosiseptörler değil, daha geniş çaplı A-Delta
afferent liflerinin ya da dokunma impulslarını taşıyan afferent sinir liflerinde belirli
bir eksitasyonu gerekir. Ağrılı veya ağrısız afferent impulsların omurilik ve S.S.S. ne
varışı ve bunların karşılıklı etkileşimi ağrı olayının algılanmasında kritik derecede
önem taşır. Periferden gelen impulslar A-Delta ve C liflerinden egemen ve yoğun ise
ağrı olayı algılanır. S.S.S. de özel bir ağrı merkezi söz konusu değildir. Bunun yerine
beyindeki değişik nöral sistemler arasındaki işbirliği ve karşılıklı etkileşme ağrı
olayında önemli rol oynar. Nosiseptif etkinliği tetikleyen birçok endojen aljezik
kimyasal da tespit edilmiştir, bu maddeler ya reseptörü direkt olarak uyarır ya da
onların mekanik veya termal değişikliklere karşı hassasiyetlerini arttırarak görev
yapar. Bu endojenler arasında bradikinin, histamin, potasyum iyonları, serotonin,
prostaglandin E, P maddesi, asitler, asetilkolin, preteolitik enzimler ve benzerleri
sayılabilir. Bu maddeler nosiseptörler çevresindeki damarlarda bulunurlar ve
patolojik olay sırasında serbestlenirler. Kimyasal maddeler özellikli doku
zedelenmelerinden sonra ortaya çıkan yavaş, ıstırap veren ağrının uyarılmasında
önemlidir. Ağrı reseptörleri adapte olmazlar. Vücuttaki pek çok diğer duyu
reseptörlerinin tersine, ağrı reseptörleri ya çok az adapte olur veya bazen hiç
olmazlar. Buna karşılık bazen, özellikle yavaş, sızılı ve bulantılı ağrılarda ağrı
liflerinin uyarılması ağrılı uyaran devam ettikçe artar. Ağrı reseptörlerindeki bu
duyarlılık artışına hiperaljezi denir.
7
Ağrı lifleri arka spinal kökler içinde omuriliğe girerek, arka boynuzlardaki
nöronlarda sonlanırlar. Bu bölgede de ağrı sinyallerinin beyne iletilmesinde iki
sistem vardır.
1.4 Ağrı iletimi
1.4.1 Omurilik ve beyin sapında ikili ağrı iletimi
Omuriliğe girişte ağrı sinyalleri, neospinotalamik yol ve paleospinotalamik yol
olmak üzere iki yol ile beyne iletilirler.
1.4.1.1 Hızlı ağrı için neospinotalamik yol
Hızlı tip A-Delta lifleri başlıca mekanik ve akut termal aprıyı iletirler. Bunalr
esas olarak arka boynuzlarda lamina I (lamina marjinalis)’de sonlanır. Burada
neospinotalamik yolun ikinci nöronlarına uyarırlar. Bu nöronlar hemen anterior
comissuradan medulla spinalisin karşı tarafına geçerek çapraz yapan uzun lifler verir
ve anterolateral kolonlar içinde yukarı beyne giderler. Neospinotalamik yolun birkaç
lifi beyin sapının retiküler bölgelerinde sonlanır, ancak çoğu talamusa kadar giderek,
dokunma duyularını taşıyan dorsal kolon-medyal lemniskal yol ile birlikte
ventrobazal komplekste sonlanır. Yine birkaçı da talamusun posterior nükleer
gruplarında sonlanır. Bu bölgelerden çıkan sinyaller beynin diğer bazal bölgelerine
ve somatik duysal kortekse iletilir.
Sinir sisteminin hızlı ağrıyı vücutta lokalize edebilme yeteneği vardır. Hızlıkeskin tip ağrı, yavaş-kronik tip ağrıya nazaran vücudun farklı kısımlarında çok daha
isabetli olarak lokalize edilebilir. Ancak hızlı ağrıda bile, eğer 10 cm2’ lik bir alanda
sadece ağrı reseptörleri uyarılır ve aynı anda beraberinde dokunma reseptörleri
uyarılmazsa lokalizasyon zayıf olur. Oysa dorsal kolon-medyal lemniskal sistemi
uyaran dokunma reseptörleri de uyarılırsa lokalizasyon hemen hemen tam olur.
8
Glutamatın
omurilikte
A-Delta
tipi
sinir
sonlanmalarından
salgılan
nörotransmiter olduğuna inanılmaktadır. Bu, merkezi sinir sisteminde en çok
kullanılan ve etki süresi genellikle birkaç milisaniye süren eksitatör transmiterlerden
biridir.
1.4.1.2 Yavaş- kronik ağrı iletimi için paleospinotalamik yol
Paleospinotalamik yol daha eski bir sistem olup, ağrıyı özellikle periferik
yavaş-kronik tip C lifleri ile iletir. Bazı sinyaller yine de A-Delta lifleri ile taşınabilir.
Bu yolda periferik liflerin hemen hemen tamamı arka boynuzlarda Lamina II ve
III’de sonlanır. Dorsal kök liflerinin en lateralinde bulunan bu iki laminaya
substansiya gelatinosa denir. Sinyallerin çoğu daha sonra dorsal boynuzlarda lamina
V-VIII’e girmeden önce ilave kısa lifi nöronlardan geçer. Burada serinin son nöronu,
önce anterior comissura ile omuriliğin karşı tarafına geçen ve aynı anterolateral yol
içinde yukarı beyne ilerleyen hızlı yolun lifleri ile birleşecek aksınlar verir.
Araştırmacılar, omuriliğe giren C tipi ağrı lifi terminallerinin hem glutamat
hem de P maddesi salgılandığını iddia etmektedir. Glutamat transmiteri, anında etki
eder ve etkisi sadece birkaç milisaniye sürer. Diğer taraftan, P maddesi çok daha
yavaş serbestlenir ve saniyeler hatta dakikalarca konsantrasyonunu korur. Hatta bir
iğne batmasından sonra hissedilen ikili ağrı duyusunun kısmen veya tamamen
glutamatın hızlı bir ağrı duyusu oluşturmasına, buna karşılık P maddesinin daha
yavaş bir ağrı duyusu oluşturmasına bağlı olabileceği ileri sürülmektedir. Ayrıntılar
bilinmese de öyle görünüyor ki, hızlı ağrının merkezi sinir sistemine taşınmasından
sorumlu nörotransmiter glutamat, buna karşılık yavaş-kronik ağrı ile ilgili olan P
maddesi ( veya ilgili diğer peptidler) dir.
9
Yavaş-kronik yol paleospinotalamik yol beyin sapında genişçe bir alanda
sonlanır. Liflerin yalnızca onda biri ila dörtte biri talamusa gider. Geri kalan başka üç
bölgede sonlanır: (1) Medulla, pons ve mezensefalonun retiküler nükleuslarında, (2)
mezensefalonun inferior ve superior kolliküllerinin derininde bulunan tektal alanlar
veya (3) Sylvius yarığının çevresinde, periakuaduktal gri bölge. Beynin bu alt
bölgeleri ıstırap verici tipteki ağrıların değerlendirilmesinde önemlidir. Çünkü ağrı
sinyallerinin serebruma ulaşmasını bloke etmek için, mezensefalonun üstünden beyni
kesilmiş deney hayvanlarında, vücudun herhangi herhangi bir bölgesinin travmatize
edilmesi halinde bile gözden kaçması mümkğn olmayan ıstırap belirtileri ortaya
çıkmaktadır.
Paleospinotalamik yolda iletilen ağrının lokalizasyonu zayıftır. Örneğin, yavaşkronik tip bir ağrı sadece vücusun büyük bir parçasında, bir kolda veya bir bacakta
lokalize edilebilir; kolun veya bacağın belli bir bölgesi işaret edilemez. Bu, yolun
multisinaptik, yaygın bağlantıları ile ilgilidir ve hastaların bazı kronik tipteki
ağrıların kaynağını lokalize etmekteki güçlüğünü de açıklar.
1.4.1.3 Ağrının değerlendirilmesinde retiküler formasyon, talamus ve serebral
korteksin fonksiyonu
Serebral kortekste somatik duysal bölgelerin tamamen çıkarılması bir hayvanın
ağrıyı algılamasını bozmaz. Buna göre, retiküler formasyon, talamus ve diğer alt
beyin merkezlerine giden ağrı impulsları bilinçli olarak algılanır. Bu, serebral
korteksin normal ağrı değerlendirilmesinde rolünün olmadığı anlamına gelmez.
Aksine, kortikal somatik duysal alanların elektrikle stimülasyonu, uyarılan noktaların
yaklaşık %3’ünde şahsın hafif derecede ağrı duymasına yol açar. Ağrı algılaması
prensip olarak alt merkezlerin bir fonksiyonu olsa bile korteksin ağrı niteliğini
tayinde önemli bir rolü olduğuna inanılmaktadır.
10
1.4.1.4 Ağrı sinyallerinin sinirsel uyarılabilirliği harekete geçirebilme yeteneği
Beyin sapının retiküler bölgelerinde ve talamusun intralaminar nükleuslarında,
yavaş-ıstıraplı tip ağrının sonlandığı bölgelerdeki elektriksel stimülasyon, bütün
beynin sinirsel aktivitelerinde kuvvetli bir uyarıcı etki ortaya çıkarır. Bu iki bölge
beynin temek uyanıklık sisteminini bir kısmını oluşturur. Bu, şiddetli ağrısı olan
kişilerin niçin uyanık kaldığını ve bu durumda uyumanın mümkün olmadığını
açıklar.
1.4.2 Ağrıda biyoşimik mediatörler
Ağrının başlangıcını yapan nosiseptör ve onun mikro çevresindeki kimyasal
olaylar, ağrı olayının ilk adımı yaparlar. Santral sinir sisitemindeki sinaptik düzeyde
ise daha çok ağrıyı inhibe eden nörokimyasal maddelerle ilişkilidir.
Nosiseptörler ve bunların çevresindeki düz kaslar, kapiller, afferent sempatik
sinir uçları, periferik mikroçevreyi oluştururlar. Bu çevre ağrının oluşumunda ilk
adımı yapar. Bir yerde nosiseptörler, ağrılı impulsları taşıyan sinir uçlarının kemosensitif
reseptörleridir.
Birçok
kimyasal
maddenin
algojenik
etki
yaptığı
gösterilmişrie, ancak bunlardan bazılarının ağrı olayında nöromediyatör olduğundan
ciddi şekilde kuşku duyulmaktadır. Bunların başlıcalarını şöyle sıralamak olasıdır:
1)
Histamin
2)
5-HT (serotonin)
3)
Kininler ve Bradikinin
4)
Prostaglandinler
Histaminler ve 5-HT; tüm periferik dokularda çok yaygın olarak bulunurlar. 5HT, vasküler kökenli başağrıları ve vasküler ağrıların patogenezinde rol alır. Bu
maddelerin mast hücreleri ve trombositlerden serbest kalışı vazodilatasyon, ağrı ve
11
inflamasyon ile birliktedir. Bu proçesin oluşmasında ise kalsiyum iyonları ve enerji
gereksinimi vardır. Serotonin antogonistleri vasküler başağrılarını hafifletirken;
antihistaminik ajanlar da inflmasyon ve ağrıyı azaltacak gücü taşırlar. Serotonin
direkt olarak nosiseptörlerde duyarlılığı arttırma işlevi yanısıra, dolaylı olarakda
algojenik madde üzerinden ağrıyı arttırıcı etkise de vardır.
Kininler ve özellikle Bradikinin son derece güçlü algojenik madde ve aynı
zamanda güçlü vazodilatatördürler ve inflamasyon ajanıdırlar. Kininler ağrı,
inflamasyon ve vazodilatasyonu sağladıktan sonra plazma ve lenfteki kininaz
enzimleri ile hızla deaktive olurlar.
Nosiseptör çevresinde prostaglandinler diğer ağrı mediyatörlerinin serbest
kalışı ve etkisini değiştirirler. Tek başına prostaglandinler, normal dozlarda ağrı
meydana
getirmezler
ve
diğer
algojenik
maddelerin
etkisini
arttırırlar.
Prostaglandinler kompleks yağ asitleridir ve hücre içinde depolanmazlar. Bradikinin
bunların serbest kalışında rol oynar. Burada anahtar durumundaki öncü madde
“Araşidonik asit” dir.
Aspirin ve benzeri analjezikler siklo oksigenaz enzimini bloke ederek
Prostaglandin sentezini inhibe ederler ve böylece analjezik ve antienflamatuvar etki
sağlarlar. Kortikosteroidler ise daha üst basamakta fosfolipaz-A2 enzimini bloke
ederek ağrı ve enflamasyonu giderirler. Böylece kortikosteroidler daha genel bir
sentez inhibitörü rolündedirler.
12
1.4.3 Ağrı yansıması ve ağrı yayılması mekanizmaları
Baş boyun bölgesindeki ağrı problemleri ile ilgilenen herhangi bir sağlık
çalışanının en sık karşılaştığı durum ağrının yayılması veya yansımasıdır.
1.4.3.1 Ağrı yansıması
Yansıyan ağrıda, belli bir bölgeden kaynaklandığı söylenen ağrı aslında orijinal
olarak başka bir bölgede kaynaklıdır. Örneğin angına pectoris ağrısı genellikle sol
kolda hissedilir. Yansıyan ağrıyı açıklamak veya anlamak için dermatom kuralını
bilmek gerekir. Bu kurala göre, bir iç organdan gelen ağrı, aynı embriyonik
segmentten gelişen başka bir somatik alanda hissedilir. Beyin, deneyimleri sonucu
somatik uyaranlara, visseral uyaranlardan daha hassas olduğundan ağrının somatik
afferent lifler tarafından innerve edilen bölgeden kaynaklandığını düşünür. Ancak
bazı durumlarda iç organdan gelen ağrı lokalize edilebilir ve yansımaz.
Örneğin diyaframatik pleuranın santral bölgesinden gelen sinir lifleri frenik
sinirle devam eder, C3 ve C4 seviyesinde sinaps yapar. Bu bölgeden kaynaklanan bir
ağrı böylece boyun bölgesinde hissedilir.
1.4.3.2 Ağrı yayılması
Ağrı uyandıran birincil sebepten kaynaklanan ağrılı kas spazmları ağrı
yayılmasına neden olur. Bu spazmlar ana şikâyet nedeni olabilir, başlangıçta birincil
ağrı kaynağına bağlı da olsa zamanla bağımsız hale gelebilir, birincil ağrı kaynağı
tedavi edildikten sonra bile devam edebilir.
Bu fenomenin santral eksitatör etkiden kaynaklandığı düşünülmektedir. Belli
bir süre etki eden derin bölge ağrısı, primer olanları afferent iletime katılmayan
seconder iletim nöronlarını etkiler. Etkilenen nöronlar duyusal, motor veya otonomik
olabilir. Eğer nöronlarduyusalda ağrısal olarak uyarılmayan bu nöronların verecekleri
13
yanıt ağrı doğurabilir; motor nöronlarda iskemiye neden olacak uzamış kas
kontraksiyonu, K+ iyonu birikmesi ve ağrı görülebilir; nöronlar otonomsa
vazokonstriksiyon, vazodilatasyon, ödem veya terleme gibi etkiler görülebilir.
Eğer kas spazmı ağrılı bir hale geliyorsa, birincil nedenden bağımsız olarak
hareket etmeye başlamış demektir. Kasın kullanılması ağrı üretir ve spazmı arttırır.
Bu yolla myospazm kendi kendini besler.
1.4.4 Ağrı eşiği
Duyusal eşik ve ağrı eşiği terimleri, ağrı deneyimini anlamak için önemli
kavramlardır. Duyusal eşik, ağrı eşiği ve ağrı reaksiyon eşiği duyusal devamlılık
sürecinde bilinçli değişimlere neden olacak seviyeleri gösterir. Joy ve Barber değişik
eşik değerlerini ölçmek üzere insan deneklerin parmaklarına elektrik akımı vermiştir.
Deneklerin herhangi bir şey hissettiklerini söyledikleri ilk değer duyusal eşik
olarak kabul edilir. Bu değer, hissetme olayını tetikleyen en düşük seviyedeki uyaran
seviyesidir. Elektrik akımı arttırıldıkça his artar ve denek ağrı duyduğunu belirtir. Bu
ağrı eşiği veya ağrı tanımlama eşiği denekte ağrı duyusu oluşturan en düşük uyaran
seviyesi olarak tanımlanır. Nörolojik olarak A-Delta ve C lifleri ile iletilen uyaran
belli bir seviyeye çıktığında ağrı algılanır. Akım şiddeti daha da arttırıldığında, belli
bir seviyede denek ağrıya tahammül edemeyecek seviyeye gelir. Bu seviyeye ağrı
reaksiyon eşiği denir, tahammül edilebilecek en yüksek ağrı uyaran seviyesi olarak
tanımlanır. Ağrı eşiği ve ağrı reaksiyon eşiği arasındaki bölge ağrı toleransı olarak
adlandırılır.
Ağrı toleransı kişiden kişiye, hatta aynı insanda durumundan duruma farklılık
göstermektedir. Bu da ağrı algılaması ile ilgilidir.
14
1.4.5 Ağrı algılanması
Hislerin algılanamsı, ağrılı olsun ya da olmasın, sabit bir eşik değerde
olamamaktadır, pek çok mantıksal ve duyusal faktöre bağımlı olarak değişmektedir.
Örneğin haftalardır iğne korkusu nedeniyle tedavisini geciktiren hasta, diş hekiminin
muayenehanesine geldiğinde o kadar hassas duruma gelmiştir ki, çenesine yapılan en
ufak dokunuşla bile ıstırap çeler tarzda bağırır, zıplar. Bu dokunuş hastanın deneysel
ağrı eşiğinin çok altında bile olsa, hasta bu uyaranı ağrılı olarak algılar.
Diğer yandan hipnoz sayesinde analjezi durumunda bulunan hasta, normalde
ağrı uyandıran diş çekimi veya pulpa ekstirpasyonu gibi işlemlerde hiçbir şey
hissetmez. Melazk ve Scott ağrı algılanmasına etki eden hem duyusal hem de
mantıksal etkenlerin bulunduğunu söylemiştir. Ağrının lokalizasyonu, kalitesi,
şiddeti ve süresi duyusal faktörler arasında sayılabilir. Mantıksal değişkenler ise
geçmiş deneyimler, psikolojik durum, toplumsal ve kültürel faktörler olarak
sayılabilir.
Anksiyete,
beklenti,
öneri
ve
hipnoz
hastanın
algılamasını
değiştirebilecek diğer faktörlerdendir. Bazı kronik ağrı hastaları, kaşıntı, sürtünme
gibi uyaranları ağrılı olarak algılayabilir, çünkü bu hasta için her uyaran hayatı ve
hayat kalitesi için tehlike gibi görünmektedir.
