TERÖR VE TERÖRİZM TARİHİ Terörün Tanımı ve Terörizm Tarihi Terör ve terörizmin tarihi insanlık tarihi kadar eskiye götürülebilir. Adem‟in oğulları Kabil'in Habil‟i öldürmesiyle başlayan kan ve şiddet, zaman içerisinde dünyaya korku salan terör örgütlerine dönüşmüştür. İlk olarak terörün tanımı üzerinde durmak gerekir. Fakat terimin anlam çerçevesi sürekli değişikliğe uğradığı için kesin tanımını yapmak oldukça güçtür1. Terör konusunda karşılaşılan en büyük problemlerden birisi terörün bütün kesimlerce üzerinde anlaşılan ortak bir tanımının olmamasıdır. Bu durum özellikle uluslararası arenada devletlerarası ilişkilerde ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Çünkü ortak bir tanımın olmaması terörle mücadeleyi güçleştirmektedir. Bir devlet tarafından terörist olarak ilan edilen bir örgüt, diğer devlet veya devletler tarafından özgürlük savaşçısı olarak kabul görebilmektedir. Bu çıkmaza genellikle bazı devletlerin terörü siyasi amaçları doğrultusunda kullanmak istemeleri ve dolayısıyla ortak bir tanım üzerinde uzlaşmaya varmak istememeleri sebep olmaktadır. Bu noktada özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından yeni birçok tanımın yapıldığı görülmektedir. Örneğin 2003 yılında Amerikan ordusu için bir araştırma yapan Jeffrey Record yirmi iki farklı unsuru içerisinde barındıran yüz dokuz tanım olduğundan bahsetmektedir2. Terörizm uzmanı Walter Laquer de yüz farklı tanımdan bahsederken genel olarak üzerinde anlaşılan tanımda terörizmin “şiddet ve şiddet tehdidi” içerdiği sonucuna varmıştır. Bununla birlikte terörizmin şiddet ve şiddet tehdidi içeren yegâne bir girişim olmadığını, savaş, cebri diplomasi ve meyhane kavgasında dahi bu tür unsurların yer aldığından söz etmektedir3. Öte yandan Avustralya parlamentosu için hazırlanan bir brifingde uluslar arası camia tarafından terörizmin kabul edilebilir ayrıntılı bir tanımının asla yapılamadığı dile getirilmiştir. 1970 ve 80‟lerde Birleşmiş Milletler, birçok üye arasında ulusal bağımsızlık ve self determinasyon bağlamında şiddetin kullanılması konusunda fikir ayrılıklarını ortandan kaldırmak için bir 1 Terörizmin tanımı ile ilgili tartışmalar için bkz. Jenny Teichman, “How to define Terrorism”, Philisophy, Vol.64, No 250 (Oct., 1989), s. 505-517; Fatma Taşdemir, Uluslararası Terörizme Karşı Devletlerin Kuvvete Başvurma Yetkisi, USAK Yayınları, Ankara 2006. 2 Alex P. Schmid, A. J. Jongman, Michael Stolh, Political Terrorism: A New Guide to Actors, Authors, Concepts, Data Bases, Theories, and Literature, New Brunswick, NJ: Transaction Books, 2005, s. 5-6. 3 Walter Laqueur, The New Terrorism: Fanaticism and the Arms of Mass Destruction, New York: Oxford University Press, 1999, s. 6. 1 tanım yapmaya çalışmıştı4. Ancak bu arayışlardan da bir sonuç çıkmadığı görülmektedir. Özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından ise terörizm tanımı üzerinde yapılan tartışmaların arttığı, bunun doğrultusunda genel kabul gören bir tanım üzerinde fikir birliğine varılamadığı söylenebilir. Terör, terörizm ve terörist kavramları hakkında çeşitli kaynaklarda farklı yorumlar bulunmaktadır. Bu açıdan terörizm kavramı hakkında en azından zihinlerde belli bir fikir oluşturmak amacı ile çeşitli kaynaklarda geçen tanımlara yer verelim. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1. maddesinde « Terör » şöyle tanımlanmıştır: Madde 1- Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir. Terör terimi, dehşet ve korkuyu belirtirken terörizm, bu kavrama süreklilik ve siyasal içerik katmaktadır. Buradan hareketle terörizm, “Savaş ve diplomasi ile kazanılmayan sonuçları elde etmek, korkutmak ve itaat ettirmek için bir teoriye, felsefeye ve ideolojiye dayanılarak siyasi maksatlarla iradi olarak terör ve şiddetin sistemli ve hesaplı bir şekilde kullanılmasıdır” şeklinde tanımlanabilir. Ansiklopedik olarak bir başka terör tanımı şöyledir: “Bir siyasi davayı zorla kabul ettirmek veya belli bir grubu sürekli korku içinde tutmak için sistematik olarak şiddete başvurma, yıldırma, tedhiş”; teröristi ise “terörizmle ilgili, terör yaratan, terör eylemlerine katılan, tedhişçi” ; terörizmi ise “ülkenin bağımsızlığı, bir siyasal rejimin devrilmesi vb amaçlarla işlenen cinayet, rehin alma, patlayıcı madde yerleştirme, sabotaj vb biçimlerde devlete, halka, azınlıklara karşı yapılan şiddete dayalı siyasi eylem, bu eylemlerin tümü, tedhişçilik.” 4 Angus Martyn, The Right of Self-Defence under International Law-the Response to the Terrorist Attacks of 11 September, Australian Law and Bills Digest Group, 12 February 2002. http://www.aph.gov.au/library/Pubs/CIB/2001-02/02cib08.htm, 20.12.2008. 2 “Terörizm, özel, kriminal veya siyasi sebepler için (yarı) gizli bireysel, grup veya devlet eylemcileri tarafından uygulanan tekrarlanan şiddet eylemidir, -suikastlar hariçşiddetin doğrudan hedefleri asıl hedefler değildir. Şiddetin yakın (ani) kurbanları hedef bir toplumda genel olarak ya rastgele (uygun hedefler) ya da özellikle seçilir (sembolik hedefler) ve terörizmi doğuran kişi veya kişilere bir mesaj olarak hizmet ederler. Teröristler, kurbanlar ve asıl hedefler arasındaki tehdit ve şiddet iletişim süreçleri, esas hedefe ilgili terörizm organizasyonlarının isteklerini iletmek için kullanılan bir yoldur.” Terörizm tanımlamalarındaki ortak özellikler bir başka uzman tarafından şu şekilde sıralanmaktadır: • Şiddet olaylarının bulunması, • Siyasi bir motifin bulunması, • Terör ve korkunun organize olarak toplumu ve devleti hedef alması, • Halkta güvensizlik ve öngörüsüzlük, • Sembolik hedeflerin kullanılması, • İnsanlıktan uzak ve acımasız metotlar uygulaması, • Halkta çaresizlik duygusu yaymak, • Halkın dikkatini çekmek ve reklam yapmak, bunu şiddet stratejisinin bir parçası olarak kullanması, • Gizli planlama ve eylemlerin uygulanması, • Grup ya da topluca eylemlerde bulunması, • Gelişmiş silahların mümkün olduğunca kullanılması. Bir başka kaynakta ise terörizmi şu şekilde tarif etmektedir: “Terörizm, örgütlü bir grup ya da partinin, bireylerin veya azınlıkların, siyasi amaçlarına ulaşmak için, şiddeti sistemli bir biçimde kullanma, tavrı ve yönetimi, söz konusu tavrın gerisindeki teoriye denir. Bir hükümet, yönetim veya toplumu, radikal bir siyasi ya da sosyal değişmeyi kabul etmeye zorlamanın bir aracı olarak şiddeti kullanma tavrıdır. Kavramlar daha da çoğaltılabilir. Nitekim bazı kaynaklarda belirli yıllar arasında kaç farklı yorumun yer aldığı konusunda sayısal veriler bulunmaktadır. Mesela; Leiden Üniversitesi‟nden iki Hollandalı araştırmacı Alex Schmid ve Albert Jongman, 109 akademisyenle 109 ayrı tanım üzerinde bir araştırma yapmışlardır. Bu tanımlardan yüzde 83.5‟i şiddet unsuru, yüzde 65‟i siyasal amaçlar, yüzde 51‟i terör ve korku unsurlarını içermektedir. Tanımlardan sadece yüzde 21‟i hedef seçiminde rastgele ve gelişigüzel hareket 3 edildiğine vurgu yaparken, yüzde 17.5‟i sivillerin, muharip olmayanların, nötr ve yabancıların hedef alındığına vurgu yapmaktadır. Ayrıca çeşitli kaynaklarda 150‟ye yakın tanım bulunmaktadır. Kavram konusunda ortak bir karara varılamamasının bir nedeni, terörün tarihi serüveni içersinde sürekli olarak kendini farklı şekillerde göstermesidir. Kimi zaman devlet terörü şeklinde karşımıza çıkan terör, kimi zaman da etnik, radikal, küresel veya siber terör olarak karşımıza çıkabilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, terör kavramı her ne kadar 1789 Fransız İhtilali döneminde ilk defa kullanılmış olsa da, terör insanoğlunun ilk gününden bu yana var olan bir olgudur. Yukarıda belirtildiği üzere terörizmin kesin ve kabul edilmiş bir tanımı yoktur. Ancak bir nokta kesinlikle açıktır. Terörizm yeni bir olgu değildir. Aslında bu gün terörizm olarak bilinen kavram bazı açılardan bakıldığından iki yıllık geçmişe sahip bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Bu durum terörizmin tarih boyunca statik bir şekilde kalmadığı anlamına gelir. Dahası tanımının yapılamamasından da anlaşılacağı üzere yıllar boyunca birtakım özelliklerini taşımasının yanı sıra hatırı sayılır bir şekilde evrim geçirmiştir. Terör Türleri 1. Devlet Terörü Devlet‟in kendi eliyle, mevcut siyasi rejimi korumak veya devam ettirmek amacıyla, hukuk kuralları çerçevesini aşarak kendi vatandaşlarına karşı uygulanan, her türlü sindirme, korkutma, işkence, faili meçhul veya muhalifleri ortadan kaldırma gibi eylemler topluluğuna devlet terörü denmektedir. Devlet terörünün tarihte pek çok örneği bulunmaktadır. “Fransız Devrimi‟nde Jakobenlerin uyguladığı terör, Diktatör Mao‟nun yönetimindeki Çin‟in Doğu Türkistan üzerindeki asimile politikaları; Sırpların, Bosna halkına ve Sırbistan‟ın Kosova‟ya yönelik uygulamaları; Saddam Hüseyin dönemindeki Irak; Suriye‟de rejim muhalifleri oldukları gerekçesiyle Hama‟da 20 bin kişinin öldürülmesi; Stalin dönemi Rusya‟da yaklaşık 40 milyon insanın yok edilmesi; Nazi Almanya‟sının Yahudi soykırımı; İsrail‟in Filistin üzerindeki katliamaları; Pol Pot yönetimindeki Kamboçya‟daki katliamlar, Temmuz 2009‟da Çin‟deki Doğu Türkistan‟ın Urumçi kentinde Uygur Türklerine uyguladığı şiddet eylemleri. Söz konusu bu terör eylemi devletlerin hem kendi halklarına karşı kullanabileceği hem de dış politika aracı olarak kullanabilecekleri bir terör çeşididir. Dış politika aracı olarak 4 devlet terörü tarihin her döneminde başvurulan bir yöntem olsa da en belirgin haliyle Soğuk Savaş döneminde kullanılmıştır. Sovyetler Birliği komünist ideolojiyi yaymak amacıyla çeşitli devletlerde sol-Marksist eğilimli gruplara ve/veya terör örgütlerine gizli/açık destek vermiştir. Daha sonra ABD yönetimi, çeşitli diktatör rejimlere silah ve finansal destekte bulunarak, „Yeşil Kuşak Projesi‟ adı altında sözde İslamcı gruplara/örgütlere destek vererek komünizmin yayılmasını engellemeye çalışmıştır. Sovyetler Birliği Afganistan‟ı işgal ettiği zaman ABD ve Pakistan gizli servisleri Sovyetlere karşı Taliban militanlarına eğitim vermiştir. Ancak ABD kendisi daha sonra 11.9.2001‟de bu teröristlerin hedefi haline gelmiştir. 2. Etnik-Milliyetçi Terör Etnik temele dayalı terör olayları özellikle 1900‟lü yılların ikinci yarısından itibaren dünyada gittikçe daha fazla görülen bir terör çeşidi olmuş ve ortaya çıktığı ülkelerde diğer terör biçimleri ile mukayese edildiğinde daha fazla şiddet ihtiva ettiği görülmüştür. Belirli bir etnik kimliğe sahip grupların, içinde yaşadıkları toplumda, kendilerine ait yeterince hakka sahip olmadıklarını iddia ederek ve/veya kendilerine karşı devlet tarafından haksızlık, ayrımcılık yapıldığını iddia ederek, devletin otoritesini tanımayarak kendilerine ait bir devlet kurmak için giriştikleri şiddet içerikli hareketlere etnik terör denmektedir. Terörün çok eski dönemlerde terörist grup olarak addedilecek oluşumlar tarafından kullanıldığı görülmektedir. Bu fikir kendine referans olarak, Wilson‟un prensibi olan „her millet kendi kaderini tayin hakkına sahiptir‟(self determination) öğretisini kabul etmektedir. Etnik terör diğer terör çeşitleri ile kıyaslandığında, içlerinde en tehlikeli olanlarından biridir. Çünkü kendisine zemin ve taraftar bulma konusunda daha avantajlıdır ve taraftarları maddi beklenti içersinde olmadan, adanmışlık duygusu içinde, halklarının bağımsızlığı için mücadele ettiklerini düşünmektedirler. Her ne kadar bu terör örgütleri haklarını savunduklarını iddia ettikleri kesimlerin bütününün fikrini yansıtmasalar da, kendilerini söz konusu etnik grubun sözcüsü kabul ederek, savunucu olduğunu iddia ettiği etnik gurubun, bütün fertlerini propaganda yolu ile ve/veya şiddete başvurarak kendilerini desteklemeye zorlarlar. Nitekim Türkiye‟de PKK terör örgütü kendisine destek vermeyenlere karşı şiddete başvurmuş, Kürt işadamlarından zorla bağış almış, ailelerinden çocuklarını zorla koparıp genç yaşta dağa götürmüştür. Diğer taraftan Ermeni terör örgütü ASALA, PKK ile gerek işbirliği içinde hareket ederek, gerekse de kendisi Türkiye‟ye ve vatandaşlarına karşı çeşitli terör faaliyetlerinde bulunmuştur. “Günümüzde etnik gruba dayalı devlet kurmak zaten 5 imkansızdır. Etnik gruba dayalı bağımsızlık hareketleri, eğer terörizmin temel nedenleri arasında yer alıyorsa, bunun tüm dünyadaki etnik grupları kapsayan bir genelleme olması gerekmektedir. Ancak var olan 3000 etnik gruptan yalnızca yüzde üçünün silahlı mücadeleyi tercih ettiği düşünülürse bu tezin çok da doğru olmadığı anlaşılabilir.” Etnik Terörizmin Psikodinamiği, etnik kimliği kuran ve besleyen bir sembol olarak, etkinlikler arası ilişkileri inceler. Bu konu ile ilgili iki kavram geliştirilmiştir: “Seçilmiş Travma” ve “Seçilmiş Zafer”. Seçilmiş Travma bir etnik grubun, başka bir etnik grubun kendini aşağıladığını, zulmettiğini, mağdur ettiğini düşünür ve travmanın içerdiği incinme, acı çekme, utanç gibi duygulara yönelik bilinçdışı savunmalar kuşaktan kuşağa aktarılarak etnik kimliğin bir parçası olur. Mesela Yunanlıların seçilmiş travmaları 1071 Malazgirt Savaşı, İstanbul‟un Fethi, Kurtuluş Savaşı, Kıbrıs Barış Harekatı iken, Sıplar‟ın ki ise Sırp Sındığı savaşıdır. Yine Yahudilerin soykırım günleri buna örnek teşkil etmektedir. Seçilmiş zafer ise bir grupta, zafer kazanma ya da başarılı olma duyguları yaşatan olaylar için kullanılır. Seçilmiş zaferler seçilmiş travmalar gibi kuşaktan kuşağa anlatılır. Ayrıca dünyada bilinen ve hep PKK ile kıyaslanan bir diğer etnik terör örgütü İspanya‟da faaliyet gösteren ETA (Euskadı Ta Askatasuna- Bask Vatanı ve Özgürlük) örgütüdür. Sol eğilimli Cizvit papazların desteğiyle kurulan ETA (1959), Katalunya, Euskadi ve Galicia‟nın bağımsızlığı için savaş vermektedir. İspanya'nın Bask Bölgesi'nde bölgesel hareketi savunan ETA'nın yapmış olduğu şiddet olayları karşısında İspanya Hükümeti Olağanüstü hal ilan etmiş ve askeri mahkemelerde, yakaladığı teröristleri ağır cezalara mahkum etmiştir. Bu terör örgütünün en büyük destekçisi yıllarca Fransa olmuştur. O kadar ki örgütün Fransa‟da silah fabrikası bulunmakta, yöneticileri Fransa‟da ikamet etmektedirler. Fransa İspanya‟yı zayıf düşürmek için yıllarca bu terör örgütüne her türlü desteği vermiştir. Tıpkı aynı desteği ASALA ve PKK‟ya verdiği gibi. İrlanda Cumhuriyet Ordusu IRA da bilinen bir diğer etnik terör örgütüdür. IRA, İrlanda‟nın bütünüyle İngiltere himayesinde olduğu dönemde İrlanda yönetimindeki parlamento olan First Dail tarafından meşru kabul edilen İrlanda ordusu olarak doğdu. Bu ordunun kurucu liderliğini James Connoly yapıyordu. 1916 da İngiliz yönetimine karşı gerçekleştirilen „Paskalya Ayaklanması‟nda büyük rol oynadı. IRA, İrlanda‟nın bağımsızlığı için savaşan bir örgüt olarak ortaya çıkmıştır. Daha sonra “Serbest İrlanda” olarak özel statü verilen ve bugün İrlanda Cumhuriyeti olarak tanınan devletin ortaya çıkmasıyla birlikte IRA‟nın bağımsızlık mücadelesi belli bir aşamaya gelmiştir. İrlanda adasının büyük bir bölümünün İrlanda Cumhuriyeti sınırları içinde olmasına karşın, Kuzey İrlanda İngiliz 6 egemenliği altında kalmıştır. Bu aşamadan sonra IRA‟nın mücadelesi, Kuzey İrlanda‟nın İngiliz egemenliğinden kurtarılması ve İrlanda Cumhuriyeti‟nin bir parçası haline gelmesini hedeflemiştir. Artık IRA, İrlanda sorunu‟nun değil, „Kuzey İrlanda sorunu‟nun örgütü haline dönüşmüştür. 