Efes Araştırmaları Tarihi - Efes'in Tarihçesi Açıklama: Efes Araştırmaları Tarihi - Efes'in Tarihçesi Kategori: Ege Bölgesi Eklenme Tarihi: 03 Aralık 2010 Geçerli Tarih: 18 Temmuz 2017, 16:51 Site: Antalya Çıkışlı Turlar - Öz Antalya Turizm Seyahat URL: http://www.ozantalyatour.com.tr/tur/haber_detay.asp?haberID=156 Efes'in Tarihçesi Efes Araştırmaları Tarihi Efes harabelerinin 17.–19. yüzyıllarda gezi notlarında yer almasından itibaren Londra’daki British Museum, Efes’te arkeolojik araştırmalara başlamıştır. Mimar John Turtle Wood görevlendirilerek 1863–1874 yılları arasında özellikle Artemision’un bulunması amacına yönelik kazıları yürütmüştür: 1869 yılının yılbaşında Wood yaklaşık 7 m. derinlikte tapınağın mermer kaplamalarına rastlamıştır. Ne var ki umulan buluntularla karşılaşılmayınca 1874’te kazılara ara verilmiş, 1904/05 yıllarında David G. Hogarth başkanlığında Ephesos’taki İngiliz araştırmaları son bulmuştur. Efes, Viyana Üniversitesi’nde Klasik Arkeoloji Profesörü ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün ilk başkanı olan Otto Benndorf sayesinde Avusturya biliminin araştırma alanı haline gelmiştir; kendisinin bu insiyatifi hem Türkler hem de Almanlarca desteklenmiştir. İlk çalışmaların başlatılmasını ise Nisan 1895’te müteşebbis Karl Mautner Ritter von Markhof’un yaptığı bağış sağlamıştır. İlk kazı yıllarına ait buluntuların bir kısmı Viyana’ya getirilmiş, günümüzde Kunsthistorisches Museum’un Ephesos-Museum bölümünde sergilenmektedir. 1906’dan bu yana tüm buluntular bulundukları ülke olan Türkiye’de kalmakta ve Selçuk’taki Ephesos Müzesi’nde teşhir edilmektedir. 1898’den beri evsahibi ülkenin yıllık olarak çıkardığı kazı izniyle şehrin topografik, tarihi ve mimari araştırması Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün hedefi haline gelmiştir. Kazılara ara verildiği yıllar 1909/10, 1914–1925 ve 1936–1953 yıllarıdır. İlk kazı başkanları Otto Benndorf ve Rudolf Heberdey araştırmalarını limanla agora arasında kalan kısımla Artemision’a odaklamışlardır. 1926’dan sonra Josef Keil ise büyük gymnasionlar, Yedi Uyurlar Mezarlığı ile Aziz Yuhanna (St. Jean) Bazilikasının kazılarını başlatmıştır. Franz Miltner’in başkanlığında 1954 yılında başlatılan yeni kazılarda ise Kuretler Caddesi civarıyla Bizans şehrinde büyük çaplı kazıların yanısıra Hadrianus Tapınağı ile Aziz Yuhanna Bazilikası gibi bazı anıtlar ilk kez yeniden ayağa kaldırılmıştır. Fritz Eichler’in başkanlığında 1960 yılında yeni bir kazı ekibi oluşturularak Yamaç Evler civarıyla Artemision’da uzun vaadeli projelere başlanması sağlanmıştır. 1969’dan itibaren onun halefi Hermann Vetters Yamaç Evler 1 ve 2’de araştırmaları sürdürmüştür; başkanlığı sırasında Celsus Kütüphanesi de yeniden ayağa kaldırılmıştır. Gerhard Langmann ile Stefan Karweise’nin başkanlığında ise tarihsel topografya konusundaki araştırmalar derinleştirilerek Agora, Artemision, Tiyatro, Aziz Meryem Kilisesi ile Stadion civarında kazılara devam edilmiştir. 1998’den bu yana araştırmaları Friedrich Krinzinger yürütmektedir. Arkeoloji biliminin hedef profilinin geçirdiği değişim gözönüne alındığında günümüzde antik harabelerin büyük çaplı kazıları yerine bir zamanlar Asya metropolü olan bu kentin bin yıldan uzun süren tarihine ait dönemlerin sistemli araştırması ve yayınlanması kazıların ağırlık noktasını oluşturmaktadır. Bunun yanısıra buluntuların ve anıtların konservasyon ve restorasyonu ile anıtların korunmasına yönelik önlemler, etrafı turistik açıdan gelişmiş bir bölgeyle çevrili olan Efes açısından anlamlıdır. Araştırma bütçesi Avusturya Cumhuriyeti ile Avusturya Bilimler Akademisi‘nin imkanları, Bilimsel Araştırmaların Geliştirilmesi Fonları ve özel sponsorların bağışlarından oluşmaktadır. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Efes Kazıları Başkanlığı desteği ile hazırlanmıştır. 2 - Erken Dönemde Efes / 5. bin yıl – M.Ö. 334 Ephesos bölgesindeki en eski beşeri yerleşim izleri Kalkolitik Çağ’a (5. bin yıl) kadar geri gitmektedir. Üç bir yanı açık, yamaçları kayalık ve savunmaya elverişli bir tepe olan Ayasuluk’a en geç Erken Tunç Çağı’ndan (3. bin yıl) itibaren yerleşilmiştir. O dönemde antik çağlardan beri Kaystros Irmağı’nın (Küçük Menderes) taşkınlarıyla taşınan alüvyonlarla dolmuş düzlük alan yerine hemen sahilde yer alan bu yerleşimin bulunduğu derin koy güney, doğu ve kuzeyde bulunan sıradağlara kadar sokulmaktaydı. Erken 8. yüzyıla kadar Ayasuluk Ephesos bölgesinde bilinen tek yerleşim yeri olarak kalmıştır. Geç Tunç Çağı’ndan itibaren Artemision arazisinin güneybatı ayağı da kullanılmakta, en geç Demir Çağı’nın başlangıcından (11. yüzyılın 2. yarısı) itibaren ise burada bir kutsal alan bulunmaktadır. Ayasuluk’taki Geç Tunç Çağı yerleşimi büyük bir olasılıkla Batı Anadolu’nun en büyük gücü ve önceleri rakip, daha sonra ise Hitit İmparatorluğu’nun vasalı olan Luvi Krallığı Arzawa’nın (16.–13. yüzyıllar) başkenti Apaša olarak tanımlanmaktadır. Maddi kültürde görülen ciddi farklılıklar 11. yüzyılda nüfus yapısında bir değişim olduğuna işaret etmektedir: Yunan göçmenler Küçük Asya kıyılarını İon Göçü adı verilen göç sırasında fethetmişlerdir. Efsane, Ephesos’u yerlisi olan Karyalılar, Lelegler ve Lydialılar’dan alan Androklos adında Attikalı bir kralın oğlundan bahsetmektedir. Kent merkezi Ayasuluk’ta kalmıştır. 8. yüzyılın ortasından itibaren Panayır Dağı ve etrafında başka yerleşimler de kurulmuştur; geç dönem Tetragonos Agorası’nın (Ticari Pazar Yeri) altında kalan bu yerleşimlerden bir tanesi kısmen kazılmıştır. Bağımsız Ephesos kent devleti (polis) 7. yüzyılın 2. yarısından itibaren Lidya Krallığı tarafından gitgide daha çok sıkıştırılmıştır: 560’tan hemen sonra Lidya Kralı Kroisos şehri fethederek Ephesoslular’ı düzlük alanda Artemision yakınına yerleşmeye zorlamıştır. Bu Geç Arkaik–Klasik şehir, Kaystros Irmağı’nın taşıdığı metrelerce alüvyonun altında gömülüdür. 546 ya da hemen sonrasında Persler Lidya Krallığı’nı ve böylelikle Ephesos’u ele geçirmişlerdir. Hakimiyetleri Büyük İskender’in fethine (M.Ö. 334) dek sürmüştür. Şehrin gelişiminde bir sonraki dönüm noktası, İskender’in halefi Lysimakhos’un kent sakinlerini M.Ö. 3. yüzyılın başında Panayır Dağı ve Bülbül Dağı’nın arasındaki vadiye yeniden yerleştirmesi olmuştur. 3 - Hellenistik Dönemde Efes / M.Ö. 3.–1. yüzyıl Hellenistik dönemde Ephesos kentinin görünümü önemli ölçüde değişmiştir. Büyük İskender’in ölümünden sonraki Diadok savaşları süresince kent M.Ö. 300’den itibaren Lysimakhos’un Krallığı’na (335–281) dahil edilmiştir. Khersonnes ve Aitoplia’daki ilk kentsel yeni kuruluşların (Lysimakhia) ardından Ephesos’ta da Lysimakhos’un eşi II. Arsinoë’nin ismi verilerek Arsinoea adlı yeni bir şehir kurulmuştur. Arsinoea’nın nüfusu komşu ahalisi Teos, Lebedos ve Kolophon’dan toplanmıştır. Olasılıkla M.