1.5 Ağrı teorileri
Ağrı mekanizmasını anlamak için yapılan çalışmalar iki konuda toplanabilir.
1. Yalnızca fizyolojik mekanizma ile ilgili yapılan araştırmalar.
2. Psikolojik mekanizmlaraın önemli olduğu çalışmalar.
Ağrı ile ilgili fizyolojik mekanizmanın açıklanmasına yönelik ilk görüş
spesifite teorisi, psikolojik unsurları açıklamaya yönelik ilk düşünce ise pattern
teorisidir.
15
1.5.1 Primitif teori
Ağrı konusunda ilk teori Aristo tarafından önerilmiştir. Aristo, ağrının bir
suyudan daha çok bir duygu olduğunu ileri sürmüştür. Ağrıyı has duyusunun karşıtı,
hoşnutsuzluk belirtisi olarak tanımlamıştır.
1.5.2 Spesifite teorisi
Stimüle edilen ciltten spesifik bir alıcının beyin merkezine direk iletim
sağladığı fikri ilk olarak Descartes tarafından ileri sürülmüştür. 19. Yüzyılda
deneysel çalışmalardaki artışla birlikte Mueller, spesifik sinir enerjisi doktrinini
ortaya koymuştur. Buna göre; bilgi yalnızca duyu sinirleri ile beyne iletilir ve
duyunun niteliği beyinde sonlanan sinirlerin kendisi tarafından belirlenir. Sinir
aktivitesi, uyarana uygun kodlanmış bilgiyi yansıtır. Mueller beş klasik duyu
tanımlamıştır. Her bir tip duyu sinirini takip eden terminal bir beyin merkezinin
varlığını araştırmıştır.
Modern spesifite teorisinin babası Max Von Frey’dir. Frey 1985 yılında, ciltte
sıcak, soğuk, dokunma ve ağrı duyularını algılayan özelleşmiş reseptörler olduğunu
belirtmiş ve spesifik reseptör teorisini sunmuştur. Daha sonraki yıllarda anatomistler
değişik dokularda spesifik reseptörleri göstermişlerdir. Bulbusta soğuk reseptörleri,
ekstremite uçlarında sıcak reseptörleri, dokunma reseptörleri olan Meissner
cisimcikleri ve serbest sinir uçlarında da ağrı reseptörleri gösterilmiştir. Diğer
araştırıcılar bunu geliştirerek; spesifik reseptörler, spesifik periferik sinir lifleri,
omurilikte spesifik ağrı yolları, talamus ve kortekste spesifik sğrı merkezlerinden
oluşan bir sistem varlığını ileri sürmüşlerdir.
Spesifite teorisinin 2 yanlışı vardır; (1) anatomik olarak, spesifik son organlarla
spesifik duyular arasında ilişki olup olmadığı histolojik olarak desteklenmemiştir,
16
örneğin göz ile görme duyusu arasındaki ilişki. (2) psikolojik olarak duyu niteliğinin
spesifik impulsları ile beyne iletildiği düşünülmüştür. Spesifik sinir impulslarının
beyne iletiminde psikolojik içerik hiç düşünülmemiştir.
1.5.3 Pattern ( kalıp, model) teorileri
Max Von Frey’in teorisindeki yetersizlik yeni çalışmalar yapılmasını
gerektirmiş ve pattern teorileri olarak adlandırılan bir grup teori ileri sürülmüştür.
Goldscheider, ağrı duyusunun son ve kritik belirleyicisinin uyaranın süresi ve
uyaranların toplamı olduğunu ileri sürmüştür. Bu, pattern teorilerinin temelini
oluşturur ve toplama üzerine kurulmuştur. Ağrıyı uyaran sinir iletileri, ciltten
algılanan duyuların arka boynuz hücrelerinde toplanması ile oluşturulur ve bu
hücrelerin output’u kritik bir seviyeyi aşarsa ağrı hissedilir.
Bu ana düşünceden çıkan üç temel pattern teorisi ileri sürülmüştür.
1.5.3.1 Primer periferik kalıp
Nonspesifik reseptörlerden gelen ve periferde oluşan stimulusların toplamıdır.
Duyunun niteliği, stimulusun şiddeti ile belirlenir ve oluşturulur. Stimülasyon aşırı
olduğunda ağrı duyu olarak algılanır.
1.5.3.2 İmpuls kalıbı ve santral toplama
Livingstone’a göre ağrı, impulsların spesifik santral mekanizmalarında
toplanmasıyla oluşur. Bu fikir kausalji ve hayali ekstremite ağrısı gibi değişik kronik
ağrıları açıklamakta kullanılabilir. Periferindeki reseptörlerin anormal uyarılması
(travmatik bölge), kendi kendini uyaran sinir devreleri oluşturur veya omuriliğin arka
boynuzundaki nöronların aktif kalması sonucu anterolaterak hücre kolunu yoluyla
beyne yaylım impuls ateşi göndermesi, kısır döngüue neden olur. Beyin bu durumu
17
ağrı olarak algılar. Bu omurilik eksitasyonunun yayılımı, otonom ve motor bulguları
açıklamakta önemlidir.
1.5.3.3 Duyusal etkileşim teorisi
Bu, hızlı sinir iletim sistemi ile yavaş iletim sistemi arasındaki etkileşimi ve
sonucunu belirtir. Etkileşim, yavaş sistemin hızlı sistem tarafından inhibe edilmesi ya
da dengelenmesi şeklindedir. Bu, miyelinli ve miyelinsiz duyusal sinir impulsları
arasındaki
ilişki
olarak
tanımlanabilir.
Bu
teoriye
göre;
periferik
sinir
yaralanmasından sonra impuls iletimi ince liflerde kalın liflere göre artma gösterir.
Kalın liflerin inhibe edici veya dengeleyici etkisi ortadan kalkar. Bu da birçok
patolojik ağrı tiplerini açıklayabilir.
Tüm bu teoriler ağrının fizyolojik ve psikolojik içeriklerini birlikte açıklamakta
yetersiz kalır. Her iki komponenti açıklayan tek teori multipl kapı teorisidir.
1.5.3.4 Kapı kontrol teorisi
Wall ve Melzack 1965’te değişik ağrı fenomenlerini açıklamak üzere kapı
kontrol teorsini ortaya attılar. Bu teori, ağrının ilk olarak omurilikte kontrol edildiği
düşüncesini ortaya koyar. Teoriye göre;
- Afferent liflerle omuriliğin V. Laminasındaki T ( transmisyon) hücrelerine
gelen impuls output’u, arka boynuzun II ve III. Laminasında bulunan substantia
gelatinosa hücrelerinin aktivitesi tarafından düzenlenir, hafifletilir ve ayarlanır.
Özetle; T hücrelerinin output’u (başka bir deyimle T hücrelerine uyarı geçişi)
substantia gelatinosa hücreleri tarafından ayarlanır. Bu spinal kapıdır. Substantia i
afferent uyarının T hücrelerine geçişine iki muhtemel yolla; a) presinaptik olarak; ADelta ve C lifi aksonlarında impulsu bloke ederek veya b) postsinaptik olarak;
18
kimyasal transmiter salınımını inhibe ederek ve gelen eksitatör impulsların algılanma
seviyesini değiştirerek etkiler.
- Kapı mekanizması esas olarak geniş çaplı A-Delta ve A-Beta liflerinin
aktivitesi ile kontrol edilir. Kalın liflerin uyarılması, substantia gelatinosa hücrelerini
stimüle ederek T hücrelerine uyarı geçişini inhibe eder (kapı kapanır). İnce liflerin
uyarılması ise substantia gelatinosa hücrelerini inhibe ederek T hücrelerine uyarı
geçişini arttırır (kapı açılır).
- Arka boynuzdaki lamina V hücreleri bilginin iletiminde santral rol oynar ve
transmisyon hücreleri olarak adlandırılır. Dokunma veya ısı ile kalın liflerin aktive
edilmesi yalnızca bu lifleri uyarmaz, fonksiyonu bu sistemi inhibe etmek olan
substantia gelatinosa hücrelerini de uyarır. Bu nedenle T hücrelerinin uyarılması kısa
sürer. Bunun tersine ince liflerin ağrılı stimulusla aktive edilmesi lamina V’teki T
hücrelerini uyarır ancak aynı zamanda substantia gelatinosa (lamina II ve III)
hücrelerini de inhibe eder, böylece T hücrelerinden uyarı çıkışı önlenemez, uzun
sürer ve gelen uyarı ile orantılı şiddette olur.
- A-Delta liflerinin stimülasyonu aynı zamanda hızla santral kontrol
mekanizmasını aktive eder. Bu liflerle gelen uyarı, daha önce açıklanan
neospinotalamik yolu izler. Bu sistemle iletim çok hızlıdır ve yavaş iletim hızına
sahip yollardan gelen uyarılar algılanmadan çok önce kortekse uyarının cinsi,
lokalizasyonu ve şiddeti hakkında bilgi verir. Budnan dolayı bu sistem santrak
bölgeleri alarma geçirme ve daha önceki deneyimler, duygular, algılama ve cevap
verme gibi seçici santral mekanizmaları aktive etme işini görür. Bundan sonra,
kortikal bilgiyi taşıyan efferent lifler spinal kapıya ve daha tam aktive olmadan önce
T hücrelerini etkiler.
19
Özetle; kalın liflerin uyarılması ağrı oluşturmaz ancak neospinotalamik yolu ile
ağrının bilinmesinde ( enformasyonunda) rol oynar. Korteks bu yolla daha ağrı
algılanmadan önce uyaranın cinsi, lokalizasyonu veşiddeti hakkında bilgi edinir ve
hızlı bir şekilde spinal kapı ( substantia gelatinosa) ve T hücrelerine emirler
göndererek bu sistemi santral yolla ayarlar. Bu, santral kontrol mekanizması olarak
adlandırılır.
- Periferik afferent uyarı ile substantia gelatinosanın ayarlanması ve inen
impulsları tarafından santral kontrolün sağlanması kombinasyonu, omurilik
transmisyon hücrelerinin (T) net output’unu oluşturur. T hücrelerinin bu output’unu
oluşturur. T hücrelerinin bu output’u kritik bir seviyeyi geçtiğinde ve beyin
mekanizmaları bombardıman edildiğinde, aktivasyon sistemi adı verilen kompleks
yanıt elde edilir. Aktivasyon sistemi ateşlenmesi ile refleksler, davranış, volanter
aktivite ve karakteristik ağrı duyulur.
Özetle; T hücrelerinin çıkışı kritik bir seviyeyi geçtiği an aktivasyon sistemi
ateşlenir ve ağrı duyulur. Bu sistemin pratik önemi şudur; hastanın psikolojik
durumu, kültürel seviyesi, anksiyete ve heyecan gibi emosyonel durumlar kapı
kontrol mekanizmasını ya açar ya da kapatır.
1.6 Ağrı Sınıflandırılması
1.6.1 Akut ağrı
Klinik açıdan ağrı reaksiyonu, hekim tarafından her zaman kontrol edilmeye
çalışılan faktördür. Bir kişi ağrılı uyarana psikolojik veya fizyolojik olarak pek çok
yolla reaksiyon gösterebilir. Diş hekimi koltuğunda oluşacak akut ağrıya verilecek
ani motor yanıt başın çekilmesi, ağzın kapatılması veya kolların, bacakların
oynatılması şeklinde olabilir. Sempatik yanıt ise terleme veya kalp atım hızının
20
artması şeklinde karşımıza çıkar. Hastanın verebileceği psikolojik ya da duygusal
yanıtlar arasında inleme, bağırma, korku veya öfke sayılabilir. Yaş, cinsiyet, kişilik
özellikleri, kalıtım, kültürel yapı, korku ve anksiyete kişinin ağrıya göstereceği
tepkinin derecesini etkileyecek faktörlerden bazılarıdır.
Dental açıdan düşünüldüğünde, korku ve anksiyete ağrı reaksiyonunu ve ağrıya
dayanıklılığı en çok etkileyen faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Korku, daha
önce yaşanmış deneyimlerden edinilebileceği gibi, ebeveyn, eş veya arkadaş etkisi
sonucu da oluşabilir. Diş hekiminin ofisinde bulunabilecek, öjenol kokusu veya el
aletleri sesi gibi bazı duyusal işaretler hastanın korkusunu tetikleyebilir. Korku,
anksiyete veya olumsuz beklenti ile birleşecek, herhangi bir sebepten oluşmuş
yorgunluk durumu da hastanın ağrıya dayanıklılığını büyük oranda etkiler. Hekim
anksiyetli hastaların rahatlatmalı ve sabah erken saatlerde tedavi etmelidir.
Her birey ağrılı uyarana karşı değişik yollarla ve şiddette reaksiyon gösterse de,
yaşın ve kültürel seviyenin bu reaksiyona ciddi derecede etki ettiğini savunan
araştırmacılar bulunmaktadır. Araştırmacılar kadın ve erkekler arasında ağrı
eşiklerinin benzer olduğunu, ağrıya karşı oluşan tepkinin yaş ile ters orantılı
olduğunu göstermektedir. Hem psikolojik olgunluk hem de sinir sistemi veya
reseptörlerin yapısındaki değişiklikler bu sonucu doğurabilir.
Çocuklar, ağrı eşiği düşük olan sosyal bir model belirlememişlerse, ağrıya
dayanıklılıkları ile bilinirler. Ancak bir çocuk, ağrı verici uyaranı kontrol eden kişiye,
örneğin diş hekimine güvenmiyorsa ağrıya olan dayanıklılığı önemli oranda
düşmektedir. Çocuklar, onları nasıl bir ağrının beklediği mantıklı şekilde
açıklandığında ağrıya çok az ya da hiç tepki göstermezler. Ancak bunun tersi
yapılırsa, çocuğa yanlış ya da eksik bilgi verilirse anksiyete ve korku çocuğun ağrı
21
dayanıklılığını düşürür. Çocukların bu dayanıklılıklarına rağmen genç bireylerde ağrı
eşiği düşüktür. Bu düşüsün nedeni olarak çocukluktan yetişkinliğe geçiş döneminin
verdiği zorluklar gösterilmektedir. Değişik kültürel seviyeye sahip hastalarda yapılan
araştırmalarda, ağrı algılanması genellikle benzer seviyede olurken, ağrı toleransı
büyük değişiklikler göstermiştir.
1.6.2 Kronik ağrı
Ağrı süresi arttıkça, akut ağrıda kısa dönemde görülen psikolojik ve duygusal
yanıtların da birikmesi sonucu kompleks ve tedavisi güç bir durum oluşur. Kronik
ağrı zaman içinde öğrenilen pek çok davranış değişikliğine neden olur, hasta ağrıyı
tetiklediğini bildiği ya da düşündüğü aktivitelerden vazgeçer.
Kronik ağrı en karmaşık ağrı deneyimlerindendir, günümüz tıbbında ve diş
hekimliğinde karşılaşılan en zihin karıştırcı ve asap bozucu rahatsızlıklardan biridir.
Kronik ağrının ABD ekonomisine yıllık yükü bu rahatsızlığa ayrılan tedavi, ilaçlar,
sorunlar ve iş kaybı açısından bakılırsa 60 milyar doları aşmaktadır. ABD nüfusunun
belirgin bir kısmı olan 50 milyonu aşkın birey, kronik ağrı yüzünden günler, haftalar,
aylar, yıllar ve hatta ömür boyu çalışamaz hale gelmiştir. İnanılmaz teknolojik ve
tıbbi buluşların yapıldığı günümüz çağında, milyonlarca insan çok az iyileşme
umudu taşıyarak kronik ağrı hastası olarak yaşamaktadır. Kronik ağrı belirtileri
psikolojik ve somatik belirtilerinin karmaşık bir ağı şeklinde ortaya çıktığından,
hastanın sorunları tek tek değil, bir bütün halinde ele alınmalıdır. Kronik ağrının
devamlılığını sağlayan duygusal, davranışsal ve çevresel faktörlerin belirlenmesi,
doğru fiziksel tanıya veya pek çok kronik ağrı hastasında görülen çoklu tanıyı
koymak için şarttır.
22
Kronik ağrı hastasının karakteristik belirtilerini bilmek, ağrıyı başlatan veya
arttıran davranışları belirlemek açısından önemlidir. Kronik baş veya boyun ağrısı
çeken hastaların nerdeyse hepsinde, şikâyetin bağlı fiziksel belirtiler de
bulunmaktadır, ağrıya psikolojik etkilerin eşlik etmediği vakalar bulmak neredeyse
imkânsızdır. Hastalar kendilerini çaresiz, umutsuz hissederler, çoğı iyileşmenin
imkânsız olduğuna inanmaktadır. Genellikle melankolik ve belirtiler ya da hisler
konusunda takıntılıdırlar. Uyku ve beslenme bozuklukları ve depresyon görülebilir.
Ruh halleri çok hızlı değişir. Özgüven, libido ve hobi gibi aktivitelere ilgilerini
kaybederler. Bütün bu etmenler sonucunda ailesel, sosyal ve çevresel sorunlarla
karşılaşırlar. Hastalar bütün dikkat ve enerjilerini ağrıları incelemeye verir ve ağrının
bütün sorunlarının nedeni olduğu konusunda takıntılı hale gelir. Organik bir tedavi
bulmak için doktor doktor gezerler. Dertlerine çare ararken kavgacı, saldırgan ve
kolaylıkla yönlendirilebilir hale gelirler. Pek çok hekim kronik ağrıyı tedavi etmek
için değişik ilaç kombinasyonları, cerrahi işlemler denerler ancak sıklıkla görülen
başarısızlık durumu hekimi sıkıntıya sokarken, hastanın var olan depresyonunu
arttırmaktan başka bir işe yaramaz.
Kronik ağrının devamında, mütemadiyen süren ağrının yanı sıra, çoğu hasta
çeşitli ilaçlara bağımlı hale gelir, yüksek stres seviyelerinde yaşar, mesleklerini yitirir
ve hukuki problemlerle karşılaşırlar.
Bütün bu etkiler incelendiğinde, fiziksel tanının yanı sıra psikolojik tanının da
koyulmasının önemi anlaşılır. Hastanın incelenmesinde, ağrı şikâyetini arttıran veya
etkileyen bütün faktörler titizlikle incelenmelidir. Sorgulanacak konular arasında,
stres seviyesi, kişiler arası diyalogları, ağrının neden olduğu başka bir hastalık, ağrı
algılanmasındaki bozukluklar, yetersiz beslenme, postür (duruş) bozuklukları ve
hareket kısıtlanmaları gibi yaşamsal alışkanlıklar sayılabilir. Hastanın ağrı
23
seviyesinin belirlenmesi, ilaç kullanımın sorgulanması, duygusal durum ve fonksiyon
kaybı incelenip hastanın tedavisi planlanmalıdır.