3. Dinsel, Radikal Terör Öncelikle hiçbir dinin, özünde, teröre ve şiddet eylemlerine destek vermediğini vurgulamakta yarar vardır. Ancak gerek günlük dilde, gerekse de akademik dilde ve medya dilinde dinsel terör/terörizm sıkça kullanılan bir kavram haline gelmiştir. Bu kavramdan anlaşılması gereken, dinin siyasi, ideolojik veya diğer çıkarlar için istismar edilmesidir. Çıkarlarına hizmet ettiği sürece din herkesin istismarına açıktır. Mesela, ABD‟nin Soğuk Savaş döneminde “Yeşil Kuşak Projesi” adı altında, komünizmin yayılmasını önlemek için İslam Dini‟ni dış politika aracı olarak kullanması, Radikal İslam‟a karşı Ilımlı İslam‟ın desteklenmesi, oy peşinde koşan siyasetçiler, bu konuya örnek teşkil eden sadece birkaç örnektir. Hüseyin Salur -Küresel Çağda Din ve Terör- dinsel terörü dört gruba ayırmaktadır. a) Yönetimlerin kullandığı dinsel terördür ki çoğu zaman dinler; bazı kişi, grup, devlet ya da devletlerin çıkarlarını savunmada veya yeni çıkarlar elde etmede ortaya çıkarılan çatışmalara giydirilen, etnik dinsel veya ulusal giysilerdir. Bunun en tipik örneği Haçlı Seferleridir. b) Dinsel yönetimlerin uyguladığı terördür. Uluslar arası hukuku hiçe sayarak vatandaşlarına ve muhaliflerine şiddet hareketleri uygularlar. Bu duruma örnek gösterilebilecek bir durum ise İran‟ın 12 Haziran 2009 tarihinde yapılan seçimlerden sonra ve bu seçimlerden önce sözde rejim muhaliflerine uyguladığı baskılardır. c) Mezhep farklılıklarından doğan ve bu mezheplerin birbirlerine karşı uyguladıkları şiddet hareketleridir. Ortaçağda engizisyon mahkemeleri, haricilerin katliamları, Irak‟taki mezhep çatışmaları bu kategoriye örnek gösterilebilir. d) Dinin, siyasi, politik çıkarlar için istismar edilmesidir. Sovyetler Birliği‟nin Afganistan‟ı işgalinden sonra ABD‟nin Taliban‟a verdiği destek. Dinsel terörün meydana gelmesindeki en büyük etken, bireylerin „biz ve öteki‟ kavramlarına sahip olmalarıdır. Etnik terörde olduğu gibi, dinsel teröre ait militanlar adanmışlık duygusuyla hareket ederler. Eğer ötekine karşı savaşarak ölürse mensup olduğu dinin gereğini yerine getirdiğine ve böylece cennete gideceğine inanmaktadır. Özellikle haçlı seferleri öncesinde kilisenin asker toplamada başvurduğu en etkili yöntemlerden biridir bu yöntem. Yine sözde kendilerini İslam dininin temsilcisi olduklarını söyleyerek, dini istismar eden Hizbullah gibi örgütler intihar eylemleri düzenleyerek masum insanları öldürttükleri 7 militanlarını bu şekilde kandırmaktadırlar. Diğer yandan bu tür şiddet olayların günümüzde en sık yaşanan yer olan Ortadoğu‟ya baktığımızda, sözde İslam kaynaklı terör örgütü adı altındaki örgütler çeşitli unsurlardan beslenmektedirler. Bölge genelinde her geçen gün yaygınlaşan ve uçlara kayan İslami hareketler ve grupların oluşmasında öne çıkan olgu, bu unsurların Ortadoğu toplumlarında Batılı kültürel, politik ve ekonomik değerlere karşı bir tepki olarak ortaya çıktığıdır. Batı kültürünün etkisi ve bu kültürün gün geçtikçe daha fazla oranlarda kendine Ortadoğu coğrafyasında yer edinmesi İslami grupların tepkisini çekmektedir. 4. Siber Terör Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte, devletlerin zaman ve kaynak açısından tasarruf etmek amacıyla her türlü işlemlerini sanal alemde gerçekleştirmeye başlaması ile birlikte yeni bir terör çeşidi olan siber terör (cyber terror) ortaya çıktı. Siber terörizm söylemi ilk defa 1990'ların başında, internet teknolojilerinin hızla büyümeye başladığı, “bilgi toplumu” tartışmalarının yapıldığı, teknoloji ve bilgisayar ağına fazlaca bağımlı olan ABD'nin karşılaşabileceği riskleri inceleyen çalışmaların arttığı dönemde başlamıştır. ABD Ulusal Bilim Akademisi'nin 1990'ların başında yayınladığı rapor bilgisayar güvenliği üzerine şu yorumu yapmaktadır: “Risk altındayız. ABD‟nin bilgisayarlara bağımlılığı giderek artmaktadır… Yarının teröristi bir klavye ile bir bombanın yaratacağı zarardan daha fazlasını yaratabilir.” Siber terörün hayatiyetini devam ettirmesi internete bağlıdır. Nitekim internet kullanımı yaygınlaştıktan sonra bu tehdit ortaya çıkmıştır. Gelişmiş toplumlar, hayati öneme sahip altyapıları bilgisayar ağlarına çok fazla bağımlı olduğu için kaçınılmaz olarak siber terörizmden korkmaktadır. Nitekim bu konu 3-4 Nisan 2004 tarihlerinde NATO‟nun 60. yılı konferansında NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer tarafından, “Bilgisayar korsanlarının faaliyeti, kutuplarda buzların erimesi, enerji güvenliği altındaki riskler” gibi tehlikelerle birlikte, “bir siber saldırının, bir askerin başka bir ülke sınırını geçmesinden çok daha fazla şey ifade ettiği” şeklinde dile getirilmiştir. Diğer taraftan siber terörizm konusunda medyada ve akademik makalelerde çeşitli tanımlar yapılmaktadır. Bu konuda en dikkate değer açıklama, Amerikalı bilgisayar bilimi profesörü Doroty Denning‟in tarafından şu şekilde yapılmıştır: “Siber terörizm, siber boşluk ve terörizmin bileşimidir. Siber terörizm, siyasi ve sosyal mercilere ve kişilere gözdağı vermek, baskı oluşturmak maksadıyla resmi birimlerin bilgisayarlarına, network sistemlerine, 8 bilgi ve veri tabanlarına yapılan yasadışı tehdit ve zarar verici saldırılardır. Daha da ötesi, bir saldırının siber terörizm olarak tanımlanması için bireye ya da mala karşı şiddet içermesi gerekmektedir. En azından “korku yaratacak kadar hasara” yol açmalıdır. Siber terör ölümcül olan ya da fiziki hasara yol açan, şiddetli ekonomik kayba neden olan saldırılar olarak örneklenebilir. Kritik altyapı odaklarına yapılan ciddi saldırılar yarattığı etkiye göre siber terörizm olarak tanımlanabilir. Önemli olmayan servislere verilen rahatsızlıklar siber terörizm olarak tanımlanamaz.” Siber terörün tercih edilmesinde pek çok sebep bulunmaktadır. Bunların başında, ucuz olması, mekan sınırlamasının bulunmaması, soyut bir saldırı olması, kim tarafından yapıldığı resmi olarak kanıtlamanın çok zor olması gibi nedenler gelmektedir. Washington‟da Strateji ve Uluslararası Dersler merkezinde, Teknoloji ve Kamu Politikası programının yöneticisi James Lewis bu durumu şu sözlerle ifade etmiştir: “Bilgisayar korsanlarının (hacker) saldırılarını kontrol etmek oldukça güçtür, eğer takip etseniz bile, her zaman yüzde yüz doğru sonuca ulaşamazsınız.” 1990‟lardan bu yana çeşitli siber saldırı olayları söz konusu olmuştur. Bunlardan bazıları medyaya yansımış ve çok tartışmalara neden olmuştur. Bu anlamda bilinen ilk siber saldırılardan bir tanesi Estonya‟da yaşanmıştır. Estonya ile Rusya‟yı karşı karşıya getiren, “Meçhul Asker” heykelinin Rusya‟nın itirazına rağmen sökülmesi üzerine, 27.4.2007‟den itibaren Rusya‟nın Estonya‟ya yönelik bir siber saldırı düzenlediği bildirildi. Rusya‟nın bu saldırısı, “bir devlet tarafından bir başka ülkenin bilgisayar sistemlerine karşı siber ortamda yapılmış ilk baskın” olarak tarihe kaydedildi. Estonya Savunma Bakanı Jaak Aaviksoo, saldırıların ardında Kremlin‟in olabileceğini ifadeyle, anıtı kaldırmaları üzerine, son haftalarda dünya çapında yaklaşık 1 milyon bilgisayar kullanılmak suretiyle Estonya internet sitelerine saldırılar düzenlendiğini belirtti. Ayrıca, Doğu-Batı Enstitüsü tarafından organize edilen 6`ncı Dünya Güvenlik Konferansı`nın ikinci gününde uzmanlar siber suç ve siber terör konusunu üzerinde ciddi olarak tartışmışlardır. Mevcut 1 milyar civarında kullanıcının olduğuna dikkat çeken Network Reliability Office Bell Labs isimli şirketin yöneticisi Karl F. Rauscher, internetin sınırlarının olmadığını hatırlatarak, `Amerika Birleşik Devletleri nükleer tehdidinin ardından stratejik siber savaşı en büyük tehdit olarak algılıyor` şeklinde bir açıklamada bulunmuştur. Dünya Bankası yetkilileri yaptıkları açıklamada olayı geçiştirmeye çalışmasına rağmen kurumun teknolojiden sorumlu en üst düzey ismi Guy De Poerck çalışanlara yolladığı e-posta mesajında yapılan saldırının ve çalınan bilginin tarihin en büyük finansal soygunu olduğunu duyurmuştur. Aynı şekilde, bir araştırma sonucunda dünyanın her ülkesine ait en hassas (ve 9 kimi yanlarıyla gizli) ekonomik verilerine sahip Dünya Bankası bilgisayar veri merkezinin korsanlar tarafından defalarca saldırıya uğradığı ve büyük miktarda verinin çalındığı ortaya çıkmıştır. Sürekli olarak saldırılara maruz kalan devletler bu terör çeşidine karşı önlem olarak çeşitli girişimlerde bulunmaktadırlar. Örneğin ABD‟nin saygın gazetelerinden Wall Street Journal, hükümete yakın yetkililere dayandırdığı bir haberinde, hükümetin, Pentagon bilgisayar ağını korumaya ve siber savaşlara odaklı yeni bir `siber güvenlik askeri gücü` kurmayı planladığını yazmıştır. WSJ‟nin, planı yakından bilen bazı yetkililere dayandırarak verdiği haberde, bu girişimle, orduya ait bilgisayar ağını özellikle Çinli ve Rus internet korsanlarının saldırılarından koruma çabalarını yeniden şekillendirileceği belirtilmiştir. 5. Deniz Haydutluğu ve Korsanlık Denizlerde gerçekleştirilen terörün başlıca nedenlerinden birisi saldırıda bulunulan devleti ekonomik anlamda zor bırakmaktır. Günümüzde ekonomik çıkarların devletlerin dış politikalarında başat rol oynadığı ve hatta dış politika daha çok ekonomik çıkarlar göz önünde tutularak hazırlandığı görülmektedir. Günümüzde taşımacılığın yaklaşık olarak yüzde 80‟i deniz yoluyla yapılması nedeniyle denizde gerçekleşen olası terör saldırıları, başta saldırıya maruz kalan devleti ve dünya ekonomisini ciddi anlamda zarara uğratmaktadır. Aden Körfezi ve civarında, Ocak-Aralık 2008 döneminde 110 gemiye deniz haydutluğu saldırısı olmuş ve bu gemilerden 42‟si deniz haydutlarınca ele geçirilmiştir. Ancak Türk kamuoyu söz konusu bu korsanlık olaylarını ilk kez YASA Denizcilik firmasına bağlı Neslihan isimli geminin Somalili korsanlarca kaçırılmasıyla duymuştur. Söz konusu bu korsanların gayet organize bir şekilde son derece teknolojik imkanlara sahip oldukları bilinmektedir. Korsanların Somali açıklarında seyir halindeki iki ana gemiden yönlendirildiği ileri sürülmekte, son teknoloji ile donatılmış “Burum Ocean” ve “Athena” isimli bu ana gemilerin radar ve AIS kanalıyla bölgede seyreden ticari gemileri belirlediği, sonra botlarla ana gemiden ayrılan korsanların saldırılarını geçekleştirdiği, gemi özelliklerini bulabildikleri, GPS ve radyo telsizi ile bilgisayar kullanabildikleri bilinmektedir. İspanya‟nın Cadena Sar radyosunun ortaya attığı bir iddiaya göre, bu korsanlar saldırı yapacakları gemi hakkındaki istihbaratı Londra‟da uzman bir ekipten almaktadırlar. Radyonun bir askeri istihbarat raporuna dayandırdığı habere göre, Londra‟daki kaynaklar, Somalili korsanların 10 liderlerine uydu telefonu aracılığıyla saldırmaları gereken gemiler hakkında ayrıntı vermektedirler. Ancak korsanlar yaptıkları bu terör hareketlerinin arkasında kendilerine göre haklı sebepleri olduğunu düşünmektedirler. Bu konuda Somalili bir korsan bir konuşmasında şu açıklamayı yapmıştır: “Somali‟de tüm genç adamlar çaresiz. Büyük bir işsizlik var, gelir kaynakları yok. Kaynaklardan biri balık avlamak, bunun yanında süper devletler ve Asya ülkeleri kendi denizlerimizde yan iş veriyorlar. Bu nedenle biz öncelikle yasadışı balıkçılığa başladık, fakat uluslar arası güçler onları toplamaya başladı!” Merkezi Malezya`da bulunan Uluslararası Denizcilik Bürosu, Somalili korsanların kontrol edilemez hale geldiğini bildirerek, ABD ve uluslararası toplumu bu tehdidi sonlandırmaya çağırmıştır. Büronun Korsanları İzleme Merkezi Müdürü Noel Choong, “son haftalarda izlenen durum, bölgedeki güvenliğin artırılmasına rağmen, şiddet eylemleri ve gemi kaçırma olaylarının anormal biçimde yükseldiğini göstermektedir” ifadesini kullanmıştır. Bunun üzerine, 2008 yılı ikinci yarısında Somali sahillerine yakın korsanlık faaliyetlerinin artış kaydetmesi üzerine, BM‟nin çağrısıyla bölgeye NATO ve AB gibi uluslararası örgütler “caydırıcı” güç gönderdikleri gibi, bazı ülkeler de kendi deniz ticaret gemilerinin güvenliği için savaş gemilerini görevlendirmiştir. Bu maksatla AB‟de, Kasım 2008‟de bölgeye 6 gemi ve üç keşif uçağı gönderilmesine karar verildi ve 15.12.2008‟den itibaren AB‟nin bu ilk müşterek filosunda Yunanistan, İngiltere, Fransa ve Almanya‟dan görevlendirilen gemiler görev almıştır. Tüm bu girişimler sonuç vermiş ve yapılan operasyonlarla korsanlara ciddi bir darbe vurulmuştur. Ancak bu korsanlık faaliyetlerinin tam anlamıyla bitirildiği söylenemez. 11 Klasik Dönemden Modern Döneme Tarihte Terör Örgütleri Terörün ilk olarak ne zaman kullanılmaya başladığını kesin olarak belirlemek gerçekten zor olsa da köklerinin çok eskiye dayandığı söylenebilir. Aslında modern terörizmin taşıdığı birtakım özellikler ilk örneklerinde de mevcuttu. Terörizm olarak adlandırılabilecek ilk örneklerde bile siyasal ve dini anlamların varlığından söz edilebilir5. Tarihsel kökenleri çok eskiye dayanan terörizm, adaletin sağlanmasında takip edilecek bir yol olarak tanımlanmıştır. Romalıların genellikle zorbaları öldürenleri alkışladığı ifade edilir. Çiçero ayrıca İmparatoru öldüren suikastçıların tüm suçlarından aklanması ve af yasası çıkarılması talebinde bulunmuştur. Yine Seneca‟nın “Bir müstebitin kanından fazla hiçbir kan Tanrı‟nın hoşuna gitmez” sözünü söylediği iddia edilmektedir. Ayrıca “Hükümdarın görevi adaleti tahsis etmektedir, aksini yapıyorsa öldürülmelidir” fikri kendisine geniş bir taban bulmuştur. İmparatorun Brütüs tarafından öldürülmesi, I. Dünya Savaşı‟nı başlatan sebep olarak gösterilen Avusturya Arşidükü Veliaht Ferdinand‟ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi olayları da tarihte zorbalığa ve/veya mevcut yönetime karşı şiddet kullanmanın (günümüzde bu tür olaylar terörizm olarak ifade edilmekte) somut örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Platon ve Aristo, baskıcı yönetimleri bir sapma, sapıklık ve en sonunda en kötü hükümet şekli olarak tanımlamışlardır. Bu yüzden eski Yunanda zorbaları öldürenler mili kahramanlar olarak kabul görmüşlerdir. Çiçero, zorbaların daima acıklı bir ölümle yok edildiklerini ifade etmektedir. Tarihte bilinen ilk siyasal içerikli terörizm olayı Roma İmparatoru Jul Sezar‟ın senatoda öldürülmesi olayıdır. Sezar Pontus Kral‟ı Pharankes‟i Anadolu‟ya kadar takip edip yenerek, Roma Senatosuna verdiği nihai raporunda, “Veni-Vidi-Vici” (Geldim-GördümYendim) cümleleri ile ifade ettikten sonra Roma‟ya döndüğünde, önce diktatörlüğünü ilan etmiş, daha sonra yetkisini 10 yıla çıkartmış ve nihayet iktidar süresini ömür boyu sürecek şekilde uzatmıştır. Ancak Sezar‟ın bu tutumundan hoşnut kalmayan Cumhuriyetçiler ve Soylular Sezar‟ı öldürmek için gizli bir örgüt kurmuşlar ve bu örgüte Sezar‟ın oğlu Brütüs‟ü de almışlardır. Daha sonra M.Ö. 44 yılında (15 Mayıs), harmanilerinin altına sakladıkları hançerleri aniden çıkarıp 23 yerinden Sezar‟a saplamışlardır. Bu esnada kendini hançerleyenlerin arasında oğlu Brütüs de bulunmaktaydı. Tarihte ilk siyasal içerikli terör olayı olarak belirlenen Sezar‟ın ölümü, terörün silahlarının değişse dahi, siyasal kimliğinin süreklilik unsurunu muhafaza ettiği söylenebilir. 