TÜRKÇE DİNBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ’nden Bazı Maddeler HAZIRLAYANLAR Prof. Dr. Beyza BİLGİN Prof. Dr. Mualla SELÇUK Prof. Dr. Halis ALBAYRAK Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU Prof. Dr. Mahmut AY Doç. Dr. Engin ERDEM Doç. Dr. İhsan ÇAPCIOĞLU L ü t f e n! K o p y a l a m a y ı n ı z. Bu sözlük metni, Türkiye Bilimler Akademisi tarafından yukarıda isimleri bulunan AÜİF’li bilim insanlarına hazırlatılıp Kasım 2011’de Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü (Sosyal Bilimler) adıyla yayımlanan sözlüğün i l k i ç e r i ğ i n e aittir. Ayrıca İslamiyet-Hıristiyanlık Kavramları Sözlüğü (Ankara Üniversitesi-Eugen Biser Stiftung Yayını, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara 2013)’den birkaç madde alınmıştır. L ü t f e n! K o p y a l a m a y ı n ı z. ahlak: (Alm. Moral; Fr. morale; İng. morals): 1. İnsanın öz benliğindeki karakter yapısından ve iradeye bağlı yapıp etmelerden kaynaklanan, iyi ya da kötü olarak değerlendirmeye konu olan, zamana, topluma ve kültüre göre değişiklik gösterdiği veya zorunlu, değişmez, evrensel nitelik taşıdığı düşünülen manevi nitelikler, huylar ve davranışlar bütünü. 2. İnsanın karakter yapısı, yapıp etmeleri, bunlarla igili değerlendirmeleri ve davranışlarını düzenleyen genel kuralları konu edinen bilim dalı. Ahlak (İsl.) Ahlak kelime olarak din, huy, yaradılış, hal ve hareket tarzı gibi anlamlara gelir. Terim olarak ahlak; a) umumi bir hayat tarzını, b) bir grup davranış kuralını, c) davranış kuralları veya hayat tarzları üzerinde yapılan fikri bir araştırmayı ifade etmek üzere, üç farklı şekilde kullanılır. İslam ahlakı derken birinci tarzda; meslek ahlakı derken ikinci tarzda kullanılır; üçüncü tarzda kullanıldığında ise ahlak felsefesini ifade eder. İslam düşüncesinde ahlak, insanın öz benliğinin (nefsin) bir yetisi veya hali olarak anlaşılmıştır. Böylece ahlak ile insanın karakteri arasında yakın bir ilişki kurulmuş ve ahlaki özün ortak insanlık paydası olduğu vurgulanmıştır. Bu durum ahlakın bireyin vicdanında karar verici asli bir unsur olduğunu da gösterir. Hz. Muhammed’in “Ben ahlaki faziletleri (mekârim-i ahlakı) tamamlamak üzere gönderildim.” (Beyhakî) hadisi ile ahlakın insanlığın ortak paydası olması arasında özsel bir ilişki vardır. Bu ahlaki öz, insanın materyalist evrim süreci sonunda ortaya çıktığını iddia eden görüşleri dışarıda bırakır ve ahlakı, örf-adet, gelenek-görenek ve töre gibi terimlerden de ayırır. Ahlak evrensel olan, adetler ise göreceli olan fiillere işaret eder. İnsanın bütün canlılarla ve Yaratıcısıyla kurduğu ilişkilerinin tamamı ahlaka konu olur. İradi faaliyetin bilimi şeklinde yaygın olarak tanımlanan ahlak bilimi, davranışı onaylayıp onaylamayacağımızı belirleyen kuralları temin eden normatif bir bilim dalıdır. İslam düşüncesinde ahlak bilimi, genel prensipler içermesi bakımından nazari ve somut davranışları düzenlemesi bakımından ameli olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Nazari ahlakın üzerinde durduğu en önemli problem, ahlaki olanın bilgisinin kaynağı meselesidir. Bu meseleye verilen cevap varlık ile değer arasında kurulan ilişkiye bağlı olarak değişmektedir. Değer yüklü bir varlık anlayışını benimseyen Mu‘tezilî ve Mâturîdî anlayışa göre Allah, varlığı iyi veya kötü gibi niteliklerle yüklü olarak yaratmış; buyruklarıyla iyi olanları emretmiş kötü olanları da yasaklamıştır. İnsanın vahiyden bağımsız bir şekilde bu niteliklerin bilgisine ulaşma imkanı vardır. Çünkü bir şey kendinde iyi/faydalı olduğu için Allah tarafından emredilmekte, kendinde kötü/zararlı olduğu için de yasaklanmaktadır; ahlaki değerler, insanların keşfettikleri objektif niteliklerdir. Değerden