Tedavi hem ağrıya neden olan etmeni hem de ağrının yanında görülen
davranışsal ve psikolojik yan etkileri ortadan kaldırmayı amaç edinmelidir.
2.ORAL VE KRANİOFASİYAL AĞRI
Genel Sınıflandırma
Ağrı Kaynağı
Ekstrakraniyal yapılar
İntrakraniyal
Vasküler
Kassal
Romatoid
Diş ve kraniofasiyal organlar
Beyin ile ilgili yapıalr
Vasküler sistem
Kaslar ve bağ dokusu
Kemikler, ligamentler, eklemler
Nörotik
Kausaljik
Psikolojik
Periferal sinir sistemi
Otonom sinir sistemi
Çevresel olasılıklar veya ağrı
davranışları
Ağrının Basit
Karakteristiği
Değişken
Değişken
Zonklar tarzda
Sabit ağrı
Periaurikuler veya servikal
ağrı
Sinir boyunca parestezi
Yanıcı tarzda hiperestezi
Değişken
Tablo 1. Oral ve kraniyofasiyal ağrıların sınıflandırılması
2.1 Ekstrakraniyal yapılar
2.1.1 Pulpa ağrısı
Pulpa ağrısı vweya diğer adıyla pulpalji ağız boşluğu içindeki ve çevresindaki
en sık rastlanan ağrı sebebidir, ağrıya sebep olan patolojik olayın durumuna göre şu
şekilde sınıflandırılabilir.
1.
Hiperreaktif pulpalji
(1) Hipersensitivite
24
(2) Hiperemi
2.
Akut pulpalji
(1) Hafif
(2) Orta
(3) İleri
3.
Kronik pulpalji
4.
Hiperplastik pulpitis
5.
Nekrotik pulpa
6.
İnternal rezorbsiyon
7.
Travmatik okluzyon
8.
Tam olmayan kırık
En hafif pulpa rahatsızlığı enflamasyonun görülmediği hiperreaktif pulpalji
vakalarıdır.
2.1.1.1 Hiperreaktif pulpalji
Hiperreaktif pulpalji kısa, ani ve keskin saplanmalar şeklinde ağrı ile
karakterizedir. Hasta ani bir şoktan bahseder. Ağrı ani olmasının yanı sıra bir etken
tarafından aktive edilmelidir. Hiperreaktif pulpalji vakalarında asla spontan ağrı
gerçekleşmez. Ağrı kısa sürelidir, irrite edici etmenin dişe temas süresinden biraz
uzun sürer. Ağrıyı yaratan etmen, soğuk, sıcak, tatlı, ekşi veya temas, ne olursa olsun
etkilenen odontoblastik uzantıdır. Odontoblastik uzantı etkilendiğinde pulpa siniri de
etkilenir. Hiperreaktif pulpalji genellikle yeni restorasyon uygulanmasından sonra
görülür. Aynı zamanda kök yüzeyi düzleştirildiğinde veya kök yüzeyini açığa
çıkaran periodontal cerrahi işlemlerinden sonra görülebilir. Çürüklü dişte de
Hiperreaktif pulpalji görülebilir. Maksiller sinüzite katılan maksilla dişlerinde,
25
bruksizm sonucu kırılmış dişlerde veya tam olmayan kırık dişlerde Hiperreaktif
pulpalji görülebilir.
Günümüzdeki bilgilerimize göre hiperreaktif pulpaljiyi, hipersensitif ve
hiperemik olarak ikiye ayırabiliriz.
Hipersensitivite: Hipersensitif pulpayı etkileyen faktörler arasında soğuk
yiyecek ya ada içecekler, iki ayrı metal arasında oluşan galvanik akım, kök
yüzeyinde açığa çıkmış dentinin soğuk, ekşi veya tatlı gıdalarla, meyve asitleri, tuz,
gliserin, tırnak, diş fırçası veya diş hekiminin el aletleri ile temas sayılabilir.
Hiperemi: Geçmişte bütün minör pulpa ağrılarının hiperemi ile ilgili olduğu
düşünülmüştür. Ancak Beveridge ve Brown’un gösterdiği gibi sadece sıcak uyaranlar
pulpada hiperemi yapmaktadır. Basınçtan dolayı oluşan ağrı tanımlaması hiperemik
pulpalji için doğru gözükmektedir. Ancak paradoksal olarak basınç sonucu oluşan
ağrı, pulpa basıncında düşüşe neden olmakta, ağrı geçtikten sonra basınç yeniden
artmaktadır. Bu durum da intrapulpal basınçta nöral kontrol mekanizması sorunlarını
akla getirmektedir. Hiperemik durumlarda hastanın dişinin intrapulpal basıncının
uyurken düştüğü ve uyandığında tekrar arttığı da bulunmuştur.
2.1.1.2 Akut pulpalji
Gerçek pulpalji pulpa enflamasyonu veya pulpitis sonucu oluşur. Üç başlıkta
incelenebilir.
Hafif: Başlangıç ya da hafif pulplajiye örnek olarak kavite preparasyonu
sırasında anestezinin etkisi geçmeye başlarken hissedilen ağrı verilebilir. Hasta ağrıyı
ayırt edemez ancak dişinde bir şeyler olduğunun farkındadır. Başlangıç ya da hafif
pulpaljide irritan kavite preparasyonu, soğuk, tatlı, ya da travmatik okluzyondur.
26
Orta: Orta derecedeki pulpalji gerçek diş ağrısıdır, ancak hasta genellikle
ağrıyı tolere edebilir. Çoğu hasta pulpitis geliştikten saatler bazı durumlarda günler
sonra hekime başvurmaktadır. Oluşan ağrı genellikle boğucu tarzdadır, ilk başta
lokalize edilebilir ama zaman geçtikçe yayılır ve başka bir bölgeye yansır. Ağrı
irritan uzaklaştırıldığında dinmez, dakikalar, saatler ve hatta günlerce devam edebilir.
Orta pulpaljide ağrı sadece yatmak gibi küçük bir etkenle spontan olarak başlayabilir.
Geceleri ağrı olmasının nedenlerinden biri de budur. Hasta yorulduğunda,
ayakkabısını bağlamak için eğildiğinde veya merdiven çıkıp indiğinde, yani sefalik
kan basıncını arttıracak herhangi bir harekette ağrı duyar. Ağrıyı başlatan diğer
etkenlerden sıcak içecek veya yemek, kavitedeki emme basıncı veya kaviteye isabet
edecek şekilde bir şeyler ısırmak olabilir. Bununla beraber orta derecedeki
pulpaljideki çoğu ağrı genellikle soğuk bir madde yerken gerçekleşir. Ilık suyla
yapılan gargara ağrıyı geçirmez, soğuk su ağrıyı daha da kötüleştirir. Çoğu hasta
ağrısının geçmesi için hekime gelmeden önce ağrı kesici kullanımı yoluna gider.
İleri: bir hastanın ileri derecedeki pupalji çektiğini anlamak çok kolaydır.
Hasta, insanoğlunun yaşayabileceği renal kolik, otik abse veya çocuk doğumu ile
kıaslanabilecek en yoğun ağrılardan birini kmektedir. Aslında her hekim bir şekilde
akut ileri pulpalji ağrı deneyimini yaşayabilse, hastaya nasıl yaklaşacağı sorusu daha
iyi şekillenebilirdi. Hasta çok şiddetli ıstırap çekmekte, çoğu zaman ağrı konusunda
histerik davranmaktadır. Genellikle ağlar ve hastanın kontrolü neredeyse
imkânsızdır. Bazı hastaların dişinin ağrısını dindirmek için kendi dişini çektiği,
dişine sert cisimlerle vuduğu ve hatta çok ileri için intihara kalkıştığı bilinmektedir.
Aslında ağrının dindirilmesi ya da azaltılmasıutanç verici düzeyde basittir; soğuk su.
Ağzın soğuk su ile çalkalanması geçici olarak ağrıyı azaltır veya durdurur. Hasta bu
durumu, örneğin ilaç alırken, keşfeder ve devamlı yapma isteği duyar. Genellikle
27
ellerinde soğuk su şişesi ile hekime başvurur, hamile kadınların doğum sancılarının
sıklığını sayması gibi, soğuğun dindirdiği ne zaman yeniden başlayacağını
saniyelerle hesaplar. Geçici rahatlama genellikle 30- 45 saniye sürer. Hata hekimi
gece ağrı şikâyetiyle arıyorsa, hekim ilk olarak hastaya ağzını soğuk suyla
çalkalamasını söylemelidir. Eğer ağrı artıyorsa hata orta derecede pulpalji
çekmektedir, bu durum muhtemelen sabaha ileri derecede pulpaljiye dönüşecektir.
İşinin hakkını veren hekim en kısa zamanda müdahale etmeli ve ağrısını
geçirmelidir. Hastanın soğuk uygulaması geçici bir çözümdür ve bir süre sonra soğuk
bile ağrıyı geçirmeye yardımcı olmayabilir. Hekimin hastaya yapacağı lokal anestezi
sonucu vereceği rahatlama hasta için belki de hayatının en güzel anlarından birisi
olacaktır.
2.1.1.3 Kronik pulpalji
Kronik pulpalji çeken hastaların, ağrılarını tarif etmek için en sık kullandığı
kelime “sızı” dır dır. Hastalar bu ağrıyı uzun süre tolere ederler, ağrının kontrol
edilmesi de kolaydır, birkaç aspirin yeterli olmaktadır. Hastalar hekime, diş her gece
ağrı yapmaya başladığı zaman başvurur. Kronik pulpaljide duyulan ağrı gayet
yaygındır, hasta rahatsızlık kaynağını lokalize edemez. Genellikle şikayetini “alt
çenemde ağrı var” şeklindeki cümlelerle bildirir. Kronik pulpalji ağrısı yansıyabilir.
Kronik pulpalji çeken hastalar uzun süre hekime başvurmazsa akut apikal abse ile
karışabilir. Kronik pulpalji vakalarında diş soğuktan etkilenmez, sıcak sıvıların
temasından da az derecede etkilenir. En sık rastlanan durum dişin üstüne basmaktaki
tereddüttür. Ağrı gıda parçası kaviteye girdiği zaman başlar ve irritan
uzaklaştırılmadıkça devam eder. Hastalar genellikle yattıkları zaman veya yorgun
oldukları zaman ağrının arttığından şikâyet ederler. Kronik ağrı karakteristiği
bakımından yaygınlık gösterir. Mandibular molarında rahatsızlık olduğunu iddia
28
eden hastada yapılacak incelemede kaynağın maksiller molar olduğu tespit edilebilir.
Genellikle hastaya hatalı olduğunu anlatabilmek için ağrıdan sorumlu dişe lokal
anestezi yapmak gerekebilir.
2.1.1.4 Hiperplastik pulpitis
Hiperplastik pulpitis vakalarında açığa çıkan pulpa dokusu direk olarak
uyarılmadıkça belirti vermez. Bu gibi durumlarda ağrı genellikle beslenme sırasında,
daha önceden açığa çıkmış pulpa üstüne çiğneme basıncının etki etmesi ile başlar.
Aşırı sıcak veya aşırı soğuk yiyeceklerde, örneğin sıcak kahve veya dondurma, az
miktarda hassasiyet görülebilir.
2.1.1.5 Nekrotik pulpa
Pulpadaki tüm sinirlerin tahrip olduğu tam pulpa nekrozu için çok bariz
belirtiler bulunmamaktadır. Genellikle kısmi pulpa nekrozu sırasında hastalar kronik
pulpalji ile kıyaslanabilecek hafif-orta şiddette şikâyet duyarlar. Çok köklü vakalarda
tedaviden önce iyi bir tanı şarttır, tek kökte nekroz oluşan vakalarda diğer köklerdeki
pulpa canlı kalmış olabilir, akut veya kronik pulpitis gelişebilir.
2.1.1.6 İnternal rezorbsiyon
İnternal rezorbsiyon, etkilediği diş genellikle belirti vermediğinden sinsi bir
hastalık olarak tanınır. Bazı durumlarda internal rezorbsiyon, orta derecedeki akut
pulpalji ağrısını taklit edebilir. Ancak en sık görülen belirti, kronik pulpalji ağrısına
benzer, tolere edilebilen rahatsızlıktır. Dişin kronunda görülen internal rezorbsiyon
vakalarında yeterli miktarda madde kaybı sonucu pulpanın rengi mine yüzeyine
yansır ve “pembe diş” görünümü ortaya çıkar. İnternal rezorbsiyon vakalarında
ağrıyı başlatan faktörler, pulpanın dış ortama açıldığı yerin lokalizasyonuna göre
değişir. Pulpa kron seviyesinde dişi delerse, diş hiperplastik pulpitis vakası gibi
29
görünür. Pulpanın süren distrofisi belli bir bölgede sınırlı kaldığından diş sıcak,
soğuk içeceklerden etkilenmez. Diş yüzeyinde açığa çıkan pulpa çiğneme sonucunda
rahatsızlığa neden olur ancak hasta bu şikâyetle hekime başvurmaz.
2.1.1.7 Travmatik okluzyon
Bruksizm sonucu veya yüksek yapılmış bir dolgu sonucu travmatize olmuş diş
hafif şiddette pulpalji çeker. Her şeyden önce pulpa hipersensitiftir, soğuk uyaranlara
karşı tepki gösterir. Hasta sabahları uyandığı zaman ağrı varlığından şikâyet eder,
çoğu durumda uyanma rahatsızlık nedeniyle olmaktadır. Ağrı genellikle 1-2 aspirin
aldıktan sonra geçmektedir. Bruksizmden kaynaklansa bile, hasta normal yaşamı
içinde çiğneme hareketinin ağrı yapmadığından bahseder. Bazı durumlarda, iyi bir
kanal tedavisi yapılmış dişlerde bile bruksizm sonucunda pulpaljiye benzer belirtiler
görülebilir. Bunun gibi durumlarda diş doğal olarak sıcak-soğuk etkilerine yanıt
vermez. Malokluzyon kaynaklı vakalarda şikâyetler bazı durumda hekim
koltuğundaki okluzal düzenlemeden hemen sonra geçer.
2.1.1.8 Tam olmayan kırık
Üstünde çatlak veya yarık bulunduran ancak tam olarak kırılmamış dişler,
hekimlik pratiğindeki en garip belirtileri veren dişlerdendir. Bu belirtiler sürekli
devam eden ve açıklanamayan hipersensitif pulpadan, sürekli devam eden bir diş
ağrısına kadar çeşitlilik göstermektedir. Diş sadece çiğneme sırasında rahatsızlık
veriyor olabilir, bu durumda ağrı bıçak saplanması şeklinde gelip geçici olacaktır.
Çiğneme anında dişe gelen kuvvetler dentinin ayrılmasına neden olacak, bu nedenle
ağrı oluşacaktır. Pulpa sadece hipersensitif olabilir. Bir vakada, bukkal tüberkül
tamamen kırılana kadar farkına varılmayan çatlak sonucu pulpa hassaslığını 8 yıl
korumuştur. Çoğu vakada ağrı kaynağı olan diş çürüksüzdür veya restorasyonsuzdur,
diş ile ilgili bir rahatsızlık olduğuna inanmaz güçtür. Eğer kırık, dış yüzey ve pulpa
30
arasında
uzanıyorsa,
bu
aralıktan
bakteri
invazyonu
ve
gerçek
pulpitis
gerçekleşebilir. Çoğu vakada temel şikâyet dişin üstüne basınca meydana gelen hafif
ağrıdır. Diş soğuk gıdaların temasından etkilenebilir.
2.1.2 Periapikal ağrı
Periapikal ağrı, pulpa ağrısı kadar şiddetli olabilir ve genellikle daha uzun
sürer. Rahatsızlık yaratan periapikal lezyonlar olarak (1) akut apikal periodontitis
(AAP), (2) akut apial abse (AAA), (3) kronik apikal periodontitis (KAP), (4) kronik
apikal abse (KAA), (5) apikal kistler sayılabilir.
2.1.2.1 Akut apikal periodontitis
Periapikal ağrının bu tipinde rahatsızlık son derece dayanılmaz olabilir ve
günlerce sürebilir. Diş özellikle dokunulmaya karşı çok hassastır, ağız kapanırken
karşıt dişin temas etmesi bile hastanın gözyaşı dökmesine neden olabilir. Ağrı çok
inatçıdır, günün 24 saati devam eder. Ağrı kemirici, vurucu ve zonklar tarzdadır.
Hastalar tek rahatlamayı dişin üstüne basmakta bulurlar, ancak dişe temas etmek ağrı
döngüsünü yeniden başlatır. Hastalar dişin çekilmesi için yalvarabilir. Hastanın
istediğine uyup diş çekilirse, ağrı osteitise bağlı olarak 48 saat daha devam edebilir.
Diş çevre dokularında herhangi bir şişlik görülmez, dikkatli incelendiğinde dişin
soketinden hafifçe yükseldiği saptanabilir. Hiçbir müdahale yapılmazsa ağrı yaklaşık
1 hafta sürer. AAP’e İatrojenik yolla da neden olunabilir. Kanal tedavisi sırasında
apeksten taşırılacak kanal aleti, kanal debrisi, kimyasal solüsyonlar veya nekrotik
dokular periapikal dokularda reaksiyona neden olacaktır. Bu irritan şiddetli
enflamasyona ve ağrıya neden olurlar. Eğer kanalda bakteri varsa ve bunlar da
apikalden taşırılmışsa apikal abse oluşacaktır. Tipik olarak akut apikal periodontitis
endodontik tedaviden sonra gerçekleşir. Mandibular premolar ve molar dişler en sık
etkilenen dişlerdir. Bunun nedeni dişlerin düz kanalları ve apikalden taşmanın
31
kolaylığıdır. Ek olarak dişlerin apekslerini çevreleyen kalın kortikal kemik ve az
miktarda bulunan kansellöz kemik ödemin yayılabileceği alan bırakmaz. Bu
sınırlandırma alandaki basıncı büyük oranda arttırır ve ağrıya neden olur.