5 Paul R. Pillar, Terrorism and U.S. Foreign Policy, Brookings Institute Press: Washington, DC, 2001, s. vii. 12 Zealotlar-Sicariiler Terörizm konusunda çalışan uzmanlar, tarihte organize terörizmin ise ilk olarak Orta Doğu‟da gerçekleştiğinden bahsetmektedirler. Bu terör hareketi Filistin‟de Yahudi Zealot‟un Romalılara karşı M.S.66-73 tarihlerinde başlayan harekatıdır. Bu oluşumun eylemlerinin tahmin edilemediği, hedeflerinin genellikle sembolik olduğu keza resmi ve dini günlerin eylemler için seçilen zamanlar olduğu görülmektedir6. Bu yolla Zealot‟un eylemleri ve propagandası en geniş şekilde yayılma şansına sahip olmuştu. Roma bu gruba karşı başarı sağlaması ile bir süre barış ortamı buldu. M.S. 68‟de ise Zealot‟un bir alt grubu Sicarii, Roma‟ya karşı Yahudilerin ayaklanmasını teşvik etmek için ortaya çıktı. Mensupları isim olarak Yahudi partisinin kullandığı, kısa bir kılıç adı olan Sica‟yı kullanmaktaydı7. Bunların zamanla hükümdarların sarayları ile kamu arşivlerini yakarak tefecilerin evraklarını yok edip borçluların borçlarını ödemekten kurtardıkları, Kudüs‟ün su kanallarına sabotajlar düzenledikleri dile getirilmektedir. Bu gruba mensup kişilerin bir dini bekleyiş krizi ve gaye uğruna ölmeyi neşeli bir durum olarak görme eğiliminde oldukları saptanmıştır8. Bu grubun dışında benzer oluşumların daha sonraki dönemlerde mevcut oldukları şüphe götürmezdir. Örgüt faaliyetlerini güpegündüz ve kalabalık mekanlarda gerçekleştirmiştir. Herkesin içinde kurbanına elbisesinin altından çıkardığı hançeri sapladıktan sonra, kargaşadan yararlanıp kalabalığın arasına karışıyor ve izini kaybettiriyordu. Özellikle gündüz ve kalabalık mekanları tercih etmelerindeki neden, topluluklar arasında korku, tehdit ve karmaşa yaratmaktır. Ayrıca hedef olarak genellikle yüksek statüde bulunan din adamları ve devlet adamlarını seçmişlerdir. Ancak bunun yanında hırsızlık adam kaçırma ve yolları kesme gibi yöntemlere de başvurmuşlardır. Suikasta uğrayan Papaz Jonathan örgütün ilk mağdurlarındandır. Örgüt aşırı milliyetçi ve Roma aleyhtarı olarak bilinmektedir. Roma‟ya karşı oluşan nefretlerinin altında dinsel dürtüleri bulunmaktadır. Bu gruplar Yahudilerin Tanrı‟nın seçilmiş kulları olduklarını ve bu yüzden kendilerine kimsenin hükmedemeyeceğini, dolayısı ile himayesi altında yaşadıkları Roma İmparatorluğu‟na vergi vermeyeceklerini iddia 6 Philip P. Purpura, Terrorism and Homeland Security: An Introduction with Applications, ButterworthHeinemann, 2007, s. 5-6. 7 Ayrıntılı bilgi için bkz. Gerard Chaliand and Arnaud Blin, “Zealots and Assassins”, The History of Terrorism: From Antiquity to Al Qaeda, Gerard Chaliand, et.al., University of Califorian Press, 2007, s. 5579. 8 Walter Laqueur, A History of Terrorism, Transaction Publishers, 2001, s. 7-8. 13 etmekteydiler. Böylece kendi özgürlüklerine ulaşmak için meşru yönetime başkaldırmışlar ve şiddet eylemlerine girişmişlerdir. „İsrail‟in Kürt Kartı‟ isimli eserde bu süreç şu şekilde ele alınmıştır: Romalılar, Filistin‟i kan akıtmadan, barışçı bir yolla yönetimlerine kattıktan sonra, Yahudilere diğer azınlıklara tanımadıkları hakları tanıdılar. Ancak bir sure sonra Yahudilerin içindeki aşırı kanadı oluşturan Zealotlar (Fanatikler), Yahudilerin üstün ırk olduklarını ve Romalıların egemenlikleri altında yaşamamaları gerektiğini ileri sürerek isyan başlattılar. Bunun üzerine Roma orduları M.S. 70 yılında Kudüs‟ü işgal ettiler. İşgal sırasında Yahudilerin ılımlı olanları devrin en mükemmel ordusu olan Roma ordusuna karşı savaşmanın mantıklı olmadığını ileri sürerek teslim olmayı önerdiler, ancak Zealotlar onları vatan haini ilan ederek öldürdüler. Daha sonra ise gelen elçileri öldürdüler. Bunun üzerine Roma ordusu Kudüs‟ü işgal etti. Bunun üzerine Zealotlar Süleyman tapınağına kadar gerilediler, ancak Roma ordusu orayı da işgal etti. Tüm bu işgal ve yıkımın sonunda geriye, bugün Yahudilerin ağlama duvarı olarak kabul ettikleri Süleyman tapınağının batı tarafındaki duvar kaldı. Kudüs'teki kıyımdan kurtulanlar, isyanın başladığı yerde, Masada Kalesi‟nde bir kez daha örgütlendiler ve yeniden Roma'ya karşı silahlı mücadeleye giriştiler. Sonunda 73 yılında, 960 Zealot, eşleri ve çocukları ile birlikte Masada‟da sıkıştırıldılar ve teslim olmaya zorlandılar. Ancak Romalılar kaleye girdiklerinde tek bir canlı Yahudi bile bulamadılar; teslim olmaktansa birbirlerini öldürerek topluca intihar etmeyi seçmişlerdi. Bir başka kaynakta ise, Zealotların temelde dört ana esasa dayandıkları bildirilmektedir: • Tek hizmet edilecek varlık Tanrı‟dır. • Tanrı, yalnız ve tek kanun koyucudur. Roma İmparatorluğu O‟nun yerine kural koyamaz ve bu nedenle, Roma Kanunları meşru değildir ve itaat edilemez. • Vergi sadece Tanrı‟ya ödenir. • Yahudiler üzerinde kanun koyma hakkını elinde tutan Roma İmparatorluğu‟na itaat etmek, vergi vermek köleliktir ve Tanrı‟ya karşı gelmektir. 14 Haşhaşiler Zealotlar gibi klasik terör örgütlerinden biri olarak kabul edilen Haşhaşilerle ilgili birçok kaynak mevcuttur9. Hasan Sabbah‟ın kurucusu ve lideri olduğu bu örgüt özellikle İran ve Suriye‟de organize olmuş, 11. ve 13. yüzyıllarda bölgede önemli bir güç halini almıştı. İslam‟ın İsmailiye mezhebine bağlı kimseleri içinde toplayarak büyük bir gizlilik içinde hareket eden bu örgütle çağdaş terör örgütleri arasında önemli benzerliklerin olduğu ifade edilmektedir10. Günümüz terör örgütleri gibi çok güçlü düşmanlarıyla savaşamayacağını anlayan Hasan Sabbah, iyi örgütlenmiş, gizli, disiplinli bir küçük grubun yürüteceği uzun vadeli bir terör kampanyasıyla amacına ulaşmak istemiştir. Efsanelere geçecek biçimde elemanlarını uyuşturucu maddeler kullanarak kendisine bağlayan Sabbah, düzenli askeri birlikleri savaş meydanına sürmek yerine, müritlerini önde gelen düşmanlarını öldürecek eylemciler olarak yetiştirmiş ve eylemlere göndermişti. Haşhaşiler eylemleri için genellikle kutsal günleri ve dini bakımdan önemli mevkileri seçiyorlardı. Bu amaçlarını halka göstermek ve onları da yanlarına çekmek için kullandıkları bir taktik haline gelmişti11. XІ. Yüzyılda İran‟da faaliyet gösteren Haşhaşi militanları Şii mezhebine mensup olup, gerçek İslam‟ı yozlaştırdıkları gerekçesiyle suçlu buldukları Müslüman devlet yöneticileri ve liderlerine yönelik suikast düzenlemişlerdir. Haşhaşiler eylem coğrafyası olarak İran, Mısır ve Suriye‟de faaliyet göstermişlerdir. Aynı zamanda İslam‟a karşı saldırı ve işgal faaliyeti ile suçladıkları Hıristiyan yöneticilere de saldırıda bulunmuşlardır. Kudüs Kral‟ı Conrad de Manferrat‟ı suikastla öldürmüşlerdir. Örgüt ilk olarak İran‟da üstlenmiş sonraları ise Suriye‟ye de yayılmıştır. Örgüt‟ün kurucusu siyasal terörü ilk olarak kurumsallaştıran kişi olan, Şeyh El Cebel olarak ta bilinen Hasan Sabbah (1049-1134)‟tır. İngilizce‟deki “assasin” kelimesi de buradan gelmektedir. Assasin kelimesi Arapça kökenli olup “haşhaş yiyicisi” ya da “haşhaş bağımlısı” anlamına gelmektedir. Hasan Sabbah‟ın gizli ve sahte bir cennet kurduğu ve militanlarına eğer söylediği kişileri öldürürse burada ebedi kalabileceklerini söylediği ve böylece kendisine tam bağımlı fedailer edindiği bilinmektedir. Sabbah fedailerine uyuşturucu vererek, onları kendine sadık birer militan haline getirmeyi başarmıştır. Örgüt kendine esas üs olarak İran‟ın Kazvin kentinde Elbruz Dağları‟nın eteklerinde yerleşen, çok 9 Hasan Sabbah ve Haşhaşilerle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Bernard Lewis, Assassins: A Radical Sect in Islam, New York 1980; Farhad Daftary, The Isma’ilis: Their History and Doctrines, Cambridge University Press, 1999; Enno Franzius, History of the Order of Assassins, New York: Funk & Wagnalls, 1969; Edward Burman, The Assassins, Wellingborough: Crucible, 1987. 10 David C. Rapoport, „Fear and Trembling: Terrorism in Three Religious Traditions,‟ American Political Science Review, Vol. 78, No. 3 (September 1984), s. 664-668. 11 Gerard Chaliand and Arnaud Blin, “Zealots and Assassins”, s. 55-79. 15 sarp ve ulaşılması zor olan bu yüzden “kartal yuvası”olarak bilinen Alamut Kalesi‟ni kullanmıştır. Hasan Sabbah‟ın başını çektiği Nâzirîlerin suikastlarla gerçekleştirdikleri eylemlerde ilk kurban; kendilerine karşı hem askeri hem de fikri yönden mücadele vermiş bulunan ünlü vezir Nizamülmülk olmuştur. Suikastın gerçekleştiriliş şekli, önceden planlandığını akla getirmiştir. Selçuklu sultanından sonra en önemli makamda bulunmakta olan Vezir‟in huzuruna, bir dilekçe verme bahanesiyle, sufi kılığında bir şahıs girmiştir. Kendisinden şüphelenilmeyen Batınî akideli şahıs, sözde dilekçeyi vereceği sırada veziri hançerleyerek öldürmüştür. Batınîlerin ilginç bir şekilde öldürdükleri Selçuklu vezirlerinden birisi de Kaşanî‟dir. Çünkü, Kaşanî kendilerine karşı mücadele vermiş ve onları zor durumda bırakmıştır. Veziri ortadan kaldırmayı üstlenen iki fedai, vezirin atlarının barındırıldığı tavlasına hizmetçi olarak girmişlerdir. Bunlar sözde atların seyisi olarak çalışmaya başlamışlar ve dindar geçinerek göze girmeyi başarmışlardır. Vezirin güvenini kazanmayı başaran fedailer için fırsat, Nevruz dolayısıyla doğmuştur. Sultan Sancar‟a Nevruz vesilesiyle hediye edeceği atı seçmek üzere ahıra giden Vezir, atları gözden geçirdiği sırada bu fedailer tarafından yine hançerlenerek öldürülmüştür. Hasan Sabbah‟ın adamlarının toplum içine saldıkları korku sonucunda, din ve devlet adamlarını herkesin gözü önünde öldürmeleriyle devletin ileri gelenleri elbiselerinin altına zırh giymeden sokağa çıkamaz olmuşlardır. Hasan Sabbah ve adamları, siyasi rakiplerini öldürmekle yetinmeyerek, bütün cemiyeti etkileyecek bir faaliyetin içine girmişlerdir. Kurulu siyasi ve sosyal düzeni çökertmek için tepedekileri hedef almışlar ve halkı da kendi taraflarına çekmek için özellikle inanç noktasında yoğun bir propagandayı yürütmüşlerdir. Halkı ikna etmeye çalışırken kendi akidelerini aktarırken gerektiğinde halka karşı da zor kullanmaktan ve şiddete başvurmaktan çekinmemişlerdir. Selçuklu döneminde terörü sistemli bir şekilde kullanan Hasan Sabbah‟ın çağdaş anlamı ile terörizmin babası olduğu söylenebilir. Çünkü Hasan Sabbah korkunun, düşünce ve mantık süreçlerini bozarak insanları sürüleştireceğini anlayan ve bunu iyi kullanmayı bilen bir kişi olmuştur. Hasan Sabbah 1124 yılında Alamut Kalesinde ölmüştür. Guy Fawkes ve Barut Komplosu Orta Doğu‟da kurulan bu grupların dışında daha sonraki dönemlerde Avrupa‟da da bunlara benzer oluşumlardan söz etmek mümkündür. Örneğin 17. yüzyılın başında 16 İngiltere‟de Guy Fawkes‟ın başını çektiği “Barut Komplosu”ndan bahsedilebilir. Muhafazakâr Protestan Kral I. James‟e, kraliyet ailesine ve tüm diğer aristokratlara karşı yapılan ve İngiliz tarihine “Barut komplosu” olarak geçen olayın modern terörü anımsatacak özellikler taşıdığı söylenmektedir. İngiltere devlet yönetiminde ve Katolik monarşik rejimde kökten bir devrime gitmek amacıyla toplanan on iki komplocu, Westminister Sarayı‟ndaki İngiliz Parlamento Binasını, o yılki aristokrasi zirvesinde havaya uçurmaya karar verdi. Komploculardan birinin saray çevresinden bir tanıdığına, 5 Kasım 1605 günü saraydan uzak durmasını tavsiye eden bir mektup göndermesi sonucu komplo ortaya çıkınca; Fawkes, 5 Kasım gece yarısı parlamento mahzenlerinde bol miktarda dolu barut fıçısıyla yakalandı. Çeşitli işkenceler neticesind yandaşlarının adlarını vermek zorunda bırakıldı. Çıkarıldığı mahkemede vatan hainliğinden hüküm giyen Fawkes, 31 Ocak 1606‟da sarayın karşısında asılarak idam edildi. İngilizler, tarihlerindeki bu olayı ülkenin demokrasi zincirinde önemli bir halka olarak kabul ederler. Her yıl 5 Kasım gecesi, Birleşik Krallık ve krallığa ait diğer eyaletlerde komplonun başarısızlığa uğratılmış olması, Guy Fawkes Gecesi 12 olarak şenliklerle kutlanır. Şenliklerde havai fişekler patlatılır, büyük fıçılar ateşe verilerek caddelerde yuvarlanır ve bu büyük vatan haininin cezalandırılmasını kutlamak için Guy Fawkes maskesi takılmış kuklalar yakılır. Günümüzde politikadan çok, eğlence amaçlı yapılan bir kutlamadır13. İngilizler, barut komplosunu, ülkenin demokrasi zincirinde önemli bir halka olarak kabul ederler. Her yıl 5 Kasım gecesi, Birleşik Krallık ve krallığa ait diğer eyaletlerde komplonun başarısızlığa uğratılmış olması, Guy Fawkes Gecesi olarak şenliklerle kutlanır. Şenliklerde havai fişekler patlatılır, büyük fıçılar ateşe verilerek caddelerde yuvarlanır ve bu büyük vatan haininin cezalandırılmasını anmak için Guy Fawkes maskesi takılmış kuklalar yakılır. Günümüzde politikadan çok, eğlence amaçlı yapılan bir kutlamadır. Bahçelerde, parklarda havai fişek partileri düzenlenir. Kendi havai fişek gösterilerini yapamayanlar ise parklarda yapılan gösterilere katılırlar. Bir hafta boyunca gökyüzü top sesleri ile uğuldar. En şatafatlı olanı ise tabii ki 5 Kasım gecesidir. Bu gecenin bir de özel 12 İngiltere'de her 5 Kasım gecesi bahçelerde büyük ateşlerin oluşturulup üzerlerinde Guy Fawkes'un içine saman doldurulmuş temsilî kuklalarının yakıldığı, maytap ve havai fişeklerin patlatıldığı, Guy Fawkes maskeli çocukların sokaklarda dolaşıp "Guy için bir kuruş lütfen? (İngilizce Penny for the Guy?)" diyerek para topladıkları gün. Guy için bir kuruş? / Penny for the Guy? - Kinayeli söyleyiş, Guy kelimesi aynı zamanda İngilizce konuşma dilinde adam demek olduğu için, bu cümle hem “Bu adama, (bana) bir kuruş verir misiniz?”, hem de “Guy Fawkes adına bir kuruş verir misiniz?” anlamına gelir. 13 http://tr.wikipedia.org/wiki/Guy_Fawkes. 05.12.2008. Ayrıntılı bilgi için bkz. Thomas Lathbury, Guy Fawkes: or, A Complete History of the Gunpowder Treason, A.D. 1605; with a Development of the Principles of the Conspirators, and Some Notices of the Revolution of 1688, J. W. Parker, London 1839. 17 yemek menüsü vardır: Ateşler sönüp, maytaplar bittikten sonra fırında kabukları ile pişmiş patates, sosis ve kuru fasulye. Komplocuların o dönemde (17. yy) çizilmiş eskizleri. Hollandalı çizerin bu eskizi, komplocuları hiç görmemiş olmasına rağmen bugün bile en çok kabul gören tasvirdir. Fawkes‟ın Portresi Thuglar Bu terör gruplarından farklı olarak benzer bir oluşumun Hindistan‟da kurulduğu görülmektedir. Uzakdoğu ve Hindistan‟da yüzyıllar boyunca gizli örgütlerin var olduğundan söz edilir. Hindistan‟da bir tarikat olan Thug‟lar tarafından kurulan bu grup İngilizler tarafından 19. yüzyılda ortadan kaldırılmıştı. Hindistan‟daki İngiliz yetkililer uzun yıllar 18 boyunca bu örgütün varlığını kabul etmemişlerdi. Ancak İngiliz General William Sleeman bu durum üzerine çalışıp daha sonra bu örgütü tamamen ortadan kaldırmıştı. Thug‟lar öldürecekleri kişilerin seçiminde fark gözetmiyorlar, kurbanlarını ipekten bir iple boğuyorlardı14. Hint tanrıçası Kali‟ye kurban adama düşüncesine dayanan Thuggee inanışına bağlı Thug‟lar ölümü küçük görüyorlardı15. Bunların amaçları dışarıdan herhangi birini değil Thugee ritüellerinde önemli bir unsur olan kurbanı korkutmaktı. Yedinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıla kadar faal oldukları ileri sürülen Thug‟lar bir (iki) milyondan fazla kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulmuşlardır16. Örneğin tanınmış tuglardan biri olan Behram‟ın 1790-1840 yılları arasında Hindistan'ın Uttar Pradeş bölgesinde, 931 kişiyi beyaz ve sarı renkli kumaş parçalarıyla boğmak suretiyle kanını dökmeden kurban ettiği bilinmektedir. Dindaşlarıyla birlikte hacıların ve tüccarların oluşturdukları kervanlara katılıp, onları uygun yerlere yönlendirdikten sonra Tanrıça Kali için ilahiler okuyarak hepsini boğmak suretiyle öldürürlerdi. Öldürdükleri insanların cesetlerini parçalayıp kanlarını çıkardıktan sonra ölüleri gömerek mezarlarının üzerinde ziyafet düzenledikleri ileri sürülür. O dönemde Behram bu tarikatın lideri konumundaydı. Aynı dönemde İngiliz sömürgeciler için büyük tehdit unsuru olan Thuggeler uzun yıllar faaliyet göstermişlerdir. Tarikat üyelerinin çocukları da bu topluluğa direkt olarak katılıp, kilden yapılmış mankenler üzerinde cinayet işleme yöntemlerini ve insan kurban etmenin ayrıntılarını öğrenirlerdi. Sayısı tam olarak bilinememekle birlikte çok sayıda kayıp insanı boğarak öldüren Thuglar içinde yer alan Behram'ın kişisel olarak işlediği cinayetlerin sayısı çok fazladır. 