porfirinler, nükleik asitler

advertisement
PORFİRİNLER, NÜKLEİK
ASİTLER
Doç.Dr. Mustafa ALTINIŞIK
ADÜTF Biyokimya AD
2009
Porfirinler
Porfirinler, porfirin halka sistemi içeren renkli maddelerdir
Porfirin halka sisteminin en basit temel maddesi pirol
halkasıdır. Dört pirol halkası metenil (=CH-, metin) köprüleri
ile birbirine bağlanırsa porfin halka sistemi oluşur. Porfin halka
sistemindeki pirol halkalarına çeşitli yan zincirlerin
eklenmesiyle porfirin halka sistemi oluşur
Porfirin halka sistemindeki pirol halkalarının N atomlarına Fe,
Mg, Co, Zn, Ni, Cu gibi metallerin iyonlarının bağlanmasıyla
metaloporfirinler diye tanımlanan çeşitli porfirin bileşikleri
oluşur. En yaygın olarak bulunan biyolojik metalloporfirinler
demir ve magnezyum içerenlerdir. Eritrositlerde bulunan ve kana
kırmızı rengini veren hemoglobinin yapısında bulunan hem,
önemli bir demir-porfirin bileşiğidir. Bitkilerin yeşil rengini veren
klorofil, magnezyum-porfirin bileşiğidir
Hemoglobin
Kanda eritrositlerde bulunan, kana kırmızı rengini veren,
demir-porfirinli bir bileşik proteindir
%g olarak kandaki hemoglobin konsantrasyonunun
normal değeri
yetişkin erkek için %14-18 g
yetişkin kadın için %12-15 g
çocuk için %12-13 g
yeni doğan için % 21 g
Hemoglobin miktar tayini
Hemoglobin miktar tayini deneyinde önce hemoglobin,
K3Fe(CN)6 çözeltisi ile ferrihemoglobin şekline
dönüştürülür
Daha sonra ferrihemoglobin CN ile
reaksiyonlaştırılarak stabil olan siyanmethemoglobine
çevrilir
Oluşan siyanmethemoglobin kolorimetrik olarak
ölçülür ve standart ile karşılaştırılarak hemoglobin
miktarı bulunur
Hemoglobin molekülü 4 hem ve
1 globin içerir
Hemoglobindeki 4 hemin her biri
bir protoporfirin III ve bir Fe2+
içerir
Hemoglobin, molekülünde
içerdiği toplam 4 adet Fe2+
sayesinde akciğerlerden dokulara
O2 molekülü taşıyabilmektedir. 1
hemoglobin molekülü toplam 4
adet O2 molekülü bağlayarak
taşıyabilir
Hemoglobinin protein komponenti olan globin, glisince
fakir bazik amino asitlerce zengin bir proteindir; 4
polipeptit zincirden yapılmıştır
Çeşitli hemoglobin tiplerinde bulunabilen polipeptit
zincirleri -zincir, -zincir, -zincir, -zincir olmak
üzere dört tiptir. Bir hemoglobin molekülünde bu
zincirlerden iki tür bulunur
Fizyolojik hemoglobinler (normal
hemoglobinler)
• HbA1: Globininde 2 ve 2 polipeptit zinciri
içeren fizyolojik hemoglobindir. HbA1, erişkin bir
şahsın eritrositlerinde bulunan hemoglobinin
%97-98’ini oluşturur
• HbA2: Globininde 2 ve 2 polipeptit zinciri
içeren fizyolojik hemoglobindir
• HbF: Globininde 2 ve 2 polipeptit zinciri
içeren, primitif hemoglobin (HbP) diye de bilinir.
