Bir önceki yazımızda Faysal’ın manda yönetiminin sonlandırılması ve bağımsız bir Irak’ın kurulması için nasıl bir yol izlediğini anlatmıştık. Takvimler 1932 yılını gösterdiğinde her ne kadar savunma ve dış politikada İngiltere’ye bağlı olsa da bağımsızlığını sağlayabilmiş bir Irak devleti tarih sahnesine çıktı. Faysal hem 1.Cihan harbi döneminde hem de daha sonraki geçici Suriye krallığı döneminde batılı devletleri yakından tanıma fırsatı bulmuş ve onların ne kadar güvenilmez bir müttefik olduklarına kanaat getirmişti. Mevcudiyetini korumak için milli kaynaklarına sahip çıkmak ve kendi ifadesi ile” bir evin ayrı ayrı odalarında yaşan sakin gardaşı” olan Türkiye ile köklü stratejik ilişkiler kurmak zorunda olduğunun farkındadır. Bu doğrultuda Faysal dış politikasını şu esaslar üzerine kurar; Petrol kaynaklarından aldığı payı artırmak için sömürgeci devletler nezdinde girişimlerde bulunmak. Ortadoğu ülkeleri ile iyi komşuluk ilişkileri kurup geliştirmek. Suriye ile Irak arasında federal bir birlik kurmak. Irak ve Filistin’in tam bağımsızlığını sağlamak. Bu dış politika esasları İngiltere için ciddi sorunlar teşkil ediyordu. Öncelikle petrol konusu çok mühimdi. 1912’den beri kraliyet donanması İngiltere’nin Galler bölgesinden çıkan kömür yerine petrol kullanmaya başlamıştı. İçten patlamalı motorların icadı ile İngiltere sokaklarında petrole dayalı taşımacılık gün geçtikçe artıyordu. Mekanize birliklerin savaşta sağladığı avantajlar bu birliklerin daha da yaygınlaşmasına neden olmuş ve bu durum haliyle petrolün önemini artırmıştı. Ayrıca İngiltere ve Amerika arasında Henry Deterding ‘in Shell grubu ile Rockfeller’in standart Oil’i üzerinden bir enerji savaşı verilmekteydi. Bu savaşta İngiltere her geçen gün mevzi kaybetmekteydi. Bu hususlar göz önüne alındığında İngiltere’nin bir damla petrol için neler yapabileceğini tahmin etmek zor değildi. Faysal hem tedavi olmak hem de petrol konusunu konuşmak üzere Türkiye üzerinden İngiltere’ye bir seyahat yapmayı planlar. 1931 yılı Mayıs ayında Kral Faysal Türkiye’yi ziyaret etmek ve Mustafa Kemal’le görüşmek istediğini Türkiye’nin Bağdat Büyükelçiliğine bildirir. Büyükelçi Kral Faysal’ın istek ve görüşlerini bildiren şifre telgrafında şu hususlara yer verir: Türkiye Cumhuriyeti Bağdat Elçiliğinden Hariciye Vekâleti 26 Mayıs 1931 Şifre Müdürlüğü 27 Mayıs 1931 No:28000 Hariciye Vekâletine Mahrem ve zata mahsustur. Kral Faysal dün beni refikam ile beraber Bağdat civarındaki çiftliğine hususi olarak davet etmişti. Musahabe esnasında bana şu beyanatta bulundu: Barzan Şeyhi üzerine hemen bir hareketi askeriye icrasını Nuri Sait Paşa geçen sene Türkiye Hükûmetine verdiği söze istinaden iltizam ediyor. İngilizler de bunu terviç ediyor. Ben ise bu işe hemen şimdiden teşebbüsü muvafık bulmuyorum, zira Hoybun Cemiyeti orada Asurîlere karşı bir kuvvettir ve İngiliz tesirine tâbi değildir. İhtimal ki İngilizler bu sebepten dolayı o kuvveti mahvetmek üzere bu hareketi muvafık buluyorlar. Ben cumartesi günü Musul’a gideceğim, belki Barzan Şeyhi ile de görüşeceğim ve onu hükûmete müzahir olmağa ve Türkiye Hükûmetince hoş görünmeyen birtakım kimselere ilticagâh olmamağa ve Türkiye’ye daima dost ve hayırhah olmağa ikna için çalışacağım. Bu suretle hem Asurîlere karşı Barzan Şeyhi kuvvetinin idaresine hem de kuvvetin daima Türkiye’nin emnü itimadına layık bir hâle gelmesine gayret edeceğim muvaffak olamadığım takdirde harekât-ı askeriye için Nuri Paşa’nın fikrini terviç edeceğim. İngiliz entrikalarından çok muzdaribiz. Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin bu husustaki siyaset ve muvaffakiyetinin hayranıyız o büyük adam benim için ve bütün Şark için bir mukaddes vücuttur. Zaten siyasetimiz Türkiye siyasetinden mülhemdir. Biz bir evin ayrı ayrı odalarında sakin iki gardaşız. Menafiimiz müşterek ve siyasetimiz birdir. Türkiye bizim rehberimizdir. Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin elini öpmek ve ona karşı bîpayan hürmetlerimi ve takdirlerimi takdim eylemek üzere bu sene Türkiye’ye gitmek istiyorum. Hükûmetiniz muvafakat ettiği takdirde bu yaz tedavi için gideceğim İsviçre’den avdetimde, Teşrinievvelde orada bulunacağım. Kralın bu beyanatı üzerine talimatı Devletlerine muntazır olduğum maruzdur Efendim. Tahir Lütfü Türkiye tarafından verilen müsbet cevap üzerine Faysal 6-8 Temmuz 1931 tarihinde Ankara’ya resmi ziyarette bulunur. Mustafa Kemal paşa Ankara Palas’ta yaptığı konuşmada Irak’la olan ilişkileri şöyle tarif eder: “Kral Hazretleri, Zatı Haşmetanelerini burada Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezinde selamlamakla bahtiyarım. Dostumuz ve komşumuz muhterem Iraklılara ve onun sevilen hükümdarına karşı çok samimi dostluk duyguları ile mütehassıs bulunmaktayız. Bu hislerin Türkiye’de ne kadar kuvvetli makes bulduğunu,bizzat, müşahede buyuracaksınız. Ziyareti Haşmetaneleri, mevcut dostluk hislerini ve bağlarını şüphesiz çok kuvvetlendirecektir. Bütün gayretlerini sulh içinde inkişafa hasreden ve komşular ile ve dünyanın bütün milletler ile karşılıklı samimiyet ve müsavat esasları dâhilinde iyi geçinmeği şiar edinen Cumhuriyet Hükûmeti, Irak’ın gittikçe artan bir terakki ile huzur içinde mesut ve müreffeh olmasını alaka ile takip ve temenni etmektedir. Milletler arasındaki bağların ve alakaların inkişafında pek mühim olan ve tarihin seyrinde daima tesirini gösteren coğrafi, iktisadi amillerden başka bugünkü karşılıklı menfaatleri ve dâhilî, harici sulh ve sükûn siyasetleri ve münasebetleri de Irak ile Türkiye’yi birbirine yaklaştırmakta ve daha çok dost yapmaktadır. Bu görüş ve anlayışta müşterek olduğumuz kanaatini ifade etmeme müsaadelerini rica ederim. Bu samimi kanaat ve hisler içinde sözlerimi bitirirken, huzurlar ile hepimize sevinçler veren muhterem misafirimiz Haşmetli Kral Hazretleri’nin şahsi saadetlerini ve dost Iraklıların refah ve ikbalini temenni ederim. Reisicumhur Gazi M. Kemal 8 Temmuz 1931 tarihli Türkiye-Irak ortak bildirisinde takip edecekleri dış politika hakkında şu hususlara yer verilmiştir: “Ankara, 8 Temmuz 1931 Bildiri Irak Kralı Hazretlerinin Ankara’yı şereflendiren ziyaretleri esnasında Türkiye Reisi Cumhuru Hazretler ile aralarında müteaddid ve çok samimi mülakatlar olmuştur. Irak Reisi vüzerası Nuri Sait Paşa Hazretleriyle maliye veziri Rüstem Haydar Beyefendi de Ankara’yı teşrif etmişlerdir. Bu iki Irak devleti recülü ile başvekil İsmet Paşa Hazretleri ve hariciye vekili Tevfik Rüştü Dâhiliye vekili Şükrü Kaya ve iktisat vekili Mustafa Şeref Beyefendiler arasında vuku bulan temas ve mülakatlarda iki memleketin iktisadi münasebetleri ve tarafeyn tebeasının diğerinin ülkesinde ikameti şeraiti hakkında fikir teatisi yapılmış, Türkiye ile Irak arasında ikamet ve ticaret mukavelenamesi akti için hemen müzakerelere girişilmesi hususunda ittifak hâsıl olmuştur. Türkiye ile Irak arasında dostluk ve iyi komşuluk rabıtalarının iki memleketin karşılıklı menfaatlerine ve sulhu sükûn siyasetlerine uygun olduğu hususunda mutabık kalınmıştır. Hududun emniyet ve asayişini temin hususunda alınan tedbirlerin