GRAMER TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ -Aabartma (Alm. Hyperbol; Fr. hyperbole; İng. hyperbole; Osm. mübalâğa) Söz biliminde bir duyguyu, bir düşünceyi veya bir olayı aşırı derecede büyüterek veya küçülterek anlatma: Kalbimin derinliklerinde dalgalanan ummanlar. İncir çekirdeği kadar aklı var. Bu adam orman ayısı. Bu kız peri güzeli vb. açık eğreltileme bk. deyim aktarımı. açık hece (Alm. freie Silbe, offene Silbe; Fr. syllabe ouverte; İng. open syllable) Bir ünlü ile biten veya bir tek ünlüden oluşan ve ünlüsü kısa olan hece: a-ra-ba, ba-ba, bu, ku-ru-cu, o, su, şu, ya-ya, ye-ni vb. Aruz vezni ile yazılmış şiirlerde uzun ünlü ile biten heceler kapalı hece değerindedir, bk. kapalı hece açıklama cümlesi (Alm. Apposition; Fr. apposition; İng. apposition; Osm. bedel, atf-ı beyan) Ana cümlede anlatılmak istenen duygu ve düşünceyi daha çok açıklamak ve pekiştirmek için kullanılan cümle veya cümleler. Açıklama cümlesi, bir önceki cümleye yani, öyle ki, demek ki gibi sonuç ve açıklama bağlantısı kuran kelimeler ile de bağlanabilir. Köylüler kış aylarını ocak başında aylak geçirirken kasabaya kağnı yükleriyle odun çekiyor, sözün kısası dev gibi çalışıyordu (K Tahir, Köyün Kamburu, s. 11). Seferberlik olmasa, biz bu ekinden bu kadar daha alırdık Hafız oğlum, dedi, alırdık da koyacak yer bulamazdık. (K. Tahir, göst. e., s.260). Her zamanki gibi ilk anlaşılmamazlık burada da görüldü, yüzler hayret içinde kırıştı (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri, s. 132). Ama gene sanat olmuyor, sanata benzer bir şey oluyor, yani muvazi gidiyorlar (A.H. Tanpınar, Huzur, s. 164). Nihayet yavaş yavaş yüreğini rahatlandıran karşılığı buldu: Nedimeyi İhsan adam etmişti. Çerkeş dadıyı da makinist oğlu ...Yani onlara, gece gündüz anlıyacakları dille uğraşmışlar, bıkmadan, usanmadan, kızıp darılmadan söylemişlerdi" (EL Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 283). İyi anlamadığımı görünce: Yani, parasız devlet talebesi oldum, dedi. (R.N. Güntekin, Miskinler Tekkesi, s. 183.). Türkiyemizde bugün her iki parti de hem iktidarda hem de muhalefette bulunmuşlardır. Yani, her iki partinin muhtelif zihniyetlerini, politikanın her iki kutbunda görüyor ve serinkanlılıklarını ölçmek imkânına malik bulunuyoruz. (Bediî Faik, Efendime Söyliyeyim, s. 86). Bir daha yapmam diye bağırdıkça benim dizlerimin bağı çözülüyordu, düşeceğim sanıyordum (A. Rasim, Falaka s. 112). Tren hızını düşürüyordu; istasyona giriyordu (T. Buğra, Yalnızlar, s. 147). O zamana kadar yapmadığı bir şeyi yaptı; çay ısmarladı (T. Buğra, göst.e. s. 105). İkinci Kosova’dan sonra o zamanın en büyük ordu kudreti olan Macaristan, artık kendi varlığını müdafaaya geçmişti. Demek ki fethin saati çalmıştı (Y. Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, s. 40). Fakat bugün uzun bir cenk, bir esaret ve felâket devresinden sonra İstanbul’a dönüp de yarı sakat, işsiz, parasız kalınca ve bütün malını, eşyasını elinden çıkarıp bir dilim ekmeğe muhtaç bir hak düşünce bu vakayı ve Yahudinin manalı sözlerini hatırlamış, nihayet işte gelip fırçanın kıymetini sormuştu. Demek beş paralık bir değeri yoktu ha... (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri; Garip Bir Hediye, s. 136). Bu şekil, ben hiçbir vakit zihnimde hayatıma verecek kat’î bir karar düşünmedim ve düşünmeğe niyetim yok. Demek ki, senin beklediğin tarzda bende bir karar yok. (H. E. Adıvar, Handan, s. 10). Bu sözleri, bu bilgiç edayı, bu bir küçük çocuğa yakışmıyacak heyecanlarla değişip karışan küçük çehreyi hiç sevmemiştim. Demek ki, ben yanılmış değilim (R. N. Gün tekin, Miskinler Tekkesi, s. 178). Yine, deli eniştemiz gayet kıskançtı. Öyle ki, bu huyunu meydana koymaktan bile çekinmezdi. (A.Ş. Hisar, Çamlıcadaki Eniştemiz, s. 127). O gece, ilk defa olarak ağzımdan dökülüvermişti. Öyle ki, söyledikten sonra ben de sözümün isabetine şaşakaldım (Y. K. Karaosmanoğlu, Atatürk, s. 105). Onunla başbaşa oldukları veya yalnız onunla meşgul olduğu zamanlardaki gibi düşünmüyor yaşamıyordu. Öyle ki, kışın ortasına doğru kendisini hakikaten bu ruh dağınıklığına alışmış buldu (A.H. Tanpınar, Huzur, s. 278). açıklayıcı (Alm. Appositiv; Fr. appositif; İng. appositive; Osm. bedel, atfı beyân) Kendisinden önce gelen kelime veya kelime gruplarını daha açık ifade etmek ve anlamı güçlendirmek için kullanılan kelimeler veya kelime grupları: Atatürk’ün büyük Nutuk’u, siyasî ve millî tarihimizin birinci elden kaynak eseri, Türk hitabet san’atının da doruğa yükselmiş bir şaheseridir. (M. K. Atatürk, Nutuk, Ön Söz). Sonra acayip bir değişiklikle ellerine geçirdikleri bu insan malzemesinin, bu küçücük ve canlı şeyin yerini almaya çalışıyorlardı. (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 285). Sonunda yorgun, bitkin ve içi kapkaranlık, kendisini uykuya, kalbinin vur şunu hızlandıran kâbusların arasında, zaman zaman aranan noktaların büyük müjdeler gibi uyuşturduğu uykuya bıraktı. (T. Buğra, Yalnızlar, s. 51). açıklayıcı özne, açıklayıcı nesne, açıklayıcı dolaylı tümleç ve açıklayıcı zarf tümleci durumunda olan kelime veya kelime grupları da vardır. Bunlara bk. açıklayıcı nesne (Alm. Appositiv; Fr. appositif; İng. appositive) Bir cümlede asıl nesneden sonra gelerek onu daha belirgin duruma getirmek, nitelendirmek veya pekiştirmek için kullanılan ve yine nesne durumanda olan kelime veya kelime grubu. Bu davayı, bu mukaddes vatanın itilâ-yı kat’îsini temin edecek olan bu davayı bugün bu mertebeye kadar getirdik. (M.K. Atatürk, Nutuk, s. 872). Azize, o kelebek ruhlu çocuk, sefir karısı olmak ve hayatını Avrupa ’nın kibar dünyasında geçirmek hülyasını kuran süslü kız, şimdi Hasan Beyi, yani parasız ve mevkii, rütbesi yüksek olmayan genç yeğenini seviyordu.(H.E. Adıvar, Kalp Ağrısı, s. 34). O kızı, o zengin kızı istiyorsun demek (H.Z. Uşaklıgil, Ferdî ve Şürekâsı, s. 197). Bunu düşünürken Firdevs hanımın çehresini bütün boyları ile sahte gençlikler ile, gizlenen fer-sudelikleriyle o çehreyi görüyordu, bu çehre o eski evin ölmüş ruhu üstünde yükselen yeni ev, yabancı evdi. (H.Z. Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu, s. 189). Kafamdaki şeytanın varlığına indirdiği darbeyi, manevî iflâsını asla duymuyor. (O. Seyfettin, Gizli Mabet, s. 70). Bu konuda kendisini, gençliği n i ortaya koyan Bay Hidayet Koryürek, çok güzel konuşuyordu (S. Kocagöz, İzmir’in İçinde, s. 16) vb. açıklayacı özne (Alm. Appositiv; Fr. appositif; İng. appositive) Bir cümlede özneden sonra gelerek onu daha belirgin duruma getirmek, vasıflandırmak veya pekiştirmek için kullanılan ve yine özne durumunda olan kelime veya kelime grubu: Bu genç kız için İsmail Tayfur, o kumral saçlı, uzun boylu, yeşil gözlü genç adam, herkesin her şeyden başka bir şey olmuştu (H.Z. Uşaklıgil, Ferdî ve Şürekâsı, s.37). Azize, o kelebek ruhlu çocuk, sefir karısı olmak ve hayatını Avrupa’nın kibar dünyasında geçirmek hülyasını kuran süslü kız, şimdi Hasan Beyi, yani parasız ve mevkii, rütbesi yüksek olmayan genç yeğenini seviyordu (H.E. Adıvar, Kalp Ağrısı, s. 34). Bir sarıklı hoca, Sait Molla, İngiliz karargâhı kapılarında curnal verme nöbeti bekliyordu (F.R. Atay, Atatürkçülük Nedir, s. 16). Kasabanın gazete bayiliğini de yapan fotoğrafçı, Yavuz Ata’nın oğlu Serdar’ın arkadaşı Hilmi, bir önceki günün tarihini taşıyan Cumhuriyet’i getirmişti (Tarık Buğra, Yağmuru Beklerken, s. 37) vb. açıklayıcı dolaylı tümleç (Alm. Appositiv; Fr. appositif; İng. appositive) Bir cümlede asıl tümleçten sonra gelerek onu açıklayan ve aynı ad çekimi ekini almış olan kelime veya kelime grupları: Mümtaz, yukarıya, annesinin yanına çıktığı zaman, demin gelen kadının on sekiz, yirmi yaşlarında bir kız olduğunu anlamıştı (A.H. Tanpmar, Huzur, s. 21). Bu köşk, dostlarına, barışık dostlarına karşı şerefli yuvası (...) tutumluluğunun âbidesi değil miydi? (A.Ş. Hisar, Çamlıcadaki Eniştemiz, s. 228). Her yaz içinde saatlerce vakit geçirdiğimiz, çiçeklerini ve ağaçlarını suladığımız bahçemizden, gönül meskenimizden bir türlü ayrılamadık. Okumaktan bitip tükenmez zevk aldığı kitaplarına, varlığının hayat kaynağına yeniden kavuşmuştu. Üçüncü gün, Talât da aramızda bulunduğu hâlde ona abdest aldırtarak ve kitaba -evde Mushaf bulunmadığı için Mesneviye- el bastırarak büyük bir yemin ettirdik ve mesele kapandı. (R.N. Günte-kin, Miskinler Tekkesi, s. 173). vb. açıklayıcı zarf tümleci (Alm. Appositiv; Fr. appositif, İng. appositive) Bir cümlede zarf tümlecinden sonra gelerek onu daha belirgin duruma getirmek ve açıklamak için kullanılan ve yine zarf durumunda olan kelime ya da kelime grubu: Bir gün ikindiye doğru daireye uğrayan Behçet Bey, kendisini Mabeynden istediklerini, sabahtanberi sağda solda aratıldığını, hemen gitmesi lâzım geldiğini öğrendi (A. H. Tanpmar, Mahur Beste, s. 44). Ata Molla, gençliğinde, Mithat Paşa muhakemesi sırasında saraya hizmet ettiği için insitabı olanlardan sayılırdı (A. H. Tanpı-nar, Mahur Beste, s. 51). O gece, yemekten sonra, nasılsa Mahur Beste’den bahsedilmiş, Molla bey hemen oracıkta, hâlâ güzel olan o dik sesiyle, eliyle yemek masasında tempo tutarak onlara bu her şeyin üstünde aşk türküsünü okumuş, sonra da Talât beyin hikâyesini anlatmıştı (A. H. Tanpmar, Mahur Beste, s. 90). Bizim Köyün lodos tarafı gayri meskûndur. Orada fundalar yabani meşe palamutları, koca yemişler, çalı süpürgeleri, bir türlü ağaç hâline gelemeden ama ağacı taklit edercesine gelişir birbirinin içine girmiş yaşarlar. (S. F. Abasıyanık, Mahalle Kahvesi, s. 41). Yarın sabah sabah, karga bokunu yemeden kalkıp onun evine gider, çat çat kapıyı çalar, kim kapıyı açarsa, bilmem ne hanımın babası ile görüşmek istiyorum, derim ( S. F. Abasıyanık, Mahalle Kahvesi, s. 51). Handan’ın sınavının hemen ertesi günü, bir ilkbahar sabahı, Haydarpaşa’dan yola çıktılar (T. Buğra, Yalnızlar, s. 74) vb. açıklık (Alm.Öffnungsgrad; Fr. aperture; İng. opening) Ünlülerin oluşmasında iki çene arasındaki açıklık, ünlülerin oluşma koşulları bakımından taşıdıkları açık olma özelliği, Lfalüleri açıklık bakımından a, e, o, ö, u, ü, ı, i biçiminde sıralamak mümkündür; a ve e ünlüleri açıklık bakımından ı ve i ünlüleri ile aynı sıraya konamaz, bk. ve krş. genişleme, ünlü genişlemesi. açıklık derecesi (Alm. Offhungsgrad; Fr. aperture; İng. opening) 1. Ünlülerin boğumlanmaları sırasında ağız yolunun ve çene açısının genişlik durumu bakımından taşıdığı özellik a, e, o, ö, ünlüleri ile ı, i, u, ü ünlüleri açıklık dereceleri birbirinden farklı olan ünlülerdir, bk. genişlik derecesi 2. Bir ünlünün boğumlanması sırasında ses yolunun kişilere ve ağızlara göre değişebilen açılma durumu: ayar/âyar, bayan /bayan, yarın / yârın, dünya / dünyâ, gafil / gafil, marul / marul, sevda / sevda vb. açık ünlü bk. geniş ünlü. ad (Alm. Substantiv, Gegenstandsrvort; Fr. substantif, İng. substantive) 1. Canlı ve cansız varlıklara, çeşitli somut ve soyut kavramlara ad olan kelime türü: Ayşe, Hasan, ağaç, yaprak, doğruluk, incelik, ordu, toplum, buluş, akış vb. Adlar özel ad, tür adı, somut ad, soyut ad, topluluk adı gibi türlere ayrılır. Bunlara bk. 2. (Alm. Nomen; Fr. nom; İng. noun) Bir oluş ve kılış bildiren fiilin dışında kalan ve ad gibi çekilebilen kelime sınıflarının tümüne verilen ad; ad, sıfat, zamir, edat, bağlaç ve ünlemi içine alan geniş kapsamlı ad; ad soylu söz: ağız, dil, pınar, incelik, acı, tatlı, yürekli, yüreksiz; ben, bizler, siz, sizler; yanında, gerisinde; fakat, ancak; evet, hayır, of, eyvah vb. ad bilimi (Alm. Onomastik, Namenkunde; Fr. onomastique; İng. onomastics) 1. Özel adlar üzerinde duran ve özel adları, köken bilgisi (etymologie), tarihî gelişme, dil ve kültür sorunları açısından inceleyen bilim dalı. Bu bilim dalının yer adları (yer adı bilimi, toponymie veya toponomastique), kişi adları (onomastique) ve çeşitli coğrafi adlar üzerinde duran alt dalları davardır. Coğrafi adlardan ırmak, nehir, göl gibi su adları üzerinde duran dalı hydronymie diye adlandırılır. 2. (Alm., Bezeichnungskunde, Onomasiologie; Fr. onomasiologie; İng. ono-masiology) Geniş anlamıyla, adları kelime-kavram ilişkileri yönünden inceleyen bilim dalı. Türkçede geniş ad bilimi diyebileceğimiz bu bilim dalında herhangi bir kavramın söz gelişi «sınav» kavramının dilden dile kelimelerle nasıl anlatıldığı (Ar. imtihan «mihnetçekme», İng. examination «teraziye vurma», TT. Sınav «denemeye alma») ve bu anlatımda hangi etkenlerin rol oynadığı incelenir. ad cümlesi (Alm. Nominalsatz; Fr. phrase nominale; İng. nominal sentence; Osm. cümle-i ismiyye) Yüklemi çekimli bir fiil değil ad veya ad soylu bir kelime olan ve cevher fiili eklerinin geniş zaman, şimdiki zaman ve geçmiş zaman çekimleri ile yargıya bağlanan cümle: Ankara’da havalar yazın çok sıcaktır. Güz yağmurları yararlıdır. Ben bildiğiniz kimselerden değilim. Sen daha pek küçüksün. Biz Adanalıyız, siz nerelisiniz? vb. Hiç şaşmayan saat gibi işler durur kader, Bir gün saat çalar... Çok uzaktan gelir haber... Artık güneş görünmez olur, gök buluttadır, Rahatça dal, ölüm sonu gelmez bir uykudur (Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, s. 99). Bu adamın yaşayıp yaşamaması arasında bir fark yok (Bekir Büyükarkm, Yoldaki Adam, s. 359). Güzelim, gencim., ama neye yarar, bir dilenci kadar fakirim (S. Ayverdi, Yusufçuk, s. 67). Toprağın asıl sahibi onunla dövüşendir (S. F. Abasıyanık, Bütün eserleri 3, 119). Nar bahçesi çok eskidir... Kütükleri kocaman kocamandır. Çok gövdenin yarısı kurumuş, yarısı yeşildir. (Y. Kemal, Ortadirek, s. 35) Çocuklar dün halalarınday-dı. Sen küçükken çok yaramaz imişsin vb. ad çekimi (Alm. Deklination, Fr. declinaison, İng. declension; Osm. isim tasviri, ahvâl-i ism) Cümlenin çeşitli öğeleri arasında geçici anlam ilişkileri kurmak üzere ad veya ad soylu kelimelerin durum ekleri alarak girdikleri çekim. Türkiye Türkçesinde başlıca ad çekimi ekleri şunlardır: yalın durum (eksiz, yükleme durumu eki +7, +17, nl, nU; yönelme durumu eki +A, +nA, Bulunma durumu eki +DA, çıkma durumu eki +DAn, İlgi durumu eki: +In, +Un, +nln, +nlln. Örnekler: iş, iş+i, iş+e, iş+te, iş+ten, iş+in; sen, sen+i, san+a, sen+de. sen+den, sen+in; okuduğum, okuduğum+u, oku-duğum+a, okuduğum+da, okuduğum+dan, okuduğum+un vb. Eski Türkçede ve bugünkü bazı yazı dilleriyle lehçelerde bunlara +ÇA eşitlik durumu, +In/ +Un vasıta durumu, -GArU yön gösterme durumları eklerini de eklemek gerekir. Dilimizde bazı durumlarda bir kalıntı biçiminde +ÇA eki yine süregelmektedir: ben+ce, gönlüm+ce gibi. ile edatından eklesen +IA eki de yavaş yavaş birliktelik gösteren bir ad çekimi ekine dönüşme durumundadır: çocuk+la, annen+le, baban+la vb. İyelik ve çokluk ekleri için bk. işletme ekleri. ad çekimi ekleri (Alm. Kasus Endungen, Suffixe des Kasus; Fr. suffixes de cas; İng. case ending; Osm. ahvâl-i ism) Adların birbirleri veya fiillerle olan geçici ilişkilerini belirleyen, durum gösterme kavramını karşılamak üzere aldıkları eklerdir. Türleri ve örnekleri için bk. ad çekimi. ad-fiil (Alm. deverbales Nomen; Fr. nom deverbal; İng. deverbal noun; Osm. fiilden müştak isim) Fiilin kök ve gövdelerine getirilen belirli eklerle fiilin bir ad gibi kullanılması; ad gibi kullanılan fiil. Türkçe mAk, mA, -iş/ -UŞ ekleriyle yapılan üç türlü ad fiil vardır: anlaş-mak, konuş-mak, tartış-mak; çalış-ma, tanış-ma, görüş-me; gel-iş gid-iş, sat-ış, tut-uş, görün-üş vb. Ad fiiller zaman ve kişi göstermezler, bk. mastar ve kılış adı. ad-fiil grubu -mAk, -mA, -Iş/-Uş ekleriyle kurulmuş ve grup sonunda yüklem görevi almış bir ad-fiil ile bunun anlamını tamamlayan özne, nesne, zarf ve yer tamlayıcısı öğelerinden oluşan kelime grubu: Çitlembik çalmak için yüksek duvarları aşarak bu bahçeye bir defacık girmek (O. Seyfettin, İlk Düşen Ak, s. 83). Bu kısa konuşmanın zemini, bir taraftan Türklüğün İstanbul’u fethedinceye kadar geçirmiş olduğu maceralara göz gezdirmek, bir taraftan da Türklüğün bu diyarı ne kadar benimsemiş olduğunu... göstermekti (Y. Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, s. 28). Önce insanlara bu eğrili doğrulu düşünceleri aşılama, sonra da onlardan kusursuz birer davranış bekleme, olacak şey mi? Türklüğün Anadolu’ya, Rumeli’ye ve İstanbul’a yerleşmesi (Y.K. Beyatlı, Aziz İstanbul, s. 70). Bu her türlü bağlardan çözülüşlerimiz ve hertürlü manialardan azad oluşlarımız (A.Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s. 205). Hasanlılarla İran’ın Üsküdar’a kadar gelişi ve Filistin’e kadar yürüyüşü (Y.K. Beyatlı, Aziz İstanbul, s. 71). Atatürk’ün Ankara’ya gelişi ve daha sonra bu şehri başkent yapışıvh. bk. mastar ve kılış adı. ad fiili bk. ek-fiil ad gövdesi: bk. ad tabanı ad kökü (Alm. Nominalıvurzel; Fr. radne nominale; îng. nominal root; Osm. cezr-i ismî) Somut veya soyut varlıkları veya onların vasıf, durum ve ilişkilerini gösteren ve yapı bakımından bölünemeyen ad: el, ayak, baş, kol, iş, taş, ot, kuş, gönül, sarı, yeşil, iç, alt, üst, pek vb. ad soylu kelime Bir oluş veya kılışı bildiren fiiller dışında kalan ad, sıfat, zamir, edat, zarf, bağlaç ve ünlem türündeki bütün kelimelere verilen genel ad; adın geniş anlamlı sınırları içinde yer alan fiil dışındaki gramer bölükleri: baş, ince, güzel, ben, biri, kendi, yukarıda, şimdi, ile, fakat, ancak, güzel, yazık! oh! vb. ad tabam : (Alm. Nominalstamm; Fr. theme nominale; İng. nominal stem) Ad veya fiil kök ve gövdelerinden yapım ekleri ile türetilen ad: kor-kunç<kork-unç, yerli<yer+li, basın<bas-ın, tarım<tan-m, tutucu<tut-ucu, birikim<bir+ik-imvb. gözcü<göz+cü, göz-cülük<göz+cü+lük, ad tamlaması (Alm.Genitiv Konstruktion; Fr. rappurt d’annexion, rappurt pos-sessif; İng. possessive construction; Osm. terkîb-i izafi) İyelik bağlantısı ile birbirine bağlanmış iki veya daha çok addan oluşan tamlama. Türkçede ad tamlaması, ilgi durumu eki almış tamlayan görevindeki bir adın, iyelik eki almış tamlanan görevindeki bir adla tek bir kavrama karşılık olacak şekilde birleşmesi ile kurulur ve belirli ad tamlaması adını alır: çocuğun oyuncağı, kapının kolu, annenin işi, devletin gücü. Tamlayanı ilgi durumu eki almadan kurulmuş olan tamlamalar belirsiz bir ad veya belirsiz bir kavramı gösterdikleri için belirsiz ad tamlaması diye adlandırılır: çocuk oyuncağı, ana sütü, kapı kolu, kaldırım taşı, dil tutumu vb. Her iki türde de ikiden fazla adın birleştirilmesi ile oluşturulan tamlamalar, zincirleme ad tamlamalarıdır: Şairin anlatımının canlılığı; hikayecinin özelliklerinin belirtilmesi; Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası; Süt Endüstrisi Mamulleri Kurumu vb. Bk. Zincirleme ad tamlaması. addan ad türeten ek Adlara ve ad soylu kök ve gövdelere gelerek anlamca eskisinden farklı yeni bir anlam oluşturacak biçimde kelime türeten ek: al/al+lı, baş/baş+lık, güzel/güzel+lik, badem/badem+cik "boğazın iki yanındaki minik organ", insan/insan+al, ak/ak+çıl, yol/yol+daş, boyun/boyun+duruk, kök/köh+en, şimdi/şimdi+cek vb. bk. yapım ekleri. addan fiil türeten ek Adlara ve ad soylu kök ve gövdelere gelerek anlamca eskisinden farklı yeni bir anlam oluşturacak ve yeni bir oluş kılışa karşılık olacak biçimde fiil türeten ek: bağ/bağ+da-ş-, boş/boş+a-, fısıl/fısıl+da-, düz/düz +el-, boş/boş+al-, baş/baş+ar-, yön/yön+et-, taş "dışarı"/taş+ı-, geç/gec+ik-, yad/yad+ırga-, giz/giz+le, bek (<berk)/bek+le-, su/su+sa- vb. bk. yapını ekleri. addan türeme ad (Alm. denominales Substantiv; Fr. nom denominal; İng. deno-minative noun) Ad kök veya gövdelerinden, addan ad yapma ekleriyle türetilen ad: başlık<baş+hk, yazlık<yaz+lık, ağaçlık<ağaç+lık, denizci<deniz+ci, gemici<ge-mi+ci, denizcilik<deniz+ci+lik, yurttaş<yurt+daş, Farça<Fars+ça, Japon-ca<Japon+ca, erkekçe<erkek+çe, gizlice<gizli+ce, gelincik<gelin+cik, akıl-lı<akıl+lı, sürekli<sürek+li, uykusuzluk<uyku+suz+luk, sabahleyin<sabah+le-yin vb. addan türeme fiil (Alm. denominales Verbum; Fr. verbe denominal; İng. deno-minative verb; Osm. isimden müştak fiil) Ad kök veya gövdelerinden, addan fiil yapma ekleriyle türetilen fiil: bekleş-<bek+le-ş-, dertleş-<dert+le+ş-, susa-<su+sa-, oyna-<oy(u)n+a+, aldat-<al+da-t-, ağar-<ağ+ar-, onar-<on+ar-, tozut-<toz+u-t-vb. adlandırma (Alm. Benennung; Fr. nomination, İng. naming) Somut veya soyut varlıklara ve nesnelere ad verme: Bekir, Hatice, dağ, ırmak, kişi, peri, güzellik, yazlık vb. ağız1 (Alm. Mund; Fr. bouche; İng. mouth) Yüzün aşağı kısmında bulunan, sesin çıkmasına ve biçimlenmesine yarayan organ. ağız2 (Alm. Mundart, Lokalsprache, Sondersprache; Fr. parler, parler local; İng. local dialecl, local language; Osm. şîve) Bir dilin veya bir lehçenin yazı diline oranla ve çoğunlukla ses, bazen de şekil, anlam ve söz varlığı bakımından birbirinden az çok ayrılan konuşma biçimleri: Türkiye Türkçesinin İstanbul ağa, Aydın ağa, Konya ağa, Nevşehir ağzı, Anadolu ve Rumeli ağızları; Baku ağzı, Taşkent ağa, Kazan ağzı, Avşar ağa, Doğu Türkistan ağızları, Harezm Oğuz ağızlan gibi. ağız3 (Alm. Idiolekt; Fr. idiolede; îng. idiolect) Yetiştikleri bölge, meslek, çevre ve öğrenim farkları gibi etkenler ve kişisel eğilimler dolayısıyla, bir dilin kişiden kişiye değişen kullanılışı ve konuşma biçimleri. Her yazarın kendine özgü bir dil ve üslûp özelliğine sahip oluşu bundandır. ağız atlası (Alm. Sprachatlas; Fr. atlas linguistuque; tng. linguistic atlas, dialect atlas) Bir dilin veya bir lehçenin ağızlarındaki ses bilgisi, şekil bilgisi özelliklerine ve söz varlığına göre hazırlanmış olan, bunların yayılış alanlarını gösteren haritaların oluşturduğu atlas bk. ve krş. dil atlası ağız sesi (Alm. Oral, oraler Laut; Fr. orale; İng. oral) Boğumlanma yeri ağız olan ve ciğerlerden gelen havanın geniz yoluna kaymadan ağız boşluğundan geçmesi ile oluşan ses. Türkçenin bütün aslî ünlüleri ve m, n, dışındaki bütün ünsüzleri ağız sesi niteliğindedir, bk. ağız ünlüsü, ağız ünsüzü. Karşıtı geniz sesi. ağızsıl bk. ağız sesi. ağızsülaşma (Alm. Oralisierung; Fr. oralisation; İng. oralisation) Geniz seslerinin ağız seslerine dönüşmesi olayı. Boğumlanma özelliği bakımından aynı zamanda birer geniz sesi niteliği taşıyan n ve n ünsüzleri ile, benzeşme yolu ile sonradan genizsilleşmiş olan bazı ünsüzlerin doğrudan doğruya veya yeni ses değişmeleri ile ayrışıma uğrayarak n (n) > g, ğ, y şekillerinde bir ağız sesine dönüşmesi. Bu olay bugünkü yazı dilimizden çok, Anadolu ağızlarında ve tarihî dönem yazı dillerinde görülmektedir. Köktürk metinlerindeki n>g değişimi bunun tipik bir örneğidir: bardın>bardıg (vardın), bardıiiız>bardıgız «vardınız», körtün>körtüg «gördün», bodunın>bodunıg «milletin»; Karayim lehçesinde: atan>atey «baban», barsan>barsey «varırsan», Anadolu ağızlarında: anlamak>annamak> ağnamak «anlamak», sonra>sonna>soğna, «sonra», ona>oğa «ona», hammal>hambal. (Zeynep Korkmaz, Nevşehir ve yöresi Ağızları, s. 91) vb. ağız ünlüsü (Alm. Mundlaut, Mundvokal; Fr. voyelle buccale; İng. oral vouıeî) Boğumlanma yeri ağız olan ve burun yolu kapalı iken çıkarılan ünlü. Türkçenin bütün aslî ünlüleri ağız ünlüleridir, a, ı, o, u, e, i, ö, ü. ağız ünsüzü (Alm. Mundlaut, oraler Laut; Fr. orak; İng. ora!) Boğumlanma yeri ağız olan ve ciğerlerden gelen havanın geniz yoluna kaymadan ağız boşluğundan geçmesi ile oluşan ünsüz: b, c, ç, d, f, g, ğ, j, K I, r, s, ş vb. Türkçede, aynı zamanda burun yolunun da boğumlanmaya katıldığı m, n, n ünsüzleri dışındaki bütün ünsüzler doğrudan doğruya ağız ünsüzleridir. ahenk durağı (Alm. Rhytmuspause; Fr. pause rythmique; İng. rhythmic pause) Anlatımı etkili kılmak için söz içindeki kelime ve kelime gruplarını anlam ve ton farklarının gerektirdiği biçimde birbirinden ayıran ahenkli kısa duraklar: Ne mümkün/ zulm ile/ bîdâd ile/ imhâ-yı hürriyet/ çalış/ idraki kaldır/ muktedirsen/ ademiyetten (N. Kemal). Ey Türk istikbalinin evlâdı/ işte/ bu ahval ve şerait içinde dahi/ vazifen/ Türk istiklâl ve Cumhuriyetini/ kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret/ damarlarındaki/ asîl kanda mevcuttur (M.K. Atatürk, Nutuk, s. 608). Bin atlı akınlarda/ çocuklar gibi şendik. Bin atlı o gün/ dev gibi bir orduyu yendik (Y. Kemal Beyatlı, Akmalar, Ant. s. 734). Elvan çiçeklerden/ sokma başına //Kudret kalemini/ çekme kaşına //Beni unutursan/ doyma yaşına //Gez benim aşkımla yar/ melil melil (Karacaoğ-lan, s. 37/47). Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek //Bizim diyarımız da/ binbir baharı saklar //Kolumuzdan tutarak/ sen istersen bizi çek //İncinir düz caddede/ dağda gezen ayaklar (F.N. Çamlıbel, Sanat, Ant., s. 849) vb. bk. durak. ahenk öbeği (Alm. Rhytmusgruppe; Fr. groupe rythmiaue; İng. rhytmic group) Söz içinde anlamın gerekli kıldığı biçimde kısa ahenk durakları ile birbirinden ayrılan ve ahenk vurgusunu taşıyan kelime etrafında öbeklenen kelimeler grubu: Ben bir Türküm/ dinim cinsim/ uludur; //Sinem özüm/ ateş ile/ doludur// İnsan olan/ vatanının kuludur (M.E. Yurdakul, Cenge Giderken, Ant., s. 511). Çıksan göğe/ «buldum!» diyerek/ gökyüzü saklar/, İnsen yere/ ay^yıldız iner/ yerde kucaklar/, Gözlerde/ gönüllerde/ kurulmuş oturursun/; Hislerde/ göğüslerde/ nabızlarda/ vurursun./ (M.C. Kuntay, Türkün Şehnamesinden, Ant., s. 772). ahenk vurgusu (Alm. Betonung, Gefühlston; Fr. accent rytmique; İng. accentu-ation) Ahenk durağı ile birbirinden ayrılmış kelime öbeklerinde, çok kez vurgulu hece üzerine düşen ve anlamı güçlendirmek üzere onun şiddetini artıran vurgu: Ey Türk Gençliği/ Birinci vazifen/ Türk istiklâlini/ Türk Cumhuriyetini/ ilelebet muhafaza/ ve müdafaa etmektir. / Mevcudiyetinin/ ve istikbalinin/yegâne temeli/ budur./ Bu temel/ senin/ en kıymetli hazinendir. (M.K. Atatürk, Nutuk, s. 607). Dur yolcu/ Bilmeden gelip bastığın Bu toprak/ bir devrin/ battığı yerdir. Eğil de kulak ver/ bu sessiz yığın Bir vatan kalbinin/ attığı yerdir. (N.H. Onan, Çakıl Taşları, Ant, s. 921) vb. aitlik eki (Alm. vermischtes Suffix, pronominales Suffıx; Fr. suffıxe mexte, suffıxe pronominal; İng. mixed suffix, pronominal suffix; Osm. aidiyet eki, lâhika-i aidiyet) Adlardan zamir ve sıfat olarak kullanılan adlar yapan, içinde bulunma, bağlılık ve aitlik görevleri taşıyan +ki eki. Zarflara doğrudan doğruya, öteki kelimelere ilgi veya bulunma durumundan sonra gelen ek. Bu ek, dil benzeşmesine ve çok yerde dudak benzeşmesine uymaz. Şimdiki, yarınki, öteki, benimki, sizdeki, evdeki, sokaktaki, dünkü, bugünkü, yandaki komşununki, içerideki, kolundaki vb. akıcüaşma b, g, k gibi patlayıcı ünsüzlerden biri ile h gırtlak ünsüzünün; r, 1, m, n, y gibi bol sesli akıcı ünsüzlerden birine dönüşmesi: bınar>mınar"’ıpı-nar", bunun>munun, binek daşı>minek daşı (GBAA. s 76); bindirdi>min-dirdi, gibi>kimi, felek>feley, tedbir> teybir, seksen>seysen, basdı geldi> basdı^yeldi (KİA, s. 117); kevgir>keygir, Fehime>Feyime, şehit>şeyit, zehircilik>zeyircilik; vefat>mefat, pehlivan>peylavan (EÎA, s. 45, 47); badam>pa-yam "badem" (UMA, s. 49), bugün>böyünvb. akıcı ünsüz (Alm. Liquidae, Vibrierend, Vibrant, Zitterlaut; Fr. consonne liauide, consonne vibrante; İng. liquid) Dudakların birbirine, dişlerin alt dudağa, dil ucunun dişlere veya damağa dokunuşu sırasında, ciğerlerden gelen havanın ağız boşluğunun daralan noktalarından veya burun yolundan akarak çıkarılması ile oluşan bol sesli ünsüz: l/r/y/m/n, gibi. Bunların en bol seslisi r /1 ünsüzleridir. akraba diller (Alm. venuandte Sprachen; Fr. langues parentes; îng. cognate lan-guages; Osm. akraba lisanlar) Aynı ana dilden gelen, aralarında yapı ve söz varlığı bakımından yakınlıklar bulunan ve bir dil ailesi oluşturan diller: Altay dil ailesi içinde Türkçe ile Moğolca, Hint-Avrupa dil ailesi içinde Almanca ile İngilizce, Samî-Hamî dil ailesi içinde Arapça ile İbranîce gibi. akrabalık adları Bir toplumda aynı soydan geldiği kabul edilen veya birbirlerini soyca bağlı gören insanlar arasındaki akrabalık ilişkilerini gösteren adlandırmaların tümü: amca, amcaoğlu, dayı, teyze, hala, halakızı, yenge, görümce, elti, baldız, bacanık, enişte, kayınbirader \b. akustik (Alm. Akustik; Fr. acoustiaue, İng. acoustics; Osm. tlm-i esvât, mebâhis-isadâ) 1. Fizikte ses ile ilgili bölüm, 2. Sesin titreşim sıklığı, süresi ve duyulma gücü bakımından taşıdığı nitelik; ses dağılımı, ses düzenlemesi: Bu salonun akustiği iyi hesaplanmıştır; Konferans salonunun akustiği bozuktur vb. akustik ses bilgisi bk. ses bilgisi, söyleyiş ses bilgisi, akustik ses bilimi bk. söyleyiş ses bilimi. alçalan ikiz ünlü (Alm. fallender Diphthong; Fr. diphtongue descentant; İng. fal-ling diphthong) İkinci öğesi birinciye göre daha dar ve süreksiz olan ikiz ünlü türü: ai, au, ei, MI gibi: nirey [nirei] gezecân? «nereyi gezeceksin?» vb. Dilimizdeki öyle [öik], ayrı [airı], eyri [eiri], gayrı [gam], tüy [tüi] gibi kelimelerde y ünsüzü ile biten heceler, y hin yarı ünlü niteliğinde bir ünsüz olmasından dolap, söyleniş ve boğumlanma özellikleri bakımından birer ikiz ünlü durumundadır, yavru [yauru], Avrupa [Aurupa] gibi kelimelerdeki flerin ses değeri de böyledir. Karşıtı yükselen ikiz ünlü’dür. Buna bk. alçalan ton (Alm. Abton, fallender Ton; Fr. ton descendant; İng. falling tone) Söze anlam incelikleri katmak üzere, bir cümlenin titreşim bakımından birbirinden farklı olarak perdelenen hecelerinde, bir hecenin duygu, düşünce ve anlatım biçimine göre alçalan bir titreşim perde-siyle pes olarak söylenişi. Türkçede basit cümlenin son hecesi alçalan tonla biter: Aslında geç bile kaldım I (T. Buğra, Yalnızlar, s. 54). Doktor «böyle düşünmeliyim» dedi ve uzandı /; divandan fırlayıp kalktı, bütün ışıkları yaktı J, (gös.e., s. 111-2). Birleşik cümlede ana cümlenin tonu alçalan tondur: onlara bakarsanız, doktor bey sanki alınyazıları ile oynuyörj, (gös.e. s. 164). alfabe (Alm. Alphabet; Fr. alphabet; İng. alphabet; Osm. elifba) Bir dilin seslerini yazıya geçirmek için kullanılan işaretlerin tümü, itibarî ve belirli bir sıraya konmuş harfler topluluğu. Kaynaklandıkları asıllara göre Köktürk alfabesi, Uygur alfabesi, Arap alfabesi, Lâtin alfabesi, Kiril alfabesi, İbrani alfabesi, Çin alfabesi, Japon alfabesi gibi alfabeler vardır. Ayrıca belirli alfabe sistemlerine dayandırılarak geliştirilmiş millî alfabeler ve transkripsiyon alfabeleri vardır: Lâtin alfabesi temelinde Türk millî alfabesi, Türk transkripsiyon alfabesi vb. alfabe dışı (Alm. analphabetisch; Fr. analphabetiaue; İng. analphabetic) Bir ulusun kabul ettiği alfabede bulunmayan harf; alfabede karşılığı bulunmayan ses: Türk alfabesinde yer almayan w / x / q (Lâtin), c (Rus. tş), ny (Macar, n), % £_ (Arapçada hemze ve ayn) harfleri veya el «yabancı», yel «rüzgâr» kelimelerindeki kapalı e (e) gibi. alfabe yazısı (Alm. alfabetische Schrifi; İng. alphabetic ıtrriting) Bir dildeki kelimelerin seslerini, o dilde kullanılan ve her biri belirli işaretlere bağlı harflerle gösteren yazı türü. Bu yazı türü kısmen göreceli ses değerlerine dayanır. Türkçenin, Almancanın, Fransızcanm, İngilizce ve İtalyancanın yazı sistemlerinde olduğu gibi. krş. sesçil alfabe, sesçil yazı (çevriyazı), ses yazısı. alıntı (Alm. Entlehnung; Fr. emprunt; ing. loan) Bir dile çeşitli etkiler, özellikle kültür etkileri dolayısıyla yabancı dillerden ek ve kelime alınması, bk. alıntı ek, alıntı kelime. alıntı ek Bir dile başka bir dilden girmiş, benimsenmiş ve o dilin kelimeleriyle de kullanılmış olan ek: Ar. +ât: gelişât, gidişat; Far. +dâr: emekdâr>emek-tar; Far. bâz: canbâz > cambaz, kuşbâz>kuşbaz, oyunbâz>oyunbaz, Ar. +iyet: faaliyet; Ar. +î: altunî, gümüşî, hususî; Moğ.tay: danıştay, kurultay, yargı-tay; Fr. +al: tüzel, ilkel, özel, doğal; +ça: Tanrıça; Fr. -matik: bankamatik "bankadan para çekme makinesi" vb. krş. yabancı ek. alıntı kelime (Alm. Lehnwort;Yr. mot d’emprunt; İng. loanıvord, borrowed ıvord, alien word) Bir dile başka bir dilden girmiş ve o dilde benimsenmiş olan kelime: âlem, avlu, atom, ayna, baca, bağ, bahçe, beygir, can, çakal, çengel, çete, demokrasi, duvar, elektrik, fındık, fırın, hayat, hoş, inci, iskele, iskarpin, kaptan, kent, kitap, kültür, masa, marul, pide, portakal, radyo, soba, spor, sosyal, tren, lepiska (doğu ve batı dillerinden) vb. krş. yabancı kelime. alışkanlık sıfatı (Fr. adjectif habituel) Adlardan +CI, fiillerden -GAn ekleri ile kurularak bir kimsenin bir şeye alışkanlığını veya bir niteliğin kendisinde sürekli olarak bulunduğunu gösteren sıfatlar: akşama, nişana, dedikoducu, inatçı, dalgaa, doğrucu, yalana, uykucu; alıngan, çekingen, somurtkan, doğurgan, girişken vb. alışkanlık fiilleri Fiil kök ve gövdelerine geniş zaman sıfat-fiili ve ol- yardımcı fiili getirilerek kurulan karmaşık fiil türü. Bu fiiller bir oluşun geçmişte, şimdiki zamanda veya gelecekte alışkanlık hâlinde sürdüğünü veya süreceğini gösterirler: anlar ol-, bilir ol-, gider ol-, görmez ol-, tanımaz ol- gibi. Eskiden yanımıza hiç uğramayan bir dost, son günlerde sık sık arar ve hatırımızı sorar oldu. Hey’etten çokları bir şey anlamıyorlardı ama, reisin aldığı bu ciddî tavra bakarak, anlıyor gibi görünmeğe gayret eder oldular (T. Buğra, Küçük Ağa). Zil vurmaktan parmaklarım tutmaz oldu (R.H. Karay, Sürgün s. 110). Eğer böyle hareketsiz yaşarsa, birkaç yıl sonra yerinden kalkamaz ve dışarı çıkamaz olacaktır, bk. karmaşık fiiller alt çene Ağzın alt kısmını oluşturan ve konuşma sırasında ağzın rahatlıkla hareketini sağlayan organ. bk. çene. alt dudak bk. dudak alternans bk. ikili şekil alternatifli cümle bk. seçenekli cümle ana cümle bk. temel cümle. ana dil (Alm. Ursprache; Fr. langue meye; İng. primitive language) Bugün ses yapısı, şekil yapısı ve anlam bakımından birbirinden az çok farklılaşmış bulunan dil veya lehçelerin, kök bakımından bilinmeyen bir tarihte birleştikleri ortak dil: Ana Türkçe, Ana Moğolca, Ana Al-tayca, Roman dillerine kaynaklık eden Latince gibi. Başlıca dünya dilleri, sayıları sınırlı birtakım eski ana dillerin zaman içinde lehçeler ve müstakil diller hâlinde dallanarak farklılaşmasından oluşmuştur. ana dili (Alm. Muttersprahe; Fr. langue maternelle, langue transmissible; İng. mother tongue) İnsanın doğup büyüdüğü aile ve soyca bağlı bulunduğu toplum çevresinden öğrendiği, bilinç altına kadar inebilen ve kişilerle toplum arasındaki ilişkilerde en güçlü bağı oluşturan dil: İnsandaki ana dili duygusu konuşmadaki bazı yanlışları kolaylıkla önler. ana zamanlar (Alm. Hauptempora; Fr. temp principale; İng. principal tense, pri-mary tense) Bir dilin başlıca zamanlan. Türkçede geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman olmak üzere başlıca üç ana zaman vardır. 1. Geçmiş zaman: oku-du, anla-dı; 2. Şimdiki zaman: oku-yor, anlı-yor; 3. Gelecek zaman: oku-y-acak, anla-y-acak vb. krş. ara zamanlar. anlam (Alm. Bedeutung, Sinn; Fr. sense; İng. sense, meaning; Osm. mânâ) Kelimenin tek başına veya söz içindeki öteki öğeler ile bağlantılı olarak zihinde yarattığı kavramlardan her biri: kestirmek 1. ağaç kestirmek, kumaş kestirmek, 2. bir şeyi tahmin edebilmek: işin sonunda nereye varacağını kestiremiyorum; 3. birazcık uyumak: Bir saat kadar kestirirsem kendimi toplayabilirim vb. anlam alam (Alm. semantisches Feld;¥r. champ semantigue; İng. semantic field) Zihinde aynı veya birbirine yakın kavramlar oluşturan kelimelerin meydana getirdikleri ortak alan: ülkü, hedef, gaye, maksat, ideal; kırılmak, incinmek, gücenmek, darılmak, küsmek; kesmek, koparmak, biçmek, üzmek, yolmak vb. anlam bayağılaşması bk. anlam kötüleşmesi anlam bilimci Anlam bilimi üzerinde çalışan kimse. anlam bilimi (Alm. Semantik, Bedeutungslehre; Fr. semantiaue; İng. semantics; Osm. ilm-i maânî) Dildeki birimleri anlam bakımından ele alıp inceleyen dil bilimi dalı. Anlam bilimi kendi içinde de 1. durgun veya eş zamanlı anlam bilimi, 2. gelişmeli veya alt zamanlı anlam bilimi olarak iki alt dala ayrılmaktadır. Dilin belirli bir zaman kesitindeki durumunu tarihî değişme ve gelişmelere girmeden inceleyen anlam bilimi dalı eş zamanlı anlam bilimi (synchronische Semantik) adını alır. Bu dalda, dilin kelimeleri; anlamları, kavram alanları ve kapsamları ile eş anlamlılık, çok anlamlılık, eş seslilik vb. açılardan ele alınmaktadır. Art zamanlı (diachronische Semantik) anlam bilimi ise, dilin anlamla ilgili olaylarını tarihî değişme ve gelişme süreci içinde ele almaktadır, bk. eş zamanlı anlam bilimi ve art zamanlı anlam bilimi. anlam birimi (Alm. Morphem; Fr. moneme; İng. morpheme, semanteme) Bir dilin anlam taşıyan en küçük birimi: ev+in kapı+sı, diş+çi+lik sözlerini oluşturan birimler gibi. anlam çokluğu bk. çok anlamlılık. anlam çözümlemesi (Alm. Semanalyse; Fr. analyse semique, analyse compo-nentielle; İng. semic analysis, componential analysis) Anlamlı birimlerin taşıdıkları ve yüklendikleri anlam inceliklerini ortaya koyma. anlam daralması (Alm. Bedeutungsbeschrankung, Bedeutungsverengerung; Fr. restriction semantique; İng. semantic restriction) Kelimenin kavram ve anlam kapsamı bakımından bir daralmaya uğrayarak, eskiden anlattığı şeyin ancak bir bölümünü, bir türünü anlatır duruma gelmesi; bir kelimenin genel bir anlamdan özel bir anlama geçişi: ET. oğlan erkek ve kız dahil «Çocuk, evlât», un oğlan «erkek çocuk», kız oğlan «kız çocuk»; oğlan TT. «erkek çocuk»; ET. tawar «her türlü mal, mülk, eşya», TT. davar «küçükbaş hayvan»; ET. alkış «övme, kutlama, medih, dua, takdis», TT. alkış «el çırparak alkışlamak»; ET. ucuz «kolay, değeri olmayan, değersiz», TT. ucuz «para değeri az olan»; ET. tünemek «geceyi geçirmek, gecelemek», TT. tünemek «yalnız kuşlar ve evcil kanatlı hayvanlar için kümeste veya tünekte gecelemek», ET. tünek «karanlık yer, hapishane», TT. tünek «evcil kanatlı hayvanların içinde tünedikleri kümes; kuşların üzerinde tünedikleri dal veya sırık»; ET, EAT. konmak «yer tutmak, yerleşmek, gecelemek, bir yerde kalmak», TT yalnız kuşlar için «konmak»; pencereye kuş kondu vb.; ET. yaş, «taze, yeşil, genç», TT yaş «ıslak» vb. EAT. dirlik «hayat, yaşam», TT. «geçim, yaşayış düzeni, huzur»: Evde dirliği düzeni yerindedir. Aile hayatında dirliği bozuldu vb. anlamdaş bk. eş anlamlı. anlam değişmesi (Alm. Bedeutungstvandel, Bedeutungsıuechsel; Fr. change-ment semantiaue; İng. semantic change) Bir kelimenin gösterdiği anlamdan az veya çok uzaklaşarak yeni bir anlam kazanması olayı. Olay, geniş kapsamlı olarak anlam genişlemesi, anlam daralması, anlam iyileşmesi, anlam kötüleşmesi gibi değişme olaylarını da içine alabilirse de, asıl bir anlamdan başka bir anlama geçiş, yani bir kavramdan başka bir kavrama geçişle ilgili anlam değişmelerini içine almaktadır: ET. okşamak «benzemek», TT. okşamak «okşamak»; ET. sakınmak «düşünmek, üzerinde durmak, plânlamak», EAT. sağın- «düşünmek, sanmak», TT. sakınmak «çekinmek, bir şeyi yapmaktan uzak durmak»; ET ve EAT. okımak «davet etmek, çağırmak», TT. okumak «okumak»; küpe «küçük metal halka», Şor lehç. «koşum takımlarında halka», çağdaş lehçelerde «demir gömlek, zırh» (H. Eren, Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, s. 275/1). TT. «kulağa takılan süs eşyası»; ET. bekle- «sağlam tutmak, tahkim etmek, tutturmak, bağlamak, muhafaza etmek, gözetlemek», TT. «gözetlemek, raec. ummak»; EAT. yapmak «kapamak, örtmek», TT. «yapmak, imal etmek»; EAT. uslu «akıllı», TT. uslu «yaramazlık etmeyen, haşarı olmayan» vb. anlam ekseni (Alm. semantische Achse; Fr. axe semantiaue; İng. semantic axis) Anlam bakımından birbiriyle ilişkili bulunan kelimelerde, bu ilişkiyi doğuran ortak özellik: kısa ile uzun arasındaki anlam ekseni «uzaklık, mesafe»; mavi ile kırmızı’nm anlam ekseni «renk»tir. anlam genişlemesi (Alm. Bedeutungsverbreitung; Bedeutungsverıveiterung; Fr. extension semantiaue; îng. semantic extension) Anlam kapsamı dar olan bir kelimenin zamanla ilgili bulunduğu kavram alanı içinde yayılarak daha geniş, daha genel bir anlam kazanması olayı: Alan sözü başlangıçta yalnız "orman içindeki düz ağaçsız yer" anlamında iken sonradan anlam genişlemesi ile TT.’de "bölge", "branş, bilim kolu" anlamlarını da kazanmıştır. Kültür kelimesi (Lât. cultura) aslında «ekilmeye hazır toprak, tarla» anlamını verirken, zamanla «verim, birikim» kavramındaki anlam sınırının çok genişlemesi ile «yüzyıllar boyunca elde edilen maddî ve manevî değerler bütünü yani kültür» olmuştur. ödül<EAT. öndül>öğdül) yalnız Anadolu ağızlarında «güreşte kazananlara verilen armağan, mükâfat» anlamıyla kullanılırken, standart Türkçede her yarışmada kazanana verilen armağan, mükâfat» anlamını kazanmıştır. Terkos un bir göl adından «musluk suyu», frijider in bir şahıs adından «belirli bir buz dolabı markasına» oradan genelleşerek «buzdolabı» anlamlarına geçişi de böyledir. anlam iyileşmesi (Alm. Bedeutungsverbesserung; Fr. ennoblissement de signifıca-tion; îng. meliorative) Kötü anlamlı bir kelimenin zamanla iyi bir anlam kazınması olayı: ET.’de çok defa yablak «kötü, fena» kelimesi ile birlikte kullanılan ya-bız yablak «kötü, fena» anlamından XVI. yüzyıldan sonraki gelişme ve ses değişmesi ile bugün TT.’de yavuz şekline ve «iyi, yiğit, kahraman» anlamlarına dönüşmüş olması gibi. Yavuz Sultan Selim; O yavuz adamdırvb. Yahşi «iyi» kelimesinin zıt anlamlısı olan yaman «kötü» kelimesindeki anlam iyileşmesi de yavuza, paralel bir gelişme göstermiştir. Aynı gelişme ET. emgek «ızdırap, eziyet, mihnet» emgek emgenmek «acı çekmek, ızdırak çekmek» kelimesinden değişen emek «çekilen zahmet, herhangi bir iş için gösterilen özen, harcanan beden ve kafa gücü» kelimesi için de söz konusudur: Bu gelişmede onun büyük emeği vardırvb. anlam kayması (Alm. Bedeutungsverschiebung;Yv. deplacement semantiaue; İng. semantic transfer) Somut veya soyut nitelikteki kelimelerin benzetme yolu ile kullanışları dolayısıyla, zamanla anlamlarında meydana gelen kayma veya kayma yoluyla kalıplaşma. Bu olayın anlam değişmesinden farkı, kelimenin benzetildiği şey ile arasındaki anlam bağının tamamen kopmamış olmasıdır: aslanağzı «bir çiçek adı: aslan ağzına benzeyen çiçek»; babayiğit; karafatma «bir böcek adı»; katırtırnağı «bir bitki»; dedikodu, çıtkırıldım, dil dökmek vb. Ayrıca canbaz «canı ile oynayan, aldatıcı, hilekâr»; EAT. kaba «iri, büyük, kocaman»: İleri gittiler bir kaba ağaç yanına vardılar, belirsiz oldular. Altı yıla değin kaba ağaç gibi olur (TS. IV, s. 2143), TT. kaba «sakil, biçimsiz, sevimsiz, nezaketsiz»; kabarmak «ağırlığı artmadan hacmi büyümek, şişmek», anlam kayması ile (öfkelenmek, hiddetlenmek), kumaşta «üzerinde tüyleş oluşmak» vb. anlam kötüleşmesi (Alm. Bedeutungverschlechterung, pejorativer Bedeutungs-ıvandel; Fr. degradation du sens; İng. pejoration) İyi anlamlı bir kelimenin zamanla kötü veya kötüya doğru giden bir anlam kazanması; bu yönde bir zayıflamaya uğraması olayı: EAT. canavar «canlı, mahlûk», TT. canavar «yırtıcı, vahşi hayvan»; ET. katun «kraliçe, hükümdar hanımı» > «kibar karısı, hanımefendi», TT. kadın «dişi cinsten erişkin insan; hizmetçi»; ET. bayakı «önceki, daha önce zikredilen», TT. bayağı «adî, değersiz, aşağı, alçak»: Onun sözlerinde ve davranışlarında bir bayağılık var; bayağı mal, bayağı adam vb. anlam olayları Kelimelerin bağlı bulundukları kavramların ve gösterdikleri anlamların zamanla ve çeşitli sebeplerle değişmeleri olayı. bk. anlam değişmesi, anlam daralması, anlam genişlemesi, anlam iyileşmesi, anlam kötüleşmesi, kanlam kayması. anlam tonlaması (Alm. logische Betonung; Fr. intonation logique; İng. logical intonation) Genel olarak kelimenin anlamı ile ilgili olan cümle tonları: Hava iyi olursa dışarı çıkacağım. Ben bu güçlüğü öyle biryenerim ki sonra sen de hayretler içinde kalırsın vb. bk. cümle tonu. anlam vurgusu Cümle içinde anlam bakımından ağırlık verilmek istenen kelime üzerine, o kelimenin cümledeki yeri de değiştirilerek uygulanan vurgu: 1. Yarın kardeşimle birlikteî’stanbul’a gidiyoruz (başka yere değil). 2. Yarın İstanbul’a kardeşimle birlikte gidiyoruz (yalnız veya bir başkası ile değil). 3. Kardeşimle birlikte İstanbul’a ’yarın gidiyoruz, (başka zaman değil) vb. Bir düşünceyi abartmalı olarak belirtmek üzere yapılan vurgulama da anlam vurgusudur: Yıldırım sür’atiyle gelip gitti, lyi’ki otobüsü yakalayabildim, yoksa hâlim bu saatte nü’ olurdu vb. bk. belirtme vurgusu. anlam yükü (Alm. Inhalt; Fr. contenu; İng. content; Osm. muhteva) Türetme veya birleştirme yolu ile kurulan bir kelimede, o kelimeyi oluşturan kök, ek gibi öğelerden her birinin yeni kelimeye getirdikleri anlam katkısı: ince/ince+lik, somur-/somur-t- /somur-t-kan; anla-/anla-t-/anla-t-ıl-a+bilmek; ayak+kabı, deve+dikeni hanım+eli vb. yukarıdaki kelimeleri oluşturan öğelerden her biri birer anlam yükü taşımaktadır. anlatım bilimi (Alm. Stilistik; Fr. stylistiaue; İng. stylistic; Osm. ilm-i esâlip) Dilde anlatım ile düşünce arasındaki bağlantı ilişkilerini ele alan; kişilerin, şairlerin ve yazarların dilini anlatım açısından işleyen bilim dalı. aracı dil Bir kelimenin bir dilden başka bir dile geçişinde aracılık görevi yapan dil: Lât. cultura kelimesinin Türkçeye Fransızca kanalı ile kültür olarak, Yun. matematike ve grammatikenin yine Fransızca kanalıyla matematik ve gramer olarak, Lât. testa hin Rumca yoluyla testi, Lât. Cande-lahm Arapça yoluyla kandil, tabula’nın «tahta» İtalyancada taf o/a ya dönüştükten sonra bize İtalyanca vasıtasıyla tavla olarak geçmesi gibi. Bu geçişi sağlayan Fransız, Rum, Arap ve İtalyan dilleri; Lât. ile Yun. arasında birer aracı dil durumundadır. T. çadır kelimesinin Sırpçaya şator, çâdor, Rumenceye şâtra biçiminde aktarılmasında Macarca sâtor aracılık etmiştir. Dilimize Ar. ve Far.’dan girmiş bazı sözlerin komşu dillere özellikle Balkan dillerine aktarılmasında da Türkçe aracılık etmiştir: Ar. harîf+ Far. +âne birleşiminden oluşmuş T. arifane "yiyeceğe ortaklaşa sağlanan toplantı, eğlence" sözünün Bulgarcaya erfene; Ar. askar > T. asker sözünün Bulg., Sırp., Arn. ve Rum.’caya aynen aktarılmasında; Türk-çeye Rumcadan geçmiş olan bibefin Arnavutçaya yine biber biçimiyle geçmesinde G. Doerfer’in Türkçeye Rumenceden geçtiğini bildirdiği (Türkische und Mongolische Elemente im Neupersischen, s. 1053) çanta hin Suriye Arapçasma şanta, Farsçaya çanta olarak geçmesinde; dilimize Far. tüt sözünden geçmiş olan dut\ın Balkan dillerine de aktarılmasında Far. hâyagfna, haygfna sözlerinden oluşmuş T. gaygana’nm Bulg.’ya kajganâ, kavgana, Sırp.’ya kajgana olarak geçişlerinde Türkçe bir aracı dil görevi yüklenmiştir. ara cümle (Alm. Satzparenthese; Fr. phrase du parenthese; İng. parenthetical sen-tence; Osm. mu ’tarıza cümlesi) Bir cümlede açıklama, istek vb. amaçlarla, cümle yapısında herhangi bir değişiklik yapılmadan iki virgül veya iki çizgi arasına sokulan cümle: simde efendiler, müsaade buyurursanız, size bir sual sorayım (M. Kemal Atatürk, Nutuk, s. 2). Hafif mitralyözlerle mücehhez bulunan fedakâr arkadaşlarınızdan birkaçını, elyevm bir alay kumandanı olan Osmanlı Bey ki, Tufan Bey namıyla marif olmuştur, bunların başında idi, bir otomobil ile kendi otomobilimize takaddüm ettirdik (Nutuk, s. 84). Milletvekilleri saat beş çayını yudumlarken, yanında Hint bisküvileri ile Singapur turtaları da vardır, onlara şöyle bağırıyordu (S. Birsel, Istanbul-Paris s. 275). Demek ki, Türkçeden, Allah esirgesin, bir gönül kelimesi atılacak olsa, onunla birlikte ne mânâlar, ne incelikler, ne deyimler gidermiş... (N. Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, s.303). Babasının içinde bulunduğu durum, Allah beterinden saklasın, oldukça üzücü. Elindeki notlara bakarak, bakmasa da olurdu ya, konuştuvh. krş. açıklama cümlesi. ara zamanlar Çekimli fiillerde iki ana zaman arasında kalan ve gösterdiği ana zamana göreceli olarak daha yakın veya daha uzak olan zaman kesiti veya kesitleri. Geçmiş zamanın "yakın geçmiş", "uzak geçmiş" gelecek zamanın "yakın gelecek", "uzak gelecek" ara zamanlarının bulunması gibi. Türkiye Türkçesinde aldı, getir-di örneklerindeki, -Di / -DU ekiyle kurulan geçmiş zaman genellikle yakın geçmişi karşıladığı hâlde; al-mış, getir-miş örneklerinde yer alan mış’lı duyulan geçmiş zaman, daha uzak bir geçmişi de karşılamaktadır. Aynı zaman dilimi içindeki bir ara zaman kesitinin yakın veya uzağı göstermesi, yanındaki yönlendirici zarflar ile de ayarlanır. Nitekim, çocuklarımız şimdi geldi örneğinde tam bir yakın geçmiş söz konusu iken, bu hikâyeyi geçen yıl da dinledim (veya dinlemiştim) cümlesinde, uzak geçmiş zaman söz konusudur. Bunun gibi Kazak lehçesinde bardık "vardık" yakın geçmişi gösterirken, -gAn eki ile kurulan bar-gan-bız şekli daha eski bir geçmişi karşılamaktadır. Ara zaman örneklerine yer yer eski metinlerimizde de rastlanır. Kutadgu Bilig’deki yime yakşı aymış bilgili bügü / tükel bol-sa ni’met bulmaz yigü (R.R. Arat, 1047) "bilgili, akıllı kimse yine iyi söylemiş. Nimet tam olursa insanın ömrü tükenir, demiş" beytindeki aymış fiili uzak geçmişteki bir olayın hikâyesidir. Yine Kutadgu Bilig’de al-gay, ol-gay, sözle-gey çekimli fiilleri olağan gelecek zamanı gösterdiği hâlde, -gAll eki ile kurulan al-galı "almak üzeredir", kal-gah "kalmak üzeredir" gibi biçimler, gerçekleşmek üzere olan bir oluş ve kılışı, yani yakın geleceği karşılarlar. argo (Alm. Argot. Gaunersprache; Fr. argot; İng. slang; Osm. lisân-ı hezele, li-sân-ı erâzil) 1- Farklı bir anlaşma biçimi sağlamak üzere aynı meslek veya topluluktaki insanların ortak dildeki kelimelere özel anlamlar vermek, bazı kelimelerde lehçelerinden, değişiklik yapmak, dilin eskimiş öğelerinden ve yabancı kökenli biçimlerinden de yararlanmak suretiyle oluşturdukları, herkesçe anlaşılmayan kelime ve deyimlerden oluşan, gereğinde mecazlı anlamlara da yer veren özel dil veya söz dağarcığı: Asker argosu, öğrenci argosu, kalaya argosu, hırsız argosu, gemici argosu, şoför argosu gibi. 2- Külhanbeylerin ve tulumbacıların kullandıkları, özel anlamlı kelime ve deyimlerin yer aldığı kaba dil: ağzını ıslatmak «içki içmek», alarga durmak «uzak durmak, açık durmak», aftos «kadın, sevgili», araklamak «çalmak», açmaza gelmek «tuzağa düşmek», atmasyon «asılsız anlamsız, uydurma, yalan söz veya haber», anafor «bedava, parasız», cavlagı çekmek «ölmek», dolma «yalan hile», fıymak «kopmak, savuşmak», kayış aşırmak «hile yapmak», ibiğini kaldırmak «kafa tutmak», tırnakçı «hırsız, yankesici», uyutmak «aldatmak, kandırmak», papel «para», papaz uçurmak «eğlence alemi yapmak, rakı alemi yapmak», uyuzlanmak «huylanmak, şüphelenmek», viraj almak «çok yalan söylemek», volta «bir aşağı, bir yukarı dolaşma», yaylanmak «çekip gitmek», yürek Selanik «cesaretsiz, korkak», zoka «tuzak, hile, dalavere, oyun» vb. art avurt ünsüzü (Alm. Velarlaterale, velarer Seitenlaut; Fr. consonne laterale ve-laire; İng. velar lateral) Dil ucunun dişlere dokunması, dil sırtının geriye doru yatıp büyükçe bir çukur oluşturması ve ciğerlerden gelen havanın daha geriden avurtlara çarpması ile oluşan kalın I (1) ünsüzü: al, anlamak, bal, bol, kollamak, yol, yollamak vb. bk. avurt ünsüzü. art damak (Alm. Hintergaum; Fr; voile su palais; İng. sofi palate, velum) Ağız boşluğunun üst kısmını çevreleyen kubbemsi yapıdaki damağın ğ, k, ğ, n gibi kalın sıradan ünsüzlerin boğumlanmalarında görev alan arka tarafı. Damağın yumuşak bölgesi durumundaki art damağın gerideki ucunu oluşturan kısmı, boğaza doğru sarkan küçük dil’dir. Karşıtı ön damak’tır. art damaklılaşma bk. kalınlaşma art damaksıllaşma bk. kalınlaşma. art damak ünsüzü (Alm. Postpalatal, Velar, Hintergaumental;¥r. consonne post-palatale, velaire, gutturale post palataler, İng. velar, post palatal gutturat) Kalın ünlüler ile hece oluştururken dil sırtının geriye yumuşak damağa doğru yükseltilmesi ile çıkarılan, k, ğ, ğ, n gibi patlayıcı veya sızıcı damak ünsüzlerinden biri. artıklık derecesi bk. karşılaştırma derecesi, artlık-önlük uyumu bk. büyük ünlü uyumu, art ünlü bk. kaim ünlü art zamanlı anlam bilimi (Alm. diachronische Semantik; Fr. diachrenique seman-tique; İng. diachronic semantics) Anlam biliminin bir dildeki çeşitli anlam olaylarını geçmişteki değişme ve gelişme süreçleri ile karşılıklı etkileşme koşulları içinde inceleyen alt dalı. bk. anlam bilimi. art zamanlı dil bilimi (Alm. diachronische Sprachwissenschaji, Lingustik Diachro-nik; Fr. linguistiaue diachroniaue; İng. diacronic Unguistics) Dilin anlamla ilgili olaylarını tarihî değişme ve gelişme süreci içinde inceleyen dil bilimi dalı. bk. dil bilimi. art zamanlı ses bilgisi (Alm. diachronische Phonologie; Fr. phonologie diachroniaue, İng. diacronic phonemics) Bir dilin seslerini ve o dildeki ses olaylarını tarihî gelişme süreci içinde inceleyen ses bilgisi. ET. ç? sesinin tarihî gelişme sürecinden geçerek lehçelerde çl > y, t, r, z sesine dönüşmesinin incelenmesi gibi. bk. ses bilgisi. art zamanlı yöntem (Alm. diachronische Methode; Fr. diachroniaue; İng. diach-ronic) Herhangi bir dil olayı ve bir kelime içindeki ses değişmelerini tarihî gelişme koşulları içinde inceleme yöntemi. Söz gelişi VIII-XI. yüzyıl metinlerindeki yapırgak kelimesinin bugün yaprak, tabışkan kelimesinin tavşan biçimine dönüşmelerinin tespiti gibi. Bunun karşıtı eş zamanlı yöntem’dir. asıl anlam (Alm. Hauptbedeutung; Fr. sens propre; İng. main meaning; Osm. mânâ-i aslî, mânâ-i hakîkî) Bir kelimenin karşıladığı ilk kavram, ana kavram: ayak kelimesinin asıl anlamı «insan ve hayvanda yürüme organı»’dır. Bu kelimenin masa ayağı, sandalye ayağı örneklerinde olduğu gibi herhangi bir nesne’nin ayağı, bir ırmağın ayağı veya «halk şiirindeki kafiye» anlamlarını kazanması, anlam dallanması yoluyla sonradan oluşmuş yan anlamlardır. Bunun gibi yol kelimesinin asıl anlamı «üzerinde yürünen veya üzerinden geçilen yer»’dir. «usul, metod» anlamı ise sonradan oluşmuştur. Aynı durum yürek «kalp» kelimesinde de vardır. Bunun «cesaret» anlamı sonradan ortaya çıkmıştır, bk. sözlük anlamı krş. yan anlam. asıl sayılar Sayı kavramını göstermek üzere kullanılan kelimeler: bir, iki, beş, on, on yedi, seksen dört vb. asıl sayı sıfatı Somut ve soyut adların sayılarını gösteren sıfat, bir (çocuk); iki (cadde); sekiz (kitap); üç (ev) vb. bk. sayı sıfatı. aslî ses bk. birincil ses. aslî uzunluk (Alm. ursprüngliche Vokallânge; Fr. les voyelles longues; İng. long wowet) Herhangi bir ses değişmesinin ortaya çıkarmadığı, Türkçe kelimelerin kök hecelerinde AnaTürkçe döneminden beri aslında var olduğu kabul edilen ünlü uzunluğu. Örneklerine yer yer tarihî dönem metinlerinde de rastlanan bu uzunluklar, bugün Yakut ve Türkmen lehçelerinde düzenli olarak korunmuş; öteki Türk lehçelerinde ve bazı ağızlarda yer yer sürdürülmekle birlikte, genellikle kısalmış ve kısa ünlülerle karışmıştır: ET. aç «aç» Tkm. aç, Yak. as «aç»; Yak. at «ad, isim», Tkm. öd; Yak. Tkm. bâr (var); Tkm baş «yara, çıban», Yak. bâs; Yak, Tkm. fo7«bel»; Uyg. ig «hastalık»; Yak. tas, Tkm. döş «taş»; Tkm. ör-Yak. îr- «yorulmak»; Yak. kıs, Tkm. ve An. Ağz. giz «kız»; An. Ağz. âl-, at- «atmak» gdl-, «kalmak», gdz-, «kazmak», üş, «üç», yok vb. aşuı küçülme (Fr. diminutif excessij) Addan ad türeten + Clk/ + CUk küçültme ekinin küçüklük veya azlık bildiren sıfatlarda kullanılmasıyla sağlanan aşırı küçülme derecesi: azıcık, küçücük, minicik, incecik, kısacık, sıcacık, yumuşacık, körpecik vb. atasözü (Alm. Sprichzvort; Fr. proverbe; İng. maxim, proverb; Osm. darb-ı mesel) Anonim özellik taşıyan, atalardan kaldığı kabul edilen ve toplumun yüzyıllar boyunca geçirdiği gözlem ve denemelerden, ortak düşünce, tutum ve davranışlarıyla dünya görüşünden oluşan, genel kural niteliğindeki kısa, özlü, kalıplaşmış söz: Alet işler, el övünür. Ak akça kara gün içindir. Çalma elin kapısını, çalarlar kapını. Ağlamayan çocuğa meme vermezler. Keskin sirke küpüne zarar. Çobansız koyunu kurt kapar. Taşıma su ile değirmen dönmez. Güvenme varlığa düşersin darlığa. Bakarsan bağ, bakmazsan dağ vb. avurt (Alm. Wange; Fr. Jöne; İng. cheek, pouch) Yanakların elmacık kemiğinden çene kemiğine kadar olan ve ağız boşluğu hizasına gelen kısmı. avurt ünsüzü (Alm. Laterale, Seitenlaut; Fr. consonne laterale; İng. laterale) Dil ucunun dişlere veya diş etlerine dokunuşu sırasında, ciğerlerden gelen havanın ağız kanalını kapatan dilin iki yanından avurtlara çarparak çıkması ile oluşan yanak ünsüzü: al, dal, kalın, yalın, yol el, bel, sel, bilgi, gelin kelimelerindeki / ünsüzleri birer avurt ünsüzüdür. Bu ünsüz ön sıradan ince ünlülerle yaptığı birleşimlerde ön avurt, kalın ünlülerle yaptığı birleşimlerde art avurt ünsüzü niteliği taşır. bk. art avurt ünsüzü, ön avurt ünsüzü. ayarlayıcı gramer (Alm. normative Grammatik; Fr. grammaire normative; İng. normativ grammar) Dili oluşturan öğeleri ses bilgisi, şekil bilgisi cümle bilgisi ve anlam bilgisi açısından inceleyen ve dildeki yanlış kulanımları düzeltme amacı güden gramer: Cebeci camisi yerine Cebeci camii, mesire yeri yerine mesire «gezilip görülecek yer, gezinti yeri» dokuma sanayisi yerine dokuma sanayii, parasal sıkıntı yerine para sıkıntısı vb. ayırıcı işaret (Fr. signe diacritique; îng. diacritic, Osm. alâmet-i farika) 1. Bir sesin boğumlanma açısından özellik gösteren türlerini birbirinden ayırmak için kullanılan işaret: yuvarlak ayı düz a’dan ayırmak için (*-: a), damak n’sini diş n’sinden ayırmak için (-": n, rig) işaretlerinin kullanılması gibi. 2. Resmî alfabede seslerin veya hecelerin doğru seslendirilmesine yardımcı olmak üzere, harflerin altına, üstüne veya yanına konan işaret. Yazı dilimizde düzeltme, kesme işaretleri ayırıcı işaretler olarak kullanılır: kar/kâr, kâhin, lâmba, lâf, neş’e, mel’un, n’oldu, n’etsin\b. ayın Ciğerlerden gelen havanın gırtlağa çarpması ile oluşan ve Arapçada (£) işareti ile karşılanan hançere ünsüzü. Bu ses dilimize Arapçadan geçmiş adet, âdet, ayar, ayıp, dava (<Ar. da’vâ), davacı (<Ar. da’vâ+a), ibadet, ibret, malûm (<Ar. ma ’lûm), Osman, ömür gibi sözlerde yer alır. Ancak, bu sözlerdeki ayınlar ünsüzlük niteliğini yitirerek birer ünlüye dönüşmüştür. ayırt edici özellik (Alm. distinktives Merkmal; Fr. trait distinctif; İng. distincti-vefeature) Nitelik bakımından bir dilbilimi birimini ötekinden, dilin bir öğesini öteki öğesinden ayırt eden belirgin özellik: a ünlüsü ile o ünlüsü arasındaki ayırt edici özellik, her ikisinin de kalın ve geniş ünlü olmasına rağmen, a’nın düz, o’nun yuvarlak ünlü; d ile t ünsüzleri arasındaki ayırt edici özellik, her ikisinin de diş sesi olmasına rağmen, d’nin tonlu diş sesi; £’nin tonsuz diş sesi; b ile v arasındaki ayırt edici özellik ise, i’nin patlayıcı çiftdudak, y’nin sızıcı dişdudak sesleri oluşundadır. ayları (Alm. anomal; Fr. anomal; İng. anomalous; Osm. müstesna) Ses ve şekil bilgisi bakımından dilin genel kuralları dışında kalan, istisna oluşturan. Türkçede aitlik eki +kınin kurala aykırı olarak kalın sıradan ünlü taşıyan kelimelerle de hep ince, (-l)yor / (-U)yor şimdiki zaman kipi ekinin ince sıradan kelimelere de hep kalın gelişi gibi: arkada+ki, okulda+ki, onun+ki, sokakta+ki; bil-i-yor, gör-ü-yor, ver-i-yorvb. aykırılık(Alm. Anomalie; Fr. anomalie; İng. anomaly, exception) Kurala aykırı olma, kurala uymama durumu, elma, inanmak, şişman, armut, kabul, yağmur, çamur, kira, kiracı, hesap, boksör kelimeleri Türk-çenin ünlü uyumu kurallarına; bağımlı, boyut, somut, düşün, «düşünce, fikir», ilginç, indirgemek «icra etmek», yükümlülük kelimeleri de türetme kurallarına aykırı düşen örneklerdir. ayrılma dununu bk. çıkma durumu ayrımlı dil bk. tek heceli diller az işlek ek Sayılı bazı kelime kök ve gövdelerine getirilerek yeni kavramların yansıtılmasını, kavramlara karşılık yeni kelimeler yapılmasını sağlayan ekler: baş+kan, bili+k "piliç" pili+ç, çat+al, er+dem "fazilet, yiğitlik", er+kek, kab+ak, gez-egen "çok gezen", gel-e-nek, gör-e-nek, ogl+an (<ogul+an), oğlak (oğul+gak) vb. Bu eklerin az işlek ek sayılmaları, kurdukları kelimelerin eski birer türetme olarak günümüze kadar gelebilmiş olmaları ve bugün artık işlek bir ek gibi kullanılmamalarıdır. krş. işlek ek. azlık-çokluk zarfları (Alm. Quantitâtsadverb; Fr. adverbe de quantite; İng. ad-verb ofquantity; Osm. miktar zarfı) Bir sıfatta, bir zarfta, bir oluş veya kılışta azlık çokluk gösteren, bunları azlık çokluk bakımından pekiştiren ve ne kadar1? ne derece"? sorularını karşılayan miktar ve derece bildiren zarflar: en, az, çok, eksik, fazla, daha, biraz seyrek vb. çok güzel (yer); en derin (göl); pek çok yürüdü; pek erken kalktı; daha hızlı koşmak; fazla konuşmak; biraz dinlenmek; eksik vermek; seyrek uğramak; oldukça başarılı sayılmak, vb. Konağın bütün çocukları gibi, Gülsüm de polisten ve karakoldan çok korkardı (R.N. Günte-kin, Kızılcık Dalları, s. 135); İzmitten sonra uzun bir müddet yine böyle sürdü, sonra yağmur biraz diner gibi oldu, gök yükseldi (A.H. Tanpmar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s. 115) vb. Ayrıca bk. zarf. -Bbağımlı kelime Yalnız başına anlamı olmadığı için ad çekimine girmeyen ve cümle içindeki öteki kelime ve kelime grupları arasında çeşitli anlam ilişkileri kurmaya yarayan ve onlara bağımlı olan kelime. Türkçede gibi, için, göre, beri, kadar vb. edatlarla , ve, ile, ama, yahut, veya, fakat vb. bağlaçlar bu nitelikte kelimelerdir, bk. edat, bağlaç. Karşıtı bağımsız keli-me’dir. bağımlı sıralı birleşik cümle (Alm. koordinierter Satz; Fr. proposition coordon-nee; İng. coordinate sentence; Osm. tertipli cümle) En az iki cümleden oluşan yalnız başlarına kullanıldıklarında da bir yargı bildiren fakat özneleri nesneleri veya tümleçleri ortak olan birbirine virgül, noktalı virgül gibi işaretler veya bağlaçlarla bağlanan ve anlamca birbirine bağımlı olan cümleler: İnsan bir arayıp sorar, bir mektup yazar, bir telefon eder, şöyle bir hatır sorar. Konusu kendilerine pek ilgi çekici gelen bu kitabı Ayşe okuyor, arkadaşları dinliyor, Dilek de arası-ra notlar alıyordu. Kendisi on senedir ne Bursa’ya gitmiş, ne akrabalarını görmüş, hatta mallarını bile İstanbul’dan gönderdiği bu vekil vasıtasıyla sattırmıştı (O. Seyfettin, Primo Türk Çocuğu I, Bütün Eserleri 3; Bomba, s. 25). Bu inkılâp mucizesi bugün dillendi, bugün ses, renk ışık ve heyecan hâlinde büyüklüğünü ve eşsizliğini bize haykırıyor (Y. N. Nayır, Bu Onyıl, s. 115). Kayıklar yan yana duruyor, hatta, bazen kayıkçılar bunları çarpışmasınlar diye tutuyor, çekiyor, birleştiriyor; bazen de çarpışmadan yol alsınlar diye hafifçe itiyor, uzaklaştınyorlardı (A.Ş. Hisar BM, s. 201). Orta sırada yan yana bir diziye oturmuş, dört beş piyade neferi, bütün parterde yalnız bir tek bahriyeli var (M.