2.1.2.2 Akut apikal abse
Akut apikal absede görülen ağrı, akut apikal periodontitiste görülen ağrıyla
benzer özellikleri taşımakla beraber şiddet olarak daha düşüktür. Sonuç olarak
nekroz enflamatuar döngünün bir uzantısıdır, akut apikal periodontitiste görülen
enflamasyon müdahale edilmezse sonuç nekroz olur. Akut absedeki nekroz, sıvı
birikmesine neden olacak kadar doku yıkımı yapar. Ekstravazasyona uğramış sıvılar
periapikaldeki abse boşluğana dolar. Ancak bu anlatılanlardan AAA’de ağrı olmaz
anlamını çıkarmak doğru değildir. Tam tersi, akut apikal abse çok ağrılıdır, akut
apikal periodontitisle kıyaslandığında, dayanılmaz ağrı yok olmuştur, yerini devamlı
sistolik zonklayan tarzda özellikle palpasyonda artan ağrı almıştır. Diş hareket
esnasında ve çiğneme işlemi sırasında ağrı yapar. Akut apikal absedeki rahatsızlık,
absenin boyutu arttıkça kademeli olarak artar. Abse, nekroze ve enfekte pulpa
kanalından kaynaklanabileceği gibi, endodontik tedavi sırasında apeksten taşırılan
bakterilerin aktivasyonu sonucu olabilir. Hangi nedenle başlarsa başlasın, başlangıçta
çok şiddetli olmayan ağrı, abse büyüdükçe artar. Bu artış abse alveolar kemiği eritip
fistülize olana kadar veya diş etinde şişkinlik yapana kadar sürer.
2.1.2.3 Kronik apikal periodontitis
Kronik apikal periodontitis genellikle pulpa kaynaklı, apekste konumlanmış
yaygın enflamatuar yanıttır. Klinikte hassasiyet görülmez, perküsyona pozitif cevap
veren diş, çiğnemeye ve palpasyona karşı hassasiyet gösterebilir.
32
2.1.2.4 Kronik apikal abse
Kronik apikal abse, diğer bir adıyla süpüratif apikal periodontitis akut abselerin
sonucu veya pulpadan gelen hafif irritasyonlara karşı apikal dokunun bir reaksiyonu
olarak görülürler. Pulpa hastalığının dışında apekste oluşan hematomun enfekte
olmasıyla veya tam yapılmayan kanal dolgularından sonra ya da pivo uygulanan
dişlerde bir süre sonra KAA görülebilir. Sakin dönemdeki KAA klinikte belirti
vermez. Ağrılar akut hale geçtiği zaman, alevlenme olduğu zaman başlar. Her devital
dişte KAA varlığından şüphe etmek gerekir.
2.1.2.5 Apikal kist
Apikal kistler enfekte olmadıkça ağrı yapmazlar. Enfeksiyon durumlarında ise
akut apikal abse gibi işlem görmelidir.
2.1.3 Periodontal lezyon ağrısı
Birkaç periodontal lezyon gerçekten ağrılıdır. Lezyonları sadece gingiva
seviyesinde tahribat yapanlar ve daha derin periodontal kompleks yapısı üstünde
tahribat yapanlar olarak ikiye ayırabiliriz. Dişetini ve mukozayı içeren iki ağrılı
lezyon nekrotizan ülseratif gingivitis ve herpes simpleks’tir. Perisemental dokuları da
içeren lezyonlar akut gingival veya periodontal abse ve perikoronitis.
2.1.3.1 Nekrotizan ülseratif gingivitis
Nekrotizan ülseratif gingivitis özel önem taşıyan acil bir durumdur. NUG
genellikle stres dönemleri sonunda ortaya çıkar. Aynı zamanda sigara içme, fazla
alkol alma, düşük sosyoekonomik durum, kötü beslenme, yaş, genel durum
bozukluğu ve iklim ile de bağlantılı olabilir. Duygusal stresi arttıran, hastanın vücut
direncini düşüren veya plak kontrolünü yürütmesini engelleyen durumlar NUG
başlamasına neden olabilir. Hastalık genelde aniden başlar ve hasta dişlerinde veya
33
dişetlerinde şiddetli ağrıdan yakınır. Çoğu zaman ağrı yapan bölge lokalize edilemez,
hastalar “bütün ağzım yanıyor” veya “bütün dişlerim ağrıyor” şeklinde şikâyetlerle
kliniğe başvurur. Ülserasyon alanlarında ağrı daha da şiddetledir. Hastalığa sistemik
bulgular da eşlik edebilir, bunlar ateş, baş ağrısı, halsizlik, iştahsızlık ve bölgesel
lenfadenopati şeklinde izlenebilir. NUG’de en tipik ve tanı koydurucu bulgu
interdental papillerde ülserasyon ve krater oluşumudur.
2.1.3.2 Herpetik gingivostomatitis
Herpes simpleks lezyonlarının gingivada ve çevre dokularda meydana getirdiği
rahatsızlıktır. Bu hastalık, yükselmiş, çember şeklinde kenarları olan küçük ülserlerle
karakterizedir. Lezyonlar sarımsı ve peynirimsi görünümündedir ve basınç karşısında
NUG’den daha az kanama eğilimleri vardır. Hastalığa genel olarak yanma hissi eşlik
eder ve bu yeme içme aktivitesini zorlaştırır. Hastalar ağız dışı ve ağız içi tipik
lezyonlardan başka oldukça şiddetli sistemik semptomlar da gösterir.
2.1.3.3 Akut gingival veya periodontal abse
Akut periodontal abseden rahatsız hasta dişinin hareket anında veya üstüne
basıldığında ağrı yaptığından şikâyetçidir. Ağrı, akut apikal absedeki gibi derin ve
zonklar tarzda değildir. Bir miktar şişkinlik gözlense de akut apikal absedeki kadar
yaygın değildir. Periodontal abse derin periodontal dokuları etkileyen, lokalize,
pürülan enflamatuar bir lezyondur. Yabancı maddeleri cep derinliklerine iten, serbest
drenajı engelleyen ya da bir cebin ağzının kapanmasına neden olan etkenler
periodontal abse oluşumuna yol açabilir. Akut gingival abse ise lokalize (genellikle
yüzeysel), ağrılı, hızla genişleyen bir lezyondur ve marjinal dişeti veya interdental
papilde aniden ortaya çıkar. Dişetine veya dişeti oluğu içine bir yabancı cismin
batması sonucu oluşur ( fırça kılı, patlamış mısır gibi). Her iki tip abse de diş sıkan
veya bruksizmi olan hastalarda sıklıkla görülür.
34
2.1.3.4 Perikoronitis
Perikoronitis özellikle gömük 20 yaş dişlerinin neden olduğu bir enfeksiyon
şekli olup, yarı sürmüş dişlerde kronu çevreleyen yumuşak dokuların enfeksiyonu
olarak tanımlanabilir. Meydana gelen enfeksiyon akut, subakut veya kronik olabilir
ve bazı vakalarda ülseratif gingivitis görülebilir. Enfeksiyondan sorumlu bakteriler
genellikle Borrelia vincentii ve Fusiformis dentium ‘dur.
Akut perikoronitis: Çiğneme ile artan, uykuyu engelleyen, komşu sahalara
yayılan zonklama tarzında ağrılarla karakterizedir. Çeşitli derecelerde trismus olabilir
ve hasta ekstraorak şişlik ile yutma sırasındaki zorluktan şikâyet eder. Genelde ateş,
nabız ve solunum hızı artmış olur. Submandibular lenf düğümleri şiştir ve
palpasyonda hassastır. Ağız kokusu vardır, ilgili bölgedeki dişeti şişmiştir ve çok
hassastır. Ufak bir temas ile altından pü gelir.
Subakut perikoronitis: Ender olarak yayılan, devamlı, künt bir ağrı ile
karakterizedir. İstenmeyen tat, ağız içi şişlik ve çenedeki huzursuzluktan dolayı
şikâyet vardır. Muayenede dişin üzerinde ödemli bir dişeti görülür. Yanak ısırmak,
ağız kokusu, bukkal sulkusta fluktasyon gözlenebilir. Pü oluşumu subakut
perikoronitis sonu olarak görülebilir. Sulkus boyunca m. Buccinatorius fibrilleri
arasında cerahat ilerler ve gevşek bağlantı dokuyu tutarak ağız içinde fistülize
olabilir.
Kronik perikoronitis: Bir gün kadar süren orta dereceli künt bir ağrı ile
karakterizedir. Ara sıra şikâyet tekrarlanmaktadır. Hasta istenmeyen, hoş olmayan bir
tattan şikâyetçidir. Röntgende o bölgede krater şeklinde defekt vardır.
35
2.1.4 Yansıyan ağrılar
2.1.4.1 Yansıyan pulpa ağrısı
Diş hekiminin karşılaşacağı en kafa karıştırıcı fenomen yansıyan pulpa
ağrısıdır. Bu konuda yapılan araştırmalar diş ağrılarının her zaman belli bir kalıp
içinde yansıdığını göstermiştir. Klinikte belirli deneyime sahip her hekim bu kalıpları
kavrayacaktır. Yansıma kalıpları çok şekilde gerçekleşmektedir, hekim zaman içinde
orta hattı geçmesi dışında her türlü yansımanın gerçekleşebileceğini fark eder.
Glick pulpaljiye bağlı yansıyan ağrıyı ayrıntılı olarak ortaya koymuştur, ağrı
dişten dişe veya dişten çevre kutanöz ve derin yapılara yansıyabilmektedir. Pulpa
ağrısı ve yansıyan ağrı üstüne Robertson, Wolff ve Goodell araştırmalar
yapmışlardır. Yazarlar dişin minesine elektrot yerleştirmek ve elektrotlara 10,0
voltluk akım vermek suretiyle ağrı oluşturmuşlardır. Bunun ötesinde, ağrı süresinin
10 dakikayı geçtiği durumlarda yansıdığını keşfetmişlerdir.
Bir başka araştırmayı Wolff gerçekleştirmiştir, bir dişten kaynaklanan ağrının
nereye yansıdığını bulduktan sonra hem ağrının kaynağına hem de yansıma
bölgesine lokal anestezi yaparak rahatlamayı gözlemiştir. Yansıyan bölgeye yapılan
anestezi sonrasında sadece kısmi rahatlama görülürken, kaynak dişe yapılan anestezi
tam rahatlama sağlamıştır.
Wolff aynı zamanda süresi uzayan ağrının, örneğin mandibula osteomyelitisi
sonucu oluşan uzun süreli ağrının yüz, baş ve boyun kaslarında uzun süreli
kasılmalara neden olduğunu bulmuştur. Bu gibi durumlarda mandibuladaki ağrı
kaynağı anestezi ile uyuşturulduğunda ağrının yansıdığı beşinci kafa çiftinin üçüncü
dalının innerve ettiği bölge de rahatlamıştır. Buna rağmen ağrının çevresindeki
boyun kası spazmları devam etmiştir.
36
Wolff ve Ray’ın çalışmaları derin pulpa ağrısının çevre superfisiyel ve kutanöz
bölgelere nasıl yansıdığını açıklayabilir ancak bir dişten öbür dişe veya paranasal
sinüsten dişe nasıl ağrı yansıdığını açıklayamaz. Bu tip yansıyan ağrıyı Ruch ve
Fulton alışkanlık yansıması olarak açıklarlar.
Ruch hislerin yansımasının öğrenilen bir fenomen olduğunu iddia eder. Bu
sonuca şu yolla gitmiştir; “klinik gözlemde bir ağrı alışılagelmiş bölgeye değil de
daha önceden operasyon veya travma geçirmiş ya da daha önceden saptanmış
patolojik lezyonun bulunduğu bölgeye yansır.”
Bu alışkanlık yansıması konseptini Hutchins ve Reynolds şu deneyle
doğrulamışlardır; lokal anestezi yapılmadan doldurulmuş bir diş, daha sonraki
zamanlarda homolateral nazal duvar maksiller sinüs ağzı yakınlarında bir iğne ile
uyarıldığında ağrı yapmaktadır.
Ruch, Hutchins ve Reynolds’un araştırmasını değerlendirirken, daha önceden
travmaya uğramış pulpanın duyusal sinirlerini “öğrenilmiş yanıt” olarak görmektedir.
Sinüsten gelen uyarılar, izleyecekleri yol olarak daha önceden ağrı iletisini taşımak
için kullanılmış bir yolu kullanmakta ve bu bölgeye ağrı yansımasına neden
olmaktadır.
Bu önerme ile bir dişten başka bir dişe nasıl ağrı yansıdığı açıklanabilir.
Pulpitisli dişin ağrısının yansıdığı diş daha önceden çürüklü, travmalı veya
anestezisiz dental işlem görmüş olabilir. Yaralanmış pulpa, gelecekte ağrının
yansıması için bereketli bir alan haline dönüşmektedir.
Aynı yolla TME problemleri çeken hastaların neden dişlerinde ağrı oluştuğunu
da açıklayabiliriz.
37
Reynolds ve Hutchins çalışmalarına devam ederken, bazı dişlere ağrının
yansımasını durdurabileceklerini keşfetmişlerdir. Çalışmalarında; maksiller çenede,
her iki taraftaki dişlerde anestezi uygulamadan travmatik işlemler yapmışlar,
sonrasında burundaki maksiller ostium yakınlarına iğne ile yaptıkları uyarıda ağrının
her iki taraftaki dişlere de yansıdığını belirlemişlerdir. Bu veriler kayıt altına
alındıktan sonra sağ taraftaki bütün dişler uyuşturulmuştur. Bu enjeksiyonlardan 2
hafta sonra iğne batırması testi yeniden yapılmış ve anestezi uygulanmış dişlerin
hiçbirinde ağrının yansıdığı görülmemiştir. Buna rağmen hiç anestezi uygulanmamış
sol tarafta, sol maksiller ostium uyarıldığında ağrı yansıması görülmüştür. Bu
çalışmalarla, dental işlemler sırasında yapılacak anestezinin bir başka önemi de
ortaya çıkarılmıştır.
2.1.4.2 Atipik diş ağrısı
Atipik odontalji, dental migren gibi isimlerle adlandırılan bu rahatsızlığın
bütün belirtileri ileriki bölümlerde incelenecek atipik fasiyal nevralji ile
örtüştüğünden, konu o başlık altında incelenecektir.
2.1.4.3 Tükrük bezi hastalıkları
Tükrük bezleri tıkanma, enfeksiyon, dejenerasyon ve tümör büyümesi gibi
çeşitli hastalıklardan etkilenebilir. Bununla beraber, ağrı ve rahatsızlık durumu, bezin
kendisinin enflamasyonu söz konusu olduğunda ortaya çıkmaktadır. Sjögren’s
sendromunda, parotitisde ve bazı bağ dokusu hastalıklarında, lupus eritematozus ve
romatoid artrit gibi, tükürük bezi ağrıları dişlere yansıyabilir.
38
2.1.4.4 Kulak ağrısı
Kulak bölgesinde görülen ağrı otitis media veya mastoiditis gibi kulaktan veya
çevre dokulardan kaynaklanabilir. Buna rağmen dişlerden, TME’den, tonsillerden,
dilde, boğazdan, trakeadan veya tiroid bölgesinden kaynaklanan ağrılar, V, VII, VIII,
IX, X,XI,C 1, C 2 ve C 3 kraniyal sinirler tarafından innerve edildiğinden kulağa
yansıyabilir.
39
Resim.1 Pulpalji nedeniyle meydana gelen ağrının yansıma modelleri. Siyah,
pulpalji nedeni olan dişleri simgelemektedir. Noktalı alanlar yansıyan ağrı
bölgeleridir. A, maksiller kanin ağrısı, maksiller birinci veya ikinci premolar ve/veya
birinci veya ikinci molarlara, ayrıca mandibular birinci veya ikinci premolara
yansıyabilir. B, maksiller premolar ağrıları mandibular molarlara yansıyabileceği
gibi tersi de olabilir. C, mandibular kesici, kanin ve birinci premolar mental bölgede
yansıyan ağrı oluşturabilir. D, mandibular ikinci premolar mental ve orta ramus
bölgesinde yansıyan ağrı oluşturabilir. E, mandibular birinci veya ikinci premolarlar,
maksiller molar dişlere yansıyan ağrı oluşturabilirler. F, mandibular molarlar öne
doğru mandibular premolarlarda yansıyan ağrı oluşturabilirler.
40
Resim 2. Maksiller ikinci premolardan kaynaklanan yansıyan ağrı. 10 voltluk
elektrik verilmesinden sonra ağrı ilk olarak diş ve çevresinde başlamıştır, 5 dakika
sonra kulakta dolgunluk hissi, şişkinlik ve kasta sertlik oluşmuştur, ek olarak
homolateral olarak temporal, zigomatik ve supraorbital bölgede ağrı oluşmuştur.
Ağrı en yüksek şiddetine 20 dakika sonra ulaşmıştır.
Resim 3. Alt birinci molar dişin 10 dakikalık süre boyunca elektrik ile
uyarılmasında oluşan ağrı. Kulak kanalında, alt ve üst çenelerde, zigoma üstünde,
kulak üstünde ağrı, bununla beraber kulakta dolgunluk hissi ve acı oluşmuştur.
Masseter kasta sertlik ve şişkinlik oluşmuştur. Uyarıdan 20 dakika sonra başın alt
yarısında şiddetli baş ağrısı oluşmuştur.
41
Resim 4. Maksiller üçüncü molar diş pulpaljisinden kaynaklanan geniş
yansıyan ağrı bölgesi. Yansıyan ağrı bölgesine yapılan procaine enjeksiyonları
sadece iğnenin girdiği bölgelerde rahatlama sağlamıştır. Üçüncü molar dişin
çevresine yapılan anesteziden sonra hem direkt hem de yansıyan ağrı yok olmuştur.
Resim 5. Alt sol premolardan kaynaklanan ağrı sadece geniş bir sahaya
yayılmaz, ağrı nedeniyle yüz, baş ve boyun bölgesinde spazmlar oluşur. Trigeminal
sinirin mandibular dalı uyuşturulduğunda ağrı hafifler ancak spazmlar geçmez.
42
2.1.4.5 Sinüs ve paranasal ağrı
Sinüzit yaygın bir ağrı nedenidir. Ağrının yeri değişiklik gösterir, maksiller
sinüzitte maksilla ve maksiller dişlerde, frontal sinüzitte orbitanın üstünde ve frontal
çıkıntıda, ethmoid sinüzitte gözlerin arasında ve arkasında, sfenoid sinüzitte de sertyumuşak damak sırasında ve mastoid çıkıntıda görülür.