bağımsız bir varlık anlayışını benimseyen Eş‘arî anlayışa göre ise Allah varlığı, iyi ve kötü gibi nitelikler açısından nötr bir şekilde yaratmıştır. Varlığın iyilik veya kötülük niteliğini kazanabilmesi, kendisiyle ilgili ilahi iradenin tecellisi ile mümkündür. Bu sebeple insanlar ahlaki olanın bilgisine ancak vahiy vasıtasıyla ulaşabilirler. Çünkü bir şey Allah emrettiği için iyi; o yasakladığı için kötüdür. Mu‘tezile ve Mâturîdî anlayış, davranışları sonuçlarına göre değerlendirir; davranışın ahlaki değerini, o davranışın sonuçta sağladığı menfaat ile sebep olduğu zarara göre belirler. Eş‘arî anlayışta ise davranış değerini sonucundan değil niyetinden alır; bu açıdan davranışı maximine göre değerlendiren Kant’a (ö.1804) öncülük etmiş gibi gözükür. İslam düşüncesinde Mu‘tezilî ve Mâturîdî yaklaşıma göre insan, iyi ve kötü gibi ahlaki değerleri vahiy olmaksızın da kavrayabilecek donanımda yaratılmıştır; Eş‘arî yaklaşımda ise değerler ancak vahiy yoluyla bilinir kılınmaktadır. Ahlaki kurallar, her iki yaklaşımda da mutlaktır ancak tekil bir durumun Ahlak ahlaki değeri hakkında verilen tekil bir ahlaki hüküm, her zaman sorgulanmaya açıktır. Kur’an ve hadislerde istikamet/doğruluk üzerine yapılan vurgulardan hareketle İslam ahlakının ilk prensibinin doğru olmak olduğu söylenebilir. İslam ahlakçıları, nazari ahlaktan ziyade ameli ahlaka daha çok önem vermişlerdir. İslam, dinî ve ahlaki gelişimini sağlayabilmesi için, insana bir model sunmuştur. Bu ahlaki model, Hz. Muhammed’dir. Hz. Muhammed, Allah’ın buyruklarını insanlara sadece ulaştırmakla kalmamış, o buyrukları en iyi şekilde uygulayarak başka insanlara model de olmuştur. İlahi buyruklar davranışa dönüştürüldüğü takdirde, nasıl bir insan modeli ortaya çıkacağı konusunda, insanlar Hz. Muhammed’in şahsında somut bir örnek bulmuşlardır. Sosyal yaşantıda Hz. Muhammed’i örnek almak, müslüman insan için hem dinî hem de ahlaki bir görev durumundadır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed’e hitaben “Muhakkak sen, çok yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 68/4) buyurulurken; insanlara hitaben de: “Andolsun! Allah’ın elçisinde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 33/21) buyurulur. İslam ahlakının temel faziletlerinden bazıları adalet, doğruluk, emanet, kanaat, tevekkül, cömertlik ve sabırdır. RECEP KILIÇ Âdâb-ı Münâzara; Edep/Âdâp; Emanet; Hayır ve Şer; Hüsün ve Kubuh; On Emir; Vicdan İlgili Hıristiyanlık Maddesi: Etik Ahlak (Hrst.) (Alm. Moral) Ahlak, etikten farklı olarak, daima ahlaklı yaşamın somut biçimidir. Kavram, bir bireyin ya da toplumsal bir grubun iyi olarak benimseyip kabullendiği, kendi eylem ve davranışlarını buna göre bağlayıcı olarak belirlediği görüş, kanaat ve kuralların toplamını kapsar. İyinin ahlaksal anlamı bu bağlamda, belirli bir eylemin beşeri yaşamın ve birarada yaşamanın gerçekleşebilmesine katkı sağlamaya uygun olduğu biçiminde anlaşılmalıdır. Eylemlerin yönetiminin bu ayrıntılı temel kalıbı ilgili olduğu kültür ve toplum düzeniyle bir birlik oluşturur. Bu, tek tek bireylere toplumsallaşma sürecinde aktarılır. Bundan dolayı ahlak sadece eylemlerimizi neye göre biçimlendireceğimize yön vermeden değil, aynı zamanda kolektif ve Aile bireysel kimliğin aktarımından da sorumludur. Her kültür ve toplum düzeninde olduğu üzere Hıristiyanlık’ta da bu türden, iyi ve doğru olarak kabul gören ve kuşaktan kuşağa aktarılan kanaat ve kurallar birikimi mevcuttur. Hıristiyan ahlakın temelleri Eski ve Yeni Ahit’teki metinlere dayanır. Bu metinlerde çok sayıda buyruk ve kural (Mısır’dan Çıkış 20:1-17; Bilgelik Kitabı 14:25 vd.; Pavlus’tan Galatyalılar’a Mektup 5:19-23) bulunur. Bunlar varlıklarını gerçi o