Stanford Üniversitesi araştırmacıları PD-1 (Programlanmış hücre ölümü-1) ve PD-L1 (Programlanmış hücre ölümü ligandı-1) isimli hücre reseptörlerine yönelik antikorların kanserle savaşmak üzere T hücreleri (bağışıklık hücrelerinin bir türü) ve makrofajlar üzerinde iki taraflı bir saldırı başlatabileceğini gösteren bir çalışma yaptılar. Nature dergisinde yayınlanan makalede araştırmacılar, terapinin kanserle tamamen farklı bir şekilde savaştığını yani bağışıklık hücrelerini harekete geçirerek kanserli hücreleri yok ettiklerini tespit ettiler. Bulgularının da gelişen ve büyüyen kanser tedavisi uygulamaları açısından önemli bir yer tuttuğunu ifade ettiler. PD-1, normalden fazla çalışan bağışıklık sisteminden vücudun korunmasında önemli rol oyanyan bir hücre reseptörüdür. Bağışıklık hücreleri olan T hücreleri ise hastalıklı ya da zarar görmüş hücrelerin tespit edilmesi ya da yok edilmesini belirlemede rol oynarken zaman zaman yanlışlıkla lupus (deri veremi) yahut multiple skleroz (MS hastalığı) gibi otoimmün hastalıklara neden olarak sağlıklı hücrelere atak edebilir. PD-1, “bağışıklık kontrol noktası” olarak adlandırılan ve oldukça aktif T hücrelerini sıkıştırarak sağlıklı dokuya saldırma ihtimallerini azaltan bir protein reseptörüdür. İnovatif Kimya Dergisi kaynak gösterilmeden paylaşılamaz. Kanser ve PD-1 İlişkisi Yaklaşık 10 yıl önce araştırmacılar, kanser hücrelerinin, bağışıklık sistemini koruma amaçlı kullanabildiklerini keşfetti. Tümör hücreleri, PD-1 proteinlerinin üretimini T hücrelerinin tümörlere atağını önleyerek yavaşlatıyor. Yani araştırmacılar, proteinlerin bağışıklık sistemine “beni yok etme” sinyalini gönderdiği görüşünü paylaşıyor. Kanser hastaları şimdilerde PD-1 reseptörünü bloke eden ya da PD-1 ile ortak bağı üzerinde tutan (“beni yok etme” sinyalini kapatmak ve T hücrelerine atak etmesini sağlamak amacıyla) antikorlar kullanılarak tedavi ediliyor. Kanser üzerine yaptığı araştırmalarıyla ünlenen Prof.Dr. Irving Weissman (çalışmanın kıdemli yazarı), “PD-1 ya da PD-L1’e yönelik kullanılan antikorlar immünoterapinin gelişimi açısından oldukça önemli” yorumunda bulundu. Araştırmacıların çoğu anti-PD-1 ve PD-L1 antikorlarının kanser hücrelerine T hücrelerinin atağını frenleyerek işlev gördüğü fikrini kabul ediyor, ancak çalışma grubu, durumu açıklayan ikinci bir mekanizmayı bulduklarını ifade ediyor. Weissman ve grubu, PD-1’in aktivasyonunun ayrıca, makrofaj olarak adlandırılan diğer bağışıklık hücrelerinin anti kanser etkinliğini de inhibe ettiğini keşfetti. Çalışmanın baş yazarı Sydney Gordon, tümörlere sızan makrofajların, yüzeylerinde PD-1 reseptörlerini oluşturmak için uyarıldığını ve PD-1 ile PD-L1 antikorlarla bloke edildiğinde makrofaj hücrelerinin kansere atak eder hale geldiğini ifade etti. Anti-CD47 Antikoru Bu mekanizma, Weissman laboratuvarında çalışılan diğer bir antikorun çalışma mekanizmasına benzemektedir: Protein CD47’yi bloke eden antikor. Weissman ve çalışma grubu, anti-CD47 antikorlarının kanser hücrelerini yok etmek için makrofajları harekete geçirdiğini gösterdi. Yaklaşım, şu sıralar hastalarda uygulanan küçük bir klinik çalışma konusu olarak karşımıza çıkıyor. Ancak makrofajların anti-PD-1 ve anti-PD-L1 antikorlarının terapötik etkisinden ne ölçüde sorumlu oldukları belirsiz. Araştırmacılar, kanser tedavisinde T hücresi ya da makrofaj bileşenini harekete geçirmenin yeni tedavi yöntemlerine zemin hazırlayabileceğini düşünüyor. Ayrıca, makrofaj hücreleri doğuştan bağışıklık hücrelerinin bir parçası olduğu için her hastada her çeşit kanserin tanımlanabileceğini dile getirdi. Kaynak : stanford.edu Yorumlar İnovatif Kimya Dergisi kaynak gösterilmeden paylaşılamaz.