Diş ağrısının en sık görülen ekstra oral kaynağı, maksiller sinüsten ve ilgili
nasal mukozadır. Yanlış tanı yüzünden pek çok diş çekilir. Hekimin tanıyı
koyabilmek için bütün sorunların nerden kaynaklanabileceği konusunda bilgili
olmalıdır. Sinüzit hastası sıklıkla diş ağrısı nedeniyle ilk olarak diş hekimine
başvurur. Hasta posterior maksiller dişlerinden birkaçının devamlı fakat hafif şekilde
ağrıdığını söyler. Kökleri sinüs tabanı ile ilgili bütün dişlerde ağrı vardır. Dişte
uzama hissi olabilir, hasta çenelerini kapatırken ilk olarak o dişin temasa geldiğini
söyleyebilir. Bazı durumlarda orta hatta kadar bütün dişler hassas ve uzamış gibi
olabilir. Ağrılı dişler soğuk içeceklere hassasiyet gösterir. Ağrı hafif fakat derindir,
yüzeye yayılır, ağız tabanına ve buruna doğru yayılır. Yansıyan bir baş ağrısı ve
yüzün yan tarafında hiperaljezi görülür. Basınç değişimlerinde, örneğin bir tepeye
çıkarken ya da uçak seyahatinde ağrı artar. Hasta aynı zamanda burun akması, ateş
ve kanlı mukustan şikâyetçi olabilir. Sinüzitte ağrının nedenlerinden biri maksiller
sinüsün enflamasyonu ve büyümesidir. Ancak en büyük rahatsızlık sebebi nazan
mukozanın enflamasyonu ve ödemidir, ödematöz mukoza maksiller sinüsün
ostiumunu kapar. Nazal mukozanın ödeminden toz, yiyecek, polen, tüy alerjisi ve
bakteriler sorumludur. Ayrıca nazal ve paranazal enflamasyona etken olarak öfke,
korku, tansiyon ve anksiyete gibi psikojenik faktörler ed gösterilmektedir. Nazal
dokuların ve sinüsün birincil olarak enfekte olması da rahatsızlık nedeni olabilir
ancak yaygın görüşün tersine sinüsün enfekte olması çok sık karşılaşılan bir durum
43
değildir. Wolff ve Reynolds ve Hutchins tarafından yapılan araştırmalar sinüs ağrısı
sanılan ağrının genellikle nazal mukozadan kaynaklandığını göstermiştir. Sicher ise
anatomik bir noktaya değinmektedir. Maksiller molar ve premolar dişleri innerve
eden superior alveolar sinir sinüsün ince duvarı boyunca seyreder. Canaliculi
genellikle sinüsü perfore eder ve böylece sinir enfekte ve enflame mukozası ile direk
temasa geçer. Ancak diş hekimi bütün bu sayılan faktörlerin dışında diş köklerinin de
sinüzite neden olabileceğinin bilmeli, diş kökleri ile ilgili sorunları çözmeden
sinüzitin geçmeyeceğini bilmelidir.
2.1.4.6 Myokardial enfarktüs, koroner tromboz ve anjina pektoris
Maksillada ve mandibulada görülebilecek en ağır yansıyan ağrılardan bazıları
kalpten kaynaklanır. Çenelere etki edecek diğer ağrı kaynakları arasında
kardiospazm-özofagus kardiak sfinkterinin spazmı-tiroid hastalığı sayılabilir.
Bahsedilen ağrı, çenelere yansıma yönünün tam tersine de etki edebilir, pulpalji
ağrısı kollar bölgesine yansıyabilir. Bir vakada alt premolar dişinden kaynaklanan
pulpalji boyun, omuz ve kol bölgesine yansımıştır. Kalp ağrısının çeneler gibi uzak
bölgelere nasıl yansıdığını anlamak zor olabilir, bu yansımayı daha önce açıklanmış
olan dermatomlar yaratmaktadır.
Bazı hastalarda koroner rahatsızlıktan dolayı sol maksilla ve mandibulasında
ağrı oluşur. Bir hastada, ilginç olarak koroner rahatsızlık sok maksillada ve sağ kolda
ağrı yapmıştır ancak göğüs ağrısı yaşatmamıştır. Matson, bir koroner tromboz hastası
ile ilgili raporunda hastanın mandibulasının ve boynunun her iki tarafında da ağrı
olduğunu, ağrının zigomaya ve temporal bölgeye doğru yayıldığını, ancak göğüs,
omuz ve kollarda hiç ağrı oluşmadığını anlatmaktadır. Myokardiyal enfarktüsün tipik
belirtisi aniden başlayan ve artan prekoriyal ağrı ve beraberindeki boğulma hissidir.
44
Boğucu ağrı epigastriumdan- genellikle sol tarafta- mandibulaya doğru yukarı çıkar.
Ek olarak kollarda, özellikle sol kolda şiddetli ağrı görülür. Norman, myokardiyal
enfarktüs geçiren 4 hastasında sağ ve sol çenelerinde yansıyan ağrı oluştuğunu
bildirmiştir. Sol maksillaya yansıyan ağrı sık rastlanan bir durumdur. Macruz sol
çene ve kolda oluşan ağrının sirkumfleks koroner arterdeki obstrüksiyona
bağlamaktadır.
Tam kalp veya sol meme ucunun üstündeki ağrı neredeyse asla kalp krizi
belirtisi değildir. Direk sol göğüs ağrısı, sıkışma hissi yoksa paroksimal taşikardi,
pulmoner emboli, hiatus hernia, viral myokardit, viral perikardit, gastrit, peptik
özofajit, düodenal ülser veya astım belirtisi olabilir. Eğer ağrı kollarda oluşuyorsa
artritis, bursitis veya kas çekmesi durumlarında kolu başın üstüne kaldırınca ağrı
artarken, kalp krizinde artmaz.
Kalp krizi sırasında anlatılan belirtilerle beraber ölüm hissi, mide bulanması ve
terleme, soğuk terli deri gibi şok belirtileri de görülebilir. İlerleyen aşamada hasta
bilincini kaybeder ve siyanotik hale geçer.
Koroner tromboz hastalarında anlatılan göğüs ya da kol semptomlarından
hiçbirisini yaşamadan, sadece çeneler bölgesine yansıyan ağrı şikâyeti ile kliniğe
başvururlar. Bir vakada hasta normal günlük hayatını sürdürürken sol maksiller
ikinci molar bölgesine aniden giren ağrı sebebiyle diş hekimine başvurmuştur.
Alınan anamnez sırasında hasta pek alışılmadık yansıma noktası olan sağ kolunda da
ağrı olduğundan bahsetmiştir. Dişte ve çevresinde bir lezyon tespit edilmediğinden
hasta kalp uzmanına yönlendirilmiş ve esas hastalığı teşhis edilmiştir. Bunun tam
aksi bir durumda, hasta benzer ağrı ile diş kliniğine başvurmuş ve klinikte ağrının
TME’den kaynaklandığı teşhisi koyulmuştur. Bu yanlış teşhisi tedavi olarak hastaya
45
gece plağı uygulanmıştır. Hasta plağı 2 hafta kullanmış, ağrısı geçince de tedavi
tamamlanmış sayılmıştır. Zamanında yanlış tanı koyulduğu kesindir, eğer gerekli
araştırmalar eksiksiz yapılsaydı hasta belki de 2 sene sonra gelecek krizden
kurtulacak ve hayatta kalacaktı. Tekrar tekrar değinilmesi gereken nokta, hastaların
büyük çoğunluğunun kalp veya göğüs belirtisi göstermemeleridir. Sol kolda ağrı
görülmesi yaygın olsa da, bazı vakalarda görülmeyebilir.
Angina pectoris vakalarında da ağrı genellikle sol mandibular bölgeye etki
eder.
Resim 6. A, myokard enfarktüsü sırasında gözlenen ağrı modeli. B, sol göğüs
bölgesindeki zararsız, non kardiyak ağrı.
2.2 İntrakraniyal yapılar
Anlatılan ekstrakraniyal grup rahatsızlıklarından sonra ağrıya neden olacak
intrakraniyal rahatsızlıkların bilinmesi de önemlidir. Nadir olarak karşılaşılsa da
intrakraniyal patolojiler baş, yüz ve boyun bölgesinde ağrı oluşturabilir. İntrakraniyal
46
enfeksiyonları, nörolojik belirtileri ve kafa içi boşluklarını dolduran patolojileri tespit
etmek için nörolojik ve nöroşirurjik değerlendirme çok önemlidir.
Baş ve boyun ağrısının intrakraniyal sebepleri iki ana gruba ayrılabilir: ağrıya
duyarlı dokulara (venöz sinüsle, intrakraniyal arterler, piameter, duramater ve
kraniyal sinirler) etki eden patolojilerden kaynaklananlar ve nörofibromatosis,
menenjit, talamik ağrı ve fantom ağrı sendromu gibi SSS sendromlarından
kaynaklanan ağrılar.
Ağrı kalitesi çarpıntı şeklinden keskin paroksimal ağrıya kadar değişiklik
gösterebilir. Ağrıya neden olan kraniyal lezyonlar genellikle yorgunluk, baş dönmesi,
konuşma veya yutkunmada zorlanma, pitosis, sihinsel dağınıklık ve his kaybı gibi
nörolojik belirtiler de gösterirler. Eğer kronik kraniyal ağrı şikâyetine sayılan
nörolojik belirtilerden biri veya birkaçı eşlik ederse, o zaman intrakraniyal
patolojilerden şüphelenilmelidir. Durum nörolog veya beyin cerrahı konsültasyonunu
gerektirmektedir.
Fantom ağrı, vücudun daha önce ampute edilmiş bir parçasında duyulan
ağrıdır. Genellikle kollar arasında görülse de, diş dâhil, baş ve boyun bölgelerinde
ağrı görülebilir. Ağrı kas ağrısı veya kramp şeklinde olabilir, tedavisi güçtür, hipnoz,
sinir blokları, transkutanöz elektrik sinir uyarılması, ilçlar veya akupunktur ile tedavi
edilmeye çalışılır.
47
2.3 BAŞAĞRILARI
2.3.1 Başağrısı Sınıflaması:
Başağrıları, ya intrakraniyal yada ekstrakraniyal olarak bulunan ağrıya duyarlı
anatomik oluşumların değişik nedenlere bağlı olarak etkilenmeleri sonucu ortaya
çıkar.
I-İNTRAKRANİYAL OLUŞUMLAR
a)Duramaterdeki venöz sinüsler ve büyük venler
b)Kafa tabanını örten duramater, tentorium serebelli ve falks serebri
c)İntrakraniyal büyük arterler ve menenjiyal arterler
d)V,IX ve X cu kraniyal sinirler, servikal 1,2 ve 3 ncü servikal sinirlerin
intrakraniyal (ve kuşkusuz ekstrakraniyal) bölümleri
II-EKSTRAKRANİYAL OLUŞUMLAR
a)Yüz ve baştaki arter ve arterioller
b)Baş, yüz ve boynun çizgili kasları
c)Kulak boğaz ve burun yapıları, dişler, buradaki mukoza ve periostal yapılar
d)Orbita ve gözler
e)V, IX, X cu kraniyal sinir çiftleri ve 1,2, ve 3 cü servikal spinal sinirler
Kafaya ait ağrılı oluşumlardan supratentoriyal yerleşimli olanlar ve
ekstrakraniyal yüz ve saçlı deri ön bölümündeki yapılardan köken alan ağrılı
48
impulslar Nevus Trigeminus ve dalları ise S.S.S. ne taşınırlar. İnfratentoriyal ağrılı
oluşumlardan gelen ağrıların IX ve X cu kraniyal sinirlerle iletildiği kabul edilir.
Başağrıları 3 mekanizma ile meydana gelmektedir.
I-VASKÜLER BAŞAĞRILARI
a)Migren ve diğer migrenöz başağrıları
b)Küme başağrıları ( cluster headache)
c)Non mmigrenöz başağrıları
a.Toksik (sistemik infeksiyon ateşi, CO- zehirlenmesi, aşırı alkol alımı sonrası
v.b. gibi)
b.Metabolik (hipoksi, hipoglisemi, hiperkapni v.b. gibi)
c.Sistemik hipertansiyon ve hipertansiyon krizleri
d.Vasodilatör ilaçlar
e.Akut serebrovasküler yetmezlik
f.Post- kontüzyonel ve post- konvulsif başağrıları
II-KAS KASILMASI BAŞAĞRILARI
III-TRAKSİYON VE İMFLAMASYON BAŞAĞRILARI
a.İNTRAKRANİYAL KÖKENLİ BAŞAĞRILARI
i.Kafa içi yer kaplayan oluşumlar ve kafa içi basınç artması sendromu (KIBAS)
ii. İntrakraniyal hematom ve beyin ödemi
49
iii. Menegiyal irritasyon (menejit, subaraknodial kanama v.b. gibi)
iv. Lomber ponksiyon sonu başağrıları
b.EKSTRAKRANİYAL KÖKENLİ BAŞSĞRILARI
i.K.B.B. , diş ve göz kökenli yansıyan ağrılar
ii. Kafa dışı damarların imflamasyonu (dev hücreli arteritis v.b. gibi)
iii. Kafa kemikleri ve kafa derisi lezyon ve lokal yangıları
2.4 Vasküler yapılar
Vasküler kaynaklı ağrılar genellikle pulsatif ve yoğundur. Bu grup içinde
migren, migren çeşitleri, kraniyel arteritler ve basit intrakaraniyal vazodilatasyonlar
girer.
Baş boyun ağrısının vasküler nedenleri
Klasik migren baş ağrısı sıradan bir ağrı olarak başlar ancak zamanla pulsatif,
vurucu ve yoğun bir ağrıya dönüşür. Ağrılar bölümler halinde gelir, saatlerden
günlere kadar değişebilecek kısa ve uzun sürelerde sonlanabilir. Klasik migren
ağrısının bir karakteristiği de ağrı başlangıcından 10-30 dakika önce görsel veya
işitsel ile karşılaşılabilir. Yaygın migren baş ağrısı klasik migrene benzerlik gösterir
ancak prodrom gözlenmezç mide bulantısı, kusma, dış uyaranlara karşı aşırı
50
hassaiyet, ekstremitelerin soğuması, su retansiyonu ve terleme gibi belirtiler görülür.
Migren ağrıları çocukluk çağında başlayabildiği gibi, genellikle 20-40 yaşları
arasında başlar. Hastaların %70’inin ailesinde migren hikâyesi vardır. Ağrıyı
başlattığı düşünülen faktörler arasında stres ve yorgunluk, tyramine ve nitratlardan
zengin yiyecekler, kırmızı şarap ve alkol, histaminler ve vazodilatatörler sayılabilir.
Migreni olan hastaların çoğunda kas gerilmesinden oluşan baş ağrısı veya myofasiyal
ağrı mevcuttur. Bunun nedeni migrenatağı sırasında hastanın ağrının artmaması için
başını son derece sıkı şekilde sabit tutmaya çalışmasıdır. Eğer çeşitli baş ağrıları
mevcutsa hepsi ayrı ayrı tedavi edilmelidir. Daha komplike migren tiplerinde,
örneğin oftalmoplejik ve hemiplejik tiplerde hastada ağrı sırasında geçici körlük ve
hemiparesis gibi nörolojik bozukluklar görülebilir.
Cluster baş ağrısı migren ağrıları içinde sınıflandırılabilir ama pek çok
yönden migren ağrısından değişiklik gösterir. Cluster İngilizce bir terimdir ve
toplanma, kümelenmek, demet, küme gibi anlamlara gelmektedir. Cluster baş
ağrısında ağrılar kısa aralıklı seri ataklar halinde gelmekte, her atak 20-90 dakika
sürmekte ve ağrının hafiflemesi aylar hatta yıllar almaktadır. Ağrı devamlı ve delici
tarzdadır, başın hareketiyle kan dolaşımı arttığından ağrının şiddeti de artar. Ağrının
en sık görüldüğü bölge unilateral olarak gözün arkası ve maksilladır, nasir olarak
ağız tavanında, çenelerde ve dişlerde, alt çenede ve boyunda görülebilir. Yerleşmesi
bakımında “alt yarı baş ağrısı” olarak isimlendirilir. Ağrıya nadiren aura eşlik eder,
ancak burun tıkanması, gözyaşı artışı, rhinoorrhea, konjuktivitis, terleme ve Horner’s
sendromu (üst göz kapağının pitosisi) sıklıkla görülür. Cluster baş ağrısı erkeklerde,
özellikle sigara içenlerin ağzındaki dumanın sphenopalatin ganglionu kronik
irritasyonu sonucu otonom değişkenlikler, histamin ve diğer kimyasalların salınıma,
51
vazodilatasyona ve ağrıya neden olmaktadır. Tanı gözlenen belirtilere ve aile
hikayesine göre koyulmaktadır.
Atipik fasiyal nevralji ilk olarak diş hekiminin gözleyebileceği migren
benzeri vasküler fenomendir. Atipik odontalji olarak da bilinir. İsim olarak
psikojenik veya nörojenik bir rahatsızlık gibi görünse de atipik fasiyal nevralji pulpa
ve periodontal ligamentlerdeki vasküler rahatsızlık nedeniyle oluşur. Genellikle
kanin ve premolar bölgesinde yoğunlaşan diffüz maksiller ağrı şeklinde görülür.
Nevraljilerde birkaç konuda değişiklikler gösterir. Öncellikle, ağrı nevraljilerdeki
gibi sinirlerin periferal dağılımları ile sınırlı değildir, daha çok vasküler dallanmayı
takip eder. Dişten ve periodonsiyumdan kaynaklanan sabit, diffuz ve zonklar tarzda
ağrı oluşturur, saatler, günler ve hata haftalarca sürebilir. Kutanöz ya da intraoral
trigger noktalatı yoktur. Ağrı için dental ya da organik sebep bulunmamaktadır. Ağrı
oluşan bölgenin analjeziklerle bloklanması ağrıyı geçirmez, hatta daha kötü yapar.
Ağrılı bölgeden yapılan diş çekimi veya pulpa ekstirpasyonu geçici süre için
rahatlama sağlasa da, bölgedeki iyileşme sağlandıktan sonra ağrı da da yoğun şekilde
başlar. Ağrılı bölge kas spazmnlarının ortaya çıkması ile yaygınlaşor, ipsilateral
otonomik belirtiler görülebilir. Atağın erken dönemlerinde karotise baskı
uygulanması veya ergotamine kullanımı ağrıyı dindirse de, kas spazmları başladıktan
sonra yararı olmaz.
Kraniyal arterit inatçı zonklar tarzda ağrı yaratması ve saatler veya günler
içinde sonlanması gibi özellikleri ile migren ataklarına benzerlik gösterir. Bunun yanı
sıra kraniyel arteritte ağrı kalitesi yanıcı tarzdadır. Genellikle 50 yaşın üstündeki
bireylerde ve sedimantasyon artışına paralel olarak görülür. Sıklıkla kollagen
hastalıkları ve romatik polimyalji gibi rahatsızlıkları ile birlikte görülür. Hastada
arterit ateşli bir seyir izlerse malezi, yorgunluk, anoreksia ve kilo kaybı görülebilir.