Ö. 294’te bütün şehrin etrafını çevreleyen 9 km’den uzun bir sur duvarının inşaasına çoktan başlanmış, bu duvar Bülbül Dağı’nın kuzey yamaçları ile Panayır Dağı’nın bir kısmını da içine almaktadır. Şehir surlarının içinde kalan 2,5 km² büyüklüğünde, yalnızca üçte birlik kısmı yapılaşmaya uygun olan bu alan liman bölgesinde bir alt şehir ile yükseltilmiş bir plato üzerinde bulunan bir üst şehre bölünmüştür. Şehrin her iki bölümünü eski bir Dini Alay Yolunu izleyen Kuretler Caddesi birleştirmektedir. Helenistik Ephesos Hippodamik bir modele ile sistematik olarak dikey bir ızgara cadde planına göre kurulmuştur. Aşağı Şehirde Ticari Pazar Yeri’nin (Tetragonos Agorası) yanısıra Tiyatro ve Stadion ticari ve kültürel, Yukarı Şehirde ise Yukarı Agora (Devlet Agorası), Prytaneion ve Bouleuterion ile politik merkezler oluşturulmuştur. Şehir, her iki dağın yamaçlarında ve öncelikle Yukarı Şehrin yerleşime uygun platosu üzerinde Yukarı Agora’nın güney ve doğusunda gelişmiştir. Gerçekten de M.Ö. 3. yüzyılda üzerine inşaat yapılmış düzlük alanlar hakkında fazla bilgi yoktur, ancak M.Ö. 281’de Lysimakhos’un ölümünden sonra yerleşenlerin en azından bir kısmının burayı terketmiş olması mümkündür. M.S. 2. yüzyıldan itibaren Yamaç Ev 2’nin bulunduğu alanda basit işliklerden oluşan bir yapı inşaa edilmiş, aynı zamanda Yukarı Şehirde yapılan tesviye çalışmaları, yeniden inşaa faaliyetlerine veya bu alanda kapsamlı yeni bir yerleşimin varlığına işaret etmektedir. Yerli üretimi mallar ve bunların Akdeniz bölgesindeki yayılımı Roma hakimiyeti boyunca Asya metropolü (Asya Eyaletinin başkenti) haline gelecek olan Ephesos’un M.Ö. 2. ve 1. yüzyılda artan önemi ve ekonomik gücünü göstermektedir. 4 - Roma Döneminde Efes M.Ö. 133 yılında Bergama (Pergamon) Kralı III. Attalos öldüğünde, vasiyetiyle krallığını Roma halkına bırakır. Civitas libera statüsüyle vergi ödemekten muaf tutulan Ephesos kenti böylelikle Roma’nın Asya Eyaleti‘nin bir parçası haline gelir. Roma hakimiyeti yalnızca halkın hoşnutsuzluğuyla karşılaşmamış, ayrıca Pontuslu Kral VI. Mithridates’in eyaleti yönetmeye kalkışması da büyük bir sevinçle desteklenmiştir: Özellikle eyalette yaşayan İtalikler’e idam hükmü verilerek M.Ö. 88 yılında yalnız Ephesos’ta tek bir gecede 80.000 insan katledilmiştir. İsyanın bastırılmasıyla görevli Romalı General Cornelius Sulla şehrin özgür statüsünü elinden alarak Ephesos’u yeniden vergi ödemeye mecbur bırakmıştır. M.Ö. 33 yılında Markus Antonius ile eşi Mısır Kraliçesi Kleopatra kışı Ephesos’ta geçirerek burada daha sonra Roma İmparatoru olacak olan Octavianus’a karşı savaş planları düzenlemişlerdir. Octavianus’un galibiyetiyle sonuçlanan Aktium Savaşı yalnızca Roma Cumhuriyet döneminin sonu değil, aynı zamanda Asya Eyaleti‘nin de yeniden düzenlenmesi anlamına gelmektedir. Böylelikle Ephesos Roma Eyalet yönetiminin daimi merkezi ve başkent (metropolis Asiae) olur. Denize olan yakınlığı kenti Küçük Asya’nın ticaret merkezi konumuna getirir: Limanı her türlü malın indirilip bindirildiği bir yerdir. Artemision’un arazilerinde tarım ürünleri yetiştirilip bunların ticareti yapıldığı gibi, tapınak aynı zamanda kredi bankası ve hac yeri olarak da işlev görmekteydi. Maksatlı ve politik bir vasıta olarak da kullanılan mimari projeler şehrin Romalı karakterini kuvvetlendirmiştir. M.S. 52 ve 55 yılları arasında Havari Pavlus Ephesos’ta vaaz verirken yalnızca putperest (pagan) bir dini yaşamla değil, aynı zamanda faal bir Yahudi cemaatiyle de karşılaşmıştır. Gümüşçü Demetrios tarafından başlatılan bir isyan sonrasında Korinth’de misyonerlik faaliyetlerini sürdürmek üzere Pavlus kentten ayrılmıştır. M.S. 2. yüzyılda Ephesos gelişiminin doruğuna ulaşmıştır. Pekçok anıt bu parlak dönemin kanıtı durumundadır: Kentin zengin vatandaşlarının özel bağışları hem halkın refahına hizmet etmekte hem de hatırlanmalarını sağlamaktaydı. M.S. 230 yılından itibaren Got akınları ile bir dizi depremin sonucunda, özellikle M.S. 270 yılında bir felaketle doruk noktasına ulaşan belirgin bir ekonomik çöküş görülmektedir. Artemision yağmalanmış ve tapınak yanmıştır. Bu yıkımın açık izleri kent içinde de görülebilmektedir; yeniden yapılanma on yıllarca sürmüştür. Ephesos son bir kalkınma hamlesini M.S. 5. yüzyılda yapabilmiştir. 