Ş. Esendal, EOY, s. 105). Karşı sarraflara el öpmeğe gidecektik... Bunu bize ne babam ne de annem söylemişti (O. Kemal, BE, s. 69) vb. bağımsız cümle Yapısı bakımından, başka bir cümle ile aralarında bağlantı bulunmayan müstakil cümle: Öğrenci Seçme Sınavı’na girecek adaylara kimlik kartları ve sınava giriş belgelerini gönderme işlemi tamamlandı vb. bk. cümle. bağımsız kelime Tek başına bir anlamı olan, cümle içinde anlam bakımından başka bir kelimeye bağlı bulunmayan kelime. İsim, sıfat, zamir, zarf, ünlem ve fiil türünden olan kelimeler bağımsız kelimelerdir: masa, pencere, Ayşe, güzel, uzun, sen, onlar, yarın, geceleyin, eyvah, ofgibi. Karşıtı bağımlı kelime’dir. bağımsız sıralı birleşik cümle (Alm. juktaposierter Satz; Fr. proposition juxta-posee; İng. juxtaposed sentence) Birden fazla bağımsız cümleden oluşan, yalnız başlarına kullanıldıklarında da birer anlam taşıyan; özne, tümleç ve yüklemleri ortak olmayan; ancak, anlamca birbirlerini bütünleyen ve virgül, noktalı virgül veya bağlaçlarla birbirine bağlanan cümleler: Gençlik uçan ümidi bir hakikat hâlinde yakalayan avadır ve hayatta her dakikamız uçan bir ümittir ve hayatın bütün sırrı bunların kanadındadır. (Y.K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 100). O şimdi bu karanlığın, bu ıssızlığın dibinde idi ve evin içinde ve mahallede herkes çoktan uyumuştu; bütün ışıklar çoktan sönmüştü. (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 101). Aydınlığı, vuzuhu herkes gibi severim; hayatı yapan şüphesiz ki onlardır (A.H. Tanpı-nar, YG, s. 133). Söğüt’te Kuvayı Milliyeyi biz kurduk, biz büyüttük. Taburların başında cepheye gittik, üstümüze düşeni, kelle koltukta yerine getirmeğe çalıştık. (S. Çokum, AB, s. 165) vb. bağlaç (Alm. Konjunktion, Bindeıvort; Fr. conjunction; İng. conjunction; Osm. rabıt) Söz içinde birden çok kelimeyi kelime grubunu veya cümleyi birbirine bağlayarak aralarında çeşitli yönlerden ilgiler kuran görevli kelimeler. Bazı bağlaçlar, bağladıkları öğelerden önce veya sonra tekrarlanarak da kulanılırlar: ile, ve, de, hem... hem, ne... ne, de... de, gerek... gerekse, olsun... olsun; ya, yahut, ya da, veya, ya...ya, mi...mi, ister...ister, ama, fakat, lâkin, yalnız, ancak, bununla birlikte, şu var ki, yine de, bir...bir, kimi...kimi, bazen...bazen, kâh...kâh..., hatta, bile, üstelik yani, demek ki, böyle ki, başka bir deyimle; ki, kim; gerçekten, nitekim, hâlbuki, oysa; çünkü, zira; buna göre, bundan dolayı, bu sebeple, bunun üzerine bunun için öyleyse; taki, diye; eğer, şayet, yoksa, illâ, o takdirde; aksi hâlde vb. örnekler: Biz de güçsüzüz ama iyimseriz (Kemal Tahir, Yol Ayrımı, s. 235). Arkası bana dönük olduğu için göremem ama budala gülme hep dudağın-dadır. (S. F. Abasıyanık, Bütün Eserleri 2, s. 232) Ya devlet başa ya kuzgun leşe. Anlayışlı fa kat hazırlıksız bir kimse. Hem kel h e m fodul. Ya anlat yahut da yazılı olarak getir. Demek ki, senin anlattığın kadarından da fazlaymış. Teşrinler geldi, lüfer mevsimi başlayacak yahut nisandayız. Boğaz sırtlarında erguvanlar açmıştır, diye düşünmek, yaşadığımız anı efsaneleştirmeye yetişir. (A. H. Tanpınar, Beş Şehir, s. 145). "Ne bir ayak sesi hanın boş, loş, sessiz, ölü sofalarında gezindi, ne de bir kapı gıcırtısı duydum" (S. F. Abasıyanık, Bütün Eserleri, s. 181). Zengin m i fakir m i bilmiyorum o mu y oksa öteki mi gelecek "On yedisinde ya var, ya yoktu". (Y. Kemal, Ortadirek, s. 358). bağlaçlı ikileme Anlamı güçlendirmek için, dA ve ha bağlaçları ile aynı kelimeden kurulan ikileme: güldü de güldü; yazdı da yazdı; kitap da kitap; yalnız ve yalnız; hatta ve hatta; yıllarca ve yıllarca; koş ha koş, git ha git vb. bağlaçlı tamlama Tamlayanları arasında bağlaç olan ad veya sıfat tamlaması: cami ve sarayların geniş beyaz merdivenleri; eski ve büyük ahşap yalılarla konaklar; küçük ama kullanışlı ev; zeki fakat yaramaz çocuk; anne ile babanın görev ve sorumlulukları vb. bağlam (Alm. Kontext; Fr. contexte; İng. context; Osm. siyak u sibak) Bir cümlede, bir konuşmada veya bir metin içinde yer alan herhangi bir kelimenin anlamının daha iyi belirlenebilmesi ve başka anlamlarından ayırt edilebilmesi için, kendisini çevreleyen ve karşılıklı ilişkide bulunduğu öteki öge veya öğelerle oluşturduğu bütün. Söz gelişi baş kelimesi Dün başım çok ağrıyordu ibaresinde «insan başı» anlamına geldiği hâlde, Kumaşın iki başındaki eğrilik ibaresinde «kumaşın uçları», havuz başı, ocak başı, mangal başı sözlerinde «bir şeyin yakını, çevresi», başı çekmek deyiminde «bir işe önayak olmak, öncülük etmek»; Her işin başı sağlıktır cümlesinde «esas, temel»; söz başı, ay başı, yıl başı kelime gruplarında «başlangıç», Bu çocukla baş edemiyorum cümlesinde ise «hâkim olamama, disiplin altına alamama» anlamlarını vermektedir. Baş kelimesinin sıralanan örneklerdeki bu birbirinden farklı anlamları, ancak, o cümleler içinde kendisini çevreleyen ve karşılıklı ilişkilerde bulunduğu belirlenebilmektedir. diğer öğelerle oluşturduğu bütün, yani bağlam sayesinde bağlama (Alm. Anschluss, Bindung; Fr. liaison; İng. connection, liaison, lin-king; Osm. vasi) Bir kelimenin son ses ünsüzü ile ondan sonra gelen kelimenin önses ünlüsünü veya ünlü ile başlayan ilk hecesini birleştirerek tek bir hece hâlinde söyleme veya okuma: denizjznası, yıkımjemri, gökj>va, sözlük jınlamı vb. bağlama cümlesi İki yargıyı aynı yöndeki oluş ve kılış beraberliği veya sırasıyla ya bağlaçlar ya noktalama işaretleri ya da zarf-fiiller ile birleştiren cümle: Fikret eve uğradı ve babasıyla konuştu. Fikret eve uğradı, babasıyla konuştu. Fikret eve uğrayıp babasoyla konuştu. Fikret eve uğrayarak babasıyla konuştu vb. bağlama grubu (Fr. groupe conjonctionnel; Osm. terkîb-i atfî) Bağlaçlar ile birbirine bağlanmış ad veya ad soylu kelimelerin oluşturduğu kelime grubu: Anne ile baba, para v e zenginlik, güzel ama soğuk, iyi değil çok iyi, akıllı ama tembel; gök, deniz ve dağlar; kimlik, şeref ve haysiyet; sevimli, tombul, minik v e afacan vb. Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi ikiden fazla ad unsurunun yer aldığı bağlama gruplarında, bağlaç son iki ad öğesinin arasına girer. Hem...hem, ne...ne, da...da, ister...ister, ya...ya, mi...mi gibi tekrarlanan bağlaçlarla kurulan bağlama gruplarında bağlaçlar ad öğelerinin başında ve sonunda yer alır: Hem kellik hem de hodulluk; Ne iyi ne kötü; Ali’den de Ahmet’ten de haber yok!; Ne Arabınyüzü n e Şam’ın şekeri; Ya şevk içinde ha-râb ol, y a aşk içinde gönül! Ya lâle açmalıdır gönlümüzde yahut gül (Y. K. Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, s. 86). Ne Akdenizde şafaklar n e çölde akşamlar ne görmek istediğim Nil ve köhne Ehramlar; Ya bu deveyi gütmeli ya bu diyardan gitmeli vb. bağlama işareti (Alm. Anschluss, Bindung; Fr. liaison; îng. connection sign; Osm. işâret-i vasi) Bir kelimenin son ses ünsüzü ile ondan sonra gelen kelimenin ön ses ünlüsünü veya ünlü ile başlayan ilk hecesini birleştirerek tek bir hece hâlinde söylemeye veya okumaya yarayan işaret (-): ağaçjjiltı, hanımjtli, şairin^plümü, yaş^otuz, Ahmet^AH^Bey, Mahmut Şevket^Esendalvb. bağlama zamiri (Alm. Relativpronomen, bezügliches Fürtvort; Fr. pronom relatif; İng. relativ pronoun; Osm. nispet zamiri, zamîr-i nispet) Kendisinden önce gelen bir kelime veya kelime grubunun yerini tutan ve yerini tuttuğu kelime veya kelime grubu ile kendisinden sonra gelen açıklayıcıyı birbirine bağlayan Far. ki zamiri: Konya ’da bir ağaç vardır k i dökülmez yaprakları (A. N. Asya, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, s. 160). O insanlar ki, renkli, silik (O. Veli Kanık, Bütün Şiirleri, 2. s. 1686). - Vallahi bu o kadar karışık ve zor bir sistemdir ki, size ayrıntıları ile açıklayamam (Y. B. Bakiler, Üsküp’te Kosova’ya, s. 171). Hissediyor ki, bir tarafı can çekişir ve ölürken, her tarafına bedel başka bir tarafı canlanmakta, dirilmektedir (N. Fazıl Kısakürek, Aynadaki Yalan, s. 59). Ben ki Bursa yi o kadar severim, sanatımın ve iç hayatımın bütün bir tarafını bu şehre borçluyum (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 209). Dediler ki, bin derde deva bu mübarek sudur (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, İki âmânın Sözleri, s. 106). Dünyanın başka yerlerinde öyle memleketler vardır ki, düzenini periler kurdu zannedersiniz (Y. K. Karaosmanoğlu, göst. y.). Bu işler o kadar zordur ki, gecenizi gündüzünüze katmadan başarıya ulaşamazsınız, vb. bağlantı ünlüsü bk. bağlayıcı ünlü. bağlantı ünsüzü bk. bağlayıcı ünsüz, koruyucu ünsüz bağlayıcı ses Belirli durumlarda kelime kök veya gövdelerine eklerin bağlanması sırasında kullanılan ses. bk. bağlayıcı ünlü, bağlayıcı ünsüz. bağlayıcı ünlü (Alm. Bindevokal; Fr. voyalle de liaison; İng. Connecting vowet) Ünsüzle biten kelime kök ve gövdelerine ünsüz ile başlayan eklerin getirilmesi sırasında kullanılan ve kök ile eki birbirine bağlama görevi yüklenmiş olan ünlü: el-i-m, kol-u-m, baş-ın «senin başın», yol-u-n yor-dam-ı-n «senin yolun yordamın»; al-ı-r, ver-ir-i-m; otur-u-r, görü-r; aç-ı-l; bil-i-n-; yak-ı-n; bil-i-ş-, ac-ı-k-, geç-i-k-; gör-ü-ş-, koş-u-ş-; ak-ı-t-, kork-u-t- vb. bağlayıcı ünsüz (Alm. Hiatus-Tilger, eingeschalteter euphonischer Konsonant; Fr. consonne intercalaire euphonie; İng. intervocalic euphonic consonant; Osm. harfi vikaye) Ünlü ile biten kelime kök ve gövdelerine ünlü ile başlayan bir ek eklendiğinde veya ünlü ile başlayan başka bir kelime ile birleştiğinde aradaki ses boşluğunu (hiatus) ve ünlü çatışmasını önlemek için kullanılan ünsüz, koruyucu ünsüz: anla-y-an, dinle-y-en; okulda-y-ım, yanınday-ım; tatlı-y-dı (<tath idi); vasıtası-y-la (<vasıtası ile), kendisi-y-le; eski-y-ince; başla-yayım, sakla-y-acak; başla-y-ıp; neyse <ne ise, vasıtasıyla <vasıtası ile vb. Gramerlerde 3. şahıs iyelik ekleri ile ad çekimi ekleri arasına giren zamir n ’side bu gruba sokulmuştur: babası-n-a, evi-n-e; yol boyu-n-ca vb. bağlı cümleler Ve, veya, ama, da, fakat, halbuki, lâkin, meğer vb. bağlaçlardan biri ile birbirine bağlanmış olan ve aralarındaki anlam ilişkisi de bu bağlaçlar ile sağlanan bağımsız cümlelerden oluşmuş cümleler; Henüz bu yaşta, zavallı çocuk gönül çekmek nedir bir büyük adam gibi biliyor v e bir büyük adam gibi yarasının aasını kimseye sır vermeyerek taşıyor (Y. K. Karaos-manoğlu, Kiralık Konak, s. 73). Gülüyordu ama hisli hisli... bir devle güreşmiş d e yenmiş gibi (T. Buğra, Yağmur Beklerken, s. 97). Ben, n e âlimim, ne de bir siyaset adamıyım, dedi, sadece bir iptidai hocasıyım (R. N. Güntekin, Yeşil Gece, s. 65). Doktor kendisiyle konuşmak isteyenlerin bulunduğunu anlamıştı: Fakat bunları görmemezlikten geldi (T. Buğra, Küçük Ağa, s. 127). Bu kitapta harbe, mümkün olduğu kadar az yer vermeye çalışacağım, Çünkü harbin hikâyesi, çağdaş insan için artık ilgi çekici olmaktan çıkmıştır (Ş. S. Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 93). Hoca Efendi hâlâ reis beyin gözlerine bakıyordu; fakat bu bakışlar neler duyup düşündüğünü belli etmiyor, olsa olsa durgun ve dalgın görünüyorlardı (T. Buğra, Küçük Ağa, s. 223). Diyeceğim şu ki siz şimdi şükredin hâlinize (S. Çokum, Ağustos Başağı, s. 114). Zannetmeyin ki bu savaşa yeni başlıyoruz (S. Çokum, Ağustos Başağı, s. 3). Adam etrafına bakındı. Ne gelen vardı ne de bir ses duyuyordu vb. basit ad cümlesi Bir düşünceyi, bir duyguyu ve bir oluş ve kılışı ad soylu bir kelime veya bir ek-fıil ile tek yargı hâlinde anlatan ve en az bir özne ile bir yüklemden oluşan cümle türü: Bu gün hava oldukça serin. Günler kısa geceleruzun. Gökyayım ne yapsam ziyade değil / Sentileyin hasmı rüyada değil / Topun namlusunda görenlerindir (O. Ş. Gökyay, Bu Vatan Kimin1?) . Eğerlen kıratı alın getirin /Ağam gelir diye gözü yoldadır (Karaca-oğlan) vb. bk. basit cümle. basit cümle (Alm. einfacher Satz; Fr. phrase simple; İng. simple sentence; Osm. cümle-i basite) Bir düşünceyi bir duyguyu veya bir oluş ve kılışı tek bir yargı hâlinde anlatan ve en az bir yüklemden oluşan cümle türü: Bu yıl ağaçlar erken çiçeklendi. Elimdeki işi yarına kadar bitirmeliyim. Ben yalnız değilim. Sen iyi misin. Bu güller tam aradığım türdendir, vb. Buna göre basit cümleyi basit ad cümlesi ve basit fiil cümlesi olarak ayırabiliriz. Bunlara bk. Karşıtı birleşik cümle’dir. basit ek Bir tek ünlü veya ünsüzden yahut da ünsüz-ünlü, ünlü-ünsüz, ünsüz-ünlü-ünsüz birleşiminden oluşan ve yapısı bakımından içinde başka bir ek bulunmayan ek: anne+m; taş+a; çalış+sa; doğru+la-; top+aç; oy-uk; kira+lık; ök+süz; tat+sız; oku-mak, ev+lervb. basit fiil (Alm. einfaches Verb; Fr. verbe simple; Ing. simple verb) Yapı ve anlam bakımıdan daha basit öğelere ayrılamayan, tek veya iki heceli kök durumudaki fiil: at-, aç-, ye-, gir-, tut-, yaz-, oku-\b. basit fiil cümlesi Bir düşünceyi, bir duyguyu veya bir oluş ve kılışı yargı hâlinde bir tek çekimli fiille anlatan ve en az bir özne ve bir çekimli fiil öğesi taşıyan basit cümle türü: Üşüyorum. Sen üşümüyor musun ? Bahçenin kapısı açık kalmış. Yarın buradan ayrılıyoruz. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır vb. basit kelime (Alm. Simplex, einfaches Wort; Fr. mot simple; îng. simple form; Osm. kelime-i basite) Türetilmiş veya birleşik olmayan ve yapısı daha küçük parçalara ayrılamayan kök durumundaki kelime: at, el, üç, beş, yok, bu, şu, o, at-, yak-, üz-vb. basit kip (basit zamanlı kip) (Alm. einfaches Tempus; Fr. temps simple; İng. simple lense Osm. ezmine-i basite) Herhangi bir ek-fıil almadan yalnız esas fiiller ile kurulan ve yapısında tek bir kip eki taşıyan çekimli fiil. Basit kipler bildirme kipleri ve tasarlama kipleri olarak ikiye ayrılır. Bildirme kipleri; görülen geçmiş zaman, duyulan geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman ve geniş zaman kipleridir: yaz-dı-m, yaz-mış-sın, yaz-ıyor-sun, yaz-acak-sınız, yaz-ar-largibi. Tasarlama kipleri ise; istek, şart, emir ve gereklilik kipleridir: yaz-ayım, yazsan, yazsın, yazmahsın gibi. bk. bildirme kipleri, tasarlama kipleri, krş. birleşik kip. basit sıfat Türemiş veya birleşik olmayan yapı bakımından daha küçük parçalara ayrılamayan ve kendinden sonra gelen bir adın belirteci durumunda olan kök durumundaki sıfat: üç (kişi), mavi (keten), sarı (yaprak), kötü (alışkanlık) bazı (insanlar), ince (hesap) gibi. basit siga bk. bildirme kipleri. basit zarf (Alm. einfaches Adverb; Fr. adverbe simple; İng. simple adverb) Kök veya gövde durumunda olan ve tek kelimeden oluşan zarf. Bunların bir kısmı asıl zarftır. Bir kısmı da başka bir kelime sınıfından alınarak zarf olarak kullanılan sözlerdir: ahşam (geliriz), belki (değişir), az (yemiş), en (güzel iş), çok (pahalı), çok (yorulmuş), derhal (gitmeliymiş), pek (nazlı) vb. başkalaşma bk. benzeşmezlik. başta ünlü türemesi bk. ön seste ünlü türemesi. başta ünsüz türemesi bk. ön seste ünsüz türemesi belgisiz zamir bk. belirsizlik zamiri. belirli geçmiş zaman bk. görülen geçmiş zaman belirli nesne (Alm. Objekt, bestimmtes Objekt; Fr. complement direct, determine; İng. object, direct object; Osm. mefûlü sarih, mefûlün bih sarih) Cümlede fiili geçişli olan yüklemin belli bir kişiyi veya nesneyi etkilediğini gösteren ve yükleme durumu eki almış olan nesne: Odayı temizlemek, kitabı okumak, terziyi aramak, işi bitirmek. Biz toprağı tarla diye kullanırız. Okudukları, ona çocukluğunun tatlı günlerini hatırlatıyordu. Bu hâlis incileri, birtakım incik boncukla değiştirmek, en azından incideki kıymeti anlamamaktır (N. S. Banarlı, Türkçenin Sırları, s. 5). Gidenler, arkalarından ne kadar ağladığımızı, haykırdığımızı, kalbimizde açtıklan derin boşluğu bilmiyorlar mı ? (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 40). Bahçeye döndüğü zaman Tevfik Beyi olduğu yerde buldu (A. H. Tanpınar, Huzur 196). Nuran, Emin Bey’in bulunduğu geceden sonra evi görmemişti, (göst. es. 295) vb. bk. nesne. belirli nesne eki bk. yükleme durumu eki belirsiz geçmiş zaman bk. duyulan geçmiş zaman belirsiz nesne (Alm. unbestimmtes Objekt, Fr. complement direct indetermine; îng. indetermined direct object; Osm. mefûl-i gayri sarih, mefûlünbih gayri sarîh) Cümlede yüklemin belirtilmemiş bir kişi veya şeyi etkilediğini anlatan ve yükleme durumu eki almamış bulunan yalın durumdaki nesne: resim yapmak, kitap yazmak, iş tutmak, ateş yakmak, tavuk kesmek, çiçek toplamak, yol açmak vb. Köy evlerinin bahçelerinde çok mu çiçek yetiştirirsiniz’? (N. S. Banarlı, Türkçenin Sırları, s. 191). Kılıç olup beynine inebilecek çeliğe su verme (A. N. Asya, Kubbeler, s. 70). Mümtaz araya lâf girmesini istemiyordu (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 294). Kanepeye uzanmış, dizlerine dayadığı büyükçe bir kitabın üzerinde üstüste bir yığın kağıda desenler çiziyordu (göst. e. s. 159). vb. belirsiz özne Bazı cümlelerde öznelerin yok gibi görünmesi veya belli olmaması: Afiyet olsun. Bundan bana ne. İşte bu kadar!, işte böyle! vb. belirsiz sıfat bk. belirsizlik sıfatı. belirsizlik sıfatı (Alm. unbestimmtes Adjektiv, unbestimmtes Beitvort; Fr. adjectif indefini; İng. indefinite adjectıve Osm. tayinsiz sıfat) Kişileri, nesneleri ve diğer kavramları karşılayan adları; sayı, miktar vb. bakımlardan kabataslak gösteren sıfat: Bir akşam birkaç kişi, her gün, hiç kimse, bazı insanlar, bütün yollar, çoğu zaman, az para çok iş, herhangi biri, falanca yerden, filanca iş, biraz anlayış, birçok bakımdan, başka taraftan, öbür masaya vb. Bütün akşam onu dinlerken, çok rahatsız uykularda birdenbire kilitlenmiş çenelerin vehmi olan o yorucu ve yarı kâbus konuşmaları hatırlamıştı (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 272). Öyle zannedildiği gibi şakaya gelecek, kolay kolay tepesine çıkılacak bir adam olmadığını göstermek için bu ne güzel bir fırsattı (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 59). Güneş çekildi, her tarafa gölgeler doldu, kavakların yüksek yaprakları tekrar aydınlandı (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri, s. 106). belirsiz zamir bk. belirsizlik zamiri belirsizlik zamiri (Alnı. unbestimmtes Fürıvort; Fr. pronom indefıni; İng. indefi-nite pronoun Osm. müphem zamir, zamîr-i müphem) Kişileri veya nesneleri belirsiz olarak temsil eden zamir: bazısı, bazıları, başkası, biri, biriniz, birkaçı, birçoğumuz, hepsi, herkes, hepimiz, hiçbiri, hiçbiriniz, kimse, kimisi, insan, adam vb. Daha kimse odununu alamamış, bir çare bulamamıştı (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri, s. 86). hiçbirisi bu işte beni dinlemiyorlardı (a. H. Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s. 92). Bir başkası Mübarek’in böyle yer değiştirmelerinin, misafirliğe gitmelerinin sık sık vakî olup olmadığını sordu (g. e. s. 160). Hepsi ona büyülenmiş gibi bağlı ve hepsi de bu yüzden azçok biçare idiler (g. e. s. 163). Bugüne kadar bana kimse gelmedi. İnsan bir hatır sorar. vb. belirten bk. tamlayan belirtilen bk. tamlanan belirtili ad tamlaması (Alm. Genitivkonstruktion; Fr. construction genitive; İng. genetival construktion; Osm. tayinli izafet, terkîb-i izâfi-i muayyen) Tamlayanı ilgi durumu eki almış bir ad veya zamir, tamlananı teklik 3. şahıs iyelik eki almış olan, dolayısıyla belirti eki taşıyan ve tamlayanla tamlanan arasında şahıs bakımından uygunluk ve geçici anlam bağı bulunan ad tamlaması: akşam+ın serinliği, oda+nın rengi, dam+ın tepesi, gözleri+nin siyahlığı, kapı+nın önü, duman+ın kokusu, ben+im kitabım, sen+in yolun vb. Karşıtı belirtisiz ad tamlamasıdır. belirtisiz ad tamlaması (Alm. verkürzter Genitiv; Fr. rapport d’annexion; İng. shortened genitival construction; Osm. tayinsiz izafet) Tamlayanı eksiz, yalın durumda bulunan, tamlananı teklik üçüncü şahıs iyelik eki almış olan ve tamlayan ile tamlanan arasında sürekli bir anlam bağı bulunan ad tamlaması: Bahçe kapısı, devlet siyaseti, dil gerçeği, dil bilgisi, kelime zenginliği, pazar yeri, yazı makinesi, yol kenarı, Bartı >. ili, İstanbul ili, Tuz Gölü, Alp dağları, Ren nehri. vb. belirtisiz tamlama bk. belirtisiz ad tamlaması belirtme durumu bk. yükleme durumu belirtme grubu Bir kelimenin taşıdığı kavramı daha belirgin duruma getirmek için kullanılan ve tamlamalardan daha geniş olan kelime dizisi: Güneşli sıcak havanın insan sağlığı üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri; konferansı başından sonuna kadar dikkatli dinleyen izleyicilerin konuya ilişkin soruları; kalın bir kitabın süslü cilt kapağı (TS, C. 1, s. 263); yeni işine kısa bir dinlenmeden sonra başlayabildi vb. Ayrıca bk. kelime grubu. belirtme sıfatı (Alm. Bestimmungsıvort, Bestimmungsbeiıvort; Fr. adjectif determi-natif; İng. determinative adjective; Osm. tâyin sıfatı, tâyini sıfat, sıfat-ı ta yîniyye) Adları işaret, soru, belirsizlik ve sayı bakımından belirten sıfat: bu yaz, şu ağaç, haç gün, hangi çocuk, kaçar kişi, kaçıncı defa, bir akşam, bütün gün, kimi zaman, her yıl, üç çocuk, sekiz hafta, birinci dönem, birer portakal, ikişer elma, ikili anlaşma, yedili şamdan vb. benzeşme (Alm. Angleichung, Assimilation; Fr. assimilation; İng. assimilation) Kelime içindeki bir sesin, boğumlanma noktası veya niteliği bakımından yan yana veya aralıklı duran bir başka sesle benzer veya eş duruma getirilmesi olayı: var-dur>var-dır, o+bir>öbür, pantalon>pantolon, has-te>hasta, çarşanba>çarşamba, sünbül>sümbül vb. Benzeşme, yan yana bulunan sesler arasında olabildiği gibi, komşu sesler arasında da görülür. Niteliği bakımından yarı benzeşme, tam benzeşme, yakın benzeşme, uzak benzeşme, ilerleyici benzeşme ve gerileyici benzeşme türlerine ayrılır. Yarı benzeşme, benzeşen sesin, benzeştiği sesin niteliklerinden bir veya ikisine uyum sağlamasıdır: penbe>pembe, sün-bül>sümbül, örneklerindeki diş sesi -n-, yanındaki dudak sesi -b-n’m etkisi altında bir dudak sesi olan -mye dönüşmüştür. İlerleyici benzeşmemde önceki sesin kendinden sonra gelen sesi, gerileyici benzeşmede ise, sonraki sesin daha önceki sesi kendi boğumlanma noktasına çekme biçiminde bir benzeşme olayı vardır. Bu olay yazı dilinde seyrek, ağızlarda yaygındır: anla->anna-, bunlar>bunnar, nişan-lı>nişannı, zenginlik>zenginnik, şemsiye>şemsiye, defter>tefler, Hatice>Hac-ce, kalmazsa>kalmassa, tarla>talla, türlü>tüllü, olmazsa>olmassa, yatsı (<yat-sıg)>yassı, «yassı namazı», gitsin>gissin. vb. Karşıtı benzeşmezlik’tir. benzeşmezlik (Alm. Entâhnlichung, Dissimilation, Differenzierung; Fr. dissimi-lation, differenciation; İng. dissimilation, differentiation) Bir kelimede yan yana veya birbirine yakın duran ve boğumlanma nitelikleri bakımından birbirinin tıpkısı veya benzeri olan iki ünsüzden birinin, kendi boğumlanma noktasını ötekinden ayırarak başka bir ünsüze dönüşmesi olayı. Bu olay daha çok r ve n akıcı seslerinin tekrarını önleme çabasından doğmuştur. Yazı dilinde seyrek, ağızlarda daha sık rastlanır: kınnap>kırnap, gmdap (An. Ağz), muşamma>muşam-ba, attar>aktar, berber>belbel, kehribar>kehlibar, fincan>fılcan, guman-dan>gumandar, «kumandan, komutan», tekraf>tekral, tepme>tekme vb. Benzeşmezlik olayı yakın ve uzak benzeşmezlik olarak ikiye ayrılır. Yan yana bulunan sesler arasındaki benzeşmezlik yakın benzeşmezlik (muşamma>muşamba, aşcı>ahçı) yanyana bulunmayan sesler arasındaki benzeşmezlik de uzak benzeşmezlik adını alır: berber>belber, birader>bila-der, fincan>filcan gibi. biçim bilgisi bk. şekil bilgisi biçim birimi bk. şekil birimi bildirme cümlesi (Alm. Aussagesatz, Behauptungssatz; İng. sentence of state-ment; Osm. haber cümlesi, cümle-i ihbâriyye) Bir yargıyı, bir gerçeği bildirmek için yüklemi bildirme kiplerinden biriyle kurulan ad veya fiil cümlesi: Ben konuşmaya hazırım. Havuzun suyu bulanıktır. Hazırlıklar devam ediyor. Bu gün kaynanamla uzun uzun konuştum (R. N. Güntekin, Acımak, s. 81). Arasıra bir iki ay perhiz ederim (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim.) Sanatta ihtilâl, çoğu zaman «herkes»in yerine «ben»in geçmesiyle olur (A. H. Tanpınar, Yaşadığım gibi, s. 293). Bu sükût benim dikkatimdir (göst. es. s. 333). Yarın sizinle birlikte gideceğiz vb. bildirme eki (Alm. Kopula; Fr. copule; İng. copula; Osm. haber edatı, edât-ı haber, edât-ı isnâd) tur- yardımcı fiilinin geniş zaman çekiminden (tur-ur) çıkan, yüklemi özneye bağlayan, ekleşip ünlü ve ünsüz uyumlarına giren, ek- fiilin bildirme kipinin teklik ve çokluk üçüncü şahıs çekimlerine gelerek anlamı güçlendiren -DIr/-DUr eki: olgundur, çalışkandır, siyahtır, çocuktur, yakındır, değildir vb. Bu ek, bazı bildirme ve tasarlama kiplerinin de sonuna gelerek oluş ve kılışa süreklilik, kesinlik, güçlü, bir ihtimal kavramları katar: Bu işlerde çalışan vatandaşlarımız Hindistan’da gerek anıtları korumak, gerek onları değerlendirmek için neler yapıldığını tetkik etmelidirler (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim, s. 123). Amma yine içimden hiçbir şey olmumışt ı r, sağ salim gelir diyordum öyle oldu (A. H. Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s. 292). Semra Seha, -Salıdan itibaren sahnemizde İstanbul’u teşhir edecektir (T’. Buğra, İbişin Rüyası, s. 149). Bana kalırsa, bu hiç de garip değild i r. Belki tabiî umurdan d ı r. Hal yoktur, mazi ve onun emrinde bir istikbal vardır (A. H. Tanpınar, s. 86). Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır (A. H. Tanpınar, göst. e. s. 33). Ve sanılır ki, yeşil türbe, rengini, eski Bursa baharlarının ılık sokaklarındaki en taze yeşillerinin özünden emmiş t ir. (F. R. Atay, göst. es. s. 12). vb. bildirme ekleri i- ek-fiilinin şahıslara göre çekiminde kullanılan, ad cümlelerinde özne ile yüklem arasında yargı bağı kuran ekler. Bu ekler 1. şahıs teklik ve çokluk çekimleriyle, 2. şahıs teklik ve çokluk çekimlerinde zamir kökenli -Im/-Um, -Iz/-Uz, sln-/slln, siniz, sUnl/z, 3. şahıs teklik ve çoklukta -Dlr/DUr, -DIrlAr/-DUrlAr1 dır: Çalışkan-ım, iyi-y-im, doğru-y-um; tatlısın, kimsin ? çocuksun, yakın-dır, güzel-dirvb. Bildirme ekleri, olumsuz yargı için değil kelimesi üzerine getirilir, değil-im, değil-iz, değilsin, degils iniz, değil-d i r, değil-d ir I er .vb. Ayrıca bk. ekfiil. bildirme kipi bk. bildirme kipleri. bildirme kipleri (Alm. Indikativ, Fr. indicatif; İng. indicative; Osm. sîga-i ih-bâriyye) Fiilin olumlu veya olumsuz nitelikteki yapılışını; geniş zaman, şimdiki zaman, görülen geçmiş zaman, duyulan geçmiş zaman ve gelecek zamanda olmak üzere belli bir zaman kavramı içinde veren kipler: al-ır-ım, al-ıyor-um, al-dım, al-mış-ım, al-acağ(k)-ım; çalış-ır, çalış-ıyor, çahş-tı, ça-lış-mış, çalış-acak. vb. Karşıtı tasarlama kipleri’dir. bildirme tarzı bk. bildirme kipleri. bilim dili (Alm. Sprache der Wissenschafi; Fr. langage scientifeque; İng. scientific language; Osm. lisân-ı ilmî) Bir bilim dalma mensup kişiler tarafından kullanılan ve içinde o bilim dalıyla ilgili terim ve deyimlerin bulunduğu dil: astronomi dili, hukuk dili, tıp dili, felsefe dili, teknoloji dili birer bilim dilleridir. birinci şahıs (Alm. erste Person; Fr. premiere personne; İng. fırst person) Söz içindeki oluş ve kılışı şahıslar hâlinde karşılayan şahıs zamirlerinden, konuşan veya konuşanların dil bilgisindeki adları: ben: ben gönderdim (konuşan:teklik 1. şahıs), biz: biz gönderdik (konuşanlar: çokluk 1. şahıs). Çekimli fiillerde, bir oluş veya kılışı gerçekleştiren ben veya biz özneli şahısları karşılayan ekler: -Im/-Um, -Iz/-Uz: gelir-im, gelir-iz; alıyorum, ahyor-uz; tutmuş-um, tutmuş-uz; verecek-im>vereceğim, verecek-iz>verece-ğizvb. birinci şahıs iyelik ekleri Bir nesnenin ben ve biz zamirleri ile karşılanan şahıslara ait olduklarını göstermek için o nesneyi karşılayan adın sonuna getirilen teklik 1. şahıs -(I)m/-(U)m, çokluk 1. şahıs -(I)mIz/(U)mUz ekleri: el-im, el-imiz; kalem-im, kalem-imiz, hol-um, kol-umuz vb. bk. iyelik eki. birinci teklik şahıs Zamirlerde, konuşanı, işi yapanı gösteren ben zamiri: çekimli fiillerde bu zamiri karşılayan şahıs eki -m, -(I)m/-(U)m Ben kendimden geçtim fakat şuurumu kaybetmedim (P. Safa, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, s. 164). Ben de işte şahsî mukadderatımızla millî mukadderatımızı birbirine karıştırmayalım, diyor-um (P. Safa, Bizlnsanlar, s. 47). Ben artıkgelemez-mi-y-im tiyatrona, senin yanına? (T. Buğra, İbişin Rüyası, s. 241). vb. birincil ses (Alm. Primârlaut, Hauptlaut; Fr. premiere phoneme; İng. primary sound; Osm. aslî sadâ, sadâ-i aslî) Bir kelimeyi oluşturan seslerden bir veya daha fazlasının zamanla değişme ve gelişmeye uğramadan önceki ilk şekli: ET. açLak>TT. ayak değişmesinde birincil ses -d-, ET. bar-mak > TT. varmak, ET. yabız, TT. > yavuz değişmelerinde birincil sesler ön ses ve iç sesteki 6’lerdir. r/ler ise ikincil (sekundâr) ses durumundadır. birincil uzunluk bk. aslî uzunluk birleşen (Alm. Komponente; Fr. composante, composant; İng. component; Osm. mürekkip) Birleştirme yoluyla kurulan birleşik kelimelerde, birleşmeye katılan kelimelerden her biri: aslanağzı «bir çiçek adı», hanımeli «bir çiçek adı», kadıngöbeği «bir tatlı türü», katırtırnağı «bir bitki adı» birleşik kelimelerinde bu birleşimi oluşturan aslan, ağız, hanım, el, kadın, göbek vb. kelimeler birer birleşen durumundadır. Üretici-dönüşümlü (trans-foarmationat) gramerde, tabanı oluşturduğu kabul edilen öğelerden her biri. birleşik ad (Alm. zusammengesetztes Substantiv, Kompositum; Fr. nom compose; İng. compound noun; Osm. mürekkep isim, ism-i mürekkep) En az iki kelimeden oluşan ve bu kelimelerin kendi kavramları dışında yeni bir kavramı karşılamak üzere, birleşik kelime kalıbına göre bi-raraya gelerek meydana getirdikleri ad: aslanağzı, hanımeli, gecekondu, kabadayı, kaptıkaçtı, külbastı, yelkovan, nasıl, niçin, pazartesi, kaynana, aş evi, radyo evi, göktaşı, şeker pancarı, yel değirmeni, kaya balığı vb. İki veya daha fazla şahıs adından oluşan özel adlar da birleşik ad grubunda yer alır: Recaizade Mahmut Ekrem, Ahmet Cağeroğlu, Reşit Rahmeti Arat, Necmettin Halil Onan, Tahsin Banguoğlu, İbrahim Necmi Dilmen vb. birleşik bağlaç İki veya daha çok kelimenin birleşip kaynaşması ile oluşan bağlaç: -demek ki, hâlbuki, nitekim, öyle ki, öyleyse, veya, veyahut gibi. "Kılıç alacaksan kesene bak" denilmiştir. Demek ki, aslında kesen kılıç dagil, para kesesi!... (K. Tahir, Devlet Ana, s. 204). Nasıl bir tavır takınacağını, hangi duyguda karar kılacağını bir türlü bilemiyordu. Hâlbuki bu şarttı artık Nahit’in söyledikleri de tam bir rastlantı idi. Hiç değilse düşünülmeden söylenmişlerdi (T. Buğra, İbişin Rüyası, s. 43). Biz sezinleyememişiz, meğerse yüreğimizi kibir gizliden kapmış (K. Tahir, Esir Şehrin Mahpusu, s. 51). Niçin bu ’ ahçı yamağı olmayayım, dedimy; madem ki yemek için yaşıyorum (O. Seyfettin, Bahar ve Kelebekler, s. 8). vb. birleşik cümle (Alm. zusammengesetzter Satz; Fr. phrase composee; İng. compound sentence; Osm. mürekkep cümle, cümle-i mürekkebe) İçinde esas yargının bulunduğu bir temel cümle ile, temel cümleyi anlam ve görev bakımından tamamlayan, yüklemi çekimli olan ve değişik yapı özelliklerine sahip bulunan bir veya daha fazla yardımcı cümleden oluşmuş cümle türü: Kendileri için değil, kendi hayatında ve kendin için seviyordun. Eğer seçtiğin devri meselelerinde arasay-dın, o zaman her şey değiştirdi (A. H. Tanpmar, Huzur, s. 302). Ar a sıra, âhiretten haber gelseydi, ölüm bu kadar müthiş olmayacaktı (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 46). Dünyanın başka yerlerinde öyle memleketler vardır ki, düzenini periler kurdu zannedersiniz (Y. K. Karaosmanoğlu, ğöst. e. s. 112). Fakat bir yaştan sonra babalar sustu mu, oğullar onlara cevap vermek ihtiyacını duyarlar (A. Ş. Hisar, Fahim Bey ve Biz, s. 86). Bu hususta ğûy a birçok tecrübeleri varmış gibi, beceriklidirler (A. Ş. Hisar, Geçmiş Zaman Fıkraları, s. 247). Felâketim şu ki, ben zaman zaman kendimi bulan adamım. (A. H. Tanpınar, AbdullahEfendiinRüyaları, s. 117). Gül gibi gelinimi görmez de, ağacın doruğunu görür. (Y. Kemal, Ortadirek, s. 128). Görünüşte dal, meyvanın aslıdır, fakat hakikatta dal, meyva için var olmuştur (Mevlânâ, Mesnevi TV, s. 43) vb. Birleşik cümlenin ki’li birleşik cümle, iç içe birleşik cümle ve şartlı birleşik cümle gibi türleri vardır. Bunlara bk. birleşik ek Birden fazla ekin birleşmesinden oluşan ek: -ımsa-(<-ım+sa-): azımsamak, küçümse-; -leş(<+le-ş-): taşlaş-, bulaş-; -lan-(<+la-n-): büyüklen-, kapılan-; -dıkça(<-dık+ça): koştukça, dinlendikçe; -ınç(<-n-ç): inanç, kazanç, sevinç, basınç; -mazlık (<-maz+lık): aldırmazlık, utanmazlık vb. birleşik fiil (Alnı. zusammenğesetztes Verbum, komplexes Verbum; Fr. verbe compo-se verbe complex; İng. compound verb, complex verb; Osm. mürekkep fiil) Ad soylu bir kelimeyle etmek, eylemek, olmak yardımcı fiillerinin birleşmesinden veya birer sıfat-fiil ya da zarf-fiil ekleriyle birbirine bağlanmış iki ayrı fiil şeklinin anlamca kaynaşmasından oluşmuş fiil türü: kabul etmek, yardım etmek, yarış etmek, hissetmek, emretmek, şükretmek; sağ olmak, yok olmak, alacak olmak, gitmiş olmak; açıvermek, tutuvermek; anlatabilmek, yapabilmek; olagelmek, süregelmek; bakakalmak, şaşakalmak; bekleyi-ğörmek; ğezedurmak, didinip durmak vb. Ayrıca bk. tasvir fiili. Birleşik fiillerin kalıplaşma yoluyla anlam değiştirerek deyimleşmiş olan türleri de vardır: bel bağla- "güvenmek", yerin dibine bat- "pek utanmak, pek mahcup düşmek", can çekiş- "ölmek üzere olmak", dolap çevir- "hile yapmak", dizini döv- "çok pişman olmak", dal budak sal"genişlemek, yayılmak", caka sat- "hava atmak, havalı olmak", ayak uydurmak "uymak, tabî olmak, uyum sağlamak", yeşil ışık yakmak "bir şeyi engellememek, hoş karşılamak, olur vermek", akıl yürüt- "ölçüp biçerek, düşünerek hareket etmek" vb. birleşik kelime (Alm. zusammengesetztes Wort, Kompositum; Fr. mot compose; İng. compound word; Osm. mürekkep kelime, kelime-i mürekkebe) Yeni bir kavramı karşılamak için iki veya daha çok kelimenin Türkçe-nin söz kalıplarına uygun belirli yollarla bir araya getirilmesi ile kurulmuş söz birliği. Bunların benzetme yolu ile ilk anlamlarını kaybetmiş olanları ile birleştirme sırasında ses düşmesine uğrayanları ve iki fiil birleşimine dayananları bitişik, diğerleri genellikle ayrı yazılır: açıkgöz, başıbozuk, dedikodu, gecekondu, kaptıkaçtı, katırtırnağı, «bir bitki», Akdeniz, Kızılırmak, Uludağ, cumartesi, kaynana (<kayın ana), sütlaç (sütlü aş), bakım evi, yemekhane, kara yolu, öğrenci yurdu, ana dili, gül suyu, bal arısı, koz helvası, yaban keçisi, çalı kuşu, yer elması, kuru yemiş, sapasağlam, derin derin (düşünmek) diri diri (yakmak); yarım yamalak (iş); alay etmek, kabul etmek, yok olmak, yazıvermek, bakakalmak, bilebilmek, olagelmek, kaybolmak, emretmek, seyretmek, kürek çekmek, çam devirmek, eyvah, hayhay vb. Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, birleşik kelimenin birleşik ad, birleşik fiil, birleşik sıfat, birleşik zarf, birleşik ünlem gibi türleri vardır. birleşik ses (Alm. Verbindungslaut; Fr. son de combinaison; İng. combination sound) Çıkış yerleri aynı veya birbirine yakın birden fazla sesin birleşmesinden oluşmuş ses: ET. rig:biriğ «bin», tarig «tan», Terigri «Tanrı»; ny: kanyu «hangi», kony (>koy: mal, mülk, koyun), çıgany (>çıgay:fakir); Fr. ch(ç) :cheque «çek», îng. eh (ç): church «kilise», chinese «Çince»; Alm. seh (ş): sehenken «bağışlamak». Mac. gy (dy): magyar (m°ady°ar) «Macar», gyöngy (dyöndy) «inci», gyüjtemeny (dyu:yteme:ny) «koleksiyon», gyöz (dyö:z) «yenmek»; Mac. ty (ty): tyu:k «tavuk», kesztyü (kestyü:) «eldiven», atya (atya) «baba»; Mac. ly (y): folyik (foyik) «ahmak», üyen (iyen) «öyle, bu türlü», isüly (şu:y) «ağırlık», mely (me:y) «derin»; Rus. (şç) ovo] (ovoşç) «sebze» vb. birleşik sıfat (Alm. zusammengesetztes Eigenschaftstuort; Fr. adjectif compose; İng. compound adjective; Osm. mürekkep sıfat, sıfat-ı mürekkep) Birden çok kelimenin kendi anlamlarını koruyarak veya değiştirerek tek bir anlam oluşturacak biçimde bir araya gelmesiyle oiuşan sıfat: boşboğaz (kadın), ağırbaşlı (davranış), kalın kafalı (koca), tezcanlı (adam), birtakım (işler), birçok (kimse), cingöz (çocuk), başıboş (hayvan) eli açık (kimse), beyaz tenli (kız), güler yüzlü (genç), cana yakın (çocuk) vb. birleşik zamanlı kip (Alm. zusammangesetztes Tempus; Fr. temps compose; İng. compound tense) Bildirme ve tasarlama kiplerinin 3. şah. teklik çekimi üzerine i- ek fiilinin hikâye, rivayet ve şart kiplerinin eklenmesi ile oluşan kipler. Çekimde şahıs ekleri i- ek-fıilinden sonra gelen hikâye, rivayet ve şart eklerine eklenir: bil-ir-di, oku-du-y-du-m, oku-muş-tu-m, oku-y-acak-tım, oku-y-acak-sa, gel-se-y-di-niz, gel-ecek-ler-se gibi. Kavram bakımından birleşik kip terimine koşuttur. Karşıtı basit kip’tir. birleşik zarf İki veya daha çok kelimenin birleşip, kaynaşması ile oluşan zarf: akşamüstü görüştüler. Size yarın akşam üzeri uğrasın. Kardeşim biraz rahatsızdır. Bugün ne olacağı bilinmiyor. İnsan iyi düşümeli. Öyle ileri geri konuşmamalı. İstanbul’a günübirliğine gidip döndüvh. bitmiş fiil (Lât. verbum finitum, Alm. Verbum Finitum, finite Verbalform) Fiil kök ve gövdesinin kip ve şahıs ekleri alarak çekime girmek suretiyle bir anlam değeri kazanmış, bir yargıya dönüşmüş biçimi: anladım, geldi, oturuyor, görüşecekmiş, gidecekler, gelirseniz vb. çekimli fiiüe eşit anlamlı bir terimdir. Bir de bk. çekimli fiil. Karşıtı bitmemiş fiil =çe-kimsiz fiil (Verbum İnfinitum, verbal noun) bitmemiş fiil bk. çekimsiz fiil boğaz (Alm. Pharynx; Fr. pharynx; İng. pharynx) Konuşma cihazının gırtlak ile dil kökü ve geniz boşluğu arasında kalan ve konuşma sırasında içinden geçen seslere türlü renkler veren boru parçası biçimindeki kısmı. boğaz boşluğu bk. yutak boğumlanma (Alm. Artikulation; Fr. articulation; İng. articulation; Osm. telâffuz) Konuşmayı sağlayan hareketlerin tümü; ciğerlerden gelen havanın, ses yoluyla belirli bölgelerinde açılma, kapanma, daralma, hışırdama vb. hareketlerle sese dönüştürülmesi olayı. boğumlanma bölgesi (Alm. Artikulationsstelle; Fr. region d’articulation; İng. region of articulation) Ağız boşluğunda seslerin meydana gelişini sağlayan çeşiüi bölgeler: dudak (bölgesi) ünsüzleri, diş (bölgesi) ünsüzleri, dişeti (bölgesi) ünsüzleri, damak (bölgesi) ünsüzleri gibi. boğumlanma noktası (Alm. Artikulationspunkt; Fr. point d’articulation; İng. point of articulation) Ağız boşluğunda seslerin oluştuğu çeşitli noktalar; bir ünsüzün çıkışı sırasında ses yolunun daralan veya kapanan noktası. boğumlanma tarzı (Alm. Artikulationsart, Artikulationsweise; Fr. mode d’articulation; İng. manner of articulation) Dildeki seslerin çıkarılış biçimi. Sesler, boğumlanma tarzlarına göre ünlüler ve ünsüzler olmak üzere ikiye ayrılır. Ünlüler, boğumlanma biçimi bakımından, ses yolunda herhangi bir engele uğramadan çıkarılması; ünsüzler ise, ses yolunun açılış kapanma veya daralması, ses tellerinin titreşip titreşmemesi özelliklerini taşırlar. bulanık ünlü Bir lehçe veya ağız özelliği olarak iki ünlünün boğumlanma noktalan arasında gidip gelen, boğumlanma niteliği bakımından duruluğunu kaybetmiş olan ünlü: â (bulanık a, a-ı arası): paralar; gaynânam burdâ galmış, e (bulanık e, e-i arası): men (<ben); çerge- «sarmak». î (bulanık ı, ı-a arası): başlîyan. ü (bulanık, ü, ü-i arası): geldim üşde beşde (Zeynep Korkmaz, Nevşehir ve Yöresi Ağızları, s. 3, 9). vb. bulunma durumu (Alm. Lokativ; Fr. locatif; İng. locative, Osm. mefûlünfih) Fiilin gösterdiği oluş ve kılışın yerini ve zamanını bildiren ad durumu: Bu küçük makalede bunun üzerinde duracak değilim (A. H. Tanpmar, Türk İstanbul, 164). Saçımızda aklar akları, alnımızda çizgiler çizgileri doğurdu; fakat nedendir bilmiyorum, kalbimizin kökünde yanan ateş hâlâ sönmedi (Y. K Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 50). Yanıbaşın-da oturduğumuzu bilmiyor (göst. es. s. 106). Düdüğün uzun ve keskin bir akisle havada çatlayan sesi, güvertede üstüste, tıklım tıklım yatan binlerce asker başını kımıldatarak boşlukta salladı (P. Safa, Mahşer, s. 8). Ben aynaların karşısında, elimde kalem, alnıma bir çizgi daha çiziyorum (A. Nihat Asya, Kubbeler, s. 14). Geçenlerde gazeteye bir yazı vermiştim (göst. es. s. 29). Gelecekte bugün yapılanlar hayırla anılacaktır. Tatilde gideceğim yer buraya benzemez vb. Bu durumdaki ek, adı fiile veya başka bir ada bağlarken "bulunma", "durma", "kalma", "yer", "uzunluk", "süre" gösterme gibi görevler yanında, kelime gruplarında ve cümle içinde çeşitli ilgiler de kurar. bulunma durumu eki Fiilin bildirdiği oluş ve kılışın yerini ve içinde bulunduğu durumu gösteren ad durumu eki: DA. : okul+da, tatil+de, dışarı+da, geçenler+de, kitap+ta, saat+tevb. bulunma grubu Bulunma durumu eki almış bir adın başka bir ad öğesi ile kurduğu kelime grubu. Grubu oluşturan adlar birer kelime grubu da olabilir. Bulunma grubu cümlede ve grup içinde ad, sıfat ve zarf görevi yüklenir: Elde bir, yükte hafif pahada ağır, çantada keklik, haftada bir, ayda iki gün, yılda üç ay, evinde hizmetçi, dışarıda hanımefendi (ad); İşin onda sekizini bitirdiler (ad), Yanında oturan yabancıya baktı (sıfat), Arada bir bize de uğradı (zarf), günde iki öğün yemek yerdi (zarf) vb. büküm (Alm. Beugung, Flexion; Fr. flexion; İng. flection, inflexion, accidence; Osm. insirâj) Yapım ve çekim sırasında kelime köklerinin farklı biçimlere girmesi şeklindeki kırılma olayı. Büküm; Arapça, Almanca, İngilizce, Rusça gibi Sami, Cermen ve İslav dillerine özgü bir olaydır: Ar. ketebe «yazdı» kökünün kütibe «yazıldı», yüktebü «yazılır», yüktebûne «yazılırlar», litük-teb «yazıl!»; kâtebû «mektuplaştı, yazıştı», kâtibun «yazan, kâtip», mektubun «yazılmış şey, mektup» mektebun «mektep okul» şekillerine girmesi; Alm. sehen «görmek», sah «gördü», gesehen «görmüş, görülmüş»; İng. to rvrite «yazmak» urrote «yazdı», unitten «yazmış, yazılmış» gibi. bükümlü dil, bükümlü diller (Alm. flektierende Sprachen; Fr. langue flexionel-les; İng. inflexional languages; Osm. tasrifi lisan, elsine-i tasrîfiyye) Kelime köklerinin yapım ve çekim sırasında önde, içte ve sonda bazı ekler alarak farklı şekillere ve kırılmalara uğradığı dil veya diller: Arapça, Almanca, Farsça, İngilizce, Rusça gibi. bk. büküm, büyük ünlü uyumu (Alm. Palatalharmonie; Fr. harmonie vocalique, harmonie palatale; İng. palatal harmony; Osm. büyük ahenk kaidesi, umumî ahenk kaidesi) Yalın veya eklerle uzatılmış olan Türkçe veya Türkçeleşmiş bazı alıntı sözlerde, ilk hecede bulunan ünlünün taşıdığı kalınlık-incelik niteliğinin ondan sonraki hecelerde de yer alması kuralı: anlaşmak, ayaklarından, yağmurun, korunmak, olgunluk, uğultu, düşüncesini, yüzüme, küçümsemesinin, incelik, yenilik, yöneliş, inilti vb. Alıntı sözlerde: duvar (<Far. dîvâr), kalıp (<Ax. kaalıb), surat (<Ar. suret), ıslah (<Ar. İslah) vb. bk. ünlü uyumu. -ccanlı dil Hâlen yaşamakta, çeşitli toplumlarda konuşma ve yazı dili olarak varlığını devam ettiregelmekte olan dil. Türkçe, Macarca, Fince, Almanca, Rusça, Çince, Japonca gibi: Sumerce ölü, Arapça canlı bir dildir vb. Karşıtı ölü dil’dir. canlı ek Dilde örnekleri çok olan, kullanılıştan düşmemiş ve köke kattığı anlam kolayca anlaşılan ek, yaşayan ek: akıl+cı, sanat+çı, süt+çü; yaş+a-, baş+la-, ağaç+lık; insan+ca; bil-gi, bur-gu; giy-in-, gir-iş-, döğ-üş-, koş-uş-, koş-tur- vb. Karşıtı ölü ek’tir. bk. ve krş. işlek ek. canlı kelime Hâlen kullanılan ve anlamı herkes tarafından bilinen, yaşayan kelimeler: gözlük, yaprak, toprak, gökyüzü, hayat, deniz, merdiven, çarşaf vb. karşıtı ölü kelime’dir. canlı kök Hâlen kullanılan ve anlamı herkes tarafından bilinen kökler, yaşayan kökler: dur-ak, söz+lük, bil-gin ver-gi, dil+siz, dal-gıç gibi kelimelerdeki dur-, söz, bil-vb. kökler. Karşıtı ölü kök’tür. cevap ünlemi Bir konuyu ve bununla ilgili bir soruyu uygun görme, onaylama veya karşı çıkma anlamlarında kullanılan ünlemler: evet!, elbette, Hay hay!, öyleya.’vb. Hay hay! dediğiniz gibi yaparım. Elbette, sizinle birlikte gelebiliriz. Öyle ya, bu konuyu daha sonra görüşecektik. Hayır sizinle birlikte gitmeyeceğim vb. cevher fiili bk. ek-fiil. cins bk. cinsiyet cins adı bk. tür adı cinsiyet (Alnı. Genus; Fr. genre; İng. gender; Osm. cinsiyyet, keyfeyyet) Bazı dillerde kelimelerin gramer bakımından «erkeklik», «dişilik» veya «yansızlık» özelliği taşıması. Alm. der Tisch «masa» erkek kelime, die Tasche «çanta» dişi kelime, das Buch «kitap» da yansız kelime türümdendir. İslâv dillerinden geçme +ça/+çe eki de eklendiği kelimede dişilik gösteren bir ektir: kral/kraliçe, Tanrı/Tanrıça «ilahe» gibi. Dilimizde erkeklik, dişilik ve yansızlık gösteren bir gramer kategorisi yoktur; kâtip /kâtibe, muallim/muallime, müdür/müdire gibi örnekler Arapçadan geçmedir. cinsiyetsiz (Alm. Neutrum; Fr. neutre; îng. neuter) Bazı dillerde dişi veya erkek cinsten sayılmayan ve tarafsızlık özelliği taşıyan kelime: Rus. okno «pencere» jelezo «demir», usilie «gayret», yav-leme «olay», dobro «iyilik», Sansk. pustaka «kitap», vari «su», cani «diz», Alm. das Fenster «pencere», das Gehalt «maaş, ücret», das Zimmer «oda», das Ergebnis «sonuç» vb. cümle (Alm. Satz; Fr. phrase; îng. sentence) Bir fikri, bir duygu ve düşünceyi, bir oluş ve kılışı tam olarak bir yargı hâlinde anlatan kelime grubu. Cümlenin varlığı için asgarî şart bir çekimli fiil veya ek-fıilden oluşan yüklemdir: Evin avlusuna, sırtında çuval kaplı yayvan torba, elinde bir ufacık iskemle ve uzun bir demir parçası, dağınık kıyafetli bir adam girdi (R. H. Karay, Eskici). Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur (M. K. Atatürk, Nutuk). Türklük, beş yüz seneden beri İstanbul’u ve Boğaziçi’ni bütün beşeriyetin hayâline böyle nakşetti (Y. Kemâl Beyatlı Aziz İstanbul?,. 183) vb. Cümleler yapılarına, yüklem türüne, yüklem yerine ve anlamlarına göre sınıflandırılır. Yapılışlarına göre sınıflandırmada basit cümle, birleşik cümle, bağlı cümle, sıralı cümle; yüklemine göre isim cümlesi, fiil cümlesi; yüklemin yerine göre kurallı cümle, devrik cümle; anlamına göre olumlu cümle, olumsuz cümle ve soru cümlesi türüne ayrılır. Bunlara bk. cümle başı bağlaçları Başında bulundukları cümleyi kendisinden önce gelen veya kendisinden sonra gelen cümle veya cümlelere çeşitli görevler ile bağlayan kelimeler. Bunlardan «fakat» ifadesi taşıyanlar: fakat, lâkin, ancak, yalnız, ama... «eğer» ifadesi taşıyanlar: eğer, şayet...; «gerçi» ifadesi taşıyanlar: gerçi, egerçi, vakıa...; «çünkü» ifadesi taşıyanlar: çünkü; «mademki» ifadesi taşıyanlar mademki, madem çünkü...; «sonuç, açıklama» ifade edenler: meğer, binaenaleyh, öyle ki, oysa ki, şöyle ki, nitekim, hâlbuki, kaldı ki, üstelik, belki, hatta, imdi, yani, mamafih, zaten zati, bari, keza, hakeza...; «benzerlik» ifade edenler: sanki, âdeta, nasıl ki, nite ki, nice ki, güya. ..; Şarta ve dereceye bağlayanlar: tek, yeter ki, meğer ki, velev, velev ki, tâ ki, illâ, illâ ki...; Bütün bunlardan başka şunları da zikredebiliriz: hele, hiç olmazsa öyleyse, hiç değilse. Bir de bk. bağlaç. cümle bilgisi (Alm. Syntax, Satzlehre; Fr. syntaxe; îng. syntax; Osm. nahiv) Bir dilde düşünce ve duyguların tam olarak anlatılabilmesi için gramer kurallarına uygun olarak dizilen kelimelerin, kelime gruplarının cümle ve söz içindeki görevlerini, biribirleriyle olan ilişkilerini, sıralanışlarını ve cümle türlerini inceleyen bilim dalı. cümle dışı öğeler Cümlenin kuruluşuna katılmayan; ancak, dolaylı olarak cümlenin anlamına katkıda bulunan bağlaç, ünlem, ünlem grubu, seslenme, ara söz gibi birimler: Hey! baksana! Zeki (bizim ayak işlerine bakan delikanlı) geldiğinde ilgilenmesini isteriz. Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir ileri!. Ey Türk gençliği! Evet! şimdi dediğimize geldiniz mi ? Bu görevi Ayşe yahut Ali yerine getirsin. Varsın istediğini yapsın bizi hiç ilgilendirmez. İlâhi kardeşim! bakıyorum sen de olmadık şeylere aklını takıyorsun vb. cümlenin öğeleri (Alm. Satzteil, Satzglied; Fr. membre de phrase; İng. parts of sentence; Osm. cümlenin unsurları) Cümlede bir duyguyu, bir düşünceyi, bir hükmü tam olarak anlatabilmek için kullanılan kelimelerin cümle bilgisinde aldıkları adlar. Cümlenin öğeleri temel öğeler ve yardımcı öğeler olmak üzere başlıca ikiye ayrılır. Temel öğeler: özne, fiil, nesne, tümleç ve zarftır. Yardımcı öğeler: "cümle dışı öğeler" diye de adladırılan ünlemve bağlaçlardır. Bunlara ve cümle dışı ögeler’e bk. cümle perdesi bk. cümle tonu. cümle tonu (Alm. Saizton; Fr. ton de phrase; İng. sentence tone) Cümlenin anlamına ve türlerine göre ayarlanan ve ses tellerindeki titreşimin yükseltilip alçaltılması ile belirlenen ton. Yargı cümlesi, soru cümlesi ve şart cümlelerindeki ton farkı bu durumla ilgilidir. Kelime tonları gibi cümle tonları da yükselen cümle tonu ve alçalan cümle tonu olmak üzere başlıca ikiye ayrılır. Yargı cümleleri yükselen tonla başlayıp alçalan tonla biterler. Soru cümleleri ile şart cümleleri yükselen tonla biten cümle türleridir: Bugün ulaştığımız sonuç f, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri } ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir} (M. K. Atatürk, Nutuk, s. 687). Peki efendimj Öteki kararlara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynı değil miydi? f. (göst. es. s. 10). Aldığımız notları dikkatli bir değerlendirmeden geçirirseniz f bazı yanılmaları önlemiş olursunuz],. Bu yabana kadın kimff. Çok söyledim f fakat dinletemedim}. Otur}. vb. cümle vurgusu (Alm. Satzakzent; Fr. accent de phrase; îng. sentence stres) Konuşma sırasında, cümlenin anlamına bağlı olarak, kelimeler arasında yer değiştirebilen ve kelimelerin, kelime gruplarının kendi vurgularından daha güçlü olan vurgu. Normal durumlarda cümle vurgusu yüklem üzerindedir. Cümle vurgusunu daha belirgin duruma getirebilmek için cümle düzeninde de değişiklik yapılabilir: Ahmet bu gün beklediğiniz paketi getire cek. Ahmet bu gün beklediğiniz paketi getirecek. Ahmet beklediğiniz paketi ’bu gün getirecek. Yarınki toplantıda hazırlığını yaptığınız konuyu görüşe ceğiz. Yarınki toplantıda hazırlığını yaptığınız konuyu görüşeceğiz. Hazırlığını yaptığınız konuyu ’yarınki toplatıda görüşeceğiz vb. bk. vurgu. -ççağnşun (Alm. Assoziation; Fr. association, İng. associatiori) Bir kelimenin anlam, şekil ve ses yakınlığı yoluyla başka kelimelerle kurduğu bağlantılar: ağaç, kıraç, tokaç; gelen, gören, bilen; ağırbaşlılık, ciddiyet, ciddîlik, resmîlik, oturaklılık vb. bk. çağrışun ilişkileri çagnşun alanı (Alm. Assoziationsfeld; Fr. champ associatif, İng. assodative fıeld) Kelimelerin yansıttıkları kavramları çevreleyen ve onlarla sürekli bir ilişki durumunda bulunan diğer kavram ve tasavvurların oluşturduğu alan: Hastane kavramının doktor, hemşire, hasta, beyaz gömlekliler, beyaz renk, acı çekenler, muayene, tedavi, ilâç, sedye, hastane kokusu vb. kavramlarla olan ilişkisi gibi. çagnşun ilişkileri Kelimelerin ses ve şekil yapıları, çekimleri, aynı kökten gelen türevleri ile anlam ve kavram yakınlığı bakımından bağlı oldukları çağrışım ilişkileri: Yazdırma kelimesinin ses yapısı bakımından kazdırma, azdırma; şekil yapısı bakımından kaldırma, yardırma, durdurma; aynı kökten gelen çekim ve türevleri bakımından yazdırmak, yazdıracak, yazdırdı; anlam ve kavram yakınlığı bakımından kaydetme, kaydettirme, dikte ettirme kelimeleri ile olan çağrışım ilişkileri gibi. çatı (Alm. Diathesis; Fr. voix; İng. voice; Osm. bina, fiil binası) Fiil kök veya gövdesinin, sözlük anlamında herhangi bir değişikliğe uğramadan fiilden fiil yapan belirli bazı eklerle genişletilerek cümledeki özne ve nesne ile olan bağlantısında uğradığı durum değişikliği; fiilin anlam değişikliği göstermeyen, ancak özne ve nesneye hükmeden şekil değişikliği. Çatılar, türlerine, aldıkları eklere ve işlevlerine göre kendi içlerinde etken çatı (yalın çatı), edilgen çatı, meçhul çatı, dönüşlü çatı, işteş çatı, ettirgen çatı diye sınıflandırılır. Bunlara bk. çatı ekleri (Osm. fiil binası lahikaları) Fiil kök veya gövdelerinden dönüşlülük (reflexive, mutavaat), edilgenlik (passiv, meçhul), ettirgenlik (faktitiv, ta’diye) ve işteşlik (reziprok, müşareket) gibi farklı görünüşlere sahip fiil çatıları yapmaya yarayan ekler: -(I)n/-(U)n- (giy-in-, tara-n-, tut-un-); -(I)l-/-(U)l- (at-ıl-, sevil-, gör-ül-); -(I)t- -(U)t- (acı-t-, oku-t-, yürü-t-), -(I)r-/-(U)r- (aş-ır-, geç-ir-, duy-ur-); -DIr-/ DUr- (al-dır-, gez-dir-, bul-dur-, sök-tür-) -(I)ş-/-(U)ş- (kes-iş-, bil-iş-, koş-uş-) vb. çatışma (hiatus) bk. ünlü çatışması. çekim (Alm. Deklination; Fr. declinaison; İng. declination; Osm. tasrif) Fiillerde kip, zaman tarz, şahıs, sayı; ad soylu kelimelerde çokluk, iyelik ve adların birbirleriyle ilişkilerini belirleyen durum kavramlarını göstermek için eklerin getirilmesi, bk. ad çekimi ve fiil çekimi. çekim eki (Alm. Flexionsendung, Flexionssuffix; Fr. desinence; İng. ending, ter-mination; Osm. tasrif lahikası) Ad veya fiil soylu kelimeler üzerine gelerek, bağlı oldukları kelime gruplarına göre, kelimeler arasında durum, iyelik, çokluk, kip, zaman, şahıs, sayı vb. ilişkiler kuran ek: ev+ler, oda+da, kapı+sı+nı, çalış-lyor-um, gel-me-di, aku-y-acak-mı?, bekliyor-lar-mış vb. çekimli ad Kök ve gövde durumundaki adların, cümle içinde çekim ekleri alarak başka kelimeler ile ilgi kuran, birtakım durumları, nitelikleri ve ilişkileri gösteren biçimi: Dün annesinin mektubunu bekledi, ata bindi. Henüz öğrenimini bitirmedi. Yarın şehirden ayrılıyorlar vb. çekimli fiil (Alm. VerbumFinitum;Fr. verbefini, verbe conjugue; İng. fınite verb; Osm. tasrifti fiil, fi’l-i munsarif) Zaman ve şahsa bağlı olarak bir yargı, bir tasarlama bildiren fiil. Geçmiş zaman kipinin şahsa bağlı çekimleri: okudum (<oku-du-m), okudun (<oku-du-n), okudu (<oku-du), oku-duk (<oku~du-k), okudunuz (<oku-du-nuz), okudular (<oku-du-lar); geniş zamanın şahıslara göre çekimi: gelirim (<gel-ir-im), gelirsin (<gel-ir-sin), gelir (<gel-ir), geliriz (<gel-ir-iz), gelirsiniz (<gel-ir-sin-iz), gelirler (<gel-ir-ler); istek kipinin gideyim (<gid-eyim), gi-desin (gid-e-sin) vb. çekimli kelime: bk. çekimli ad, çekimli fiil. çekimsiz fiil (Alm. Verbalnomina, Verbum Infınitum; İng. infinite verb forms, verbalnoun; Osm. fiil müştakları) Fiil kök ve gövdelerinden belirli eklerle türetilen; ancak, şahıs ekleri alarak çekime girmediği için yargı bildirmeyen bitmemiş fiil (Lât. Verbum infinitum, Alm. infinite Verbform) niteliğindeki -mAk, -mA, -Iş/-Uş; -An, -AcAk, -mIş/-mUş, -(y) ip/ -(y) Up, ve -ArAk gibi eklerle kurulan ad-fiil, sıfat-fiil ve zarf fiiller. Ayrıntı için bunlara bk. çene Ağız boşluğunun alt ve üst kısmında diş ve dudaklarla çevrilmiş bulunan ve konuşma sırasında ağzın rahatlıkla hareketini sağlayan organ. Çenenin alt kesimi alt çene; üst kesimi de üst çene diye adlandırılır. çevirme adlar Bazı kavramların adlandırılmasında başka dillerden çevirme yoluna başvurularak karşılanan ve anlamca o dillerdeki karşılıklarına paralel olan sözler. Türkçede banyo yapmak, yıkanmak, yerine banyo almak (İng. to take bath), gam yemek (Fr. gam horden); Alm. Vergismeinnicht, İng. forget-me-nofm Türkçede unutma beni; ve İt. bella donna, Fr. belle dame’m Türkçede güzelavrat otu ile karşılanması (D. Aksan, Anlam Bilimi, s. 99. not 110) kendine iyi bak (İng. take çare ofyou) gibi. çevirme yazı (Alm. Transkription, Umschrift; Fr. transliteration; İng. translitera-tion) Bir yazı sistemine göre yazılmış bir kelimenin veya bir metnin, o yazıdaki işaret değerlerini koruyarak başka bir yazıya aktarılması. Bu aktarma alfabetik yazı sisteminde her harfin, hece yazı sisteminde her hecenin, ideografik yazı sisteminde her ideografinin, bunlara karşılık olan eden özel birer harf veya işaretle karşılanması şeklindedir. Söz gelişi Arap harfleri ile yazılmış olan ^ Syi ZJ%* jii fjg ’fi mısramın çevirme yazı ile karşılanışı döker gözüm yaşın şeylâb her dem biçimindedir. çevriyazı (çeviri yazı) (fonetik yazı, ses yazısı, sesçil yazı (Alm. Transkription, Lautschrift; Fr. transcription; İng. transcription) Bir kelimeyi, bir yazılı metni veya bir konuşmayı, onların telâffuzdaki ses değerlerini dikkate alan özel alfabe işaretleri kullanarak yazıya geçirme. Yazı dilimizdeki değil, gelecek misin, gelemem kelimelerinin bazı Anadolu ağızlarındaki söylenişlerine göre dal, del; gelcemin? gelecânni? geliyomen şekillerinde yazılması gibi. çıkma dununu (Alm. Ablativ; Fr. ablatif; İng. ablative; Osm. denli meful, mefûlün anh) Kelime gruplarında ve cümlede, fiilin gösterdiği oluş ve kılışın kendisinden uzaklaştığını göstermek için kullanılan ad durumu: ikisinde de aynı sebeplerden gelme derin bir hüzün vardı (P. Safa, Şimşek, s. 34). Önlerinden geçtiğimiz bütün bu yalılar, mehtaplık halleriyle, bizi güya bir «elite» bulunduğuna inandırıyordu (A.Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s. 133). Gençlikte önümüzde âtinin bitmez mesafeleri gibi serilen bütün zamanlar elimizden ne kadar çabuk geçiyor, (göst.e. s. 225). Fatmayı derinden beri daldığı içlenmelerden, unutulmanın acılarından, en keskin hareketle geçirmek için bu kadarı kâfiydi (A.H. Tanpınar, Huzur, s. 77). Tanıdığı adamdan bu odada ne vardı? Maddenin ıstırabından başka hemen hemen hiçbir şey (göste., s. 324) vb. çıkma durumu eki Kelime gruplarında ve cümlede fiilin gösterdiği oluş ve kılışın kendisinden uzaklaştığını göstermek veya sebep bildirmek için kullanılan ve daha başka görevler de yüklenmiş olan +DAn durum eki: evden geliyorum, bahçeden çıktı, pencereden baktı, dağdan indi\h. bk. çıkma durumu. çıkma grubu Çıkma durumu eki almış bir ad öğesi ile bir sıfat ya da ad soylu başka bir öğenin oluşturduğu ad grubu: Kıldan ince, kılıçtan keskin (Sırat Köprüsü), babadan kalma (mal). İçinden pazarlıklı (adam). Gönülden kopan (yardım). Paradan çok daha önemlisi (sağlıktır). Bu grup cümlede ad-sıfat ve zarf görevi yapar: Topkapı ’dan Edirne kapı’ya kadar giden büyük surun orta kapısından şehre girdim (Y. K. Beyatlı, Aziz İstanbul, s. 119). Bahçeden içeriye doğru y ön e id i, kimse yoktu. Veya kalbimizin heyecanları bize haber verirdi ki uzaktan, sandalın içinde seçilen gölgelerden biri odur (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s. 197). Niko’ların meyhanesinde olup bitenleri gördükten sonra geceyi de, bütün günü de evde geçirmiş, cepheden getirdiği torbaya bakıp durmuştu (T. Akbal, Garipler Sokağı, s. 84). Ateşten gömleği giyebilirler mi? Tepedeki kardan adama bakınız. akmalı tanılama Tamlayanı çıkma durumunda olan ve tamlananı iyelik eki almış bulunan tamlama: Çocuklardan ikisi, kitaplardan birkaçı, yaşlılardan gayrisi sizden başkası, masallardan birivb. çıkmalı tümleç Fiilin anlamını tamamlayan ve çıkma durumunda bulunan dolaylı tümleç: Türkmenler yayladan indiler; insanlar geçim sıkıntısından bunaldı; kuşlar yuvadan uçtu. Çocuklar sınavdan çıktılar vb. çiçek dili Çiçeklerin tek başlarına veya demet hâlinde ele alınarak, belli bir hareketi, belli bir oluş veya kılışı saymaca bir değer ve anlam verme yoluyla anlatmak veya haberleşmek için kullanıldığı itibarî dil. Söz gelişi «beyaz kır papatyası»nm «kalp açıklığını», «beyaz kamelya»nm «gururu», «beyaz leylak»in «dostluğu» anlatması gibi. çift dudak ünsüzü (Alm. Bilabial; Fr. consonne bilabiale; İng. bilabiat) Her iki dudağın birbirine dokunması ile boğumlanan ünsüz: b / p / m. Bunlardan m aynı zamanda genzel nitelikli çift dudak ünsüzüdür: baş, baba, pınar, maya, melek vb. çocuk dili (Alm. Kindersprache; Fr. langage evfantin; İng. little language, nur-sery language) Konuşmaya ve ana dilini öğrenmeye başlayan küçük yaştaki çocukların söyleme güçlüğünü yenmek üzere bazı kelimeleri ses yapıları bakımından bozarak veya bazı nesneleri kendilerine has adlandırmalara başvurarak yaptıkları anlatım: «su»yun buv, «babaanne»nin bababe, «gezme»nin adda, «Nazmiye»nin Mamila, «tomurcuk»un gogogo «yu-murta»nm numunumuna biçiminde karşılanması gibi. çok anlamlı (Alm. polysemie, mehrdeutig; Fr. polysemie; İng. polysemantic, poly-semy) Bir kelimenin temel anlamı yanında, temel anlamı ile ilgili yeni kavramları da karşılar durumda olması niteliği: kol, göz, ağız, soy vb. kelimeler çok anlamlı kelimelerdir, bk. çok anlamlılık. çok anlamlılık (Alm. Polysemie, Vieldeutigkeit, Mehrdeutigkeit; Fr. polysemie; İng. polysemantic, polysemy) Bir kelimede temel anlamla bağlantılı birden çok anlamın bulunması; bir kelimenin, anlam gelişmesi yoluyla, asıl anlamı ile olan ilişkisini kaybetmeden yeni anlamlar kazanması: ET. olurmak «oturmak, durmak; ikamet etmek, yurt tutmak; tahta çıkmak»; ET. kün «güneş, gündüz zaman birimi»; yiğit «genç, güçlü ve yürekli delikanlı, medenî cesareti olan kimse» (D. Aksan, Anlam Bilimi, 109-112); ağız «organ adı, kapların ve içi boş şeylerin ağız kısmı; bir suyun denize veya göle döküldüğü yer; koy, körfez liman gibi yerlerin açık yanı; birkaç yolun birbirine karıştığı yer, kavşak; konuşmada bölgelere ve kesimlere göre değişen söyleyiş biçimi vb.»; alay «belirli sayıda birliklerden oluşan askerî topluluk; herhangi bir tören veya gösteride yer alan «kalabalık; çok kalabalık»; gelin alayı; bir alay insan; ayak «insan ve hayvan ayağı, dayak, destek»: köprü ayağı; «ırmağa kavuşan akarsu»: göl ayağı; «yürüyüşün ağırlık veya çabukluk derecesi»; basamak, «halk şiirinde kafiye»; baba «çocuk sahibi erkek; tarikat pîri»: Bektaşi babası; «Silâh kaçakçılığı vb., kirli işlerde çete başı, mec. yaratıcı, kurucu koruyucu kimse; üzerine halat takılan demir veya beton dikme; çatı merteği»; baş «insan veya hayvan başı; bir topluluğu yöneten kimse»: sınıf başı, kolbaşı; «bir şeyin başlangıcı»: hafta başı, aybaşı; «bir şeyin esası, temeli»: Her işin başı sağlıktır; «bir şeyin uçlarından biri»: yolun iki başı, tarlanın dört başı; «bir şeyin yakın çevresi»: havuz başı, ocak başıvb. yüz «insan yüzü, çehre, cephe, satıh, yüzey; keskin kenar»: bıçağın keskin yüzü vb., «binanın ön yüzü, cephesi, yastık kılıfı; mec, utanma, cür’et»: buraya gelmeye yüzü yok, ne yüzle bunu isteyebiliyorsun vb. çok harflilik Tek bir sesi karşılamak için birden çok harfin kullanılması: (Alm. sch (ş), tsch (ç); Mac. sz (s); Fr. au (u), eh (ş,k); İng. sh (ş), eh (ç) vb. çoğul eki bk. çokluk eki. çokluk eki (Alm. Pluralendung, Pluralsuffıx, Pluralzeichen; Fr. desinence du plu-riel, suffixe du pluriel; İng. plural ending; Osm. cemi lahikası) Adlarda ve zamirlerde aynı türden birden çok varlıkları anlatmak için; fiillerde, fiilin gösterdiği oluş ve kılışı yapanın, yani şahsın çokluk olduğunu göstermek için kullanılan özel ekler: ağaç+lar, çiçek+ler, oda+lar, bey+ler, okul+umuz, bahçe+lerimiz, çocuk+ları+mız; biz+ler, on+lar, anlattı-k, anladı-nız, geliyor-uz, gitmeli-y-iz, gidecek-lervh. çözülme aşaması Ses organının, bir sesin boğumlanması sırasında, «hazırlık» ve «duraklama» aşamalarından sonra girdiği üçüncü aşama. çözülme safhası bk. çözülme aşaması -D-damak Ağız boşluğunun üst kısmını çevreleyen ve belirli seslerin oluşmasında görev alan kubbemsi yer. Damağın sert bir tavan oluşturan ön kısmına ön damak, arka kısmına art damak, art damağın geniz boşluğundan ayrılan kısmına da yumuşak damak adı verilir. Bunlara bk. damak n’si (n) Dil sırtının ön veya art damağa dokundurulması ile boğumlanan n ünsüzü. Eski ve Orta Türkçede bol görünen bu ses, bugün yazı dilimizde diş n ’sine dönüşmüştür. Ancak, bir kısım Anadolu ağızlarında korunagelmiştir: bana, anlamak, deniz, ön, son, geniz, evin yolun vb. Damak n’si, yazı dilimizde, bazı damak sesleri yanında, söyleyiş bakımından sadece bir geçiş sesi olarak yer almaktadır: banka, yonga gibi. Damak n’sinin boğumlanmasında burun yolu da devreye girdiği için bu ünsüz, geniz n’si adını da alır. bk. geniz n’si. damak sesi Dil sırtının tümseklenip ön veya art damağa yaklaşması veya dokunması ile çıkarılan ünsüz türleri, bk. damak ünsüzü. damaksıl bk. damak sesi. damaksıllaşma (Alm. Palatalisierung; Fr. palatalisation, îng. palatalisation) Bir sesin boğumlanma noktasını değiştirerek damak sesine dönüşmesi: yangın> yangın, yonga>yonga, banka>banka > NYA panga, gelir-sin> An. ağz. gelirsin, olsun>olsun; ET öd "zaman" /ödle /ödlen > TT. öğle, öğlen "öğle vakti, gün ortası"; öd "zaman" / öd-ün>öyün, öğün "yemek, bir defalık yiyecek"; RİA. karavana>karağana, mahalle>mağalle, zahmet>zağ-met, lambanın>lâmba-ğ-un vb. damak ünsüzü (Alm. Guttural, Kehlkopflaut; Fr. consonne gutturale; İng. gut-tural; Osm. sâmit-i hanekî) Dil sırtının tümseklenip ön veya art damağa yaklaşması veya dokunması ile çıkarılan ünsüz türleri: Kesmek, gezmek, ekmek, kalın, atkı, yoğurt, yiğit, banka, yonga kelimelerindeki k / k /, ğ / g, ğve n ünsüzleri gibi. Bunlardan k / g, dil sırtının ön tarafı ile ön damak arasında boğumlandıkları için ön damak ünsüzleri; k /ğ ünsüzlüre de dil sırtının arka tarafı ile art damak arasındaki bölgede soğumlandıkları için art damak ünsüzleri adlarını alırlar, ğve n ünsüzleri her iki türde de yer alır. Boğumlanma noktaları, hece kurdukları ünlülerin kalın veya ince oluşu ile ayarlanır: eğer, ağar, zengin, yangın gibi. daralma (1) Bazı seslerin boğumlanması sırasında ses yolunda meydana gelen daralma, ı / i, u / ü ünlüleri ile s, z, ş gibi ünsüzler, ses yolunun daralması ile boğumlanan ünsüz türleridir. daralma (2) bk. Ünlü daralması dar ünlü (Alm. enger Vokal, geschlossener Vokal; Fr. voyelle etroite; İng. narroıu votvel; Osm. sâit-i gayr-ı mebsût) Alt çenenin az açılması ve ses yolunun daralması ile boğumlanan ı / i, u / ü ünlüleri: ılık, ilik, uzun, üzüm gibi. Karşıtı geniş ünlü’dür. Ayrıca bk. kapalı ünlü. değişken ses (Alm. Allophon; Fr. allophone; İng. allophone Fonem denilen bir ses bilgisi biriminin boğumlanma özelliğinden kaynaklanan değişik türleri. Söz gelişi, a ünlüsünün konuşma cihazının biraz daralması ile boğumlanan kapalı a (â) türü ile hafif yuvarlak-laşan yuvarlak a türü (aB), a ünlüsünün değişken sesleridir. Ünlülerde olduğu gibi ünsüzlerin de ünlüler ile birleşip hece kurarken gösterdikleri değişik boğumlanma özelliklerine göre değişken sesleri ortaya çıkar. Lâmba, lokum kelimelerindeki l’-ler alın kelimesindeki -l-nin birer değişken sesi durumundadır. değişken şekil (Alm. Allomorph; Fr. allomorphe; İng. allomorph) Aynı anlam ve görevdeki bir şekil bilgisi biriminin ses yapısı bakımından farklılaşan türü; şekil bilgisinin anlamlı bir küçük öğesi olan bir kelime kökünün veya belirli görevler ile buna eklenen bir ekin farklı ses yapısına girmiş olan biçimi. Söz gelişi lehçe ve ağız ayrılıklarına göre ve çeşitli nedenlerle bazı köklerin bez/böz, er/ir «erken», çez-/çöz-, er-te/örte «ertesi gün»; baba/buba, bıldır/bildir «geçen yıl», ıldız/yulduz biçimlerinde ses değişmesine uğraması. Aynı durum ekler için de söz konusudur. -Di / -DU geçmiş zaman ekinin ünlü ve ünsüz uyumlarına bağlı olarak -di/-di, -du/-dü, -ti/-ti, -tu/-tü, -DUKgeçmiş zaman sıfat-fiil ekinin yine aynı nedenlerle -dık/-dik, -duk/-dük, -tık/-tik, -tuk/-tük biçimlerine dönüşmesi gibi: al-dı, ver-di, oku-du, gör-dü, aç-tı, biç-ti, tut-tu, öt-tü, tanı-dık, bil-dik, tut-tuk (ğ) umuz iş, yürü-dük (ğ)ümüzyolvb. değişken şekillik (Alnı. Allomorph; Fr. allomorphe; îng. allomorph) Aynı anlam veya görevdeki bir şekil bilgisi biriminin ses yapısı bakımından çeşitlenmesi. Söz gelişi +lık addan ad türetme ekinin +hk/ +lik, +luk/ +lük biçimlerine girişi gibi: ağaç+lık, ev+lik, ot+luk, ömür+lük vb. Aynı durum yine birer şekil birimi olan kelime kökleri için de söz konusudur. ET. tıl/til «dil», bıç-/biç- (biçmek), bun/mun «sıkıntı, keder», TT. balta, Kary. bolta, ET. eşit-/TT. işit-;TT. bebe/Az. böbe, TT. güzel/Az, gözelvb. bk. değişken şekil. değişimli ünsüzler (Alnı. Korrelation, Wechselbeziehung; Fr. allophone; İng. cor-relation) Ünsüz uyumuna veya iki ünlü arasındaki ses değişmesi olaylarına bağlı olarak tonluluk ve tonsuzluk bakımından birbirinin yerine geçen t / d, ç / c, p / b, k /g gibi ünsüzler: geçit/geçidi, gitti/girdi, esti/ezdi, ağaç/ağacın, kap/kaba, hevenk/hevengi, çocuk/’çocuğu vb. deneyli ses bilgisi (Alnı. experimentelle Phonologie; Fr. phonologie experimentale; İng. experimental phonology; Osm. tecrübî fonetik) Belirli bir dildeki seslerin oluşmasını, boğumlanma yer ve özelliklerini, çeşitli teknik araçlara dayanarak tespit eden ses bilgisi dalı. deneyli ses bilimi (Alnı. experimentelle Phonetik; Fr. phonetiaue experimentale; İng. experimental phonetics) Seslerin oluşmasını, boğumlanma yer ve özellikleriyle algılanmalarını çeşitli teknik araçlara dayanarak inceleyen ses bilimi dalı. deneysel ses bilgisi bk. deneyli ses bilgisi devrik cümle (Alm. Anakoluth, Satzbruch; Fr. anacoluthe, phrase inverse; İng. anacoluthon; Osm. cümle-i ma Tıûse) Anlamı güçlendirmek veya güzelleştirmek için Türkçenin normal söz dizimine aykırı olarak yüklemi öteki cümle öğelerinden daha önce gelen cümle: Ne mutlu Türküm diyene. Gelmiyor işte bütün ısrarlarıma rağmen: Gönderecek yarın istediğimiz kitapları. Alıver şu işi üzerine. Neden bekliyoruz burada? Nasıl anlaşabiliriz bu konuda? Kendine güven duygusudur başarmanın ilk şartı. Al birini vur birine. Besle kargayı oysun gözünü, vb. deyim (Alm. Ausdruck, Redensart; Fr. locution; İng. locution, idiom; Osm. tâbir) Gerçek anlamından farklı bir anlam taşıyan ve çekici bir anlatım özelliğine sahip olan kelime veya kelime grubu: Abayı yakmak, aşağıdan almak, bağrına taş basmak, buluttan nem kapmak, çileden çıkmak, dalga geçmek, el ele vermek, karşı gelmek, mercimeği fırına vermek, nalları dikmek, saman altından su yürütmek, üç buçuk atmak, yasak savmak, yüzgöz olmak, zılgıt vermek vb. deyim aktarımı (Alm. Metaphor; Fr. metaphore, İng. metaphore; Osm. istiare) Aralarında uzaktan veya yakından ilgi bulunan iki şey arasında bir benzetme ilişkisi kurarak, bunlardan birinin adını, geçici olarak kendisine benzetilen diğer şeyin adı ile karşılama olayı: Şu karşımızdaki mahşer kudursa çıldırsa Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz Cihan yıkılsa emîn ol bu cephe sarsılmaz. (M. Akif Ersoy’dan); Haydi arslanım göster kendini vb. Verilen örneklerde, insan kalabalığı bir «mahşer»e, cesur bir delikanlı «arslan»a benzetilmiştir. Bel-bayırı (İzmir), Karaburun (İzmir), Sırt-düzü (Malazgirt-Muş) gibi yer adları da deyim aktarımı ile ilgilidir. Bir söz sanatı olarak edebiyattaki karşılığı istiare’dir. «Açık istiare» (Osm. is-tiare-i musarraha) ve «kapalı istiare» (Osm. istiare-i mekniye) olmak üzere iki türü vardır. Bu olayı, istiare türlerine paralel olarak dil biliminde açık iğretileme, kapalı iğretileme terimleri ile karşılayanlar da vardır. deyimler sözlüğü Bir dildeki deyimleri alfabe sırasına göre düzenleyen sözlük. dışa dönük ünlemler İnsanın, dış dünyada kendi dışındaki kimselerle, hayvanlar ve nesnelerle olan iletişim ilişkisini seslenme, gösterme, sarma, onaylama, cevap verme yollarıyla ortaya koyan ünlem türleri: a, abe, bre, ey, haydi, hişt, hop, hû, yahu, deha, nah, elbet, evet, hayır, hı, oo, oh, peki, tabii vb. Bunlar kendi içlerinde seslenme ünlemleri, gösterme ünlemleri ve sorma ünlemleri gibi alt gruplara da ayrılırlar. Örnekler için bk. ünlem. diksiyon (Alm. Dikton, Fr. diction; Osm. belagat) Konuşmada ve okumada seslerin, kelimelerin, vurguların, anlam ve heyecan duraklarının açık ve anlaşılır olmasına dikkat eden konuşma biçimi; düzgün söz söyleme sanatı: Özel televizyon kanallarında diksiyonu bozuk konuşmacılar hiç eksik değil... diksiyon bozukluğu bağışlanır bir kusur değildir vb. dil (Alm. Sprache; Fr. langue, parole; İng. language) İnsanlar arasında karşılıklı haberleşme aracı olarak kullanılan; duygu, düşünce ve isteklerin ses, şekil ve anlam bakımından her toplumun kendi değer yargılarına göre biçimlenmiş ortak kurallarının yardımı ile başkalarına aktarılmasını sağlayan, seslerden örülü çok yönlü ve gelişmiş bir sistem. Türkçe, Almanca, Çince, İngilizce, Japonca gibi. Dünya üzerinde konuşulan diller, a) Köken, b) Yapı bakımından sınıflandırılmaktadır. Köken bakımından yapılan sınıflandırmada, bilinmeyen devirlerde aynı ana dile bağlanan bir köken akrabalığı söz konusudur. Hint-Avrupa, Hami-Sami, Fin-Ugur, Ural ve Altay dil aileleri bu temeldeki bir sınıflandırmaya dayanan dil aileleridir. Dünya dilleri yapı bakımından da tek heceli diller (holierende Sprachen, isolating kanguages, monosyllabic languages.), eklemeli diller (agglutinierende Sprachen, agglutinative languages) ve çekimli diller (jlektierende Sprachen, inflec-ted languages) olmak üzere üçe ayrılır. Her dil taşıdığı söz hazinesine, kullandığı alanlara, yaşayıp yaşamadığına ve toplumun içinde onu kullanan kesimler açısından taşıdığı farklı özelliklere göre konuşma dili, yazı dili, halk dili, aydın dili, bilim dili, edebî dil, kültür dili, millî dil, ortak dil, resmî dil, yaşayan dil, ölü dil olarak da sınıflandırılabilir. Bunlara bk. dil ailesi (Alm. Sprachfamilie, Fr. famille de langues; İng. family of language, lin-guistic family) Aynı ana dilden türeyen ve aralarında akrabalık ilişkileri bulunan dillerin oluşturduğu bütün. Çin-Tibet, Hâmî-Sâmî, Hint-Avrupa, Altay ve Kafkas dil aileleri gibi. Türkçe, Ural-Altay dil grubunun Altay dilleri ailesindendir. dil akrabalığı (Alm. Sprachvenuandschaft; Fr. parente de langues; İng. relation-ship of languages, linguistic affinity, linguistic segmentation) Aynı ana dilden gelen diller arasndaki ses sistemi, şekil yapısı ve söz dizisi yakınlıklarından kaynaklanan bağlantı. Aralarında bu türlü yakınlıklar bulunan diller akraba diller adını alır. Türkçe ile Moğolca, Almanca ile Felemenkçe, Fransızca ile Rumence, Arapça ile İbranice gibi. Dil akrabalığında söz hazinesinin de yeri vardır: Alm. bruder, İng. brother, Far. birader; Alm. mutter, İng. Mother, Far. mâder gibi. dil atlası (Alm. Sprachatlas; Fr. atlas linguistique; İng. linguistic atlas) Dillerin, lehçelerin, ağızların ses ve şekil bilgisi özelliklerini, söz varlığını, bunların yayılış bölge ve alanlarını gösteren haritaların oluşturduğu atlas bk. ağız atlası. dil benzeşmesi (Alm. palatale Assimilation; Fr. assimilation palatale, loidel’har-monie labial; İng. assimilation) Yalın veya eklerle genişletilmiş bir kelimenin ilk hecesinde kaim veya ince, düz bir ünlü varsa, ondan sonraki hece ünlülerinin de kalın düz veya ince düz olmaları kuralı: ana, aslan, balık, yıldız, taşındılar, ışıldamak, kızgın, kıpırtı, beşik, bilek, elek, erken, çini, dinlemek, beklemek, giyimli, kişilik, sevindiler, yeşillik, yiğitlik vb. elma, kardeş, inanmak; çamur, yavru, olurken, seçiyor gibi örneklerdeki dil benzeşmesine aykırı oluşumların, ses değişmeleri ile ilgili özel nedenleri vardır. dil bilgisi Çeşitli düzeydeki okullarda, Türkçenin ses, şekil ve cümle yapısı ile cümlenin öğeleri arasındaki anlam ilişkilerini öğreten bilgi dalı; bu bilgileri veren dersin ve kitapların adı. bk. ve krş. gramer. dil haritası bk. dil atlası dil bilimi (Alm. Sprachurissenschafi; Fr. linguistiaue; İng. linguistics; Osm. lisaniyat, ilmü 7 lisân) Sosyal bir kurum olan dilin genel ve özel niteliklerini ve dil olaylarını inceleyen; dillerin doğuşlarını, zaman içindeki gelişmelerini, yeryüzündeki yayılışlarını ve aralarındaki ilişkileri araştıran ve niteliği bakımından diğer birtakım bilim dallan ile de yakın ilişkileri bulunan bilim dalı. Günümüzde dilbilimi terimi, dili yeryüzündeki ortak nitelikleri ve bütün belirtileri ile ele alan genel dilbilimi (Alm. Allgemeinesp-rachwissemschaft; Fr. linguistiaue generale; îng. general linguistics)’nin yerini almış durumdadır. Sesbilimi (fonetik, phonetik), biçimsel sesbilimi (Morphonologie, morpho, phonemics), şekil bilgisi (morphologie, morphology), cümle bilgisi (syntax), anlam bilgisi (Budeutungslehre, semantik, semantics), kelime bilimi (ıvortkunde, lexicologie, lexicology), ad bilimi (Namenkunde, onomastiaue, onomastic), lehçe bilimi (dialektologie, dialectology) dil biliminin başlıca dallarıdır. Dil biliminin, dil olaylarını tasvirî olarak inceleyen dalı tasvirî dil bilimi (deskriptive Sprachuıissenschafi, linguistiaue desk-riptive; deskriptive linguistics); dil olaylarının değişme ve gelişme seyrine bakmadan belirli bir zaman süresi içinde inceleyen dalı eş zamanlı (synckronisch, synchroninue, synchronic, static) dil bilimi, dil olaylarını tarihî gelişme ve değişme süreci içinde inceleyen dalı da art zamanlı (di-achronique, diachronic) dil bilimi diye adlandırılır, bk. art zamanlı yöntem, eş zamanlı yöntem. dilek-şart cümlesi Birleşik cümlelerde, temel cümledeki oluş ve kılışın gerçekleşmesini tasarlama durumundaki bir dileğe veya şarta bağlayan yardımcı cümle türü Bu tür cümleler dilek-şart kipi ekleri ile karşılanır, bk. dilek-şart kipi. İstanbul’a gitsem, aradığım kitapları bulabilirim. Nereye gitsek, neye baksak, ne yapsak, gönlümüz yaslı, gözlerimiz yaşlıdır. (Karaosma-noğlu, Erenlerin Bağından, s. 27). Şuraya oturuversem... Şu tavuk boyuna gıdaklasa... (T. Buğra, Yalnızlar, s. 174) vb. dilek-şart kipi (Alm. Desiterativum, Wünschform; Fr. desideratif; İng. desiterati-ve; Osm. sıga-i temenni) Birleşik cümlelerde, temel cümledeki oluş ve kılışın gerçekleşmesini şarta veya dileğe bağlayan yardımcı cümle yükleminin kipi. Bu kip fiil kök veya gövdesine -sa/-se eki getirilerek kurulur, yap-sa-m, yapsan, yap-sa, yap-sa-k, yap-sanız, yap-sa-lar şeklindedir: Zaten yapılacak şeyin ne olduğunu bilsem, sizinle konuşmam (Tanpınar, Huzur, s. 227). Tacettin mahallesindeki evimizin penceresinden iki yıl evvel bir keşiş hayatı sürdürdüğümüz Çankaya’yı görüyorum; biraz dikkatle bak s a m, senin evini de göreceğim (Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, 8.94). Nerede olsan ve nasıl gelsen ben seni tanırım (Karaosmanoğlu, göst.e., s. 63). Bir dost bulsam, onunla düşündüklerimi münakaşa edebilsem, ne iyi olurdu (S.F. Abasıya-nık, Bütün Eserleri, s. 142). vb. krş. istek kipi, şart kipi. diş-damak ünsüzü (Alm. Alveo-palatal; Fr. alveo-palatale; îng. alveo-palatal) Dil tacının diş yuvaları ile öndamak arasındaki bölgeye dokunması ile boğumlanan ünsüz türü. c / ç / j / ş gibi. Bunlardan c / ç patlayıcı, j / ş sızıcı diş damak ünsüzleridir, bk. ayrıca diş-eti ünsüzü. diş dudak ünsüzü (Alm. labiodental Konsonant, Lippenzahnlaut, dentilabial Konsonant; Fr. consonne labio dentale, consonne dentilabiale, îng. labio-den-tal consonant, dentilabial consonant; Osm. sâmit-i sinnî-şefevî) Alt dudağın üst dişlere dokunması ile boğumlanan v, f ünsüzleri, bk. dudak ünsüzleri. diş-eti ünsüzü (Alm. alveolarer Laut; Fr. consonne alveolaire; İng. alveolar) Dil tacının diş-eti-damak noktalarına dokunması ile boğumlanan patlayıcı ve sızıcı ünsüz türleri c / ç / j / ş: canlı, ceviz, çayır, çelik, Jale, jilet, şan, şeref gibi. Bu ünsüzler, diş-eti ile ön damak arasındaki bölgede boğumlandıkları için sınıflamada bunları diş-damak ünsüzleri olarak gösterenler de vardır, bk. diş-damak ünsüzü. dişilik (Alm. Weiblichkeit, Feniminum; Fr. feminin; Ing. feminine; Osm. müennes) Cinsiyet kavramının söz konusu olduğu dillerde dişi cinsten sayılan kelimenin aldığı biçim: Alm. die Blume «çiçek», die Strasse «cadde», die Frau «kadın»; Ar. kâtib, TT. kâtip/kâtibe «kadın kâtip», Ar. müdür, TT. müdür/müdîre «kadın müdür», hâmil «yüklü, taşıyan» / hâmile «gebe kadın», Ar. şâ-im, TT. saim «oruçlu» / saime «oruçlu kadın», Fr. lafem-me «kadın», la figüre «yüz, çehre», Rus. dver «kapı» kniga «katip», râna «yara» vb. Terimin karşıtı erkeklik’tir. Türkçenin gramerinde cinsiyet kavramı yoktur, bk. cinsiyet. diş ünsüzü (Alm. Dental, Zahnlaut; Fr. consonne dentale; tng. dental; Osm. sâ-mit-i sinnî) Dil ucunun veya dil tacının üst dişlere, diş etine veya diş eti-damak sınırına dokunması veya yaklaşması ile boğumlanan ünsüzler: d, t, c, ç, j, ş, z, s, n, I, r: dağ, taş, ceylan, çocuk, jambon, şakrak, zeytin, soğuk, nane, lokum, rahat gibi. Bunlar boğumlama noktasındaki küçük ayrılıklara göre kendi içlerinde de sınıflanmaya giderler: d, t, z, s, n, I, rdiş-dişe-ti noktalarında boğumlandıkları için tam diş sesleridir, c, ç, j, ş ise diş eti-damak noktasında boğumlandıkları için diş-eti (alveolar) sesleri durumundadırlar. Bunları diş-damak sesleri (alveolar) olarak gösterenler de vardır. Dilimizdeki kadı, Osman gibi bazı Arapça kelimelerde yer alan ve artık telâffuz değeri kaybolmuş bulunan peltek z (z, d) ünsüzü ile İngilizcedeki th ünsüzünü karşılayan peltek s (s) birer diş-ler-arası ünsüzdür. Bunlar dil ucunun ön dişlere dokunması ve ciğerlerden gelen havanın aradan sızması ile boğumlanan sızıcı ünsüzlerdir, yerlerine bk. dizin (Alm. Index; Fr. indeks; İng. index) Bir kitap içinde geçen kişi adları, yer adları, kavramlar, terimler vb. ile bir dergi cildinin yazar ve konularını eser sonunda veya müstakil bir kitap hâlinde, sınıflandırılmış olarak ve geçtiği sayfaları belirterek gösteren alfabetik liste. Türk Dili Dizini, Türk Kültürü (Dergisi) Dizini gibi. Metin hâlinde yayımlanan bir eserde, o metinde geçen kelimelerin anlamlarını ve metinde geçtiği yerleri belirten alfabetik sözlük. Di-vanü Lûğat’it-Türk Dizini, Tarama Sözlüğü Dizini, Türk Turfan Metinleri Dizini (lndex der Türkischen Turfan Texte) gibi. dolaylı anlatım (Alm. indirekte Rede; Fr. discours indirect; İng. indirect speech) Bir sözün olduğu gibi kelimesi kelimesine değil de konuşan veya yazan tarafından kip ve şahıs değişikliğine uğratılarak dolaylı şekilde ve bir rapor tekniği içinde aktarılması: Bu akşamki davete katılamıyorum, dedi, sözünün Bu akşamki davete katılamayacağını bildirdi, şekline sokulması; Gelecek yıl kongre yapılıp yapılmayacağını sordu. Bize, vereceğimiz kararlarda çok etraflı düşünmemiz gerektiğini hatırlattı vb. bk. dolaysız anlatım. dolaylı tümleç (Alm. indirektes Object, entferntes Objekt; Fr. complement indirekt; İng. indirect object; Osm. gayr-i sarih mefûl, mefûl-i gayr-i sarih) Cümlede yüklemin anlamını çeşitli yönlerden tamamlayan ve kesin-leştiren; bulunma, yönelme ve çıkma durumu eklerinden biriyle veya bir edatla birlikte bulunan yalın veya grup durumundaki adın cümle bilgisindeki adlandırılışı. Başka bir anlatımla, bulunma, çıkma ve yönelme durumu ekleri veya bir edat almış bulunan tümleç türü: Evde oturmak, bahçeye çıkmak, yoldan geçmek, gönlüne göre düzenlemek gibi. Daha geniş kasamlı sözlerde: Otobüs tekrar yokuş tırmanmaya başladığı için yavaşlamıştı; Doktor, hayatında ilk olarak beğenilmekten, benimsenmekten, hele hele deli gibi arzuladığı sevilmekten hoşlanmamış, gurur duymamış, aksine hüzünlenmişti. (T. Buğra. Yalnızlar, s. 231). Geçmişte iyice tecrübesi vardır (A.H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 280). Memleket içinde ve kendi kazançlarımızla yetiştiler (göst.e. s. 379). Ni-had masanın üstünden kibriti alarak ayağa kalktı (P. Safa, Mahşer, s. 69). Mum ışığında başladığım yazıyı lüks ışığında devam ettirdim ve elektrik ışığında bitirdim (A.N. Asya, Ayın Aynasında, . 72) vb. dolaysız anlatım (Alm. Oratio Recta, direkte Rede; Fr. discours direct; İng. direct speech) Bir sözün, dolaylı anlatımda olduğu gibi herhangi bir değişikliğe uğratılmadan, söylendiği gibi verilmesi. «Biliyor musun» dedi, Karşı tarafta bir daire boşalmış, bu sabah kiralık levhası gördüm, eğer hâlâ evden çıkmayı arzu ediyorsan gidip bakabiliriz. Eğer yazarlığa devam edeceksen, evde işlerini yapan bir kadın olması lazımdır, dedi. Bir Amerikalı kadın gazetecinin sözünü okumuştum, diyordu ki: Her başarılı iş kadınının arkasında ev işlerini yapan bir başka kadın vardır. Bize şunları hatırlattı: Vereceğiniz kararlarda çok etraflı düşünmelisiniz, vb. bk. dolaylı anlatım. dönücü çatı (Alm. Reflexiv; Fr. voix reflechie; İng. reflexive; Osm. mutavaat, bi-na-i mutavaat) Fiildeki oluş ve kılışın doğrudan doğruya özneye dönüşünü gösteren, yani öznenin bir işi kendi kendine yaptığını belirten fiil çatısı. Türk-çede bu çatı çoklukla -(I)n-/-(U)n- bazen de (I)l-/-(U)l- ekleri ile kurulur: al-ın-, çek-in-, soy-un-, sev-in-, tut-un-; yer-il-, dur-ul-, tut-ul-, «âşık olmak», yan-ıl-, yor-ul-, al-ış-, gel-iş-, tut-uş-, ol-uş-, yet-iş-, yıl-ış- gibi. dönüşlü fiil (Alm. Reflexiv, reflexives Verb; Fr. verbe reflechi, verbe pronominal; îng. reflexive verb; Osm. mutavaat fiili, fi’l-i mutavaat) Fiildeki oluş ve kılışın doğrudan doğruya özneye dönüşünü gösteren ve çoklukla fiillerden (I)n-/-//U)n-, bazen de -(I)l-/-(U)l- ve -(I)ş/-(U)ş-ekleriyle kurulan fiil şekli: geç-in-, gör-ün-, koru-n-, yol-un-, aç-ıl-, gir-iş-, yat-ış- vb. dönüşlü zamir (Alm. Reflexivpronomen, rückbezügliches Fünvort; Fr. pronom reflechi; İng. reflexive pronoun; Osm. zamîr-i mutavaat, mutavaat zamiri) Söz içinde yapılan işin yapana döndüğünü anlatan ve şahıs kavramını pekiştirerek belirten kendi zamiri. Bu zamir iyelik ekleri alarak bütün şahısları karşılar: kendim, kendin, kendi, kendisi; kendimiz, kendiniz, kendileri.: Sen bu işi kendin başarmalısın Bugüne kadar kendisinden herhangi bir haber çıkmadı gibi. dönüşme (Alm. Dekomposition; Fr. decomposition; İng. decomposition) Kelime içindeki seslerin biribirleri üzerindeki etkileri ile bir sesin başka bir sese veya bir kelimenin bütünü ile daha değişik bir ses yapısına dönüşmesi: ağaç>ayeç, baba>buba, göçtü>göşdü, bugün>bön, takı>da-h ı>daha, yanı>yeni vb. dublet kelime bk. ikili kelime dudak Alt çene ile üst çeneyi birleştiren, dişleri örten ve konuşma sırasında yuvarlak ünlüler ile dudak ünsüzlerinin boğumlanmasında başlıca etken olan organ. Bu organ alt dudak ve üst dudak olmak üzere iki parçadan oluşmuştur. dudak benzeşmesi (Alm. Labialattraktion; Fr. attraction labiale; İng. labial att-raction) Yalın veya eklerle genişletilmiş bir kelimenin ilk hecesinde yuvarlak bir ünlü varsa, ondan sonraki hece ünlülerinin ya dar yuvarlak yahut da düz geniş olmaları kuralı: budur, bölük, çocuk, dokuz, odun, topuk, ölüm, ömür, uzun, üzüm, boya, boşalmak, çoban, dudak, duvar, düşünce, göçebe, güneş, kolay, kovan, oyma, soğan vb. dudak sesi Boğumlanma yeri dudak olan ve ciğerlerden gelen havanın, yuvarlanan dudaklar arasından çıkması ya da dudaklarda engellenerek şekillenmesi ile oluşan ünlü, ünsüz türündeki ses. Türkçedi u, ü, o, ö ünlüleri ile b, p, m, v, /ünsüzleri dudak sesleridir, bk. dudak ünlüsü, yuvarlak ünlü. dudaksıl ses bk. dudak sesi dudaksıllaşma (Alm. Labialisierung; Fr. labialisation; İng. labialisation) Yuvarlak ünlüler yanındaki ünsüzlerle dudak ünsüzleri yanında bulunan ünsüzlerin boğumlanma noktaları bakımından dudak ünsüzüne dönüşmesi olayı: ög->öv-, dög->döv-, gönlek>gömlek, donuz>domuz, pen-be>pembe, anbar>ambar, perşenbe>perşembe vb. dudak ünsüzü (Alm. Labial, Lippenlaut; Fr. consonne labiale; İng. labial; Osm. sâmit-i şefevî) Her iki dudağın birbirine veya alt dudağın üst dişlere dokunması ile boğumlanan patlayıcı b, p; sızıcı v, f, m ünsüzleri. Bunlardan b, p, m çift-dudak; v,f diş-dudak ünsüzleri adını alır: başak, bilet, pamuk, pancar, mantar, minik, varlık, verim, fısıltı, filim gibi. durak (Alm. Pause, Ruhepunkt; Fr. pause; Osm. tevakkuf) 1. Konuşma sırasında bir düşünceden bir düşünceye, bir konudan başka bir konuya geçerken yapılan dereceli duraklama. Duraklama, yazıda satır başı, konuşmada ton derecelenmesi ile belli edilir. 2. Kelimeler arasındaki anlamın gerekli kıldığı ses kesintisi: A! ne söyleyecektim ? / unuttum işte. Bu gidişle / sen daha çok yıllar beklersin. Ee! / bu iş tamamlandı ya / artık / gönlünün dilediği yere gidebilirsin. Dur yolcu / Bilmeden gelip bastığın bu toprak / Bir Devrin battığı yerdir; /Eğil de kulak ver bu sessiz yığın / Bir vatan kalbimin attığı yerdir (N.H. Onan, Dur Yolcu, Ant., s. 922). Nedendir de / kömür gözlüm nedendir, / Şu geceler / benim uyumadığım, / Yaman derler / ayrılığın derdini /Ayrılık derdine doyamadı-ğım (Karacaoğlan) vb. bk. ahenk durağı. duraklama aşaması (Mm.Haltung, Stellung, Verschlussdauer; Fr. tenue; İng. re-tention; Osm. tevakkuf) Bir sesin boğumlanması sırasında, hazırlık aşaması ile çözülme aşaması arasında kalan ve boğumlanmayı gerçekleştiren aşama. duraklama safhası bk. duraklama aşaması durum (Alm. Kasus; Fr. cas; İng. case; Osm. ahvâl-i ism) Adın cümle içinde bulunduğu dil bilgisi şekli; yalın veya eklerle genişletilmiş olarak aldığı geçici durum. Türkçede adlar yalın, yükleme, ilgi, bulunma, yönelme, çıkma ve vasıta durumlarına girerler: Yalın durum kapı (hapı kırıldı). Yükleme durumu kapıyı (kapı+y+ı çaldı). İlgi durumu kapının (kapı+nın kolu). Yönelme durumu kapıya (kapı+y+a gitti). Bulunma durumu kapıda (kapı+da kaldı). Çıkma durumu kapıdan (kapı+dan döndü). Vasıta durumu kapıyla (kapı+y+la kolu, çocuk+la annesi) vb. Ad durumu ekleri, yukarıda belirtilen temel görevleri dışında daha başka bazı işlevler ile de kullanılır: sen+den küçük, su+dan cevap vb. Türkçenin tarihî dönemlerinde eşitlik (equativus: +ÇA);yön gösterme (direktivus: +gArU) ve vasıta (instrumentalis: +(I)n/+(U)n durumları, belirtilen özel eklerle karşılanırdı. Bugün bu durum ekleri Türkiye Türkçesinde yerlerini edatlara bırakmıştır. EAT’de uçın>üçin edatı da sıklıkla ekleşerek + çun/+çün sebep gösterme ekine dönüşmüştür. Buna bk. durum gösterme ekleri (Alm. Kasus Endungen, Suffixe des Kasus; Fr. sufftxes de cas; İng. case endings) Cümle içinde, adları, başka kelimelerle olan ilişkilerine göre çeşitli durumlara sokan ekler. Yükleme durumu eki +I/+U, ilgi durumu eki +(I)n/+(U)n, +nln/nlln, yönelme durumu eki +(y)A, bulunma durumu eki +DA, çıkma durumu eki +DAn ile karşılanır. Bunların özel maddelerine bk. durum zarfı bk. nitelik zarfı. duygu vurgusu (Alm. Affektbetonung; Fr. accent affectif; İng. emotional stress) Duygu bakımından anlamı güçlendirilen vurgu: Ya’şa!, ’varol!, ’ay, ’çok güzel! ’ne demek! ’amma da yaptın haa! vb. duygu tonlaması Sözlü anlatımda, duygu ve dileklerin ifadesi sırasında görülen alçalan veya yükselen ton. bk. ve krş. alçalan ton, yükselen ton. duyulan geçmiş zaman bk. duyulan geçmiş zaman kipi. duyulan geçmiş zaman eki Duyulan geçmiş zamanda yapılan bir işi, bir hareketi haber veren şekil ve zaman eki: -mIş/mUş: bil-miş, çalış-mış, oku-muş, gül-müş vb. Resmine bakmış bakmış sonra da tanıyamadığını söylemişsin. Bu tertemiz bahar havasında uyuyakalmışız ağaçların altında. Gitmiş kaybolmuş uzakta /Rüya sona ermeden şafakta... (Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, s. 38) vb. Karşıtı görülen geçmiş zaman eki’dir. duyulan geçmiş zaman kipi (Alm. unbestimmte Vergangenheit; Fr. passe irradi-tional, passe indetermine; İng. past indefinite; Osm. naklî mâzî, mâzi-i nakli, mâzi-i gayr-i muayyen) Fiilin karşıladığı oluş ve kılışı, kişinin başkasından duyduğunu, sonradan gördüğünü veya farkında olmadan işlediğini anlatan, içinde şekil ve zaman kavramı taşıyan kip. Türkçede mlş/-mllş ekleriyle kurulur: tek. 1. şah. uyumuşum (<uyu-muş-um) tek. 2. şah. uyumuşsun (<uyu-muş-sun) tek. 3. şah. uyumuş (<uyu-muş) çokl. 1. şah. uyumuşuz (<uyu-muş-uz) çokl. 2. şah. uyumuşsunuz (<uyumuş-sunuz) çokl. 3. şah. uyumuşlar (<uyu-muş-lar) Örnekler: Bütün bir milletin muhayyelesidir ki ona, asırlarca süren bir murakabe sonunda nihayet bu sureti vermiş (Y.K Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından: Muradiye, s. 91). Yüzünü ekşitmiş ve Aman Yarabbi Galiba sen onu yemeden methetmişsin, demiş (A.Ş. Hisar, Geçmiş Zaman Fıkraları, s. 12). Kitap okurken uyuyakalmışsın. Bahar gelmiş, ağaçlar yeşil fistanlarını giymiş de onlar kendilerini hâlâ uyuşukluktan kurtarama-mı şiar vb. Karşıtı görülen geçmiş zaman kipi’dir. duyulan geçmiş zaman kipinin hikayesi Duyulan geçmiş zamana ilişkin bir oluş ve kılışı yine geçmiş zamana aktararak anlatan kip. Esas fiile -mIş/-mUş kip eki ile *- ek-fiili ve -DI/-DU hikaye + şahıs eklerinin getirilmesi ile kurulur: almıştın, vermiştin, getirmişti, okumuştuk, okumuştunuz, yorulmuşlardı gibi. Ancak, bu çekim kalıbında, -mlş/-mllş ekindeki duyuma, rivayete dayanan geçmiş zamanlık işlevi iyiden iyiye zayıflamış ve görülen, bilinen bir geçmiş zaman işlevine dönüşmüştür: Daha o zamanlardan genç kadının bu yazı bir istisna gibi kabul ettiğine inanmıştı (A. H. Tanpınar, H, 190); Kendini senden, seni benden kopmaya hazırlamadığım için, giderken yakınmış-tım, hatırlıyor musun ? (E. Işınsu, KDA, 202); geçen yıl bu aylarda sen geziye çıkmış miydin? o vakte kadar büyük annemizi görmemiştiniz, çünkü büyük Hanımefendi damadıyla altı sene dargın durdu (P. Safa, FH, 74); Birçok aileler şehri daha evvelden terketmişlerdi (A.H. Tanpınar, H. 19) vb. duyulan geçmiş zaman kipinin rivayeti Duyulan geçmiş zaman eki -mlşf-mllş ile, rivayet eki i-miş>-miş’in arka arkaya getirilmesiyle oluşturulan birleşik kip. Geçmiş zamanda gerçekleşmiş bir oluş ve kılışın duyuma dayanan anlatımıdır: gör-müş-müş-üm, gör-müş-müş-sün, gör-müş-müş vb. Dün akşam kardeşim beni evlerine beklemişmiş. Dışarda ay çıkmışmış, ay ışığı denize vurmuşmuş, arka taraça püfür püfür esiyormuş (H. Taner, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, s. 194). Meğer siyah renkli ağalar: "Günün birinde satılıp da bu esircinin eline düşersek bizden büyük hınç çıkarır" diye ürkmüşlermiş (S. Birsel, Boğaziçi Şıngır Mıngır, s. 182) vb. düşme Çeşitli fonetik etkiler altında, kelimelerin ön, iç ve son seslerinde bulunan ses veya seslerin düşmesi olayı: ısıcak>sıcah, ısıtma>sıtma, umut-lu>mutlu, dirilik>dirlik, ilerile->ilerlemek, oyuna->oynamak; çiftçi; An. Ağz. çifçi, Fatma hanım> An. Ağz. Fadirnânım, pazar ertesi>pazartesi, büyücek (<büyükçek), ufarak (<ufak+rak), giysi (<geyesi), ottuz/otuz, sekkiz/sekiz vb. bk. ünlü düşmesi, ünsüz düşmesi, hece düşmesi, kaynaşma ve ünlü boşluğu. düz cümle bk. kurallı cümle, düzeltme işareti (Fr. signe de correction) Dilimize yabancı dillerden geçmiş bulunan sözlerde, kalın ünlüler ile birlikte söylenen k, g, /ünsüzlerini ince okutmak, bu sözlerdeki ünlüleri belirtmek veya yazılışları aynı fakat anlamlan farklı olan sözleri birbirinden ayırmak için kullanılan (:) biçimindeki işaret: dergâh, dükkân, kâğıt, kâtip, gûya,tezgâh, sükûn, yadigâr, ahlâk, ilân, iflâs, ilâç, ilâve, lâle, telâş, plâk, plaj, kâfir, hikâye; alem «bayrak» / âlem «dünya», aşık «aşık kemiği» / âşık «vurgun, tutkun», kar/kâr, hâkim «yargıç» / hakim «bilge kişi, hikmet sahibi», hal «pazar yeri» / hâl «durum», hala «babanın kardeşi» / halâ «boşluk» / hâlâ «henüz, daha» vb. düzenli ses olayı Bir dildeki ses değişmelerinin belirli bir düzene bağlı olarak, kurallı biçimde olması: ET.’deki ön damak k-’lerinin TT.’de tonlulaşarak g-ye dönüşmesi: köl>göl, kör>gör-, köz>göz, kel>gel-, kir->gir-, kit->git-, kör->gör gibi. Türkiye Türkçesindeki dil ve dudak benzeşmesi olayları da düzenli ses olaylarıdır. Ağaçtan, gönülden, çocuklu, görenek gibi. düzensiz ses olayı Bir dildeki bazı ses değişmesi olaylarının belirli bir düzene bağlı olmadan kuralsız olarak gerçekleşmesi: ET. kanyu>kanı> TT. hani, alma>el-ma, akşam-leyin Far. Birader > ağz. bilâder "erkek arkadaş", Ar. sa-far>TT. sefer, Ar. talaf>TT. telef, Ar. tilsim>TT. tılsım, Ar. zavca>TT. zevce "eş, kan", Fr. vapeur>TT. vapur>ağz. pampurvb. düzleşme (Alm. Entrundung, Fr. desarrondissekert, dilabialisation; İng. unroun-ding) Küçük ünlü uyumu dediğimiz dudak benzeşmesinin, düz ünlülerden sonra düz ünlülerin gelmesi yönündeki gelişmesinde, çeşidi etkenlere bağlı ses değişmesiyle kök kelimedeki yuvarlak ünlünün düz sıraya geçmesi: ET. etük/edik «bir tür çizme», ET. kapıg /EAT. kapu/kapı, bil-dük/bildik «tanıdık», Ar. fursat/fırsat, Yun. furun/fırın; An. Ağz. öte/ete, İt. fortuna/fırtına, Ar. müddet/middet, öldürmek/eldürmek, Ar. şüphe/şiphe vb. Karşıtı yuvarlaklaşma’dır. düzlük-yuvarlaklık uyumu bk. küçük ünlü uyumu. düz sıra (Alm. ungerundete Reihe; Fr. class non-arrondie; İng. unrounded serie) Türkçe sözlerde, heceleri düz ünlülerin oluşturması ile kurulan ünlü sırası: ağaç, yaprak, çiçek, kesinti, okuyacağım, biriktirdiler vb. Karşıtı yuvarlak sıra’dır. düz tümleç bk. nesne. düz ünlü (Alm. ungerundeter Vokal, Fr. voyalle non-arrondie, İng. unrounded vo-wel, Osm. sait-i gayr-i şefevî) Dudakların düz ve yayvan duruma getirilmesi ile boğumlanan ünlü, a, ı, e, e, i ünlüleri düz ünlülerdir: alım, ekin, incir, yemek gibi. Karşıtı yuvarlak ünlü’dür. bk. ünlü. edat (Alm. Partikel, Nachstellung; Fr. postposition, particule; İng. postposüion, partide) Yalnız başına bir anlam taşımayan; ancak, ad ve ad soylu kelimelerden sonra gelerek sonuna geldiği kelimeyle cümledeki başka kelimeler arasında anlam ilişkisi kuran, gramer görevli bağımsız kelime: gibi, göre, kadar, için, karşıvb. babamın bana anlattıklarına göre, zavallı fahim bey meğer henüz doğarken de, kendisine takılan isimle bir yanlışlığın kurbanı olmuş (A.Ş. Hisar. Fahim Bey ve biz, s. 81). Karısına karşı demin duyar gibi olduğu acıma ve sıcaklık dağılıp gitti (T. Buğra. Yalnızlar, s. 185). Yük taş gibi, kurşun gibi ağırdı (Y. Kemal, Ortadirek, s. 387). Ve bu şok yalnız Şükriye için gereklidir sanıyordu (T. Buğra, göst. e., s. 24). Çok erkenden çiftliğe inmek için uyandıklarında gördüler ki, çul ötede yığılı duruyor, Koca Halil de yok (Y. Kemal, Ortadirek, s. 395). Hiçbir şey insanoğlunun cesareti kadar güzel olamaz (A.H. Tanpınar, Huzur, s. 85). Onu Galatasaray’a hafta sonunda olmaya gittiğim günlerde bile, kapıdan ilk önce kanatlarını görür gibi olurdum (A.H. Tanpınar, göst. e., s. 217). Ben bu sevdaya düştüğüm günden beri sadağımdaki bütün okları tükettim ve en sonuncusunu kendim için sakladım; tâ ki hezimet takarrür ettiği an onu kendi elimle kendi bağrıma saplayayım diye (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından 5, s. 69) vb. edat grubu Bir ad veya ad soylu kelimeden sonra gelen edatın, eklendiği kelime ile birlikte oluşturduğu grup. Edat grupları cümle içinde sıfat ve zarf görevindedir. Cümlenin kuruluşuna yüklem olarak da katılır: Yumruk kadar çocuk; Komşuya ait eşya; Kıştan beri bekliyoruz; Yemekten sonra geliriz; Herkese benzemek insan için kolay değildir; Hatır için çiğ tavuk yenir delikanlı. Sanki bütün dünya iskelet kemikleri gibi çatırdı-yordu (Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 298). Bu iş tam sana göredir, vb. edat tümleci bk. edat grubu, edatlı tümleç bk. edat grubu. edebî dil (Alm. Literatursprache; Fr. langue litteraire, İng. literary language) Edebî eserlerin dili, san’at değeri, taşıyan dil. bk. ve krş. yazı dili. edilgen çatı (Alm. Passiv, Passivum; Fr. voix passif; İng. passiv voice; Osm. meçhul çatı, bina-yı meçhul) Geçişli ve geçişsiz fiillerden -(I)l-/-(U)l- ve -(I)n/-(U)n- ekleri ile kurulan; ancak, fiilin gösterdiği işin kimin tarafından yapıldığı belli olmayan, öznesi belirsiz fiil çatısı. Gerçi, edilgen çatının da görünmeyen bir öznesi vardır. Ama bu çatıda özne diyebileceğimiz kelime, yüklemin etkisinde kalan görünürdeki öznedir. Çatının yaygın eki -(1)1-/ -(U)l-’dur. -(I)n/(U)n- yalnız -(I)l-/-(U)l-ve ünlü ile biten fiil kök ve tabanlarına getirilir: aç-/açıl-, al-/alın-, git-/gidil-, kır-/kırıl-, sil-/silin-, bul-/bulun-, yak-/yakıl- vb. Kapılar açıldı; içeri girildi; sazlar çalındı; oyunlar oynandı; ateşler yakıldı; hesaplar verildi gibi. edilgen fiil (Alm. Passiv, Passivum, Leide form; Fr. verbe passif; İng. passive verb; Osm. bina-yı mechûl) Geçişli ve geçişsiz fiillerden -(I)l-/-(U)l-, -(I)n-/-(U)n- ekleri ile kurulan ve öznesi belli olmayan yani fiilin gösterdiği işi yapan şahsın veya nesnenin açıkça bildirilmediği çekimli fiil: aç-ıl-, biç-il-, bul-un-, gör-ül-, satıl-, önle-n-, zorla-n-, gibi: Bire doğru da akşam yemeğine oturulurdu (A.Ş. Hisar. Fahim Bey ve Biz s. 77). Kitapta yazılıymış... (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 217). Sevgilerini, özellikle de Hurrem’i o kadar büyütmüş ki, kaybetmesi önlenemezdi (T. Buğra, Yalnızlar, s. 48). Kiler daha yarım saat evvel temizlenmiştir (R.N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 119). Müdiriyette Nihad doğrudan doğruya müteferrika komiserine götürüldü (P. Safa, Mahşer, s. 243). vb. ek (Alm. Affıx; Fr. affixe; İng. affix; Osm. lahika) Cümle içinde kelimeler arasında geçici anlam ilişkileri kurmak veya yeni bir kelime türetmek üzere kök ve gövdelerin sonuna eklenen ses veya seslerden oluşan öge. Dünya dillerinde, ekler, kelimedeki eklenme yerlerine göre ön ek, iç ek ve son ek olmak üzere üç türlüdür. Türk- çedeki eklerin hepsi de son ek türündedir. Ekler görevleri bakımından çekim ekleri ve yapım ekim olmak üzere ikiye ayrılır, bk. çekim eki, yapım eki. ek-fiil (Alm. Verbum Substantivum, Kopula, Verbum Prâdikativum, Bindeglied; Fr. verbe substantif, verbe copule, verbe predicatif; İng. substantive verb, pre-dicative verb, verb of predication, copula, copulative verb; Osm. cevher fiili) Eski Türkçede er- yardımcı fiilinin er->ir->i- biçiminde ekleşmesinden oluşan, ad soylu kelimelerin yüklem olarak kullanılmasını sağlayan ve birleşik fiil çekimlerinde de görev alan fiil. Şahıslara göre çekiminde +Im/+Um, +sIn/+sUn, +sl-nlz/ +sU-nUz, DIrlAr/ +DUrlAr şekillerine girer: çalışkan+ım, çahşkan+sın, çalışkan+dır, çalışkan+ız, çalışkan+smız, çahşkan+dırlar gibi. Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, ek-fiilin 3. şahıs teklik ve çokluk çekiminde eski bir tur- yardımcı fiilinin ekleşmesinden oluşan +DIr bildirme eki kullanılmaktadır. Ek-fiilin olumsuzu değil kelimesi ile kurulur: Eski değildir, rahat değildirler (değillerdir). Ek-fiilin hikâye, rivayet ve şart biçimleri şahıs ekleri ile genişletilmiş -Di/ -DU, -mIş/-mUş, -sA ekleri ile kurulur: çalışkan-dım (<çahşkan i-dim), çalışkan değildim (< çalışkan değil i-dim); çalışkan-mışım (< çalışkan i-mişim) çalışkan değilsem (<çahşkan değil i-sem) vb. krş. bildirme ekleri. eklemeli diller (Alm. agglutinierende Sprachen; Fr. langues agglutinantes İng. agglutinating languages, agglutinative languages; Osm. elsine-i iltisâkiyye) Kelime köklerini sabit tutup, birbirinden farklı görevlerle yüklü çekim ve yapım eklerini, değişmeyen sabit köklere ekleyen diller. Türkçe, Moğolca, Macarca gibi. Ural-Altay dil grubuna giren diller ile bazı Asya ve Afrika dilleri eklemeli dillerdir. Türk dili eklemeli dillerin en tipik örneğidir: yol+cu+luğ+umuz+da+ki, yol+la-dık+lar+ımtz+ı, sağ+la-m+laş-tır-ıl-dı, kon-ar göç-er+lik+ler+i+n+den. Eklemeli diller kendi içlerinde de ön eklemeli diller ve son eklemeli diller olarak ikiye ayrılır. Türkçe son eklemeli bir dildir, bk. ön eklemeli dil, son eklemeli dil. eksiltim (Alm. Ellipse, Auslassung; Fr. ellipse; İng. ellipsis; Osm. hazfu takdir) Anlatımda kolaylık sağlamak üzere bir kelimenin, bir kelime grubunun veya bir cümlenin bazı öğelerinin atılıp eksiltilerek kullanılması olayı. Bu olayda, bazı ses veya kelimeler atılmış olduğu hâlde, anlamı aksatmayan kendine özgü bir dil biçimlenmesi, bir biçim bütünlüğü vardır: foto «fotoğraf, fotoğrafçı»; oto «otomobil»; daktilo «daktilo ma-kinası, daktilograf»; kolonya «kolonya suyu»; ayşekadın «ayşekadın fasulyesi»; kızartma «biber, patlıcan vb. kızartması»; günaydın «size aydınlık bir gün dilerim»; giriş «giriş kapısı»; çıkış «çıkış kapısı» gibi. Bazı konuşma parçaları ile sorulan sorulara verilen cevaplarda da eksiltim olayı vardır: nereden geliyorsun"? çarşıdan (çarşıdan geliyorum); hangi akla hizmet ediyorsun ? Hiç. (Hiçbir akla hizmet etmiyorum) gibi. devlet kuşu, denizde damla, devede kulak, neyin nesi kimin fesi, bata çıka, solda sıfır gibi deyimlerimiz de anlatım kısalığı içinde biçim bütünlüğü gösteren eksiltim olayının güzel örneklerini vermektedir. eksiltimli (Alm. elliptisch; Fr. elliptiaue; İng. elliptical) Eksiltim olayına uğramış şekil. Eksiltimli kelime, eksiltimli cümle gibi. bk. eksiltim. eksiltimli cümle (Alm. elliptischer Satz; Fr. proposition elliptiaue; İng. elliptiaue clause) Genellikle günlük konuşmalarda yer alan ve bazı öğeleri kesilerek söylenip dinleyenin anlayışına bırakılan veya fiili kullanılmadan yargı bildiren cümle: Dikkat düşeceksin yerine dikkat! Bana yaptığınız yardımlar için size teşekkürler... yerine teşekkürler... Yarın toplantı olacağını biliyor muydunuz? sorusuna verilen evet (yarın toplantı olacağını biliyordum). — Bunların hepsini söyledin mi?Hepsini (söyledim), (P. Safa, Matmazel Noraliyanın Koltuğu, s. 52). Ben sırasıyla altı defterden, rast-gele sayfalar okudum, dedi. Geride on iki defter daha var. Vapurum olmasaydı okurduk. İstanbul’a inmeye mecburum. Ferit dalgındı. Birdenbire doğrularak: Ben de! (İstanbul’a inmeye mecburum) dedi. (P. Safa, göst. e. s. 189). — Çok acıdım zavallı hıza... Öbürü cevap verdi: Evet ben de... (R. H. Karatay, Memleket Hikâyeleri: Hakk-ı Sükût, s. 113). Madem ki yaşamaktan vazgeçemiyorum... (A.H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 310). Yitiriyorsunuz, demek artık onu dünyanın pisliklerine, rezilliklerine, tuzaklarına karşı koruyamayacaksınız; demek... (Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 77) vb. bk. eksiltim. ek yığılması (Alm. Pleonasmus, Endungsheufung, Fr. pleonasme; İng. pleonasm; Osm. teraküm) Bir ekin veya aynı görevi yüklenmiş şekilce farklı eklerin kelime içinde arka arkaya sıralanması olayı: Uyg. tigin/tigi+t+ler «prensler», sler+ler «sizler», Harz., Çağ. ik+ev+len «ikisi bir arada», üç+ev+len «üçü bir arada»; kim+i +si, EAT. kul+cug+az «kulcağız», yer+cüg+ez, oğur+la-yın+ca «gizlice», demin+ce+cik, yavaş+ça+cık, yavru+cağ+ız; Uyg. az+rak+ça+kıa «azıcık»; Ozb. kiç+kine+gine «pek küçük»; Kary. kız+gı-na+ceh «kızcağız», Tel. as+kın+çak «azıcık», Anad. ağzl. ey+ce+ne, ey+ce+men, çabuk+ça+na, vb. Olayın meydana gelişi genellikle ilk ekin görevindeki bir aşınmanın sonucudur. Bu durumda ilk ek ya birleştiği kelime ile kaynaşmış ve kendini şekilce korumuştur. Yahut da sonradan gelen ek ile kaynaşarak birleşik bir ek oluşmuştur. Bazen de eski ekin görevinde bir zayıflama söz konusu değildir. Tek şekilden farklı görevlerin gelişmesi sonunda, ikinci ek o kelimeye yeni bir görev yüklenerek gelmiştir. Arapçadan dilimize çokluk şekilleriyle geçmiş olan evlât, evrak, talebe, teşkilât gibi kelimelerin yeniden birer +lar/+ler çokluk eliyle genişletilmeleri de ek yığılması niteliğindedir: evlât+lar, evrak+lar, talebe+ler, teş-kilât+lar gibi. emir bk. emir kipi. emir cümlesi (Alm. imperativer Satz, Befehlsatz; Fr. phrase imperative; îng. im-perative sentence; Osm. cümle-i emriyye) Fiil cümlesinin yüklemi emir kipi olan türü: Üzerine aldığın işi oyalanmadan yap! Kendin getir. Kitap okurken başınızı fazla eymeyin. Oturunuz! Bu konudaki bilgilerinizi özet olarak yazınız vb. emir kipi (Alm. Imperativ ; Fr. imperatif; İng. imperative) Tasarlanan, yapılması istenen işi emir veya dilek biçiminde ifade eden, zaman ve şahıs kavramının aynı ekle verildiği tasarlama kipi. Bugün, TT.’nde bu kip daha çok 2. ve 3. şahıslarda kullanılır. 1. şahıslarda emir ve istek kipleri iç içe girmiştir; eki -(y)Aylm (y)AUm’dir. Teklik 2. şahısta emir doğrudan fiil kök veya gövdesinin söylenmesiyle oluşturulur. Çokluk 2. şahıs için -In/-Un, -Inh/-UnUz, teklik 3. şahıs için -sln/sUn, çokluk 3. şahıs için -slnlAr/sUnlAr ekleri kullanılır: geleyim, otur-alım; gel, gelin (geliniz); gelsin, gelsinler gibi. Kendi kendime gidip şu işi yapayım dedim. Kalk gidelim artık. Gel bakayım, ne oldu parmağına? (M.Ş. Esendal, Ev ona Yakıştı, s. 122). Asla örtülü şeylere meyletme (Y.K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 99). Ey Güneş! Siyah peçeli hatunun Ay, sarı saçlı çocukların yıldızlarla başımızın üstünde dolaş ve bize doğru yolu göster! (A.H. Müftüoğlu. Çoğlayanlar, s. 16). Pencereleri açın! kapıları açın! Hava girsin! (A.H. Müftüoğlu, göst. e. s. 129). Delikanlı, nafile yere gözlerin arkada kalmasın! (Y.K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 98). Şimdiye kadar yapılanları unutsunlar (göst. e.) Aldanma ki sen bir susamış ruh, o bir aç; Sen bir susamış ruh, o bütün ten ve biraz saç; Ummana çıkar burda bugün beklediğin yol, At kalbini girdaba, açıl engine, rûh ol (Y.K. Beyath, Deniz, Kendi Gök Kubbemiz, s. 128). «Ver Allahım ver! Ver ki Şenelsin dünya. Çayır çimen, kurt kuş da Allah diye çağırıyor. Ver! Sellice ver!» (Y. Kemal, Ortadirek, s. 386). vb. en az çaba kuralı (Alnı. geringste Anstrengung; Fr. loi du moindre effort; İng. least effort; Osm. kanûn-ı sa’y-i ekat) Konuşma sırasında zamandan ve emekten tasarruf ederek kolaylık sağlamak amacıyla ses düşmesi, ses benzeşmesi, ses ve hece kaynaşması (Contraktion) gibi olaylara yol açan kural: inilemek>inlemek, elli altı>el-laltı, beybaba>beyba, hanım nine>haminne, ağabey>âbî, ne asü>nasü, ne için>niçin, yigirmi>yirmi vb. Bu kural, yazı dilinin baskısından uzak olan Anadolu ve Rumeli ağızlarında çok işlektir: alıyor>ahyo, gör-düm>gödüm, geldi > gedi, tarla>talla, onlar>onnar, dinlemek>dinnemek, yanhş>yannış, aber- «getirmek» < alıp beri gel- gibi. erkeklik (Alm. Maskulin, Maskulinum, mannlich; Fr. masculin; İng. masculi-ne; Osm. müzekkerlik, müzekkeriyet) Gramer bakımından cinsiyet kavramının söz konusu olduğu dillerde, kelimenin erkek cinsten sayılması durumu. Bu durum, birçok durumda, gerçek cinsiyete dayanan bir ayırıma değil, dildeki saymaca bir ayırıma dayanır: Arapçada ism «isim, ad», recül «erkek», beyt «ev», muallim «öğretmen», kamer «ay», kâtip, kitap, kelâm «söz»; Alm. der Beutel «torba», der Bruder «erkek kardeş», der Fisch «balık», der Pol «kutup», der Teufel «şeytan»; Fr. le changeur «sarraf», le livre «kitap»; Rus. dom «ev», noj «bıçak», gerb «arma, damga» vb. kelimelerin erkek cinsten sayılması gibi. Karşıtı dişiliktir, bk. cinsiyet. esas cümle bk. temel cümle esas fiil (Alm. Hauptverb; Fr. verbe principale; İng. stem, stemverb) Herhangi bir yardımcı kelimeye ihtiyacı olmadan, kendi başına anlamı olan fiil: at-, biç-, bin-, çık-, gez-, gizle-, oyala-, uza-, yanaştır- gibi. Karşıtı yardımcı fiil’dir. eski (Alm. arkaistisch; Fr. archaique; İng. archaic) Eskiye ait, eski devirden kalma arkaik, kalıntı. eskicilik (Alm. Arkaismus; Fr. archaisme; İng. archaism) Eskiye bağlılık, artık kullanılıştan düşmüş olan eski kelimeleri veya kelimelerin eski biçimlerini kullanma; kalıntı kelimeleri kullanma, bk. ve krş. eskilik, eski kelime. eski kelime (Alm. Erbrvort; Fr. mot archaique; İng. archaic Word; Osm. miras kelime, ta ’bîr-i metruk, ta ’bîr-i mehcûr) Bugün artık kullanılıştan düşmüş bulunan veya eski biçimi ile kullanılan kelime; arkaik kelime; kalıntı kelime; gökçek «güzel», esrük «sarhoş», bencileyin «benim gibi», heybetlü, haşmetlü, hatun, kaygulanmakvh. eskilik (Alm. Archaismus; Fr. archaisme; İng. archaism) Eskiden kalma; yazı ve konuşma dilinde artık kullanılıştan düşmüş olan, dilin daha eski veya tarihî devirlerine ait kelime, deyim ve şekiller: adaklı «sözlü», ağu «ağı, zehir»; demiri «demir rengi», patlıcanî «patlıcan rengi», portakalı «portalak rengi», gendüzi «kendisi», gözgü «ayna», ıldız «yıldız», ogrı «hırsız», urmak «vurmak», sayrı «hasta», akıl kulağına okumak «aklına getirmek, hatırına düşürmek» vb. Ayrıca bk. eski kelime. eş anlamlı (kelime) (Alm. synonym, bedeutungsgleich; Fr. synonymie; İng. synonym, synonymous; Osm. müteradif; elfâz-ı müteradife) Anlamları aynı veya birbirine yakın olan kelimeler. Dil bilimi açısından aslında anlamca birbirine tıpı tıpına denk düşen çok az kelime vardır. Eş anlamlı sözler, genellikle bazı kelimelerdeki kavram inceliklerinin çeşitli sosyal ve dil kesimlerinde zamanla gölgelenmeye uğrayarak anlamca birbirlerine yaklaşmalarından oluşmuştur. ET. yir/oron «yer»; süçig/tatlıg «tatlı»; yul/bınar «pınar»; ögirmek/sevinmek «sevinmek», TT. baş/kafa; ak/beyaz, kara/siyah, yemeni/yazma, bıkmak/bez-mek/usanmak, bunalmak/sıkılmak, göndermek/yollamak; son bulmak/sona ermek; dilemek/istemek, kızmak/öfkelenmek vb. Bir dilin kendi kelimeleri arasında olduğu gibi, alıntı kelimeleri arasında da eş anlamlı olanlar vardır. Türkçe, Arapça ve Farsçadan yaptığı alıntılar dolayısıyla bu bakımdan bol örnekler vermektedir: göz /Far. çeşm, Ar. ayn; dudak /Far. leb; kan/Ar. dem; buyruk/ Ar. emr>emir; çok /Ar. fazla; buyurmak/Ar. emretmek; değer/ Ar. kıymet; yetenek/ Ar. kabiliyet; üzüntü/ Ar. keder; eğilim/ Ar. temayül vb. Dilimizde eş anlamlı sözlerin Batı dillerinden alınmış örnekleri de vardır: doğruca, doğrudan doğruya/direkt; yönerge/talimat/direktif; boyunbağı/kıravat; canbazlık/akrobasi; iş, hareket/aksiyon; dingil/aks; hamamlık/banyo vb. eş anlamlı ikileme (Alm. Hendiadyoin; Fr. hendiadyoin; İng. hendiadyoin; Osm. terkîb-i ihmâli) Bir kavramı ifade için kullanılan aynı ve yakın anlamda iki (yahut daha fazla) kelimenin belirli diziliş kuralıyla yan yana getirilmesinden oluşan söz grubu; Uyg. öt sav erik «nasihat», yir oron «yer, mekan», terk tavrak «çabuk», arış arığ «temiz» arkış tirkiş «kervan», arıg simek «orman», TT. ev bark, yalan dolan, evirmek çevirmek, saçmak dökmek, ağarmak sararmak, hasta sökel, yorgun argın, koşa çapa vb. bk. ikileme. eş anlamlılık (Alm. Synonymie; Fr. synonymie; İng. synonymy; Osm. terâdüj) İki veya daha çok kelimenin aynı veya birbirine yakın anlam taşıması: kızmak/sinirlenmek, öfkelenmek/hiddetlenmek gibi bk. eşanlamlı (kelime) eşitlik derecesi (Alm. âauative Grade; Fr. degre d’eauatif; İng. eauative degree; Osm. derece-i müsavat) Sıfat ve zarflar ile belirtilen kavramların kişilerde ve nesnelerde, nitelik ve nicelik bakımından eşit derecede bulunduğunu göstermek üzere başvurulan karşılaştırma yolu. Tûrkçenin tarihî ve yaşayan bir kısım kollarında eşitlik derecesi için +ÇA eki ile teg, tek, dek edatları kullanılmıştır: ET. kanın subçayügürti, sünükün tagçayattı «kanın su gibi aktı, kemiklerin dağlar kadar yığıldı». Çağ. tofragça «toprak gibi», Tkm., mence «benim gibi»; Karh. yıgaç teg «ağaç gibi, ağaç kadar» Çağ. anın dek «onun gibi» vb. Türkiye Türkçesinde nitelik gösteren eşitlik derecesi için gibi, nicelik «miktar» gösteren eşitlik derecesi için de kadar edatı kullanılmaktadır: Etrafında Filiz gibi güzel bir kız görmedi. Senin gibi olamam. Nazan, Ayşe kadar becerikli değildir. Onun kadar cömert insan az bulunur vb. eşitlik durumu (Alm. Kasus Aauativus; Fr. eauatif; İng. eauative case; Osm. müsavat hâli) Adlarda ve ad soylu sözlerde nitelik ve nicelik bakımından karşılaştırmaya dayanan eşitlik, gibilik ve benzerlik gösterme durumu. Bu durumu göstermek üzere Tûrkçenin tarihî ve yaşayan lehçelerinde gibi ve kadar edatlarının yerini tutan +ÇA, +sl/+sll, +ÇIlAp/+ÇA+lA-p ekleri yanında teg edatının ekleşmesinden oluşmuş +dAy ve +dl/+dll ekleri kullanılır. ET. sub+ça «su gibi», tag+ça «dağlar kadar», yok+ça «yok gibi». Karh. yağı kirmiş+çe bolur «düşman girmiş gibi olur». Harz. köni-li tilemişince urdı «gönlünün dilediği kadar vurdu». Balk. tauca «dağ gibi». TT. çocukça «çocuk gibi» hareket, delice «deli gibi» sevmek, arslanca döğüşmek, arkadaşçasına anlaşmak; çocuksu hareket, erkeksi davranış, susu yemek «su gibi yavan yemek» vb. eşitlik eki (Alm. Aauativus; Fr. eauatif; İng. eauative) Adlarda ve ad soylu sözlerde eşitlik derecesi gösteren ek. Türkçede bunun için +ÇA, +sl/+sll, +ÇIlAp, +TI/TU ekleri kullanılmış ve kullanılmaktadır. Ayrıntı için bk. eşitlik derecesi, eşitlik durumu. eşit ikiz ünlü Her iki öğesindeki ünlü aynı ve boğumlanma süreleri eşit olan ikiz ünlü türü. Türkçe aslında ikiz ünlüsü bulunan bir dil olmadığı için, görülen örnekler daha çok iki ünlü arasındaki bir ünsüzün eriyip kaybolması ile oluşmuştur: seyrek rastlanan ve ağızlarda görülen bir ikiz ünlü türüdür: qa, ij, mı: Nev.ağz. yqar<yağar, baa (<bağa), babayı idin (<babayiğidin), duun<düğünvb. bk. ikiz ünlü. eş sesli (ek, kelime) (Alm. Homonym, Homophon; Fr. homonyme, homophone; îng. homonym, homophone; Osm. mütecanis kelimeler, elfâz-ı mütecanise) Söyleniş ve yazılışları birbirinin aynı olup da anlamları (veya görevleri) ve gösterdikleri kavramlar açısından birbirleriyle hiç bir ilişkisi bulunmayan ek ve kelimelerdir. Türkçede en eski metinlerimizden başlayarak eş sesli ek ve kelimelere rastlanmaktadır: ET. ön+din (önden), ön+dün «önce», yanır-tı<yanur-tı: «çınladı, sesi aksettirdi», yanır-tı «<ya-nır-t-ı: yeniden»; ög «anne», ög «akıl»; balık «şehir», balık «balık»; ot «ateş», ot «ot»; elig «el», elig «elli» vb. Türk dilinin yaşayan bütün kollarında olduğu gibi Türkiye Türkçesinde de eş sesli bazı ekler ve epey kelime vardır: -Dik (belirli geçmiş zaman çokluk 1. şah. eki): aldık, geldik, oturduk, gördük vb. Dik (sıfat-fîil eki): tanı-dık adam, yitir-dik(ğ)-imiz değerler, tut-tuk(ğ)umuz yol; don «vücudun belden aşağısına giyilen iç çamaşırı», don «hava sıcaklığının sıfırın altına düşmesiyle suyun buz tutması»; saç «başın derisini kaplayan kıl», saç «sac, yassı demir çelik ürünü, saçtan yapılmış ekmek, yufka vb. pişirme aracı»; saz «ince kamış, hasır otu», saz «her türlü müzik âleti, çalgı, Türk halk müziğinde kullanılan uzun saplı bir çalgı türü»; yüz «surat, çehre» yüz «sayı adı»; yaş «ıslak», yaş «yaşanan yıl»; kurt «böcek», kurt «yırtıcı hayvan»; çay «akarsu», çay «pişirilerek içilen bitki»; yazma «el ile yazılmış kitap, el yazması», yazma «başa örtülen örtü». Dilimizdeki eş sesli kelimelerin bazıları da Türkçe kelimeler ile alıntı kelimelerin aynı sesi taşımasından oluşmuştur: T. dam, «yapıları dış etkenlerden korumak için üzerlerine kaplanan kiremitli bölüm», Fr. dam dansta kavalyenin eşi; TT. bağ«bzğ», Far. bağ «bahçe»; TT. bar «bir oyun türü», İng. ter «danslı, içkili eğlence yeri»; Fr. bank «banka»: Etibank, Sümerbank; bank «parklarda ve caddelerde oturulacak sıra» vb. Dilimizde, bazı kelimelerdeki ses kaybı ile oluşmuş bulunan eş sesli kelime örnekleri de vardır: elig<el «el», el «yabancı» gibi. Bunlara aynı seslerden oluşan ad ve fiil köklerinde daha fazlaca rastlanır: acı<acıg: «acı», acı- «acılaşmak»; kuru (<kurug); damla (<tamlag), damla- "damlamak", boz «boz renk», boz- (<buz-; «bozmak»; dil (<ET. tit) «dil», dil«dilimli hâle getirmek, dilimlemek»; geç (<keç «gece geç vakit, akşam», geç- «geçmek»; sal «tahta direklerden yapılmış deniz veya ırmak taşıtı, sal», sal- «bırakmak, göndermek»; toz «toz»): toz- (<tozu-: «toz havalanarak çevreye yayılmak) vb. bunlar gibi uç/uç-; bağır/bağır-; yüz/yüz-; yay /yay-, yaz «yaz mevsimi, yaz» / yaz- «yazı yazmak, yaymak, sıralamak» gibi örneklerde de zamanla yine bir ses erimesinden doğmuş ses eşliği söz konusudur. eş seslilik (Alnı. Homophonie; Fr. homophonie; İng. homophony; Osm. tecanüs) Ayrı anlam veya görevdeki kelime ve eklerin ses ve yazılış bakımından aynı olmaları durumu: ev-im «benim evim», çalışkan-ım; yazma «elle yazılmış kitap», yazma «baş örtüsü», yüzmek «el, kol veya yüzgeç yardımı ile suda hareket etmek», yüzmek «derisini soymak» vb. bk. eş sesli. eş söz (Alm. Tautologie, Fr. tautologie, İng. tautology) Etkisini artırmak ve anlamı pekiştirmek için bir sözün arka arkaya tekrarı. Cumartesi cumartesidir. Hak haktır, iş iştir. Dün dündür, bugün bugündür vb. eş zamanlı (Alm. Synchronisch; Fr. synchroniaue; İng. synchronic) Bir dil olayının, bir dil konusunun tarihî devirlerdeki değişme ve gelişmelerini dikkate almayarak, yalnız belirli bir zaman kesiti içindeki durumunu inceleyen, bk. eşzamanlılık. eş zamanlı anlam bilimi (Alm. synchronische Semantik; Fr. semantiaue syncroni-que; İng. synchronic semantics) Dilin belirli bir zaman dilimindeki kesitini tarihî değişme ve gelişmelere girmeden inceleyen anlam bilim dalı. bk. anlam bilimi. eş zamanlı dil bilimi (Alm. synchronische Sprachtvissenschaft, Linguistik Synchronik; Fr. linguistiaue synchroniaue; İng. syncronic linguistics) Dil olaylarını değişme ve gelişme seyrine bakmadan belirli bir zaman süreci içinde inceleyen dil bilimi bk. dil bilimi. eş zamanlılık (Alm. Synchronismus, Synchronie; Fr. synchronie; İng. synchrony) Bir dil olayının, bir dil konusunun incelenmesinde, tarihî devirlerdeki değişme ve gelişmeleri dikkate almadan, tasvirci bir yöntemle belirli bir zaman kesiti içinde durumunu ortaya koyma. Türkiye Türkçe-sindeki sıfat-fiillerin görev ve kullanılışlarını ele alan bir araştırma eş zamanlılık yöntemine uygun bir araştırmadır. Bunların tarihî gelişmelerini ele alan bir araştırma ise art zamanlılık (buna bk) yöntemine girer. eş zamanlı ses bilgisi (Alm. synchronische Phonologie; Fr. phonologie synchroni-que; İng. synchronic phonemics) Bir dilin seslerini ve ses olaylarını tarihî gelişme ve değişme seyrine bakmadan belirli bir zaman süreci içinde inceleyen ses bilgisi dalı. bk. ses bilgisi. eş zamanlı yöntem (Alm. synchronisch; Fr. synchronoque; İng. synchronic) Dil olaylarını belirli bir süre içinde ve tarihî değişme ve gelişmelere bağlı olmadan durağan (statique) olarak inceleme yöntemi. Söz gelişi Türkiye Türkçesindeki ünlü ve ünsüz uyumu olaylarının tespiti gibi. Art zamanlı yöntemin karşıtıdır. etken çatı (Alm. Aktivum, Tâtigkeitsform; Fr. voix active; İng. active voice; Osm. binâ-yı tna’lûm) Yüklemin belirttiği işin özne tarafından doğrudan doğruya yapıldığını gösteren eksiz fiil çatısı, yalın çatı: ak-, belir-, biç-, eski-, duy-, kurtul-, kısal-, sabahla- vb. fiiller özneleri ve çekimli durumları ile birer etken çatı oluştururlar: Arka sokaktaki dere bu yıl hiç kurumadı, hep aktı. Hava (özne) karardı ve akşam oldu. Kayıkçılar, (özne) kayığı kıyıya çektiler. Şiddetli rüzgâr (özne) ağacın dallarını kırdı. Ömrümüz boyunca emek sar-j"ettiniz. Bir aralık böyle uyurken müthiş bir gürültü ile uyandım (özne: ben, H.Z. Uşaklıgil, Kırk Yül, s. 41). O (özne) hızlıyürüdü, ben (özne) kaçtım (P. Safa, Şimşek, s. 23). Büyük bakan (özne) esrarlı şeyleri çok severdi (göst.e., s. 23) vb. Karşıtı edilgen çatı’dır. etken fiil (Alm. Aktivum, Aktiv, Tatform; Fr. verbe actif; İng. actif, active verb; Osm. malûm fiil, fı’l-i ma’lûm) Öznesi belli olan, öznesiyle kesin ilişkisi bulunan ve herhangi bir çatı eki almamış olan fiil: O hızlı yürüdü, ben kaçtım. (P. Safa. Şimşek, s. 23). Büyük babam esrarlı şeyleri çok severdi (P. Safa, göst. y.). Asırlarca birbirlerinin kanlarını emen, gözlerini oyan insanlar, kol kola oynadılar. Doğan hürriyet güneşini alkışladılar (O. Seyfettin. Harem, Eshab-ı Kehfi-miz, s. 12). Tanyeri nerdeyse ağaracaktı. Dağlar kül rengi bir aydınlığın içinde kapkara yükseliyordu. (T. Buğra, Dönemeçte, s. 5). Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır. (T. Fikret) vb. Karşıtı edilgen fiil’dir. bk. etken çatı. ettirgen çatı (Alm. Faktitiv, Kausativum; Fr. causatif, voix factitif; İng. causati-ve, factitive voice; Osm. ta ’diye) Fiilin, belirtilen oluş ve kılışın başka bir nesneye aktarıldığını gösteren, geçişsiz fiilleri geçişli fiile dönüştüren, geçişli fiillerden asıl hareketin başkalarına yaptırıldığını gösteren çift geçişli fiiller kuran -Ar-, -(I)r-/-(U)r-, -DIr-/-DUr-, -(T)t-/-(U)t- eklerinden biriyle veya ikisinin üst üste getirilmesiyle oluşturulan fiil çatısı: oturt-(<otur-t-), aldır-(<al-dır-); aldırt-(<al-dır-t), şaşır-(<şaş-ır-), şaşırt-(<şaş-ır-t-) karıştır-(<kanş-tır-), karış-tırt-(<kanş-tır-t-) vb. ettirgen fiil (Alnı. Fahtitiv; Fr. verbe causatif verbe factitif; İng. causative verb, factitive verb) Hareketin her zaman özne dışındaki bir varlığa yöneldiği, geçişli veya geçişsiz fiil kök ve gövdelerine -Ar-, (I)r-/-(U)r-, -DIr-/-DUr-, -(I)t-/-(U)t-, -z-, -zır- gibi ettirgenlik eklerinden birinin veya ikisinin üst üste getirilmesiyle kurulan fiil: çık-ar-, kop-ar-, aş-ır-, bit-ir-, uç-ur-, al-dır-, bak-tır-, gül-dür-, yol-dur-, acı-t-, eski-t-, çürü-t-, tanı-t-, ak-ıt-, kork-ut-, ürk-üt-, emzir-gibi. Kollarını gerdi, geriye doğru yaylandırdı (T. Buğra, Yalnızlar, s. 171). Hürrem masaya biraz daha yaklaştırdı iskemlesini (göst. e., s. 231) vb. ettirgenlik eki Ettirgen çatı kuran -Ar-, -(I)r-/-(U)r-, -DIr-/-DUr-, -(I)t-/-(U)t- ekleri, bk. ettirgen çatı. eylemsi bk çekimsiz fiil -Ffail adı (Alm. Nomen Agentis; Fr. nom d’agent, participe present; İng. agent noun, present participle; Osm. fail ismi, ism-ifail) Fiiller üzerine -An sıfat-fiil ekinin getirilmesiyle kurulan ve geniş zaman kavramı taşıyan; sıfat olarak kullanıldığı gibi «bir işi yapan» anlamıyla ad olarak da kullanılan türetme: Yoldan gelenin halinden anlamalısın. Kadının sigarasını birlikte yakmayı bilenler gibi, bir minicik gülümseyişe sevinçler teşekkürler saçmasını bilirdi (T. Buğra, Dönemeçte). Benim fikrimce dünyadaki insanların hepsi romana... Lâkin bir kısmı roman yazıyor, bir kısmı roman yapıyor, daha doğrusu yazılanı oynuyor. Yazanlarla oynayanlar arasında büyük bir fark yok. Yazanlar: tahrirî rejisör... oynayanlar: şifahî aktör? Hayat hiç perdesi kapanmayan bir sahne (O. Seyfettin, Harem, s. 64) vb. fail ismi bk. fail adı ve sıfat-fiil. faktitif bk. ettirgenlik eki. fiil (Alm. Verb, Verbum, Zeitıvort; Fr. verbe; îng. verb; Osm. fiil) Bir kılışı, bir oluşu veya bir durumu anlatan; olumlu ve olumsuz şekillere girebilen kelime: yaz-, yazma-, koş-, koşma- (kılış), sarar-, büyü-(oluş), sus-, susma-, dur-, (durum) vb. Bunları söz içinde fiillerin ad biçimi olan mastarlar ile adlandırırız. Fiilleri nitelikleri bakımından kılış fiilleri, oluş fiilleri ve durum fiilleri diye sınıflandırmak mümkündür. Fiiller, gösterdikleri kılış ve oluşun söz içinde bir şahsı veya bir nesneyi etkileyip etkilememesi bakımından da geçişli ve geçişsiz diye sınıflandırılır: okumak, göndermek, bildirmek, pişmek, geçmek, büyümek gibi. Fiiller çeşitli çatı ekleri olarak aynı fiil kökünün farklı görünüşlerini sergileyen fiil tabanlarını oluştururlar. Buna göre de dönüşlü, edilgen, işteş, ettirgen gibi adlar alırlar: tutmak, tut-un-mak, tut-ul-mak, tut-uş-mak, tut-tur-mak vb. Zaman ve şahıs ekleri ile genişletilen fiiller bir kılış ve oluşu bitmiş, tamamlanmış duruma (verbum finitum) getirirler: ara-dı-m, bak-acak-sın, otur-uyor-lar gibi. Fiilleri yalnız başına fiil olup olmama özellikleri bakımından da asıl fiiller, yardıma fiiller ve ek-fiil diye gruplandırabiliriz. bk. Yukarıda gösterilen fiil türlerine ve ayrıca çatı, fiil çekimi, fiil çekim eki. fiil adı bk. ad-fiil fiil cümlesi (Alm. verbaler Satz; Fr. phrase verbale; İng. verbal sentence Osm. cümle-i fi’liyye) Yüklemi çekimli fiil olan cümle: Benim ağzım da kupkuru kesildi... Bu hükümdar ömrünü yıllarca neden uzatmak istiyor? (Y.K. Karaosmanğlu, Erenlerin Bağından, s. 107). Yarın sabah oraya gidelim. Hüseyin beyi de ziyaret etmiş olurum (T. Buğra, Yalnızlar, s. 114). Saydın mı? Tam bir sandık olacak, tkibin beşyüz lira ver, ben, şimdi geliyorum (P. Safa, Mahşer, s. 28). Onun hayatı sadece bugünlerde geçmişti (A.H. Tanpı-nar, Huzur, s. 119) vb. Karşıtı ad cümlesi’dir. fiil çatısı bk. çatı fiil çekimi eki (Alm. Flexionssuffix, Flexionsendung; Fr. suffıxe flexionnel, suffix desinentiel, desinence; İng. ending, termination) Fiil ve ad kök veya gövdelerine zaman ve şahıs kavramını yüklemek için kullanılan ek: 1. tek. şah. -Dl-m (bil-di-m), -İm (öğrenci-y-im) 2. tek. şah. -Dl-n (bil-di-n), -Sİn (öğrencisin) 3. tek. şah. -Dİ (bil-di), (öğrenci, öğrend-dir) 1. çokl. şah. -Dl-k (bil-di-k), -iz (öğrenciy-iz) 2. çokl. şah. -Dl-nlz (bil-di-niz), -sln-lz (öğrenci-sin-iz) 3. çokl. şah. -Dİ-TEr (bil-di-ler -ler, -Dlr-ler (öğrenciler, öğrend-dirler) vb. fiil çekimi (Alm. Konjugation, Abıvandlung; Fr. conjugaison; İng. conjugation; Osm. tasrif-i efâl) Cümlede yüklem görevinde bulunan fiil veya ad soylu kelimelerin zaman, şahıs, teklik ve çokluk kavramı veren eklerle girdiği şekil: biliyorum (<bil-iyor-um), bildin (<bil-di-n), bilir (<bil-ir), bileceğiz (<bil-eceğ-iz), bilmişsiniz (<bil-miş-siniz), bilmeliler (<bil-meli-ler), bilsek (<bil-se-k), bilelim (<bil-elim), bilsin (<bil-sin), iyiyim (<iyi-y-im), iyisin (<iyi-sin), iyidir (<iyi-dir), iyiyiz (<iyiy-iz), iyidirler (<iyi-dirler) vb. fiilde görünüş bk. görünüş fiilde kılınış bk. kılınış fiilde zaman Bir oluş ve kılışın hangi zamanda geçtiğini bildirmek üzere, zaman ekleri almış bulunan fiil şekli; sor-du (görülen geçmiş zaman), sor-u-yor (şimdiki zaman), sor-acak (gelecek zaman), soracaktı (gelecek zamanın hikâyesi) vb. fiilde zaman kayması Yazılı ve sözlü anlatımda, çekimli bir fiilin, aldığı zaman ekine göre bildirmesi gereken zaman dışında bir zamanı göstermesi ve bundan doğan anlam kayması: Yarın İstanbul’dan Ankara’ya geliyor (gelecek anlamında); iki gün sonra da Trabzon’a uçuyor (uçacak anlamında). Eski bir sevdadan kurtulmuşum (kurtuldum). Artık bütün kadınlar güzel; Gömleğim yeni, Yıkanmışım (yıkandım), Traş olmuşum (traş oldum) (...) Güneş açmış Sokağa çıkmışım (çıktım) insanlar rahat. Ben de rahatım (O.V. Kanık, Bütün Şiirleri, s. 86). Ertesi sabah sal ortasında uyandık. Artık ne şehir, ne ağaç, ne köy, saatler saati, ancak bir kuyu ve bir telgraf odasından ibaret istasyon yapılarına rastlıyoruz (rastladık) (F.R. Atay, Zeytindağı, s. 59). Çok değil iki yıl sonra matbaa baskına uğruyor (uğradı), tahrip ediliyor (edildi), gazete k ap a tılıy o r (kapatıldı) (E. Işmsu, Çiçekler Büyür, s. 15) vb. Ayrıca bk. görünüş. fiilden ad yapma eki (Alnı. deverbales Substantiv, Nomen Deverbativum; Fr. nom deverbal, İng. deverbal noun; Osm. fiilden müştak isim lahikası) Fiil kök ve gövdelerinden ad ve sıfat türeten ek: -ek (bin-ek), -gü (büz-gü), -gın (dal-gın), -n (yay-ın), -ç (öğ-ün-ç), -ş (göster-iş) vb. bk. yapım eki. fiilden fiil yapma eki (Alm. Verbum Deverbativum, deverbales Verb; Fr. verbe deverbal; İng. deverbal verb; Osm. fiilden müştak fiil lahikası) Fiil kök veya gövdelerinden fiil yapan ek: -n-(uzan-), -t-(uza-t-), -l-(gör-ül-), -ş-(bula-ş-), -r(taş-ır-), -t-(ak-ıt-), -dır-(kal-dır-), -A-(tık-a-), -ele-(gez-ele-) vb. bk. yapım eki. fiilden türeme ad (Alm. Nomen Deverbativum, deverbales Substantiv; Fr. nom deverbal; İng. deverbal noun; Osm. fiilden müştak isim) Fiil kök veya gövdelerinden fiilden ad yapma ekleriyle türetilmiş ad: çözmek (<çöz-mek), kavurma (<kavur-ma), görüş (<gör-üş), verim (<ver-im), bozuk (<bozuk), tapınak (tapın-ak), akın (ak-ın), sergi (ser-gi), vurgun (vurgun), yüzgeç (<yüz-geç), yakıt (<yak-ı-t) vb. fiilden türeme fiil (Alm. Verbum Deuerbativum, deverbales Verb; Fr. verbe dever-bal; İng. deverbal verb Osm. fiilden müştak fiil) Fiil köklerinden fiilden fiil yapma ekleriyle türetilmiş fiil: sardır-(<sar-dır-), anlaş-(<anla-ş), sağlan-(<sağla-n-), ekil-(<ek-il), okut-(<oku-l-) -r-(<uç-ur-) vb. fiilden türeme şekiller bk. çekimsiz fiil fiil grubu (Alm. Verbalgruppe, Verbalkomposition; Fr. groupe verbal; İng. verbal group) Esas veya yardımcı bir fiilin, yalın veya çekim eklerinden biri ile genişletilmiş ad yahut sıfatlarla oluşturduğu grup: acı söyle-, boyun eğ-, kar yağ-, iş işle-, öne düş-, ileriye bak-, işine gel-, ağaçtan düş-, yoldan çık-, güzel konuş-, iyi bil-, erken kalk-, yardım et-, yok ol-, kabul bul-, mümkün kıl- gibi. fiil gövdesi bk. fiil tabanı fiilimsi bk. çekimsiz fiil fiil işletme eki bk. fiil çekim eki fiil kökü (Alm. Verbaltvurzel; Fr. racine verbale; îng. verbal root; Osm. fiil cezri, cezr-ifi’lî) Oluş, kılış veya durum bildiren fiil soylu kelimenin yapı bakımından daha küçük öğelere bölünemeyen anlamlı kısmı: aç-, al-, dal-, yar-, es-, ye-, gel-, git-, süz-, dür- vb. fiil öbeği bk. fiil grubu fiil tabanı (Alm. Verbalstamm; Fr. theme verbal; İng. verbal stem) Fiil veya ad kökünden fiil yapma ekleri ile türetilen gövde: durdur-(<dur-dur-), görüş(<gör-üş-), görül- (<gör-ül-), tanın- (<tanı-n-), başlattır-(<baş+la-t-tır-), gözlen- (<göz+len-), gözlet- (<göz+le-t-) vb. karşıtı ad taba-nı’dır. fiil tamamlayıcısı bk. tümleç fonem bk. ses birimi fonetik bk. ses bilimi* fonetik yazı bk. çevriyazı fonoloji bk. ses bilgisi -Ggeçici hareket adı Sıfat-fiil ekleriyle kurulan ad: duyulmadık (söz), görülmedik (insan); akacak (kan), kör olası (şeytan); görünmez (kaza), tükenmez (kalem) vb. geçici (Alm. Transitiv; Fr. transiti/; İng. transitive; Osm. müteaddî) bk. geçişli fiil geçişli fiil (Alm. transtives Verb; Fr. verbe transiti/; Ing. transitive verb; Osm. müteaddî, fi ’li müteaddî) Söz içindeki bir varlık veya nesneyi etkileyen, yani nesne isteyen fiil: aç- (kitabı açmak), dik(elbiseyi dikmek), aş- (engeli aşmak), çöz- (düğümü çözmek), sev- (geziyi sevmek), iç- (süt içmek, çorba içmek), yaz-(kitap yazmak), kıy- (sebzeyi kıymak, insana kıymak, paraya kıymak) vb. Bütün bunları düşünürken birden yeryüzünü hatırladım (Y. K. Kara-osmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 80). Elini, karıştırılan yemeğin üzerinde kuruyan bir kaşık gibi uzattı (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 127). Hayat etrafında döneceği değerleri bulur, düşünce, etra/ında yüzünü çevirmiş bir cemaat görür (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 225). Hüseyin Bey, oturduğu iskemlede bacaklarını uzatmış, keyifli ve tam bir güvenle onları süzüyordu (T. Buğra, Yalnızlar, s. 183). Güzel kadın başım ağır ağır kaldırdı Gözlerinin yeşil nurunu ağır ağır serpti (A. H. Müftüoğlu, Çağlayanlar, s. 148). vb. Karşıtı geçişsiz fiil’dir. geçişlilik ekleri Geçişsiz fiilleri geçişli fiil, geçişli fiilleri de çift geçişli fiil yapan ekler. Ettirgen fiil çatıları yapan ekler geçişlilik ekleridir: Yımt-(geçişsiz fiil) ’ten -(I)t-/-(U)t- fiilden fiil yapma ekiyle yürüt- (bir kimseyi, bir şeyi), düş- (geçişsiz fiil)’ten -(I)r-/-(U)r- ekiyle düşür-(geçiş\i fiil), 5W-(geçişli fiil)’ten, -dir- ekiyle sevdir-(çift geçişli fiil) gibi. bk. ettirgenlik ekleri, geçiş sesi Bir kelimenin ses yapısı bakımından zaman içinde uğradığı değişine ve gelişmede ara basamağı oluşturan ses, geçiş sesi: Sub>star>su; yabız>yawuz>yavuz; ab>aw>av; Moğ. koboga>Ka.