52
Temporal arter gibi eksternal karotis arterler sıklıkla etkilenir. Ağrı genellikle arterin
anatomik bölgesinden unilateral olarak görülse de bazen kulağa, zizgomaya ve
oksipital bölgeye yayılır, kafatasında genel hassasiyet oluşturur. Ağrı başın aşağıya
eğilmesi, çiğneme ve artere kan akışını arttıracak hareketler sonucu artar. Arter
palpasyona hassas, kalınlaşmış ve genişlemiş olabilir, bozuk ritimle arabilir, ğstğne
parmakla bası uygulamak ağrıyı azaltır. Hastalığın ilerlemesi sonucu oftalmik arterde
oluşacak tromboz kısmi ya da tam körlüğe yol açabileceğinden, rahatsızlık hemen
teşhis ve tedavi edilmelidir.
Carotidynia boyun ve submandibular bölgede karotis arteri boyunca gözlenen
ağrıdır. Ağrı ile beraber hassasiyet, şişme ve karotis arterinin irritasyonu görülebilir.
Basit intrakraniyal vazodilatasyon sonucu migren benzeri atıcı tarzda baş
ağrısı görülebilir. Bu durum diastolik basıncın 120 mmHg’yi geçtiği hipertansiyon
vakalarında, norepinefrin üretimini indükleyecek besin eksikliği görülen hipoglisemi
vakalarında veya bazı başka biyokimyasal değişikliklerde görülebilir. Bunların
dışında yüksek oranda monosodyum glutamat, alkol, nitrit veya kafein alımı da
vasküler baş ağrılarını tetikleyebilir.
2.5 Musküler yapılar
Kassal yapılardan kaynaklanan ağrılar genellikle derin, devamlı ve künt bir
ağro olarak tarif edilir, gerilim baş ağrılarında ise başı çevreleyen bir bant şeklinde
ağrı görülür. Musküler yapılardan kaynaklanan ağrılar arasında rekürrent myospazm,
kontraksiyon, myofasiyal ağrı ve disfonksiyon, myositis, gerilim baş ağrıları ve miks
baş ağrıları sayılabilir. Trismus, lokal travmalardan kaynaklanan kas ağrıları,
enfeksiyonlar veya tümörlerden bahsedilmeyecektir. Myofasiyal ağrı ( myofasitis,
myofibrositis ve fibrositis diye adlandırılabilir) genellikle TME ağrı disfonksiyon
53
sendromunun ana komponentlerinden biridir. Myofasiyal ağrı devamlı surette künt
bir ağrıdır, bölgesel hassasiyet görülebilir, ilginç olan ağrı olan bölgelere uzak kaslar
üstündeki trigger noktaları uyarıldığında ağrının oluşmasıdır. Ağrı baş boyun
içindeki herhangi bir yapıda oluşabilir. Ağrının en sık rastlandığı bölgeler verteks,
frontal, temporal ve periorbital bölgelerle TME, kulak ve oksipital bölgelerdir.
Trigger noktaları kas içindeki spazm noktalarıdır, sert, nodüler, düğüm
benzeri merkezlerdir, genellikle çiğneme ve servikal kasların orta noktalarındadır.
Trigger noktaları histolojik olarak incelendiğinde motor sonlanma noktalarının fazla
olduğu, düzensiz kas yapısına sahip, yağ depolarının bulunduğu ve mast hücrelerinin
arttığı bölgeler olarak gözlenmiştir. Ayrıca trigger noktalarında motor nöronların
uyarılabilirliği artmıştır. Klinik olarak aktif trigger noktaları, parmakla bası
uygulandığında kasta gerilme oluşmaktadır. Normal elektromyografik bulguları kas
boyunca elde edilebilir ancak yüksek mikrovoltajlar trigger noktalarında ve ağrının
yansıdığı bölgelerde tespit edilir. Çoğu hastada uansıyan ağrının tetiklenebileceği
trigger noktaları tahmin edilebilir ve tekrarlanabilir noktalarda bulunmaktadır.
Bu sendromun karmaşıklığı olaya dâhil olan çok sayıda otonom semptomdan
kaynaklanmaktadır. Bu semptomlar hekimin aklını karıştırabilir ve yanlış tanıyaa
neden olabilir. Bu belirtiler arasında kulak çınlaması, duyma yetisinin azalması ya da
bozulması, baş dönmesi, gözün kaşınması, yaşarması ya da bulanık görmesi, pitosis,
parestezi, dental hassasiyeti tükrük artışı, mide bulanması ve kusma, coryza, derinin
şişmesi ve kızarması ve ödem sayılabilir. Myofasiyal ağrı ve trigger noktaları,
genellikle migren, TME sorunları, dejeneratif ya da romatoid artrit, trigeminal
nevralji, kausalji ve özellikle bağ dokusu hastalıkları gibi rahatsızlıklara tanı
koyulmasında yardımcı olabilir.
54
Patofizyolojik temel genellikle travmadır. Fiziksel, sistemik, sosyal ya da
psikolojik
nedenlerden
kaynaklanan
kronik
stres
kasların
kısalmasına
ve
sertleşmesine, akabinde trigger noktalarının oluşmasına neden olurlar. Stres yaratan
sebepler arasında kötü postür, kronik enfeksiyon, metabolik bozukluklar, beslenme
düzensizlikleri ve duygusal gerilim sayılabilir. Trigger noktalarının meydana gelmesi
ağrı oluşturmakta, artan ağrı ile beraber artan stres trigger noktalarının beslenmesini
sağlamaktadır.
Myositis sıklıkla masseter ve medial pterygoid kası tutan, travma, kötü
alışkanlıktan, kas gerilmesi veya ağzın aşırı açılmasından kaynaklanan kas
enflamasyonudur. Lokalize enflamasyon ve şişkinlik varlığı ile myospazmdan veya
myofasiyal trigger noktalarından ayrılır. Myositis sonucu oluşan ağrı, kaslardaki
enflamatuar eksuda mandibular disfonksiyona neden olur. Myositis fibröz skar
dokusu veya kontraktür oluşumuna neden olabilir.
Kas spazmı daha önceden güçsüzleşmiş kasın, gerilmeye karşı verdiği kısalma
tepkisidir. Akut olarak kısalan kas, aşırı hareket kaybına ve ağrıya neden olur.
Spazm, hasta hekim koltuğunda ağzını açmışken gerçekleşebilir. Tekrarlayan formda
olabilir. Normalde 40-60 mm olan ağız açıklığı spazmla birlikte 10-20 mm’ye düşer.
Tedavi edilmezse ağrı azalır, ancak fonksiyon azalmasına bağlı olarak kontraktür
meydana gelir. Çene kilitlenmesi veya boyun tutulması görülebilir.
Gerilim baş ağrısında, künt, acıya benzer bir ağrı görülür, sıklıkla ağrı başın
çevresini bant şeklinde dolaşır. Temporal, splenius capitis ve sternocleidomastoit
kaslarda bulunan trigger noktaları ağrıyı başlatabilir. En sık gözlenen baş ağrısı
tipidir, bazı durumlarda vasküler baş ağrıları ile beraber görülür ve zonklar tarzda
ağrı yapar.
55
Resim 7. İki çiğneme kasının birleşik ağrı yansıma modeli. Trigger noktaları
oklarla belirtilmiş, ağrı yansıma alanları noktalı ve siyah boyalı bölgelerdir. Sol,
temporal kas. Sağ, lateral pterygoid kas.
Resim 8. Masseter kasın ağrı yansıma modeli. A, üst tabaka. B, derin tabaka.
Trigger noktaları oklarla gösterilmiş, ağrı yansıma bölgeleri noktalı ve siyah boyalı
yerler ile gösterilmiştir.
56
Resim 9. Trapezius kasının suprascapular bölgesindeki birleşik ağrı yansıma
modeli. Trigger noktaları oklarla, ağrı yansıma bölgeleri noktalı ve siyah boyalı
yerler ile gösterilmiştir.
2.6 Eklemsel yapılar
Baş ve boyun bölgesinde görülen eklemsel ağrılar, periauriküler bölgede ağrı,
kapsulitis, artrit gibi temporomandibular eklemde ekstrensek lezyonlar ile
karakterizedir.
Servikal omur problemleri de bu grup içinde değerlendirilir. Bir eklemi
etkileyen birkaç rahatsızlık görülebilir. Myofasiyal ağrının eklem patolojisi veya
çene disfonksiyonu ile ilişkili olması çok sık karşılaşılan bir durumdur.
57
TME kapsulitisi, temporomandibular eklem çevresindeki perikapsüler
yapıların enflamasyonudur. Klinik olarak hareketle artan periauriküler ağrı ile
kendini gösterir. Sıklıkla travma, diş sıkma veya bruksizm hikayesi bulunan, klikli,
sesli kapanışa olan veya çene kilitlenmesi bulunan genç insanlarda görülür. Tanı
muayene aracılığıyla konulur. Kapsülün posterior veya lateral bölgesine digital
kompresyon yapıldığında hassasiyet tespit edilir. Ağrı lokalize anestezi infiltrasyonu
ile azalırken, konuşma, çiğneme gibi fonksiyonel hareketlerde artmaktadır.
Temporomandibular eklem ile ilgili internal bozukluklar, klik, eklem sesi
veya açma kapama sırasında eklem kilitlenmesi ile tespit edilebilir. Rahatsızlığa eşlik
eden belirtiler arasında preauriküler ağrı, hareket kısıtlanması, çene açılması
sırasında deviasyon, çenelerin kilitlenmesi, çenelerin hipermobilitesi, kulak
çınlaması, kulakta dolgunluk hissi ve baş dönmesi sayılabilir. Posterior dişlerin
kaybı, örtülü kapanış, retrüzif ve lateral hareketlerde çatışma gibi okluzal
bozukluklar rahatsızlığa katkıda bulunurlar. Kaza sonucu oluşan makrotravmalar
veya bruksizm gibi mikrotravmalar da eklem içi bozukluklara neden olabilir.
Eklemin radyografik analizinde kondilin glenoid fossa içinde hafif posteriorda
konumlandığı görülebilir. Artrografilerde eklem diskinin anteriorda konumlandığı
görülür. Klikli kapanış veya kilitlenme gösteren eklemlere yapılacak fonksiyonel
analizlerde artiküler diske doğru aşağıya ve posterior yönde basınç oluştuğu
görülebilir. Bu basınç çenelerin açılışı sırasında diskin lateral veya posterior yöne
doğru aniden fırlamasına ve ses oluşumuna neden olur. Kilitlenme durumunda ise
disk kondilin anteriorunda sıkışabilir.
Temporomandibular eklemin artritleri iki grupta toplanabilir; osteoartrit ve
romatoid artrit. Osteoartrit dejeneratif, metabolik ve septik artrit olarak 3 gruba
ayrılabilir. Semptomlar arasında hareketle artan künt, inatçı preauriküler ağrı
58
sayılabilir. Tanı koydurucu bulgular arasında açma kapama hareketi sırasında
duyulan krepitasyon, sürtünme ve çıtırdama sesi sayılabilir. Kondilde hareket kaybı
da gözlenebilir. Kondilin radyıgrafik incelenmesinde eklem aralığında azalma,
subkondriak sklerozis, kistik oluşum, yüzey erozyonları, osteofit oluşumu ve
marjinal aşınma görülebilir. Artiküler eminentia düzleşmiş ve aşınmış olabilir,
osteofit oluşumu görülebilir. Bütün laboratuar bulguları normal seviyelerdedir.
Dejeneratif artrit unilateral veya bilateral olarak sıklıkla TME’de görülen anormal
okluzal kuvvetler ile oluşan mikrotravma veya trafik kazası sonucu meydana gelen
makrotravma ile meydana gelen hastalıktır. Dejeneratif osteoartrit sadece TME’i
etkileyebildiği gibi vücudun diğer eklemlerini de etkileyebilir. Vücutta ağırlık
taşıyan
herhangi
bir
eklem
hastalıktan
etkilenebilir.
Terminal
phalanks
eklemlerindeki Heberdan nodülleri ayırıcı tanıya yardımcıdır. Osteoartrit ilerleyici
bir hastalıktır, yaşla beraber artarve kadınlarda daha sık görülür. Septik artrit sistemik
enfeksiyonlar sonucu belli bir eklemin dejenerasyonudur. Metabolik artrit ise
hipotiroidizm, akromegali veya gut hastalığı gibi endokrin bozukluklar sonucunda
oluşan artrit tipidir.
Romatoid artrit, belirtileri osteoartrite benzeyen, ancak genellikle genç-orta
yaşlı bireyleri etkileyen otoimmun sistemi bir hastalıktır. Rpoksimal phalanks gibi
daha küçük eklemleri etkiler, vakaların % 50-60’ında TME tutulumu vardır.
Belirtiler fonksiyon ile azalır. Spontan alevlenmeler ve sönmeler gerçekleşebilir.
Hastada iskeletsel açık kapanış veya eklem ankilozu ile sonuçlanabilir. Radyografik
incelemede, erozyon, marjinal proliferasyon ve düzleşme gibi osteoartritten daha
ciddi bulgular tespit edilebilir. Laboratuar testlerinde sedimentasyon zamanı
artmıştır, romatoid artrit faktörü pozitiftir ve hafif anemi görülür.
59
Kraniyoservikal problemler, hem yerel hem de yansıyan ağrı meydana
getiren, servikal boyun eklemlerindeki disfonksiyonlar sonucu oluşur. Eklem
disfonksiyonu olarak normal anatomik ilişki eksikliği ve eklemdeki fonksiyonel
hareket kısıtlaması anlatılmaktadır. Kraniyoservikal bölgedeki rahatsızlıklar travma
(trafik kazasında görülen whiplash yaralanması gibi) , dejeneratif osteoartrit veya
kronik alışkanlıksal postür bozukluklarının doğurduğu devamlı kas kasılmaları ve
immobilite sonucu oluşur. Lokal belirtiler olarak dolgunluk hissi, ağrı ve başboyunun hareket menzilinin kısıtlanması sayılabilir. Hasta ayrıca boğaz sertliğinden
ve yutma güçlüğünden şikâyetçi olabilir. Diş hekimi için önemli olan nokta,
kraniyoservikal disfonksiyonlar sonucu oluşan yansıyan ağrılar ve mandibular
disfonksiyonlardır.
Resim 10. İnsandaki üst ekstremite dermatom çizelgesi.
Servikal omurlar hareketliliklerini yitirdikleri ve anormal anatomik pozisyona
uyum sağlamaya çalıştıkları zaman sinir sıkışmaları, sinir kökü irritasyonları,
nörovasküler bası, posterior vertebral eklem irritasyonu ve periferal sıkışma gibi
patolojiler meydana gelebilir.
60
C4-C7 bölgesi arasındaki sinir köklerinin sıkışmaları veya irritasyonları
sonucu, bu sinirlerin dermatomları olan omuz ve kol bölgesinde ağrı gözlenir. C1, C2
ve C3 bölgesindeki sinir köklerinde sıkışma gibi sorunlar oluşmasa da, bu kökler
çevredeki vertebral çıkıntılar, kaslar ve bağ dokusu kapsğllerinin mekanik irritasyonu
sonucu enflame hale gelebilirier. Böyle bir enflamasyon durumunda ağrı
kraniyo/orofasiyal yapılara, mandibulaya ve temporpmandibular bölgeye yansır. Bu
durumda hastanın okluzyonu veya –mevcutsa- TME disfonksiyonu düzeltilse de
rahatlama sağlamaz. Eğer hastanın hem fasiyal hem de servikal ağrısı bulunuyorsa,
büyük olasılıkla servikal problem fasiyal problemin nedenidir. Fasiyal sorunun
servikal bölgede ağrı yapması son derece nadir olarak görülmektedir.
C1 ve C2 sinir kökleri, oksipital bölgeyi, verteks bölgesini, TME’i ve
mandibulanın lateral kenarını innerve eden büyük oksipital siniri oluşturmak üzere
birleşirler. C3 dermatomuise angulus bölgesini ve mandibulanın alt kenarını içerir.
Bu bölgelerin dikkatlice incelenmesi, fiziksel tanıyı doğru olarak koymada son
derece yardımcı olacaktır.
Servikal ağrı sorununua yanlış tanı koyulmasının klasik örneği Los
Angeles’taki Califormia Üniversitesi Ağrı Kontrol Merkezi’ndeki bir hastada
gözlenmiştir. Kliniğe başvuran 38 yaşındaki kadın hasta, 14 yıldır ciddi sol
hemikraniyal baş ağrısı çektiğini ve bu ağrı yüzünden işinden ayrıldığını belirtmiştir.
Daha önceleri, unilateral dağılımından dolayı ağrıya migren teşhisi konulmuş ve
doğal olarak yapılan migren tedavisi başarısız olmuştur. Ancak hastanın ağrısı
migren ağrısından değişik karakterdedir, ağrı günlük ve aynı seviyede kendini
göstermektedir ve migrenin tam tersine arada kısa süreli olarak kesilmektedir. Ağrı
künt ve acı tarzındadır, çok şiddetlendiğinde nadiren zonklar tarzda olmaktadır.
Hastadan alınan dental anamnezde hastanın üst ikinci premolarının kanal tedavisi
61
gördüğü ve hala hassas olduğu öğrenilmiştir. Kraniyomandibular ve kraniyoservikal
bölgelerin kassal ve iskeletsel incelenmesinde atlas kemiğinin sol bölgesinde bariz
bir disfonksiyon gözlenmiş ve hastada pek çok aktif myofasiyal trigger noktası tespit
edilmiştir. Dental incelemede hassas olan ikinci premoların okluzal yükseklik yaptığı
görülmüş ve düzeltilmiştir. Servikal eklem sabitlenmesini takiben yapılan fiziksel
terapi, ayrıntılı ev egzersizleri programı ve postural eğitim uygulanmıştır. Tedavi
süresince ağrıyan bölge gitgide küçülmüş ve sol TME ve mandibulanın sol alt
kenarında kalmıştır. Tarif edilen bölge C2 dermatomunun ağrı yansıma bölgesinin
aynısıdır. Bu ağrı dağılımı konuyu bilmeyen bir hekimi, ağrının kaynağını dental
dokularda beyhude arayışlara sürükleyebilirdi.
Sol splenius capitis kasına ve trigger noktalarına yapılan lokal anestezik
enjeksiyonları ve devam eden ev programı sayesinde hasta tamamen iyileşmiştir. Bu
vakada, gerçek suçlu boyun bölgesinde de olsa, baş ağrısı için dental veya eklemsek
neden bulmanın ne kadar kolay olduğunu belirtmek için iyi bir örnektir. Hekim baş
ve boyun bölgesindeki ağrıları değerlendirmke için, bu bölgelerin anatomik
komşuluklarını, dermatomları, ağrı yansıma yerlerini çok iyi bilmelidir.
2.7 Nörolojik yapılar
Nörolojik yapılardan kaynaklanan ağrıların temel karakteristik özelliği sinir
dağılımı boyunca hissedilen parestezi benzeri histir. Baş ve boyun bölgesinin
nörolojik ağrıları üç grupta incelenir; trigeminal nöritis, nöromalar ve nevraljiler.