1840 yılında yakalandıktan sonra “Kendi ellerimde 125 erkeği boğarak öldürdüm. 150'den fazlasının öldürülmesine şahit oldum" açıklamasını yapmasına rağmen 931 kişiyi öldürmekten cinayetle yargılanan Thug Behram, 1840'da asılarak idam edilmiştir. 1830 yılından itibaren Thuglara yönelik bir savaş başlatan İngilizler, 1860'a gelindiğinde bu tarikatı tamamen lağvetmişlerdir. Thugge inanışı çok sayıda antropolojik ve sosyolojik araştırmalara konu olmakla birlikte Steven Spielberg'in yönetmenliğini üstlendiği 1984 yapımı Indiana Jones: The Temple Of The Doom filmine de konu olmuştur. 14 Laqueur, A History of Terrorism, s. 9. Gus Martin, Understanding Terrorism: Challenges, Perspectives, and Issues, SAGE, 2006, s. 194-195. 16 David C. Rapoport, „Fear and Trembling: Terrorism in Three Religious Traditions,‟ s. 659; Thunggee hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. George Bruce, The Stranglers: the Cult of Thuggee and Its Overthrow in British India: The Cult of Thuggee and Its Overthrow in British India, Longmans, 1968. 15 19 Thuggee Tarikatı mensupları (1857) 19. yüzyılın başlarına ait bir thug infazı Görüldüğü üzere milattan sonra başlayan ve terör kavramı içerisinde değerlendirilebilecek hareketler farklı yerlerde ve farklı zamanlarda baş göstermiştir. Ancak modern anlamdaki terör kavramını dünya literatürüne sokan Fransız İhtilali sonrasındaki gelişmelerdir. 20 Modern Terör Kavramı’nın Ortaya Çıkışı Modern terör kavramını daha doğru bir şekilde anlayabilmek için önce kısaca Fransız İhtilali'nin ortaya çıkış sürecinden bahsetmek icap eder. Fransız İhtilali uzun bir tarihi sürecin birikimi neticesinde olmuştur. Ancak ihtilal öncesinde iki yıl içerisindeki gelişmeler bu hadiseyi ortaya çıkarmıştı. Bunda Fransız toplumunun yapısal sebepleri son derece önemlidir. Bunları ise üç başlık altında toplayabiliriz. Sosyal, Fikri ve Ekonomik Sebepler. 1. Sosyal Sebepler Fransız toplumu ihtilalin baş gösterdiği dönemde Asiller, Ruhban Sınıfı ve Halk sınıfından oluşuyordu. Bu sınıfların üstünde ülkeyi tam otorite ile yöneten Borbon hanedanına mensup 16. Louis ve ailesi vardı. Bu üç sınıfı birbirinden ayıran imtiyazları ve ayrıcalıklarıydı. En geniş ayrıcalıklara sahip sınıf asillerdi. Fransa'da merkezi otoriteye sahip bir krallık kurulmuş olmakla beraber feodal yapı bütün etkisini gösteriyordu. Asillerin geniş toprakları vardı ve köylüleri bu topraklarda çalıştırıyorlardı. Gelirin büyük kısmını kendileri aldıkları gibi birçok vergiden de muaf olarak büyük saraylarında oturuyorlardı. Üstelik kendilerine özel ödenekleri de vardı. İkinci sınıf Ruhban yani din adamları idi. Bu sınıfın da geniş toprakları vardı ve bu durum Kiliselerin sosyal yapıda güçlü olmalarının önünü açmıştı. Öyle ki ihtilal çıktığında Ruhban sınıfı toprakların dörtte birine sahipti. Beş yılda bir hafif bir vergi dışında başka herhangi bir vergide vermiyorlardı. Bununla birlikte rahipler arasında da bir takım ayrılıklar söz konusuydu. Nitekim ihtilal taraftarı olan papazlar da vardı. Halk sınıfını ise bankacılar, tüccar ve sanayiciler gibi zengin kesimlerin meydana getirdiği büyük burjuvazi ile memur, doktor ve avukat gibi aydınların meydana getirdiği küçük burjuvazi ve nihayet köylüler oluşturuyordu. Bu sınıf her türlü ayrıcalıktan yoksundu ve bütün vergileri de bu sınıf ödüyordu. Eşitsizliğe ve ayrıcalıklara dayanan Fransa'nın bu sosyal yapısı ihtilali kolaylaştıran bir faktördür. 2. Fikri Sebepler İhtilalin zeminini teşkil eden sosyal sebeplerle birlikte fikri sebeplerden de bahsetmek gerekir. Ihtilal öncesinde Fransa siyasal liberalizmin öncülüğünü yapan birçok filozof ve aydının yayınları ile adeta aydınlanmıştı. Montesquieu (1689-1755) "Kanunların Ruhu" isimli 21 eserinde sosyal siyasal ve dini müesseseleri mutlakıyetçi monarşinin prestijini sarsacak bir şekilde ince bir eleştiriye tabi tutmuştu. Hükümdarların iktidarlarını Tanrıdan aldığı tezini kırmaya çalışan Montesquieu meşruti yani anayasal bir monarşiyi istiyordu. Jean Jacques Rousseau (1712-1778) "Sosyal Sözleşme" isimli eserinde toplumun siyasal düzenine karşı güveni sarsıyor ve üyeleri arasında siyasal eşitliğin bulunduğu bir toplumun yani demokrasinin savunmasını yapıyordu. Diderot (1713-1784) hazırladığı Ansiklopedisi'nde esaret, vergi adaletsizliği ve adaletsizlik gibi kavramları halka izah etmiş ve halkı aydınlatmaya çalışmıştır. Voltaire (1694-1778) kilise hücum etmiş, vicdan ve fikir hürriyetini savunmak suretiyle kralın iktidarının "ilahi hakka" dayanmadığını göstermeye çalışmıştır. Bu fikir adamları ihtilali görmeden ölseler de bunların eserleri ihtilal ile düzeni değiştirecek özellikle küçük burjuvazi tarafından okunmuştur. 3. Ekonomik Sebepler İhtilal öncesinde Fransa'nın ekonomik durumu ile sosyal yapısı bir tezat içeriyordu. 18 yüzyılda sanayi alanında meydana gelen gelişmeler Fransa'yı da etkilenmişti. Üretim artmış tüccar ve sanayici zenginleşmişti. Yani bir kapitalist sınıf ortaya çıkmıştı. Bununla birlikte ayrıcalıklı sistem nedeniyle sermaye sahipleri ve zenginler güçleri oranında siyasal ve sosyal hayata katılamıyor ve etki edemiyorlardı. Ekonomik manada burjuvazi gücü eline almış olsa da sosyal düzen bu etkinliği ve gücü toplumun en dar kesimi olan asiller ve ruhban sınıfına vermişti. Bu da kısa süre içerisinde burjuvazinin bu durumu tersine çevirmek için harekete geçmesine sebep oldu. 4. Amerikan Bağımsızlığı'nın Fransa'ya Etkisi Amerikan Bağımsızlık hareketine bazı Fransızlar da katılmıştı. Ve bu bir halkın kendi kralına karşı gelebildiğini, hürriyet ve hakları uğruna despotizmin zincirlerinden kendilerini kurtarmak için mücadele ettiklerini göstermişti. Krallığın otoritesi yıkılamaz değildi. Amerikan Bağımsızlık hareketinin bir de olumsuz etkisi olmuş idi. Bu da Fransızların Amerikalılara yaptığı maddi yardım nedeniyle mali açıdan sıkıntıya düşmeleriydi. 22 İhtilalin Çıkışı ve Gelişmeleri Fransız İhtilali ekonomik sebepler yüzünden çıkan olayların gelişmesi sonucu patlak vermişti. Olayların günlük seyri insanları bir ihtilale doğru adeta sürüklemişti. 18. yüzyıldaki savaşlar neticesinde Fransız maliyesi ciddi manada olumsuz etkilenmişti. İç borçlanma çığ gibi büyümüş, halkın şikayetleri artmıştı. Birbiri ardına maliye bakanları göreve getirilip azledilmişlerdi. 1774 l-1776 yılları arasında maliyeyi düzeltmek için her mülk sahibinin vereceği bir vergi koyulması düşünülünce tepkiler bakanın istifası ile neticelendi. Bunu müteakip maliyeyi düzeltmek amacıyla iki bakan daha göreve gelip kısa sürede görevden azledildi. Bu sıkıntıları çözmek için bir danışma organı olan "Etats-Generaux" toplanması kararı verildi. Bu meclisin en önemli konusu vergi meselesiydi. Halka şikayet defterleri açılmıştı ve onlara ne istedikleri sorulmuştu. Alınan cevap vergilerin adaletsizliğiydi. Asiller ve ruhban sınıfının buna karşı duruşu, Kralın gelişmeleri engelleme çabası ihtilalin fitilini ateşleyen temel sebepti. Bu meclis bir süre sonra kendini "Milli Meclis" olarak ilan etti ve milletin iradesi olarak mevcut vergileri onayladığı gibi kendisinin kararı olmadan hiç kimse tarafından vergi koyulamayacağını duyurdu. Asillerin ve Kralın bu meclisi engelleme çabaları durumun daha da gerilmesine sebep oldu. Nihayet bu meclis anayasa çalışmalarına başladı. Kral 16. Louis kendini korumak amacıyla yabancı askerleri Paris'e getirince ihtilalciler onun yetkilerini sınırlandırma kararı aldılar. Bu olaylar olurken taşrada ve Paris'te ciddi bir kargaşa ortaya çıktı. Halk Paris'e un gelmediğinden ekmek sıkıntısı çekiyordu. Kralın yabancı askerleri getirmesi, Paris'teki gergin havayı iyice şiddetlendirdi. Halk bir gazetecinin ateşli konuşması üzerine Bastille hapishanesine 14 Temmuz 1789 günü saldırdı ve bütün mahkumları serbest bırakarak hapishaneyi de ateşe verdi. Bir süre sonra durum daha kritik bir hale geldi. Taşrada bir kaynaşma durumu söz konusuydu. Halk asillerin şatolarını saldırıp buraları ateşe verdi. Bu atmosfer içerisinde Fransız İhtilali'nin Amerikan Bağımsızlık demecinden esinlenilerek hazırlanan bildirgesi ilan edildi. 28 Ağustos 1789'da İnsan ve Vatandaş Hakları Demeci kabul edildi. Bu demeç vatandaşlar arasında eşitlik ilkesini kabul ettiği gibi kişilerin temel hak ve hürriyetlerini de belirtiyordu 1. Madde: İnsanlar hakları bakımından eşit doğarlar ve öyle kalırlar. 2. Madde: Bu haklar hürriyet, mülkiyet, güvenlik ve zulme karşı direnme hakları 23 3. Madde: Her türlü egemenlik esas olarak millete aittir. Kral 16. Louis bu demeci kabul etmemişti ve gelişmelerden de hoşlanmıyordu. Üstelik Kralın kendini korumak amacıyla asker getirme kararı da halkın gözünden kaçmadı. 5 Ekim 1789'da halk ayaklanarak kralın kaldığı saraya saldırdı. 16. Louis canını zor kurtararak bir başka saraya götürüldü. Bu durum Kralın otoritesini tamamen sarsmıştı. Artık Fransa'yı bir meclis yönetiyordu ve gelişmeler bir süre sonra kralın ortadan kaldırılması ve yeni bir rejimin kurulmasıyla neticelenecekti. Modern Terör Kavramı Fransız İhtilali sonrasındaki duruma geçmeden önce modern terör kavramının tanımı üzerinde durmak faydalı olacaktır. Aslında günümüzün terörizm olgusunu anlayabilmek için, öncelikle bu olgunun tarihsel arka planına bakmak yararlı olabilir. Terör kavramı, kelime olarak, “korkutma” anlamına gelen Latince “terrere” sözcüğünden Fransızcaya terrosime olarak geçmiştir ve genel olarak 1793 ve 1794 yıllarında devrimci hükümetlerin terör egemenliği dönemi (Règne de la Terreur - Reign of Terror)17 ile ilişkilendirilmiştir. İngilizce terörizm kelimesi ise sözlüklerde ilk olarak 1789 yılında “bir siyaset olarak terörün sistematik şekilde kullanılması” anlamıyla yer almıştı18. Kısa bir süre sonra İngiliz gazetelerinde de bu tabirin kullanıldığı görülmektedir. Örneğin 30 Ocak 1795 tarihli The Times of London gazetesinde terör tabirine yer verildiği göze çarpmaktadır 19. Muhtemelen bu, tabirin İngiliz gazetelerindeki ilk kullanımıdır. Böylelikle terör kavramının dünya literatürüne girmiş olduğu ve bu tarihten itibaren artan bir şekilde kullanılmaya başlanmış olduğu söylenebilir. Robespierre İrlanda asıllı olduğu söylenir. 1781‟de avukat oldu. 1788‟de Etats Generaux Meclisi‟nin seçilmesi ve toplanmasıyla ilgili tartışmalara katıldı. Bu meclise temsilci seçildi. Sadık bir Rousseau‟cu olması sebebiyle aşırı solda sayılıyordu, nitekim hemen Jakoben kulübüne üye oldu. Zengin burjuvazi yerine, Paris halkını tutuyor, onlara dayanıyordu. Bütün söylevlerinde demokrasiyi savundu ve genel oydan yana çıktı. Halk onu 17 Terör Çağı veya sadece Terör olarak adlandırılan bu süreç (5 Eylül 1793-28 Temmuz 1794) rakip iki siyasi fraksiyon olan Girondinler ve Jakobenler arasındaki çekişmeden kaynaklanan ve “devrim düşmanı” olarak görülen binlerce kişinin ölümüne sebep olan Fransız İhtilalı‟ndan sonra on beş ay süresince devam eden şiddet dönemidir. http://en.wikipedia.org/wiki/Reign_of_Terror. 20.08.2008. 18 Douglas Harper, “Terrorism”, Dictionary.com Online Etymology Dictionary, 10.09.2008. 19 Metin şu şekildedir: “Bağımsızlığımızı ortadan kaldıracak birden çok sistem mevcuttur. Bağnazlık her türlü ihtirası arttırdı. Kralcılar henüz hayallerini bırakmış değil, terörizm ise hiç olmadığı kadar kendini hissettiriyor.”, The Times, 30 January 1795, http://en.wikipedia.org/wiki/Definition_of_terrorism, 20.12.2008. 24 “Incorruptible” (Bozulmaz, satın alınamaz, yıkılmaz) olarak adlandırıyordu. Robespierre, katıksız bir demokrasi adına Jirondenler‟le çatışıyordu. Avusturya‟yla savaşmak söz konusu olunca buna karşı çıktı, çünkü militarizmden korkuyordu. Cumhuriyet ilan edildikten sonra, geri dönülmesini kesinlikle önlemek için Saint-Just, Marat, ve Danton‟la birlikte 21 Ocak 1793'te kralın idam edilmesini sağladı. Paris Komünü‟nü örgütleyerek demokrasinin halk arasında kökleşmesini istiyordu. Rousseau gibi Robespierre de siyasal yönetimin eskiden beri büyük çoğunluğun bir azınlıkça sömürülmesi ve ona boyun eğdirilmesi için kullanıldığına inanmaktaydı. Ona göre yasa dediğimiz şeyler, bu çabaları sistemleştirmek içindi. Yasamacılar, halkın güçlerini serbest bırakmak ve özgürlük, onur, mutluluk, kendi kendini yönetme özlemlerini doyurmayı düşünmüşlerdir. Oysa bu yapay zorlama bir kez ortadan kalksa, hemen uyumlu bir toplum doğacak ve aralıksız sürüp gidecektir. Robespierre ve öteki Jakobenlerin terörden umdukları, geçici bir diktatörlükten sonra Aydınlanma Çağı felsefecilerinin öngördükleri bu doğal düzene ulaşmaktı. İhtilali‟nin bu önemli siması Maximilien Robespierre 1794‟te “Halk hükümetinin dayanağı, barışta erdem ise eğer, devrim içinde de hem erdem hem de terördür: Gerçekten de, erdemin olmadığı yerde terör kıyıcıdır, terörün olmadığı yerde de erdem güçsüzdür. Terör, tetikte duran, sert, yumuşama bilmez bir adaletten başka bir şey değildir” diyordu20. (Barıştaki halk hükümetinin itici gücü erdemse, devrimdeki halk hükümetinin itici gücü hem erdem her terördür) İşte bu tarihten sonra terör siyasetini uygulamaya koyan “Kamu Asayiş Komitesi” ajanları da terörist21 olarak adlandırıldı22. Bilindiği gibi, Robespierre liderliğindeki Jakobenler, yaklaşık üç yıllık hâkimiyetleri boyunca binlerce kişiyi; muhaliflerini, diğer siyasi görüşlere sahip meclis üyelerini, birçok sivili ve hatta kendi üyelerini dahi katletmişlerdi. Fakat ilginç olan, Robespierre‟in de daha sonra aynı sonu paylaşması ve 1794‟te giyotinle23 20 Bruce Michael Bongar, et al., Psychology of Terrorism, Oxford University Press, USA, 2007, s. 3. Terör eyleminde bulunan kişidir. Terörizmi savunan, belirli siyasal amaçları korkutmak, yıldırmak, sindirmek ve amaçları doğrultusunda yönlendirebilmek için şiddet kullanan kişidir. Kürşat Yunusoğlu, Devlet Güvenliği ve İstihbarat, Emniyet Genel Müdürlüğü Basımevi, Ankara 1992, s. 78. 22 http://www.terrorism-research.com/history/early.php, 22.08.2008. 23 Giyotin idama mahkum olanların kafasını üst taraftan kesmek prensibiyle yapılmış bir çeşit idam aracıdır. İlke kez 1792 yılında Nicholas Pelletier adlı bir hırsızı idam etmek için kullanılmıştır. Fransız İhtilali ile ise adının daha fazla duyulmasına neden olmuştur. Alet adını mucidi Joseph Ignace Guillotin‟den almıştır. Doktor olan Guillotin aynı zamanda bir meclis üyesidir ve idam cezalarını yerine getirmek için bir makine tasarlamıştır. Amaç daha “insancıl” ve eskiden kullanılan yöntemlerden daha modern, daha devrimsel bir idam cezası uygulamaktır. 