5 - Bizans Döneminde Efes / M.S. 4. – 13. yüzyıl İmparator Diokletian’ın (284–305) Roma İmparatorluğu’nu yeniden düzenlemesinden sonra bile Ephesos kenti eyalet valisinin (proconsul Asiae) makamı, aynı zamanda da politik bir merkez olarak kalmıştır. M.S. 4. yüzyılın ortalarında pekçok deprem felaketi ekonomik bir çöküşe neden olmuş, şehrin kendine gelmesi zaman almıştır. İmparatorluk bağışlarıyla ve vergi muafiyeti ile en sonunda zararlar giderilerek kentin bir zamanlar sahip olduğu ekonomik refah yeniden sağlanmıştır ki bu durum restorasyon geçiren ve yeni inşaa edilen pekçok yapıyla da kendini göstermektedir: I. Theodosius’un dini fermanları sonrasında (özellikle M.S. 391’de Hristiyanlığın devletin resmi dini olarak kabul edilmesi) ihtişamlı kiliselerin inşaası şehrin manzarasında büyük ölçüde değişikliğe yol açmıştır. M.S. en geç 6. yüzyıldan itibaren 2,5 km mesafedeki Hagios Theologos Tepesi’nde (Ayasoluk/günümüzde Selçuk) Bizans döneminin dikkate değer hac merkezlerinden biri sayılan Aziz Yuhanna (St. Jean) Bazilikası’nın civarında etrafı çevrili bir yerleşim gelişmiştir. İmparatorluğun durumunun gitgide daha güvensiz bir hal almasıyla birlikte limanın içinin alüvyonla dolması ve etrafının bataklık araziye dönüşmesine rağmen M.S. 7. yüzyıldan beri başpiskoposluk makamının da taşındığı bu yeni kent hızlı bir büyüme yaşamıştır. Ephesos kentinden geriye kalanları çevreleyen Bizans dönemi şehir surlarının M.S. 6./7. yüzyılda dikilmesi gibi kentin yeni yönetim birimi olan (Thema) Thrakesion’un makam yeri mertebesine yükseltilmesi bu metropolün eski üstünlüğünü büsbütün yitirmediğini göstermektedir. Şehirde bir lejyonun (birlik) yerleştirilmiş olması, Arap dünyasının giderek artan yayılmacı çabaları göz önünde tutulduğunda bir zorunluluk haline gelmiştir: Böylelikle Ephesos yaklaşık 654/55’te Suriye Valisi Muaviye ve 715/16’da da Arap Amirali Maslama tarafından, başarısız olan İstanbul kuşatması seferinin dönüşünde yağmalanmıştır. Antik kaynaklarda 9. yüzyılın 1. yarısında dahi Ephesos Thema Thrakesion’un tahkim edilmiş en büyük şehri olarak tasvir edilmektedir. M.S. 890’da siyasal ve askeri üstünlüğünü Samos’a (Sisam), hemen ardından da Smyrna’ya/İzmir’e kaptırmıştır. Bu gelişme kentin kesin olarak terkedildiği yönünde anlaşılmamalıdır: Arkeolojik kanıtlar tek tük de olsa göstermektedir ki Ephesos 13. yüzyılın içine dek, her ne kadar yerel yönetim birkaç yüzyıldır Hagios Theologos’ta (Ayasoluk) olsa da saygın kent kimliğini sürdürmüştür. 1090’da Selçuklu Beyi Tengribirmiş Ephesos ile Hagios Theologos’u (Ayasoluk) fethetmişse de, 1096’da Bizanslı general Johannes Dukas tarafından Hagios Theologos tepesinden pek de uzakta olmayan bir çarpışma sonrasında geri alınmıştır. İlk olarak 1304’te bölgenin tamamı nihai olarak Bizans İmparatorluğu’ndan kopartılmıştır. Yeni hükümdarlar, bir Selçuklu Beyi hanedanlığı olan Aydınoğlu Ailesi, 15. yüzyılın 1. yarısında Osmanlı Hanedanı‘ndan ayrılmışlardır. 