dönemin yaşam-dünyası (Almanca: Lebenswelt) bağlamına borçludurlar; bu nedenle de yararlanılacağı çağın ve kültürün diline çevrilmeleri gerekir. Ancak tüm bu buyruk ve kuralların bünyesinde değişmez halde bulunan ve bunlara hıristiyan damgasını vuran şey, bunların teolojik temellendirilişidir: İnanan hıristiyanlara göre her tür eylem, Tanrı’nın insana yönelik kurtarıcı eylemine (Almanca: Heilshandeln) bir tür yanıt eylemidir. Nasıl ki Yehova, halkını Mısır’ın boyunduruğundan dolayısıyla da toplumsal bunalım ve baskıdan (Mısır’dan Çıkış 1:13 vd.) ve oğlu İsa Mesih aracılığıyla insanlığı günah ve suçtan (Pavlus’tan Romalılar’a Mektup 3:24) kurtardıysa, inançlı hıristiyan da çevresindeki insanları öyle karşılamalıdır: Dayanışma ve yardımseverlikle, merhametle ve adilce. Tanrı ve yakındakini sevme Hıristiyanlık’ta bu şekilde birbiriyle ayrılmazcasına iç içe örülüdür. Yakındakini sevme aynı zamanda Tanrı sevgisi olarak da kendini gösterir (Matta 25:40). Bu tür bir sevgiye klasik örnek Merhametli Samiriyeli’nin (Luka 10:25-37) sevgisidir. Bütün değer ve kuralların tarihsel ve sosyo-kültürel koşullu farklılığına rağmen, Tanrı ve yakındakini sevmeye yönelik çifte buyruk hıristiyan ahlakın temelini ve birleştirici ortasını meydana getirir. HANS-GÜNTER GRUBER Din Pedagojisi; Erdemler; Etik; Kültür; Yakın Sevgisi İlgili İslamiyet Maddesi: Edep/Âdâp ayet: (Alm. Koranvers; Fr. verset; İng. verse): 1. Kuran-ı Kerim’deki sureleri oluşturan cümle ya da cümlelerden her biri. 2. Kuran’da Allah’ın varlığına ve birliğine delalet eden her şey için kullanılan terim. besmele: (Alm. Die formel: bismillah Name der isl. Einleitungsformel; İng. the Formula bismillahirramanirrahim): İslam dininde, “esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla” (başlarım), anlamına gelen, dine ve ahlaka uygun her türlü iş ve eyleme başlarken söylenilen “bismillahirramanirrahim” sözü. din: (Alm. Religion; Ar. dîn; Fr. religion; İng. religion; Lat. religio): 1. Tanrı ya da fizik ötesi varlık düşüncesine dayanan, inanç, ibadet ve ahlak esasları olan, inananlara mutluluk ve kurtuluş vaad eden kutsal değer ve ilkeler bütünü. 2. Tanrı tarafından gönderilen, peygamberler aracılığıyla bildirilen, inananları hem bu dünyada hem öbür dünyada mutluluğa ulaştıran, insanların kendi us ve özgür iradeleriyle benimsedikleri tanrısal ilkeler bütünü. Din (İsl.) Din, akıl ve irade sahibi varlıkları/insanları, kendi hür seçimleri ile kendinde iyi olan şeylere yönelten, insana hayatın nihai anlamı konusunda en doğru metafizik-ahlaki çerçeveyi sunan ilahi bildirimi ifade eder. Din (ed-dîn), Arapçada, kelime olarak, adet, yol, gidişat anlamlarına gelir. Kur’an’da ise bu kelimeye, hükümranlık, hesap günü, fıtrat ve ibadet gibi anlamlar yüklenmiştir. Din kelimesinin bu farklı kullanımları, temelde, Tanrı ve insan arasındaki kulluk ilişkisinin değişik boyutlarını yansıtır. Buradan, kavramın Tanrı merkezli ve insan merkezli olmak üzere, birbiriyle iç içe, bütünlük arz eden iki anlama sahip olduğu anlaşılmaktadır. Müslüman bilginler, bu iki farklı anlamı din ve şeriat terimleriyle karşılamaya çalışmışlardır. Birinci anlamda din, tevhîd, nübüvvet ve ahiret gibi ilk peygamber Âdem’den, son peygamber Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin insanlara bildirdikleri değişmeksizin var olagelen temel inanç konularına karşılık gelmektedir. Din, ikinci manada ise şeriat anlamını ifade etmektedir. Din, temel metafizik-ahlaki ilkeleri içeren bir olgu olarak, sabit, değişmez ve tektir. Bunların uygulamasını ifade eden şeriatlar ise farklılık arz edebilmekte, peygamberlere ve onların gönderildikleri topluluklara göre değişkenlik gösterebilmektedir. Kur’an’daki din kavramının