20 Mart 1792'de kabul edilen bir yasa ile Fransa'nın standart ve resmi idam aleti haline geldi. Amaç, devrimci mantığıyla soylu-soy-suz ayrımı yapmadan herkesi aynı sistemle öldürmek ve idam cezasını eski rejimden daha modern, hızlı ve acısız bir şekle dönüştürmekti. Caydırıcılık açısından etkisi büyük olan bu makineye hemen tasarımcısının soyadı olan "Guillotin-Giyotin" adı verildi. "Madam Giyotin" ve "Ulusal Jilet" olarak da isimlendirilen bu makine ilk kez Nicholas Jacques Pelletier adında bir eşkıyanın idamında kullanıldı. Ardından aynı akıbete Fransız Kralı XVI. Louis ve eşi Kraliçe Marie Antoinette'de uğradı. Böylece önde gelen devlet adamları ve politikacıların da idamlarında kullanılan giyotin o dönemde dokunulmazlara da dokunulabilen 21 25 idam edilmesidir24. Kısacası dünya tarihinin dönüm noktalarından biri olan Fransız İhtilali birçok şeyi değiştirdiği gibi terörizm kavramını da dünyaya tanıtmıştı. Giyotinle idam tasvirleri Bu dönemde Robespierre‟nin baskı, şiddet, zulüm ve keyfi kanunlarının getirdiği sisteme, terör sitemi veya dönemi denilmiştir. Bu döneme terör dönemi denmesinin sebebi, yukarıda da ifade edildiği üzere Robespierre‟nin öncülüğündeki Jakobenlerin, devrim karşıtı veya muhalif addettiği binlerce insanı hunharca öldürmeleridir. Bu döneme Jakobenlerden oluşan hükümet kendi eliyle kendi vatandaşlarına, onları bastırmak ve sindirmek için, terör uygulamıştır. Kral XVI. Louis, 1793‟te Konvensiyon kararı vatana ihanetten dolayı giyotinle infaz edildikten sonra, Konvensiyon meclisini oluşturan Jirondenler (Kral taraftarları ve Burjuva sınıfı) ve Montagnardlar (Robespierre ve arkadaşları) arasındaki görüş ayrılığı hat safhaya ulaşmıştır. Jirondenler tepki olarak görevlerinden istifa etmişlerdir. Bu dönemden sonra Robespierre öncülüğünde Jakobenler, on iki kişiden oluşan ve devrim hükümetinin yürütme organı Kamu Güvenliği Komitesi‟ndeki bütün yetkileri ele geçirmişler ve her türlü devrim karşıtı ayaklanmayı ve isyanı kanlı bir şekilde bastırma yoluna gitmişlerdir. bir hareketin siyasi simgesi haline geldi. Giyotinle idama mahkûm edilen kişiyi yüzüstü olarak, kafasını sabit tutan daire şeklindeki düzeneğe sokan cellâtlar, iki tahta direk arasında asılı duran çapraz açılı keskin bıçağı serbest bırakırlardı. Hızla aşağı inen bu kesici bıçak kafayı vücuttan bir anda ayırırdı. Mahkûmun düşen kafası da hemen önüne konulmuş bir sepete düşerdi. Giyotinli idamlar, büyük kalabalıklar önünde ve meydanlarda seramonik bir törenle yapılırdı. Halka açık olarak gerçekleştirilen idamların amacı, suçluları cezalandırmak yanında, insanların o korkunç sahneyi görerek ibret almalarını ve hareketlerine dikkat ederek kendilerine de bu şekilde bir son hazırlamamalarını sağlamaktı. Fransız Devrimi sırasında, günde bazen yüz kişinin giyotinle idam edildiği bir dönemde halk sokaklara dökülüp kadınerkek, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar bunları seyretmek için adeta yarışırdı. Meraklarını tatmin etmek için toplanan kalabalık üzerinde, kafanın kanlar saçarak yüz ifadesi değişmiş şekilde sepet içine düşmesi günlerce rüyalardan çıkmayan bir etkiye sebep olurdu. Fransa'da giyotin ile idamlara 1939 yılında son verilerek kullanımı durduruldu. Orhan Koloğlu, "Tanıklıklar: "Kelle Kule'den Darağacına" İstanbul, 2001. 24 Alkan, Teröristlerin Osmanlı Başşehri İstanbul‟daki Saldırıları, s. 73-74. 26 Bu terör döneminde ne kadar çok insanın öldürüldüğü tam olarak bilinmemekle birlikte, 40.000 kişinin öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Bunlardan 12.000‟i giyotinle infaz edilmiş, diğerleri de boğularak veya yakılarak öldürülmüştür. Giyotin‟e gönderilenlerden 1.031‟i asillerden ve soylulardan 2.923‟ü orta sınıftan, 647‟si din adamlarından, 7.878‟i işçi ve köylülerden, 140 kişide bilinmeyen sınıflardan oluşmaktadır. Bu dönemde çok korkunç hadiseler yaşanmıştır. Lyons‟da bir jakoben, giyotinle infazın çok yavaş olduğunu ileri sürerek 300 insanın top ateşi ileri öldürülmesini emretmiştir. Nantes‟te içinde 2.000 kişinin bulunduğu bir mavna (içinde insanların olduğu bir nevi yüzen ev) Raire Nehri‟nin ortasında batırılmış ve insanlar boğularak öldürülmüştür. O kadar ki suyun üzerindeki ölülerin etlerini kuşlar yemiş ve nehir kirlendiği için kullanımı yasaklanmıştır. Terör Dönemi‟ne damgasını vuran en etkin kurum Paris Devrim Mahkemesi (Tribunal Revolutionnaire de Paris) olmuştur. Bu mahkemenin en büyük özelliği, kararlarının temyiz edilememesidir. Mahkeme tarafından suçlu bulunanlara verilecek tek ceza ölümdür. Bir müddet sonra mahkeme tutukluları sorgulamadan doğrudan infaza göndermiştir. Söz konusu döneme ait çıkarılan yasalardan biri “Şüpheliler hapsedilecek… Delil, herhangi bir delil düşmanları mahkum etmek için yeterlidir…Eğer delil zaten varsa, o zaman şahitlere ihtiyaç yoktur…Devrim Mahkemesi altındaki bütün suçlamalar için verilecek tek ceza ölümdür…” şeklindeydi. Ancak bütün bu olaylardan sonra, her devrim ilk önce kendi çocuklarını yer gerçeğiyle, Robespierre ve aşırı Jakobenler terör döneminin sorumluları olarak yakalanıp giyotinle idam edilmişlerdir. Bu döneme terör dönemi denmesinin kısaca nedenleri yukarıda belirtilen olaylardır. Söz konusu bu dönemden sonra “terör” sözcüğü ilk defa literatüre girmiştir ve devlet terörüne en büyük örnek olarak tarihin sayfalarında kendine yer edinmiştir. Bu dönemden sonra terör kurumsallaşmış ve sonraki dönemlere esin kaynağı olmuştur. Burada, Fransız örneğinde de görüldüğü gibi, terör kavramının ilk olarak ortaya çıkması ve kullanılması, doğrudan bir devlet terörüyle alakalıdır. İhtilalle yönetimi ele geçiren bir grubun önce rakiplerini, devamında ise kendi içlerindeki muhaliflerini ve halktan hayli insanı devlet imkânlarını kullanarak katletmeleri ve bu tür gelişmeleri ifade etmek için ilk defa kullanılmıştır. Fakat daha sonraki yıllarda bu terim, devlet terörü dışında, belli sayıdaki insan grubunun “siyasi hedeflere ulaşmak için korku ve dehşetin planlı olarak yaygınlaştırılması” gibi geniş bir anlam da kazanmıştır25. Modern terörizmin kurumsal 25 Alkan, Teröristlerin Osmanlı Başşehri İstanbul‟daki Saldırıları, s. 73-74. 27 köklerinin ise Napolyon döneminde ortaya çıkan gizli Karbonari26 örgütünün yapısında aranabileceği söylenebilir27. Modern terör kavramın önemli bir değişim süreci özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmişti. Bu süreçte teorik bir alt yapının oluştuğu görülmektedir. Karbonari Kömür yakıcılar (Charcoal Burners) anlamına gelen ve Mason teşkilatlarından etkilenerek 19. yüzyılın başında İtalya‟da kurulan örgüttür. Amacı İtalyan Birliği‟ni (Risorgimento) sağlamak olan bu örgütün daha sonraki dönemde birçok oluşuma örnek teşkil ettiği görülmektedir. Tertip ve komploları iyi bilinmekle beraber menşeleri hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Karbonarizm‟in atalarının oduncu, kömürcü gibi tamamiyle zararsız bir cemiyet olduğu zannedilmektedir. Bu bir çeşit cemiyet olup, adından da anlaşılacağı gibi oduncu ve diğer orman işçilerinin topluluğu idi. Fakat içinde cemiyetin bütün sınıflarından insanlar mevcuttu. Bu orman masonlarının toplantı yeri tercihen açık hava olup, giriş merasimleri yapılır, işaret ve tanışma parolaları kullanılırdı, içtimai karşılıklı yardım ve iyilik yapmayı bu cemiyet geliştiriyor. Karbonari ve halefleri vb gruplar, İspanya, Piemonte ve Sicilya‟da hükümetleri devirmeyi başarmışlardı. Bunlar daha ziyade sistematik terörden ziyade ayaklanmalar şeklinde gerçekleşti. Karbonari hareketine atfedilen eleştiriler en korkunç ve kanlı planları venditi denilen alt kollarının yapmasıdır. Bu grupların terörü körüklediği düşmanlarının evlerini yaktıkları mahkûmların kaçmalarını sağladıkları, kurallarına uymayan bazı kişileri hançerlendikleri, bu çok riskli olduğu zaman ise zehirleme yöntemini kullandıkları ifade edilir. Karbonarilerin acımasız profesyonel herkesi öldürmeye hazır devrimciler olduğu belirtilir. Herhangi bir komploya karışıldığında üyeler tüm bireyselliklerini yitirirler anne ve anavatan olmaksızın tamamen üstlerine bağlanırlardı. Tek bir işarette elerinde bıçak onlara gözü kapalı uymak zorundaydılar. Karbonari tarafından kullanılan dilin hunharca olduğu doğrudur. Şu ifadeler bunu gösterir: "Haç bize zulmeden ve kutsal harekatımıza eziyet eden tiranları çarmıha germeye hizmet etsin. Dikenli taç onun başını delip geçsin, ip onu darağacına götüren sicim işareti 26 Ayrıntılı bilgi için bkz. R. John Rath, “The Carbonari: Their Origins, Initiation Rites and Aims”, American Historical Review 69, no. 21 (1964): s. 353-370; Bartoldi, Memoirs of the Secret Societies of the South of Italy, London: Murray, 1821. 27 Martin A. Miller, “The Intellectual Origins of Modern Terrorism in Europe”, ed. Martha Crenshaw, Penn State Press, 1995, s. 32. 28 olsun. Merdiven onun çıkışına yardım etsin. Yapraklar onun ellerini ve ayaklarını parçalara ayıracak çiviler olsun. Kazma onun göğsüne nüfuz etsin damarlarında akan murdar kanı atkısın. Kazma başını vücudundan ayırsın, tuz onun başını bozulmaktan korusun. Bu ebedi despotların rezaletinin bir anıtı olsun". Başka bir kaynakta özetle şu ifadelere yer verilmektedir. Karbonari hareketinin orijini hakkında bu gün çok az şey biliniyor. Bilinen ilk olarak 1807 yılında Napoli‟de ortaya çıktığıdır. Nereden ilham aldıkları konusunda bazı fikirler ortaya atılsa da açık olan şudur ki karbonari hareketindeki terörist unsurlar çok abartılıyor. Arasıra terörist faaliyetlere başvurmuşlar fakat bunu sistematik bir savaş haline vardırmamışlardır28. Karbonariye göre hükümetler, isyan ve suikastlerle tahttan indirilmelidir. Hakim otoritelere karşı yapılan kullanılan silahların başında hançer geliyordu. Üyeler yanlarında zehirli silahlar ve ilk fırsatta kullanılacak cephanelerinin olması konusunda cesaretlendirilirlerdi. Karbonarinin kurbanları veya özgürlük düşmanları olarak adlandırılanlar arasında hükümet yetkilileri askerler, hakimler ve polis şefler ile monarşiye sadık kalan kilise mensupları vardı29. Karbonari Toplantısı 1821 28 Laqueur, History of Terrorism, s. 24-25. 1820‟de İtalya‟da hepsi hançerli ve silahlı 24.000-30.000 arasında Karbonari üyesi olduğu tahmin edilmektedir. 29 29 Terörizm Anlayışındaki Dönüşüm 1850‟lerden sonra terörizmin sistemli bir şekilde kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Rus ihtilalci gruplarının yanı sıra İrlandalı, Makedon, Sırp ve Ermeni gibi radikal milliyetçi gruplar özerklik ve bağımsızlıkları için terörü kullanmışlardı30. Bu süreçte terörü bir ideoloji olarak kullanmak için yeni teorilerin ortaya atıldığı görülmektedir. Fransız İhtilali‟nin bir sonucu olarak ortaya çıkan yeni şekillenmiş milliyetçilik ve vatandaşlık fikirleri modern ve daha baskın seküler bir terör anlayışı ortaya çıkardı. Marksizm gibi yeni politik ideolojilerin ortaya çıkışı mevcut düzende üretken bir karışıklık anlayışı meydana getirdi. Bu anlamda İtalyan devrimci Carlo Pisacane‟nin “fiili propaganda” teorisi bu dönüşüm sürecinde hayli ilgi gördü. Pisacane propaganda dei fatti (eylem yoluyla propaganda) anlayışının ilk savunucularından biridir. Bu inanışa göre şiddet toplumun algılamasını etkilemede tek güvenilir katalizör görevindedir. İlk olarak insanların dikkatini çeker, sonra da onları peşinden sürükler31. Yani şiddet toplumu büyük oranda etkiliyordu32. San Giovanni Dükü olan Pisacane İtalya‟da toplumsal devrim aracılığıyla bağımsız bir ulus yaratma çağrısı yaptı. Ona göre; “Fikrin propagandası bir çan sesidir. Fikirler eylemlerden kaynaklanır, tersi geçerli değildir. Ve halk eğitildiği zaman özgür olmayacak, özgür olduğu zaman eğitilecektir. Bir yurttaşın ülkenin iyiliği için yapabileceği tek iş devrimle fiilen işbirliği yapmaktır”33. Piscane siyasal vasiyetinde ise şöyle yazar: “Fikrin propagandası hayalidir. Fikirler eylemlerden çıkar, eylemler fikirlerden değil, ve halk eğitildiği zaman özgür olmayacak, özgür olduğu aman eğitilecektir. Bir yurttaşın ülkenin yararına yapabileceği tek iş maddi devrimle işbirliği yapmaktır34”. Fiili propaganda‟nın teorisyenlerinden biri de Rus Mikhail Bakunin idi (1814-1876). 1870 yılında şöyle diyor Bakunin, "prensiplerimizi kelimelerle değil fiillerimizle yaymalıyız. Zira bu propagandanın en popüler, en güçlü ve karşı koyulamaz şeklidir". Aslında bu fiili propaganda ifadesi ilk kez Fransız anarşist35 Paul Brousse tarafından popüler bir şekilde 30 Laqueur, A History of Terrorism, s. 11. Bruce Hoffman, Inside Terrorism, Colombia University Press, New York 1998, s. 17. 32 Mesut Hakkı Caşın, Uluslararası Terörizm, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, Şubat 2012. 33 Peter Marshall, Anarşizmin Tarihi, çev. Yavuz Alagon, İmge Kitabevi, s. 619-620. 34 Marshall, Anarşizmin Tarihi, s. 861-862. 35 Antik Yunancada komutansız, yöneticisiz, efendisiz, otoritenin yokluğu anlamlarına gelen anarşizm, toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin her türünü ortadan kaldırmayı savunan bir takım politik felsefeleri ve otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin her türünü ortadan kaldırmayı savunan bir takım politik 31 30 kullanılmaya başlanmıştı. 1877‟de yayınladığı bir makalesinde 1781‟deki Paris Komünü‟nün bir ayaklanmasını örnek göstererek bu olayın fiili propogandaya bir örnek olduğunu ifade eder. Bu anlayışın Amerikan anarşistlerini de etkilediği görülmektedir. Emma Goldman ve Alexander Berkman bu anlayış üzerine düşünen anarşistlerdir. Örneğin Berkman 1892‟de bir fabrikatör olan Henry Clay Frik‟i öldürmeye çalıştığında bu noktadan hareket etmişti. 1880‟lerden itibaren fiili propaganda hem anarşist hareketler bünyesinde hem başkaları tarafından da bireysel bombalama, hükümdarlar katli ve tiranların despotların katli için kullanılan bir tabir haline geldi. 1886‟da Fransız anarşist Clement Duval Paris kaymak tabakasından birinin evinden 15.000 frank çalmış ve evini yakmıştı. İki hafta sonra yakalanmış ve asılmıştı. Asılırken yaşasın anarşizm demişti. Fiili propaganda fikri bir süre sonra bazı ayrılıkçı gruplar tarafından benimsenmeye başlandı. Bağımsız İrlanda Cumhuriyeti‟ni kurmaya çalışan Fenianlar Pisacane‟nin fiili propaganda anlayışına göre hareket ettiler. 1880‟lerin başında Fenianlar bir bombalama hareketi başlattılar. Bunun sonucunda yedi yaşında bir erkek çocuğu hayatını kaybetti. Bu hareket 1882‟de Dublin‟de Phoenix Park‟ta yürüyüş yapmakta olan İrlanda‟dan Sorumlu Başsekreter Lord Frederick Cavendish ve onun daimi müsteşarı Thomas Burke‟nin bir suikast sonucu öldürülmesiyle tırmanışa geçti. Terörist faaliyetler 1883 yılında Londra‟da patlayan ona yakın bombadan adını alan Dinamit Savaşı‟nda zirveye ulaştı. İngilizler bu oluşumu ortadan kaldırmak için özel bir şube açtılar.36. Fenian dinamit savaşı denen bombalama süreci İngiltere‟de 1881 ve 1885 yılları arasında gerçekleşmişti. Bu bombalamalar İrlanda Cumhuriyet Kardeşliği37 tarafından gerçekleştirildi. Fenian da denen bu grup hükümet, asker ve polisi hedef alıyordu. Fenianlar İngiltere‟de iki büyük olay gerçekleştirmişlerdi. Birincisi Manchester Şehitleri ikincisi ise Clerkenwell Hapishanesi‟nin havaya uçurulması. William Philip Allen, Michale Larkin ve Michale O‟Brien adlı komiteciler 1867 yılında Manchester‟de bir polis memurunu öldürdüler. 30-40 kişilik bir fenian grubu ile birlikte hareket ediyorlardı. Bu grup içerisinden birkaçı polislere suikastler düzenlediler. Nihayetinde yakalanıp idama mahkum edildiler. Kasım 1867‟de 8000-10000 kişilik bir kalabalık önünde idam edildiler. felsefeleri ve toplumsal hareketleri tanımlayan bir terimdir. Anarşi, her koşulda her türlü otoriteyi reddetmektedir. 36 Ayrıntılı bilgi için bkz. M. J. Kelly, The Fenian Ideal and Irish Nationalism, 1882-1916, Boydell & Brewer, 2006. 37 Tüm İrlanda 1603‟ten bu yana yani 9 yıl savaşlarından bu yana ingiltere‟nin hakimiyeti altındaydı. İrlanda Cumhuriyet Kardeşliği 17 Mart 1859‟da James Stephens tarafından bağımsız demokratik İrlanda cumhuriyetini kurmak amacıyla oluşturuldu. 31 Manchester Şehitlerinin Portresi – Michael O‟Brien, William Philip Allen and Michael Larkin İkinci olay Clerkenwell Hapishanesi patlaması meselesi ise Richard O‟Sullivan-Burke adlı ünlü Fenianın yakalanmasıyla başlıyordu. Clerkenwell Hapishanesi‟nde tutulan bu kişinin kurtarılması için bir plan yapan Fenianlar kaldığı hapishanenin duvarını havaya uçuruyorlar. Bunun sonucunda 12 kişi hayatını kaybederken 90 kişi yaralandı. Bu bombalama olayı İngilizlerle İrlandalıların arasını açtı. Michale Barrett yakalandı ve bu bombala hadisesinden tutuklandı. Bu kişi İngiltere‟de halk huzurunda idam edilen son kişi oldu. Bu İngiltere‟deki İrlanda karşıtlığını iyice arttırdı. 