6 - Türkler Ayasuluğ'da Eskiçağlardan beri önemli bir liman kenti olarak bilinen, Türklerin Ayasuluğ olarak adlandırdıkları ve XX. Yüzyıl başlarına kadar da bu isimle gelen, bugün Selçuk olarak bildiğimiz Batı Anadolu’nun bu önemli şehri, Ortaçağ İslam dünyasında Efesis, Ufsus şeklinde anılmaktaydı. Şehrin ismi daha sonraları Altouogo, Altologo, ve Latologo şeklinde de kullanılmıştır. XVIII. yüzyılın meşhur gezgini Tournefort, bu adın İncilden geldiğini, Rumların Ayios Theologos (İlahiyatçı Aziz) yerine Ayios Skologos adını kullandıklarını ve buradan da Ayasuluk’un türemiş olduğunu ifade eder İstanbul’un 1261 senesinde Haçlılardan geri alınması, ardından Denizli yöresindeki Türkmen isyanı, Batı Anadolu’da yaklaşık yarım yüzyıl devam eden dengeleri bozmuştu Bu süreçte Türkmen gruplar, Menderes havzasına yönelerek, bölgenin fethine başlamışlardı. Öncelikli olarak Menteşe Bey ve Germiyan beylerini bu mücadeleler içerisinde görmekteyiz. Menteşe Bey, Sasa Bey ile beraber Küçük Menderes bölgesine hâkim idi. Bizans İmparatorluğu’nun bütün engel olma gayretlerine rağmen, Türkmen ilerleyişi engellenememiş, 1300’lü yılların hemen başında, bölgede siyasal olduğu kadar nüfusça da Türk hâkimiyeti dönemi başlamış idi. Dukas bu gelişmeleri şöyle nakleder …. Asyanın meşhur şehirlerinden biri olan Efesos (Efes) ve Karia Eyaleti Muntahia (Menteşe) tarafından ve İzmir’e kadar Lidia Eyaleti Atın (Aydın) tarafından Pergama’ya kadar Magnisa ve bütün Magedon Eyaleti Saruhan tarafından bütün Firigia Eyaleti Germiyan tarafından Asu şehrinden başlayan ve Çanakkale’ye kadar imtidâd eden Büyük Frigia Karesi tarafından Bitinia kâmilen ve Paflogonya kısmen Osman tarafından zabt olundu. İsimlerini yukarıda zikrettiğimiz kimseler Türk başbuğları idiler. Wittek, Türklerin korkusundan Efes’ten Girit’e kaçmış bir kâtibin notlarına dayanarak, Efes’in Sasa kumandasındaki kuvvetler tarafından 25 Ekim 1304 tarihinde fethedildiğini kaydediyorsa da Efes’in Aydınoğlu Mehmed Bey tarafından fethedildiği, Düstur-nâme’den anlaşılmaktadır: Sasa Beğ derler idi bir gazi er Gelmiş Aydın iline evvel meğer Evvelâ ol Birgi’yi feth eylemiş Aydınoğlu’nu getirmiş toylamış Aydınoğlu Ayasuluğ’a gelüb Fetheder hem dâiresini alub Çok kilise mescid etti ol emir Gazi Mehmed Beğ sahada bî-nazîr Düstur-nâme’den yaptığımız bu alıntıda, Sasa Bey, Birgi civarına geldiğinde, Aydınoğlu Mehmed Bey’in onun hizmetinde olarak Ayasuluğ’u fethettiği nakledilmektedir. Şehir fethedildikten sonra, her ne kadar, etrafında çok miktarda Türkmen gruplar, yarı yerleşik hayatta bulunuyorlar ise de, şehir uzun zaman kale-şehir hüviyetini korudu. Kale içinde, bugün hâlâ ayakta olan şehrin ilk Cuma camisi, bu yılların hatırasını yansıtmaktadır. Aydınoğulları, şehri ele geçirdikten sonra, Ayasuluğ’un bir liman şehri olması dolayısıyla, Batılılar ile ticârî ilişkiler geliştirmekten uzak durmamışlardır. Tespitlerimize göre, Aydınoğullarının Batılılar ile ilk antlaşması, Venedik ticaretini Aydın sahasına yaymak maksadıyla, 9 Mart 1337 tarihinde imzalamıştır. Antlaşmayı, Umur Bey nezdine gönderilen Girit Dükası Giovanni Sanudo ile, yine Umur Bey’in verdiği yetki üzerine Ayasuluğ hâkimi Hızır Bey imzalamışlardır. Antlaşma hükümlerine göre, Aydınoğulları bir yıl süre ile Ege civarındaki donanma faaliyetlerini durduracaktı. Modon, Koron ve Negroponte ile Venedik tebasında bulunan herkes, ülke sınırları içerisinde serbestçe ticaret yapabilecekti. Ayasuluğ’da Venediklilerin oturacakları ve ticaret yapabilecekleri özel yerler ile ibadet yapabilecekleri kilise açılması da ön görülmekte idi. Ayrıca bölgede ticaret yapanları kontrol etmek üzere, Ayasuluğ’da bir Venedik konsolosu bulunacaktı. Bu konsolos, Venedik kolonisini yönetmek dışında, Venediklilerle ilgili her çeşit dava ya da özel yargılama ve cezalandırma yetkisine sahip olacaktı Bölgenin Osmanlılar Tarafından Ele Geçirilmesi Gazi Umur Bey’in şehîd olması üzerine, Ayasuluğ hâkimi bulunan Hızır Bey, beyliğin