insanı merkeze alan kullanımları, daha çok kulluk merkezli, salih amellerle oluşturulmuş ve sosyal içerikli bir anlam örgüsüne sahiptir. Kur’an’daki din kelimesinin kullanımları bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu iki farklı içeriğin birbirini tamamladığı görülmektedir. Buna göre dini belirleyip ortaya koyan Tanrı’dır (Mâ’ide, 5/3). Din insanın fıtratı ve tabiatının değişmez bir parçasıdır (Rûm, 30/30). Din hususunda Tanrı, insana zorluk yüklememiş (Hacc, 22/78); onu zorlamamıştır (Bakara, 2/256). Aksine insanı, aklını kullanarak O’nun varlığını keşfetmeye davet etmiştir (Bakara, 2/164). Bunun nasıl yapılacağının ipuçlarını ve yöntemini ise peygamberler aracılığıyla insanlara bildirmiştir (Feth, 48/28; Sâff, 61/9). İnsan kıyamet gelip çatmadan fıtratına kulak vermeli (Rûm, 30/43) ve yüzünü dosdoğruca dine ve L ü t f e n! K o p y a l a m a y ı n ı z. dinin sahibine çevirmelidir (Yûnus, 10/105). Çünkü gerçek dinin kaynağı ve en üstün otorite sahibi, Tanrı’dır (Nahl, 16/52; Zumer, 39/3). O, hesap gününü de elinde tutmaktadır (Fâtiha, 1/4). İnsan O’nun yüceliğini ve büyüklüğünü anlamalı; Tanrı’ya sımsıkı bağlanarak dini yalnızca O’nun için yaşamalıdır. Bu nedenle dosdoğru din, Tanrı’dan başkasına kulluk etmemektir (Yûsuf, 12/40). Bunu gerçekleştiren insanlar dinde birbirinin kardeşidir (Tevbe, 9/11). Kur’an’da ana hatları bu şekilde çizilen din, insana bir dünya görüşü ve yaşam biçimi kazandırır. Ona, kendi varlığı ve evren hakkındaki temel soruları yanıtlayabileceği düşünsel ve duygusal açıdan tutarlı bir çerçeve sunar. İnsanın kendi fıtratıyla barışık ve yaratılışına uygun bir yaşam sürdürmesine yardımcı olur. MEHM ET KALAYCI Akıl; Fıtrat; İrade Özgürlüğü; Peygamberlik; Şeriat Din (Hrst.) (Alm. Religion) Latinceden Almancaya geçip yerleşmiş din (religion) kelimesi aydınlanma döneminden bu yana mutat anlamda değişik boyutları ihtiva eden dünya görüşlerini niteler (ör. Budizm, Din Değiştirme Hıristiyanlık, Hinduizm, Yahudilik, İslam): a) Bilişsel boyut (ör. kainat ve dünya tasavvurları, değerler sistemi, doğaüstünün varlığına inanma) b) Kalbi ya da duygusal boyut (yani dinî duygular, tutum ve tecrübeler) c) İçgüdüsel ya da amel odaklı boyut (ör. dinî ibadetler ve kurban, dualar ve büyüler gibi sosyal adetler) d) Sosyal boyut (bir grubun varlığı) e) Kültürel boyut (ör. dinin zaman/mekan ile ekolojik, sosyal ve kültürel çevreye bağımlılığı). Hıristiyanlık’ta bu kelime genelde religare ile ilişkilendirilir. Hıristiyan yazar Lactantius (~MS 250-325) bu kelimede insanın Tanrı’ya dönüşünü görür ve bundan hareketle de insanın Tanrı’ya bağlılığını onun asli özelliği olarak anlar. Buna göre hıristiyanlık dini bazı başka dinlerde olduğu gibi Tanrı’ya hem iman hem de aynı zamanda insanın Tanrı’ya dönük bağlılık bilgisidir. Bu hıristiyan kilisesinin dinî cemaati içerisinde yaşandığı ve dinî merasimlerde kutlandığı gibi, dört duvar arasında da tatbik edilmektedir. Yine din hayatın şekil almasında kılavuzluk eder. Böylece bütün yaşam – beşikten mezara kadar – Tanrı’ya dönük ilişkinin içerisine yerleşmiştir. Hayatın bütün durakları (doğum/vaftiz, ergenliğe giriş: hıristiyan cemaatine kabul töreni/takdis edilme (konfirmasyon), evlilik ve toprağa verilme) dinî törenlerle şekillenir. Senenin merhaleleri İsa’nın hayatının en önemli aşamalarını hatırlama gayesiyle dinî bayramlarla belli edilmiştir. Kim iman ediyorsa, tüm amelleriyle Tanrı’nın önünde durmaktadır ve bütün hayat şartları içerisinde Tanrı’ya teslim olmuştur. Hıristiyanlar arasında insanların amellerinin hesap gününde teraziye koyulup koyulmayacağı ve Tanrı’nın hükmünün her bir bireyin ahiretteki geleceği için önemli olup olmadığı tartışmalıdır. P ETER ANTES Bayramlar; Dünya; Kült; Kültür; Ritüel; Sakrament; Tanrı dinbilim: Din olgusunu tarihsel, toplumsal, psikolojik ve felsefi boyutlarıyla inceleyen, dinin temel öğelerini oluşturan Tanrı, vahiy, peygamber, iman ve ahlak gibi kavram ve konuları nesnel bilimsel yöntemlerle çözümleyip yorumlayan bilim dalı. fıtrat: (Alm. Schöpfung, erschaffung; Ar. el-fıtrah; Fr. création, nature; İng. creation, natural disposition): 1. Yaratılışla birlikte bütün varlık türlerine verilen doğal yapı ve karakter özellikleri. 