32 Bunların dışında 1881-82 yıllarında 4 farklı bombalama denemesi gerçekleştirmişlerdi. 83 yılında Glasgow, Londra‟da hükümet binasında ve The Times gazetesinin ofislerinde bomba patlatıldı. Yine aynı yıl Londra metrosunda iki bomba patlatıldı ve 70 civarında insan yaralandı. 1884 yılında Londra‟da Victoria istasyonunda bir bomba patlattılar. Fakat istasyon boş olduğu için kimse yaralanmadı. Charing Cross ve Ludgate Hill ve Paddington istasyonlarında başka bombalar ele geçirildi. Aynı yıl çeşitli polis merkezlerine de bombalı saldırılar düzenlendi. Bu yıl bir başka bombalama olayı ise Londra köprüsünde gerçekleştirildi. Üç komiteci bu olayı gerçekleştirecekleri sırada bomba patladı. Nihayet 1885 yılında bombalama olayları sürdü. Gower Street İstasyonu‟ndea bir bomba patlatıldı. Bir bomba Avam Kamarası‟nda bir başkası Westminster Hall‟da bir başkası ise Londra Kulesi‟nde patlatıldı. Bu olaylarda iki polis ve dört sivil yaralandı. Bu dönüşüm sürecinde fiili propaganda anlayışını uygulamaya koyan Rusya‟da terörizm, dönemin gündemine yerleşen sözcüğe göre bazen nihilizm38, bazen de anarşizm39 ile birlikte anılmıştır. Hükümetleri ve sosyal müesseseleri yıkmak için kişisel ve kolektif şiddeti kullanmanın en hararetli savunucuları birçok ayrılıkçı harekete ilham vermiş olan 19. yüzyılın ikinci yarısındaki bu Rus anarşistleri olmuşlardır. Rus Anarşizmi ve Suikastların Altın Çağı Rus anarşizmi özellikle 19. Yüzyılın ikinci yarısında bütün ayrılıkçı hareketleri etkilemiştir. Bunlar içerisinde özellikle Osmanlı tebaası olan gruplar adına ayrılıkçı faaliyetlerde bulunanlar Ruslar anarşist ve komünistlerinin tesiri altında olmuşlardır. Bu noktada Rusya‟da terörün tarihine kısaca bakmanın faydalı olacağı kanaatindeyiz 40. Bu çerçevede Rusya‟da terörizmin kökenini Terör Çağı ve Fransız İhtilali‟ne kadar götüren bazı yazarların olduğu görülmektedir. Fakat 19. yüzyıldaki Rus Devrimci hareketlerinin rolü, özellikle Narodnaya Volya (Halkın İradesi) ve Nihilist hareketi binlerce mensubu ile, hiç 38 Latincedeki hiçbir şeyin var olmadığı nihil sözcüğünden türetilmiştir. İnsanın var oluşunu, bilgiyi, tüm değerleri tamamen yok sayan, şeyler arasında anlamlı ya da yararlı birtakım ayrımlar yapmanın gereksiz olduğunu düşünen, bütün değerlerin temelsiz olduğunu, hiçbir şeyin ilkece bilinmesinin ya da iletilmesinin olanaklı olmadığını savunan felsefi anlayıştır. Bu anlamda nihilizm terimini ilk defa Rus yazar Ivan Turgenyev 1862‟de yazdığı Babalar ve Oğullar adlı romanında kullanmıştır. Ercan Çitçioğlu, Gri Tehdit: Terörizm, Ümit Yayınları, Ankara 2005, s. 160. Ayrıntılı bilgi için bkz. Eugene Rose, Nihilism: The Root of the Revolution of the Modern Age, Saint Herman Press, 1994. 39 Antik Yunancada komutansız, yöneticisiz, efendisiz, otoritenin yokluğu anlamlarına gelen Anarşizm, toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin her türünü ortadan kaldırmayı savunan bir takım politik felsefeleri ve toplumsal hareketleri tanımlayan sosyal bir terimdir. Anarşi, her koşulda her türlü otoriteyi reddetmektir. http://en.wikipedia.org/wiki/Anarchism#cite_ref-0 26.12.2008. Ayrıca bkz. Sean M. Sheehan, Anarchism, Reaktion Books, 2004. 40 Terörün Rusya‟da iyiden iyiye gün yüzüne çıktığı 1880‟lerde bu konu ile ilgili yazılmış bir makale için bkz. Stepniak, “Terrorism in Russia and Europe”, Contemporary Review, 45 (1884:Jan./June) s. 325-341. 33 şüphesiz dönemini etkilemesi bakımından öne çıkmaktadır. Halkın İradesi tarihteki ilk politik terörizm kampanyalarından birini başlatmıştı41. Aslına bakılırsa 1880‟lerde iyice gündeme gelen ve büyük savaşın başlamasının suni sebebi olarak gösterilen Arşidük Ferdinand‟ın öldürülmesinde doruğa ulaşan hükümdar katli dönemi diye de tabir edilen bu katliam dönemini gündeme getiren de 1 Mart 1881‟de II. Aleksandr‟ın Narodnaya Volya tarafından öldürülmesi olmuştu. Narodnaya Volya Hareketi‟nin “terör” konusundaki tutumu açıktı. Örgütlü bir hareket olarak amacı yönetimden gelen şiddet ve zorbalık eylemlerinin sorumlularını yok etmek ya da cezalandırmaktı. Narodnaya Volya terörü, 24 Ocak 1878‟de St. Petersburg Valisi General Trepov‟un vurulmasıyla başlamış ve 1881‟de Çar II. Aleksandr‟ın vurularak öldürülmesiyle sonuçlanmıştı.42. Terörizm uzmanı David Rapoport‟un dediği gibi Rus Narodnikleri modern terörizmin bir parçası olarak Rusya‟dan Batı Avrupa, Balkanlar ve Asya‟ya yayılan bir anarşist dalgası ortaya koydular. Bu hareket en üst seviyeye zaman zaman “suikastların altın çağı” diye tabir edilen 1890‟larda ulaştı 43. Aslında 1881 ve 1914 yılları arasında özgürlükçü sosyalist hareket üyeleri tarafından birçok devlet ve hükümet başkanı suikasta uğradı. Rusya‟daki bu devrimci hareketlerin önde gelen ideologlarından ikisi ise Mikhail Bakunin ve Sergey Nechayev adlı iki teorisyendi. Nechayev‟e göre devrimci terörün amacı yığınların desteğini almak değil tam tersine halk arasında korku ve sefaleti yaymaktı. Ona göre bir devrimci isyanı kışkırtmak için sivilleri terörize etmeliydi44. Yani terörü kullanmalıydı. Bakunin 1870‟lerde Sergey Nechayev ile birlikte yıkıcı devrimci olarak ün kazandı. Dostoyevski‟nin Ecinniler romanındaki Stavrogin karakterine esin kaynağı olan Neçayev, bir öğrencinin siyasal nedenlerle öldürülmesi olayına karıştı ve devrimin ne kadar yıkıcı olursa olsun her türlü aracı haklı çıkardığını savunan bir dizi broşür yazdı. Neçayev devrimciyi şöyle tanımlar, “Gece ve gündüz sadece tek bir amacı düşünmelidir. Amansızca yıkmak”. Devrimin ilekelerinde daha da ileri giderek şöyle der: “yok etmekten başka bir faaliyet tanımıyoruz, ancak bu faaliyetin kendisini, zehir, bıçak, halat vb. gibi son derece farklı formlar kazanarak gösterebileceğini kabul ediyoruz. Bu mücadelede devrim her şeyi haklı çıkarır.” 41 Richard Pipes, Communism: A History, 2001, s. 74 Philip Pomper, “Revolutionary Terrorism”, Terrorism in Context, ed. Martha Crenshaw, Penn State Press, 1995, s. 63-105. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ronald Seth, The Russian Terrorists: The Story of the Narodniki, Barrie & Rocklift, 1967. 43 D. C. Rapoport, The Four Waves of Modern Terrorism, ed. Cronin vd. Attacking Terrorism: Elements of a Grand Strategy, Georgtown University Press: Washington, 2004, s. 52. 44 Edvard Radzinsky, H. T. Willetts, The First In-Depth Biography Based on Explosive New Documents from Russia’s Secret Archives, Anchor Boks, 1997, s. 35. 42 34 1880‟de İsviçre‟de çıkan Le Revolte adlı dergide bir başka İtalyan anarşist Cafiero tıpkı Neçayev gibi devrimci amacın her türlü aracı haklı kıldığını öne sürecek kadar ileri gider. “Eylemimiz, sözle, yazıyla, hançerle, silahla, dinamitle, bazen de oy pusulasıyla sürekli isyan olmalıdır… Bizler tutarlıyız ve isyan için kullanabileceğimiz her silahı kullanacağız. Yasal olmayan her şey bizim için haktır”. 1880‟lerin umutsuz toplumsal karışıklıkları sırasında pek çok anarşist, kapitalist devletin çöküşünü hızlandırmak ve devrimi gerçekleştirmenin ancak saldırıyı sürdürmekle mümkün olduğunu düşündü. Devlet ajanlarına ya da sanayide mülk sahibi ve yöneticilere karşı kitlelerin bireysel terörizm eylemleriyle devlet terörizmine karşı çıkmanın meşru olduğunu düşündüler ve mevcut düzeni koruyan gücün zor yoluyla yıkılması gerektiğini öne sürdüler. Bazıları da işçileri devlete karşı savunmak hakim sınıfın moralini bozmak ve işçiler arasında devrimci bilinç yaratmak istediler. Kapitalizmin ya da devletin sadece eylemlerle yıkılmasını beklemiyorlardı. Bir despotu öldürmek despotizmden kurtulmayı sağlamayacaktı. Ancak Aleksander Berkman‟ın gözlemlediği gibi terörizm halkın öcünü alan, düşmana korku salan ve aynı zamanda terör eylemlerinin yönetildiği kötülüğe dikkati çekmek için başvurulan bir araç olarak görüldü. Anarşist eylem yoluyla propaganda pratiği 1880‟lerde ve 1890‟larda en yüksek seviyeye ulaştı. Bu dönemde bütün Avrupa‟da, krallara, devlet başkanlarına ve bakanlara karşı saldırılar düzenlendi. Eylemciler genellikle cezalandırma duygusuyla hareket ediyorlardı. Bu terörizm eylemleri genelde anarşistlere karşı baskıcı eylemleri ateşlemekle kalmadı, anarşistlere şiddet yanlıları olarak bugüne kadar giderilemeyen bir ün kazandırdı. Sonuç olarak bu durum anarşist harekete büyük bir zarar verdi. Yankı uyandıran bir cinayet işlendiğinde suçluları anarşizmle ilişkilendirmek moda oldu. 35 OSMANLI DEVLETİ'NDE AYRILIKÇI ÖRGÜTLER VE TERÖR Rus Etkisi Fransız İhtilali sonrası modern terör kavramının ortaya çıkışı, çok uluslu imparatorluklarda ayrılıkçı grupların teröre yönelmesine sebep oldu. Devrin çok uluslu imparatorluklarından biri olan Osmanlılar da bu durumdan doğal olarak ciddi manada etkilendiler. Bilhassa Rusya'da ortaya çıkan terörün sistematik bir şekilde kullanılması Osmanlı'daki ayrılıkçı gruplarca aynen tatbik edilmiştir. Yunan, Bulgar ve Ermeni komitacılarının sırasıyla birbirlerinden de esinlenerek Rusya'nın bu etkisinde olduklarını net bir şekilde söyleyebiliriz. Mesela Ermeni komitelerinden Hınçak, programının yöntem bölümünde teröre yer vermişti. Aslına bakılırsa Hınçak Komitesi‟nin programı hem sosyalist hem milliyetçi bir karakter içeriyordu. Luis Nalbandian‟ın dediği üzere komite programının tamamı Rus ihtilalci fikirlerin etkisini yansıtmaktadır. Detaylarına daha sonra değinilecek olan Hınçak programının üçüncü bölümünde yer alan yöntemler hemen hemen Rus Narodnaya Volya‟nın programıyla aynıdır. Tıpkı bu programdaki gibi Hınçak programında da propaganda, isyan ve terör ana temayı oluşturuyordu. Bu komiteyi oluşturan öğrencilerin Rus Narodniklerinden çok ciddi bir şekilde etkilenmeleri şaşırtıcı değildir. Çünkü hepsi ya Rusya‟da doğmuş veya orada eğitim almış, bu ihtilalci fikirlere aşina olmuşlardı. Mesela komitenin kurucularından Mariam Vardanian (Maro) Saint Petersburg‟da Rus ihtilalcilerle çalışmıştı. Yine Cenevre‟deki öğrenciler Rus sosyal demokratlarla içli dışlı olmuş ve onlardan birçok şey öğrenmişlerdi45. Hınçaklar gibi Taşnaksütyun Komitesi de yöntem olarak terörü kullanmıştı. 1890 yazında Tiflis‟te kurulmuş olan Taşnakların (Ermeni Devrimci Federasyonu) Rusya topraklarında vücut bulduğu46 için Rus ihtilalcilerinden etkilendiğini düşünmek doğaldır. Hınçak örneğinde olduğu gibi Taşnakların programlarına bakıldığında bu etkiyi görmek şaşırtıcı değildir. Taşnakların programında yöntemler kısmında halkı silahlandırmak için her yola başvurmak, savaşmayı desteklemek, hükümet yetkililerini, muhbirleri, işbirlikçileri, hainleri ve istismarcıları yıldırmak gibi maddelerin yanı sıra hükümet kurumlarını yağma ve yıkıma maruz bırakma gibi terör yöntemlerinin yer aldığı görülmektedir47. Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere iki komitanın programlarında ortak nokta terörün kullanılmasıdır. Benzer bir durum Bulgar komitacıları için de geçerlidir. Bu çerçevede 45 Luis Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movements, s. 113. Örgütün kurulduğu yer terörün dışa bağımlılık durumunu ortaya koymaktadır. 47 Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movements, s. 168. 46 36 Rus ihtilalcı ve anarşistlerinden etkilenen komitelerin yöntem olarak teröre başvurduklarına dair birçok örnek hadise ele alınabilir . Kaldı ki mesela terörizm uzmanı Walter Laqueur bu ifadeleri doğrular bir şekilde 1880‟lerin sonları ve 1890‟lardaki Ermeni ihtilalcilerin yöntemlerinin büyük ölçüde Narodnaya Volya‟dan alınmış olduğuna dair kanıtların olduğunu dile getirmektedir. Devamında bu hareketin liderlerinin Rus ihtilalci hareketlerde yer aldıklarını, Taşnakların programında terörün kullanılmasının öngörüldüğünü, Rusya‟da yaşayan Ermenilerle örgütsel bağın sıkı olduğunu, silahların bir fabrikada, Tula silah fabrikasında tecrübe kazanmış işçilerce üretildiğini veya Rus hükümetinin Tiflis‟teki silah deposundan gayri resmi bir şekilde alındığını belirtmektedir48. Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere Ermeni komiteleri örneğinde terörün dışa bağımlılığı son derece dikkate şayandır. Bu noktada Anadolu ve İstanbul‟da birçok olay meydana getiren bu komiteler Rus ihtilalcilerinden sadece ideoloji anlamında etkilenmemişlerdi. Silah ve mühimmat konusunda da Rusya gayri resmi yollardan Ermeni komitecilerini desteklemişti. Aynı hususta değerlendirmelerde bulunan Bruce Hoffman da 1880 ve 90‟larda Hınçak ve Taşnakların isimlerini vermeden Doğu Anadolu‟da militan Ermeni milliyetçi hareketlerinin Osmanlı yönetimine karşı terörist bir strateji takip ettiklerini belirtmektedir. Hoffman‟a göre Ermenilerin amacı yerli anlamda kendilerine destek sağlamak, uluslararası ilgi, sempati ve destek kazanmak için sürekli saldırılar yaparak Osmanlı rejimine karşı bir darbe vurmaktı49. Rus etkisinin açık bir şekilde görüldüğü Ermeni komitelerinin yaptığı en dikkat çekici olaylar İstanbul‟da gerçekleştirilenlerdi. Bu anlamda Osmanlı Bankası‟nın basılması ve devamında İstanbul‟un çeşitli semtlerinde meydana gelen olayların Rusya kökenli komitecilerce planlanması da Rusya ile organik bir bağın olduğunu göstermektedir 50. Rus terör anlayışını özümseyen Taşnakların organize ettiği Osmanlı Bankası baskını ve devamında İstanbul‟un çeşitli semtlerinde meydana gelen olaylar dönemi itibariyle örneğine rastlanan durumlar değildir. Banka Baskını olayı özellikle 20. yüzyılda görülen rehin alma ve bomba ile herhangi bir mekânı işgal edip taleplerde bulunma girişimlerinin ilk örneğini teşkil etmiştir. Kaldı ki Ermeni kaynaklarında bile bu olayın terörizm tarihinde türünün ilk örneği olabileceği ifade edilmektedir. Mesela Gerard Libaridian Banka Baskını olayının tarihte 48 Laqueur, A History of Terrorism, 2001, s. 43. Hoffman, Inside Terrosim, 1998, s. 20. 50 Baskını yönetmek üzere gelen üç komiteci Rus kökenliydi. Bkz. Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1983, s. 163. 49 37 kayda geçen ilk şehir terörü olduğunu belirtmektedir51. Ermeni yazarların dahi terör olarak gördüğü ve terör bağlamında daha ayrıntılı bir şekilde ele alınacak olan Ermeni isyan ve olaylarını değerlendirmeden önce Fransız İhtilali'nden sonra ortaya çıkan modern terör kavramının Osmanlı Devleti'nde ne şekilde bir akis bulduğuna bakmak icap eder. Bu anlamda ihtilalin sonucu olarak ortaya çıkan milliyetçilik fikriyle baş gösteren isyanlarda uygulanan yöntemlerin terör kavramının neresinde durduğuna bakmak, bu olayların ayrılıkçı grupları ne şekilde etkilediğine dair sorulara cevap vermek gerekmektedir. Terör Bağlamında Osmanlı Devleti'nde Ayrılıkçı Hareketler Fransız İhtilali dünya tarihini olduğu gibi çokuluslu bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti‟ni de derinden etkilemişti. İhtilal milliyetçilik ve terör gibi kavramlar ortaya çıkarmıştı. Doğal olan bu kavramların dünya üzerinde etkilerini göstermesiydi. Osmanlı Devleti de heterojen bir yapıya sahip olduğu için milliyetçilikten daha sonra ise terör addedilebilecek- özellikle Ermeni örneğinden- hareketlerden etkilenmişti. İhtilal menşeli olan milliyetçilik fikri 19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı azınlıkları arasında yayılmış ve bunun neticesinde azınlıklar arasında bağımsızlık hareketleri baş göstermiştir. Osmanlı Devleti elbette, milliyetçi akımlar sayesinde dağılan tek imparatorluk değildi. Ancak hem Rusya, hem de Avusturya-Macaristan‟da milliyetçi akımlar Osmanlı Devleti‟ndeki kadar aktif ve silahlı eyleme dönüşmüş değillerdi. 