emiri olmuş ve bu dönemle beraber, Aydınoğulları Beyliği zayıflama sürecine girmiştir. Yukarıda ifade edilen antlaşma süreçleri, bu zayıflamaya da işaret etmektedir. Hızır Bey’in döneminde, beylik merkezi, kendi tasarrufunda bulunan Ayasuluğ’a taşınmıştır. Hızır Bey’in ölümünün ardından yine Ayasuluğ’da hüküm sürecek olan İsa Bey, emir olmuştur. Bu sıralarda Osmanlılar Rumeli ile meşgul olduklarından, Anadolu beylikleri ile dostane geçinmekte idiler Ancak bu iyi ilişkiler, Balkanlarda fetihlerle uğraşan Osmanlı gücünün, mutlaka Batı Anadolu’da da hâkimiyet kurmak isteyeceği, dolayısıyla bu dostane atmosferin geçici olduğu fikrini hep beraberinde taşımıştır. Bayezid bu durum üzerine, Rumeli’yi güvence altına alarak Anadolu üzerine sefere çıktı ve bu sefer sonucunda Aydın İli ve Ayasuluğ’u ele geçirdi. Ayasuluğ’un Osmanlı hâkimiyetine geçmesinden sonra, İsa Bey’in burada kalmasına izin verilerek, bir kısım arazi ve vakıflarının idaresi kendisine bırakılmıştı. Ancak, artık hutbeler Bayezid adına okunacak ve sikkeler Bayezid adına kesilecek idi. Osmanlı-Timurlu rekabetinin 1402 senesinde Ankara Savaşı’nda Osmanlıların mağlubiyeti ile noktalanması Batı Anadolu’daki eski Türkmen beylikleri toprakları üzerindeki Osmanlı hâkimiyetini de etkiledi. Timur’un bu zaferinin ardından, Osmanlılar tarafından ele geçirilen beylik arazileri, yeniden hânedan ailelere teslim edilir. Esasen bu hanedanların mensupları, savaş sırasında Timur’un saflarında bulunmaktaydı. Bu iâde sırasında, Aydınoğlu Beyliği’nin aileden Musa Beğ’e mi, kardeşi Umur Beğ’e mi verildiği, yoksa Ulu Beğ sıfatıyla Musa Beğ bulunmak üzere, her ikisi arasında taksim mi edildiği konusunda açıklık bulunmamaktadır. Ancak kesin olan bir şey vardır. O da Musa Beğ’in ölümü ile 1403 senesinde Aydın İli’ne, II. Umur Beğ tamamen hakim olmuştur. Cüneyd Beğ, II. Umur’un ölümü üzerine Aydın civarına hâkim olur ve Alaşehir, Salihli ve Nif’i Aydın İline bağlar. Cüneyd Beğ, Aydın bölgesindeki konumunu sağlamlaştırmak için, daha sonra Osmanoğulları arasındaki taht mücadelelerine de katılır. Cüneyd Beğ, Bu mücadele esnasında çok zaman, hezimete uğramış ise de bir şekilde kendisini bağışlatmayı bilmiştir. İlk olarak, Şehzade Mehmed ile mücadele eden Şehzâde İsa’nın kendisine sığınması üzerine, Saruhan ve Menteşe Beylerinin de yardımı ile O’nu korumuş idi. Çelebi Mehmed’in bu ittifakı yenmesi üzerine, af dileyerek Çelebi Mehmed tarafına geçmiş ve böylece hakimiyetini de sürdürmüştür.. Ardından Süleyman Çelebi, Edirne’den kalkarak Aydın taraflarına gelmiş, Cüneyd Beğ Ayasuluğ’u muhafaza için Germiyan ve Karamanoğulları ile ittifak etmiş ise de, Emir Süleyman’ın 20.000 kişilik kuvvetine karşı direnemeyerek, mağlup olmuş ve kendisine iltica ederek bağışlanmasını dilemiş idi. Emir Süleyman’ın 20.000 kişilik kuvvetle, Ayasuluğ’da Cüneyd Beğ ile mücadelesi, şehrin harabiyetinin önemli sebeplerinden birisi olmalıdır. 1424 sonrasında, Sultan II. Murad Anadolu üzerine yöneldi. Menteşe, Aydın ve Saruhan İllerini zaptetti. Ancak Cüneyd Beğ, kaçarak önce İzmir’e daha sonra İpsili Kalesi’ne sığındı. Üzerine gönderilen Anadolu Beylerbeyi Hamza Beğ kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerine karşı direnemeyerek teslim olan Cüneyd Beğ, ailesiyle beraber idam edilmişlerdir. Böylece Aydın İli 1426 senesinde, tamamen ve kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Osmanlı Ayasuluğ’una ilişkin XV. yüzyılın ilk çeyreğine ait yazılı kayıtlar olmakla beraber şehir hakkında ilk düzenli bilgiler 1478 tarihine âittir. Bu tarikten sonra yaklaşık XVII. yüzyıl ortalarına kadar şehrin