samimiyetle tatbik edildiği ve iyi neticeler verdiği iki tarafça memnuniyetle müşahede edilmiştir. Hududun iki tarafında yekdiğeri aleyhine harekete ve teşebbüse müsaade etmemek esasının dikkatle ve sebatla takibi teyit edilmiştir.” Faysal 15 Temmuz 1931’de Türkiye’den ayrıldı. İngiltere’nin Victoria garına ulaştığında Faysal’ı Kral V.George başta olmak üzere başbakan Mc. Donald hariciye nazırı Sircon Simon’ın bulunduğu kalabalık bir heyet karşıladı. Törenler çok samimi bir hava içerisinde geçmekteydi. Misafiri etkilemek için hiçbir masraftan kaçınılmamıştı. Ayrıca kraliyet ailesi Faysal’a çok yakın davranıyorlardı. Aslında yakın zamana kadar sömürgesi olan bir devletin başkanına bu kadar ilgi ve alaka gösterilmesi normal değildi. Günler süren ziyafetlerden sonra konu nihayet petrole gelebilmişti. Faysal petrol gelirlerini artırmak için Henry Deterding ile görüşmelere başladı. Neticede yazılı olmasa da sözlü olarak petrol hisselerinin %40’a çıkarılacağı teminatı verildi. Bu durumdan memnun olan Faysal hem tatil yapmak hem de tedavi olmak için İsviçre’nin Bern şehrine geçti. Burada otomobile olan merakı bilindiği için kendisine Henry Deterding tarafından bir araba hediye edildi. Faysal bu arabayla her gün gezintilere çıkıyor şehrin doğal ve mimari güzelliklerini temaşa ediyordu. 7 Eylül 1933 akşamına kadar her şey çok güzeldi. O gün de adeti olduğu üzerine gezintisini yapmış, otel odasında dinlenmeye çekilmişti. Otel müdürü Eggyman akşam yemeği servisi için Faysal’ın odasının kapısını çaldı.Kapıyı birçok defa çalmasına rağmen cevap alamaması üzerine endişelenerek görevlilere kapıyı kırmalarını söyledi. Odaya girdiklerinde açık bir pencerenin hemen yanında Faysal’ın cesedi ile karşılaştılar. Olay yerine çağrılan polis ve doktorların çalışmaları doğrultusunda bunun bir cinayet olmadığı kralın hızlı araba sürmekten kaynaklı bir kalp krizi neticesinde öldüğü rapor edildi. Bu noktaya kadar hızlı araba sürmenin kalp krizine neden olacağı çok gerçekçi gelmese de bunun bir suikast olmadığı kabul edilebilirdi. Ancak kralın ölümünden 3 gün sonra otel müdürü Eggyman’ın da ölmesi suikast şüphelerini güçlendirdi. Bir yazı dizisi boyunca elimizden geldiğince Irak’ın yakın tarihinin bir kısmını ve Faysal’ın hayatını inceldik. Faysal bizim tarihimiz açısından da tartışmalı bir figür. Her ne kadar İngilizlere güvenmekle hata yaptığının farkına varıp genç Türkiye Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmış ise de velinimetleri olan, uzun yıllar Arap coğrafyasını dış müdahalelerden korumuş Osmanlı devletine en zor zamanında isyan eden bir hain olduğu gerçeğini değiştirmez. Faysal’ın hayatına baktığımızda Barbaros Hayrettin Paşa’nın şu dizeleri akla geliyor; Sakın sanma ki hain berhudar olur Akıbet ya boynu vurulur ya berdar olur Önemli bir not: Faysal’ın ölümünü hakkıyla yazmak için RAİF KARADAĞ hocamızın PETROL FIRTINASI eserinden çok değerleri bilgiler edindik. Raif Karadağ, dünya petrollerinin şifrelerin otuz yıl süren titiz araştırmalarıyla ortaya koymuş hatta petrol için insafsızca kan akıtan emperyalist bazı ülkelerin gizli planlarını Türkiye’de dönemin cumhurbaşkanına ülke menfaatleri açısından sunmak istemişti. Hazırladığı bu raporda Türkiye’nin elindeki milli servet petrolleri hakkında da oldukça gizli bir takım bulgulara ulaştığı biliniyordu. Ancak; hazırladığı raporu, dönemin cumhurbaşkanına sunmak için Ankara’ya gittiğinde bir gece öncesinde, son derece sıhhatli bir şekilde kaldığı otel odasında esrarengiz bir şekilde ölü olarak bulundu.