yeni doğanda total hemoglobinin %70-90’ını
oluşturur
HbA1’in globininin -polipeptit
zincirindeki -amino grubuna
enzimatik olmayan bir
reaksiyonla kovalent bir şekilde
karbonhidrat bağlanması sonucu
glikozile hemoglobinler oluşur
HbA1a (HbA3), HbA1b, HbA1C,
HbA1d, HbA1e bilinen glikozile
hemoglobinlerdir
Glikozile hemoglobin oluşumu,
yaş ve açlık kan şekeri artışıyla
birlikte artar
Anormal hemoglobinler ve
hemoglobinopatiler
• Hb S: HbA1’in -zincirlerindeki 6. amino asit glutamik
asit değil de valin olan hemoglobindir. orak hücreli
anemi ( Hb S hastalığı) olarak tanımlanan
hemoglobinopatinin ortaya çıkmasına neden olur
• Hb H ve Hb Bart: Hb H, globini -zinciri içermeyen, 4zinciri içeren hemoglobindir; Hb Bart ise globini -zinciri
içermeyen, 4-zinciri içeren hemoglobindir. -talasemili
hastaların kanında saptanırlar
Hemoglobin bileşikleri
•
•
•
•
•
•
•
Oksihemoglobin (HbO2)
Karbaminohemoglobin
Karboksihemoglobin (HbCO)
Methemoglobin
Sulfhemoglobin
Azotmonoksit hemoglobin
Siyanhemoglobin
Oksihemoglobin (HbO2)
Hemoglobin molekülündeki 4 Fe2+’e akciğerlerde
birer O2 molekülü bağlanması sonucu oluşan
hemoglobin bileşiğidir
Akciğerlerde oksijenasyon olayı sonucunda hemoglobine bağlanan
oksijen, diğer dokularda deoksijenasyon olayı sonucunda
hemoglobinden ayrılır
Oksijenize hemoglobin (oksihemoglobin) parlak kırmızı,
deoksijenize hemoglobin (deoksihemoglobin) koyu kırmızıdır.
kanın oksijenlenmesinde bir azalma ve bunun sonucu olarak
deoksijenize olmuş hemoglobinde artış, deri ve mukozalara
karakteristik mavimtrak bir renk verir ki bu durum siyanoz olarak
tanımlanır
Karbaminohemoglobin
Hemoglobindeki globinin serbest -amino gruplarına
reversibl olarak CO2 bağlanmasıyla oluşan hemoglobin
bileşiğidir
CO2, deoksijenize hemoglobine oksihemoglobinden
daha çok bağlanır ve böylece dokulardan akciğerlere
hemoglobin ile taşınabilir
Kandaki CO2’in
%15-20’si karbaminohemoglobin bileşimindedir
%5’i plazmada serbest veya H2CO3 halindedir
%75-80’i HCO3 şeklindedir
Karboksihemoglobin (HbCO)
Oksihemoglobindeki O2 yerine
karbonmonoksit (CO) geçmesi suretiyle
oluşan hemoglobin bileşiğidir
Ortamda bulunan CO, oksijen taşımada
kullanılabilecek hemoglobin miktarını azaltır;
bu durumda kan akciğerlerde oksijenlenemez
ve dokulara oksijen taşınamaz
CO ile zehirlenmenin belirtileri, bilinç
kaybı, tırnak dipleri ve mukoz
membranların kiraz kırmızısı renk
almasıdır.
CO ile zehirlenmenin tanısı için kan NaOH
ile karıştırılır; normalde koyu kahverengi
renk gözlendiği halde CO ile zehirlenme
durumunda kiraz kırmızısı renk gözlenir
Methemoglobin
Hemoglobindeki Fe2+ ’nin Fe3+
haline reversibl olarak
oksitlenmesi sonucu oluşan
kahverengi bir hemoglobin
bileşiğidir
Hemoglobine bazı oksidan
etkenlerin etkisi sonucunda
oluşur
Sulfhemoglobin
Oksihemoglobin ile H2S’ün reaksiyonlaşması sonucu
oluşan yeşil-sarı renkli bir hemoglobin bileşiğidir
Ölümden sonra proteinlerin kokuşması sonucu olarak
dokularda H2S oluşur ki kadavraların kan toplanan
yerlerinde görülen yeşil lekeler buralarda
sulfhemoglobin oluşmasının sonucudur
Azotmonoksit hemoglobin
Nitritli dumanların solunması durumlarında oluşan
pembe renkli bir hemoglobin bileşiğidir
Siyanhemoglobin
Siyanhemoglobin, HCN solunması sonucu oluşan bir
hemoglobin bileşiğidir
İnorganik siyanür bileşiklerinin ağızdan alınması sonucu
siyanmethemoglobin oluşur
Miyoglobin
Miyoglobin, prostetik grubu
hem olan bir kromoproteindir
Başlıca kırmızı kaslarda
özellikle kalp kasında yüksek
konsantrasyonda bulunur
153 amino asitten oluşan bir
polipeptit zinciri ve bir hem