2. Yaratılışta, Tanrı’nın insan türüne verdiği doğruyu ve gerçeği arama, kabul etme ve yaratanını tanıma eğilimi. hadis: (Alm. Hadith; Ar. el-hadîs; Fr. hadith; İng. hadith): 1. Hz. Muhammet’in sözlerine, eylemlerine ve onayladığı durumlara ilişkin haberlere verilen ortak ad. 2. Hz. Muhammet’in sözlerini, eylemlerini ve onayladığı durumları belirli bir yönteme göre belirlemeyi, iletmeyi ve anlamayı konu edinen bilim. Hıristiyanlık: (Alm. Christentum; Ar. Nasrâniyye, İseviyye, Mesihiyye; Fr. Christianisme; İng. Christianity; esk. t. İsevîlik, Mesihîlik ): Hz. İsa’nın öğretilerine, yaşantısına ilişkin söylentilere, Resullerin İşleri’ne ve Pavlus’un Mektuplarına dayanan, “Baba”, “Oğul” ve “Kutsal Ruh” olmak üzere üçlü bir Tanrı inancına yer veren; Tanrı’nın İsa’nın bedeninde cisimleştiğini, yeryüzünde yaşayarak acı çektiğini, çarmıha gerilerek kendisini insanlığa feda ettiğini, ölümünün üçüncü gününde dirilerek göğe yükseldiğini, kıyamet kopmadan önce yine dünyaya gelerek insanlığı kurtuluşa erdireceğini, asli günah anlayışının bir sonucu olarak bütün insanların günahkâr olarak dünyaya geldiğini ve ancak Tanrı’nın oğlu olarak kabul edilen İsa Mesih’e iman etmekle kurtuluşa erişilebileceğini savunan; ölümden sonra diriliş, tanrısal yargı günü, cennet, cehennem ve ölüm ötesi gibi inanç ilkelerini içeren din. iman: (Alm. Glaube; Ar. el-îmân; Fr. croyance; İng. faith): Bir dinin temel ilke ve kurallarının doğruluğunu kuşkuya yer vermeyecek biçimde onaylama, bunlara içtenlikle bağlanma. 2. Tanrı’nın peygamberleri aracılığıyla bildirdiklerinin doğruluğuna ve gerçekliğine gönülden inanma ve bunu dil ile söyleme. inanç: (Alm. Vertrautheit; Fr. confiance; İng. belief ): Öznel kesinliğe dayalı olarak kabul edilen, bilgi düzeyine erişmemiş hüküm, kanı. İnsan (İsl.) İnsan, dünyadaki bütün nimetlerin hizmetine sunulduğu, yaratılmışların en üstünü (eşref-i mahlukat) olan varlıktır (Bakara 2/30; Tîn 95/4). Bilme, akletme, irade, konuşma gibi nitelik ve yeteneklere sahip olması bakımından yaratılmışlar arasında Tanrı’ya en yakın varlık insandır. Tanrı insanı topraktan yaratmış ve kendi ruhundan üfleyerek ona hayat vermiştir (Secde, 32/9); daha sonra meleklerden insana secde etmesini istemiş ve bütün melekler insana secde etmiştir (Hacc, 22/5). Tanrı, ruhundan üfleyerek şereflendirdiği insanı yeryüzünde kendisine halîfe kılmıştır (Bakara, 2/30). Tanrı ezelde bütün Âdemoğullarına, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuş, onlar da “Evet, tabii ki öylesin.” diyerek cevap vermişlerdir (A‘râf, 7/172). Dolayısıyla, tek tek insanlar var olmadan önce Tanrı ezelde bütün insanlarla sözleşme (mîsak-elest bezmi) yapmıştır. Buna göre, insanın varlığının derinliğinde, Tanrı’ya inanma ve itaat etme eğilimi yerleşiktir; her insan, ilk yaratılışta kendi özüne (fıtrat) yerleştirilmiş olan Tanrı’yı bilme ve tanıma imkânı ile dünyaya gelir (Rûm, 30/30). İlk insanlar Âdem ve Havva cennette kendi tabiatları ile uyumlu biçimde Tanrı’nın buyruklarına boyun eğerek yaşamışlardır. Cennette iken şeytan Âdem ve Havva’yı yanlış yönlendirmiş, onlar da şeytana uyarak yasak fiili işlemişlerdir. Âdem ve Havva pişmanlık duyup tövbe etmişler, Allah da