şg. kowga>kowa>kova; og-mak>owmak>ovmak, kagur->kawur->kavur-; kagun>kawun>kavun; soğan (soğun) >sowan>sovan (soğan) vb. Bu değişimlerde yer alan w sesleri birer geçiş sesi durumundadır. geçişsiz (Alm. Intransitiv; Fr. intransitif; İng. intranansitive; Osm. lâzım) bk. geçişsiz fiil. geçişsiz fiil (Alm. intransitives Verb; Fr. verbe intransitif; İng. intransitive verb; Osm. lâzım fiil, fi’l-i lâzım) Gösterdiği oluş ve kılış yapana yönelen, yani özneyi etkileyen ve nesne istemeyen fiil: gel-, uyu-, yat-, kal- gibi. Mümtaz Nuranı her eve bırakı-şında bunu sonuncu zannederek korkardı (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 189). Yağmur altında nereye gittiğinin farkında olmadan yürüyordu (A. H. Tanpınar, Huzur s. 20). Herşey bu baş döndürücü dönüşte küçülüyor, ufalıyor, renk ve mahiyetini diğiştiriyor, garip bir pelte, Suad’ın sefil ve bulaşık şahsiyetinin iğrenç hamuru hâline geliyor... (A. H. Tanpınar, göst. e., s. 205). Tutuşan yüreklerinden kopan ateş damlalanyla ağladılar (A. H. Müftüoğlu, Çağlayanlar, s. 45). Gün batıyor; sevgili, korkun gönlümde doğuyor (A. H. Müftüoğlu, Çağlayanlar: Yakarış, s. 149). Bak... sızan gözyaşları ne ağlıyor?... Sızlayan yürekler ne inliyor? (A. H. Müftüoğlu, ğöst. e., s. 151). O güldüğü zaman insanın yüzüne bütün saffeti, kadınhğıy-la bakar (S. F. Abasıyanık, Bütün Eserleri, s. 97). vb. Karşıtı geçişli fi-U’dir. geçmişe bağlı gelecek zaman bk. gelecek zamanın hikâyesi geçmiş zaman (Alm. Vergangenheit; Fr. passe; İng. post tense; Osm. mazı) Bir kılış veya oluşun meydana gelişinin şimdiki zamandan önceye ait olması. Görülen geçmiş zaman ve duyulan geçmiş zaman olarak iki kipi vardır: Aynaya koştu, yüzünün sol tarafı şişmiş (P. Safa, Mahşer, s. 288). Kendinizi denize attınız ha? (P. Safa, göst.e., s. 312). Gülsüm o gece, kalfanın odasında o kadar dua etti ve ağladı ki, ferahlığı belki bir hafta sürdü (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 96). Kuvvetini ve haklarını düşünmemişsin bile (T. Buğra, Yalnızlar, s. 2). Çanakkalede omuzlarınızdan her dakika üç kurşun geçmiş. Sormamışsınız (P. Safa, göst.e., s. 199). vb. geçmiş zaman kipi bk. görülen geçmiş zaman kipi ve duyulan geçmiş zaman kipi. geçmiş zaman ad fiili bk. geçmiş zaman sıfat-fiili. geçmiş zaman sıfat-fiili (Alm. Perfektpartizipium, Mittelıuorte der Vergangenheit; Fr. participe passe; İng. past participle; Osm. ism-i mefut) Fiilin -DIk/-DUk veya -mIş/-mUş ekleriyle geçmiş zamana bağlı olarak ad vey sıfat gibi kullanılan şekli: Fazla acıkmış insanlar gibi, ne verirlerse, bakmadan yutuyor ve memnun oluyordu (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 99). Zengin olmayı gözüne koymuş bir adam değilim (P. Safa, Mahşer, s. 179). Nihad, romancının koluna girerek ona ne olduğunu ne bittiğini, o zamandan sonra ne yaptığını ve Şehzadebaşı’na niçin geldiğini son tiyatro macerasına kadar anlattı (P. Safa, Mahşer, s. 211). vb. bk. sı-fat-fiil. gelecek zaman (Alm. Fütur, Füturum; Fr. fütur; İng. future; Osm. istikbal) Fiilin gösterdiği oluş, kılış ve durumun geleceğe bağlı olduğunu belirten zaman. bk. gelecek zaman kipi. gelecek zaman isim-fiili bk. gelecek zaman sıfat-fiili. gelecek zaman kipi (Alm. Fütur, Füturum; Fr. fütur; İng. future; Osm. istikbal) Filin anlattığı işin şimdiki zamandan sonraki bir zamana ait olduğunu gösteren kip. Türkçede bir oluş ve kılışın gelecekte kesin olarak gerçekleşeceğini gösteren ek, -ACAK ekidir: dikecek, anlat-acak, sar-acak gibi. Bu ek şahıs ekleri ile genişletilerek çekimli fiil olur. İnsanlara yalnız onlardan aldığımı vereceğim (T. Buğra, Yalnızlar, s. 102). Yarın ben de onu bana gönderen makamın huzuruna çıkarak neşredilme imkânları aramakta olan dört kitabımdan söz açacağım... Bakalım, beni nereye gönderecek (A. N. Asya, Ayın Aynası, s. 71). Meçhul yerlere doğru gideceğim, oradan kendimi en meçhule atacağım (Peyami Safa, Bir Tereddüdün Romanı, s. 184). Biraz sonra o, belki hepiniz bana nasihat vermeğe kalkacaksınız (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 255). Fakat, evvelâ Cibalı’ya kadar yürüyeceğiz orada bir arkadaşa haber vereceğim (P. Safa, Mahşer, s. 292). vb. Karşıtı geçmiş zaman’dır. bk. bildirme kipleri. gelecek zaman kipinin hikâyesi (Alm. vergangene Zukunft; Fr. fütur nasse; İng. future past; Osm. hikâye-i istikbâl) İleride gerçekleşecek bir oluş ve kılışı geçmişe aktararak bildiren bileşik kip türü. -AcAk gelecek zaman kipi üzerine i-di hikâye ekinin getirilmesi ile kurulur. Çekimi de 3. şah. çokluk çekimi dışında şah. ekleri hikâye ekinden sonra gelir: gelecektim, okuyacaktım, görüşecektik, bulacaktınız, gideceklerdi gibi. Bu birleşik kipte ileride gerçekleşecek bir oluş ve kılış geçmişe aktarılarak anlatıldığı için anlamda gerçekleşmemiş bir oluş ve kılış söz konusudur: Bu aptallık bukağılarım söküp atacaktı; gidecekti; gerçek hayata ve hayatının gerçeklerine dönecekti (T. Buğra, Yalnızlar, s. 145). Eğer kendini hülya dediğin o vahşi cazibeye kaptırmamış olsaydın, demin önümüzden geçen genç kıza bakacaktın, .o da sana bakacaktı, gülümseyecektin, o da sana gülümseyecekti (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından: Bir gence Nasihatler, s. 98). Ömrümde bir kere zafer kazanacaktım (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 11). Muhakkak ki şimdi içeri gireceklerdi (P. Safa, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, s. 151) vb. gelecek zaman kipinin rivayeti Gelecek zamanda gerçekleşecek bir oluş ve kılışı duyuma dayanarak anlatan birleşik kip türü. -(y)-AcAk gelecek zaman eki üzerine -i-miş hikâye ekinin getirilmesi ile kurulur. Şahıs ekleri, 3. şah. çokluk çekimi dışında, hikâye ekinden sonra gelir. Hikâye eki fiildeki dil ve dudak benzeşmelerine uyar: alacakmışım, bilecekmişsin, bulacakmış, dolduracak-mışız, emecekmişsiniz, diyeceklermiş vb. Aaa... Ben neyegelecekmişim? (R. N. Gün tekin, Kızılcık Dalları, s. 135). Meğer, ben için için onlara hak verecek, sadık kalacakmışım ve onları içimde bütün hülyalarımla hissede-cekmişim (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, Bizimle Birlikte Yaşayan Hatıralarımız, s. 226). Her kader gerçek benliğimin kurtuluşu uğruna verilmiş bir fidye olduğu için mi üzülecekmişim? (T. Buğra, Yalnızlar, s. 34) vb. gelecek zaman kipinin şartı Bir oluş ve kılışın gelecekte gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini şarta bağlı olarak bildiren bileşik kip türü. -AcAk gelecek zaman ekine i- ek-fiilinin şart biçimi olan -i-se ekinin eklenmesiyle kurulur. Şahıs ekleri 3. şah. çokluk çekimi dışında şart ekinden sonra gelir: alacak isem>ala-caksam, alacaksan, alacaksa, alacaksak, alacaksanız, alacaklarsa vb. Sevdiklerimin yanında uzun uzun kalmaya katlanamıyorum... sevgimi söy leye-meyeceksem (T. Buğra, Yalnızlar, s. 21). Eğer bu konuda bir açık oturum düzenlenecekse ilgilileri şimdiden duyurunuz. Yarın pişman olocaksan bu işe hiç girişme. Gitmeye çekler s e haber versinlervh. gelecek zaman sıfat-fîili Fiilin gelecek zamana bağlı olarak sıfat ve ad gibi kullanılan biçimi. Türkçede gelecek zaman sıfat fiili -ACAK, -Asi ekleriyle kurulur: Eskisi gibi yemek yapacak hâl mi kaldı bende? (T. Buğra, Yalnızlar, s. 183). Ellerindekini güzelleştirmeye yetecek güçleri yok ya, ha bire çalıyorlar (T. Buğra, göst. e., s. 209). Bizim dil konusunda yapacağımız iş, kelime fethinden, hatta kelime idhalinden korkmamaktır (N. S. Banarlı, Türkçenin Sırları, s. 98). Asrımızın ileride tarihini yazacak adam, elbette ki müstahzar salgınını göz önünde tutacaktır (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 144). O bizi güzelle iyinin, şuurla hülyanın el ele vereceği çalışkan ve mesut bir dünyaya götürecektir (A. H. Tanpınar, Beş Şehir, İstanbul s. 260). Nihayet senin göreceğin geleceğini tahmin etmiyor değildim (P. Safa, Mahşer, s. 238). Yıkılası dünya; kör olası şeytan; canı çıkası adamvb. gelişmeli ses bilgisi Bir dildeki seslerin uğradığı çeşitli değişme ve gelişme olaylarını inceleyen ses bilgisi dalı. Söz gelişi ben>men, anbar>ambar gibi benzeşme ve derşür->devşir-, attdr>aktar gibi benzeşmezlik olayları birer gelişmeli ses bilgisi olayıdır. genel dil bilimi (Alnı. allgemeine Sprachıuissenschaft; Fr. linguistiaue generale; İng. general linguistics; Osm. umumî lengüistik, umumî lisaniyat) Dünyadaki dilleri bir bütün olarak ele alıp, bunların ortak özelliklerini, işleyiş ve gelişme şartlarını inceleyen; dil denen varlığı bütün yönleriyle ve bütün belirtileriyle araştıran bilim dalı. genel ses bilimi (Alm. allgemeine Phonetik; Fr. phonetique generale; İng. general phonetics; Osm. meblas-i asvât-ı melhûze) Tek bir dilin değil bütün dillerin seslerini bir bütün olarak ele alan, bunların türlerini, özelliklerini inceleyen ve bütün ses bilimi dallarını içine alan geniş kapsamlı ses bilimi, krş. ses bilimi. genel sözlük Bir yazı dilinin kendisine mal edilmiş ve yaygınlaşarak genellikle niteliği kazanmış olan bütün kelime ve deyimlerini, özel bir alana yönelmeden tanımlayan ve açıklamalara bağlayan sözlük. Türkçe Sözlük, Ka-mus-ı Türkî gibi. Deyimler sözlüğü, Mecazlar Sözlüğü, Terimler Sözlüğü, Tarama Sözlüğü ve Derleme sözlüğü gibi, sınırlı ve özel bir amaca hizmet eden sözlükler bunun dışında kalır. genel Türkçe Türk dilinin belirli bir dönemini veya belirli bir lehçesini değil, coğrafî sınırlar içindeki bütün kollarını içine alan, dil yapısı bakımından ortak özellik ve ölçünlere (standartlara) sahip olan tamamı. Türkçenin Yakut ve Çuvaş lehçeleri dışında kalan bütünü. Lehçelerdeki bazı özellikler bu ölçünlerin dışında kaldığı için genel Türkçeyi temsil edemez. Örnek olarak genel Türkçedeki y’nin Yak. s (yol>sul), Çuv. s (yılan>selen) olması; genel Türkçede ön sesteki 5’lerin Başkurtçada h-’ye dönüşmesi (siz>heçl) gibi. genişleme bk. ünlü genişlemesi genişlik derecesi (Alnı. Offnungsgrad; îng. opening) 1- Ünlülerin boğumlanmaları sırasında ağız yolunun ve çene açısının açıklık bakımından gösterdiği özellik: a ve e ünlülerinin genişlik dereceleri o ve ö, ive i ünlülerinden daha fazladır. 2- Bir dil sesinin özellikle bir ünlünün boğumlanması sırasında ses yolunun kişilere ve ağızlara göre değişebilen açılma durumu: alfabe/alfabe, ayar/ayar, bayan/bayan, yarın/yârın, dünya/dünyâ, gafil/gafil, marul/marul, sevda/sevda vb. Burada ünlülerin kısa veya uzun söylenişlerinde, uzunluktan çok ağız açıklığı söz konusudur. geniş ünlü (Alm. breiter Vokal, neidriger Vokal, tiefer Vokal; Fr. voyelle large, vo-yelle basse; İng. wide voıttel, low vouıet) Ağız boşluğunun ve çene açısının herhangi bir daralmaya uğramadan, açık durumunda iken boğumlanan ünlü türü: a / e / ö gibi. a, e, o, ö ünlüleri geniş ünlülerdir. Karşıtı dar ünlüdür. geniş zaman (Alm. Aorist, TAtlos; Fr. aoriste atemporal; İng. aorist, timeless; Osm. muzâri Geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman gibi bütün ana zamanları içine alan, yani fiilin gösterdiği oluş ve kılışın her zaman yapıldığını veya yapılacağını gösteren; bir sınırlama ve kesinlik kavramı taşımayan zaman. Türkçede geniş zaman -r, -Ar, -(I)r/-(U)r ekleri ile kurulur ve şahıs ekleri alarak çekime girer: Keyifle yerim, keyifle içerim (S. F. Abası-yanık, Bütün Eserleri 2, s. 208). Birçok mütefekkirler yalnız düşünmekle iktifa ederler (A. Ş. Hisar: Fahim Bey ve Biz, s. 159). Bir kırlangıç, yavrusuna uçmayı öğrettikten sonra görevinin bittiğini bilir ve artık kendi isteklerine göre yaşayabilmesi için serbest bırakır (T. Buğra, Yalnızlar, s. 25). Gerçi, bilirim, okunun değdiği yerde, bir cüceden bir dev çıkarırsın; bir kaditten en güzel endamı yaratırsın ve sönmüş gözlere yeniden fer verirsin (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, VII, s. 39). Biz düşüncelerimizi çok defa omuzlarımızda taşırız. Onun için onları kımıldatmamız bu düşüncenin ağırlığı nisbetinde güç olur (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 75), İşten artmaz dişten artar. Böyle gelmiş böyle gidergibi. Geniş zaman, bazı kullanılışlarında «gereklilik», «alışkanlık» ve «süreklilik» de gösterir: yarın buraya gelir her tarafı iyice temizlersin. Akşamları kitap okursun, pazar sabahları yürüyüşe çıkarsın vb. geniş zaman eki Fiilin gösterdiği hareketin geniş zamanda olduğunu gösteren, fiile geniş zaman kavramı veren ek. Türkçede geniş zaman eki -r, -Ar, (I)r/-LVdur: ağla-r, bak-ar, gül-er, çalış-ır, getir-ir, otur-ur, güldür-ür. bk. geniş zaman. geniş zaman isim-fiili bk. geniş zaman sıfat-fiili. geniş zaman kipi (Alnı. Aorist, Zeitlos;¥r. aoriste atemporal; İng. aorist, timekss; Osm. muzâri sîgası, sîga-i muzârî) Fiilin sürekli olarak yapıldığını, hâlen yapılmakta olduğunu veya yapılacağını belirten zaman ve kip. Türkçede bu kip -Ar, (I)r/-(U)r ekleri ile kurulur: 1. tek. şah. yaz-ar-ım, ver-ir-im, 2. tek. şah. yaz-ar-sın, ver-ir-sin, 3. tek. şah. yaz-ar, ver-ir, 1. çokl. şah. yaz-ar-ız, ver-ir-iz, 2. çokl. şah. yaz-ar-sınız, ver-ir-siniz, 3. çokl. şah. yaz-ar-lar, ver-ir-ler; oku-r-um, oku-r-sun, oku-r, oku-r-uz, oku-r-sun-uz, oku-r-lar gibi. geniş zaman kipinin hikâyesi (Alm. Prâsens Historisches, erzâhlendes Prâsens; Fr. perfectifde l’aorist, presens narrativ; İng. historic present; Osm. hikaye-i muzâri) Geçmişten geleceğe uzanan geniş bir zaman kesitini içine alan, fiilin sürekli olarak yapıldığını bildiren oluş ve kılışları geçmiş zamana aktararak veren birleşik kip: -r, -Ar, -İr/-Ur geniş zaman eklerine i-di hikâye ekinin eklenmesi ile kurulur: gelirdim, otururdu, söyleşirdi, anlatırdınız, görürlerdi gibi. Bu birleşik kipin olumsuzu -mazdı ekiyle kurulur: almazdım, gelmezdim, oturmazdı, konuşmazdık, görmezlerdi vb. Kalfa büyük hanımla hiç geçine-mezdi (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 90). Bunların yanında, her zaman küçük, fakir kulübeler de göze çarpardı (H. N. Zorlutuna, Aydınlık Kapı, s. 110). Cuma ve pazarları Küçüksu, Göksu, Kalender, Çubuklu gibi incesaz yerlerine, mesirelere gidilirdi (. Ş. Hisar, Boğaziçi mehtapları, I. Boğaziçi medeniyeti, s. 9). Dünyada hiç bir güzelliğin kalmayacağından korkardım (T. Buğra, Yalnızlar, s. 161). O bu yolu ötedenberi severdi (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 37). Katılsaydınız ne kadar verimli bir toplantı yapıldığını görürdünüz. Onlar hiç yazlığa gitmezlerdi vb. geniş zaman kipinin rivayeti Geniş bir zaman kesiminde gerçekleşen oluş ve kılışları dyuma (rivayete) dayanarak anlatan birleşik kip türü: -r, -Ar, -ir/-Ur geniş zaman eklerinden sonra i-miş rivayet ekinin getirilmesi ile kurulur. 3. şah. çokluk çekimi dışında kalan şahıs ekleri rivayet ekinden sonra gelir. Rivayet eki, eklendiği fiilin dil ve dudak benzeşmelerine uyar: alırmı-şım, başlarmışsın, çalarmış, dokunurmuşuz, ellermişsiniz, içerlermiş vb. O, bazı sabahları, uykusu kaçarmış da bir türlü uyuyamazmış (A. Ş. Hisar, Ali Nizami Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği, s. 220). O otururken, vücudu uzun boylu, ayağa kalkınca bacakları kısa görünürmüş (A. Ş. Hisar, Geçmiş Zaman Fıkraları; Sultan Aziz’e Dair, s. 71). Ahmet Vefik Paşa Paris’te elçimiz bulunurken, beyaz bir araba ilegezinirmiş (A. Ş. Hisar, Geçmiş Zaman Fıkraları, Ahmet Vefik Paşaya Dair, s. 116). Eski hatıralarını anlata anlata bitiremezmiş. O zaman böyle fenerler yanmazmıştır. Karanlık, buradan, perde perde helezonlar hâlinde yayılır, gidermiştir (S. F. Abası-yanık, Bütün Eserleri 3, Medarı Maişet Motoru: Birtakım İnsanlar, s. 194) vb. geniş zaman kipinin şartı (Alm. Konditional Reales; Fr. contitionnel de Vaorist; İng. conditional tenses; Osm. sîga-i şartiyye) Geniş bir zaman kesiminde gerçekleşen oluş ve kılışları şarta bağlı olarak anlatan birleşik kip türü. -r, -Ar, -ir/-Ur geniş zaman eklerine, i-ek-fiilinin şart biçimi olan -i-se ekinin getirilmesi ile kurulur. 3. şah. çokluk çekimi dışında şah. ekleri şart ekinden sonra gelir: verir isem>verir-sem, verirsen, verirse, verirsek, verirseniz, verirler ise, verirlerse vb. Teklifimi getirirsen üzerinde görüşebiliriz. Bu düşünceden vazgeçmezse zararlı çıkar. Bana kalırsa, biraz da haşlamalısınız... birazcık ama. (T. Buğra, Yalnızlar, s. 243). Maazallah suyun sesini duymaz olursam... (Y. K. Kara-osmanoğlu, Erenlerin Bağından: İki Âmânın Sözleri, s. 108). Ev halkı üstüne üşüşerek onu yakalar, içeriye çeker ya kandırmazsa, ya tehdit etmeğe kalkarlarsa? (P. Safa, Mahşer, s. 130) vb. bk. şart kipi. geniş zaman sıfat-fiili Fiilin karşıladığı hareketi geniş zamana bağlı olarak belirten sıfat-fiil. Geniş zaman sıfatfiilleri -Ar, -(l)r/-(U)rve -mAz, -An, -IcI/-UcUekleriyle kurulurlar; ad ve sıfat olarak kullanılırlar: Koşar adım, geçer akça, bakar kör, gider «masraf», biçer döğer, bilirkişi, yatır «evliya», bitmez dert, onulmaz yara, görünmez kaza, çıkmaz sokak, Yılmaz, Solmaz, çalışan kadın, okuyan adam, geçen yıl, bitmeyen iş, yırtıcı hayvan, gezici öğretmen, ayırıcı özellik, bunaltıcı sıcakvb. geniz Ağzın arka kısmı; burun boşluğunun arka kısmı. geniz sesi (Alm. Nasenlaut; Nasal; Fr. nasale; İng. nasal) Yumuşak damağın aşağı inmesi ve boğumlanmaya burun (geniz) yolunun da katılmasıyla çıkarılan ses. bk. geniz ünlüsü, geniz ünsüzü. Karşıtı ağız sesi’dir. genizsil bk. geniz sesi. genizsilleştne (Alm. Nasalierung; Fr. nasalisation; İng. nasalisation) Geniz ünsüzlerinin benzeştirme yolu ile yakınındaki ünsüzleri kendi boğumlanma noktasına çekmesi olayı. Türk dilinin eski metinlerinde, bugünkü lehçelerde ve Anadolu ağızlarında yer alan bir olaydır: ET. ben>men, bin>min «bin», bengü>mengü «ebedi», bun>mun, Anad. ağzl. dinlemek>dinnemek «dinlemek»; anlatmak>annatmak, pınar>mınar «pınar», bengi>mengi, beni>meni «sevinç», binmek>minmek, nişanlı>nişannı, yanlış>yannış, parmak>mâmak (Aydın, Bozdoğan) vb. geniz ünlüsü (Alm. Nasalenlaut, nasalierter Vokal; Fr. voyelle nasalle; İng. na-salised Voıoet) Geniz yolu açıkken boğumlanan ünlü. Türkçenin bütün ünlüleri ağız ünlüleridir. Ancak Anadolu ağızlarında geniz ünlülerine rastlanabil-mektedir. Nev. aha «işte», hî «haa!, öyle mi?» gibi. Ayrıca kelime içinde artık kaybolmuş olan n ünsüzünün kendi etkisini hecesi içindeki ünlüye yüklemesinden oluşmuş bulunan geniz ünlüleri de vardır: son-ra>söra, sonra>sonna>s~öna, konşı>goşı «komşu» bununla>bunüla «bununla» (Aydın Bozdoğan) vb. şeniz ünsüzü (Alm. Nasal; Fr. consonne nasale; İng. nasal; Osm. hayşûmî sâ-mit, sâmit-i hayşûmî) Art damağın alçalması, ses yolundan gelen havanın hem ağızdan hem de burundan geçirilmesi yoluyla oluşan ünsüz türü. Boğumlanma noktaları açısından bir çift dudak sesi olan m ile diş sesi olan n ve art damak sesi olan n ünsüzleri, boğumlanmaya aynı zamanda burun yolunun da katılması dolayısıyla birer geniz ünsüzüdürler: maşa, tanık, yonga, yonga; Anadolu Ağzl. banka [ banka], bana kelimelerindeki m, n, n ünsüzleri gibi. gerçek özne (Alm. logisches Subjekt; Fr. sujet logique, sujet reel; İng. logical sub-ject) Edilgen fiillerle kurulmuş olan cümlelerde açıkça söylenmediği için örtülü kalan, ancak, mantık yoluyla bilinen ve işi yapan gerçek özne: Ağaçtaki kaysılar (yabancılar tarafından) toplanmış; Kitabın kapağı (senin tarafından) yırtılmış; Gelecek yıl (yetkililerce) başka bir yere gönderile-ceksinvh. Bu cümlelerdeki yabancılar, sen, yetkililer kelimeleri mantıkça bilinen görünmez öznelerdir. Karşıtı görünür özne durumundaki gramerce özne’dir.* Bunlara bk. gereklilik bk. gereklilik kipi. gereklilik kipi (Alm. Notwendigkeitsform; Fr. necessitatif; İng. necessitative; Osm. vücûbî sığası, sîga-i vücûbî) Belirli bir zamana girmeyen, fiilin gösterdiği oluş ve kılışın yapılması gerekli olduğunu bildiren ve Türkçede -mAU eki ile kurulan tasarlama kipi: anla-mah-ytm, tut-malı-sın, görmeli, bil-meli-yiz gibi. Bu kipin şahıs ekleri alarak çekime girişi şöyledir: oku-malı-y-ım, okumalı-sın, okumalıdır), oku-malı-y-ız, oku-mah-sınız, oku-malı-(dır)lar. oku-malı-y-dım, okumalı-y-dın, oku-malı-y-dı; oku-malı-y-mış-ım, oku-malı-y-mış-sın vb. gereklilik kipinin hikâyesi Fiilin gösterdiği oluş ve kılışın yapılması gerekli olduğunu geçmiş zamana aktararak bildiren tasarlama kipi: dinle-meli-y-dim, dinle-meli-y-din, dinle-meli-y-di, dinle-meli-y-dik, dinlemeli-y-diniz vb. -Ah! ben şu zamanda bir sadrazam olmalıydım... Ben devletin başında bulunmalıydım ki!... gibi dilekler çarpar da şaşardım (A. Rasim, Gülüp Ağladıklarım, s. 47). Orada olmalıydım da görmeliydim (M. C. Kuntay, Üç İstanbul). Evet hiç olmazsa Fahir’le bir ay dost kalmalıydı (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 89) vb. çereklilik kipinin rivayeti Gerçekleşmesi gerekli olan bir oluş ve kılışın duyuma dayanılarak veya sonradan farkedilerek anlatılması. Bu kip -mAUymlş ekiyle karşılanır. Kip eki ile, rivayet eki arasındaki i- ek-fiili bazen korunmuş bazen de yerini-);- koruyucu ünsüzüne bırakmıştır: al-mah-y-mışım, al-mûlıy-mışsın, al-mah-y-mış vb. Bu durumu vaktiyle düşünmeliymişim. Fakat şimdi kendisi yapacakmış. En iyisi evine gitmeli ve iyice düşünmeliymiş! Ankara’ya bir de Cumhuriyetin ilk yıllarında gelmeliy misiz ki, bugünkü durumla farkı iyi karşılayabilelim, vb. gereklilik kipinin şartı Yapılması tasarlanan bir oluş ve kılışın gerekliliğini şart koşan birleşik kip. -mAU-y-sA ekiyle karşılanır: tut-malı-y-sam, tut-malı-y-san, tut-mah-y-sak, tut-malı-y-sanız vb. Kullanımında bu kalıplar yerine gerekiyorsa biçimi tercih edilmektedir: Buradan git-meli-y-sen yerine buradan gitmen gerekiyorsa; anlatman gerekiyorsa; Burada olmaları gerekiyorsavh. gerilek vurgu Vurgunun, son heceden daha önceki hecelerde olması durumu: ’hemen, ’hayır, ’kardeşim, ’öyle, ’şöyle, ’Ankara, ’Erzincan, ’nasıl? orada vb. yer adlan ile yer gösteren bazı kelimelerde, soru zamir ve sıfatlarında, belirsiz zamirlerde, bağlaçlarda, ünlemlerde ve bazı emir kiplerinde vurgu çoklukla ilk hecededir. gerileyici benzeşme (Alm. regressive Assimilation, rückschreitende Assimilation; Fr. assimilation regressive; İng. regressive assimilation) Kelime içinde önce gelen sesin, sonraki sese, boğumlanma niteliği bakımından kısmen veya bütünüyle benzeşmesi olayı; sonraki sesin geriye doğru etki yaparak önceki sesi kısmen veya bütünü ile kendine benzetmesi: o bir>öbir (gerileyici benzeşme)>öbür (ilerleyici benzeşme); türlü>tüllü, girmişsin>girmişsin; anbar>ambar, perşenbe>perşembe, penbe>pembe, olsun>ossun, tarla>talla, eczacı>ezzacı, onbaşı>ombaşı, süba-şı>subaşı, içkur>uçkur\b. karşıtı ilerleyici benzeşme’dir. bk. benzeşme. gerilme (Alm. Spannung, Fr. tension; İng. tension) Bir sesin tek başına boğumlanması sırasında konuşma organlarının o sesin çıkmasına yarayacak duruma gelmesi; bir sesin boğumlanması için konuşma cihazının girdiği "hazırlık", "oluşum"ve "çözülme" basamaklarından ilki. gezici kelime (Alm. Wanderwort) Bir dilden çıktığı hâlde diğer dillere de girip yerleşen kelime: biber, çay, kahve, şeker, pilav, tabaka, radyo, televizyon, video, sputnik gibi. gezgin kelime bk. gezici kelime gırtlak (Alm. Kehlkopf; Fr. larynx; İng. larynx; Osm. hançeri) Nefes borusunun bittiği ve ses borusunun başladığı yerde, nefes borusunun en üst halkası üzerine oturtulmuş beş parça kıkırdaktan oluşan ve içindeki ses telleri (ses dudakları) yardımıyla insan sesinin oluşmasını sağlayan küçük kutu biçimindeki organ. Gırtlağı oluşturan kıkırdaklar, biçimlerindeki benzerlik dolayısıyla halka kıkırdak, kalkan kıkırdak, ibriksi kıkırdaklar, armutsu kıkırdak adlarını alır. Kalkan kıkırdağın ön üst kısmı erkeklerde âdem elması denilen bir çıkıntı oluşturur. Gırtlağın yutma sırasında nefes borusunu kapatan kısmına da gırtlak kapağı denir. Gırtlağın, nefes alma durumunda, bir ikiz kenar üçgen şeklinde açık kalan, konuşma sırasında ibriksi kıkırdağı harekete getiren, adalelerin veya ses tellerinin küçülmesi ile kapanan kısmı ses yarığı adını alır. Gırtlağın önde halka ve kalkan kıkırdakların iç yüzüne bağlı bulunan ve gırtlağın ortasındaki iki kiriş oluşturan adale demetine ses telleri denir. Bunlara bk. gırtlak kapağı (Alm. Kehldeckel; Fr. epiglotte; İng. epiglottis; Osm. şirâülhanek) Dil tabanının biraz altında, gırtlağın üst kısmında bulunan, kıkırdaktan yapılmış hareketli kapakçık. Seslerin boğumlanması sırasında, ses yolunun açılıp kapanmasında, daralıp genişlemesinde ve türlü biçimlere girmesinde görev alan organ. gırtlaksıllaşma Bir sesin çeşitli etkenler altında gırtlak sesine dönüşmesi olayı. Yazı dilimizde görülmeyen bir olaydır. Bazı Anadolu ağızlarında özellikle Orta ve Doğu Anadolu ağızlarında k>h, k>ğ>g şeklinde örnekler verir: yakışı>yakşı>yahşı, dakuz>dohuz, bakacak>bahacah; kardeş>ğardaş>Qardaş, koyun>ğoyun>goyun vb. gırtlak ünsüzü Ses tellerinin soluk alma durumuna oranla birbirlerine daha çok yaklaşarak veya dokunarak meydana getirdiği ses. Türkçede ikincil (se-kunder) h sesi ile dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş kelimelerde veya ağızlarda k>h değişmesi ile oluşmuş h ünsüzü birer gırtlak ünsüzüdür. Hangi? hanım, daha, ahçı (<aşçı); yahşi, haber, yahacak, yoh vb. Dilimize Arapça ve Farsça yoluyla geçmiş cür’et, neş’e, mel’un, mü’min gibi kelimelerde görülen ve birer kesme işareti ile karşılanan hemze (Ar. hamza) ve ayın (ayn) sesleri de aslında birer gırtlak ünsüzü durumundadır. Ancak, bu ses yazılışta ve söylenişte çok defa kullanıştan düşmüş durumdadır, mevki, mebde, menba, mesut, neşe gibi. girişik cümle bk. iç içe birleşik cümle, gizli dil Toplumdaki sınırlı bazı kesimlerin veya bazı esnaf zümresinin başkalarınca anlaşılmasına engel olmak için kelimelere özel birtakım anlamlar vererek konuştukları dil. Burdur ve Muğla yöresindeki «kalaycı argosu » ile, Geygeli Yörüklerinin ve Erkilet çerçilerinin kullandıkları gizli dil bunun tipik örnekleridir. Muğla’daki kalaycı argosunda avanmak «gezmek, dolaşmak», amitti «sarıklı hoca», çiye «et», dinlice «buğday», dünemek «misafir kalmak», düve «kız çocuğu», pir «müşteri, memur, eşraf» anlamlarındadır. Geygelli Yörüklerinde de astarmak «almak, getirmek», davamak «vermek», çay «kız», hanik «çadır», merdir-mek «yıkmak, kaldırmak», tirit «ayakkabı», yakı «ateş» anlamlarındadır. Cümle örnekleri: sana bir mezlecipiri kırdım «sana bir paralı müşteri getirdim». Nazileyi kılavgır «parayı az al». Yankol nereye ovanıyor? «Efendi nereye gidiyor?». Şu yıkımı ovadacağım «şu güzeli alacağım». Çilengeri kön et «kantarı kaydır» vb. bk. ve krş. argo. gizli özne bk. gramerce özne göçüşme (Alm. Metathesis, Umstellung, Metathese; Fr. metathese; îng. metathe-sis) Kelime içindeki komşu veya uzak seslerin yer değiştirmesi olayı. Ünsüzlerin birbiri ile karşılaşmasından doğan telâffuz zorluklarını giderme amacına dayanan bu olay, daha çok r ve I akıcı ünsüzlerinin bulunduğu kelimelerde ve ağızlarda görülür: köprü>körpü, kibrit>kirbit, karyola>kayrola, bulgur>burgul, ileri>ireli, lânet>nalet, ekşi>eşki, ödünç>ön-düç, güvercin>güvencir, zerdali>zelderi vb. Yanyana bulunan sesler arasındaki göçüşme yakın göçüşme, uzak sesler arasındaki göçüşme de uzak göçüşme adını alır. bk. yakın göçüşme, uzak göçüşme. görevsel ses bilgisi bk. ses bilgisi görülen geçmiş zaman bk. görülen geçmiş zaman kipi. görülen geçmiş zaman eki Bir oluş ve kılışın görülen geçmiş zamanda ortaya çıktığını haber veren şekil ve zaman eki: DI/-DU/: bil-di, yaz-dı, gül-dü, oku-du, geliş-ti, ça-lış-tı, görüş-tü, konuş-tu vb. görülen geçmiş zaman isim-fiili bk. geçmiş zaman sıfat-fiili. görülen geçmiş zaman kipi (Alm. bestimmte Vergangenheit, Perfektum, Perfekt; Fr. passe defini, passe simple, parfait, passe determine, perfectum; İng. past definite, perfect) Fiilin karşıladığı oluş ve kılışın geçmişte kişinin görgüsü ve bilgisi altında olup bittiğini anlatan zaman. Türkçede görülen geçmiş zaman -DI/-DU ekiyle kurulur. 1. tek. şah. geldim (<gel-di-m), 2. tek. şah. geldin (<gel-di-n), 3. tek. şah. geldi (<gel-di), 1. çokl. şah. geldik (<gel-dik), 2. çokl. şah. geldiniz (<gel-di-niz), 3. çokl. şah. geldiler (<gel,di-ler) vb. örnekler: Ayna ona, cesaret ve güven veren çizgilerle gülümsedi (T. Buğra, Yalnızlar, s. 113). Ben aldım. Okuyup da ne olacaktı sanki... okuyanları da gördük. İkiz mi doğurdular, yoksa ilkleri hep oğlan mı oldu? (T. Buğra, Yalnızlar, s. 182). Umduk, bekledik, düşündük. Hangi şey umduğumuza uyğun düştü (Y. K. Ka-raosmanoğlu, Erenlerin Bağından I, s. 13). Hayretimi görerek güldü. Çok dalgındın. Geldim, yanına oturdum. Haber almadım, dedi ve gözleri örtülü öne bakarak devam etti (Y K. Karaosmanoğlu, göst. e., III, s. 21) vb. görülen geçmiş zaman kipinin hikâyesi Geçmiş zamanda gerçekleşmiş bulunan ve tarz bildiren bir oluş ve kılışın yine geçmiş zamana aktarılarak anlatılması. Eki -DI/-DUdur. Bu birleşik kip, çekimde iyelik kökenli şahıs ekleri alır: bildi-y-di-m, bildi-y-di-n, bildi-y-di, bildi-y-di-k, bildi-y-din-iz, bildi-y-di-lergibi. Ben... şey bundan yirmi beş gün önceydi. Bir gece Niko’ların(...) hani şeyine(...) meyhanesine gittiydim (T. Buğra, Küçük Ağa, s. 138). Mühim diyeceklerim var dediy-din(....) Dediydim. Var (T. Buğra, göst. e. s. 137). Barka: "sormayın kardeşler" dedi: "Çocuk dalgıçlığa girişeli bir ay ya oldu yaolmadıydı (H. Balıkçısı, Deniz Gurbetçileri, s. 48). Bu imansızın arkasından birbirimize nasıl bakıştık (F. R. Atay, Zeytindağı, s. 30) vb. görülen geçmiş zaman kipinin şartı Gerçekleştiği kesin olarak görülen veya bilinen bir oluş ve kılışı şarta bağlayan birleşik kip türü. Eki -Di ise>-DI-y-sA/-DU-y-sA’dır. yaz-dı-m-sa, yaz-dı-n-sa, yaz-dı-y-sa, yaz-dı-k-sa, yaz-dı-nız-sa, yaz-dılar-sa gibi. Duydum-sa da zevk almadım. İslav kederimden (Y. K. Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, s. 43). Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!/Bahtına lanet olsun aşma-dınsa bu dağı (F. N. Çamlıbel, Han Duvarları, s. 15). Nereye gittiysek, nerede konakladıysak hep onu hatırladık vb. görülmeyen geçmiş zaman bk. duyulan geçmiş zaman görülmeyen geçmiş zaman eki bk. duyulan geçmiş zaman eki görünmez özne (Alnı. logisches Subjekt; Fr. sujet logique, sujet reel; İng. logial subjekt) Edilgen fiillerle kurulmuş olan cümlelerde açıkça söylenmediği için örtülü kalan, ancak, mantık yoluyla bilinen ve işi yapan gerçek özne. Karşıtı gramerce özne durumundaki görünür öznedir: Ağaçtaki kaysılar (yabancılar tarafından) toplanmış; Kitabın kapağı (senin tarafından) yırtılmış; Gelecek yıl (yetkililerce) başka bir yere gönderileceksin vb. Bu cümlelerdeki yabancılar, sen, yetkililer kelimeleri mantıkça bilinen görünmez öznelerdir. Karşıtı gramerce özne durumundaki görünür öz-ne’dir. Buna ve gramerce özne’ye bk. görünür özne Edilgen fiillerle kurulmuş olan cümlelerde, cümlenin gramer açısından görünürde olan öznesi, sözde özne: parka yollar yapılmış, içme suyu getirilmiş vb. Ayrıntılı bilgi için bk. gramerce özne, krş gerçek özne, görünmez özne. görünüş (Alm. Aspekt, subjektivische Anschauungsform, Verlaufsort, Verlaufsstu-fe; Fr. aspect; İng. aspect) Bir fiildeki oluş ve kılışın zaman bakımından konuşan tarafından öznel biçimde değerlendirilmesi; fiilde, dil psikolojisine ve konuşanın kendi değerlendirmesine bağlı zaman kayması durumu: Seninle bu konu üzerinde uzun uzun tartışacağım da bir sonuç mu alacağım"? cümlesindeki tartışacağım ve alacağım fiilleri şekil olarak gelecek zaman gösterdikleri hâlde, kişisel öznel bir değerlendirmenin ifadesi olan görünüş bakımından «seninle bu konuda uzun tartışmayacağım ve sonuç da alamıyacağım» şeklinde olumsuz bir anlamı yansıtmaktadır. Aşağıdaki örneklerde de kullanılan fiiller ayraç içine alman birer zaman kaymasına uğramış bulunmaktadırlar: Andre Gide böyle bir zamanda peyzajlarımızı fakir ve neşesiz, sanatımızı derme çatma, insanımızı çirkin buldu (çirkin bulmuş anlamında). Takma bir "insanüstü"gözüyle etraftakı ızdıraba tiksine tiksine bakarak geçti (geçmiş anlamında) (A. H. Tan-pmar, Beş Şehir, s. 15*7-158). Fatih’in İstanbul’da bina ettiği ilk sarayın, kitaplarda okuduğumuz satırlardan başka, bir hatırası kalmamış (kalmadı anlamında) ve enkazı kaldı ise toprak altında kalmıştır (kaldı anlamında) (Y. K. Beyatlı, Aziz İstanbul, s. 49). "Dün geceki renkli rüyamda geniş bir bahçede dolaşıyordum. Arkamda billur gibi bir pınar var. Yanımdaki-lerden biri bana gümüş bir tasla su getiriyor." parçasındaki dolaşıyorum, getiriyor fiilleri şekilce şimdiki zaman kipi oldukları hâlde, anlam bakımından geçmiş zamanı, var fiili de yine vardı anlamını vermektedir. Hasta doktora gitmiş (gitse), doktor hastaya getirilmiş (getirilse) ne fark ederdi? (Osman Çeviksoy, Tutuklu Yürek, s. 27). Ekmeklerine o sarı tereyağından sürüp yiyorlar (yediler). Henüz gün ağarmamış-tır (ağarmamıştı) (Sevinç Çokum, Derin Yara, s. 110). vb. gösterme ünlemleri bk. ünlem, dışa dönük ünlem(ler) gövde (Alm. Stamm; Fr. theme; İng. stem) Ad ve fiil köklerine yapım eklerinin eklenmesiyle oluşturulan ve anlamca bağlandıkları kökle ilişkili bulunan türemiş kelime: canlı (<can+lı), gözlük (<göz+lük), görüş (<gör-üş); görüştür- (<gör-üş-tür-); görünüş (<görün-üş) vb. gövde hâli (nominatif) bk. yalın durum gramer (Alm. Grammatik, Sprachlehre; Fr. grammaire; İng. grammer; Osm. ilm-i sarfü nahv, ilm-i kavâid) Bir dili ses, şekil ve cümle yapıları ile dilin çeşitli öğeleri arasındaki anlam ilişkileri açısından inceleyerek bunlarla ilgili kuralları ve işleyiş özelliklerini ortaya koyan bilim. Ses bilgisi, şekil bilgisi, cümle bilgisi (söz dizimi) ve anlam bilgisi gramerin başlıca bölümleridir. Tür olarak tasviri gramer (durgun gramer, statik gramer), tarihî gramer ve karşılaştırmalı gramer gibi türleri vardır, bk. ve krş. dil bilgisi. gramer kelimesi (Fr. mot grammatical) Kök ve gövdelerin oluşturduğu sözlük kelimesi grubuna girmeyen ve yalın durumda olmayıp cümle içinde çekim ekleri alarak başka kelimelerle ilişkili duruma gelen kelime: okul+dan ayrıldı; kitab+ı oku-du okuma+y+a başladı; konuşma+sı+n+ın son+u+n+da; gel-eceğiz görüş-elim. de-di vb. Karşıtı sözlük kelimesi’dir. gramerce özne (Alm. grammatisches Subjekt; Fr. sujet grammatical; İng. grammatical subject; Osm. nâib-ifâit) Edilgen fiillerle kurulmuş olan cümlelerde, cümlenin öznesi gibi görünen fakat gerçekte nesnesi olan kelime ve kelime grupları, cümle yapısına göre görünürde olan özne: Getirilen kitaplar (postacı tarafından) bulunamadı. Çocuklar (bakıcılar tarafından) doyuruldu. Bahçe dün akşam (bahçıvan tarafından) sulanmadı. Ismailin ölüm haberi zaman ile konağa yayılmıştı (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 101). Bütün çocukların peşinde koşmaktan turşusu çıkmış olan ihtiyar lalanın karanlık bir köşede horladığı işitiliyordu (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 20). Artık şüphe yoktu, karısı kötülemiş. Şakir Efendinin asılfıkrince komşu namusu heder edilmişti (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Komşu Namusu, s. 99). Parka yollar yapılmış, içme suyu getirilmiş... Kadın berberi açılmış. Adını Şehir Palas koydukları güzel bir otel açılmış. Karşıtı gerçek özne’dir. buna bk. grup (Alm. Gruppe; Fr. groupe; îng. group) Birden çok kelimeden oluşan fakat yapı ve anlamındaki bütünlük dolayısıyla cümle içinde tek bir öge gibi işlem gören ve yargı bildirmeyen söz dizisi. Ad tamlaması, sıfat tamlaması, iyelikli tamlama, ikileme-li tamlama, birleşik ad, edat grubu, birleşik fiil vb. birer grup oluşturmaktadır: saman rengi, ana kucağı, tatlı elma, dünkü haber, iri iri gözler, Halide Nusret Zorlutuna, pazartesi (<pazar ertesi), ayakkabı, Haydarpaşa, sizin için, ona göre, ateş gibi, denizde kum, evdeki iş, alt eylemek, pişman olmak, yapmış bulunmak, Osman baba, Ayşe nine, ey arkadaş! vb. grup vurgusu (Alm. Akzent der VVortgruppe; Fr. accent de grouppe; İng. accent of group) Kelime vurgusunun yerine iki veya daha çok kelimeden oluşan bir kelime grubunda, yoğunluğu kelime vurgusundan daha güçlü bir vurgunun yer alması: ’pencere perdesi; ço’cuk arabası; ’mor menekşe; ’yarın geleceğim; ’nasıl bir iş vb. gürültü (Alm. Gerâusch; Fr. bruit; İng. noise) Titreşimli düzenli olmayan sesler. Boğumlanmaları sırasında tonlu ve tonsuz hışırtı niteliği taşıyan z, s ünsüzleri ile tonlu ve tonsuz patlama niteliği taşıyan b, p ünsüzleri titreşim açısından birer gürültü sesidir. H haberleşme (Alm. Kommunikation; Fr. communication; Ing. communication) Kişiler veya kişiler ile teknik cihazlar arasındaki bilgi ve haber aktarımı. Haber alma, haber aktarma olgusunun karşılıklı görünümü. Ayrıca bk. iletişini. haber kipleri bk. bildirme kipleri, hablologie bk. hece yutulması. hafif mastar (Alm. apokopierter Infinitiv; Fr. infinitif opocope; İng. apocopated infinitive) Fiil kök ve gövdelerine, fiilden ad yapan -mA ekinin getirilmesi ile oluşturulan mastar: alınma, an-ma, anma-ma, ger-il-me, bak-ma, bakmama, danış-ma, gel-me, gelme-me, git-me, gitme-me, ver-il-me, yaz-ıl-ma, yazıl-ma-ma vb. hâl bk. durum hâl ekleri bk. durum gösteren ekler. halk dili (Alm. Volksprache; Fr. langue vulgarie, colloqualism) Bir dilin ses, şekil ve anlam bakımından, ağızlardan da etkilenerek yazı diline oranla bazı değişiklikler gösteren ve halk tarafından konuşulan biçimi. Söz gelişi mağara kelimesinin mâra, zahir kelimesinin zar, kıhç’m > kılınç, geleceğizin gelcezşeklinde söylenmesi, mangır(<bakır)’m «para» anlamıyla kullanılması gibi. Ayrıca bk. konuşma dili ve sözlü dil. halka kıkırdak (Alm. Ringknorpel, Fr. cartilage cricoide; Osm. gudrûf-ı halkavî) Gırtlağın, kıkırdaktan oluşan ve yüzük kaşına benzeyen tarafı arkaya çevrilmiş olarak nefes borusunun üstüne oturtulmuş bulunan ve öteki kıkırdaklara taban işlevi gören halka biçimindeki parçası bk. gırtlak. halk köken bilimi (halk etimolojisi) (Alm. Volksetymologie; Fr. etymologiepopu-laire; İng. folk etymology) Bir dil için anlamı bilinmeyen veya unutulmuş olan bir kelimenin yakıştırma yoluyla ses ve anlam bakımından dilin kendi kelimelerinden birine benzetilerek yerlileştirilmesi: temr-i hindî («Hint hurması», ta-marindus)’nin demir hindiye, it. palla e meza «bir top adı»’nın balyemez’e, hortansia’nm ortanca «bir çiçek adı»’ya, Tekfurdağı hm Tekirdağ’a. Erm. SubMari «azize, Meryem»’nin Sürmelice, Galandos’un «Eğirdir Gölü yakınında bir yer» Gelendosfa., taht-t kata’nın Tahtakak’ye, Kartelia «Silifke ile İçel arasında bir yer»’nin Konya «kon ya! konsan ya»’ya Fr. de-mocrate’tan gelen demokratın demirkırat’a. Moğ. KaravuFun karakol (<kara-kol)’a., Gordion «Polatlı yakınında Frikya devletinin başkenti»’un Kördüğüm’e, (Anatolia’nm Anadolu (<Ana+dolu)’ya. dönüştürülmesi gibi. bk. Köken bilimi. hâl zarfı bk. tarz zarfı. hançere bk. gırtlak hareket ismi bk. kılış adı. harf (Alm. Buchstabe; Fr. lettre Ing. letter) Bir dilin alfabesini oluşturan ve tek başına veya başka öğelerle birlikte o dildeki sesleri yazıda göstermek üzere kullanılan işaretlerden herbiri, sesin yazıdaki işaret karşılığı. Türkçede a, b, c, d, f g; Alm. eh, st (şt), seh (ş), tsch (ç); İng. eh (ç), x gibi. Her dilin alfabe sistemindeki harfler büyük ve küçük harfler olarak ayrılır ve birbirinden farklı işaretlerle karşılanır. harf çevrimi (Alm. Transliteration; Fr. translitteration; İng. transliteration) Herhangi bir alfabeyle yazılmış olan bir metindeki harfleri, belirttikleri seslerin niteliklerini dikkate almadan yalnızca karşılıklarını gösterme; bir metni harf çevirimine dayanarak başka bir yazı ile yazma. Köktürk alf. fiTfh« Türk (Türük); Uygur alf. ***&& (t(e)ngri; Ar. v^ (k(i)tâb) vb. has isim bk. özel ad. hayvan dili (Alm. Kommunikation Animal; Fr. Communication animale; İng. animal communication) Aynı türden hayvanların iç güdülerine dayanarak gerçekleştirdikleri ve belirli anlamlı hareketler veya seslerden yararlanarak aralarında haberleşmeyi sağladıkları iletişim sistemi. hazırlık aşaması Bir sesin boğumlanması sırasında, konuşma organlarının gerilerek o sesin çıkmasına elverişli duruma geçişi; bir sesin boğumlanmasını gerçekleştiren «hazırlık», «oluşum» ve «çözülme» basamaklarından ilki. bk. gerilme. hece (Alm. Silbe, Fr. syllabe, İng. syllable) Bir nefes hamlesi içinde çıkan, tek bir ses veya ses grubundan oluşan, yalnız başına kelime olabilen veya kelime oluşumunda görev alabilen ses birliği, Türkçenin kök kelimeleri genellikle tek hecelidir: O teklik 3. şahıs zamiri, üz- «üzmek», al- «almak»; bu, şu; yüz«yüzmek» süz-«süzmek»; alp «alp, yiğit», art, ant; kurt, yurt, sarp, tar-; ya-pı tar-tıvb. hece düşmesi bk. hece yutulması hece eksilmesi bk. hece yutulması hece denkleşmesi (Alm. syllabisches Gleichgeıvicht, Silbengleichgeıvicht; Fr. eauilibre syllabique; İng. syllabic eauilibrium; Osm. hece tevazünü) Uzun ünlü taşıyan bir hecenin kısa ünlüsü olan iki heceye ayrılarak denkleşmesi olayı: Ana Alt. köke> Ana T. kök «gök», Moğ. köke; ana Alt. ere> T. er, Moğ. ere; Tkm beş >Yak. bies «beş»; Tkm. bol-> Yak. buol- «olmak»; Tkm. öt, Yak. uot «ot»; Tkm. tört> Yak. tüört «dört» vb. hece doruğu (Alm. Silbengipfel, Fr. sommet de syllabe, İng. syllabic peak) Hecenin duyulma gücünün en yüksek olduğu nokta. Hece doruğunu, duyulma güçlerinin yüksek olduğu görülen ünlüler, kayan ünlüler ve bazen de ünsüzler oluşturur. Türkçede hece doruğunu her zaman bir ünlü oluşturur ve hecenin diğer sesleri doruğun bir veya iki yanında açıklık derecelerine göre sıralanır, ak, su, kal, alt, sarp, brak, bronz gibi. Bazı ünlemlerde akıcı ve hışıltılı sesler de hece doruğu olabilir; kşt, pst, prt gibi Türkçenin heceleri hep tek dorukludur. Diğer dillerde Ar. sabr, ömr, nakl, devr, zehr; Alm. Stamm, Zahl; İng. sleep, stop örneklerinde görüldüğü üzere çift doruklu hece türleri de vardır. hece işareti Ses bakımından değeri hece olan işaret: n=ev, ş=aq, Z=al vb. hece kaynaşması (Alm. Kontraktion, Zusammenziehung; Fr. contraction; îng. contraction) Bir kelimede yanyana bulunan iki veya daha çok hecedeki seslerin yahut da yanyana bulunan iki kelimeden birincinin son sesi ile ikincinin önsesinin birleşip kaynaşması ve dolayısıyla hece sayısının azalması olayı: ET. -ne erse ne > EAT. neşene > TT. nesne; ET. yiğirmi >TT. yirmi, EAT. ol ara >TT. ora, EAT. şol ara >TT. şura, EAT. bu ara >TT. bura; bad-i hevâ>bedava, kahve altı>kahvaltı, çehâr şenbe>çarşamba, yaz-a u-ma-dım>yazamadım, ne için>niçinf, ne asıl>nasılf, sütlü aş>sütlaç, ne ede-yim?>nideyim? Anad. ağzl.: geliyorum>geliyom, alıp beri gelmek>abermek «getirmek», ne şekihneşâl «nasıl?» vb. heceleme (Alm. Syllabierung; Fr. syllabation; îng. syllabication, syllabification) Kelimeyi hecelere ayırma: baş-la-ya-bi-lir-mi-yimf, ge-le-cek-ler-di, o-tu-ru-yo-ruz vb. hece sınırı (Alm. Silbengrenze; Fr. frontiere de syllabe; İng. syllable limit) Birden fazla heceden oluşan bir kelimenin telâffuzunda, ciğerlerden gelen hava akımının başlangıç noktası ile bitiş noktasını birleştiren aralığı; kelimenin telâffuzundaki hava akımında nefes baskısının en düşük olduğu nokta. Örnek olarak eksik kelimesinde hece sınırı / k / ve / s /, köprü kelimesinde / p/ ve /rf sesleri arasında, çalışmak ve buluşmak kelimelerinde ise ş’ûen sonradır. hece yazısı (Alm. Silbenschrift; Fr. ecriture syllabiaue; İng. syllabic rvriting) Bir dildeki kelimelerin her sesini değil her hecesini ayrı bir işaretli gösterme sistemine dayanan yazı türü; heceleri temsil eden sembollere bağlı yazı türü. Eski Kıbrıs yazısı, çivi yazısı, Çin, Japon ve Kore yazısı gibi. hece yutulması (Alm. Haplologie, Sübenschichtung; Fr. haplologie; İng. haplo-logy) Bir kelimede ses bakımından birbirine benzer veya eşit seslerden oluşmuş iki heceden birinin zamanla eriyip kaybolması olayı: pazar er-tesi>pazartesi; bar-ur (var olmak’tan) >bar>var; dur->dur-ur>-dur; yorı-r>-yorvb. Örnek olarak atlıdır<athg tutur, gel-iyor<kel-e yorı-ı gibi. krş. hece kaynaşması. hemze (Alm. Knacklaut, Schliessabsatz, Glottisschlag;¥r. coup de glotte, İng. glot-tal catch, stop) Ciğerlerden gelen havanın gırtlağa çarpması ve ses tellerindeki açılıp kapanma yüzünden hava akışının birdenbire engellenmesiyle oluşan kesintili ses. Türkçede bulunmayan ve Arapçada {£■) işareti ile karşılanan bu ses, arasıra dilimize Arapçadan geçmiş be’s, mebde’, mes’ele, mes’ûl, neş’e, hey’et gibi kelimelerde göze çarpar. Ancak, söyleyişteki zorluk dolayısıyla bu kelimeler ya yerlerini Türkçe karşılıklara bırakmış yahut da araya bir ünlü eklenerek veya hemze atılarak genellikle beis, mebde, mesele gibi şekillere dönüştürülmüştür. hışırtılı ünsüz (Alm. Zischlaut, Pfeifend; Fr. consonne sifflante; İng. affricates, si-bilant, palatalfricative) Çıkış yerleri diş eti ve diş eti-damak arası olan s, z, ş, j gibi sızıcı ünsüzlerden her biri. hikâye bk. hikâye birleşik kipi hikâye birleşik kipi (Alm. Imperfektum, Imperfekt, Plusguamperfektum; Fr. im-parfait, imparfaüdu conditionnel, Plus-que-parfait; İng. imperfect, pluper-fect; Osm. hihâye-i hâl, hikâye-i istikbâl, hikâye-i mâzî) Fiil kipinin gösterdiği oluş ve kılışın geçmiş zamanda gerçekleştiğini bildiren birleşik çekim türü. Asıl fiilin kipleri ile i- fiilinin görülen geçmiş zamanının veya ekleşmiş şeklinin birleşmesi ile ortaya çıkar. Emir dışındaki bütün kiplerin bir hikâye biçimi vardır: geniş zamanın hikâyesi: oku-r-du-m, oku-r-du-n vb. şimdiki zamanın hikâyesi: oku-yor-du-m, okuyor-du-n vb. Görülen geçmiş zamanın hikâyesi: oku-du-y-du-m, oku-du-y-du-n vb. Duyulan geçmiş zamanın hikâyesi: oku-muş-tu-m, oku-muş-tu-n vb. gelecek zamanın hikâyesi: oku-y-acak-tım, oku-y-acak-tı-n vb. şartın hikâyesi: oku-sa-y-dı-m, ohu-sa-y-dı-n vb. istek şeklinin hikâyesi: oku-y-a-y-dı-m, oku-y-ay-dı-n vb. gereklilik şeklinin hikâyesi: okumalı-y-dı-m, oku-malı-y-dı-n vb. hüküm bk. yargı. —I— ıslıklı ünsüz (Alm. Zischlaut; Fr. consonne sifflante; Ing. affricates, sibilant, palatalfricative) Dilin ön bölümüyle iki sıra diş arasında oluşan tınlama boşluğundan ıslık sesi gibi gelen sızıcı ses; s, z, ş, j seslerinden her biri. -i- ibriksi kıkırdaklar (Fr. cartilage arytenoide; Osm. terrihal kıkırdağı, gudruf-ı ter-cihali) Gırtlağın, küçük iki kıkırdaktan oluşan, yukarıdan halka kıkırdağın başı üzerine oturtulmuş bulunan ve kalkan kıkırdağın kanatları arasına düşen, üçgen piramit şeklindeki ibriğe benzer kıkırdaklar parçası, bk. gırtlak iç büküm (Alm. innere Flexion; Fr. flexion interne İng. internal flexiori) Türkçe dışındaki bazı dillerde, kelimenin içerisinde meydana gelen büküm: Ar. hükm «hüküm», hâkim «hüküm veren», mahkûm «hükümlü», tahakküm «hükmetmek, baskı yapmak», fakir, fukara «fakirler» vb. Alm. lesen «okumak» las «okuyordu», gelesen «okumuş», Haus, Hauser «ev, evler»; ing./oo£,/^ «ayak, ayaklar», goose, geese«kaz, kazlar», tooth, teeth «diş, dişler», go «gitmek», went «gitti» göne «gitmiş» vb. iç cümle îç içe girmiş bir anlatımda, tümleç görevi yüklenen ve anlamca temel cümlenin nesnesi durumunda olan yardımcı cümle: Atatürk, Türk gençliğine hitabesinde Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur, dedi. Bu gün geleceğinizi bilmiyordum diyerek hazırlık yapmadığını söyledi. Genel müdür, bayrama kadar kimseye izin verilmeyeceğinibildirdi. Yazıklar olsun kâtip, dedi; hani beraber gelecektik (S. Faik, Abasıyanık, Bütün Eserleri I, s. 158) vb. içe dönük ünlemler İnsanın iç dünyasındaki türlü duygu ve heyecanları dışarı vuran ünlemler. Bunlara duygu ünlemleri de denebilir, aa, ah, aman, vah vah, yazık, uhh, yaa, tövbe tövbe vb. Örnekler için bk. ünlem. iç ek (Alm. lnfıx; Fr. infıxe; İng. infiks) Kelime kök veya gövdesi içine eklenen ek. Türkçede iç ek yoktur. Daha çok Asya, Afrika ve Amerikan yerli dillerinde rastlanan ek türüdür. Lâtincede şimdiki zamanla geçmiş zaman arasında ayrım yapan -n- eki bir iç ektir: vic-i «yendim», vine-o «yeniyorum» gibi. Yurok yerli Amerikan dillerindeki -ge- çokluk eki de bir iç ek durumundadır: sepolah «tarla», segepolah (tarlalar) vb. iç içe birleşik cümle Çekimli durumdaki bir cümlenin temel cümle içinde, o cümlenin bir öğesi olarak yardımcı cümle işlevi ile yer aldığı birleşik cümle türü. Temel cümle sondadır: BaIkanlarda da harp çıkabilir haberi herkesi kaygılandırmaya başladı. Hâşâ, en ufak benzetme kasdıyla söylemiyorum. Sadece anlatmak istediğim şeyi daha açık belirtebilir miyim diye söylüyorum (T. Buğra, Küçük Ağa, s. 121). Doktor bu nal seslerinin, bu çocukça taşkın neşenin sırrını hâlâ çözemeyeceğini sanıyor, yavaş yavaş hüzne kayıyordu (T. Buğra, Küçük Ağa, s. 171). Gidiş, gelişi topu dört fersah yol, sanki hiç bitmeyecek, Aslıhanı yıllarca göremiyecekmiş gibi, daha şimdiden anlamsız bir özleyiş duygusuna kapılmıştı (K. Tahir, Devlet Ana, s. 395) vb. iç kafiye Mısra ortasındaki kelime ile mısra sonundaki kelimenin ses uyumundan kaynaklanan kafiye; mısra ortasında bulunan kafiye: Dönsün yine pey m ân eler olsun tehî hum-hâneler Raks eylesin mestâneler mutripler ettikçe nagam Ya neylesin bî-çareler âlûfteler âvâreler Sâgar suna meh-pâreler nûş etmemek olur sitem (Nef î) Beni candan usandırdı, cefâdan yâr usanmaz mı? Felekler yandı âkımdan muradım şem’i yanmaz mı? Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd eder ihsan Niçin kılmaz bana derman beni Umar sanmaz mı? (Fuzulî) iç ses (Alm. Inlaut; Fr. phoneme mediale; İng. internat) Bir kelimenin ön ve son sesleri dışında kalan ve o kelimenin içinde bulunan ses veya sesler: kol (k-o-l), yorul mak (y-orulma-k) çalışma (ç-ahşm-a), kalem (k-ale-m), güzelleşmek (güzelkşme-k) örneklerinde görüldüğü gibi. iç ses düşmesi (Alm. Synkope; Fr. syncope; İng. syncope) Kelime içinde aynı hecede bulunan iki ünsüzden birinin söyleyişi kolaylaştırmak gayesiyle düşmesi: arslan > aslan, altmış > atmış, tüfenk > tüfek, çift > çit, çiftçi > çifçi, rastla- > rasla-, serpelemek > sepelemek vb. c ses türemesi (Alm. Epenthese; Fr. epenthese; İng. epenthesis) Çeşitli nedenlere bağlı olarak kelime içinde ses türemesi olayı: Ar. Akl > akıl, zikr > zikir, Ar. meclis > mencilis, Ar. mahakk > mihenk, T. kılıç > kı-lınç, bilezik > bilerzik, darcık > dar-acık vb. Ayrıca bk. iç seste ünlü türemesi, iç seste ünsüz türemesi. ■c seste ünlü türemesi (Alm. Epenthese, Einschub; Fr. epenthese, İng. vowel ephenthesis) Türkçenin hece yapısına aykırı olan yabancı kelimelerde söyleyişi kolaylaştırmak, Türkçe kelimelerde de anlama güç katmak üzere kelimenin iç sesinde ünlü türemesi olayı. Başlıca türleri şunlardır: İki ünsüzle başlayan tek heceli yabancı kelimelerde iki ünsüz arasında: tren > tiren, grup > gurup, kral > kıral, klüp > kulüp vb. Sonu iki ünsüzle biten tek heceli yabancı kelimelerde ünsüzler arasında: akl > akıl, fikr > fikir, ömr > ömür, lûtf > lütuf, zikr > zikir vb. Güçlendirme ve küçültme sıfatları yapan ekler almış bazı Türkçe kelimelerde kelime ile ek arasında: az-cık > az-ı-cık; dar-cık > dar-a-cık, güp-gündüz > güp-e-gündüz, yap-yalnız > yapa-yalnız, sap sağlam > sap-a-saglam vb. bk. ünlü türemesi. iç seste ünsüz türemesi (Alm. Konsonant Epentese; Fr. epenthese; îng. conso-nant epenthesis) Çeşitli nedenlerle kelime içinde bir ünsüz türemesi olayı: Ar. fenn "bilim, sanat" > fent "hile", fırsat > fırsant, meclis > mencilis, mahakk > ’mihenk, mâ’f> mavi, fd’ide > fayda, fiât > fiyat; Far. pâsbân > pazvant "gece bekçisi", peştemal > peştembal, kılıç > kılınç, bilezik > bilerzik, dolamaç > dolambaç vb. igretileme bk. deyim aktarımı ikileme (Alm. Hendiadyoin; Fr. hendiodyoin; İng. hendiadyoin; Osm. terkîb-i ihtimâli, mühmelât) Aralarında belli bir ses düzeni bulunan, biçim ve anlamca birbiriyle ilişkili olan, aynı, yakın ya da zıt anlamlı iki veya daha çok kelimenin bir tek kelime gibi anlam göstermek üzere yanyana gelmesi ile oluşturulan kelime grubu: birer birer, delik deşik, köşe bucak, yalvarıp yakarmak, yorgun argın, düğün dernek, hısım akraba, boy pos endam, cız az, hele hele, of of, vah vahvh. Ad çekimi ekleri alabilen, cümle içinde ad, sıfat ve zarf görevi yüklenen, anlamı güçlendirmek üzere kullanılan ikilemelerin başlıca türleri şunlardır: a- Aynı kelimenin tekrarı ile kurulanlar: birer birer, teker teker, mışıl mışıl, dinleye dinleye, dura dura, bekleye bekleye, göre göre vb. b- Eş veya yakın anlamlı kelimelerle kurulanlar: ev bark, belli başlı, bitip tükenmek, delik deşik, doğru dürüst, köşe bucak, yalvarıp yakarmak, düğün dernek, yalan yanlış, soy sop vb. c- Zıt anlamlı kelimelerle kurulanlar: bata çıka, düşe kalka, yaza çize, doğru yanlış, iyi kötü, az çok, üst baş, analı babalı, karı koca, yaz kış vb. d- Aynı kelimenin ön sesisinin değiştirilerek tekrarlanması ile kurulanlar: ayak mayak, güzel müzel, yaka maka, kutlu mutlu, çehiz mehiz, sandık mandık vb. ikilemdi tamlama İkilemdi sözlerden kurulu tamlama türü: güzeller güzeli, tatlılar tatlısı, arslanların arslanı, anaların anası vb. ikili çatı (Alm. Synkretismus, Fr. syncretism; İng. syncretism) Bir fiil çatısının hem dönüşlü hem de edilgen olarak kullanılması: at-ıl-mak, al-ın-mak, bulun-mak, sil-in-mek, sık-ıl-mak, kap-ıl-mak, tut-ul-mak, yık-ıl-ak gibi. Örnekler: ortaya atılmanın ne anlamı vardır? Tembelliği yüzünden işten atıldı. Arkadaşımın sözlerinden iyiden iyiye alındı. İstediklerimizin hepsi de alındı; Toplantıda bulunması iyi olacaktı. Kayıp eşya bulunamadı. Silinmek için havlu gerekli. Camlar silindi mi ? Bu türlü işlerden sıkıldığını bilmiyorduk. Portakalların sıkılmasına yardım edecek vb. ikili kelimeler (Alm. Doppehvorte; Fr. doublet; İng. doublets) Aynı kökten geldikleri ve aynı anlamı verdikleri hâlde, ses yapılan birbirinden az çok ayrılmış olan kelimeler, çift kelimelerdir. Far. bâdam > T. badem / bayam, payam; Far. gavz > Ar. câvüz T. ceviz, koz; Far. gavmış > Ar. camus > T. camız, kömüş; Ar. ’akıda > T. akide, ağda; Fr. abatjour > T. abajur, pancurvb. (H. Eren "Türkçede doublet örnekleri", TD. S. 523-Temmuz 1995, s. 931 ve öt.) ikili kök (Osm. muhtelit kök) Hem ad hem de fiil kökü olarak kullanılan kök: acı / acı-, ağrı / agn-, boya / boya-, eski / eski, ekşi / ekşi-, karı "ihtiyar; eş, zevce" / kan- "yaşlanmak", sana/sana-, toz/toz-, art /art-, bağır / bağır-, yüz /yüz-, ara/ara-, yaz / yaz- gibi. Bu ikili köklerin bir kısmında yalnızca ses bakımından bir birlik vardır. Aralarında hiçbir anlam ilişkisi yoktur, ara / ara-, yaz / yaz-, yüz / yüz- gibi kökler bu niteliktedir. İkili köklerin bir kısmında ise tam bir anlam ilişkisi söz konusudur. Bu nitelikteki adların çoğu Türkçedeki fiilden ad türetme eki olan -günsüzünün eriyip kaybolmasından oluşmuştur. Dolayısıyla aynı kökten kaynaklanan bu ikilik, bir ses değişmesinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır: aa- / açı-g > aa, kuru- / kuru-g > kuru, boya- / boya-g > boya, karı- "ihtiyarlamak" / karı-g > karı "ihtiyar"; tat- / ta-ıg > tat, sanç- / sanç-ıg > sana vb. ikilik (Alm. Dual, Dualismus; Fr. duel; İng. dual; Osm. tesniye) Bazı dillerde adların, zamirlerin teklik-çokluk açısından iki varlığı iki nesneyi belirtmesi, çekimli fiilerde iki kişiyi göstermesi. İkilik şekli Arap, Yunan ve Sanskrit gibi dillerde var olan bir şekildir. Dilimizde ikilik yoktur. Yalnız Türkçeye Arapçadan girmiş olan bazı eski kelimelerde veya Osmanlıca metinlerde göze çarpar. -An ve -Ayn ekleri ile kurulur. Ar. taraf- eyn "iki taraf’, ebe-v-eyn "ana-baba", harem-eyn "Mekke ve Medine", kamer-eyn "ay ve güneş", devlet-eyn-i fahîm-eteyn "iki büyük devlet" vb. Arapçada ikilik, çekimli fiilerde de kurallı olarak kullanılmaktadır: ke-te-bâ "iki erkek yazdı", ketebetâ "iki kadın yazdı"; ketebtümâ "iki erkek veya iki kadın yazdınız", tektübâni "iki erkek veya iki kadın yazarsınız" gibi. ikili şekil bk. ses nöbetleşmesi, ikinci çokluk şahıs Zamirlerde ve çekimli fiillerde belirtilen "dinleyenler"; siz zamirinin ve çekimli fiillerin iyelik eki ve zamir kökenli -n/z / -nUz, -siniz / -sll-nUz, -in / -Un, -iniz / -UnUz 2. şahıs çokluk ekleri: Fakat siz, bu asrın Türk gençliği, iki nevi ıstırap ortasında çırpınan âvâre ruhlarısınız (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 103). İşte tam o sırada siz o harabeler içinden göçmüş bir neslin cehennemden dönen hayaletleri halinde bizim önümüze akıyor veyahut önümüzden kaçıp gidiyorsunuz (Y. K. Karaosmanoğlu, göst. e., s. 111). Siz de bir milleti ve bir dünyayı, boynuna boy bir ip takarak maceradan maceraya sürüklediniz (Arif N. Asya, Kuh beler: İpler, s. 263) vb. bk. ikinci şahıs, krş. ikinci teklik şahıs. ikinci şahıs (Alm. zrveite Person; Fr. deuxieme personne; İng. second person; Osm. muhatap) Zamirlerde ve çekimli fiillerde belirtilen "dinleyen" veya "dinleyenler". Sen (2. teklik şahıs), siz (2. çokluk şahıs) zamirleri ve in-, -sin -sUn, -siniz / -sUnUz ekleri. Sen: Ama sen de ölçülerinde eczacı kalfaları gibi titizlenmeye başladın (T. Buğra, Yalnızlar, s. 80). Sen benim gördüklerimi görmedin, geçirdiklerimi geçirmedin (H. N. Zorlutuna, Aydınlık Kapı, s. 210). Siz: Siz zamanımızı idrâk etmiş birisiniz. (T. Buğra, Yalnızlar, s. 77) vb. bk. ikinci teklik şahıs, ikinci çokluk şahıs. ikinci teklik şahıs Zamirlerde ve çekimli fiillerde belirtilen "dinleyen" sen zamiri ve çekimli fiillerin -n, -sin / sUn teklik şahıs ekleri: Sen bilirsin artık Allah’ım (T. Buğra Firavunun imamı s. 185). Sen ise beni zayıf tanıdın; onunla bu uzun ülfetime şaşırman lâzım gelir (Y. K. Karaosmanoğlu. Erenlerin Bağından, s. 24). Sen bana sönmeyen ateşlerden ve solmayan güllerden bahset (Y. K. Karaosmanoğlu, göst. e., s. 55). Bir gün olup sen yine buralara gelmiş olacaksın. Neden bu kadar yoruluyorsun ? vb. ikincil uzunluk Bir kelimenin ilk veya daha sonraki hecelerinde ses değişmeleri veya kaynaşmaları ile oluşmuş bulunan uzunluk, ikaame uzunluğu: yağmur > yâmur, çekerken > çekeken, parça > paça, vara-cak > vdcak, geldi > gedivb. Bu olay daha çok Anadolu Ağızlarında görülür. ikincil vurgu (Alm. Nebenton; Fr. accent secondaire; İng. secondary stress) Bir kelimenin asıl vurgusu dışında kalan ve cümle içindeki kullanılış biçimine bağlı olan vurgusu, ’yarın gelecek, (normal vurgulu şekil ya-’rınj. ’kapuya koştu (kapu’ya); oturmadı. (oturma’dı); canın is1 terse, (canın ister’se) vb. ikiz kelime Aynı veya yakın anlamdaki iki kelimenin oluşturduğu kelime grubu bağ bahçe, bet beniz, çekip çevirmek, düğün dernek, soy sop, yalan yanlış, yam-rı yumru vb. bk. ve krş. ikileme. ikizleşme (Alm. Gemination; İng. gemination) İç seste iki ünlü arasında bulunan bazı ünsüzlerin boğumlanmaların-daki tekrarlanma: İki / ikki, yedi / yeddi, yetti, otuz / ottuz, tokuz / tokkuz gibi. Eski Türkçede ve öteki Türk lehçelerinde görülebilen ikizleşme olayı, Türkiye Türkçesinin yazı dilinde yoktur. Genellikla bazı Anadolu ağızlarında devam edegelen bir olaydır: yeddi "yedi" dokkuz "dokuz", sakkal "sakal", ıssırmak "ısırmak", gaşşıh "kaşık", ışşıh "ışık", yazzık, yaz-zıh "yazık" gibi. Lehçelerde uzun ünlülerin kaybından ortaya çıkmış telâfi (yerine geçme) sesi niteliğinde ikizleşmeler de vardır: Özb. sâde > sadde, Kum. taze > tazze, Az. T. çakal > çakkalvb. Türetme, birleşme veya ses değişmesi yoluyla yanyana gelmiş bulunan yassı < yat-sı < yatsıg, gömme < göm-me, yolluk > yol+luk, tuttum > tut-tu-m, ıssız > ıdt-sız gibi kelimelerdeki ikizleşmenin bu olayla ilgisi yoktur. Kubbe, mücellâ, muattal, müddet, cellat, hisse, cadde gibi Araca kelimelerdeki ikiz ünsüzler de bu kelimelerin asıllarında var olan çift ünsüzlerdir. Dilimizde son sesleri tekleşmiş olan his, zan, red, hak gibi Arapça sözlerde ekleme veya birleşme sırasında kendini gösteren ikizleşme, bunların asıllarında zaten var olan seslerin yeniden ortaya çıkmasından ibarettir: hissetmek, reddetmek, zannetmek, hissi, redde, zanna, hakka vb. ikiz ünlü (Alm. Diphtong, Doppellaut, Zıoeilaut; Fr. diphtongue; İng. dipthong) Aynı nefes baskısı altında boğumlanan ve tek bir ünlü değerinde olan çift ünlü: ai, ei, au, âu gibi. İng. you (jü:sen, siz], my [mai "benim"], fine [fayn: ince nazik], go [gou "gitmek"], time [taym: zaman], beer [bfr: bira], loud [laud: yüksek sesli, gürültülü]; Alm. Auto [auto "atomobil"], Haus [haus "ev"], Haar [hânsaç], baum [baum: ağaç], bâume [boyme:ağaçlar], zwei [tsvay: iki], İt. scuola [scuola:okul] vb. Türkçede aslî olarak ikiz ünlü yoktur. Özbek, Türkmen, Karagas, Azerbaycan vb. Türk lehçelerinde görülen ikiz ünlüler, Ana Türkçe-deki aslî uzun ünlülerin zamanla ses değişmelerine uğrayarak ikiz ünlü durumuna dönüşmesinden oluşmuştur. Yenisey yazıtlarında: üöz < öz, "kendi" Yak. suoh < *yok "yok", supl < yol, "yol" küöh < kök "kök", Tkm. düyp < tüp "dip", diliş < düş "rüya", Karag. eiş < eş "eş, yoldaş", Özb. dii- < ti- "demek, söylemek", Krg. beyş < beş vb. Türkiye Türkçesinin yazı dilinde de ikiz ünlü bulunmaz. Ancak, heceleri y, v ünsüzleri ile sonuçlanan bazı kelimelerde bunların söylenişleri bakımından bir ikiz ünlü oluşmuştur, öyle [öile], böyle [böile], söylemek [söilemek], yavru [yauru] vb. Anadolu ve Rumeli ağızlarında da ünlü düşmesi ya da hece sonlarındaki y, v ünsüzleri ile yalın veya eklerle genişletilmiş kelimelerin iç ses-lerindeki y, v, ğ, h ünsüzlerinin eriyip kaybolmaları dolayısıyla yanya-na gelen ünlüler, tek bir nefes baskısı altında birleşerek ikiz ünlüleri oluştururlar: nerei < nereye, sarei < saray, gonuşü < konuşuyor, yut < yiğit, düün < düğün, dii < diyin "diyerek", muakkeme < muhakeme vb. Kelimelerin söyleyiş değerleri bakımından Türkçede üç türlü ikiz ünlü vardır: a- Alçalan ikiz ünlü: Birinci öğesi vurgulu veya sürekli, ikinci öğesi birinciye göre daha dar ve süreksiz olan ikiz ünlü: ay,lu < avlu, yauru < yavru, öile < öyle, öilen < öylen "öylen", köilü < köylü, geinip < giyinip, ni-rei < nereye vb. b- Yükselen ikiz ünlü: ikinci öğesi vurgulu veya birinci öğeye oranla daha sürekli, birinci öğesi daha süreksiz olan ikiz ünlü türü: buna < bu-raya,çual < çuval, uahıt < o vakit, derim < ciğerim vb. c- Eşit ikiz ünlü: Her iki ögesindeki ünlü aynı ve boğumlanma süresi eşit olan ve seyrek rastlanan ünlü türü: yağmur yaar < yağar, babayiit < babayiğit, düün < düğün vb. ikiz ünsüz Aynı hece içinde bulunan ve ses değeri bakımından tek bir ünsüz durumunda olan ünsüz: Ar. hiss, zann, hakk, redd; Alm. nass "ıslak", gross "büyük", Nullpunkt "başlangıç noktası", İng. gills "solungaç", hail "büyük salon", MZ"tepe", hummer "çekiç" vb. iktidar fiili bk. yeterlik fiili. ilerleyici benzeşme (Alm. progressive Assimilation, fortschreitende Assimilaion; Fr. assimilation progressive; İng. progressive assimilation) Kelime içinde yanyana bulunan ünsüzlerden öncekinin kendinden sonrakini etkileyerek boğumlanma niteliği bakımından kısmen veya tamamen kendisine benzetmesi olayı: işçi, bala, askı, eski, bitki, yetki, sözcü, gözcü yanında yaygı, kaygı, vergi, attan, ağaçtan, elden, evden vb. Benzeşme olayı ağızlarda yaygındır. Türü bakımından ilerleyici yarı benzeşme ve İlerleyici tam benzeşme olmak üzere ikiye ayrılır. ilerleyici tam benzeşme: anlamak > annamak, dinlemek > dinnemek, şemsiye > şemsiye, yanlış > yannış vb. İlerleyici yarı benzeşme: düğümlenmek > düğümnenmek, kimler > kimne, mumlu > mumnu, anlatmış > annatmışvb. İlerleyici benzeşme, ünlü uyumu kurallarına bağlı olarak bazen kaynaşmış birleşik kelimelerde, ünlülerde de görülür, hay demek > haydamak, bir az > birez, yalın öz > yalınız > yalnız, kıl ibrik > kılıbık, sekiz on > sekizen > seksen vb. Karşıtı gerileyici benzeşme’dir. bk. benzeşme iletişim (Alnı. Kommunikation: Fr. communication: İng. communication) Bir bilginin, bir haberin, bir niyetin, bir konuşmanın ilkel veya gelişmiş bir işaret sisteminden yararlanılarak bir zihinden başka bir zihne yahut da bir merkezden başka bir merkeze ulaştırılması. Dil en önemli iletişim aracıdır. ilgi durumu (Alm. Genitiv; Fr. genitiv; İng. genitive; Osm. izafet) Tamlamalarda bir adın bir başka adla ilgili olma durumu. Bu durum +In, / +nln, +Un / +nUn ekleriyle karşılanır: ağac+ın yaprağı, kitab+ın kapağı, okul+un bahçesi, güzelliğ+in sırrı vb. Tamlamalarda tamlayan görevindeki ad, ilgi ilişkisini, ilgi durumu ekini almadan da kurabilir: ağaç kabuğu, yağmur havası, toprak kokusu, çocuk sesi, mum ışığı, ana yüreği gibi. Ancak, bu türlü tamlamalarda, tamlanan ad belirsiz bir ad durumundadır. Ev+in kapısı belirli bir evin kapısı olduğu hâlde, ev kapısı herhangi bir evin kapısıdır ve birleşik kelime niteliğindedir. ilgi eki (ilgi durumu eki) (Alm. Genitiv Endung, Fr. suffixe genitif; İng. genitive suffix) Eklendiği ad ile başka bir ad arasında, asıl görevi itibariyle ilgi bağı kuran ek, +In, / +Un, +nln, / +nUn ekleri: ev+in, yılan+ın, okul+un, söz+ün; kişi+nin, kapı+nın, çocuğ+un, sürü+nünvb. Hareket bir insanın giyindiği şekil olur (A. H. Tanpmar, Yaşadığım Gibi, s. 327). Ahmet Ha-şim’in büyük ve esrarlı kıymeti, hâlis bir şair olarak doğmuş olmasıydı (A. Ş. Hisar, Ahmet Halim-Yahya Kemal’e Veda, s. 152). Lalanın odasında yaz kış bir saç mangal bulunur, bu mangalın üzerinde kulpsuz bir ibrik kaynardı (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 47). Başındaki dağınıklığın eklemlerindeki kesikliğin, hiç değilse hafiflemesini uzun süre bekledi (T. Buğra Yalnızlar, s. 51). Doğruluğun ve güzelliğin kaynağı, bu duru ve sessiz mıntıka değil de neresidir (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 32) vb. ilgi grubu İlgi eki almış bir ad ya da ad soylu kelimenin ek almamış başka bir ac la oluşturduğu grup: Devecilerin Ahmet, bizim oğlan, sizin çocuklar, onl rın evi vb. ilgi hâli bk. ilgi durumu, ilgi hâli eki bk. ilgi eki. ilgileme cümlesi (Alm. Relativszatz; Fr. proposition relative; İng. relatr clauses) İlgi zamirleriyle (ki) kurulan birleşik cümle türü: Vatan muhabbeti muhabbetlerin muhakkak en temizidir,.... (R. N. Güntekin, Kızılcık Dut rı, s. 48). Ne ise.... demin Zehra’ya demek istemiş ki Murad’m ortaya koydu ğu sermayeyi kabul edişim bu sefer işi adamakıllı ciddiye alışımdandır (T Buğra, Yalnızlar, s. 59). O anda istedim ki benim de devamlı bir işim, tbağlayabileceğim bir gelirim olsun... (T. Buğra, Yalnızlar, s. 59) vb. bk. ilgi zamiri. ilgi zamiri bk. bağlama zamiri, ilgileme zamiri bk. bağlama zamiri, ilim dili bk. bilim dili. imlâ Bir dilin söz varlığını o dilde yürürlükte olan ses, şekil, köken vb. kurallara uygun olarak yazıya geçirme; dildeki sözleri kurallarına uygu: olarak yazma. ince fark Kelimeler arasındaki küçük anlam farkı, nüans. incelme (Alm. Palatalisierung; Fr. palatalisation; İng. palatalisation) Çeşitli nedenlerle bir kelimedeki kalın sıradan ünlü veya ünsüzlerin ince sıraya geçmesi olayı: inanmak > inanmak, yaşıl > yeşil, şiş > şiş > şiş. tısı > dişi, bin > bin > bin, (1000), yun > yün, kardaş > kardeş, şişman > şişman, alma > elma, kangı > hangi, tıl > til > dil vb. inceltme işareti Arapça ve Farsça kelimelerde g, k, 1; Batı kaynaklı kelimelerde /ünsüzünün ince okunduğunu göstermek için bu ünsüzlerden sonra gelen a ve u ünlülerinin üzerine konulan işaret (û) dergâh, hikâye, kâr, mezkûr, sükûn, yadigâr, felâket, lâkin, lâzım, plân, lâmba, lâle, kelâm, selâm, üslûp, lâtinvh. ince sıra Yalın veya eklerle genişletilmiş Türkçe kelimelerin, ünlüleri bakımından e, i, ö, ü, gibi dilin ileriye sürülmüş durumunda ve ağız boşluğunun ön tarafında boğumlanan ince ünlüleri taşımaları: gelin, görün ve gözleyin ki, bu işlerin inceliğini ögrenebilesiniz cümlesindeki sözlerde görüldüğü gbi. Karşıtı kalın sıra’dır. ince ünlü (Alm. vorderer Vokal; Fr. voyelle anterieure; îng. front vowet) Dilin ileriye sürülmüş durumunda ve ağız boşluğunun ön tarafında boğumlanan e, i, ö, ü, ünlülerinden her biri: el, ekin, bilim, bilinç, öğünç, üzüm vb. Karşıtı kalın ünlü’dür. isim bk. ad. isim cümlesi bk. ad cümlesi. isim çekimi bk. ad çekimi. isimden türeme fiil bk. addan türeme fiil. isimden türeme ad bk. addan türeme ad. isim-fiil bk. ad-fiil. isim fiili bk. ek-fiil. isim gövdesi bk. ad tabam. isim hâlleri bk. durum ve durum ekleri. isim işletme eki bk. ad çekimi ekleri. isim kökü bk. ad kökü. isim soylu kelime bk. ad soylu kelime. isim tamlaması bk. ad tamlaması. isnat grubu Yalın ya da iyelik eki almış bir adın kendinden sonra gelen bir sıfatla oluşturduğu yargı niteliğindeki grup. Bu grupta bir ad bir sıfata isnat edilmiştir: baş açık ayak yalın; saç sakal darmadağınık; başı dumanlı; eli kolu bağlı vb. İsnat grubu cümle içinde ad, sıfat ve zarf görevindedir: özü sözü doğru (olan) insanlar (sıfat görevinde) Kimlersiniz? Ya bağrı yanık (olan) kimselersiniz! Yahut da her sabah uyanık kimselersiniz (sıfat) (Y. K. Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, s. 30). Şimdi de işi bitik çenesi düşükh ri mi dinleyeceksin? (ad) Genç köylü kızı eli kınalı, yüreği yaralı (olarak, zarf) şehit kardeşi içi * gözyaşı döktü vb. istek cümlesi (Alm. Wünschsatz, optativer Satz; Fr. proposition optative, propoy. tion desiderative; îng. optative sentence; Osm. cümle-i iltizamiyye) Yüklemi istek kipi olan cümle türü: Kendi yalanımla bile bile neden uğraşayım? (A. H. Tanpmar, Yaşadığım Gibi, s. 57). Tâ ki bir sürü sun i vasıtalara muhtaç olmaksızın birbirinizi anlayasınız (Y. K. Karaosma-noğlu, Erenlerin Bağından, s. 99). Unutmayalım ki, sanat sevgi ve alâka ile gelişir (A. H. Tanpınar, Yaşadığım gibi, s. 377). En kıymetli malın ada; günlerce dizüstü kal; aylarca oruç tut; geceleri sabahlara kadar dua et. dişinden tırnağından tütsü yap; etinden kurban ver; tek onun zahminder halâs olasın... (Y. K. Karaosmanoğlu,Erenlerin Bağından, s. 37) Kardeşim, bu satırları sana yazıyorum ki, mustarip ruhlar için selâmet yolunun en umulmayan yerde olduğunu bilesin diye (Y. K. Karaosmanoğlu. göst. e., s. 118) vb. istek kipi (Alm. Desiderativum, Wünschform; Fr. desideratif, optatif; İng. desidt-rative; Osm. siga-i temenni, sîga-i iltizamiyye) Fiile istek, niyet kavramları veren tasarlama kipi; yapılan işin istendiğini veya o işe niyet edildiğini gösteren ve -(y)-Aylm, -(y)-AUm, -(y)-AsIn. -(y)Asiniz, -Sin / -SUn, -SInlAr / SUnlAr ekleriyle kurulan kip: Yok artık ben gideyim de sen gelirsin, birlikte döneriz, dedim (M. Ş. Esen-dal, Ev Ona Yakıştı, s. 52). Ah! Ne olur bütün güneşler batmadan bir türkü daha söyliyeyim bu yerdi (O. V. Kanık, Bütün Şiirleri, s. 26). — Hayır... Önemi yok... şöyle oturunuz... çay söyliyeyim (İL Tahir, Esir Şehrin insanları, s. 155). Sizler dünyayı göresiniz diye, gece demeyip gündüz demeyip çalışacaktı (S. Çokum, Karanlığa Direnen Yıldız, s. 14). Şu Horhor’daki babadan kalma dükkânı da satıp üstüne koyalım, inekçilik yapalım, ne dersin? (H. Taner, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, s. 126) vb. istek kipinin hikâyesi -A ve -SA ekleriyle karşılanan ve gerçekleşmesi "istek" biçiminde tasarlanan bir oluş ve kılışın geçmiş zamana aktarılarak anlatılması. Ek ayrılığına göre -A^-d/ve -sA idi, -sA-y-dl olmak üzere iki türü vardır: bak-a-y-dım, bak-a-y-dın, bak-a-y-dı, bak-say-dık, bak-sa-y-dınız, bak-sa-y-dılar gibi. Dün bir aralık gazete okuyayım, dedim. Demez olaydım. (A. Rasim, Gülüp Ağladıklarım, s. 206). Gelip de bir bulunaydın geçenki vaz’ında / Kalırdı parmağın, Allah bilir ki ağzında (M. A. Ersoy, Safahat, s. 209). Haber salaydık, gidip alıp geleydik vara yolsuz düşeydik! (K. Tahir, Devlet Ana, s. 163). — Keşke buralarda vazife almış olsaydım, demiş idi (F. R. Atay, Zeytindağı, s. 90). Ah negüçişti bu... Şöyle bir siper alacağı bir yer bu Is ay di (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendi1 nin Rüyaları, s. 62) Şimdi mutlak peşimizdedir. Keşke bunu yapmasaydik, dedi (Y. Kemal, İnce Memed, s. 218) vb. istek kipinin rivayeti İstek biçiminde tasarlanan bir oluş ve kılışın, duyuma dayanılarak anlatılması. Bu birleşik kip, -A ve -SA’lı istek kiplerine -imiş > -mlş rivayet ekinin getirilmesiyle kurulur. Ek ayrılığına göre -A-y-mlş ve -sA-y-m-Iş biçiminde iki türü vardır: dön-e-y-mişim, dön-e-y-mişsin, dön-ey-miş, dön-se-y-mişiz, dön-se-y-mişsiniz, dön-se-y-mişler gibi. Onlar için elimden gelen her türlü gayreti göster eymisim. Keşke, dedi, keşke bizim eve geley missin. Bu işler olmazdı (Y. Kemal, înceMemed, s. 288). Keşke hurdan gideymişiz bizim için daha iyi olurmuş. Bari bir fotoğraf çek-tirseymişim o güzel cübbeyle! Konuyu niye tartışmaya ve çıkmaza sokmuşlar sanki? Tatlı yiyip tatlı konuş s alarmı ş! vb. isteme kipleri bk. tasarlama kipleri işaret (Alm. Signal; Fr. signe; İng. sign) İnsanlar arasında anlaşmayı görüşmeyi sağlayan bütün semboller. işaret bilimi (Alm. Semiologie, Semiotik; Fr. semiologie, semiotique; îng. semiology, semiotics) Anlaşmayı sağlayan, karşılıklı iletişimi kuran, işaretlerin niteliklerini ve bağlı oldukları kuralları inceleyen dil bilimi dalı. Geniş anlamı ile dil bilimini de içine alan, ancak, dille ilgili olsun, olmasın bütün işaret sistemlerini inceleyen bilim dalı. isaret dili (Alm. Gebârdensprache; Fr. langage des gestes, langue de signes; İng. gesture language, sign language) El işaretlerinden, mendil, bayrak, renk, koku, çiçek vb. araçlardan yararlanılarak anlaşma ve haberleşmenin sağlanmasında kullanılan saymaca dil. işaret sıfatı bk. işaret sıfatları işaret sıfatları (Alm. Demonstrativum, Zeigebeiıoort; Fr. adjectif demonstratif; İng. demonstrative adjective) Somut ve soyut varlıklarla türlü nesne ve kavramları yer, zaman ve tasavvurda uzaklığına göre işaret ederek belirten, sıfatlar: bu, şu, o: Bu zevahir alemindeki her fiilimiz o ulvî sarhoşluğu bozmadan başka bir şeye yaramadı (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 15). Şimdi bu geceler üstünden Boğaz’in çabuk akan suları kadar çok zamanlar geçti (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s. 226). Bari, şu hastalık olmasaydı (A. H. Tan-pınar, Huzur, s. 18). Bu ümidin ne kadar zayıf olduğunu size bir kelime ile söyliyeyim (A. H. Tanpmar, göst.e. s. 337). Bu şiirler, bizim gençliğimizin lezzeti ve zerafeti olmuştu. O zaman Haşim’in musikisine denilebilir ki, kimse erişememişti (A. Ş. Hisar, Ahmet Haşim-Yahya Kemal’e Veda, s. 118). Şu memlekette bilhassa "Benimdir"in mânasını yeniden öğretmeye lüzum vardı (A. N. Asya Ayın Aynasında, s. 10). Bu kan kokusu, bu vuruş kırış, bu öç, bu zulüm nedir, deme (S. Ayverdi, Yusufçuk, s. 120) vb. bk. sıfat. işaret zamiri (Alm. Zeigefürwort; Fr. pronom demonstratif; İng. demonstrative pronoun) Somut ve soyut nesneleri işaret etme, gösterme yoluyla karşılayan kelime. Bugün Türkçede kullanılan işaret zamirleri bu, şu, o (teklik) bunlar, şunlar, onlar (çokluk)’dır: Şu var ki, yanmış bir parmağın soğuk suda bir an için bulunduğu rahatlık parmak sudan çekilince aayı misillerle büyütmüş olarak geri getirecektir (N. Fazıl Kısakürek, Aynadaki Yalan, s. 145). Bunlar bizim akıl erdirebileceğimiz meseleler değil (N. Fazıl Kısakürek, göst. e., s. 186). Bu adetâ hastayı kudurttu (P. Safa, Şimşek, s. 287). Bunu bilmeyi çok isterdim, vb. işlek ek Ad ve fiil kök ve gövdelerinden yeni türetmeler yapımında çok kullanılan, işlekliğini sürdüren ek: taş / taş+çı, taş+çı+hk, göz+cü, göz+cü+lük, baş / baş+la-, iş+le- / işle-y-ici, göz+le- / göz+le+y+ici, geç- / geç+ir-, iç- / iç-ir, aç-1 aç-tır-, süz- / süz-dür\h. İşlek ek kendi içinde az işlek ek ve çok işlek ek olmak üzere ikiye ayrılır, bk. az işlek ek ve krş. canlı ek ile. işleme ekleri (Alm. Endung, Fexionsendung; Fr. desinence; İng. ending, termi-nation) Ad ve fiil kök veya gövdeleri üzerine gelerek durum, sayı, zaman, kişi gibi gramer ilişkileri kuran ekler. Ad çekimi, iyelik, teklik çokluk, fiil çekimi, fiil çekimindeki zaman ve şahıs ekleri işletme ekleridir: Bu insan-lar-ı bir uykusuzluk gece-si-n-de sadece bir gölge gibi görmüş-t-üm. Şimdi bu gölge-ler beni yavaş yavaş, daha öte-ler-e ve derin-ler-e çağır-ıyor. Baş- lar-ı-n-ın etraf-ı-n-da-ki aydınlık değiş-i-yor, muamma-lar-ı-n-ı çöz-me-y-e çalıştıkça bir yığın çetrefil meseleyle karşılaş-ıyor-um. (A. H. Tanpı-nar, Yaşadığım Gibi, s. 89) vb. işleyici (sujet) bk. özne. işteş çatı (Alm. resiprokes Medium; Fr. voix reciproaue; İng. reciprocal middle; Osm. müşareket, binâ-i müşareket) Fiilin gösterdiği oluş ve kılışın birden fazla kişi tarafından karşılıklı va-ya toplu olarak yapıldığını gösteren çatı. Bu çatı -iş- / -Uş- ekiyle kurulur: çek-iş-, kaç-ış-, bozmuş-, kon-uş-, gör-üş-, üş-üş-vb. işteş fiil (Alm. resiprokes Verbum; Fr. verbe reciprouqe; İng. reciprocal verb; Osm. müşareket fiili, fi’l-i müşareket) Bir oluş ve kılışın birden fazla kişi tarafından karşılıklı veya toplu olarak yapıldığını gösteren ve -ş-, -iş- / -Uş- çatı eki ile kurulan fiil: atış- < at-ış, çekiş- < çek-iş, görüş- < gör-üş-, gülüş< gül-üş-, uçuş- < uç-uş- vb. işteşlik Fiil kök ve gövdeleri ile karşılanan oluş ve kılışın birden fazla kişi tarafından karşılıklı veya toplu olarak yapılması: at-ış-mak, bil-iş-mek, bul-uş-mak, çek-iş-mek, koş-uşmak, uç-uş-mak, üş-üş-mekvb. teklik 3. şahıs: +/ / +U, +sl / +sU: iş+i, saz+ı yol+u, yüz+ü, baba+sı, yol-cu+su, görücü+sü Çokluk 1. şahıs: +(I)m(I)z / +(U)muz: iş+i+miz, saz+ı+mız, yol+u+muz, yüz+ü+müz Çokluk 2. şahıs: +(I)n(I)z / +(U)nuz: iş+i+niz, saz+ı+nız, yol+u+nuz, yüz+ü+nüz Çokluk 3. şahıs: +lArI: iş+ler+i, saz+lar+ı, yol+lam, yüz+ler+i vb. iyelikli tanılama Öğelerden biri veya her ikisi de aynı iyelik eklerini alan ve tamlamanın birinci öğesi ikincinin sıfatı gibi kullanılan tamlama: canım ağaçlar, canım evlâdım, güzelim perdeler, güvencemiz çocuklarımız, yiğit kardeşim, yuvamız yurdumuz, güvendiğiniz evlâtlarınız, sakladıkları paraları vb. işteşlik eki Fiil kök veya gövdelerine gelerek oluş ve kılışın birden fazla kişi tarafından karşılıklı ya da toplu olarak yapıldığını gösteren ve işteş çatı kuran ek; -ş-, -iş- / -Uş- ekleri: at-ış-, bak-ış-, tanı-ş-, vur-uş-, yaz-ış- vb. iyelik eki bk. iyelik ekleri iyelik ekleri (Alm. Possessivsuffix; Fr. suffixe possessif; İng. possessive suffix; Osm. lâhika-i mülkiyyet) Adın karşıladığı nesnenin bir şahsa veya nesneye ait olduğunu belirten çekim ekleri. Türkçenin iyelik ekleri şunlardır: teklik 1. şahıs: +(I)m / +(U)m: iş+i+m, saz+ı+m, yol+u+m, yüz+ü+m teklik 2. şahıs: +(I)n / +(U)n: iş+i+n, saz+ı+n, yol+u+n yüz+ü+n teklik 3. şahıs: +/ / +U, +sl / +sU: iş+i, saz+ı yol+u, yüz+ü, baba+sı, yol-cu+su, görücü+sü Çokluk 1. şahıs: +(I)m(I)z / +(U)muz: iş+i+miz, saz+ı+mız, yol+u+muz, yüz+ü+müz Çokluk 2. şahıs: +(I)n(I)z / +(U)nuz: iş+i+niz, saz+ı+nız, yol+u+nuz, yüz+ü+nüz Çokluk 3. şahıs: +lArI: iş+ler+i, saz+lar+ı, yol+lam, yüz+ler+i vb. iyelikli tanılama Öğelerden biri veya her ikisi de aynı iyelik eklerini alan ve tamlamanın birinci öğesi ikincinin sıfatı gibi kullanılan tamlama: canım ağaçlar, canım evlâdım, güzelim perdeler, güvencemiz çocuklarımız, yiğit kardeşim, yuvamız yurdumuz, güvendiğiniz evlâtlarınız, sakladıkları paraları vb. kakofoni bk. ses uyumsuzluğu. kalınlaşma (Fr. velarisation: İng. velarisation) Belirli ünsüzlerin kalınlaştırma etkilerine bağlı olarak veya kelime içinden gelen başka nedenlerle ince ünlülerin kalın sıraya geçmesi olayı: ET. Teñri > TT. Tanrı, Yak. tangara; Osm. öküz / Yak. oğus < öküz, ET. inek > Yak. ınah "inek" TT. göbek, Tkm. göbek; Çuv. kîvafia "göbek"; Kaşg. kekir-, TT. geğir- /Çuv. kagir-; Kaşg. kele- "konuşmak" > Çuv. kala-; TT. döğüşmek Anad. ağz. döşmek, gülüşmek > gülüşmek, göz > goz, kör > kor. güçcük > guçcük "küçük", yüksek > yüseh vb. kalınhk-incelik uyumu bk. büyük ünlü uyumu. kaim sıra (Alm. hintere Reihe; Fr. classe posterieure; İng. back series) Yalın veya eklerle genişletilmiş bir kelimedeki ünlü veya ünlülerin, dilin geriye çekilmiş ve ağız boşluğunun arka tarafında boğumlanan a, ı, o, u gibi kalın ünlüler olması durumu: kol, kol-lar-ımız-da, kol-luk; oku-, oku-t-tur-duk, kara, kara-la-ma, yaz-, yaz-ı, yaz-ıcı, yaz-ıcı-lık, dağlardan akan soğuk suların toprak altlarında oluşturduğu kuyular vb. kalın sıradaki ünlülerin oluşturduğu sıra kalın sıradır. Karşıtı ince sıra’dır. kalıntı bk. eski. kalıntı kelime bk. eski kelime. kaim ünlü (Alm. hinterer vokal; Fr. voyelle posterieure; İng. back vowet) Dilin, ağız boşluğunun arka bölümünde tümseklenmesi ile boğumlanan a /1 / o /’u ünlülerinden her biri. kalıplaşma Herhangi bir kelimeye eklenen çekim veya yapım ekinin bilinen belirli görevi ile değil de eklendiği kelime ile beklendiğinden ayrı yeni bir anlam meydana getirecek şekilde birleşip kaynaşması olayı: gözde "sevgili", yüzde (%), öte, dolayı, ötürü, ileri, dışarı, yeniden, Kum. Köpten "çok önce"; yayan, için için, nereye, giysi, öğün "bir defalık yiyecek", binsi, böylesine, gibi, nicesi ? "nasıl?" vb. Aynı durum iki ya da daha çok kelimenin anlam kaymasına uğrayarak ilk anlamlarından farklı bir biçimde kaynaşıp kalıplaşması için de söz konusudur. Birleşik kelimelerin bir kısmı ve deyimler böyle bir kalıplaşmanın ürünüdür: Akbaba, kaptıkaçtı, şıpsevdi, dolmuş, dolma, dondurma, göze girmek, gözden düşmek, başgöz etmek, dibine darı ekmek, dil dökmek, vb. kalkan kıkırdak (Alm. Adamsapfel; Fr. cartilage thyroide, pomme d’Adam; îng. adam’s apple) Gırtlağın arka kıkırdak üzerine oturmuş bulunan ve iki kanadı ön tarafta birbiriyle birleşerek katlanmış kalkanı andırır bir çıkıntı meydana getiren kısmı. Kalkan kıkırdağın erkeklerde, özellikle zayıf erkeklerde dıştan da belli olan bu çıkıntılı kısmına âdem elması denir. kapalı e (Alm. geschlossenes e; İng. closed e) Boğumlanma noktası ive e ünlüleri arasında bulunan e sesi (e). On ya da iç seslerde olmak üzere hep kök hecede bulunur: erken, erkenden, yedi, gece, etmek, vermek, yemek, demek, yetişmek, yel, yele vb. kapalı hece (Alm. gedeckte Silbe, geschlossene Silbe; Fr. syllabe fermee; İng. closed syllable) Ünlü+Ünsüz, ünsüz+ünlü+ünsüz ve sonu ünsüz yapısında olan veya sonu çift ünsüz ile biten hece: iz, iş, in, ip, ak, ot, sap, kol, göz, yüz, yaşlanmak, güçlendirmek, art, kırk, üst vb. Aruz vezni ile yazılmış şiirlerde uzun ünlü veya ünsüz+uzun ünlü kuruluşundaki heceler de kapalı hece değerindedir: âhir (âhir), mahir (mahir) vb. Karşıtı açık hece’dir. kapalı iğretileme bk. deyim aktarımı. kapanma (Alm. Schliessung, Verschluss; Fr. fermeture; İng. closure) Patlayıcı ünsüzlerin boğumlanması sırasında ses yolunun önce bir kapanma durumuna geçmesi: c, ç, d, t, p, k, g ünsüzlerinin boğumlanmasında görüldüğü gibi. kapsam (Alm. Inhalt des Wortes, Wortinhalt: Wortbedeutung; İng. contextual mea-ning) Bir kelimenin söz içindeki diğer öğelerle birlikte ve bu öğelerin yardımıyla bir kavramı karşılamak üzere meydana getirdiği anlam. Örnek olarak sırt kelimesini ele alalım: Bu kelimenin birbirinden farkl beş, altı anlamı vardır. Fakat kelimenin anlam kapsamı ancak söz içir. de kendisine yardımcı olan öteki öğelerin yardımıyla belirlenebilmek tedir. Eğer kelime sırtım ağrıyor cümlesinde geçiyorsa sırt kelimesi kapsam bakımından "insanlarda vücudun boyundan bele kadar uzanan kısmı" anlamıyla; yok, Boğaz sırtlarında güzel bir evi vardı cümlesinde yer alıyor ise "Boğazdaki tepelerin üst bölümü" anlamıyla; yazıyı kitabın sırtına yazsınlar cümlesinde ise "ciltlenmiş kitapta dikişin bulunduğu bölüm" anlamıyla kullanılmıştır. Kelimenin kapsamı da her söz içinde ifade ettiği anlam veya anlamlarla sınırlanır. karma dil (Alm. Mischsprache; Fr. langue mixte; İng. mixed language; Osm. li-sân-ı muhtelit) Çeşitli dillerin karışmasından oluşan dil; daha kolay anlaşabilmek amacıyla, aşağı bir uygarlık düzeyinde bulunan toplulukların ilişkide bulundukları veya birarada yaşadıkları üstün uygarlıktaki toplulukların dillerinden aldıkları türlü öğelerle meydana getirdikleri karma dil. Akdenizdeki Sabır, Çin sularındaki Pidgin-English, Pasifik’teki Be-ach-la-Mar dilleri ve yerli Amerika dillerinden Chinook dili ile karışmış İngnizceden oluşan Chinook ingilizcesi gibi. bunlarda jargon (yapma dil) ve linguafranca (Varma diY) ni\.e\iVAen \>ard\T. karmaşık fül(ler) (Alm. komplexes Verbum; Fr. verbe complexe; İng. complex verb; Osm. mudil fiil) Öncelik, alışkanlık, niyet gibi fiilin zaman ve tarzla ilgili özelliklerini gösteren ve olmak fiilinin bazı sıfat fiillere getirilmesiyle kurulan birleşik fiil. Öncelik: -mış olmak, alışkanlık: Ir-ol-, niyet: -AcAK ol-, -Icl ol-, -ir ol- (nadir): Eğer çaylar ısmarlanmamış veya gelmemiş olsaydı kalkacak, kaçacaktı (R. H. Karay. Memleket Hikâyeleri: Kuvvete Karşı. s. 120). Tahsin Efendiyi dinlerken bu ruh muammasını halletmiş oldum (R. N, Güntekin. Acımak, s. 65). Asıl sözlerimiz söylenmemiş kalanlar, başkalarının duymadıkları ve eğer söyleyebilmiş olsak, hem onları hem de kendimizi şaşıriacak olanlardır (A. Ş. Hisar. Çamlıcadaki Eniştemiz, s. 18). Bu suretle Sermed, kendi sevgisini de ayaklar altına alarak, nefsini feda ederse işlediği ruh cinayetini kısmen ödemiş olacaktı (S. Erol, Ülker Fırtınası. s. 82). Bir gün, doktora: "gaari insanlar bir başka güler, başka çeşit öfkelenir oldular" demişti (T. Buğra, Dönemeçte, s. 45). Sözler ve kelimeler bile boyuna değişiyordu. Birtakım insanlarla artık konuşmayı sürdüremez, çoğunlukla canı sıkkın, arada bir de öfkeli suskunlaşır olmuşlardı (T. Buğra, ğöst. e., s. 45). Çerçi, merci... bana soracak olursanız, onlar hiç değilse durumla da, konuyla da ilgileniyorlar... koyun gibi güdülmekten kurtulmak için (T. Buğra, göst. e., s. 133). Bu hâl aylarca sürdükten, yıl döndükten sonra beklenmedik bir şey, Hurrem’in artık umamaz olduğu bir değişim olmuş, Murad da Hurrem’e benzemişti (T. Buğra, Yalnızlar, s. 21). Ha-şim’e Arap demek, onu bütün varlığını temin eden bir âlemden ayırarak, bir hiçe döneceği bir âleme atmak, fânî ömründe değil ömrünün tesellisi olan âtisinde, bu âtide yaşayacak olduğuna inandığı eserinde öldürmek istemekti (A. Ş. Hisar, Ahmet Haşim-Yahya Kemal’e Veda. s. 129) vb. karşılaştırma (Alm. Komparation; Fr. comparaison; îng. comparison; Osm. mukayese) İki veya daha çok sayıdaki dilin birbirine benzeyen ve benzemeyen yanlarını ortaya koymak üzere yapılan karşılaştırma. Dil akrabalıklarının ortaya konmasında bu türlü çalışmaların önemli etkisi olmuştur. karşılaştırma bağlaçları Cümlelere kattıkları başka anlamlar yanında, "eşitlik", "üstün tutma", "oranlama", "birlikte olma", "birlikte olmama" gibi anlamlarla iki veya daha çok öge arasında bağlantı kuran bağlaçlar: dA...dA, ya...ya. ne...ne, hem...hem: Hoplaya hoplaya başım alıp gitmekten, analarının memelerini daha bir acıklı daha bir yalvarıştı olarak daha biraz uzaklardan işitmekten hoşlanan k u -zulara da ikide bir eleşip kapışan koçlara da artık iyice yumuşak davranıyor, hatta oyunlara kapılıveriyordu (T. Buğra. Yarın Diye Bir Şey Yoktıu s. 161). Biz bir şey anlamıyorduk ya, ne bir şey soran oldu ne de bir kelim-söyleyen (T. Buğra. göst. e., s. 171). Ötekine gelince, o artık ne kartaldı rn jet ne de at... bir efendi idi o (T. Buğra. göst. e., s. 214). Kör talihin göy receğiyol ise ya mihnet ya sefalet yoludur (Y. K. Karaosmanoğlu. Erenim’ Bağından). Bağışla yenge; hem çağırılmadan hem de çok erken geldim, dt-di (T. Buğra. Yalnızlar, s. 7) vb. karşılaştırma derecesi (Alm. Komparativ, Mehrstufe;¥r. comparatifis îng. cc parative; Osm. mukayese, derece-i tafdît) Sıfatlarda ve zarflarda birbiri ile yapılan karşılaştırmaların nitelik nicelik bakımından eşitlik, üstünlük ve en üstünlük derecelerinde ması. Karşılaştırma derecesi, sıfat ve zarfların önüne getirilen gibi. ■ dar, denli, daha, çok, ziyade, fazla, en, pek gibi kelimelerle karşılanır: kadar çalışkan bir oğlunuz var. Ayşe, Nazlı’dan daha düzenli bir kız Sen bu işi onlardan daha iyi başarabilirsin. Kardeşin burada benden yoruluyor. Verdiğin emek bundan fazla gelir getirmez. Arkadaşları) yaşlısı toplantıya başkanlık edebilir. Funda pek uslu bir çocuktur vb. Karşılaştırma derecesi; eşitlik, üstünlük ve en üstünlük olmak üzere üçe ayrılır, bk. karşılaştırma sıfatı, karşılaştırma zarfı. karşdaştırma eki Sıfatlarda kuvvetlendirme ve karşılaştırma derecesi kurmak için kullanılan ek: +rAK Tarihî türk yazı dillerinde kuvvetlendirme ve karşılaştırma görevlerini karşılamak için işlek olarak kullanılan ek, Eski Anadolu Türkçesinde daha çok karşılaştırma görevinde kullanılmıştır. Bu gün bu ek, karşılaştırma anlamını kaybederek benzerlik ve azlık kavramını veren kelimeler yapmaktadır. Canlı değildir: acırak, alçarak, (< alçak+rak), Azrak, bozrak, küçürek (< küçük+rek), ufarak (< ufak+rak) vb. Bugün artık Türkiye Türkçesinde karşılaştırma sıfatları eşitlik derecesinde gibi, kadar edatları, üstünlük derecesinde daha ve en üstünlük derecesinde en zarflarıyla yapılmaktadır: güzel, daha güzel, en güzel gibi, bk. ve kış. Karşılaştırma derecesi ve karşılaştırma sıfatı. Karşılaştırmalı dil bilimi (Alm. vergleichende Sprachtvissenschaft; Fr. linguistiaue comparee; İng. comparative linguistics) Dilleri biribirleriyle karşılaştırarak, aralarındaki benzerlik ve yakınlıklar ile benzemeyen yönlerin tespiti yoluyla, ortak ana şekillerin farazî olarak ortaya çıkarılmasını ve dil tiplerinin belirlenmesini inceleyen bilim dalı. karşılaştırmalı gramer (Alm. vergleichende Grammatik; Fr. grammaire comparee; İng. comparative grammar) Aynı dil ailesine giren dilleri veya bir dilin lehçelerini ses, şekil, cümle ve anlam bilgileri bakımından karşılaştırmalı olarak inceleyen gramer. karşılaştırmalı ses bilgisi Bir dilin seslerini ve ses olaylarını o düin çeşitVı \ehçe\eri arasında karşılaştırmalı olarak inceleyen ses bilgisi dalı. bk. ses bilgisi. karşılaştırma sıfatı (Alm. Komparativ, Vergleichsstufe; Fr. adjectif compare; îng. comparative degree) Bağlı olduğu adın, karşılaştırılan öteki ada göre nitelik ve miktar bakımından derecesini gösteren sıfat(lar). Bu derecelendirme sıfatların önüne getirilen daha, en, pek çok gibi kelimelerle sağlanır: Onlardan daha küçük bir kız çocuğu, kendisinden daha ufak bir erkek çocukla sağ tarafta duvarın dibinde çamurla oynuyorlardı (A. H. Tanpınar, Yaz Yağmuru, Teslim, s. 95). Ve duygusallığı, her zamanki gibi, en sağlam dayanak saydı (T. Buğra, Yalnızlar, s. 206). Her taraf sustuktan, siyahlaştıktan sonra sularda daha kuvvetli bir ses, ta derinlerinden gelen hoş, belirsiz bir aydınlık hasıl olmuştu (R. H. Karay. Memleket Hikâyeleri: Şaka, s. 67). Burası en yakın kasabaya iki gün uzakta, Anadolu’nun çıplak, yolsuz, viran bir köyü idi (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri, s. 81) vb. bk. karşdaştırma derecesi. karşılaştırma zarfı (Alm. Komparativ, Vergleichsstufe; Fr. adverbe comparatif; İng. comparative degree) Bir fiilin, sıfatın veya zarfın derecesini belirten zarf. Bu derecelendirme, sıfatlarda olduğu gibi "eşitlik", "üstünlük" ve "en üstünlük" şeklinde üç derece üzerinde gösterilir. Eşitlik derecesi gibi, kadar, denli edat-larıyla, üstünlük daha, en üstünlük en kelimeleriyle yapılır: Bazan içlerinden birisi bu mahşerde yaşamak imkânsızlığını duyuyor, o zaman sele katılmış bir ağaç kütüğü gibi yerinden fırlıyor, İstanbul’a, Ankara’ya, başka bir yere gidiyor, hayatını başka şartlarla deniyordu (A. H. Tanpınar, Yaz Yağmuru: Teslim, s. 91). Düz gergin vücuduyla adeta bir sedef gibi kapalı (A. H. Tanpınar, Yaz Yağmuru: Rüyalar, s. 126). Kadınlar ise taş gibi sessiz, kütük kadar hareketsiz ve donuktular,... (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Yatık Emine, s. 8). Ben daha genç olduğum için, sahipsiz kalan ağıla koşuyorum,... (Y. K. Karaosmanoğlu. Erenlerin Bağından Diğer Nesiller, s. 75). Mutasarrıfın evinde gece daha kibarca, daha zarifçe geçmişti (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Yatık Emine, s. 36). Ben ona inanırım ki, öyle bir insanı doğuracak kadın kutsallaştı-rılmaya Meryem Ana’dan daha çok hak kazanırdı (T. Buğra, göst. e., s. 14). Kırk paralık hafızaya, ikiyüzlü hafızaya yüze gülücülerin en yüzsüzü olan hafızaya sarılıp zamana meydan okumak? (T. Buğra, göst. e., s. 207). Hem Donkişotluğun, yeldeğirmenleri silahşorluğunun en gülüncü en küçültücüsüdür, bu (T. Buğra, göst. e.) vb. karşıt anlamlı (Alm. Antonym, gegensatzliches Wort; Fr. antonyme; İng. m tonym) Anlamları bakımından birbirine karşıt olan; birbirine zıt anlam taşıyan (kelimeler): aa / tatlı, az /çok, alçak /yüksek, ağır / hafif aşağı /yukarı, büyük / küçük, düz / eğri, iyi / kötü, ileri / geri, eğri / doğru, irili ufaklı, güzelli / çirkinli, ucuz /pahalı, zor / kolay, şişman /zayıf vb. Karşıtı eş anlamlı’dır. karşıt anlamlılık (Alm. Antonymie, Gegensalzlichkeit; Fr. antonymie; İng. an-tonymy; Osm. tezad) İki kelimenin birbirine aykırı, birbirine karşıt anlam vermesi durumu: açlık / tokluk, iyilik / kötülük, hastalık / sağlık, gençlik / ihtiyarlık, soğuk / sıcak, genişlik / darlık, vb... karşıtlık cümlesi İki yargıdan birini diğerine karşı çıkararak aralarında karşıtlık ilişkisi kurulan, yardımcı cümle aracılığı ile temel cümlenin anlamını sınırlayan veya az çok çürüten; bağlaçlı veya bağlaçsız olarak oluşturulabilen cümle: Dün geleceklerdi, gelmediler. İnsan akıllıdır ama yine de hata yapar. Yapılan bütün yardımlara rağmen kendini toparlayamadı. Gitti gider, bir daha döneceğini sanmam! Ya sonucuna katlanırsın ya da oturur çalışırsın vb. katmerli birleşik kip(ler) Hikâye ve rivayet birleşik kiplerine i-se > -sA şart ekinin getirilmesiyle oluşturulan katmerlenmiş birleşik kip: gel-di-idi-y-sen, gel-miş-idi-y-sen, geliyor-idi-y-sen, okuyacak-idiy-sen, gel-ecek-imiş-sen, okumah-y-mış-sa vb. verilen örneklerde görüldüğü üzere, katmerli birleşik kipler, hikâye ve rivayet kiplerindeki oluş ve kılışları şarta bağlayan kiplerdir. Kullanılışı seyrektir. kavram (Alm. Begriff; Fr. concept, notion; İng. concept, notion) Dünyadaki nesnelerin, durumların, hareketlerin ve tasavvurların dildeki ifadesidir. Kavramın değeri, niteliği aynı dili konuşan kimselerce aşağı yukarı aynıdır: ekmek, su, susuzluk, tembellik, delikanlı, dörtnala, tutumlu vb. kelime öbekleri bk. kelime grupları, kavram alam bk. anlam alanı, dil alam. kavram çekirdeği Kelimenin ifade ettiği ilk ve asıl anlam. Meselâ baş, ayak, kaş, kol, boğaz, göz gibi organ adları değişik kavramları karşılayacak biçimde genişlediklerinden, bu kelimelerin temel anlamları yani kavram çekirdekleri organ adı olmalıdır, bk. temel anlam, asıl anlam, sözlük anlamı. kaynaşma (Alm. Kontraktion, Zusammenziehung;¥r. contraction;İng. contraction) Ayrı hecelerdeki iki ünlünün bir tek ünlüde veya birden çok hecedeki seslerin tek hecede toplanması olayı. Bu olay daha çok kelime birleşmelerinde görülür: gidemedim (< kei-e umadum), sekiz on > seksen, dokuz on > doksan, cumartesi (< cuma ertesi), niçin (< ne için), neyse (< ne ise), her neyse (< her ne ise), nasıl (< ne asıl), neylersin (< ne eylersin), ayol (< ay oğul), güllaç (< güllü aş), sütlaç (< sütlü aş), yirmi (< yigirmi), doğurmak > dörmak, yapurgak > yaprak, geleceğim > gelcem vb. kaynaştırma ünlüsü bk. bağlama ünlüsü. kelime (Alnı. Wort; Fr. mot; İng. word) Bir veya birden çok heceli ses öbeklerinden oluşan, aynı dili konuşan kişiler arasında zihinde tek başına kullanıldığında somut veya soyut bir kavrama karşılık olan yahut da somut ve soyut kavramlar arasında geçici ilişkiler kurmaya yarayan dil birimi. Somut kelime: ağaç, taş, kedi vb. Soyut kelime: sevinç, üzüntü, kaygı, çalışkanlık vb. İlişki için: gibi, göre, dolayı, kadar, karşı, üzerinde vb. kelime bilimi (Alm. Lexicologie, Fr. lexicologie, İng. lexicology, Osm. ilmü’l-lü-g») Bir dilin kelime varlığını şekil bilgisi, cümle bilgisi, anlam bilgisi açısından ele alarak türetmede görev alan birimlerini, birleşik kelimelerini, kalıplaşmış şekillerini, deyimlerini, atasözlerini, almtı kelime vb. öğelerini inceleyen, bunların köken yapılarını araştıran, şekil ve anlam bilimi açısından geçirdikleri değişme ve gelişmeleri belirleyen dil bilimi dalı. kelime dağarcığı bk. kelime hazinesi. kelime grubu (Alm. Wortgruppe; Fr. groupe de mot; İng. ıvordgroup) Cümle içinde kavramlar arasında ilişki kurmak üzere birden çok kelimenin belirli kurallar ile yan yana getirilmesinden oluşan, yapı ve anlamındaki bütünlük dolayısıyla cümle içinde tek bir nesne veya hareketi karşılayan ve herhangi bir yargı bildirmeyen kelimeler topluluğu. Türkçede ad tamlaması, sıfat tamlaması, birleşik ad, birleşik fiil, edat grubu, zarf grubu, ünlem grubu, unvan grubu gibi çeşitli kelime grupları vardır: Odanın tavanı, çocuk elbisesi, beş kardeşli aile, türlü türlü işler, kurumuş pınar, Kızılırmak, erken kalkmak, gece gündüz çalışmak, iş güç düşünmek, hiç sebepsiz, bildiği hâlde, çocuk gibi, pişman olmak, bakakalmak, bre kız vb. kelime hazinesi (Alm. Wortschatz; Fr. vocabulaire; İng. vocabulary) Bir dilin bütün kelimeleri; bir kişinin veya bir topluluğun söz dağarcığında yer alan kelimeler toplamı: İngilizcenin kelime hazinesi, üniversite öğrencilerinin kelime hazinesi, aydınlar kesiminin kelime hazinesi vb. kelime öbeği bk. kelime grubu. kelime sınıfı (Alm, Wortklasse, Redeteile; Fr. categorie des mots; İng. wort class; Osm. aksâm-ı kelâm) Cümledeki işleyişleri, aldıkları çekim ve yapım ekleri ve taşıdıkları kavramlar bakımından aralarındaki ortak noktalara göre ayrılmış olan kelime türü. Türkçenin 8 kelime sınıfı vardır: 1. ad, 2. sıfat, 3. zamir, 4. zarf, 5. edat, 6. bağlaç, 7. ünlem, 8. fiil. Ayrıca bk. kelime türü kelime türü (Alm. Wortart Redeteile; Fr. partie du discours; İng. part of speech; ’ Osm. aksâm-ı kelâm) Yapıları, görevleri ve nitelikleri bakımından, kelimelerin, cümle içindeki işleyişlerine göre ayrıldıkları her bir bölüğü. Türkçede sekiz kelime türü vardır: 1. ad, 2. sıfat, 3. zamir, 4. zarf, 5. edat, 6. bağlaç, 7. ünlem, 8. fiil. Bunlar, genel bir sınıflandırmada ilk yedisi varlık ve nesnelerle ilgili ad, sekizincisi de oluş ve kılış gösteren fiil olmak üzere iki ana türde toplanabilir. kelime vurgusu (Alm. Wortakzent; Fr. accent de mot; İng. word-stress) Tek heceli kelimelerde çoğunun, çok heceli, kelimelerde hecelerden birinin ötekilere göre daha yüksek ses tonuyla, daha baskılı olarak ve öteki hecelerden daha belirgin biçimde söylenmesi: bir, ka’yık, ’hemen, okumadı, or’du, ’Ordu, çarşam’ba, Çar1 samba, ’Parisvb. kelime yazısı (Alm. Ideographie; Fr. ideographie; İng. ideography) Belli bir kavramı yansıtan kelimelerin işaretlerle gösterildiği yazı türü. Çin yazısında olduğu gibi Q "göz", A "kişi", —• bir", _ "iki", K "ulu, büyük", ~J£ "gök; tanrı", ?n\ "sormak" vb. kemiyet bk. nicelik. kesik cümle bk. eksiltimli cümle. kesme işareti (Alm. Apostroph, Auslassungzeichen; Fr. apostrophe; İng. apostrophe) Özel adlara, gerçek kısaltmalara, sayılara getirilen çekim eklerini ayırmak, iki kelimenin birleşmesiyle ortaya çıkan ses düşmesini belirtmek, bir harf veya ekten sonra gelen ekleri veya alıntı kelimelerde hecelerin kesilerek okunacağını göstermek üzere kullanılan işaret, (-’) işareti: Akçakoca ’dan Antalya ’ya, Ali ’den kardeşine, İkinci Dünya Savaşı ’ndan önce, AT’den, ABD’den, 5 Temmuz 1922’de, TBMM’nin açılışı 23 Nisan 1920’dir, k’den g’ye b’den v’ye dönüşme olayı, n’ettin? n’olduf n’apahm! te’lif, mel’un, meş’um, mes’ulvh. bk. ve krş. ayırıcı işaret. kesirli sayı sıfatları (Fr. adjectif numeral Jractionnaire) Nesnelerin sayıca bir parçasını belirten sıfatlar; tam sayıların bir parçasını, kesirli sayıları gösteren sayı sıfatları, beşte bir=l / 5, onda üç=3 / 10; yüzde yetmiş= 70/100, 0.70, % 70 vb. kılınış (Alm. Aktionsart, Art der Handlung; Fr. ordre de-proces; tng. manner of action) Fiil kök ve gövdelerinin, dil mantığı ve zamanla olan bağlantı açısından gösterdikleri özellik; fiil kök ve gövdelerindeki kılmış sürecinin zaman bakımından birbirlerine oranla taşıdıkları ayrılıklar. Söz gelişi: aç-, bas-, başla-, dokun-, fiillerinde başlangıç, ağla-, ara-, bekle-, dolaş, gez-, gözle-, yürü- fiillerinde süreklilik başar-, bayıl-, bul-, durul-, eriş-, kavra-, ödefiillerinde bitiş, sonuç gösterme, atıştır-, damla-, şaşala- fiillerinde aralıklı oluş boylan-, çiçekleri,-, ekşi- fiillerinde ise kendi kendine oluşu gösteren bir özelliğin bulunması gibi. kılış adı (Mm. Nomeu-Âktioms, Gföchzhmbezjeichnung; Fr. nom d’action; îng. action noun) Bir durumu, bir oluş ve kılışı ad olarak anlatan ve fiillerden -mAk, -mA, -iş / -Uş, -Icl / -UcU vb. eklerle kurulan ad: oku-mak, oku-ma, oku-y-uş, yaz-mak, yaz-ma, yaz-ış, bak-ıcı, gel-ici, gid-ici vb. örnekler: Sükût, onları düşünür; acımak onlara ağlar... (A. N. Asya, Kubbeler: Bulutlar, s. 14). Bu beklenmeyen bitişiyle çocuk için tabii bir şey olan masal uydurma bu küçük yazıda bütün bir kompozisyon oluyor (A. H. Tanpmar, Yaşadığım Gibi, s. 417). Kitaptan korkmak, insan düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir (A. H. Tanpmar, göst. e., s. 58). Pervin kitabını iki avu-cu arasında asabî bir kavrayışla sıkarak salondan çıktı (P. Safa, Şimşek, s. 45). Bu kuvvet kuruntusunun kendini kuvvetli sanısın sadece o delikanlılık yaşlarına has bir aldanış olduğunu kabul etmek istemiyordu (T. Buğra, Yalnızlar, s. 46). Bütün bu girişlerin, dolandırmaların ne için olduğunu şimdi hepsi de anlamıştı (T. Buğra, göst. e., s. 211). kılış fiili (Alm. Handlungsverb; Fr. verbe d’aktion; Îng. action verb, verb of action) Cümlede yüklemin gösterdiği işin yapma niteliği taşıdığını, yapanın dışında bir nesneye yöneldiğini gösteren fiil: al-, bil-, getir-, derle-, düşün-, kaz-, yaz-, taşı- vb. kılış ismi bk. kılış adı. kısa hece (Alm. kurze Silbe; Fr. syllabe breve; İng. short syllable; Osm. hece-i mek-sûre) Yalnızca ünlü veya ünsüz+ünlü kuruluşunda olan hece; ünlüsü kısa olan hece: o-lu-şum, ki-şi, bi-ze, i-yi vb. Bir de bk. açık hece. kısahmş kelime (Alm. elliptisch; Fr. elliptique; îng. elliptical) Bir parçası söyleyişten düşmüş olan kelime: dişli çark > dişli, yazma eser > yazma, kaz kuşu > kaz, otomobil > oto, limonata suyu > limonata, kilogram ’ > kilo vb. kısaltma (Alm. Abbreviation, Abkürzung; Fr. abreviation; İng. abbreviation) Sık kullanılan kelimelerin, şahıs yer ve kuruluş adlarının, yer kazanmak, kolaylık sağlamak gibi pratik amaçlarla yazıda kısaltılmış biçimi: Dr. (doktor), bk. (bakınız), krş. (karşılaştırınız), cm. (santimetre), m. (metre), TL. (Türk Lirası), km. (kilometre), TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi), TC. (Türkiye Cumhuriyeti), A. Ü. (Ankara Üniversitesi), TDAY-Belleten (Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten) vb. kısaltma grupları Ad-fiil, sıfat-fiil, zarf-fiil gibi kelime gruplarından kısalmış ya da cümlelerin aşınma, kısalma ve kalıplaşması ile oluşmuş bulunan kelime grupları. İki ad öğesinden meydana gelen bu gruplarda vurgu ikinci öge üzerindedir. Başlıca türleri bulunma, çıkma (ayrılma), isnat, vasıta, yönelme ve yükleme gruplarıdır. Ayrıntı için bunlara bk. kısaltma kelime Birkaç kelimeden oluşan kurum ve kuruluş adlarıyla, kitap, dergi ve yön adlarının genellikle her kelimesinin ilk harfi alınarak kurulmuş kelime: AKDTYK (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu), ABD (Amerika Birleşik Devletleri), ODTÜ (Orta Doğu Teknik Üniversitesi) , BM (Birleşmiş Milletler), THY (Türk Hava Yollan), NATO (North Atlantic Treaty Organization), DSİ (Devlet Su İşleri), KB (Kutadgu Bi-lig), TD (Türk Dili), TDED (Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi), GB (Güneybatı) , KD (Kuzeydoğu) vb. Ayrıca bk. kısaltma. kısa ünlü (Alm. Kurzvokal; Fr. voyolle courte; İng. short vowel) Normal ünlülerin boğumlanma sürelerinden daha kısa bir sürede boğumlanan ünlü: Ben defona dedim ki, işte o iş bbyle_oldu vb. ki bağlacı (Alm. Relativpronomen; Fr. pronom relatif; İng. relative pronoun) kili birleşik cümlelerde ana cümleyi yardımcı cümleye bağlayan ve dilimize Farsçadan geçmiş olan ki nispet zamiri: Biliyorum ki yapılan işler-hakkında size bilgi verecektir. Öyle bir ev almış ki görülmeye değer. Öyle yorulmuş ki yemek bile yiyemedi. Bize öyle bir oyun oynadı ki sorma vb. ki’li birleşik cümle Bir temel cümle ile o temel cümleye Far. ki T. kim nispet zamiri ile bağlanan açıklayıcı bir yardımcı cümleden oluşan birleşik cümle: Kim nispet zamiri genellikle tarihî devir metinlerinde yer almıştır. Yunan neferleri tamamıyla inandılar ki Anadolu toprağını vücutlarında iken terk etmek saadettir (Y. K. Beyatlı, Eğil Dağlar, s. 70). Dünyanın başka yerlerinde öyle memleketler vardır ki düzenini periler kurdu zannedersiniz (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 112). Felâketim şu ki ben zaman zaman kendimi bulan adamım (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s. 117). Burada cesaretle söyleyebilirim ki yeryüzünde nice insan böyle bir sanatın, böyle şerefli bir hizmetin vazifeleri olduğunu düşünmemiştir (N. S. Banarlı, Türkçenin Sırlan, s. 6). Biliyorum ki sen bu işlerden iyi anlıyorsun. Unutma ki başarının sırrı düzenli ve sürekli çalışmadadır. Olkuvvetünyokdur ki ilamla (yılanla) pençe urasın (Marz., s. 22a-l). İşitdüm kim bir aralan var ıdı kim... (göst. e., s. 26a-8). Balıkçıl sıçrayup dutdı, diledi kimyuda (göst. e., s. 30b-ll) vb. kip (Alm. Modus; Fr. mode; İng. mood, mode; Osm. sîga) Kök ve gövde durumundaki fiilin bildirdiği oluş ve kılışın; konuşan, dinleyen ya da kendisinden söz edilen şahıslar açısından ne biçimde, ne tarzda yansıtıldığını gösteren bir gramer kalıbı, bir anlatım biçimi. başladım, başlıyorsun, tatlandırmış, yuvarlanacaklar vb. Türkçede kipler bildirme kipleri ve tasarlama kipleri olarak ikiye ayrılır. Bunlara bk. kişi ağzı (Alm. Idiolekt; Fr. idiolecte; İng. idiolect) Bireyler üstü dil sisteminin belli bir kimse tarafından kendine özgü kullanılışı. komşu ses Bir dil sesinin çevresinde bulunan ses. Söz gelişi kuş ve kuşak kelimelerindeki u ünlülerinin çevrelerinde bulunan sesler kve s sesleridir. konuşma (Alm. Sprechen; Fr. parole; tng. speech) Düşünceyi sözle ifade etme işi. Aynı dili konuşan bireyler arasında sözle anlaşma biçimi. konuşma cihazı bk. konuşma organı konuşma dili (Alm. gesprochene Sprache; Fr. langue parlee; İng. spoken langu-age) Bir dilde ağızdan ağıza değişerek çeşitli söyleyiş özellikleri taşıyan ve yazı dilinden farklı olan dil: Şuncaaktan kuşbazhğa vurup ipini boşlama-saydık, nice baltalara sap olduktu, adam sırasına bile girdik gittiydi (K. Ta-hir, Yol Ayrımı, s. 75). Oni anlatayım, oni anlatalum, bak sen de eyi hatir-lattunturı oni. Tebî baştan başlayirum ha (T. Günay, Rize tli Ağızları, s. 245) vb. Karşıtı yazı dili’dir. konuşma organı (Alm. Sprechorgane; Fr. organes de la parole; İng. organs of speech) Çeşitli hareketlerle konuşma faaliyetini gerçekleştiren diyafram, gırtlak, kıkırdaklar, ses telleri, ses yarığı, yutak, damak, dil, ağız gibi organların bütünü. konuşma tonu bk. tonlama, koruyucu ünlü bk. bağlayıcı ünlü koruyucu ünsüz bk. bağlayıcı ünsüz. kök (Alm. Wurzel; Fr. racine; İng. root) Kelimelerin bütün yapım ve çekim eklerini çıkardıktan sonra aynla-mayan ve esas (temel) anlamı taşıyan bölümü: ye-, sor-, kış, el(elig), al-, dur-, yol, ver-vb. köken bilgisi Bir kelimenin hangi köke dayandığını, ilk hangi kavramı taşıdığım, zaman içinde gösterdiği gelişmeleri vb. konuları inceleyen dal. bk. köken bilimi. köken bilimi (etimoloji) (Alm. Etymologie, Wortgeschichte; Fr. etymologie; İng. etimology; Osm. ilm-i iştikak) Bir dildeki kelimelerin şekil yapıları ile anlamları arasında bağlantı kuran, o kelimelerin yapı ve anlamlarını kökenlerine doğru izleyerek ilk defa hangi köklere dayandıklarını hangi kavramları yansıttıklarını ve zaman içinde hangi evrelerden geçerek ne gibi gelişmeler gösterdiklerini inceleyen ve köken bilgisi ile ilgili diğer konuları araştıran dil bilimi dalı. kök-fiil bk. basit fiil. kökteş kelimeler Aynı kökten gelen, ancak yapı ve görevleri farklı olan kelimeler: gülüş, gülünç, gülme, güleç; gözlük, göze, gözde (sevgili), gözenek; sargı, sarma, sarılış, sarık vb. kurallı cümle Yardımcı öğeden ana öğeye doğru yol alan ve yüklemi sonda bulunan cümle Zıddı devrik cümledir. O eski İstanbul o büyük, o güzel, o rengârenk İstanbul ki bir defa gören Avrupalılar memleketlerine dönünce nakletmekle, yazmakla çizmekle bitir emiyorlardı (Y. K. Beyatlı, Aziz İstanbul, s. 143). Nuran’ın bu musikî zevkinde âşığından farkı, belki de kadın insiyakının geniş erkek sesine, onun yaradılışı yakın hüzün ve kederine olan uzvî bağlıhğıy-la gazeli sevmesiydi (A. H. Tanpmar, Huzur, s. 135). Zaten hemen her bina, içinde yetiştiği tarihin bir parçasıdır (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s. 169). Ama bugün için insanlara, bu topraklarda yaşayan ve bu topluluğun kaderini paylaşan insanlara, kabulü şart bir mecburiyet düşüyordu (T. Buğra, Küçük Ağa, s. 96). vb. kuralsız cümle bk. devrik cümle. kuvvetlendirme bk. pekiştirme. kuvvetlendirme eki bk. pekiştirme eki. küçük dil (Alm. Zâpfchen; Fr. luette, uvule; İng. uvula) Yumuşak damağın arka ucunu oluşturan ve boğaza doğru sarkan küçük organ. küçük ünlü uyumu (Alm. Labialharmonie, Labialassimilation; Fr. harmonie la-biale, assimilation labiale; İng. labial harmony, labial assimilation) Türkçe kelimelerin ilk hecelerindeki ünlülerin düz veya yuvarlak oluşlarına göre onu izleyen hecelerdeki ünlülerin, kelimenin ilk hecesi düz ünlülü ise düz, yuvarlak ünlülü ise dar yuvarlak veya geniş düz olarak gelmesi kuralı: yazı, yazmalar, tanıdık, susamak, uyanık, yükseliş, oda, öksüz, oğul, korku, dolu gibi. küçültme eki (Alm. Verkleinerungssuffix; Fr. sufftxe diminutif; İng. diminutif, . diminutive; Osm. lâhika-i tasgiriyye) Üzerlerine geldiği ad soylu kelimelerin anlamına küçüklük, azlık, sevgi, şefkat kavramları katan ekler. Türkçenin bu kavramları sağlayan ve hepsi de vurgulu olan ekleri şunlardır: +CA (seyrek+çe, tatlı+ca, deli+ce, «çubuk», güzel+ce); +cIK (kimse+ak, ada+cık, kuş+cuk, yavru+cuk, bir yu-dum+cuk, ince+cik, küçü+cük < küçük+cük, mini+tik < minik+ak); +cAK (yav+ru+cak, büyü+cek < büyük+cek, çabu+cak < çabuk+cak); +cAğh (adam+cağız, kız+cağız); +rAk (az+rak, ufa+rak < ufak+rak, küçü+rek < kü-çük+reh, aa+rak) vb. küçültmeli ad Üzerine küçültme eklerinden birini alarak daha çok sevgi ve acıma, azlık ve küçüklük ifade eden ad ve ad soylu kelime: adamcağız, küçücük, yavrucak, yavrucuk, biricik, Mehmetçik, yürecik vb. küçültmeli sıfat Üzerine küçültme eklerinden birini alarak gösterdiği kavram ve nitelik küçülmüş ve azalmış olan sıfat. Vurgulu +CA, +CAk, +CIk / +CUk ve +rAk ekleriyle kurulan küçültme sıfatlarının yazı dilimizde yaygın olanları +cA ve +clk / +cllk ekleriyle türetilenleridir: Sadaretten azlolun-muş bulunduğu bir sırada konağın bahçesinde, avlusunda, alt kat odalarının açık pencere önünde, hattâ yerlerde arada bir, o zamanda pek çok yenilen küçücük bir francala atılmış bulunurmuş (A. Ş. Hisar, Geçmiş Zaman Fıkraları: İnanılmaz Rivayetler, s. 100). Küçücükyüzü insana bir çekmece hissini verecek kadar kilitli idi (A. H. Tan pınar. Abdullah Efendi’nin Rüyala-n, s. 122). Abdullah Efendi’de bu korku tam üç sene evvel hayatının biricik macerasını kapatan ve onu bambaşka bir adam yapan bir kış gecesinden beri vardır (A. H. Tanpmar, göst. e., s. 129). İki tarafı sarı susamların altında simsiyah halde köpüksüz, kırışıksız ve yağ gibi parlak olan ortasında akşamın nerden aksettiği farkedilemeyen alaca aydınlığı bir çatlak kubbe gibi gökü gösteriyordu (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Yılda Bir, s. 102). Bu şehrin saatleri birbirini tutmadığı için büyük bir zata ait cenazede m bir zat bulunamamıştı (A. H. Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüm* m, 227). küçültme sıfatı bk. küçültmeli sıfat küçültme zarfı bk. küçültmeli zarf. küçültmeli zarf Üzerine küçültme eklerinden birini alarak önüne geldiği sıfat ve : deki nitelendirme veya belirtme değerini (özelliğini) azaltan zarf. BL. zarflardaki küçültme eki vurgusuzdur. Yazı dilinde yaygın olanlar -( -CAk ve -Clk /-CUkekleriyle kurulanlardır: iyice temizlen>r:" kence gelmiş bir kış; incecik boyunlu çocuk; erkence kalkın ki y^ u.~;-:.....■.»■.. onlar bizden uzakçana bir semtte oturuyorlar; demincek gelen adam, ufacık doğranmış meyveler; azıcık yorulmuş görünüyorvb. -Llehçe (Alm. Dialekt; Fr. dialecte; İng. dialect) . Bir dilin tarihî, siyasî, sosyal ve kültürel nedenlerle değişik bölgelerde, zamanla ses yapısı, şekil yapısı ve kelime hazinesi bakımından önemli farklarla birbirinden ayrılan kollarından her biri: Türkçenin Anadolu, Azerî, Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen lehçeleri gibi. Lehçeleri, yapıları bakımından birbirine yakın ve uzak lehçeler olarak ayırabildiğimiz gibi, taşıdıkları özelliklerdeki ortaklık bakımından da gruplara ayırabiliriz. Nitekim Yakut ve Çuvaş lehçeleri Türk dilinden çok eskiden ayrılmış kollar olarak Türkiye Tûrkçesine ve öteki Türk lehçelerine uzak lehçelerdir; ayrılıklar çok derindir. Azerî ve Türkmen lehçeleri ise TT’nin yakın lehçeleridir. Türkçenin Kuzeybatı (Kıpçak), Güneybatı (Oğuz-Türkmen), Güneydoğu ve Kuzeydoğu (Altay bölgesi lehçeleri) olmak üzere dört lehçe grubu vardır. -Mmantıkça özne bk. gramerce özne. mastar (Alm. Infinitiv; Fr. infınitif; İng. infınitive) Fiil kök ve gövdelerinin karşıladıkları oluş, kılış ve durumları şahıs ve zamana bağlı olmadan göstermek üzere -mAk, -mA ve -iş / -Uş ekleri ile kurulan fiil adı: Otur-mak, incele-mek, bilme-mek, birik-me, yorul-ma, dinleme, anlama-ma, bekle-y-iş, gid-iş, dur-uş, görme-y-iş vb. Örnekler: Ona gidip her şeyi anlatmak ve sormak: "Bu paralar benim hakkım mı, alayım mı?" demek istiyordum (P. Safa, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, s. 131). Onunla göz göze gelmek istemedi (P. Safa, göst. e., s. 80). Bülent’i asker yapmağa kalkar, sonra askerlerin şehit olduklarını hatırlayarak fikrinden cayardı (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 151). İkisi de, üç aydır, sevdikleri birkaç oyun vardı ki, her tekrarında kaçırmak istemezler, gündüz en önde biletlerini alarak akşam tam dokuzda yerlerine gelirlerdi (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Hakkı Sükût, s. 118). Baktım, sizin soydan gelme ve kalma günahlarınız da yok (Tarık Buğra, Gençliğim Eyvah, s. 365). Bugün, seni görmeye gelmişti. Kaçmaktan kovalamaya vakit olmadı. Onun böyle ansızın gelişine bir anlam verilemedi. Geniş dünyada, kendi hayatını yaşamak, günlerin çıkrığını kendi ruhunun ikramlanyla çevirmek (A. H. Tanpmar, Abdullah Efendinin Rüyaları: Geçmiş Zaman Elbiseleri, s. 98) vb. Bunlardan -mA ekiyle kurulanlar hafif mastar diye adlandırılır. Buna bk. mastar eki Fiil kök ve gövdelerinin karşıladıkları oluş, kılış ve durumları gösteren fiil adları kurmak için kullanılan -mAk, -mA, iş / -Uş ekleri: oku-mak, yaz-mak, gül-mek, gel-mek, işle-mek, anla-ma, bak-ma, yerleş-me, bil-iş, tut-uş, işle-y-iş vb. Ayrıca bk. ad-fiiler. meçhul çatı Geçişsiz fiillerden -(1)1- / -(U)l- ve -(I)n- / -(U)n- ekleri ile kurulan ve öznesi bulunmayan, gerçekten meçhul olan çatı: Soğuktan caddelerde yürünmüyor. Sarsıntı yüzünden otobüslerde ayakta durulamıyor. Kışın gecekondu bölgelerinde bir yağmur yağdı mı, çamurdan geçilmiyor. Konunun her yenilenişinde "hele bir düşüneyim... anama da bir danışmam lâzım~ demişti (T. Buğra, Yağmur Beklerken, s. 75) vb. Bu çatı, aynı eklerle kurulan edilgen çatı ile karıştırılmamalıdır, meçhul fiil bk. edilgen fiil. meçhul fiil tabanı bk. edilgen fiil tabanı, meçhul taban bk. edilgen fiil tabanı, melodik vurgu bk. ahenk vurgusu. meslek adı (Alm. Berufsnahme; Professionsnahme; Fr. nom de profession; İng. name of profession) +llk/+lllk eki ile kurulan, meslek ve uğraşı alanlarını bildiren ad: aşçılık, boyacılık, işçilik, gözcülük, balıkçılık, ebelik, doktorluk, kitapçılık vb. metathesis bk. göçüşme. miktar zarfı bk. azhk-çokluk zarfları. millî alfabe Her milletin belirli bir alfabe sistemine dayanarak, ses-harf bağlantısı ve harf şekilleri bakımından kendi dilinin özelliklerine uygun değişiklikler yaparak oluşturduğu alfabe: Türk alfabesi Lâtin asıllı, Osmanlı alfabesi Arap asıllı, Rus alfabesi Kiril asıllı birer millî alfabedir gibi. millî dil (Alm. Nationalsprache; Fr. langue nationale; İng. national language: Osm. lisan-ı millî) Bir millete mensup kişilerin kullandığı ortak dil: Türk dili, Rus dili. Macar dili, İngiliz dili, Arap dili, Japon dili, Kore dili vb. m’li ikileme Yineleme esasına dayanan ve asıl kelimenin anlamına yaygınlaştırma, çoğaltma, benzerlerine katma gibi incelikler ekleyen, ünlüyle başlayan kelimenin başına veya ünsüzle başlayan kelimede, kelime başındaki ünsüzün kaldırılıp yerine m- sesinin getirilmesiyle kurulan ikileme: Ayşe mayşe, çocuk mocuk, etek metek, gelin melin, kap map; şaka maka. ev mev, kalem malem, üst müst vb. bk. ikileme. morfem bk. şekil birimi, morgagni cepleri Gırtlağın iç yüzeyinde ve ses tellerinin hemen üzerinde, sağlı sollu yukarıya doğru uzanan ve ses tellerinin serbestçe hareketini sağlayan oyuklar. mücerret isim bk. soyut ad. müspet fiil bk. olumlu fiil nefesli ünsüz bk. soluklu ünsüz. nesne (Alm. Objekt, bestimtes nâhere Objekt; Fr. complemeut d’objet direct, objet; İng. direct object, object) Cümlede öznenin, dolayısıyla fiili geçişli olan yüklemin etkilediği şahsı veya şeyi gösteren, yalın veya yükleme durumu eki almış kelime: Abdullah Efendi gecenin sükûneti içinde bu manzarayı doya doya seyretti (A. H. Tanpmar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s. 52). Çiy, garip bir aydınlık onları içinden aydınlatıyor, çok müşahhas ve zalim bir macera sahibi yapıyordu (A. H. Tanpmar, göst. e., s. 53). Kadının yüzündeki solgunluğu merak etmese idi bunları ona soracaktı (A. H. Tanpmar, Yaz Yağmuru, s. 65). Beni başkalarının merhameti, inayeti, yahut keyif ve hevesi idare ediyordu (R. N. Güntekin, Acımak, s. 49). Sermed kendini yeniden dünyaya gelmiş sandı (S. Erol, Ülker Fırtınası, s. 70). Eve geldikleri vakit, teyzesi Mü-fid’e bir mektup uzattı (P. Safa, Şimşek, s. 178). Bir ^ürüm yaptığıma kani değilim. Hakarete uğradım ve cevabını verdim Siz de benim yerimde olsaydınız aynı şeyi yapardınız (P. Safa, Biz İnsanlar, s. 153). Minareyi çalan kılıfını hazırlar. Dünyayı unutmadık ne demek işte ben o gün orada anladım (K. Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 201). Oğlum bana hediye göndermiş; sen bu konuda n e düşünüyorsun ? Dün akşamki toplantıda gençler ilgi çekici sorular sordular vb. Bir cümlenin nesnesini daha belirgin duruma getirmek, nitelendirmek veya pekiştirmek için nesneye, yine nesne durumunda olan açıklayıcı kelimeler eklenebilir: o kızı, o zengin kızı istiyorsun demek (H. Z. Uşaklıgil, Ferdi ve Şürekâsı, s. 107); Ben dedim, gölü görmeye gidiyorum, Karakurt gölünü (S. Faik, Bütün Eserleril: Semaver, Sarnıç: Hanımın Karısı, s. 180). İki ayaklıların dünyasını arıyor, kendi yaratacağı dünyayı (K. Tahir, Yol Ayrımı, s. 461) vb. Nesne türleri için bk. Açıklayıcı nesne, belirli nesne, belirsiz nesne. nesne açıklayıcısı bk. açıklayıcı nesne. nicelik (Alm. Quantitât; Fr. auantite; İng. auantity; Osm. kemiyet, kemmiyyet) 1- Kelimedeki seslerin veya hecelerin boğumlanma süresindeki uzunluk veya kısalık; bir fonem veya fonem grubunun telâffuz süresi, adem "yokluk" / âdem "insan"; alem "bayrak" / âlem "dünya", cihan "evren"; TT. yok / Tkm. yok vb. 2- Kelimelerin belirttiği canlıları, nesneleri .ve kavramları miktar yönünden değerlendirmeye dayanan gramer kategorisi. nicelik zarfı bk. azlık-çokluk zarfları. nispet eki (Alm. Relationsuffix; Fr. suffixe de relation; tng. suffix ofrelation) Arapça ve Farsça adlardan, bağlandığı adla ilgili sıfatlar yapmaya yarayan ek (î): ilmî, tarihî, siyasî, ruhî, içtimaî, idarî, millî, mülkî vb. Türkçe sözlerde, Fransızca kökenli +sAl eki; anıtsal, biçimsel, duygusal, ruhsal, tarihsel, vb. nispet zamiri bk. bağlama zamiri, nitelenen bk. tamlanan, niteleyen bk. tamlayan. nitelik sıfatı (Alm. qualifikatives Beiıuort, Eigenschaftsuıort; Fr. adjectif aualifıca-tif; İng. qualificative adjective; Osm. sıfat-ı tavsîfiyye) Varlıkları durum, biçim, renk vb. bakımlardan niteleyen sıfat: Sonra Türk kumandanının daha toz konmamış olan yumuşak ve geniş koltuğuna yerleşti. (O. Seyfettin, Beyaz Lâle, s. 150). Uzun ve uzak gurbetlerde zannedildiğinden çok fazla kaybeder; ilk kazançlarının değeri düşer (A. H. Tanpmar, Yaşadığım Gibi: Türk Şiirinde Büyük Ürperme, s. 293). Çöl gecesinin soğuk karanlığı içinde dizi dizi ampul ışıklarına doğru yaklaşıyoruz (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim: Dicle Üstünde Bağdat, s. 69). Bu seste insanı küçük hesaplardan, hırslardan... ve dertlerden utandıran birşeyler vardı (T. Buğra, Dönemeçte, s. 5). Hasta evvelâ, muğlâk ve meçhul, gizli ve karışık düşüncelerin baskısı altında kısılmız zekâkısımn hayreti bir şey anlatmak istiyor, fakat kendi de anlatamıyordu (P. Safa, Şimşek, s. 229). Burada büyük millet asîl ve mağdur çehresiyle bakıyor, ıslak gözleriyle yardım istiyor zannediyorum ve bu beni evvelkinden daha derin ürpermelerU sarsıyor, sarsıyor (R. N. Güntekin, Acımak, s. 48) vb. nitelik zarfı (Alm. Adverb der Akt und Weise, Modaladverb; Fr. adverbe de manı-ere; İng. adverb ofmanner, Osm. hal zarfı, zarfı hal) Fiilin meydana geliş biçimini, sıfat ve zarfların niteliklerini belirten zarf: güzel konuşma, yanlış anlamak, bilerek yapmak, ince uzun, tatlı sert, pek güzelgihi. Örnekler: Yüzüme hepiniz o kadar yumuşak, ılık ve uysal bakıyorsunuz, Türk olduğumu bilseniz, ne kadar şaşıracaksınız (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim: Hazırladığım Nutuk, s. 55). Dursalar düşecekler-miş gibi, omuzlarındaki çamurlu tüfeklerin altında iki büklüm olmuş; yorgun ve perişan, ağır ağır yürüyorlardı (Ö. Seyfettin, Beyaz Lâle, s. 148). Deliçay bütün kış boyunca bahçe duvarlarına kadar yükselir, boz bulanık uğultulu devrile devrile, akar, dallar, kütükler sürükler getirir, vadinin vahşiliği bütün bütün artardı (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, s. 193). Artık kelimeleri eze eze konuşuyor, konuşurken boynunu ileri uzatıyor, hafifçe kamburunu çıkarıyor (T. Buğra, göst. e., s. 44) vb. niyet fiilleri ol- yardımcı fiilinin -AcAk, -id, -Asive (7)msArsıfat-fiüleri ile oluşturduğu karmaşık fiiller: alacak ol-, gidici ol-, diyesi ol-, ver-im-ser ol- gibi. Hayri Efendi ayakta bekledi, müsteşar kâğıdı okudu (...). Bir derkenar yazacak oldu, ancak ona da karar veremedi (M. Ş. Esendal, Ev Ona Yakıştı, s. 9). Eleştirilerinizde yapıcı olunuz dedik, yıpratıcı oldular. Bir gün Koca göbeklinin büyük kardeşi Göbekoğlu, Murtaza Ağa’nın, Datça’ya gide-si olmuş (H. Balıkçısı, Deniz Gurbetçileri, s. 59) vb. bk. karmaşık fiil. noktalama (Alm. Interpunktion, Satzzeichensetzung; Fr. ponctuation, îng. punc-tuation; Osm. tenkit) Yazıda okumayı kolaylaştırmak için birtakım işaretlerin kullanılması: Nokta (.), virgül (,), noktalı virgül (;), iki nokta (:), ünlem işareti (!), soru işareti (?), üç nokta (...), düzeltme işareti (A), tırnak («»), ayraç () gibi. nöbetleşme (Alm. Substitution, phonetische Substitution, Stellevertretung; Fr. substitution phonetiaue; İng. phonetic substitution) Seslerin birbirinin yerine geçmesi olayı: Anad. ağz. nöbet ~ löbet < Ar. nevbet; dönüm > dölüm, birader > bilâder, rençper > kşber, öl—el-, öldür-~el-dür- (A. Caferoğlu, KD. Tr. 155-22, 242-10), kadar-kadan, gudan; bu \ol~buyon (Z. Korkmaz, GBAA. S. 77, § 123, krş not 217); Çuv. -v—l-~0: avtan~altan~atan, ’horoz" < avat- «ötmek»; kâvafia-kâlafia «göbek» < köbak; -k—-p-: çiklet—çiplet- «cıvıldamak»; m- > v- mal~val «ön taraf» > *önül, makarvâkar «öküz» > *öküz (J. Benzing. Tschuw. Funda-menta I, s. 709) Alıntı kelimelerde, bir dilde bulunmayan bir sesi benzeri başka bir sese çevirme biçimindeki ses karşılanması olayı da bir tür nöbetleşmedir: Ar. Hi(jir <Hıçlır > TT. Hızır, Ar. hıdmet > TT. hizmet, Ar. Façlıl > TT. Fazıl; Far. hoşnüd > TT. hoşnut vb. -Oolumlu cümle (Alm. affirmativer Satz; Fr. phrase affirmative; îng. afftrmativ sentece; Osm. müsp(b)et cümle, cümle-i müsbete) Yüklemi olumlu yargı bildiren cümle: İkisi de manalı manalı gülümsedi. Kumral şişmancası, azarlanmış bir çocuk küskünlüğü ile köpüklü denize baktı (Ö. Seyfettin, Harem: Bir Temiz Havlu Uğruna, s. 221). Zaman geçer ve insan harcadığı zamanda yalnız kalır (T. Buğra, İbişin Rüyası, s. 3). Tereddüdünün sıkıntısı ve merakı birdenbire o kadar arttı ki, içinden geçen bir cesaret hamlesiyle gayri ihtiyarî bir basamak daha çıktı ve elini uzattı (P. Safa, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, s. 26). Bu Tahsin Efendi, ne garip bir adamdı. Gülüyor, kızıp köpürüyor, alay ediyor, rakıdan şişmiş kocaman yüzü şekilden sekile giriyordu (R. N. Güntekin, Acımak, s. 58). Bir akşamüstü asmalardan birinin gölgesinde oturuyordum (Y. K. Kara-osmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 12). Büyükanne bir sevinç sarhoşluğu içinde eğildi, paşasının elini öptü (H. N. Zorlutuna, Büyükanne, s. 119) vb. olumlu fiil (Alm. Verbum Positivum; Fr. verbe positif; îng. positive verb) Olumlu hareketi karşılayan, olma ve yapma ifade eden; -mA olumsuzluk eki almamış fiil kök veya gövdesi: al-, otur-, yaz-, bitir-, çalış-, dile-vb. Karşıtı olumsuz fiil’dir. olumluluk (Alm. Bejahung, Affirmation; Fr. affirmation; tng. affirmation Osm. ispat) Doğrudan doğruya fiilin karşıladığı oluş ve kılışı gösteren, fiil kök veya gövdesinin -mAolumsuzluk tabanı eki almamış durumdaki dilbilgisi kategorisi: oku-, yaz-, gel-, çalış-, vb. karşıtı olumsuzluk’tur. olumsuz cümle (Alm. negativer Satz; Fr. phrase negative; îng. negative sentence Osm. menfi cümle, cümle-i menfiyye) Yüklemi olumsuz yargı bildiren cümle. Fiil cümlesinin olumsuzu -mA-olumsuzluk ekiyle, ad cümlesinin olumsuzu değil kelimesiyle kurulur: Kamaranın alt salonunda yemekten sonra, bizden başka kimse kalmamıştı (Ö. Seyfettin, Bomba, s. 212). Şaka etmiyorum, yavrum, bu adlar Türkçe değil (O. Seyfettin, Bomba: Primo Türk çocuğu I, s. 42). Bir daha Ve-zirhanındaki bu zavallı bekâr odasının önünden bile geçmeyeceğim (R. N. Güntekin, Acımak, s. 45). Babası o koca izinden sonra hiç gelmedi (T. Buğra, Yağmur Beklerken, s. 31). Bizim gibi yaşamadıkça, rakipliğinizin haklılığını kabul edemem (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim: İngiliz İmparatorluğu, s. 48). Pervin ondan gözlerini ayırmıyordu (P. Safa, Şimşek, s. 197). Burada ferdiyetle şahsiyeti birbirine anıştıranların ezelî hatasına düşmeyelim (P. Safa, Mazmazel Noraliya’nın Koltuğu, s. 193). Hiç bir ses bu kadar sıcak, fnı kadar derin atamazdı (T. Buğra, İbişin Rüyasy s. 200). Yedi senedir bu sokaktan gayri İstanbul şehrinde bir yere gitmedim (S. F. Abasıyanık, Bütün Eserleri, s. 142). Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem; Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım (M. Akif Ersoy, Safahat. I, kitap, s. 3). olumsuz fiil (Alm. Verbum Negativum; Fr. verbe negatif, İng. negative verb) Fiil kök veya gövdelerine olumsuzluk kavramı veren -mA- ekinin getirilmesiyle kurulan fiil: alma-, oturma-, yazma-, bitirme-, çalışma-, dileme-vb. krş. olumlu fiil. olumsuzluk (Alm. Negation, Verneinung; Fr. negation; îng. negation; Osm. nefy) Cümlede yüklemin bildirdiği oluş ve kılışın olumsuz olarak gerçekleştiğini gösteren dilbilgisi kategorisi. Türkçede fiile olumsuzluk kavramı -mA-ekiyle, ad cümlelerinde değil kelimesinin eklenmesiyle verilir: Gözlerini pencereden ve kulaklarını kapıdan ayırmıyordu (P. Safa, Mahşer, s. 267). Hiç bir zaman etrafındaki terkibin bir parçası olduğumu o günler kadar duymamıştım (A. H. Tanpmar, Sahnenin Dışındakiler, s. 80). Benim gördüğüm ev bu sokakta değil. Sen iyi bir okuyucu değildinvh. olumsuzluk edatı (Alm. Verneinungspartikel; Fr. partinde de negation;’lng. negation partide) Ad cümlelerinin olumsuz çekimini sağlayan veya cümlede art arda kullanılan iki veya daha çok özneyi, tümleci ve yüklemi aralarından bazılarına olumsuzluk kavramı vererek birbirine bağlayan kelime, d(-ğil kelimesi: Bu eve düşen şaşkınlar arasında kim duaya muhtaç, kim irede aczi içinde değildi ? İtikat zayıflığı da yalnız Ferid’in değil, dünyanı • hali (P. Safa, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, s. 71). Hayatta uğradığın-: bütün güçlükler az çok kafamıza gelen ilk fikirden bir türlü silkinip çıkamayışımız yüzünden değil m i d ir f (A. H. Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s. 350) vb. olumsuzluk eki (Alm. Verneinungspartikel; Fr. particule de negation; îng. nega-tion, partide; Osm. menfi edatı, edat-ı menfi) Fiil kök veya gövdelerine olumsuzluk kavramı veren ek, -mA- eki: yaz-ma-mak (< yaz-mamak), yazmama (< yaz-ma-ma), yazmayış (< Yaz-ma-yış) yazmayan (< yaz-ma-yan), yazmayınca (< yaz-ma-y-ınca), yazmadı (< Yaz-ma-dı), yazmıyor (yaz-mı-yor), yazmamış (< yaz-ma-mış), yazmayacak (< yaz-ma-ya-cak), yazmamak (< yaz-ma-mah), yazmasa (< yazma-sa), yazma (< yaz-ma) vb. oluş fiili (Alm. Vorgangsverb; Fr. verbe devenir; İng. verb ofprocess) Cümlede yüklemin gösterdiği işin olma niteliği taşıdığını, yapana yöneldiğini belirten fiil: bulun-, gel-, doy-, piş-, büyü-, toplan- vb. karşıtı kılış fiili’dir. ortada ünlü düşmesi bk. orta hece düşmesi, ortada ünlü türemesi bk. iç seste ünlü türemesi, ortada ünsüz türemesi bk. iç seste ünsüz türemesi, orta hece Hece sayısı ikiden fazla olan kelimede ortada bulunan hece: u-ğul-tu, ça-lış-mak, a-tı-hm, karan-hk, a-la-ca, ça-ğı-nvb. orta hece düşmesi (Alm. Haplologie, Synkope; Fr. haplologie, syncope; tng. hap-lology, syncopation) Son hecelerinde dar ünlü bulunan Türkçe kelimelerin bir gurubu ad çekimi ve iyelik ekleri aldıklarında, iç heceye geçen son hecedeki dar ünlülerin, eklerle genişletilmiş bazı kelimelerde de, Türkçenin ses ta-nhi içinde geçirdiği çeşitli gelişmeler sonunda vurgunun kendinden -:>nraki heceye kayması yüzünden, içseste kalan veya bağlantı görevi yapan ünlülerin düşmesi olayı: ağız > ağzı, ağza, ağzın; alın > alnı, alna, alnın; bağır > bağrı, bağra, bağrın; boyun > boynu, boyna boynun; oğul > oğlu, oğla, oğlun; kayın > kaynı, kaynın; dirilik > dirlik, ilerilemek > ilerlemek, karışı > karşı, kokulamak > koklamak, kavuşak > kavşak, süpürüntü > süprüntü, yalınız > yalnız, yanılış > yanlış vb. rrtak dil (Alm. Gemenisprache; Fr. langue commune; İng. common language) Bir ülkede konuşulan lehçe ve ağızlar içinde yaygınlaşarak hâkim duruma geçen, ortak yazı ve edebiyat dili olarak kullanılan dil. Türkiye Türkçesinin ortak dili İstanbul ağzı üzerine kurulmuştur. ortaklaşma bk işteşlik. ortaklaşma eki bk. işteşlik eki. ortaklaşma fiili bk. işteş fiil. ortaklık dununu Saha (Yakut) Türkçesi gibi bazı lehçelerde bulunan ve herhangi bir işi, bir şahıs veya bir grupla yapmayı gösteren durum eki. +UIn / +IU-Un biçimindeki bu ek, geldiği adın son sesine göre bazı değişikliklere uğrayarak +DIIn / +DUUn, +nlln / +nUUn biçimlerine de girer, kihili-in "damla birlikte", uolluun "oğulla birlikte", dogarduun "arkadaşla birlikte", öydüün "akılla", ilimniin "ağla birlikte", xotunnuun "kadınla birlikte" vb. ortak nesne Birleşik cümlelerde birbirinden farklı kılışları gösteren fiillerin anlamlarını tamamlayan ve onlara ortaklaşa nesnelik eden nesne: postacı adresi buldu ama bize bildirmedi. Aradığım kimseleri görürsen, bana gönderiver. Bu hikâyeyi biraz aşağıdaki levha ile kıyas etmeniz için böyk uzattım. (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim, s. 141). Çamlıca’daki eniştemiz köşkünün içinde eski ruhunu arıyor, fakat artık bulamıyordu (A. Ş. Hisar, Çamlıca’daki Eniştemiz, s. 232). Gözleri yanıyor ve çakıyordu. Dişlerini sıkmıyor ama boyuna birbirlerinin üzerinden bir ileri bir geri kaydırıp dıı-ruyorudu (T. Buğra, İbişin Rüyası, s. 65) vb. ortak özne Birleşik cümleyi oluşturan esas ve yardımcı cümleler ile bağımlı sıralı cümlelerde aynı olan özne, özne ortaklığı: İhtiyar feylesof anlattıkça müteheyyiç oluyor, müteheyyiç oldukça en büyük tefferruatı canu bir ifade ilt tafsil ediyor, ellerini kaldırıyor, bazan ayağa kalkıyor, tekrar kanepeye bîtâf düşüyor, hikâyesine hararet ve hareketle devam ediyordu (O. Seyfettin, Ha rem, s. 63). Dileklerine ermeyenler gelir, aynı yerde hiddetle haykırır yumrukları ile kapıları, perdeleri döverlermiş (F. R. Atay, Gezerek Gördükh-rim, s. 75). Öyle ki, biz yerimizden başımızı çevirsek, tam oturduğumuz minderin hizasında, bizi dinler gibi bakışlarını görür ve rüzgarla arada sırad sallandıkça başlarında daima taşıdıkları bir çamlıca uğultusu duyardık (A Ş. Hisar, Çamlıca’daki Eniştemiz, s. 39). Gesur adam, o korkak adamca gizdir ki, cesaret istiyen yerde, hele diğer insanların önünde korkuya yenilme. (Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 292). Ağaç güneşte serpilir, fakat toprağın derinliklerindeki koku ile beslenir. (A. Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 39) vb. ortak yüklem Birden çok öznesi olan yüklem, birden fazla öznenin bağlı olduğu yüklem: Kız okula başladı, oğlan evde, gazetelerin A’larım B’lerini seçmeye (T. Buğra, İbişin Rüyası, s. 60). Şarkılar, gazeller, sazlar, haykırışlar, birbirine karışan insan ve hayvan sesleri, iptidaî bir musikî aletinden çıkan bo-• ğuk, uğultulu, karışık nağmeler gibi yükselerek büyük mesafeleri dolduruyor (P. Safa, Şimşek, s. 154). Sesine metanet ve başının hareketlerine hakimiyet gelmişti (P. Safa, göst. e., s. 200) vb. ortak zarf Birleşik cümlelerin, bağımlı sıralı cümlelerin yüklemlerinin ortak zarfı, ortaklaşa zarf: Sonra denizi gördüler, fırtınalı havalarında büyük dağların göğe doğru kalkışını, küçük çırpıntıların her türlü hayal oyununa elverişli küpüklerini, dalgaların sedef rengi kumsallarda ilerleyip gerileyişini, denizi ve onun değişik yüzlerini gördüler (A. H. Tanpınar, Yaz Yağmuru, s. 145). Üvey annesi her gün tahta sildirirmiş, o da (her gün) şarkı söyleyerek silermiş (A. H. Tanpınar, Yaz Yağmuru, s. 156). Eğerkadın haftalarca hasta yatmamış olsaydı,(haftalarca) hiç kimse şüphe etmezdi (A. H. Tanpınar, göst. e., s. 169) vb. -Ö- öbek bk. grup, kelime grubu, öbek vurgusu bk. grup vurgusu, ödünç kelime bk. alıntı kelime, öğrenilen geçmiş zaman bk. duyulan geçmiş zaman, öğrenilen geçmiş zaman kipi bk. duyulan geçmiş zaman kipi. 1 cünlü dil Bir dili toplum olarak konuşan ve yazanların hep birlikte uydukları belirli ölçü ve kurallara bağlı ortak dil. Ölçünlü Türkçe genellikle İstanbul ağzına göre biçimlenmiş olan konuşma ve yazı dilidir. Ağız özellikleri taşıyan konuşmalar ve yazılı metinler ölçünlü Türkçe’nin dışında kalır (Konya ağzı, Kastamonu ağzı gibi.) ölçünlü Türkçe Konuşma ve yazıda gramer yapısı ve kelime hazinesi bakımından genellikle İstanbul ağzına göre biçimlenmiş olan ortak Türkçe bk. ölçünlü dil ölçüt (Fr. critere, criterium; İng. criterion) Özde bir olan konuların karşılaştırılması sırasında temel alman ölçü veya ölçüler. ölü dil (Alm. tote Sprache; Fr. langue morte; İng. dead language) Günümüzde artık konuşma ve yazı dili olarak hiçbir toplum tarafından kullanılmayan, tarihî devirlerdeki varlığı, bıraktığı çeşitli yazılı belgelerden anlaşılan dil: Eski Sibirya dilleri, Köktürkçe, Sumerce, Hititçe, Eski Yunanca, Latince, Gotça vb. Karşıtı Canlı dildir. ölü ek Artık kullanımdan çıkmış veya canlılığını kaybedip kalıplaşmış yahut da yeni anlamlar kazanmış ek: +n vasıta durumu ekinin Türkiye Türkçesinde yalnızca mevsim ve zaman gösteren adlarla birleşerek oluşturduğu zaman zarflarında kalması: yazın, kışın, güzün, ilkin, öyün; ET. +gArU+rA +rU, yön gösterme eklerinin yukarı, ileri, içeri, dışarı, beri, geri, bura, şura, ora gibi sayılı kelimelerde; +rAk karşılaştırma ekinin ufarak, küçürek, aşağırak gibi birkaç örnekte kalması gibi. Karşıtı canlı ektir. ölü kelime Bir dilin bütünüyle kullanımdan çıkmış olan kelimesi. EAT. dükeli "bütün", assı "fayda" (<asıg), karanu "karanlık" igen "pek", yarag "hazırlık", genez "kolay", kakı- "kızmak", eyit"söylemek" vb. Bu kelimeleri bugünkü TT. ’de artık bulamıyoruz. ölü kök Artık kullanımdan çıkmış veya canlılığını kaybederek kalıplaşmış ya da dildeki türetmeleri yeni anlamlarla kullanılan kök: «/"hile", canlılığını yitirmiştir, alda- (aldatmak) kullanımdan çıkmıştır, tün "gece" anlamıyla kullanımdan düşmüş, t->d değişimi ile dün "bu günden önceki gün" biçiminde yeni bir anlam kazanmıştır, tüne- (tavukların gecelemesi) ve tünek<tüne-k "kuş, tavuk vb’lerin tünedikleri yer" türetmelerinde canlılığını yitirip kalıplaşmış ve yeni birer anlam kazanmıştır. ön avurt ünsüzü (Alm. lateraler Seitenlaut; Fr. alveolar laterale; İng. alveolar la-teral) Dil ucunun dişlere dokunması, dil sırtının önde biraz çukurlaşarak yanlarını açık bırakması ve ciğerlerden gelen havanın gevşek kalan bu yanlardan avurtlara çarpması ile oluşan ön boğumlanmak / ünsüzü: el, tel, bilmek, bilemek, silmek, gülmek vb. öncelik fiilen bk. karmaşık fiiller. ön damak (Alm. Palatum, Vorderpalat; Fr. prepalate; İng. prepalate, hard pala-te) Ağız boşluğunun üst kısmını çevreleyen kubbemsi yapıdaki damağın k, g, n gibi ince sıradan ünsüzlerin boğumlanmasında görev alan ön tarafı. Karşıtı art damak’tır. ön damak n’si (genzel n: n, [rig]) (Alm. Nasal; Fr. nasale, İng. nasal) e, i, ö, ü gibi ince ünsüzlerle hece kuran ve damağın ön damak kesiminde boğumlanan n (rig) ünsüzü: denk, engel, yenge vb. ön damaksıllaşma bk. incelme. ön damak ünsüzü (Alm. Palatal, Vorderpalatal, Vordergaumenlaut, Fr. palat. le, consonne prepalatale; İng. palatal) Dil sırtının ön tarafı ile ön damak arasında boğumlanan ünsüz türü, e, i, ö, ü, ince ünlülüre ile hece kuran damak ünsüzlerinden her biri: k, g, n: kedi, keskin, etki, gelin, Ege, engel, denkvb. bk. damak ünsüzü, ön ek (Alm. Prâfix; Fr. prefıxe; İng. preftx; Osm. lâhika-i mütekaddime) Bazı yabancı dillerde, genellikle kelime türetmede veya çekim esnasında rastlanan kök kelimenin başına ön sesten önce gelen ve kelimeye belirli bir anlam katan ek: İng. ordinary "olağan" / extra-ordinary "olağanüstü"; countable "sayılabilen" / un-countable "sayılamayan"; Fr. attendu "beklenilen" / in-attendu "beklenilmeyen", he-ureux "mutlu" / malheureux "mutsuz"; Alm. Scheinen "parlamak" / be-scheinen "ışıklandırmak"; kennen "bilmek, tanımak" / erkennen "farkına varmak, hüküm vermek"; national "millî" / inter-national "milletlerarası"; in-land "memleket içi", aus-land "memleket dışı"; Ar. zî-kıymet "kuymetlî"; Far. bî-perva "pervasız, korkusuz"; bî-kes "kimsesiz"; nâ-resîde "yetişmemiş, olgunlaşmamış"; nâ-tamam "bitmemiş" vb. ön ses (Alm. Anlaut; Fr. phoneme initial, îng. initial phoneme) Kelime başında bulunan ses: açılış, bitiş, durmak, güz, taş, uzak, yalın kelimelerindeki /a/b/d/g/t/u/y/ sesleri gibi. ön ses düşmesi (Alm. Apharese, Aphareses; Fr. aphere.se; İng. apheresis) Boğumlanma koşullan, tekrarlı kullanımlar (reduplikeler) gibi çeşitli nedenlerle kelimenin başındaki sesin düşmesi olayı: ısıtma > sıtma; ısıcak > sıcak; Far. harbüz > DT. karbuz, TT. karpuz > Hak. arbuz, Çuv. arpus, Moğ. arbuz, keçki > eçki; oşol > şol "o"; bol- > ol-; vb. ön ses türemesi (Alm. Prothese; Fr. prothese; İng. prothesis) Seslerin özelliklerine veya birbirleri ile birleşme koşullarına bağlı bazı nedenlerle kelime başında bir ünsüz veya ünlünün belirmesi olayı: Fr. station >4stasyon; İn. steam > istim; Rus > Urus; lâzım > ilâ-zım; Far. âveng > hevenk; ur- > vur-; Lât. skala > iskele; ayva > hayva; ılı- > yılı-; ilet- > yilet- vb. Bu olay genellikle yabancı kökenli sözler için ve ağızlarda ağırlıklıdır. ön seste ünlü türemesi (Alm. Prothese; Fr. prothese; İng. prothesis) Türkçede r, I, n gibi ünsüzler ile kelime başlamadığı ve ön seste çift ünsüz de bulunmadığı için, yabancı dillerden geçmiş bu nitelikteki kelimelerin söz konusu ünsüzlerini ön ses durumundan kurtarmak üzere, kelime başına aslında olmayan bir ünlünün eklenmesi olayı, rve /-ünsüzleri ile başlayan kelimelerdeki türemeler genellikle ağızlarda görülür: ratna > Uyg. erdini "cevher"; Anad. ağzl. raf > ıraf; rişte > erişte; Recep > İrecep; Rus > Urus; Rum > Urum; rüzgar > örüzgar / ölüzgar; lâzım > ilâzım; limon > ilinıon; leş > ileş; Yun. anahtar > nahtar > inahtar "anahtar"; station > istasyon; scarpine > iskarpin vb. ön seste ünsüz türemesi Ünlü ile başlayan bazı kelimelerin ön hecelerindeki vurgusuz veya zayıf kelime başı ünlülerinin ses değerlerini koruma vb. nedenlerle y, h, v gibi boğumlanma noktaları zayıf olan ünsüzlerin türemesi olayı; tpar > yıpar "koku"; ipek > yipek; ırak > yırak "uzak"; ıgaç > yıgaç "ağaç"; ur > vur; ayva > hayva; elbel > helbet (ağızlarda), âveng > heveng vb. ön ses ünsüzleri Bir dilin ses sistemindeki kelime başında bulunan ünsüzler. Türkçenin ön ses ünsüzleri: /b/ç/d/g/f/k/t/s/v/y/. m ile başlayan birkaç kelime, n ile ne soru zamiri ve türevleri, p ile pire, parmak, pastırma, pınar, pürçem, vb. ş ile şişman, şişmek, şimdi, şu vb. / m /, / n /, /P /, /Ş /sesleri ile başlayan kelimelerden bir kısmı, Türkçenin tarih içinde geçirdiği ses gelişmeleri sonucu ortaya çıkmışlardır: bin > min "bin", barmak > parmak, bınar > pınar, oş > şu vb. ön ünlü bk. ince ünlü. özel ad (Alm. Eigenname; Fr. nom propre; İng. propernoun) Tek bir kişiyi, belli bir varlığı veya topluluğu gösteren ad. Kişi, yer, kuruluş, din vb. adları özel adlardır: Mustafa Kemal Atatürk, Fatih Sultan Mehmet, Ankara, Uludağ, Kızılırmak, Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Balkaş Gölü, Erciyes Üniversitesi, Millî Kütüphane, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Müslümanlık, Budizm’vb. özel dil (Alm. Sondersprache; Fr. langue speciale, langue specialite; İng. voca-tional slang) Bir toplumda, bireyin içinde bulunduğu sınıfa, yaşa, özellikle mesleğe göre belirlenen dil (D. Aksan, Her Yönüyle Dil, s. 86): Hekim dili, siyaset dili, külhanbey dili gibi. bk. ve krş. Argo. özel isim bk. özel ad. özne (Alm. Subjekt, Satzgegenstand; Fr. sujet; İng. subject; Osm. fail, müpteda, müsnedünileyh) Yüklemin gösterdiği kılış ile doğrudan ilgili olan kişi ya da şeye verilen ad; bir oluş ve kılışın gerçekleşmesini sağlayan kimse veya şey: Eskiler, bahan ya tabiatta yahud tecrid hâlinde, tek manzarasında severlerdi (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 114). Oda karşıma düşen duvardaki hücreye konmuş büyükçe bir gaz lâmbasıyla aydınlanıyordu A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s. 90). Bu tahammül edilemez bir ömürdü... (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri, s. 34). Agâh Bey, içti; biraz buruk, lâkin baygın kokulu, tuhaf lezzetli, hoş bir içkiydi (R. H. Karay, göst. e., s. 35). Ben Anadolu’ya gitmezden önce manevî kuvvet denilen şeyin millet mücadelelerinde büyük bir rol oynadığına ve bunun ruhtan gelen bir yüreklilikle oluştuğuna inandım (Y. K. Karaosmanoğlu, Ergenekon, s. 114). Odada, galiba, teyzesi yatıyor. (P. Safa, Şimşek, s. 210). Hakikatte bütün İstanbul garip bir sinirlilik içinde idi (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 276). O, zamanın sahibi idi (A. H. Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s. 37). Siz doğru dürüst konuşmasını bilmez misiniz hiç? (T. Buğra, Yalnızlar, s. 216). Melek, hastanın başucuna götürüldüğü zaman, bu burnu uzamış, gözleri çukura kaçmış adamla alâkasını anlayamamıştı (S. F. Aba-sıyanık, Bütün Eserleri 3: Medarı Maişet Motoru, s. 170). Yol ayrımına, yolu olan gelir! (K. Tahir, Yol Ayrımı, s. 310). İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar (Y. Kemal Bayatlı, Kendi Gök Kubbemiz, s. 91) vb. özne açıklayıcı bk. açıklayıcı özne. özne yüklem uygunluğu (Alm. Kongruenz, Übereinstimmung; Fr. accord; İng. concord agreement) Cümlede özne ile yüklemin sayıca uyuşması: Siz vak’alan bir saati söker gibi mütalâa ediyorsunuz... dedi (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 143). Ne ise, ben burada oturacağım, istersen sen bahçeye çık (O. Seyfettin, Harem, s. 241). Ben kendimi ve Nilüfer’i bu adamın merhametinden kurtarmalıyım (P. Safa, Matmazel Noraliyanın Koltuğu, s. 83). Dinle Rüstem, biz seninle hac yoldaşıy ı z(...) beraber gittik, geldik (T. Buğra, Yağmur Beklerken, s. 219). Saray sultanları şehrin biraz dışındaki Ferah-Bağ’da gezinir ler mi ş (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim, s. 158) vb. -Ppasif bk. edilgen, pasif fiil bk. edilgen fiil. pasiflik eki bk. edilgenlik eki. patlayıcı gırtlak ünsüzü Boğumlanma noktası gırtlak olan tonlu patlayıcı g ünsüzü. Ağızlarda görülür. gaygı < kaygı, gamçı < kamçı, gaynata < kaynata, goyun < koyun, gol < kol vb. patlayıcı ünsüz (Alm. Verschlusslaut, Vollverschlusslaut; Fr. occulusive; İng. occ-lusive, stop) Ağız kanalının kapanması ve ciğerlerden gelen havanın patlama biçiminde dışarı itilmesiyle oluşan ünsüz; p, b, m, t, d, k, ünsüzlerinden her biri. pekiştirilmiş kelime (Alm. Intensivum; Fr. intensif; İng. intensive) Türkçede ad, sıfat ve zarf soylu sözlerin açık veya kapalı ilk hecelerinin p, m, r, s ünsüzlerinden biriyle kapatılması ve meydana gelen hecenin, o kelimenin başına eklenmesiyle, benzer hecelerin tekrarı esasına dayanılarak kurulan ve bu yolla ilgili olduğu adm veya fiilin taşıdığı anlamı yoğunluk bakımından güçlendiren kelime: Durum yüzünden zaten sarsılan Şerif, Handan’in artık kendisine bambaşka bir gözle baktığını fark eder etmez büsbütün çileden çıktı; bir şeyler yapabilmek hırsıyla yanmaya başladı (T. Buğra, Dönemeçte, s. 140). En tatlısı kapıyı, pencereyi sımsıkı kapatıp eski yaşantıyı sürdürmekti (T. Buğra, göst. e., s. 88). Donuk yüzü pembeleşmiş, o her zamanki kıpkırmızı dudakları ise aksine uçuk bir renk almıştı... (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri, s. 125). Bir haftadır kupkuru kesildi kurabiyeler (P. Safa, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, s. 22) vb. Pekiştirilmiş kelimelerde anlamı daha da güçlü kılmak için ek yığılması olayında görüldüğü gibi, pekiştirme öncesi ile asıl kelime arasında bir (A) ünlüsü daha eklenir: sap-a-sağlam, cep-e-çevre gibi. Geçirdiği korkunç kazaya rağmen arabadan sap-a-sağlam çıkabildi. Gittikleri yerdt etrafları çep-e-çevre sarılmıştı vb. bk. pekiştirme ve pekiştirme ünlüsü. pekiştirilmiş özne Dönüşlülük zamirleriyle pekiştirilmiş özne: Babur’un kendi hem yazar, hem tenkit eder (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim: Ağra ve Türklük, s. 109). Epeyce... Ben kendim, talih yardım etmeseydi çoktan giderdim (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 210). Eşyalarını sen kendin götürmelisin. Gelip gelmeyeceğinizi kendiniz bildiriniz. Ben kendim mahdut, fani bir insanım (S. Erol, Ülker Fırtınası, s. 110) vb. pekiştirme Kök kelimenin belirttiği özelliği çeşitli yollarla yoğunlaştırma, bk. pekiştirilmiş kelime. pekiştirme edatı dahi, dA ki, bile gibi kelimelerin, kelime gruplarının, cümlelerin sonlarına gelerek onları önceki veya sonraki kelimelere, kelime gruplarına ve cümlelere bağlayan; bu bağlama görevleri yanında sonuna geldiği dil birliklerine dikkat çekme, güçlendirme, belirtme işlevi de katan edatlar: Üçüncü bir nokta da İstanbul fethinin Malazgirt’ten başlayan bir hamleyi tamamladığı hakikatidir (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 49). Rüyalarının esrarı, dünyasını o kadar aşmıştı ki, kendisini şimdi bütün hayata yabana buluyordu (A. H. Tanpınar, Yaz Yağmuru: Rüyalar, s. 131). Bununla beraber muayyen hudutlar içine sıkışmış olsa bile, şu on sene içinde Türk hikâyeciliği çok ilerledi (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi: Edebiyatımızda Duraklama mı var? s. 321). Kâinat dışında ebedî bir düşünce, gerçek ve sonsuz zamanın kendisi olan bir düşünce tasavvur edin ki bizi seyretsin (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 14). Ah, bin gözüm, bin kulağım olsaydı da bin şaheserin lezzetini birden tatsaydım (Erenlerin Bağından s. 17). Kaabil mi ki onsuz milletleri kalpten tutuşturan kıvılcımlar çıksın; kaabil mi ki onsuz saadet ve zafer müyesser olsun (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 17) vb. pekiştirme eki (Alm. Verstârkungsendung; Fr. renforcement, intensif particule d’intensite; İng. reinforcement intensive; Osm. lâhika-i te’kîd) Ad veya ad soyundan bir kelimeye gelerek anlamını güçlendiren ek veya ekleşmiş edat. Eski Türkçede birkaç türü bulunan bu ek, günümüzün yazı dillerinde ve lehçelerde daha çok kalıntılar hâlinde sürmektedir. Bu eklerin başlıcaları +0k ve +k, +ÇA, +ÇAk, +kInyA > +kIyA, yme > +mA, +m’dir. ET. timinök (<timin+ök: hemencecik), neçük (<ne-çe+ök: nasıl?), barca (<bar-ır+ça: bütün, hepsi), amtıçak (<amtı+ça+ok: hemen, şimdi), birkie (<bir+kınya: biricik), azkına (<az+kınya: azıcık), TT. biricik (<bir+i+cik), demincecik (<demin+ce+cik: hemen biraz önce), hemencecik (<hemen+ce+cik) vb. pekiştirme hecesi Pekiştirilmiş kelime yapısında kurulmuş kelimelerde pekiştirmeyi sağlayan ve kök kelimenin ilk hecesinin tamamının veya bir bölüğünün açık hece durumundan alınarak p, m, r, s seslerinden birinin eklenmesiyle kapalı duruma getirilmiş hece veya böyle hecelerle kök kelime arasında türeyen ünlülerle iki açık hece durumuna gelen heceler: kap-hara, yap-yassı, yemyeşil, çar-çabuk, çır-çıplak, çır-ıl-çıplak, yus-yuvar-lak, sapasağlam, güpe-gündüz, çep-eçevre b. pekiştirme sıfatı Niteleme sıfatlarının ilk hecelerini m, p, s, r ünsüzlerinden biriyle kapayarak benzer hecelerin tekrarı esasına göre kurulan ve niteliği yoğunluk bakımından en yüksek derecesiyle gösteren sıfat: Kapkara, sapsarı, kıpkızıl, yemyeşil, yusyuvarlak, kaskatı, tertemiz vb. Ömer’in kazı, hasmının bu hareketine, bir müddet gagasını çamurdan çıkar-mvyarak hayretle, sükûnetle baktı, sonra upuzun boynunu bir yılan gibi yerde sürüyerek koştu, ıslık gibi bir sesle tısladı (F. Rıftı Atay, Gezerek Gördüklerim, s. 69). Ekberin kırmızı taştan sapasağlam kalesi içinde Baburlar sarayının bir kısmı durmaktadır (F. R. Atay, göst. e., s. 156-7). Evet pekâlâ biliyorum ki, bir gün ben her şeyi bırakıp bu küçük yola dalarsam, onun bittiği yerde bütün saadet ve hasretlerimi, eski yaşanmış rüyalarımı bulacağım, temiz, yepyeni mesut bir adam olacağım (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s. 123) vb. pekiştirme ünlüsü Ad, sıfat ve zarf türünden pekiştirilmiş kelimelerde anlamı daha da güçlendirmek için pekiştirme öğesi ile asıl kelime arasına eklenen (A) ünlüsü: çep-çevre > çep-e-çevre, güpgündüz > güp-e-gündüz, yapayalnız > yap-a-yalnız vb. bk. pekiştirilmiş kelime. pekiştirme vurgusu (Alm. Akzent Intensivum; Fr. accent intensif, İng. accem intensive) Söz içinde çoğu zaman vurguyu üzerinde taşıyan hecenin daha şiddetli vurgulanmasıyla, bir maksadın, bir duygunun daha iyi belirtilmesini sağlayan vurgu: yazlığa bu hafta mı taşınıyor sunuz"? Hayır, gele ’cek hafta; Bu sevimsiz olaylar karşısında adamcağız mahvoldu; Bu gayretler yapıldı ama sonuç olarak hiçbir şey getirmedi; Amma da yaptınız, dedi, siz hiç hasta görmediniz mi ? vb. pekiştirme zarfı Üzerine pekiştirme eklerinden birini alarak önüne geldiği sıfat veya fiilin nitelik veya kılışını yoğunluğu bakımından pekiştiren zarf. Pekiştirme sıfatları gibi kurulan pekiştirme zarfları yanında, ikileme şeklinde kurulan zarflar da pekiştirme görevini yerine getirirler: Dışarıda ister kış bir sonbahar gibi ılık geçsin, kânunlar içinde kızüaklar sapsarı do-nanıp asmalar filiz versin... (R. H. Kara, Memleket Hikâyeleri, s. 86). Siz eniştenizi asıl böyle güzel bir akşam, tekmil maneviyatının tecelli ettiği bu muhitte, Beyazıt camii ramazan sergisinde, yavaş yavaş, adım adım, gıcır gıcır dolaşır, yudum yudum, nefes nefes, bakış bakış haz alırken görmeliydiniz (A. Ş. Hisar, Çamlıcadaki Eniştemiz, s. 57). Evet o şimdi kendisini, her kapalı şeyin mütebessim bir insan yüzü için olduğu gibi, sımsıkı örtülmüş demir kapıların hiç bir gediği olmayan yekpare duvarların arkasında olup biten hâdiseleri gözlerinin önünde geçiyorlarmış gibi görebilecek bir kudrette buldu (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s. 18). Sürülerin arasında üç arşın kalmıştı, birden aktarın kazı irkildi, silkindi, tüyleri dimdik kalkarak kayar gibi birsür’atle öbür sürünün önüne geldi durdu (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri, s. 76). Ömer kenarda, yüzü kıpkırmızı, ağzı kilitli bakıyor, ortada birbirine girift olan şu iki kazdan kendisininkini ayırt edemeyerek ne dedim de karıştım diye üzülüyor, pişman oluyordu (R. H. Karay, göst. e., s. 77) vb. peltek diş ünsüzü (Alm. Interdentalis; Fr. consonne interdentale; İng. interden-tal) Dil ucunun ön dişlerin arasına girmesi ve üst dişlere dokunmasıyla oluşan ünsüz. ET. d (peltek d), Ar .s (&, peltek s), z (> i" zet), z d (i d: ja dat), İng. th, İsp. c ünsüzleri gibi. ET. adak «ayak», edgü «iyi», Ar. Osman, bahs «konu», meb’uş «milletvekili», teşbit, tekâ, leziz «lezzetli», nüfuz, tezkire, tazyik batı, art; İng. this «bu», thing «şey», thought «düşünce», three «üç» İsp. çinko «çinko» vb. peltekleşme Diş-dişeti bölgesinde boğumlanan tonlu z ünsüzüyle tonsuz s ünsüzünün dişeti bölgesine kayarak eve f ünsüzlerinin boğumlanma niteliklerine yakın bir ses değeri kazanması: penzehir «panzehir», benzeyi «benziyor», emzuk< emzik; şano (bir horon çeşidi); şörişka «bir horon çeşidi» (T.Günay, Rize İli Ağızlan, s. 77/3) vb. peltek ünsüz Ağızlarda: katı, yarı-sızıcı, tonsuz, diş-dişeti ünsüzü (peltek s) katı, ya-. rı sızıcı, tonlu, dişdişeti ünsüzü (peltek z): şano «bir horon çeşidi», benzer, benzeyi «benziyer» (T. Günay, Rize İli Ağızlan s. 77/3) vb. perde bk. ton perdelenme bk. Tonlama renk adı Renk gösteren kelime, al, yeşil, sarı, kara, kızıl, mavi vb. renk dili Renklere belli değer ve anlamlar yükleyerek anlaşmanın sağlandığı saymaca dil türü: Beyazın «teslim, anlaşma», pembe’nin «iyimserlik ve hoşgörü», möfi’nin «hürriyet», kırmızı’nm «kıskançlık» ve «ihtiras» göstermesi; yollardaki geçit lambalarında kırmızı’nm «dur!» san’nm «bekle!», yeşiFin yayalar için «yürü!» anlamına gelmesi, üstü kırmızı şeritle çizilmiş yol levhasının o yola girmeyi yasaklaması gibi. resim yazısı (hiyeroglif) (Alm. Hieroglyphe; Fr. hieroglyphe; İng. hieraticscript, hierogliphic urriting) Bir dilin hece ve kelimelerini resimlerle veya resme benzeyen şekillerle karşılayan ve taş üzerine yazılan yazı türü. Eski Mısır yazısı gibi. resmi dîl (Alm. offızielle Sprache, Fr. langue officieller, İng. official language, Osm. lisân-ı resmî) Bir ülkede devletin kabul ettiği veya kanunla kabul edilen ve resmî yazışmalarda kullanılan dil: Türkiye Cumhuriyetinin resmî dili Türkçedirvb. retorik (Alm. Rhetorik; Fr. rhetoriaue; İng. rhetoric; Osm. belagat) Söz sanatı; sözün veya yazının anlatım temizliğini, güzelliğini etkinliğini sağlamak için başvurulan yolları inceleyip kurallara bağlayan sanat. rivayet bk. rivayet- birleşik zamanı, rivayet tarzı. rivayet birleşik zamanı ( Alm. Dubitativ, Zrveifelhaft, Erzahlungsform; Fr. dubi-tatif, narratif; İng. dubitative, narrative; Osm. rivâyet-i hâl, rivâyet-i istikbal, rivâyet-i mazî.) Bildirme ve tasarlama kiplerine, ek-fiilin duyulan geçmiş zamanının getirilmesiyle oluşturulan birleşik kip. Görülen geçmiş zaman kipi ile emir kipinin rivayet birleşik kipleri yoktur, al-ır-mış, al-ıyor-muş, al-mış-mış, al-acak-mış, al-say-mtş, al-a-y-mış, al-mah-ymışvh. rivayet tarzı Ek-fıilin duyulan geçmiş zamanını oluşturan ekin (-mış), bildirme ve tasarlama kiplerine getirilerek ve zamanı, görülmeyen, belirsiz bir zamana aktarılarak yapılan tarz. Görülen geçmiş zaman kipi ile emir kipinin rivayeti yoktur, bil-ir-miş, bil-iyar-muş, bil-miş-miş, bilecek-miş, bil-se-y-miş, bil-e-y-miş bil-meli-y-miş vb. bir de bk. rivayet birleşik kipi. saygı çokluğu (Alm. Höflichkeitsplural, vergrössemder Plural; Fr. pluriel de majeste,, pluriel augmentatif; İng. plural of majesty, augmantative plural) Aslında tek bir varlığı gösterdiği hâlde, anlatıma saygı, nezaket ve alçak gönüllülük (tevazu) inceliği katmak üzere kullanılan çokluk biçimi: Bana bu konuda bir yardım lütfeder misiniz? {lütfeder misin yerine). Hanımefendi birlikte gelecekler mi ? {gelecek mi yerine). Siz buradan ayrılıyor musunuz? (ayrılıyor musun?yerine). Bize (banayerme) karşı gösterilen yakın ilgiden dolayı teşekkürü borç biliriz {bilirim yerine); Biz (ben yerine) böyle ince hesaplar peşinde değiliz {değilim yerine) vb. sayı (Alm. Numerus; Fr. nombre; ing. number; Osm. kemmiyyet) Bir kelimenin karşıladığı kavramın teklik-çokluk yani sayı bakımından görünümünü yansıtan dil bilgisi kategorisi. Bu kategorinin çeşidi dillerde teklik, ikilik ve çokluk olmak üzere üç türü vardır. İkili sayı özellikle Arapça için geçerlidir, bk. sayılar. sayı adı (Alm. Zahltuort, Numerale Fr. nom de nombre, İng. numeral) Sayı kavramını gösteren ad. üç, beş, yedi, dokuz, on, yüz, bin, bin dokuz yüz, seksen altı, bir milyon üç yüz elli altı bin, tümen vb. sayı grubu Basamak sistemine göre sıralanmış ve herhangi bir ek almadan yan yana gelmiş sayı adlarının oluşturduğu grup. Bu grupta büyük sayı başta küçük sayı sonda bulunur. Vurgu sondaki küçük sayı üzerindedir: yirmi sekiz, yüz on, beş yüz seksen, yedi milyon üç yüz, iki milyar dört yüz milyon yüz altmış gibi. Sayı grubunun içinde sıfat grubu oluşturan sayılar da bulunabilir. Söz gelişi beş yüz seksen sayı grubu içindeki beş yüz, yedi milyon üç yüz sayı grubundaki yedi milyon ve üç yüz, on milyon beş yüz sayı grubundaki on milyon ve beş yüz de birer sıfat tamlamasıdır. Sayı grupları cümlede ad ve sıfat görevi yüklenir: Mayıs ayının on ikisinde toplantı yapılacaktır. Sinan Bey’in evindeki havuz sayısı bir değil üçtür (ad). Orada, on sekiz gün oturdu. Beş yaşındayken annesinden ayrıldı. Bir sırada dört kişi oturuyordu. Siz hiç beş kapılı dolap gördünüz mü? (sıfat) vb. sayılar Varlıkların miktarını, tane olarak hesabını bildiren kelimeler. Sayılar soyut sayıları bildirdiklerinde ve ad görevi yüklendiklerinde bağımsız olarak kullanılırlar: Kırk beş dokuza bölünür. İki kere iki dörttür. Üçe dördü eklersen yedi olur. Kalemlerden ikişer tane sana, ikişer tane kardeşine aldım. Birinci grup gitsin, ikinci grup gelsin. Üçler, yediler, kırklarvh. Sayı türleri, nesnelerin sayılış sırasını, parçalarını bildirme, bölük bölük gösterme gibi anlam inceliklerine sahiptirler: beşinci sınıf, ikişer kalem, iki-üç saat vb. sayı sıfatı (Alm. Zahladjektiv; Fr. adjectif numeral; İng. numeral adjective; Osm. sıfat-ı adediyye) Varlıkları, miktar, sıra, üleştirme, topluluk vb. bakımlardan belirten sıfatlar: Üç gün, ikinci çocuk, üçer elma, ikili gruplar, üçlü anlaşma vb. Aslında ikilik (dualite) gösteren ve genellikle göz (gö+z), diz, göğüs (<kö-küz), omuz, boynuz gibi organ adlarında rastlanan eski +(I)z/+(U)z eki (C. Brockelmann, OGM, §. 120), zamanla ve yakıştırma yoluyla ikiz (ikiz çocuk) vb. dışındaki sayılara da gelerek üçüz, dördüz, beşiz, üçüzlü, yedizli gibi çokluk ve topluluk sıfatlarını oluşturmuştur: Beşiz kardeşler, yedizli şamdan, üçüzlü badem vb. Ayrıca bk. topluluk sayı sıfatı. sebep gösterme eki: +çun/ +çün Eski Türkçedeki uçm/üçin edatının eklendiği kelimeyle birleşmesi yer yer de ön sesini kaybedip + çun/ + çün biçiminde ekleşmesi ile ortaya çıkmış bir ad durumu ekidir: Sözün hakiçün olsun, garaz verişvetiçün olmasın (Marz., 34 / b-5). Bunun dostlugı garaziçündür (göst. e. 11/b-8). anüniçün eyitdüm (göste., s. 33b-9). Bu hikâyeti anunçun didüm kim sözi garazçun söylemeyesin (göst. s. 35a-9) oş ravzatu m’in ziyâzi’l cenneti gör senünçün düzilmiş ve uçmak hurileri senünçün bezenmiş ki (...) (göste. 10a-8) vb. seçenekli cümle (alternatifli cümle) Bağlaç görevi yüklenen bazı gramer öğelerinin yardımı ile iki yargı arasında nöbetleşe bir gerçekleşme sırası kuran cümle: Çeşmenin suyu bir geliyor bir gidiyor. Kimi susarım kimi söylenirim. Bazen hareketleriyle pek makul bazen âdetleriyle garip ve gülünç gözükürmüş (A. Ş. Hisar, Geçmiş Zaman Fıkraları, s. 115). Öyle de söylenir böyle de söylenir, vb. sert damak bk. ön damak, sertleşme bk. tonsuzlaşma. sert ünsüz bk. tonsuz ünsüz. ses (Alm. Laut; Fr. son, voix; İng. sound; Osm. savt) Ciğerlerden gelen havanın ses yolunun herhangi bir noktasındaki boğumlanması ile oluşan ve yayılarak kulakta, bir ünlü olarak veya bir ünlü ile birlikte algılanan titreşim: a, m, n, y, s. ses ayrışması (Alm. Archiphonem; Fr. archiphoneme, İng. archiphoneme)*. Birleşik karakterli seslerin çeşitli yemlerdeki değişimler ile çözüntüye uğraması. Eski Türkçedeki n (lig) sesinin sonradan n>n, g; ri (ny) > n, y olarak ayrılması gibi: ET. bardın > Kökt. bardıg «vardın», bardınız> bardıgız «vardınız», Uyg. enim / eğim «kısım» enin / eğin «omuz»; enir- / egzr-«takip etmek»; Kaşg. yinne / yigne «iğne»; CC. en->TT.eğ-, yenil> TT. yeğni > yeğni, Az. yüngül «hafif, kolay»; anıt -EAT. angıt, ankıt, an-kut «bir çeşit su kuşu», Anad Ağz. «sersem, ahmak» beni > TT. beyin, Tkm. beyni; könük. TT. göynük «yanık, yanma»; Kökt. kony Uyg. kon ve koy, TT. koyun; Kökt. çıgarîy > Uyg. çığan, çıgay «yoksul» vb. ses bilgisi (görevsel ses bilgisi) (Alm. Phonologie, Phonemik; Fr. phonologie; İng. phonemics, phonology; Osm. savtiyyat) Bir dilin seslerini; oluşmaları, boğumlanma özellikleri, kelimelerdeki sıralanışları, yüklendikleri görevler ve uğradıkları türlü değişmeler açısından inceleyen gramer dalı. Bu dalın da art zamanlı ses bilgisi, eş zamanlı ses bilgisi, karşılaştırmalı ses bilgisi, deneyli (tecrübî) ses bilgisi gibi alt dallan vardır. Bunlara bk. ses bilimci Ses bilimi alanında çalışan, araştırma yapan kimse. ses bilimi (Alm. Phonetik, Lautlehre; Fr. phonetiaue, İng. phonetics; Osm. meb-has-ı asvât-ı melhûze) Çeşitli dillerdeki sesleri bir bütün olarak inceleyen, bu seslerin nasıl *Archiphonem terimi genel dil biliminde morphophonem (biçimsel sesbirim) ’le eş anlamlı olarak kabul edilmiştir. Olay aynı ses biriminin aynı şekil birimi içinde belli koşullara ve çevrelere göre değişmesi biçiminde açıklanmıştır: îng. magic kelimesindeki c = k hin magician’de ş olarak okunması; Tü ağaç, topaç, geçit, yurt, çorap, dolap vb. kelimeler ünlü ile başlayan şekil birimi aldıklarında, bunların son seslerinde ç>c, t>d, p>b değişmelerine uğraması ve bir ses ayrışmasının meydana gelmesi gibi (bk. ve krş. D. aksan, her yönüyle dil 2, s. 81) Bizim Archiphonem karşılığında ele aldığımız ses ayrışması, yukanda belirtildiği üzere bu nitelikte bir olay değildir. meydana getirildiğini, ne gibi nitelikler taşıdığını, dinleyenin bu sesleri alışını, kısaca dilin ve bildirişmenin ses sistemini ele alan ve insan dilinin seslerini dil sistemi içindeki görevleri açısından değerlendiren dil bilimi dalı. Bu bilim dalının art zamanlı ses bilimi, eş zamanlı ses bilimi, karşılaştırmalı ses bilimi, deneyli ses bilimi, söyleyiş ses bilimi, uygulamalı ses bilimi gibi çeşitli alt dalları da vardır. ses birimi (Alm. Phonem, Laut; Fr. phoneme; îng. phoneme) Konuşma organının belirli hareketleri ile oluşan ve belli bir biçimde sıralanarak aynı dili konuşanlar arasında bir kavramın ifadesi için kullanılan kelimeleri oluşturan anlam ayırt edici ses. 310/, kol, bal, sal, baş, kaş, yaş, taş kelimelerindeki y, k, s, b, I seslen bu kelimeler arasındaki anlam farklarını sağlayan öğeler olduklarından birer ses birimidirler. ses birleşmesi Boğumlanma noktaları birbirine yakın seslerin birleşerek birleşik karakterli sese dönüşmesi olayı: ET. yana < yan+ga<yan+ka «yan, yan taraf»; süçig < süt+sig «tatlı», korkınçıg < korkınç + sıg «korkunç», bana < bana < ben + ge »ben zamirinin yönelme durumu»; sana > sana < sen + ge « sen zamirinin yönelme durumu» vb. ses boşluğu (Alm. Hiatus; Hiatus Tilger; Fr. hiatus; İng. hiatus) Ünlü ile biten kelime kök ve gövdeleri ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında veya ünlü ile başlayan başka bir kelimeyle birleştiklerinde iki ünlü arasında oluşan ses boşluğu: anla-y-an, dinle-y-en; okulda-y-ım, ya-nında-y-ım; tath-y-dı (<tath idi), vasıtası-y-la (<vasıtası ile), kendisi-y-le (<kendisi ile), ne-y-se (<ne ise); eski-y-ince, başla-y-ayım, bahçede-y-ken (<bahçede iken), sakla-y-acak, başla-y-ıp, geldi-y-se (< geldi ise) vb. ses cihazı Bir dilin seslerinin çıkarılmasını sağlayan ses organlarının bütünü, bk. ses organları ses nöbetleşmesi (Alm. Abstufung, Stufentvechsel; Fr. alternance, İng. grada-tion) Bir kelime kökündeki anlamı etkileyen veya etkilemeyen ses değişimi. Bu değişim ünlü nöbetleşmesi, ünsüz nöbetleşmesi biçiminde de görülür: Uyg. amrak/yamrak «sevgili», ayıg/ayag «fena, kötü», atlıg/atlag «adlı. ünlü», ıgla-/yugla-/ıkıla- «ağlamak, inlemek»; kaşg. imle-/yimle- «gözle işaret etmek», TT. el «yabancı» el/il "ülke, şehir, agaç/ayeç, ağar / ıgar "ağır", de- / di- "söylemek", yel / yil "rüzgar", ut- / üt- "oyunda yenmek", biç- / biç-, ala / elâ "göz rengi" vb. sesçil alfabe (Alm. phonetisches Alphabet; Fr. alphabet phonetiaue; İng. phonetic alphabet) Konuşmadaki bütün ses özelliklerini yazıya aktarabilmek için kullanılan ve yazı dili alfabesine oranla çok daha fazla özel ünlü ve ünsüz işaretlerine sahip olan alfabe türü. sesçil yazı bk. çevriyazı, ses değişmesi Bir dilde kendiliğinden veya o dilin ses eğilimlerine bağlı olarak, kelime veya eklerde, bir sesin yerini genellikle kendisine yakın başka bir sese veya gelişme yolu ile kendisinden türemiş başka bir sese bırakması olayı: ked- > key- > gey- > giy- (1. h- > g-; 2. e->-6-> -i 3. <jt- > -y-); a.dak > ayak, kuçluğ > kuyug > kuyu (-d- > -y-); azak, atah, ura (çl>z, t, r); kan’yu > kayu «hangi», kanyu > kam > hanı > hani (ny > y,n; k > h >h); sub > suv > su «su»; tatmşgan > tavışan > tavşan «tavşan» (b>v); +Inlz-/+UnUz çokluk II. şahıs iyelik eki > TT.+InIz/+UnUz: ev-iniz, yol-unuz; Kökt. ata-gız «babanız», eb-igiz «çadırınız», ertigiz «idiniz» (n>g); Kaşg. kögürçgün > kö-kerçin > kögerçin > kögerçin > kügerçin > güğercin > güvercin; (g>v); ET. ed-gü > eygü > eyü > eyi> eyi > iyi (d>y); jandarma > candarma; Far. divar > duvar, Ar. attar > aktar vb. ses dudakları bk. ses telleri ses düşmesi (Alm. Schıvund, Ausstossung; Fr. chute; İng. disappearance) Yalın veya ekler ile genişletilmiş olan kelimelerin ön, iç ve sonlarında bulunan seslerden birinin, çeşitli etkenlerle yitirilmesi olayı. Bunlar ön ses düşmesi, iç ses düşmesi ve son ses düşmesi diye gruplandırılabilir: ısıcak > sıcak, ısıtma > sıtma, uyukla- > yukla- «uyumak, uyuklamak», dirilik > dirlik, ilerile-> ilerle-, aşıla- > aşla-, oyuna- > oyna-; küçükcük > küçücük, yanakak >~yanaak, ufakcıh > ufacık, ufakrak > ufarak, çabukcak > çabucak; oğulan > oğlan, çiftçi > çifçi, üstçavuş > üsçavuş, astteğmen > asteğmen, rastgele > rasgele, kelgen > gelen, kelgüçi > gelici vb. ses gelişmesi Bir dilde, kelime veya eklerde bir sesin gelişme yolu ile yerini kendisinden türemiş başka bir sese bırakması biçimindeki değişme olayı ET. tur-> TT. dur-, tüz- > düz-, tal- > dal-, köç-> göç-, köl> göl, edgü > eygü> eyü > eyi > iyi, köğürçkün, kögerçin > güvercin; ET., açlak > TT. ayak, B^ azak, Yak. atah Çuv. ura «ayak» vb. Ayrıca bk. ses değişmesi. ses kayması bk. ünsüz değişmesi ses karalanması bk. nöbetleşme ses kaynaşması bk. kaynaşma, ses kirişleri bk. ses telleri, seslenme ünlemi Çağırmaya, haber vermeye ve cümledeki seslenmeyi güçlendirmeye yarayan ünlemler: A!, a beyim!; Doktor! Sesi hırçındı. Doktor ise. dına sakin ve peşten: Efendim, diye sordu (T. Buğra, Yalnızlar, s. 232). Ey Rab, ey Rab, neden hafızayı mahvetmedin? (Y. K. Karaosmanoğlu Erenlerin Bağından, s.28), Ey ayrılıklar şairi, sanayemin ederim ki, vatan da sevgililer gibidir. Uzakken daha çok sevilir, daha çok ruha yakındr (Y.K Karaosmanoğlu, göst. e.: Diğer Nesirler, s.95) Haydi, yavrum f. yat. Vakit çok geç, sonra fena olursun (A. H. Tanpınar, Adullah Efendimi Rüyaları: Geçmiş Zaman Elbiseleri, s. 100). Ayol dedi. Daha şimdi yaptık yatağı, Yazık değil mi? (A. H. Tanpınar, Yaz Yağmuru: Yaz Gecesi, s. 163). -Kız, insanlık hâli... Sakın o yüzük müdür, küpe midir nedir, bilmeden bir yere koymuş olmıyasın... ( R.N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 138). He\ yolcu, yolcu.. Bir dakika durmaz mısın? (Y.K. Karaosmanoğlu. Erenlerin Bağından: Diğer Nesirler, s. 108). Ahmet! buraya gel! Arkadaşlar! çok çalışalım ve başarı sağlayalım, vb. bk. ünlem ve dışa dönük ünlemler. ses olayı Dil seslerinin oluşturdukları anlamlı ve görevli ses birliklerinde (kelime ve hece) uğradıkları değişmeler. Ses türemesi, ses düşmesi, benzeşme, ses birleşmesi, vb. Türkçenin ses olaylarından bazılarıdır. ses oluşumu (Alm. Phonation; Fr. phonation; İng. phonation) Ciğerlerden gelen basınçlı havanın, ses tellerinde titreşmesi ve ses yolunun belirli noktalarındaki değişik işlemlerle ses durumuna gelmesi. ses organları (Alm. Sprechorgane; Fr. organes de la parole; İng. organs of speech) Konuşma işleminin gerçekleşmesini sağlayan organlar: ciğerler, diyafram, gırtlak, ses telleri, boğaz, ağız kanalı, geniz, dil, dişler, dudaklar, damak, gırtlak kapağı. ses taklidi bk. yansılama. ses telleri (Alm. Stimmbânder, Stimmlippen; Fr. cordes vokales, İng. vocalcords; Osm. hubûl-i savtiyye) Önde halka ve kalkan kıkırdakların iç kenarlarına yerleşmiş olan, arkada üçgen piramit şeklindeki ibriksi kıkırdakların iç yüzüne bağlı bulunan, gırtlağın ortasında üçer kenarlı iki kiriş oluşturan ve sesin oluş-’ masında en önemli etken olan kaslar. ses türemesi (Alm. Einschubvokal, Sprossilbe, Vokalentfaltung, Anaptyxis, Ad-ventivlaut; Fr. anaptyxe, adventice; İng. anaptyxis, adventitious sound). Seslerin özelliklerine veya birbirleriyle birleşme şartlarına bağlı bazı nedenlerle, Türkçe ve dilimize girmiş yabancı kelimelerin ön, iç ve son seslerinde ünlü veya ünsüz türemesi biçiminde kendini gösteren ses olayı: Yabancı kelimelerde: ruze > oruç, limon > ilimon, rişte > erişte, scala > iskele, station > istasyon; grup > gurup, Christian > Hıristiyan, akl > akıl, aks > akis, keyf > keyif; ayva > hayva, aveng > heven, kehrubâ > kehribar; bionic > biyonik, dialogue > diyalogvb. Türkçe kelimelerde: ur- > vur, orada > horda, ağıl > hağıl, ırak > yırah, in- >yin-, irin > yirin, idiz > yitiz «yüksek» ip > yip, söğüt > söğürt, başla- > başla-y- an, kaplu bağa > kaplumbağa, genç-e-cik > gencecik, az-ı-cık > azıcık, gül-ü-cük > gülücük vb. ses uyumu bk. uyum. ses uyumsuzluğu (Alm. Kakophonie, Cacophonie; Fr. cacophonie; tng. cacophony; Osm. tenâfür, tenâfür-i hurûf) Bazı kelime ve söz öbeklerinde, boğumlanma noktalan aynı veya birbirine yakın seslerin tekrarından doğan uyumsuzluk. Dil bu uyumsuzluğun kulakta bıraktığı rahatsızlığı ve dilde yarattığı zevksizliği giderici bazı ses düzenlemeleri yapar: ufak + ak > ufacık, küçük + cük > küçücük, yan-ü-ış >’ yanlış, başla-l-mak > başlanmak, karşı + lık +lı + lık > karşı-lıklık, hanım nine > haminne vb. ses yansımalı ünlemler İnsanoğlunun tabiattaki canlı cansız bütün varlık ve nesnelere ait sesleri benzetme ve taklit yolu ile oluşturduğu ünlemler: güm, küt küt, uf, pırr, mır, miyav, cik cik, gık gık gıdah, dan dan da dan dan vb. Örnekler için bk. ünlem. ses yarığı (Alnı. Glottis; Fr. glotte; İng. glottis; Osm. mizmar). Gırtlaktaki kalkan kıkırdağın iki kanadı arasında bulunan ve normal nefes alma durumunda iken ikizkenar üçgen biçiminde açık olan kısım. Ses yarığının arka tarafı nefes yangı dır. Ses yarığı, konuşma sırasında ses tellerinin bir araya gelip büzülmesi ile ve ibriksi kıkırdağı harekete getiren adaleler aracılığı ile kısmen veya bütünüyle kapanabilir. ses yazısı (Alm. phonetische Umschrift, Lautrchrifi; Fr. ecriture phonetique; îng. phonetic script) Bir dilin seslerini boğumlanma inceliklerine göre ve telaffuz değerlerine bağlı kalarak gösteren yazı türü, transkripsiyon alfabesine dayanan yazı, transkripsiyonlu yazı. Ayrıca bk. çevriyazı ve sesçil yazı. ses yolu Ciğerlerden gelen havanın, her sesin özelilliğine göre değişik işlemlerle dil seslerine dönüştürülmesi sırasında nefes borusu vasıtasıyle geçtiği yollar: Gırtlak, boğaz, ağız kanalı, geniz, burun boşluğu. sıfat (Alm. Adjektiv, Eigenschaftsrvort; Fr. adjectif; İng. adjektive) Somut ve soyut ad ve kavramları niteleme, belirtme, yer gösterme, sayı gösterme, sorma gibi çeşitli yönlerden vasıflandıran, sınırlayan kelime türü: doğru imlâ, ağır yük, uzun yol, ince iş, güzel fikir, hünerli kişi, doru at, kızıl elma, bin bir dert, tek yol, o zaman, bu durum; hangi iş vb. sıcacık, ışıltılı günü bekliyordu (Y. Kemal, Ortadirek, s. 190). Tekmil otların taze, yeşil, gıcır gıcır kokusuyla kokuyordu (Y. Kemal, göst, e., s. 191). Taşbaşoğlunun keskin, umutlu gözleri teker teker üstündeydi (Y. Kemal göst.e, s. 301). Tenha, sessiz yollarda yürür, yürürüm (P. Safa, biz İnsanlar, s. 181). Mavi duman, bir bilek damarı gibi kabartılı ve sıcak dudaklarından çıktı (S. Faik, Bütün Eserleri 1, s. 69). Biz de mükemmel bir yalancı olduk arkadaş! (K Tahir, Esir Şehrin insanları, s. 298). Ba-zan birkaç hafta fazla, bir ka ç gün fazla yaşamak işleri nasıl da alt üst ediyor (K. Tahir, göst. e., s. 322). Hacer! — Ha bak, gelirken benim o uzun yeşil ipek başörtümü de getir (M.N. Sepetçioğlu, Çardaklı Bacı, s. 96) vb. sıfat ekleri Adlardan ve fiillerden sıfat yapan ekler: + ///+ IU, + slz/+ sUz, + ki, -(I)k/-(U)k, -GIn/GUnvb. Dertli baş, kutlu gün, vakitsiz iş, tuzsuz ekmek, sudaki balık, batık gemi, kısık ses, kesik kol, uzak yol, uzun menzil, kısa süre, baygın bakış, yorgun adam vb. sıfat - fiil (Alm. Partizip, Partizipium; Fr. participe; İng. participle) Sayı ve şahsa bağlı fiil çekimine girmeyen, fakat aldığı eklerle fiilin zamana bağlı olarak taşıdığı kavramı sıfatlaştırdığından kendisinde sıfat ve fiil niteliklerini birleştiren fiil şekli: tanınmış kişi, olmadık sözler, işleyen demir, yol gösterici yıldız, başkaldırıcı düşünceler, gü ler yüz, uçan kuşlar, gelecek yıl, yaşanacak ömür, batası yer, söylenesi söz, yıkılası ev vb. Bakımsızlıktan ormana dönmüş bahçeye kederle bakıyordu (K. Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 70). İyiyi kötüden ayıracak gü-. cü mü yoktu (Kemal Tahir, Yol Ayrımı, s. 275). Biraz sonra kahvedeki sessizliği hiç ürpertmeyen ve esrarkeş dalgasından uyandırmayan bir hadise oldu (S. Faik, Bütün Eserleri, s. 176). Dolduracağın çukurun dışında işin ne? (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları: Erzurumlu Tahsin, s. 145). Herkesin bakmaktan korktuğu ve gözlerini kaçırdığı gözlerimiz... (P. Safa, Bir Tereddüdün Romanı, s. 91) vb. Türkiye Türkçesinin, fiili, zamana bağlı olarak sıfatlaştıran başlıca sı-fat-fiil ekleri şunlardır: dik / -dük, -miş / mUş, geçmiş zaman, -r geniş zaman, -An geçmiş ve şimdiki zaman, -IcI/UcU süreklilik, -AcAk gelecek zaman, -mAz olumsuz geniş zaman: Eşyanın sükûneti, değişmez manzarası onun için hayatta bir teselli ve zevk kaynağı idi (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s.26.) Sofa bir masal çölü gibi sessiz ve uçsuz bucaksızdı. İçimi korkuya benzer, küçülüşe, mini mini, aciz, zavallı bir hayvancık oluverişe benzer bir duygu kapladı ve ben hemen tam karşımda duran aynayı farkettim (T.Buğra, Yarın Diye bir Şey Yoktur, s. 103). Yolunun üzerinde salkım ağaçları ile gölgelenmiş, şadırvanı dolu bir cami avlusu vardı ki, böyle sıcak günlerde onu biraz nefes almak için adeta çeker, çevirirdi (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Vehbi Efendinin Şüphesi, s. 51). Gerçi vuru Iduğu n gün bir çocuk gibi gülüyordun, bir kuş gibi ötüyordun ve okun değdiği yere bakıp: "İşte göğsümde bir kızıl güç açtı" diyordun (Y. K. Kara-osmanoğlu, Erenlerin Bağından: Okun Ucundan, s.59). Memnunluğun en sancı terkibi: gurur ve güven (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, s. 151) vb. sıfat - fiil grubu Sıfat gibi kullanılan fiil şekilleri ile oluşturulan ve cümle içinde ad, sıfat, özne, nesne, zarf gibi görevler yüklenebilen kelime grubu. Gurupta yüklem görevi alan sıfat-fiil sonda bulunur: Beş ayda vücuda geldikten sonra beş asır gözümüz önünde duran bu Türk eseri (Y.K Beyath, Aziz İstanbul, s.106). Orta yaşlı hanımların yavaş hareketlerinde, sakin duruşlarında, ihtiyatlı bakışlarında, vefalı sözlerinde hep bir harem "ser"inin durgun havasında yetişmiş edalar görülürdü (A.Ş.Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s.78). Kimi ilk gençliklerinin cennet zamanlarını, kimi gençliklerinin buhranlı aşklarla yanan zamanlarını, kimi ihtiyarlıklarınının artık gözleri açılmış ve meyus zamanlarını yaşayan ve hepsi de dünyaya getirdikleri huylarla büyümüş ve yaşlanmış zavallı emekli çocuklar (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s.99). Buğulu şeffaf bir mavilik, sonra benek benek, yaprak yaprak dağılan, geniş oluklar hâlinde akan bir altın yağması (A.H. Tanpmar, Huzur, s. 168). Kahvenin yer yer sararmış, gazete kaplı, teneke yamalı ve kül rengine dönmüş camları (T.Buğra, küçük Ağa, s.50). Birden annemi ne kadar sevdiğimi ve babamı ne kadar sevdiğimi düşündüm (O.Pamuk, Sessiz Ev, s. 161). vb. sıfatlarda derecelenme bk. karşılaştırma derecesi, sıfatlarda karşılaştırma bk. karşılaştırma sıfatı, sıfatlarda küçültme bk. küçültmeli sıfat. sıfat tamlaması (Alnı. Adjektivkonstruktion; Fr. construction adjective; îng. ad-jectival construction; Osm. terkîb-i vasfı) Somut, soyut adları ve kavramları çeşitli yönleriyle nitelemek veya belirtmek maksadıyla ve ona bağlı sıfatın tamlama dizilişinde oluşturduğu söz grubu. Bu dizilişte sıfat tamlayan, sıfat tarafından nitelenen veya belirtilen ad tamlanan görevindedir: Evet, pekâlâ biliyorum ki, bir gün ben her şeyi bırakıp bu küçük yola dalarsam onun bittiği yerde bütün saadet ve hasretlerimi, eski yaşanmış rüyalarımı bulacağım, temiz, yepyeni, mesut bir adam olacağım (A. H. Tanpınar. Abdullah Efendinin Rüyaları: Bir Yol, s. 123). Bu kötü günlerinde Gülsüm V bir ana gibi bakıyordu (R.N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s.29). Tahir Ağa, bugüne kadar üç nesil yetiştirmişti (R. N. Güntekin, ğöst.e., s.29). Sonra kızgın, dumanlı bir grup oldu; ezan sesleri arasında kısık, uyuşuk lambalar birer birer yanıp kasabayı kasvetli bir gece sardı (R.H.Karay, Memleket Hikâyeleri: Şeftali Bahçeleri, s.33). Ben bu rüyay; on yedi yaşımda iken görmüş ve onu senelerce şehir şehir, sokak sokak aramış, daha ilk karşılaşm amızda, göğsüm dar alarak: "İşte bu odur!’ demiştim (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, s. 35) vb. sıfır ek (Alm. Nullmorphem; Fr. morpheme-zero; İng. zero-morpheme) Zaman, tarz, şahıs, sayı, ilgi vb. kavramların Türkçede özel eklerle ve çekim yoluyla sağlandığı bilinmektedir. Böyle çekimi gerektiren durumlarda bazen belirtilmek istenen kavramın özel bir ekle gösteril-meyip varlığı takdirle anlaşılan ek. Örnek olarak sayı kavramının şahıs ekiyle sağlandığı çekimli fiillerde teklik için, fiillerin tarz çekiminde «haber tarzı» için ayrı bir ek yoktur. Emrin teklik 2. şahıstaki çekimi sıfır eklidir. sıklık (Alm. Frequenz; Fr. frequence; İng. freguency; Osm. tekerrür) Titreşen bir nesnenin bir saniyedeki titreşim sayısı; bir konuşmada, bir yazıda veya bir yazarın eserinde bazı kelimelerin öteki kelimelere oranla daha çok ya da daha az kullanılması durumu. sınıf bk. kelime sınıfı. sınırlama durumu (Alm. Kasus Limitativus; Fr. cas limitative; İng. limitative case) + GA > + A yönelme durumu eki ile + ÇA eşitlik durumu ekinin birlikte kullanılması ile oluşan, mekânda ve zamanda sınırlama gösteren durum. Örnekler için bk. sınırlama eki. sınırlama eki (Alm. Limitativus; Fr. limitative; İng. limitative) İsimlere yönelme ekinden sonra gelerek mekânda ve zamanda sınırlama gösteren ek: + GAÇA <+GA + ÇA eki. Eski ve Orta Türkçede nispeten canlıdır. Türkiye dışı yazı dillerinde ve lehçelerde devam etmektedir. Türkiye Türkçesinde yerini +A kadar, +A dek edatlarına bırakmıştır. Ancak, bazı Anadolu Ağızlarında yine de canlı bir kullanılışa sahiptir: ET. Bilge Tonyukuk altun yışgaça «Altun yısa kadar» kelti-miz; Oğuz Kağan Destanında: ta kün batusıgaça tegen erdi; oklarını kök-keçe atun; Çağ, emdigeçe «şimdiye kadar»; EAT. beş yılgaça «beş yıla kadar»; Kaz. tüngeçe «geceye kadar», yazgaça «yaza kadar». Bar. Tara. Tob. on yeşkeçe «on yaşma kadar»; Anad. ağz. şindiyece (Siv., Tok.), o zamanaca (Kay.), bu vahtaca (Kır.); aksamaca (Mal.); aşamaca (Yoz.); yassıyacah, şafağacah (Mal.); gışacan (Afy.); sa-vahacan «sabaha kadar, Kars» vb. sıralı birleşik cümle (Alnı. koordinierter Safa, beigeordneter Satz; Fr. proposition coordonnee; İng. coordinate sentence) Tek başına yargı bildiren ve bir anlam bütünlüğü içinde yan yana sıralanan, iki veya daha fazla cümlenin oluşturduğu cümleler topluluğu. Bu cümleler arasındaki anlam ilişkisi ortak kip, ortak şahıs ve öteki ortak cümle öğeleri ile sağlanır birbirlerine virgül noktalı virgül ve bağlaçlarla bağlanır: Sevdiklerin göçüp gidiyor birer birer, Ay geçmiyor ki almıyayım gamlı bir haber (Y. K. Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, s. 102). İnsanlara istersen en büyük hizmeti görür; onlara fazileti, sevmeyi, hakikati öğretirsin (Ö. Seyfettin, İlk Düşen Ak, s. 61). Ben bu işin her yönünü ölçüp biçtim, nerden girip nerden çıkacağımı hesaba vurdum (K. Tahir, Devlet Ana, s. 185). Gökyüzü hâlâ sarışındı, batıda portakal rengi bulutlar belirmişti, ovadaki aydınlığa ise gitgide lacivert ve gri renkler sürüyordu (T. Buğra, Küçük Ağa, s. 201). Ben buraya siper kazmağa geldim; gücüm kuvvetim yerinde çok şükür (S. Ço-kum, Ağustos Başağı, s. 177). Sabahleyin kalkar, kahvaltımı yaparım. Ahmet geldi ve yerine oturdu. Ay dün akşamki yerinde; kavak ağaçlarına sırmalarını giydirmiş,sakin ve aynı gülümseyen yüzle bakıyordu (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları, s. 139). Dadım Musul’da kalmayı tercih etmiş, Ahmet Ağa İzmit civarındaki köyüne, kardeşinin yanına çekilmişti. (A.H. Tanpmar. göst. e. s.186). İçindeki bir ikinci kişilik, ona karşı daima avutucu, uysal sınırsız şekilde hoşgörülü davranıyor; Murad’ın gerçekleri görmezlikten gelmesine, hattâ inkâr etmesine yardımcı oluyordu. (T. Buğra, Yalnızlar, s. 138). bk. bağımlı sıralı birleşik cümle, bağımsız sıralı birleşik cümle. sıra sayı sıfatı Sayı adlarından + (I)ncl/ +(U)ncUekiyle kurulan ve sıra kavramı bildiren sıfat: Birinci gün, üçüncü yıl, sekizinci kat, ikinci dönem, beşinci başvuru vb. sıra sayıları (Alm. Ordinalzahl; Fr. adjectif numeral ordinal; İng. ordinal nume-ral adjective) Varlıkların sırasını veya derecesini bildirmek üzere sayı adlarından +(I)ncI/+(U)ncUekiyle genişletilerek sıra kavramı bilriren sayılar: ikinci, altına, yedinci, onuncu, üçüncü vb. sızıcı (Alm. Spirant; Fr. spirante; ing.spirant) Ses yolunun daralmasıyla sızar gibi çıkan seslerin taşıdığı nitelik, bk. Sızıcı Ünsüz. sızıcılaşma (Alm. Spirantıverden, Spirantisierung; Fr. spirantisation; İng. spiran-tisatiori) Patlayıcı ünsüzlerin çeşitli nedenlerle sızıcı ünsüzlere dönüşmesi olayı: yoksul> yohsul, takı > dahi > dahi, çıkar- > çıhar-, bu kadar> bu ğadar (Z. Korkmaz, Nevşehir ve yöresi Ağızları, s. 87), arka > arha, sağdıç > sağ-dış (A. Ercilasun, Kars ili Ağızları, s. 113), gece > geje (A. Ercilasun. göst. y.) vb. sızıcı ünsüz (Alm. Affrikate, Spirant, Konstriktiv, Frikative, Reibelaut; Fr. con-sonne affriquee spirante; consonne constrictive, consonne fricative; îng, spirant, fiicative) Ağız kanalının çeşitli yerlerinde oluşan bir daralma sonunda sürtüne-rek veya sızarak çıkarılan ünsüz: f, v, y, h, s, z,ş, j, ünsüzleri Türkçe-nin sızıcı ünsüzleridir. soluklu ünsüz (Alm. Aspirata, aspirierter Laut; Fr. aspiree îng. aspirate) Boğumlanması sırasında kendisi ile birlikte bir h soluk sesi duyuran ünsüz. Korece /»A gibi. Alm. pass [p(h)ass]«geçit», îng. pin [p(h)in]«top-lu iğne» kelimelerindeki p tonsuz ünsüzleri de nefesli ünsüz durumundadır. Genellikle bazı tonsuz patlayıcı ünsüzlerin boğumlanmasında göze çarpan bu solukluluk Türkçede paşa, piliç, toz, tuz vb. kelimelerdeki p, t ünsüzlerinde de görülür. somut ad (Alm. Stoffname, Materiale Konkretum, konkretes Subsantivum; Fr. subsantifde matiere, nom concret; îng. concrete noun) Gösterdikleri, belirttikleri nesneler duyular yoluyla algılanan ve maddî varlıklara ad olan kelime türü: taş, insan, ağaç, duman, ses, bulut, elma vb. karşıtı soyut ad’dır. somut anlatım Dilde, kavramların doğaya bağlı olarak ifade edilmesi. Türkçede çeşitli renk tonlarını gösteren camgöbeği, limonküfü, tenrengi, ördekbaşı, kan-kırmızı, sütbeyazı, vişneçürüğü gibi renk adları somut anlatım örnekleridir. somut kavram Aynı dili konuşan kimselerde, somut kelimelerin zihinde uyandırdıkları genel tasavvurlar. Kuzu’nun «ufak» ve «koyun yavrusu», ırmak m. «uzun bir akarsu», boğa’nm «iki boynuzlu, dört ayaklı bir hayvan» oluşu gibi. somutlaştırma Dildeki soyut kavramları somut kavramlardan yararlanarak anlatıma yönelme: ET. tıl /til «dil organı» kelimesinin kitabelerde "konuşturulmak üzere alınan tutsak" anlamında kulanılması; avuç açmak «dilenmek», gözlerini yummak «ölmek», dile getirmek «söylemek», dil uzatmak «bir kimse veya şey için kötü söylemek»; renk tonlarını gösteren kavuniçi, vişneçürüğü, yavruağzı, camgöbeği, limonküfü vb. son çekim edatı bk. edat son seste türeme (Alnı. Epithesis; Fr. epithese; îng. epithesis) Kelime sonunda ünlü veya ünsüz türemesi olayı: kehruba / kehribar, radyo / radyon, belki / belkit, hem / hemi / hemin, gayrı / gayrın, gibi / gibin, peyda / peydah, tali’ > talih vb. son seste ünlü türemesi Kelime sonunda bir ünlünün türemesi. Türkçede yazı dilinde örnekleri yoktur. Ağızlarda da çok az rastlanan bir olaydır: hem / hemi (A. Ercilasun, Kars ili Ağızları, s. 98); giderken / giderkene, bu sefer / bu seferi, ertesi gün / ertesi güne, gergefiyle / gegefinneni / (Z. Karkmaz, Güney-Batı Anadolu Ağızları,y s. 51, 54 / 2,3 vb. son seste ünsüz türemesi Kelime sonunda bir ünsüzün türemesi: F. kehruba Tü. kehribar. Daha ziyade ağızlarda rastlanan bir ses olayıdır: radyo / radyon, gibi / gibin, belki / belkit, keşge / keşgem, cuma / cümer, halbuki / halbukim (Z. Korkmaz. Güney-Batı Anadolu Ağızları, s. 101) vb. son ek (Alm. Suffîx; Fr. suffixe; îng. suffix) Kelime kök veya gövdesinin sonuna eklenen ek. Türkçenin ekleri son eklerdir: baş + lı, baş + lık, başlık + sız, yaş + a-, yaşlı + lık, demir + d, demirci + lik, gec + ik-, gecik-tir-, bak-ış, anla-y-ış vb. sondan eklemeli diller (Alm. agglutinierende Sprachen, anleimende Sprachen, anfügende Sprachen; Fr. langues agglutinantes; İng. agglutinating langu-ages, agglutinative languages) Kelime çekimi ve türetiminin son eklerle yapıldığı dil. Türkçe sondan eklemeli bir dildir, güldür-e-me-dik + ler + i-miz + den, al-da-n-dı-nız, bak-acak-mı-sınız vb. Karşıtı önden eklemeli dil’dir. sonorisation bk. tonlulaşma son ses (Alm. Auslaut; Fr. phoneme final; İng. final phoneme) Kelime sonunda bulunan ses. Tü. ağaç ’ta / ç/, barış’ta. / ş /, var’da / r / ünsüzleri son ses durumundadırlar. son ses düşmesi (Alm. Apokope; Fr. apocope; İng. apocope) Kelimede son ses durumunda olan sesin düşmesi olayı: serbest>serbes, çift>çif, katarakt > katarak, güveyi > güvey, kapıg > kapı, tarıglag > tarla, yaylag > yayla gibi. son ses türemesi bk. son seste türeme sorma ünlemleri, bk. ünlem, dışa dönük ünlemler. soru cümlesi (Alm. Fragesatz; Fr. phrase interrogative; İng. interrogative senten-ce; Osm. cümle-i istifhâmiye) Soru kavramı kazandıran hangi? ne? kim? kaç? nasıl? ’gıhı soru kelime-lirinden biriyle ya da "evet" veya "hayır" karşılığını isteyen soru eki mi? ile kurulan cümle türü: Kimler eğlendi, kimler avundu? Vecd ve cuşiş kimde idi? Hani mutrip nerede? Canan ne oldu ? Heyhat, bir hırsız gibi yavaş yavaş yaklaşan bu ölü benizli sabah nedir? (Y.K. Karaosmanoğlu, Erenlerin bağından, s.47). Niçin geldiniz? niçin bu akşam buraya geldiniz? Ve benim rahatımı ne diye kaçırdınız? dedi (A.H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları: Geçmiş Zaman Elbiseleri, s. 99). Ne oldu ? Sen de mektepten mi geliyorsun? Başı mı yarıldı çocuğun"? Düştü mü? Gözü mü çıktı? (P. Safa, Biz İnsanlar, s.25). — Rahmetli mi dediniz? Dik dik baktım: — Bu, şaşılacak bir şey mi? Adam kekeledi: — Hayır, estağfurullah! Gençsiniz de... (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, s. 20). Bu mucizenin sebebi ne idi ? hemen yarı ölmüş bir halde kendisine bırakılan çocuğun, kucağında yeniden dirildiğini gördüğü için mi? Onu yalnız bularak acıdığı için mi ? (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 126). Acaba, sevdiği erkeğe bu kız nasıl güler? (S.F.Abasıyanık, Bütün EserleriIIL Yolculukta, s. 123) vb. soru eki (Alm. Fragepartikel; Fr. particule interrogative; İng. interrogative parti-cle; Osm. edât-ı istifham) Soru kavramı veren ml/mU eki. İlgili olduğu kelimeden ayrı yazılır; ancak, o kelimenin son ünlüsüne göre ünlü uyumlarına girer; soru biçimindeki yüklemlerde şahıs ekleri alabilir: Bizde mi geleceğiz?, Güler misin, ağlar mısın ?, İyi misiniz ? Yarın buradan ayrılıyorlar mı ?, Ben de gelebilir miyim ? Okudu mu ? vb. — Oo.. beni nasıl bir yolculuğa sürüklediğinizi biliyor musunuz? (T.Buğ-ra, Yalnızlar, s. 78). Beni sadece sempatik bulduğun için mi seviyorsun? (T.Buğra. göst.e., s. 17). Yahu! hâlâ tanıyamadın mı? Bu ne unutkanlık... Ben Süleyman değil miyim? (A.H. Tanpmar, Yaz Yağmuru: Teslim, s.94). — Rahmetli mi dediniz? Dik dik baktım: — Bu, şaşılacak bir şey mi? (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, s. 20). — Bu mu ? — Evet (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Komşu Namusu, s.99). Nice adamların gözleri önünde geçen vak’alar şahitleri kalmayınca, bir zaman mevzu olur, "Deli miydi, değil miydi?" derler ve "Öldürüldü mü, İntihar mı etti" diye sorarlar (A. Ş. Hisar, Fahim Bey ve Biz, s. 182). Sahi mi Ali’m? sahiden köylüye karışacak mısın? diye durmadan soruyordu. Ali başıyla evet deyince de kuduruyordu (Y. Kemal, Ortadirek, s. 394) vb. soru sıfatı (Alm. Frageıvort; Fr. adjectif interrogatif; İng. interrogative adjective) Adın yerini, sayısını, durumunu ve zamanını soru yoluyla belirten sıfat: Kaç defa, hangi çocuk, kaçıncı kat, ne zaman gibi. — Aile yadigârları ne güne duruyor? Rehine veririz, bir şey yaparız (A. H. Tanpınar, Yaz Yağmuru, s. 50). Bu işi kaç günde bitirebilirsiniz?Hangi şarkıcılar, hangi, şarkılar?... (Y. K. Karaosmanoğlu, göst.e.: s. 109). Ada ’da kayınbabasının köşkünde kaldıkları zamanlar kaç sabah şafağın taze saatlerinde barbunya avlamıştı ? (A. Ş. Hisar, Çamlıcadaki Eniştemiz, s. — 85). Ne zaman ondan bahsedecek olsam elime sarıldınız, bana başka şeyler anlattınız (A. H. Tanpınar, YG, s.316) vb. soru şekli Adlarda ve fiillerde soru kavramı veren şekil. Adlar ve fiil kiplerini soru şekline sokmak için Türkçede mi / mU soru eki kullanılır: Zaman, aldığını geri verecek misin ? Yahut o geldiği zaman ben onu tanıyacak-mıyım?... Ölüm, demin kokladığım çiçek misin? Yoksa bu hengâmede bir an sarıldığım şeffaf aydınlık salkım mı ? Beni şu anda beşyüz anne birden • mi doğuruyor? Yoksa bütün kâinat bir billur zerresi gibi sert bir çekirdek halinde ben de mi toplandı? (A.H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s.336) vb. bk. soru eki. soru zamiri (Alm. Fragefünvort, Fragepronomen; Fr. pronom interrogfatif; İng. interrogative pronoun; Osm. istifham zamiri, zamîr-i istifham) Yerini tuturuğu varlığı soru yoluyla temsil eden zamir, Kim?Ne?zamirleri: Karaoğlan, yarım ağızla, başını çevirmeden karşılık verdi. Yani de ona uyarak, yarım ağızla: — Ne içeceksin ? diye sordu (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, s. 45). O zamandan beri neler oldu, sen benden iyi biliyorsun! Yalnız sana sormak isterim ki, bundan sonra n e olacak ? (Y.K. Karaosma-noğlu, Erenlerin Bağından: Okun Ucundan, s.64). Aziz dost, bülbül şeyda ise gül perişandır. Kim kime rahmedecek? (Y. K. Karaosmanoğlu, göst.e., s. 49). İyelik ekleri ile genişletilmiş soru sıfatları da soru zamiri olarak kullanılır: Hangisini beğendiniz? kaçıncısını deniyorsunuz? Ne kadarından vazgeçiyorsunuz? vb. bk. ve krş. soru sıfatı soru zarfı (Alm. Interrogativadverb; Fr. adverbe interrogatif; İng. interrogative adverb; Osm.istifham zarfı, zarfı istifham) Fiillerin yer, yön, zaman, neden, nitelik ve derecelerini soru yoluyla açıklayan ve soru zamirlerinden yararlanılarak kurulan zarf: nereye ? nerede? hani? nereden? nasıl? (<ne asıl?) niçin? (<ne için) ne kadar? ne zaman? ne türlü?