62
Baş ve boyun ağrısının nörotik sebepleri
Trigeminal nöritis
Nöroma
Nevraljiler
Paroksimal
Trigeminal
Glossofarengeal
Eagle sendromu
Nervus intermedius
Oksipital
Devamlı
Post-herpetik
Post-operatif /travmatik
Trigeminal nöritis, beşinci kafa çiftinin bir ya da birden fazla kolunu tutan,
daimi künt, yanıcı karakterde, hiperestezi tarzında ağrıdır. Bir sinirin travmatik ya da
cerrahi olarka kesilmeden sonra duyusal olarka tam iyileşmeyen sinir bölgesinde
görülür. Bununla beraber hekime trigeminal nöritis rahatsızlığı ile gelen hastaların
çoğunda belirgin bir travma hikayesi yoktur. Hastalar sorunlarına çare bulmak için
pek çok hekim gezmiştir, yok yere birkaç dişi çekilmiştir. Ağrı çok şiddetli
olmadığından hastalar hayatlarını her gün düzenli olarak birkaç aspirin alarak
sürdürmektedirler. Rapor edilmiş bir vakada hata kliniğe yüzünün sağ tarafında,
kulağın önünden başlayan ve temporal kafatasına yayılan ağrı şikâyetiyle
başvurmuştur. Muayene sırasında ağrıyan alan bir kalem yardımıyla çizilmiştir.
Ortaya çıkan işaretli alan beşnci kafa çiftinin ikinci kolunun innerve ettiği bölgeyi
işaret eder, bu bölgede aynı zamanda içinci koldan auriculotemporal sinirin de
innerve ettiği parçalar bulunmaktadır. Hasta hikâyesinde trigeminal sinirin içinci
kolunun innerve ettiği bölgelerde de zaman zaman ağrı oluştuğu ve bu sırada servikal
kaslarda ağrılı spazmlar meydana geldiği görülmüştür. Hasta aslında hekimine bir
süredir ağrı yapan sağ maksiller kanin şikâyetiyle başvurmultur. Hekim kanin dişi
63
ekstirpe etmiştir, ağrı azalmıştır ancak 3 gün içinde ağrı yeniden, bu sefer daha geniş
bir sahada ortaya çıkmıştır. Hasta daha sonra başka bir hekime gitmiş ve sinüzit
tedavisi görmüştür ancak ağrı geçmemiştir. 3 ay ağrı çektikten sonra hasta
kliniğimize başvurmuştur. Ağrıyan bölge daha önce anlatılmıştır. Maksiller sağ kanin
geçici dolgu maddesi ile kapatılmış ancak kanal doldurulmamıştır. Kanin dişe
yeniden girildiğinde apeks bölgesinde canlı pulpa bulunkuş ve anestezi altında
çıkarılmıştır. 2 gün içinde ağrı kesilmiştir. 2 gün sonra başlayan ve 2 hafta süren
ağrıdan sonra hasta bir nöroloji uzmanına başvurmuş ve trigeminak nöritis tanısı
koyulmuştur. Hasta 6 ay boyunca codeine ve aspirin tedavisi görmüş, 6 ayın sonunda
maksiller lateral kesici dişin lingual bölgesinde lokalize olmuştur. Bu bölgedeki
dişler pulpa testlerine normal yanıt vermiştir ancak bir süre sonra maksiller kateral
kesici dişte pulpalji başlamıştır. Lateral diş ekstirpe edildiğinde ağrı bütün yüzde yok
olamaya başlamıştır.
Trigeminal nöritisin etkeni bilinmemektedir. Post travmatik veya pos operatif
nöritis vakalarında sinirin kompleks kutanöz bütünlüğünün tam iyileşmemesinden
şüphelenilmektedir. Sinirin bir dalının belli belirsiz enflamasyonu bazı durumlarda
bütün sinire yayılabilir. Bununla beraber sinir ve dalları çıkartılıp histolojik olarak
incelendiğinde, sinir boyunca herhangi bir enflamatuar değişiklik gözlenmemiştir.
Bazı hastaların hikâyelerinde bulunan parotis veya eklem bölgesini etkileyen virütik
temelli hastalıkların nöritis oluşmasına katkıda bulunduğu düşünülmektedir.
Hekim muayenesinde öncelikle ağrı nedeni olabilecek dental sebepleri gözden
geçirmelidir. Uzun süreli şiddetli pulpitis vakalarında ağrının beşinci kafa çiftinin
innerve ettiği bölgelere yansıyabileceği düşünülmelidir. Bu ağrı gerçek yansıyan
ağrıdır, doğası gereği geçicidir, ağrı kaynağı ortadan kaldırıldığında kaybolur. Buna
64
rağmen trigeminal nöritis vakalarında görülen kronik ağrı apayrı bir fenomendir ve
ağrının zaman zaman artıp azalması ile tanınabilir.
Eğer diş, çevre dokular ve eklem normal gözüküyorsa hastanın geçmişte
geçirmiş
olduğu,
virütik
temelli
olabilecek
hastalıklar
dikkatlice
gözden
geçirilmelidir. Hastalık TME bölgesini ve parotis bezini de içine alan üst solunum
yolu hastalığı gibi gözükmektedir. Orta kulak da hastalıpa dâhil olabilir. Hastanın
yüzünün
lateralinde
şişkinlik,
etkilenen
kondilin
enflamasyon
nedeniyle
dislokasyonu ile meydana gelen malokluzyon ve tükrük salgısında azalma
görülebilir. Hastalığın akut safhasından 2-3 ay sonra hasta diş ve dişetinde, yüzün
trigeminal sinir tarafından innerve edilen bölgesinde ağrı ve hassasiyet şikâyetiyle
kliniğe
başvurabilir.
Bu
vakadaki
nöritis
ağrısı
pulpitis,
sinüzit
veya
temporpmandibular eklem ağrısı ile karıştırılabilir ancak bu karışıklık trigeminal
nevraljide asla görülmez.
Ağrılı nöromalar, travma veya cerrahi sonucu hasarlanmış periferal sinirlerin
rejenerasyonu sonrasında oluşabilecek düğüm şeklinde sinir dokusudur. Nöromada
gözlenebilecek ağrı derin, acılı, yanıcı parestezi şeklinde, sıklıkla yerel hassasiyet
gösteren ve sıklıkla paroksimal, keskin ve pulsatif karakterdedir. Eğer nöroma,
inferior alveoler sinirde meydana gelirse, radyografik olarak mandibular kanalın
genişlediği görülebilir. Nöromada ağrı oluşturan etkenin bölgedeki anoksi veya skar
dokusu
oluşumu
olduğu
düşünülmektedir.
Eğer
ağrı
lokal
anesteziklerle
dindirilebiliyorsa, tedavi olarak en azından bir kere cerrahi eksizyon önerilebilir.
Ancak genellikle nöroma ve ağrı yeniden oluşur.
Hansen yaptığı hayvan deneyinde, tavşanların diş çekimi boşluklarında gayet
rutin olarak nöroma oluştuğunu göstermiştir. Çekimden 4 ay sonra alveol tabanında
65
akson ve nyelin dejenerasyonu gözlenmiştir. 10 ay sonra alveol tabanında küçük
travmatik nöroma bulunmaktadır.
Eğer bu fenomen insanlarda da gerçekleşiyorsa, en sonunda hastayı nörotik
veya psikojenik hasta olarak sınıflamaya neden olan inatçı çekim sonrası ağrılarının
nedeni olabilir.
Nevraljiler iki gruba ayrılabilirler; paroksimal doğaya sahip olanlar ve devamlı
surette etki edenler. Paroksimak nevraljiler; trigeminal nevralji ( tic douloureux),
glossofarengeal nevrakji, oksipital nevralji, nevus intermedius nevraljisi ve Eagle
sendromu olarak sayılabilir.
Paroksimal nevraljide, kısa süreli, saplanan tarzda keskin ağrı unilateral olarak
gözlenir. Ağrı genellikle elektrik çarpması, yanma, kesilme veya bıçak saplanması
olarak tarif edilir. Ataklar sadece birkaç saniye sürer ve ataklar arasında herhangi
rahatsızlık gözlenmez. Ataklar arka arkaya oluşabilirken, bazen de iki atak arasında
günler hatta aylar olabilir. Hasta ağrıdan önce, atağın gelmekte olduğunu anlatan
hayali duyular hissedebilir. Sıklıkla oral mukozada veya deri üstünde olan sinir
boyunca dağılan trigger noktalrı mevcuttur. Trigger bölgelerinin nöral blokajı
neredeyse her zaman, anestezinin etki süresi kadar bir rahatlama sağlar. Eğer nöral
blokaj başarısız olursa, sinir bloğu uygulaması ve hatta yeniden gözden
geçirilmelidir.
Eagle sendromu dışında neredeyse bütün paroksimak nevraljiler yaşlı
bireylerde gözlenir. Genellikle sinirlerin kemik, skar dokusu, tümörler, genişlemiş
arterler veya arteriovenöz malformasyonlar tarafından sıkıştırılması sonucu sekonder
olarak oluşan dejeneratif nöropatolojik oluşumdur. Sayılan nedenlerden dolayı sinirin
eşik derecesi düşer ve çiğneme, yutkunma ve sıradan orofasiyal hareketler ile atak
66
başlayabilir. Eğer hastada multipl skleroz gibi nöropatolojik bir hastalık veya bariz
bir nedenden oluşan sinir sıkışması yoksa genç hastalarda paroksimal nevraljiler çok
nadir oluşur.
Paroksimal nevraljinin her türünün karakteristik özellikleri vardır. Trigeminal
nevralji veya tic douloureux genellikle beşinci kafa çifti nervus trigeminusun bir
veya iki dalını tutar. En sık olarak mandibular dal etkilenir, ataklar mandibulanın
şiddetle kapanmasına neden olur. İkinci sık tutulum maksiller dalda oluşur, oftalmik
dalda veya birkaç dalda birden nevralji oluşumu daha nadir (%3) görülse de, her dal
aynı belirtileri verir. Yüze dokunmak veya yüzü yıkamak, diş fırçalamak, traş olmak,
çiğneme yapmak, konuşmak ve hatta yüze karşı esen soğuk rüzgâr bile trigger görevi
görüp atak başlatabilir. Hastalar trigger noktalarını uyarmamak için anormal uzun
sıklıklarla traş olur, yıkanır veya diş fırçalar.
Trigeminal nevraljinin bazı vakalarında kaynağın oral kavitede bulunduğu
düşüncesi yeni değildir, 1950 gibi erken dönemde İngiliz Doktor Wilfredd Haris “
paroksimal trigeminal nevraljinin en yaygın tipinde ağrının kaynağı çenelerin
periferal sinir dallarıdır.” Görüşünü ortaya atmıştır. Bu teze 3 tane dayanak
sunmuştur; (1) ağrı dağımı neredeyse sadece ikinci ve üçüncü dallarda sınırlıdır; (2)
aşırı travmatik diş çekimi gibi çenelere uygulanan travmadan sonra trigeminal
nevralji sıklıkla oluşmaktadır; (3) dental sinirlerin blokajı anında ağrıyı
durdurmaktadır ancak nevraljiye neden olan intrakraniyel lezyonlar ikinci veya
üçüncü sinir dalına yapılan enjeksiyonlardan etkilenmemektedir.
Hansen’in daha önce de belirtilen raporu düşünüldüğünde, alveol tabanında
meydana gelen nöromaların, sinir düğümleri ile direk temasta oldukları sinir
dallarında tic douloureux oluşturabileceği de düşünülebilir.
67
Trigeminal nevraljinin bir diş hastalığı olduğu fikri göz önünde bulundurularak
bazı araştırmalar yapılmıştır. Ratner ve ark. Dental ve oral yapılardaki patolojik
oluşumları en beklenmedik alanda bulmuşlardır; eski çekim boşluklarında. Kemik
kaviteleri radyografi ile ayırt edilemez ancak lokal anestezi altında görülebilir.
Bu bölgelerin cerrahi olarak tespitinden sonra, kavite duvarlarından kürete
edilen materyalin çoğunlukla avasküler nekrotik kemik olduğu ortaya çıkmıştır.
Maksimum aspetik önlemler alınıp, kürete edilen materyal incelendiğinde pek çok
patojen veya apatojen mikroorganizma varlığı saptanmıştır. Bu hastalardaki nevralji
tedavisi bu bölgelerin kürete edilerek ve antibiyotik uygulayarak yapılmıştır. Tedavi
uygulanan 25 vakada %70-100 oranında gelişme gözlenmiştir.
Sist, kemik kavitelerinden elde edilen dokuları mikroskopik olarak
incelemiştir. Neredeyse %50 oranında patolojik dokularda nöroma varlığı tespit
edilmiştir. Lin ve Langeland tarafından yapılan araştırmada alınan biyopsi
örneklerinde sinir dokusunda myelin dejenerasyonu tespit etmişlerdir.
Bu bulgular pek çok çelişkiyi içerse de, konu muallakta kalmış olsa da,
araştırıcıların bulguları dikkate değerdir. Trigeminal nevraljinin nedeninin çekim
boşlukları olduğu söylenemez ancak bu araştırıcıların bulgularının yeni araştırmalar
için öncü görevi gördüğü şüphesizdir.
Glossofarengeal
nevralji,
farengeal
alanının
lateroposteriorunda,
dilin
posteriorunda, boğaz bölgesinde, östaki borusunda, tonsiller bölgesinde, kulakta ve
boyunda ağrı yapar. Trigger bölgelerinin bloklanması ağrıyı azaltır.
Eagle sendromu, glossofarengeal nevralji ile benzer belirtiler gösterse de farklı
etiyolojiye sahiptir, dolayısıyla başlatıcı faktörleri de farklıdır. Ağrı stylohyoid
çıkıntının kalsifiye uzaması ve glossofarengeal sinire bası yapmasından kaynaklanır.
68
Başın hızla döndürülmesi, yutkunma, konuşma veya çiğneme sırasında oluşan
farengeal hareket ağrıyı tetikler. Vertigo ve görme bulanıklığı da nadir de olsa
görülebilir.
Baskının oluştuğu düşünülen bölgeye yapılacak sinir bloğu ile ağrı hafifler.
Diagnoz radyografik inceleme ve posterior farengeal alanın intraoral palpasyonu
sonucu irritasyon alanının ve uzamış stylohyoid çıkıntının varlığının tespiti ile
konulabilir. Kesin tedavi için stylohyoid çıkıntı cerrahi olarak kısaltılmalıdır.
Nervus intermedius nevraljisi kulakta oluşan yanma hissi ile belirgindir.
Pinna’nın üstünde, posteriorunda veya anteriorunda, işitme kanalında ve bazen de
yumuşak damakta ağrı olabilir. Trigger alanı genellikle eksternal işitme kanalındadır.
Bu nevralji aynı zamanda Ramsey Hunt sendromu, geniculate ganglion nevraljisi
veya Wrisberg nevraljisi olarak da adlandırılır.
Oksipital nevralji, genellikle büyük veya küçük oksipital sinirin innerve ettiği
mastoid çıkıntıda görülür, ağrı sıklıkla temporal bölgeye yayılır, diğer nevraljilere
benzer şekilde paroksimal, keskin, elektrik benzeri ağrı yaratır. Splenius capitis ve
splenius cervicus kaslarında bulunan myofasiyal trigger noktaları benzeri bir ağrıyı
taklit ettiğinden, nöroekromi veya nörocerrahi işlem yapılmadan önce dikkatle tanı
konulmalıdır.
Paroksimal nevrajiler, kendini sınırlandıran yapıya sahiptirler. Günümüzdeki
modern
tedavi,
spinal
trigeminal
nükleusun
sinaptik
iletimini
baskılayan
karbamazepine ve türevi ilaçları kullanmaktadır. Karbamazepine(Tegretol, 200
mg/gün)
bazı
durumlarda
diphenylhydantoin(Dilantin,
200
mg)
veya
lioresal(Baclofen, 400 mg.) gibi ilaçlarla kombine olarak kullanılabilir. Bu
kombinasyonun yetersiz olduğu bazı durumlarda veya hasta ilaçlara karşı resistans
69
hale geldiği durumlarda duyu köküne gliserol enjeksiyonu veya perkutanöz sinir
kesilimi gibi işlemler bir beyin cerrahı tarafından yapılabilir. Ayrıca, bazı
komplikasyonları
bulunsa
da
suboksipital
veya
transentoryal
kraniyal
operasyonlarında yüksek başarı oranı vardır. Akapunktur, trankutanöz elektrikle sinir
sitümilasyonu ve hipnoz da alternatif tedavi yollarındandır.
Devamlı nevraljiler arasında postherpetik, posttravmatik ve postoperatif
nevraljiler sayılabilir. Paroksimal nevraljilere benzer olarak, tuttukları sinir dalının
dağılımı boyunca etkinlik gösterirler ancak ağrılar devamlıdır. Hastalar duyularının
değiştiğini, disestezi ve sinir yayımlı boyunca yakıcı, kaşındırıcı veya acıtıcı tarzda
ağrı varlığından şikâyet ederler. Paroksimal nevraljilerde olduğu gibi, sinirin
anesteziklerle blokajı, dolgunluk duyusu dışındaki yakınmaları geçirir. Histopatolojik
incelemede sinirde travma, cerrahi veya viral enfeksiyon sonucu oluşmuş periferal
dejenerasyon gözlenir.
Postherpetik nevralji, herpes zoster’in akut atağından sonra görülür. Hastalık
genelde periferal sinirin veya dorsal kök gangliyonunun herpes zoster virüsü
tarafından birkaç gün içinde enfekte edilmesi ile oluşur, devamlı ağır yanma şeklinde
ağrı oluşturur. Enfeksiyon başlangıcında sinir kolu dağılımı bölgesinde veziküler
lezyonlar görülebilir, daha sonra ağrı oluşur.
Bu sendromun geliştiği hastalarda trigeminal nöritise çok benzer belirtiler
görülür. Bonica gibi bazı yazarlar herpes zoster’in trigeminal nöritisin en önemli
sebebi olduğunu savunur. Baş ve boyun bölgesinde en sık etkilenen sinir dalı
trigeminal sinirin oftalmik dalı olsa da, ağrının temek kaynağı bazen bir dişteymiş
gibi görülür. Erken dönemde ganglion blokları ve lokal kortikosteroid enjeksiyonları
ile tedavi uygulandığında nöraljik rahatsızlık en aza indirilebilir. Enfeksiyon süresi
70
uzadıkça herpetik ağrı ile başa çıkmak zorlaşır, postherpetik nevralji genellikle
yaşlılarda etkili olur ve hastanın yaşam kalitesini etkiler. Uyku düzensizlikleri, ilaç
bağımlılığı ve hatta intihara eğilim görülebilir.