grubu içerir. Miyoglobinin hem
grubundaki Fe2+, O2 ile reversibl
olarak bağlanabilir. Miyoglobin,
kasta bir çeşit oksijen deposu
olarak işlev görür
Kaslarda bol miktarda bulunan miyoglobin, kas
yaralanmalarında kana geçer ve idrarla atılır ki, idrarla
miyoglobin atılması miyoglobinüri olarak tanımlanır;
klinik tanı açısından önemlidir
Sitokromlar
Sitokromlar, prostetik grup
olarak bir demir-porfirin
bileşiği olan hem içeren
elektron taşıyıcı proteinlerdir
Mitokondrilerin iç
membranlarında bulunurlar
Porfirin metabolizması
Kemik iliğinde hemoglobin oluşturmak üzere,
karaciğerde de sitokromları oluşturmak üzere porfirin
(hem) sentezlenir
Porfirin (hem) sentezi için temel prekürsör, glisin amino asidi ile
süksinil-KoA’dır. Sekiz adet glisin ve süksinil-KoA’dan hem’in
organik bölümü oluşur
Mitokondride oluşan hem,
mitokondri dışında,
ribozomlarda sentez
edilmiş olan globin ile
birleşerek hemoglobin
oluşturur
Hemoglobin
biyosentezinde pantotenik
asit (vitamin B5),
piridoksal fosfat (vitamin
B6), vitamin B12, folik asit,
demir, bakır rol alır
Porfirin metabolizması bozuklukları
İnsanlarda porfirin biyosentezinde görevli bazı enzimlerde
genetik defekt olması, eritrositlerde, vücut sıvılarında,
karaciğerde spesifik porfirin prekürsörlerinin birikmesine yol
açar; porfiriyalar diye bilinen bazı genetik hastalıklar ortaya
çıkar. Kongenital eritropoetik porfiriya hariç tüm porfiriyalar
otozomal dominant kalıtılırlar
Porfirialarda defektli enzim gerisindeki porfirinler ve
prekürsörleri vücut dokularında ve vücut sıvılarında birikir.
Porfirialarda biriken bileşiklerin toksik yapısına bağlı olarak her
bir porfiriyaya özgü semptom ve belirtiler ortaya çıkar
Hemoglobinin yıkılımı
Normal insan vücudunda
her gün eritrositlerin
parçalanmasıyla yaklaşık
6,5-7 gram kadar
hemoglobin
serbestleşmektedir
Eritrositlerin
parçalanmasıyla
serbestleşen hemoglobin,
retiküloendoteliyal sistemde
(RES) yani başlıca
karaciğer, dalak ve kemik
iliğinde yıkılır ve bilirubin
oluşturur
Hemoglobinin hem kısmının yıkılmasıyla oluşan
bilirubin, indirekt bilirubin (ankonjuge bilirubin)
olarak bilinir. İndirekt bilirubin, suda çözünmez, idrara
geçmez ve safra ile atılmaz. İndirekt bilirubin,
liposolubldur; membranlardan kolaylıkla geçerek
dokulara diffüze olabilir
İndirekt bilirubinin karaciğerde
glukuronik asitle konjugasyonu
veya çok az oranda
sülfatlanmasıyla direkt
bilirubin (konjuge bilirubin)
oluşur. Direkt bilirubin, suda
çözünür ve safra ile atılır.
Direkt bilirubin normalde
kanda bulunmaz veya çok az
bulunur; ancak safra ile
atılımının engellendiği
durumlarda kanda artabilir ki
kandaki düzeyi %1,5 mg’ı
aştığında idrarda saptanır
Serum total bilirubin düzeyinin normal değeri
Doğumdan hemen sonra miadında doğan bebekte %0,44,0 mg arasında, prematüre bebekte %8 mg’dan düşük
Doğumdan üç gün sonra miadında doğan bebekte %1,010,0 mg arasında, prematüre bebekte %12 mg’dan
düşük
1 aylık bebekte %0,1-0,7 mg arasında
Erişkinde %0,2-1,0 mg arasında
Hiperbilirubinemiler
• Serbest (indirekt) bilirubin düzeyindeki artışlar
Yenidoğan sarılığı
Gilbert hastalığı
Crigler-Najjar sendromu tip I
Crigler-Najjar sendromu tip II
• Konjuge (direkt) bilirubin düzeyindeki artışlar
Kolestaz
Dubin-Johnson sendromu
Rotor sendromu
Yenidoğan sarılığında serum bilirubin düzeyi
48.saatte %10 mg değerine kadar çıkabilir ve 7-10
günde normal düzeye iner
Gilbert sarılığında serbest bilirubin düzeyleri %1,23,0 mg kadardır, %5 mg değerini nadiren aşar
Crigler-Najjar sendromu tip I, nadir görülür,
genellikle hayatın ilk 15 gününde ölümle sonuçlanır.