onları affetmiş, ancak cennetten çıkarmıştır (Bakara, 2/36-37; A‘râf, 7/22-25). İnsan, ayırt edici yeteneklerini -düşünme ve akletme- doğru kullandığında, varlığını kendi dışındaki aşkın bir varlığa borçlu olduğunu, evrendeki düzen ve gayenin kendisi için yaratıldığını idrak edebilecek özelliktedir (Bakara, 2/213; Rûm, 30/30). Ayrıca Tanrı lütufta bulunarak, elçileri aracılığıyla insanlara vahiy göndermiş ve onları, ezelde özlerine yerleştirdiği iyilik ve güzelliğe sadık kalmaya çağırmıştır. Ancak, imkan ve yeteneklerini kullanıp hakikati keşfetmek, buna uygun ahlaki davranışlar sergilemek insanın sorumluluğudur. Hz. İbrahim’in aklını kullanarak değişip yok olanlara bakıp onlardan hareketle değişmez ve kalıcı olan Varlık’a ulaşması, her insanın tecrübe edebileceği evrensel bir hakikati temsil eder (En‘âm, 6/75-81). Dolayısıyla, insan için iman asli, inkar arızi bir durumdur. Bununla birlikte insan, yine kendi tabiatında var olan düşük eğilimlerin etkisinde kalabilmekte, Tanrı’ya verdiği sözü unutabilmektedir. İnsanın içinde bulunduğu görünüşteki bu paradoksal durum, aslında onun dünyadaki mevcudiyetinin nihai anlamını ortaya koymaktadır: İnsan dünyada, inanma-inkar etme, iyilik-kötülük işleme seçenekleri bulunan, sonuçları ahirette açıklanacak bir imtihanın öznesidir (Mulk, 67/2; İnsân, 76/2-3). Tanrı’ya inanıp iyi işler yapan ve yüksek ahlaki değerleri hayata katan insanlar, bu dünyada huzurlu bir yaşam sürdürdükleri gibi öbür dünyada da sonsuz iyilikle, yani cennetle ödüllendirileceklerdir. ENGİN ERDEM Ahiret; Eşref-i Mahlukat; Fıtrat; Misak; Şeytan İnsan (Hrst.) (Alm. Mensch) Hıristiyanlığın insan anlayışı için önemli olan, Tevrat’ın yaratılış anlatımında yer alan ve Tanrının insanı (diğer bütün yaratıklardan sonra ve kıyasla daha iltimaslı olarak) kendisinin bir sureti olarak yarattığı şeklindeki ifadedir (Yaratılış 1:26). İnsanın başlangıçtaki onur ve özgürlüğü de buradan kaynaklanmaktadır. Tanrının insanı erkek ve kadın olarak yaratmasından (Yaratılış 1:27), insanın bir bedene ve bir cinsiyete sahip olmasının Tanrı tarafından istendiğini ve dolayısıyla iyi ve değerli olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır (ki bu her iki cinsiyet için de aynı ölçüde geçerlidir). Cismaniyet ile aynı zamanda insanın dünyeviliği, tarihselliği ve bireyselliği de onaylanmaktadır. İnsanın sadece bir türün değiştirilebilir bir örneği olarak değil, şahıs olarak onuru, Kitab-ı Mukaddes’in ifadesine göre Tanrı’nın her bir insanla bir diyalog ilişkisi içinde olmasından dolayıdır. Hıristiyanlık anlayışına göre, ilahi veya insani Sene yönelme, insanın tabiatı için belirleyici bir unsurdur. Yaratılışın daha ilk halinde (cennet) Tanrı tarafından insanlara yüklenen emir ve yasaklar (Yaratılış 2:15-17) olumlu anlaşıldığında, bu, insanın yaşamını ve davranışlarını Tanrı’nın iradesine uygun olarak özgürce ve sorumlulukla sürdürmesi gerektiğinin ifadesidir. Elbette bu yüksek lütuf (ve görev), aynı zamanda muvaffak olamama ve başarısızlık ihtimalini de içermektedir ki insanı bekleyen tehlikenin ifadesi olarak günah ve kötülük bunlardan kaynaklanmaktadır. Anlaşılması oldukça zor olan asli günah öğretisinde, insanın Tanrı’nın suretinde yaratılmış olmaklığı (Katolik düşüncede) bu günah deneyimiyle zayıflamış, (Protestan duruşta ise) tamamen zedelenmiş olduğu ifade edilir. İsa Mesih’in gerçekleştirdiği necat eseri, insan Tanrı’dan yüz çevirse bile Tanrı’nın insanı yalnız bırakmadığını göstermektedir. Aşırı başarısızlık durumunda bile Tanrı insana yeni bir yaşam imkanı açar. Tanrı sevgisi inancında İsa Mesih’te necata eren insan, kendini “Tanrı’nın çocuğu” (Pavlus’tan Romalılar’a Mektup 8:14-21) olarak görebilir ve hissedebilir. İnsan, (İsa