-ne derece? vb. Şimdi size anmaya yeltenen küstahları, hayatınızın onlarınkinden bin misli renkli olduğuna nasıl inandırmak! (T. Buğra, Yalnızlar, s.37). Sokağa çıktığım zaman ona: — Annem için böyle şeyleri nasıl söyledin? — Hem neden annenden utanıyorsun? diye ona çıkıştım (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s.39). Orası, niçin buradan daha kasvetli, daha Anlatıma güç kazandırmak, etkili olmak amacıyla kelimelerin sanatlı kullanımları; deyim aktarması (istiare), benzetme: Yıllar yaşamış, yorgun edalı, bezgin sesli çamlar bu ıssız kabrin başına dolmuşlar, en sakin havada bile işitilen ahret fısıltılarıyle dervişler gibi, biteviye zikrederlerdi (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Yatır, s. 88). Tilki gibi kurnazlık acaba ona bir yarar sağlar mı dersinizi Bu kadın daha hayatının ilkbaharında çeşitli dertlerle cebelleşiyordu vb. Ş şahıs (Alm. Person; Fr. personne; îng. persori) Fiilin gösterdiği işin hangi şahıs tarafından yapıldığını belirten dil bilgisi kategorisi. Kılışın, konuşanın ağzından ifade bulan biçimi 1. şahıs (geldim, yazıyorum vb.); dinleyen 2. şahıs (getirdin, okuyacaksın vb.); konuşan ve dinleyen dışındaki kişi veya nesne 3. şahıs (agiamış, gülüyor vb.yx.vc. şahıs ağzı (Alm. Idiolekt; Fr. idiolecte; îng. idiolect) Sosyal bir kurum olan dilin belli bir birey tarafından kendine özgü kullanılışı. şahıs eki (Alm. Personalendung; Fr. desinence personnelle; İng. personel ending; Osm. zamîr-i fii’li) Fiil çekiminde şahıs belirten ek. Tûrkçede dört grup şahıs eki vardır: 1. Grup şahıs ekleri: 1. şahıs teklik -m (bildi-m, bilse-m); 1 şahıs çokluk - k (bildi-k, bilse-k) 2. şahıs teklik -n (bildi-n, bihe-n); 2 şahıs çokluk-/InIz/-UnUz (bildi-niz, bil-se-niz) 3. şahıs teklik - (bildi, bilse); 3. şahıs çokluk -lAr (bildiler, bilseler) II. Grup şahıs ekleri: 1. şahıs teklik -im / -Um (bilmiş-im, biliyor-um, bilir-im, bileceğ-im, bilmeliyim) 2. şahıs teklik -sin / -sUn (bilmişsin, biliyorsun, bilirsin, bileceksin, bilmelisin) 3. şahıs teklik - (bilmiş, biliyor, bilir, bilecek, bilmeli) 1. şahıs çokluk -iz / -Uz (bilmiş-iz, biliyor-uz, bilir-iz, bileceğ-iz, bilmeli-y-iz) 2. şahıs çokluk siniz /sUnUz (bilmişsiniz, biliyorsunuz, bilirsiniz, bileceksiniz, bilmelisiniz) 3. şahıs çokluk -lAr (bilmiş-ler, biliyor-lar, bilir-ler, bilecek-ler, bilmeli-ler) III. Grup şahıs ekleri: 1. şahıs teklik -Ayım (bil-eyim) 1. şahıs çokluk -Alim (bil-elim) 2. şahıs teklik, eksiz (bil) 2. şahıs çokluk -In/-Un (bil-in) 3. şahıs teklik sin / sUn (bilsin) 3. şahıs çokluk -slnlAr / -sUnlAr (bilsinler) IV. Grup şahıs ekleri: 1. şahıs teklik -Aylm (bil-eyim), 1. şahıs çokluk - Alim (bil-elim) 2. şahıs teklik -A -sin (bilesin), 2. şahıs çokluk -A siniz (bilesiniz) 3. şahıs teklik -A (bil-e) 3. şahıs çokluk -AIAr (bil-eler) şahıs ekleri bk. şahıs eki şahıs zamiri (Alm. Personalpronomen; Fr. pronom personnel; İng. personal pronc<-un; Osm. zamîr-i şahsî) Dilbilgisinde söz söyleyen, kendisine söz söylenen ve kendisinden söz edilen kişilerin yerini tutan kelime. Türkçede şahıs zamirleri şahıslar için ben, sen, o; çokluk şahıslar için biz, siz, onlar kelimeleridir. şart cümlesi (Alm. Bedingungssatz; Fr. proposition conditionnelle; îng. conditiona clause) Temel cümleyi yargı bildirmeden zaman, şart, sebep ve benzetme işlevi ile tamamlayan zarf görevindeki yardımcı cümle türü. Fiil kök ve gövdeleriyle ek-fiile -SA şart ekinin getirilmesi ile kurulur. Şart eki geniş zaman kipinden sonra da gelebilir: Artık demir almak günü gelmişse zamandan Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan (Y. K. Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, s. 83). — Az yer dolaşmadık. Hepsini uç uca getirsen, bir dünya eder (S. Çokum. Ağustos Başağı, s. 123). İyi amma, a beyim, şöyle bakınsak, bir alay mekteb-i Ali denilen yerler ve. (M. Akif Ersoy, Safahat, s. 354). Eğer hariçteki seslerin bize kadar gelme*, mümkün olsa da bize s orsalar ki "güzellik nedir?" hiç düşünmeden; "bu yeşilliktir" diyeceğiz (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından: Diğer A sirler, s. 99). Şüphesiz başka şartlar altında bir gecede böyle bir şeyle karşı-laşsaydım, hayretten çıldırabilirdim (A. H. Tanpınar, Geçmiş Zaman eli seleri, s. 91). İnsan yaptığı işe sade menfaati için girerse, yalnız onu düşünürse kendisini sonunda sizin gibi itham eder! (A. H. Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s. 305). Sen bu beladan beni kurtarırsan ben de bir daha köylüyü hiç mi hiç geç koymam pamuğa (Y. Kemal, Ortadirek, s. 296). Monşer, asalet olmazsa, bu memleket batar (O. Seyfettin. Efruz Bey: Asiller Kulübü, s. 66) Okusaydı, iyi olurdu Gelmiş olsaydı haberimiz olurdu vb. şart eki Tasarlama kiplerinden şart şeklini ifade eden -sA eki. Örnekler için bk. şart cümlesi ve şart kipi. şart kipi (Alm. Konditional, Bedingungsform; Fr. conditionnel, İng. conditional; Osm. şart sîgası, siga-i şartiyye) Bir oluş ve kılışın şart biçiminde düşünüldüğünü anlatan, dolayısıyla, hiç bir yargı bildirmeyen, aynı zamanda dilek görevi de yapan tasarlama kipi: Sırtını evin köşesindeki çınar ağacına yasladı: Şuraya oturuver-sem... bu sabah rüzgarı hep böyle esse... güneş yerini hiç değiştirmese... şu tavuk boyuna gı d aklas a... (T. Buğra, Yalnızlar, s.174). Beride, gökyüzü her ne kadar mavileşse, kayalar sarı sarı ışıldasa da, yayla zamanı geçmişti artık (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, s. 166) vb. Dilimizde şarta bağlı oluş ve kılışlar genellikle geniş zaman eki üzerine getirilen -sA eki ile karşılanmaktadır: Yağmur yağarsa, hava biraz serinler. Tavsiyelerinize uyarsam, planladığım hedefe ulaşabilir miyim?vb. şartlı birleşik cümle bk. şart cümlesi şekil bilgisi (Alm. Morphologie, Formenlehre; Fr. morphologie; İng. morphology; Osm. ilm-i sarf) Bir dildeki kök ve ekleri, bunların birleşme yollarını, eklerin anlam ve görevlerini, dilin türetme ve çekim özelliklerini ve şekille ilgili öteki konuları inceleyen gramer dalı. şekil birimi (Alm. Morphem, grammatisches Marphem, Fr. morpheme, morpheme grammatical; İng. grammatical morpheme) Dilde tek başına kullanılabilen ve daha küçük parçalara ayrılamayan anlamlı birimler ile tek başına kullanılamayan görevli en küçük birimler: oyun-cu-luğ-umuz-un baş-ar-ı-sı; gül-üş- me-ler-den; süt, balık, al, kan vb. yukarıda verilen örneklerdeki anlamlı en küçük birimler oyun, baş, gül, süt, al, kan birimleridir. Ek durumundaki öteki birimler görevli birimlerdir. şimdiki zaman (Alm. Prâsens, Gegenwart; Fr. preseni; İng. present; Osm. hâl) Fiilin gösterdiği oluş ve kılışın içinde bulunulan zamanda yapıldığını ve süregelmekte olduğunu gösteren zaman. bk. şimdiki zaman kipi. şimdiki zaman kipi (Alm. Prâsens, Gegemvart; Fr. present; îng. present tense; Osm. hâl sığası, sîga-i hâl). Fiilin gösterdiği oluş ve kılışın içinde bulunulan zamanda başladığını ve sürmekte olduğunu bildiren kip. Bu kipi. -(I) yor /-(u)yor, 2. -mAk-lA ekleriyle kurulur. 1. şahıs teklik tak-t-yor-um, oku-yor-um; bil-mekte-yim. 2. şahıs teklik tak-ı-yor-sun, oku-yor-sun; bil-mekte-sin. 3. şahıs teklik tak-ı-yor, oku-yor; bil-mekte-dir. 1. şahıs çokluk tak-ı-yor-uz, oku-yor-uz; bil-mekte-y-iz. 2. şahıs çokluk takıyorsunuz, oku-yor-sunuz; bil-mekte-siniz. 3. şahıs çokluk tak-ı-yor-lar, oku-yor-lar; bil-mekte-dirler. Hiç layık olmadığım bir teveccühte bulunuyorsunuz, beyefendi (T. Buğra, Yağmuru Beklerken, s.205). Şimdi iki kurban oturmuş ortak dertlerine yanmaktan başka bir şey yapamıyorlar (Y. K. Karaosmanoğlu, Ergenekon, s. 95). Hava o kadar sıcak, o kadar sıcak ki, ceketle oturamıyorum (O. Seyfettin, Bomba, s.122). Yavrum, biliyorsun ya- dedi- şimdi muharebe var. Annenle biz artık bütün bütüne ayrılıyoruz (Ö. Seyfettin, Bomba: Primo Türk Çocuğu, s. 39). Bütün hareketlerinde abesle makul, nizamla kargaşalık aynı kıymetleri alıyor (P. Safa, Bir Tereddüdün Romanı, s. 92). Sabahleyin, gün doğmadan gözlerini açıyor; odanın hazin belirsiz aydınlığı içinde gözlerini etrafa çeviriyor (P. Safa, Şimşek, s. 212). Ben bu kez Çudaroğ-lu’ndan hilelenmekteyim (K. Tahir Devlet Ana, s 245). Yanılmaktasın Çudaroğlu (göst.e., s.252). Bir yerde irenmektey iz ki, tekerlendik migi-diceğimiz yer cehennemiyi dibidir (göst.e., s. 138) Şimdiki zaman kipinin hikâye, rivayet ve şart birleşik türleri için bunlara bk. şimdiki zaman kipinin hikâyesi -Iyorve -mAktA ekleri ile karşılanan ve içinde bulunulan zamanda sürmekte olan bir oluş ve kılışı geçmişe aktararak anlatan birleşik kip: allyor-du-m, al-ıyor-du-n, al-ı-yor-du; al-makta-y-dı-m, al-makta-y-dınız, al-mak-tay-dı-lar gibi. Gidiyordum, gurbeti gönlümde duya duya / Ulukışla yolundan Orta Anadoluya (F. N. Çamlıbel, Han Duvarları, s.ll). Suyun yüzüne bakmıyordum, doğrudan içine, canına, cennetine bakıyordum ( H. Balıkçısı, Deniz Gurbetçileri, s. 47). Bunu Abidin de söylüyordu geçende (O.V.Kamk, Bütün Şiirleri s.65). Evet, ne demekteydi ? (....) olaydı, ayak kapana kaptı-rılmayaydı Kerim Can (K. Tahir Devlet Ana, s. 484). O ne yapılması gerektiğini daha şimdiden bilmekte idi. Kadının içi titremekteydi (O.Kemal, Hanımın Çiftliği s.337-338) vb. şimdiki zaman kipinin rivayeti Hâlen sürmekte olan bir oluş ve kılışı, duyuma veya sonradan farket-meye dayanarak anlatan kip. -Iyor-muş (<-Iyor-imiş) ve -mAktA-y-mış (<-mAktA imiş) ekleriyle karşılanır: gel-iyormuş-um, gel-iyor-muş-sun, gel-iyor-muş; uyumakta-y-mış-ım, uyu-makta-y-mış-sınız, uyumakta-y-mışlar gibi. Evvelce burasının bir yatak odası olduğunu sanırdım, aldanıyormuşum (M.Ş. Esendal, İhtiyar Çilingir, s. 32). Meğer herif su satıyormuş. Ceplerimi karıştırdım; bozuk para bulamadım (F. R. Atay. Zeytindağı, s. 62). Bi-liyormuymuş? Ne biliyormuş ki (T. Buğra, Küçük Ağa, s. 124). — Napmaktaymış ki, arkadan vurulm,uş? - Çimmekteymiş bana kalırsa (K. Tahir. Devlet Ana, s. 166). Duyduğum olağansa, hayırlıkyapmak-taymışlar şimdiden. Çeri düzüp kumandanları almağa çalışmaktaymış-lar (K. Tahir, göst.e, s. 180) vb. şimdiki zaman kipinin şartı İçinde bulunulan zamanda gerçekleşmekte olan bir oluş ve kılışı şarta bağlayan birleşik kip. Iyor ise > -Iyor-sa / -UyorsA ekiyle karşılanır: bil-iyor-sa-m, bil-iyor-sa-n, bil-iyor-sa, biliyor-sa-k, bil-iyor-sa-nız, bil-iyor-lar-sa gibi. Eğer bunda aldanıyorsam o zat bu mektuba karşılık olarak buraya ilâve ettiğim adrese bir mektup gönderecek (M. Ş. Esendal, İhtiyar Çilingir, s. 12); :— Sıkılmadan atayımmış... Kuzum niçin atayım? /İnanıyorsan eğer olur ki ben de anlatayım... (M.A. Ersoy, Safahat, s. 209). Eğer türlü sıkıntılara c- göğüs gererek dağ köylerine kadar uzanabiliyorsak, bu, ülke ve insan sevgisinden kaynaklanıyor demektir vb. taban (Alnı. Basis, Grundlage; Fr. base: İng. basis, base) . Kelime kök ve gövdelerinin çekim eki almamış yalın durumu: taş, işçi, bilgili, terbiye, ciltle, ayakkabı, aktualite, plânlama vb. tali uzunluk bk. ikincil uzunluk tam benzeşme (Alm. Angleichung, Assimilation; Fr. assimilation; îng. toto/ as-similation). Bir kelimede yanyana veya aralıklı olarak bulunan seslerden birinin diğerini boğumlanma noktası veya niteliği bakımından kendisine tam olarak benzeştirmesi olayı: o bir > öbür, pantalon > pantolon, gelmezse > gelmesse, gitsin > gissin gibi bk. benzeşme. tamlama (Alm. Zusammensetzung, Kompositium; Fr. groupe determinatif, syntag-me determinatif; İng. determinative group; Osm. Terkîb) Bir adın anlamının tam olarak belirlenebilmesi için, o adın tamlayan görevindeki bir ad veya ad soylu sıfat, zamir gibi başka bir kelime ile tamamlanması; bir tamlayanla bir tamlananın oluşturduğu kelime grubu: İçeriye berrak kış günü ışığı, yol bulmuş bir su gibi aktı (S. F. Abasıyanık, Bütün Eserleri: Şeytan Minaresi, s. 106). Anaların anası, anaların anası senin gibi var mı ki? (Yaşar Kemal, Ortadirek s. 273). Aptallığın üniforma giymesi de ne tuhaf? (Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 221). Birkaç bin kişilik, büyücek bir çete çarpışmasını siz zafer mi sayıyorsunuz? (Kemal Tahir, göst. e., s.334). Yolcu için gecenin karanlığı şimşeğin bir lahzalık aydınlığından sonra daha tahammül edilmez olur (S. Ayverdi, Yusufçuk, s. 10). Gidenin yerine benzerini getirmek gayreti, işte insanların tesellisi dir. (S. Ayverdi. göst. e., s. 51) vb. tamlanan (Alm. Grundmort, Determinat; Fr. determine; İng. determinated; Osm. muzâf mevsûf) Ad ve sıfat tamlamalarında tamlamanın ikinci öğesini oluşturan ve anlamı belirtilen ad: yaz yağmuru, Türkiye gerçeği, can borcu, tahta kaşık, günlük yaşayış, Türkçe öğretmeni, koşum takımları, tepenin eteği, günün nüktesi, kemerli kapı, acı söz, uzak yol, bizim çocuk, kaçına sıravb. tamlayan (Alm. Determinante, Bestimmungsıoort; Fr. determinant; Ing. determinant; Osm. muzafun ileyh, sıfat) Ad ve sıfat tamlamalarında tamlamanın birinci öğesini oluşturan ad ve sıfat: Yazyagmuru, Türkiye gerçeği, can borcu, tahta kaşık, günlük yaşayış, Türkçe Öğretmeni, koşum takımları, tepenin eteği, günün nüktesi, kemerli kapı, acı söz, uzak yol, bizim çocuk, kaçıncı sıra, sarışın dilber, görünmez kaza, gizli kapaklı işlervb. tamamlayıcı bk. tamlayan. tarihî dil bilimi bk. art zamanlı dil bilimi tarihî gramer (Mm.historische Grammar, Fr. grammaire historiaue; îng. histori-cal grammar) Bir lehçenin, bir dilin veya bir dil ailesinin gramer yapısını tarihî devirlerdeki değişme ve gelişmeleri temelinde inceleyen gramer dalı. tarz (Alm. Modus; Fr. mode, İng. mood, mode) Yüklemin bildirdiği zamanı görülen geçmişe, duyulan geçmişe ve dilek şart kipine aktararak elde edilen birleşik fiil kipi. Bil-iyor-du, bil-iyor-muş, bil-ir-se gibi. Bu örneklerde, fiildeki oluş ve kılışı şimdiki zamandan geçmiş zamana ve şarta aktararak fiilin tarzını oluşturan öge eski er- fiilidir: bil-e-yorur er-di > bil-iyor-du, kel-miş er-di > gel-miş-ti, tut-ar er-se >tut-arsa vb. tarz zarfı bk. nitelik zarfı tasarlama kipleri (Alm. Modus, Aussagetveise; Fr. mode subjonctif: İng. mood; Osm. sîga-i inşâiyye) Fiilin olumlu veya olumsuz yöndeki gerçekleşmesini, tasarlanan dilek, istek, şart, gereklilik veya emir kavramları içinde veren kipler: gitse (<git-se), gide<gid(-t-)-e; gid(-t-)-er-se, gitmeli (<git-meli), gitsin (<git-sin) vb. Karşıtı bildirme kipleri’dir. tasvir fiili (Alm. Deskriptiv Verb; Fr. verbe descriptif; İng. descriptive verb; Osm. tasviri fiil, fi’l-i tasvîriyye) Zarf-fiil biçimindeki bir esas fiille, bu esas fiildeki oluş ve kılışı tasvir niteliği taşıyan bir yardımcı fiilin özel bir anlam oluşturacak biçimde birleşip kaynaşmasından oluşmuş birleşik fiil. Bunlar -abil-, -ama-(yeterlik) -a dur-(süreklilik), -/ ver- (tezlik), -A yaz- (yaklaşma) gösteren tasvir fiilileridir: Hayal kurmak, hülyalara dalmak için bunlardan daha uygun beşikler bulunamazdı (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s. 69). İkide bir tattığımız bu abıhayat olmasa nasıl yaşayabilirdik ? (A. Ş. Hisar, göst. e., s. 216). Daha o gün denizden, vapurdan, otomobilden başlayarak Nebile sonu gelmeyen bir heyecan alemine girivermişti (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Ayşenin Talii, s. 149). Asıl garibi bu mucizenin bir çırpıda olup bitivermesiydi (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 136). Yaşamaktan usa-nıverdim bu gün apansız... (Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 73). İşte böyle, elsiz ayaksız, kimsiz kimsesiz, yüce dağlar başında, kurdun kuşun arasında, cinin perinin içinde kalakaldım (Y. Kemal, Ortadirek, s. 139). Selim bu kelle götürmek sözüyle ölümü hatırlayıp, ölüm korkusuna düştü. Suratını buz gibi ecel teri bürümüş, yüreği ürküntüden yarılayazmıştı (K. Tahir, Yol Ayrımı, s. 340) vb. tasvirci gramer (Alm. beschreibende Grammatik, deskriptive Grammatik Fr. gram-maire descriptive; İng. descriptive grammar) Bir dilin veya bir lehçenin belli bir zaman kesimindeki yapı ve işleyişini, nedenlerini ve geçirdiği tarihî değişme ve gelişmeleri göz önüne almadan tespit etmeye çalışan gramer türü. tasvirci yardımcı fiil (Alm. Deskriptiv-Hilfsverb; Fr. verbe auxiliaire descriptif; îng. descriptive auxillary verb.) Zarf-fıil biçimindeki esas fiilin bildirdiği oluş ve kılışı tasvir eden yardımcı fiil. bil-, dur-, ver, yaz- gibi fiiller tasvirî yardımcı fiillerdir, bk. tasvir fiili. tasviri fiil bk. tasvir fiili. taşra ağzı (Alm. Provinzialismus; Fr. provincialisme; îng. provindalism) Olçünlü Türkçenin ve yazı dilinin dayandığı konuşma ölçüleri dışında kalan, ağızlara bağlı konuşma türü; geleceğiz kelimesinin gelcez, gele-câh, geleceğik biçimlerinde söylenmesi gibi. bk. ağız. tayin grubu bk. belirtme grubu. tecrübî fonetik bk. deneyli ses bilgisi. tek anlamlı (Alm. monosemisch; Fr. monosemiaue, îng. monosemic) Tek bir kavramı, tek bir anlamı yansıtan kelime. Araç-gereç adları terimler, bazı somut ve soyut adlar tek anlamlıdırlar: ağızlık; duvar, elek, dizlik, silecek, keser, masa, sandalye vb. Terim olarak: dörtgen, atardamar, çekim (gramerde), yer çekimi; soyut ad: barış, acıma, sevinç, güzellik gibi. Karşıtı çok anlamlılık’tır. tek anlamlılık (Alm. Monosemie, Fr. monosemie; İng. monosemy) Bir kelimenin tek bir kavram, tek bir anlamı yansıtması: ağaç, taş, dere, orman, çiçek, omuz, göğüs, tatlı, ekşi, sağlık, tuzluk, başarı, barış, düzen vb. Karşıtı çok anlamlılık’tır. tek doruklu hece (Alm. eingipfelige Silbe, regelmâssige-Silbe Fr. syllabe sommet uniaue, syllabe reguliere; İng. one peaked syllable, regular syllabe) Duyulma gücü en yüksek olan sesin bir veya iki yanında açıklık derecelerine göre sıralanan seslerden oluşan hece. Türkçenin bütün heceleri tek dorukludur ve hecenin doruğu da her zaman bir ünlüdür. al, alt, yol, denk, yurt, bu, su vb. tekerrür fiilleri bk. tekrarlama fiilleri. tek heceli diller (Alm. Wurzel Sprachen, einsilbige Sprachen; Fr. langues mo-nosyllabiques, langue isolante; İng. monosyllabic languages) Kelimeleri, ek almadan ve çekime girmeden cümle içindeki yerlerine ve başka sözlerle birlikte kullanılışlarına göre çeşitli anlam ve görevler yüklenen diller: Çince, Tibetçe, Siyamca, Bask dili ve bazı Africa dilleri gibi. Bu dillerdeki sözlerin bir kısmı tek hecelidir. Karşıtı eklemeli diller’dir. tekleşme (Alm. Entdoppelung; Fr. degemination) Dilimize Arapça, Farsça gibi yabancı dilerden geçmiş bazı sözlerin iç seslerindeki çift ünsüzlerin tekleşmesi olayı: Ar. amma > ama, hammânı > hamam, insâniyyet > insaniyet «insanlık»; kassab > kasap, serrdc > saraç; Far. bedter «daha kötü» beter vb. Ayrıca bk. ve krş ünsüz tekleşmesi. teldik (Alm. Singular; Fr. singulier, İng. singular Osm. müfref) Adlarda ve çekimli fiillerde nesne veya şahsın sayıca tek olması durumu. teldik birinci şahıs eki Çekimli fiilde fiili karşılayan oluş veya kılışın teklik birinci şahıs (konuşan) tarafından gerçekleştirildiğini gösteren ek; çekimli fiilde, fiildeki kılışı gerçekleştiren şahsın konuşan olduğunu gösteren ek. Zamir kökenli teklik birinci şahıs eki - im / - Um, iyelik kökenli teklik birinci şahıs eki -(I)m/-(U)m zaman ve şahıs kavramını aynı ekte bulunduran dilek-istek kipinde -Ay(I)m-’dır. Ben de annelerine teyze derdim ve çok severdim (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 180). Şimdilik şu kadarını söylesem yeter: Var iken yok olanlara karşılık, yok iken veya yok olmuş iken var olmak da mümkündür (T. Buğra, Dönemeçte, s. 24). Söyleyeceğim ama pis romantiğin biriyim ben (T. Buğra, göst. e., s. 25) Onu başkaları için istemekle ben de nefsime karşı hür oluyorum (A.H. Tanpınar, Huzur, s. 262) Yarın size uğrayayım mı ?vb. teklik ikinci şahıs eki Çekimli fiilde, fiili karşılayan oluş ve kılışın teklik ikinci şahıs (dinleyen) tarafından gerçekleştirildiğini gösteren ek. Zamir kökenli teklik 2. ş. eki: -sln/sUn, İyelik kökenli teklik 2. ş. eki: -n’dır. Emir kipinin teklik 2. şahısta çekimi sıfır eklidir: Susuyorsun, küskün küskün bakıyorsun, ayağa kalktın, meş’alemi aldın. Nereye? Nereye? Nereye? (Y. K. Karaosnıanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 46). İstersen yürüyelim daha iyi olur (T. Buğra, Dönemeçte, s. 209). Hiç çiftliktekileri ne halde bulacağını düşünmüyorsun? dedi (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 152). Her şeyi o kadar kendi hadlerine indirmiş o kadar kendine benzetmişsin ki... (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 355). Sen bana sönmeyen ateşlerden ve güllerden bahset! (Y.K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 55) vb. teldik üçüncü şahıs eki Çekimli fiilde, fiili karşılayan oluş ve kılışın teklik üçüncü şahıs (konuşan ve dinleyen dışındaki kişi veya nesne) tarafından gerçekleştirildiğini gösteren ek. Zamir kökenli teklik 3. şah. eki: sıfır ek İyelik kökenli teklik 3. şah. eki: Görülen geçmiş zaman kipinde: -I-/-U-; şart kipinde: sıfır ek; emir kipinde zamanla birlikte şahıs kavramını da bildiren müstakil ek: -sln/sUn’dur: O günden beri Sabiha’nın belli başlı mevzuu tiyatro olmuştu (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 143). Gelip de ne yapsın, zavallı kadın. Otursun oturduğu yerde... Paris gibi yerden kalkıp buraya gelinir mi? (P. Safa, Biz İnsanlar, s. 163). Bu mışıldayan sular, bu sessizlik içinde duyulan ışıklar ve duyulan kokular bir gizli musiki teşkil eder (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları: XIII Boğaziçi Cenneti, s. 115) vb. tekrar grubu Bir nesneyi, bir oluş ve kılışı karşılamak üzere; aynı, yakın ya da zıt anlamlı ve eşit görevli iki kelimenin oluşturduğu kelime grubu: gürül gürül, ışıl ışıl, için için, mışıl mışıl, tatlı tatlı, yavaş yavaş; kuzu muzu, oyun moyun; çalışa çalışa, geze geze; akıllı uslu, aş ekmek, ev bark, doğru dürüst, dayalı döşeli, iş güç, şuradan buradan, yorgun argın; bata çıka, dere tepe, iyi kötü, gidip gelmek, varı yoğu vb. Tekrar grupları cümlede ad, sıfat ve zarf görevi yüklenirler: Tatlı tatlı konuşmak yerine insanlar birbirlerini neden kırarlar ki! Ev bark sahibi olmak, düzenli çalışmayı gerektirir. Kıra gittiğimizde renk renk çiçekler toplardık. Çocuklar bahçede akıllı uslu oynuyorlar. Geçen yıl iyi kötü bir şeyler yapabildik. Ayşe’yi soruyorsan deli dolu birkızdırvb. tekrarlama fiilleri -AlA-, -AklA-, -IklA- gibi eklerle kurulan ve fiildeki oluş ve kılışın tekrarlandığını, sürekliliğini gösteren fiiller: ek-/ek-ele-, eş-/eş-ele-it-/it-ele-, it-/it-ekle, oğ/oğ-ala- kak-/kak-ala-, serp-/serp-ele-, silk-/silk-ele, uyu-/uyu-kla-, sürü-/sürü-kle-, dit-/didikle- vb. tekrarlı yüklem Anlama güç kazandırmak ve okuyanı etkilemek amacıyla tekrarlanmış olan yüklem: Kadın akşamlara kadar çalıştı çalıştı, çalıştı. Zavallıcık hiç bir iş yapamadan günlerce hep ağladı, ağladı ve ağladı vb. tekrarlı bağlaç Sıra sözleri ve cümleleri birleştiren bağlaç. ne...ne, de...de, olsun...olsun, gerek...gerek, ister...ister hem...hem, hem de: O hem ışık ile ve su ile dağılıp akmasını, hem de suda toplanmasını, külçelen-mesini bildi (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi: İstanbul, İstanbul’un Mevsimleri ve San’atlarımız, s. 1). Ne gücünü aşan meseleler için çene yormaya, kafa eskitmeye niyeti vardı, ne de kendi başarısızlıkları, acıları için suçlu aramaya (T. Buğra, İbişin Rüyası, s. 57). Ne Server içeri girmek arzusu gösteriyor, ne de öbürü gelmesini teklif ediyordu (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 22). Şerif ona sevgiyle baktı: Hem bu kadar içlenmelisin, hem d e bu en içli halinde bile o minicik yalanlarını ve yaltaklanmalarını bırakmalısın (T. Buğra, Dönemeçte, s. 107). Gelenlerin ve geleceklerin çoğu çiftçi, öküzle olsun, makina ile olsun toprakla, sert, sarı, esmer, buğday habbele-riyle ne zaman tekrar başbaşa gelecekler (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi: Göçmen Davası, s. 51) vb. telâffuz (Alm. Aussprache; Fr. prononciation; îng. pronunciation) Dil seslerinin çıkarılışları sırasında ses organlarının yaptığı hareketlerin bütünü; kelimelerin, seslerin boğumlanma hareketlerine bağlı söylenişi. temel anlam bk. asıl anlam, sözlük anlamı. temel cümle (Alm. Hauptsatz; Fr. propositione principale; İng. main clause; Osm. cümle-i asliye) Birleşik bir cümlede ana fikri taşıyan ve esas yargıyı üzerinde bulunduran cümle: Birkaç dakika daha kalsa, adamı orada dövmeğe mecbur olacağını biliyordu (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 281). Hastalar iyileşsin, iyileşmesin doktor çağırmalıydı (A. H. Tanpmar, Huzur, s. 326). Hepimizin talih ve talihsizlik dediği şeyler birbiriyle o kadar karışıktır ki bunları kendimiz bile birbirinden ayırd edemeyiz (A. Ş. Hisar, Fahim Bey ve Biz. s. 200). Bu sıralarda doktor, henüz servete değilse de para sıkıntılarından uzak ve şöhrete açık bir hayata ayak basmış bulunuyordu (T. Buğra, Yalnızlar, s. 190). Hele yüzünün hayali o kadar silikleşmişti ki bugün bir yerde rastlasa, birdenbire tanıyacağı şüpheliydi (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 115) vb. temel kelime (Alm. Erbıvort, Grundrvort; Fr. vocabulaire essentiel; İng. basic vo-cabulary; Osm. aslî kelime, kelime-i aslî) Bir dilde çok eski devirlerden beri kullanılagelen, o dilin çeşitli alanlardaki söz varlığını oluşturan temel kavramlardan birine karşılık ve yeni türemelere temel oluşturan tek heceli veya daha basit kökünü bilemediğimiz birden fazla heceli kök değerindeki taban kelime: baş, taş, saç, kol, göz, diz, al-, bul-, gel-, ye-, sil-, koru-, boya-, ıgaç «ağaç» ayak, dere, tepe vb. terim (Alm. Fachausdruck; Fr. terme; İng. term; Osm. ıstılah) Bilim, teknik, sanat, spor, zanaat gibi çeşitli uzmanlık alanlarının kavramlarına verilen sınırlı ve özel anlamdaki ad: radyo, televizyon, bilgisayar, dil bilimi, yüklem, benzeşme, özgül ağırlık, dörtgen, atardamar, yer çekimi vb. tezlik fiili (Alm. hast Verbum, Zeitıvort von Eile; Fr. verbe hatif, îng. verb ofhas-te; Osm. tacil fiili, fi’l-i ta’cîlî -(y)I/- (y)U’lu zarf-fıilin üzerine «tezlik», «çabukluk» gösteren ver- tasvir yardımcı fiilinin getirilmesiyle kurulan birleşik fiil: Bu bina esaslı Ur tamir ister, bay Murad dedi.; pancurlar nerdeyse iniverecek (T. Buğra, Yalnızlar s. 227). Nedir insanı aldatıveren... kötüyü ve kötülüğü unut-turuveren ? Kötülüğü bir sabahlık, bir sokak kıyafeti haline düşürüveren nedir (T. Buğra, göst.e., s. 226). İşte o zaman Hüseyin beyin o yürek paralayan gülümseyişi eriyiverdi (T. Buğra, göst.e, s. 236). Dürdane, hiddet ve hayretle: Bilmiyorum vallahi anne, dedi, boş bulundum işte... ağzımdan çıkıverdi (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 75). Elif, dedi, dayının çuvallarını eşeğe sırtla da değirmene götürüver (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Yılda Bir, s. 105). Yere çöküverdi (Y. Kemal, Ortadirek, s. 297). Biraz daha yatağımı, uykuyu düşünsem belki de uyuyuvereceğim (S. Faik, Bütün Eserleri: Semaver, Sarnıç: Birtakım İnsanlar, s. 83) vb. titrek ünsüz (Alm. Vibrant, Zitterlaut; Fr. vibrante; İng. flapped, trilled) Dil sırtını geriye doğru kabarıp, kenarlarının diş- ön damak sınırında yer aldığı sırada, dil ucunun diş etine hafifçe çarpması ve aradan geçen havanın titremesi ile oluşan akıcı r ünsüzü. ton (Alm. Ton, Betonung; Fr. ton; İng. tone; Osm.perde) Konuşma sırasında seslerin titreşimlerindeki yükselip alçalma farklarından kaynaklanan perdelenme olayı, ses perdelenmesi; hecenin tiz veya pes söylenişi: — fBu? «bu mu?» (yükselen ton) — IBu. «evet bu» (alçalan ton) — Sorularımıza cevap verefcek misin? (yükselen ton) — Sorularımızı dinlendi vegiitti (alçalan ton) gibi. tonlama (Alm. Intonation; Fr. intonation; İng. intonation) Konuşma sırasında, konuşmaya hâkim olan esas tonda çeşitli anlam incelikleri sağlayan değişiklikler; konuşanın önem verdiği veya ayırıcı anlamlar vermek istediği kelimelerde başvurduğu değişik ton, kelime ve heceler arasında yükseklik ve yoğunluk bakımından meydana getirdiği farklar: — Eh↓, ne diyorsun baka flım? Orhan şaşala I di: — ↑Nasıl ya↓ ni? — ↑Ne düşünüyorsun de↓ dim ? — ↑Hiiç. — İyi ↑ya. Gene gazeteye eğil↓di. Ama Orhan ’m güldüğü ↑nü de gör ↓ dü: — Ne↑ ye güldün ? Ge↑ne ↓ mi hiç ? — Orhan bu sefer da↑ha bir iç↓ten gül↓dü: — ↓Evet. Ama bu sefer ↑ sahiden hiç. — Demek demin ↑yalancıktan ↓ hiç idi"? — Öy↓le (T. Buğra, Dönemeçte, s. 22) vb. Yukarıdaki örnekte yer alan hiç kelimelerinde birbirinden farklı tonlamalar vardır. tonlama uzunluğu Konuşma sırasında tonlamaya bağlı olarak meydana gelen geçici uzunluk: Giz Ayşee, anana deyiver de ince eleği veriversin. Hatce abaaa, gııız; anam der ki iki saplının işi yoksa veriversin ha der. Kardeşliiik. Giz kardeşliiik. Mezere mi girdin hay gıız ?Deminden beri ünlerim de sesin çıkmaz. Eysıranı isterin (T. Buğra, Dönemeçte, s. 61) vb. tonlulaştna (Alm. Sonorisierung; Fr. sonorisation; ing. Sonorisation, voicing) 1. Ünsüzlerin boğumlanması sırasında, ciğerlerden gelen havaya ses tellerinin titreşerek ton vermesi, ünsüzlerin tonluluk niteliği kazanması, b, c, d, g, vb. ünsüzlerin boğumlanmasında olduğu gibi. bk. tonlu ünsüz. Karşıtı tonsuzlaşma’dır. 2. Tonsuz p, ç, t, k gibi ünsüzler ile biten kelimelerin sonuna ünlü ile başlayan bir ek getirildiğinde, kelime sonundaki tonsuz sert ünsüzlerin yumuşayarak tonlu b, c, d, g (ğ) ünsüzlerine dönüşmesi olayı, sebep > sebebi, kebap > kebaba, ağaç > ağacı, topaç > topaca, art > arda, dört > dörde, denk > dengi, eşik > eşiğe, köpük > köpüğün vb. tonlu ünsüz (Alm. Stimmhaft, Sonorlaut; Fr. consonne sonore, consonne douce, voise; İng. voiced, sofi consonnant; Osm. Sedalı konson) Ciğerlerden gelen havaya ses tellerinin titreşip ton vermesi ile boğumlanan ünsüz türü. Türkçede b, c, d, g, ğ, j, I, m, n, v, y, z ünsüzleri tonlu ünsüzlerdir. Karşıtı tonsuz ünsüz’dür. tonsuzlaşma (Alm. Stimmlosigkeit, Verlust der Stimmhaftigkeit; Fr. assourdisse-ment, devoisement; İng. loss of voicedness, devoicing) Ses tellerinin ciğerlerden gelen havayı titreştirmemesi ve ton vermemesi; ünsüzlerin boğumlanma sırasında titreşimlerini kaybederek tonsuzluk niteliği kazanması, p / ç / t vb. Ünsüzlerin boğumlanmalarında olduğu gibi. bk. tonsuz ünsüz. Karşıtı tonlulaşma’dır. tonsuz ünsüz (Alm. stimmloser Konsonant, tonloser Konsonant; Fr. consonne sourde; İng. unvoiced consonant, voiceless consonant; Osm. sedasız konson) Ciğerlerden gelen havanın ses tellerinde titreşime uğramadan ve ton almadan bir fısıltı veya gürültü biçiminde boğumlanması ile oluşan ünsüz. Türkçede ç /f h/k/p/s/ş/t ünsüzleri tonsuz ünsüzlerdir. Karşıtı tonlu ünsüz’dür. topluluk adı (Alm. Sammelname, Kollektivum; Fr. nom collectif; îng. collective noun; Osm. ism-i cem’) Şekil bakımından teklik durumunda olduğu hâlde, anlamca topluluk kavramı taşıyan ad: alay, bölük, grup, ordu, cemaat, sürü, tabur, katar vb. topluluk eki İsimlerde sayı bakımından topluluk ve bir aradalık gösteren ek. Tarihî dönem metinlerinde rastlanan -AgU: ikegü «ikisi bir arada», üçegü «üçü bir arada, üçü birlikte» altagu «altısı bir arada, altısı birlikte» vb. TT’de aslında bir ikilik eki olan + °z de yaygınlaşma yoluyla kısmen bir topluluk gösterme ekine dönüşmüştür: üçüz, dördüz, beşiz altız gibi. topluluk ismi bk. topluluk adı topluluk sayı sıfatları Asıl sayı sıfatlarına gelerek belirttikleri nesneler arasında yakınlık, birlik olduğunu gösteren ve bir nesne topluluğu bildiren sayı sıfatları: ikiz (kardeşler), ikiz (çocuk), üçüz (oğlan), beşiz (doğum) vb. Bu sıfatları oluşturan + (I)z/+(U)z eki bazan bir +11/ +IU ekiyle uzatılmıştır: İkizli badem, üçüzlü fındık beşizli doğum gibi. Ancak, bu +(I)z/+(U)z eki sayılı sayı sıfatlarında kalmış durumdadır. Sayı adlarına doğrudan doğruya +11/+IU eki getirmekle de topluluk sayı sıfatları yapılabilir: beşli tabanca, yedili şamdan, üçlü anlaşma; iskambil’de ikili, dörtlü, yedili, dokuzlu gibi. Çift ve çifte kelimeleri de ikili anlamında birer topluluk sayı sıfatı olarak kullanılabilir: çift atış, çift ayaklılar, çift kürekti, çifte ben, çifte düğün, çifte minare vb. bk. sayı sıfatı. tümleç (Alm. Ergânzung, Objekt; Fr. complement; İng. complement, object; Osm. meful, mütemmim) — Cümle içinde yalın ya da yükleme, yönelme, çıkma, vasıta durumu gibi bir durum eki almış olarak kendisini fiille ilişkili duruma getiren ad: ateş yak-, su püskürt-, yokuş çık-, köşeyi dön-, bir olayı aktar-, yemeğe alıkoy-, işe dal-, yoldan çevir-, başarıyla çalış-, işe bel bağla-, olaydan ders al-, lafı ağzından kaçır- vb. Tümleçler yüklemin anlamını çeşitli yönlerden tamamlayan öğelerdir. Bastıkları yeri (nesne) görmüyorlar, bataklıklara, su birikintilerine dala çıka, (zarf tümleci) konuş m ad an (zarf tümleci) acele acele (zarf tümleci) yürüyorlardı (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: YatıkEmine, s. 29). Şükriye başını (nesne) onun omuzuna (dolaylı tümleç) yaslamıştı (T. Buğra, Yalnızlar, s. 115). Görünürde (zarf tümleci), yani üretimde erkekten çok kadın var (K. Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 43). Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştir-diği bir dünyada (zarf tümleci) yalnızım (Peyami Safa, Yalnızız, s. 446). Basık tavanlı, tütmüş sobası, pis cigara dumanlarıyla dolu bir kahvede (zarf tümleci) İnsanlar toplanmışlardı (S. F. Abasıya-nık, Bütün Eserleri, s. 16) vb. Ayrıca bk. nesne, dolaylı tümleç, edat tümleci, zarf tümleci. tür adı (Alm. Gattungsname; Fr. nom commun; İng. common noun; Osm. cins ismi, ism-i cins) Aynı türden olan varlıklara soyut kavramlara verilen genel ad: ağaç, ateş, çiçek, koyun, kum, ördek, tuğla, yol, savaş, yağmur, bilgi, bilim, arkadaşlık, duygu, düşünce, güzellik, sevinç, gönül, bilgi vb. türeme bk. ünlü türemesi. türeme ünlü (Alm. Einsatzvokal; Fr. voyelle d’attaaue; İng. anaptyctic voıuet) Asıl kelimede olmadığı hâlde çeşitli nedenlerle kelime başında veya içinde türeyen ünlü: Rus > urus İng. steam > istim, lazım > Hazım, grup > gurup, gencecik (<genç-e-dk), sabr > sabır, keşf > keşif vb. bk. ünlü türemesi. türeme ünsüz Asıl kelimede olmadığı hâlde, çeşitli nedenlerle kelime başında veya içinde türeyen ünsüz: ur> vur-, âveng > hevenk, ip > yip, kılıç > kıhnçvb. bk. ünsüz türemesi. türemiş fiil (Alm. abgeleitetes Verbum; Fr. verbe derive; İng. derived; Osm. müştak fiil) Ad veya fiil kök ve gövdelerinden yapım ekleriyle kurulmuş fiil: göz / göz + le-, gözle-m+le-, göz + le-n-, yaş / yeş-er-, gök /göğ-er, iyi / iyi + le-ş-, yürü- / yürü-t-, al- /al-ın-, gül- /gül-üş-, sar- / sar-ü-vb. türemiş ad (Alm. abgeleitetes Nomen; Fr. nom derive; İng. derived noun; Osm. müştak isim) Ad veya fiil köklerinden yapım ekleriyle kurulmuş ad: göz+lük, iş+çi, pazar+cı, ben+cil, yok+sul, tüt-ün, göç-ük, tarı-m, yık-ık, acı (<aç-ıg), yay-gın, süpür-ge, çal-gıvb. türemiş kelime (Alm. abgeleitetes Wort; Fr. mot derive; İng. derived uıord, Osm. müştak kelime) Ad ve fiil soylu kelime köklerinden yapım ekleriyle genişletilerek bağlandığı kelimeyle ilgili yeni anlamlar kazanmış kelime: yazlık < yaz+lık, kutlu < kut+lu, konuk < kon-uk, yaygı < yay-gı, iyice < iyi+ce, güzün < güz+ün vb. türemiş sıfat (Alm. abgeleitetes Eigenschaftszvort; Fr. adjectif derive; İng. derived adjective; Osm. müştak sıfat) Ad ve fiil köklerinden sıfat yapım ekleriyle kurulmuş sıfat: ak saç+lı kadın, Ankara+lı yolcu, can+lı yayın, ün+lü sanatçı, tuz+lu yemek, kut+lu gün, insancıl davranış, insancıl tutum, çocuksu yüz dip+siz kuyu, ök+süz çocuk, yeşilbaş ördek, kes+kin bıçak, seç+hin insan, kıs+ık ses, esne-k kumaş, parla-k yüz, çat-ık kaş, bir+inci sınıf, iki+şer kişi vb. türemiş zarf (Alm. abgeleitetes Adverb; abgeleitetes Umstandsıvort; Fr. adverbe derive; îng. derived adverb; Osm. müştak zarf. Zarf türetmeye yarayan eklerle kurulmuş zarf: bizcileyin < biz+ce+leyin «bizim gibi», sabah+leyin, akşam+leyin, tez+cek, çabucak < çabuk+çak, yaz+ın, kış+ın, ardı+n+ca (seğirtmek), ileri < il+geri, yukarı, beri vb. türetme (Alm. Ableitung, Derivation; Fr. derivation; îng. derivation; Osm. iştikak) Ad veya fiil kök ve gövdelerine yapım ekleri getirmek suretiyle eklendiği kökle ilgili yeni anlamlar kazanmış kelime yapma işi: oyun+a-mak, verim+li+lik, yara-r+h, kum+luk, bin-ici + lik, ben + im + se-mek, bir-le-ş-tir + mek, oku-t-tur-, yan-kı vb. türev (Alm. abgeleiteles Wort; Fr. derive; İng. derivative; Osm. müştak) Türetme yoluyla yapılmış kelime: az+hk, yol+luk, bula-n-ık, sev-gi + li, ta-ra-n-mış, yeşil+lik, tut-uş, ayır-ıntı vb. -U- ulama bk. bağlama ve bağlama işareti unvan (Alm. Apposition; Fr. opposition; İng. apposition) Şahıs adlarıyla bir arada kullanılarak nezakete yönelik bir hitap biçimini veya şahsın ailedeki, topluluk ve toplumdaki mevkini ve akrabalık derecesini gösteren ad: Kağan, tegin, erkin, beg, hatun, paşa, ağa, hanım, abla, dede, amca, teyze, yange, bacı vb. unvan grubu Bir şahıs adı ile bir unvan ve akrabalık gösteren adın eksiz olarak yan-yana gelerek oluşturduğu belirtme grubu. Unvan gösteren ad şahıs adından önce de sonra da gelebilir; şahıs adı birleşik bir ad olabilir: Bilge Kağan, îlbilge Hatun, Köl Tigin, Mimar Sinan, Mütercim Asım, Süleyman Şah, Mustafa Kemal Paşa, Turgut Reis, Ali Çavuş, Mehmet Ağa, Gülsüm Bacı, Sıdıka Öğretmen, Ahmet Bey, Şair Niğâr Hanımefendi, Zekiye Hatun, Rukiye Teyze, Mehlika Sultan, Hasan Kaptan, Muallim Naci, Vali Reşit Galip, Binbaşı Cahit, General Kâzım Karabekir vb. Unvan gruplarında vurgu birinci öge üzerindedir, uygulamalı ses bilimi bk. deneyli ses bilimi uygunluk (Alm. Kongruenz, Ubereinstimmung, Konkordanz; Fr. accord, concor-dance; îng. concord, concordance, agreement; Osm. mutabakat) Türkçede cümle içinde özneyle yüklemin şahıs ve sayı bakımından birbirine uyması: Şükriye, gerçekleşeceğini kimsenin söyleyemeyeceği bir ümide mahkum edilmiş bulunuyordu (T. Buğra, Yalnızlar, s. 119). Siz doğru dürüst konuşmasını bilmez misiniz hiç? (T. Buğra, göst.e. s. 216). Kolcular bildikleri hâlde yolunu beklemek şöyle dursun, rasgeldikleri yerde hatırını alırlar, gönlünü hoş ederlerdi (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Küs Ömer, s. 73) vb. uyum (Alm. Harmonie, Woheklang; Fr. harmonie; İng. harmony; Osm. ahenk) Yalın veya eklerle genişletilmiş Türkçe kelimelerde kelimeyi oluştu-ran ünlü veya ünsüz türünden seslerin biribirlerini çeşitli bakımlardan kurallı biçimde etkileyerek benzeşmeleri. Uyumun ünlü uyumu, ünsüz uyumu ve ünlü ünsüz uyumu olmak üzere üç türü vardır. Bunlara bk. uzak başkalaşma bk. uzak benzeşmezlik. uzak benzeşme (Alm. Assimilation aufAbstand, mittelbare Assimilation, Fernas-similation; Fr. ferne assimilaton, assimilation â distance; İng. incontiguous assimilation) Kelime içinde bir sesin uzakta bulunan başka bir sesi boğumlanma niteliği bakımından kendisine benzetmesi: binmek > minmek, etmek > ekmek, benderek > mendirek, şemsiye > şemsiye gibi bk. benzeşme. uzak benzeşmezlik (Alm. mittelbare Dissimilation, ferne Dissimilation; Fr. dissi-milation â distance; İng. incontiguous dissimilation) Bir kelimede yanyana bulunmayan ancak boğumlanma nitelikleri birbirinin aynı ya da birbirine yakın iki ünsüzden birinin başka bir ünsüze dönüşmesi olayı: berber > belber, kehribar > kehlibar, birader >bilader, fincan > filcan, zelzele > zerzele vb. bk. benzeşmezlik. uzak göçüşme (Alm. entfernte Metathese; Fr. metathese a distance; İng. incontiguous metathesis) Yanyana bulunmayan ünsüzlerin yer değiştirmesi ile oluşan göçüşme olayı: ödünç> öndüç, ileri > ireli, lanet > nalet, güvercin > güvencir, zerdali > zelderi vb. Ayrıca bk. göçüşme. uzak lehçe Bir dilin ana gövdesinden, metinlerle izlenemeyen çok eski devirlerde ayrılan ve öteki lehçelerle aralarında büyük oranda ses ve şekil bilgisi ayrılıkları bulunan lehçe. Yakut ve Çuvaş lehçeleri, Türkçenin uzak lehçeleri durumundadır. Karşıtı yakın lehçe’dir. bk. lehçe. uzatma Bir veya iki hecesinde uzun ünlü bulunan kelimelerde bu hecelerin uzun okunması: sade (sâde), salim (salim), lâzım (lâzım), yarın (yârın), mevcudumuz (mevcudumuz), hakikî (hakîki), âlimane (âlimâne) «bilgince» vb. uzun hece (Alm. lange Silbe; Fr. syllabe longue; İng. long syllable; Osm. hecâ-i memdûde) Ünlüsü uzun olan hece: âlim (â-lim), inayet (inâ-yet), mevcudiyet (mevcudiyet), rica (rica), ilmî (ilmi), ailevî (ailevi) vb. Karşıtı kısa hece’dir. GRAMER TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ 221 uzun ünlü (Alm. Longvokal; Fr. voyelk longue; İng. long vowel; Osm. sâıt-i mem-dûd) Boğumlanma süresi normal bir ünlünün süresinden daha uzun olan yahut normal uzunluktaki iki ünlünün boğumlanma süresini içine alan ünlü: / ā /ī / / į / ō// ū // ö //ǖ / vb. Türkiye Türkçesinde yabancı kelimelerde yer alan ünlüler dışında uzun ünlü yoktur. Ancak, Türkçenin çok eski devirlerinde ister aslî ister ses değişmeleri sonucu olsun, uzun ünlülerin varlığı bilinmektedir: âb «av», â~ç- «acıkmak», bâr «var», öt «ateş», beş «beş», üç «üç», süt «süt», yok «yok» vb. Bugün bu uzunlukları veya bu uzunlukların daha önceki devirlerde var olduğunun görüntülerini (Çuv. *kânat > sunat "kanat", *kök > kavak "mavi" tort> tâvatta "dört" vb.) Türkmen, Çuvaş, Yakut, Halaç lehçelerinde de buluyoruz. Bu türlü uzunluklar Anadolu ağızlarında da yer yer süregelmektedir. Uzunlukların bir kısmı da özellikle ağızlarda ve konuşmalarda ünlü, ünsüz düşmelerinden ve ses kaynaşmalarından oluşmuştur: ağabey > âbi, var mi? > vâ-mı? daha > dâ, ağlama > alama, bu gün > bön vb. -U- üçleme Aynı kök veya gövdeden yapılan bir ikilemenin aynı kök veya gövdeden kurulmuş bir fiille birlikte kullanılması: sızım sızım sızlamak, kurum kurum kurulmak, didik didik didiklemek, inim inim inlemek, tir tir titremek, süzüm süzüm süzülmek vb. üçüncü şahıs (Alm. dritte Person; Fr. troisie me personne; İng. third person; Osm. gaip) Çekimli fiillerde ve zamirlerde konuşan ve dinleyen dışındaki kişi veya nesne (kişiler veya nesneler): bildi, bilmiş, biliyor, bilir, bilecek, bile, bilse, bilmeli, bilsin, ve «o» zamiri (teklik 3. şahıs); Midiler, bilmişler, biliyorlar, bilirler, bilecekler, hileler, bilseler, bilmeliler, bilsinler, ve «onlar» zamiri (çokluk 3. şahıs) vb. üçüz ünlü (Alm. Triphthong; Fr. triphthongue; İng. triphthong) Tek bir hecede yanyana bulunan üç ünlü: Fr. beaucoup (çok), fauteuil (koltuk); auitude (huzur, sessizlik) İng. contagious "bulaşıcı, sari", con-tentious "kavgacı, münazaacı" gibi. üleştirme sayı sıfatları (Alm. distributive Zahl; Fr. adjective numeral distributif; İng. distributive numeral adjective); Osm. tevziî sayı sıfat-ı, sıfat-ı adediyye-i tevzüyye) Asıl sayılar üzerine -Ar, -şAr eklerinin getirilmesiyle kurulan ve ilgili olduğu nesneyi sayı bakımından paylaştırma, dağıtma, ayırma ve bölük bölük gösterme yönlerinden açıklayan sıfatlar: beşer soru, üçer kez, ikişer el, birer defter, yedişer kişivb. üleştirme sayıları Nesneleri sayıca paylaştırma ve dağıtma bakımlarından ifade etmek için, asıl sayılara bu kavramı veren veya -Ar, -^4r eklerinin eklenmesiyle kurulan sayılar: birer, ikişer, üçer, dörder, beşer, altışar, yedişer, sekizer, dokuzar, onar, ellişer, seksener, doksanar vb. üleştirme sıfatı bk. üleştirme sayı sıfatları ünlem (Alm. Interjektion, Ausruf, Empfindungsıvort; Fr. interjection; İng. inter-jection; Osm. nida) Konuşanın korku, sevinç, acıma, şaşkınlık gibi her türlü duygu ve heyecanını etkili ve kısa bir biçimde anlatmaya, seslenmeye, çağırmaya yarayan ve kısmen bağımlı kelimeler sınıfına giren kelime veya kelimeler: a!, e!, ah!, ay!, ey!, ya!, hah!, o!, vah!, eh!, hay hay!, vay!, of!, uf!, pöh!, aman!, haydi!, bravo!, hişt!, yazık!, hop!, hoppala!, yo!, ayol!, yuh!, yahu!, hu!, be!, sakın!, Allah!, Tanrım!, Yarabbi!, vb. — Bana blöf yok dedik. a doktor! (T. Buğra, Yarın Diye Bir şey Yoktur, s. 148). —Ah bu sarhoş-luk(...) bu romantizmin büyülted (T. Buğra, Yalnızlar, s. 69). Ah bin kulağım obaydı da bin şaheserin lezzetini birden tatsaydım (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 17). Ey şair, çünkü senden sonra çok şeyler oldu (Y. K. Karaosmanoğlu, göst. e., s. 33). Biraz düşündükten sonra bağırdı:- Hah! dedi. Bak meselâ, o tabanca vak’ası... (P. Safa, Biz İnsanlar, s. 53): — Filan köşkü sekiz bin liraya satmışlar... — Vah vah... Haber alaydım, parasını verir, alırdım... (R. N. Gün tekin, Kızılcık Dalları, s. 179). Hay hay! yarın sana uğrarım. Oh canıma değsin! Kardeşim hemen kucağından kapıyorlarmış gibi ona sımsıkı sarılarak: — Aaa!.. Ben İsmail’den ayrılmam... İstemem... Seninle gideceğim, diye isyan etti (R. N. Güntekin, göst.e., s.20) Behey Mübarek adam, gece yarıları denizin dibinde ne arıyordun? (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Şaka, s.70). Saniye şarkı söylerken yakalandığı vakit gözleri dolarak: — Of! İçimin acısından ne haltedeceğimi kendim de bilmiyorum, diyordu (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 125). Ben sekiz senedir buradayım! dedi. Haydi eve gidelim, bir kahve içelim (A. H. Tanpmar, Yaz yağmuru: Teslim, s. 95) vb. Ünlemler kendi içinde A. içe dönük ünlemler, B. dışa dönek ünlemler, C. ses yansımalı ünlemler olmak üzere üç ana gruba ayrılır Bunlara bk. ünlem cümlesi (Alm. interjektiver Satz, exclamativer Satz, Ausrufsatz, affektiver Satz; Fr. phrase interjective, phrase exclamative; İng. interjective sentence, exclamative sentence; Osm. cümle-i nidâiyye) İçinde ünlem bulunan veya ünlem kavramı veren cümle: — Ne görüyorum! Ne görüyorum! Ne süfli, ne iğrenç, ne dar, ne basık ve ne kasvetli bir âlem! (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 53). Ey dost, meğer ne kadar gafil ve safderun imişiz! (Y. K. Karaosmanoğlu, göst. e., s. 52). Onunki doğrudur, be Orhan, inan buna!... (P. Safa, Biz İnsanlar, s. 53). Hayır, ne mümkün! Senin için burası bir kasvetli mahpes ise, orası elim bir menfadır. Burada sıkılıyorsun, fakat orada utanacaksın! (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından: Diğer Nesirler, s. 102). Gözlerim yaşardı. Garson pilâkiyi getirmişti. Fasulyelere kinle, nefretle bakarak: — Ben artık yemek yiyemem ki! dedim (T. Buğra, Yarım Diye Bir Şey Yoktur, s. 20). Ya! işte o, iş başına geldiği, meram ettiği zaman etrafındakilere böyle tahakküm ederdi! (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 59). Ah, bu büyük hanım! Nevnihal Kalfa onu tevekkeli mi affetmiyordu (R. N. Güntekin, göst. e., s. 95) vb. ünlem grubu Bir ünlem ile bir veya daha fazla ad öğesinin oluşturduğu kelime grubu. Bu grup içindeki ad öğesi bir kelime grubu da olabilir: A komşu, ey gönül (Y. K. Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, s. 58). Ey talih! Ölümden de beterdir bu karanlık; Ey aşk! O gönüller sana mal oldular artık; Ey vuslat! O aşıkları efsununa râm et! Ey tatlı ve ulvî gece! Yıllarca devam et! (Y. K. Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, s. 122), vah zavallı, Ey Türk gençliği! Ey Türk istikbalinin evladı (M. Kemal, Nutuk). Ey garip çizgilerle dolu han duvarları (F. N. Çamlıbel, Han Duvarları) vb. Ünlem grubu cümle kuruluşuna katılmadığı için cümle dışı öge durumundadır. Bu bakımdan cümlenin herhangi bir yerinde bulunabilir. Grup vurgusu ünlem üzerindedir. ünlem vurgusu (Alm. Zirkumflex; Fr. accent circonflexe; Ing. circumflex accent) Cümlelerde aynı hece üzerinde, kuvveti önce yükselen sonra azalan vurgu: Ayşee! Heey bana baksanaa! eyvaah! ooh canıma deysin! vb. ünlü (Alm. Vokal; Fr. voyelle; İng. vowet) Ciğerlerden gelen havanın ağız kanalında herhangi bir engele uğramadan yalnız ses yolundaki daralma veya genişleme ile çeşitlenen, dil ve dudakların oluşturduğu ses: a, e, ı, i, o, ö, u, ü. ünlü atlaması (Alm.Ablaut, Vokaltvechsel; Fr. alternance vocalique; İng. ablaut, vouıelgraduatiori) Eklerle genişletilen bir kelimedeki ünlülerin, ünlü uyumu kurallarına bağlı olarak kendilerini ilk hecedeki ünlüye göre ayarlayıp ince sıradan kaim, kalın sıradan ince sıraya yahut da düz ünlüden yuvarlak, yuvarlak ünlüden düz ünlüye geçmeleri olayı: karşılaştırılmalıydı, okutturacağımızdan, gelebilecek miydiniz1?, önümüzdekilerden, korkusuzluğundan vb. Ayrıca bk. ünlü uyumu ünlü çarpışması (Alm. Hiatus; Fr. hiatus; İng. hiatus) Ünlü ile biten bir kelimenin son sesi ile ünlü ile başlayan bir kelimenin ön sesinin yanyana gelmesi veya türetme ve ekleme durumlarında ve dilimize girmiş yabancı kelimelerde iki ünlünün karşılaşması olayı. Türkçe yanyana çift ünlülere elverişli bir dil olmadığından ünlü çarpışmasını önlemek için ya araya bağlama görevi yüklenen bir koruyucu y ünsüzü getirilir, yahut da ünlülerden biri düşer: ne asıl > nasıl? ne edeyim? > nideyim? ne ise > ne-y-i-se > neyse, faide > fâide > fayda, physiologic > fizyoloji, gece idi > gece-y-idi > geceydi, yürü-yüş > yürüyüş, oy-na-y-an > oynayan, oku-y-acak > okuyacak vb. ünlü çatışması bk. ünlü çarpışması. ünlü daralması (Alm. Brechung; Fr. retrecissement, frecture brisure; İng. brea-king) Yanlarında geniş ünlüleri daraltma etkisi yapan bazı ünsüzlerin etkisi altında geniş ünlülerin a > ı, o > u, e > i, ö > ü biçimindeki daralma olayı. Bu olay yazı dilindeki bazı örnekler dışında Anadolu ağızlarında yaygındır, çağır- > çığır-, az > iz, yeni > yini, varınca > varına, oraya > orıya, beyit > biyit, böyük > büyük, ova > uva, sovan > suvan, telefon > tele-fun, başla-yor > başlıyor, oyna-yor > oynuyor, sürükle-yor > sürüklüyor vb. ünlü değişimi (Alm. Vokalwechsel, Umlaut; Fr. inflexion vocaliaue, alternance vo-caliaue; İng. vocalic alternation, voıvel gradation mutation; Osm. vokal te-navüpleri) Ünlülerin ünlülere veya ünsüzlerin ünlülere yaptığı etki sonucunda bir ünlünün nitelik değiştirmesi olayı. Ünlülerin birbirine etkisine veya daha başka nedenlere bağlanan ünlü değişimi, ünlü uyumu; ünsüzlerin ünlülere etkisinden doğan ünlü değişimi, ünlü incelmesi, ünlü kalınlaşması, ünlü daralması, ünlü genişlemesi, ünlü yuvarlaklaşması veya ünlü düzleşmesi biçiminde (bunlara bk.) kendini gösterir. Genellikle ağızlarda görülür: kayış > geyiş, çocuk > çöcük, buz > büz, bıldır > bildir, «geçen yıl», beğen-> bârı-,köle > kok; az > iz, ağaç / ıgaç, çağır-> çığır-, alınca > alına, koy-> guy-, ova > uva, cep > cöp, bebek > böbek, çekirge > çökür-ge, fırsat > fursat, müddet > middet vb. Türkçedeki ünlü değişimlerinin Alm. Bruder «erkek kardeş», Briider «erkek kardeşler», İng. man «adam», men «adamlar» örneklerinde görüldüğü gibi anlama etkisi yoktur. ünlü düşmesi (Alm. Vokal-Ausstossung, Elision; Fr. elision; İng. elision) Türlü ses etkileri altında kelimelerin iç ve son seslerinde bulunan bazı ünlülerin düşmesi: ısıtma > sıtma, ısıcak > sıcak, ısırga sırga "küpe" <Rus. serga, ımızgan-mızgan"uyuklamak" diri > diri+lik > dirlik, ileri > ile-ri+le- > ilerle-, ini+le > inle-, oyun>oyun+a- >oyna-, oğul> oğul+an > oğlan, bakıraç > bakraç, bükülüm > büklüm, uyuku > uyku, yayılım > yaylım, yu-murtala- >yumurtla- vb. Ayrıca ünlü çarpışması durumunda da ünlülerden biri düşebilir: ne asıl"? > nasıl?, ne için? > niçin?, cuma ertesi>cumar-tesi vb. bk. ünlü çarpışması ünlü düzleşmesi Çeşitli fonetik etkenlerle ve genellikle dilimize geçmiş yabancı sözlerde, ilk hecedeki yuvarlak sıradan bir ünlünün düz sıraya geçmesi olayı: pondiko > funduk > fındık, fustuk > fıstık, furnis > fırun > fırın, fursat > fırsat, vutsi > fuci > fıçı, fortuna > furtuna > fırtına, süvari > sivari, münasip > minasip, yumurtga > yumurta > yımırta, muhtar > mıhdar, müddet > middet, zülf > zülüf > zilif bülbül > bilbil, şüphe > şiphe, süpürge > sibirge vb. Bu olayda ikinci hecede görülen düzleşmeler, birinci hecedeki düzleşmelerin devamı niteliğindeki değişmelerdir. ünlü genişlemesi Kelime içindeki dar sıradan, ı, i, u, ü ünlülerinin çeşitli nedenlerle boğumlanma özellikleri bakımından geniş sıradan a, e, o, ö ünlülerine dönüşmesi olayı: ağır > ağar, boğuz > boğaz, yağız > yağaz, bağışlanmak > bağaşlamak, bunalmak > bonalmak, kumar > komar, kümes > kömes, kundura > kondura, uğramak > oğramak, ihtiyar > ehtiyar, kelime > keleme, gelince > gelence, hediye > hedâye vb. Bu genişlemede damak ünsüzlerinin etkisi ağır basar niteliktedir. ünlü ikizleşmesi Yalın ya da ekler ile genişletilmiş kelimelerin iç seslerinde ve ünlüler arasında bulunan y, v, ğ, h ünsüzleri eriyip kaybolduklarında, bunların iki tarafında bulunan ve ayrı hecelere ait iken aradaki ünsüzün kaybolması ile yanyana gelmiş ünlülerin, tek bir nefes baskısı altında birleşmesi : îe, ia, üo, üo, aa, ii, uu, ai, au, ei: cirimiz (Nev.), üahıt (o vakit, Nev.), burijı (Nev.), yqp,r < yağar (Nev.), deel < değil (Kars), soun-da < sonunda (Kars), söüne söiine < sevine sevine (Kars) nerei < nereye (Man.-Alş.), açeim < açayım (Ayd.) vb. Ayrıca bk. ikiz ünlü. ünlü incelmesi Bazı ünsüzlerin etkisiyle kelimenin türlü hecelerinde kalın sırada bulunan ünlülerin veya ünlülerden birinin ince sıraya geçmesi olayı: yaşıl > yeşil, alma > elma, uca > yüce, tısı > dişi, şiş > şiş, ağaç > aveç, dolaş- > doleş- (Man.), tayyare > teyyare, kolay > goley (Nev.), muhkem > muhkem, azamet > ezimet (Kars), mezar > mezer, dane > dene vb. ünlü kalınlaşması İnce ünlülerin, belirli ünsüzlerin kalınlaştırma veya kalın ünlülerin benzeştirme etkilerine bağlı olarak veya daha başka bir nedenle kelimede ön, iç ve son seslerde kaim sıraya geçmeleri: emanet > amanet, ateş > ataş, bahçe > bahça, zâlim > zalim, hizmet > hızmat, yirmilik > yığır-milik, görmek > görmek, göz > goz, heves > haves vb. ünlü kaynaşması Birleşik kelime kuruluşlarında yanyana gelen iki ünlünün kaynaşarak tek ünlü durumuna gelmesi: ne için"? > niçin?, ne asıl? > nasıl, ne eylemek > neylemek, kendi özi > kendözi > kendüzi > kendisi, ne olmak > nolmak, sütlü aş > sütlaç, güllü aş > güllaç vb. ünlü kısalması Normal uzunluktaki ünlülerin boğumlanma sürelerinden daha kısa bir sürede boğumlanmaları olayı. Kısalma olayı büyük bir çoklukla ı, i (u, ü) gibi az sesli dayanıksız dar ünlülerde kendini gösterir: esgiden jşde (Nev.), ayranjşdik (Nev.)., îkij>ssun (Nev.), Sarilim (Nev.), nej)l-du (Nev.), yirmi lire «yirmi lira», (Uşak), varırım (Nev.), yanma (Nev.), yerine (Uşak), eline (Acp.) vb. ünlüler bk. ünlü ünlüleşme (Alm. Vokalisation, Vokalischwerden; Fr. vocalisation; İng. vocalisa-tion) Yalın veya ekler ile genişletilmiş kelimelerde iki ünlü arasında bulunan damak ünsüzleri ile, yarı ünlü niteliğindeki ünsüzlerin yavaş yavaş eriyip kaybolarak ünlü niteliği alması: yazıhane > yazane, evimiz > e-miz, ne kadar? > nadar? ne vakit? > ntihıtf, ne bileyim > nebim, bakalım > balım, vanncaya kadar > varıncâdar, di-y-in > din («diye», Nev.) vb. ünlü olayları Ünlülerin ses değişmelerine bağlı çeşitli nedenlerle kelime içinde, türetme ve ekleme sırasında uğradıkları durağan veya geçici değişmeler. ünsüz nöbetleşmesi bk. nöbetleşme ünlü türemesi Ses özelliklerine veya birbirleri ile birleşme şartlarına bağlı bazı nedenlerle kelimenin ön, iç ve sonuna ünlü getirilmesi olayı: scarpino > iskarpin, ruze > oruç, limon > ilimon, grup > gurup, azıcık < az-ı-ak, emr > emir, akl > akıl, demiş ki > demiş-i ki vb. Buna göre olay ön seste ünlü türemesi, iç ses ünlü türemesi ve son seste ünlü türemesi olarak üç gruba ayrılabilir. ünlü uyumu (Alm. Vokalharmonie; Fr. harmonie vocaliaue: İng. voıuel harmony; Osm.