Hastada herpes zoster enfeksiyonu yaygınsa ve yaygın veziküller görülüyorsa,
bunlara eşlik eden derin ağrıyı teşhis etmek kolaydır. Postherpetik nötiris, veziküler
aşama geçtikten 1-2 ay sonra alevlenebilir. Hasta geçirdiği ciddi herpes zoster
enfeksiyonunun farkındaysa, sonrasında gelen ağrıya tanı koymak kolaylaşır. Ancak
hekim böyle bir ağrıya neden olabilecek pulpitis benzeri rahatsızlıkları mutlaka
gözden geçirmeli, sonrasında tanı koymalıdır.
Şiddetli veziküler herpetik atak meydana gelmediğinde, sadece ağız, dudak
veya yüzde birkaç küçük aftöz ülser oluştuğunda tanı koymak zorlaşır. Postherpetik
nöritis hastası birkaç ay önce geçirdiği herpes atağını unutmuş olabilir.
Posherpetik nevralji, rahatlatılması en zor ağrılardan birini oluşturur. Herpes
zoster enfeksiyonu geçiren hasta doktor kontrolünde olmalıdır. Lokal anesteziklerle
yapılan sinir veya ganglion blokları bazı durumlarda işe yarayabilir. Trisiklik
antidepresan(amitryptyline,
75mg/gün)
ve
sodyum
valproate
(250
mg)
kombinasyonları, diğer antikonvulzanlar, akapunktur ve transkutanöz elektrik
stimülasyonu gibi girişimler biraz rahatlama sağlayabilir. Hastanın ağrısına eşlik
edecek depresif durumu tedavi etmek, ağrıyı dindirmek kadar önemlidir.
Postherpetik nevralji vakalarında cerrahi girişimlerin kısmen başarılı olduğu da
bilinmektedir.
Posttravmatik ve postoperatif nevraljiler ağrı kalitesi ve hasta hikâyesi
bakımından postherpetik nevraljiden ayrılırlar. Başlangıç genellikle sinir dalının
travma ve ceraahi sonucu hasarlanmasına dayanmaktadır. Ağrı mütemadiyen devam
71
eden kaşınma, künt, gıdıklayıcı hislere benzemektedir, ancak postherpetik nevraljide,
trigemal
nöritiste
veya
ağrılı
nöromalarda
görülen
şiddetli
yanma
hissi
bulunmamaktadır. Rahatsızlık sınırlı olabilir ancak total sinir rejenerasyonu yavaş ve
hataya açık bir işlemdir, daimi disestezi ile sonuçlanabilir.
2.8 Kausaljik grup
Kausalji, sıklıkla ekstremitelerde görülen, “refleks sempatik distrofisi” olarak
da adlandırılan ağrı sendromudur. Bununla beraber baş boyun bölgesinde
gelişebildiği gibi ağız içinde de oluşabilir. Sempatik hiperaktiviteden kaynaklandığı
düşünülmektedir. Hastalıkta gözlenen ağrı sıcak, yakıcı tarzdadır ve kutanöz
hiperestezi ile beraber görülür. Etkilenen alanda vazomotor, sudomotor ve trofik
değişiklikler görülebilir. Tipik kausalji, afferent duyu yollarının enflamasyonu veya
hasarlanmasından birkaç gün ile birkaç haftalık süre sonra oluşur. Tanı konulmaz
veya tedavi edilmezse öncelikle birinci olarak, yanıcı ağrı, ödem ve hipertemi ile
karakterize travmatik aşama, sonrasında soğuk, siyanotik deri, ödem ve ağrının
yayılması ile karakterize distrofik aşama ve sonunda kas, kemik ve deri atrofileri ve
dayanılmaz ağrı ile karakterize üçüncü atrofik aşama görülür. Nadir de olsa, kausalji
atipik inatçi ağrıların temel nedeni olabilir. Ayrıca tanıda (1) travmatik nöroma, (2)
trigeminal nöritis ve (3) atipik fasiyal nevralji düşünülmelidir.
Kesin tanı ganglion sinir blokajı sonunda ağrının ani ve kesin şekilde kesilmesi
ile konulabilir.
Tekrarlanan ganglion blokajları ile sempatik hiperaktivite elimine edilebilir.
Genel sempatik aktiviteyi azaltmak için biofeed-back ve rahatlama teknikleri
kullanılabilir.
72
Fiziksel tedaviye ek olarak uygulanacak transkutanöz elektrik stimülasyonlar
ve akapunktur rahatlama sağlayabilir. Üst sempatik sinir zincirinin cerrahi olarak
çıkarılması son seçenektir, düzgün yapılmayan operasyonlardan sonra ağrı yeniden
oluşabilir.
2.8 Psikolojik grup
Psikolojik grup olarak kronik ağrıya neden olan psikojenik rahatsızlıklar
incelenmiştir. Çoğu klinisyen “psikojenik” terimini kronik ağrı sorunu olan ancak
yoğun duygusal tepkileri nedeni ile somatik tedaviye yanıt vermeyen hastalar için
kullanırlar. Kronik ağrı şikâyeti olan neredeyse bütün hastalarda psikolojik durum
bozukluğu ve ağrı algılanmasında değişimler görülmektedir.
Ağrının mı yoksa psikolojik faktörlerin mi önce geldiini saptamanın terapötik
olarak çok az yararı vardır. Ağrı sadece periferal sinirleri ve reseptörleri etkileyen bir
olay değildir, afferent ve efferent yolları, beyin kökünü ve alt korteksi ve limbik
sistemle yüksek kortikal faaliyetleri de etkileyen psikolojik bir olaydır. Kronik ağrı
terimi ile ifade edilen uzun süredir (en az 6 ay) ve birkaç kere tedavi denenmesine
rağmen geçmeyen ağrılardır. Çoğu kronik hastasının rahatsızlığa neden olan somatik
bir hastalığı bulunmaktadır. Bu hastalık mental değişkenlerle artar veya azalabilir.
Psikojenik ağrı (1) yapılan incelemeler, konsültasyonlar ve tanısal testler
sonucunda kesinlikle hiçbir organik, nörolojik veya kas-iskelet sistemi ile ilgili
rahatsızlığı tespit edilmeyen hastalar için ve (2) kronik ağrı konusunda deneyimli
73
olan bir psikolog tarafından ağrıya neden olacak psikofizyolojik rahatsızlığı olduğu
söylenmiş, psikolojik hikâyesi olan hastalar için kullanılması gereken bir
sınırlandırmadır. Myofasiyal ağrı sıklıkla organik sebepten kaynaklanır ve yanlış
olarak psikojenik ağrı olarak isimlendirilir. Stres ve gerilimden kaynaklanan
psikosomatik rahatsızlıklar ile burada tarif edilen psikojenik ağrı arasında büyük fark
vardır. Hekim için en önemli olay, somatik rahatsızlıktan kaynaklanmasa da,
hastanın ağrısının herhangi bir somatik ağrı kadar azap verici olabileceği gerçeğinin
kavranmasıdır.
Kronik ağrı hastasını en çok etkileyen faktör çevresi ve çevresinin kendisine ve
problemine yaklaşımıdır. Kronik veya inatçı ağrısı olan hastalarda hekimin
uğraşması gereken en önemli psikolojik ve psikojenik faktör öğrenilmiş
davranışlardır. Fordyce öğrenilen ağrıyı ve koşullanmayı şöyle tarif eder; kronik
ağrıda, ağrılı uyarana karşı verilebilecek normal cevaplar, bağırma, ağlama,
söylenme, ilaç isteme veya yatakta kalma, oluşmasını sağlayabilmeyi öğrenebilecek
kadar uzun süredir mevcuttur. Hasta, isteyerek ya da istemeyerek çevresindeki
insanlara ağrısı olduğunu anlatmak için yukarda sayılı davranışları sergiler. Bu
tekrarlanma sonucu bazı davranışlar baskın duruma geçerken bazıları söner. Örneğin,
bir davranış ya da durum her seferinde istenen bir sonuca ulaşıyorsa, bu davranışın
oluşma sıklığı artacak ve baskın duruma geçecektir. Ancak aynı şekilde bir
davranışın getirdiği sonuçlar istenmiyorsa, o davranış sönecek ve yok olacaktır. Eğer
bir davranış devamlı olarak cezalandırılıyorsa, oluşma sıklığı en azından geçici
olarak azalacaktır. Bununla beraber cezalandırma ortadan kaldırılırsa davranış
yeniden ortaya çıkabilir.
Çoğu kronik ağrının belli bir dönemde ağrılı uyaran veya patolojik oluşum
sonrasında başladığı kabul edilmektedir. Bu ağrılı uyaran bir ağrı yanıtı ya da ağrı
74
davranışı meydana getirir. Çoğu hasta bu ağrı davranışlarını sistematik veya pozitif
olarak güçlendiren çevrelerde yaşamaktadır. Diğer yandan sağlıklı durum ya da
sağlıklı davranış cezalandırılır ve kaybolmaya yüz tutar. Bunların akabinde, patolojik
uyaran azaldığı zaman bile, ağrı davranışları daha baskın hale gelir ve ağrılı uyaran
yokluğunda bile varlığını sürdürür. Ağrı davranışın derecesinin patojenik faktörlerle
hiç ya da çok az ilişkisi vardır. Bu tip ağrı davranışı psikojenik temelli olarak
sınıflandırılabilir. Ne yazık ki bu terim zaman zaman hipokondriasis(kişinin sağlığı
ve vücut fonksiyonları hakkındaki aşırı endişesi) veya histeri gibi kişilik
rahatsızlıkları ile bir kullanılmaktadır. Bu rahatsızlıklar var olsa bile genelde ağrı
davranışı ile ya hiç ilişkisi yoktur, ya da çok az miktarda vardır. Fordyce’in söylediği
gibi “ ağrılı davranışı öğrenmek için kişilik sorunlarının varlığına gerek yoktur çünkü
öğrenme istenilen sonuçlar elde ediliyorsa otomatik olarak olur.”
Bu yüzden
somatizasyon(histeriye benzer bir şekilde akli durumu vücutsal semptomlara
çevirebilme), ağrıyı biliçli şekilde oluşturma ve Münchausen sendromu(yalan
hikâyeler ile akut hastalık tarifi yapmak ve hastane tedavisi istemek) bazı psikolojik
etkilerle ilişkilendirmek yanlıştır. Bütün hepsi bir şekilde istekli davranıştır. Konuya
hâkim olan hekim, hastaya en kısa yoldan karakter bozukluğu teşhisi koymaktansa,
hastaya ve ağrı davranışına etkileyebilecek çevresl faktörleri tespit etme yoluna
gitmelidir.
“Değişken yanıt” çok nadir olarak görülür. Hastanın yaşamındaki bir
aksaklığın, daha makbul somatik belirti ile yer değiştirmesi olarak düşünülür.
Genellikle genç kadınlarda ve körlük, sağırlık gibi belirtilerle görülür. Bununla
beraber herhangi bir yaştaki ya da cinsiyetteki hastalarda ağrı başka bir sebebin
yerine geçebilir. Ağrı kalitesi “yıldırım benzeri patlamalar”, “başımın üstüne ağır
75
bişey basıyormuş gibi”, “boğazıma iğneler saplanıyor”, “boğazımı ip sıkıyor”,
“çirkin bir ağrı” gibi ifadelerle tarif edilir.
Ağrı genelde devamlı ve hafiflemeyen tiptedir. Dış etkenlerden çok nadir
olarak etkilenir, bununla beraber duygu değişimi ile ağrı değiştirilebilir. Ağrıyı tarif
eden mutlak terimlere rağmen hasta hangi duygularla ağrının nasıl değiştiği
konusunda kararsızdır.
Klinik olarak, myofasiyal trigger noktaları dâhil hiçbir fiziksel bulgu yoktur.
Hastadan alınan detaylı hikâye sonucunda hastanın çocukluğunda hasta bir ebeveyni
veya yakını ile büyümüş olduğu veya çocukluğunda ağır ve uzun süreli bir
rahatsızlık geçirmiş olduğu öğrenilebilir. Mental durum normal olabilir ancak bu gibi
hastalar duygusal olarak stres altındadırlar, sosyal ilişkileri kötüdür ve muhtemelen iş
hayatlarında sorun yaşamaktadırlar.
Bu değişken yanıtın nedenleri çeşitlidir. Hasta ciddi bir vücut şekli problemi ile
hayatındaki fırtınalı dönem veya stres ile bu şekilde başa çıkmaya çalışmaktadır,
hayatında ciddi bir değişiklik yapma isteği vardır. Hasta sosyal olarak kabul
görmeyecek psikolojik hastalık yerine, sosyal kabul görecek fiziksel hastalık
geliştirme yoluna gitmiştir.
Öte yandan, psikoz ve şizofreni gibi psikiyatrik tanılarda somatik hayaller
oluşabilir. Bu hastalar rasyonel düşünme yetilerini yitirirler, gerçekle bağlantıları
kopar ve sağlıkları ile ilgili ağrı veya hastalık obsesyonlarına kapılabilirler. İntihar
riski çok yüksek olduğundan acilen hastaneye yatırılmaları ve tedavi görmeleri
şarttır.
76
Psikojenik ağrı tanısı koyulan hastalarda birincil olarak ağrıyı güçlendirecek
veya ödüllendirecek faktörlerin elimine edilmesine uğraşılır. Kronik hasta deneyimi
ve uzmanlığı olan psikologların ve psikiyatristlerin yardımını almak şarttır.
2.9 Kanser Ağrıları Ve Nöroloji
Kanserli
hastalara
uygulanan
medikal,
fiziksel
ve
cerrahi
sağaltım
yöntemlerinin yaptığı nöro-psikiyatrik belirtiler oldukça sıktır ve buların bazısında
yine ağrılı sendrom egemen olur. Kanser ağrısında kullanılan narkotik analjeziklerin
yarattığı bağımlılık sendromu ve bu ilaçların diğer santral sinir sistemi üzerinde
etkiside vardır.
Kanser ağrıları değişik nedenlerle ortaya çıkabilir:
1-Periferik sinirler üzerinde direkt bası ya da infiltraston,
2-Sinir kökleri, menenksler ya da omuriliğe direkt infiltrasyon meydana
gelerek, radiküler ağrılara ve bası belirtilerine yol açabilirler,
3-Beyin, omurilik, sinir kökleri ve periferik sinirlerin civarında bulunan
kemiklere olan metastaz nedeni ile meydana gelen patolojik kırık ve çıkılarla nöral
dokular kompresyon altında kalarak şiddetli ağrılar meydana gelir.
4-Kanserin genel cerrahi sağaltımı sonucu nöral ve non-nöral kökenli ağrılar
çıkabilir.
5-Kanser Kemoterapisin de nörolojik olan ya da olmayan ağrılı durumlara yol
açabilir.
6-Radyasyon sağaltımı sonucu kemik dokular ve ara dokulara etkilerle brakiyal
ya da lomber pleksus larda radyasyon fibrozu gelişebilir.
77
Kanser ağrıları sağaltımına ait program ve yöntemler bazen sırayla, bazende
birkaçı kombine edilerek ve her hastanın özelliğine göre farklı yaklaşım yapılarak
uygulanmalıdır.
Kanser ağrılarında tedavi:
1-İLAÇ TEDAVİSİ
a)Narkotik olmayan analjezikler
b)Narkotikler
1)Narkotik agonistler
2)Karışık agonist-antagonistler
c)Diğer ilaçlar
1)antidepressifler
2)Butirofenonlar
3)Anti-epileptikler
4)S.S.S. stimulanlar
3-FİZİKSEL YÖNTEMLER
a)Fizik tedavi
b)Periferik sinir uyarımı ve akupunktur
c)Behavioral yöntemler
4– AĞRI CERRAHİSİ
78
2.10 Transküt Sinir Uyarımı
Ağrılı durumlar ve sendromlardaki ağrının bastırılmasında en sık kullanılan
yöntelerden biride periferik sinirlerin elektrik şoklarla uyarılmasıdır. Kısaca TNS ya
da TENS adı ile belirtilir. TNS periferik sinirler değişik elektriksel yöntemlerle;
geniş myelinli afferent-duysal liflerin uyartılması ve böylece A-delta ve C liflerinden
gelen doğal impulsların omurilik dorsal boynuzu düzeyinde inhibe edilmesi temeline
dayanmaktadır. Deri yolu ile verilen elektrik akımları değişik frekans ve diğer
özellikler taşımakla beraber, akım şiddeti genellikle düşük olduğu için hastada bu
yönteme bağlı ayrıca ağrı meydana gelmez ve uyarılan bölgede parestezi hissedilir.
KAYNAKLAR
1. Ingle, J.I ve Bakland, L.K. ; “Endodontics” 5.Ed.,B.C. Decker, 1976 S: 505-552
2. Sternbach, R.A. :Pain: A psychopysiologic Analysis. New York, Academic Press,
1968
3. Dorland’s Illustrated Medical Dictionary. Philadelphia; W.B: Saunders, 1974.
4.Kroening, R.J. : Understanding pain. In Dental Anesthesia. Postgraduate Dental
Handbook Series. Littleton, Massachysetts, Publishing Sciences Groups, 1979.
5. Lewis, T. : Pain. New York, The Macmillan Co., 1942, S.5.
6. Lim, R.K.S. : Revised concept of the pain mechanism. Pain. Ed. R.S. Knighton ve
P.R. Dumke. Boston, Little, Brown, 1964.
79
7. Melzack R. ve Wall, P.D. : Pain mechanism: A new theory. Science, 1965,150971.
8. Dalessio, D.J. : Wolff’s Headache and Other Head Pain. 3rd. Ed. New York,
Oxford University Press, 1972.
9. Wolff, H.G. ve Wolf, S. : Pain. 2nd Ed. Springfield, Illinois, Charles C. Thomas,
1958.
10. Bonica, J.J. : The Management of Pain. Philadelphia, Lea & Febiger, 1953, S.
785-824-1263-1309
11. Arthur C. , Guyton M.D. , Hall J.E.: Textbook of Medical Physiology,W B
Saunders; 10th edition.1964, S. 552-557.
12. Fedi P.F, et al. : The Periodontic Syllabus,4th ed, Lippincott Williams & Wilkins;
Missouri, Kansas City, 1982.S. 222-226.
80
3.ÖZGEÇMİŞ
1987 yılında Kuzey Kıbrıs’ın Lefkoşa şehrinde doğdum. İlkokulu Sht. Ertuğrul
İlkokulunda okudum. Ortaokulu Şht. Hüseyin Ruso Ortaokulunda okudum. Lise
eğitimimi Bülent Ecevit Anadolu Lisesinde tamamladım. 2005 yılında Ege
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesini kazandım.
81
Download