Mesih’in yaşam tarzıyla örnek olarak gösterdiği) Tanrı’nın çocuğu olmada, yaşamının artık toplumsal, ahlaki veya dinî yasaların katı zorunlulukları tarafından belirlenmediği, aksine sevginin özgürlüğü ile varolan mükemmel bir duruma erişir. (krş. Pavlus’tan Korintliler’e 1. Mektup 13:1-12 veya Augustinus’un [354-430] meşhur sözü: “Sev! Sonra ne dilersen yap!”). MARTIN THURNER Asli Günah; Etik; Hayat; İnsan Onuru; İnsan Tasavvuru; Özgürlük; Tanrı’nın Çocuğu Olma; Vicdan inşallah: (Ar. İnşêallah; İng. God willing): Evrendeki her şeyin Tanrı’nın iradesiyle gerçekleştiğini belirtmek amacıyla, “Allah dilerse olur.” anlamında dilek ve temenni sözü. İslamiyet: (Alm. Islam; Ar. el-İslâm; Fr. Islam; İng. Islam): Tanrı’nın Hz. Muhammet aracılığıyla bütün insanlara bildirdiği, Tanrı’nın varlığına ve birliğine, peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe inanmayı esas alan, namaz, oruç ve hac gibi ibadetleri olan, ahlaksal olgunlaşmayı amaç edinen son tanrısal din. Kitabımukaddes: (Alm. Bibel; Fr. La Bible; İng. The Bible): Yahudiler ve Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen Eski Ahit ile yalnızca Hıristiyanlarca kutsal sayılan Yeni Ahit’ten oluşan kutsal kitap. Kuran-ı Kerim: (Alm. Koran; Ar. el-Kur’ân; Fr. Coran; İng. the Glorious Quran): Tanrı tarafından elçisi Hz. Muhammet (571-632)’e Cebrail aracılığıyla yaklaşık yirmi üç senelik zaman diliminde indirilen kutsal kitap. maşallah: (Ar. Mâşéallah; İng. Mâ Shâa Allah, May God preserve one from evil): Müslüman kültüründe, güzellikleriyle ve başarılarıyla belirginleşen, çok beğenilen şeyleri nazardan korumak amacıyla, “Allah kötü bakışlardan korusun” anlamında söylenen söz. meal: (Alm. Bedeutung, Inhalt; Ar. meâl; İng. explanation): 1. Bir sözün anlamının yaklaşık olarak aktarılması. 2. Kur’an çevirilerine verilen ad. mümin: (Ar. Mu’min; Fr. croyant; İng. believer): 1. Belli bir din ya da öğretinin temel ilke ve kurallarını içtenlikle kabul edip onaylayan kişi. 2. İslam’da, Tanrı tarafından Hz. Muhammet’e vahiy yoluyla bildirilen ilahi buyrukları kuşku duymaksızın kabul eden ve doğruluklarına içtenlikle inanan kimse. namaz: (Alm. Gebet; Ar. es-salâh; Fr. prière; İng. prayer): 1. İslam’da, Tanrı’ya duyulan sevgi ve şükran duygularını göstermek, Tanrı ile iletişim kurmak amacıyla günün belli zamanlarında belirli bedensel hareketlerle yapılan ibadet. 2. İslam’ın beş temel esasından biri. sabır: (Alm. Geduld; Ar. es-sabr; Fr. patience; İng. patience): Yaşamda karşılaşılan her türlü zorluk, sıkıntı, hastalık, haksızlık ve felaket gibi olumsuz durumlar karşısında Tanrı’ya güven duyarak ve O’ndan ümit kesmeyerek sergilenen yaşama bağlanma, katlanma ve direnme. salat: (Ar. es-Salah; İng. prayer; esk. t. salat): 1. İslam’da, şükran, bağışlanma, iyi dilek ve temennide bulunma amacıyla Tanrı’ya yönelerek yapılan her türlü dua, yakarış. 2. Müslüman geleneğinde, Hz. Muhammet’e, ailesine, arkadaşlarına ve diğer peygamberlere sevgi, saygı ve bağlılık dileklerini ifade eden dua sözcükleri. salavat: (Ar. Salavât): İslam’da, Tanrı’dan Hz. Muhammet’e, ailesine ve arkadaşlarına rahmet, selam ve esenlik dilemek amacıyla yapılan dua. selam: (Alm. Gruß; Ar. es-selâm; Fr. salut; İng. greeting, salaam): 1. Müslümanların karşılıklı olarak birbirlerine duydukları iyi niyet, saygı, sevgi, dostluk, kardeşlik ve esenlik gibi duyguları ifade etmek için söyledikleri dua sözcükleri. 