sosyal ve ekonomik durumunu çok teferruatlı rakamlarla takip edebilmekteyiz. Şehrin 1478 yılındaki mahalleleri Burak Beğ, Penbegân, Kadı, Yegân ve Şeyhlü, Kayacık ve Beğ Hamamı, Kemer, Bengi Süle, Satılmış Fakih, Kubbe Mescid ve Şâdgâm, Hatib ve Saru Sinan, Kara Fakih, Küffârân-ı Eski Hisar ve Beğ Hamamı, Küffârân-ı Hisar Yakası şeklinde 13 başlıkta toplanmıştır. Bu tarihlerde şehrin nüfusu yaklaşık 400 hâneden oluşmakta olup tahmîni nüfusu da 2.000–2.500 civarındadır. Şehri benzer verilerle 1575 yılına kadar takip ederiz. Ancak bu tarihten sonra, çok köklü bir değişimin yaşandığı muhakkaktır. 1630 yılına ait bir arşiv kaydında şehrin çehresinin tamamen değişmiş olduğu görülür. Hatta mahalle isimleri bile değişmiştir. Bu tarihte şehirdeki mahalleler Cum’a, Tahtelkal’a, Kubbe, Şeyh, Alaca, Kemer, İmaret ve Kuyumcu isimleri ile 8 tanedir. Bu yıllar Ayasuluğ’daki mahalle yapılanmasını gördüğümüz hemen hemen son dönemlerdir. Devam eden zamanlarda şehirdeki harabiyet had noktaya varacak, Küçük Menderes’in taşkınlarıyla şehir bir bataklık haline gelecek ve elbette bu süreçte tarihsel birikimini de büyük oranda kaybedecektir. 2008 Yılı Efes Araştırmaları Efes‘te yürütülen çalışmalar geleneksel jeolojik araştırmalar, kazı ve belgeleme çalışmalarınının yanı sıra, anıtların korunma ve restorasyon çalışmalarını da kapsamaktadır. 2008 yılında 4 ay süren kampanya sırasında 12 ülkeden toplam 228 kişi hem bilimsel hem de ören yerinin korunma ve emniyetine yönelik çalışmlar yaptılar. Helenistik Roma Dönemi´nden kalma şehrin güneydoğu bölümünde yer alan Çukuriçi Höyük’te Erken Bronz Çağı Dönemi´ne ait yerleşim katmanları (4. binyıl sonu / 3. binyıl başı) açığa çıkarıldı ve belgelendi. Jeofiziksel ölçümler sayesinde önceden belirlenmiş olan yerleşim motifi, yapılan kazılar sayesinde de doğrulanabildi. Bölgede yapılan metal işçiliği, ayrıca Anadolu ve Ege’den gelmiş olan parçalar, yerleşim bölgesinin bilimsel öneminin ve çevre bölgelerle olan iletişim ağının önemli belgeleridir. Hayvan kemiklerinin ve yumuşakçaların analizi, deniz ile direkt bir bağlantıya işaret etmiş ve Çukuriçi Höyük’ün yakınlarında bir sahil şeridi bulma olasılığını güçlendirmiştir. Bölgede yapılan paleocoğrafik sondajlar yerleşim katmanlarının 6. binyıla, hatta büyük bir ihtimalle 8. binyıla kadar dayandığını göstermektedir. Efes’in Grek yerleşim tarihine adanan yeni bir kazı projesi de şehrin kuzeyinde bulunan Panayırdağı’dır. Burada farklı mıntıkalarda, seramik bulgulardan İ.Ö. 500 yıllarında inşa edildiği anlaşılan kapı konstrüksiyonu ile birlikte büyük bir istihkâm duvarı tespit edildi. Tesisin ne kadar süreyle işlev gördüğü henüz tam olarak aydınlanmamıştır. Ancak İ.Ö. 3. yüzyıla ait bulguların eksikliği, Panayırdağı’ndaki yerleşimin Lysimachos şehrinin kuruluşu sırasında terk edilmiş olduğunu göstermektedir. Buna paralel olarak diğer bir kazı projesi kapsamında “Magnesia Kapısı”nın inşa tarihi ile ilgili daha detaylı araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmada elde edilen şaşırtıcı bir sonuç ise, Bülbüldağı ve Panayırdağı yükseltilerinin arasındaki çukurluk arazinin şehir duvarlarının inşasından (İ.Ö. 3.yy) önce de bir baraj duvarı tarafından korunmuş olmasıdır. Ayrıca kapının İ.Ö. 2.yy sonlarında, ya da 1.yy başlarında acil bir tehditten dolayı güçlendirilmiş olduğu ve Roma İmparatorluk zamanında istihkâm görevini birkaç yüzyıl boyunca kaybettiği de kanıtlanmıştır. 