Serbest bilirubin düzeyi %20 mg’ı aşar ve bazen %50
mg’a ulaşır
Crigler-Najjar sendromu tip II’de serum bilirubin
düzeyi %6,0-20,0 mg arasında değişir
Kolestazda plazmada konjuge bilirubin artar ve
idrarla bilirubin atılır
Dubin-Johnson sendromunda plazma bilirubin
düzeyi %3,0-10,0 arasındadır ve karaciğerde melanin
benzeri bir pigment birikir
Rotor sendromunda Dubin-Johnson
sondromundakine benzer bulgular vardır, ancak
karaciğerde pigment birikimi olmaz
Nükleik asitler
Nükleik asitler, bir hücrede meydana gelen her şey için önceden
planlayıcıdırlar
• Deoksiribonükleik asit (DNA)
• Ribonükleik asit (RNA)
Nükleotidlerin polimerleridirler
Nükleotidler
Nükleotidlerdeki bazlar, pirimidin ve pürin bazlarıdırlar ve
RNA’da adenin, guanin, sitozin, urasil bazları; DNA’da adenin,
guanin, sitozin, timin bazları bulunur
Nükleotidlerin fonksiyonları
1) nükleik asitlerin alt
üniteleridirler
2) hücrede kimyasal
enerjiyi taşırlar
3) birçok enzim
kofaktörlerinin
komponentleridirler
4) sellüler haberleşmede
aracıdırlar
DNA (deoksiribonükleik asit)
DNA, canlı hücrelerde
genetik bilginin saklandığı
kromozomal bileşendir
DNA’da saklı olan genetik
bilgi, replikasyon suretiyle
kalıtılabilmekte,
transkripsiyon olayı ile
RNA’ya aktarıldıktan sonra
translasyon olayı ile protein
haline çevrilebilmektedir
DNA’nın yapısında adenin,
guanin sitozin ve timi
bazlarıyla deoksiriboz ve
fosfat bulunur
1953’te James Watson ve
Francis Crick tarafından
ileri sürülen üç boyutlu
DNA yapısı modeline göre
DNA, sağa dönen çift heliks
(ikili sarmal) oluşturmak
üzere aynı eksen etrafında iki
helezon şeklinde DNA zincir
kangalından (polinükleotid
zinciri) oluşmuştur
Bölünme evresinde olmayan ökaryotik hücrelerde nükleustan izole
edilen kromozomal materyal kromatin olarak tanımlanır. Hücre
çekirdeğindeki DNA molekülleri, hücrenin bölünme evresinde,
kompleks katlanmalarla kromozom denen yapılar haline gelirler.
İnsan somatik hücrelerinde 46 (23 çift) kromozom bulunur
Kromozomların, örneğin göz rengi gibi tek bir karakter veya
fenotipi (görünen özellik) belirleyen veya etkileyen bölümleri gen
olarak tanımlanır. Moleküler tanımlamaya göre bir gen, bir enzimi
belirleyen veya şifreleyen genetik materyal segmentidir
Bir hücrenin farklı kromozomları üzerindeki bütün genlerin ve
genler arası DNA bölümlerinin toplamı, sellüler genom olarak
tanımlanır. DNA’da kodlayıcı segmentler ekson olarak
adlandırılırlar, kodlayıcı olmayan segmentler ise intron olarak
adlandırılırlar
Ekstrakromozomal DNA’lar
•
•
•
•
Viral DNA molekülleri
Bakterilerin birçok türünde plazmid
Mitokondriyal DNA
Fotosentetik hücrelerin kloroplastları
da DNA içerir
DNA’nın kimyasal özellikleri
• Çift heliks yapılı DNA, denatüre edilebilir ve denatüre olan DNA renatüre
olabilir
• Farklı türlere ait DNA’lar hibridler (melezler) oluşturabilirler
• DNA, nonenzimatik transformasyona uğrayabilir
• DNA moleküllerindeki belli nükleotid bazları sıklıkla enzimatik olarak
metillenirler
DNA’nın yapısında genetik bilginin kodlandığı yerde meydana
gelen kalıcı değişiklikler, mutasyonlar olarak tanımlanır