2. Müslüman geleneğinde, Hz. Muhammet’e, ailesine, arkadaşlarına ve diğer peygamberlere sevgi, saygı ve bağlılık dileklerini ifade eden dua sözcükleri. sevap: (Ar. Sevâb; İng. merit, credit arising from a pious deed): Fıkıhta, insanın; Tanrı’nın hoşnutluğunu kazanmak, kendisine, çevresine ve tüm insanlığa yararlı olmak amacıyla yaptığı her türlü iyi, güzel, doğru iş, eylem ve davranışlarına karşılık Tanrı tarafından verilecek ödül. sure: (Alm. Sure; Ar. sûrah; Fr. surate; İng. sura): Kur’an’ın en az üç ayetten oluşan ve ayrı ayrı özel adları olan 114 bölümünden her biri. sünnet: (Alm. Sunnah; Ar. sünneh; Fr. sounnah; İng. sunnah): 1. Hadiste, Hz. Muhammet’in sözlerinden, davranışlarından ve onayladığı tutumlardan oluşan, Müslümanların kendilerine örnek aldıkları uygulamaları. 2. Fıkıhta, kendisinden hüküm çıkarılan Kur’an’dan sonra gelen ikinci kaynak. 3. Hz. Muhammet’in yapmayı alışkanlık edindiği, farz ve vacip kapsamı dışında kalan ibadetler. 4. Müslümanlık ve Yahudilik başta olmak üzere bazı dinsel geleneklerde erkek çocukların üreme organlarının ucundaki derinin bir kısmının kesilmesiyle gerçekleştirilen, tarihsel olarak Hz. İbrahim’e kadar uzanan uygulama. sünni: (Alm. Sunni; Ar. sunnî; Fr. sunni; İng. sunni, sunnitic): 1. İslam düşüncesinde, inanç ve uygulama konusunda Kur’an’ın, Hz. Muhammetin ve yakın arkadaşlarının yol ve yöntemini benimseme iddiasında olan kimselere verilen ad. 2. İnanç ve uygulama konusunda ehlisünneti oluşturan Selefilik, Eşarilik, Maturidilik, Hanefilik, Şafiilik, Hanbelilik ve Malikilik gibi mezheplerden birine bağlı olan. Şiilik: (Alm. Schiiten; Ar. Şi’a; Fr. Chiisme; İng. Shi’a; esk. t. Şia): Tarihsel kökleri Ali ve Muaviye arasında geçen siyasal çekişmeye dek uzanan, kendilerini Ali yanlısı olarak tanımlayan, Hz. Muhammet’in ailesine özel bir sevgi besleyen, Tanrı’nın Ali’yi halife olarak belirlediğine ve görevlendirdiğine inanan, yöneticiliğin kıyamete değin Ali’nin soyundan gelenlere ait olduğunu ve bu kimselerin günahsız olduklarını savunan toplulukların ortak adı. şükür: (Alm. Dankbarkeit, lobpreisung; Ar. eş-Şukr; İng. thankfulness, gratefulness): Verilen nimetleri ve her türlü olanağı yerli yerinde ve amacına uygun kullanma; iyiliğin sahibi ve kaynağı olarak Tanrı’yı tanımaya ve unutmamaya çalışma; O’na duyulan hoşnutluk ve minnettarlığı dilsel, düşünsel ve eylemsel olarak ifade etme. Tanrı: (Alm. Gott; Fr. Dieu; İng. God; Lat. Deus: Yun. Theos): Her şeyi yaratan, düzenleyen ve gözeten, var olmak için başka hiçbir varlığa gereksinim duymayan, varlığı kendinden olan, zorunlu, öncesiz-sonrasız, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, salt özgür ve iyi varlık; bütün eksikliklerden uzak, bütün güzel ad ve niteliklere sahip, herhangi bir ortağı bulunmayan, eşsiz ve benzersiz, kendisine tapılması gereken tek varlık. Tevhit: (Ar. Tevhîd; İng. Tawhid): Mutlak anlamda Tanrı’nın biricik olduğunu bilmek, O’ndan başka ilah bulunmadığına, her türlü ortaklık ve denklikten uzak olduğuna, özünde, eylemlerinde ve niteliklerinde biricik olduğuna inanmak. tövbe: (Alm. Bußfertigkeit; Ar. Tevbeh; İng. repentance): Kişinin işlediği günahtan veya yaptığı kötülükten pişmanlık duyarak aynı şeyleri yapmama konusunda içtenlikle Tanrı’ya söz vermesi ve Tanrı’dan bağışlanma dilemesi. vahiy: (Alm. Göttlich Eingebung; Ar. el-vahy; Fr. révélation; İng. revelation): Tanrı’nın insanlara aktarmak üzere peygamberlere belli bilgileri özel bir yolla iletmesi. Yahudilik: (Alm. Judaismus; Ar. Yahûdiyyeh; Fr. Judaïsme; İng. Judaism): Yahova ya da Yahve adlı tek bir Tanrı’ya inanan, Musa’ya bildirilen Tanrısal buyruklara bağlı olduklarını savunan, Tanah ve Talmud gibi kutsal metinlere dayanan, peygamberliğin Musa ile sona erdiğini savunan, ağırlıklı olarak insan biçimli bir Tanrı anlayışını benimseyen, kurtarıcı bir Mesih düşüncesine yer veren, kendilerini Tanrı tarafından seçilmiş üstün ırk olarak gören insanların soy bağıyla bağlı olduğu din. L ü t f e n! K o p y a l a m a y ı n ı z.