1804 Sırp ayaklanması ve özerkliği, ardından 1821-29 Yunan ayaklanması ve bağımsızlığı bu yönde etkilerde bulundu. Yunan bağımsızlığı, o tarihe kadar, denebilir ki kültürel bir milliyetçilik halindeki Ermeniliğin de eyleme geçmesi için örnek teşkil etmiştir52. Fransız İhtilali menşeli milliyetçilik ideolojisinin etkileri üzerine söz söyleyen çok olmuştur. Mesela Jean-Paul Roux bu ideolojinin milletleri kışkırttığını, yabancıların entrikası, cesaretlendirici sözleriyle vaatlerinin tüm Hıristiyanları ayaklanmaya teşvik ettiğini ve bu milletlerin sonunda öldürücü bir özgürlük mücadelesine giriştiklerini belirtmektedir. Roux batılı yazarlarda görülmeyen bir üslupla Avrupa‟nın bu hareketleri gizliden gizliye desteklediğini, bu durumdan memnun olduğunu hatta bu milletleri Hugo ve Lord Byron‟la yüreklendirdiğini ifade etmektedir53. Görüldüğü üzere milliyetçilik azınlıkları bağımsız devlet kurmaya itmişti. Muhtariyet ya da bağımsızlık peşinde koşan Hıristiyan azınlıkların 51 Gerard Libaridian, Armenia at the Crossroads, USA, 1991, s. 17. İlber Ortaylı, "Osmanlı İmparatorluğu‟nda Milliyetçilik (En Kalıcı Miras)", XIII. Türk Tarih Kongresi, II. Cilt, Ankara 4-8 Ekim 1999, s. 23-39. 53 Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi - Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl, Çev. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Lale Arslan-Özcan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2007, s. 435. 52 38 kendilerini Osmanlı toprakları üzerindeki emelleri için kıymetli müttefikler ve araçlar olarak gören büyük devletlerle, özellikle de Ortodoks Rusya ile entrikalar çevirmeye başlamaları Osmanlı Devleti‟nin iyice zayıfladığı bu döneme rastlamaktadır54. Bu manada Osmanlı Devleti‟nde ilk harekete geçen Sırplar olmuştu. Terör Bağlamında Sırp ve Yunan İsyanları Uzun yıllar Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Sırplar, 19. yüzyılın başlarından itibaren sürekli olarak ayaklanmışlar ve Rusların desteği ile Osmanlı İmparatorluğundan bağımsızlıklarına doğru zaman içinde çeşitli ödünler koparmışlardır. İlk olarak, 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Bükreş Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Sırbistan ahalisine bir takım imtiyazlar vermeyi kabul etmişti. Osmanlı Devleti‟ni bir hayli uğraştırdıktan sonra 1815 tarihinden itibaren Osmanlıya bağlı bir prenslik haline gelmişlerdir. 1878 yılında da Berlin antlaşmasıyla Osmanlı devleti ile bütün bağlarını koparıp bağımsız bir devlet olmuşlardı55. Sırp isyanları Osmanlı devleti bünyesinde milliyetçi kökenli ilk ayaklanma olması hasebiyle önemlidir. Bu isyanları terör hareketi olarak görmek pek mümkün olmasa da otoriteye karşı topluca yapılan başkaldırı ve isyanların nihayette terör kavramının içindeki birtakım unsurları taşıdığını söylemek mümkündür. Osmanlı Devleti‟nde Sırpların ardından bağımsızlık hareketine girişerek isyana başvuran ikinci grup Yunanlılar olmuştu56. Daha sonra Ermeni sorununda olduğu gibi Akdeniz‟in sıcak sularına ulaşma düşünü gerçekleştirmek isteyen Rusya, Osmanlı Devleti‟nin gücünü, Sultan‟ın Hıristiyan tebaasının, özellikle de ortak bir Hıristiyan mirası paylaştığı Rumların dini hislerini ve ulusal emellerini kışkırtarak içeriden zayıflatmaya çalışmıştı57. Rusların faaliyetleri sonucu ortaya çıkan bu hareket Osmanlı Devleti‟nde bundan sonra gerçekleşen bağımsızlık hareketlerine örnek teşkil etmişti. Bu manada özellikle Yunanlılarca kurulan gizli cemiyetler, izlenen siyaset ve isyan yöntemi 19. yüzyılın ikinci yarısında Ermenilerce tatbik edilmiş ve bu durum Osmanlı Devleti‟nin en çok uğraştığı hususlardan biri olmuştu. 54 Salahi Sonyel, “Hıristiyan Azınlıklar ve Osmanlı İmparatorluğu‟nun Son Dönemi”, Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, ed. Hasan Celal Güzel, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2001, s. 395-403. 55 Ayrıntılı bilgi için bkz. Selim Aslantaş, Osmanlı’da Sırp İsyanı; 19. Yüzyılın Şafağında Balkanlar, Kitap Yayınevi, İstanbul 2007; Ayrıca bkz. Leften Stavros Stavrianos, The Balkans Since 1453, C. Hurst & Co. Publishers, 2000. 56 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Murat Hatipoğlu, Yunanistan’daki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin 101 Yılı (1821-1922), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1988. 57 Sonyel, “Hıristiyan Azınlıklar ve Osmanlı İmparatorluğu‟nun Son Dönemi”, s. 399. 39 Bilindiği üzere Yeniçağın başlarına kadar Avrupa‟da bir Yunan problemi yoktu. Rönesans ve Hümanizm hareketleriyle Avrupalı aydınlar Yunan kültürü hakkında araştırmalar yapmak için birimler oluşturmuşlar ve böylece düşünce alanında Yunan sempatizanlığını hareke geçirmişlerdi58. Kısacası Ermeni Sorunu‟nda yine batı menşeli olan misyonerlerin üstlendiği rolü Yunan milliyetçiliğinde Avrupa ele almış ve Yunan milletini fikren bağımsızlığa hazırlamıştır. Bu arada Osmanlı başkentinde yaşayan Fenerli Rumlar da batıdaki düşünce hareketlerinden etkilenmiş Fransız yazar ve düşünürlerinden tercümeler yapmışlar, gençlerini Avrupa üniversitelerine göndermişler, oradaki fikir hareketleri ve bilim adamlarıyla temas halinde bulunmuşlardı59. Fenerli Rumların izlediği bu yolu daha sonra Bulgar ve Ermeni cemaatinin de takip ettiği tartışılmaz bir gerçektir. Tıpkı Rumlar gibi Ermeniler de gençlerini Avrupa‟ya eğitim amacıyla göndermişlerdi. Daha sonra memleketlerine dönen bu kişilerin Ermeni komitelerinde faal olarak çalışıp isyan hareketlerinin liderleri olduğu görülmektedir. Bulgar ve Ermenilere bu şekilde bir örnek teşkil eden Yunanlılar ve özellikle İstanbul Rumları fikri anlamda bağımsızlık için hazır hale gelmişlerdi. Fikren bağımsızlığa hazır hale gelen Yunanlıların yaklaşık on yıl süren ayaklanma sürecinin kabaca iki döneme ayrılması mümkündür. 1821-1826 yıllarını içeren birinci dönem daha ziyade Osmanlı Devleti‟nin bir iç meselesi halinde seyretmişken, ikinci dönem milletlerarası özellik taşıyan ve dış müdahalelere sahne olan gelişmeler şeklinde nitelenebilir60. Bu durum Ermeni sorununun geliştiği 19. yüzyılın ikinci yarısında yaşananlarla örtüşmektedir. Önceleri Osmanlı Devleti‟nin bir iç meselesi olan Ermeni sorunu özellikle Berlin Antlaşması‟ndan sonra uluslar arası bir hüviyet kazanmış ve bu tarihten sonra Avrupalı devletlerin sürekli müdahale ettiği bir husus olmuştur. Bulgar ve Ermenilerin Yunanlıları örnek aldığı bir başka husus ise kurulan gizli cemiyetleri olmuştu. Bu cemiyetlerin Yunan isyanlarını tertipleyen gruplar olduğu görülmektedir. Bu durumun da Bulgar ve Ermeni komitelerince örnek alındığı tartışmasız bir gerçektir. Yunan İhtilalci gizli cemiyetler arasında en etkilisi olan “Filiki Eterya”61 1814 58 Salahi R. Sonyel “Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğu'nu Parçalama Çabalarında Hıristiyan Azınlıkların Rolü” Belleten XLIX/195 (Aralık 1985) s. 648-650. 59 Sonyel, “Hıristiyan Azınlıkların Rolü”, s. 648. 60 Hatipoğlu, Türk Yunan İlişkileri, s. 17. 61 “Dostlar Cemiyeti” manasına gelen Filiki Eterya Avrupa‟daki gizli mason cemiyetlerinin kuruluş ve işleyiş metotlarını benimsemişti. Filiki Eterya kuruluş aşamasında bir lider arayışı içerisini girdi. Cemiyetin lider olarak ilk düşündüğü kişi 1815‟den beri Nesselrode ile birlikte Rus Dışişleri Bakanlığı‟nı yürüten “Kapodistrias” oldu. Fakat Kapodistrias bu görevi kabul etmediğinden önderliğine “Aleksandr İpsilanti” getirildi. İpsilanti çok eski Fenerli bir ailenin mensubuydu. Sonyel, “Hırsitiyan Azınlıkların Rolü”, s. 648. 40 yılının sonlarında Odessa‟da (Hocabey) kurulmuştu62. Örgütün amacı Rumları Osmanlılara karşı ayaklandırmak bu arada eğer mümkün olursa Balkanlarda yaşayan diğer Hıristiyan topluluklarını da bu isyana karıştırmaktı. Örgüt malî problemlerini çözümlemek amacıyla bünyesine öncelikle büyük tüccar ve armatörleri kaydetmiş ayrıca halk üzerinde daha etkili propaganda yapabilmek için papazları kullanmıştır63. Zamanla güçlenen örgütün 1820‟lerde meydana gelen isyanların tertipçisi olduğu doğrudan isyanları idare ettiği aşikârdır. Örneğin 1820 yazında Tepedelendi Ali Paşa‟nın Osmanlı Devleti‟ne karşı harekete geçmesini fırsat bilen Filiki Eterya‟nın lideri İpsilanti, Yaş şehrine doğru 3000 kişi ile harekete geçerek ilk organize ayaklanmayı başlamıştı64. Ayaklanmanın bastırılmasının ardından Mora‟da baş gösteren isyanı yöneten de yine Eterya‟nın önderlerinden Patras şehri patriği Germanos olmuştu. Ruhanilerin gizli örgütlere mensup olması ve hatta isyanlar yönetmesi öyle bir hal almıştı ki İstanbul‟daki Fener Patriği V. Gregorius da Yunan isyanında parmağı olduğu yolundaki istihbarat üzerine 22 Nisan 1821‟de Patrikhane‟nin kapılarından birinde resmi kıyafeti ile idam edilmişti65. Stanford Shaw bu andan başlayarak Avrupa‟nın dinsel bağnazlığın çirkin yüzünü ortaya çıkardığını, suçsuz Müslüman köylülerinin öldürülmelerinin hiç göze alınmadan Müslümanların kendilerini savunma tedbirlerinin Avrupa‟ya Müslüman “vahşeti”nin örnekleri olarak ilan edildiğini dile getirmektedir66. Benzer bir şekilde Ermeni kilise mensuplarının da bu yolda hareketlere giriştikleri görülmektedir. Öyle ki Ermeni Sorunu‟nun uluslar arası bir hal alması için baş aktörler İstanbul Ermeni patrikleri olan Mıgırdıç Kırımyan, Nerses Varjabedyan ve Mateos İzmirliyan olmuşlardı. Bu durum Yunan Kilise mensuplarının yaptıklarının Ermeni ruhanileri tarafından takip edildiğini gösteren ilginç bir örnektir. Yine yaklaşık yarım yüz yıl sonra meydana gelen Ermeni olaylarında Türklerin savunma önlemlerinin dünyaya bir kez daha Müslüman “vahşeti” olarak duyurulması Avrupalıların tavrının değişmediğini göstermesi açısında önemlidir. 62 Dışa bağımlılık vurgusu!!! Sonyel, “Hıristiyan Azınlıkların Rolü”, s. 648. 64 Önemli bir Balkan tarihçisi olan Barbara Jelavich bu ayaklanmanın başlangıcında Yunanlıların binlerce Türkü öldürdüğünü belirtilmektedir. Jelavich, Tepedelendi olayının başlamasını fırsat bilen Yunanlıların Peloponnesse ve diğer bazı yerleri ele geçirdiğini, Yunan faaliyetlerinin ilk başlarda silahsız Osmanlı vatandaşlarına yönelik olduğunu ve Peloponnese‟nin Türk ve Arnavut nüfusunun % 40‟nın Yunanlılarca katledildiğini, geri kalanların ise ya bölgeden kaçtıklarını veya sürgün edildiklerini dile getirmektedir. Bkz. Barbara Jelavich, History of the Balkans, 18th and 19th Centuries, New York: Cambridge University Press, 1983, s. 217. 65 Hatipoğlu, Türk Yunan İlişkileri, s. 17-19. 66 Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çev. Mehmet Harmancı, Cilt 2, E Yayınları Tarih Dizisi, İstanbul 2000, s. 45. 63 41 Bulgar Meselesi ve Ermeni Sorunu ile benzerlik teşkil eden başka bir husus ise Yunan Sorunu'na büyük devletlerin müdahale etmesidir. Yukarıda da belirtildiği üzere dış müdahaleler Osmanlı Devleti için sorunun içerisinden çıkılması zor bir hal almasına sebep olmuştur. Özellikle Çar I. Aleksandr‟ın Aralık 1825‟te ölümü üzerine Rusya‟nın başına geçen I. Nikola‟nın Osmanlı Devleti‟ne karşı izlediği politika, Yunanlı asilere karşı duyduğu sempati Yunan meselesini devletlerarası bir problem haline getirmişti67. Bu durumun Ermeni sorununun uluslar arası bir hal alması öncesinde Balkanlarda baş gösteren olaylara Rusya‟nın müdahale etmesiyle benzerlik taşıdığı söylenebilir. Yukarıda anlatılan Sırp ve Yunan isyanlarının Bulgar Meselesi ve Ermeni Sorunu'na doğrudan olmasa da dolaylı bir şekilde örnek teşkil ettiği söylenebilir. Nitekim özellikle büyük benzerlikler taşıyan Yunan isyanı ile hayli zaman aralığı olduğu görülmektedir. Ancak izlenen yöntemler ve görülen benzerlikler zaman aralığına rağmen böyle bir etkinin olduğunu da ortaya koymaktadır. İlk örnekler şeklinde formüle edilebilecek bu hareketlerden sonra Ermeni Sorunu'nun uluslararası bir çerçeve kazandığı Berlin Antlaşması öncesinde Balkanlar‟da baş gösteren olaylar ise yakın örnek olarak değerlendirilebilir. Bosna Hersek Olayları ve Bulgar Ayaklanması Ermeni komiteleri için en yakın örnek Bosna Hersek olaylarıyla başlayan, Bulgar ayaklanması, Sırbistan ve Karadağ‟la savaş ve Rusya ile yapılan 93 Harbiyle nihayete eren dönemdeki gelişmelerdir68. Ermeni komitecilerine ilham veren bu süreçteki gelişmelere kısaca bakmak faydalı olacaktır. Zira özellikle Avrupalı devletlerin tutumlarına dikkat eden Ermeni cemaatinin ayrılıkçı önde gelenleri bir model olarak bu süreçte Balkanlarda takınılan tavrı örnek almışlar ve ona göre hareket etmişlerdir. Barbara Jelavic ve Nicola Jorga gibi yazarlar Hersek olaylarının sebebini daha çok Osmanlı Devleti‟nin yetersizliği ve kötü yönetimine bağlarken, Roderic Davison ve Temperly gibi yazarlar ise bunun sebebinin Balkan milletlerinin bağımsız olma isteğinden kaynaklandığını dile getirmektedirler69. Öyle ya da böyle Bosna Hersek‟te olayların baş göstermesi Rusya‟nın müdahalesiyle uluslar arası camiada yankı bulmuştu. Bu süreçte iyiden iyiye kıpırdanmaya başlayan Ermeni cemaatinin gelişmeleri yakından takip ettiğini söylemek mümkündür. 67 Sonyel, “Hıristiyan Azınlıkların Rolü”, s. 649. Mithat Aydın, Balkanlar’da İsyan: Osmanlı-İngiliz Rekabeti, Bosna-Hersek ve Bulgaristan’daki Ayaklanmalar (1875-1876), Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2005, s. 41. 69 Aydın, Balkanlarda İsyan, s. 42-43. 68 42 Osmanlı Devleti‟nin içinde bulunduğu kötü durumu ve dış etkilerin hazırladığı şartlar Temmuz 1875‟te Hersek Ayaklanması‟nın başlamasına neden oldu. Bu ayaklanma esnasında asilerin faaliyetleri tam anlamıyla yağma şeklindeydi 70. Netice itibariyle Bosna Hersek olayları Avrupa müdahalesini getirmişti. Avrupalı devletler başta Avusturya-Macaristan ve Rusya olmak üzere bu sorunu çözmek için Viyana‟da toplanmışlardı. Daha sonra özellikle Rusya faal bir şekilde bu mesele üzerinde durmuş, tarihe Andrassy notası diye geçen notayı işler hale getirmeye çalışmıştı71. Ardından meselenin çözülmesi için Berlin Memorandumu‟nda da Bosna Hersek olaylarının çözüme kavuşturulması için ıslahatlar gündeme alınmıştı72. Bu durum, gelişmeleri müteakip ortaya çıkacak Ermeni istekleriyle ve reform çabalarıyla benzerlik göstermektedir. Ermeni cemaati gelişmeleri yakından takip ediyor olmalıydı. Nitekim onlar da ıslahat sözüyle harekete geçmişlerdi. Ancak olaylar en azından özerklik, bir süre sonra ise bağımsızlık istediklerini göstermektedir. Berlin önerileri İstanbul‟a gönderildiği sırada bunalım Bulgaristan‟da başlayan yeni bir ayaklanmayla şiddetlenmişti. Yunan ihtilalinden sonra Osmanlılar, imparatorlukta kalan Rumların sadakatlerine güvenmedikleri için Ermeniler ve Bulgarlar ticarette Fenerli Rumların yerini almışlardı. Böylece bölgede oluşan yeni refahtan yararlanan önemli bir yerli toprak sahibi sınıf ortaya çıktı. Ancak bu refah tatmin sağlamadığı için bağımsızlık isteyen yeni bir hareketin geliştiği görülmektedir73. Osmanlı Devleti‟ndeki diğer azınlıklar gibi Bulgarları da bağımsızlık mücadelesine iten nedenlerin başında Bulgar milli bilincinin oluşması ve panislavizm olduğu söylenebilir. Bosna Hersek Olayları‟nda zor durumda kalmış bir görüntü çizen Osmanlı Devleti‟nin içinde bulunduğu kötü durum da bu bilinçlenmeye ve paralelinde yabancı müdahalelerine zemin hazırlamıştır74. Ermeni sorunu dikkate alındığında paralel bir durumun olduğu görülmektedir. Bulgar milli bilincinin oluşması ile Ermenilerin bilinçlenmesi arasında benzerlikler olduğu dikkati çekmektedir. Bu çerçevede Bulgarlar arasında milliyetçi ayrılıkçı bir sınıfın ortaya çıkmasında misyoner faaliyetlerinin önemli bir yeri olduğu görülmektedir. Osmanlı Devleti‟nin Tanzimat‟la birlikte batılı okullara açılmasıyla misyonerler Balkanlarda Bulgar okulları 70 Ayaklanmanın baş gösterdiği Mostar‟ın güney doğusundaki Nevesin şehrinde ayaklanmayı başlatanların faaliyetlerinin Ermeni olaylarıyla benzerlikler taşıdığı dikkati çekmektedir. Asiler önce kaza müdürünü kaçmaya mecbur etmişler, sonra da (birçok Ermeni olayında olduğu gibi) hareketi önlemeye çalışan zaptiye erlerini öldürmüşlerdir. Yola devam ederken seyahat eden Türkleri öldürmüşler, önemli köprü ve yolları tutmuşlar, kendilerine katılmak istemeyenlerin evlerini yakmışlardı. Aydın, Balkanlarda İsyan, s. 51. 