DNA’da mutajenik yani mutasyon oluşturan değişikliklerin en
önemli kaynağı, oksidatif hasardır
RNA (ribonükleik asit)
DNA’daki genetik bilgiyi bir fonksiyonel proteine dönüştürmekte
aracı rol oynayan nükleik asittir
RNA molekülü çift sarmallı değil tek zincir şeklindedir; bazen
firkete modeli gibi çeşitli modeller oluşturabilir
RNA çeşitleri
• Haberci RNA (messenger RNA, mRNA): Protein sentezi için gerekli
genetik mesajı nükleustaki DNA’dan sitoplazmadaki ribozomlara taşıyan
RNA’lardır. Protein sentezi için kalıp görevi görür. mRNA üzerindeki, her
biri bir amino aside uyan üçlü baz gruplarına kodon denir
• Taşıyıcı RNA (transfer RNA, tRNA): Sekonder yapıları yonca yaprağı
şeklinde olan RNA’dır. Protein sentezine girecek amino asitleri sentez
yerine taşır. Yapılarında mRNA’daki kodonlarla eşleşen antikodon içerirler
• Ribozomal RNA (rRNA): ribozomların yapısındaki RNA’dır. Svedberg
ünitesi (S) olarak belli sedimantasyon katsayılarına sahip olan çeşitli
rRNA’lar kombine olarak ribozomları oluştururlar
Bir mRNA molekülünde adenin
(A), guanin (G), sitozin (C) ve
urasil (U) bazları ile 64 üçlü grup
yani 64 kodon bulunabilir
Metiyonine uyan AUG kodonu,
hem prokaryotlarda hem
ökaryotlarda; valine uyan GUG
kodonu, yalnızca prokaryotlarda
başlama kodonudur; protein
sentezinin başlamasını şifrelerler
tRNA’da bir antikodondaki bazlar, protein sentezi için kalıp
görevi gören mRNA’nın üzerinde bulunan, tRNA ile taşınan
amino aside uyan kodondaki bazların tamamlayıcısıdırlar
Nükleik asitlerin reaksiyonları
DNA’nın nükleotid dizisi, organizmanın protein
moleküllerinin tümünün sentezinde bilgi kaynağıdır
DNA molekülü, sakladığı genetik bilgilerin sonraki nesillere
aktarılması için kendi kopyasını oluşturur (replikasyon)
Bir protein molekülüne ait olarak DNA’da saklanan genetik
bilgiler, önce bir RNA molekülünün sentezi suretiyle kopyalanır
veya yazılır (transkripsiyon)
Transkripsiyonla RNA’ya kopyalanmış olan genetik bilgiler daha
sonra okunarak bir protein molekülü haline çevrilir (translasyon).
Transkripsiyon ve translasyon olaylarının toplamı gen ifadesi (gen
ekspresyonu) olarak adlandırılır
DNA’nın replikasyonu
DNA’nın replikasyonu, DNA molekülünün, sakladığı genetik
bilgilerin sonraki nesillere aktarılması için kendi kopyasını
oluşturmasıdır. Bugün kabul gören görüşe göre DNA’nın
replikasyonu semikonservatifdir; bir DNA molekülünün iki
kolundan her biri yeni bir DNA kolu sentezi için bir kalıp olarak
görev görür ve sonuçta meydana gelen iki yeni DNA molekülü
yeni ve eski kollar içerirler
Transkripsiyon
Transkripsiyon, DNA’da saklanan genetik bilgilerin bir RNA
molekülü (mRNA, tRNA, rRNA) şeklinde kopyalanması veya
yazılması olayıdır. Çift kollu DNA molekülünde bir kol, bazı
genler için kalıp kol olarak bazı genler için ise kalıp olmayan kol
olarak görev görebilir. Bir DNA molekülü üzerinde çeşitli kalıp
kollar bulunur
Translasyon
Translasyon, transkripsiyonla
RNA’ya kopyalanan genetik bilginin
bir protein veya polipeptit zinciri
haline dönüştürülmesidir
Protein sentezinin üç komponenti
mRNA, tRNA ve ribozomlardır.