2008 yılı araştırma programının bir diğer ağırlık noktası ise, büyük tiyatro ile ilgili tarihi ve arkeolojik incelemelerdir. Efes Büyük Tiyatrodaki bu çalışmalar Selçuk Belediyesi’nin maddi destekleri ile sürdürülmektedir. Böylece anıt inşaatının mimari analizi sürdürülebilmiş, ayrıca tiyatronun güneyinde devasa ve büyük oranda mükemmel bir şekilde günümüze kadar korunmuş bir mermer merdiven açığa çıkarılmıştır. Derinlemesine bir restorasyon sonrasında bu bölüm ziyaretçilere açılacaktır. Büyük tiyatroyu turistik amaçla kullanıma açma amacına bir adım daha yaklaşmak için 2009 yılından itibaren geniş kapsamlı sağlamlaştırma çalışmaları yürütülecektir. Böylece hem ziyaretçilerin emniyeti sağlanmış olacak, hem de mevcut yapının korunması ve bakımı gerçekleşmiş olacaktır. Bizans şehrinin görünüşü, Bizans Sarayı ve yerleşim bölgesinde yapılan araştırmalarla daha detaylı olarak analiz edilmiştir. Kazı çalışmaları ve jeofiziksel araştırmalar sonucunda, sarayın, bugüne kadar tahmin edildiğinden daha batı yönünde uzandığı ve kompleksin yarıya yakınının bugünkü park yerinin altında bulunduğu kanıtlanmıştır. Şehrin tarihi için önemli olan bir diğer bilgi ise, sarayın güneyinde bulunan küçük bir mezarlık alanından anlaşıldığı üzere, yapının kısmen de olsa bazı bölümlerinin çok uzun süreler kullanılmış olduğu gerçeğidir. Mezarlık buluntuları günümüze en yakın gömülerin İ.S. 12.-14. yüzyıla ait olduğunu belgelemektedir. Efes’in nekropollerinden birinde yapılan kazılardan elde edilen keşifler özellikle kayda değerdir. Aslen duvar boyamaları ve yer mozaikleriyle süslenmiş olan bir mezar evinde bulunan 5 adet birden fazla gömünün yapıldığı mezarda, toplam 55 gömü açığa çıkarılmıştır. Putperest cenaze törenlerindeki geleneğe uygun olarak ahrete götürmek üzere ölülerin yanına şahsi mücevher ve kıyafetlerinin yanı sıra, seramik ve camdan yiyecek, içecek ve merhem kavanozları ile kandiller de verilmekteydi. Bu kazılarda bulunan ve küpe, yüzük, sallantılı süs ve kolyelerden oluşan altın mücevherler özellikle dikkate değerdir. İçine Artemis Ephesia’nın kült resminin işlenmiş olduğu oniks taşlı büyük altın yüzük yüksek el işçiliği kalitesinin kanıtıdır. Mezar evi İ.S. 3. yüzyılda inşa edilmiş olup, İ.S. 5. yüzyıla kadar kullanılmış, daha sonra da yavaş yavaş unutulmaya başlanmıştır. Efes’te yürütülen araştırmaların önemli bir faaliyet alanı da var olan tarihi eserlerin konsolide edilmesi ve korunmasıdır. Bu kapsamda Selçuk Efes Müzesi ile birlikte bir öncelik listesi hazırlanmış ve hemen gerekli sağlamlaştırma çalışmalarına başlanmıştır. Tüm antik şehir alanı üzerindeki 18 problematik bölgede acil eylem planı başlatılmıştır. Bu etkili girişim sayesinde risk altında olan eserleri güven altına almak ve ziyaretçiler için de tehlikeleri en aza indirmek mümkün olmuştur. Son olarak Yamaç Evi 2’nin içindeki oturma birimi 6’daki mermer salonda yapılan büyük bir restorasyon projesine değinmek gerekir. İ.S. 119’da inşa edilen 184 m² büyüklüğündeki bu ziyafet salonu aslen mermer ve mozaik yer kaplamalarıyla ve mermer duvar kaplamalarıyla bezenmişti. İ.S. 3. yüzyıl sonlarında meydana gelen bir deprem sonrasında mekân – yıkık da olsa – geniş ölçüde korunabilmiş ve Yamaç Evi 2’nin açığa çıkarılması vesilesi ile kurtarılabilmiştir. Borusan Holding tarafından finanse edilen güncel restorasyon projesinin arzulanan hedefi, 120.000 adet orijinal parçanın kullanımıyla duvar kaplamasının bütünüyle restore edilmesidir. Çukuriçi Höyük’te Erken Bronz Çağı Dönemine Ait Yerleşim Kalıntıları Panayırdağ’da Klasik Yunan Dönemine Ait İstihkâm Duvarı Magnesia Kapısı Büyük Tiyatronun Güneyindeki Merdivenler Bizans Sarayı Nekropol’den Mezar Hediyeleri Yamaç Evi 2’nin İçindeki Oturma Birimi 6’daki Mermer Salonun Güncel Restorasyon Projesi