âkeng-i asvât) Türkçe sözlerde kök hece ünlülerinin taşıdıkları kalınlık-incelik, düz-lük-yuvarlaklık niteliklerine göre öteki heceler ünlülerine yaptığı etki sonucunda ortaya çıkan benzeşme sistemi: başlangıç, bilezik, üzengi, delicesine (<del;-ce-si-n-e), kesmece (<kes-me-ce), birikinti (<birik-inti), bıraktılar (<bırak-tı-lar), yolcu (<yol-cu), yolsuzluk (<yol-suz-luk), görmüyordu. (<gör-me-yor-du) vb. bk. büyük ünlü uyumu, küçük ünlü uyumu. Ünlü uyumu bozulmamış bazı Türkçe sözler ile uyuma aykırı alıntı sözler, eklerle gemişletildiklerinde, uyum, o kelimelerin son hecele-rindeki ünlülere göre ayarlanır; şişmanlık, inan-an-lar, hangi-leri, kar-deş-leri, kiracı-lardan, bok-sör-ler ünlü uzaması Çeşitli ses değişmeleri sonunda bir ünlünün boğumlanma süresinin normal ünlülerin boğumlanma süresinden daha uzun sürmesi, o ünlünün daha uzun söylenmesi: değirmene > dermene (hece kaynaşması olayı ile); ne yapacağım > nâpacâm (hece kaynaşması ile); bir daha > bi dd (hece kaynaşması ile); ağlaş- > alaş- (ünsüz düşmesi ile); yağmur > yamur (ünsüz düşmesi ile); «vay torunum» dimiş (vurgulama ile); bana bak komşu hü! (seslenme ile) vb. ünlü-ünsüz uyumu k, g, k, ğ, n, ğ gibi ünsüzlerin yanlarındaki ince ünlüleri kalınlaştırma etkileri yüzünden, yalnız bir hecesi kalınlaşmaya uğramış ünlüsü ince sıradan kelimelerde, kaybolmuş bulunan ünlü uyumundaki bozukluğu gidermek için ünlülerin değişen incelik niteliğinin ünsüzlere aktarılması yoluyla kelimenin genel söylenişini başka bir şekilde yeniden devam ettirmeye dayanan uyum; evdâ < evdeki, dunulluğe < dünürlüğe, dirdnen < direkle, gördüm < gördüm), ildrşı <ele güne karşı, dâssin <degilsin, bükul-<bükülmek) vb. ünlü yuvarlaklaşması Kelimede ön ve iç ses durumundaki düz ünlülerin çeşitli fonetik etkenlerle yuvarlak sıraya geçmeleri: bebek > böbek, cep > cop, çez- > çöz-, çeşme > çöşme, ek- > ok-, çekürge > çökürge, delük > dölük «delik», devlet > döv-let, sakal > sokal vb. ünsüz (Alm. Konsonant, Mitlaut; Fr. consonne; İng. consonant; Osm. samit) Ağız kanalında ve diğer ses organlarında bir engelleme, daralma veya kapanmayla ve bir ünlü yardımıyla çıkarılan ses: p, b, m; t, d; k, g; ç, c: f, v; y; h; s, z; ş, j; ğ, I, r. Ünsüzler ses yolundaki boğumlanma noktalarına göre dudak, diş-dişeti, damak ve gırtlak ünsüzleri; boğumlanma sırasında ses yolunun kapanma veya daralma durumuna göre patlayıcı, sızıcı ünsüzler; ses tellerinin ton verip vermemesine göre de tonlu ve tonsuz ünsüzler olarak sınıflandırılır. Boğumlanma sırasında geniz yolunun da devreye girdiği ünsüzler geniz ünsüzleridir. Diğerlerine oranla daha bol ses veren ünsüzler, akta ünsüzler adını alır. Bunlara bk. ünsüz benzeşmesi İç seste yanyana iki ünsüz bulunan yerlerde veya söyleniş bakımından aynı durumda bulunan komşu kelimelerin son ve ön sesleri arasında, bazen iki ünsüzden birinin kendisine yakın boğumlanma niteliği taşıyan öteki tarafından büsbütün veya kısmen benzeştirilmesi olayı: kan- bur > kambur, çenber > çember, cünbüş > cümbüş, onbir > ombir, bunlar > bunnar, karanlık > garannıh, türlü > tüllü, Hatice > Hacca vb. ünsüz değişmesi (Alm. Lautverschiebung; Fr. mutation consonantiaue; îng. consonant mutation) Bir ünsüzün yerini kendisine yakın başka bir ünzüse bırakması: k- > g-: kel- > gel-; b- > p-: busu > pusu, bınar > pınar, barnak > parmak; b- > v-: bar-> var-, bar > var, ber- > ver-, sub > suv > su;-d- > -y-, -d > -y: kudug > kuyu. bod > boy, vb. bk. ses kayması. ünsüz düşmesi Kelime içinde (bir ünsüzden önce), kelime sonunda veya kaynaşma olayı ile iç seste r, n, I, /gibi akıcı ve sızıcı ünsüzler ile y, g, ğ, k, h gibi ünlüleşme ve sızıcılaşarak erime özelliği taşıyan ünsüzlerin kaybolması olayı: ET. keltür-> TT. getir-, oltur-> otur-, büyük+çek > büyücek, alçak+cık > alçacık, ufak+rak > ufarak, söyle-> sole-, cephe > cepe, eksik <ET. egsük> Anad.ağz. eşik, çift sür- > çif sür-, üst kat > üsgat, çiftçi > çifçi, gençler > geş-ler, eğer > eye, giderler > giderle, gayri > gâri, öğretmen > öretmen, yoksam > , yösam «yoksa» ET. ögsüz > TT. öksüz > ösüz, yazıhane > yazâne, evimiz > emiz, doğru > doru (Z. Korkmaz, Güney-Batı Anadolu Ağızları, s. 77-82; Nevşehir ve Yöresi Ağızları., s. 106-110) vb. Ayrıca Oğuz grubuna giren lehçelerde, Eski Türkçenin iç seste hece başı, hece sonu ve kelime sonu g’lerinin eriyip kaybolması da bu nitelikte bir ünsüz düşmesi olayıdır: açığ > acı, çerig > çeri, kudug > kuyu, ulug > ulu, kışlag > kışla, yaylag > yayla; kurtgar- > kurtar, suvgar- > suvar-, başkar- > başarünsüz göçüşmesi bk. göçüşme. ünsüz ikizleşmesi (Alm. Gemination; Fr. gemination; İng. geminate; Osm. teşed-düd) İç seste iki ünlü arasında bulunan ve vurguyu üzerinde bulunduran ikinci hece başındaki ünsüzlerin, açık ve zayıf boğumlanmalı ilk hece ünlülerinin etkisi altında, kendi hece sınırlarını aşacak bir yoğunlukla boğumlanmaları sonucunda, söz konusu ünsüzdeki tekrarlanmayı gösteren ses olayı: aşağı > aşşağı, aman > amman, azık > azzıh, ışık > ış-şıh, ısır- > ıssır-, kaşık > gaşşıh, küçük > güççük, döşek > döşşekvb. Bu olay sonunda açık ilk heceler zayıflıktan kurtulmakta ve birer kapalı heceye dönüşmektedir. ünsüz tekleşmesi Yalnız şeddeli Arapça alıntı sözlerde, kelimelerin iç ses ünsüzlerinde-ki aslî ikizliğin tekleşme yoluyla kaybolması olayı: amma > ama, haki-miyyet > hakimiyet, hürriyyet > hürriyet, milliyyet > milliyet, müddet > müdet, temmuz > temus, kuvvet > guvat vb. ünsüz türemesi Kelime ön, iç ve son seslerinde, kelimenin aslında olmayan bir ünsüzün türemesi olayı: elbette> helbette, ir > yır, ırak > yırak, igit > yiğit, bazen bağzen, tamir > tağmir, te’min > teymin dua > duva, şa’ir > şayirvb. bel-kim, çünkim, barım gibi kelimelerde görülen son sesteki -m, Eski Türk-çedeki -mA pekiştirme ekinin kalıntısı gibi görünüyor. ünsüz uyumu (Alm. Konsonantenharmonie, Konsonantengesetz Fr. harmonie consonantique; İng. consonant harmony) Kelimelerin eklerle genişletilmesi sırasında veya yan yana gelen hecelerde tonlu ünsüzlerden ve ünlülerden sonra tonlu, tonsuz ünsüzlerden sonra genellikle tonsuz ünsüzlerin gelmesi temeline dayanan uyum: atkı (<at-kı), ava (<av-a), avdan (av-dan, sargı (<sar-gı), sucu (<su-cu), sudan (<su-dan), geçti (<geç-ti), yaprak (<yap-rak <ET.yapur-gak) süzgeç (<süzgeç) vb. üslûp bilimi (Alm. Stilistik; Fr. stylistique; İng. stylistics) Şahısların, özellikle sanatçıların dili kullanış biçimlerini incelemeye yönelik edebiyatla yakın ilgisi olan inceleme alanı. üst çene Ağzın üst kısmını oluşturan ve konuşma sırasında ağzın rahatlıkla hareketini sağlayan organ. bk. çene. üst dudak bk. dudak. üstünlük derecesi (Alm. Superlativ, Meiststufe; Fr. superlatif; İng. superlative; Osm. tafdil derecesi, derece-i tafdît) Sıfatlardaki niteliğin bir şahıs veya nesnede en üst derecede bulunduğunu göstermek üzere başvurulan ve sıfat tamlaması önüne en, pek gibi zarfların getirilmesi ile kurulan karşılaştırma derecesi: Bilmezsiniz, uykuları ne kadar hafiftir; en küçük bir çıtırtı bile onları uyandırır (A. H. Tanpmar, Abdullah Efendinin Rüyaları s. 93). Ormanın bu en boş, en kuytu parçasında dünyayı hatırlatan insanı ölüme yaklaştıran, gönlüne üzüntüler veren bir hâl, bir tesir vardı (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri s. 88). Fakat beni mazur gör. Ben kendimi ilâhların e n merhametlisine vakfettim (Y. K. Karaosmanoğlu, Erenlerin Bağından, s. 39). Pek yakında size müjdeli bir haber getireceğimi unutmayın vb. -V- vasıf ismi bk. nitelik sıfatı vasıta durumu (Alm. Kasus Instrumentalis; Fr. cas instrumental; İng. instru-mental case) Adın belirttiği nesnenin vasıta olarak kullanıldığnı, fiile vasıta olduğunu belirtmek için kullanılan durum: Eski ve orta Türkçede + in / + Un ekiyle karşılanan bu durum, bugün Türkiye Türkçesinde artık kalıplaşmış zarflar biçimindedir. Bunun yerine ile edatı geçmiştir. Bu durum ile edatı veya bunun ekleşmiş biçimi olan + 1E ekiyle karşılanır: Eğlence meclislerinde bir kenara çekilip kahve fincanı ile yarı gizli rakı atıştıran Ceza Reisi, Agah’ı zorluyor. «Seni evlendirelim oğul, bu memlekette bekar durulmaz!» diyordu (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Şeftali Bahçeleri, s. 37): Hilmi Ağa, teknesi ile yorgana vurdu, bir tarafa fırlattı (R. H. Karay, göst. e. Sarı Bal, s. 62). Yok Münkir, Nekir ateşten kerpetenle adamın dilini koparırmış... (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 96). Atlarla ovaları dağları aştıkları oluyor, denizleri yüzüp geçiyorlar. Otomobillerle çöllerde birbirlerini kovalıyorlar; öyle ki dünyanın yüzü bunlara dar geliyor (M.Ş. Esendal, Ev ona yakıştı, s. 107) vb. vasıta durumu eki (Alm. instrumental, Instrumentalis; Fr. sufftxe instrumental; îng. instrumental) Adları vasıta durumuna sokan ek. Türkçenin asıl vasıta durumu eki +In/+Un ekidir. Bugün bu ek, Türkiye Türkçesinde artık zarf olarak kullanılan bazı kelimelerde kalıplaşmış biçimiyle sürmektedir: yazın, kışın, güzün, baharın, için için, ardın ardın vb. Türkiye Türkçesi, vasıta durumunun karşılanması için ile edatından ve bunun ekleşmiş biçimi olan + IE den yararlanmaktadır, bk. vasıta durumu vasıta grubu + IA vasıta eki almış bir ad öğesinin başka bir ad öğesi ile kurduğu kelime grubu. Öteki kelime gruplarında olduğu gibi, bu grup da bir sıfat-fîil ya da zarf-fiil grubunun kısalmasından oluşmuştur: Elle tutulur, gözle görü lür (olan) bir başarı. Antika eşyalarla d o lu (olan) bir salon. Yaptıklarıyla öğünen bir adam, el işleriyle süslenmiş bir masa örtüsü. Çocuklarıyla yakından ilgili bir anne. Ziraatle, hayvancılıkla (elde edilen) muazzam imkânlar hazinesi görürsün! (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 225). Onuncu gün mü ne idi, mermilerle düşünce kastının aynı şey olmaya başladığını gördü (T. Buğra, Küçük Ağa, s. 131). Ve güneş hızla dönen bir top olup çarşı camiinden giriveriyor. (S. Ço-kum, Ağustos Başağı, s. 237). vb. verme durumu bk. yönelme durumu vurgu (Alm. Intensitâtsbetonung, Dmckakzent, Akzent; Fr. accent d’intensite, ac-cent dynamiaue; İng. stress; Osm. şiddet-i savtiyye) Konuşma sırasında kelimedeki bir heceyi diğerlerine göre daha yüksek bir ses tonuyla, daha baskılı bir şekilde söyleme. Vurgunun kelim-vurgusu, cümle vurgusu, anlam vurgusu ve ünlem vurgusu gibi türleri vardır. Bunlara bk. vurgulu hece (Alm. Drucksilbe; Fr. syllable accentuee; İng. stressed syllable) Kelimelerde vurguyu üzerinde bulunduran hece: okumuşluk ’gitme, yazma, kapıya gelmeyiniz, pekâlâ! ey vah’.vh. vurgusuz hece (Alm. unbetonte Silbe, atonale Silbe; Fr. syllabe inaccentuee, sylh.-be atone; İng. unstressed syllable) Kelimelerde üzerinde vurgu bulunmayan, ötekilere oranla daha güçlü nefes baskısı taşımayan yan hece: okumuşluk, gitme, yazma, kap ya, gelirken, bile mernvh. Yukarıdaki örneklerin aralıklı dizilmiş heceleri vurgusuz hecelerdir. vurgu uzunluğu Söze kuvvet vermek veya kavramların anlamlarını daha etkili durunu getirmek için bazı kelimelerin hecelerinin baskılı bir şekilde dah uzun söylenmesi ile ortaya çıkan vurguya bağlı uzunluk: «Vay tor nüm» dimiş. Gaymaham begin elinde ne varyazzıh! öyle çalış çalış; her) lerimiz toz_olur, sırtımız killenir (Z. Korkmaz, Nevşehir ve Yöresi Ağızı rı, s. 39). vb. Bir dile yabancı bir dilden kelimesi ile birlikte geçmiş ve daha o dile malolmamış bulunan ek: Far. + âne: cahilane "cahilce", dostâne "dostça", merdâne "mertçe"; + Far. +bî: bîperva "pervasız, korkusuz", bîtap (<bîtâb) "güçsüz"; Far. +dâr: kindar "kinci", pişdar "öncü", ziyadar "ışıklı", kıymetdâr "değerli"; Ar. +en: ferden "kişisel", hukuken "hukuk bakımından", irken "ırkça", gıyaben "gıyabında, yokluğunda", Ar + î: Arabî "Arapça", Farisî "Farsça", bedenî "bedence", kalbî "kalpten, içten", Sel-çukî "Selçuklu", leylî "yatılı", neharî "gündüzlü"; Far. -vkâr: azimkar "azimli", heveskâr "hevesli", hürmetkar "saygılı", namuskâr "namuslu"; Far. +sitan: gülsitân > gülistan; Acemistân "Acem ülkesi"; Ar. +zî: zîkıymet "kıymetli, değerli", zînüfuz "nüfuzlu, sözü geçer, etkili"; Fr. +el: aktüel "güncel", naturel "tabii, doğal", entellektüel "aydın kimse", Fr. -siyon (<-tion): izolâsyon "soyutlamak", promosyon "özendirme, hediye"; Fr. -matik: dokunmatik, yıkamatik "yıkama makinesi" vb. yabancı kelime (Alm. Fremdzvort; Fr. emprunt; İng. borrouıed word; Osm. müs-tear kelime) Bir dile yabancı bir dilden girmiş; ancak, daha o dilde benimsenmemiş olan kelime: Fr. animatör "sunucu, çizgi film yapımcısı", deflasyon < Fr. deflation "durgunluk, para durgunluğu", brifing (<İng. briefing "bilgilendirme", bestseller "satış rekoru kıran kitap", departman <Fr. de-partement, dipfriz < İng. deep-freeze "derin dondurucu", ekoloji (<Fr. eco-logi) "çevre bilimi", fiktif< Fr. y^rii/’"kurmaca", franchising< İng. franchi-sing"isim hakkı", dejenerasyon < Fr. degeneration "soysuzlaşma", factoring < İng. factoring "aracı", İng. handling "yer hizmetleri", İng. off-shore "kıyı bankacılığı", realizasyon < Fr. realisation "gerçekleştirme", transparan < İng. transparency "saydam", İng. underground "yer altı" vb. Dilimize Arapça ve Farsçadan geçmiş Doğu kökenli sözlerin pek çoğu, yeni türetmelerle kullanılıştan düşmüş ise de çeşitli etkenler altında batı dillerinden girmiş olan sözlerin önü alınamamıştır. Bunlar içinde estetik, karne, kontrol, kontenjan, ekose, enflasyon, envanter kredi, sektör, jüri, rapor, kontrol, kontenjan gibi kısmen benimsenerek alıntı kelime durumuna geçmiş olanlar varsa da, yukarda belirtilen türden pek çok söz yabancılık damgasını taşımakta ve Türkçe karşılıklarının benimsenmesini beklemektedir. Krş. alıntı kelime. yakın anlamlı (kelime) Gösterdikleri kavram ve taşıdıkları anlam bakımından birbirine yakın olan kelimeler: anlaşmak / uyuşmak; bıkmak / usanmak / bezmek; devirmek / dökmek; çevirmek / aktarmak / döndürmek; güç / kuvvet; deprem / sarsıntı; göndermek /yollamak; akıllı /kafalı; darılmak /küsmek /gücenmek , incinmek\h. bk. ve krş. eşanlamlı (kelime) yakm anlamlılık İki veya daha çok kelimenin birbirine yakın anlam taşıması, aralarında çok küçük bir anlam farkının bulunması: bıkmak / usanmak / bezmek; yollamak /göndermek; bezemek /süslemek; hoplamak /zıplamak; alçalmak ,, inmek; ağmak / yükselmek / çıkmak; çalışmak / çabalamak / koşuşturmak: çile çekmek / zahmet çekmek / eziyet çekmek; üzüntü / elem / keder; yola çıkmak /yola düşmek /yola koyulmak; kaçmak / savuşmak / sıvışmak; kemer, kuşak / belbagı vb. bk. ve krş. eş anlamlılık. yakın başkalaşma bk. yakın benzeşmezlik. yakın benzeşme (Alm. unmittetelbare Assimilation, Nahassimilation; Fr.assimi-lation en contact, assimilation contique; İng. juxtapositional assimilation) Kelimede iç seste yanyana duran iki ünsüzden birinin kendisine yakın boğumlanma niteliği taşıyan öteki tarafından büsbütün ya da kımen benzeştirilmesi olayı: penbe > pembe, anbar > ambar, künbet> kümbet, kan-bur > kambur, inbik > imbik, yalnız > yannız, eczacı > ezzaa, bunlar > bun-nar, karanlık > garannıh, gitdi > gitti, sacdı > saçtı, seçgin > se’çkin, zenginlik > zenginnik, yatsı > yassı, olmazsa > olmassa, Mehmet > Memmet, iğne > inne vb. yakm benzeşmezlik Bir kelimede yanyana bulunan ve birbirinin aynı veya yakın boğumlanma niteliği taşıyan iki ünsüzden birinin kendi boğumlanma noktasını ötekinden ayırarak başka bir ünsüze dönüşmesi olayı: Ar. kınnap > kırnap > gındap (Anad. ağz.), muşamma > muşamba, hammal >hambal. attar > aktar, Far. tannur > tandır, TT. aşçı > ahçı vb. bk. benzeşmezlik. yakın göçüşme Kelimede yanyana bulunan seslerin yer değiştirmesi olayı: bayram > baryam, derya > deyra, köprü > körpü, yanlış > yalnış, kirpik > kiptik, toprak > torpak, çömlek > çölmek vb. bk. göçüşme. yakın sesli (kelimeler) Sesleri hemen hemen birbirinin aynı veya birbirine çok yakın fakat anlamları farklı olan kelimeler; alem / âlem, şura / şûra, hala / hâlâ, hâkim / hakim, katil / kaatil, âdet / adet, kesir / kesir vb. bk. ve krş. eş sesli ’(kelime). yakıştırma (Alm. Analogie, Angleichung: Fr. analogie; İng. analogie; Osm. kıyas) Şekil veya anlam bakımından dildeki bazı kelimelerin örnek alınması ve yakıştırma yolu ile onlara benzetilerek yeni kelimeler türetilmesi; bir kelimedeki şeklin başka bir kelimeye aktarılması olayı: Mac. nap, Far. âfitâb ve rûz kelimelerinin hem «güneş» hem «gün» anlamlarına gelmesi, anlam aktarımı ile ilgili bir benzetmedir. Bunun gibi Türkçe-de yaşıt kelimesine benzetilerek eşit, korkunç kelimesine yakıştırılarak ilginç; kurultay ’a bakılarak da danıştay, sayıştay ve yargıtay kelimeleri yapılmıştır. 3. şah. zamiri of un çekim gövdesi (casus obliaues, obliaue stem) olan *an-ın çekime girmesi ile anda, andan, anca biçimlerindeki ön sesler de ol > o değişiminden sonra o’ya benzetilerek yakıştırma yoluyla onda, ondan onca biçimlerine girmiştir. Bu olayda genellikle biçim olarak kurala uygun görünen ancak gerçekte kural dışı olan bir benzetme, bir yakıştırma söz konusudur. İngilizcenin çocuk dilinde kurallı şekillere benzetilerek kuralsız şekillerin de kurala sokulması dolayısıyla man «adam» kelimesinin çokluk şeklinin men yerine mans, togo «gitmek», to see «görmek», to know «bilmek» fiillerinin geçmiş zaman şekillerinin uıent, saw, kneıv yerine goed, seed, knomed şekillerinde söylenişi yine tipik birer yakıştırma olayıdır. yakıştırma yolu ile yapılan, bk. yakıştırma. yaklaşma fiili (Alm. Verbum Approximativum; Fr. verbe approximatif; İng. app-roximative verb; Osm. mukarebefiili, fi’l-i mukarebe) -A’lı zarf-fiil biçimindeki bir esas fiille bu esas fiildeki oluş ve kılışın, istenmediği hâlde gerçekleşmesine çok yaklaşıldığı kavramını veren yaz- yardımcı fiilinin birleşmesinden oluşmuş tasvir fiili, düşeyazmak, öleyazmak. yıkılayazmak vb. 238 GRAMER TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ yalancı ikiz ünlü (Alm. Pseudodiphtong; Fr. pseudodiphtongue; İng. pseudo-diphtong) Gerçek ikiz ünlü olmayıp yarı ünlü niteliğindeki y, v, ğ gibi bazı ünsüzlerin telaffuz sırasında ünlüleşip, yanlarındaki ünlü veya ünlüler ile kaynaşarak aynı nefes baskısı alünda boğumlanmasından oluşan ikincil ikiz ünlü türleridir. Türkçede gerçek ikiz ünlü yoktur. Türkiye Türkçesindeki ayrı [aj n], eğri [ei ri], öyle [öile], ov- [ou-], kov-[kou-], düğün [düjjm], babayiğit [babayijt] gibi ikiz ünlülerin oluşması böyledir. Aynı durum, Ana Türkçedeki aslî uzun ünlülerin, lehçelerde zamanla uğradıkları ses değişmelerinden oluşan Ana T. yok > Yak. suoh "yok", Ana T. yol > Yak. suol "yol", Ana T. beş > Kırg. beis gibi ikizleşmeler için de söz konusudur. Genel Türkçede ve Türkiye Türkçesindeki alçalan, yükselen ve eşit ikiz ünlülerin hepsi de bu türlü ses değişmeleri ile oluşmuş ikincil ikiz ünlülerdir, bk. ve krş. ikiz ünlü, alçalan ikiz ünlü, eşit ikiz ünlü, yükselen ikiz ünlü. yalın ad (Alm. einfaches Nomen, Fr. nom simple, İng. simple noun) Birleşik yapıda olmayan ve hiçbir yapım eki almamış olan ad: el, yel, dil, kir, yol, iş, baş, bu, kar vb. yalın cümle bk. basit cümle yalın çatı bk. etken çatı yalın durum (Alm. Nominativ; Fr. nominatif; İng. nominative; Osm. mücerret hâl, hâl-i mücerred) Adın herhangi bir ek almamış yalın durumu: bal, ev, gönül, işçilik vb. Adın iyelik ve çokluk ekleri ile genişletilmiş biçimleri de yalın durum sayılır: ev-im, ev-iniz, ev-leri, çocuk-lar, çocuk-lar-ımız, kız-lar, kız-larımız gibi. yalın kelime bk. basit kelime, yanak ünsüzü bk. avurt ünsüzü. yan anlam (Alm. Nebenbedeutung, Konnotation; Fr. connotation, sens accessoire; İng. connotation, secondary meaning; Osm. talî mânâ, ma’nâ-i talî) Kelimenin asıl anlamı yanında, kullanıma bağlı olarak kazandığı yeni anlam (lar): Baş kelimesinin asıl anlamı dışında «bir topluluğu yöneten kimse, lider», «bir şeyin başlangıcı (ay başı, yıl başı, satır başı)», «temel esas» (her işin başı sağlıktır), «bir şeyin uçlarından biri» (yolun iki başı, «tane, sayı» (iki baş sarımsak, üç baş inek, altı baş aile), «bir şeyin yakını veya çevresi» (ocak başı, havuz başı, mangal başı) vb. pek çok yan anlamı vardır. Ayak, göz, parmak, boğaz, burun gibi organ adları da epey yan anlamlara sahiptir. Türkçmiz bu bakımdan her yönü ile zengin bir özellik taşır. Karşıtı asıl anlam’dır yan biçim bk. değişken şekil. yan cümle (Alm. Nebensatz; Fr. proposition subordonnee; İng. subordinate clause; Osm. tali cümle, cümle-i tâli) Birleşik cümlede asıl cümleyle anlam bakımından ilgili olan, ana cümlenin verdiği kavramı bir şarta, bir sebebe bir dileğe, bir açıklamaya bağlamak suretiyle onu çeşitli yönlerden tamamlayan ve kuruluşu bir cümle değerinde olup yargı taşıyan cümle. Yan cümlenin bağlaçlı yan cümle (ki’W), dilekliyan cümle (-sA’h), şartlı yan cümle (-sA’h, -mlşsA’h), sorulu yan cümle (-m/lı) gibi çeşitli türleri vardır: Karşıtı temel cümle1 dir: Zelzeleden değil, bu sakin ve gülümseyen yüzden bu sükûnet ve kayıtsızlıktan, insanoğlunun yeryüzündeki bu korkunç yalnızlığından korkarak odadan fırladım (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları: Erzurumlu Hamdi, s. 139). Zaten gece oldu mu, onun yorulduğu zaman istediği yerde yatabilmesi için selamlıktaki sofadan bizim odamıza kadar, koca evin her tarafına battaniyeler, yastıklar konulurdu (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları: Evin Sahibi, s. 158). Eğer sırf zevkim için bestelediğim üç beş küçük parçanın eş dost meclislerinde çalınıp söylenmesi bana böyle bir iddia yüklenmesine yeterse, hatıra defteri tutanlara romancı, sigara paketinin arkasını karalayaanlara karikatürist, pazar günü üç beş kilometre yürüyenlere âe sporcu dernek gerekirdi İT. Buğra, göst. e., s.39). Bir an mümtaz ’a öyle geldi ki Tevfik Bey’in sesi, Emin Dede’nin ney’i ile girdiği yarışta bu ilk rüzgardan birini tutuyordu (A. H. Tanpınar, Huzur, s. 244). Kavgaları yazılsa, koca bir kitap tutar, oğlan sanki ikinci bir karakol, ikinci bir adliye olmak iddiasındadır (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur: Karaoğlan, s.44). Tam şu yalının üstüne düşse, daha güzel görünecekken görürdük ki onun ortasından keser de bir bölümünü ışıkta, bir bölümünü gölgede bırakırdı (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s. 125). Kendimi dinlesem, vaktiyle önlerinden geçmiş olduğum yabancı evlerden içimde kalmış böyle bir sesler duyarım ki bende o uzak zamanları yeşerten tohumlar gibidir (A. Ş. Hisar, göst. e., s. 44). Eylül ortası dedi mi, buğday yüklü kağnılar oranın gölgesiz genişliğinde onun zahiri tasvirleri için türkü söyler (T. Buğra, Dönemeçte s. 58). Akşamdan beri yağan kar dinmişse, yatağını tekrar karyolasına taşımayı düşünerek doğrulmak istiyordu (P. Safa, Biz İnsanlar, s. 61). Her ümitsiz insan gibi kendinden değil, dışarıdan hayatın sırasız, tertipsiz, tesadüfi vakalarından, bir tesadüften veya bir talihten imdat bekledi (P. Safa, Şimşek, s. 119). Ayak sesi o kadar yaklaşmıştı ki, büyük bir telaş içinde Pervin yatağa oturdu (P. Safa, gö’st.e., s. 113). Evvelce duyduklarıma fazla bir şey ilave etse, ona hakikatin hududunu hatırlatamayacak mıydım"? (A. Ş. Hisar, Fahim Bey ve Biz, s. 138) vb. yansılama (Alm. Onomatopöie, Lautbild, Schallnachahmung; Fr. onomatopee; İng. onomatopoeia; Osm. lafz-ı taklidi, savt-ı taklidi) Doğadaki insan dışı canlı ve cansız varlıkların çıkardığı ses ve gürültüleri taklit yolu ile yansıtan sözler: gür gür, çat pat, pat pat, küt küt, hır hır, gürül gürül, hav hav, civ civ, ciyak ciyak, mışıl mışıl, zırıl zırıl, panlda-, patırda-, hırılda- vb. yansız (kelime) (Alm. Neutrum; Fr. neutre: İng. neuter; Osm. cins-i salis) Kelimeleri cinslere göre ayıran dillerde ne erkek ne de dişi cinsten sayılmayan ve çoklukla nesneleri belirten kelime: Alm. das Buch «kitap», das Fenster «pencere», das Zimmer «oda.», das Wörterbuch «sözlük» gibi. yapı (Alm. Struktur; Fr. structure; İng. structure) Belli bir dilin bölümlerini birbirine bağlayan ilişkiler bütünü. Söz gelişi, Türkçenin ses yapısı, seslerin birbiri ile ilişkilerine, şekil yapısı da ek ve köklerin karşılıklı ilişkilerine bağlı bir sistem, bir bütündür. yapı bilgisi bk. şekil bilgisi yapılıkçı, yapılıkçımı bk. yapısalcı dil bilimi. yapım eki (Alm. Formans, Bildungselement; Fr. affixe de formation; İng. deriva-tional affix) Kelime kök ve gövdelerine getirilerek yeni kavramların yansıtılmasını, kavramlara karşılık yeni kelimeler yapılmasını sağlayan ek. -fllk / +lUk: odunluk, dizlik yakınlık;+ÇI/+ÇU: yarışçı, izci; +II/+IU: tuzlu; -AcAk: yiyecek, yakacak: + IcI/+UcU: sızıcı, itici, görücü; +A-: boşa-, yaşa-;+dAş: ad-daş> adaş, yoldaş, ülküdeş, -1-: yarıl-, kırıl-;+ 1A-: başla-, izle-, tuzla-; -(I)n-/-(U)n-: sevin-, soyun-; -(I)ş-/-(U)ş-: koşuş-, üşüş- vb. Türkçede yapım ekleri addan ad, addan fiil, fiilden ad ve fiilden fiil türeten ekler olmak üzere dört tür oluşturur. Karşıtı çekim eki’dir. yapısalcı dil bilimi (Alm. strukturale Sprachtuissenschaft; Fr. linguistique struc-turale; İng. structural linguistics) Dünyadaki dillerin yapılarını belirlemeyi araştırma konusu edinen dil bilimi. yapma dil (Alm. künstliche Sprache; Yr.langue artificielle; İng. artifical langu-age) Günlük konuşmalarda kullanılan dilin özelliğinden yararlanılarak ve belli kavramlara, değişik dillere uyabilecek karşılıklar bulma yolu esas alınarak değişik milletlere mensup kişiler arasındaki ilişkilerde dil ayrılıklarının doğurduğu problemleri herkesin kullanacağı ortak bir dille giderme amacına dayanarak yapılan dil. İlk yapma dil Mehmet Mu-hiddin adlı Türk’ün yaptığı Bâlîbilen’dir. Esparando (L.L. Zamen-hof), Volapük (J. M. Schleier), ido (L. de Beaufront) yapma dillere örnektir. yardımcı cümle bk. yan cümle yardımcı fiil (Alm. Hilfsverb; Fr.verbe auxiliaire; İng. auxiliary verb; Osm. fi’l-i iane) Ad soylu veya adlaşmış fiil soylu Türkçe kelimelerle, yabancı kaynaklı ad soylu kelimelerin fiilleştirilmesinde kullanılan irnek, etmek, olmak, eylemek, kılmak fiilleri ve esas fiile tasvir anlamı katan ver-, dur-, kah, yaz-gibi yardımcı fiiller: yorgundum (<yorgun i-dim), hissetmek, yardım etmek, kanaat etmek, şükr eylemek, namaz kılmak, kabul kılmak, hasıl olmak, hazır olmak, iyi olmak, pişman olmak, disipline etmek, sosyal olmak, gidecek olmak okumuş olmak, yazmaz olmak, al-ı-ver-, sal-ı ver-, gid-e-dur-, bak-a-kal-, düş-e-yaz- vb. yardımcı ünsüz bk. bağlayıcı ünsüz. yargı Yüklemin bir duyguyu, bir düşünceyi, bir isteği veya bir durumu, bir oluş ve kılışı karar olarak bildirmesi: gelecek, okuyacağız, alsın, çalış, durakladı, kavradın, yorulacaksın, sakıncasızdır vb. yarı benzeşme (Alm.unvollstândige Angleichung; ¥r. assimilation partielle, par-tielle assimilation) Bir kelimede yanyana ve aralıklı olarak bulunan seslerden birinin ötekini boğumlanma özelliklerinden bir veya ikisi bakımından, yani kısmen kendisine benzeştirmesi olayıdır: penbe > pembe, sünbül > sümbül vb. bk. benzeşme. yarı ünlü (Alm. Halbvokal, Semivocalis; Fr. semi-voyelle; İng. semivotvet) Boğumlanma noktaları ünlüyle ünsüz arasında bulunan ve ünlüye yakın nitelik taşıyan ses. y, w, j, v gibi seslerdir, ağ, av, kavrul-, say-, yay, ay, kay vb. yaşayan dil bk. canlı dil yaşayan ek bk. canlı ek yaşayan kelime bk. canlı kelime yaşayan kök bk. canlı kök. yazı (Alm. Schrift; Fr. ecriture; İng. vmting, script; Osm. hat) Duygu ve düşüncelerin yazılı olarak anlatılabilmesi için bir dildeki sesleri harf, hece veya şekillerle göstermeye yarayan işareder dizisi, alfabe düzeni. Dünya dillerinde hece yazısı, resim yazısı (hiyeroglif) ve alfabe yazısı olmak üzere başlıca üç yazı sistemi vardır bunlara bk. yazı dili (Alm. geschriebene Sprache, Schrifisprache; Fr. language ecrite; İng. writ-ten language) Bir dilin lehçe veya ağızlarından biri üzerine kurulan ortak dilin yazıda kullanılması sonucunda ortaya çıkan yazılı dil. Karahanlı yazı dili, Çağatay yazı dili, Türkiye Türkçesi yazı dili, Özbek yazı dili, Türkmen yazı dili gibi VII. yüzyıldan bugüne gelinceye kadar kurulmuş olan çeşitli yazı dilleri, İngiliz yazı dili, Rus yazı dili vb. Karşıtı konuşma di-ü’dir. yeni kelime (Alm. Neologismus, Neubildung; Fr. neologisme; İng. neologism) Bir dilin kendi kök ve eklerinden yararlanarak, o dilin yaşayan veya ölü kelimelerindeki yapıya bakarak yapılan veya ağız ve lehçelerden alınarak kullanıma sokulan kelime: basın, yayın, basınç, birikim, dergi, durum, göçmen, işlem, kazı, gezi, konut, sözlük, tapınak, yaratık, yargı, yanıt vb. yer adı Şehir kasaba, köy gibi yerleşim birimleriyle buralardaki cadde, sokak, meydan vb. yerlere verilen ad: Ankara, Niğde, Kütahya, Düzce, Safranbolu, Kuşadası, tkizören, Pınarbaşı, Paris Caddesi, Tunalı Hilmi Caddesi, Meneviş Sokağı, Ulus Meydanı vb. yer tamlayıcısı bk. yer tümleci yer tümleci Yönelme, bulunma, çıkma durumu eklerini alarak cümlede yönelme, yaklaşma, bulunma, ayrılma bildiren, yüklemin anlamını yer ve yön bakımından tamamlayan öge: Okula gidiyorum. Saate bakıyorum. Evde bekliyorum. Aşağıda birleşelim. Bugün buradan ayrılıyorum. Yanımdan hiç ayrılmayacaksın vb. yer zarfı (Alnı. Lokaladverb, Adverb des Ortes, Ortsadverb; Fr. adverbe de lieu; İng. adverb ofplace) Fiilin gösterdiği oluş veya kılışın mekân içinde, yerini ve yönünü belirten zarf: aşağı yukarı, içeri, dışarı, ileri, geri, orada, burada vb.: Korkudan sararmış solgun benizli, beyaz dudaklı, samur ince kaşları çatılmış, zayıf, narin bir talebe, mahcup, mütereddit adımlarla içeri girer (Ö. Seyfettin, Harem: Gürültü, s. 231) Yavrucak uykusuzluktan bitkin; fakat gene de: «Ömer’inyanında kalacağım» diye direniyor, yukarı, yatağına çıkmıyor (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, s. 57). Artık kelimeleri eze eze konuşuyor, konuşurken boynunu ileri uzatıyor, hafifçe kamburunu çıkarıyor (T. Buğra, göst.e., s. 44). Onu hiç görmüyormuş gibi bir elini kaldırdığı için yüzünü esirgemek isteyen Necati geri çekilmeğe mecbur olmuştu (P. Safa, Biz İnsanlar, s. 105) vb. yeterlik fiili (Alm. Verbum Potentialis; Fr. verbe possibilitif; îng. potential verb) Fiilin karşıladığı işin, hareketin mümkün veya muhtemel olup olmadığını göstermek için, olumlu durumda bil-, olumsuz durumda da bugün eriyerek kaybolmuş Eski Türkçe u- iktidar fiilinin anlamını üzerine alan (-A) zarf-fiil ekleriyle kurulan tasvir fiili; Sen neden suçlu olacak-mışsınl Nasıl suçlu olabilirsin sen? (T.Buğra, yalnızlar, s.237). Bir şey çıkaramadı ve ancak satırları okuduktan sonradır ki, çekenin Müfettiş Hilmi Bey olduğunu anlayabildi ve şaşırdı (T. Buğra, Yağmur Beklerken, s. 189); (...)Ben, bay Murat, korumanın ve geliştirmenin önemini kavrayamayan veya inkâr eden bütün iyi niyetleri ve bilhassa bütün büyük iddiaları kuşkuyla karşılarım (T. buğra, Yalnızlar, s. 227) vb. bk. tasvir fiili. yokluk eki Ad soylu kelimelere gelerek herhangi bir nesne veya özelliğe sahip olmama anlamında ve +11 /+IU: ekinin zıt anlamlısı yokluk sıfatları yapan +slz/+süz eki: bilinç+siz, can+sız, tat+sız, tuz+suz, yarar+sız, yol+suz, mut+suz vb. yön adları Yön gösteren adlar: kuzey, güney, doğu, batı, gün doğusu, gün batısı, gün ortası vb. yönelme durumu (Alm. Dativ, Wemfall; Fr.datif; İng. dative; Osm. mefûlün ileyh) Yaklaşma, yönelme bakımlarından adın karşıladığı nesneyi fiile bağlayan durum. Bu durum (A), -(y)A yönelme durumu ekiyle karşılanır: Ne kadar çaresiz bir şey istediğini bu yumurcağa anlatmağa imkân yoktu (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s. 72). Hâkimlikten istifası, kasabaya gelip avukatlığa başlayışı ve nihayet onu da bırakarak çiftliğe çekilişi, artık hep bu yorumun çerçevesi içindedir (T. Buğra, Yalnızlar, s. 121). Yola koyuldular. Doktor hizmetkârların kaldığı evlere doğru yöneldi. Şükrüye de o zaman taraçadan inip bardakları toplayıp mutfağa taşıdı (T. Buğra, göst. e., s. 174), Sabri, geçen seferler bu ağaca hiç dikkat etmediğini düşündü (A. H. Tanpmar, Yaz yağmuru: Yaz yağmuru, s. 65); Evvel zaman içinde, muhtelif vilâyetlere gönderilmiş bir vali, ahaliye zulmeder, hâkimler bilhassa idam kararlarına imza vermezler, onunla hiç biri geçinemezlermiş (A. Ş. Hisar, geçmiş Zaman Fıkraları, s. 13) vb. yönelme grubu Yönelme eki almış bir ad öğesinin başka bir ad öğesi ile oluşturduğu grup: boğaza bakan (ev), evine bağlı (erkek), paraya düşkün (kimse) başına buyruk (kadın), cana yakın (insan) vb. Yönelme grubu, ad, sıfat ve zarf görevi yüklenebilir: Otuz bin dirheme satılan bir büyük elmas (A. H. Tanpmar, Beş Şehir, s. 128). Tarlaya düşen ve kadını öldüren yıldırım Bu cümle babana atılmış bir laftı (E. Işmsu, Kaf Dağının Ardında, s. 145). Yoldan geçenler hep oraya bakıyordu. Aleko suskun ve ezik bir görünüşe bürünmüştür (S. Çokum, Ağustos Başağı, s. 139). Bu söylediklerine inanalım mı? (H. Balıkçısı, Deniz Gurbetçileri, s. 139) vb. yönelmeli ikileme Yönelme durumu eki ile kurulmuş olan ikileme türü : başa baş, teke tek, cana can, kana kan; baş başa, el ele, göz göze, diz dize, yüz yüze vb. yönelmeli tamlama Yönelme durumu eki alarak kurulmuş olan tamlama: Durumuna uygun bir iş arıyordu. Caddeye bakan pencereler kapalıydı. Baba oğul, çarşıya uzanan yolun başında karşılaştılar. yön gösterme eki (Alm. Direktivus, Direktiv Endung; Fr. suffixe directif; İng. di-rective suffix) Fiildeki oluş ve kılışın yönünü göstermek için yönle ilgili yer ve zaman adlarını yön gösterme durumuna sokan ek: + GArU, + Ari, + rA ekleri: ET. Tabgaç+garu «Çin’e doğru», kün+gerü «güneye doğru», san+ga-ru «sana doğru»; iliniz+gerü «sizin ilinize doğru»; EAT. ananı beril «oraya, buraya»; göksi+re «göksüne, göksüne doğru»; depesi + re «tepesine, tepesine doğru»; derhalyügürü taşra çıktı «derhal koşarak dışarıya çıktı» vb. +ArIve+rA ekleri Türkiye Türkçesinde artık canlı bir çekim eki olmaktan çıkmış, sayılı kelimelerde kalıplaşmış olarak kalmıştır: sonra, taşra, üzere, üzre, dışarı, beri, geri vb. yön gösterme durumu Adın, fiilin gösterdiği oluş veya kılışın kendi yönünde yapıldığını göstermek için girdiği durum: ET. san+garu «sana doğru», yok+garu «yukarı doğru», taş+ra «dışarıya», taş+ra «dışarıya», ileri, beri, dışarı, gerivh. bk. yön gösterme eki yumuşak damak bk. art damak yumuşak ünsüz bk. tonlu ünsüz. yumuşama (Alm. Erıveichung, Stimmhaftwerden; Fr. adoucissement, sonorisation; İng. voicing, sonorisation) Son sesinde tonsuz ünsüz bulunduran sözlerin, ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında tonlu duruma gelmeleri. Bu olay Türkçenin bu durumdaki her kelimesi için geçerli değildir. Ünsüzün niteliğini koruması veya tonlulaşarak yumuşaması kelimenin bünyesindeki ünlülerin özellikleriyle ilgili olmalıdır: dip / dibi, /dibin; uç / ucu / ucun / uca; ağaç / ağaca / ağacın; gömlek / gömleği / gömleğe; yurt / yurdu vb. krş. ip / ipi, iç /içi, göç / göçü, üst / üstü vb. Tek heceli sözlerdeki yumuşama ve tonlulaşma, bu sözlerin vaktiyle birer aslî ünlü uzunluğu taşımalarından ileri gelmektedir. Aslî uzun ünlülerden sonra gelen p, t, ç, k, ünsüzleri, kendilerinden önce gelen bu uzun ünlülerin etkisi nedeniyle yumuşayıp tonlulaşmıştır. İki ve daha fazla heceli sözlerdeki ünsüz yumuşaması ise, Türkçenin iki ünlü arasında kalan ünsüzlerinin ses değişmesi kurallarına bağlıdır. yutak (Alm. Pharynx; Fr. pharynx; İng. pharynx) Gırtlağı ağız ile birleştiren, en üst ucu burun boşluğuna, ortası ağız boşluğuna ve altı da gırtlağa açılan, üstü geniş altı dar olan boşluğun adı. Bu boşluğa boğaz boşluğu da denir. Ayrıca bk. boğaz. yuvarlaklaşma (Alm. Rundung; Fr. arrondissement; îng. rounding) Düz bir ünlünün, yanındaki dudak ünsüzünün veya söz içindeki yuvarlak bir ünlünün etkisiyle yuvarlak sıradan ünlüye dönüşmesi: bedük > böyük > büyük; biber > büber, savıl- > savul-, nevbet > növbet > nöbet, yabız > yavuz vb. yağmur, avuç, savur- (<sagur-), kavur- (<kagur-), kavuk (<ka-guk (?) vb. sözlerdeki dudak benzeşmesine aykırı durum, bu sözlerin yanlarındaki dudak ünsüzlerinin etkisi ile Eski Türkçedeki yuvarlak biçimlerini korumuş olmaları ile ilgilidir. Dudak ünsüzlerinin yanlarında bulunmadıkları hâlde, düz ünlüsü yu-varlaklaşmış sözler serpintiler biçiminde Anadolu ağızlarında vardır. çez-> çöz-, alış- > olış-, çeşme > çöşnte, ek> ök-, çekirge > çökürge, ertesi > ör-tesi, cep > cöp vb. bk. ünlü yuvarlaklaşması. yuvarlak sıra (Alm. gerumdete Reihe; Fr. class arrondie,; İng. rounded sene) Türkçe sözlerde, küçük ünlü uyumu kuralınca, heceleri yuvarlak ünlülerle oluşturulan ünlü sırası: buldum, görürsün, olumlu, ölümsüz, sorumluluk, yorulup vb. Karşıtı düz sıradır. yuvarlak ünlü (Alm. gerundeter Vokal; Fr. voyelle arrondie; İng. rounded voervet) Dudaklarda belli bir yuvarlaklaşmayla boğumlanan ünlü. Türkiye Türkçesinin yuvarlak ünlüleri, o, ö, u, ü ünlüleridir. yüklem (Alm. Prâdikat, Satzaussage; Fr. predicat; İng. predicate) Cümlede hareketi, olayı, işi, yargıyı bildiren, fiil çekimine girmiş kelimenin cümle bilgisindeki adı. Cümlenin bütün öğelerini kendine bağlayan temel öğe durumundaki yüklem, fiil veya ad soylu bir kelime olabilir: Mübarek su, saçlarımın arasından, kulaklarımın arkasından enseme ve oradan sırtıma doğru serin serin akıyordu (Y. K. Karaosmanoğ-lu, Erenlerin Bağından: Diğer Nesirler: s. 106). Hoca, son senelerde mektep bütçesinden tasarruf yaparak bevvaba yol vermiş olduğu için burası boştu (R. N. Güntekin, Kızılcık Dalları, s.140) .Manevi şeyler kendilerine bir destek olarak maddî bir varlığa ne kadar muhtaç iseler, maddî şeylerin de içinde nefes aldıkları ve yaşadıkları bir manevi tarafa, bir havaya, bir ruha o kadar ihdiyaçları bulunduğunu görüyoruz (A. Ş. Hisar, Çamlıcadaki Eniştemiz, s. 219). İnsan başlı büyükçe bir asma ikide bir ayaklarına takılıyor,onları düşürüyor ve litarnaa kıyafetli adattım gırtlağı ile keskin bir ağız kavgasına girişiyordu (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları: Abdullah Efendinin Rüyaları, s.58). Ben bu yaşayışımdan bedbinleşecek kadar gururlu değilim (T. Buğra, Yalnızlar, s. 123). Kapının tunç tokmağı bu karlı gecenin sesleri sağır eden durgunluğu, dolgunluğu içinde kof bir uğultu çıkardı (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Sarı Bal, s. 55); Ali inliyordu. Ayağa kalkmaya davrandı, fakat düştü (S. Faik, Bütün Eserleri 2. Şahmerdan, Lüzumsuz Adam: Bir Define Arayışı, s.50) vb. .yüklem adı (Alm. Prâdikatsnomen; Fr. predicat; İng. predicate noun) Ad cümlesinde yargıyı bildiren, yani yüklem görevindeki ad soylu kelimelerin cümle bilgisindeki adı: Bu, ne uzun, ne can sıkıcı yoldu (R.H Karay, Memleket Hikâyeleri: Boz Eşek, s. 82). İnsan kalbi, başkalarının duygularına ancak kendi tecrübeleri nisbetinde açıktır (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi: Yılbaşında Düşünceler, s.66). Mümeyyizler, asılacak masumlarının o son anlatılmaz heyecanlarını asla duymayan besut, kayıtsız cellatlar gibidir (Ö. Seyfettin, Harem: Gürültü, s. 231). Her zaman gönüllerin güzel sanatlara medeni bir ihtiyaçları vardır (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s.40). Evet, Savcı yardımcısı benim (T.Buğra, Dönemeçte, s.20). Dedeyi bugün bizim için, o kadar derin değişiklikler arasından bir nevi çağdaş yapan şey de, onda hayatın bu trajik duygusunun mevlevî tevekkülü ile beraber yü-rümesidir (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi: İsmail Dede, s. 352) vb. yükleme durumu (Alm. Akkusativ; Fr. accusatif; İng. accusative; Osm. mefûlün bih) Geçişli fiil taşıyan bir cümlede fiilin doğrudan doğruya etkilediği yani fiildeki işlevin etki bakımından üzerine yüklendiği adın içinde bulunduğu durum. Türkçede bu durum ya eksiz yahut da yalın veya iyelik ekleriyle genişletilmiş adlardan sonra gelen +(y)I/+(y)U eki ile karşılanır: iş bulmak, görüş bildirmek, yol sormak, ağaçlar+ı budamak, yaka+yı kurtarmak, okul+u bitirmek, istedik+im+i getirdi; yazdıklarınız+ı okudum, görü-nüş+ü koruyunuz gibi. Ancak, bu ek üçüncü şahıs teklik ve çokluk iyelik eklerinden sonra araya bir zamir n’si alarak +nI/+nU biçimine girer; Arkadaşımın yeni ev+i+ni gezdim. Artık yuva+sı+nı kurmaya çalışıyor; bildik+leri+ni anlattı, yorulduğ+u+nu görmedim vb. yükleme grubu Yükleme durumu eki almış bir ad öğesinin başka bir ad öğesi ile oluşturduğu ad ve sıfat görevindeki söz grubu: Başkanlarını görmek için gelmişler (ad). Evini satmak istemiyor (ad). Çarşıda pazarda gördüğüm insanları tasvir kolay mı? Marmaradan gelen yolcuyu ta uzaktan anlayan beyaz kubbeler ve minareler (A. H. Tanpmar, Beş Şehir, s. 161) vb. Yukarıdaki son örnekte görüldüğü gibi grubu oluşturan öğelerden biri kendi içinde ayrıca grup oluşturabilir. yükselen ikiz ünlü Birinci öğelerinde ikincilere bakarak daha dar ve süreksiz ünlü bulunan ikiz ünlü türü: ie, ia, ip, üp, up gibi. Karşıtı alçalan ikiz ünlü’dür. bk. ikiz ünlü. yükselen ton (Alm. Hochton; Fr. ton eleve tng. high tone) Konuşma sırasında cümlenin yapısına veya duygu ve düşünceye bağlı olarak seslerin titreşimindeki yükselme dolayısıyla hecenin tiz söylenişi: -î Sen? (Sent mi?) - \Ha? (Efendim, ne dedin?) vb. Karşıtı alçalan ton’dur bk. ton ve tonlama -Zzaman (Alm. Zeitstufe; Fr. temps; îng. tense) Çekimli fiilin karşıladığı kılış veya oluşun içinde geçtiği zaman dilimi: Şimdiki zaman, geçmiş zaman, gelecek zaman, geniş zaman vb. Fiildeki zaman basit zaman ve birleşik zaman olarak ikiye ayrılır: yazıyor, yazdı, yazacak, yazmış, yazdıydı, yazıyormuş, yazsa, yazmalı, evdeydi vb. — Sen söyle Allahını seversen, dedi, bir çocuk ötekine maymun Türk mü demiş ne.. O da ona taş atmış. Sen tafsilâtını daha iyi bilirsin. İnzibat meclisleri toplanacakmış. Gençlerimiz burada hitabeler irade ediyorlar. Taş atan çocuğun kovulmasına rey verenler(...) Nasıl dedi bakayım? Eşek-mişler amma Türk de değilmişler onu konuşuyorduk (P. Safa, Biz insanlar, s. 48) vb. Ayrıntı için bk. basit zaman, birleşik zaman. zaman eki Çekimli fiillerde zaman kavramını veren ve fiil tabanına gelen birinci ek: -Di, -AcAK, -mlş, -Iyor, -r, -ir. yaz-dı (görülen geçmiş zaman) gül-ecek (gelecek zaman) anlamış (duyulan geçmiş zaman) bil-iyor (şimdiki zaman) bil-ir (geniş zaman) vb. zaman zarfı (Alm. Zeitadverb; Fr. adverbe de temps; îng. adverbe of time) Cümlede fiilin karşıladığı oluş ve kılışı zaman bakımından belirgin duruma getiren ve sınırlandıran zarf: Benim eskiden hem mektep arkadaşım hem komşum bir Süleyman vardır. Şimdine iş yapar, pek bilmiyorum (P. Safa, Biz insanlar, s. 74). Muhakkak ki Vedia bunu Orhan ’in beceriksizce sualinden de hemen anlamıştı (P. Safa, göst.e., s. 229). Sonra sonra düşündüm de ancak anladım duygularımın bu sözlere uygun olduğunu (T. Buğra, Dönemeçte, s. 84). Gitti garsonun biraz önce gelen gazeteleri bıraktığı masaya oturdu (T. Buğra, göst.e., s. 21). Handan onu ve az sonra beliren babasını da ancak Şerif valizini alırken farketti (T. Buğra, göst.e., s. 20); Bugün olamazlar ama, yarın olurlar... Yarın, ne olacağını biliyor musun? Her gün bir şey değişiyor. Dün Pakize Hanım, bu çarşaflarla on sene evvel kadınlar sokağa çıksaydı kıyamet kopardı! diyordu (A. H. Tan-pınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 150). Kışın kardan testiler yapıyorsun iyi ama hiç onlar ısıya dayanır mı? (Mevlana, Mesnevi III, s.57); Yazın buzlu suyun nimeti ona dinî bir inşirah sunardı (A. Ş. Hisar, Çamlıcadaki Eniştemiz, s. 88). Sabahleyin bıçaklı bir adam uyuşturmaksıun etimi derinlerine kadar oydu, sonra bir ay, oyuğun içine fitil koyup çıkardılar (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim: 50 Yaşım, s. 25) vb. zamir (Alm. Pronomen, Fürrvort; Fr. pronom; İng. pronoun; Osm. zamir) Kişilerin ve canlı cansız ad grubundaki varlıkların yerini tutma, onları işaret veya soru yolları ile temsil etme görevi yüklenmiş olan ad soylu kelime türü. Şahıs gösteren ben, sen, o, bunlar, şunlar, onlar, şahıs zamirleri, dönüşüklülük gösteren kendim, kendin, kendi, kendisi, kendimiz, kendiniz, kendileri zamirleri; bu, şu, o, bunlar, şunlar, onlar işaret zamirleri; biri, birisi, başkası, herkes, kimse vb. belirsizlik zamirleri; hangisi, kim, ne, neyi, neden vb. soru zamirleri gibi türleri vardır. zamir n’si (Alm. Pronominal n; Fr. pronominal n; îng. pronominal n) Teklik ve çokluk 3. şahıs zamirlerinin çekimi ile teklik 3. şahıs iyelik ekli kelimelerin durum ekleriyle kullanılışı sırasında araya giren «n» ünsüzü. Bu «n» ünsüzü, araya aitlik eki -ki’’nin üzerine durum ekleri eklendiğinde de girer: baş-ı-n-ı, baş-ı-n-a, baş-ı-n-da, baş-ı,n-dan, baş-ın-ın, baş-lar-ı,n-ı, bilgi-si-n-i, bu-n-dan, şu-n-u, şu-n-da, o-n-u, o-n-a, o-n-da, o-n-lar, o-nlar-da, benimki-n-den, arkadaşımınki-ni vb. zarf (Alm. Adverbium, Umstandsrvort; Fr. adverbe; İng. adverb) Fiillerin, sıfatların, sıfat-fiillerin ve görev bakımından zarf niteliğindeki kelimelerin anlamlarını zaman, ölçü, niteleme, yer, yön vasıta, miktar, şart gibi çeşitli bakımlardan etkileyerek daha belirgin duruma getiren veya sınırlayan kelime türü: dün, bugün, yarın, sonra, şim-di vb. (zaman bakımından); i leri, geri, beri, a it (yer, yön bakımından); az, çok, biraz, kısmen, daha, pek vb. (ölçü bakımından); tatlı sert, açık mavi, koyu yeşil, uzun uzun konuştuğu konu, sımsıkı kapatmak, iyi anlamak vb. (niteleme, tarz bakımından): Silkindi. Yataktan hızla kalktı. Başı birdenbire dönmüştü. Karyolanın topuzunu zor yakaladı (S. Faik, Bütün Eserleri 3. Medarı Maişet Motoru; Berber Dükkanının Açılma Merasimi, s. 147). Ateş ilk tereddüdten sonra birdenbire parladı (A. H. Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s. 323). Olduğu yere koyarcasına çöktü (Yaşar Kemal, Ortadirek, s. 314). Gittiniz mi, gerçekten mezarlığa elinizde çiçeklerle"? (Kemal Tahir, Yol Ayrımı, s. 463). Kapkara bir yalnızlık içinde, kendi vücudundan bile habersiz düşünmeyi pek severdi (A. F. Abasıyanık, Bütün Eserleri 3, s. 19) vb. zarf-fiil (Alm. Konverbum, Konverb, Gerundif, Gerundium; Fr. gerondif, conver-be; İng. gerund) Cümlede yüklemin anlamını çeşitli yönlerden etkileyen ve fiilden -(y)A, -(y)I, -(y)ArAk, -DlktA, -ken, -mA, - dAn, -mAksIzIn,-(y)IncA ~(y)Ip, -DlkçA gibi belirli bazı eklerle yapılan, kişi ve zaman belirtmeden soyut bir hareket kavramı anlatan, bir esas fiilden sonra gelerek yardımcı fiillerle birleşik fiiller kuran ve zarf olarak fiilin anlamını, zaman ve yer bakımından tamamlayan kelime: Ama Güldane dönüp bakmadı bile (T. Buğra, Yağmur Beklerken s. 122). Nabi bey, Gazi’nin olayları ve durumları gelişirken önemsemediğini; gücüne ve kavrayış hızına sınırsız güveni ile son anları beklemekten hoşlandığını söylüyordu (T. Buğra, göst.e., s.201). Bir sene evvel yazdığınızı öbür sene okurken, ne kadar değiştiğinizi anlayarak hayretler içinde kalacaksınız...(Ö. Seyfettin, Harem: Ashab-ı Kehfimiz, s. 11). Çünkü gerçek Türkçeciler, yukarıda nasıl olduğunu ve ne güzel yürüdüğünü kısaca izah ettiğimiz, milletin zevkine ve sevgisine ye dire yedire işlenen millî kelimeler ve millî söyleyişler anlayışıdır (N. S. Banarlı, Türkçenin Sırları: Altın Tavuk Hikâyesi, s. 59). Simdi ancak kendisinin tasavvur ettiği şekilde geçmiş bu zamanlar millî bir mevcudiyetin şiiriyle can-landırıldıkça millî tarihimiz duyuluyor (A. Ş. Hisar, Ahmet-HaşimYah-ya Kemal’e veda: Şiir ve Tarih, s. 195). Daha tanyeri ışımadan, ortalıkta ses seda yokken oluktan dökülen suyun sesi büyür, ormanın uğultusuna karışırken Ali yataktan çıktı, atın yanına varır varmaz ağzını açıp baktı (Yaşar Kemal, Ortadirek, s. 41) vb. bk. zarf-fiil ekleri. zarf-fiil ekleri Cümlede fiilin zarf görevinde kullanılmasını sağlayan ekler: -(y)A, -(y)I, -(y)ArAk, -DlktA, ken, -mAdAn, -mAksIzIn, -(y)IncA, -(y)Ip, -DlkçA vb: Karım yavaşça doğruldu, onu kucağına aldı: Yatağına götürecek. Fakat daha odanın kapısına varmadan Ayla uyandı ve ağhyarak: «İstemiyorum, istemiyorum» dedi (T. Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, s. 57). Lâkin, sonra, mandalın gürültüsünü, kanadın gıcırtısını duyunca hemen yerine dönmüş, yatmış, kalıp kesümişti(F. R. Atay, Memleket Hikâyeleri: Koca Öküz, s.44) Hatırlayıverdi doktor: Kendisi yemek odasında, karanlıkta otururken, Hürrem’in(...) bir hayal gibi(...) bir gölge gibi(...) Sofadan geçif bahçeye yürüdüğünü görmüştü (T.Buğra, Yalnızlar,?,. 221) Bu ihtiyar adam hiçbir şey söylemeden, dudaklarından tek bir şikâyet çıkarmadan, sadece bu bitmez, tükenmez gezintisile, damlalı ayaklarını sürüye sürüye, bütün evi, bütün geceyi ıstırabile dolduruyordu (A. H. Tanpınar, Abdullah Efendinin Rüyaları: Evin Sahibi, s. 160). Parpar Ahmet Evin yokuşunu. arada bir durup kendi kendine konuşarak, kollarını yel değirmeni gibi çevirerek sendeleye sendeleye çıktı (K. Tahir, Köyün Kamburu s. 30) vb. zarf fiil grubu Grup içinde yüklem görevi almış bir zarf-fiil veya ad çekimi ekleriyle genişletilerek zarf görevi yüklenmiş sıfat-fiil ekleri ile bunlara bağlı öğelerden oluşan kelime grubu. Zarf-fiil, grubun sonunda bulunur ve anlamca özne, nesne, zarf ve yer tamlayıcısı görevi yüklenmiş öğelerle tamamlanır: Genç hanımlar, hürmet göstermek istedikleri yaşlı hanımlara tesadüf edince (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s. 83). Gönülleri muhabbetle titreyerek alacakları cevabı beklerken (A. Ş. Hisar, Boğaziçi Mehtapları, s. 168). Mümtaz (...) sonra onun sadece boşluğun aynası olduğunu görünce yerinden kalkar, kâbuslu bir rüyadan çıkar gibi kayaların dev gövdeleri arasından, her adımda sendeleyerek, solmaya çalışırdı (A. H. Tanpınar, Huzur, s.28) Bu düşünceyle harap ve her şeye küskün yürürken (A. H. Tanpmar, Beş Şehir, s. 133). Hep sağına veya soluna bakarak konuşuyordu; kalktıklarını görmeden, bir odada mikrofona konuşur gibi (T. Buğra, Dünyanın En Pis Sokağı, s. 59). Ne var ki, kendisi de bu bakışı görür görmez; "Kim bu adam?" diyecek gibi olmamış mı idi? (T. Buğra, göst.y.) Suya yakın varınca, sevinçten gözleri parladı. Elindeki kitabı okurken, söylenenlere aldırmıyordu vb. zarf tümleci Cümlede yüklemin anlamını zaman, tarz, Ölçü, yer, yön vb. bakımlardan daha belirgin duruma getiren, sınırlayan kelime veya kelime gruplarından oluşan tümleç:Bunları kendisi iyice tahlil etmişti (A. H. Tanpmar, Huzur, s. 166). Birdenbire Sabih’lere gitmek, orada hepsini beraber bulmak arzusuna kapıldı (A. H. Tanpınar, göst.e., s. 283). Nihayet Iclâl dayanamadı; oyun çok uzamıştı; belli ki genç kız akrabasına, kendilerine ait bir işin üzerinde böyle durulmasını istemiyordu (A. H. Tanpınar, göst.e., s.64). Mümtaz güçlükle bir «Allah hayırlı etsin...» dedi (A. H. Tanpınar, göst.e., s.65) Genç kız da pervini görünce ağtrlaştı, yavaş yavaş yürüdü, geldi, Ali’nin ve Pervin’in yüzlerine dikkatle bakarak ciddî vaziyeti hissettikten sonra genç kadına sordu (P. Safa, Şimşek, s. 238). — Köy yerinin işlerinden açtık. Laf sana geldi, senin vaziyetine, yiğitliği ne (...) (K. Tahir, Köyün Kamburu, s. 250) Ferit Paşa hükümeti de yavaşçacık; selefleri gibi bir idare-i maslahat hâlini alıyordu ( R. H. • Karay, Minebab İlelmihrab, s. 10) vb. zayıf ünlü (Alnı. schrvacher Vokal; Fr. voyelle faible; İng. weak voıvet) Çıkışı dilin çok az tümsekleşmesiyle oluşan ve söyleniş süresi kısa olan açık heceli dar ünlü: ısıcak, ılık, ısıtma «sıtma», ilik, inanç vb. zıt anlamlı bk. karşıt anlamlı, zıt anlamlı ikileme Zıt anlamlı kelimelerden kurulmuş ikileme: ileri geri, zamanlı zamansız, önünde sonunda, az çok, eksik fazla, dost, düşman, genç ihtiyar, aa tatlı, yerli yersiz, zararlı zararsız vb. zincirleme ad tamlaması (Osm. zincirleme izafet, tetâbu-ı izafet) Tamlayanı, tamlananı veya her ikisi de ad tamlaması biçiminde olan iç içe girmiş tamlama türü; bir ad tamlamasının ikinci bir ad tamlaması kurması: Ragıp efendinin çiçek bahçesi, Kenan beyin de kitapları! (T. Buğra, Yağmur Beklerken, s. 45). Tarih, sanat eserleri, gelenekler, hepsi cemiyetin süreklilik şu uru du r (A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi: İnsan ve Cemiyet, s. \b).Yarın sabah, ev eşyalarının taşınma ücretlerinin yarı bedelini ödeyebilirsin. Kâmil beyin işe başladığının üçüncü günü akşam üzeri gidecekleri sırada, kapı açılmış, Nedime hanım, «Niyazi ağabey!» diye hafif bir çığlık koyuvererek geleni karşılamak üzere ayağa kalkmıştı (K. Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 214) Hediye ettiğiniz kitapların listesinin yazılması tamamlandı mı"? vb. zincirleme sıfat tamlaması Bir sıfat tamlamasının tamlanan durumundaki kelimesinin +U/+IU, +slz/+sUz 254 yol ortasında sarı duvarlı bir eski mezarlık... (A. Ş. Hisar, Çamlıca-daki Eniştemiz, s. 30 (1967). Siyah camlı gözlüklerini, tebdil gezdiği zannını vermemek için kulanmıyor... (A. Ş. Hisar, göst.e., s.210. Soğuk havalı bir gün... (A. Ş. Hisar, göst.e., s. 211 (1967). Kan ter içinde böyle uğraşırken birden karşısından beyaz arakiyeli, yeşil cübbeli, nur yüzlü bir ihtiyar peyda oluyor (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Yatır, s.91). ... Saçları kordelâlı, omuzları atkılı genç, olgun Rum kızları... (R. H. Karay, Saka, s.64). Kepenkleri yarı kaldırılmış loş meyhaneleri... (R. H. Karay, göst.e., s. 63); (...)alnı çatkılı kart bir kadın... (R. H. Karay, göste.: Sarı Balı, s. 57) vb. zümre dili bk. gizli dil. vb. sıfat yapım ekleriyle sıfat durumuna sokulması veya tamlananın sıfatının 3. şahıs iyelik ekli kelimelere bağlanmasıyla kurulan tamlama türü: Keskin kokulu ve tadı sert baharjıt burada hemen her yemeğe katılıyor (F. R. Atay, Gezerek Gördüklerim: İç Sokak, s. 143). Sonra yol ortasında sarı duvarlı bir eski mezarlık... (A. Ş. Hisar, Çamlıca-daki Eniştemiz, s. 30 (1967). Siyah camlı gözlüklerini, tebdil gezdiği zannını vermemek için kulanmıyor... (A. Ş. Hisar, göst.e., s.210. Soğuk havalı bir gün... (A. Ş. Hisar, göst.e., s. 211 (1967). Kan ter içinde böyle uğraşırken birden karşısından beyaz arakiyeli, yeşil cübbeli, nur yüzlü bir ihtiyar peyda oluyor (R. H. Karay, Memleket Hikâyeleri: Yatır, s.91). ... Saçları kordelâlı, omuzları atkılı genç, olgun Rum kızları... (R. H. Karay, Saka, s.64). Kepenkleri yarı kaldırılmış loş meyhaneleri... (R. H. Karay, göst.e., s. 63); (...)alnı çatkılı kart bir kadın... (R. H. Karay, göste.: Sarı Balı, s. 57) vb. zümre dili bk. gizli dil. zl- N liiiiili{lliEEl:iiiulii ,ii$:E;iEIi€rf ligi.iiiE;Es i$ F iisiigi3i; rss i:liiil€Eiiii: F' riF E;i$ii$i$iliii [$E.Eiiiiiii i E:.:.: E a 9>. g ;.F FE B B I i t t ! d : 5 -: iF rO E c i* ; go f ; = g E? 5! [:;: Fq R! >L fiFF# ;E F9E Ei$+E ;sidI I tz u F' > r: - i F " !? s !! FEi E EFc 9FE::. EEF'E EET++ ilgii :!: -2. 5 q91 Ei 2 Ffiglii iE?EiEFg[l i?;iiiiiiEEiE rEiErfF I iili- a I I 3 u, : : ;q i;;:'; i !i';i712=i,"1 :;'ii=== ; j ,1'-,=,'i : := lii ) =i==: z: i:,!: 1 ii :: :: i1i : = i=.= - z ?iiiriil - iii;I i:ii '==i : I l, :i : ::. :; ii-.t;: irlili i"ii==1i iii: ' :i:= " ii i;i'iiii::. i;' I I rti! i; liiiiiiii:*ii iiiri1i,: +iiiiili ilil?i; lsit=: :=? i:l;:;Sliillil:.i{i{l+?Fi:: iii ;:i;ii;iiii ?'. ii 3 11 1i11:;;''iiii i ji=i'?'ti=;iiir;ii ii', :i ii i;fii:giiiii;siiii?iiFiEiil ft1iir iF::i = ii:ijiErili:iifii?:ii:lii,iii:iii:i.i::i ii !. i,,'lii': rz;:1=iltlr" iiiiiliii !':iiii:;l= ' , = ,, t ,.=>,=i -i:1-,= :=?i ===t 1=7\i,i1,r,1;?;i:=l.Z::;tlzi:::i i ii=llt111 =i :i liiii: = ii::i;i1;iit!17-I=1itii?itit:'':'iiiiit::i : = i zt=i7=-ii-:: ?;=; r =,,.tii:;t:,liiii 'iri:;..;=ti,: t=iz!l;if;til ii:€*,iiiiiiiiiiif #ff #ii; 1111i? i'iii:i';l=i::=: 'i,;i =: il?rlii? ;:iiiiii!:tillii++!+I!:? :: , 1r l?i'--': iz21 ' ;: ;; . = "i i= i'=i; ,t ;=2,'? - ; i:::r : ii. ' ii E ===a: _ .-= irlii",'= i:;+i :' "<?: =-=r'I i= =: E:i1!i , ;1:' i i i ii" t= iz z' t:t / -t <= tz=< :;::- 3: ;i ; <=3<z -'\ z= = zl < <= =z 33833: -== = :i 1'- ' ' : : i. taa_l-::a ! 7i1=i ; ,7 izt t' i i1:1ir; ii' 2=.1; . !i;;' iu'1ii;iil== i =:i: 'i::, ?ii lf i i iiiiiiiiii,*r: i:iiriiii i ttt;tzzltirlttli ?:iiilj zt,i.=l!:: i.;iii E!:i:;l;: i=;i:'i?i!:i=i:i;,2 ::;: i: i: ? 7 zzzTz? =: 1i t; i'ii" ii aid^6i?-"ii=-;i =' i i i iili i i i, ii i i!i ii i: ! i : i* i ; : I : iiiiiiiiiii ii I i?' ' ' i i ii,;i :t7i= g i EEiE flfffigffffF iFiiii E1E =i?iiifir IiiiE1aiiiii -f c 1i1:t iiiiiiiiiii i i l1ilrrtli?i i;i*:iiiii 1l=i;tZ=t= =" , , i"!=:1,i:r=t litl1izi1- :t_ iil:ti ii;ii1i1ii1::;siii;iEiii{i rliiiti 1i!iii1i:i ' iiiiii: :1=rii1zii1',i:ir1t,rr.*i1it,, ii !-- i ;i" ?: ' E:1 +i!,2li_.i ! !. = '^ 1?:i_"i',:i=:7. = I " ::":) +' i' I e :;iri. : !.r Fa = !a E! ii .i + i; :. ==i :a;1>-=_? :i:'i il /"i=;1;3_=7; ! = 3i= l::'ni;Ei1-.,:; =2i-_2., ='il;i: ,t -.. :i. t i .z : := i= =: ; -j-:-i i = n i 7 4 ! ! ! ! !.?.!..! !444 i " a :i : ! : ; i ; : ': :: i,: a : 'i . =a: : ;- : ' = = i . = : :, f a i : i i ' = : . 1 . 21. . lZ3-:!-1: =ii ja-=.=:: - ci a .: i: a ,. =:- :)= ,. i\ ==-=z:'-a. ani 1 : r:. a i i ; z- . L i : := i ':z +rl:i :iiililiiililii! s! s! ! :_ ii :=iri .ia2- iiiifiiifiiiiiiliiiii i=:-zii t =t ! !. t. 6-. :i :, a : E a {.4.i r-r.!7' z ; r a t H.i_ e'9 ?*3?A* 33ll:r :ii::! :; ilEi1:;1: i:s:;;4:;t1r liiil;s tlri i i,a+!_?iii='.: :?,:_i='= _ i:_'=-:: ;:_!:i:?|';a j-a +ii:= ai.i"==" ai = =* :i=ii F 3€; iI gtttF _?+ii Ji B'+ ' ' i- ii!s ; i;!i5 +* *?Eiii i i: ? Fii;: i -' i,ii7z'-= ;i. t' =" 1t i77= t L i= i;,iiiliiiiiiiiiiiiii?iiiifiiiiiiii =ii'zi11i711't!'= ='-=.=' :l ii;i:?'iii3t :7 it: ii? " ; i 2 : j: d;: tu Eti iiri;:;s*i:ii -i:=.- -"-=i= iii sE; ii iItiii iiiiEE;ililii:i1?iii:;::iiiii: iiliitii,liltli*ii!iiillii 3 ifffffffffffffffffifiEff o Fg i'r i? r.f F !, i-t := 3 ts: ==s= F-ri ;iil ! F I 0' t=g;, sE =-':.E i a EEFlii; i c} ifr ii;i; llfliT iiiiiiu,'=,i iiliilii s*niFgigif, g'-Efi i'= rc- F : a E =r 1 :i-1Fi isgElli'iiiig =Fgs'gEi?igf ;iieelistiliii iiiiiii??igii i itEi tiFf : ?.";.iE tI iiEEi;iiii;Fri ' rriii n iEr eiilitFgi{F?s?:EE iii: iiiiiiiF;rF+iii i+;+ffff!1fi E gilgiEis' ;ii;ii'i'iii ilii{li'€ie, , ;giig*iff 'ii"ii'iii:!ii'i : 6 E ; F$ g IE Fr it !r 9;i ie3{ a : ?Esi *tr i I FF*9 € : I t ? i' .J t 6. z t7 !- !l- ? 9 EE€ :< iig g 'i'E F l!! z €EE€E Fiirgig E€*:Et: t: E. !,E.J gEE- E:*5"3il a * .i s: Eg ri:Fii; a !gEaH' E E [it$Fii €5Fgs+E i{ s a !; II ; ? a:; iiiiiiiiiiE?iiii riiiiiEiiitEi E itl{'-5 igEiEEiE i HFE I3atEEE;i !! ,2 .$ F:. rgi z4i1z?'9iii?? 1:t z 3a , I l lE- lg isi=i : - !=:: : ! - i g. l :l !N. * . r :r ' _j,- ^: il ' 1: i ! a E !::.! d:, r ! . i #' .: ic 1: : ; = ! i . aa : --= =-: fr::E 1-4f ;i a c1 tI i i !i q !-a M r.3 i.-i"-a: i;;:;:; ' :: i 'i; :i: t ; , , i I {ii: =.= ::;-: 3 = a'r- :3 i t-!:=rli: :.=fi:;::j;!l'!:a ' : : ii;E r.-n i ee 2 :E:! ;::: : ii : t+: r*;; l:'r: I i; :-; =F 3F r:;::l: J' ,_EE iai I Y5; ; i: = i:i:ii :ii:f ;i Z'' ; i ;=1i! i: r i F : ; .?:- i _,:: i i! t1; -i:^ :-r i : ^ i E: - i; , a 7 !; t, =-:+: zi; ?=a 0 ?o ? i j !!;;.;# :::: a:. =a :i:::;1s-.a i: i:: :;:iEFFFi:i4;i ri; : : i; ;' ;: :i;+;; d= .: g ! i i fi ;;4.+i: = n: i Et: : i I ;: !i!; : . : ; i? Ic']€ s :!_;iIa+;;9;1 rr31n.!lg :4"-a:riiU:.: i i I ; : ::- : i i ! ' a 'i ' F* q" += cF I e i F i + t F h t * . . - * . R =i ': r:F iEt ii:iiiii;iiiii;:ii -; -: + i ;5q ;;1 : -I +.ii : \i 11 a.:1.:ii:';!iii!il'1:'lt: a, c, . ! : E ii;.i;==i;ii:iii:fiiliiillliii,ri i? j jii i i :;l; i-ll; il::i: i!; i: i i:::; :;;;:;;;;;; a:;3;: 6 6 6z. a= '; z ;iiii; ii"'=: i ' l i i :i i! ii i i i i ii i ii i i i i t::i ::i i +r; ::1 ;Eii + i,; -:i a; i" *i,ii;e iiii* !4;; = s / ; !. -;:: 5= r! n; -4 =I i" : : - ij;;ir.: ' :.=, ir; ii;,4, !;;;;:;; i a r 3 e;;;;;;3 :.::;: !;ii 2 : : 4 Af a C i ! 1 1 i i 6 3 . 3 . . , i i, iiiiii'ri'ti ,iii!? ;;i-!: q Ee i t i 1! - =; €i z; =15i1f ;.:.;.i.rf : ,'qi3 s'gEt": ;i;ia FigZ i' ; = ji -i:= ii'- i:i'il;ii-, = l l f iEi i i :1i l1i;i,-5i! !E; - i;1i +F*++t+*i?i3i *:; j;: j: tr I . i; *i:i=i;l i iil , , ii:i"jiil ='*tiiu' iiii;=i,iii ti'= i:;' i=1 i !iii:li:ri:i:;lliiiiiiiE::Iii'gii iii :iqiitiiiiii 'i::iii !ggggg!! g!!!!!Egc:iiigii+!88tqqq = I :s ti :::i i i lr,i= = =:; ii; j aa:\==-=': 2<;:;;!:', -=a-;:: . I 1J22i?.r : : : : : : i : : c i aai : : : i : -*i : i -; ii ":"::::i::ies i; i l: ii; ! , : i : ! ' : -, = t:1 ii Ei: iiEiEseqEEEEi .;::::::::::: :== ti Z'i a' a. - . '-', ::= :: ; = -t :i ::i; ii 1t. i ";;' '=i i --' !'i,', "'-=:!' "i :. :::i ::- a i;: EE tr';iili+: :ii ' ii IIiiii:iiiiiiiil = +iiTi?iiii , iiiii iiiiIIi' ::1:;ii,: ii :=:-=iiiti+=i=ll:ii;: ? = = ? i : 1 i i : : ! ! : j ; ; ; i ; ; " i i ; ; ; r ; ; ;i i i ! ! i i :i i ?i ; i i 1i : i i i ; :: ii!- !itli 1:;.= !=:'-=:: zi !:sai: i. :-i!; '; =1'i :i;::iiii:? iiilltiiiili: iii;ileiijji!!lrriir;i;' ': :*= ititj :ijl5ii,i;gg :Ei: ;i:i .ii{:lr:1iii it:iii1;iii rr;- EH";I;iE::iirlEriiiErrE?i 6 i i i i 6.; .= + r F ; n ; i + F + Tr i.i z a a ?'iii::: iiiii€iii!:.'riii1 it ;lii +l;llriili.i,'ii'i?1i =,:itu-'iie ' a? l:i i";', ii ei ;.r_ 1iil"r'1 i 1 "=:!!i:! €I z= = :)?i ?i. ;-,! = =-;.::.=-:. = z t, , .s* l = !! T i ?i i i;:::i;i= =i tii+r€ j '='=;t :ii:i:_ii:i*iiliiiE tiiligii ii ii,iiai:iivir"i?a::=: =. i: ;;': i l:!Fi;st:ii rli:il+:iil i; i;!;l i:i =',.i'il:1=::i1:r.=ia1=i;:ili;:r '=17i: A=i1li?+itlilri:iiri(air ;:iii ij i.i{i {f{{€{i {i {{{{{€{{f€i f{EE+ T "i i i l I : i i Ii i i i 1i .:1 ;;;;4ii:.i!iii-{{B!1ti:iiill;;!i=iE_i;"i ?!r 'a ii;a:' =,;!? I'ii = ,r i : i t t t, : " uC i =: c !n (,. ( ( p; I i' * z; ; "z+ii i=!i; . = =.- ii -, l;irl 6i li s-:"=:: :ai:: f -! r t 2 i! 2 a ,.! {: ; "3. ,==ef ":. a==e; a=l=2=Lj L I ! ' , j = . { 4 " 3 3j 2 Z = . 4 . =_ ;_it* i ; i; 2; <;' .; 'q ; 33d: : r.. . =_ i i ul.l ; i : : : t i ? i I 1 ; r:T. ;FFii ii;iii;; 11 i i:iill ill:iiii+i;?;?:ii -i ;,F , it !1-i;!!i. :- _ a '. r'ee .- . : | = - ;i::ai;=:=it ,=.,r = a7 ;!=i 5-j;:= ! :- _1. i'j: ::i; !i i;:dqi ir: ::iilii=' i?iii i:tii.tri;+r li-i:+,i-=ti :ii:.:;:1,::;i i-:-q\-r ilili ir'::i::,:ii- r" i a ':?:i=tii:t:lii:=il z iiii4i!ii11i?1li co!ri+6i:=a;=:;-_=.- : :rri iii;i;i; ;i , li liE:iilii=|ri=""; i i i iv. i_'! i-:'==-; i?::ii;iiii;lliiiiilE;iiiiiiii;iiiii ;i iiii.;iiiiir;:i;i i:; ril 11: iii : i ;: ; ; i: ii"l:i:ii: . i:!lii:li:1 i:: i5 it; i;ii:ti i:llrf+slrit l:ii+tli;;: ?ii:iai,i:l ii+i€ii!iiii E :iii;;;i,!!!;E,EE I i F' E f,EE tt! I ;"" E-r !3, Fi 3.c ':Fg ! f EE,gts i3C: i;: Bi g i g: i ? i E ir B!E eE iFl 68d '5, -= :r! ! l. NE 3,C n; 5 ! iE ! I i5; T!BB ! iET rr99 ; $i I 9 . E 6 5 i i;; i:B i+Es ETFTffl l;3 5 : E: i di I z i niIg;l; rFsE{:ilqF EFriiffii ei'iF' iiil p$ff E ; f;;'ig ffif{#ifif$tf# {g; E F! a 2 ! - ..- 1 I :i r'i ? ?r : iI 'i r :: : ? i1 i : :^{:i- z.' ii=; 1 : r 1 l ' =: .=..? a' ; -::.i ti i ; i;:l:li: . ;.!i3; t ' .. :i t i,""ii .=jr;;rrj -=' :i: i;1r1;;!;1i:l:;ili ::;ii:1iii:i:! iiliii::iii,,l il: i::iZ:i:';! l:; il1?i !: i E^ ; ei E 6: aaal= !;.i. a j1F. I " hi lli ;i : . r-: !: I .! i.. -9i iE:";l_-:/i i a - a j i; , . J 6 l l i ;: 1;11fl== =: -.!t--.ti =a ="i 919 4 l!1q -t i F:; ::i!:.xL:ll:l: { ?g; rs z 1=: + T T 3 e q4+ - = ' . a i t a.' . l- a= a r"-:Z ; \ ::i:: : = ; i |!:2_t_,8 1 l i E l a i - l-s- ::l F iil9 +Ei i55::',r!1!E E ,; ; :2 L :-:.. . a i{ \ ' r : :di: E ; ii€ :iali:;iTiir':il iltl i i:t:}I L l = ;r" .i - :-i:-"==t"' = + t : , rai-3 = 1ir" : !r. : ;: C ++itiiriiiiirtiir+iii5idiiriirii !: !1 =L!"2 =: i == ' : iil; , t= 1:?i:i:::":1;;i : ;i;i ir= -=.i:=:t: 5;(:35!'t;;"'ii;=;-:? ?iiiir:j;5i::--:: l:r!d-iirii:=€ =i:+ iil.;-t;ji-*!5l: t;=-: =ii:! _ :rt i'-= i :. " =. tY ' : ' ;- :. , -i+ 1-a :t1 -.=ili:11 ! . I : : i . = I - :; 1 : i = L i ; = t ' : . :;-)i r,=: "-;.-l+ i2 i : : : : : i :iir I ;=:ir:.:i: :;- q E: : n -a ^ " i=aZZ"di,i - I iiiiii i iil : ii ii i1;i; : iiii : 1l€ii ' j r;: r; : : =1 ; i s:: "ii i l -i: ; ;;i;i " i g , ; ; i ; i : i r r r Ei I F '. l -- a::_:.;: ='ii*++i n;22222 i " ;-1 1I7 :"ii ;i: i:Z =.-) : : : : : 1:.i:. ri-!;j -=-;:._ia | .=,.:; l, ;:=l r i=::'--.:: : := . ; ;;1i!Er:!! :::it!:i:.1 :-: :. _r .: 1 ; : ;; r_, ;' ;, r i: _ "a=. x a:\! ::; = - :=i :-a 1- : r.; ; _ i-::.., =a: - ?r .1x +q:i=-= " . . ' - - 2 =. - - = : : i: i' ^i ial )i _: .t if E ^ > !;icid:il1 r € i l i =r: ! e !i;iiiiii ri;tii;; : ii d '' = 1i;iijiAiiiiii;ii::illii IE:if?iii E ll:i -{i i; i3:;i !5 !!:e:a i::i:i 333333 i'I <, a, ! : E z -l E 'aa? " s; ; + | "ii" ;51i ;- l,i" :: ;' i.. : iii =-,! d.F d. :: :::: ;lZ l r : r ;l!;:cl; ..'azz* r - ! 1 ! .i : ;:ll: !- :i;si 7i.:i = = i : : : ! ' i : iii i ?i ! :l]i;:: i a z;- : t-:1 r+: T = ; =::i +tq -= =-== ==<' = - -)i"ta aif:.::ir:: l * : ; t i i -"t : 5 i.=:. leiJuT gsrggil Ilti: :ir:.:"-;:'e.:i -r7Z' < ' t." i::=:: - n I I T:'! !:::-! ::i:" :i' - - - - - {l e ! ! ! !::: ::: ??g? 19339??g: - ! i" i g aa i , a =t'" '== , ' i:: i; ii,?;!=;'ii'i i: i i rif iI iltiii:r'==r i;;it;;r' i:: i iIi i li;i i i'?i iI ':;:t=iii = i5r1='i1.-i a' i' :li a. c i:i:;iiz;:ii:i iiii'ir1l1iiiii3lii;iiii?::?:l;! i i*:liEq!iii+*+Eti;*l :::: -L i:ii:iiiiiiiii El ryfryii '=l+!ii iiifii#iiii;ru -:iqii'rri it:ii. ;i,i i'ii;'5 iiiii :-.=-2 "ti;;q:;r3 =i:;'- zt",', ;'l:i :=E::'i':il ; E:'= Eii?::ir€ii ii i iitz' 1 : .:=3 i i; i;;i;ii :€ 11;i;!-:l:i = i- ir:: iAziiii ?= :*'= 7ii!=t;! r i i 1 = 32iia_i' 1 ;!iii:l: iE ai i;;;i .. = -r: i iti t;; i:: I !i i lii;iri=.'r7 r:':ii:-::1. ;;t::i:lii;?-;\i iiii=ii;;"i;iiil-E :iE ;117221211i;lliief iiii?ii j; :'i r:li:i:El=11::1 : 1: : ; e: : 3;: :1;i i! r * | \ili f ; lB f+ = ' I | t Et E a t ln E iE l; I 9 !;',o: r q ; : i.! l(t a' i :i:lii!,' J . , o : E :c ! lri! ''l:- 3:ili;Ei i. ii1 Bi i i !!!19!!! i;= =1 =..=..? ; '!i li, i 5 . " l; !.3 : F l ! ; = s: l! i ;- ii:: i+ rr59 E ': ; 1 t ;. t' I t!: 3! ii5 t: iiinli lq €qqqra I c. ,i i,iu;i'i ffuiii*'giiff :r:c :1iE 5i i{li ttrEi ilE;E?I lliiIilFiiliIgi€ i.iHMitE!iliirii i'i FF{t i c' {ah aE ii i/i3FlF ! il =li rliAElE it 5,t P Er! 3+i :; '= + i i:u?; iiff i:;ii I ii irEiiiiifi rii i i ?lii ii ig i i1ii11i1iii; 1iii ii ru I i i :t;il.::i ;?ii ?i i1{; *'i?i: i 1:€ .-:i ==i=i:=i 2'! 1;.1r--:i:;i' i; t= i ta i : F 1 iiiiiiiiii:#'i, iliii'ffiiiliil! 0l zi ;'t 3l i+i i4 :t '5 '!s ="' --=== it : !_i a ;,=: i !r; i=:;:i - E t -4 i::1;t,i r iiEii--1 iiiii-' I 2. il? Ei! z c + ' iiiii Slifliiiliii.iiaEiiilli'i' ia;i;i;i ii?iqii:iiX : iiiii ?etit itii+ !iSFFiis uii :i3gi \9j 'r€:;!i fEF!:3i;: jruiiii'i EiiittrEEE iiiEiiliii ".ii giii;i3li iiiu'Fi=Eliiti ;i;;1;?lliiiiii+i:j:lEils 6- I n i u iie iifF* I Ei3c ; I ;::::' tSEtl | | il; Ei _ ! I3 ?rll:1: 1 :- =. !: = ,'2 ;!: : i:1: ;;i^ci ;1=ii- d:_r id!:!i: 7i Ei:r::i"=?"r +ili€ ?r. : : ;: : ll q:ti a :1 iia 1 1; i'; i r-I 1:!: = ii 1; :i : _ : ; ".=':i!=i :-:= - a 1! lE lr | '" ;i"ii r1 i :-: :Jt -'-:+ir. 7-\; ..l= aaEi ! . ?1 .- :. rL:; -e:i:?; ti:,;i;1iE ii,,z :iiei::€iriiliii ii ]it;j i?i= ; l.iri +ti;;ll t: i: ii'i:1: : t=:;:;n r 1!.3 -i: = i:1:li -j t 1 " : e a r r ' : =ti1i=a,"-. iE. t;;;; iiti;;ii'ill!l . t:::.9?-i i:: c, EiEi= EEiE:: : : : :,z,=.ez i ?:22z ==2z z z z=: : E: : : : : "': i,i iti 9 ilirririii'ili:iii!i:i:::t ;: 1 ZUE'a:E-1'::sl' i.i,=iii: ; = :='l?,rIZr! 7 t:t=i ? i ; := ; c 1 t- j iii:iii i;" i+:::iiii:'iiil iiiiiii*i? ;i i = ?l tiJii: 1: iiiiii i i3iii z'.7' lil =i:i I u-!':i i:liliii ;Ei;=:i; ;sl :'iir -:= iiiiilil iiiii ii:liiii iiiiiiiiiiiiiii{$ffiiiiii;;qiii :ili:iiulti:iiilt: iiil::;i; ;i=1i:ii1+:r=i- .E-j+i=1 a++ i ; i 1;1 ,ti,i -?i li:ie :::iliiii:iiiiilliiiiiiiiiiiir'liii =i:l .r=-i':t}'i: 'tt ' i:= 'irti L ? ; ii i :! t= ;t r ' . 3 - : 9 s. i!