mRNA, proteinin amino asit sırasını
belirleyen kodu (şifre) içerir. tRNA,
her amino asit için en az bir tane
olmak üzere bulunur. Ribozomlar,
sitoplazmada serbest veya
endoplazmik retikulumun sitozolik
yüzüne tutunmuş olarak bulunurlar
Translasyon sonunda yeni sentezlenen polipeptit zincir, biyolojik
olarak aktif forma dönüşmek için postranslasyonel modifikasyonlar
olarak tanımlanan çeşitli değişikliklere uğrar
1) Amino-terminal ve karboksil-terminal modifikasyonlar
2) Sinyal dizisinin çıkarılması
3) Bazı özel amino asitlerin modifikasyonu
4) Karbohidrat yan zincirlerin bağlanması
5) İzoprenil grupların eklenmesi
6) Prostetik grupların eklenmesi
7) Proteolitik işlem
8) Disülfid çapraz bağlarının oluşması ve zincir katlanması
Nükleotid metabolizması
Hücre içeren besinlerle nükleik asitler alınır. Pankreas
ribonükleazı, RNA’yı hidroliz eder. Deoksiribonükleaz, Mg2+
ile Mn2+ iyonları varlığında etki gösterir ve spesifik olarak
DNA’yı hidroliz eder. Mononükleotidler, bağırsak fosfatazları
veya nükleotidazları tarafından nükleozid ve fosfat’a ayrılırlar
Pürin nükleotidlerinin biyosentezi
Pürin nükleotidleri, prekürsör amino asitler, riboz-5-fosfat, CO2 ve
NH3’tan de novo olarak sentezlenebilir
Pürin nükleotidlerinin de novo sentezi üç basamakta incelenir:
1) 5-fosforibozil-1-pirofosfat (PRPP) oluşması
2) PRPP’tan inozin monofosfat (IMP) oluşması
3) IMP’tan adenozin monofosfat (AMP) ve guanozin monofosfat
(GMP) oluşması
Pürin halkasındaki atomlar, glutamin, glisin, N10-formil H4folat, CO2 ve aspartattan sağlanmaktadır
Vücutta serbest bazlar ve nükleozidlerden yeniden pürin
nükleotidleri oluşturulabilir
Pürin nükleotidlerinin yıkılımı
5-nükleotidaz
etkisiyle fosfat
grubunun
ayrılmasıyla başlar;
pürin nükleozid
fosforilaz etkisiyle
sürdürülür; son olarak
ksantin oksidaz
etkisiyle ürik asit
oluşur
Pirimidin nükleotidlerinin biyosentezi
Pirimidin nükleotidlerinin de novo sentezi, iki devreye
ayrılarak incelenebilir:
1) Üridin monofosfatın (UMP) oluşması
2) UMP’ın diğer pirimidin nükleotidlerine dönüşmesi
Pirimidin halkasının atomları, aspartat, CO2 ve glutaminden
sağlanır
Vücutta serbest bazlar ve nükleozidlerden yeniden pürin
nükleotidleri oluşturulabilir
Pirimidinlerin yıkılımı
-alanin, CO2, NH3 ve -aminoizobutirat, pirimidin
katabolizmasının son ürünleridir
Pürin metabolizması bozuklukları
• Gut: Kanda ürat ve idrarda ürik asit artışı ile
karakterize. Ürik asit sentezini azaltmak için
allopurinol, atılımını artırmak için probenecid yararlı
• Lesch-Nyhan sendromu: Hipoksantin guanin
fosforiboziltransferaz (HPRT) yokluğu nedeniyle aşırı
ürik asit üretimi ile karakterize
• Adenin fosforiboziltransferaz (APRT) eksikliği
nedeniyle kanda ve idrarda 2,8-dihidroksiadenin
artışı
• Adenozin deaminaz (ADA) ve pürin nükleozid
fosforilaz (PNP) eksikliği nedeniyle lenfosit (sırasıyla
B ve T lenfosit) disfonksiyonu
• Myoadenilat deaminaz (AMP deaminaz) eksikliği
nedeniyle yorgunluk ve egzersize bağlı kas ağrısı
• Ksantin oksidaz yetmezliği
Pirimidin metabolizması bozuklukları
Orotik asidüri: Orotat fosforibozil transferaz ve
orotat monofosfat dekarboksilaz enzimlerinin her
ikisinin veya sadece orotat monofosfat dekarboksilaz
eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkar (tip I ve II)
İdrar ile aşırı orotik asit atılmaktadır
Gelişmenin gerilemesi ve megaloblastik anemi ile
karakterizedir
Download