71 Bu süreçteki gelişmeler ve Andrassy notasına karşı devletlerin tavrı için bkz. David Harris, A Diplomatic History of the Balkan Crisis of 1875-1878, Archon Books, USA, 1969. 72 Aydın, Balkanlarda İsyan, s. 105-106. 73 Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, s. 203. 74 Aydın, Balkanlar’da İsyan, s. 135 43 açtılar. Bulgar çocuklarını seçip Avrupa‟ya gönderdiler. Misyoner okullarının bu faaliyetleri Avrupalı‟larca desteklendi75. Ermeni örneğinde olduğu gibi Amerikan Protestan misyonerlerinin Bulgar milli bilincinin oluşmasında da son derece önemli bir rol oynadığı üzerinde düşünülmesi gereken bir husus olarak göz çarpmaktadır76. Öte yandan Ermeni örneğinde olduğu gibi Bulgar milli bilinçlenmesinde en önemli rolü Rusya oynamıştı77. 1774‟teki Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla kendisini Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan bütün Ortodoksların hamisi olarak gören Rusya o tarihten sonra Anadolu ve Balkanlar üzerine yaptığı seferlerde bu bölgelerde yaşayan Ortodoks azınlıklarla tanıştı. Daha sonraki süreçte Rus entelektüelleri başta Bulgarlar ve Ermeniler olmak üzere bu azınlıkların milli kimliklerini inşa etme yoluna gittiler78. Islahat Fermanı sonrasında Rum patrikhanesini tanımadıklarını dile getiren Bulgar kilisesini destekleyen de yine Ruslar olmuştu. Bu taleplerine destek o sırada Rusya‟nın İstanbul temsilcisi olan İgnatieff‟ten gelmişti. Neticede Babıali 11 Mart 1870‟de Bulgar Eksarhlığı‟nın kurulduğunu ilan etti79. Bir yandan Bulgarları ve öte yandan Ermenileri ele alan Rusya‟nın Bulgaristan‟daki olayların başlamasında organik bir bağı olduğu söylenebilir. Balkanlardaki başka bölgelerde olduğu gibi Bulgaristan‟da da ayaklanmaları idare eden Slav Birlik Cemiyeti idi. Moskova ve Cenevre bu cemiyetin komuta merkezleriydi80. Görüldüğü üzere Bulgaristan‟daki bu olayları idare eden cemiyetler Rus menşelidir. Bu da terör gruplarının dışa bağımlılığına örnek teşkil etmesi açısından mühimdir. Hatırlanacağı üzere Yunan İsyanı'nı organize eden Filiki Eterya 'da Hocabey'de (Odessa) kurulmuştu. Bu durumu Rus topraklarında Tiflis‟te kurulan Taşnaksütyun ve Rusya kökenli Ermeni öğrenciler tarafından Cenevre‟de kurulan Hınçak komitesi de teyit etmektedir. 75 M. Hüdai Şentürk, Osmanlı Devleti’nde Bulgar Meselesi, 1850-1875, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992, s. 64. 76 Amerikan Protestan misyonerlerinin faaliyetleri için bkz. Ömer Turan, “Amerikan Protestan Misyonerlerinin Bulgar Milliyetçiliğine Katkıları”, XII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 12-16 Eylül 1994, c. III, Ankara 1999, s. 1097-1109. 77 Bulgar milli bilincinin olgunlaşma devresi olan 19. yüzyılın ortaları ve ikinci yarısında Rusya‟nın Panslavizm politikası için bkz. Mithat Aydın, “19. Yüzyıl Ortalarında Panslavizm ve Rusya”, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 2004/1, Sayı:15, Denizli, 2004, s.109-124; B. H. Sumner, “Russia and Panslavism in the Eighteen-Seventies”, Transactions of the Royal Historical Society, Fourth Series, Vol. 18 (1935), s. 25-52. 78 Mesela ünlü Rus şair Aleksandr Puşkin, Balkanlarda bir Bulgar milletinin bulunduğunu ve Müslüman Türklerin elinden bu milletin kurtarılması gerektiğini dile getirmişti. Yine Çar I. Nikola, Venelin‟in Bulgar tarihini yazmasını istemişti. Aydın, Balkanlarda İsyan, s. 141; Benzer bir şekilde Rusya‟nın daha 1816 yılında Moskova‟da Ermeni kökenli Lazarev ailesinin sağladığı imkânlarla, Ermeni Şark Dilleri Enstitüsü‟nü kurduğu, Ermeni konusunu sistemli bir şekilde ele alarak onları bilinçlendirmeye yoluna gittiği görülmektedir. Davut Kılıç, “Ermenistan’ın Kuruluşunda Çarlık Rusyası’nın Rolü”, Türkiye’nin Güvenliği Sempozyumu (Tarihten Günümüze İç ve Dış Tehditler) Elazığ 17-19 Ekim 2001, Elazığ, 2002, s. 493-494. 79 Christ Anastasoff, “Bulgaria’s National Struggles”, Annals of the American Academy of Political and Social Science, Vol. 232, A Challange to Peacemakers (Mar., 1944), s. 101-106 (103) 80 Aydın, Balkanlarda İsyan, s. 143. 44 Dışa bağımlılık konusunda dikkat çeken bir diğer husus planın Avrupa‟daki komitecilerce hazırlanmasıydı. Ayaklanmadan dört ay önce cemiyet liderlerinin Cenevre ve Bükreş‟te toplandıkları ve bazı hedefler çizdikleri biliniyordu81. Nisan 1876 Panagyuriste yakınındaki Oborişte‟de toplanan Bulgar komitecileri Mayıs ayında Osmanlı Devleti‟ne karşı bir isyan çıkarma kararı aldırlar. Bu karar öncesinde isyan esnasında kullanacakları silahları ise zengin Bulgarların verdiği paralarla almışlardı. Alınan karar doğrultusunda ayaklanma başlamadan önce komitenin bazı üyeleri Türk yetkililerce yakalandığı takdirde ayaklanma hemen başlayacaktı82. Planlanan ayaklanmanın temel amacı ise daha sonra Ermenilerce harfiyen uygulanan yöntemin aynısıydı. Yani Balkan problemini tartışmak için bir araya gelecek olan Avrupalı devletlerin dikkatini çekmek ve Bulgaristan‟ın özgürlük isteğini takviye etmekti83. Komitenin hazırladığı harekât planının sonradan meydana gelen Ermeni olaylarıyla benzerlikler taşıması da ilgi çekici diğer bir noktadır84. Plan doğrultusunda hareket eden Bulgarların daha sonra yapılan tahkikatlarda toplam 49 köyü yaktıkları anlaşılmıştı85. Yakılanlardan çoğunun Bulgar köyü olması ise düşündürücü bir noktadır. Her ne kadar bunların çoğu zorla Bulgar köylülerine yaktırılmış olsa da bunun batı müdahalesini sağlamak için uygulanmış bir yöntem olduğu düşünülebilir. Aslında batılıların özellikle de Rusya‟nın bu tür müdahalelere hazır olduğu hatta Ermeni sorununda olduğu gibi onları yüreklendirdiğini söylemek mümkündür. Nitekim Rus elçisi İgnatiyev‟in genç ihtilalci Stefan Stambolov‟a 1876‟da söylediği sözler bu hususu destekler niteliktedir. İgnatiyev “Bulgarlar önümüze bir sebep sürmezlerse, Rusya Bulgaristan için hiçbir şey yapamaz”86 diyerek Rusya‟nın hedefinin ne olduğunu ima etmiştir. Neticede Bulgar ayaklanmasının Osmanlı kuvvetlerince bastırılması spekülasyonlara neden olmuştu. Ayaklanmanın bastırılması sırasında Bulgarlara uygulandığı iddia edilen zulüm ve katliamlar bu spekülasyonların temelini teşkil ediyordu87. İşte bu noktada 81 Aydın, Balkanlarda İsyan, s. 143. R. J. Crampton, The Oxford History of Modern Europe, Bulgaria, Oxford University Press, New York, 2007, s. 91. 83 Aydın, Balkanlarda İsyan, s. 147. 84 Alınan karar doğrultusunda bölgedeki Türk şehirleri ile ayaklanmaya zarar verecek bütün köyler yakılacaktı. Ayaklanmaya katılmayan Bulgarlara karşı bütün şiddet yolları kullanılarak ayaklanmaya katılmaları sağlanacaktı. Karışık köylerin Türk halkı öldürülecek, evleri ve malları yağma edilecekti. N. Bilal Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, c.II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1998, s. 93-94. 85 Aydın, Balkanlarda İsyan, s. 151. 86 Crampton, Bulgaria,s. 93. 87 Aydın, Balkanlarda İsyan, s. 152. 82 45 İngiltere‟nin olaylara daha baskın bir şekilde müdahil olma durumu ortaya çıkmıştı 88. Bunun sebebi ise özellikle İngiltere‟ye ulaşan katliam haberlerinden kaynaklanıyordu. Katliam haberlerinin ise özellikle misyonerler tarafından İngiltere‟ye ulaştırıldığı görülmektedir. Bu uygulamanın Ermeni olaylarının batıya aktarılmasında da aynı şekilde işlediği görülmektedir. Bulgaristan‟daki katliam haberleri birçok Bulgar‟ın yaşadığı İstanbul‟a ve daha önce Bulgaristan‟da çalışmış olan Robert Koleji‟nin müdürü Dr. George Washburn ve Dr. Albert Long‟a ulaştırılıyordu. Gelen bu haberler adı geçen kişilerce İstanbul‟daki İngiltere elçisi Elliot‟a ve London Daily News ve The Times‟ın muhabirlerine veriliyordu89. Özellikle ölü sayısı ile ilgili aktarılanların Ermeni sorununda olduğu gibi çelişkili ve hatta çok abartılı bilgiler içerdiği söylenebilir. Olayların ardından yapılan tahkikatlarda yaklaşık 3000 Bulgar ve 500‟ün üzerinde Türkün öldürüldüğü anlaşılmaktadır90. Ancak misyonerlerin verdiği bilgiler bu rakamların yakınından dahi geçmemektedir. Haziran 1876‟da Dupuis‟in raporuna göre 12.000 Bulgar katledilmiş 60 Bulgar köyü yok edilmişti. Pears ise makalesinde 30.000 Bulgar‟ın öldürüldüğünden 100 köyün ise yakıldığından bahsetmektedir. Pears‟ın Daily News‟teki yazıları arttıkça Haziran ve Temmuz ayında İngiltere parlamentosunda bu konuyla ilgili tartışmalar artıyordu91. İngiltere kamuoyu misyonerlerin aktardığı bu bilgileri peşinen kabul ediyordu. Tıpkı Ermeni meselesinde İngiliz gazetelerine gönderilen haberlerde olduğu gibi, Türklere karşı olan önyargı bu tutumun asıl sebebiydi. Bu tutumun oluşmasında ve gelişmesinde en önemli rolü hiç kuşkusuz, Ermeni sorununun da en ateşli savunucusu olan liberal lider W. Ewart Gladstone oynamıştı. Bulgaristan olaylarını ve devamında Ermeni sorununu İngiliz hükümetine karşı siyasi bir malzeme aracı olarak kullanan Gladstone‟nin attığı en önemli adım Bulgaristan Vahşeti ve Doğu Sorunu92 adlı kitapçığı yayınlamasıdır. Bu sırada Gladstone öncülüğünde İngiltere‟de birçok miting yapıldığı dikkati çekmektedir93. Aynı uygulamanın Osmanlı Bankası Baskını ve diğer Ermeni olaylarında da gerçekleştirilmesi İngiliz politikasının sistemli bir şekilde işlediğini göstermektedir. 88 Bulgar ayaklanmasının Osmanlı İngiliz ilişkilerine etkisi konusunda bkz. Mithat Aydın, “1876 Bulgaristan Ayaklanmasının Osmanlı İngiliz İlişkilerine Etkisi”, Pamukkale Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi, Yıl: 2002 (2), Sayı: 12, s. 80-87. 89 Richard Millman, “The Bulgarian Massacres Reconsidered”, The Slavonic and East European Review, Vol. 58, No. 2 (Apr., 1980), s. 218-231 (220) 90 Aydın, Balkanlarda İsyan, s. 154. 91 Millman, “The Bulgarian Massacres Reconsidered”, s. 220. 92 William Evart Gladstone, The Turco-Servian War, Bulgarian Horrors and the Question of the East, New York and Montreal: Lovell, Adam, Wesson & Company, 1876. 93 Aydın, “1876 Bulgaristan Ayaklanması”, s. 82-83. 46 Bu süreçte İngiltere‟de özellikle Gladstone‟nin başını çektiği liberallerin bir politika aracı olarak kullandığı “Bulgaristan vahşeti” neticesinde yapılan mitinglerin yanı sıra birçok yardım komitesinin kurulduğu dikkati çekmektedir94. Ermeni sorunu ile benzerlik gösteren önemli bir husus da bu yardım komitelerinin kurulmasıdır. 1890‟larda meydana gelen Ermeni olayları esnasında da Gladstone‟un mitingler düzenlediğini95 birçok yardım komitesinin kurulduğunu görmek şaşırtıcı değildir. Kısacası İngiliz politikacıları yirmi yıl sonra aynı politikaları takip ederek İngiltere‟deki Türk imajını menfi yönde etkilemeye çalışmışlardı. Gladstone‟nin söylediği ve Ermenilerce büyük ilgi gören “Ermenistan’a hizmet insanlığa hizmettir”96 ifadesi daha önce söylediği Türkler pılısı pırtısıyla Avrupa‟dan atılmalıdır anlamına gelen97 tabirini tamamlar niteliktedir. Osmanlı Devleti‟nin çöküşünde en önemli dönüm noktalarından biri olarak kabul edilen Berlin Antlaşması‟na giden süreci başlatan Balkanlardaki olaylar, özellikle Bulgaristan ayaklanması bu dönemde Avrupalı büyük devletlerin Osmanlı Devleti üzerinde çıkar çatışmaları ve mücadelelerinin bir tezahürü olarak öne çıkmaktadır. Ermeni sorununda olduğu gibi bu olayların alt yapısını hazırlayanlar yine batılı devletler olmuştur. Yukarıda da belirtildiği üzere Balkanlarda bir krizin ortaya çıkmasını sağlayan Rusya ve burada uygulamaya koyduğu Panslavizm olmuştur. Olayların baş göstermesi üzerine İngiltere ve özellikle Gladstone‟nin çabaları soruna uluslar arası bir hüviyet kazandırmıştır. Ermenilerin bu gelişmeleri dikkatle takip etmemeleri kaçınılmazdı. Nitekim onlar Bulgaristan Rusya‟nın müdahalesiyle özgü oldu, Ermenistan İngiltere‟nin yardımıyla neden özgür olmasın diye düşünmeye başlamışlardı98. Ermeni sorununun uluslar arası bir hüviyet kazandığı bu süreçte Ermenileri bu tür düşüncelere sevk eden şeyin Rusya ve İngiltere‟nin başını çektiği büyük devletlerin politikaları olduğu söylenebilir. Özetlemek gerekirse, Osmanlı Devleti‟nde Sırp, Yunan ve Bulgar ayrılıkçı hareketleri Ermenilerden önce başlamıştı. Bu hareketler de Ermeni hareketinin gelişmesine bir örnek 94 Bu yardım komiteleri için bkz. Walter George Withwein, Britain and the Balkan Crisis, 1875-1878, Colombia University Press, 1935. s. 93-94; Aydın, “1876 Bulgaristan Ayaklanması”, s. 83. 95 Gladstone Banka baskının ardından Liverpool‟da yaptığı son konuşmasında, doğu Hıristiyanları dediği Ermenilerin kurtarılması için İngiltere‟yi müdahale etmeye çağırıyordu. James Bryce, William Ewart Gladstone: His Characteristics as Man and Statesman, The Century Co., 1898, s. 63. 96 Ermeniler için bu ifadenin ne anlama geldiği hakkında bkz. Charles Aznakian Vertanes, Armenia Reborn, Armenian National Council of America, 1947, s. 179. 97 Gladstone, Bulgarian Horrors, s. 38. Lord Harrington gibi sağduyulu liberallere rağmen, Gladstone gibi liberal partinin önde gelen isimleri Lowe ve Stansfed onunla aynı fikirleri paylaşıyor ve tek çözümün Türklerin neleri var neleri yok Avrupa‟dan atılıp yok edilmeleri olduğunu düşünüyorlardı. Henry De Worms, England’s Policy in the East, BiblioBazaar, LLC, 2008, s. 17. 98 Langer, Diplomacy of Imperialism, s. 152. 47 teşkil etmişti. Özellikle Yunan hareketi, Ermeni hareketini kamçılayan bir ayrılıkçı hareket olarak öne çıktı. Bu dönemde Ermeniler, Balkan halklarının birçoğu gibi kültürel bir uyanış tecrübesi yaşamışlar, şüphesiz Yunanlıların örneğinden ilham almışlardı99. Denilebilir ki Osmanlı Devleti‟ndeki milliyetçi hareketler, Balkan kavimlerinin daha sonra ise Ermenilerin koruyucusu rolünü üstlenen Avrupa devletlerinin100, özellikle Rusya ve İngiltere‟nin teşvik ve yardımları ile ihtilalci bir karakter kazanmıştır. Bu durum zincirleme bir etki ile Osmanlı azınlıklarının bağımsızlık hareketlerine girişmelerine ve birbirlerini etkilemelerine neden olmuştur. Etkilenen son grup ise Ermeni cemaati olmuştu. Ermeni cemaatinin kendisinden önceki ayrılıkçı hareketleri yakından takip ettiği, Ermeni sorunun en karmaşık dönemi ele alındığında göz önünü çıkmaktadır. Sırp ve Yunan hareketi, daha sonra Bulgaristan‟daki olaylarda işlenen tema her anlamda Ermeni sorununda da yer almıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere Ermeni cemaatinin izlediği yol, diğer ayrılıkçı hareketlerde takip edilenle büyük benzerlikler göstermektedir. Bu yolda Avrupalı devletlerin, özellikle Rusya ve İngiltere‟nin takip ettiği siyaset ise onlara cesaret vermiştir. Nitekim Rusya ve İngiltere‟nin Balkan krizinde takip ettiği siyaset bir örnek olarak Ermeni cemaatinin önünde duruyordu. O zaman yapılması gereken büyük devletlerin yardım ve desteğini sağlamaktı. Ayrılıkçı bir karakter kazanmış olan Ermeni cemaati önündeki bu seçeneği kullanmak için hiç zaman kaybetmemiş ve Avrupalı devletlerin Ermeni sorununa ilgilerini çekmek için her türlü yola başvurmuştu. 99 Langer, Diplomacy of Imperialism, s. 149. Büyük devletlerin Ermeni politikaları için bkz. Geçmişten Günümüze Ermeni Sorunu ve Avrupa, ed. Doç. Dr. Haluk Selvi, Sakarya Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Yayınları, Sakarya, 2006. 100 48